ĠRTAD
ĠRAN VE TURAN TARĠHĠ
ARAġTIRMALARI DERGĠSĠ
THE JOURNAL OF IRAN AND
TURAN HISTORICAL RESEARCH
Yıl 3 /Sayı 5
Aralık 2020
İRTAD Sayı: 5
Aralık/December 2020
Her hakkı mahfuzdur. Ancak Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Yazıların içeriğinden
Yazarlar sorumludur.
ĠRAN VE TURAN TARĠHĠ ARAġTIRMALARI
DERGĠSĠ
( Yıl 3/ Sayı 5/ Aralık/2020)
Uluslararası hakemli bir dergidir. Aralık ve Haziran sayıları olmak üzere yılda
iki kez yayımlanır. Derginin elektronik versiyonuna dergipark.gov.tr/Ġrtad adresinden
eriĢilebilir.
THE JOURNAL OF IRAN AND TURAN
HISTORICAL RESEARCH
(Vol 3/ No.5 Aralık 2020)
Is a peer-reviewed bi-annual international academic journal, published as December and June issues. The electronic version of the journal can be read at dergipark.gov.tr/Ġrtad.
Sahibi ve Sorumlusu / Owner
Mehmet DAĞLAR
Editörler/ Editors
Mehmet DAĞLAR-Cihan ORUÇ
Editör Yardımcıları / Vice Editors
Emre KESER- Hami DEMĠR
Redaktör: Alperen Köse
Kapak Tasarımı: Vedat Osman Korkut
ISSN 2667-4971
DERGĠNĠN TARANDIĞI ĠNDEKSLER /IRTAD IS
INDEXED IN
YAYIN KURULU
Prof. Dr. Osmangazi Özgüdenli
Marmara üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü
Doç. Dr. M. Bilal Çelik
Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Doç. Dr. ġefaattin Deniz
Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Doç. Dr. Ömer SubaĢı,
Artvin Çoruh Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Doç. Dr. Serkan Acar
Ege üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Doç. Dr. Gülay Karadağ Çınar
Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Dağlar
Iğdır Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi ġenay Yanar
GümüĢhane Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Dr. Tuba Tombuloğlu
Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dr. Hasan Asadi
Mohaghegh Erdebili Üniversitesi Tarih Bölümü
Dr. Cihan Oruç
Artvin Çoruh Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
DANIġMA KURULU
Prof. Dr. Ahmet TaĢağıl
Yeditepe Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Prof. Dr. Tufan Gündüz
Milli Savunma Üniversitesi Kara Harp Okulu
Prof. Dr. Mehmet Alpargu
Emekli Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Resul Caferiyan
Tahran Üniversitesi Tarih Bölümü
Prof. Dr. Ali Ġpek
Iğdır Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Prof. Dr. Nuri Yavuz
Artvin Çoruh Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Hasan Hüseyin GüneĢ
Bartın Üniversitesi
Dr. Abbas Ahmedvend
BeheĢti Üniversitesi Ġslam Tarihi Bölümü
Dr. Muhammed Kazım Rahmeti
Ġran Ġslam Ansiklopedisi Kurumu AraĢtırmacı
Dr. Öğr. Üyesi Ali Ahmetbeyoğlu
Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü
Dr. Öğrt. Üyesi Selim Serkan Ükten
Aksaray üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü
SAYI HAKEMLERĠ
Doç. Dr. Seda YILMAZ VURGUN
Bilecik ġeyh Edebali Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Doç. Dr. Gülay KARADAĞ ÇINAR
Afyonkarahisar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Doç. Dr. Bayram Arif KÖSE
Artvin Çoruh Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Doç. Dr. SITKI ULUERLER
Bingöl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Doç. Dr. Ömer SUBAġI
Artvin Çoruh Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Ali TORAMAN
Amasya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Selim Serkan ÜKTEN
Aksaray üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü
Dr. SERKAN ÖZER
Erzurum Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Dr. Cihan Oruç
Artvin Çoruh Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Dr. Abdullah Sami Tekin
Milli Savunma Bakanlığı
ĠÇĠNDEKĠLER / CONTENTS
ORHAN YAZICI
OSMANLI-RUS SAVAŞINDA
(1877-1878) SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN İTTİFAK ARAYIŞLARI VE AFGANİSTAN’DAKİ AKİSLERİ
s. 1-13
ALĠ AHMETBEYOĞLU
10. ASRA KADAR AFGANĠSTAN’DA TÜRK VARLIĞI
s. 14-23
DERYA COġKUN
ġARKIN KUTSAL ġEHRĠ KUDÜS’ÜN SELÂHADDÎN
EYYÛBÎ TARAFINDAN ĠSLAM
TOPRAKLARINA KATILMASI
s.24-36
FĠLĠZ TEKER
ĠRAN, ANĠRAN VE ĠRANġEHR
KAVRAMLARI ÜZERĠNE
s.37-55
KAAN AKAR
NĠKOLAY VLADĠMĠROVĠÇ
HANĠKOV’A GÖRE BUHARA
HANLIĞI’NDAKĠ MEMURLAR
VE SOSYAL SINIFLAR
s.56-80
İRTAD
Sayı: 5, Aralık / December 2020, s. 1-13
OSMANLI-RUS SAVAŞINDA (1877-1878) SULTAN II.
ABDÜLHAMİD‟İN İTTİFAK ARAYIŞLARI VE AFGANİSTAN‟DAKİ
AKİSLERİ*
ORHAN YAZICI**
Öz: Osmanlı-Rus Savaşı sırasında (1877-1878) Osmanlı Sultanı II.
Abdülhamid, Müslümanların halifesi olarak cihat ilan etmişti. Bundan
maksadı, Ruslara karşı İslâm âlemini harekete geçirerek büyük bir ittifak
oluşturmaktı. Bu ittifak arayışında önemli girişimlerinden birisi de Afganistan
Emiri Şir Ali Han‟a göndermiş olduğu Şirvanîzade Ahmed Hulûsi Efendi
başkanlığındaki elçilik heyetinin faaliyetleridir. İslâm halifesinin Rusya‟ya karşı
cihat ilan etmesi ve bir elçilik heyetinin Kâbil‟i ziyareti, o günlerde İngiltere ve
Rusya arasında tam anlamıyla kıskaca alınmış vaziyetteki Afganistan‟da akis
uyandırmıştır. Şirvanîzade‟nin Afganistan‟daki faaliyetlerinin tesirleri ve Emir
Şir Ali Han‟ın tereddütleri tebliğimizin muhtevasını oluşturacaktır.
Anahtar Kelimeler: II. Abdülhamid, Afganistan, Şir Ali Han, Şirvanîzade
Ahmed Hulûsi Efendi.
IN THE OTTOMAN-RUSSIAN WAR (1877-1878)
SULTAN ABDULHAMID II QUEST FOR THE ALLIANCE AND ITS
REFLEXIONS IN AFGHANISTAN
Abstract: Ottoman Sultan Abdulhamid II declared jihad as the caliph of the
Muslims during the Ottoman-Russian War (1877-1878). The purpose of him
was to build a great alliance by mobilizing the Islamic world against the
Russians. In search for this alliance, one of the significant initiatives of him was
the activities of the embassy mission, who had been sent to Amir of
Afghanistan Sher Ali Khan, headed by Şirvanîzade Ahmed Hulûsi Efendi.
The declaration of the jihad against the Russians by the Islamic caliph and the
visit of an embassy mission to Kabul reverberated in Afghanistan which had
Bu makale, 22-24 Ekim 2018 tarihinde İstanbul‟da gerçekleştirilen “Vefatının 100. Yılında
Sultan II. Abdülhamid ve Dönemi Uluslararası Kongresi”nde sunulan tebliğimizin
genişletilmiş halidir.
Prof. Dr., İnönü Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Kampüs/Malatya. email:
[email protected]
*
**
1
ORHAN YAZICI
2
been enclosed completely between the United Kingdom and Russia in those
days. The effects of the activities of Şirvanîzade in Afghanistan and the
hesitations of Amir Sher Ali Khan will form the content of our notification.
Key words: Sultan Abdulhamid II, Afghanistan, Sher Ali Khan, OttomanRussian War, Şirvanîzade Ahmed Hulûsi Efendi.
Giriş
31 Ağustos 1876‟da Osmanlı tahtına çıkan II. Abdülhamid, henüz
saltanatının ilk yılında Balkanlarda yaşanan olaylar sebebiyle Avrupalı
devletlerin ciddi baskısıyla karşılaşmıştı. Çok kısa bir süre sonra da tarihe 93
Harbi olarak geçen Osmanlı-Rus savaşı patlak verdi.1 Sultan II. Abdülhamid
başlangıçta Ruslar ile savaşa karşıydı. Ancak Osmanlı devlet adamlarında ve
aydınlarında muhtemel bir Osmanlı-Rus savaşında bütün Müslümanların
Rusya‟ya karşı harekete geçeceğine dair genel bir kanaat oluşmuştu. Başta
Mithat Paşa olmak üzere önemli devlet adamları savaş taraftarları arasındaydı.2
Ayrıca dönemin gazetelerinde Osmanlı ordusunun bir milyona yakın bir
kuvvete sahip olduğu, Kaşgar Hanı‟nın, Mısır Hidivi‟nin, Tunus Beyi‟nin de
asker göndereceği, hatta Hindistan ve Çin‟den bile gönüllülerin geleceği,
Macarların ve Lehlerin Rusya‟ya karşı yürüyeceği, Fransa ve İngiltere‟nin de
Kırım Savaşı‟nda olduğu gibi Osmanlı‟ya yardım edeceğine dair haberler
çıkmaktaydı.3 Bu haberler kamuoyunu Osmanlı ordusunun Rusya karşısında
muzaffer olacağına ikna etmişti. Öte yandan Rusya ile yapılacak bir savaşa
karşı çıkan devlet adamları da mevcuttu. Özellikle Balkan harplerinde yer alan
ve Rus ordusu hakkında bilgi sahibi olan komutanlar Rusya ile yapılacak bir
Prens Gorçakov, 19 Nisan 1877 tarihinde Rusya‟nın Osmanlı Devleti‟ne karşı harp ilan
ettiğini bir beyanname ile Avrupalı devletlere bildirmişti. Bu beyannamede savaşın sebebi
olarak 1- Osmanlı Devleti‟nin Hıristiyanların durumunu düzeltmek için Avrupalı devletlerin
nasihatlerine uymaması, 2- Balkanlarda süregelen kargaşanın Rusya‟nın menfaatlerini
sarsması gösterilmişti. Bkz. E.Z. Karal, Osmanlı Tarihi VIII, Ankara 1988, s.40 vd.
Mithat Paşa‟dan başka siyasette önemli rolü bulunan Namık, Saffet ve Ethem Paşalar da
savaştan yana tavır almışlardı. Bkz. E.Z. Karal, a.g.e.VIII, s.42.
D.E. Lee, “A Turkish Mission to Afghanistan 1877”, The Journal of Modern History
XIII/3, (1941), s.336.
1
2
3
3
OSMANLI-RUS SAVAŞINDA (1877-1878) SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN İTTİFAK ARAYIŞLARI VE
AFGANİSTAN’DAKİ AKİSLERİ
savaşın intihar anlamına geleceğini söylemişlerdi.4 Onların bütün bu
itirazlarına rağmen Sultan II. Abdülhamid, harp taraftarlarına iltihak etmişti.5
Savaşın başlamasını müteakip, uzunca bir süreden beri yürütülen denge
siyaseti gereğince bir yandan İngiltere ile temasa geçen Sultan II. Abdülhamid,
öte yandan İslâm coğrafyasına yöneldi. Bu hususta başta Kafkasya olmak
üzere Hindistan, Afganistan ve Türkistan Müslümanlarını Rusya‟ya karşı
harekete geçirmek için bir takım teşebbüslerde bulundu. Bu teşebbüslerinden
birisi de Afganistan‟a gönderilen elçilik heyetinin faaliyetleridir.
Osmanlı Devleti tarafından bir elçilik heyetinin Afganistan‟a gönderilme
düşüncesinin altında yatan en önemli sebeplerden birisi Bombay sefiri
Hüseyin Efendi‟nin 30 Ocak 1877‟de Sultan II. Abdülhamid‟e sunmuş
olduğu rapordu. “Afganistan ve civar İslâm hükümetlerinin hazırlıkları”
başlıklı bu raporda Osmanlı Devleti‟ne olan teveccühün had safhada olduğu
bildiriliyordu. Bölgede Osmanlı Devleti‟ne gösterilen teveccühten oldukça
memnun kalan II. Abdülhamid, 7 Şubat 1877‟de bu raporun İstanbul
gazetelerinde yayınlanmasını emretmişti.6 Osmanlı-Rus savaşının başlamasının
hemen akabinde Sultan II. Abdülhamid Ruslara karşı yeni müttefikler bulmak
ümidiyle bir elçilik heyetini, Afganistan Emiri Şir Ali Han nezdine gönderdi.7
Bu elçilik heyetinin başkanlığına Sadrazam Mehmed Rüştü Paşa‟nın
kardeşi Şirvanîzade Esseyid Ahmed Hulûsi Efendi tayin edilmişti. Heyette Sırkâtibi Ahmed Bahaî Efendi, Şirvanlı Ahmed Hamdi Efendi ve İstanbul‟da
ikamet eden Lâl Şah adındaki bir Afgan tercüman yer almıştı. 12 Haziran
1877 tarihinde İstanbul‟dan ayrılan Osmanlı elçilik heyeti, Mısır üzerinden
Süveyş kanalı yoluyla Hindistan‟a hareket etmiş,8 11 Ağustos 1877‟de Bombay
limanında kendilerini bekleyen Müslümanlar tarafından büyük tezahüratlarla
karşılanmıştı.9 Buradan Peşaver üzerinden Afganistan‟a gitmek üzere yola
Serdar Abdülkerim Paşa, Ahmed Muhtar Paşa ve Ali Rıza Paşa gibi cephelerde Sırplara,
Karadağlılara ve Ruslara karşı savaşmış olan komutanlar böyle bir savaşın felaketle
sonuçlanacağını saraya bildirmişlerdi. Bkz. E. Z. Karal, a.g.e.VIII, s.42.
E.Z. Karal, a.g.e., s.41 vd.
C. Eraslan, II. Abdülhamid ve İslâm Birliği, İstanbul 1992, s. 117.
Şirvanîzade Ahmed Hulusi Efendi‟nin Afganistan elçiliğine dair bkz. BOA,
İ.H.R..276/16873 (13 Rebiü‟l-ahir 1295).
S. T. Wasti, “The 1877 Ottoman Mission to Afghanistan”, Middle Eastern Studies,
XXX/4, (October 1994), s. 957.
Şirvanlı Ahmed Hamdi Efendi, Seyahatname; Hindistan, Svat ve Afganistan, (Yay. Haz.
F.R. Hürmen), İstanbul 1995, s.14 vd; Şirvanizade Ahmed Hulusi Efendi‟nin Bombay‟a
ulaştığı ve burada ahalinin Halife‟ye ve elçilik heyetine göstermiş oldukları tazim ve dualarla
4
5
6
7
8
9
3
ORHAN YAZICI
4
çıkan elçilik heyeti, Ağustos ayının sonlarında Celalabad‟a ulaştı.10 Burada bir
müddet bekletilen heyet, gerekli tahkikatlardan sonra Kâbil‟e hareket etti. 8
Eylül 1877 tarihinde Kâbil‟e ulaşan Osmanlı elçilik heyeti, on beş gün
bekletildikten sonra Emir Şir Ali Han tarafından huzura kabul edildi.11
Osmanlı elçilik heyetinde yer alan Sır-kâtibi Ahmed Bahaî Efendi
tarafından tutulan rapora göre Emir Şir Ali Han, Osmanlı elçilik heyetini
büyük bir hoşnutluk ve iltifatla karşılamıştı.12 Şirvanîzade Ahmed Hulûsi
Efendi, kabul töreninde İslâm‟ın halifesi Sultan II. Abdülhamid Han‟ın başta
name-i hümayunu13 olmak üzere gönderdiği nişan ve hediyeleri takdim
ettikten sonra elçilik heyetinin geliş amacını şu şekilde ifade etmişti:
“Padişahımız
efendimiz halife olmak sıfatıyla bütün
Müslümanların sığınağı ve başı olarak İslâm devletleri arasında bir
yardımlaşma ve birlik kurmak amacındadır. İslâm dininin düşmanı
olan Rusya, şimdiye kadar Müslümanlara zulüm etmiş, şimdi de
Afganistan sınırlarına ulaşmıştır. Dolayısıyla hedefi Afganistan‟dır.
Afganistan‟ın menfaati gereğince Osmanlı Devleti‟nin dost ve
müttefiki olan İngiltere devleti ile eskiden olduğu gibi dostça
münasebetlerde bulunması arzu edilmektedir. Rusya‟nın Osmanlı
Devleti ile halen harpte bulunduğu şu sırada bu taraflarda kuvveti
az olduğundan bunu fırsat bilerek Afganistan kuvvetlerinin hemen
Buhara ve Hive‟nin kurtarılması için harekete geçmesi halinde
buna Buhara halkı ve Türkmen kabileleri de yardımda
bulunacaktır.”
14
ilgili gönderilen rapor ile ilgili bkz. BOA, İ.D.H..1295/101791; Ayrıca İngilizlerin
Bombay‟da Osmanlı elçilik heyetine gösterilen büyük ilgiden rahatsız oldukları konusunda
İstanbul‟a gönderilen telgraf için bkz. BOA, Y. A..HUS. 159/14.
Faiz Ahmed, “Istanbul and Kabul in Courtly Contact: The Question of Exchange between
the Ottoman Empire and Afghanistan in the Late Nineteenth Century”, Osmanlı
Araştırmaları/The Journal of Ottoman Studies, XLV (2015), s.274.
Ahmed Bahaî Efendi‟nin raporuna göre bu süre zarfında elçilik heyeti, halk ile
görüştürülmeyip, haklarında tafsilatlı bir şekilde tahkikat yapılmıştı. Bkz. M.C. Baysun,
“Şirvanîzade Ahmed Hulûsi Efendi‟nin Efganistan Elçiliğine Aid Vesikalar”, Tarih Dergisi,
(1953), IV/7, s.153; Faiz Ahmed, a.g.m., s.276.
M.C. Baysun, a.g.m., s.153 vd.
Sultan II. Abdülhamid Han‟ın Name-i Hümayun‟u ile ilgili bkz. BOA, H.S.D..C.B. nu:
4/38. Ayrıca bkz. M. C. Baysun, a.g.m., s.157 vd.
M.C. Baysun, a.g.m., s.153 vd.
10
11
12
13
14
5
OSMANLI-RUS SAVAŞINDA (1877-1878) SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN İTTİFAK ARAYIŞLARI VE
AFGANİSTAN’DAKİ AKİSLERİ
Aynı rapora göre; İslâm halifesinin kendisine “ittifak ve ittihad-ı İslâm”
adına sefir göndermesinden oldukça memnuniyet duyduğunu söyleyen Emir
Şir Ali Han, Afganistan ahalisinin hemen tamamının Sünnî mezhebinden
olduğunu, bu yüzden Devlet-i Alîyye‟nin duacısı ve kendi hükümetinin dahi
Devlet-i Alîyye‟nin bir parça müstemlekesi sayılacağını söylemişti. Ancak
İngilizlerle dostluk bahsinde Osmanlı Devleti ile aynı fikirde olmadığını,
İngiltere devletinin büyük bir hilekâr olduğunu,15 daima suret-i haktan görünüp
kendilerini mahvetmek derecesine kadar gittiğini, hatta bu defa Kandahar
hududuna on saat mesafedeki Afganistan toprağı olan Kuvat (Kuetta)‟ı işgal
ettiğini belirtmişti. Rusya‟nın dahi maksadının Hindistan‟a inmek olduğunu ve
bu hususta Hokand ve Buhara Emirliklerini işgal ettiğini, kendisinin Buhara
Emirliği‟nin başına gelenleri önceden görüp bu hususta Buhara Emiri‟ne
dostane ihtarda bulunduğunu ve ittifak için çok gayret sarf ettiğini eklemişti.
Dolayısıyla Afganistan‟ın Rusya ve İngiltere gibi iki hilekâr arasında kaldığını,
Buhara ahalisinin de tamamen mürde-dil olduğunu, öyle dışarıdan alacakları
destekle uyanamayacaklarını vurgulamıştı.16
Ahmed Hulusî Efendi, Şir Ali Han‟ın bu menfi cevabı üzerine
Afganistan ile İngiltere arasında eski münasebetlerin devamı için şayet bir
Afgan elçisini İstanbul‟a gönderirlerse orada Bâb-ı „alî hükümeti olarak
üzerlerine düşecek vazifeyi yapacaklarını söylemişti. Şir Ali Han ise cevaben
bir sefir gönderilmesi halinde İngilizlerin bunu fırsat bilip işi sürüncemede
bırakacağını, o yüzden böyle bir işe girişmeyeceğini bildirmişti. Ancak
Osmanlı Devleti‟nin sefir göndermesi lütfuna karşılık olarak bir sefir
gönderebileceğini beyan etmiş, ayrıca şayet Osmanlı Devleti müttefiki
bulunan İngiltere‟yi Afgan mülkü olan Kuetta‟dan çekilmeye ikna ederse o
zaman İngilizlerle aralarında bir mesele kalmayacağını da ilave etmişti.17
Görüldüğü üzere elçilik heyetinin Emir Şir Ali Han‟dan doğrudan iki
talebi olmuştu. Bunlardan ilki “himaye-i cem‟iyyet-i islâmiyye” adına din-i
mübinin ve İslâm‟ın en büyük düşmanı bulunan Rusların Türkistan
taraflarında ehl-i imana karşı giriştikleri gaddarca muameleyi engellemek
19 Şevval 1294/27 Ekim 1877 tarihinde Elçilik heyeti tarafından Bâb-ı „alî‟ye çekilmiş olan
telgrafta; Emir Şir Ali Han‟ın kendilerine ayrı ayrı hoş geldiniz dediği, Hadimü‟l-harameyn
olan Padişah hazretleri tarafından iletilen iltifata memnun olduğu bildirildikten sonra,
Avrupa devletlerinin hilekârlıklarından bahsedildiği sırada “tilki İngiltereli ne yoldadır”
diyerek İngiltere‟ye tavırlı olduğu bildirilmiştir. Bkz. M.C. Baysun, a.g.m., 156 vd.
M.C. Baysun, a.g.m., s.154 vd.
M.C. Baysun, a.g.m., s.155 vd; L. Dames, “Efganistan”, İ.A.IV, s.165.
15
16
17
5
ORHAN YAZICI
6
üzere Afgan hükümetiyle bir ittifak zemini bulmaktı. İkincisi ise Rusya
tehdidini öne sürerek bir süreden beri soğuyan İngiliz-Afgan ilişkilerini
yeniden canlandırmak için arabuluculuk yapmaktı.18
Şir Ali Han‟ın “ittihad-ı İslâm” gayesi ve iddiasıyla gelen Osmanlı elçilik
heyetine verdiği cevaplarda öncelikle kendisinin İslâm‟ın halifesi olan Osmanlı
Sultanı‟nın hizmetkârı olduğunu, ülkesinin de Osmanlı Devleti‟ne tâbi
olduğunu açıkça ifade etmiştir. Ancak Rusya‟ya karşı herhangi bir savaşın
içerisine giremeyeceklerini, Afganistan‟ın jeopolitik konumu sebebiyle içinde
bulunduğu nazik durumdan dolayı reddetmiştir. Öte yandan Osmanlı
Devleti‟nin kendisine İngiltere ile dostluk kurmasını tavsiye etmesini de
İngilizlerin bölgedeki siyasetini en iyi bilenlerden biri olduğunu vurgulayarak
geri çevirmiştir.19
Ahmed Bahaî Efendi‟nin raporundan da anlaşılacağı üzere Şirvanîzade
Ahmed Hulûsi Efendi riyasetindeki Osmanlı elçilik heyetinin Afgan Emiri Şir
Ali Han nezdindeki teşebbüsü istenilen sonucu ortaya çıkarmamış, aksine
başarısız sayılabilecek bir girişim olarak tarihteki yerini almıştır.20 Sultan II.
Abdülhamid devri Pan-İslamizm siyasetinin ilk teşebbüslerinden sayılan bu
elçilik heyetinin faaliyetinin başarısız olmasında iki önemli sebep öne
çıkmaktadır.
Birincisi Bâb-ı „alî hükümetinin XIX. yüzyılın başlarından itibaren
Türkistan, Afganistan ve Hindistan‟da neler yaşandığı, hangi dengelerin
olduğuna dair çok da bilgi sahibi olmadığı açıkça görülmektedir. Afgan
Emiri‟ni Rusya‟ya karşı savaşmaya, İngiltere ile de dost ve müttefik olmaya
davet eden Osmanlı hükümetinin bölgede yaşanan hadiselerden oldukça uzak
olduğu, herhangi bir istihbarat faaliyetinin olmadığı, bölge hükümetleriyle
doğrudan ya da dolaylı olarak temas etmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca Bâb-ı
„alî hükümeti, kendilerinin uzunca bir zamandır Avrupalı devletler nezdinde
uygulamakta olduğu muvazene/denge politikasına karşılık, Afganistan gibi
temas ettiği ülkelerin de bir denge politikasının olabileceğini düşünmemiştir.
Oysa Afganistan, XIX. yüzyılın başında beri İngiltere ve Rusya arasında
tampon devlet statüsüne alınmış, Afganistan‟da iktidarda olan Emirler, bu
M. Saray, Afganistan ve Türkler, İstanbul 1997, s.107.
A. Özcan, “II. Abdülhamid Döneminde Afganistan İle İlişkiler ve İngiltere”, Afganistan
Üzerine Araştırmalar, (Yay.Haz. A. Ahmetbeyoğlu), İstanbul 2002, s.92 vd.
A. Özcan, Pan-İslamizm; Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere, İstanbul
1992, s.115 vd.
18
19
20
7
OSMANLI-RUS SAVAŞINDA (1877-1878) SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN İTTİFAK ARAYIŞLARI VE
AFGANİSTAN’DAKİ AKİSLERİ
bilinçle devrin her iki emperyalist devletinin de gazabını çekmemeye, bir
taraftan sıkıştırıldığında diğeriyle diplomatik münasebetleri canlı tutmaya özen
göstermek durumunda kalmışlardır.
İkincisi ise bir elçilik heyetinin Afganistan‟a gönderilmesi konusunda
Bâb-ı „alî hükümetini bu yola sevk eden iradenin arkasında İngilizlerin
olduğuna dair güçlü emarelerin olmasıdır. Bir süreden beri kötü giden İngilizAfgan ilişkilerini düzeltmek için Osmanlı Devleti‟nin nüfuzundan istifade
etmek isteyen İngiltere‟nin İstanbul‟daki elçisi Layard, bu fikrin kendisine ait
olduğunu bildirmiştir.21 Öte yandan Sultan II. Abdülhamid‟in, bir elçilik
heyetinin Kâbil‟e gönderilmesi hususunda İngilizlerin bir itirazının olup
olmadığını resmen Layard‟dan sorduğu da bilinmektedir.22 Buradan da
Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid‟in ve Osmanlı hükümetinin XIX. yüzyılın
başından beri devam eden İngiliz-Afgan ilişkilerinden çok da haberdar
olmadığı anlaşılmaktadır.23 Oysa elçilik heyetinin gönderilmesi fikri canlandığı
andan itibaren İngilizlerin İstanbul‟daki elçisi Layard ile Hindistan genel valisi
Lytton arasında yapılan yazışmalardan anlaşılacağı üzere İngilizler, Afganistan
ile bozulan ilişkilerini tamir etmek için halifelik gibi dinî bir müesseseyi
kullanmaktan çekinmemişlerdi.24
Ancak görülen odur ki Şir Ali Han hükümeti, gelen elçilik heyetinin
İngilizlerle ilişki içerisinde olduğunun farkındadır. Çünkü Hindistan‟da İngiliz
hükümetinden habersiz veya onların desteğini almadan bir elçilik heyeti değil,
bir şahsın bile kolayca Afganistan sınırına ulaşması pek mümkün değildir.
Oysa Osmanlı elçilik heyeti Bombay‟a ayak bastığı andan itibaren İngilizlerin
Layard, Lytton‟a yazmış olduğu mektubunda; “Türk hükümeti Rusya‟ya karşı ve İslâm‟ı
savunmak için bir çeşit Müslüman işbirliği ya da devletler birliği kurmaya çalışıyor. Orta
Asya‟ya bu amaçla temsilciler göndermek için heveslidir. Sultan (II. Abdülhamid) bu konu
ile bizzat kendisi ilgilenmekte ve bu konu ile alakalı benimle konuştu. Telgraf ile ne
konudan bahsedildiğini öğrendiniz. Sultan Rusya‟nın sonunda Afganistan‟a yerleşeceğini ve
Orta Asya‟daki durumun daha da ümitsiz olacağından İngiltere ile Afganistan arasında
samimi bir dostluk kurulmasına yardımcı olma konusunda oldukça istekli olduğunu dile
getirmektedir. Sultan bunu öyle derinden hissetmektedir ki Şeyhü‟l-islâm‟dan İngiltere
karşıtı ve Rusya lehine yardım edenleri dinden çıkmış olarak ilan etmesi için fetva vermesini
istemektedir. Sultan‟a halife olarak halen etkili olduğu Müslüman devletler ve Orta
Asya‟daki Müslüman nüfuslar konusunda her istediğimizi yaptırabileceğimizi
düşünmekteyim.” diyerek Abdülhamid üzerinde etkili olduğunu vurgulamaktadır. Bkz. D.
E. Lee, a.g.m., s.341.
A. Özcan, a.g.e., s.116.
M. Saray, a.g.e., s.106.
Bu yazışmalar için bkz. A. Özcan, a.g.e., s.116 vd.
21
22
23
24
7
ORHAN YAZICI
8
görevlendirdiği subay ve tercümanların yardımlarıyla Afganistan sınırına kadar
kolaylıkla ulaşmıştı.25 O sebeple Celalabad‟a ulaşan elçilik heyetiyle ilgili Afgan
yöneticilerde pek çok soru oluşmuştu. Elçilik heyeti Hindistan sınırını terk
ettiği andan itibaren pek çok noktada sorgulanmış, bu hususta istihbarat
toplanmış, heyetteki bazı şahısların Afganistan sınırından geçmesine izin
verilmemiş ve en nihayetinde Kâbil‟e ulaşan heyet, Kâbil ahalisinden izole
edilmiş bir şekilde on beş gün bekletildikten sonra Emir tarafından huzura
kabul edilmişti.26
Elçilik heyetinin Kâbil‟de kimse ile görüştürülmeden on beş gün
bekletilmesi ve bu sırada hükümet ile halkın bir İngiliz desisesidir diyerek
kuşkularını dile getirmesi, Afganların İngilizlere ve onlarla ittifak edenlere
bakış açısını ortaya koymaktadır.27 1838-1842 yılları arasında yaşanan İngiliz
işgali sebebiyle –ki bu dönemde yüz binden fazla evladını yitirmiş ve ülkesi
harbeye dönmüş bir toplumun hatıralarının halen diri olduğu Afganistan‟da
bu tepkilerin olması gayet tabiidir.28 Ayrıca 1855 ve 1857 yıllarında Afganistan
ile İngiliz hükümeti arasında imzalanan dostluk antlaşmaları ile de önemli
miktardaki toprağını İngilizlere terk etmiş ve deniz ile ilişkisi kesilerek dağlık
ve çöllük bir alana hapsedilmiş Afganistan hükümetinin İngilizlerden gelen
dostluk eline pek fazla itimat etmemesi rahatlıkla anlaşılabilecek bir konudur.
Üstelik çok yakın bir tarihte 1876 yılında İngilizlerin Kandahar‟a giden yol
üzerinde önemli bir Afgan şehri olan Kuetta‟yı işgal etmiş olması, Şir Ali
Han‟ın ve Afgan ahalisinin onlara olan güvenini tamamen ortadan
kaldırmıştır.29
Osmanlı heyetinin eli boş bir şekilde Kâbil‟den ayrılmasından hemen
sonra yaşanan olaylar, Şir Ali Han‟ın temkinli davranmasının sebeplerini
ortaya koymaktadır. Çünkü bu olaydan sonra Rusya derhal harekete geçerek
General Stolietoff başkanlığındaki bir elçilik heyetini Kâbil‟e göndermiş ve Şir
Ali Han ile işbirliği yapmayı teklif etmiştir. Bu haber Hindistan‟daki İngiliz
yönetiminde infial uyandırmış, Lord Lytton, Afganistan‟ın Rusya‟nın nüfuzu
altına gireceği endişesiyle derhal bir elçilik heyetini Kâbil‟e göndermek
Şirvanlı Ahmed Hamdi Efendi, a.g.e., s.137
M.C. Baysun, a.g.m., s.152 vd.
Y.H. Bayur, Hindistan Tarihi III, Ankara 1987, s.441.
Bu savaşın sonuçları ile ilgili bkz. O. Yazıcı, “Birinci İngiliz-Afgan Savaşı ve Sonuçları”,
Afganistan Üzerine Araştırmalar, (Yay. Haz. A. Ahmetbeyoğlu), İstanbul 2002, s.80-82.
Şir Ali Han ile İngiliz hükümeti arasındaki problemler ile ilgili geniş bilgi için bkz. O.
Yazıcı, Modern Afganistan‟ın Kuruluşu 1834-1922, Malatya 2011, s.79 vd.
25
26
27
28
29
9
OSMANLI-RUS SAVAŞINDA (1877-1878) SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN İTTİFAK ARAYIŞLARI VE
AFGANİSTAN’DAKİ AKİSLERİ
istediğini Şir Ali Han‟a bildirmiş, ancak müspet bir cevap alamamıştır. Bu olay
üzerine İngiliz hükümeti yürürlüğe koydukları “İleri Politika (/Forward
Policy)” gereği harekete geçerek Afganistan‟ı bir kez daha işgal etmiştir.30
Osmanlı elçilik heyetinin İstanbul‟a dönüşünden çok kısa bir süre sonra
gerçekleşen ikinci İngiliz işgali, Şir Ali Han ve Afgan halkının İngilizlere olan
itimatsızlığını haklı çıkarmıştır.
Kâbil‟i ziyaret eden Osmanlı elçilik heyeti ile ilgili bütün bilinenler
Osmanlı arşivinde yer alan belgeler ile Ahmed Bahaî Efendi‟nin raporunda
yer alan bilgilerdir. Afgan kaynaklarında ise Osmanlı elçilik heyetinin Kâbil
ziyareti ve burada uyandırdığı tesir hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır.
Afganistan Millî Arşivi Amanullah Han zamanında kurulduğu için Afgan
Devleti‟nin eski kayıtları muntazam bir şekilde tutulmamış, olanlar ise tasnif
edilememiştir. Dolayısıyla tam anlamıyla bir arşiv kataloğunun mevcut
olmaması resmî açıdan elçilik heyetiyle ilgili bilgi edinmeyi imkânsız hale
getirmektedir. Ancak Afganistan Millî Arşivi‟nde yer alan el yazması eserler ve
dönemin önemli olayları ile ilgili belgelerin tutulduğu iki defter tarafımızdan
taranmış olup Osmanlı elçilik heyetiyle ilgili bir bilgiye rastlanılmamıştır.
Osmanlı elçilik heyetinin Afganistan‟a geldiği dönemde Afganistan‟da
süreli yayın olarak sadece Şemsü‟n-nahâr-ı Kâbil adlı bir gazete
yayımlanmaktaydı.31 Ancak 1873 tarihine ait ilk üç nüshası hariç bu gazetenin
koleksiyonuna ulaşmak da mümkün olmamıştır. O sebeple Osmanlı elçilik
heyetiyle ilgili kamuoyunun tepkilerini öğrenemiyoruz.32
İngiltere‟de 1876 yılında kurulan Disraeli hükümetinin ilk icraatlarından birisi de
Hindistan işlerinde politika değişikliğine gitmek olmuştu. Forward Policy denilen belge ile
Lord Lytton Hindistan valiliğine tayin edilmiş ve bu tarihten itibaren İngilizler bölgede daha
tehditkâr bir yönetimi benimsemişlerdi. Bkz. J.C. Griffiths, Afghanistan, New York 1967, s.
22 vd.
Afganistan‟ın ilk süreli gazetesi olan Şemsü‟n-nahâr (/Öğlen Güneşi) 1867 yılında Emir
Muhammed Azam Han‟ın kısa süren iktidarı döneminde Cemaleddîn Afganî‟nin
girişimleriyle yayın hayatına başlamış, ancak ülkedeki iç savaş sebebiyle yayınına son
verilmişti. Şir Ali Han‟ın ikinci hâkimiyeti döneminde 1873 yılında yayın hayatına Şemsü‟nnahâr-ı Kâbil adıyla devam eden gazete önce haftalık sonra da günlük olarak 1877 yılına
kadar yayın hayatını sürdürmüş, İngilizlerin Afganistan‟ı ikinci kez işgaliyle de kapatılmıştır.
Bkz. Sarfraz Khan, Noor ul Amin, “The Contribution of Indian Muslims in Developing
Print Media and Spreading Enlightenmenth in Afghanistan (1870-1930)”, Central Asia 75
(Winter 2014), s.107-129.
Şemsü‟n-nahâr-ı Kâbil gazetesinin 7 Zilhicce 1290, 15 Zilhicce 1290 ve 15 Şevval 1290
tarihli nüshaları dışındaki sayılarına ulaşmak mümkün olamamıştır.
30
31
32
9
ORHAN YAZICI
10
Dönemin Afgan kaynaklarında ise Osmanlı elçilik heyetiyle ilgili
oldukça sınırlı bilgi verilmiştir. Bu konuda en geniş bilgiye dönemin önemli
kaynaklardan biri olan Molla Feyz Muhammed Han Hazara‟nın kronik eseri
Siracü‟t-tevarih‟te rastlıyoruz. Hicri 1294 olaylarını nakleden Feyz Muhammed
Han, elçilik heyetinin Şir Ali Han‟ı ziyaretiyle ilgili şu bilgileri vermektedir:
“Bu sırada İngiliz devletinin tahrikiyle Devlet-i Aliyye-i
Osmaniye‟den Sultan-ı muazzam Abdülhamid Han tarafından
gönderilen bir elçilik heyeti, nâme ve hediyelerle Kâbil‟e
ulaşmıştır. Büyük şeref ile karşılanan heyet, Afganistan ve İngiliz
devletlerinin işbirliği ve dostluğunu tavsiye etmiş, Rus devletinin
Afganistan devletine olan zararlarını ve kusurlarını birer birer
saymıştır. Britanya devletinin dostluğundan yüz çevrilmemesini,
Rus devletinin düşmanca aldatmalarına ise izin verilmemesini
istemiştir. Daha sonra Konstantiniye‟ye dönmesine izin
verilmiştir”.
33
Görüldüğü üzere elçilik heyetinin ziyaretini oldukça kısa bir şekilde
veren Feyz Muhammed Han, ziyaretin amacını Afgan hükümetinin
İngiltere‟nin dostluğuna önem vermesini, Rusya‟dan ise uzak durmasını telkin
ettiğini söylemektedir.
Yukarıdaki bilgi dışında Afganistan tarihiyle ilgili telif eserlerde Osmanlı
elçilik heyeti hakkındaki bilgiler neredeyse yok denecek kadar azdır. Bu
konuda sadece Mir Gulam Muhammed Gubar, Afganistan der Mesir-i Tarih
adlı eserinde Osmanlı elçilik heyetinin gelişi ve faaliyetleri hakkında çok kısa
bir bilgi vermektedir. Gubar‟ın; “1877 yılında İngilizlerin siyasî müdahaleleri
sebebiyle Afganistan ve İngiliz hükümetleri arasında soğukluk mevcuttu. Bu
sırada Osmanlı Devleti‟nden bir elçi, Kâbil‟e gelerek Emir Şir Ali Han‟ın
İngiliz devletine müspet cevap vermesi ve Rusya devleti ile siyasî irtibatını
kesmesi konusunda teklifte bulundu”34 şeklinde verdiği bilgi, bu ziyaretin
Afgan kamuoyunda pek de memnuniyetle karşılanmadığı şeklinde
yorumlanabilir.
Dönemin önemli kaynaklarından olan ve Mirza Yakub Ali Hafî
tarafından kaleme alınan Padişahan-ı Müte‟âhir-i Afganistan adlı eserde Şir Ali
Han dönemi olaylarına oldukça hacimli bir bölüm ayrılırken, Osmanlı elçilik
33
34
Molla Feyz Muhammed Kâtib Hazara, Siracü‟t-tevârih II, Tahran 1372, s.203.
Gulam Muhammed Gubar, Afganistan: Der Mesir-i Tarih, Tahran 1374, s. 603 vd.
11
OSMANLI-RUS SAVAŞINDA (1877-1878) SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN İTTİFAK ARAYIŞLARI VE
AFGANİSTAN’DAKİ AKİSLERİ
heyetinin gelişiyle ilgili hiçbir bilgi verilmemiştir.35 Yine Seyyid Kasım Riştiya
tarafından kaleme alınan XIX. yüzyılda Afganistan adlı eserde Şir Ali Han
dönemi uzun uzadıya anlatılırken Osmanlı-Rus savaşı ve Berlin Konferansı ile
ilgili olaylara da yer verildiği halde Osmanlı elçilik heyetinin Kâbil‟i ziyareti
hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir.36 Aynı şekilde Afganistan‟ın son
beş yüz yılı ile ilgili önemli bir telif eser hazırlayan Mir Muhammed Sadık
Ferheng, Afganistan ve Emperyalizm başlığı altında incelemiş olduğu “Şark
Meselesi ve Afganistan‟daki Tesirleri” konusunu anlatırken, Osmanlı-Rus
savaşına ve Berlin konferansına atıfta bulunmuş olmakla birlikte Osmanlı
elçilik heyetinin Kâbil‟i ziyaretinden hiç bahsetmemektedir.37 Ayrıca diğer pek
çok tetkik eserde de bu konuya yer ayrılmamış ya da görmezlikten gelinmiştir.
Sonuç olarak Şirvanîzade Ahmed Hulusî Efendi başkanlığındaki
Osmanlı elçilik heyeti, Osmanlı Devleti‟nin Rusya ile giriştiği savaşta rahat bir
nefes alabilmek için Afganistan‟ı Buhara ve Hive Hanlıklarına yardım
bahanesiyle güneyden bir cephe açmaya ikna etmek ve Afganistan hükümetini
İngilizlerle işbirliğine davet etme gayesiyle Kâbil‟e gönderilmiştir. Ancak İslâm
halifesi tarafından gönderilmiş olan Osmanlı elçilik heyeti, Afganistan
sınırından girdiği andan itibaren geniş tahkikata tâbi tutulmuş, Kâbil‟de huzura
alınmadan evvel on beş gün bekletilerek adeta hapsedilmiş ve kabul
merasiminden sonra talepleri diplomatik bir dil ile reddedilerek İstanbul‟a
dönmesine izin verilmiştir. İngilizlere karşı büyük bir tepkinin bulunduğu
Afganistan‟da gerek resmî kayıtlarda gerekse dönemin tarih kaynaklarında bu
elçilik heyetinin varlığı ve faaliyetlerine yeterli ilgi gösterilmediği açıktır.
Bunun da en büyük sebebi Afganistan hükümetinden İngiltere lehine bir
siyaset takip etmesinin istenmesidir. Sultan II. Abdülhamid Han‟ın henüz
saltanatının ilk yılında Bâb-ı „alî hükümetinin, Afganistan özelinde giriştiği bu
teşebbüsünde kendi ülkesinin denge siyasetini önemsediği, ancak karşı tarafın
da bir denge siyasetinin olabileceğini pek düşünmediği anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla bu ziyaretten hemen sonra gerçekleşen İkinci İngiliz işgali ve
yarattığı travma, Afgan kamuoyunda Osmanlı elçilik heyetinin varlığının yok
sayılmasına sebep olmuştur.
35
36
37
Mirza Yakub Ali Hafî, Padişahan-ı Müte‟âhir-i Afganistan, Tahran 1334.
Seyyid Kasım Riştiya, Afganistan der Karn-ı Nozdehum, Kâbil 1389.
Mir Muhammed Sadık Ferheng, Afganistan der penç karn-ı ahir I, Meşhed 1371, s.342.
11
ORHAN YAZICI
12
Kaynakça
Ahmed, F., “Istanbul and Kabul in Courtly Contact: The Question of
Exchange between the Ottoman Empire and Afghanistan in the Late
Nineteenth Century”, Osmanlı Araştırmaları/The Journal of Ottoman
Studies, XLV (2015), s.265-296.
Baysun, M.C., “Şirvanîzade Ahmed Hulûsi Efendi‟nin Efganistan Elçiliğine
Aid Vesikalar”, Tarih Dergisi, (1953), IV/7, s.147-158.
Bayur, Y.H., Hindistan Tarihi III, Ankara 1987.
BOA, H.S.D..C.B. 4/38.
BOA, İ.D.H..1295/101791.
BOA, İ.H.R..276/16873 (13 Rebiü‟l-ahir 1295).
BOA, Y. A..HUS. 159/14.
Dames, L., “Efganistan”, İ.A.IV, s.133-168.
Eraslan, C., II. Abdülhamid ve İslâm Birliği, İstanbul 1992.
Ferheng, M. Sadık, Afganistan der penç karn-ı ahir I, Meşhed 1371.
Griffiths, J.C., Afghanistan, New York 1967.
Gubar, G. Muhammed, Afganistan: Der Mesir-i Tarih, Tahran 1374
Karal, E.Z., Osmanlı Tarihi VIII, Ankara 1988.
Khan, S. - Noor ul Amin, “The Contribution of Indian Muslims in
Developing Print Media and Spreading Enlightenmenth in
Afghanistan (1870-1930)”, Central Asia, 75 (Winter 2014), s.107-129.
Lee, D.E., “A Turkish Mission to Afghanistan 1877”, The Journal of Modern
History XIII/3, (1941), s.335-356.
Mirza Yakub Ali Hafî, Padişahan-ı Müte‟âhir-i Afganistan, Tahran 1390.
Molla Feyz Muhammed Kâtib Hazara, Siracü‟t-tevârih II, Tahran 1372.
Özcan, A., “II. Abdülhamid Döneminde Afganistan İle İlişkiler ve İngiltere”,
Afganistan Üzerine Araştırmalar, (Yay.Haz. A. Ahmetbeyoğlu),
İstanbul 2002, s.83-102.
13
OSMANLI-RUS SAVAŞINDA (1877-1878) SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN İTTİFAK ARAYIŞLARI VE
AFGANİSTAN’DAKİ AKİSLERİ
Özcan, A., Pan-İslamizm; Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve
İngiltere, İstanbul 1992.
Riştiya, Seyyid Kasım, Afganistan der Karn-ı Nozdeh, Kâbil 1389.
Saray, M., Afganistan ve Türkler, İstanbul 1997.
Şirvanlı Ahmed Hamdi Efendi, Seyahatname; Hindistan, Svat ve Afganistan,
(Yay. Haz. F.R. Hürmen), İstanbul 1995.
Wasti, S. T., “The 1877 Ottoman Mission to Afghanistan”, Middle Eastern
Studies, XXX/4, (October 1994), s. 956-962.
Yazıcı, O., “Birinci İngiliz-Afgan Savaşı ve Sonuçları”, Afganistan Üzerine
Araştırmalar, (Yay. Haz. A. Ahmetbeyoğlu), İstanbul 2002, s.51-82.
Yazıcı, O., Modern Afganistan‟ın Kuruluşu 1834-1922, Malatya 2011.
13
İRTAD
Sayı: 5, Aralık / December 2020, s. 14-23
10. ASRA KADAR AFGANİSTAN‟DA TÜRK VARLIĞI
Ali Ahmetbeyoğlu⃰
Öz: Afganistan, Orta Asya‟nın güneye açılan en önemli kapısı ve güneye
Hindistan‟a inen yolların kesişme noktasıdır. Bu konumu Afganistan‟ı tarih
boyunca çeşitli orduların istila ve işgaline maruz bırakmıştır. Coğrafi
özelliklerinden dolayı ilk defa M.Ö. 500‟lü yıllarda İran hükümdarı Daru
tarafından işgal edilen bölge, iki asra yakın İranlılar‟ın elinde kalmıştır. Büyük
İskender‟in ordularının işgali (M.Ö. 331), Grek asıllı Baktriana Devleti‟nin
hâkimiyetinden sonra (M.Ö. 187) Afganistan‟da Türk asıllı oldukları iddia
edilen İskitler olarak bilinen Sakalar (50-125), Kuşanlar (125-480), 480
yıllarından sonra ise Akhunlar hüküm sürmüşlerdir. Bir Türk kavmi olan
Akhunlar buralarda bir asır devam eden bir devlet tesis etmişlerdir. Bugün
Afganistan‟da yaşayan Halaçlar bunlardan neş‟et etmişlerdir. Afganistan Türk
kültürü ve tarihi için yabancı olmayan stratejik coğrafyadır. Aynı zamanda
Doğu ve Batı Türkistan‟a açılan önemli bir kapı konumundadır.
Anahtar Kelimeler: Sakalar, Akhunlar, Göktürkler, Ceyhun Nehri, Güney
Türkistan
THE TURKISH EXISTENCE IN AFGHANISTAN UP TO THE 10TH
CENTURY
Abstract: Afghanistan is Central Asia's most important gateway to the south
and the intersection of roads that descend to India to the south. This position
has subjected Afghanistan to invasion and occupation by various armies
throughout history. Due to its geographical features, it was the first time in BC.
The region, which was occupied by the Iranian ruler Daru in the 500's,
remained in the hands of Iranians for nearly two centuries. After the invasion
of the armies of Alexander the Great (331 BC), the Greek-origin Baktriana
State (187 BC), the Sakas (50-125), who are allegedly Turkish in Afghanistan,
known as Scythians, Kushans (125-480), and after 480 years, the Akhuns
ruled. Akhuns, a Turkish people, have established a state here that has lasted
for a century. The Khalians living in Afghanistan today derive from them.
Afghanistan is a strategic geography that is no stranger to Turkish culture and
history. It is also an important gateway to Eastern and Western Turkestan.
⃰
Keywords: Sakas, Akhuns, Gokturks, Ceyhun River, South Turkestan
Dr. Öğretim Üyesi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
14
15
10. ASRA KADAR AFGANİSTAN‟DA TÜRK VARLIĞI
Giriş
Günümüzde 652.230 km² yüzölçümüyle Afganistan; kuzeyinde
Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan; doğusunda Doğu Türkistan,
Keşmir, Pakistan; güneyinde Pakistan; batısında ise İran ile komşudur. Orta
Asya‟nın güneye açılan en mühim kapısı olan Afganistan, Orta Asya‟dan
Hindistan‟a inen yolların da kesişme noktasıdır1. Ayrıca Hindistan-Afganistan
hattı tarihi süreçte Doğu Türkistan başta olmak üzere anavatanlarını çeşitli
nedenlerle terk etmek mecburiyetinde kalan Türklerin genel olarak
kullandıkları göç güzergâhıdır2. Zaten Pamirler ve Hindukuş silsilesi tarihte
çeşitli kavimlerin kuzeyden güneye göç ve istila yollarında geçit vazifesi
görmüş, ticari ilişkilerde biricik geçiş yeri olmuştur3. Bu konumu Afganistan‟ı
tarih boyunca farklı güçlerin istila ve işgaline maruz bırakmıştır. Ülke adı
olarak Afganistan, Afgan kavminin üstünlük kazandığı XVIII. asrın ilk
yarısından sonra ortaya çıkmıştır. Daha önceleri belirli bir siyasi birlik
olmadığı için ülkedeki bölgelerin ayrı ayrı isimleri vardı ve buralarda yaşayan
insanlar arsında dil, din ve ırki bağ bulunmuyordu. Afganistan coğrafyası her
dönemde Türkistan ülkelerinin sosyal, ekonomik ve siyasi menfaatlerinin
odağı olmuştur4. Hindistan‟da İslam‟ı yayan Gazneli Mahmud, Hindistan‟ı
işgal eden Cengiz Han, İran üzerinden Hindistan‟a giren Büyük İskender
Afganistan‟dan Hindistan‟a inen yolları kullanmışlardır. Timur ve Babür,
Türkmen Beyi Nadir Şah ile Afganistan Devleti‟ni kuran Ahmed Şah Dürrani
de aynı güzergâhı takip etmişlerdir5. Afganistan; doğudan batıya uzanan Kûh-î
Sefid, Hindukuş ve Kûh-î Baba dağ silsilesinin kuzeyindeki ovalık saha ile
güneyindeki yüksek yaylalardan oluşur ve bu yaylalar Kuzey Hindistan
düzlüklerine kadar uzanır, güneydoğu istikametinde Belûcistan dağlarıyla Sind
ve Mekran‟dan ayrılır. Kuzeyindeki Afgan Türkistan‟ı ( Güney Türkistan)6
A. Ahmetbeyoğlu (Yayına Hazırlayan), Afganistan Üzerine Araştırmalar, Tarih Ve Tabiat
Vakfı Yayınları, İstanbul 2002, s. VII.
H. Göktürk, Tarih İçinde Doğu Türkistan‟dan Göçler, bk. Afganistan Üzerine Araştırmalar,
Tarih Ve Tabiat Vakfı Yayınları, s. 193-204; K. Czeglédy, Bozkır Kavimlerinin Doğu‟dan
Batı‟ya Göçleri, Çeviren E. Çoban, Turan Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul 1998, s. 49-63.
M. Tezcan, Kuşanlar Tarihi ( Yüeh-chih‟lardan Kuşanlara), Atatürk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 1996, s. IX.
M. Saray, Afganistan ve Türkler, Kitabevi, İstanbul 1987, s.1.
A. Ahmetbeyoğlu, Prof. Dr. Mehmet Saray ile Afganistan Üzerine bir Söyleyişi, Afganistan
Üzerine Araştırmalar, Tarih Ve Tabiat Vakfı Yayınları, s. 177.
Güney Türkistan; Afganistan‟ın kuzeyinde Bend-i Türkistan ve Hindukuş sıradağları önünden
Seyhun Vadisi‟ne ve Batı Türkistan Çukureli‟ne kadar uzanan sahayı kapsamaktadır. Önemli
şehri Mezar-ı Şerif ‟tir.
1
2
3
4
5
6
15
Ali Ahmetbeyoğlu
16
bölgesi hariç tamamen dağlık ve engebeli yaylalardan meydana gelir.
Afganistan tarihin ilk devirlerinden itibaren önemli bir konuma sahiptir. Batılı
tarihçilerin genelde Afganistan‟ın en eski ahalisini Aryanlara bağlama
gayretlerine rağmen, günümüz Afganistan halkı tarihi süreçte çevreden gelip
yerleşen topluluklar ile bunların zamanla değişim göstermiş kesimlerinden
meydana gelmiştir7.
Arkeolojik kazılarda çıkarılan paleotik, mezolotik, neolotik, bronz
ve demir çağlara ait buluntular Afganistan sahasında M.Ö. 3000-M.Ö. 2000
yılları arasında şehir hayatının varlığına dikkat çekmiştir. Nitekim arkeolojik
çalışmalar bu dönemlerde Afganistan‟ın kuzeyindeki dağ etekleriyle, Ceyhun
Nehri‟nin güney tarafındaki ılıman ve mümbit düzlükler, Deşt-i Nawur,
Moragi Ghundai, Tokhar, Badahşan, Kandahar, Sistan ile Nimruz ve Farah
arasındaki sahanın yerleşik kültür merkezleri olduğunu ve Türkistan
coğrafyasıyla yakın kültürel ilişkilerinin bulunduğunu ortaya koymuştur8. Bu
bağlamda Türklerin önemli taşıyıcısı oldukları Andronova Kültürünün
Afganistan coğrafyasındaki yeri, etkisi konusu ile Afganistan‟ın en eski ahalisi
meselesi derinlemesine ele alınmalıdır. Nitekim Andronova Kültürü (M.Ö.
1700-1200 ki, son yapılan çalışmalar bu zaman diliminin çok daha geniş
olduğunu ortaya koymuştur) doğuda Baykal ve Selenga kıyılarına, güneyde
Tanrı Dağlarına, güneybatıda Kazakistan ve Harezm‟in güneyine, batıda
Sibirya üzerinden Don Nehri‟ne kadar yayılmış ve bu kültürün özelliklerinden
at ile koyun besleme bütün buralarda görülmeğe başlamıştır9. Ayrıca bu babda
Hindistan‟ın İndus-Pencab havalisine doğru ilk Türk hareketinin M.Ö. 1. bin
başlarına rastladığı gerçeği de göz önünde bulundurulmalıdır10. Herodotos‟un
Tarihinde Afganistan topraklarıyla alakalı yer isimleri (Sistan, Herat, Belh,
N. Durak, Gaznelilerin Kuruluşuna Kadar Afganistan‟da Türkler, bk. Afganistan Üzerine
Araştırmalar, Yayına Hazırlayan A. Ahmetbeyoğlu, Tarih Ve Tabiat Vakfı Yayınları, İstanbul
7
2002, s. 27-28.
O. Yazıcı-R. Özman, „„Afganistan‟da Prehistorya Çalışmaları‟‟, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Meslek Yüksek Okulu Dergisi, cilt 17, sayı 2, s.1-16; K. Erman, „„ Ahmed Şah Dürrani
Öncesinde Afganistan Tarihinde Türkler ve Diğer Kavimler‟‟, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 53, 2, 2013, s. 480; Svetlana Gorshenina-Claude Rapin,
Kâbil‟den Semerkand‟a Arkeologlar Orta Asya‟da, Çeviren S. Özen, İstanbul 2006, s. 13-25.
E. Yıldırım, Androvo Kültürü, Mimar Sinan Güzel sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2017, s. 11-17.
İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Ötüken Neşriyat İstanbul 1997, s. 53.
8
9
10
17
10. ASRA KADAR AFGANİSTAN‟DA TÜRK VARLIĞI
Kabil, Kandahar, Baktria, Paktia gibi) ile mahalli topluluklar (Baktrianlar,
Paktiyalılar) yer almıştır11.
M.Ö. 2000‟li yıllarda olduğu iddia edilen Ari ırkın göçü hikayesi
dikkate alınmazsa Afganistan‟a hâkim olan en eski güç olarak Persler
karşımıza çıkmıştır. Meşhur Pers Kralı Kurus (Cyrus M.Ö. 588-530) Baktria
ve Gandahar (Gandhara)‟ı zapt etmiş, Darius (M.Ö. 522-486) ise Afganistan‟a
ele geçirerek Hindistan‟a ilerlemiştir. Afganistan M.Ö. 336-323 yılları arasında
hüküm süren Makedonyalı Büyük İskender‟in de hedef coğrafyalarından
olmuştur12. İskender; Herat, Kabil, Kandahar yoluyla Afganistan topraklarına
girdikten sonra Hindukuş sıradağları üzerinden Hindistan‟a yönelmiştir.
Merkezi Baktria olan Grek devleti tesis etmiştir ki, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz
taraflarından getirttiği ahaliyi buralara yerleştirmiştir. Herodot‟un bahsettiği
kadarıyla Baktria Greklerin bazı gruplarını İskitler/Sakalar yerlerinden
etmiştir. Bu devletin son Kralı Hermaeus‟un 1. yüzyılın ortalarında Kuşanlara
tâbi olmasıyla siyasi varlıkları sona ermiştir13.
İskender‟den sonra bölgede İskitler/Sakalar etkili olmuşlardır.
İskitler çok eski devirlerde Doğu Türkistan‟da Tarım Havzası‟nın güneyindeki
merkezlerde özellikle Hoten ve Tomşuk‟ta yaşamışlardır. Eski Fars
kaynaklarında da İskitlerin/Sakaların yayıldığı sahalar Fergana, Tanrı
Dağları‟nın orta kısımları ve Kaşgar dolayları gösterilmiştir. Doğu
Türkistan‟dan yayılmaya başlayan İskitler/Sakalar sonraki yıllarda bugünkü
Afganistan‟a çekilmiş, hükümdarları Asoka‟nın idaresinde bir yandan
Kuzeybatı Hindistan bir yandan da Doğu Türkistan‟ın güney bölgelerine
inmişlerdir14.
İskitleri takiben bölgede Yüeçiler dikkat çekmişler ve etkili rol
oynamışlardır. Yüeçiler Asya Hunların güneybatı komşuları ve İpek Yolu‟nu
kontrol eden dönemin önemli devletlerinden birisi idiler. Tanhu Mo-tun
(M.Ö. 209-174)‟un seferi sonucunda hâkimiyetlerini kaybeden Yüeçiler; İli,
Çu ve Tarım havzasını geçerek Maveraünnehir havalisine gelerek, bölgede
bulunan İskitler/Sakalar ile Toharları Ceyhun ötesine sürdüler. M.Ö. 1.
yüzyılda Ceyhun üzerinden Kuzey Afganistan‟a girerek M.Ö. 140 yılında
Herodotos, Herodot Tarihi, İstanbul 1973, s. III:102, VII:407.
N. Durak, Gaznelilerin Kuruluşuna Kadar Afganistan‟da Türkler, s. 28-29.
W.M. McGovern, The Early Empires of Central Asia, Chapel Hill-North Caroline 1939, s.
65-66.
A. Ahmetbeyoğlu, „„Kültürel Açıdan Doğu Avrupa‟da İskit/Saka-Hun Aynılığı‟‟, Tarih
Dergisi, Sayı 61, 2015, s. 66.
11
12
13
14
17
Ali Ahmetbeyoğlu
18
Baktria Bölgesini ele geçirdiler15. M.S. 10 yılında Yüeçilere tâbi Kuşan
Yabgusu I. Kujulakadphises idareyi ele alarak bütün Yüeçi gruplarını
birleştirdi ve Kuşan hakimiyetini tesis etti. Kısa sürede Gazne ve Kabil‟i ele
geçiren Kuşan gücü Hindistan sınıra dayandı. Kuşan hükümdarı Kanişka
(120-160) Hindistan‟ın kuzeyini zapt ederek, devletin merkezini Hindukuş‟un
güneyine nakletti. Kanişka Budizm‟i kabul etti. Onun döneminde Budizm
merkezi Afganistan‟da yaygınlık arz etmeye başladı. Sasanilerin akınları
neticesinde Kuşan Devleti Hindukuş‟un güneyindeki hakimiyetini kaybetti
(220). Afganistan‟ın dağlık kısımlarında Kuşan kabileleri varlıklarını
sürdürmeye devam etti. Kuşanlar 1. yüzyıldan III. yüzyıla kadar Hindistan‟ın
kuzey bölümünde, Doğu İran, Afganistan, Pakistan ve Türkistan‟ın güney
bölgelerinde yegâne güç olarak varlığını devam ettirmiş, Hindistan‟da serpilen
Budist medeniyetini koruyarak, yayarak Budizm‟in cihanşümul bir mahiyet
kazanmasında önemli rol oynamışlardır. Baktria Grek Devleti‟ne son veren
Kuşan Devleti‟nin asıl nüvesini Afganistan, Hindukuş silsilesi kuzeyindeki
bölge ile Amuderya‟nın kuzeyinde kalan kısım oluşturmuştur16.
VI. yüzyılda Kuzey Hindistan ve Afganistan‟da Kuşanların yerini
Ak Hunlar almıştır. Hazar kıyılarından Kuzey Hindistan‟a, Afganistan‟a,
Merkezi Asya‟ya kadar hâkimiyet alanı oluşturan Ak Hunların tarihi gelişimi
350‟li yıllarda Hunların batıya doğru yaptıkları büyük göç hareketi ile ilgili
görülmüştür. Hunların yıkılmasından sonra bölgede kurulan Juan-juan
Devleti‟nde Uar ve Hun adlarında iki kabile grubu bilinmeyen bir sebeple
batıya doğru gelmiş ve buranın eski Hun halkını daha batıya ittikten sonra
güneye yönelerek Afganistan‟ın Toharistan bölgesine inmişti. 367‟ye doğru
burada Kuşan ülkesine hükmeden “Kidarita” hanedanını Belh bölgesine
süren bu kütle, daha sonra Maveraünnehir ve Semerkand bölgelerini idareleri
altına almışladır. Hâkimiyetini Hazar Denizi‟nin güneyine kadar genişleten bu
devlet 5. Yüzyıl ortalarından itibaren Heftal (Eftal) adında yeni hükümdar
ailesine sahip olmuş ve yıkıldığı 557 yılına kadar hem bu sülale hem Ak Hun
adıyla birlikte anılmışlardır. Ak Hunlar, batıya geldiklerinde başta Sasaniler
olmak üzere Göktürkler ve Hindistan‟daki Gupta devletleriyle yakın temas
içine girmiş, onlar ile bazen dost bazen de düşman halinde ilişkilerini
sürdürmüşlerdir.
E. Çağrı Mızrak, Bozkır Kavimleri, İstanbul 2017, s. 38-39; S. Cöhce, „„İlkçağda Hindistan‟da
Türk Varlığı‟‟, Hindistan Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, I/1, 2001, s. 14.
M. Tezcan, Kuşanlar Tarihi ( Yüeh-chih‟lardan Kuşanlara), s. IX, 286 vd..
15
16
19
10. ASRA KADAR AFGANİSTAN‟DA TÜRK VARLIĞI
Ak Hunlar daha önce İskitler/Sakalar ve Kuşanlar, sonra da
Gazneli, Gurlu ve Timurluların yaptıkları gibi elverişli zamanlarda Afganistan‟ı
Hint kıtasına bağlayan önemli yollar üzerinde Gazne şehrinden hareketle
Orta Asya gibi az yağmur yağan ve kendileri için müsait bir iklime sahip olan
Pencap bölgesine akınlara başladılar. Bu akınlar Bengal Körfezi‟nden Sind
Irmağı ağzına kadar uzanan geniş bir saha üzerinde hâkim olan Guptalar
tarafından başlangıçta durdurulmuş ve 470 yıllarında muhtemelen bir istilayı
önleyebilecek tedbirler de alınmıştı. Buna rağmen Ak Hun Hükümdarı
Toraman kısa bir sürede bölgeyi istila etmeye başlayacak ve halefi Mihirakula
zamanında Gupta devleti dağılarak, Kuzey Hindistan tamamen ele
geçirilecektir.
V. yüzyılın ilk yarısında Ak Hun idarecileri, Greko-Baktria ve
Kuşanların politik genişleme rotalarını takip ederek güneyde asgari bir dizi
hareketlerde bulundular. Ceyhun‟u geçerek, Belh, Toharistan ve doğu
kısımlarını ele geçirdiler. Aksungur adına hareket eden bir başka Hun grubu,
Afganistan‟ı, burayı Hindistan‟ı bağlayan aşılması son derece zorluk arz eden
geçitleri aşarak, Pencâb‟ı istila ettiler. Buna bağlı olarak Gupta Devleti ile
mücadele eden Ak Hunlar, Hindistan‟ın bir bölümünü kontrol altına alarak
güneye, Hindistan‟a doğru yayılmaya başladılar17.
Türkistan‟ın hem stratejik hem de ticari bakımdan önemli yerleri
Sogd ülkesi, Toharistan, Fergana, Afganistan ve Kuzey Hindistan Ak
Hunlar/Efatlitlerin elinde idi. Bu konumları ve İpek Yolu‟na hâkim olma
meselesinden dolayı başlayan mücadeleler sonucunda 565 yılından sonra
Göktürkler, Ak Hunlara son darbeyi indirdiler (Menandros‟un kaydına göre
bu olay 568‟ler doğru vuku bulmuştur) ve Ak Hunların siyasi varlığını ortadan
kaldırıldılar ki, bunun sonucunda daha önce alınamayan Belh ve çevresi
Göktürklerin hâkimiyetine girdi.
Ayrıca Batı Göktürklerin önemli
hükümdarlarından T‟ung Yabgu 619 yılında İsfehan ve Rey şehirlerine kadar
uzanan akınlar yaparak Sasanileri mağlup ederek Kuzey Afganistan‟ı
elegeçirdi. Kuzey Afganistan‟daki Kunduz bölgesinin idaresini oğlu Tardu
Şad‟a verdi18. Budist rahip Hsüan-tsang‟ın Göktürk ülkesine de uğradığı 629644 yılları arasındaki seyahat notlarında Tardu Şad hakkında malumat
verilmiştir. Neşredilen seyahat notlarına göre; Hsüan-tsang, Huttal bölgesine
ve Kunduz sahasına vardı. Bu mıntıka dağlar arasında bir yayla bölgesidir.
E. Konukçu, Kuşan ve Akhunlar Tarihi, Ankara 1973; A. Ahmetbeyoğlu, Altaylardan
Kafkaslara Türk Devletleri, İstanbul 2017, Yeditepe Yayınkları s. 126-138.
17
18
A. Taşağıl, Gök-Türkler, Ankara 1995, s. 32, 93.
19
Ali Ahmetbeyoğlu
20
Burada Budizm çok güçlüydü. Burada oturan hükümdar Türk olup
Demirkapı ve güneyindeki bütün bölgelere hükmediyordu. Bu mahalli
hükümdar T‟ung Yabgu‟nun oğlu Tardu Şad idi. Hsüan-tsang burada Tardu
Şad tarafından karşılandı. Tardu Turfan hükümdarının da damadı idi. Hsüantsang‟ın kayınpederinden getirdiği mektubu alan ve memnun olan Tardu‟nun
sevinci karısının ölmesiyle bozulmuştu. Tardu‟nun tekrar evlenmesini de
Hsüan-tsang nakletmektedir. Yine ona göre “Şad büyük bir şahsiyettir.
Herkese hükmetmektedir”. Fakat maalesef Şad‟ın yeni karısı, eski karısının
oğlunun teşvikiyle Şad‟ı zehirledi. Prens daha sonra Şadlığı aldı. Daha sonra
da üvey annesi ile evlendi19.
Ak Hun/Eftalit hâkimiyetinin sona ermesinden sonra Ceyhun
Nehri‟nin güneyindeki bölgeler Kabulşahîler yahut Zabulşahîler diye
adlandırılan Türk beylerinin yani Türk Şahîlerin idaresine girdi. VII. asrın
sonlarında İslam ordularıyla bu bölgede mücadele edenler Karluk ve Eftalit
bakiyesi Türk gruplarıydı. Bu dönemde Zabulistan‟da Rutbil liderliğinde
Kalaçlar, Badgis‟te Nizek (Tirek) Tarhan, Tohoristan‟da ise Karluklardan bir
Yabgu idareyi elinde bulunduruyordu. Yabgu‟nun hâkimiyeti Demirkapı‟dan
Zabulistan ve Kapisa‟ya, Herat‟tan Huttal‟a kadar olan bölgeyi kapsıyordu20.
Nizek Tarhan idaresindeki Türkler Sasanilerin yıkılışında görüldü. Nihavend
savaşında yenilgiye uğrayan Sasaniler, Cünabiz‟de de Ak Hunlar tarafından
mağlup edildi. İslam ordularının Toharistan üzerine yürümesi üzerine Ak
Hunlar/Eftalitler ile aralarında çeşitli mücadeleler cereyan etti. Bu süreçte
Maveraünnehir‟de başarılı fetihler yapan Kuteybe bin Müslim Toharistan
sahası içinde görevlendirildi. Kuteybe bin Müslim‟in Belh‟i ele geçirmesinin
ardından Nizek Tarhan onunla anlaşma yaptı. Buna göre Müslümanlar, Ak
Hunların bulunduğu Bagdiş şehrine girmeyecekti. Nizek Tarhan bundan
sonra İslam orduları ile birlikte hareket ederek ganimet topladı. Ancak
Kuteybe bin Müslim‟in kendisini öldüreceğini düşündüğünden Bagdiş‟e
dönmek için izin istedi. Akabinde de Nizek Tarhan süratle Bagdiş‟e dönerek
diğer emirlere mektup yazdı ve başlatacağı isyana katılmalarını istedi. Bu
çağrıya olumlu cevap gelmedi. Ayrıca Kuteybe bin Müslim‟de ordusu ile
N. Togan, „„Hüan-ch‟ang‟a Göre Peygamber Çağında Orta Asya‟‟, İslâm Tetkikleri Enstitüsü
Dergisi, IV, 1-2, 1964, s. 21-64.
E. Konukçu, Kuşan ve Akhunlar Tarihi, s. 68; E. Konukçu, „„Hindistan‟daki Türkler‟‟,
Hindistan Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, I/1, 2001, s. 23-31;R. Şeşen, İslâm
19
20
Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara 1985, s.5; O. Yazıcı, „„Hazaraların
Menşei İle İlgili Yeni Bir Görüş‟‟, Türklük Bilimi Araştırmaları, Sayı XVI, 2011, s. 475.
21
10. ASRA KADAR AFGANİSTAN‟DA TÜRK VARLIĞI
harekete geçmişti. Bagdiş‟ten kaçan Nizek, dağların arasında bir kale olan
Bağlan‟a gitti. Müslümanlar Bağlan‟a doğru harekete geçse de, Nizek Tarhan
onların geldiğini fark edip Bağlan‟dan ayrıldı ve Kürz kalesine doğru hareket
etti. Kuteybe bin Müslim de onu takip ederek. Gürz kalesini kuşattı.
Kuşatmanın uzaması üzerine Kuteybe hileye başvurarak içeri bir elçi
gönderdi. Nizek Tarhan can güvenliğini sağlama sözü alınca kaleyi teslim etti.
Vali Haccac‟ın öldürülmesini istemesi üzerine Nizek Tarhan idam edildi
(709)21.
VII. ve VIII. yüzyıllarda Afganistan coğrafyasında Türklerin nüfusu
ve nüfuzu hayli belirleyici bir konuma gelmiştir. Nitekim Taberi 645 senesi
hadiselerini anlatırken Kandahar‟ın da dahil olduğu Sind Nehri‟nden Ceyhun
Nehri‟ne kadar olan sahada Türklerin yoğun olarak yaşadığını belirtmiştir22.
Bölgenin idaresinde önemli rol oynayan Türk Şahîlerin kurucusu hakkında
Birûnî‟deki kayıt ise Türk hâkimiyetinin tarihi ve kültürel derinliğinin
göstermesi bakımından enteresandır. Birûnî‟ye göre Kanişka‟dan indiğine
inanılan ve Türk Şahîlerin kurucusu kabul edilen Böritigin; Türk kaftanı,
börkü, çizmeleri ve silahları üzerinde olduğu halde Kabil‟de bir mağarada
mucizevi şekilde dünyaya geldi. Bu mağarada doğan su da mukaddes
addediliyordu23. Hindukuş‟un kuzeyinden Sind Nehri‟ne kadar uzanan bölge
VIII. yüzyılda Türk Şahîlerin kontrolü altında idi24. VIII. asrın sonlarında Sind
ve Gandahar ahalisi içerisinde azımsanmayacak oranda Ağaçeri de denilen
Türkler bulunuyordu. Türk Şahîlerin Zabulistan ve Kabulistan‟daki
hâkimiyetleri X. yüzyılda Gazneliler Devleti‟nin kuruluşuna kadar devam
etmiştir25.
Türk tarihi ve kültürünün ayrılmaz bir parçası olan, Doğu ve Batı
Türkistan‟a açılan önemli bir kapı olma özelliği taşıyan ve büyük ölçüde
Güney Türkistan‟ı oluşturan toprakların dahil olduğu ve nüfusunun
çoğunluğunu Türkler ile Türk asıllı kabilelerin oluşturduğu Afganistan;
Türkiye‟nin gerek günümüz gerekse geleceğe matuf Türkistan politikaları,
H.A.R. Gibb, Orta Asya‟da Arap fetihleri, Çeviren H. Kurt, Ankara 2005, s. 22-23; Z. Kitapçı,
Saadet Asrında Türkler, Yedi Kubbe Yayınları, Konya 1993, s. 162-163; Z. Kitapçı, İlk
Müslüman Türk Hükümdarları ve Hakanları, ,Yedi Kubbe Yayınları, Konya 1995, s. 38 vd.; E.
Esin, „„Butan-ı Halaç‟‟, Türkiyat Mecmuası, XVII, s. 45-46.
21
R. Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, s. 160.
N. Durak, Gaznelilerin Kuruluşuna Kadar Afganistan‟da Türkler, s. 35.
S. Cöhce, „„İlkçağda Hindistan‟da Türk Varlığı‟‟, s. 21.
N. Durak, Gaznelilerin Kuruluşuna Kadar Afganistan‟da Türkler, s. 35-37; E. Merçil,
Gazneliler Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989.
22
23
24
25
21
Ali Ahmetbeyoğlu
22
hedefleri ve hamleleri için vazgeçemeyeceği, göz ardı edemeyeceği ve her
daim kendini sorumlu hissedeceği bir ülkedir. Tarih ve yaşanılan devir
göstermiştir ki, Afganistan‟ın istikrarı Türkiye başta Türk Dünyasının istikrar
ve güvenliğidir.
Kaynakça
AHMETBEYOĞLU, Ali (hzl.), Afganistan Üzerine Araştırmalar, Tarih Ve
Tabiat Vakfı Yayınları, , İstanbul 2002.
GÖKTÜRK, Hamit, “Tarih İçinde Doğu Türkistan‟dan Göçler”, Afganistan
Üzerine Araştırmalar, Tarih Ve Tabiat Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.
193-204.
CZEGLEDY, Karoly, Bozkır Kavimlerinin Doğu‟dan Batı‟ya Göçleri, Çev. E.
Çoban, İstanbul 1998.
TEZCAN, Mehmet, Kuşanlar Tarihi (Yüeh-chih‟lardan Kuşanlara), Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Erzurum 1996.
SARAY, Mehmet, Afganistan ve Türkler, Kitabevi, İstanbul 1987.
AHMETBEYOĞLU, Ali, “Prof. Dr. Mehmet Saray ile Afganistan Üzerine
bir Söyleyişi”, Afganistan Üzerine Araştırmalar, Ali Ahmetbeyoğlu
(hzl.), İstanbul 2002, ss.177-192.
DURAK, Neslihan, “Gaznelilerin Kuruluşuna Kadar Afganistan‟da
Türkler”, Afganistan Üzerine Araştırmalar, Ali Ahmetbeyoğlu (hzl.),
İstanbul 2002, ss. 27-46.
YAZICI, O. ve Özman R., “Afganistan‟da Prehistorya Çalışmaları”, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Dergisi, 17/2, ss.
1-16.
ERMAN, Kubilayhan, “Ahmed Şah Dürrani Öncesinde Afganistan
Tarihinde Türkler ve Diğer Kavimler”, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 53/2, 2013, ss. 479-495.
GORSHENİNA, Svetlana ve RAPİN, Claude, Kâbil‟den Semerkand‟a
Arkeologlar Orta Asya‟da, Çev. S. Özen, İstanbul 2006.
Yıldırım, Elvin, Androvo Kültürü, Mimar Sinan Güzel sanatlar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2017.
23
10. ASRA KADAR AFGANİSTAN‟DA TÜRK VARLIĞI
KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Millî Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1997
HERODOTOS, Herodot Tarihi, İstanbul 1973.
McGovern, W.M., The Early Empires of Central Asia, Chapel Hill-North
Caroline 1939.
AHMETBEYOĞLU, Ali, „„Kültürel Açıdan Doğu Avrupa‟da İskit/Saka-Hun
Aynılığı‟‟, Tarih Dergisi, 61 2015, s. 66.
MIZRAK, E. Çağrı, Bozkır Kavimleri, İstanbul 2017.
CÖHCE, Salim, „„İlkçağda Hindistan‟da Türk Varlığı‟‟, Hindistan Türk
Tarihi Araştırmaları Dergisi, I/1, 2001, s. 14.
KONUKÇU, Enver, Kuşan ve Akhunlar Tarihi, Ankara 1973.
AHMETBEYOĞLU, Ali, Altaylardan Kafkaslara Türk Devletleri, Yeditepe
Yayınları, İstanbul 2017.
TAŞAĞIL, Ahmet, Gök-Türkler, Türk Tarih Kurumu Yayınları Ankara
1995.
TOGAN, Nazmiye, „„Hüan-ch‟ang‟a Göre Peygamber Çağında Orta Asya‟‟,
İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, IV/1-2, 1964, ss. 21-64.
KONUKÇU, Enver, „„Hindistan‟daki Türkler‟‟, Hindistan Türk Tarihi
Araştırmaları Dergisi, I/1, 2001, ss. 23-31;
ŞEŞEN, Ramazan, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri,
Ankara 1985.
YAZICI, Orhan, „„Hazaraların Menşei İle İlgili Yeni Bir Görüş‟‟, Türklük
Bilimi Araştırmaları, Sayı XVI, 2011, ss. 475-492.
GİBB, H.A.R., Orta Asya‟da Arap fetihleri, Çev. H. Kurt, Ankara 2005.
KİTAPÇI, Zekeriya, Saadet Asrında Türkler, Konya 1993.
KİTAPÇI, Zekeriya, İlk Müslüman Türk Hükümdarları ve Hakanları, Konya
1995.
ESİN, Emel, „„Butan-ı Halaç‟‟, Türkiyat Mecmuası, XVII, s. 45-46.
MERÇİL, Erdoğan, Gazneliler Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu
Yayınlkarı, Ankara 1989.
23
İRTAD
Sayı: 5, Aralık / December 2020, s. 24-36
ŞARKIN KUTSAL ŞEHRİ KUDÜS’ÜN SELÂHADDÎN EYYÛBÎ
TARAFINDAN İSLAM TOPRAKLARINA KATILMASI
Derya COŞKUN*
Allah’ın mescitlerinde O’nun adının zikredilmesini engelleyip
Onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır?
(Bakara Süresi 114. Ayet)
Öz: Müslüman, Hristiyan ve Yahudiler adına önemli bir anlam ifade eden
Kudüs, sahip olduğu dinî kimlik dolayısıyla barışı simgeleyen bir şehir
olmasına rağmen tarih boyunca bu konuda pek de başarılı olamamıştır.
Tarihin hiçbir döneminde kan ve gözyaşının kurumadığı bu kutsal mekânda
şehri sahiplenme adına meydana gelen din odaklı mücadeleler eksik olmadığı
gibi bu konuda en büyük zararı, şehir halkı görmüştür. İşkence ve ölümlerin
ardı arkasının kesilmediği Kudüs’ün çilesi, yüzyıllar boyunca sürmüş, dökülen
gözyaşları bir türlü dinmemiştir. XI. yüzyılın sonlarına doğru Kudüs’ün
kaderinde bir dönüm noktası olmayı başaran Selâhaddîn Eyyûbî, kısa süre de
olsa halkın yüzünü güldürmeyi başarmıştır. Elbette bu durum çok uzun
sürmemiş ve Kudüs yine büyük acılar içinde kalmaktan kurtulamamıştır. Bu
bağlamda değerlendirildiğinde makale, Kudüs’ün Selâhaddîn Eyyûbî
tarafından Latin Krallığının elinden alınarak İslam topraklarına katılma
sürecini konu edinmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kudüs, Selâhaddîn Eyyûbî, Haçlılar, Balian.
THE ANNEXATİON OF JERUSALEM, THE SAD CITY OF THE
EAST, TO THE ISLAMIC EMPIRE BY SALADIN
Abstract: Being significant for Judaism, Christianity and Islam, although
Jerusalem is a city that symbolizes peace due to its religious identity, it cannot
be said that it has achieved success in this regard throughout history. In this
holy place where blood and tears have not dried up in any period of history,
religion-oriented struggles for owning the city have always continued, and the
people of the city have suffered the greatest harm in this regard. The suffering
of Jerusalem with tortures and deaths has lasted for centuries and the tears
have not ever stopped. Saladin, who emerged towards the end of the
11th century and became a turning point in the fate of Jerusalem, managed to
make the people smile, even if for a short time. Of course, this situation did
Dr. Öğr. Üyesi, Erzurum Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü,
[email protected].
*
24
25
ŞARKIN KUTSAL ŞEHRİ KUDÜS’ÜN SELÂHADDÎN EYYÛBÎ TARAFINDAN İSLAM TOPRAKLARINA
KATILMASI
not last long and Jerusalem could not escape suffering great pains again.
When evaluated in this context, the present article focuses on the process
whereby Saladin captured Jerusalem, the sad city of the East, from the Latin
Kingdom and made it a part of the Islamic land.
Keywords: Jerusalem, Saladın, Crusaders, Balian.
Giriş
Tarihte öyle şehirler vardır ki yüzyıllar boyunca birçok mücadelenin
ana nedenidir. Kudüs1 de sahip olduğu dini kimlik dolayısıyla bunlardan biri
olarak karşımıza çıkmaktadır. Kudüs, sadece bir şehir olarak
değerlendirilmekten ziyade ehli kitap olan tüm semâvi dinlerin mensupları
için kutsal kabul edilen bir yer olması hasebiyle ayrıca bir öneme sahiptir.
Siyasi teşekküller tarafından yakılıp yıkılan işkence ve zulümlere şahit olan
Kudüs, dönemin güçlü hükümdarlarından Selâhaddîn Eyyûbî tarafından Latin
Krallığı’nın elinden alınarak İslam topraklarına katılmıştır. Selâhaddîn Eyyûbî
ile kazandığı özgürlüğünü uzun süre devam ettiremeyen şehir, sonrasında
dönemin güçlü siyasi yapıları tarafından ele geçirilmek suretiyle istikrarsız bir
sürece dâhil edilmiştir. Selâhaddîn Eyyûbî, Kudüs’ü ele geçirme ülküsünü,
arkadaşı Kara Sungur’a şu sözlerle anlatmaktadır: Bak Kara Sungur, Biz
Kudüs gibi bir yârin hasretiyle yanan âşıklarız. Ona kavuşuncaya kadar bize
rahat yoktur. Hatta ona kavuşmak bir zorluk ise onu elde tutmak başka bir
Kudüs adı, M.Ö. XIX. ve XVIII. yüzyıllara ait Mısır metinlerinde yer almakta olup yaklaşık
bu yüzyıllara ait olan kayıtlarda Urusalim, Urusilummu, Ursalimmu şeklinde geçmektedir.
Türkçede Kudüs, Arapçada ise el-Kuds adlandırılan Kudüs, Moriya, Yebus, Siyon, Davud’un
şehri olarak da ifade edilmektedir. Adalet yurdu, inananlar şehri, barış şehri, doğruluk şehri,
Tanrı’nın şehri, orduların rabbinin şehri, mukaddes şehir gibi isimler Kitab-ı Mukaddes de yer
almakta olup Yahudilik geleneği icabı şehrin yaklaşık yetmiş farklı ismi olduğu kabul
edilmektedir. Yahudilerin Kudüs’le olan ilişkileri, Kitab-ı Mukaddes’te Yahudilerin kurucu
atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’e dayandırılmaktadır. Kudüs, Lut Gölü’nün çukurda
kalan batı tarafında fay diklikleriyle ayrılmış olan Yahudiye platosunun dalgalı yüzeyinde
kurulmuştur. Bkz; Karen Armstrong, Jerusalem One City Three Faith. Ballantine Books,
United States Of America 1996, s. 3; Salime Leyla Gürkan, İbrâhim’den Ezra’ya İsrâiloğulları
Tarihi, İstanbul 2018, s. 28-33, 58-65; Muammer Gül, “Kudüs ve Tarih İçinde Aldığı İsimler”,
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11/2, Elazığ 2001, s. 305-312; Şemsettin Günaltay,
Yakın Şark, Suriye ve Filistin III, TTK Yayınları, Ankara 1947, s. 53; Ömer Faruk Harman,
“Kudüs”, DİA, C. XXVI, TDV Yayınları, İstanbul 2002, s. 324; Süleyman Doğan, “Dünden
Bugüne Şarkın Hüzünlü Şehri Kudüs-ü Şerif”, APJIR, 2/3, 2018, s. 59.
1
25
Derya COŞKUN
26
zorluktur. Ama aşk ehli bunlara bakmaz, nazlı Kudüs şimdi ne haldedir; hiç
onun güzel yüzünü görüp ona bakabildik mi2?
1.
Kudüs’e Giden Yolda Selâhaddîn Eyyûbî
Selâhaddîn Eyyûbî’nin 575 (1180) yılında Kudüs Krallığı’na karşı
kazanmış olduğu Hıttîn3 zaferi, Kudüs’e giden yolun ilk basamağını
oluşturmaktadır4. Haçlıların gücünü kıran bu zaferin ardından Selâhaddîn
Eyyûbî’nin burada bulunan birçok kaleyi ciddi bir mukavemetle
karşılaşmadan aldığı görülmektedir. Onun bu ilerleyişine bakılacak olursa
hedef artık Kudüs’tür. Kudüs’ün fethine karar verilmesi hususunda bazı
önemli durumlar söz konusudur. Bunlar arasında muhakkak ki ilk sırayı, 1
Muharrem 581 (4 Nisan 1185) tarihinde Kral IV. Baudouin ölmesi ve yerine
altı yaşındaki yeğeni V. Baudouin’in tahta geçmesi yer almaktadır. Olaylar
bununla sınırlı kalmamış çok kısa süre içinde V. Baudouin’in de ölmesi,
Kudüs Krallığı içinde siyasi bir kaosu gündeme getirmiştir. Tüm bu gelişmeler
Selâhaddîn Eyyûbî’nin elini güçlendirmeye yetmiş5, Kudüs’ün Haçlıların
elinden rahatlıkla alınabileceğine olan inancını daha da kuvvetlenmiştir. Zira
Kudüs Krallığı’nın bünyesindeki kuvvetlerin daha önce yapılan mücadelelerde
yorgun düşüp yıpranması Haçlıların gücünü iyice zayıflatmış, Kudüs’ün fethi
için uygun ortam oluşmuştur. Kudüs’ün nüfusundaki orantısız artışın şehri
adeta mülteci barınağı haline getirmesi de Haçlıların aleyhine gelişen başka bir
durumdur. Selâhaddîn Eyyûbî, kutsal değerlere sahip olan Kudüs’ün daha
fazla zarar görmesini engellemek için şehri barışçıl yollarla almak istemiş, bu
amaç doğrultusunda da Haçlı heyeti ile Askalân’da bir görüşme yapmıştır.
Fakat bu görüşme sırasında Selâhaddîn Eyyûbî tüm çabalarına ragmen
Hristiyanları, şehri teslim etmeye ikna edememiştir6. Bu nedenle Selâhaddîn
Eyyûbî uygun ortam oluşur oluşmaz artık harekete geçmesi gerektiğinin
Ebubekir Subaşı, Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyûbî, Mihrabad Yayınları, İstanbul 2009, s. 140.
Hıttîn Savaşı, Haçlılar ve Selâhaddîn Eyyûbî arasında 583 (1187) yılında meydana gelmiş olup
mücadelede Haçlılar, büyük bir mağlubiyete uğramıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz; Işın Demirkent,
“Hittin Zaferi ve Kudüs’ün Müslümanlarca Fethinin Batı’daki Akisleri”, Belleten. LII/205,
1988, s. 1547-1555; Ramazan Şeşen, “Hıttîn Savaşı”, DİA, C. XVIII, TDV Yayınları, İstanbul
1998, s. 165-167.
İbrahim Halil Ulaş, Selâhaddin-i Eyyûbi ve İslam Toprağı, Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi Niğde 2010, s. 101.
Ramazan Şeşen, Selâhaddin Eyyûbî ve Devlet, Çağ Yayınları, İstanbul 1987, s.109.
Işın Demirkent, “Kudüs”, DİA, C. XXVI, TDV Yayınları, Ankara 2002, s. 329-332.
2
3
4
5
6
27
ŞARKIN KUTSAL ŞEHRİ KUDÜS’ÜN SELÂHADDÎN EYYÛBÎ TARAFINDAN İSLAM TOPRAKLARINA
KATILMASI
farkındadır7. Hızlı bir şekilde hazırlıklara başlayan Selâhaddîn Eyyûbî, ilk
olarak Mısır’dan bir donanma getirterek onu hazır halde bekletmiş, Frankların
yolunu keserek de onları saf dışı bırakmıştır. Böylece olması muhtemel
savaşın şartlarını hazır hale getirmiştir8.
Kudüs’ün fethi sırasında Selâhaddîn Eyyûbî’nin karşı karşıya
geldiği kişilerden biri de Balian b. Barzan’dır. Hıttîn Savaşı sonrasında Sûr’da9
mülteci olarak kalan ve Hristiyan halk tarafından oldukça sevilen Balian,
Kudüs’ün fethi öncesi halkı için kaygılanmaya başlamış ve bu mücadelede
halkına destek vermek için Selâhaddîn Eyyûbî tarafından özel bir izin almak
suretiyle Sûr’dan ayrılarak Kudüs’e gitmek istemiştir. Merhametli bir yapıya
sahip olan Selâhaddîn Eyyûbî, Balian’ın bu isteğini geri çevirememiş ve kısa
bir süre için özel şartlar çerçevesinde onun Kudüs’e gitmesine onay vermiştir.
Selâhaddîn Eyyûbî’nin bu şekilde davranmasında hiçbir siyasi ya da sosyal
çıkar söz konusu olmayıp bu davranışının sadece iyi niyetinden kaynaklı
olduğunu savunmak yanlış bir ifade olmaz. Zira Balian, Kudüs’e gittikten
sonra halkın çaresizliğini öne sürerek geri dönemeyeceğini bir mektup
vasıtasıyla Selâhaddîn Eyyûbî’ye bildirmiş10 olmasına rağmen Selâhaddîn
Eyyûbî bu durumu anlayışla karşılamıştır. Düşmanına dahi merhametini
esirgemeyen ve kendisine karşı savaşacağını bile bile ona anlayış gösteren
Selâhaddîn Eyyûbî gibi bir liderin insanî yaklaşımları takdire şayandır.
Balian, Kudüs’e geldikten kısa bir süre sonra halkın ona olan güvenini
boşa çıkarmamak adına hazırlıklara başlamıştır. Gençler arasından savaşma
yeteneği olan kişileri seçerek şövalye ilan eden Balian, böylelikle Haçlı
güçlerine taze kan sağlamaya çalışmıştır. Hristiyanlar cephesinde var olmak ya
da yok olmak arasındaki ince çizgiyi ifade eden bu mücadele, Balian’ın
Ahmet Ağırakça, Selâhaddin Eyyûbi ve Kudüs’ün Yeniden Fethi, Beyan Yayınları, İstanbul
2005, s. 85; Şeşen, Selâhaddin Eyyûbî ve Devlet, s. 114.
İzzeddîn Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Cezerî İbnü’l-Esîr, el Kâmil fit- Târîhi. C. IX. Çev.
Abdülkerim Özaydın-Ahmet Ağırakça, Hikmet Neşriyat, İstanbul 2016, s. 507.
Kuruluşu MÖ 3000’lere kadar dayanan bu şehir, Beyrût’un güneyinde yer almaktadır.
Fenikeliler döneminde Akdeniz sahilindeki stratejik konumu ve limanı sebebiyle önemli bir
ticaret merkezi olan Sûr, Büyük İskender’in istilâsında uğradığı tahribatın ardından MS 64
yılında Roma hâkimiyetine girmiştir. Rivayete göre Hz. Îsâ Sûr’a gitmiş ve havârilerden Aziz
Pavlus burada bir kilise inşa etmiştir. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz Nâsır-ı Hüsrev,
Sefernâme, Trc. Abdülvehap Terzi, İstanbul 1950, s. 23-24; Ebru Altan, “Sûr”, DİA, C.
XXXVII, İstanbul 2009, s. 535-537.
İbnü’l Esîr, el Kâmil fit- Târîhi, C. IX, s. 507; Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, C. II,
Çev. Fikret Işıltan, TTK Yayınları Ankara 1989, s. 388; Ağırakça, Selâhaddin Eyyûbi ve
Kudüs’ün Yeniden Fethi, s. 86-87.
7
8
9
10
27
Derya COŞKUN
28
hazırlıklarını titizlikle yapmasına neden olmuştur11. Zira Balian, bunun bir
ölüm kalım savaşı olacağının fazlasıyla farkındadır. Haçlıların 491 (1098)
yılında yapmış oldukları katliam sonucunda Selâhaddîn Eyyûbî’nin
Müslümanların intikamını almaya ant içtiğini biliyor olmasından kaynaklı, bu
mücadelenin ne gibi ağır sonuçlar getireceğini de tahmin etmektedir.
Yapılacak savaş için maddi arayış içine giren Balian, Mezar Kilisesi’nin
üzerindeki gümüşleri söktürerek12 savaş hazırlığında harcanmak üzere hazır
hale getirmiştir. Balian, Patrik Héraclius’un da kendisine eşlik etmesiyle artık
mücadelenin tek komutanı durumundadır13.
2. Kudüs’ün İslam Topraklarına Katılması
Selâhaddîn Eyyûbî Kudüs’ü fethedeceği sırada şehirde Balian ve Patrik
Héraclius bulunmaktadır. Ordunun Kudüs’e yaklaştığı sırada öncü
birliklerden ayrılarak ilerleyen Emir Cemâleddin, Haçlılar’ın baskınına
uğrayarak şehit düşünce14 büyük gün gelmiş ve Selâhaddîn Eyyûbî, 15 Recep
583 (20 Eylül 1187) tarihinde şehrin önlerinde belirmiştir. Şimdi yapılacak ilk
iş, askerlerin karargâh kurmaları ve mevzilenmelerinin belirlenmesi
meselesidir. Selâhaddîn Eyyûbî’nin askerleri, karargâh kurmak için seçtikleri
yerin güneş ışığını yansıtmasından dolayı uygun bir pozisyona alamamışlarsa
da bu durum onların motivasyonunu bozmamış, askerler yerlerini değiştirmek
suretiyle bu sorunu kısa süre içinde çözüme kavuşturmuşlardır. Korunaklı
surlara sahip olan bölgenin kuzeyine mancınıklar yerleştirilmek suretiyle savaş
başlamış, ilk etapta Kudüs’teki Haçlılar saldırılar düzenlemek suretiyle şehri
savunmaya geçmişlerdir15. Bu strateji, Haçlılara başarı kazandırmak bir yana
Müslümanlar Kudüs önlerine gelerek konakladıklarında, surların üzerlerinde bulunan
adamları görüp korkuya kapılmışlardı. Ayrıca şehrin içinden gelen kalabalık sesler, halkın
sayıca fazla olduğunu ve mücadele etmek için beklediklerini göstermekteydi. Selâhaddîn Eyyûbî
beş gün boyunca şehrin çevresini dolaşmış ve taarruza geçmek için uygun bir yer bulmaya
çalışmıştı. Kudüs halkı da korku ve tedirginlik içindeydi. Zira Kudüs’ün Haçlıların eline geçtiği
sırada Müslüman halka nasıl bir zulüm uyguladıklarını bildiklerinden bunun bir intikamının
olması gerektiğinin de farkındaydılar. Bkz; İbnü’l-Esîr, el Kâmil fit- Târîhi, C. IX, s. 507-508.
Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, C. II, s. 388-389.
Ulaş, Selâhaddin-i Eyyûbi ve İslam Toprağı, s. 102.
Demirkent, “Kudüs”, s. 329-332.
İbnü’l Esîr, el Kâmil fit- Târîhi, C. IX, s. 508-509; İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b.
Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkī eş-Şâfiî Ebü’l-Fidâ’ İbn Kesir,
el–Bidâye ve’n–Nihâye, C. XIII, Çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 2627; Ernoul Kroniği, Haçlı Seferleri Tarihi, Selahaddin Eyyûbî ve Kudüs’ün Fethi, Çev. Ahmet
11
12
13
14
15
29
ŞARKIN KUTSAL ŞEHRİ KUDÜS’ÜN SELÂHADDÎN EYYÛBÎ TARAFINDAN İSLAM TOPRAKLARINA
KATILMASI
dursun Haçlı kuvvetlerinin daha da yıpranmasına, hatta savaşı
kazanamayacaklarına tamamen inanmalarına neden olmuştur. Müslümanlar
kullandıkları oklar vasıtasıyla ahşaptan yapılmış surlara zarar vererek burada
oluşan oyuklardan surları ateşe vermişlerdir. Bu nedenle Balian, Selâhaddîn
Eyyûbî ile görüşmüş ve ondan halkın kılıçtan geçirilmemesi için aman
dilemiştir16. Buna mukabil Selâhaddîn Eyyûbî’nin daha önce Müslümanlara
yapılan kıyımı hatırlatarak onlara aman vermeyeceğini ve katledilen
Müslümanların intikamını alacağını ifade etmesi üzerine Balian, Selâhaddîn
Eyyûbî’ye şu ifadelerle seslenmiştir:
Ey Sultan! İyi bil ki, biz bu şehirde Tanrı’dan başkasının bilemeyeceği
kadar büyük bir kalabalığa sahibiz. Bu topluluk aman almak umuduyla savaşa
ara verdi. Sen diğer şehirlerin halkına aman verdiğin gibi onlara da aman
verirsin zannettiler. Onlar yaşamak istiyorlar ölmek istemiyorlar, fakat
ölümden başka çare olmadığını görürsek, Tanrı’ya yemin ederiz ki
çocuklarımızı ve kadınlarımızı öldürüp mallarımızı ve eşyalarımızı ateşe
veririz. Size bu mallardan istifade ettirmeyiz. Ne bir erkeği ne de bir kadını
esir alamazsınız. Kubbettü’s Sahra’yı, Mescid-i Aksâ’yı tahrip eder daha sonra
esir Müslümanları öldürürüz. Bunların sayısı beş bindir. Sonrada size karşı
saldırıya geçer canını ve kanını müdafaa etmek isteyen insanlar gibi savaşırız.
O zaman öldürülenlerin sayısı kadar adam öldürmedikçe ölmeyiz. Ya
şerefimizle ölür ya da şerefli şekilde muzaffer oluruz .
17
Balian’ın ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Haçlılar, canlarından
başka kaybedecek hiçbir şeyleri olmadığını anladıklarından Selâhaddîn
Eyyûbî'yi esir aldıkları Müslümanları öldürmekle tehdit etmektedirler.
Kaynaklar Kudüs’teki kuvvetlerin yaklaşık 60.00018 olduğunu ifade
etmektedir ki bu sayı zayiat vermeden önceki durumdur. Mücadele sırasında
her iki gurup da ağır zayiatlar verdiğinden bu sayıda ciddi bir azalma söz
konusudur. Balian’ın Selâhaddîn Eyyûbî ile yaptığı görüşme sırasında
Müslümanlar şehre hücum etmeye başlayarak yanlarında getirdikleri
merdivenleri şehrin ana surlarına dayamışlardır. Surların üzerine on-on iki
kadar sancak diken Müslümanlar, lağım açarak surların çöktüğü yerden içeri
Deniz Altunbaş, Kronik Yayınları, İstanbul 2019, s. 169; Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, C.
II, s. 389; Ağırakça, Selâhaddin Eyyûbi ve Kudüs’ün Yeniden Fethi, s. 86-87.
Ernoul Kroniği, Haçlı Seferleri Tarihi, s. 171.
İbnü’l Esîr, el Kâmil fit- Târîhi, C. IX, s. 509.
Gregory (Bar Hebraeus) Abu’l-Farac, Abûl-Farac Tarihi, C. II, Çev. Ömer Rıza Doğrul,
TTK Yayınları, Ankara 1993, s. 444; İbnü’l Esîr, C. IX, s. 509.
16
17
18
29
Derya COŞKUN
30
girmeye çalışmışlardır. Surların üzerinde askerlerini gören Selâhaddîn Eyyûbî,
Balian’a şu cevabı vermiştir: Sancaktarlarım ve askerlerim içeriye girdikten
sonra bana ne diye şehri teslim etmeyi ve sulh yapmayı teklif ediyorsunuz?
Çok geç. Görüyorsunuz ki şehir artık benim. Bu konuşmanın hemen
akabinde surlardan atılan Müslümanları gören ve mücadelenin seyrinin
değişmesi üzerine öfkelenen Selâhaddîn Eyyûbî, Balian’ı yanından
göndererek konuşmak için ertesi gün gelmesini söylemiştir. Balian,
Selâhaddîn Eyyûbî’nin huzuruna ikinci kez geldiğinde Kudüs’teki
Hristiyanların canlarının bağışlanması karşılığında şehri ona teslim edeceğini
bildirmiştir19. Şehrin tam teslimiyeti anlamını taşıyan bu görüşme sonrasında
Selâhaddîn Eyyûbî, onun bu teklifini bazı şartlar öne sürerek kabul etmiştir.
Bu şartlar; erkeklerden on dinar, cinsiyet fark etmeksizin çocuklardan ikişer
dinar, kadınlardan da beşer dinar alınmak suretiyle bu meblağının kırk gün
içinde verilmesi yönündedir20. Öne sürülen bu meblağların ödenmemesi
durumunda, ahalinin köle sıfatıyla tutulacağını21 belirten Selâhaddîn Eyyûbî,
insani kimliğini bir kez daha ön plana çıkarmak suretiyle belirlenen parayı
ödeyemeyecek durumda olan yaklaşık yedi bin kişinin otuz bin dinar ödemesi
karşılığında serbest bırakılmasına karar vermiştir22.
Balian, barış şartlarının belirlenmesinin ardından gelişmeleri bildirmek
için Selâhaddîn’in yanından ayrılmıştır. Balian’ın Selâhaddîn ile yaptığı
anlaşmadan memnuniyet duyan Patrik, Tapınak ve Hospital şövalyeler; şehrin
anahtarını Selâhaddîn Eyyûbî’ye göndermişlerdir23. Böylece Balian, 27 Recep
583 (2 Ekim 1187) tarihinde şehri, Selâhaddîn Eyyûbî’ye teslim etmiştir24.
Ernoul Kroniği, Haçlı Seferleri Tarihi, s. 171-173.
Ernoul Kroniği, Haçlı Seferleri Tarihi, s. 173; Demirkent, “Kudüs”, s. 329-332.
İbnü’l Esîr, el Kâmil fit- Târîhi, C. IX, s. 509-510.
Selâhaddîn Eyyûbî alması gereken yüz bin dinar tutarı tahsil etmiş olsaydı hazinesine ciddi
miktarda para girecekti. Fakat o her zaman olduğu gibi merhametini göstermiş bu paranın
sadece otuz bin liralık kısmını tahsil etmişti. Böylelikle insanların serbest kalarak şehirden
ayrılmalarını sağlamıştı.
Ernoul Kroniği, Haçlı Seferleri Tarihi, s. 176-177.
İbnü’l Esîr, el Kâmil fit- Târîhi, C. IX, s. 507-512; İbn Kesir, el–Bidâye ve’n–Nihâye, C. XIII,
s. 26-31; Abu’l-Farac, Abûl-Farac Tarihi, C. II, s. 444-447; Georgy Ostrogorsky, Bizans Devleti
Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK Yayınları. Ankara 1999, s. 376; Işın Demirkent, “Haçlılar”,
DİA, C. XIV, TDV Yayınları, İstanbul 1996, s. 535-536; P. M. Holt, Haçlılar Çağı 11.
yüzyıldan 1517’ye Yakın Doğu, Çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999,
s. 59; Ağırakça, Selâhaddin Eyyûbi ve Kudüs’ün Yeniden Fethi, s. 23-32; Abdullah Nasıh
Ulvân, Kudüs Fatihi Selâhaddin Eyyûbi, Çev. Mustafa Salih Çakmaklı, Seçkin Yayıncılık,
19
20
21
22
23
24
31
ŞARKIN KUTSAL ŞEHRİ KUDÜS’ÜN SELÂHADDÎN EYYÛBÎ TARAFINDAN İSLAM TOPRAKLARINA
KATILMASI
Yaklaşık yüzyıl boyunca Hristiyan güçler tarafından zulüm ve
adaletsizlik ekseninde idare edilmeye çalışılan Kudüs, artık refah bir döneme
girmiştir. Selâhaddîn Eyyûbî’nin iyi bir strateji izleyerek Ortodoks
Hristiyanlarıyla işbirliği yapması25, başarıyı kaçınılmaz hale getirmiştir. Cuma
günü şehre giren Selâhaddîn Eyyûbî26 ve Müslümanlar, Kubbetü’s-Sahra’nın
üzerindeki altın yaldızlı haçı sökmüşler ve akabinde sevinç çığlıkları atarak bu
başarıyı kutlamışlardır. Sadece Müslümanların değil Hristiyan halkın da
çığlıkları şehirde yankılanmıştır. Aralarındaki tek fark ise onların çığlıklarında
üzüntü ve serzenişin olmasıdır27.
Kurtuluş fidyesini veren Hristiyanlar, güvenlik tedbirleri altında
şehirden çıkarılmışlardır28. Selâhaddîn Eyyûbî onların şehirden çıkartılması
sırasında gereken tüm tedbirleri almış, onların can ve mal güvenliklerini
sağlamıştır. Bu süreçte dul ve yetimlere hazineden hediyeler verilmesi üzerine
çeşitli suistimaller meydana gelmişse de Selâhaddîn Eyyûbî bu duruma
kayıtsız kalmamış, durumdan sorumlu olan kişileri en ağır şekilde
cezalandırmıştır.
Bu anlaşma sürecinde Templier29 ve Hospitalier30 tarikatları kendi
mensuplarını kurtarmak için tek kuruş bile harcamamışlardır. Patrik de
İstanbul 1992, s. 69-74; Aydın Usta, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, Yeditepe Yayınları,
İstanbul 2008, s. 201; Birsel Küçüksipahioğlu, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi (1109– 1187),
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2003, s.
691-692.
Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, C. II, s. 389.
Muammer Gül, XI. ve XIII. Yüzyıllarda Kudüs, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Elâzığ 1997, s. 59-62.
İbnü’l Esîr, el Kâmil fit- Târîhi, C. IX, s. 510-511.
Selâhaddîn Eyyûbî’nin Kudüs halkına karşı merhametli yaklaşımı sayesinde halk hiçbir zarar
görmeksizin şehirden çıkarılmıştı. İslam’ın kaynağı Kur’an-ı Kerim’i rehber edinerek hoşgörülü
bir politika izleyen Selâhaddîn Eyyûbî, Müslümanların öcünü almayı amaçlayarak kindar bir
duruş sergilememiştir. Bkz; İbnü’l Esîr, el Kâmil fit- Târîhi, C. IX, s. 509-512; İbn Kesir, el–
Bidâye ve’n–Nihâye, C. XIII, s. 27-28; Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, C. II, s. 390-393;
Şeşen, Selâhaddin Eyyûbî ve Devlet, s. 116; Holt, Haçlılar Çağı, s. 59.
Templier, XII. yüzyılın başlarında Kudüs’te kralın izniyle kurulmuş bir tarikattır. Kral II.
Baudouin, onlara ikamet etmeleri için Temple (Tapınaklar) mahallesini uygun görmüş bu
nedenle de tarikat adını Temple kelimesinden gelmekte olan Teplier’den almıştır. Bu tarikata
mensup şövalyeler pelerinlerinin üzerine kırmızı kumaştan haç dikmek suretiyle diğer
şövalyelerden ayrılmışlardır. Bkz; Ebru Altan, “Templier ve Hospitalier Şövalye Tarikatlarının
Kuruluşu”, Belleten, C. LXVI. S. 245, 2003, s. 90-91.
Hospitalier, hayır kuruluşu niteliğinde bir tarikat olup XI. yüzyılın sonlarında İtalyan tacirler
tarafından Müslümanlardan alınan özel izin ile Kudüs’ten geçecek yoksul ve hasta hacı
25
26
27
28
29
30
31
Derya COŞKUN
32
sadece on dinar ödeyerek sahip olduğu altın, gümüş ve arabalar dolusu
servetiyle Kudüs’ten ayrılmıştır. Selâhaddîn’in bu insanca davranışı, Kudüs’ü
zapteden Haçlılar’ın vahşetiyle tam bir tezat teşkil etmektedir31.
Templier, Hospitalier ve Balian idaresinde olmak üzere üç gurup
halinde yola çıkan Haçlılardan32 ayrı olarak Ortodoks ve Yakubiler, cizye33
ödemeleri mukabilinde Kudüs’te kalabilmişlerdir. Akka ve Kudüs’ün 583
(1187) yılında fethedilmesinden sonra Hospitalierler sarayının bir kısmı ile
Kudüs’teki Kamame Kilisesi yanındaki Patrikhane, Sofilere ribat olarak
vakfedilmiştir34.
Mi’râc Kandili’ne denk düşen 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü
Selâhaddîn Eyyûbî Kudüs’e girmiştir. Haçlılar’ın 88 yıl önce kana buladıkları
şehirde hiçbir taşkınlık yapılmamasına dikat edilmiştir. Hristiyanlara ait kutsal
yerlerin idaresi, Ortodoks Kilisesi’ne teslim edilmiştir. Bir süre Kudüs’te kalan
Selâhaddîn Eyyûbî, Haçlılar tarafından saray olarak kullanılan Mescid-i
Aksâ’yı camiye çevirmiş ve Templier tarikatının yaptığı değişiklikleri ortadan
kaldırmıştır. Zarar gören surlar ve burçlar tamir ettirilerek çevresine derin
hendekler kazılmıştır. Selâhaddîn Eyyûbî, Kudüs’ün idaresini Fakih Ziyâeddin
Îsâ’ya vermişse de onun 585/1189 yılında ölümüyle yönetime Hüsâmeddin
en-Necmî getirilmiştir. Kudüs’ten ayrılan Haçlılar Sûr, Trablus ve Antakya
civarlarında kümelenmeye devam etmişlerdir. Bu bağlamda Kudüs
adaylarına yardım etmek amacıyla kurulmuştur. Devletin siyasi düzeninden bağımsız olarak
hareket eden ve sadece Papa’ya karşı sorumlu olduğunu düşünen bu tarikatlara mensup
şövalyelerin sayısı iki bin civarındaydı. Onların sembolleri zırhlarının üzerine giydikleri uzun
mantolara işlenmiş beyaz haçtır. Bu kişiler farklı bir amaçla kurulmalarına rağmen sonrasında
Haçlı seferlerinin hepsine katılmışlardır. Bkz; Altan, “Templier ve Hospitalier Şövalye
Tarikatlarının Kuruluşu”, s. 88-89.
Demirkent, “Kudüs”, s. 329-332.
Ernoul Kroniği, Haçlı Seferleri Tarihi, s. 180; Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, C. II, s. 390391.
Cizye, sözlüklerde “kâfi gelmek, karşılığını vermek ve ödemek” olarak geçmekte olup İslam
hukukunda zîmmilere tanınan haklar karşılığında onlardan istenen yükümlülüktür. Ayrıca
Cizye, teori ve uygulamada uzunca bir aşamadan geçtikten sonra son şeklini almıştır. Bkz; B.
Christof Nedkoff, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Cizye (Baş Vergisi)” Belleten, C. VIII/32, 1944,
s. 615; Oktay Özel, Avarız ve Cizye Defterleri”. Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve İstatistik. Ankara
2001, s. 35; Mehmet Erkal, “Cizye”, DİA, C. VIII, TDV Yayınları, İstanbul 1993, s. 42.
31
32
33
Ramazan Şeşen, Selâhaddin Devrinde Eyyûbiler Devleti, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları, İstanbul 1983, s. 265-266.
34
33
ŞARKIN KUTSAL ŞEHRİ KUDÜS’ÜN SELÂHADDÎN EYYÛBÎ TARAFINDAN İSLAM TOPRAKLARINA
KATILMASI
Krallığı’nın bir asır daha Suriye’nin kıyı şehirlerinde Akkâ merkez olmak
üzere varlığını sürdürdüğü görülmektedir35.
Haçlılar’ın Kudüs’ten ayrılmasıyla harekete geçen Selâhaddîn, burada
dua etmeden önce Dımaşk’a haber gönderip dört-beş deve üzerinde tapınağı
yıkamaya yetecek kadar gül suyu getirtmiştir. Tapınak, gelen bu gül sularıyla
yıkandıktan sonra tepesindeki dev haç, yerinden sökülmüş, Müslümanlar yere
düşen haçı Davud Kulesi’ne kadar yerlerde sürüklemek suretiyle
parçalamışlardır. Tapınak ve çevresindeki temizlik işlemleri bittikten sonra
Selâhaddîn Eyyûbî, bu zaferi kendisine bahşettiği için Allah’a dua edip
şükretmiştir. Hristiyanlar şehirden gidene kadar da Kudüs’ten ayrılmamıştır36.
Yüzyıla yakın bir zaman, Haçlı işgal ve hâkimiyetinde kalan Kudüs’ü
onların elinden kurtaran Selâhaddîn Eyyûbî’nin İslam’a olan bağlılığı bu fethin
gerçekleştirilmesini sağlayan en önemli etkendir. O, hükümdar ailesinden
gelmemesine ve saltanatını babasından miras olarak almamasına rağmen,
kendi şahsiyet ve dehasıyla insanların güvenini kazanmayı başarmış önemli bir
kişidir. Halkın ona duyduğu sevgi ve bağlılık onun en yüksek makama
ulaşmasını sağlamıştır37.
Sonuç
Yüzyılların belki de en çilekeş şehridir Kudüs. Birçok dinin var olduğu
kozmopolit yapısından kaynaklı olsa gerek siyasi teşekküllerin gözünde her
zaman değerli bir yer olarak görülmüş, bu nedenle de mücadelelerin ana
merkezi olma kimliğinden bir türlü kurtulamamıştır. Dinsel kimliğiyle tezat
bir kadere sahip olmasından kaynaklı, tarihin hiçbir döneminde dingin ve
huzurlu bir yaşam merkezi olmayı başaramamıştır. Birçok insanın kanının
döküldüğü özellikle Müslümanların tarifsiz acılar yaşadığı bu yüce şehir,
semavî dinlerin merkezi olması nedeniyle dinamik bir yapıya sahiptir.
Kudüs’ün kutsallığı, şehrin tarihini ve kaderini oluşturma hususunda en
önemli etkendir. Yüzyıllar boyunca birçok devletin hâkimiyet kurmak istediği
ve insanlar için hayranlık uyandıran Kudüs, inançların gözünde vazgeçilmez
bir noktada yer almıştır. Tarih boyunca birçok yıkıma da şahitlik eden şehirde
her yıkım görkemli ve daha canlı bir şekilde yeniden dirilişi sağlamıştır.
35
36
37
Demirkent, “Kudüs”, s. 329-332.
Ernoul Kroniği, Haçlı Seferleri Tarihi, s. 183.
Ağırakça, Selâhaddin Eyyûbi ve Kudüs’ün Yeniden Fethi, s. 175.
33
Derya COŞKUN
34
XII. yüzyıl öncesi Haçlıların ana merkezi olarak görülürken yüzyılın
sonlarına doğru Selâhaddîn Eyyûbî tarafından alınan Kudüs, İslam
topraklarına katılmıştır. Bu süreç oldukça sancılı olmuş fakat şartların
Selâhaddîn cephesinde uygun hale gelmesi sonucunda şehir, en az zaiyatla
Haçlı tahakkümü altından kurtarılmıştır. Selâhaddîn’in fethiyle bir süre nefes
almayı başaran Kudüs’un bu durumu uzun sürmemiş, kan yine bu şehrin
kaderinde yerini almıştır.
Kaynakça
ABU’L-FARAC, Gregory (Bar Hebraeus), Abûl-Farac Tarihi, C. II, Çev.
Ömer Rıza Doğrul, TTK Yayınları, Ankara 1993.
AĞIRAKÇA, Ahmet, Selâhaddin Eyyûbi ve Kudüs’ün Yeniden Fethi, Beyan
Yayınları, İstanbul 2005.
ALTAN, Ebru, “Sûr”, DİA, C. XXXVII, İstanbul 2009, ss. 535-537.
----------, “Templier ve Hospitalier Şövalye Tarikatlarının Kuruluşu”, Belleten,
C. LXVI. S. 245, 2003, ss. 87-93.
ARMSTRONG, Karen, Jerusalem One City Three Faith. Ballantine Books,
United States Of America 1996.
DEMİRKENT, Işın, “Haçlılar”, DİA, C. XIV, TDV Yayınları, İstanbul 1996,
ss. 525-546.
----------, “Hittin Zaferi ve Kudüs’ün Müslümanlarca Fethinin Batı’daki
Akisleri”, Belleten. LII/205, 1988, ss. 1547-1555.
----------, “Kudüs”, DİA, C. XXVI, TDV Yayınları, Ankara 2002, ss. 329-332.
DOĞAN, Süleyman, “Dünden Bugüne Şarkın Hüzünlü Şehri Kudüs-ü Şerif”,
APJIR, 2/3, 2018, ss.58-66.
ERKAL, Mehmet, “Cizye”, DİA, C. VIII, TDV Yayınları, İstanbul 1993, ss.
42-45.
ERNOUL KRONİĞİ, Haçlı Seferleri Tarihi, Selahaddin Eyyûbî ve Kudüs’ün
Fethi, Çev. Ahmet Deniz Altunbaş, Kronik Yayınları, İstanbul 2019.
GÜL, Muammer, XI. ve XIII. Yüzyıllarda Kudüs, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Elâzığ 1997.
35
ŞARKIN KUTSAL ŞEHRİ KUDÜS’ÜN SELÂHADDÎN EYYÛBÎ TARAFINDAN İSLAM TOPRAKLARINA
KATILMASI
----------, “Kudüs ve Tarih İçinde Aldığı İsimler”, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, 11/2, Elazığ 2001, ss. 305-312.
GÜNALTAY, Şemsettin, Yakın Şark, Suriye ve Filistin III, TTK Yayınları,
Ankara 1947.
GÜRKAN, Salime Leyla, İbrâhim’den Ezra’ya İsrâiloğulları Tarihi, İstanbul
2018.
HARMAN, Ömer Faruk, “Kudüs”, DİA, C. XXVI, TDV Yayınları, İstanbul
2002, ss. 323-327.
HOLT, P. M., Haçlılar Çağı 11. yüzyıldan 1517’ye Yakın Doğu, Çev. Özden
Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999.
İBNÜ’L-ESÎR, İzzeddîn Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Cezerî, el Kâmil
fit- Târîhi. C. IX. Çev. Abdülkerim Özaydın-Ahmet Ağırakça,
Hikmet Neşriyat, İstanbul 2016.
İBN KESİR, İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr
el-Kaysî el-Kureşî el-Busrâvî ed-Dımaşkī eş-Şâfiî Ebü’l-Fidâ’, el–
Bidâye ve’n–Nihâye, C. XIII, Çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yayıncılık,
İstanbul 2000.
KÜÇÜKSİPAHİOĞLU, Birsel, Trablus Haçlı Kontluğu Tarihi (1109–
1187), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış
Doktora Tezi, İstanbul 2003.
NÂSIR-I HÜSREV, Sefernâme, Trc. Abdülvehap Terzi, İstanbul 1950.
NEDKOFF, B. Christof, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Cizye (Baş Vergisi)”
Belleten, C. VIII/32, 1944, ss. 516-718.
OSTROGORSKY, Georgy, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK
Yayınları. Ankara 1999.
ÖZEL, Oktay, Avarız ve Cizye Defterleri”, Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve
İstatistik. Ankara 2001.
RUNCİMAN, Steven Haçlı Seferleri Tarihi, C. II, Çev. Fikret Işıltan, TTK
Yayınları Ankara 1989.
SUBAŞI, Ebubekir, Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyûbî, Mihrabad Yayınları,
İstanbul 2009.
35
Derya COŞKUN
36
ŞEŞEN, Ramazan Selâhaddin Devrinde Eyyûbiler Devleti,
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1983.
İstanbul
----------, “Hıttîn Savaşı”, DİA, C. XVIII, TDV Yayınları, İstanbul 1998, ss. 165167.
----------, Selâhaddin Eyyûbî ve Devlet, Çağ Yayınları, İstanbul 1987.
ULAŞ, İbrahim Halil, Selâhaddin-i Eyyûbi ve İslam Toprağı, Niğde
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi Niğde 2010.
ULVÂN, Abdullah Nasıh, Kudüs Fatihi Selâhaddin Eyyûbi, Çev. Mustafa
Salih Çakmaklı, Seçkin Yayıncılık, İstanbul 1992.
USTA, Aydın, Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri, Yeditepe Yayınları,
İstanbul 2008.
İRTAD
Sayı: 5, Aralık / December 2020, s. 37-55
İRAN, ANİRAN VE İRANŞEHR KAVRAMLARI ÜZERİNE
FİLİZ TEKER*
Öz: İran sözcüğünün Orta Persçe şekli olan Ērān’ın Proto-İrani bir terim olan
Aryānām’dan türediği ve ēr köküne ān çoğul ekinin getirilmesiyle oluştuğu
kabul edilir. Kökeni Avesta’ya kadar uzanan İran (Ērān) sözcüğüne, ilk kez
Sasani hanedanının kurucusu I. Ardeşir (224-240)’in yazıtlarında ve
sikkelerinde rastlanır. İran (Ērān) teriminin karşıtı olan Aniran (Anērān)
terimi ise I. Şapur (240-272) ile birlikte görünmeye başlamıştır. Yedi iklimden
oluşan bir dünyanın merkezinde durduğu kabul edilen Airyanem Vaejah
(Aryan’ların yayıldığı bölge)’ın bir bakıma halefi olarak İranşehr (Ērānšahr),
tıpkı İran gibi Sasanilerin bir tasarımıydı. İran fikrinin Ahameniş, Helen, Part
hatta Yakın Doğu mirası ile oluşan imparatorluk ideolojisi ile beraber
sentezlendiğini söylemek mümkündür.
Anahtar Kelimeler: İran, İranşehr, Aniran, Ērān, Ērānšahr, Anērān
ON THE CONCEPTS OF IRAN, ANERAN AND IRANSHAHR
Abstract It is accepted Ērān, the Middle Persian version of the word Iran is
derived from the Proto-Iranian term Aryānām and is formed by adding the
plural suffix ān to the root ēr. The word Iran (Ērān), whose root goes back to
Avesta, was first seen on the inscriptions and coins of Ardashir I (224-240),
the founder of the Sassanian dynasty. The term Anērān being the opposite of
the term Iran (Ērān) was started to be seen with Saphur I (240-272). Iranshahr
(Ērānšahr) was the design of Sassanians as the successor of Airyanem Vaejah
(the region where Aryan’s spread) which was accepted to be in the center of a
world having seven climates like Iran. it could be possible to state that the idea
of Iran was synthesized with the imperial ideology formed with the heritage of
Achaemenid, Hellen, Parth and even the Near East.
Keywords: Iran, Ērān, Ērānšahr, Iranshahr, Anērān, Persia
Arş. Gör., Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü, Elazığ,
ORCİD: 0000-0003-4885-6804,
[email protected].
*
37
FİLİZ TEKER
38
Giriş
“İran”, siyasi anlamda günümüzde başkenti Tahran olan bir devletin
adıdır. İsim, sıfat ve coğrafik bir terim olarak da kullanılan “İran” sözcüğünün
sıfat şekli siyasi devlet sınırlarından bağımsız olarak etnolinguistik, kültürel ve
jeokültürel bir tanımlayıcı olarak da kullanılmaktadır1.
İran sözcüğünün, Batı literatüründe çoğu zaman Persia ile eş anlamlı
olarak kullanıldığı görülmektedir. Bunun nedeni, Ahamenişlerin ortaya çıktığı
Persis’ten hareketle antik Grek yazarlarının bu bölgeye Persia ismini
vermeleridir. Eski dönemlerde bu eş anlamlı kullanım daha yaygın olsa da
günümüzde başta İngilizce olmak üzere diğer Avrupa dillerinde de devam
etmektedir. Ancak Persia ile İran’ın karşıladığı anlam aynı değildir. Kimi
bilimsel çevreler bu terimlere farklı anlamlar yüklemektedir. Buna göre;
Persia, sahip olduğu siyasi sınırlarla bugünkü resmi adıyla “İran İslam
Cumhuriyeti” olarak bilinen ülkedir. İran ise dil ve kültür olarak “İranlı” olan
daha geniş toprakları kapsar2.
İran hükümeti, 1934 yılında aldığı bir kararla ülkesinin ismini “İran”
olarak değiştirmiş ve diplomatik ilişkilerde olduğu ülkelerden kendisini
Farsça kökene sahip olan “İran” adı ile nitelendirmesini istemiştir. Birçok
İranlı düşünür, bunun yanlış bir karar olduğunu belirtmiştir. Onlara göre, İran
isminin benimsenmesi ülkenin kültür itibarını zedelemiştir; çünkü “Pers/Fars”
adı ülkenin kültürel itibarını vurgulayan bir dizi kavramla nitelendirilir:
Pers/Fars halısı, Pers/Fars minyatürü, Pers/Fars edebiyatı… Ve yine onlara
göre, “İran” adı bu kültürel birliklerin hiçbirine sahip olmamasının yanı sıra
Farsça dışındaki dillerde geçmişi veya kendine özgü kültürü olmayan bir
ülkeyi ifade eden “kısır” bir kelimedir. Bu yükselen itirazlar, 1959’da tekrar
eski isme dönülmesi için harekete geçilmesine neden oldu ise de o zamana
kadar “İran” ismi yerleşmiş olduğundan bu geçiş pratikte mümkün
Multiple Authors, “Iran”, Encyclopaedia Iranica, Online Edition, Originally Published:
December 15, 2004, Last Updated: March 29, 2012, This article is available in print. Vol. XIII,
Fasc. 2, pp. 204-224 and Vol. XIII, Fasc. 3, pp. 225-336 and Vol. XIII, Fasc. 4, pp. 226,
https://www.iranicaonline.org/articles/iran, erişim tarihi: 10.10.2020.
2
Richard Nelson Frye, Persia, Schocken Books, New York 1969, s.13.
1
İRAN, ANİRAN VE İRANŞEHR KAVRAMLARI ÜZERİNE
39
olamamıştır. Sonuçta, her iki isim de kullanılmaya başlanmıştır; ama
kavramsal olarak bu iki ismin birbirlerini karşılamadıkları açıktır3.
“İran” sözcüğünün günümüzde “İran” olarak adlandırılan devleti
tanımlayan bir ad haline gelene kadar geçirdiği gelişim aşamalarını ve tarihsel
yolculuğunu incelemek, sözcüğün bir devlet adından bağımsız olarak
değerlendirilebilmesi için gereklidir. Bu nedenle, çalışmamız İran (Ērān) adı
ve kavramının anlaşılabilmesi için gerekli görülen Aniran (Anērān) ve
İranşehr (Ērānšahr) kavramlarını da tarihi olarak ele almayı ve böylelikle her
dönemde kullanılagelen, yer yer farklı algılanan ve üzerinde sıkça düşünülen
bu sözcüklerin kavramsal çerçevesinin anlaşılması için katkı sağlamayı
amaçlamaktadır.
1.İRAN (ĒRĀN)
İran (Orta Persçe ʾyrʾn /ērān, Partça ʾryʾn /aryān ) sözcüğünün Protoİrani bir terim olan Aryānām’dan gentilic (demonym)4 ēr’ in çoğul şekli
olarak türediği kabul edilir5. İlk kez Sasani hanedanının kurucusu I. Ardeşir
(224-240)’in unvanlarında ve ardından sikkelerinde karşımıza çıkan İran
(Ērān) isminin kökeninin tarihsel olarak bu coğrafyaya hakim olan Aryan
kavimlerinden geldiği bu sahada araştırma yapan çevrelerce benimsenen bir
görüştür. Aryan adı, Aryan dillerini konuşan antik Hint ve İran halkını
tanımlayan bir sözcük olarak Aryan ülkelerinde yaşayan Non-Aryan halkların
karşıtı olarak kullanılmıştır6. Ahameniş yazıtlarında ve Zerdüşt Avesta
geleneğinde kullanılan etnik bir sıfat olan Arya terimi ise An-airya (Non-Arya)
dış dünyasıyla tezat oluşturarak bir etnik grubun üyelerinin Avesta’daki
3
Ehsan Yarshater, “Communication”, Iranian Studies Vol. 22, No. 1, Taylor & Francis,
London 1989, s. 62-64.
4
Demonym, antik Grekçe “halk, kabile” anlamındaki δῆμος, dêmos’tan ve “ad” anlamındaki
ὄνυμα, ónuma,’dan türemiş bir terimdir. Gentilic ise Latince gentilis/gens ’ten türemiş klan
anlamındaki bir kelimedir. Demonym/Gentilic isimler genellikle yer adlarından türerler ve
oradaki yerli halka isim olarak verilirler. Geniş bilgi için bknz: Michael Roberts, “The
Semantics Demonyms in English”, The Semantics of Nouns, Oxford University Press, Oxford
2017, s. 205-220.
5
D. N. MacKenzie, “Ērān, Ērānšahr”, Encyclopaedia Iranica, Online Edition, Originally
Published: December 15, 1998, Last Updated: December 15, 2011. This article is available in
print. Vol. VIII, Fasc. 5, p. 534 , https://iranicaonline.org/articles/eran-eransah, erişim tarihi:
30.08.2020.
6
R. Schmitt, “Aryans”, Encyclopaedia Iranica, Online Edition, Originally Published: December
15, 1987, Last Updated: August 16, 2011. This article is available in print. Vol. II, Fasc. 7, pp.
684-687, https://www.iranicaonline.org/articles/aryans, erişim tarihi: 20.07.2020.
39
FİLİZ TEKER
40
kullanımıdır7. Aryan yaklaşık olarak “soylu”, “asil” anlamına gelen; ikinci
milenyumun sonunda ve birinci milenyumun başında Ganj ve Fırat nehirleri
arasına göç eden Doğu Hint-Avrupa dilleri ya da lehçeleri konuşan halkın
genel bir tanımı olarak kabul edilir8. Aryan’lar İran coğrafyasından kalan en
eski yazılı metin olan Avesta’ya göre, Airyanem Vaejah9 (İranvic) olarak
adlandırılan bölgeden gelmektedirler10. Avesta’nın 21 Nosk’undan biri olan
Vendidad (Vendīdād)11da İranvic ile ilgili Soğd/Soğdia, Merv, Belh, Nisa,
Herat gibi yer isimleri geçmektedir12. Bu alanda çalışan birçok araştırmacı,
Vendidad (Vendīdād)’daki yer isimlerine bakarak İranlıların yayılma
bölgesinin (yurdunun) yani Airyanem Vaejah (İranvic)’ın Harezm olduğu
görüşündedir. Oysaki Zerdüşt geleneğinde Harezm’in yeri kesin olarak belli
değildir13. Ama yine de İranlıların atalarının o topraklar üzerinde yaşadığına
dair derin bir inancı vardır. Bu inanç, onların bu topraklardaki muazzam
mirası sahiplenmelerine neden olmaktadır14.
İran (Ērān) sözcüğünün ilk kez geçtiği yazıt olan Nakş-ı Rüstem’deki I.
Ardeşir’in üç dilli yazıtı şu şekildedir: Orta Persçe: ʾrtḥštr MLKʾn MLKʾ ʾyrʾn
15
, Partça: MLKYN MLKʾ ʾryʾn 16. I. Ardeşir’in oğlu I. Şapur (240-272)
kendisinden Orta Persçe MLKʾn MLKʾ ʾyrʾn Wʾnyrʾn17, Partça MLKYN
H. W. Bailey, “Arya”, Encyclopaedia Iranica, Online Edition, Originally Published:
December 15, 1987, Last Updated: August 15, 2011. This article is available in print. Vol. II,
Fasc. 7, pp. 681-683, https://iranicaonline.org/articles/arya-an-ethnic-epithet, erişim tarihi:
20.07.2020.
8
Richard Nelson Frye, The Heritage of Persia, Mazda Publishers, California 2004, s.2.
9
aryānām waiǰah > airyanəm vaēǰō > ērānwēz > irānwēj
10
Muhammed R. Hafeziniya, İran Jeopolitiği ve Siyasi Coğrafyası, İraniyat Yayınları, Ankara
2017, s. 21.
11
William W. Malandra, “Vendīdād I. Survey of The History and Contents of The Text”,
Encyclopaedia Iranica, Online Edition, Originally Published: January 1, 2000, Last Updated:
September 5, 2006, https://iranicaonline.org/articles/vendidad, erişim tarihi: 04.08.2020.
12
Ceyms Darmesettar, Mecmua-yı Kavanin-i Zerdüşt (Vendidad- ı Avesta), Motercim Doktor
Musa Cevan, Donya-yı Kitab, Peyk-e İran, Tehran 1386/2008, s. 57.
Richard Nelson Frye, The History of Ancient Iran, C. H. Beck’sche Verlagsbuchhandlung,
Germany 1984, s.61.
Jan-Pol' Ru, İstoriya Irana i İrantsev, Ot İstokov do Nashih Dney, Perevod s Frantsuzskogo.
Nekrasov M. Yu., izdatel’stvo , Yevraziya, Sankt-Petersburg 2015. s.13-15.
Ardašīr šāhān šāh ērān
Ardašīr šāhān šāh aryān
šāhān šāh ērān ud anērān
7
13
14
15
16
17
İRAN, ANİRAN VE İRANŞEHR KAVRAMLARI ÜZERİNE
41
MLKʾ ʾryʾn Wʾn(y)ʾryʾn diye bahsetmiştir. Bu yazıtlarda geçen İran (Ērān)
18
sözcüğünün coğrafi bir kavram olarak anlaşılmış olduğu gerçeğini ilk kez
Zerdüşt kutsal metinlerine dayanan ayrıntılı bir kozmogoni ve kozmografi
içeren “ilk yaratılış” anlamına gelen; ama içeriği onunla sınırlı olmayan
Bundaşin (Bundahišn)’19de ve ērānag sıfatının oluşumunda görmekteyiz. Bu
kavramsal çerçeveden bakıldığında; İran (Ērān, Ērān zamīn, šahr-e Ērān)
sözcüğünün “İranlıların toprağı/ülkesi”, İrani (Ērānī) sözcüğünün ise “onun
sakinleri” anlamında kullanıldığı söylenebilir20. Yine buna paralel olarak, İran
(Ērān) sözcüğünün ayrıca sıfat olarak ērih ve onun zıt anlamlısı Grekçe
“barbar” (βάρβαρος) algısına eşdeğer olabilen an-ērih şeklinde de
kullanıldığını tespit etmek mümkündür21.
Nakş-ı Rüstem’de bulunan bir kaya kabartmasında Sasani hanedanının
kurucusu I. Ardeşir Part kralını yenmiş bir şekilde atının üstünde dururken,
Ahura Mazda ise atı ile Ehrimen’i ezerken tasvir edilir. Bu kaya
kabartmasında I. Ardeşir, Ahura Mazda ile karşı karşıyadır ve Ahura Mazda I.
Ardeşir’e hakimiyet sembolünü vermektedir. Buradaki kişilerin kimliği
hakkında hiçbir şüphe yoktur; ancak verilmek istenen mesajın önemi her
zaman doğru anlaşılamamıştır22. Tasvirden anlaşıldığı kadarıyla; Ardeşir, İran
(Ērān) ve İranşehr (Ērānšahr)’i yönetmek için Tanrı tarafından tayin
edildiğine inanmakta ve başkalarının da buna inanmasını istemektedir. Bu,
erken Sasani krallarının başlattıkları siyasi düzenin İranşehr (Ērānšahr) olarak
adlandırılması ve İran (Ērān) kavramının ortaya çıkarılmasının başlangıcını
yansıtması açısından son derece önemlidir. Kabartmanın bize dolaylı olarak
gösterdiği (I. Ardeşir’in yazıtında ise direkt olarak görebileceğimiz) bir başka
özellik ise bu hanedanlığın, oluşturdukları siyasi yapıyı “Sasaniler” den ziyade
“İranlılar” olarak adlandırmasıdır ve bu, her şeyden önce siyasi düşüncedeki
bir yeniliğin altını çizmektedir. Artık Avesta’da yer alan, Aryan’ların ülkesi
anlamına gelen ve ilk kez I. Ardeşir’ in bu bölge için kullandığı İran (Ērān)
adı İranşehr (Ērānšahr) adı ile birlikte Sasanilerin hüküm sürdüğü bölgeye
aktarılmıştır.
šāhān šāh aryān ud anaryān
Bundeheş, Motercim Fernebag Dadegi, Enteşarat- i Tus, Tehran 1395/2017, s. 5.
MacKenzie, “a.g.m.”, https://iranicaonline.org/articles/eran-eransah, erişim tarihi: 30.08.2020.
Touraj Daryaee, Sasanian Persia The Rise and Fall of An Empire, I. B. Tauris, LondonNew York 2009, s. 5.
Bruno Overlaet, “And Man Created God? Kings, Priestes and Gods on Sasanian Investiture
Reliefs”, Iranica Antiqua, Vol. XLVIII, Peeters Publishers, Belgium 2013, s. 313-314.
18
19
20
21
22
41
FİLİZ TEKER
42
I. Ardeşir’in bir Avesta çağı kavramı olan “İran”ı bir tasarı şekline
dönüştürerek hüküm sürdüğü bölgeye aktarmasının nedenini, klasik tarihçiler
gibi onun Ahamenişlerin topraklarını geri almaya çalışması olarak
gösterebiliriz; ancak klasik tarihçilerin düşüncelerine paralel şekilde
düşünmek pek doğru görünmemektedir. Çünkü İranşehr sözcüğünün anlamı
siyasi bir alanda değil belirli bir bölgenin siyasi kavramlarının ortaya çıkmasına
neden olan dini bir alanda (Avesta’da) mevcuttur23. Her şeyden önce, İran (Ēr)
terimi Zerdüştlüğün iyilik tanrısı Ahura Mazda’nın kötü Ehrimen ile
mücadelesini destekleyen bir tarihi çağrıştırmaktadır. Avesta geleneğine uygun
olarak İranlılar dünyanın merkezinde (İranvic’te) Sasanilerin Orta Asya’dan
İran’a taşıdığı Zerdüşt’ün kendi yurdunda sakindiler. Yedi iklimden oluşan bir
dünyanın merkezinde İranvic’ in halefi konumunda İranşehr yer almaktaydı ve
yine Zerdüşt geleneğine göre dünya çapında siyasi gücün dağılımını
denetleyen hakim kral olarak “İranşehr” in yöneticileri bulunmaktaydı24. Buna
göre, sonradan siyasi ya da coğrafi anlamlar yüklense de İran sözcüğünün
temelinde dini bir algının olduğu açıkça görülmektedir. Kökeni Avesta’ya
kadar uzanan ve dini bir temel üzerine inşa edilen İran kavramının Sasanilerin
bir icadı olduğunu söylemekten ziyade tarihi süreci göz önüne alarak bu
kavramın Sasaniler tarafından yeniden keşfedildiğini söylemek daha doğru
olacaktır. Elbette sonraki süreçlerde sözcüğün karşıladığı anlamın her daim
“dini” bir algı ile devam etmediğini de unutmamak gerekir.
Sasanilerin neden tarihlerinde Ahameniş, Part gibi siyasi yapılar varken
Avesta çağına kadar gidip oradaki bazı kavramları canlandırdıkları
sorgulanmaya değerdir. Bu sorgulamanın yapılabilmesi için de ilk önce
Sasanilerin tarihi hafızalarında Ahamenişlerin yer edip etmediğinin ve İran
kavramının Ahamenişlerde en azından bir fikir olarak bulunup
bulunmadığının üzerinde durmak gerekir. Bu, Sasanilerin neden Avesta çağı
kadar geriden gelen bir kavramı canlandırdıklarının ortaya çıkarılmasında
yardımcı olacak ve dolayısıyla “İran” teriminin kullanılmasının bilinçli bir
tercih mi yoksa “milli bir gelenek” mi olduğunun anlaşılmasını sağlayacaktır.
İran adının gerçekte Avesta döneminde ortaya çıkan ve Sasanilere kadar gayri
resmi bir şekilde devam eden ve Sasanilerle resmi bir nitelik kazanan “milli”
bir varoluşu yansıttığı kimi çevrelerce kabul edilen bir görüştür. Oysa
Sasanilerin kendilerinden önceki devletlerle özellikle Ahamenişlerle bağını
T. Daryaee, Sasanian Persia The Rise and Fall of An Empire, s. 5.
Richard Payne, “Cosmology and The Expansian of The Iranian Empire, 502-628 CE”, Past &
Present, Volume 220, Issue 1, Oxford Academic, U.K. 2013, s.4.
23
24
43
İRAN, ANİRAN VE İRANŞEHR KAVRAMLARI ÜZERİNE
kestiğini kesin olarak söyleyebiliriz. Böyle bir durumda da “milli” bir
varoluşun devamından bahsetmek mümkün görünmemektedir. Sasanilerin
Ahamenişlerle bağını kesmesinin sebebi olarak hafızalarında Ahamenişler gibi
büyük bir siyasi yapının olmamasının gösterilmesi doğru değildir; çünkü her iki
devletin de Fars eyaletinde ortaya çıktığını ve aynı yerlerde bazı arkeolojik
eserlerinin bulunduğunu düşündüğümüzde böyle bir hatırlamamanın olasılık
dahilinde olmadığı görülecektir. Bunun dışında, Ahamenişler gibi çok geniş
bir bölgeye hükmetmiş bir devletin kaynaklarda ve toplum hafızasında
bulunan bilgilerinden Sasanilerin habersiz olması da akla yatkın değildir. O
halde tam da bu noktada sorgulamayı hem Sasanilerin neden Ahamenişlerle
bağını kesip bir Avesta çağı kavramı olan İran’ı dirilttikleri hem de Ahameniş,
Part gibi devletlerde neden “İran” adının kullanılmadığı şeklinde iki yönlü
olarak yapmak gerekmektedir.
Sasani resmi kayıtlarında birkaç istisna dışında Ahameniş
hükümdarlarının adına rastlanmadığı gibi Ahamenişlerle ilgili bilgiye de
rastlanmaz. Sasanilerin Ahamenişlerle ilgili bu kadar sessiz kalmasına karşın
Sasani döneminin kendi resmi kayıtları dışındaki kaynaklar Sasanilerin
Ahamenişleri hatırladığını ve hatta Pers İmparatorluğunu yeniden
canlandırmak istediklerini yazmaktadır25. Ortada bir çelişki olduğu aşikardır.
Temelde VI. asrın sonlarına doğru yazıya geçirilmiş olduğu düşünülen ve
Pers ulusal tarihinin bir parçası olan Hudayname (Xwadāy-Nāmag)’26nin
destansı bir şekli olan Şehname ve diğer Orta Persçe kaynaklar ilim
çevrelerince İran gelenekselliğini yansıtması bakımından güvenilir kabul
edilmektedir. Bunların Pişdadiler (Pišdādiān) ve Kayanilerden (Kayāniān)
bahsederken Ahamenişlerden bahsetmediği görülmektedir. Bu, açıkça Sasani
tarih yazımında Ahamenişlerden vazgeçildiğini göstermektedir. Sasanilerin IV.
yy sikkelerinden anlaşıldığı üzere, Sasaniler belirtilen dönemde ilahi soydan
Avestan Kayani soyuna kaymaya başlamışlardır. IV. yy’ın sonu ile V. yy’ın
başında Sasanilerin unvanlarında da bir değişiklik olduğunu ve “kay” unvanını
kullanmaya başladıklarını görüyoruz. Bu değişikliğin neden olduğu üzerinde
düşünüldüğünde özellikle köken mitlerine temellenen kolektif bir hafıza
oluşturma isteği akla gelmektedir. Muhtemelen bu kolektif hafızaya aktarılan
Avesta zamanından gelen bir “İran” fikridir. Bütün bu değişiklikler ve
“kayma”lar aslında Sasaniler tarafından bilinçli bir yönlendirme yapıldığının
Ehsan Yarshater, “Were the Sasanians Heirs to the Achaemenids?”, La Persia nel Medioevo,
Accademia Nazionale dei Lincei, Roma 1971, s. 519.
Jaakko Hämeen-Anttila, Khwadāynāmag The Middle Persian Book of Kings, Brill, Leiden
25
26
2018, s.2.
43
FİLİZ TEKER
44
işareti olarak kabul edilebilir. Bu yönlendirmenin neticesinde doğal olarak
hafıza tarihten uzaklaşmakta ve geçmiş ile tarih ayrışmaktadır. İşte tüm bu
Zerdüşt kolektif hafızası, Sasanileri klasik tarih yazımından da uzaklaştırmıştır.
Aslen bir İranlı olan ve günümüzde Sasani tarihi alanında çalışan en yetkin
isimlerden biri olan Touraj Daryaee’ ye göre, Avesta’da hatırası olmayan
Ahamenişlerin Sasani hafızasından çıkarılması bilinçli bir seçim olabilir27. Pers
arkeolojisi uzmanı A. Shapur Shahbazi ise Sasanilerin Ahamenişleri tanıdığını
ve II. Şapur (309-379) ile birlikte Kayanilere doğru bir kayma olduğunu
savunur.28 Shahbazi’ nin belirttiği dönem aslında İran’ın doğusunda yeniden
Turanlıların akınlar yaptığı zamanlardır. Sasanilerin özellikle V. yy’da böyle
bir kayma yaşamasının nedeni kanaatimizce İran’ın yeniden Turan akınlarıyla
karşılaşması sonucu kolektif hafızalarında yer alan İran-Turan mücadelelerinin
canlanmasıdır. Unvanlarda yapılan değişiklikler bize eski dönemlerde
Turanlılarla yapılan mücadeleler sırasında İran hükümdarlarının kullandığı
unvanlara bir dönüş yapıldığını göstermektedir.
Bu durum, akla hemen ‘O halde Sasaniler kimin mirasçısıdır?’,
sorusunu getirmektedir. Bu sorunun cevaplanmasını kolaylaştıran önemli bir
bilgiyi bize Sasanilerin önemli bir devlet adamı olan Tenser’in Taberistan
hükümdarına yazdığı bir mektup olan Name-ye Tansar (Tansar Nāmag)
vermektedir. Name-ye Tansar’a göre Zerdüştlüğü koruyan geleneksel
hükümdarlar Avesta’da ve Orta Pers yazınında Keyand Vishtaspa ve Ardeşir
olarak adlandırılmaktadır29. Bu bilgi bize Sasanilerin Kayanilerle bir bağlantı
kurmaya çalıştığını hatta İran halkının kolektif hafızasında bu şekilde prestij ve
meşruiyet kazanmaya çalıştığını açıkça göstermektedir.
İran adının “resmi” olarak ne zaman ortaya çıktığı konusunda İran
tarihi uzmanları arasında hiçbir fikir ayrılığı yaşanmazken “İran fikri”nin
ortaya çıktığı dönem konusunda bir fikir birliği yoktur. A. Shapur Shahbazi,
ulusal bir devlet olarak İran fikrinin Sasanilerden daha önce ortaya çıktığı
görüşündedir ve Avesta dönemini bir İran (Aryan) İmparatorluğu olarak ele
alır. İran dinleri konusunda uzman olan İtalyan tarihçi Gherardo Gnoli ise
Touraj Daryaee, “Memory and History: The Construction of the Past in Late Antique
Persia”, Name-ye Iran-e Bastan, : The International Journal of Ancient Iranian Studies, Vol. 1,
No. 2, Irvine 2001, s.10-13.
A. Shapur Shahbazi, “Early Sasanians’ Claim to Achaemenid Heritage”, Name-ye Iran-e
Bastan:The International Journal of Ancient Iranian Studies, Vol. 1,No. 1, Irvine 2001, s.69.
M. Boyce, The Letter of Tansar, Instituto Italiano per il Medio ed Estremo Oriente, Rome
1968, s. 62.
27
28
29
45
İRAN, ANİRAN VE İRANŞEHR KAVRAMLARI ÜZERİNE
Ahamenişlerin ve Partların resmi devlet adlarında “İran” sözcüğünün
olmamasından dolayı Sasani hanedanının İran fikrini yeniden keşfettiğini
savunur30. Gnoli’ nin ortaya attığı tez yüz yılı aşkın bir süre önce Paulus Cassel
tarafından dile getirilmiştir. Hatta Cassel, Friederich Spiegel’in Eranische
Altertumskunde isimli “İran” adını içeren ve antik dönemi kapsayan eserini
şiddetle eleştirmiştir. Cassel’ e göre, klasik ve İbranice kaynaklarda tüm
Ahameniş dönemi boyunca “İran” adı zikredilmemiştir ve eğer Med ya da
Pers devletinin resmi adı “İran” olsaydı bunu kaynaklardan öğrenmek
mümkün olurdu31. Bu nedenle, Cassel “İran” adının Sasani dönemi dışındaki
eski dönemler için kullanılmasının doğru olmadığını savunmuştur. Pers
İmparatorluğu alanında uzman olan Alman tarihçi Josef Wiesehöfer,
Ahameniş İmparatorluğunun kökeninin Persis ile olduğu kadar Aryan etnik
ve kültürel topluluğuyla da bağlantılı olduğunu ifade etmektedir32. İsveç asıllı
Amerikan tarihçi Richard Nelson Frye, çok geniş bölgelere yayılmış olan
Ahameniş İmparatorluğunda Aryānām xšaθram (Aryan’ların ülkesi/krallığı)
terimine hiçbir kaynakta rastlanmadığı için bu terimin yaygın olarak
kullanılmadığını ve Ahamenişler gibi büyük bir İmparatorluğun Aryan
İmparatorluğu olarak adlandırılamayacağını; ama böyle bir adlandırmanın
olmamasının da bu terimin Ahamenişlerde olmadığı anlamına gelemeyeceğini
savunur33.Gnoli de böyle etnik bir tanımlamanın (Aryānām xšaθram)
kraliyetin hakimiyet alanını sınırlandırabileceği için kullanılmadığı
görüşündedir. Shahbazi, daha önce de belirttiğimiz gibi Avesta’da anlatılan
toplumun ulusal bir imparatorluk olduğunu savunarak xšaθra teriminin daha
sonra Aryānšatra > Ērānšahr > İran olarak İran ideolojisine girdiğini
düşünmektedir34.
Helenistik dönemin yöneticisi Büyük İskender, Aryānām xšaθram gibi
bir terimin varlığına izin vermemiştir. Bu nedenle, İskender'in fethini takiben
Helenistik yazarlar sadece Ariyān terimini kullanmış ve bu dönemde Ariyān
coğrafik bir terime dönüşmüştür. Part/Arşakların ise kendilerinden önceki
Gherardo Gnoli, The Idea of Iran, An Essay on its Origin, Istituto Italiano per il Medio ed
Estremo Oriente, Roma 1989, s. 175.
A.Shapur Shahbazi, “ The History of the Idea of Iran”, Birth of The Persian Empire Vol I
The Idea of Iran, Ed. Vesta Sarkhosh Curtis Sarah Stewart, I.B.Tauris & Co Ltd., LondonNew York 2005, s. 100.
Josef Wiesehöfer, “The Achaemenid Empires” The Dynamics of the Ancient Empires: State
Power from Assyria to Byzantium, Ed. By an Morris and Walter Scheidel, Oxford University
Press, Oxford 2009, s. 88.
R. N. Frye, The Heritage of Persia, s.3.
A. S. Shahbazi, “The History of the Idea of Iran” , s.103-104.
30
31
32
33
34
45
FİLİZ TEKER
46
tarihin farkında olduklarını göstermesi açısından Ahamenişlerin unvanlarını
kullanmaları önemlidir35. Partların bu kolektif hafızaya sahip olduğunun kanıtı
olarak çoğu zaman ülkeleri ve ülkelerinin çevresi için İranşehr (Ērānšahr)
adını kullanmaları ve başkenti Aparşehr/Abarşehr (Abaršahr) olan Nişabur
(Nišāpūr)’un sık sık İranşehr olarak adlandırılması gösterilir. Esasında bu
konuda tam bir görüş birliği yoktur. Bazı uzmanlar Abarşehr/Aparşehr’in
İranşehr sözcüğünün bozulmuş şekli olduğuna kesinlikle karşı çıkmaktadır.
Siyasi bir kavram olarak “İran”ın Sasanilerin çöküşüyle beraber ortadan
kaybolduğu genel olarak kabul edilen bir görüştür. Sonraki süreçte Firdevsi
gibi İslam coğrafyacıları ve tarihçileri de bu kavramı Sasani İmparatorluğunu
nitelemek için kullanmışlardır. İlhanlıların bir süre sonra ilk kez İran resmi
adını yeniden kullandığını ve XIX. yy’a kadar da bu siyasi kullanımın devam
ettiğini söylemek mümkündür36. Saffariler, Samaniler, Büveyhiler, Selçuklular
ve onların halefleri zamanında İran adı kayıtlarda yer almazken Safeviler
zamanında “Memalik-i İran” olarak belki de İranşehr’e karşılık gelen bir İran
adı kullanılmaya başlanmıştır37.
“İran” sözcüğünün tarihi süreçteki gelişimi ve değişimi bu sözcüğün
kavramsal çerçevesinin oluşturulmasını her ne kadar zorlaştırsa da ortaya
çıktığı dönemde sözcüğün etnolinguistik, Avesta çağında ise dini bir algıyı
yansıttığını söylemek mümkündür. Ancak sonraki süreçte bu sözcük
etnolinguistik ve hatta dini anlamdan ziyade siyasi, coğrafik ve kültürel
anlamlar kazanmıştır. İran sözcüğünün tarihsel süreç içerisinde gelişim ve
değişimine uygun olarak kullanılması gerekmektedir. Günümüzde genellikle
siyasi (bir devletin adı olduğu için) ve coğrafik anlamda kullanılan “İran”
sözcüğü aslında kültürel ve jeokültürel bir anlamı ifade etmektedir.
2. ANİRAN (ANĒRĀN)
Zerdüştlüğün ve İran (Ērān)’ın düşmanını nitelemek için kullanılan
Orta Persçe etnolinguistik bir terim olan Aniran (Anērān), etimolojik olarak
ēr /ir sözcük kökünün negatif ön ekli çoğul bir biçimdir. Anlam olarak İran
(Ērān)’ ın zıttıdır ve tıpkı İran (Ērān) sözcüğü gibi Aniran (Anērān) sözcüğü de
Avesta’da geçmektedir. Aniran, İranlı olmayan krallıkların xᵛarnah (ilahi
Touraj Daryaee, “National History or Keyanid History? :The Nature of Sasanid Zoroastrian
Historiography”, Iranian Studies, Volume 28, Numbers 3-4, Summer/Fall 1995, s.131.
Josef Wiesehöfer, Ancient Persia, Translated by Azizeh Azodi, I. B. Tauris Publishers,
London-New York, 2014, s. XII.
A. S. Shahbazi, “ The History of the Idea of Iran”, s.108.
35
36
37
47
İRAN, ANİRAN VE İRANŞEHR KAVRAMLARI ÜZERİNE
krallık alameti) tarafından yok edilmesine gönderme yapar38. Aniran sözcüğü,
Avesta’dan sonra Sasaniler döneminde I. Şapur’un Kabe-yi Zerdüşt’teki
yazıtında, sikkelerde ve bir mühür üzerinde yeniden karşımıza çıkmaktadır. I.
Şapur’ un unvanı, yönetimi sırasında “İranlı olmayanları” da hakimiyeti altına
almasıyla šāhān šāh ērān ud anērān olarak değişiklik göstermiştir.
İran ve Aniran’a Sasanilerin gözünde hangi bölgelerin dahil olduğunu
belirlemek aslında oldukça güçtür. Çünkü hangi toprakların İran’ın bir parçası
olarak görüldüğünü belirleyen ölçüt kesinlikle sadece dilsel ve etnik değildir.
Ama yine de I. Şapur’un Fırat’ın ötesinde fethettiği yerlerin onun sikkelerinde
görülen Aniran sözcüğüne karşılık gelebileceği düşünülmektedir; çünkü M.S.
III. yy’da Zerdüşt Rahip Kerdir bu bölgelerden Aniranşehr (Anērānšahr)
olarak bahsetmiştir39. İlginç olan nokta ise Ermenistan, Kafkasya gibi
“İranlıların yoğun olmadığı yerler” I. Şapur’un yazıtında İran’a dahil edilirken;
Suriye, Klikya, Kapodakya gibi Roma İmparatorluğundan fethedilen yerlerin
Aniran’a dahil edilmiş olmasıdır. Aniran sözcüğünün Zerdüşt literatüründe
olduğu gibi Sasani politik düşüncesinde de belirgin bir dini çağrışıma sahip
olduğu düşünülmektedir. Zerdüşt’ün hayatı, Zerdüştlük ve Mazdayasnian
dinler hakkında bilgiler veren Orta Persçe bir metin olan Dinkard
(Dēnkard)40’a göre bir anēr kişi sadece Non-Iranian değil aynı zamanda NonZoroastrian ‘dır. Anēr, bir yandan şeytana tapanları belirtirken bir yandan da
diğer dinlerin taraftarlarını belirtmektedir. Bu dini çağrışıma paralel olarak
Araplar, Türkler ve Müslümanlar anēr olarak adlandırılmaktadır41. İraniler ve
Turaniler arasında yaşanan savaşlar neticesinde zamanla Turani terimi Aniran
teriminin yerini almıştır42
İran sözcüğü sadece İran dillerini konuşanların yaşadığı bir yer değil,
ayrıntılı bir şekilde düşünülmesi gereken daha soyut anlamlı bir sözcüktür43.
Üzerinde titizlikle durulması gereken bu soyutluğun kavranabilmesi için
sadece “İran” ın ifade ettiği anlamı kavramak yeterli değildir. İran sözcüğü ile
Ph. Gignoux, “Anērān,” Encyclopædia Iranica, Online Edition, Originally Published:
December 15, 1985, Last Updated: August 3, 2011, This article is available in print. Vol. II,
Fasc. 1, pp. 30, http://www.iranicaonline.org/articles/aneran, erişim tarihi: 10.10.2020.
Touraj Daryaee, “Sasanian Coins & Kingship”, Persian Kings, ed. Keyvan Safdari, Touraj
Daryaee, 2020, s.36.
Dastur Peshotanji, Behramji Sanjana ( ed.), Denkard, The Acts of Religion, Book 3, Ardeshir
& Co. Bombay,1876, s. XXXIV.
Gignoux, “a.g.m.”, http://www.iranicaonline.org/articles/aneran, erişim tarihi: 10.10.2020.
Hafeziniya, a.g.e., s.21.
R. N. Frye, The Golden Age of Persia, Phoenix Press, London 2008, s.3.
38
39
40
41
42
43
47
FİLİZ TEKER
48
anlamca zıt da olsa bir ilişkisi bulunan “Aniran”ı da kavramak bütüncül bir
bakış açısı kazandırması açısından gereklidir. İran tarihinin gelenekleri
arasında erken dönemlerden itibaren “İran ve Aniran” mücadelesinin olduğu
bilinmektedir. Bu ikili gelenekte İran ve Aniran krallarının varlığı İran halkı
tarafından benimsenmiş ve hatta tarihi/mitsel ya da edebi bir söylem ile
günümüze kadar ulaşmıştır. Bu ikilik/zıtlık İran tarihinin ve kültürünün temel
dinamiklerinin belirlenmesi ve anlaşılması açısından önemlidir.
3. İRANŞEHR ( ĒRĀNŠAHR )
İranşehr sözcüğü ilk kez I. Şapur’un Kabe-yi Zerdüşt ’teki üç dilli
yazıtında Ērānšahr (Partça Aryānšahr) olarak karşımıza çıkar. (Orta Persçe
ʾNH . . . ylʾnštry ḥwtʾy ḤWHm44, Partça ʾNH . . .ʾryʾnḥštr ḥwtwy ḤWYm45)46.
I. Şapur’un yazıtında bahsettiği İranşehr (Ērānšahr)’in neresi olduğunu bu üç
dilli yazıtın bazı kısımları tahrip olduğu için oradan tespit edebilmek zordur.
Bu güçlüğü Kerdir’in yazıtları ile biraz da olsa aşmak mümkündür.
Kerdir, Sasani döneminde yaşamış ünlü bir Zerdüşt rahiptir ve Nakş-ı
Rüstem, Kabe-yi Zerdüşt gibi yerlerde yazıtları bulunmaktadır47. Kerdir,
yazıtlarında İran’ın şehirlerini listelemiştir. Bu liste ile I. Şapur’un yazıtında
geçen yer isimleri karşılaştırılarak İranşehr’in sınırları aşağı yukarı tespit
edilebilir. Buna göre İranşehr; Doğu İran dünyası, İran Platosu ve
Mezopotamya’ya karşılık gelen bir bölgedir48. Görünüşe göre I. Şapur İranşehr
terimini Doğu’da Ceyhun sınırına ulaşınca kullanmaya başlamıştır. İranşehr’in
de tıpkı İran gibi Sasanilerin bir tasarımı olduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır. Her ne kadar İranşehr siyasi ve coğrafik bir isim gibi görünse de
bu isimin kültürel bir boyutunun da olduğuna dikkat edilmesi gerekir.
Sasaniler, İranşehr’i orada oturan herkesin kültürel, politik, ve dinsel vatanı
olarak görmüş ve İranşehr tasarımıyla kendileri ve uyrukları için yeni bir
kimlik yaratmışlardır. Bu yeni kimlik; Zerdüşt, Persis, Yakın Doğu, Part ve
Helen mirasıyla sentezlenen melez bir fikirle oluşturulmuş bir kimliktir.
an. . .ērānšahr xwadāy hēm
az. . .aryānšahr xwadāy ahēm
MacKenzie, “a.g.m.”, https://iranicaonline.org/articles/eran-eransah, erişim tarihi: 30.08.2020.
Karim Golshani Rad, Ghafar Pourbakhtiar, Gholam Reza Soheily, “Kartir and is
inscriptions”, Walia Journal 31(S3), Ethiopia 2015, s. 23.
Touraj Daryaee, Šahrestānīhā ī Ērānšahr A Middle Persian Text on Late Antique Geography,
Epic and History With English and Persian Translations and Commentary, Mazda Publishers,
Costa Mesa, California 2002, s.1.
44
45
46
47
48
49
İRAN, ANİRAN VE İRANŞEHR KAVRAMLARI ÜZERİNE
İranşehr’ in siyasi sınırları Dara’nın siyası sınırlarıdır; ama Touraj
Daryaee İran’da Marlik dergisine verdiği bir röportajda Firdevsi’nin
Şehname’nin girişinde “İranşehr’in sınırları Amu’dan Fırat’a kadardır”,
demesini sebepsiz bulmadığını ifade eder49. Aslında Firdevsi’nin çizmiş olduğu
bu sınırlar gerçekte İranşehr’in sınırları mıdır diye sorguladığımızda burada
siyasi sınırların ötesinde İran kültür sınırlarından bahsedildiğini görebiliriz.
Touraj Daryaee’nin vurguladığı nokta; İranşehr kimi zaman coğrafi kimi
zaman siyasi bir terim olarak kullanılsa da bu kavrama karşılık gelen sınırlar
çizilmek istediğinde belirleyici unsurun kültürel sınırlar olması gerektiğidir.
Touraj Daryaee, bu kültürel sınırlar dahilinde ülkeyi bir arada tutan
gücün ideolojik bir vizyon olduğu görüşündedir. Çağların gerisinden gelen
Zerdüşt kutsal metinlerine dayanan ideolojik bir vizyonun bunu nasıl
başardığı ise Sasanilerin imparatorluk gündemine uyacak şekilde onu maniple
etmesiyle açıklanabilir. Bunun en açık örnekleri olarak; Sasaniler tarafından
Doğu dünyasının isimlerinin İran Platosuna aktarılmasını, İran’ın epik
tarihinin Sistan bölgesinde ortaya çıkarılmasını, Zerdüşt’ün doğumunun Rey
ile ilişkilendirilmesini ve antik kahramanların birçoğu ile Avesta’daki bazı
kutsal kişiliklerin Taht-ı Cemşid, Nakş-ı Rüstem gibi Fars eyaletinde bulunan
merkezlere aktarılmasını gösterebiliriz50. Bütün bu maniplasyonun nedeni
Sasanilerin siyasi bir kavram olarak geliştirdikleri İranşehr’i mitlerle
zenginleştirip kendilerini eski İranlıların mirasçıları ve aynı zamanda Zerdüşt
inancının yandaşları olarak gösterip iktidarlarını meşrulaştırmak
istemeleridir51. Neticede Sasaniler kutsal metinlerin içerdiği eski İran dünya
görüşünü kullanarak “imparatorluk ideolojilerini” gerçekleştirdiler. İranşehr
fikri ile ortaya çıkan dini ve ideolojik göstergeler bir zamanlar İran
yerleşimiyle ilişkilendirilen bölgelerin birleştirilmesi gerekliliği üzerine
kurulmuştur. Bu tasarım, Pers yerel geleneği ile kombine edilmiş bir
Mezopotamya ve Helen kültürünün üzerine temellenen bir bölgenin
mirasının din ve imparatorluk ideolojisi ile sentezlenmesi sonucu kompleks
bir yapıya dönüşmüştür52.
Mecid Bocnurdi, Behruz Puya, “Goftogu Ba Turaç Deryayi Derbare- yi Endişe-yi İranşehri ve
Merzha-yı Ferhengi İran”, Marlik, Sal-ı Devvom ve Sevvom, Şomare-yi Pencom ve Şeşom,
Behar, Tehran 1393/2015, s. 132.
T. Daryaee, “Sasanian Coins & Kingship”, s.34.
J. Wiesehöfer, Ancient Persia, s. XI.
Touraj Daryaee, “Sasanian Kingship Empire and Glory: Aspects of Iranian Imperium”, Raj-oGanj Papers in Honour of Professor Z. Zarshenas, Edted by, V. Nadaf, F. Goshtasb, M.
Shokri-Foumeshi, Institute for Humanities and Cultural Studies, Tehran 2013, s. 11- 13.
49
50
51
52
49
FİLİZ TEKER
50
Sasanilerden sonraki dönemlerde oluşan Orta Persçe metinlere
bakıldığında İranşehr’ in daha geniş bir bölgesel tanıma sahip olduğu
görülmektedir. İranşehr’in geleneksel tanımı içerisinde yer almayan Afrika ve
Arabistan gibi bölgelerin de bu sınırlara dahil edilmesi dikkat çekicidir. Bu
geniş sınırlar Orta Persçe bir metin olan Šahrestānīhā ī Ērānšahr’ de açıkça
görülmektedir. Arabistan ve Afrika gibi bölgeleri de içeren bu geniş sınırların
II. Hüsrev (590-628) zamanında Sasanilerin en geniş sınırlarına ulaştığı
zamandan esinlenerek oluşturulmuş olabileceği düşünülmektedir53. Sasani
sonrası kaleme alınan daha birçok metinde İranşehr sözcüğü farklı tanımları,
sınırları ve kavramları karşılar şekilde karşımıza çıkmaktadır. Buna bir örnek
olarak daha önce de bahsettiğimiz Nişabur (Nišāpūr)’un Part döneminde
İranşehr olarak adlandırıldığı iddiası hatırlanabilir54. Bunun dışında Mütercim
Asım’ın “Kamus Tercümesi”nde “Irak, İranşehr’in Arapçalaştırılmış
şeklidir”, diye yazması da önemli bir örnektir55.
Sasanilerin resmi adı olan “İranşehr”, gelenek odaklı devlet
bürokratlarının Persia kullanımının önüne hiçbir zaman geçememiştir. İslam
öncesi İran toplumunun en okuryazar kesimi Maniheistlerdir. Onlar, Sasani
İmparatorluğunun resmi adının “İranşehr” olduğunu biliyorlardı; ancak bu
adı fazla kullanmamayı tercih etttiler. Eğer Sasani dönemi sadece onların
metinlerinden öğrenilseydi belki de devletin resmi adının “İranşehr” olduğu
hiçbir zaman öğrenilemezdi56. Bu durum İranşehr kavramının çok fazla
somutlaşamamasına neden olarak gösterilmektedir.
Kavramın somutlaşması Sasani sonrasında daha belirgin bir şekilde
olmuştur. Son dönemlerde Doğu İran üzerine yaptığı çalışmalarla adını sıkça
duyuran İranlı tarihçi Khodadad Rezakhani, Sasanilerin İranşehr kavramının
Samaniler döneminde çok daha fazla somutlaştırıldığını savunur57. Değişen ve
gelişen tanımlar ne olursa olsun İranşehr bir Sasani tasarımı hatta kimliğidir.
Sözcüğü belirli bir alanla sınırlandırmak kavramın daralmasına neden
T. Daryaee, Šahrestānīhā ī Ērānšahr A Middle Persian Text on Late Antique Geography,
Epic and History With English and Persian Translations and Commentary, s. 2-4.
53
Muhammed b. Ahmed el- Mukaddesi, İslam Coğrafyası ( Ahsenü’t-Tekasim), çev. Dr. Ahsen
Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2015, s.309.
İnci Koçak, “Bazı Arap Ülke ve Şehir Adları”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Dergisi, Cilt 36, Sayı-1-2, Ankara 1995, s.132.
A. S. Shahbazi, “The History of The Idea of Iran”, s.108.
Khodadad Rezakhani, ReOrienting The Sasanians East Iran in Late Antiquity, Edinburgh
University Press, U.K. 2010, s.7.
54
55
56
57
51
İRAN, ANİRAN VE İRANŞEHR KAVRAMLARI ÜZERİNE
olacaktır. O nedenle İranşehr bütün siyasi, coğrafi anlamların dışında kültürel
bir çerçeve dahilinde düşünülmelidir. Aksi takdirde, çağlar boyunca oluşan
bu kültür, ifade ettiği anlamın daralması nedeniyle ya tek bir devletin ya tek
bir milletin ya da tek bir coğrafyanın mirası olarak algılanacak ve bu da tarihi
süreç içerisinde çeşitli unsurların bu kültürel mirasa yaptığı katkının yok
sayılmasına neden olacaktır.
Sonuç
Sasanilerin, kökeni Avesta’ya kadar uzanan “İran” sözcüğünü yeniden
kullanması ile birlikte sözcük zamanla Avesta’daki anlamından daha farklı
anlamları karşılar hale gelmiştir. İlk ortaya çıktığı zamandan beri kimi zaman
coğrafi, siyasi, kültürel; kimi zaman da etnolinguistik anlamlara sahip olan
“İran” sözcüğünün İranşehr ve Aniran terimleri ile beraber ele alındığında
kavramsal olarak bazı değişiklikler geçirdiği gözlemlenmiştir. Bu terimlerin
dönemlere göre kavramsal çerçevesinde belirgin farklılıklar olmasına rağmen
temelde hepsi aynı tasarımın ürünüdür. İran’ın siyasi tarihine baktığımızda
dini, dili, etnik mensubiyeti ne olursa olsun bu coğrafyada kurulan devletler
hem İran’ın kültürel mirasını beslemiş hem de bu kültürel mirastan
beslenmiştir. İran kültüründeki sürekliliğin temelinde de bu İran, İranşehr
hatta Aniran kavramları arasındaki organik bağ yer almaktadır. İranî olmayan
devletlerin İran coğrafyasına hakim olduğu dönemlerde bölgenin kültürel
yapısı bir bakıma değişmiş ve bazen Arap, bazen Yunan, bazen de Türk
toplumlarının etkisinde kalmıştır. Ancak birbiriyle bağlantısız görünen bu
devletlerin oluşturduğu miras ile İran kültürü sürekli gelişmiş ve geliştikçe de
etkisinde kaldığı kültürleri geliştirmiştir. İran ve İranşehr kavramı da zaten
böyle bir yapıyı gerektirmektedir. Hem görünürde farklılık hem de bu
farklılığın gelenekselleşip bir üst yapıda birleşmesi... Kısaca bu bir
etkileşimdir; çünkü bütün “Yakın Doğu”nun, “Yunan”ın, “Pers”in mirası;
İran, Aniran ve İranşehr kavramlarında yükselmiş ve melez bir yapıya
bürünmüştür.
Kaynakça
Bailey, H. W., “Arya”, Encyclopaedia Iranica, Online Edition Originally
Published: December 15, 1987 Last Updated: August 15, 2011 This
article is available print. Vol. II, Fasc. 7, pp. 681-683
https://iranicaonline.org/articles/arya-an-ethnic-epithet, erişim tarihi:
20.07.2020.
51
FİLİZ TEKER
52
Bocnurdi, Mecid Behruz Puya, “Goftogu Ba Turaç Deryayi Derbare- yi
Endişe-yi İranşehri ve Merzha-yı Ferhengi İran”, Marlik, Sal-ı Devvom
ve Sevvom Şomare-yi Pencom ve Şeşom, Behar, Tehran 1393/2015,
s. 132-135.
Boyce, M., The Letter of Tansar, Istituto Italiano per il Medio ed.Estremo
Oriente, Rome 1968.
Bundeheş, Motercim Fernebag Dadegi, Entişarat- i Tus, Tehran 1395/2017.
Darmesettar, Ceyms, Mecmua-yı Kavanin-i Zerdüşt ( Vendidad- ı Avesta ),
Motercim Doktor Musa Cevan, Donya-yı Kitab, Peyk-e İran, Tehran,
1386/2008.
Daryaee, Touraj,“National History or Keyanid History? :The Nature of
Sasanid Zoroastrian Historiography”, Iranian Studies, Volume 28,
Numbers 3-4, Summer/Fall 1995, s.129-141.
Daryaee, Touraj, “Kingship in Early Sasanian Iran”, The Sasanian Era The
Idea of Iran vol.3, ed.Vesta Sarkhosh Curtis and Sarah Stewart, I.B
Tauris, s. 60-70.
Daryaee, Touraj, “Sasanian Coins & Kingship”, Persian Kings, ed. K. Safdari,
T.Daryee, s.33-41.
Daryaee, Touraj, Šahrestānīhā ī Ērānšahr A Middle Persian Text on Late
Antique Geography, Epic and History With English and Persian
Translations and Commentary, Mazda Publishers, Costa Mesa,
California 2002.
Daryaee, Touraj, Sasanian Persia The Rise and Fall of An Empire, I. B.
Tauris & Co. Ltd., London-New York 2009.
Daryaee, Touraj. “Sasanian Kingship Empire and Glory: Aspects of Iranian
Imperium”, Raj-o-Ganj Papers in Honour of Professor Z.
Zarshenas, Edted by, V. Nadaf, F. Goshtasb, M. Shokri-Foumeshi,
Institute for Humanities and Cultural Studies, Tehran 2013, s.11-22.
Daryaee, Touraj, “Memory and History: The Construction of the Past in Late
Antique Persia”, Name-ye Iran-e Bastan, : The International Journal
of Ancient Iranian Studies, Vol. 1, No. 2, Irvine 2001, s.1-14.
el- Mukaddesi, Muhammed b. Ahmed, İslam Coğrafyası ( Ahsenü’t-Tekasim),
çev. Dr. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2015.
53
İRAN, ANİRAN VE İRANŞEHR KAVRAMLARI ÜZERİNE
Frye, Richard Nelson, Persia, Schocken Books, New York, 1969.
Frye, Richard Nelson, The Golden Age of Persia, Phoenix Press, London
2008.
Frye, Richard Nelson, The Heritage of Persia, Mazda Publishers, Costa Mesa
California 2004.
Frye, Richard Nelson, The History of Ancient Iran, C. H. Beck’sche
Verlagsbuchhandlung, Germany 1984.
Gignoux, Ph., “Anērān,” Encyclopædia Iranica, Online Edition, Originally
Published: December 15, 1985, Last Updated: August 3, 2011, This
article is available in print. Vol. II, Fasc. 1, pp. 30,
http://www.iranicaonline.org/articles/aneran
erişim tarihi:
10.10.2020.
Gnoli, Gherardo, The Idea of Iran, An Essay on its Origin, Istituto Italiano
per il Medio ed. Estremo Oriente, Roma 1989.
Hafeziniya, Muhammed R., İran Jeopolitiği ve Siyasi Coğrafyası, İraniyat
Yayınları, Ankara 2017.
Hämeen-Anttila, Jaakko, Khwadāynāmag The Middle Persian Book of Kings,
Brill, Leiden 2018.
Koçak, İnci, “Bazı Arap Ülke ve Şehir Adları”, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih- Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt 36, Sayı-1-2, Ankara 1995,
s.127-135.
MacKenzie, D.N., “Ērān, Ērānšahr”, Encyclopaedia Iranica, Online Edition,
Originally Published: December 15, 1998, Last Updated: December
15, 2011. This article is available in print. Vol. VIII, Fasc. 5, p. 534 ,
https://iranicaonline.org/articles/eran-eransah
, erişim tarihi:
30.08.2020.
Malandra, William W. “Vendidad i. Survey of the history and contents of the
text”, Encyclopaedia Iranica, Online Edition Originally Published:
January
1,
2000
Last
Updated:
Sep.
5,
2006,
https://iranicaonline.org/articles/vendidad erişim tarihi: 04.08.2020.
Multiple Authors, “Iran”, Encyclopaedia Iranica, Online Edition, Originally
Published: December 15, 2004, Last Updated: March 29, 2012, This
article is available in print. Vol. XIII, Fasc. 2, pp. 204-224 and Vol.
53
FİLİZ TEKER
54
XIII, Fasc. 3, pp. 225-336 and Vol. XIII, Fasc. 4, pp. 226,
https://www.iranicaonline.org/articles/iran , erişim tarihi: 10.10.2020.
Overlaet, Bruno, “And Man Created God? Kings, Priestes and Gods on
Sasanian Investiture Reliefs”, Iranica Antiqua, Vol. XLVIII, 2013, s.
313- 354.
Payne, Richard, Cosmology and The Expansian of The Iranian Empire, 502628 CE”, Past & Present, Volume 220, Issue 1, August 2013, s. 3–33.
Peshotanji, Dastur, Behramji Sanjana (ed.), Denkard, The Acts of Religion,
Book 3, Ardeshir & Co. Bombay, 1876.
Rad, Karim Golshani, Ghafar Pourbakhtiar, Gholam Reza Soheily, “Kartir
and is inscriptions”, Walia Journal 31(S3), Ethiopia 2015, s 23-24.
Rezakhani, Khodadad, ReOrienting The Sasanians East Iran in Late
Antiquity, Edinburgh University Press, U.K. 2010.
Ru, Jan-Pol', İstoriya Irana i irantsev, Ot istokov do Naşih Dney, Perevod s
Frantsuzskogo, Nekrasov M. Yu. izdatel’stvo, Yevraziya, SanktPetersburg 2015.
55
İRAN, ANİRAN VE İRANŞEHR KAVRAMLARI ÜZERİNE
Schmitt, R.,“Aryans”, Encyclopaedia Iranica, Online Edition, Originally
Published: December 15, 1987, Last Updated: August 16, 2011 This
article is available in print. Vol. II, Fasc. 7, s. 684-687.
https://www.iranicaonline.org/articles/aryans erişim tarihi: 20.07.2020.
Shahbazi, A. Shapur, “Early Sasanians’ Claim to Achaemenid Heritage”,
Name-ye Iran-e Bastan, The International Journal of Ancient Iranian
Studies, Vol. 1, No. 1, Spring and Summer 2001, s.61-73.
Shahbazi, A.Shapur, “ The History of the Idea of Iran”, Birth of The Persian
Empire Vol I, Ed. Vesta Sarkhosh Curtis Sarah Stewart, I.B.Tauris &
Co Ltd , London- New York 2005, s.100-111.
Wiesehöfer, Josef, “The Achaemenid Empires” The Dynamics of the
Ancient Empires :State Power from Assyria to Byzantium, ed. By an
Morris and Walter Scheidel, Oxford University Press, Oxford 2009,
s. 66-98.
Wiesehöfer, Josef, Ancient Persia, Translated by Azizeh Azodi, I. B. Tauris
Publishers, London-New York 2014.
Yarshater, Ehsan,“Were the Sasanians Heirs to the Achaemenids?”, La Persia
nel Medioevo, Accademia Nazionale dei Lincei, Roma, 1971, s. 517533.
Yarshater, Ehsan, “Communication”, Iranian Studies, Vol. 22, No. 1,
Taylor&Francis, London 1989, s. 62-65.
55
İRTAD
Sayı: 5, Aralık / December 2020, s. 56-80
NİKOLAY VLADİMİROVİÇ HANİKOV’A GÖRE BUHARA
HANLIĞI’NDAKİ MEMURLAR VE SOSYAL SINIFLAR
Kaan AKAR*
Öz: Türkistan’da, Moğol hâkimiyeti sonrası ortaya çıkan Cengizli geleneğinin
bir devamı olan Çağatay Hanlığı, Timurlular ve sonrası Şeybânî Hanlığı
(sonradan Buhara Hanlığı olarak anılacaktır); Türk Mangıt boyunun iktidara
gelişi ile birlikte ‘emirlik’ olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Meşruiyet
kaynağı daha çok din temelli olan Şeybani Hanlığı idari yapısı ve kullandığı
unvanlar ile değişime direnç göstermiş ve temel işleyişi aynı kalmıştır. Bu
çalışmada Nikolay Vladimiroviç Hanikov’un, Buhara Hanlığı’nda Emir
Nasrullah dönemini anlattığı eserinin rehberliğinde Emir’in memurları ve
devlet içindeki sosyal sınıflar konu edilmiştir. Çalışmamızda Hanikov’un,
hanlığın memurları, görevleri ve bu görevlerin devlet içindeki özel sembolleri
incelenmiş ve değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Buhara Hanlığı, Emir Nasrullah, Memurlar, Sosyal
Sınıflar, Türkistan. Hanikov, Buhara: Emir ve Halkları
OFFICIALS AND SOCIAL CLASSES IN THE BOKHARA
KHANETE ACCORDING TO NIKOLAI VLADIMIROVICH
HANIKOV
Abstract: The Chagatay Khanate, which is a continuation of the Genghis
tradition that emerged after the Mongol rule in Turkistan, the Timurids and
the later Shaybani Khanate (later called the Bukhara Khanate), with the
coming to power of the Manghit dynasty, it started to be called ‘emirate’. The
Sheikhbani Khanate, whose legitimacy is mostly based on religion, resisted
change with its administrative structure and the titles it used, and its basic
functioning remained the same. Under the guidance of Nikolai Vladimirovich
Hanikov’s work in which he describes the period of Amir Nasrullah in the
Khanate of Bukhara, Emir’s officials and social classes within the state were
discussed. In our study, Hanikov’s officers, duties and special symbols of
these duties in the state were examined and evaluated.
Keywords: Bokhara Khanate, Amir Nasrullah Khanikoff, Officials, Social
Classes, Turkistan, Bokhara: Its Amir And Its People
Araştırma Görevlisi, Erzurum Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
[email protected]
*
56
Giriş
Türkistan’da 1219 tarihi itibariyle Moğol hâkimiyeti başlamış ve
geleneksel Türk-İslam devletleri dönemi son bulmuştu. Cengiz Han’ın
kurduğu Moğol İmparatorluğu1, yönetimi Türk İslam unsurlarından
arındırmış ve bozkır geleneğini hâkim kılmıştı. Cengiz Han, hayatta iken
ulusunu oğulları arasında bölüştürmüştü. Onun vefatından sonra bıraktığı
miras üzerinde oğulları ve torunlarının yönetimde olduğu devletler2 ortaya
çıkmıştı. Cengiz Han’ın hızlı ve etkin fetih hareketleri Türkistan’da devlet
teşkilatlarında, yönetim sistemlerimde ve memuriyet unvanlarında derin izler
bırakmıştı. Bunlardan bir tanesi de yönetimde sadece Cengiz Han’ın
soyundan gelenlerin hakkı olduğu inanışıdır. Halk ülkenin başında Cengiz
Han’ın kanını taşıyan bir Han’ın bulunmasının meşruiyet kaynağı olduğunu
kabul etmişti. Bu sebeple gücü ve önemi ne olursa olsun, soyu Cengiz Han’a
dayanmayan hiç kimse doğrudan tahta oturmaya cesaret edememişti. Emir
Timur3, bu engeli aşmak için bir bozkır yönetim biçimi olan Hanbazi4
1206 yılında düzenlenen büyük kurultayda Han unvanını alan Cengiz, Moğolların kurucusu
olarak kabul edilmekte olup Yesügey Bahadır'ın Holun-Ucin'den olan dört oğlundan en
büyüğüdür. Bkz; Derya Coşkun, “Moğol ve İlhanlı Hâkimiyetleri sürecinde Erzincan”,
Erzincan Tarihi, C. II, Erzincan İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Erzincan 2020, s.
384.
Çağatay Hanlığı, Altınorda Devleti, İlhanlı Devleti, Kubilay Han’ın kurduğu Yuan Hanedanı.
Bu devletler daha sonra Cengiz soylu hükümdarlar tarafından alt kollara ayrılmış Deşt-i
Kıpçak’da Kazan, Kasım, Sibir, Astrahan ve Kırım Hanlıkları kurulmuştur. Çağatay Hanlığı ise
Timurlular’a dönüşerek başında bir Cengiz soylu Han bulunmuştur. Şeybaniler Cengiz soylu
devlet geleneğini sürdürmüş ve Buhara, Hokand ve Hive Hanlıkları bölgenin sahibi
olmuşlardır., Jean-Paul Roux Moğol İmparatorluğu Tarihi, Çev. Aykut Kazancıgil, Ayşe
Bereket, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001,
Emir Timur Cengiz Han’ın torunlarından değildir kendisi Gizli Tarih’te adı geçen Barlas
boyuna mensuptur. Emir Timur, Moğolların Çağatay koluna mensup olup Tataristanlı Noyan
Turagay’ın oğlu olup Annesi Tekina Hatun’dur. Bkz; Derya Coşkun, Herât’tan Yükselen Işık
Kert Hanedanlığı (643-791/1245-1389), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2020, s. 204, 162.dn.
Görünürde tüm yetki ve yürütme Cengiz soyunda olmasına rağmen, ülkeyi asıl yöneten
Atalıklar, Beğler ya da Emirlerdir. Bu durum Cengiz soyunun kutsallığı ve ondan başka
kimsenin yönetim meşrutiyetine sahip olmayacağı inancı ile ilgilidir. Devrin en güçlü kabile
reisleri dahi Cengiz soyundan birinin Han olması gerektiği gerçeğine inanmışlardır. Çağatay
Hanlığı’nın en güçlü emiri olan Emir Timur dahi kendisi Cengiz neslinden olmadığı için
Hanlık tahtına çıkmaya cesaret edememiş ve Cengiz soyundan bir şehzadeyi tahta geçirmiştir.
Çağatay Hanlığı tahtına çıkan Suyurgatmış Han namına ülkeyi yöneten Emir Timur, hutbeyi
Han adına okutuyor, sikkeyi Han adına darp ettiriyor, fermanlara Han adı ile başlıyor ve
1
2
3
4
57
Kaan AKAR
58
geleneğini uygulamıştı. Bu gelenek vasıtasıyla tahta oturtulan Cengiz soylu kişi,
resmiyette Han olmuş, hutbe5 ve sikkelerde6 adı geçirilmişti. Ancak devletin
törenlerde Han’ın yüksek mevkii önünde diz çöküyordu. Fakat ülkenin bütün yönetimini
kendisi yürütüyordu. Suyurgatmış Han’ın vefatı sonrası tahta Mahmud Han’ı çıkartan Emir
Timur, Mahmud Han’ı seferlerine dahi götürmüş ve savaşlarda ordu içinde bulundurmuştur.
Hatta Ankara Savaşı’nda Mahmud Han, Osmanlı Devleti hükümdarı Yıldırım Beyazıd’ı bizzat
kendisi Emir Timur’a getirerek teslim etmiştir. Emir Timur’un vefatı sonrası tahta çıkan Mirza
Şahruh, adından da anlaşılacağı üzere Han unvanını değil Mirza unvanını kullanmıştır. Mirza
Şahruh devrinde Semerkant şehrinde oğlu Mirza Uluğ Bey bulunmaktadır, kendisi de Herat
şehrinde mütedeyyin ve mütevazı bir hayat sürmektedir. Bu dönemde Cengiz soyundan birçok
Han, Uluğ Bey’in iradesiyle tahta çıkmış ya da tahttan indirilmiştir. Şeybani Hanlığı’nda ise
Hanbazi geleneği uygulanmamış, devlet Cengiz soyu hanları tarafından doğrudan yönetilmiştir.
Şeybânî Hanlığı’nda sonra kurulan, ardıl Özbek Hanlıkları olarak bilinen Batı Türkistan
hanlıklarında ise bu durum bir dogmadır. “Taht; seçilmiş, kut verilmiş Cengiz soyunun
hakkıdır” inancı halk arasında yavaş yavaş bitmeye başlamıştır. Hanbazi geleneğine son vererek
hanedan değişikliğine giden iki hanedan; Buhara’da Mangıtlar, Hive’de Kongratlardır. Zeki
Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, (En Eski Devirlerden 16. Asra Kadar), C.1,
Enderun Kitabevi, 3.Baskı, İstanbul 1981.
Hutbe; İslam dininde Cuma namazından önce veya bayram namazından sonra imam
tarafından minbere çıkılarak, orada bulunan halka verilen dini öğütlere denilmektedir. Türk
İslam Devletleri’nde ise hutbe, bir hükümdarlık alametidir. Tarihte birçok hükümdar, tahta
çıktıklarında hâkimiyetlerini duyurmak ve meşrulaştırmak için adlarına hutbe okutmuşlardır.
Müslüman hükümdarlar fethettikleri bölgelerde adlarına hutbe okutarak bu bölgenin artık
hükümdarı olduklarını göstermek istemişlerdir. Hutbelerde, hatip dini öğüdü verdikten sonra
devrin hükümdarının sahip olduğu bütün unvanları ve ona ait olan lakapların hepsini
söyleyerek dua eder. Bu ilk kez yapıldığında halka hükümdarlık bildirilmiş olmaktadır. Cuma
namazlarından sonra da klasik anlamda tekrarlanarak yapılmaktadır. Bir başka hükümdarın
beyi, ya da vassalı olan hükümdarlar, okuttukları hutbelerde önce tabi oldukları halifesinin adını
geçirirler ve böylece ona tabiiyet bildiriler. Ardından ülkelerinin hükümdarının adını geçirterek
ona da bağlılık bildirirler ve en son kendi isimlerini hutbede geçirerek hâkimiyetlerini
gösterirlerdi. Bağımsız olan bir hükümdar da halifenin adını kendi isminden önce hutbede
geçirterek kendi hükümranlığına, dini bir meşruiyet katmaktadır. Büyük Selçuklu Devleti
döneminde, Abbasi halifeleri Bağdat’ta Sultan adına hutbe okuması için bu şartların taşınmasını
istemişlerdir. Mustafa Baktır, Hutbe, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, C.18, 1998, s.425
Sikke; hükümdarlık alametlerinden bir tanesidir. Sikkeler dönem belirtmesi bakımından çok
önemli kaynaklar olarak nitelendirilebilir. Sikke darp ettirmek, bir hâkimiyet ve egemenlik
sembolüdür. Hükümdarlık kendine geçen kişi, adına sikke darp ettirerek hükümdarlığını ilan
etmektedir. Aynı şekilde bir ülke fetholunduğu zaman o ülkede de hükümdar adına sikke darp
ettirilerek yeni hükümdarın hâkimiyeti tanınmaktadır. Sikke, hâkimiyet sembollerinden hutbe
ile yakın ilişkilidir. Hükümdar adına önce hutbe okunur ve ardından sikke darp ettirilir. Bu iki
olgu hükümdar değişikliğinin ve hükümdar meşruiyetinin en temel kanıtlarıdır. Sikkelerde
vassal bir hükümdarlık durumu varsa vassal olan hükümdar darp ettirdiği sikkede, Halife’nin ve
büyük hükümdarın ismini, sonra da kendi ismini yazdırmaktadır. Aynı şekilde eğer sikke darp
ettiren hükümdar bağımsız bir hükümdar ise Abbasi Halifesi’nin ismini önce yazdırarak sikke
5
6
asıl yöneticisi, emir veya beylerden biri olmuştu. Türkler ve İslam dinine
mensup diğer milletler, Moğol hâkimiyetindeki bölgelerin ana unsurlarıydı.
Onlar, zamanla Moğolları bozkırlı özelliklerinden kopararak İslam dinini
kabul etmelerini sağlamışlardı. Böylece yeni bir Bozkırlı-İslam teşkilatı ortaya
çıkmıştı. Bununla birlikte Moğol öncesi dönemki memurların işleri temelde
aynı kalmış, unvanlarında farklı terimler kullanılmaya başlanmıştı.
Cengiz Han sonrası dönemde Türkistan’a hâkim olan Çağatay Hanlığı,
yerini Timurlular Devletine bırakmıştı. Akabinde ise Türkistan’da Şeybânî
Hanlığı dönemi başlamıştı. Buhara Hanlığı olarak devam eden devlet, Türk
Mangıt boyunun iktidara gelişi ile birlikte emirlik haline gelmişti. Mangıt
boyunun iktidarı, Şah Murad’ın hanlığın idaresine tek başına geçişi ile
başlamıştı. Onun döneminde devlet idaresinin meşruiyet kaynağı, İslamî
esaslara dayandırıldı. Mangıt boyu mensupları, Hanbazi sisteminden
vazgeçerek emirliği doğrudan yönetmeye başladılar.
Hanikov’un Değerlendirmelerine Göre Hanlıktaki Memuriyetler
İmparatorluk vasfı kazanan Rusya’nın genişleme ve sömürü politikası,
Buhara Hanlığını yakından etkilemiştir. Ruslar, Mâveraünnehir7 bölgesinden
siyasi askeri ve ekonomik bilgiler elde etmek amacıyla bölgeye birçok seyyah
göndermişlerdi. Aynı amaçla Buhara Hanlığına da seyyahlar göndermişlerdi.
Bu seyyahlardan biri de Nikolay Viladimiroviç Hanikov’dur. Hanikov, Emir
Nasrullah döneminde yaptığı seyahatinde Buhara Hanlığının sosyal ve siyasi
durumunu gözler önüne serdiği Bokhara: Its Amir And Its People adlı eserini
kaleme almıştır. Ayrıca hanlık bünyesindeki memurlukları genel hatlarıyla
anlatmış, sosyal sınıflar hakkında bilgi vermiştir...
Hanikov, Buhara Hanlığı yönetimini genel hatlarıyla açıklamıştır.
Devletin ismini “hanlık” olarak aktarmasına rağmen hükümdarı “emir” olarak
adlandırmaktadır. Fakat Emir Nasrullah döneminde Buhara artık hanlık değil
üzerine kendi ismini de yazdırmaktadır. Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi,
5. Baskı, İstanbul, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, Mart 2003, s.139.
Maverâünnehir, Horasan’ın kuzey ve doğu kısımlarını kapsamakta olup Vahflâb ve Harnâb
nehirleri arasında bir yerdedir. Sicistân’ın nahiyeleri ile Gûz arası, Cürcan, Taberîstan, Kûmîs
ve Fars ovasıyla çevrelenmiştir. Başlıca yerleşim yerleri Semerkând, Cenedbend, Hocend ve
Buhara’dır. Ayrıntılı bilgi için bkz; Osman Gazi Özgüdenli, “Maverâünnehir”, DİA, C. 28,
TDV Yayınları, İstanbul 2003, s. 177; Coşkun, Kert Hanedanlığı, s. 17, 6. dn.
7
59
Kaan AKAR
60
emirlik olarak siyasi hayatını sürdürmektedir. Şah Murad8 ile beraber
yönetimin Cengiz soylu Astrahanilerden, Mangıt boyuna geçtiği Buhara’da
hem Cengiz soylu olunmamasından hem de devletin daha İslami bir yapıya
bürünmesinden kaynaklı emirlik adı tercih edilmiştir. Bu bakımdan yazarın
bu adı değil de devletin eski sistemi olan hanlık ifadesini kullanması dikkat
çekicidir. Eserden ayrı düşmemek adına çalışmamızda Hanlık ibaresini
kullanmaya devam edeceğiz.
Hanikov’a göre hanlığın başında “Emir” bulunmaktadır.9 Ülkede
yaşayan herkes Emir’in10 tebaasıdır. Eylemleri dolayısıyla onların hayatta kalıp
kalmayacaklarının kararı Emir’in iki dudağı arasındadır. Buradan Emir’in halk
üzerindeki otoritesini anlayabilir ve yönetici olarak idam cezasına karar
verebilecek tek yetkilinin Emir olduğu sonucuna varabiliriz11. Buhara Emiri,
ülkeyi oluşturan bütün köyleri kasabaları ve şehirleri yönetmektedir. Fakat
Hanikov’a göre onu kısıtlayan tek şey, Müslümanların yaşam standardını
belirleyen Sünni İslam’a göre şekillenmiş Kuran ve Peygamberin sözlerinden
oluşan hadislerdir.12 Bu da Mangıtların, ülkeyi daha İslami bir kimlikle
yönettiklerini ve meşruiyetlerini din üzerinden kazanma çabasına girdiklerini
göstermektedir.
Emre Keser, Buhara Hükümdarı Şah Murad’ın Yönetim Anlayışı, İran ve Turan Tarihi
Araştırmaları Dergisi, S.2, June 2020, s.45-62
Nikolai Vladimirovich Hanikov, Bokhara: Its Amir and Its People, Translated From The
Russian of Hanikov by Baron Clement A. de Bode, J. Madden, Londra, s.231
8
9
Emir; Kumandan, vali, bey anlamına gelen bir ıstılah, bir unvandır. Emir unvanı ilk kez halife
Hz. Ömer tarafından İslam Devleti’nde, bir yerin, bir kabilenin, bir kavmin başı, reisi olarak
kullanılmaya başlanmıştır. Hz. Ömer, kendisi için de Emir’ül Mümin’in, yani inananların emiri,
reisi unvanını kullanmıştır. Türkistan Türklerinin İslam dinine girişinden sonra, Altınorda
coğrafyasında, Çağatay coğrafyasında ve son olarak Cengizli geleneğinin yıkılması ile Cengiz
neslinin tahttan indirilmesi ve Mangıt hanedanının tahta çıkması ile Buhara Hanlığı’nda
kullanılmaya başlanmıştır. Emirlik ifadesi ile doğrudan İslam’a bir gönderme yapılmaktadır.
Emirlik, “Şah Murad” unvanını kullanan Emir Mansur tarafından Buhara ülkesinin adına
eklenmiştir. Emirler, ordu kumandanları yerel hükümdarlar olabiliyorken, aynı zamanda
Buhara Hanlığı’nda olduğu gibi devlet başkanı sıfatı da taşıyabiliyorlardı. Emirler, idari ve mali
konularda geniş yetkilere sahiptirler, hükümdar adına yönettikleri bölgelerde kendi
hükümdarlıklarını fiilen kurmuş gibi bir vaziyette idiler. Emir Timur örneğinde olduğu gibi,
ülkenin asıl güç unsuru olarak yönetimde olabiliyorlardı. Hanikov, a.g.e, s.231
Hanikov, a.g.e., s.231, Baymirza Hayit, Türkistan Rusya İle Çin Arasında, Otağ Yayınları,
1975, s.126
Hanikov, a.g.e., s.231
10
11
12
Hanikov, Buhara Hanlığının merkezi olan Buhara dışındaki şehirlere
emir tarafından yönetici atadığından bahsetmektedir.13 Valiler halka idam
cezası vermek hariç -ki onu yukarıda açıklandığı gibi sadece Emir
verebilmektedir- bölgelerinde geniş, ancak sınırlı yetkilere sahiplerdi.14
Hanikov bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Eğer şehirde bir olay sonucunda
idam cezası kaçınılmaz bir haldeyse, valiler Emir’i bu konuda bilgilendirmek
ve bu ceza için izin almak zorundadırlar. Ancak valiler, her konuyu merkeze
bildirmek zorunda değillerdir. Yetki alanlarına giren konularda kendileri
karar verebilmektedirler. Acil ve önemli durumlarda Buhara şehri valisine
Emir’e ulaştırmak üzere rapor verirlerdi. Önemli bilgiler ve raporlar, Cuma
günleri Emir’e sunulmaktaydı. Emir, Cuma namazını kıldıktan sonra ivedilikle
bu bilgi ve raporları inceler, ardından kararını ilan ederdi”.
15
Hanikov, Buhara Hanlığı’nın askeri sistemi hakkında da bilgiler
vermektedir. Onun verdiği bilgilerden Buhara Hanlığı ordusunun yılda iki kez
daha önceden kararlaştırılmış olan bir yer ve vakitte toplandığı
anlaşılmaktadır. Bu durum Orta Çağ Türk-İslam devletlerinde Emir-i Arız’ın16
ordu teftişini akıllara getirmektedir. Ordu toplandığında askerlerin yeterli
ekipmana ve ata sahip olup olmadığı teftiş edilirdi. Bu teftiş görevi şehirlerde
valilerin, merkezde ise Emir’in görevidir. İki teftiş arasındaki zamanda eğer
asker; ekipmanını, silahını veya atını kaybetmişse bunu bağlı bulunduğu
yöneticisine bildirmek ve onun kararını beklemek durumundadır. Aynı
şekilde eğer iki teftiş süresi arasındaki zaman içinde bir asker hayatını
kaybetmişse, bu askerin sicillerden silinmesi, yerine yeni asker adaylarının
tedariki ve bunun merkeze bildirilmesi de valilerin görevleri arasındadır.
Emir’in bir sefere çıkma niyeti varsa bu valilere bildirilir; valiler de sefer
Hanikov, a.g.e., s.231
Hanikov, a.g.e., s.232
Hanikov, a.g.e., s.232
Emir-i Arız; Hz. Ömer tarafından kurulan Divan-ı Arz’ın başında bulunan görevli Emir-i
Arız’dır. Nazir’ül Ceyş unvanı da kaynaklarda geçmektedir. Emevi, Abbasi ve Fatımi
Devletleri’nden sonra, Ortaçağ Türk İslam Devletleri’nden olan Karahanlılar, Gazneliler,
Büyük Selçuklular, Harizmşahlar, Türkiye Selçuklu, Kirman Selçuklu, Eyyubiler, Memlukler
devletleri ve Delhi Türk Sultanlığında bulunan Divan-ı Arız‘ın başında Emir-i Arız
bulunmaktadır. Türkçe’ye Bilge, Kutlug Arız Beg gibi unvanlarla geçen Emir-i Arız, bulunduğu
devletin en yüksek yönetim mercii olan genel olarak Divan-ı Âlâ’ denen kurumun tabii üyesidir.
Arızların askeri bir yönetim görevi yoktur. Günümüzde Genelkurmay Başkanlığı ve Milli
Savunma Bakanlığı’nın olduğu sistemde Arız, Milli Savunma Bakanı olarak düşünülebilir. Arız,
Emir-i Arz olarak unvanlandırılır. Arız’ın görevi, ordunun maddi bütün ihtiyaçlarını, eksiklerini
defterlere kayıt, gıda, teçhizat, asker vs. karşılamak ve ordunun sefer öncesi teftişini
gerçekleştirmektir. Erdoğan Merçil, “Arız”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları 1991, C.3, s.359
13
14
15
16
61
Kaan AKAR
62
kararını insanların yoğun olarak bulunduğu çarşı-pazar yerlerinde halka ilan
ettirirlerdi.17
Hanikov, valililerin şehirlerde verginin toplanmasından sorumlu
olduğunu aktarmaktadır. Haraç18 vergisinin toplanması da valilerin
görevlerinin bir parçasıdır. Bununla birlikte devletin ithalat ve ihracata bağlı
gümrük vergileri ve Kopçur19 vergisinin toplanması da valilerin
sorumluluğunda bulunmaktadır. Hanikov, bu bilgilerle hanlığın yönetimini
çok genel bir şekilde ifade etmiş; ardından yapacağı detaylandırmalarla
konunun daha net açıklanacağını belirtmiştir.20
Hanikov, hanlık içindeki sosyal grupları ise şöyle açıklamaktadır:
“Hanlık içinde iki büyük sosyal grup vardır; bunların ilki Seyitler, diğeriyse
Hocalardır. Seyitler, Hz. Osman ve Hz Ali’nin evlendikleri Hz.
Muhammed’in kızlarının soyundan gelenlerdir. Hz. Osman ve Hz. Ali ile
birlikte, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer ’in Peygamberin soyundan olmayan
hanımlarından olan tüm torunlarına ise Hocalar denilmektedir. Bir kişinin
Seyit ve Hoca unvanını alabilmesi için soylarını kanıtlayan şecerelere sahip
olması gerekmektedir.” Hanikov, eserinde hocalar hakkında ayrıca şu bilgileri
vermektedir: “Hocalar kendi içlerinde iki bölüme ayrılır. Bunlar Hoca SeyyidAta22 ve Hoca Cubayrlardır.23 Seyyid Atalar, Cubayrlı hocalardan daha üst bir
21
Hanikov, a.g.e., s.232
Hanikov, a.g.e., s.233, Abdülkadir Macit, Şeybânî Özbek Hanlığı Siyasî, İdarî, Askeri ve
Îktisadî Yapı, İlem Kitaplığı, İstanbul, 2016, s.388, Dinçer Koç, Rus Elçilik Raporlarına Göre
Hokand Hanlığı XIX. Yüzyılın İlk Yarısı,1.Baskı, İstanbul, İdeal Kültür Yayıncılık, 2015, s.82.;
Cengiz Kallek, Haraç, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, C.16, 1997, s.88-90.
Hanikov, a.g.e., s.233, Alaeddin Ata Melik Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, Çev: Mürsel Öztürk,
1.Baskı, Ankara, 2014, s.425, Walther Hinz, “Orta çağ Yakın Şarkına Ait Vergi Kitabeleri”,
Çev: Fikret Işıltan, Belleten Dergisi, C.XIII, s.52, Ekim 1949, s.776.
Türkistan’da halktan toplanan bir vergidir. Kopçur, ıstılah anlamı olarak hayvan vergisi
anlamına gelir. Moğolcada vergi almak, vergi salmak, yakalamak, toplamak anlamına
gelmektedir. Eski Uygur hukuk metinlerinde de geçmektedir. Buradan bu verginin sadece Türk
Moğol Devleti’nde değil eski Türklerde de toplanan bir vergi olduğu anlaşılmaktadır. Kopçur,
100/1 veya 40/1 oranında hayvan cinsinden veya aile başına on bir gümüş dinar olarak toplanan
daha çok göçerlerden nakdi veya ayni de toplanan bir vergidir. 381Walther Hinz, “Ortaçağ
Yakın Şarkına Ait Vergi Kitabeleri”, Çev: Fikret Işıltan, Belleten Dergisi, C.XIII, s.52, Ekim
1949, s.776
Hanikov, a.g.e., s.234
Hanikov, a.g.e., s.235
Hanikov, a.g.e., s.235 Orhan Doğan-Aysel Erdoğan, Batı Türkistan Hanlıkları (Kuruluştan
Yıkılışa), 1.Baskı, Ankara, Berikan Yayınevi, 2017, s.46, Muhammed Bilal Çelik, “1800-1865
Yılları Arasında Buhara Emirliği,” Basılmamış Doktora Tezi, Sakarya, 2009 s.65
17
18
19
20
21
22
mevkidedir. Çünkü soylarını kanıtlayan tasdik edilmiş resmi şecereye
sahiptirler. Cubayrlar ise şecerelerini kaybetmiş veya soylarını dört halifeden
birine sahih olarak bağlayamayan, buna rağmen değerli, büyük ailelere
mensup kimselerdir.”
Hanikov, eserinde Buhara Hanlığı’nda din adamlarını, askerleri ve sivil
halkı oluşturan sosyal sınıfları bölümlere ayırmaya devam etmektedir.
Ruhdarlar veya daha doğru bir ifade ile Uruhdarlar ve Şakirt Pişeler, ahali
içindeki diğer sosyal sınıflardır. Hanlığın nüfusunun çoğunluğunu oluşturan
Özbekler, Ruhdar sınıfına dâhildirler ve Ruhdarlık bir soyluluk emaresidir.
Bu kelime, onların Buhara hükümdarına daima hizmet etmiş ünlü ve seçkin
atalarının hizmetleri ile ayırt edilen asil kandan olduklarını ima etmektedir.24
Hanikov, Şakird Pişe sınıfını ise şöyle açıklamaktadır: “Bu sınıf Buhara
Hanlığı içindeki en büyük azınlık grup olan Taciklerin tamamını, bölgeye göç
etmiş olan İranlıları, sahipleri tarafından azat edilmiş köleleri, alt sınıfa ait
olanları, daha açık bir ifadeyle Özbek olmayanları kapsamaktadır. Hanikov
son olarak, din adamları olan medreselerde ders verme görevleri bulunan
mollalardan25 bahsetmektedir.
Hanikov, Buhara Hanlığındaki sosyal sınıfları detaylı olarak
açıklamadan önce katıldığı resmi törenlerde öğrendiği semboller hakkında
bilgi vermiştir. Hanikov’a göre ilk açıklanması gereken özel ıstılah
“yarlık26”lardır. Yarlıkların üç çeşidi bulunmaktadır: ilki, Buhara Emiri’nin ve
Münşi27 unvanlı memurunun mührü ile yarlığın ön yüzeyinin ve arka
Hanikov, a.g.e., s.235, Doğan-Erdoğan, a.g.e., s.46; Çelik, a.g.t, s.65, Mehmet Alpargu,
“Türkistan Hanlıkları”, Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi, C.2, İstanbul 2002, s.266
Hanikov, a.g.e., s.235
Hanikov, a.g.e., s.236, Ole Olufsen, The Emir of Bokhara and His Country, William
Heinemann, London 1911, s.390
Türk Devletleri ve Türk Moğol Devleti’nde kullanılan bir ıstılahtır. Eski Uygur hukuk
metinlerinde “Yarlıq” olarak geçen bu ıstılah, Uygurcada buyruk, emir ve ferman anlamına
gelir. Moğolcaya Uygur dilinden geçmiştir ve Moğolcada emir ve ümeranın sözü anlamına
gelmektedir. Karahanlı Devleti’nde, hükümdarın, yazılı ve sözlü emirlerinin tümüne verilen
isimdir. Moğollarda yarlıklar Uygur kâtipler tarafından yazılmaktaydı. Altınorda Hanlığı’nda,
Rus Knezliklerine verilen ve Başknezi belirleyen yarlık ıstılahı yetki gelmesi yerine geçmeye
başlamıştır. Yarlık ıstılahı, Altınorda Hanlığı’nda kullanılış biçimi ile Rusları etkilemiş ve
Ruslar, gönderdikleri sıradan mektuplara dahi yarlık demeye başlamışlardı. İki farklı türü
vardır; ilki diplomasi için kullanılmış tabii hükümdarlara ve diğer devletlere gönderilen
yarlıklardır. İkinci kullanımı da devlet için muafiyet (tarhan) tanınacak kimselere verilmektedir.
Hanikov, a.g.e., s.236, Münşi, divan toplantıları esnasında, divanda konuşulan tüm kayıtları
tutarak görev yapmaktaydı. Münşilerin tuttukları zabıtlar, divan defterlerine kayıt edilerek
23
24
25
26
27
63
Kaan AKAR
64
cephesinin mühürlenmesidir. İkincisi, Emir’in ve onun görevli bir diğer
memuru olan İnak’ın mührü ile ilkinin aynısı olan ve son olarak üstünde
sadece Emir’in mührü olan yarlıklar vardır. Her yarlığın teslimi Münşi, İnak28
ve Pervaneci29’ye belli bir ücret ödenmesi ile yapılır. Münşi 3.5, İnak 5 ve
Pervaneci30 7 tilla31 ek ücret almaktadır. İkinci özel sembol ise, beyaz, kırmızı
altın rengi ve çeşitli renklerden oluşan değnek ve tören sopalarıdır. Üçüncü
sembol ise altın veya gümüşten bıçak ve hançerlerdir. Dördüncüsü ise şimşir
olarak adlandırılan kılıçlar ve teber32 olarak bilinen savaş baltalarıdır. Bunlar
da bıçaklar gibi altın veya gümüştendir. Beşinci özel sembol ise barmi olarak
saklanırdı. Münşiler, bir sefer kararı alındığında hükümdarın tevkisi ile fermanlar yazarak uç
beylerine ve ikta sahiplerine gönderirlerdi.
Büyük Selçuklu Devleti, Türk Moğol Devleti, Timurlular Devleti teşkilatında ve Batı
Türkistan hanlıkları teşkilatında yer alırlar. İnak unvanı, Büyük Selçuklu Devleti’nde, kendisine
inanılan, güvenilen, itimat edilen vezir ve Emirlere verilen bir saygı unvanıdır. Türk Moğol
Devleti’nde ise Han’ın yakın dostlarına inak denmektedir, nedimlik vazifeleri olduğu
anlaşılmaktadır. Batı Türkistan hanlıklarından Buhara Hanlığı’nda İnaklar iki kişi olarak görev
yapmaktaydı. Baş İnak yani Büyük İnak ile Küçük İnak olmak üzere görev yapmaktaydılar.
Büyük İnak, sarayda bürokrasinin işleyişinden sorumludur. Hükümdarın yanında bulunur ve
hükümdar bir emir, ferman ya da berat yazılmasını istediği zaman bu evrakların yazım işleri ile
ilgilenir. Yazılan bu evraklarda, hükümdar tarafından gerekli görülen işleri, bu işle ilgilenen
görevli memura göndermektedir. Büyük İnak’ın görevi, bu evrakın gitmesinden sonra
bitmemekte, hükümdar adına hükümdarın vermiş olduğu bu görevin ilgili memur tarafından
yapılıp, yapılmadığını denetleyerek takip etmekteydi. Bu bağlamda, sarayda ve saray dışında
çalışan idari işlerden sorumlu kâtip vasfında olan memurlardan Büyük İnak’ın sorumlu olduğu
ve onların amiri vazifesinde olduğu söylenebilmektedir. Buhara Hanlığı’nda görev yapmakta
olan bir diğer İnak olan Küçük İnak ise hükümdarın özel sekreteri olarak görev yapmaktadır.
Ortaçağ Türk İslam Devletlerindeki Divan-ı İnşa reislerinin görevi olan, yurt dışından ve yurt
içinden hükümdara gelen veya bir elçi vasıtası ile sunulan resmi ve diplomatik mektupları
almaktadır. Bu mektupları önce kendisi okuyan Küçük İnak gerek görmesi halinde bu
mektupları hükümdara iletmektedir. Hükümdarın cevap verilmesini uygun gördüğü şekilde
mektuba cevap yazmakta ve hükümdarın mührü ile mühürlemekteydi. Bu bakımdan Tuğrai
görevi olduğu da söylenebilmektedir. İnaklar, Hive Hanlığı’nda Kongrat Hanedanlığı
döneminde Atalıklık vazifesine gelmişlerdir.
Hanikov, a.g.e., s.236, Alpargu, a.g.m., s.266
Pervançı olarak da karşımıza çıkmaktadır. Timurlular Devleti, Akkoyunlular Devleti ve
Şeybânî Hanlığı’nda hükümdarın emir ve fermanlarını yazan ve bildiren memur olarak
tanımlanmaktadır. Batı Türkistan Hanlıklarından olan Hokand ve Buhara Hanlıklarında bazen
Dadhah, Pervaneci olarak da görev yapabilmektedir.
Batı Türkistan hanlıklarında kullanılan değeri en yüksek olan yuvarlak ve safa yakın derecede
içinde farklı bir alaşım olmayan paradır.
Farsça bir kelime olan Teber, odun, ağaç kesme ve balta anlamlarına gelmektedir. Bkz; Derya
Coşkun, “Taberistan ve Mâzenderân Adları Üzerine Bir Araştırma”, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, C. 12, S. 64, Haziran 2019, s. 197.
28
29
30
31
32
adlandırılan eski hükümdarların taç giyme törenlerinde kullandıkları değerli
taşlarla süslü gerdanlıklardır. Altıncısı kalkan adı verilen zırhlardır. Yedincisi
ise Tolga olarak adlandırılan miğferlerdir. Bunlar kalkanla birlikte
verilmektedir. Sekizincisi bayraktır. Dokuzuncusu, atların kuyruk kıllarından
yapılan tuğlardır. Onuncu ve son olarak, atlarının eyerlerinin ön sol tarafına
takılı küçük boru (trompetler) olan tebli rizehlerdir.33 Yarlıklar hariç, yukarıda
bahsi geçen tüm semboller orduda görevli askerler ve doğrudan Emir’e bağlı
memurlar arasında dağılmışlardır.
Hanikov, Buhara Hanlığı’ndaki en düşük askeri rütbeyi Aleman olarak
isimlendirmektedir. Alemanlar rütbesiz sıradan askerlerdir. Alemanlar
arasından Buhara Emir’inin yakın muhafızlığına seçilen 10 kişinin başında, on
başı rütbesine mukabil gelen Deh Başı34 bulunmaktadır. Emir’in
muhafızlarından olan Deh Başı’ya Galebatur35 unvanı verilmektedir. Hanikov,
ordu içindeki rütbelere Deh Başının ardından 50 kişilik askerin başında
bulunan Penja Başı yani Ellibaşı36 ile devam etmektedir. Bunların ardından
Emir’in yarlığı ile atanmış olan Çur Ağası37, Mirza Başı38, İlbaşı ve Karavul
Beyi’nin39 daha üst rütbeler olarak geldiğini açıklamıştır. Bunların ardındansa
Hanikov’a göre Buhara Hanlığı rütbe sıralamasında ikinci kategorinin ilk
Hanikov, a.g.e., s.237, Baron Meyendorf, “A Journey From Orenburg to Bokhara in The
Year 1820”, The Great Game: Britain and Russian Central Asia, C.V, Kısım: II, London:
34
Routledge, 2004 s.56
Hanikov, a.g.e., s.237, Koç, a.g.e., s.74, Hokand Hanlığı’nda da kullanılan bu unvan Kale
Bahadur olarak geçmektedir.
Olufsen, a.g.e., s.576, Hanikov, a.g.e., s.237
Şeybânî Hanlığı saray teşkilatında görülmektedir. Bu memur, Şeybânî Hanlığı teşkilatına
Timurlular Devleti’nden geçmiştir. Görevleri sarayda toplantı ve özel meclislerde eğlenceleri
düzenlemek ve eğlencenin düzeninden sorumlu olmaktır. Çöhre ağaları, aynı zamanda saray
kapucubaşısı olarak da görev yapmaktadırlar. Bu yönüyle hacib veya perdedar olarak da
nitelenebilirler. Çöhre ağalığı, Buhara Hanlığı’nda da görülmektedir. Zamanla isim değişimi
olarak Çurakası olarak kaynaklarda geçmiştir. Buhara Hanlığı’nda, resmikabullerde Han’ın sağ
tarafında ayakta durmaktadır. Saray protokolünden sorumludur.
Eugene Schuyler, Türkistan Batı Türkistan Hokand Buhara ve Kulca Seyahat Notları,1.Baskı,
İstanbul Çev: Firdevs Çetin- Halil Çetin, Paradigma Yayınları, 2007, s.341, Hanikov, a.g.e.,
s.237. Şeybânî Hanlığı’nda ve Buhara Hanlığı’nda görev alan bu memur, devlet teşkilatında,
başkâtip olarak görev yapar. Hükümdarın, mektup, berat, ferman ve diğer tüm evraklarının
yazılarını yazmakla görevlidir..
Buhara Hanlığı’nda, şehiriçi güvenlikten ve kervanlar ile münferit yolcular için yolların
güvenliğinden, yolların kar yağışı gibi olaylarda açık tutulması, ordunun geçişi veya ticaret
kervanlarının geçişi için yolları her daim temiz ve güvenli tutmaktan sorumlu kişidir.
35
36
37
38
39
65
Kaan AKAR
66
rütbesi olarak Mirahur40 gelmektedir. Hanikov bu unvanı “atların efendisi”
olarak niteler. Mirahur, devletin başında bulunan Emir’in ahırlarının
yöneticisidir. Mirahur’a ve ondan sonra gelmekte olan Eşik Ağası41 ve Çağatay
Beyine sarayın avlusuna at üzerinde girme ayrıcalığı tanınmıştır. Bunların
ardından gelen rütbe ve unvanlar üçüncü kısım yarlıklar üzerine verilmektedir.
Hanikov diğer unvanları saymaya Datha42 ve ondan sonra gelen İnak ile devam
etmiştir. Bu iki unvanla Buhara Hanlığı’nda Şakird Pişe sınıfına verilen
unvanların son bulduğunu belirtmektedir.
Buhara Emirliği Sarayında Görevli Memurlar
Hanikov, Buhara Hanlığı’nda ana unsuru oluşturan Özbeklerden
müteşekkil Ruhdar sınıfına ait olan unvanları Atalık, Divan Beyi ve Pervaneci
olarak belirtmektedir. Pervanecilerin görevi, devlet içinde rütbe ve makam
alan kimselere bunu Emir’in verdiği yarlıkla bildirmek, ayrıca Emir’in hem
oğulları, hem de valiler ile iletişimi sağlamaktır. Hanikov, Pervaneci’nin
başında bir sarık bulundurduğunu ve yarlıkları bu sarık içinde taşıdığını
belirtmektedir. Ruhdar sınıfının bir diğer makamı Divanbegi’dir.43 Hanlık
Türkçe’ye “Çoğmak” olarak da geçen Emir-i Ahurluk, Ahurbeg veya Ahurdârlık, özel olarak
Han’ın atlarıyla, genel olarak ise sarayın ahırı ile ilgilenen kıdemli seyistir. Arapça emir ve
Farsça ahur kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Osmanlıcada emir ıstılahının
Farsçalaşmış şekli olan mir ile meydana getirilen mirahur ve imrahor imlası ile de
kullanılmıştır.
Hamid Ziyaev, Türkistan da Rus Hâkimiyetine Karşı Mücadele,1. Baskı, Ankara, Çev: Ayhan
Çelikbay, Türk Tarih Kurumu, 2007, s.12; Hanikov, a.g.e., s.239 Timurlular Devleti, Şeybani
Hanlığı ve Buhara Hanlığı’nda, dergâhın yani sarayının baş kapıcısıdır. Dergâhın korunması,
sefer esnasında hükümdar otağının kurulması ve toplanması, dergâha resmi ve özel kabullerde
huzura çıkanların ve toplantı, ziyafet, şölen gibi durumlarda bu meclislere katılanların giriş
çıkışlarını kontrol eden kişidir. Ortaçağ Türk İslam Devletleri’nde, haciplerin görevlerini
yaptıkları görülmektedir. Sağ ve sol Eşikağasıbaşı şeklinde iki birim olarak örgütlenir. Sefer
esnasında hükümdarın otağının içinde bulunurlar ve hükümdarın emirlerini gerekli kişilere
ulaştırmak ile de sorumludurlar. Emir iletimi görevi ile serhenglerin görevlerini yaptıkları da
anlaşılmaktadır.
Schuyler, a.g.e., s.341; Koç, a.g.e., s,42, Hanikov, a.g.e., s.238. Komutan rütbesinde askeri;
aynı zamanda saygıyı ifade eden bir unvandır.
Divanbegi unvanına, Türkistan coğrafyasında mukim bulunan Türk Moğol devlet geleneğine
sahip olan devletlerde görmekteyiz. Divanbegi, Timurlular Devleti’nde, Şeybani Hanlığı’nda ve
Şeybânî Hanlığı’nın mirası üzerine inşa edilmiş olan Batı Türkistan hanlıkları olan Buhara
Hanlığı, Hokand Hanlığı ve Hive Hanlığı’nda görmekteyiz. Divanbegi, bu devletlerin saray
teşkilatlarında görev yapmaktadır. Divanbegi, devletin, hazinesi ve dolayısıyla maliyesi ile
ilgilenmektedir. Bu sebeple ortaçağ Türk-İslam devletlerindeki vezir unvanının muadilidir.
40
41
42
43
içinde Emir’den sonra en yetkili kişi Atalık’dır.44 Şehr-i Sebz hâkimi olan
Atalık, Emir tarafından göreve başlatılmaktadır. Hanikov, Atalık’ın en büyük
kızını Emir’le veya onun küçük oğluyla evlendirdiğini de eklemektedir. Saray
içinde olan bu unvanlardan bağımsız olarak farklı unvanlar da bulunmaktadır.
Bunların ilk olan Mehremliği Hanikov sekiz bölüme ayırmıştır:45
İlk olarak en düşük makama sahip olan kişi, görevi Emir’in namaz
kılmak için abdest alacağı zaman ona ibrikle su vermek olan Aftabeci’dir.46
-Bukceh-berdar: Orta çağ Türk İslam Devletleri’nde var olan
Camedârın47, Buhara Hanlığı’ndaki karşılığı olan bu memur, Emir’in kıyafet
dolabındaki giysilerden sorumludur.48
Şeybânî Hanlığı’nda, maliye işlerinin yanına idari ve askeri sorumlulukları da eklenmiştir.
Hanlık içinde, şehzadelerin idare ettiği toprakların han adına mali denetimi Divanbegi’nin
görevidir. Batı Türkistan hanlıklarında ise Divanbegi, devletin büyük veziri olan Kuşbegi’nden
sonra protokolde üçüncü sırada bulunmaktadır. Batı Türkistan hanlıklarında, Şeybânî
Hanlığı’nda olduğu gibi maliyenin başında bulunmaktadır.
Atalık unvanı, Şeybânî Hanlığı’nda, Büyük Selçuklu Devleti’ndeki Atabeg, Osmanlılar ve
Safeviler Devletleri’ndeki lala unvanına eşittir. Atalık, babalık anlamında, hükümdara bir baba
gibi öğüt veren ona yardımcı olan, ona danışmanlık yapmakla görevli kimsedir. Ayrıca Atalık,
devletin büyük emir ve beylerinin kendilerine ait bölgelerde sahip olduğu yetkileri yasa
mucibince denetleme ve kontrol etme görevlerine sahiptir. Atalık, hükümdar adına devletin
merkezi idaresinin, devletin diğer kurum ve kişilerine yansımasıdır. Atalıklar Batı Türkistan
Hanlıkları’nda daha farklı bir hal almışlardır. Temel yapıları aynı kalmış olup şehzadelerin
öğretmenleri ve danışmalarıdır. Buhara Hanlığı’nda, Şeybânî soyunun ortadan kalkması
sonrasında, tahta geçen Astrahani Hanedanı döneminde, Atalık makamı yönetimde etkili
olmaya başlamıştır ve bu Atalıklardan Muhammed Rahim Biy Atalık, Ubedydullah’ın üzerinde
kesin bir otorite kurarak Han’ı kukla pozisyonuna sokmuştur. Onun oğlu, Muhammed Danyal
Biy Atalık ile birlikte Mangıt Hanedanlığı kurulmuş bulunmaktaydı. Şah Murad’a kadar tahtta
bir Cengiz soyu olsa da asıl yetki ve tek güç Atalıkların ellerindeydi. Atalık, Hanlıklarda en
yüksek memurdur.
Hanikov, a.g.e. s.240
Ortaçağ Türk-İslam Devletleri’nde, karşımıza Taştdâr olarak çıkan bu görevli, sarayda
hükümdara en yakın olan görevlilerden biridir. Taştdâr, Timurlular Devleti’nde ve Buhara
Hanlığı’nda ve diğer Batı Türkistan Hanlıkları’nda, Doğu Türkçesi’nin ve dahi Moğolcanın
etkisi ile karşımıza Aftabeci olarak çıkmaktadır. Hanikov, a.g.e., s.240
Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklu, Kirman Selçuklu, Türkiye Selçuklu, Harizmşah, Delhi
Türk Sultanlığı, Eyyubi ve Memluk Devletleri saray teşkilatlarında rastladığımız Câmedârlık
makamının başında Sahib-i Câmedâr görev yapmaktadır. Câmedâr kelimesi Farsça elbise
anlamına gelen “Câme” ve tutmak, sahip olmak, malik olmak, koruyup kollamak gözetlemek
anlamına gelen “dâşten fillinin geniş zamanda kökü olan “dâr” kelimelerinden oluşmakta,
elbise tutan, koruyan, kollayan anlamına gelmektedir. Harizmşahlar Devleti sarayında,
hükümdarın günlük, özel tören, sefer kıyafetlerini ayarlayıp onları düzenleyen ve hükümdara
bunları giymesinde yardım eden görevlidir. Ortaçağ Türk-İslam Devletleri’nde, hilat verme
44
45
46
47
67
Kaan AKAR
68
-Sahat-berdar: Buhara Emiri’nin sarayında bulunan saatlerden sorumlu
görevli memurdur.49
-Kitab-berdar: Buhara Hanlığı sarayında Emir’in kütüphanesinden
sorumlu memurdur.50
-Muzah-berdar51: Buhara Emiri’nin giydiği çizme ve ayakkabıların
bakımı ve korunmasından sorumlu memurdur.52
-Şerbet-berdar:53 Buhara Emir’inin içeceklerinden sorumlu olan,
Emir’in içtiği içeceklerin bardaklarını taşıyan ve Emir’in baş hizmetkârı olan
memurdur.54
geleneği çok yaygındır. Hilat, elçilere, devlet adamları gibi ileri gelen kişilere hükümdar
tarafından verilen bir onur hediyesidir. Hilat verilen kişi, iki saray hacibi ile birlikte sarayda
Câmehane denilen daireye götürülür ve Câmedâr nezaretinde ona uygun Hilat giydirilirdi.
Câmedâr aynı zamanda sarayda Câmehanede görev yapan memurların başında bulunmaktadır.
Câmedârlar, hükümdarın yakınlarında bulundukları için önemli kişilerdir ve hükümdarın
güven ve itimadını kazanmış kişiler arasından seçilirlerdi. Hükümdara çok yakın oldukları için
kendilerini ve yeteneklerini gösterme imkânı bulan Câmedârlar, daha sonra ordu kumandanı,
vali gibi görevlere de atanabilmektedirler. Aydın Taneri, “Camedar”, DİA, Diyanet Vakfı
Yayınları C.7, 1993, s.45
Hanikov, a.g.e., s.240
Hanikov, a.g.e., s.240
Hanikov, a.g.e., s.240
Buhara Hanlığı’nda, hükümdarın ayakkabı ve genel olarak çizmelerinden sorumlu olan
memurdur. Çizmelerin temizlenmesi, korunması ve taşınması işlerinden sorumludur. Türkiye
Selçuklu Devleti’nde ve İlhanlılar Devleti’nde bu görevi yapan Ser Müzedar unvanlı memurlar
bulunmaktadır
Hanikov, a.g.e., s.240
Ortaçağ Türk-İslam Devletlerinin saraylarında, yemek kadar bir önemli unsur da içeceklerdir.
İçeceklerle ilgilenen görevliler farklı isimlerle isimlendirilebilir. Ortaçağ Türk-İslam Devletleri,
saray teşkilatında bu görevli karşımıza Şarabdâr olarak çıkmaktadır. Şarabdâr, Şarabhane olarak
sarayın ve hükümdarın içeceklerinin depolandığı ve yapıldığı dairenin başındaki sorumlu
memurdur. Saraydaki içeceklerin sorumluluğu Şarabdâr’a aittir görevleri, içeceklerin temin
edilmesi, depo edilmesi ve ham madde olarak getirilen malzemelerin depolarda çalışan
görevliler tarafından üretilmesinin denetlenmesi ve yönetilmesidir. Sarayda tükenen içeceklerin
ülke içinden temini onun görev alanındadır. Altında çeşitli görevliler çalıştırmaktadır. Karahanlı
Devleti’nde, Şarabdâr-ı Hass, hükümdarın sofrasına ya da sarayda düzenlenen, toplantı ve
ziyafetlerin, her türlü içeceklerini hazırlayan, hammaddeleri temin ederek depolayan ve
gerektiğinde yapmakla görevli olan memurdur. Emri altında birçok saki çalışmaktadır. Aynı
zamanda, sarayda içeceklerin muhafaza edildiği mahzenlerden de sorumludur. Şarabdâr
hükümdara sadık, güvenilir, itimat edilen kimseler arasından seçilmektedir. İsmail Hakkı
Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal Büyük Selçukiler, Anadolu Selçukileri,
48
49
50
51
52
53
-Mehrem Dehbaşı: Buhara Hanlığı ordusunda on başı rütbesindedir.
-Penj-sadbaşı: Buhara Hanlığı ordusunda 500 başı rütbesindedir.
55
Yukarıdaki görevli memurların tamamı bu görevlere ve rütbelerine
Emir’in bir yarlığı ile yükseltilmektedirler, sayıları Emir’in takdirine göre
sınırsız olabilmektedir. Örneğin Emir, Mehrem Deh Başı rütbesini Karavul
Beyi rütbesine çıkarabilmekte ve mehrem diye sayılan bu 8 görevlinin
sıralarını kendi arzusuna göre düzenleyip değiştirebilmektedir. Hanikov bir
başka görevli olarak Katauldan bahsetmektedir. Yazar, Kataul56 unvanlı
memurun Buhara Hanlığı şehirlerinde meydana gelen inşaatları ve yapıları
Emir adına denetlemekten sorumlu olduğunu belirtmiş ve bu görevi hanlık
dâhilinde tek bir memurun yaptığını aktarmıştır. Bunun ardından sıra
Bakavul57 unvanına gelmiştir. Bakavul, Moğol devlet sistemimden Buhara
Anadolu Beylikleri, İlhaniler, Karakoyunlu ve Akkoyunlularla Memlüklerdeki Devlet
Teşkilatına Bir Bakış, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 4.Baskı Ankara 1988.
Hanikov, a.g.e., s.240
Schuyler, a.g.e., s.341; Meyendorf, a.g.e., s.56; Hanikov, a.g.e., s.237; Olufsen, a.g.e., s.492
Hanikov, a.g.e., s.241
Bakavul veya Bugavul olarak kaynaklarda geçen bu memurun görevi aslında ikiye ayrılabilir.
Zamanla görevinde farklılaşma yaşamıştır. Bakavul, Türk Moğol Devleti’nde, Altınorda
Hanlığı, Çağatay Hanlığı, İlhanlılar Devleti, Gazneliler Devleti, Büyük Selçuklu Devleti,
Harizmşahlar Devleti Timurlular Devleti’nde ve Şeybânî Hanlığı ile Buhara Hanlığı ve diğer
Batı Türkistan Hanlıklarından, Emir-i Çeşnigir veya Çaşnigir isimli yemeklere nezaret edip
zararlı şeylerin konmamasına bakan görevlinin, Moğol Devletleri’ndeki muadilidir. Çaşnigirler
ve Bakavullar, aslında günümüzde devlet teşkilatlarına bakılırken ihmal edilerek küçük gibi
görülen, ancak tam aksine çok önemli bir makamdır. Bakavullar, hükümdarın hayatından
birinci derecede sorumludur diyebiliriz. Çünkü siyasi yaşamında iç ve dış birçok düşmanı
bulunan hükümdarın ölümü en etkili yoldan zehir ile sağlanabilir, bu da yediği yemekten
olabilirdi. Hükümdarın hayatının önemi dolayısı ile yemekleri önce tadan ve içinde zehir olup
olmadığını neredeyse hükümdara kendini kurban olarak vererek kontrol eden, Bakavullardır.
Bakavulluk, yine mutfakta aşçı olarak görev yapan Bavurçiden daha yüksek bir makamdır.
İlhanlılar Devleti’nde daha sonra ki dönemde Bakavul, Çaşnigir vazifesinden farklı olarak askeri
bir unvan ve görev halini almıştır. İlhanlılar Devleti ordusunun askeri işlerini düzenleme ve
Orta çağ Türk İslam Devletleri’nde gördüğümüz Divan-ı Arz reisi, Emir-i Arız’ın görev ve
sorumluluklarını üstlenmeye başlamıştır. Bakavul, ordunun her askerini teftiş etmeye
başlamıştır. Emir-i Arız’ın yaptığı gibi orduyu tam teçhizatlı olarak önünden geçirir ve elinde
bulunan kayıt defterlerinden askerin hayvanını, silahlarını ve diğer teçhizatı ile askerin
kendisinin durumuna bakardı. Ayrıca Bakavul, orduya yeni asker bulunup yazılması, ordunun
sayımı ile asker sayısının saptanması, ordu iktalarından gelen orduya ait olan gelirin kayıt,
kontrol ve idaresi, ordu içinde ki her askerin ihtiyacı olan levazımatın temin edilmesi ve
askerlere dağıtılması gibi işleri görev edinmiştir. İlhanlılar Devleti ordusunu oluşturan bölük ve
birliklerin yürüyüş ve hareket hatlarını tayin ve sevk ile ordu arkasından gelen, ordunun silah,
erzak, yedek hayvan gibi tüm lojistik ihtiyacının yönetimi ve sevki, seferin hareket stratejinin
54
55
56
57
69
Kaan AKAR
70
sarayına geçmiş bir unvandır ve saray mutfağı aşçılarının başıdır. Unvanları
kısa kısa açıklamaya devam eden yazar sıradaki unvanda Selam Ağalarına yer
vermektedir. Selam Ağası unvanına sahip olan memurların görevi, Emir saray
dışına çıktığında onunla birlikte dışarı çıkmak ve halkın Emir’e verdiği
selamları onun adına alarak Aleyküm Selam diye karşılık vermektedir.58
Hanikov bu son üç unvanın makam ve derece olarak birbirleri ile eşit
seviyede olduklarını belirtmektedir. Unvanlara devam eden yazar, Timurlu
Devleti ve Şeybani Hanlığı teşkilatında da var olan Şigavul59 memurunun
Buhara Hanlığı’nda da bulunduğunu dile getirmektedir. Şigavulun görevi,
ülkeye gelen elçileri karşılayıp sarayda kabul edip, huzura kabul sırasında
duracakları yeri gösterip yönlendirip ardından görüşme bitiminde elçiyi
huzurdan dışarı çıkarmaktır. Sıradaki diğer unvan ise Tun Katar’dır.60 Emir’in
geceleri uyuyup dinlendiği yatak odasının önünde dönüşümlü olarak bekleyen
iki kişiden ibaret görevlilere ise Tun Katarlar denilmektedir. Tun Katarlar,
Emir’le ordu seferdeyken Emir’in çadırının önünde -aynı sarayda olduğu gibidurmakta ve çadırın önünde nevbet denilen davulu çalmaktadırlar. Hanikov,
Buhara Hanlığı’nda dilekçelerin alındığı Arizehane önünde bekleyen ve bu
kapıyı korumakla görevli memurlara Derban61 unvanı verildiğini
belirtmektedir. Ayrıca, Derbanların bir diğer görevi de Emir’i görmek için
gelen kimseleri, dış saraydan alıp iç saraya Emir’in yanına çıkarmaktır. Bir
diğer unvana sahip görevli de Emir saray dışına çıktığında kendisinin
görevinin özel sembolü olarak elinde bulunan kırmızı renkli asalarla Emir
belirlenmesinde onun göreviydi. Eğer çıkılan sefer başarılı olmuş ve ordu savaştan zaferle
ayrılmışsa, askerlerin, komutanların ve İlhan’ın yasal hakkı olan ganimetin dağıtım işlerinin
yürütülmesini de Bakavul sağlamaktadır. Sefer esnasında veya barış halinde iken ordunun
çıktığı bir nevi savaş tatbikatı olan geleneksel Moğol avlarında, avlanan hayvanların pay edilmesi
işi de daima Bakavulların görevidir. Bakavullar Kurultay ve toylarda teşrifatçı olan Türk-İslam
Devletleri’nde hacib memurunun muadili olan yasavul ile birlikte çalışır ona yardım ederdi.
Kurultay ve diğer törenlerde eski Türk-Moğol geleneği olan, oruna göre kimin nerede
oturacağı kimin hangi tarafa geçeceği gibi protokol işleri ile de ilgilenmektedir. Böylece, düzen
bozulmaz devlet adamları hiyerarşik bir düzende törene katılmış olurlardı. Alpargu, a.g.m,
s.265.
Hanikov, a.g.e., s.241
Ziyaev, a.g.e., s.12; Macit, a.g.e., s.139; Hanikov, a.g.e., s.241.
Hanikov, a.g.e., s.241
Buhara Hanlığı’nda, saray teşkilatında var olan bir memurluktur. Hanlık sarayındaki, halkın
dilekçelerini ve resmi işlerini yazdıkları arizahane önünde beklerler. Dış sarayda, eğer saraya
gelen yabancı misafirler varsa onları izni olması durumunda saraya alırlar ve misafirlere
rehberlik görevinde bulunurlar. Sarayda elçilere de yol gösterir ve mihmandarlık yaparlar.
Hanikov, a.g.e., s.242.
58
59
60
61
hakkında dualarda bulunan Udaycı’dır.62 Bu dua; “Allah yüce Emir’e yardımcı
olsun ve adalet yolundan ayırmasın” şeklindedir. Orada bulunan herkes
“Âmin, öyle olsun!” diye cevap vermek zorundadır.63
Buhara Hanlığı’nda hazineden sorumlu memura Mihter veya Mehter
unvanı verilmektedir. Bu memur savaş ve barış zamanlarında devletin
hazinedarı konumundadır.64 Sarayın bir diğer önemli memuru ise Emir’in
sofrasından ve onun düzeninden sorumlu olan Desturhancı’dır.65 Bu memur
saray mutfağı erzakının depolanmasından sorumludur. Emir’in yiyeceği
yemekler bu erzak deposunda onun mührü ile saklanmakta ve yine onun
mührü ile çıkarılıp Emir’e sunulmaktadır. Desturhancı görev sembolü olarak
elinde küçük altın bir nacak taşımaktadır. Buhara sarayının son ve en yüksek
makamı Kuşbegilik’tir.66 Vezirlik olarak adlandırılan bu makam İnaklıktan bir
kademe üstündür. Şakird Pişe sınıfına ait olan kimseler daha fazla yükselme
imkânına sahip olmasa da bu makama çıkabilmektedirler. Hükümet işlerinde
Emir’den sonra en yetkili kişi olan Kuşbegilik makamının birçok görev ve
yükümlülüğü vardır. Emir’in devlet mührünü taşıyan Kuşbegi, ithalat ve
Alpargu, a.g.m, s.266
Hanikov, a.g.e., s.242
Hanikov, a.g.e., s.242
Buhara Hanlığı’nda hükümdarın tabaklarını sofrasına veren görevlidir. Köle kökenlidir, görevi
Emir’in sofrasını kurmaktadır. Desturhan sofra örtüsü demektedir bu sebeple bu makamda
bulunan memura Desturhancı unvanı verilmiştir.
Kuşbegi ya da koş beyi olarak adlandırılan çok önemli bir unvandır. Şeybânî Hanlığı
sarayında, sarayın yöneticisi de olan Kuşbegi, Buhara Hanlığı’nda ve diğer Batı Türkistan
Hanlıklarında ortak bir şekilde kullanılır. Handan sonra ülkedeki en yetkili kişidir. Devlet
idaresi ile ilgili tüm görevlerden sorumludur. Hakkında çeşitli görüşler vardır. Bunlar arasında,
kuş tabirinden yola çıkarak sarayın kuşçubaşısı iken hanların doğan gibi yırtıcı kuşlara
meraklarından onların gözlerine girmiş kuş bakımı sırasında han ile yakında bulunduğu için
onunla samimi olup vezirlik makamına ulaştığı söylenmiştir. Fakat aslında koş yani ordu
kumandanı anlamına gelen askeri bir unvandır. Koşbeyi, hükümdar ile birlikte sefere
çıkmaktadır ve ordunun düzeni, asayişi ve sisteminden sorumludur. Koşbeyi şehir ve kale
kuşatmalarına katılmakta ve kuşatma komutanlığı yapmaktadır. Koşbeyi, zekât vergisi
toplamakla da görevlidir ve aynı zamanda eman çıkarma yetkisi de vardır. Savaş sonrası eğer
zorunlu göç gerekli ise bu görevi de koş beyleri yapmaktadır. Kuşbegi Buhara Hanlığı’ndaki
unvanlardan biri olarak kaynaklarda geçmektedir. Şeybani Hanlığı’ndan itibaren ismi aynı kalan
Kuşbegi, görevinin önemini artırarak sürdürmüştür. Buhara Hanlığı’nda hemen hemen tüm
dönemlerde, hükümdardan sonra devletteki en önemli kişi olmuştur. İdari, mali ve askeri
yetkileri çok geniş olan Kuşbegi, devleti hükümdar adına yönetmektedir. Osmanlı Devleti’nde,
Vezir-i Azam olarak bildiğimiz unvanın Batı Türkistan hanlıklarının genelinde aldığı karakter
Kuşbegiliktir. Kuşbeyleri, geçimlerini hükümdardan aldıkları iktalar ile sağlamaktadırlar.
Schuyler,a.g.e, s.341 Hayit, a.g.e., s,126
62
63
64
65
66
71
Kaan AKAR
72
ihracattan sağlanan verginin toplanmasından da sorumludur ve bu vergiyi
toplayacak olan kendine bağlı memurları seçip göreve atamalarını
yapmaktadır. Hanikov’a göre Buhara Hanlığı sınırlarında her kervansarayda
iki tane daimi gümrük memuru bulunmaktadır. Merkeze uzak olan şehir ve
kasabalardaki kervansaraylarda bu memurların görevi kervanların gelişi
sonrası kervanların taşıdığı malların miktarını kayda geçirip bu malların
kervansarayda depolandığını Kuşbegi’ne bildirmek ve bu malların gümrükten
geçirilip belirlenen vergiyi ödemeden ülkenin iç pazarlarına sevk edilmesini
engellemektir.67
Bu kervansaraylar Kuşbegi ve onun bulunmadığı hallerde vergi
memuru olarak görev yapan Zekatçılar68 tarafından teftiş edilmektedir.
Kervansaraya gelen kervanların malları buralarda gümrük vergisine tabi
tutulur, malların cinsine göre vergileri hesaplanırdı. Fakat bu mallar Emir için
de ayrılabilir ve vergi oranında tüccardan mal alınabilirdi. Bu durum tüccar
için zarara sebep olduğundan onun adına olumsuz bir uygulamadır. Kervan,
kervansaraya geldikten sonra birkaç gün içerisinde vergi memuru gelerek ilgili
kervanın mallarından talep edilen vergi miktarını kervanbaşına bildirmektedir.
Tüccardan bu talep edilen vergi tahsil edildiğinde verginin alındığını gösteren,
Kuşbegi’nin mührü ile mühürlenmiş bir tahsilat makbuzu tüccara teslim
edilmektedir. Eğer kervan Rusya’dan geliyorsa bu kervan Kattagan şehrine
gitmektir. Kuşbegi bu durumda yanına aldığı 40 veya 50 civarında memurla
Kattagan şehrindeki gümrük bölgesine gider ve bu malların denetimini bizzat
yapardı. Ayrıca ülke içindeki emlakın dağılımı ve bunlardan yıllık alınan
vergilerin toplanması da Kuşbegi’nin görevidir.69 Kuşbegi aynı zamanda
ülkenin iç ticaretinden kaynaklanan vergileri toplamaktan sorumludur ve
ülkenin dört bir yanında vergi memurları bulundurmaktadır. İç ticarette
toplanan vergiler, vezirin hazinedarlarına teslim edilmektedir. Mali işlerden
sorumlu olan Divanbegi, vergilerin toplanması için kesilen makbuzları her
günün sonunda Kuşbegi’ne teslim etmektedir. Kuşbegi ülke içinde yaşayan
herkes gibi Müslüman olmayan halkın da yöneticisidir. İslam hukukunda yer
alan cizye vergisi Buhara Hanlığındaki Müslüman olmayan tebaa için de
uygulanır ve cizye her erkek için bir ila dört tenge arasındadır. Bu vergiyi
toplamak da Kuşbegi’nin görevidir. Kuşbegi, bu vergiyi toplamak için yılda iki
Hanikov, a.g.e. s.243
Buhara Hanlığı’nda, devletin gümrüklerinden sorumlu olan memurdur. Gümrükten alınacak
olan vergilerin ve gümrüklerin güvenliğinden sorumludur
Hanikov, a.g.e., s.244
67
68
69
kez yanında büyük bir maiyet ile Yahudi mahallesine70 gitmekte; ikinci kez
Yahudi mahallesine71 girişinde vergi kayıtlarını gözden geçirmekteydi.
Emir’den özel bir çağrı gelmediği takdirde, Kuşbegi topladığı vergilerin
hesabını vermek zorunda da değildi.72
Kuşbegi, sarayın güvenliğini sağlamaktan da sorumludur. Emir
saraydan ayrıldığı zaman, Kuşbegi güvenliği sağlamak üzere sarayda
bulunmaktadır ve Emir saraya dönene kadar burada oturmaktadır.73 Görevini
yapmaya engel bir durum olduğu zamanlarda ise yerine Topçubaşı74 vekâlet
etmektedir. Buhara şehrinin 11 adet kapısı bulunmaktadır; bu kapılar akşam
olunca dışarıya kapatılarak kilitlenir ve şehre giriş çıkış yapılmaz. Bu kilitlenen
kapıların anahtarları Kuşbegi’ne getirilerek teslim edilir ve sabah ondan
alınarak kapılar açılır.
Buhara Emirliğindeki Din Görevlileri
Hanikov, Buhara Hanlığı’nda ulema sınıfını oluşturan hocalara verilen
bir takım unvanlar bulunmakta olduğunu da belirtmekledir. Bunlardan biri
Uraklardır ki adalet sistemi içerisinde kendilerine yer bulmaktadırlar. Uraklar,
Emir bir davaya kendisi müdahil olarak bakması gerektiği zaman ona yardım
etmektedirler. Ayrıca Emir’e görmesi için gönderilen davalarda onun
bulunmaması halinde Emir’in vekilliği görevinde bulunmaktadırlar.
Mahkemenin görüldüğü salonda kendilerine ayrılmış özel yerleri vardır ve bu
yere bir başka kimse oturamamaktadır.75 Ulema sınıfından hocalara verilen
Burnes, a.g.e., s.275; Hanikov, a.g.e., s.244
Buharadaki Yahudi nüfus ve detaylı bilgi için bkz: Durmuş Arık, Buhara Yahudileri, Aziz
Andaç Yayınları, 2006.
Hanikov, a.g.e., s.245
Alexander Burnes, Travels into Bokhara: Being The Account of A Journey From India to
70
71
72
73
Cabool, Tartary and Persia; Also Narattive of A Voyage on the Indus, From The Sea to
Lahore, With Presents From The King Great Britain; Performed Under The Orders of The
Supreme Goverment of India, in The Years 1831, 1832 and 1833, Vol, I-II-III, London: John
Murray-Albemarle Street, 1834, s.268
Batı Türkistan Hanlıkları, Rus işgal süreci başlamadan önce Türk ordu sisteminin geleneksel
silahları olan ok, yay, kılıç, kargı-mızrak ve az sayıda tüfek ile donatılmışlardı. Fakat modern
Rus ordusu karşısında modernizasyonun şart olduğunu gören devlet yöneticileri top imalatına
başlamışlardır ve topçu birliği kurmuşlardır. Bu topçuların başındaki komutanın ismi Topçu
başıdır. Kaynaklarda ordu kumandanı olarak geçmektedir. Şeybânî Hanlığı’nda da bulunan bu
rütbedeki komutan Han ve Kuş beyinden sonra üçüncü sırada gelmektedir. Ziyaev, a.g.e., s.12;
Hanikov, a.g.e., s.245; Nurettin Hatunoğlu, Türkistan’da Son Türk Devleti Buhara Emirliği ve
Âlim Han, 2 Baskı, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2016, s.120
Hanikov, a.g.e., s.246
74
75
73
Kaan AKAR
74
unvan ve görevlerden diğerleri ise Sadr,76 Sudur, Uraki Kelan, Miraset, Feyzi77
ve Nakip’tir78 ancak Nakip79 hariç diğerlerinin devlet içinde resmi bir görevi
yani devlete bağlı kazandığı bir gelirleri yoktur. Ancak bu kişiler soyları
sebebiyle ayrıcalıklıdırlar ve sarayın avlusuna kadar at üzerinde gelebilme
hakları vardır. Ayrıca Emir’in özel meclislerine veya divanlara fikirlerine
başvurulmak üzere çağrılmaktadırlar.
Cubayrlı hocalar ise Şeyhülislam ve Kadı Kelan80 olabilmekteydiler
onlar da Emir tarafından meclise veya divana çağrılıp buralarda fikirlerini
Türkistan’ın tüm tarihi boyunca din âlimi anlamına gelen Sadr, Buhara Hanlığı’nda da dini
bir unvandır. Merkezde bulunan şeyhülislamın, taşradaki temsilcisi görevindedir. Vakıf
mallarının hesap işleri ve bu vakıfların işleyişi ile de ilgilenmek görevleri arasındadır.
Hatunoğlu, a.g.e., s.520; Ziyaev, a.g.e., s.11
Buhara Hanlığı’nda manevi bir unvan ve makamdır. Feyzi, âlim, bilgin, ulema demektir.
Çelik, a.g.t, s.91; Hanikov, a.g.e., s.246
Hanikov, a.g.e., s.246
TDK güncel Türkçe sözlüğünde bir kavmin, kabilenin başkanı veya onun vekili; bir tekkede,
en yaşlı derviş veya dede gibi anlamlarda geçen Nakip unvanı, Türkistan coğrafyasında, Türkİslam Devletleri’nde birçok farklı anlam ve görevde kullanılmıştır. Gazneliler Devleti ve Büyük
Selçuklu Devleti’nde, nakipler, ordunun ve sarayın asker ihtiyacını karşılayan gulamlara eğitim
verilen gulamhanelerde görev yapmaktadır. Gulamlar, esir edildikten veya genel olarak satın
alındıktan sonra, onlara takribi yedi yıllık bir eğitim verilmektedir. Bu eğitimleri sonucunda
iyice yetişen gulamlar ordu ve sarayda görev yapmaya başlamaktadır. Bu gulamların eğitim ve
sonrası komuta işlerinden sorumlu kimseye ise nakip adı verilmektedir. Nakipler Gulaman-ı
Dergâh adı verilen saray gulamlarının başında bulunurlardı. Nakip’in görev sorumluluğunda
olan gulamlar ellişer kişilik birimlere ayrılır ve her zaman silahlı olarak hükümdarın hizmetinde
bulunurlardı.
Nakip unvanına 16.yy’da Şeybânî Hanlığı’nda da rastlamaktayız. Şeybânî Hanlığı’nda, Hz. Ali
soyundan gelenlere verilen bu unvan, hanlık içinde, manevi itibarı dolayısıyla, tüm diğer
görevlilerden üstün bir makamdır. Nakiplerin görevi, hanlığın askeri uygulamaları çerçevesinde
sefer veya savaş esnasında ordunun tanzimi, teçhizi, her türlü savaş araç ve gereçlerinin kontrol
ve denetimi, ayrıca askerlerin konumlanacağı mevkilerin tespitini gerçekleştirmektedir. Nakip
unvanı, aynı zamanda dini bir unvandır ve hanlık içinde tekke ve dergâhlarda Hz. Ali’nin
soyundan olmalarının etkisi görülmektedir. Alpargu, a.g.m,s.266
Buhara Hanlığı devlet teşkilatında bulunan bir görevli de Kadı Kelan, yani büyük kadıdır.
Orta çağ Türk İslam Devletleri’nde Kadı’ul Kudat olarak görülen Baş Kadı’nın karşılığı olarak
Buhara Hanlığı adli teşkilatında görev yapmaktadır. Buhara Hanlığı’nda ordu kadısı olarak
görev yapan Askerkazi veya Askerkadı ile ülkenin vilayet ve köylerinde görev yapan yerel
kadılar da Kadı Kelan’a bağlı olarak görev yapmaktadırlar. Kadı Kelan, Osmanlı Devleti’ndeki
Şeyhülislam’a benzemektedir. Türkistan coğrafyasında, Şeyhülislamlık makamı, manevi bir
makamken, Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislam, ulemanın ve adliyenin başıdır ve ayrıca
hükümdar karşısında son derece saygı ve itibar görmekte, kendisi görevini bırakmadığı takdirde
görevinden alınamamaktadır. Bu bakımdan Osmanlı Devleti’ndeki Şeyhülislam’a benzeyen
Kadı Kelan, devlet içinde büyük bir güce ve saygınlığa sahiptir. Ulema sınıfının başında bulunan
76
77
78
79
80
belirtip tavsiyelerde bulunabilmektedirler. Meclise katılan ulema sınıfının
başında Şeyhülislam81 bulunurdu ki aynı zamanda Emir’in dini danışmanı da
kendisidir. Emir, dini konularda vereceği kararları veya soruları Şeyhülislam’a
sormakta ve onun verdiği cevaplara ve fetvalara göre hareket etmektedir.
Toplantılarda oturma düzenine göre Emir’in sol tarafında oturmaktadır.
Şeyhülislam’dan sonra Nakip gelmektedir. Nakip; ordu kadısı olan
Kadıaskerin (kazasker) gücünü ve yetkisini aşan Sipahiler arasındaki davalara
Emir’in yokluğu halinde bakardı. Nakip’ten sonra ordu içindeki genel
davalara bakan ordu kadısı gelmektedir. Ordu içindeki davalarda davaların
büyüklüğüne göre yetkisini kullanmaktadır. Eğer bir davada hak kaybı ve
tazminat 500 tillayı aşacak bir bedeldeyse o zaman ordu kadısı bu davaya
bakamaz, bu konudaki tek yetkili kişi olan Emir’e havale eder; Emir de bu
dava için Nakipleri görevlendirebilmektedir. Kadı gelen dilekçeleri de işleme
almakta, gerektiğinde bunları Emir’e bildirmektedir. 82
Buhara Hanlığı’nda ulema sınıfının içinde bulunduğu görevlilerden bir
diğeri büyük kadı manasına gelen Kadı Kelan’dır. Onun görevi halkı
ilgilendiren davalara bakmaktır. Yaptığı soruşturma sonucunda vereceği kararı
önceden Emir de dâhil hiç kimseye bildirme zorunluluğu bulunmamaktadır;
bu da yargının gücünü artırmaktadır. Ancak ordu kadısı gibi Kadı Kelan da
davada hak kaybı ve tazminatın 500 tillayı geçtiği durumlarda yetki aşımına
uğrar ve bu davayı Emir’e havale ederdi. Ordu kadısının Emirle birebir
görüşme yapma ayrıcalığı olmasına rağmen Kadı Kelan, Emirle birebir sözlü
görüşme yapamaz; bunun yerine yazılı hale getirdiği raporlarını Emir’e
sunardı. Bu durum ordu kadısının daha üst bir mevkide olduğunu
göstermektedir. Kadı Kelan bu işi tek başına değil yardımcı memurları ile
beraber yürütmektedir. Onun Muharrir adındaki Kadı Kelana bağlı olan
memurları bulunmaktadır.83 Bu memurlar gelen davacıların dilekçelerini
yazmakta, dilekçeleri işleme koymakta ve bu iş için de dilekçe başına yarım
Kadı Kelan, devletin en güçlü bürokratı olan Kuşbegi ile protokolde paralellik göstermektedir.
Buhara Hanlığı içinde, çarşıların idaresi ve denetimi başta olmak üzere, sosyal hayatı
düzenlemektedir. Medreselerdeki müderrislerin tayini, verilecek derslerin neler olduğu,
medrese talebelerinin eğitim işleri, devletin ve özel vakıfların idaresi gibi konular Kadı Kelan’ın
sorumluluğundadır. Ayrıca, ülke içinde görev yapan, kadı, imam ve hatiplerin tayin ve azilleri
gibi işlerle ve doğal olarak yargı ve mahkeme işleri ile ilgilenmektedir. Kadı Kelan, Buhara
Hanlığı’nda, düzenin ve şeriatın koruyucusu olarak bulunmaktadır. Koç, a.g.e, s.70
Hayit, a.g.e., s.126
Hanikov, a.g.e., s.247
Hanikov, a.g.e., s.247
81
82
83
75
Kaan AKAR
76
tenge84 ücret talep etmekteydiler. Kadı Kelan bu dilekçeleri işleme koyar,
gerektiğinde Emir’e yollardı. Emir’in de bu işlere bakan sayıları 10’u bulan
kâtipleri bulunmaktadır. Kadı Kelan’a bağlı memurlardan bir diğeri de
Buhara Hanlığı içinde çok önemli bir görevde ve bir tür kamu ahlakı
uygulayıcısı ve denetçisi olan Reis’tir.85 Aynı zamanda şehrin çarşı ve
pazarlarının temizliği ve güvenliğinden sorumludur. Sabah ve akşam olmak
üzere iki kez şehir turuna çıkmaktadır. Bu teftiş turlarında önüne gelen
herhangi bir Müslümanı durdurarak ona dinin farzlarını sorabilir, dua
okumaya ve ezberlemeye zorlayabilirdi. Karşısındaki adamın cahilliği ve
bilgisizliği durumunda 39 sopayı geçmeyecek şekilde onu döverek
cezalandırma gücüne sahiptir. Reis86 bu görevini hasta olduğu ve teftişe
çıkamayacağı durumlarda iki yardımcısına devretmektedir. Reis, saray
avlusuna at üstüne girme hakkına sahip değildir. Ünlü bir reis olan Mahzun
Şeybânî Hanlığı’nda ve Batı Türkistan’da para birimidir. Aynı Zamanda Buhara Hanlığı’nda
da kullanılır. Sovyet işgali ile birlikte tenge yürürlükten kalkmıştır. 15 tenge 1 ruble
değerindedir. Hatunoğlu, a.g.e., s.125.
Gazneliler, Büyük Selçuklular, Kirman Selçuklu, Harizmşahlar, Eyyubiler Devleti’nde ve
Buhara Hanlığı’nda saray dışı görevlilerden biri de Reis unvanlı görevlidir. Bir şehirde,
sanatkârlar, zanaatkârlar, lonca ve meslek örgütleri ile cemaatlerin liderleri reis olarak görev
alabilen kimselerdir. Reislik, halk ve sivil toplum örgütleri ile devletin ilişkisini düzenleyen bir
makamdır. Reisler karşımıza Batı Türkistan Hanlıklarında da çıkmaktadır. Reisler, merkezde
ve merkezden uzak eyaletlerde görev yaparlar. Eyaletlerde, Vali’nin ve Müstevfi’nin emri
altındadır ve onlara bağlı olarak görev yaparlar. Reis, merkezden uzak vilayetlerde görev
yaparken, halkın içinde olduğu ve birebir halk ile temas kurduğundan dolayı, devletin görünen
yüzüdür ve halk nezdinde devleti temsil eden yegâne kişidir. Reislerin görevi, halkın huzur ve
refahı ile güvenini sağlamaktır. İslam tarihinde X- XII. yüzyıllar arasında, şehirlerin belediye
başkanı gibi çalışmaktaydılar. Fakat daha sonra, Şahne unvanlı memurların görevlerinin artması
ve işleri arasına belediye meselelerinin girmesi ile reislerin önemleri azalmıştır. Reis çalıştığı
bölgede, adalet işlerinin yasalara uygun yürüyüp yürümediğini, çarşı ve pazarlarda devletin
koyduğu kanunlar çerçevesinde ticaretin sürüp sürmediğini, ekonomik işlerin doğru ve
hakkaniyetli şekilde işleyip işlemediğini kontrol etmektedir. Reislik makamı soy temellidir. Bir
aile içinde babadan oğula veya kardeşler arasında geçebilmektedir. Reisler, işlerini doğru
yapmaları koşulunda bu görev onlardan alınmaz ve bu görev süreklilik arz eder. Reisler şehir ve
kasabalarda görev yaparken, daha uzak küçük köy ve beldelere, altında çalışan diğer görevlileri
gönderebilmektedir. Reisleri köylerde naipleri temsil etmektedir. Reislerin, naipleri ile beraber
güvenlik kuvveti görevi gören memurları ve çarşı, pazar ekonomik işler gibi işlerde raporları
tutması için kâtipleri bulunmaktadır. Buhara Hanlığı’nda, reis çarşı ve pazarlarda ölçü işlerini
ve kuralları denetlemektedir. Faruk Sümer, “Reis”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, C.34, 2007,
s.543-544
Arminius Vambery, Sketches of Central Asia My Travels, Adventures And of The Ethnology
of Central Asia, London, 1868, s.107
84
85
86
Berdi bu haktan faydalanması için Emir tarafından Sudur makamına
yükseltmiştir.87
Buhara Hanlığı’nda ulema sınıfının bir diğer üyesi ise müftülerdir. En
yüksek dereceli müftü Alem unvanına sahiptir. Alemlerin görevi davaların
sonuçlarını incelemek ve kadıların adaletli, doğru bir karar verdiklerini tespit
etmeleri halinde bu dava evraklarının mühürlerini kontrol etmektedir.
Müftüasker ise Alem’den sonra gelen müftüler grubundaki bir diğer
memurdur. Adından da anlaşılacağı üzere askeri işlerle ilgilenmektedir. Ordu
içindeki askerlerin dava dilekçeleri yani ordu kadısına gidecek olan
dilekçelerin yazılması ve toplanması ile ilgilenmektedir. Müftülerin sayısı
birden fazladır. Hakları Emir tarafından garanti altına alınmıştır. Görevleri ise
Emir tarafından çıkarılan kanunların doğruluğunu mühür ile onaylamaktır.
Ayrıca bundan bağımsız olarak okullarda müderrislik yaparlar. Müderrisler
belli bir eğitim alan ve bu bilgilerini sınavla kanıtlayan görevlilerdir ve bunlar
aynı zamanda birer molladır. Medreselerde ders vermektedirler. 88
Ulema sınıfının bir diğer üyesi Cuma İmam’ıdır. Emir’in Cuma
namazını kıldığı caminin imamı olarak görev yapmaktadır. Ataması Buhara
Emir’inin doğrudan bir yarlığı ile sağlanır, bu da bu görevin önemini
göstermektedir. Aynı şekilde ulema sınıfından olan bir diğer imam ise Beş
Vakit İmamı denilen görevlidir. Buhara şehrinde Emir’in tayin ettiği bir
camide cemaate beş vakit namaz kıldırmaktadır. Beş Vakit İmamı olarak
adlandırılan imamın görevleri arasında halkın dini duygularını güçlendirmek
ve ahlakını artırmak, doğru yoldan sapmalarını önlemek gibi manevi işler de
vardır. Beş Vakit İmamı da tıpkı Cuma İmamı gibi doğrudan Emir tarafından
tayin edilmekte ve onun tarafından görevden bir yarlıkla alınmaktadır. Buhara
Hanlığı’nda ulema sınıfına giren din işleri ile görevli olanlardan bir diğeri ise
Müezzin ve Sufidir. Bu memurlar, Müslümanların camiye gelmeleri için ezan
okuyarak namaza çağırırlardı. Ayrıca sosyal hayatı ilgilendiren başka görevleri
de bulunmaktadır; bunlardan biri nikâh kıymaktır, diğeri de müezzinler
tarafından baba evinden damat evine gidecek olan kızların çeyizlerini oraya
nakletmektir. Bu geleneksel iş için bir ücret almaktadırlar.89
SONUÇ
87
88
89
Hanikov, a.g.e., s.248
Hanikov, a.g.e., s.249
Hanikov, a.g.e., s.250
77
Kaan AKAR
78
Cengizli devlet geleneğinin Batı Türkistan’daki temsilcisi olan Buhara
Hanlığı, Mangıt boyunun iktidara gelişi sonrası Cengizli Yasa’dan ayrılarak
yerini İslami kuralların egemen olduğu bir yönetim anlayışına bırakmıştır.
Çalışmada Hanikov’un 1841 yılında Buhara Emirliğinde bulunduğu süre
içinde verdiği bilgilerden yola çıkarak devlet içindeki memurların unvanlarını
ve görevlerini açıklanmaya çalışılmıştır. Hanikov, devletin resmi törenlerine
katılmış ve Buhara sarayında bizzat bulunmuştur. Onun aktarmış olduğu
bilgiler Buhara yönetiminin kimlerden oluştuğu ve hangi yetkilere sahip
olduğu konusunda açıklayıcıdır. Ayrıca yazar, din temelli bir yönetim ve
anlayışa sahip olunan ülkede din adamlarını oluşturan sosyal grupları ve
sınıfları da ayrıntılı olarak ele almıştır. Hanikov hâkimiyet alametleri
diyebileceğimiz sembolleri de anlatırken devlet protokolünden örnekler
sunmuştur. Buhara Emirliğinde devlet teşkilatında bulunan unvanların
hemen hemen hepsi ortaçağ Türk-İslam devletlerinin teşkilatında
bulunmaktırlar. Büyük Selçuklu Devletinde kullanılmakta olan Taştdar
unvanı ile Buhara sarayındaki Aftabeci arasında bir fark bulunmamaktadır.
Yine Karahanlı sarayında hükümdarın yatak odasının kapısında nöbetçi olarak
görev yapan Yataklar ile Buhara sarayında görev yapan Tun Katarlar aynı işi
yapmaktadırlar. Bu unvanlara ve görevlere Reis ıstılahını da ekleyebiliriz,
ortaçağ Türk-İslam devletleri ile aynı görevi Buhara Emirliğinde de
sürdürmektedirler. Yaptıkları iş temelde aynı olmakla beraber daha önce
unvan ve ıstılah olarak görülmeyen memuriyetler de bulunmaktadır. Bunlara
örnek olarak Kuşbeği başta olmak üzere, Udayçılar ve Desturhancı vb.
unvanları verilebilmektedir. Böylece unvan temelinde Türkistan’ın merkez
topraklarının Moğol istilası öncesi dönemle farklılık gösterdiği
anlaşılmaktadır. Eğer Moğol istilası ve ondan sonra kurulan Cengizli geleneğe
sahip devletler olmasaydı Türkistan topraklarında kurulmuş olan Türk-İslam
devletlerinde de Gazneliler, Büyük Selçuklular ve Harizmşahlar devletlerinde
olan teşkilat ve unvanları görülebilecektir. Fakat Moğol dönemi sonrası
unvanların Moğol yapısına göre şekillenmesi bir Bozkır-İslam geleneği
doğurmuştur. Bu da Buhara Emirliğinde net bir şekilde görülmektedir.
Rusların ve İngilizlerin bölgeye olan yakın ilgisi bu iki devletin Buhara ve Batı
Türkistan’ın diğer devletleri hakkında bilgiler toplaması ihtiyacına girmelerine
sebep olmuştur. Bölgeye giden birçok seyyah ve eserleri bulunmaktadır.
Ancak bunların arasında Hanikov ayrı bir yerdedir çünkü yazar eserinde
Buhara teşkilat yapısın detaylı olarak açıklayan seyahatnameden ziyade
akademik üslup ve direkt bilgi vermeyi amaç edinmiştir. Bu yönüyle çağdaşı
sayılabilecek diğer seyahatnamelerden oldukça detaylı ve özeldir.
KAYNAKÇA
ALAN, Hayrunnisa, Mangıtlar, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, C.27, 2003.
ALPARGU
Mehmet,
“Türkistan
Hanlıkları”,
Ansiklopedisi, C.2, İstanbul 2002.
Genel
Türk
Tarihi
ARIK, Durmuş, Buhara Yahudileri, Aziz Andaç Yayınları, 2006.
ASLAN, İhsan, Moğollar Arasında İslamiyetin Yayılışı, Okur Akademi,
İstanbul, 2018.
BURNES, Alexander, Travels into Bokhara: Being The Account of A
Journey From India to Cabool, Tartary andPersia; Also Narattive of A
Voyage on the Indus, From The Sea to Lahore, With Presents From
The King Great Britain; Performed Under The Orders of The
Supreme Goverment of India, in The Years 1831, 1832 and 1833,
Vol, I-II-III, London: John Murray-Albemarle Street, 1834.
“Moğol ve İlhanlı Hâkimiyetleri sürecinde Erzincan”,
Erzincan Tarihi, C. II, Erzincan İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Yayınları, Erzincan 2020, s. 384.
Coşkun, Derya
COŞKUN, Derya “Taberistan ve Mâzenderân Adları Üzerine Bir
Araştırma”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 12, S. 64,
Haziran 2019, s. 197.
COŞKUN, Derya, Herât’tan Yükselen Işık Kert Hanedanlığı (643-791/12451389), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2020, s. 204, 162.dn
CÜVEYNİ, Alaeddin Ata Melik, Tarih-i Cihan Güşa, Çev: Mürsel Öztürk,
1.Baskı, Ankara, 2014.
ÇELİK, Muhammed Bilal, “1800-1865 Yılları Arasında Buhara Emirliği,”
Basılmamış Doktora Tezi, Sakarya, 2009.
DOĞAN, Orhan- ERDOĞAN Aysel, Batı Türkistan Hanlıkları (Kuruluştan
Yıkılışa), 1.Baskı, Ankara, Berikan Yayınevi, 2017.
HATUNOĞLU Nurettin, Türkistan’da Son Türk Devleti Buhara Emirliği ve
Âlim Han, 2 Baskı, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2016.
79
Kaan AKAR
80
HAYİT, Baymirza, Türkistan Rusya İle Çin Arasında, Otağ Yayınları, 1975.
HİNZ Walther, “Orta çağ Yakın Şarkına Ait Vergi Kitabeleri”, Çev: Fikret
Işıltan, Belleten Dergisi, C.XIII, s.52, Ekim 1949.
KALLEK, Cengiz, Haraç, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, C.16, 1997.
KESER, Emre, Buhara Hükümdarı Şah Murad’ın Yönetim Anlayışı, İran ve
Turan Tarihi Araştırmaları Dergisi, S.2, June 2020.
KHANİKOFF, Nikolai Vladimirovich, Bokhara: Its Amir and Its People,
Translated From The Russian of Hanikov by Baron Clement A. de
Bode, J. Madden, London.
KOÇ, Dinçer, Rus Elçilik Raporlarına Göre Hokand Hanlığı XIX. Yüzyılın
İlk Yarısı,1.Baskı, İstanbul, İdeal Kültür Yayıncılık, 2015
MACİT, Abdülkadir, Şeybânî Özbek Hanlığı Siyasî, İdarî, Askeri ve Îktisadî
Yapı, İlem Kitaplığı, İstanbul, 2016.
MEYENDORF, Count (1840). Journey of The Russian Mission from
Orenburg to Bokhara, çev. Colonel Monteith and Madras Engineers,
London: Spectator Press.
OLUFSEN, Ole, The Emir of Bokhara and His Country,
Heinemann, London 1911.
William
ÖZGÜDENLİ, Osman Gazi, “Maverâünnehir”, DİA, C. 28, TDV Yayınları,
İstanbul 2003, s. 177;
SCHUYLER, Eugene, Türkistan Batı Türkistan Hokand Buhara ve Kulca
Seyahat Notları,1.Baskı, İstanbul Çev: Firdevs Çetin- Halil Çetin,
Paradigma Yayınları, 2007.
ÜÇOK, Bahriye, İslam Tarihi Emeviler-Abbasiler, Meb Yayınları, İstanbul
1979.
VAMBERY, Arminius, Sketches of Central Asia My Travels, Adventures
And of The Ethnology of Central Asia, London, 1868.
VURGUN, Seda Yılmaz, XIX. Yüzyılda Seyahatnamelerin Işığı Altında
Buhara Emirliği (Hanlığı), Basılmamış Doktora Tezi, Sakarya,
Haziran 2013.
ZİYAEV Hamid, Türkistan da Rus Hâkimiyetine Karşı Mücadele, 1. Baskı,
Ankara, Çev: Ayhan Çelikbay, Türk Tarih Kurumu, 2007.