Academia.eduAcademia.edu

Şeyh Süleyman Mescidi

2017, Toplumsal Tarih

hazırlayan: arkeologlar derneği istanbul şubesi Gözden Kaçanlar ŞEYH SÜLEYMAN MESCİDİ Yakın zamana kadar, Unkapanı Bozdoğan su kemerinden Zeyrek Kilise Camii’ne (Pantokrator Manastır Kilisesi) doğru uzanan Zeyrek mahallesinin, Bizans yapıları ve geç Osmanlı dönemi ahşap konutlarıyla kendine özgü bir tarzı vardı. Yanan son evler “restorasyonları” yapıldıktan sonra neye benzeyecekler, zaman gösterecek. Bu ay bu mahallenin bir emektarı olan küçük bir yapıya göz atacağız. Şeyh Süleyman Mescidi’ni Gözden Kaçanlar için yazan arkeolog Ayşe Ercan’a katkılarından dolayı teşekkür ederiz. [email protected] ŞEYH SÜLEYMAN MESCİDİ VE ZEYREK MAHALLESİ ayşe ercan Ayasofya üst galeriden İmparator II. Ioannis ve imparatoriçe Eirene’yi tasvir eden mozaik pano. 12 Bozdoğan, yani Valens Sukemeri’nden Unkapanı yönündeki bölge Geç Antik Çağ’da yoğunlukla aristokratik konut ve arazileri, hamamlar ve anıtsal sarnıçlarla tanımlanır. Bilinen en ünlü yapısı olan Kutsal Havariler Kilisesi ve İmparator Mozolesi, Fatih Camii’nin üzerine inşa edilmesi nedeniyle günümüze ulaşamamıştır. Orta Bizans dönemi sonlarından itibaren, bölgenin topografyası, Bizans İstanbul’unun en gösterişli yapılarından biri olan Pantokrator Manastır kompleksinin yapımıyla birlikte ciddi bir biçimde değişmiştir. Manastırın banisini ismen ve cismen Ayasofya Müzesi’nin üst galerisinde yer alan bir mozaikten tanıyoruz. Galerideki iki mozaik panelden biri Pantokrator Manastır kompleksini yaptıran imparator II. Ioannis Komnenos, eşi İmparatoriçe Eirene ve oğulları II. Alexios’u tasvir eder. Haliç’e hâkim bir tepede inşa edilen, İsa Pantokrator’a adanmış manastır kompleksinden günümüze ancak kilise yapıları ve dağınık halde birkaç yapı kalıntısı ulaşmıştır. 12. yüzyılda kuşkusuz kentin en göz alıcı yapılarından olan kilise kompleksi, bitişik nizamda tasarlanmış iki farkli kilise yapısı ve bir mezar şapelinden oluşur. İmparator II. Ioannis Komnenos tarafından kaleme aldırılan ve 1136 yılının Ekim ayında imzalanan kilise typikon’unda (kuruluş ve vakıf belgesi) bu üç kilisenin kuzeyden güneye Meryem Eleousa, Başmelek Mikail (ki bu yapı aynı zamanda bir heroon ya da mezar şapeli olarak tasarlanmıştır) ve İsa Pantokrator’a adandığı özellikle belirtilir. 80 din adamını barındırabilecek kapasiteli bir konut kompleksi (Paspates sayıyı biraz abartarak 700 olarak verir), bir ksenodokheion (ziyaretçiler için geceleme imkânı veren birim) ve 50 yatak kapasiteli bir hastane (cüzzam tedavisi konusunda uzmanlaştığı kesin olarak bilinmektedir), tıp eğitimi veren bir okul, ilaç üretimi yapılan bir atölye, hamam ve yaşlılar için bakım evinin de bu geniş yapı kompleksinin diğer birimleri olduğunu yine typikon’dan öğrenmek mümkündür. Manastır, Latin işgali sırasında önemini korur ve kilise ve çevresindeki manastır yapıları fetihten sonra, Fatih Sultan Mehmed tarafından cami ve medrese olarak değerlendirilir. Pantokrator Kilisesi de, medresenin ilk müderrisi olan Molla Zeyrek Efendi’den dolayı Zeyrek Kilise Camii adını alır. Manastır kompleksinin batıya doğru devam ettiği tahmin edildiğinden, bu TOPLUMSAL TAR‹H 279 MART 2017 bölgelerde bulunan başka yapı kalıntılarının manastıra ait olduğu veya böyle işlevlendirildikleri düşünülür. Kilisenin yaklaşık 120 metre güneybatısında (Paspates mesafeyi 150 adım olarak saymıştır) yer alan sarnıcın yanı sıra günümüzde Şeyh Süleyman Mescidi olarak adlandırılan yapının da Pantokrator Manastırı’yla ilişkili olabileceği üzerinde durulur. Şeyh Süleyman Mescidi, kare bir taban üzerine oturan sekizgen planlı yapı kurgusuyla son derece ilginçtir. Ayrıca bir kubbeyle örtülü olan yapının planı tipolojik olarak Geç Antik-Erken Hıristiyanlık geleneğinde vaftizhane, mezar yapısı, hamam ya da kilise olarak değerlendirilmekteydi. Tasarım amaçları farklı da olsa İstanbul’da Samatya’da yer alan Sancaktar Hayrettin Mescidi’nin yanı sıra Sultanahmet’teki Euphemia Martyrionu da bu tip merkezi planlı Bizans yapılarına örnek gösterilebilir. Semavi Eyice de yapının planından dolayı burasının Pantokrator kompleksinden daha eskiye ait ve büyük olasılıkla da bir mezar yapısı olması gerektiğini savunur. Kare planlı bir taban ve sekizgen planlı bir üst yapıya sahip olan isimsiz kubbeli yapının ne orijinal haline ne de mescidin ilk dönemlerinin dekorasyona ait kalıntı mevcuttur; günümüze sadece daha geç bir döneme ait olan Osmanlı kalem işleri kalabilmiştir. İç duvarlarında da birden fazla nişin bulunması ve apsis olabilecek özel bir yerin var olmamasından dolayı kilise-şapel işlevi için herhangi bir kanıt sunmaz. Yapıyı araştırmış çok az sayıda uzman, bunun bir mezar yapısı ya da bir kütüphane binası olabileceği ihtimali üzerinde dursa 1877 tarihli Paspates gravüründe Şeyh Süleyman Mescidi ve Zeyrek mahallesi Osmanlı kent dokusu. Zeyrek mahallesi ve Şeyh Süleyman Mescidi. Fotoğraf: Yigit Ozar. 13 hazırlayan: arkeologlar derneği istanbul şubesi Gözden Kaçanlar Restorasyon sonrası görünüm. Fotoğraf: Ayşe Ercan. Restorasyon sonrası güneyden bakış. Fotoğraf: Ayşe Ercan. 14 da, hemen yakınında yer alan sarnıç, su kullanımına işaret eden başka işlevleri de akla getirir. Alexandros Paspates, Bizans tarihi kaynaklarında adı sıkça geçen Zeuksippos hamamlarının yakınında yer alan bir sekizgen kütüphanenin varlığının yanı sıra, Osmanlı fethi sonrası hemen camiye çevrilmemiş olmasından dolayı yapının kütüphane olarak kullanılmış olabileceği ihtimali üzerinde özellikle durur. Eyice yapının kütüphane amaçlı inşa edildiğine kesinlikle karşı çıkar ve bu kullanımı ancak işlevini yitirdikten sonrası için mümkün görür. Ayrıca 1950’lerde bir tadilat için yapılan çalışmalar sonucunda zeminin altında bir mezar odası bulunmuştur. Kubbeli tonozlu ve sekiz nişli olduğu söylenen mezar odası yapının ilk fonksiyonunun vaftizhane veya kütüphane değil de en azından bir dönem, planına uygun bir mezar yapısı olduğunu gösterir. Mescidin dış duvarlarındaki çeşitli dönemlere ait yapım teknikleri de yapının zaman içinde geçirdiği değişikliklerin tanığıdır. Alt kotlarındaki taş işçiliği, daha üstlerde Pantokrator ile göreceli benzerliği ve özellikle üst kotlardaki hafif sivri kemerler Osmanlı döneminde de bir tadilat daha geçirdiğini düşündürür. Öte yandan yapının Bizans dönemindeki esrarlı halinin fetihten sonra da hemen aydınlandığı söylenemez. Eyice’nin ifadelerine göre net olan kayıtlara rağmen, burada gömülü olduğu söylenen Şeyh Süleyman’ın ölümüyle ilgili olarak üç değişik tarih verilir, ama hiçbiri 15. yüzyılın sonundan daha ileriye gitmez. Sonuçta mescide çevrilmesini sağlayan Şeyh Süleyman’ın adını alan yapı artık bir daha kimlik değiştirmez; 1756 yılında Cibali yangınının bu bölgeye sıçraması nedeniyle, tamamen harabeye döner, III. Mustafa döneminde, Kazgâni Hasan Ağa tarafından onartılır. Yapının batıya doğru uzanan ve bir duvarla çevrili avlusunda Osmanlı dönemi mezarları yer alır ki, Şeyh Süleyman’ın da burada gömülü olduğu tahmin edilir. TOPLUMSAL TAR‹H 279 MART 2017 Mescidin haziresinden restorasyon sonrası görünüm. Fotoğraf: Yiğit Ozar. SON SÖZ arkeologlar derneği istanbul şubesi Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün (VGM) internet sitesinde yer alan bilgilere göre 21 Mart 2013’te VGM ve İtalya, Emilio-Romagna Bölge Yönetimi, Restorasyon Firmaları Birliği Assorestauro ile MED-ART Eğitim Projesi çerçevesinde imzalanan bir sözleşmeyle Şeyh Süleyman Mescidi ortak bir restorasyon ve eğitim programı için seçilmiştir. Bu sözleşmeye göre, seçilecek personelin İtalya’da ve Şeyh Süleyman Mescidi’nde teorik ve uygulamalı eğitime katılması, İtalya’da günümüzde kullanılmakta olan modern restorasyon yöntemlerinin, malzeme ve teknolojilerinin yapıda uygulanması karara bağlanmıştır. Böylece restorasyon süreci başlamış ve restorasyon sonrası açılış 23 Şubat 2017 için planlanmıştır. Yeniden mescit olarak kullanımına devam edilecek olan yapıya ilişkin ilk gözlemlerimiz, bu yazı hazırlandığı sırada henüz açılış yapılmadığından dışarıdan görünümle sınırlı kaldı. Cephelerde restorasyon sırasında ayıklanan muhdes ekler dışında ciddi bir değişiklik fark etmenin oldukça güç olması, onarım sürecinde yapının bu bölümlerinde ağır müdahale kararları ile ciddi değişiklikler yapılmadığını düşündürüyor ve iç mekânda da bu yaklaşımla çalışıldığına dair ümit veriyor. Şeyh Süleyman Mescidi’nin bütün bilinmezlerinin çözülmesi belki mümkün değildir, ancak bu ve bu gibi yapıların arkeolojik ve mimari anlamda ciddi bir incelemeye ihtiyacı vardır. Gerektiğinde arkeolojik sondajlarla desteklenmiş, titiz rölöve temelli ayrıntılı mimari bir analizle en azından yapım evreleri çözülebilir. Söz konusu restorasyon sürecinde bu bağlamda hangi verilerin tespit edildiğini ancak açılış sonrasında ve sonuçlar yayınlandığında hep birlikte göreceğiz. Restorasyon sonrası Şeyh Süleyman Mescidi. Fotoğraf: Ayşe Ercan. 15