Academia.eduAcademia.edu

Varlıklı Çocukların Varlık Mahrumiyeti

2013, ULUSLARARASI ÇOCUK VE MAHRUMİYETLER SEMPOZYUMU

Çocukta varlık gelişimi bir başka tabirle benliğin gelişimi, çocuğun kendisi ile başkaları arasındaki farkı anladığı zaman başlar. Benlik oluşumu, çocuğun yaşantısı sonucu başından geçen olaylar ve çevresindeki kişilerin etkisiyle meydana gelir. Çocukta üç yaşından itibaren ben duygusu ve sahiplik kavramları gelişir. Bu dönem çok önemlidir. Sosyal çevre bu dönemde olumsuzluk gösterirse “bencillik” söz konusu olur ve bu kişilik yapısına dönüşebilir. Çocukta üç-altı yaş merak ve girişim dönemidir. Çocuk atak ve girişkendir. Girişim duygusu benliğin olumlu yönde gelişmesinde önemli rol oynar. Bu dönemde sık sık korkutulan, ceza verilen çocuk, kendini ve yaptığı işleri değersiz görmeye, güvensiz bir benlik yapısı geliştirmeye başlar. Benlik saygısı yüksek olan kişilerin, kendilerine olan güven duyguları, başarma istekleri daha fazladır, zorluklardan kaçınmazlar ve daha iyimserdirler. Ayrıca bu kişilerin kendilerini, saygı duyulan ve kabul edilmeye değer, önemli kişiler olarak algılama eğiliminde oldukları da elde edilen sonuçlar arasındadır.

1 25 Nisan 2013 Perşembe Uluslararası Çocuk Ve Mahrumiyetler Sempozyumu Emine Erdoğan ve Bakan Şahin'in katılımıyla Uluslarararası Çocuk ve Mahrumiyetler Sempozyumu düzenleniyor. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı haftası kapsamında HAKEDER tarafından Üsküdar Belediyesi, Beykoz Belediyesi, Zeytinburnu Belediyesi ve İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle 26-27 Nisan 2013 tarihleri arasında 'Uluslararası Çocuk ve Mahrumiyetler Sempozyumu' düzenleniyor. Emine Erdoğan ve Aile Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'in yanısıra Hakeder Başkanı Ayşe Çelikbilek, Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara ile Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın ve birçok protokol davetlisinin de katılacağı Sempozyumda, toplum içerisinde gündelik hayatta çok farklı 'mahrumiyetler' yaşayan çocukların sorunları dile getirilirken bu sorunların giderilmesi için çözüm önerileri sunulacak. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın desteğiyle düzenlenen sempozyumda Türkiye'de çocuk istismarından engelli çocukların mağduriyetine, üstün yetenekli çocuklardan yetiştirme yurtlarında yaşamak zorunda kalan çocuklara, madde bağımlısı çocuklardan suça sürüklenen çocukların yaşadıkları zorluklara kadar pek çok önemli konuda görüş alışverişinde bulunulacak . Sempozyumun açılışı 26 Nisan Cuma günü saat 11.00'de Üsküdar Belediyesi Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi'nde yapılacak. 2 TARİH: 26 NİSAN 2013 CUMA SAAT: 11.00 YER: ÜSKÜDAR BAĞLARBAŞI KONGRE VE KÜLTÜR MERKEZİ (Selamiali Mh. Gazi Cd. No.22 Bağlarbaşı-Üsküdar) Bilgi/İrtibat: Abdurrahman C.Fidancı/Beykoz Belediyesi Basın Dan. 0533 927 63 81, Onur Arifoğlu/Üsküdar Bld.Basın Dan. 0533 448 24 26 ULUSLARARASI ÇOCUK VE MAHRUMİYETLER SEMPOZYUMU 26-27 NİSAN 2013 PROGRAM 26 Nisan 2013 11.00 AÇILIŞ Sinevizyon ve Tanıtım Fotoğraf Sergisi Açılış Konuşmaları Hakeder Başkanı Ayşe Çelikbilek Protokol Konuşmaları Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma ŞAHİN Emine Erdoğan I. OTURUM (11.30-13.00) Oturum Başkanı: Doç. Dr. Mustafa Tekin Konuşmacılar: Prof. Dr. Gökhan Oral 'Fuhuşa Sürüklenen Çocuklar' Prof. Dr. Sefa Saygılı 'Türkiye'de Çocuk İstismarı' Dr. Ali Ünlü 'Türkiye de madde kullanım problemi ve önleme politikaları kapsamında 'Hedef Sensin' projesi' Mehtap Kayaoğlu 'Yeni Moda Mahrumiyet: Aşırı İlgi Sonucu Narsistleştirilip Mutsuz Hale Getirilen Çocuklar' Dr.Aylin Çiftçi 'Engelli Çocuk Mahrumiyeti' Ara (16.30-17.00) Çay-Kahve II. OTURUM (14.00-15.30) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gökhan Oral Konuşmacılar: Prof. Dr. Nükhet 'İşiten 'Çocuk istismarı' Doç. Dr. Süleyman 'Doğan Varlıklı çocukların 'Varlık' Mahrumiyeti' Ayşegül Demircan 'Sokağın büyüttüğü çocuklar' Fatih Kucur 'Mülteci Çocukların Psiko-Sosyal Dünyasını Anlamak' III. OTURUM (14.00-17.30) Oturum Başkanı: Prof.Dr. Ergün Yıldırım Konuşmacılar: Doç. Dr. Özkan Yıldız 'Çocuk İşçiliğinde Yeni Toplumsal Eğilimler' Yrd. Doç. Dr. Rıfat Bilgin 'Doğu ve Güneydoğu'da Çocuk Olmak' Dr. Nilay Karaca 'Kürtaj ve Çocuk' Şebnem Avşar Kurnaz 'Türkiye'de Çocuk Yoksulluğu' 27 Nisan 2013 Cumartesi IV.OTURUM (09.30-11.00) Oturum Başkanı: Doç.Dr.Süleyman Doğan Konuşmacılar: Yrd. Doç. Dr. Ömer Miraç Yaman 'Esenler'de Apaçiler ve Madde Bağımlılığı' Kevser Topkar Terzioğlu 'Madde Bağımlısı Çocuklar ve Mahrumiyetleri' Abdülkerim Gökler 'Suça Sürüklenen Çocuklar' Ara (11.00-11.30) Çay-Kahve V. OTURUM (11.30-12.45) Oturum Başkanı: Doç. Dr. Özkan Yıldız Doç. Dr. Mustafa Tekin 'Çocuklar için 'Değer' Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Doğan 'Aile İçi Çocuk Eğitiminde Ebeveynlerin Çocuklarına Yönelik Tutum ve Davranışları' Yrd. Doç. Dr. Musa Kazım Gülçür 'Çocuk Hakları' Yemek Arası (12.45-14.30) 3 VI. OTURUM (14.30-16.00) Oturum Başkanı: Lokman Ayva (21.22.Dönem TBMM Milletvekili) Konuşmacılar: Prof. Dr. Muhammed Serag 'Çocuk, Suç ve Ceza' H. Vicdan Tekin 'Parmaklıklar Arasında Suçsuz Çocuklar' Ayhan Küçük 'İşgal Edilen Çocuk' Meryem Akbal 'Çocuk ve Medya' Ara(16.30-17.00)Çay-Kahve VII. OTURUM (17.00-18.30) Oturum Başkanı: Doç. Dr. Abdurrahman Özdemir Yrd. Doç. Dr. Abdülkadir Kabadayı 'Yetiştirme Yurdundaki Çocukların Mahrumiyeti' Yrd. Doç. Dr. Faruk Levent 'Üstün Yetenekli Çocukların Eğitsel Hak Mahrumiyetleri' Yrd. Doç. Dr. Tunca Özgişi 'Bir Propaganda Aracı Olarak Çocuk ve Savaş-I. Dünya savaşı Örneği' Halis Kuralay 'Görme Engelliler ve Sosyal Medya Kullanımı' KAPANIŞ http://www.aile.gov.tr/tr/ http://yenisafak.com.tr/foto-galeri/cocuk-ve-mahrumiyetler-sempozyumu/5347 http://yenisafak.com.tr/kultur-sanat-haber/cocuk-ve-mahrumiyetler-sempozyumu-24.04.2013-514788 Varlıklı Çocukların Varlık Mahrumiyeti Doç.Dr.Süleyman DOĞAN Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Edeb. Fak. İnsan ve Toplum Bilimleri, e-posta:[email protected] René Descartes (1596–1650); “Düşünüyorum öyleyse varım! Veya “Düşünüyorum o hâlde varım” (Cogito, ergo sum!) demek bir nevi şüpheye düşünmektir. “Düşünmek vârolmaktır” noktasına ulaşır. Latince “De omnibus dubidantum” (Her şeyden şüphelen) en önemli sözlerindendir. O halde şu sonuca varabiliriz: Düşünüyorum, öyle ise mutlak yokluk yok; en azından benim dışımda bir şey var, her şeyi var eden bir şey var! Düşünmek demek insanın kendini tanımasına benliğini tanımasına da yardımcı olur. İnsan var olduğuna ve varlığına kanaat getirir. Çocukta varlık gelişimi bir başka tabirle benliğin gelişimi, çocuğun kendisi ile başkaları arasındaki farkı anladığı zaman başlar. Benlik oluşumu, çocuğun yaşantısı sonucu başından geçen olaylar ve çevresindeki kişilerin etkisiyle meydana gelir. Çocukta üç yaşından itibaren ben duygusu ve sahiplik kavramları gelişir. Bu dönem çok önemlidir. Sosyal çevre bu dönemde olumsuzluk gösterirse “bencillik” söz konusu olur ve bu kişilik yapısına dönüşebilir. Çocukta üç-altı yaş merak ve girişim dönemidir. Çocuk atak ve girişkendir. Girişim duygusu benliğin olumlu yönde gelişmesinde önemli rol oynar. Bu dönemde sık sık korkutulan, ceza verilen çocuk, kendini ve yaptığı işleri değersiz görmeye, güvensiz bir benlik yapısı geliştirmeye başlar. Benlik saygısı yüksek olan kişilerin, kendilerine olan güven duyguları, başarma istekleri daha fazladır, zorluklardan kaçınmazlar ve daha iyimserdirler. Ayrıca bu kişilerin kendilerini, saygı duyulan ve kabul edilmeye değer, önemli kişiler olarak algılama eğiliminde oldukları da elde edilen sonuçlar arasındadır. Çocuk, gönüllerin meyvesi, ruhların sevgilisi, yurdun-yuvanın nur yüzlü meleği, anne ve babanın ise göz nuru, gönül neşesidir. Çocuğun en güzel tarifini, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle yapıyor: “Çocuklar yeryüzünde gezen çiçek ve ciğerlerimizdir.” Çocuk Cenab-ı Hakk’ın kullarına nazlı bir hediyesi, güzide bir emaneti ve kutsi bir vediasıdır. Çocuk, safiyetin sembolü, iyilikler, ihsanlar ve lütufların mazharıdır. Şairin dediği gibi “Bütün sevgileri atıp içimden / Varlığımı 4 yalnız ona verdim ben.” ( A. K. Tecer). Mısrası insanın kendi varlığını birisi için vermesi onu ne kadar sevdiğini gösterir. Varlık ile sevgi arasında sıkı bir ilişki vardır. Felsefenin temel kavramlarından biri olan varlık; ilkin Parmenides kullanmıştır. 1- Var olan şey; var olduğu söylenen şey; var olanın varoluşu. (Var olan şeylerle varlık arasındaki ayrım, doğru ile doğruluk arasındaki ayrım gibidir; doğru olan birçok şeyler vardır, ama doğruluk bu birçok doğrularda bir ve aynıdır.) Aristoteles’te “varolanların varlığı”, var olanların çokluğu içinde ortak olan, özdeş olan. 2- Oluş ve yok oluşun karşıtı olarak: Kalıcı olan, gelip geçici olmayan. 3- Bütün var olanları içine alan en genel kavram. 4- Görüntünün karşıtı olarak gerçekten var olan. //varlık, gerçek (real)varlık, düşüncel (ideal)varlık olarak ayrılır: Gerçek varlık çoğunlukla varoluş (existentia) olarak, düşünce varlık öz (essentia) olarak gösterilir. Gerçek varlık gerçekliğini nesnelerden, olaylardan, kişilerden alan şeydir, uzay-zaman içindedir, bireyseldir, tektir; düşünce varlık ise uzay-zaman-dışıdır, duyularla algılanamaz, elle tutulur gerçekliği yoktur; bu anlamda değerler, matematik ve mantığın kavramları düşünce varlıklardır. Varlık Felsefesi (Ontoloji) Nedir? İsminden de anlaşılacağı üzere varlık felsefesinin konusu, varlıktır. Felsefi anlamda var olan şey, ağaç ve ateş gibi canlı veya cansız bir madde de olabilir, düşünme ve sezme gibi ruhsal bir şey de... Aynı şekilde varlık, inanç gibi manevi bir şey de olabilir. Kısacası felsefe için varlık; fiziksel, zihinsel veya ruhsal olarak kabul görebilir. İşte bu varlık alanlarının barındırdığı varlıkların en temel ve kendilerine özgü yanlarını soruşturan inceleme ve düşünme biçimine, varlık felsefesi veya ontoloji denilmektedir. Yani varlık felsefesi veya ontoloji; en genel anlamda var olan şeyleri, varlıkların temellerini ve varlıklar arasındaki esas bağları sorgulayan felsefe dalıdır. Varlık felsefesi bu bağlamda; varlık var mıdır, varlık varsa bu nasıl oluş biçimi nasıldır, varlık yalnızca fiziksel olarak mı vardır, maddi varlığın dışında tinsel varlıklar da var mıdır ve varlığın nitelikleri nelerdir gibi sorulara cevap aramaktadır? Felsefe bu sorgulamalarla, varlığı ve var olanla ilişkili olayları, bir bütün olarak açıklamaya çalışır. Varlıklar âlemini görünen ve görünmeyenler olmak üzere iki kısma ayırabiliriz. A. Görünenler; beş duyumuz olan görme, duyma, dokunma, tatma, koklama duyularımızla görebildiğimiz, deney yoluyla varlığını bilebildiğimiz varlıklardır. Gökyüzünde güneş, ay, yıldızlar, yeryüzünde insanlar, hayvanlar, ağaçlar, bitkiler, dağlar, denizler vb. varlıklardır. Bu varlıkların her birinin kendine özgü bir yapısı, şekli ve yaşam biçimi vardır. B. Görünmeyenler; gözümüzle göremediğimiz, fakat varlığını Allah‘ın, peygamberlerine bildirmesiyle öğrendiğimiz varlıklardır. Melekler, cinler ve şeytan bunlardandır. Bu varlıkları beş duyumuzla bilemeyiz; deney yoluyla hakkında bilgi edinemeyiz. Bizler görmesek de onların var olduğuna inanırız. Çünkü bu varlıkların nitelikleri, görevleri ve niçin yaratıldıkları gibi konularda Kutsal Kitabımız Kur’an’da bilgiler verilmektedir. Mahrumiyet “Mutlu olmanın en garanti yolu bir başkasını mutlu etmektir” demiş Aldous Huxley. Bir başkasını mutlu etmeyi en çok isteyenler ise şüphesiz mahrumiyetler yaşamış olanlardır. Hayata başkasını mutlu etmek için gönderilmişler gibidir onlar. Kalabalığın içinde kalbi kırılan bir gözü saliseler içinde fark etmek mahrumiyetler/yetimlikler yaşamışların sıradan yetilerindendir. Gözlerdeki acıyı, bakışlardaki sitemi gizlemeye çalışmak nafiledir, onlarlayken. Mahrumiyeti sonradan değil doğuştan, belki en geç çocukken tatmanın kazandırdığı güçlü bir sezgi sayesindedir bu. Mahrumiyet insanı acıtır belki ama mahrumiyetlerimizin ve acılarımızın çokluğu/yoğunluğu oranında olu(şu)yoruz. İnsanı derinleştiren ve sezgilerini inanılmaz güçlü kılan bir getirisi var mahrumiyetin. Empati duygusu güçlü insanların mutlaka bir mahrumiyet hikâyesi vardır. Akla gelebilecek olumsuz örnekler için istisnalar kaideyi bozmaz demek yerine 5 “istisnalar kaideyi ispat eder” demek gerekiyor. Belki de bilmediğimiz başka bir bağımsız değişkenin rolü vardır istisna örneklerde, kim bilir? Hayatta hiç mahrumiyet yaşamamış olanların hayata bakışı belki de hep toz pembe bir bakış açısı olacaktır. Her şeyi karşılanmış biri, hiçbir şeyin kıymetini bilemez. Bilmez, acı çeken bir çocuğun yangın yeri yüreğini. Anlamaz gözbebekleri titreyen bir çocuğu sevindirmenin vereceği olağanüstü sevinci. Hiç mahrumluk yaşamamışsa pekâlâ duyarsız olabilir. Bebekken mama, çocukken oyuncak, ergenken para, yetişkinken barınma ve maişet ihtiyacı/derdi hiç olmamıştır. Karşılanmamış tek ihtiyacı mahrumiyettir. Bu yüzden şımarıktır kırk yaşında bile. Densizdir, nerede ne yapamayacağını, nerede ne yapması gerektiğini kestiremez. Yoksulun/muhtacın yanında varlıklarından bahseder. Çocuğuna aldığı pahalı elbiseyi, ömür billâh kendi çocuğuna alamayacak mahrum babanın yanında teşhir eder. İncitmek için yapmaz bunu. İncineceğini anlayamayacak kadar yoksundur çünkü. Yoksun olduğu şey mahrumiyetin ta kendisidir! Çocuklarımızı hiçbir şeyden mahrum etmemeyi gurur duyulacaklar listemizden silmeliyiz. Doğal mahrumiyetler yaşayamıyorlarsa bilinçli/planlanmış mahrumiyetler yaşatmalıyız onlara. Densiz ve duyarsız hayvanlar gibi olmalarını istemiyorsak bunu yapmalıyız. Her istediğine sahip olamayacağını, bazı şeyleri insan çok istese de yapamayacağını bilmeli çocuklarımız. Sahip olduklarının bir kısmına sahip olamayan çocukların var olduğunu yalnızca bilmemeli, görmeli de. Sabretmeyi asla beceremeyen ve empati duygusundan yoksun bir çocuk, hiçbir şeyden mahrum edilmemiş sayılabilir mi? Velev ki varlık içinde yüzsün! Çocuklarımızı; başkasını anlama, fark etme, sabretme, kendini onun yerine koyma, başkasının bir ihtiyacı için gerekirse kendi ihtiyacından vazgeçme gibi “insanî” hasletlerden mahrum etmeyelim. “Beşerî” bazı ihtiyaçlarından feragat etme pahasına. Anne ve çocuk! Annenin ağzından çıkan her kelime, çocuğun şahsiyet binasına konulan tuğlalar gibidir. Anne yüreği çocuğun eğitim gördüğü bir sınıftır. Şefkatin en büyük membaı annelerdir. Anne terbiyesinden mahrum çocukların terbiyesi güçleşir. Yüksek karakterli kişiler, daha ziyade sâliha annelerin yetiştirdiği çocuklardır. Âdâb-ı muaşeret (davranış usûlleri) ve “ahlâk kâideleri” öğretilmeli, bilhassa varlıklı aileler, çocuklarının, akranlarına kaba ve kibirli davranmalarına mâni olmalıdırlar. Zira bunlar zamanla huy hâline gelir. Onlara, tevazu telkin edilmelidir. Çocukluğumda dikkatimi çeken hususlardan biri de komşular arasındaki güzel münasebetlerdi. Komşu, komşuya akraba muamelesi yapardı. Çocuklar bazen komşularla akrabaları karıştırırdı. Böylesine bir yakınlık vardı. Şimdi öyle mi? Komşu komşuya şüpheyle bakıyor.. Varlıklı komşular, muhtaçlara bir muhabbet ve şefkat kucağı hâlindeydi. Mahalle sakinleri, elbirliği ile muhtaçların, gariplerin ihtiyaçlarını giderir ve yetim kızların çeyizlerini hazırlardı. Zengin ve ünlü çocuklar kendisi için planlar yapılarak doğuyor. İsviçre’de hangi lisede okuyacağı, Amerika’da hangi üniversiteye gideceği… Soyadının altında bir şekilde kendini farklı hissedemiyor bir süre. Annem gibi mi olmalıyım, babam gibi mi, yoksa kendim mi... Son yıllarda varlıklı ailelerin çocukları bu yüzden daha çok sanata eğiliyor. Zengin ve varlıklı çocuklar diyelim bir başarı elde etti. Gazeteler onu yazdı. “Nasılsa babası yazdırmıştır!” Çok güzel bir tablo yaptı. “Annesinin sayesinde yapmıştır!” Yani hiçbir başarısı kendisine atfedilmiyor. O yetersizlik içinde çocuk ciddi şekilde öfke duymaya başlıyor. Varlıklı çocuklar nasıl sorunlar yaşıyorlar? Şan, şöhret, para narsisizmi ciddi şekilde kabartıyor. Kolay kolay depresyona girmiyorlar. Ama girdikten sonra narsistik depresyon ağır bir yaradır. Bu ağır yaradan dolayı intihar düşünceleri olabiliyor. Varlıklı çocuklar yapılacak tavsiyelerden biri de şu olmalıdır, “Asla annenizle, babanızla çatışmayın, ona istediğini verin. Çünkü zamanı geldiğinde o size direksiyonu verecek. Zamanı gelmeden direksiyonu almaya çalışmak senin için bir 6 travma olacak. Kendilerini hayatın merkezi zanneden, ama aynı zamanda depresif ve öz-yıkıma çok eğilimli çocuklar bunlar. Narsisizmi de koymak lazım listeye, çünkü onca şaşaa içinde kendileri olmanın yolunun bu olduğunu zannediyorlar genellikle. Üstelik pek çoğu akademik hayatta, sporda ve diğer ilgi alanlarında başarı göstermelerine rağmen hiçbir zaman hiçbir şeyden yeterince tatmin olmuyorlar. Parlak ve yetenekli çocuklar olsalar bile, kendileriyle başları belada. Zengin bir çocuk büyütmek hiç kolay değil. Bir kere ailelerin inanılmaz yüksek beklentileri var. Kızınızı dünyanın en iyi okuluna göndermekte hiçbir beis olmayabilir, ama aynı zamanda iyi bir insan olmasını, kendisini keşfetmesini, insanlarla doğru düzgün ilişkiler geliştirmesini de istersiniz. Sahip olduğunuz para onlara pek çok şeyin en kalitelisini sağlama imkânı verebilir size. Ama söz gelimi arkadaşlığı ve aşkı satın alamazsınız. Yani çocuğunuzun tahtını yapabilirsin ancak bahtını yapmanız sizin elinizde değildir. Çocuklar bazen hayatla baş edemeyebilirler. Bu büyümenin bir parçasıdır. Ebeveyn olarak bizim işimiz koşulsuz sevmektir. Ayrıca onların kendilerini ve hayatı anlamalarına yardımcı olmak da bizim işimiz. Bu da arada birisinin onlara dur diyebilmekten geçiyor olabilir. Ne kadar paranız olursa olsun bir iş bulup çalışmasını önerin mesela. Harçlıklarını herkes kadar miktarda tutun. Sizin paranızın onları şımartmasına izin vermeyin. Herkesin dolaştığı sokaklarda dolaştırın. Gerektiğinde cezalandırın. Başkalarına kötü davranmalarına izin vermeyin. Yani siz de diğer anne babalar gibi davranın. Sahip olduğunuz güç çocuğunuzun etrafında bir kalkan olmasın. Sahip olduğunuz paranın çocuğunuzun büyümesini engellemesine izin vermeyin. Sevme ve sevilme ihtiyacı! Çok önemli ihtiyaç sevme ve sevilme ihtiyacı. Bu ihtiyaç en çok gençlik döneminde hissediliyor. Çocukken hatta anne karnında bile hissediliyor. İstenmeyen bir gebelik sonucu doğan çocuğun sorunları daha fazla olabiliyor. Bunun ispatı yuvalarda yapılmış bir çalışmadır. 0–1 yaş grubundaki çocukların bütün fizyolojik ihtiyaçları karşılandığı halde sebepsiz ölümler meydana gelmiş. Sonunda ölümlerin anne sevgisinden yoksun kalmanın sonucu olduğu tespit edilmiş. Yani devlet annelik veya babalık yapamıyor. Olayı bu çerçevede değerlendirdiğiniz zaman yani düşünme ve akıl yeteneğini geliştirmiyorsanız, inanma ihtiyacını karşılayamıyorsanız, her yaşta ama özellikle gençlik çağında sevme ve sevilme ihtiyacını karşılamıyorsanız, sevmiyorsanız problem aldınız demektir. Aile sevmiyor ve sevgiyle yaklaşmıyorsa, devlet sevmiyor ve sevgiyle yaklaşmıyorsa inanması gereken şeylere inandırmıyorsa, bunların önüne engeller koyuyorsa problem çok büyük demektir. Bir defa gençlik zaten problemli devir. Peygamberimiz(s.a.) “cinnetten bir şube” buyuruyor. Yani insanın hormonal, olarak fiziksel olarak, zihinsel olarak bir sıçrama yaptığı devir. Genç buna birden bire alışamıyor. Bununla ilgili bocalamalar oluyor... Aile yapılarında ciddi bir problem yaşanıyor. Boşanmalar, geçimsizlik artıyor. Ailede roller değişiyor. Anne daha etkin konuma geliyor. Anne evde hâkim ve otorite sahibi olunca gençler kendilerine örnek alacağı, özdeşleşeceği kişiyi tespit etmekte zorlanıyor. Böyle ortamda yetişen gençlerde problemler daha da artıyor. Yani ailede problem büyüdükçe bunun gençlere yansıması o oranda büyük oluyor. Aile huzurlu, şefkat dolu bir ortamda olunca gençlerdeki problemler asgari düzeyde kalıyor... Uyuşturucu maddelere eğilimle ilgili problemler var. Genç 23–25 yaşına kadar sigaraya, alkole, uyuşturucuya başlamazsa ondan sonra risk son derece düşüyor. Bu tür alışkanlıklara % 37 oranında ergenlik döneminde başlanıyor. Bu nedenle uyuşturucu tüccarları sürekli gençlik üzerine çalışıyor. Bir de medyanın gençlere aksettirdiği bambaşka dünya var. Gençler yerine göre bu dünyaya özeniyor, yerine göre kızıyor. Bununla ilgili problemler gelişebiliyor. 7 Genç seyrettiği filimde altında arabası, yanında karşı cinsten arkadaşı olan kişiyi görüyor, onun hayatına imrenerek bakıyor. O özendiği, imrendiği hayatı gerçekleştiremediği zaman buna bağlı güvensizlik, topluma karşı öfke duyguları geliştiriyor. Bu giderek kendi içine yönelen şiddet eğilimleri olabiliyor. Bu da pek çok psikiyatrik hastalıklara zemin hazırlıyor. Aslında hem zengin kesimde hem de varoş gençliğinde intihar olayları yaşanmakta. Hangisinde daha fazla olduğunu tespit etmek zor olsa da zengin muhitlerde intihar olaylarının daha fazla olduğu bir gerçektir. Öncelikle gençliğin alt yapısı çocukluktur. Çocukluktan genç zayıf geliyor. Hani derler yedisinde neyse 70’inde de odur. Kişinin temel özellikleri çocukluk zamanında oluşuyor. Bu süreç zarfında elde edilen en önemli hasletlerden birisi sevgi-nefret olayıdır. Çocuk bir otorite elinde doğar. Yani anne-baba otoritesi altındadır. Çocuğa bir Allah fikri verilir. Çocuk Allah ile ilk kez annesi tarafından tanıştırılır. Annesi çocuğa Allah’ı nasıl tanıtır? “Allah gözünü kör etsin” der meselâ. Böylece Allah insanın gözünü kör eden bir güç ve kuvvet olarak çocuğun zihnine yerleşir. Veya başka bir şekilde korkutularak otorite sağlanmaya çalışılır. Hâlbuki çocuğa sevgi üzerine bir otorite benimsemesi verilmiş olsa idi, yani “Allah sevdi ki yarattı. Sevmeseydi yaratmazdı. Kim onu mecbur edebilirdi ki yaratmaya” tarzında, kişinin ruh sağlığının kendisiyle, toplumla ve Allah ile uyumlu olabilmesinde iyi bir temel oluşturulmuş olacaktır. Bu şansı ailede kaybediyoruz. Birçok anne Allah otoritesini korku boyutu ile verir ve orada kaybeder. Eğer genç “ne tanrısı kardeşim” diyorsa inançsızlığa gidiyor. Her şeye rağmen yani “cezalandıran” veya “korkutan” olarak ta olsa Allah’ın varlığını kabul ediyor ve inkâr etmiyorsa bu sefer “cezalandırıcı Tanrı’dan” kendisini kurtaracak bir sığınak aramaya başlıyor. Onun için daha anne karnında sevgiye ihtiyacı olan çocuğa, doğduktan sonra ona en önemli hayat doğrultusu, rotası çizecek olan Allah’ı ve ona bağlı otorite benimsemesini sevgi üzerine vermek lâzım. Çocuk babayı sevmeli, devleti sevmeli, kurumları sevmeli, cumhurbaşkanını sevmeli, başbakanı sevmili. Allah korkusu aslında “Allah’a karşı sorumluluk bilinci” olarak yorumlanabilir. Allah korkusunu, Allah’ın sevgisini, rahmetini kaybetme korkusu olarak yorumlayabiliriz. Cezalandırma korkusu olarak değil. Temele bunu koyduğunuz zaman bazı şeyler kendiliğinden yerine oturmaya başlıyor zaten. Sağlıklı bir toplum olmayınca sağlıklı bir gençlikte çıkmıyor. Yani toplumun genel eğilimlerine göre oluyor. Toplumda ne revaçtaysa eğilim de ona doğru oluyor. Babanın rolü! Varlıklı çocukların babaları genellikle çocuklarına yeterince vakit ayıramıyorlar, bu da çocukları babalarının düşüncelerinden tamamen kopuk kişiler haline getirebiliyor. Bir de çocuğa ailede verilen kültürle, inançla ilgili olarak verilenlerle okulda verilenler çatışıyor. Buna bağlı problemler olabiliyor. Ne gibi problemler derseniz; mesela çocuk ezik büyüyor. Düşüncelerini ifade edemez hale geliyor. Düşüncelerini ifade etse aşağılanacağını düşünüyor. Dolayısıyla düşünceleriyle, davranışları arasında uyum olmayan kişiler olabiliyor. Aile içinde bir huzurun, şefkatin, çocuklara karşı sıcak bir duygunun hâkim olması gerekir. İlgili, sevgi dolu bir anne baban olmalı. Eşler birbirine sevgi saygı duyan kişiler olmalı. Bu gençlik dönemi için birinci derecede önemli... İkinci derecede önemli olan eğitimi kaliteli hale getirilmesidir. Fikri hür vicdanı hür nesillerin yetiştirilmesi hedef alınmalı. Her şeyimiz çocuklarımız için deriz ama asla çocuklarımıza vakit ayırmayız. Toplumumuzda aile içi etkileşim maalesef son derece az. Birçok aile için, insanların birbirleriyle en az konuştukları yer neresidir, kişiler kimlerdir? diye sorsanız ben çok rahatlıkla eşler ve çocuklardır derim. Bizde erkek hanımıyla hiç konuşmaz. Başkasına verdiği değer kadar karşısına alıp onunla ilgilenmez. Saygı göstermez. Çocuklar böyle gizli parçalanma dediğimiz anne babanın birbirine karşı soğuk olduğu ortamda yetişir. Dolayısıyla çocuk üniversiteye gireceği zaman dikkat edin ailesinden uzak olacağı yerleri tercih eder. 8 Ekonomik gelir düzeyi yüksek ailelerin çocuklarında görülen bu sorun şudur: “Aileler, çocuklarının sağlığı için sağlıklı beslenmeyi ön planda tutmalı ve bu konuda çocuklarını da küçük yaşlardan itibaren eğitmeli. Günde üç öğün yemek kesinlikle ihmal edilmemeli ve mönü sağlıklı beslenmeye yönelik tespit edilmeli. En basitinden, hamburger yemek isteyen bir çocuk yanında cola yerine ayran veya meyve suyunu, cola içmek isteyen bir çocuk ise yanında salata, kaşarlı veya balıklı tost tercih etmesinin daha sağlıklı olacağını bilmeli. Protein, vitamin ve karbonhidrat dengesi iyi kurulmalı. Bunun yanında kemik gelişiminin önemi de düşünülerek, günde en az 500 gram süt tüketilmeli.” Sevgiden mahrumiyet suç ve şiddeti doğurur! Peygamberimiz, asırlar ötesinden, çağlar üstü bir tespitiyle ”Sevgi verasetle kazanılır” buyurmuşlardır. Hepimizin müşahede ettiği gibi çocuklar, anne-baba ve çevresindeki insanlardan gördükleri ve öğrendikleriyle hareket eder. Bedence benzeyiş, huylar ve mal-mülk nasıl anne babadan çocuklara ve yakınlara geçiyorsa, sevgi ve şefkat de aynı şekilde geçmektedir. Tabii bunun tersi de doğrudur. Büyüklerinden bunlardan eser görmemiş çocuklar, onlardan neyi miras alacaklardır. Tabii ki sevgisizliği. Peki, sevgisizliği miras alanlar, büyüklerine, yaşlılarına onların düşkün zamanlarında şefkatle ve sabırla bakarlar mı? Bu sorunun cevabı elbette hayır olacaktır. Şefkat ve muhabbet dolu bir ortamda yetişen çocuk, hayatının sonraki dönemlerindeki zorluk ve hadiseler karşısında dayanaklı olur ve iyi bir şekilde mücadele edebilir. Aile ortamında anne ve babası tarafından sevgi ve şefkat gören ve bu anlamda yeterli doygunluğa ulaşan bir çocuk, gelecekteki tehlikelerin kucağına kolayca düşmez. Böylesi bir çocuk, gençlik veya olgunluk dönemlerinde yalnızlık ve kimsesizlik duygusuna kapılmaz. Bu yüzden kendisini aldatmak, sözde rahatlatmak amacıyla içki, uyuşturucu ve diğer zararlı ve tehlikeli alışkanlıkların bulunduğu ortamlara ihtiyaç hissetmez ve onlara sığınmaz. Şöyle ki gençlik döneminde, onunla gönül eğlendirmek isteyerek istikbalini yok etmeği hedefleyen bir kız veya erkeğin birkaç kelimelik güzel sözlerine kanmaz. Psikolojik açıdan, sevgi ve ilgiden yeteri kadar faydalanmış olan çocukların, yetiştirme yurtlarında veya sokaklarda barınanlardan genelde daha uyumlu, daha problemsiz ve daha zeki olduklarını hem müşahede etmekteyiz ve hem de bilimsel araştırmalar bu gözlemlerimizi tasdik etmektedir. Sevgiden mahrum olarak yetişen çocuklar, katı yürekli ve zalim olmaya daha yatkındırlar. Kimse tarafından sevilmediğini gören kişi, kendisini yalnız, kimsesiz ve hiçbir işe yaramayan niteliksiz biri olarak sayar. Bu yüzden sürekli bitkin, yılgın ve perişan olur. Çocuk, zayıf bir varlık olduğu için büyüklerden daha fazla sevgiye muhtaçtır. İnsan maddi yönden büyüyebilmesi için nasıl yemeğe ihtiyaç duyuyorsa, manevi açıdan gelişmesi için de sevgiye ihtiyaç duyar. Çocuk, yaşadığı ortamdan ziyade başkaları tarafından sevilip sevilmediğini daha iyi bilir. Sevildiğini hissederse rahat ve huzur içinde gelişmesini sürdürür. Sevgi, çocuğa kazandırmak istediğimiz güzel ahlaki davranışların temeli olmalıdır. Sevgi duygusuyla çocuğu iyi bir şekilde terbiye etmek ve onu yararlı bir insan haline getirmek mümkündür. Problemli ailelere sahip olan, anne ve baba şefkatinden mahrum bir ortamda yetişenler, toplumun istediği ve hoşnut olduğu normal bir insan olmayacaklardır. Sevgi ve şefkatten yoksun olarak büyüyenlerin, görmedikleri, tatmadıkları bu güzel hasletleri diğer insanlara vermeleri beklenemez. Anne ve baba şefkatinden yoksun olarak büyüyen veya onların sevgisinden iyi bir şekilde tatmin olmamış çocuklar, aşağılık, yoksulluk ve mahrumiyet kompleksine kapılır ve her türlü sapmaya hazır hale gelir. Çevremizde her gün müşahede ettiğimiz kötü ve ahlaki olmayan davranışlar, zulümler, ümitsizlikler ve uyumsuzluklar sevgi ve şefkat yoksunluğundan kaynaklanmaktadır. Sevgi ve ilgiden mahrum kalanlar, hırsızlık yapmakla, cinayet işlemekle topluma ve devlete zarar vermekle intikam almaya kalkışabilirler. Hatta sevilmemenin acısından ve yalnızlık duygusunun yıkıcı tahribatından kurtulabilmek için intihar bile edebilirler. Kanun ve nizam tanımayan çoğu hırsız ve 9 katiller, sevgi, ilgi ve merhametten mahrum kimselerdir. Evlerinden kaçan küçük çocuk ve gençlerin çoğu, kaçış sebeplerini, anne ve babaları tarafından sevilmemeleri veya ailevi problemlerinin tahammül edilemez derecede olduğunu belirtmişlerdir. Kişinin yaşadığı birçok ruhsal sorunun da erken çocukluk dönemi ile ilişkili olduğu görülmektedir. Birçoğumuz anne ve babalarından belirli bir süre ayrı kalan çocukların ruh halini, onların ıstırap, yalnızlık, korkaklık, ürkeklik ve içe kapanıklıklarını çevremizde müşahede etmişizdir. Çocuklarımız, bizlerde gördükleri öfke, kötü davranış ve asık suratı, sevilmediklerine delil sayarlar. Bazı anne ve babalar, evlatlarına küçükken gösterdikleri sevgiyi, onlar biraz büyüdükten sonra göstermemeğe başlarlar. Bu çok yanlış bir tutumdur. Zira insan, özelliklede çocuk ve gençler, ömür boyu sevgiye muhtaçtır. Çocuklar, ruhsal krizlerin baş gösterdiği gelişim dönemlerinde yani ergenlik ve gençlik çağlarında, anne ve babanın merhamet, sevgi ve tesellilerine diğer vakitlerden daha çok ihtiyaç hissederler. Bu sevgi yoksunluğu, onları psikolojik bozukluklara, evden, uzaklaşmağa hatta intihara dahi sürükleyebilir. Anneler, kendi dünyalarına dalarak temizlik, ev işleri, komşu ve arkadaşlarla sohbet veya televizyon dizileri seyretmek gibi uğraşlarla; babalar iş, arkadaş, cadde ve kahvehanelerde gönül eğlendirmekle meşgul olup, çocuklarına zaman ayırmazlarsa gerçekten onları ihmal etmiş olurlar. Hâlbuki çocuklar, kendileriyle dertleşecek, onlarla oturup konuşacak bir dost ararlar. Bu dostlar ise, öncelikle anne ve babadan başkası olmayacaktır. Çünkü çocuklar, anne ve babaların okşamalarından, masal anlatmalarından, kendileriyle dertleşmelerinden, nasihatlerinden ve tecrübelerinden çokça istifade etmek isterler. Çocuğun sadece maddi ihtiyaçlarını temin etmek, anne ve babalık görevlerini yerine getirmek için yeterli değildir. Zira “Ekmekten sonra eğitim, bir milletin en büyük ihtiyacıdır” (Paul Richer). Varlıklı Çocukların Varlık Mahrumiyeti Doç.Dr.Süleyman DOĞAN Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Edeb. Fak. İnsan ve Toplum Bilimleri, e-posta:[email protected] Çocuk, gönüllerin meyvesi, ruhların sevgilisi, yurdun-yuvanın nur yüzlü meleği, anne ve babanın ise göz nuru ve gönül neşesidir. Çocuğun en güzel tarifini, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle yapıyor: “Çocuklar yeryüzünde gezen çiçek ve ciğerlerimizdir.” Çocuk Cenab-ı Hakk’ın kullarına nazlı bir hediyesi, güzide ve kutsi bir emanetidir. Çocuk, safiyetin sembolü, iyilikler, ihsanlar ve lütufların mazharıdır. Şairin dediği gibi “Bütün sevgileri atıp içimden/Varlığımı yalnız ona verdim ben.” (A.K.Tecer) mısrası, insanın kendi varlığını birisi için vermesini ve onu ne kadar çok sevdiğini göstergesidir ki; varlık ile sevgi arasında sıkı bir bağ vardır. Her çocuk bir zenginliktir. Çünkü onlar hayata gülerek ve ümitle bakarlar. Her çocuğun masumiyeti herkesin dikkatini celp eder. Çocukta varlık gelişimi bir başka tabirle benliğin gelişimi, çocuğun kendisi ile başkaları arasındaki farkı anladığı zaman başlar. Benlik oluşumu, çocuğun yaşantısı sonucu başından geçen olaylar ve çevresindeki kişilerin etkisiyle meydana gelir. Çocukta üç yaşından itibaren ben duygusu ve sahiplik kavramları gelişir. Sosyal çevre bu dönemde olumsuzluk gösterirse “bencillik” söz konusu olur ve bu kişilik yapısına dönüşebilir. Çocukta üç-altı yaş merak ve girişim dönemidir. Çocuk atak ve girişkendir. Girişim duygusu benliğin olumlu yönde gelişmesinde önemli rol oynar. Bu dönemde sık sık korkutulan, ceza verilen çocuk, kendini ve yaptığı işleri değersiz görmeye, güvensiz bir benlik yapısı geliştirmeye başlar. Benlik saygısı yüksek olan kişilerin, kendilerine olan güven duyguları, başarma istekleri daha fazladır, zorluklardan kaçınmazlar ve daha iyimserdirler. Ayrıca bu kişilerin kendilerini, saygı duyulan ve kabul edilmeye değer, önemli kişiler olarak algılama eğiliminde oldukları da elde edilen sonuçlar arasındadır. Varlık Felsefesi (Ontoloji) Nedir? Felsefi anlamda var olan şey, ağaç ve ateş gibi canlı veya cansız bir madde de olabilir, düşünme ve sezme gibi ruhsal bir şey de... Varlık, inanç gibi manevi bir şey de olabilir. Felsefe için varlık; fiziksel, zihinsel veya ruhsal olarak kabul görebilir. Bu varlık alanlarının barındırdığı varlıkların en temel ve kendilerine özgü yanlarını soruşturan inceleme ve düşünme biçimine, varlık felsefesi veya ontoloji denilmektedir. René Descartes (1596–1650) göre; “Düşünüyorum öyleyse varım! Veya “Düşünüyorum o hâlde varım” (Cogito, ergo sum!) demek bir nevi şüpheye düşmektir. “Düşünmek vârolmaktır” noktasına ulaşır. O halde şu sonuca varabiliriz: Düşünüyorum, öyle ise mutlak yokluk yok; en azından benim dışımda bir şey var, her şeyi var 10 eden bir şey var! Düşünmek insanın kendini ve benliğini tanımasına yardımcı olur. İnsan düşünce sayesinde var olduğuna ve varlığına kanaat getirir. Mahrumiyet “Mutlu olmanın en garanti yolu bir başkasını mutlu etmektir” demiş Aldous Huxley. Bir başkasını mutlu etmeyi en çok isteyenler ise şüphesiz mahrumiyetler yaşamış olanlardır. Hayata başkasını mutlu etmek için gönderilmişler gibidir onlar. Mahrumiyet insanı acıtır belki ama mahrumiyetlerimizin ve acılarımızın çokluğu/yoğunluğu oranında olu(şu)yoruz. İnsanı derinleştiren ve sezgilerini inanılmaz güçlü kılan bir getirisi var mahrumiyetin. Empati duygusu güçlü insanların mutlaka bir mahrumiyet hikâyesi vardır. Akla gelebilecek olumsuz örnekler için istisnalar kaideyi bozmaz demek yerine “istisnalar kaideyi ispat eder” demek gerekiyor. Belki de bilmediğimiz başka bir bağımsız değişkenin rolü vardır istisna örneklerde, kim bilir? Hayatta hiç mahrumiyet yaşamamış olanların hayata bakışı belki de hep tozpembe bir bakış açısı olacaktır. Her isteği karşılanmış biri, hiçbir şeyin kıymetini bilemez. Hiç mahrumluk yaşamamışsa pekâlâ duyarsız olabilir. Bebekken mama, çocukken oyuncak, ergenken para, yetişkinken barınma ve maişet ihtiyacı/derdi hiç olmamıştır. Karşılanmamış tek ihtiyacı mahrumiyettir. Bu yüzden şımarıktır kırk yaşında bile. Nerede ne yapamayacağını, nerede ne yapması gerektiğini kestiremez. Yoksulun/muhtacın yanında varlıklarından bahseder. Çocuğuna aldığı pahalı elbiseyi, ömür billâh kendi çocuğuna alamayacak mahrum babanın yanında teşhir eder. İncitmek için yapmaz bunu belki de. İncineceğini anlayamayacak kadar yoksundur çünkü. Yoksun olduğu şey mahrumiyetin ta kendisidir! Çocuklarımızı hiçbir şeyden mahrum etmemeyi gurur duyulacaklar listemizden silmeliyiz. Doğal mahrumiyetler yaşayamıyorlarsa bilinçli/planlanmış mahrumiyetler yaşatmalıyız onlara. Her istediğine sahip olamayacağını, bazı şeyleri çok istese de yapamayacağını bilmeli çocuklarımız. Sahip olduklarının bir kısmına sahip olamayan çocukların var olduğunu yalnızca bilmemeli, görmeli de. Sabretmeyi asla beceremeyen ve empati duygusundan yoksun bir çocuk, hiçbir şeyden mahrum edilmiş sayılabilir mi? Velev ki varlık içinde yüzsün! Çocuklarımızı; başkasını anlama, fark etme, sabretme, kendini onun yerine koyma, başkasının bir ihtiyacı için gerekirse kendi ihtiyacından vazgeçme gibi “insanî” hasletlerden mahrum etmeyelim. “Beşerî” bazı ihtiyaçlarından feragat etme pahasına. Anne-baba ve çocuk! Annenin ağzından çıkan her kelime, çocuğun şahsiyet binasına konulan tuğlalar gibidir. Anne yüreği çocuğun eğitim gördüğü bir sınıftır. Şefkatin en büyük membaı annelerdir. Anne terbiyesinden mahrum çocukların terbiyesi güçleşir. Yüksek karakterli kişiler, daha ziyade sâliha annelerin yetiştirdiği çocuklardır. Âdâb-ı muaşeret (görgü kuralları) ve “ahlâk kâideleri” öğretilmeli, bilhassa varlıklı aileler, çocuklarının, akranlarına kaba ve kibirli davranmalarına mâni olmalıdırlar. Zira bunlar zamanla huy hâline gelir. Onlara, tevazu telkin edilmelidir. Varlıklı çocukların babaları genellikle çocuklarına yeterince vakit ayıramıyorlar, bu da çocukları babalarının düşüncelerinden tamamen kopuk kişiler haline getirebiliyor. Bir de çocuğa ailede verilen kültürle, inançla ilgili olarak verilenlerle okulda verilenler çatışıyor. Buna bağlı problemler olabiliyor. Ne gibi problemler derseniz; mesela çocuk ezik büyüyor. Düşüncelerini ifade edemez hale geliyor. Düşüncelerini ifade etse aşağılanacağını düşünüyor. Dolayısıyla düşünceleriyle, davranışları arasında uyum olmayan kişiler olabiliyor. Anneler, kendi dünyalarına dalarak temizlik, ev işleri, komşu ve arkadaşlarla sohbet veya televizyon dizileri seyretmek gibi uğraşlarla; babalar iş, arkadaş, cadde ve kahvehanelerde gönül eğlendirmekle meşgul olup, çocuklarına zaman ayırmazlarsa gerçekten onları ihmal etmiş olurlar. Hâlbuki çocuklar, kendileriyle dertleşecek, onlarla oturup konuşacak bir dost ararlar. Bu dostlar ise, öncelikle anne ve babadan başkası olmayacaktır. Çünkü çocuklar, anne ve babaların okşamalarından, masal anlatmalarından, kendileriyle dertleşmelerinden, nasihatlerinden ve tecrübelerinden çokça istifade etmek isterler. Çocuğun sadece maddi ihtiyaçlarını temin etmek, anne ve babalık görevlerini yerine getirmek için yeterli değildir. Sevme ve sevilme ihtiyacı! Çok önemli ihtiyaç sevme ve sevilme ihtiyacı. Bu ihtiyaç en çok gençlik döneminde hissediliyor. Çocukken hatta anne karnında bile hissediliyor. İstenmeyen bir gebelik sonucu doğan çocuğun sorunları daha fazla olabiliyor. Bunun ispatı yuvalarda yapılmış bir çalışmadır. 0–1 yaş grubundaki çocukların bütün fizyolojik ihtiyaçları karşılandığı halde sebepsiz ölümler meydana gelmiş. Sonunda ölümlerin anne sevgisinden yoksun kalmanın sonucu olduğu tespit edilmiş. Yani devlet annelik veya babalık yapamıyor. Olayı bu çerçevede değerlendirdiğiniz zaman, yani düşünme ve akıl yeteneğini geliştirmiyorsanız, inanma ihtiyacını karşılayamıyorsanız, her yaşta ama özellikle gençlik çağında sevme ve sevilme ihtiyacını karşılamıyorsanız, 11 sevmiyorsanız problem aldınız demektir. Aile sevmiyor ve sevgiyle yaklaşmıyorsa, devlet sevmiyor ve sevgiyle yaklaşmıyorsa inanması gereken şeylere inandırmıyorsa, bunların önüne engeller koyuyorsa problem çok büyük demektir. Modern psikoloji ergenlik dönemi bireyin kritik bir bakıma problemli bir dönemi olarak değerlendiriyor. Peygamberimiz(s.a.) “cinnetten bir şube” buyuruyor. Yani insanın hormonal, fiziksel ve zihinsel olarak bir sıçrama yaptığı devir. Genç birey, buna birden bire alışamıyor. Bununla ilgili bocalamalar oluyor. Aile yapılarında ciddi bir problem yaşanıyor. Boşanmalar, geçimsizlik artıyor. Ailede roller değişiyor. Anne daha etkin konuma geliyor. Anne ve babanın rolleri belirsiz ve hatta birbirine girmişse gençler kendilerine örnek alacağı, özdeşleşeceği kişiyi tespit etmekte zorlanıyor. Böyle ortamda yetişen gençlerde problemler daha da artıyor. Yani ailede problem büyüdükçe bunun gençlere yansıması o oranda büyük oluyor. Aile huzurlu, şefkat dolu bir ortamda olunca gençlerdeki problemler asgari düzeyde kalıyor... Her şeyimiz çocuklarımız için deriz ama asla çocuklarımıza vakit ayırmayız. Toplumumuzda aile içi etkileşim maalesef son derece az. Birçok aile için, insanların birbirleriyle en az konuştukları yer neresidir? Kişiler kimlerdir? diye sorsanız rahatlıkla eşler ve çocuklardır denebilir. Genellikle erkek eş hanımıyla hemen hemen hiç konuşmaz. Başkasına verdiği değer kadar karşısına alıp onunla ilgilenmez. Saygı göstermez. Çocuklar böyle gizli parçalanma dediğimiz anne babanın birbirine karşı soğuk olduğu ortamda yetişir. Dolayısıyla çocuk üniversiteye gireceği zaman, dikkat edin ailesinden uzak olacağı yerleri tercih eder. Komşularımız… Çocukluğumda dikkatimi çeken hususlardan biri de komşular arasındaki güzel münasebetlerdi. Komşu, komşuya akraba muamelesi yapardı. Çocuklar bazen komşularla akrabaları karıştırırdı. Böylesine bir yakınlık vardı. Şimdi öyle mi? Komşu komşuya şüpheyle bakıyor.. Varlıklı komşular, muhtaçlara bir muhabbet ve şefkat kucağı hâlindeydi. Mahalle sakinleri, elbirliği ile muhtaçların, gariplerin ihtiyaçlarını giderir ve yetim kızların çeyizlerini hazırlardı. Zengin ve ünlü çocuklar kendisi için planlar yapılarak doğuyor. İsviçre’de hangi lisede okuyacağı, Amerika’da hangi üniversiteye gideceği… Soyadının altında bir şekilde kendini farklı hissedemiyor bir süre. Annem gibi mi olmalıyım, babam gibi mi, yoksa kendim mi... Son yıllarda varlıklı ailelerin çocukları bu yüzden daha çok sanata eğiliyor. Zengin ve varlıklı çocuklar diyelim bir başarı elde etti. Gazeteler onu yazdı. “Nasılsa babası yazdırmıştır!” Çok güzel bir tablo yaptı. “Annesinin sayesinde yapmıştır!” Yani hiçbir başarısı kendisine atfedilmiyor. O yetersizlik içinde çocuk ciddi şekilde öfke duymaya başlıyor. Varlıklı çocuklar nasıl sorunlar yaşıyorlar? Şan, şöhret ve para narsisizmi ciddi şekilde kabartıyor. Kolay kolay depresyona girmiyorlar. Ama girdikten sonra narsistik depresyon ağır bir yaradır. Bu ağır yaradan dolayı intihar düşünceleri de olabiliyor. Varlıklı ailelerin çocuklarına yapılacak tavsiyelerden biri de şu olmalıdır: Asla annenizle, babanızla çatışmayın, ona istediğini verin. Çünkü zamanı geldiğinde o size direksiyonu verecektir. Zamanı gelmeden direksiyonu almaya çalışmak senin için bir travma olur. Kendilerini hayatın merkezi zanneden, ama aynı zamanda depresif ve öz-yıkıma çok eğilimli çocuklardır bunlar. Narsisizmi de koymak lazım listeye, çünkü onca şaşaa içinde kendileri olmanın yolunun bu olduğunu zannediyorlar genellikle. Üstelik pek çoğu akademik hayatta, sporda ve diğer ilgi alanlarında başarı göstermelerine rağmen hiçbir zaman hiçbir şeyden yeterince tatmin olmuyorlar. Parlak ve yetenekli çocuklar olsalar bile, kendileriyle başları belada. Zengin ailelerin çocuk büyütmeleri günümüzde hiç kolay değil. Bir kere ailelerin inanılmaz yüksek beklentileri var. Kızınızı dünyanın en iyi okuluna göndermekte hiçbir beis olmayabilir, ama aynı zamanda iyi bir insan olmasını, kendisini keşfetmesini, insanlarla doğru düzgün ilişkiler geliştirmesini de istersiniz. Sahip olduğunuz para onlara pek çok şeyin en kalitelisini sağlama imkânı verebilir size. Ama söz gelimi arkadaşlığı ve aşkı satın alamazsınız. Yani çocuğunuzun tahtını yapabilirsiniz ancak bahtını yapmanız sizin elinizde değildir. Çocuklar bazen hayatla baş edemeyebilirler. Bu büyümenin bir parçasıdır. Ebeveyn olarak bizim işimiz koşulsuz sevmektir. Ayrıca onların kendilerini ve hayatı anlamalarına yardımcı olmak da bizim işimiz. Bu da arada birisinin onlara dur diyebilmesinden geçiyor olabilir. Ne kadar paranız olursa olsun bir iş bulup çalışmasını önerin mesela. Harçlıklarını herkes kadar miktarda tutun. Sizin paranızın onları şımartmasına izin vermeyin. Herkesin dolaştığı sokaklarda dolaştırın. Gerektiğinde cezalandırın. Başkalarına kötü davranmalarına izin vermeyin. Yani siz de diğer anne babalar gibi davranın. Sahip olduğunuz güç çocuğunuzun etrafında bir kalkan olmasın. Sahip olduğunuz paranın çocuğunuzun büyümesini engellemesine izin vermeyin. Ergenlik dönemine dikkat! 12 Çocuklarda ergenlik dönemi dediğimiz kritik dönem aslında bireyin iradesine tam olarak sahip olamadığı bir süreç olarak nitelendirebiliriz. Genç 23–25 yaşına kadar sigaraya, alkole, uyuşturucuya başlamazsa ondan sonra risk son derece düşüktür. Bu tür alışkanlıklara genellikle ergenlik döneminde başlanıyor. Bu nedenle uyuşturucu tüccarları sürekli gençlik üzerine çalışıyor. Bir de medyanın gençlere aksettirdiği bambaşka bir dünya var. Bununla ilgili problemler gelişebiliyor. Öncelikle gençliğin alt yapısı çocukluktur. Kişinin temel özellikleri çocukluk zamanında oluşuyor. Bu süreç zarfında elde edilen en önemli hasletlerden birisi sevgi-nefret olayı duygusaldır. Çocuk, bir otorite elinde doğar. Yani anne-baba otoritesi altındadır. Çocuğa bir Allah fikri verilir. Çocuk Allah ile ilk kez annesi tarafından tanıştırılır. Annesi çocuğa Allah’ı nasıl tanıtır? “Allah gözünü kör etsin” der meselâ. Böylece Allah insanın gözünü kör eden bir güç ve kuvvet olarak çocuğun zihnine yerleşir. Veya başka bir şekilde korkutularak otorite sağlanmaya çalışılır. Hâlbuki çocuğa sevgi üzerine bir otorite benimsemesi verilmiş olsa idi, yani “Allah sevdi ki yarattı. Sevmeseydi yaratmazdı. Kim onu mecbur edebilirdi ki yaratmaya” tarzında, kişinin ruh sağlığının kendisiyle, toplumla ve Allah ile uyumlu olabilmesinde iyi bir temel oluşturulmuş olacaktır. Bu şansı ailede kaybediyoruz. Birçok anne Allah otoritesini korku boyutu ile verir ve orada kaybeder. Eğer genç “ne tanrısı kardeşim” diyorsa inançsızlığa gidiyor. Her şeye rağmen yani “cezalandıran” veya “korkutan” olarak da olsa Allah’ın varlığını kabul ediyor ve inkâr etmiyorsa bu sefer “cezalandırıcı Tanrı’dan” kendisini kurtaracak bir sığınak aramaya başlıyor. Onun için daha anne karnında sevgiye ihtiyacı olan çocuğa, doğduktan sonra ona en önemli hayat doğrultusu, rotası çizecek olan Allah’ı ve ona bağlı otorite benimsemesini sevgi üzerine vermek gerekir. Allah korkusu aslında “Allah’a karşı sorumluluk bilinci” olarak yorumlanabilir. Allah korkusunu, Allah’ın sevgisini, rahmetini kaybetme korkusu olarak yorumlayabiliriz. Cezalandırma korkusu olarak değil. Temele bunu koyduğunuz zaman bazı şeyler kendiliğinden yerine oturmaya başlıyor zaten. Sağlıklı bir toplum olmayınca sağlıklı bir gençlik de çıkmıyor. Yani toplumun genel eğilimlerine göre oluyor. Toplumda ne revaçtaysa eğilim de ona doğru oluyor. Sevgiden mahrumiyet! Peygamberimiz, asırlar ötesinden, çağlar üstü bir tespitiyle ”Sevgi verasetle kazanılır” buyurmuşlardır. Hepimizin müşahede ettiği gibi çocuklar, anne-baba ve çevresindeki insanlardan gördükleri ve öğrendikleriyle hareket eder. Bedence benzeyiş, huylar ve mal-mülk nasıl anne babadan çocuklara ve yakınlara geçiyorsa, sevgi ve şefkat de aynı şekilde geçmektedir. Tabii bunun tersi de doğrudur. Büyüklerinden bunlardan eser görmemiş çocuklar, onlardan neyi miras alacaklardır. Peki, sevgisizliği miras alanlar, büyüklerine, yaşlılarına onların düşkün zamanlarında şefkatle ve sabırla bakarlar mı? Bu sorunun cevabı elbette hayır olacaktır. Şefkat ve muhabbet dolu bir ortamda yetişen çocuk, hayatının sonraki dönemlerindeki zorluk ve hadiseler karşısında dayanaklı olur ve iyi bir şekilde mücadele edebilir. Aile ortamında anne ve babası tarafından sevgi ve şefkat gören ve bu anlamda yeterli doygunluğa ulaşan bir çocuk, gelecekteki tehlikelerin kucağına kolayca düşmez. Böylesi bir çocuk, gençlik veya olgunluk dönemlerinde yalnızlık ve kimsesizlik duygusuna kapılmaz. Psikolojik açıdan, sevgi ve ilgiden yeteri kadar faydalanmış olan çocukların, yetiştirme yurtlarında veya sokaklarda barınanlardan genelde daha uyumlu, daha problemsiz ve daha zeki olduklarını hem müşahede etmekteyiz ve hem de bilimsel araştırmalar bu gözlemlerimizi tasdik etmektedir. Sevgiden mahrum olarak yetişen çocuklar, katı yürekli ve zalim olmaya daha yatkındırlar. Kimse tarafından sevilmediğini gören kişi, kendisini yalnız, kimsesiz ve hiçbir işe yaramayan niteliksiz biri olarak sayar. Bu yüzden sürekli bitkin, yılgın ve perişan olur. Çocuk, zayıf bir varlık olduğu için büyüklerden daha fazla sevgiye muhtaçtır. İnsan maddi yönden büyüyebilmesi için nasıl yemeğe ihtiyaç duyuyorsa, manevi açıdan gelişmesi için de sevgiye ihtiyaç duyar. Çocuk, yaşadığı ortamdan ziyade başkaları tarafından sevilip sevilmediğini daha iyi bilir. Sevildiğini hissederse rahat ve huzur içinde gelişmesini sürdürür. Sevgi, çocuğa kazandırmak istediğimiz güzel ahlaki davranışların temeli olmalıdır. Sevgi duygusuyla çocuğu iyi bir şekilde terbiye etmek ve onu yararlı bir insan haline getirmek mümkündür. Problemli ailelere sahip olan, anne ve baba şefkatinden mahrum bir ortamda yetişenler, toplumun istediği ve hoşnut olduğu normal bir insan olmayacaklardır. Sevgi ve şefkatten yoksun olarak büyüyenlerin, görmedikleri, tatmadıkları bu güzel hasletleri diğer insanlara vermeleri beklenemez. Anne ve baba şefkatinden yoksun olarak büyüyen veya onların sevgisinden iyi bir şekilde tatmin olmamış çocuklar, aşağılık, yoksulluk ve mahrumiyet kompleksine kapılır ve her türlü sapmaya hazır hale gelir. Çevremizde her gün müşahede ettiğimiz kötü ve ahlaki olmayan davranışlar, zulümler, ümitsizlikler ve uyumsuzluklar sevgi ve şefkat yoksunluğundan kaynaklanmaktadır. Kanun ve nizam tanımayan çoğu hırsız ve 13 katiller, sevgi, ilgi ve merhametten mahrum kimselerdir. Evlerinden kaçan küçük çocuk ve gençlerin çoğu, kaçış sebeplerini, anne ve babaları tarafından sevilmemeleri veya ailevi problemlerinin tahammül edilemez derecede olduğunu belirtmişlerdir. Kişinin yaşadığı birçok ruhsal sorunun da erken çocukluk dönemi ile ilişkili olduğu görülmektedir. Birçoğumuz anne ve babalarından belirli bir süre ayrı kalan çocukların ruh halini, onların ıstırap, yalnızlık, korkaklık, ürkeklik ve içe kapanıklıklarını çevremizde müşahede etmişizdir. Çocuklarımız, bizlerde gördükleri öfke, kötü davranış ve asık suratı, sevilmediklerine delil sayarlar. Bazı anne ve babalar, evlatlarına küçükken gösterdikleri sevgiyi, onlar biraz büyüdükten sonra göstermemeğe başlarlar. Bu çok yanlış bir tutumdur. Zira insan, özellikle de çocuk ve gençler, ömür boyu sevgiye muhtaçtır. Çocuklar, ruhsal krizlerin baş gösterdiği gelişim dönemlerinde yani ergenlik ve gençlik çağlarında, anne ve babanın merhamet, sevgi ve tesellilerine diğer vakitlerden daha çok ihtiyaç hissederler. Bu sevgi yoksunluğu, onları psikolojik bozukluklara, evden uzaklaşmaya hatta intihara dahi sürükleyebilir. Bugün ne yapın biliyor musunuz? Bugün ne yapın biliyor musunuz? Gece çocuğunuz-çocuklarınız uyuduğunda yavaşça girin odalarına. Elinize yumuşak uçlu-mürekkepli bir de kalem alın. Ve. Eline “seni seviyorum” yazın. Gül kokulu öpücüklerle çıkın odadan. Görün bakın sabah neler olacak : )) Bırakın gün boyu taşısın sizi ve yüreğinizi. Demeyin başka yolu yok mu sevgiyi göstermenin? Olmaz mı? Çok. Bu onlardan sadece biri.En basiti belki.. Çocuğunuzun zekâsını arttırmak sizin elinizde. Çocuklarımızın zekâsının kalıtsal olduğu değişemeyeceğine inanıyorduk. Bilim bu inanışın yanlış olduğunu ispatlıyor. Anne ve babaların çocuklarının zekâ gelişiminde istenilen şekle çocuklarımızın zekâsının sokulabileceği ispatlanıyor. Çocuğunuzun zekâsının geliştirilmesi için kritik yaşlar olduğu bu yaşlarda çocuğunuzun zekâsını geliştirebileceğiniz ispatlanmıştır. Bir psikolog grubu, bir çocuğun 4 yaşına basmadan önce gördüğü, işittiği ve öğrendiği şeylerin onun erginlik çağında sahip olacağı zekâ düzeyini belirleyen en önemli faktör olduğunu göstermişlerdir.4 yaşından sonra çocuğun zekâsı aşağı yukarı sabit kalıyor. Doğumdan 4 yaşına basana kadar çocuk hayret verici gelişme kaydediyor. Gelişmiş zekâya sahip çocuklar yetiştirmenin mümkün olduğu ispatlanıyor. Washington çocuk Eğitim Araştırma Merkezinin özel eğitmenleri her gün 30 fakir ailenin evine giderek küçük çocukları ile bir saat süre ile oynamışlar ve onları konuşmaya teşvik etmişlerdir. Bu program çocuklar 15 aylıkken başlamış ve21 ay içinde aynı yaşta olan, fakat böyle özel eğitim görmeyen çocuklara oranla zekâ yüzeyleri 17 puanlık bir artış göstermiş. New York’taki bir anaokulunda üç dört yaşlarındaki çocuklardan bir gruba her gün onbeş dakika özel bir dilbilgisi dersi gösterilmiştir. Aynı sınıftan başka gruba özel itina gösterilmiş, fakat ders verilmemiş. Dört ay sonra yapılan zekâ testinde ders gören grupta 14 puanlık bir artış olduğu görülmüş. Diğer grupta iki puan artış görülmüş. Dil gelişiminin zekâ düzeyindeki etkisinin çok büyük olduğu ispatlanmıştır. Yeni araştırmalar bir çocuğun zekâsının gelişmesine yardım edebilecek üç çeşit etken olduğu ortaya koyulmuştur. Çocuğun daha bebeklik çağında iken; 1-Teşvik edilmesi, 2-Dil ile ilgili faaliyet gösterilmesi, 3-Okumaya hazırlamak. Harvard Üniversitesi’nden Prof.Dr.Burton White bebeklik çağında çocukların görsel alanlarının genişlemesi ve oyuncak gibi oyunların zekâyı yükselttiğini ispatlamıştır. Bir devlet hastanesine bağlı kreşte çocukların kendilerine normalin üstünde ilgi gösterilen bir hava içinde yaşadıklarını gördü. Beşiklerinin ört bir tarafı beyaz koruyucu bezlerle sarılmıştı. Bu onların dışarı dünya ile bütün ilişkilerini kesiyordu. Tavanlarda beyaz ve boştu. Çocuklara hiç bir oyuncak verilmemiş ve hemen hemen hiç konuşulmuyordu. Hemşirelerin işleri olduğu için onları acele besliyordu. Çocukların ellerinin farkına varmaları, ellerinin tutmak ve almak için kullanıldığını öğrenmek üç aylarını aldı. Profesör White yapacağı deney için 19 bebek seçti. Günde 3 defa mamalarını yedikten sonra onları 15 dakika karınlarının üstüne yatırarak hemşirelerin etraflarındaki faaliyetlerini görme imkânı verdi. Bebekler etrafında olup bitenle ilgilenmeye başladı. Günün geri kalanında üzerlerindeki hayvan resimleri bulunan renkli örtüleri, çiçekli 14 kılıfları iki tarafı parlak küre olan büyük çanı seyrettiler. Bu deneme profesörün tahmininden daha üstünde sonuç verdi. Çocuklar başlarının üstünde bulunan cisimlere uzanmaya başladılar. Kendileri ile ilgilenilmeyen bebekler yüzde elli daha az başarı gösterdiler. Piaget’in açıklamalarına göre, ana babalar da çocuklarıyla oynayarak onlara, cisimlerin varlıklarını anlatmalarını öğretebilirler. Piaget saklanmaç oyunun oynanmasında zekânın etkileneceğini elinde ses getiren alet ile saklanan ebeveyn çocuğun cisimleri algılama şansının olacağını ortaya koymuştur. Anne ve babanın çok ilgilendiği çocuklar üstün zekâlı oluyor. Dilin çok kullanıldığı ve öğretildiği çocuklar daha zeki oluyor. Araştırmalar her yüksek kabiliyetli insanın arkasında gizli bir kişinin bulunduğunu tespit etmiştir. Bu bir anne, baba veya başka kimse olabilir.