Yayın Koordinatörü • Yaşar HIZ
Genel Yayın Yönetmeni • Aydın ŞİMŞEK
Editör • Resul Yavuz & Özgür Tokan
Kapak Tasarım • Esra YILDIZ
İç Tasarım • Ahmet HAYTA
Sosyal Medya • Mertcan KOÇALİ
Birinci Basım • © Şubat 2017 /ANKARA
ISBN • 978-605-180-604-4
© copyright
Bu kitabın yayın hakkı Gece Kitaplığı’na aittir.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, izin
almadan hiçbir yolla çoğaltılamaz.
Gece Kitaplığı
Adres: Korkut Reis Mh. Yeşilırmak Cd. 10 / B
Demirtepe
Çankaya/ANKARA
Tel: 0312 384 80 40
web: www.gecekitapligi.com
e-posta:
[email protected]
Baskı & Cilt
Son Çağ
İstanbul Caddesi İstanbul Çarşısı 48/48
İskitler/Ankara
Sertifika No: 25931
Tel: 0312 341 36 67
Dr. Yenal ÜNAL
Dr. Yenal Ünal’ın temel ilgi alanını düşünsel,
kültürel ve sosyal gelişmeler bağlamında 20. yüzyıl
Türkiye ve dünya tarihi oluşturmaktadır. Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü 2004
yılı mezunu olan yazar aynı üniversiteden 2006
yılında Ahmet Özgiray danışmanlığında yüksek
lisans derecesini almıştır. 2012 yılında Ankara
Üniversitesi’nde Kurtuluş Kayalı danışmanlığında
doktora çalışmasını noktalamıştır. 2005-2013 yılları
arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda A-Grubu
Uzman olarak görev yapan Ünal, 2013’ten bu yana
Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türkiye
Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı Başkanı olarak
bilimsel çalışmalarına devam etmektedir. Çeşitli
akademik dergi ve gazetelerde yayımlanmış yüzlerce
yayını bulunmaktadır. Memleketi Konya Ereğlisi’ne
bağlı Çiller köyüdür.
Başlıca eserleri:
2009.
1) Ahmet Ferit Tek, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul,
2) Yakın Dönem Türk Tarihinde Refik Halid Karay,
Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2013.
3) Kuruluşunun 50. Yıl Dönümünde Bartın Limanı
Tarihi, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2015.
4) Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları, Gece
Kitaplığı Yayınevi, Ankara, 2017.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aziz ruhuna
ve anmayı unuttuğumuz tüm büyüklere…
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
I. BÖLÜM
MAKALELER
1) Türkiye’de Tarihçilik, Tarihçiliğin Gelişimi
(15–20. YY) ve Türk-Batı Tarihçiliğine Örnek
İki Kitabın Karşılaştırmalı Analizi
2) 1940–1950 Yılları Arasında Türkiye’de
Fiyat Artışları ve Bu Dönem Ekonomisinin
Genel Görünümü Üzerine Bir İnceleme
3) Bilgi Toplumunun Tarihçesi
4) Türk Düşünce Dünyasının Gelişimi ve
Bu Alanda Yapılan Çalışmalar Üzerine
Bir İnceleme
5) Refik Halid Karay’ın Eserlerinde
Batı İmgesi
6) Millî Mücadele’de Bartın
7) Bartın Matbuat Tarihinin İzini Sürmek:
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat Bülteni
Örneği
8) A Selected Bibliographic Study About
History of The Caucasus
II. BÖLÜM
KİTAP İNCELEMELERİ
1) 1938’den Günümüze Türkiye ve Türkler
2) Ata Yadigârı Ahlât
3) Millî Mücadele Tarihinde Eskimeyen
Hatırat Minelbâb İlelmihrâb
4) Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri
5) Türkiye Yazarlar Birliği Akademi Dil
Edebiyat ve Sosyal Bilimler Dergisi:
Türkiye’nin Düşüncesi
9
11
15
17
51
95
123
157
185
251
337
393
395
403
409
417
423
Dr. Yenal Ünal
6) Osmanlıdan Günümüze Demokratikleşme
Sürecinde Türk Siyasi Hayatı ve Kemalizm 431
7) Atatürk-İmparatorluktan Millî Devlete
441
8) Kurtuluş Savaşı Sözlüğü
447
9) İstiklâl Harbi’nde Etnik İhanet
455
10) Tarih Araştırma ve Yazma Metodu
467
11) Türk Kültür Dünyasından Portreler
479
12) Bartın Limanı İnşaat Sonu Raporu,
487
13) Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya
Geçişi
493
III. BÖLÜM
KONFERANS VE SEMPOZYUM
BİLDİRİLERİ-DEĞERLENDİRMELERİ
501
1) 100. Yıl Dönümünde Çanakkale Savaşları’nın
Etkilerini Yeniden Düşünmek
503
2) Refik Halit Karay’ın Kaleminden
I. Dünya Savaşı Sonrasında Suriye’nin
Siyasi ve Sosyal Vaziyeti
525
3) I. Uluslararası Avrasya Türk Dünyası Çocuk
Edebiyatı Yayıncılığı Sempozyumu
557
4) V. Dini Yayınlar Kongresi
Değerlendirmesi
571
10
ÖNSÖZ
Osmanlı
İmparatorluğu’nun
yıkılışından
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna ve
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze değin meydana gelen siyasi, askeri, sosyal, kültürel ve düşünsel faaliyetler günümüzde önemini ciddiyetle korumaktadır. 2017 yılı şartlarının yaşandığı günümüzde
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Ortadoğu ülkelerinde yaşanan hemen her türlü siyasi gelişmenin kökeninde Fransız İhtilali ile ortaya çıkan fikirlerin bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Hemen
her gün yeni bir gelişmenin yaşandığı Türkiye’de
ve Ortadoğu’da, I. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya
çıkan konjonktürün etkilerini de görebilmek mümkündür. O hâlde yaşanan bu gelişmelerin tam anlamıyla idrak edilebilmesi, özellikle barışçıl ve sağlam
temeller üzerinde geleceğin inşa edilebilmesi için
geçmişin ço5k iyi incelenmesi ve bu incelemelerde
ortaya çıkan bilgilerin önemsenmesi gerekmektedir.
Karlofça Antlaşması ve Fransız İhtilali, Türk tarihinde iki kırılma noktasıdır. Çünkü bu iki mühim gelişmeden sonra ortaya çıkan neticeler nerdeyse son üç
yüz yıllık Türk tarihini şekillendirmiştir. Bu nedenle
bu iki mühim olaydan sonra gün yüzüne çıkan geliş-
Dr. Yenal Ünal
melerin bütün ayrıntılarıyla bilinmesi ve tekrar tekrar tartışılması gerekmektedir.
Bu bilgilerden hareketle ve bu işin ciddi bir
meraklısı olarak 2008 yılından bu yana birçok dergide ağırlıklı olarak 20. yüzyıl tarihi üzerine birbirinden farklı tarihi konularda makaleler ve inceleme yazıları kaleme almaktayız. Monografi tarzında
hazırladığımız çalışmalarımızı da kitap olarak neşretmekteyiz. Kitap çalışmalarımıza bugüne kadar
bilimsel manada yapılan atıflar, bu eserlerin kendi
alanlarına ciddi katkılar sağladığı hususunda bize
önemli ipuçları sundu. Buradan hareketle akademik
dünya dışındaki kitlelerin, erişip okumakta güçlük
çektikleri makale, kitap incelemesi, bildiri çalışması
ve diğer değerlendirmelerimizin bir kitapta birleştirilmesinin son derece sağlıklı neticeler vereceğini
düşündük. Çünkü bir kitap incelemesi ile daha farklı
formatlarda kaleme alınmış örneğin bir bildiri ya da
makale çalışmasının toplumun geneline erişiminde
çok ciddi farklar ortaya çıkabiliyor. Kanaatimizce bilimsel çalışmaların kitap şeklinde neşri hâlâ en etkili
yöntem. Elinizde bulundurduğunuz eser işte bu kanaat ve tasavvurlar çerçevesinde muhtelif tarihlerde
çeşitli dergilerde kaleme almış olduğumuz makaleler başta olmak üzere kitap eleştirisi yazıları ile sempozyum bildiri ve diğer değerlendirme incelemelerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur.
Bir başka eserimizde belirttiğimiz üzere “tarihçilik, doğası gereği durağan hâlde bekleyen bir
bünyeye değil; sürekli hareket hâlinde olan bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla bu devinimde, sürekliliğin
sağlanması için yeni bakış açılarına, keşif bekleyen
olgulara, farklı metotlara, değişik fikirlere, başka
duyuşlara ve yeni sezgilere ihtiyaç duyulmaktadır.”
“Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları” adlı
eserimiz işte bu amaçlar doğrultusunda daha önce
12
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
neşredilmiş bilimsel çalışmalarımızın kitlelere daha
sağlıklı bir biçimde ulaştırılabilmesi amacıyla ortaya
çıkmış bir üründür. Eser, tarih araştırmacılığı alanında yeni bakış açılarının ortaya çıkarılmasına, keşif
bekleyen yeni olguların tespit edilmesine, farklı metotların bulunmasına, değişik fikirler ve duyuşların
belirlenmesine katkı ve destek sağlaması durumunda amacına ulaşmış olacaktır.
Bu eserin oluşumuna birebir katkı sunmamakla
birlikte tarih araştırmacılığı alanında yetişmemizde
emekleri bulunan, kendilerinden feyz aldığımız değerli hocalarımız ve büyüklerimiz Prof. Dr. Kurtuluş
Kayalı, Prof. Dr. Tuncer Baykara, Prof. Dr. Ahmet
Özgiray, Prof. Dr. İsmail Aka, Prof. Dr. Kemal Arı,
Prof. Dr. Mustafa Oral ve Prof. Dr. Neşe Özden başta olmak üzere bütün diğer değerli bilim insanlarına
teşekkür etmek istiyorum. Yine eserin yayımlanmasında emekleri bulunan Gece Kitaplığı Yayınevi’nin
tüm değerli çalışanlarına teşekkür etmek istiyorum.
Dr. Yenal ÜNAL
Kemerköprü/Bartın 2017
13
I. BÖLÜM
MAKALELER
1) TÜRKİYE’DE TARİHÇİLİK, TARİHÇİLİĞİN
GELİŞİMİ (15–20. YY) VE TÜRK-BATI
TARİHÇİLİĞİNE ÖRNEK İKİ KİTABIN
KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ1
Giriş
Tarih bilimiyle bugüne kadar uzaktan yakından ilgilenen pek çok tarihçi, sosyolog, sosyal bilimci
ve araştırmacı, tarihi tanımlamaya ve tarihin amaçlarını çeşitli şekillerde açıklamaya çalışmışlardır. Peter
Novick’e göre tarih, “Yavaş yavaş birbirleriyle rekabet eden iddia ve karşı iddialardan oluşan bir bataklık”2,
Edward Hallet Carr’a göre ise “Tarihçi ile olguları
arasında karşılıklı bir etkileşim süreci; bugün ile geçmiş
arasında bitmez bir diyalog”dur.3
Geniş ve genel anlamıyla tarih4, her türlü olaİlk defa, Kelam Araştırmaları Dergisi’nin, 8. cildinin 2. sayısında
yayımlanmıştır.
2
Özbaran (2006), 1.
3
Carr (2006), 35.
4
Arapça tarih kelimesi; İbranice ay görmek anlamına gelen
“Verrehe” kökündendir ve hadiseleri Sami kavimlerindeki ay takvimini kullanmak suretiyle bir takvime bağlamak, yani ferdi vakaları tarihlendirme esasına dayanan kronolojik bir tasnif anlamı1
Dr. Yenal Ünal
yın, maddenin veya nesnenin geçmişteki ve o anki
halini konu alır.5 Günlük konuşma dilinde ise “tarih”
sözcüğü iki anlama gelir: Hem geçmişte meydana
gelmiş olayları belirtir, hem de geçmişin tarihçilerin
çalışmalarında yeniden kurulup aktarılmasını ifade
eder.6 Tarih, pratik toplumsal bağlantıları olan bir
alandır; işlevini gereğince yerine getirebilmesi, başka
disiplinlerden yararlanmasına ama bunu yaparken
seçici davranmasına bağlıdır; esin kaynağı ne olursa
olsun her türlü tarih araştırması, modern akademik
tarihe damgasını vurmuş olan titiz eleştiri yöntemine7 uygun olarak gerçekleştirilmelidir.8
Tarihin ana konusu da öbür toplum bilimlerinki ile aynı olup; insanların toplum içindeki davranışlarını konu alır. Daha başka farklılıklarına yol
açan ana ayırt edici özelliği ise, insanların geçmişteki
toplumsal ilişkileri araştırmasıdır.9 Tarih bilimi ile
öbür toplum bilimleri arasındaki ilişkiler zorunlu ve
değerli ilişkilerdir.10
Tarihin faydası ya da yararı nedir? Bugüne kadar Tarih felsefesiyle uzaktan yakından ilgilenen bütün tarihçilerin merak ettiği bu soru çeşitli şekillerde
ele alınmıştır. A. L. Rowse’ye göre “Bir kimyacı, bir
na gelir. Batı kaynaklarında “Histoire” tabiri Latin ve Yunan kaynaklarında araştırmak, incelemek anlamlarında kullanılmıştır.
5
Yalçın (2004), 1; Öztürk (1999), 29.
6
Özlem, (2001), 13.
7
R. G. Collingwood’a göre tarihin bazı ilkeleri vardır bunlar
özetle: 1) Tarihte başlangıçlar yoktur, 2) Tarihte sonlar yoktur,
3) Tarihte tamlık yoktur. Ayrıntılı bilgi için bkz. Collingwood
(2005), 331–334.
8
Tosh (1997), V-VI.
9
“Günümüz toplumu bugüne egemen olup geleceği üzerine bir görüş
oluşturabilirse, bu süreç içinde geçmişe ilişkin bilgisini de yenileyebilir.” Ayrıntılı bilgi için bkz. Carr-Fontana (1992), 21.
10
Carr-Fontana (1992), 14–15.
18
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
fizik bilgini ya da bir makine mühendisi olabilirsiniz, ama
bir tarihçi olabilir misinizi? Olduğunuz takdirde bu sizi
nereye götürür?”11 Marc Bloch konuyu, “-Baba tarih
ne işe yarar bana açıkla- Birkaç yıl önce yakından tanık
olduğum küçük bir erkek çocuk bir tarihçi babayı böyle
sorgulamaktaydı […] Bir çocuğa ait olan bu soruyu –ki
bu çocuğun öğrenme açlığını şimdilik tatmin etmeyi başaramadım- büyük bir istekle, kitabın ruhunu özetleyen başlı olarak muhafaza edeceğim. Kuşkusuz bazı kimseler bu
formülü saf bulacaktır. Ama bunun tersine olarak bu soru
bana konuyla uyum içinde gözükmektedir.”12 şeklinde
özetlemektedir. Meseleyi tersinden ele alan, bir an tarihin mevcut olmadığını düşünerek konuya yaklaşan
İngiliz tarihçisi A. Marwick “Tarihin Faydası Nedir?”
sorusunu ileri sürenlere en kesin ve en aydınlatıcı cevap için, hiç kimsenin tarih bilmediği bir toplumda
günlük hayatın nasıl olabileceğini tasavvur etmeleri
teklifinde bulunmaktadır. Levi-Strauss’a göre tarihi
önemsemeyenler yaşanılan zamanı bilmediklerinden
kendilerini kınayanlardır. Cicero bunu daha da açık
bir şekle sokmuştur. “Kendinizden önce ne olup bittiğinden habersiz bulunmanız çocuk kalmanız demektedir”13
Toplum halinde yaşayan insanların meydana
getirdiği kültür ve medeniyet, toplum düzeni, iktisadi hayat tarihin konusunu teşkil eder.14 Buna bağlı
olarak, sanat-dil ve edebiyat, din, ahlak, bilim, teknik, şehirleşme, idari yapı, hukuk, kısacası maddi
Rowse (1971), 11.
Bloch (1985), 1.
13
Özbaran (1979), 597.
14
“Her tarihi olay kendi devrinde hâkim genel dünya görüşünün, yani hayat felsefesinin bir tezahürüdür ve unsurlarının
tamamı birden bu felsefe ile irtibat halindedir. Tarihçi kendi
devrindeki topluma hâkim dünya görüşünün, yani hayat felsefesinin tesiri altındadır ve onun konuları seçişinde ve işleyişinde
şahsi duygularını bu tesirden kurtarması zordur.” Ayrıntılı bilgi
için bkz. Kafesoğlu (1983), 13–14.
11
12
19
Dr. Yenal Ünal
manevi olarak ortaya konan her şey tarihin konusu
kapsamındadır.15 Dolayısıyla tarih, beşeri bilimlerin
merkezinde yer alır. Bazı tarih ekollerinin yerleştirmeye çalıştığı tarih anlayışı, tüm uzmanlık tarihlerinin toplamıdır. Tarihin toplumsal bir rolü olduğu
açıktır. Toplumlar, geleceklerine yön verirken her
zaman geçmişlerine ihtiyaç duymuşlardır.16
Gelecekte nelerin olabileceğine, geçmişte nelerin olduğuna –ya da olmadığına- tarihe bakarak karar verilir. Kısaca, deneyim yoluyla öğrenilir. Tarihin
vazgeçilmez olduğunu iddia etmek, şunu söylemenin bir başka yoludur sadece: Bireysel düzeyde bizim için geçerli olan, toplumun birer üyesi olarak
sürdüğümüz hayatlarda da aynı ölçüde geçerlidir.
Bütün bu bilgiler ışığında, Türk tarihçiliğinin
15. yüzyıldan günümüze nasıl bir gelişme takip ettiği
ve günümüzde ulaştığı merhalenin incelenmesinin
anlam ve önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Türk tarihçiliğinin özellikle de Türkçe tarih yazıcılığının ortaya
çıkışı, gelişimi ve günümüzde ulaştığı seviyenin değerlendirilmesi bir anlamda gelecekte Türk tarihçiliğinin izleyeceğin yol haritasını bize göstermektedir.
Yukarıda da değindiğimiz üzere tarihçiliğin geleceğinde de nelerin olabileceğine -ya da olamayacağınadaha önce yapılmış çalışmalara bakarak karar verilir.
Türkiye sahasında ilk Türkçe tarihçilik örnekleri Osmanlı kuruluş dönemi ile Tevâ’ifû’l-Mulûk adı
verilen Beylikler döneminde görülmektedir. Ondan
önceki Selçuklu döneminde yazılan çok sayıda tarih
eser Farsça olarak kaleme alınmıştır. Bunlardan günümüze yalnızca küçük artıklar ve sonradan tahrif
edilmiş nüshalar kalmıştır. Bunun için doğrudan
Türkçe tarih çalışmaları, Osmanlı döneminde kale15
16
Öztürk (1999), 29.
Yalçın (2004), 2.
20
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
me alındığı için Türkler için tarihçilik de bu dönemde başlatılır. Bu ilk dönem ve bundan önceki dönemler için göçebe Türkmenler arasında, akıncıların kahramanlık hikâyelerini anlatan Dede Korkut benzeri
tarihler mevcuttur.17
Türkiye’de
Yüzyıllar)
Tarihçiliğin
Gelişimi
(15–20.
İlk Osmanlı tarihçisi, 1413 tarihlerinde seksen yaşlarında vefat eden Ahmedî (1334–1413),
öğrenimini Mısır’da yapmış bir şairdi.18 Onun,
Kütahya’da Germiyan Bey’i Süleyman Şah için yazdığı ve Büyük İskender’in kahramanlıklarını içeren
eseri “İskendername”nin sonuna eklediği manzum
“Dasitan-ı Tevârih-i Mulûk-u Âl-i Osman”, daha
sonradan bir kısım Osmanlı tarihçisine kaynaklık ettiği gibi, bu manzum eserden alınan parçalar, yer yer
başka Osmanlı tarihçilerinin eserlerini süslemekte de
kullanılmıştır.19
II. Murat zamanında, tarihsel nitelikli üç çeşit
eser görülür. Bunlar: “Tevârih-i Âl-i Osman” başlıklı
anonim eserler, Arapça ve Farsçadan Türkçeye tercüme edilen eserler ve saray müneccimleri tarafından
hazırlanan saray takvimleridir.20
İlk Osmanlı tarihçilerinin bir kısım halk efsanelerinden ve tarihi bilgileri de ihtiva eden destanlardan faydalandıkları görülmektedir. Fatih Sultan
Mehmet devrinin üç önemli tarihi eserinden ikisi
Babinger (1982), 3–6.
Franz Babinger, “Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri”, adlı
çalışmasında birçok kaynağın aksine şimdiye kadarki en eski
Osmanlı tarih yazarının, Sultan Orhan’ın imamının oğlu olan
Yahşi Fakîh’in olduğunu belirtmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz.
Babinger (1982), 11–12.
19
Göyünç (1977), 240; Babinger (1982), 12–13.
20
Oral (2006), 53–54.
17
18
21
Dr. Yenal Ünal
Enverî’nin “Düsturnâmesi” ve Karamanî Mehmet
Paşa’nın Arapça “Osmanlı Tarihi” takvimlerden
alınma bilgilerin derlenmesi türündendirler. I. ve II.
Murat devirlerinde Arapça ve Farsça’dan Türkçeye
çeviriler21 de yapılmıştır. Örneğin 1424’de Yazıcızâde
Ali’nin, bazı ilavelerle, Farsçadan Türkçeye çevirdiği İbn Bibi’nin “El-Avâmirü’l-Alâ’iyye fi’l-Umûrü’l-Alâ’iyye” adlı eseri çok önemlidir.22
XV. yüzyılda oldukça yalın bir dille, askeri sınıfların ve sınır halkının psikolojisine göre yazılan ve
büyük ölçüde derviş gazilerin görüşlerini yansıtan
“Âşık Paşazâde Tarihî”, Osmanlı tarihçiliğinde adeta
bir kilometre taşıdır. Bu eser Neşrî’nin ana kaynakları arasında yer aldığı gibi, devletin kuruluşundan
kendi zamanına kadar gelmek üzere bir tarih yazmak
bilincinin de dikkate değer ürünlerinden biridir.23
II. Bayezit zamanında Osmanlı tarihçiliğinde yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde İdris-i
Bitlisî, Kemal-Paşazâde ve Şemsettin Ahmet birer
Osmanlı tarihi yazmaya memur edildiler. Birincisinin
Heşt-Behişt (Sekiz Cennet) adlı Tarihi, sekiz Padişah
devrini anlatan Farsça, edebi ve ağır bir üslupla kaleme alınan bir eserdir.24 Tursun Bey, “Tarih-i Ebû’lFeth” adlı eserinde şeriat yanında örfî hukukun
varlığı ve gerekliliğini savunan, hükümdarı görev
Osmanlı devleti ve toplumu, Türk-İslam geleneğinin hâkim
olduğu bir coğrafyada kurulup gelişmiştir. Bu itibarla Türkler
arasında yerleşmiş olan ve klasik denilebilecek eğitim-öğretim
tarzı, Osmanlı Türkleri tarafından da benimsemiştir. Ana dilleri Arapça olmayan Osmanlı Türkleri de Müslüman oluşlarının
etkisiyle ilk dönemlerden itibaren İslami ilimlerin tedrisine ve
Arapçadan başta tarih alanında olmak üzere çeşitli branşlarda
çeviri faaliyetlerine giriştikleri görülmektedir. Ayrıntılı bilgi için
bkz. Baş (2006), 56.
22
Tekindağ (1971), 657.
23
Arıkan (1991), 77.
24
Yinanç (1940), 1; Fleischer (1996), 247.
21
22
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
ve yetkilerini ayrıntılı olarak açıklamıştır.25 KemalPaşazâde ise, Türkçe fakat ağır bir dille yazdığı eserini 1508’de tamamlayabilmiş, bunu daha sonradan
Mohaç Seferi’ne kadar getirmiştir. Kemal Paşazâde,
Osmanlı Tarihini Genel Türk tarihi içersinde, onun
bir parçası olarak gören ilk tarihçidir.26
Osmanlı tarihçileri arasında Karamanî
Mehmed Paşa, Lütfî Paşa gibi sadrazamlara; KemalPaşazâde, Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi gibi şeyhülislamlara, devletin çeşitli kademelerinde mühim
görevler alan kimselere rastlanmaktadır. Bu kişilerin
ekserisi yalnızca tarihle meşgul olmayıp, edebiyatla,
İslami ilimlerle, coğrafya ile hatta tıpla dahi ilgilenmişler ve yabancı ülkelerde meydana gelen gelişmelere de ilgi duymuşlardır. Feridun Ahmet Bey’in
bir tercüman ve bir kâtibe çevirttiği “Tarih-i Frengi”
(Fransa Kralları Tarihi) Batı dillerinden Türkçeye yapılan ilk çeviridir. 1580’de III. Murat adına kaleme
alınan “Tarih-i Hind-i Garbi”, Amerika’nın keşfini,
Güney Amerika’nın İspanyollar tarafından zaptını
konu alır. Kâtip Çelebi’nin “Cihannümâ” adlı ünlü
coğrafya eserinin kaynakları arasında “Asia Minor”
adlı bir Batı kökenli eserin varlığı da yine herkes tarafından bilinmektedir.27
Hoca Sadettin Efendi (1536–1599) ve Mustafa
Ali (1541–1599) 16. yüzyılın en kudretli tarihçilerindendir. Hoca Sadettin Efendi’nin “Tacü’t-Tevârih”28
adlı eseri ile Gelibolulu Mustafa Ali’nin29 “Künhü’lArıkan (1991), 78.
Göyünç (1977), 241; Arıkan (1991), 78.
27
Göyünç (1977), 241–242.
28
Arıkan (1991), 80.
29
Gelibolulu Mustafa Âli’nin ölümünden sonra kazandığı ün
büyük ölçüde tarih yazımına yaptığı dev katkıya ve çekinmeden
dile getirdiği toplumsal-siyasal eleştirilere dayanır. En önemli
eseri olan “Künhü’l-Ahbar” her biri bir cilt oluşturan dört rükn
25
26
23
Dr. Yenal Ünal
Ahbâr” adlı eseri Osmanlı tarih yazıcılığına yeni bir
düzenleme ve yöntem kazandırmıştır.30
Kanuni döneminden sonra Osmanlı tarih yazarlarının, İran tarih yazarlarının eserlerinden etkilemeye başladı. Bu etki, Fars dili ve edebiyatının
Osmanlılar üzerindeki geniş ve derin nüfuzu ile
İranlı Firdevsi’nin “Şehname” adlı eserinin tarih yazarları tarafından örnek alınmasıyla başlamıştır. İlk
örnekleri Fatih devrinde verilmekle birlikte Kanunî
zamanında şehnamecilik bir gelenek haline gelerek
memuriyete dönüşmüştür. Şehdî,31 Fethullah Arif
Çelebi devrin ünlü “Şehnamecileriydi.” 18. yüzyılın başında da şehnameciliğin yerini vakanüvislik
almıştır.32 17. yüzyıldan33 itibaren ortaya çıkan vakanüvisçilik şehnamecilik geleneğinden ortaya çıkarak İmparatorluğun tarihçilik geleneğine farklı
bir boyut getirmiştir. Yüzyılın ünlü tarihçisi İbrahim
Peçevi’nin, Macar kaynaklarından yararlandığı bilinmektedir. Yazmış olduğu “Peçevî Tarihi”nde
Avrupa’da matbaanın keşfinden, barutun icadından
bahsetmektedir.34
üzerine oluşturulmuş bütünsel bir yapı olarak tasarlanmıştır.
Birinci rükn kozmoloji, coğrafya ve insan yaratılışına ayrılmıştır.
İkincisinde İslam öncesi Peygamberler ve Moğol istilasına kadarki İslam tarihi, üçüncüsünde Moğol ve Türk hanedanları ele
alınır. Yapıtın yaklaşık üçte birini oluşturan dördüncü rüknünde ise Osmanlı tarihi anlatılır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Fleischer
(1996), 243–253.
30
Köprülü (1999), 19–20.
31
Lewis (1991), 329.
32
Oral (2006), 55–57.
33
Franz Babinger, “Beş Bosnalı Tarih Yazarı” adlı çalışmasında,
Beş Bosnalı Tarih yazarının, Osmanlı tarihine, yazmış oldukları eserlerle katkıda bulunduğunu belirtir. Bu yazarlar Mustafa
Şevkî Başeski, İbrahim Kapic Vehbi, Salih Sıdkî b. Kadı Mahmud,
Salih Sıdkî Muvakkit ve Muhammed Enverî Efendi Kadicdir.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Babinger (1993), 120–122.
34
Göyünç (1977), 242.
24
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
17. yüzyıl Osmanlı tarihçiliğinin en üretken
ve en değerli tarihçisi Kâtip Çelebi (1609–1657)’dir.35
Kâtip Çelebi’nin36 tarih alanındaki en önemli eseri,
“Fezleketû’l-Akvâl El-Ahyâr fî İlm El-Tarih ve’l-Ahbâr” başlıklı yapıtıdır. Âdemden 17. Yüzyıla kadar
bir dünya tarihi olan bu eser, Batı dillerine de çevrilmiştir. Kâtip Çelebi Osmanlı tarihçileri arasında ilk kez eski Yunan ve Roma tarihiyle ilgilenmiş
tarihçidir. Bu alanda “İrşâdû’l-Hayarâ Fi’t-tarihi’lYunan ve’r-Rum ve’n-Nasarâ” adlı bir eser vermiştir.
“Keşfüz-Zünûn” adlı eserinde ise, 17. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlıların yararlandıkları ve bizzat
yazdıkları eserlerin bir listesini oluşturmuştur.37
Bu dönem için çok kıymetli bir eser olan
“Camiü’d-Düvel”, Arapça, Farsça ve Türkçe, bir
kısmı bugün için ele geçmemiş olan 130’un üzerinde kaynağın incelenmesi suretiyle Müneccim Başı
Ahmet Dede Efendi tarafından yazılmıştır.38
1725–1730 yılları arasında tercüme faaliyetleri de çok önemli aşamalar kaydetmiştir. Bu
dönemde çevrilen eserlerden bazıları şunlardır:
Arıkan (1991), 80.
Kâtip Çelebi’nin birçok mühim eseri bulunmaktadır. “Keşfü’zZünûn an Esmâi’l-Kütübî ve’l-Fünûn; “Takvimü’t-Tevârih”;
“Tuhfetü’l-Kibar fî Esfâri’l-Bihar”; “Cihan-nümâ”; “Süllemü’lvusûl ilâ Tabakati’l-Fuhul”; “Recmü’r-Racim bi’s-Sîni ve’l-Cîm”;
“Düstûrü’l-Amel Li-İslâhi’l-Halel”; “İlhamû’l-Mukaddes mine’l-Feyzi’l-Akdes”; Levâmi’un Nûr fî Tercemeti Atlas-Minör”;
“Tuhfetü’l-Ahbar fî’l-Hikemi ve’l-Emsâli ve’l-Eş’âr”; Câmiu’lMütûn”; Fezleketü’l-Akvalü’l-Ahyâr fî İlmi’-Târih-i ve’l-Ahbâr”; “Fezleke”; “Mizanü’l-Hak fî İhtiyârû’l-Ehak”; “Şerh-i
Muhammediye”; “Revnaku’s-Saltanat”; “Terceme-i Târih-i
Firengi”; “Nigâristan Gaffârî Letâifinin İhtisarı”; “Tarih ve
Tabakat Nevâdiri İhtisarı”; “Bahriye”. Ayrıntılı bilgi için bkz.
Bursalı Mehmed Tahir Efendi (1975), 84–90.
37
Oral (2006), 62.
38
Göyünç (1977), 242; Bursalı Mehmed Tahir Efendi (1975), 101–102.
35
36
25
Dr. Yenal Ünal
Bedrettin Aynî, “İkdû’l-Cumân fî-Tarih-i Ehli’zZaman” (Arapçadan); Hand-mir, “Habibü’s-Siyer”
(Farsçadan); Müneccimbaşı Derviş Ahmet Efendi,
“Camiü’d-Düvel” (Arapçadan); İskender Ben Münşî,
“Tarih-i Âlem Âra-yı Abbasî” (Farsçadan); Hoca
Gıyaseddîn Nakkaş, “Acâibu’l-Letaif” (Farsçadan).39
Vakanüvislik, vakanüvisin devletin resmi belgelerine kolayca ulaşabilmesi ve kayda geçirilebilmesi amacıyla, Divan-ı Hümayun kalemleri bünyesinde oluşturulmuştu. Ancak vakanüvisçiliğin kurumsallaşması 18. yüzyılda gerçekleşmiştir.40
Vakanüvis Mustafa Naima’nın (Ölm. 1716) görevi, 1591’den sonraki olayları ayrıntılarıyla anlatan
bir Osmanlı tarihi yazmaktı. Naima, aynı zamanda
resmi tarih ideolojisinin tarih alanına taşımakla yükümlüydü. O, “Ravzat’l-Huseyn fî Hulâsat’l-Ahbâr
El Havâkîn” adlı eserinin hemen başında –yüz karası Karlofça Antlaşması’nı açıklamak ve yenilir yutulur hale getirmek için Hz. Muhammed’in (S.A.V)
Hudeybiye Barışı ile karşılaştırmıştı.41 Naima’dan
sonra Masrâfzade Şefik Mehmet Efendi (Ölm. 1715)
ve sonra da Mehmet Raşit Efendi (Ölm. 1735) vakanüvis olmuştur.42
19. yüzyılda, bilhassa Lale Devri’nden itibaren
Batılılaşma akımı sonucu bütün Osmanlı toplum,
kurum ve müesseselerinde de Batının gitgide artan
etkisi tarihçilik anlayışlarını da etkiledi. Öte yandan
Avrupa devletleriyle kurulan ilişkilerin sonucu bu
ülkelerin çeşitli durumlarını yansıtan sefaretnameler
gündeme gelmiştir. Bu sefaretnameler Avrupa ahvaOral (2006), 69.
Arıkan (1991), 84.
41
Fleischer (1996), 246; Bursalı Mehmed Tahir Efendi (1975),
109–110.
42
Oral (2006), 64.
39
40
26
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
linin anlaşılmasına önemli bir katkıda bulunmuştur.
Aynı zamanda tarihçiler için de önemli bir malzeme
ödevi görmüş, çoğu kez olduğu gibi vakanüvis tarihlerine derç edilmişlerdir.
1819’da Vakanüvis (Resmi Tarih Yazıcısı) atanan Şanîzâde Ataullah Efendi bir doktor olduğu gibi,
Batı dili bilen ve Batı kaynaklarından yaralanan birisidir. Hem geleneksel bir öğretim kurumu olan Tıp
medresesinde hem de Avrupa modeline göre öğrenim görmüş, dolayısıyla eski ve yeni değerlerle donanmış bir Osmanlı aydınıdır. Arapça ve Farsçanın
yanı sıra Latince, İtalyanca, Rumca ve Fransızca biliyordu. Herodotos tarihini de okuyan Şanizâde,
“Tarih-i Şanizâde” adlı eserini yazarken Avrupa ülkelerinin gazetelerinden de yararlanmıştır. 1825’te
vakanüvislik görevinden alınmış, 1826’da Yeniçeri
Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte sürgüne gönderilmiş ve yerine Sahaflarşeyhizâde Mehmet Esat Efendi
(1790–1848) vakanüvis olmuştur.43
Mehmet Esat, Şanizâde’nin eserlerine ekler
yazmış ve bunların devamı olarak, II. Mahmut’un
emriyle Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışını anlattığı
“Üss-i Zafer” adlı bir yapıt kaleme almıştır. Bu eserin
Osmanlılarda Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışının resmi
tarihini ve söylemini oluşturma açısından çok önemli bir işlevi bulunmaktadır.44
Vakanüvislik makamı45, II. Mahmut’un özellikle 1820’li yılların ortalarında çok değer vermesine karşın gözden düşmeye başladı. Vakanüvislerin
gözden düşmelerinin nedeni, bazı yazarların onlara olan güvensizlikleri şeklinde kendini gösterArıkan (1991), 85–86; Oral (2006), 65–66; Kütükoğlu (1990), 18.
Kütükoğlu (1990), 11; Oral (2006), 66.
45
19. yüzyılın diğer iki önemli vakanüvisi Vasıf ve Antepli Ahmet
Asım Efendidir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Kütükoğlu (1990), 15.
43
44
27
Dr. Yenal Ünal
di. Örneğin, 1821 Mora isyanına tanık olan Ahmet
Paşazâde Yusuf, bu olayın vakanüvisler tarafından
layıkıyla ele alınıp yazılmadığı düşüncesinden hareketle bu konuda bir risale yazdı. Vakanüvisliğin gözden düşmesine neden olan asıl gelişme, “Takvim-i
Vekayî”nin (1831) yayın hayatına başlamasıdır.
Gazetenin başyazarı yayın gerekçesinde, dünyada
ve memlekette meydana gelen siyasi, iktisadi, sosyal,
bilimsel ve teknik alanlardaki gelişmelerin günü gününe yayınlanmasının önemini belirtmiştir.46
19. yüzyıla damgasının vuran en büyük tarihçi Ahmet Cevdet Paşadır.47 Fransızcayı iyi bilen ve
Fransızca kaynaklardan ve arşiv belgelerinden –kendinden önce gelenlerden çok daha büyük ölçülerde- yararlanan bir tarihçidir.48 Ahmet Cevdet’in tarih
yazımına katkısının Osmanlı modernleşme hareketi
açısından önemli bir dönem olan Tanzimat devrinde olması anlamlıdır. Çünkü o, yetkin bir vakanüvis
olduğu kadar, becerikli bir Tanzimat bürokratıdır
da.49 Yazmayı deruhte ettiği devre ait bütün vakayinameleri, tercüme kitaplarını, hatıratları birer birer
gözden geçiren ve bu belgeleri büyük bir itinayla
inceleyen Ahmet Cevdet kendinden önce gelen vakanüvisleri, müellifleri, Hammer’i gördüğü ve bu
eserlerden azami ölçülerde faydalanarak eserlerini
vücuda getirdiği anlaşılmaktadır.50 “Tarih-i Cevdet”
adlı eserini otuz yıllık bir çalışma sonucunda tamamlamıştır. “Kısas-ı Enbiyâ” ve “Tevârih-i Hulefâ” aslı
eserleri pedagojik değeri teslim edilmiş; husûsiyle
sâde ve vecîz dil üslûbu çok takdîr olunmuştur.51
Oral (2006), 67.
Yinanç (1940), 4.
48
Göyünç (1977), 243.
49
Oral (2006), 67.
50
Yinanç (1940), 4.
51
Kütükoğlu (1986), 108–114; Kütükoğlu (1990), 19.
46
47
28
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
19. yüzyılın mühim yazarlarından Ahmet Vefik
Paşa, nadir ve yazma birçok tarihleri ihtiva eden büyük ve mühim bir kütüphaneye malik olan, şark ve
garp dillerinin birçoğuna vakıf bulunan bu zat ilminin derinliği nispetinde bir şey yazmamış ve yalnız
mekteplerde okutulmak üzere “Fezleke-i Tarih-i
Osmanî” adlı küçük bir kitap kaleme almıştır. Bu eser
daha sonradan Ahmet Mithat Efendi, Mansurîzade
Mustafa Paşa, Murat Bey ve Abdurrahman Şeref
Efendi’ye örnek teşkil etti. Bunlar içinde Mustafa
Paşa’nın “Netayicü’l-Vukuat” adlı eseri bihakkın tetebbu mahsulüdür.52
Bütün bu açıklamalardan sonra diyebiliriz ki,
Türkiye’de tarihçilik genel anlamda dört aşamadan
geçerek gelişimini sürdürmüştür. Bunlar: Dinsel
Tarih Anlayışı, hanedan tarih anlayışı, ırksal tarih anlayışı ve son olarak ulusal tarih anlayışı. Tanzimat’a
kadar, tarih olaylarının açıklanmasında genellikle dinsel tarih anlayışı geçerli olmuştur. Osmanlı
Devleti’nin teokratik yapısı buna olanak hazırlamıştır. Medrese, dinsel tarihçilik zihniyetinin kaynağı,
yayıcısı ve denetçisi olmuştur. Halk arasında dolaşan yazılı ve daha çok sözlü edebiyat örnekleri konularının tümünde, dinsel tarihçilik anlayışı izlerine
rastlanmaktadır. Tanzimat hareketiyle Osmanlı örgütlerinin tümünde başlayan modernleşme hareketlerinin, tarih anlayışında da bir değişmeye istikamet
vermiş olduğu bilinmektedir. Haklar önünde eşit
bir tebaa meydana getirilmeye kalkışılması, genel
eğitimde medresenin tekeline son verilerek çağdaş
eğitim örgütlerinin kurulmasına girişilmesi, tarih
anlayışını dinsel mihverden hanedan tarih anlayışına doğru kaydırmaya başlamıştır. Osmanlı hanedanı
etrafında, cins ve mezhep ayrıntısı göstermeksizin
çeşitli halkları de amaç tutan bu tarih anlayışında
52
Yinanç (1940), 5–6; Arıkan (1991), 88.
29
Dr. Yenal Ünal
ülküleştirilmek istenen, hanedan veya Padişah’tır.
Ne var ki, Padişah aynı zamanda Halife olduğu için,
hanedan tarihi yanında dinsel tarih de devam etmiştir. Bu tarih anlayışlarının geçerli oldukları devirde,
özellikle, dinsel tarihçilik devrinde tarih yazcılığı,
dar kalıplar içinde yaşamıştır. Tarih yazarı telif hakkı
ile değil, fakat büyüklerin veya devletlûların ihsanı
ile yaşamak zorunda bulunduğu için, tarih olaylarını
açıklarken, eleştiri olanaklarında yoksundu. Zaten
her şeye egemen durumunda olan din de, böyle
bir eleştiri için yeteri kadar özgürlük vermiyordu.
Birinci Meşrutiyet idaresinin amacına ulaşamaması,
Hıristiyan ve Müslüman halk arasında ulusçuluk fikirlerinin gelişmesi, nedeniyle Türk aydınları arasında, ulusal tarih doğrultusunda bir eğilim başlamıştır.
Türk tarihi çerçevesinde, Türk dili, Türk edebiyatı ve
Türk tarihi konularında yaymış oldukları araştırma sonuçları Türkçeye çevrilmeye ve hatta bazı telif eserler de meydana getirilmeye başlanmıştır. Bu
nedenle yukarıda sözü edilen iki tarih anlayışına bir
üçüncüsü de eklenmiştir.53
Mükrimin Halil Yinanç, Tanzimat adlı yapıtta
yer alan “Tanzimat’tan Meşrutiyete Bizde Tarihçilik”
başlıklı makalesinde “Bizde, bütün sosyal ve kültürel ilimlerde olduğu gibi, tarihe dair bilimsel eserlerin
telif ve tercümesi çalışmaları hürriyetin ilanından yani
1908’den sonra başlamıştır.”54 ifadesine yer vermiştir.
Aynı şekilde Mizancı Mehmet Murat, 1909 yılında
yayınlanan bir eserinde, Osmanlı tarihinin yazılmadığını ve o zamana kadar yazılmış tarihlerin “vukuat cetvellerinden ibaret” olduğunu ileri sürmüştür:55
“Tarih-i Osmanî henüz yazılmamıştır. Mevcut olan tevârihânlar da pek çok nevâkısı şamil olmak şartıyla –vukuat
Karal (1977), 255–256.
Yinanç (1940), 23.
55
Oral (2006), 73.
53
54
30
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
cetvellerinden ibarettir. Hele ilk asâr ve vukuât-ı tarihiyemiz bir müddet ağızdan ağıza devr olunduktan sonra
Orhangazi’nin İmamı oğlu Şeyh Yahşi Bin İlyas tarafından zabt edilmiş. Aşık Paşazâde Derviş Ahmet tarafından
tevsî edildikten sonra İdris-i Bitlis’in, yani bir mültecinin
zabtına uğramış, müte’ahhiren İdris’ten düzce almak ile
ikfâ ettikleri için öylece bize kadar vâsıl olmuş rivayât ve
hikâyâttan ibarettir.”56
II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte ön plana çıkan
Osmanlıcılık akımının ve Osmanlı tarihini çağdaş
bilimsel ölçütlere uygun biçimde yazma düşüncesinin etkisiyle “Tarih-i Osmanî Encümeni” (TOE) kurulmuştur. Encümenin kuruluşu, Padişah Mehmed
Reşat’ın saltanatı ve Hüseyin Hilmi Paşa’nın ikinci
sadrazamlığı zamanında gerçekleşmiştir. Mehmed
Reşat’ın Abdurrahman Şeref Efendi’yi 17 Mayıs
1909’da vakanüvisliğe atamasıyla encümenin kuruluş süreci de başlamıştır. Encümen, 27 Kasım
1909’da kurulmuştur. Tarih-i Osmanî Encümeni,
çalışma alanı ve misyon açısından 1851’de kurulan
“Encümen-i Dâniş”in devamı niteliğinde bir kurumdur. Müessesenin temel amacı Osmanlıcılık düşüncesi etrafında bir Osmanlı tarihi vücuda getirmekti. Yayın organı olarak “Tarih-i Osmanî Encümeni
Mecmuası” (TOEM) yayın hayatına girmişse de; 1918
yılına gelindiğinde encümen etkinliğini kaybetmiştir. Encümenin etkinliğini kaybetme sürecinde, encümenin hamisi olarak bilinen Sultan Mehmet Reşat’ın
vefatı ile Mondros Mütarekesi’nden sonraki gelişmelerin önemli etkenler olduğu görülmektedir.57
II. Meşrutiyet döneminden sonra tarihçilik,
yeni Türkiye Devleti’nin kurulması ile bugünkü
Oral (2006), 75; Ayrıntılı bilgi için bkz. Mizancı Mehmed Murat,
Tarih-i Ebu’l-Faruk, c. 1, (1325-R. 1909).
57
Oral (2006), 91–144.
56
31
Dr. Yenal Ünal
ulusal ve çağdaş aşamasına girmiştir.58 Bu aşamanın
yakın etkenleri arasında Osmanlı Devleti’nin parçalanması, Osmanlı müesseselerinin yıkılması ve özellikle Atatürk’ün tarih ile yakından ilgilenmesi vardır. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının akabinde,
Türkler aleyhine, 1095 tarihinde Papa II. Urban’ın
başlattığı karalama ve tarih tahribatı tekrar en üst seviyesine ulaştı. I. Dünya Savaşı sonunda ülke topraklarını işgal eden güçler, Anadolu toprakları üzerinde
Ermeni, Rum Yunan, Bizans ve Hıristiyanlık propagandası yaptılar. Haçlı seferleriyle başlayan Türk
düşmanlığı Anadolu topraklarının taksimatında
kendini gösterdi. Öyle ki Yunanlılar Batı Anadolu’da
nüfuz elde edebilmek amacıyla, coğrafya ve uygarlık delilleri ortaya atmaya çalıştılar. İtalyanlar, Eski
Roma İmparatorluğu’nun halefleri olarak, hak iddia etmişlerdir. Fransızlar, Haçlı seferlerinden sonra bir Frank Devleti’nin kurulmasını bahane ederek
Güney Anadolu’nun bir kısmına sahip çıkmışlardır.
Atatürk, Büyük Zaferden sonra bu haksız hüküm ve
iftiraların daha sonra da devam ettirilebileceğini tahmin ederek 1928 yılından itibaren tarih çalışmalarını
örgütlemiştir. Çağdaş Türk tarihçiliğini bu örgütlenme ile başlatmak mümkündür. Sistemli olarak ulusal
tarih denilen olgu bu tarihten itibaren ortaya çıkmıştır.59 Bu nedenledir ki Türkiye’nin yakın geçmişini irdeleyen, günümüzde ortaya çıkan olaylarla yakın ve
pratik bağlantılarını kurabilen tarihçiliğin üzerinde
de önemle durmak gerekmektedir.60
Cumhuriyet döneminde devleti ve ulusu teokratik nitelikte çevreleyen çemberler kırıldığı için,
Türkiye tarihini, dünya tarihi ile bağlantılı olarak
incelemek mümkün olmuştur. Tarihin yardımcı biArıkan (1991), 91
Karal (1977), 255–257.
60
Özbaran (2006), 96.
58
59
32
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
limleri de oldukça önem kazanmıştır. Bu devirde
büyük gelişme kaydeden bilimlerin başında arkeoloji ve folklor gelmektedir. Atatürk iktidarı boyunca
Türkiye’de tarih biliminin gelişmesi için çabalamıştır. Örneğin 1928 yılında Wells’in “Cihan Tarihinin
Ana Hatları” adlı eseri tercüme ettirilmiştir. Bununla
Atatürk devlet okullarında bilimsel bir görüşü hâkim
kılmak istemiştir. “Tarih Tetkik Cemiyeti”nce hazırlanan, 4 ciltlik kitap (TARİH I, II, III, IV) bu dönem
için çok önemli bir işlev görmüştür. Tarih çalışmalarını teşkilatlandırmak için Tarih Kurumu’nu kurmuş, bunu yeterli görmeyip Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi’ni de buna eklenmiştir.61
Mustafa Kemal Atatürk, Millî Mücadele yıllarında Yunan, İtalyan ve diğer milletlerin tarihsel temellere dayanarak Anadolu toprakları üzerinde hak
iddia etmeleri üzerine, 1930’lu yıllarda “Türk Tarih
Tezi” adı altında karşı bir görüş oluşturdu. Bu görüşe
göre Hititlerin (Etiler), Sümerlerin, Etrüsklerin; Türk
kökenli Halklardan oluşan devletler olduğu savı ileri
sürüldü. Konuyla ilgili çok ciddi çalışmalar yapıldı.
Birincisi 1932 ve ikincisi 1937 yıllarında olmak üzere
iki defa “Türk Tarih Kongresi” tertip edildi.62 Modern
bilime göre bu “Tez”in bilimsel ve akademik bir yanı
yoktur ancak; bu çalışmayla o dönem için yeni Türk
Devleti’nin Anadolu coğrafyasında yaşamış eski uygarlıklarla ilişkilerini tarihi boyutta değerlendirerek
hukuki bir perspektif kazanılmaya çalışılmıştır.
Cumhuriyet döneminde çağdaş tarihçiliğin
gelişmesinde çok önemli bir yeri olan Fuat Köprülü,
Atatürk devrinden başlamak üzere yaptığı derin çalışmalarla kendine özgü bir ekol oluşturarak, Türkiye’de
tam anlamıyla modern tarihçiliğin temelini atmıştır.
61
62
Karal (1977), 258; Oral (2006), 268.
Oral (2006), 283–323.
33
Dr. Yenal Ünal
Onu takip eden tarihçiler Türk tarih araştırmalarını
daha da ileriye taşımışlarıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında itibaren Fuat Köprülü’nün kurduğu sistemden
yola çıkarak çok önemli tarih araştırmaları yapan tarihçiler arasında: Ömer Lütfi Barkan, İsmail Hakkı
Uzunçarşılı, Osman Turan, Mehmet Altay Köymen,
Faruk Sümer, Halil İnalcık, Tayip Gökbilgin, Cavit
Baysun, Enver Ziya Karal, Nejat Göyünç, Cengiz
Orhonlu, Akdes Nimet Kurat, Zeki Velidi Togan,
Kemal Karpat, Bekir Sıtkı Baykal, Utkan Kocatürk,
Afet İnan, İbrahim Kafesoğlu ve diğer tarihçiler sayılabilir. Verdikleri önemli eserlerle medrese ve vakanüvis tarihçiliğinden; modern anlamda batı tarihçiliğiyle rahatlıkla boy ölçüşebilecek eserler veren
bu tarihçiler Cumhuriyet dönemi tarihçiliğinin iskeletini oluşturmuşlar ve bunun gelişimini çağdaş
boyutlara ulaştırmışlardır. Cumhuriyet döneminde
Türk tarihçiliğinin gelişiminde yabancı tarihçilerin
de çok büyük katkıları olmuştur. Tanınmış tarihçilerden Bernard Lewis’in “The Emergence of Modern
Turkey”63 adlı eseri, 1961 yılında Oxford Üniversitesi
tarafından yayımlandığında, Türkiye Cumhuriyeti
tarihine derinlik kazandıran bir çalışma olarak özellikle Anglo-Amerikan dünyası için önemli bir elkitabı olmuştur. Türkiye’de de yöntemiyle izlenen ve
1970 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından Türkçeye
tercüme ettirilerek daha geniş okuyucu kitlesine seslenen bir başvuru eseri durumuna gelmişti. Lewis’in
bu çalışması, daha önceleri Türkiye ile ilgili olarak
yapılan yayınların sığlığını aşmış, yüzeysel gözlemler ya da politik uyarlamaların gerektirdiği söylemler
karşısında, ciddi tarihçiliğin gerektirdiği özgün kaynaklara dayalı olguları Batı dünyasına aktarmıştı.
Bunun dışında Feroz Ahmad’ın Ortadoğu’nun oluşumunu ele alan bir dizi içinde çıkan “The Making
63
Ayrıntılı bilgi için bkz. Lewis (1991).
34
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
of Modern Turkey”64, Eric J. Zürcher’in “Turkey: A
Modern History” ya da Suraiya Faroqhi’nin Osmanlı
Tarihi ile ilgili kitapları, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve
ona tarihsel derinlik kazandıran süreçleri yeni kavram, yaklaşım ve donanımlarla açıklarken, tarihçiliğin “öteki” veya “oryantalizm”in Batı merkezli niteliklerini bir hayli kırarak, kuru sempatizmin ya da
Batı merkezciliğin politik beklentilerinin ötesinde ele
aldıkları konuları tarihçilik disiplinin zorladığı ciddiyetle işlerken, Türkiye’yi yüzyıllar boyu sürmüş
olan “bir başka ülkeye yakışacak” tavırlarla ele alanların bir hayli uzağında kalabilmişlerdir.65
Günümüzde Türk tarihçiliğinin gelişimi önemli boyutlara ulaşmıştır. Vücuda getirilen mühim
eserler ile önemli aşamalar kaydedilmiştir.
Türk ve Batı Tarihçiliğine Örnek İki Kitabın
Karşılaştırmalı Analizi
Makale çalışmamızın bu bölümünde 20. yüzyılın ikinci yarısında kaleme alınmış biri Batı ve dünya
tarihçiliğinde, diğeri ise Türk tarihçiliğinde adeta birer kilometre taşı olan iki kitabın karşılaştırmalı analizi yapılacaktır. Bu analizle, makale çalışmamızda
buraya kadar incelediğimiz Türk tarihçiliğinin, hangi aşamalara ulaştığı, şu anki serüveni ve geleceği ile
ilgili aydınlatıcı bilgilere ulaşılmaya çalışılacaktır.
Tarih Nedir?
Büyük İngiliz tarihçisi Edward Hallett Carr66
Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmad (1993).
Özbaran (2006), 98–124.
66
Büyük Tarihçi ve Üstad Edward Hallet Carr, 28 Haziran 1892
tarihinde Londra’da doğdu. 3 Kasım 1982’de Cambridge’de
öldü. 1916’dan itibaren Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. 1919’da İngiliz delegasyonuyla Versailles Konferansı’na
katıldı. İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nda kurulan Sovyetler Birliği
Dairesi’nde çalışmalarını sürdürdü. 1936’da Bakanlıktan ayrıla64
65
35
Dr. Yenal Ünal
tarafından yazılan “Tarih Nedir?” (What is History?)
isimli kitap, Ocak-Mart 1961 tarihinde Cambridge
Üniversitesi’nde yine diğer bir büyük İngiliz tarihçisi
George Macaulay Trevelyan adına düzenlenen konferanslar kapsamında birbirinden ayrı altı bölümden
oluşan bir konferanslar dizisinden oluşmaktadır.
Altı farklı konferansta sunduğu metinleri geliştirip,
bir kitapta birleştiren Edward Hallet Carr, yapmış
olduğu bu çalışmayla sadece İngiltere ve Avrupa’da
değil, bütün dünyada adından söz ettirmeyi başarmıştır. Yazar genel anlamda modern çağlardan itibaren başta İngiltere ve Avrupa olmak üzere dünyada,
tarih biliminin geçirdiği evreleri, tarihe bakış açılarının
değişimini, tarih bilimine yanlış bakış açılarını, tarihin ne
olması ya da ne olmaması gerektiği ve tarih felsefesi ile
ilgili görüşlerini değerlendirdiği bu çalışmasında fikirlerini analiz etmiştir.
Yazar “Tarihçi ve Olguları” bölümünde (s.
9–35) özellikle İngiliz tarihçiliğinde önemli yer tutan
eserler ve bu eserlerin sahipleri olan tarihçilerin yorumlarından faydalanarak tarih, olgu, tarihçi ve olguları, tarihin yazım aşamasında tarihçinin içinde yaşadığı
toplumun etkisi, din, ekonomik ve sosyal çevre ile dünyarak, çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı. 1941–1946 yılları arasında The Times’da yayın yönetmen yardımcısı olarak çalıştı. Baçlıca eserleri şunlardır: Dostoyevsky 1931; The Romantic
Exiles 1933; Karl Marx 1934; International Relations Since The
Peace Treaties 1937; Michael Bakunin 1927; The Twenty Years’
Crises 1939; Britain, A Study of Foreign Policy from Versailles
to Outbreak of War 1939; Condition of Peace 1942; Nationalism
and After 1945; The Soviet Impact on the Western World 1946;
Studies in Revolution 1950; The Bolshevik Revolution 1950–
1953; The New Society 1951; German-Soviet Relations Between
the Two World Wars 1951; The Interregnum 1954; Socialism in
One Country 1958-1964; What is History? 1961; Before and After
1969; Foundations of a Planned Economy 1969-1978; The Russian
Revolution from Lenin to Stalin 1979; Lenin to Stalin 1979; From
Napoleon to Stalin 1980; The Twilight of the Comintern 1982.
36
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
ya bakış açısı gibi kavramları benzetmeler ve örneklemeler vererek açıklamaya çalışmıştır. Yazara göre
herhangi bir tarih çalışmasının oluşabilmesi için en
önemli etkenlerden biri olgulardır.67∗ “Tarihi olgu nedir?” Tarihin omurgasını oluşturan ve bütün tarihçiler için değişmez olan bilgilerdir. Örneğin Hasting
Savaşı’nın 1066 yılında yapılması bir olgudur. Bu
savaşın 1065 veya 1067 yılında yapılmış olmadığını
bilmek bir tarihçi için önemlidir. Dolayısıyla kesin
doğruluk bir ödevdir ancak bir erdem değildir. Bir tarihçiyi kesinliğinden dolayı övmek, bir mimari yapıda
iyi fırınlanmış keresteyi ya da gereğince karıştırılmış
harç kullandığından dolayı övmeye benzer. Bir tarih
eserinin oluşumunda önemli bir diğer etken ise tarihçidir. Bir tarih eserini ele alınca, ilk ilgileneceğimiz,
içindeki olgular değil, onu yazan tarihçi olmalıdır.
Olguları incelemeden önce tarihçiyi incelemek gerekir. Olgular uçsuz bucaksız ve hatta bazen sınırsız
bir okyanusta dolaşan balıklara benzerler, tarihçinin
ne yakalayacağı kısmen şansa, fakat asıl, avlanmak
için okyanusun neresine gideceğine ve hangi oltayı
kullanmayı seçeceğine bağlıdır –elbette bu iki etkeni
de ne tür bir balık yakalamak istediği belirlemiştir.
Dolayısıyla tarihçinin kullanacağı yöntem ve olgulara yaklaşım tarzı oluşturacağı eserin şekillenmesinde en temel öğelerdendir. Tarihçi geçmişi ancak günümüz açısından inceleyebilir, geçmiş anlayışımızı
bugünün gözleriyle oluşturabiliriz. Tarihçi çağının
insanıdır ve çağına insan varoluşunun koşulları ile
bağlıdır. Dolayısıyla “tarihçinin görevi geçmişi sevmek
ya da kendisini geçmişten kurtarmak değil, bugünü anlamanın anahtarı olarak onun üstünde çalışmak ve anlamaktır.”
E. H. Carr, “Toplum ve Birey” (s. 37–64) bölümünde birinci bölümle bağlantılı olarak birey, toplum
67∗
“Olgular kutsal, kanılar özgürdür” (C.P. Scott)
37
Dr. Yenal Ünal
ve tarihçi kavramlarını tartışmıştır. Birinci bölümde
tarihi karşılıklı bir etkileşim süreci, bugünde yaşayan
tarihçi ile geçmiş olguları arasında bir diyalog olarak
tanımlayan yazar, buna yeni açılımlar getirmiştir.
“Tarihçiler nereye kadar tek tek bireylerdir, nereye
kadar kendi toplum ve dönemlerinin ürünüdürler?
Tarih olguları nereye kadar tek tek bireyler hakkındaki olgular, nereye kadar toplumsal olgulardır?
Tarihçi bir bireydir. Öteki bireyler gibi o da aynı zamanda bir toplumsal olaydır, ait olduğu toplumun
hem ürünü, hem de isteyerek ya da istemeyerek
sözcüsüdür, tarihi geçmişin olgularına işte bu sıfatla
yaklaşır. Bazen tarihin gidişinden “Yürüyen bir tören alayı” diye söz ederiz. Bu haklı bir benzetmedir –
yeter ki tarihçi kendini ıssız bir kayalıktan çevresine bakan
bir kartal ya da tören kürsüsünde önemli bir kişi saymaya
kalkışmasın. Bunların hiçbiri değildir! Tarihçi, alayın
bir başka bölümünde yorgun argın yürüyüp giden bir başka gölgeli kişidir yalnızca. Tören alayı dönüp dolaştığı,
bir sağa bir sola saptığı, bazen tam geriye katlandığı,
farklı kimselerin birbirlerine göre durumları sürekli
değiştiği için, örneğin Ortaçağlara, atalarımızın 100
yıl önce olduğundan çok daha yakın bulunduğumuzu ya da Caesar çağının bize Dante çağından daha
yakın durduğunu söylemek pekâlâ mümkündür.
Geçit alayı –ve onunla birlikte tarihçi de- ilerledikçe,
yeni görünümler ve yeni bakış açıları belirir. Tarihçi
tarihin bir parçasıdır. Tarihçinin bu geçit alayı içinde
kendini bulduğu nokta, onun tarihi görüş açısını belirler.”
Yazar “Tarih, Bilim ve Ahlak” (s. 65–98) bölümünde tarihin, bilim, din ve ahlak kavramlarıyla
olan iletişimi ve etkileşimi konularını incelemiştir.
Bu kapsamda tarih için yapılan yanlış yorumlardan
yola çıkılarak bu yorumların tam tersi açıklanmaya
çalışılmıştır. Tarih için yapılan yorumlar şu şekilde
oluşmaktadır. “1) Tarih yalnız ve yalnız biricik olan
38
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
şeylerle, bilim ise genel şeylerle ilgilenir 2) Tarihten
ders çıkarılamaz 3) Tarih geleceği önceden haber
vermez 4) Tarihte insan kendini gözlediği için, tarih
zorunlu olarak özneldir 5) Tarih, bilimin tersine din
ve ahlak sorunlarını işin içine katar. Bir kere genellemenin yanlış olduğunu söylemek saçmadır. Tarih
genellemelerle beslenir. Geçmişin ışığında bugünü öğrenmek, aynı zamanda bugünün ışığında geçmişi öğrenmek demektir.”
“Tarihte Nedensellik” (s. 99–122) bölümde tarihte nedensellik ve rastlantı kavramlarını tartışmıştır. Yazara göre bir tarihçinin eserinin oluştururken
ve olguları ile sürekli bir etkileşim içerisinde bulunma aşamasında, olgularının oluşma nedenlerini inceleyerek çözmeye çalıştığı sorun üzerinde çok önemli
mesafe kat eder. Olguların sebebini araştırmayan
tarihçi yapmış olduğu bütün yorumlarda yanlışa gider. “Tarihin bir rastlantılar demeti olduğunu söyleyenler kafaca tembel ya da düşük düzeyde insanlardır. Tarihçi
ele aldığı her konunun bir akli açıklaması olduğunu bilir.
Tarihçi durmadan niçin68∗ sorusunu soran bir yaratıktır.”
“İlerleme Olarak Tarih” (s. 123–149) bölümünde, tarih için hedef ve tarihçi için nesnellik konuları
incelenmiştir. Carr’a göre dünyevi niteliğini kaybetmek pahasına, bir anlam ve amaç edinmiştir. Tarihin
hedef kazanması, otomatik olarak tarihin sonu demektir. Tarih akan toplumsal süreç içinde devinim
halinde hareket eden bir sürekliliktir. Ona bir hedef
biçmek onu sona itmektir. Bu da akıl dışıdır. Tarihçi
için nesnellik kavramı ise içinde çıkılması müşkül bir
durumdur. Bir tarihçinin nesnel olduğunu söylersek
iki şeyi anlatmak isteriz. “1) Her şeyden önce onun toplum ve tarih içindeki kendi konumunun sınırlı bakış açıTarihçi “niçin” sorusunun ardından “nereye” sorusunu da sorar.
68∗
39
Dr. Yenal Ünal
sının üstüne çıkma yeteneği olduğu; 2) Geçmişe bakışları,
kendilerinin hemen içinde bulundukları, konumla büsbütün sınırlı olan tarihçilerin erişebildikleri daha sağlam ve
daha sürekli bir kavrayışa sahip olabilecek şekilde kendi
görüş gücünü geleceğe yansıtabilme yeteneği olduğunu.
Geçmişin tarihçisi ancak geleceği anlamaya doğru yaklaştıkça nesnelliğe yaklaşabilir.”
Yazar “Genişleyen Ufuklar” (s. 151–176) bölümünde ise yukarıda genel hatlarıyla özetlemeye
çalıştığımız hususlarda yapmış olduğu değerlendirmeleri kendi bakış açılarıyla çeşitli dallarda eser vermiş usta yazarların fikirleriyle karşılaştırmalı olarak
sonuca götürmüştür.
Tarih, Tarihçi ve Toplum
“Tarih yinelenen, sıkça yenilenen bir bilgi dalıdır; doğası gereği çokseslidir, eksiksiz yazılamayacaktır. Önemli olan şey, ihtiyacı duyulan ufku ona
sağlamaktır, alanındaki yeni gelişmelerden toplumu haberdar etmektedir.”69 Salih Özbaran70 tarafından kaleme alınan “Tarih, Tarihçi ve Toplum” isimli
eser Türkiye’de bu alanda yazılmış eserler içinde en
önemli olanıdır. Büşra Ersanlı Behar71, Zeki Velidi
Togan, Tuncer Baykara72, Mübhat Kütükoğlu73, E.S.
Yalçın gibi tarihçiler de tarih araştırması ve metodu
ile ilgili eserler vermiş olsa da hiçbiri Peter Burke,
Collingwood, John Tosh ve E.H. Carr gibi tarihin
felsefi yanıyla ilgilenmemiştir. Bu açıdan bakıldığınÖzbaran (2006), önsöz.
Prof. Dr. Salih Özbaran, Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim
Fakültesi, Tarih Eğitimi Bölüm başkanıdır. Tarih ve Öğretimi
1992; The Ottoman Response to European Expansion 1994 başlıca yayınlarıdır. Tarih öğretimi ve Avrupa-Osmanlı yayılmacılığı
konuları üzerine çalışmaktadır.
71
Ayrıntılı bilgi için bkz. Behar (1992).
72
Ayrıntılı bilgi için bkz. Baykara (1995).
73
Ayrıntılı bilgi için bkz. Kütükoğlu (2007).
69
70
40
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
da Salih Özbaran, Türkiye literatürüne önemli bir
boşluğu doldurucu nitelikteki bu eseri kazandırmıştır. Eser tarihin amacı, niçin yapıldığı, tarihin felsefesi,
Türkiye’de tarihin geçirdiği aşamalar, öğretimde tarih,
tarihin gerekliliği gibi konuları inceleyici niteliktedir.
Salih Özbaran, eserinin “Tarih Deyince” (s.
1–29) bölümünü Çok Sahipli Bir Alan, Nedir Tarih?
Tarih Ne İşe Yarar, Mektepli Tarihçiliğin Sorunları gibi
başlılar altında incelemiştir. “Çok Sahipli Bir Alan”
başlığı altında tarihin, tarihçiler dışında başka kimseler için de çok önemli olduğunu, özellikle siyasetçilerin kendi konumlarını legalize etmek için tarihi kullandıkları hususuna değinmiştir. Yazara göre “Tarih
iki anlama gelir: Birincisi gerçekleşmiş olduğuna
inandığımız ama ortaya çıkarılamamış veya tarihçiler, uzmanlar ya da yorumcular tarafından biçimlendirilmemiş, keşfedilememiş geçmiş düşüncesidir, diğeri ise geçmişle uğraşan kişilerin kanıtlara ve belgelere dayanarak kurmayı ve şekillendirmeye çalıştıkları geçmiş imgesidir. Tarih çalışmalarının tarihçinin
yaşadığı dönemde yapıldığı unutulmamalıdır, başka
bir deyişle, tarih çalışması geçmişin değil, geçmişten
artakalmış, sürüklene gelmiş izlerin irdelenmesidir
ve tarihçinin birikiminde oluşan değer yargılarından
fışkıran soruların yanıtlanmış biçimidir. Ancak tarih,
sınırlandırılmış bir tanım içine sokulabilecek bir çalışma alanı değildir. Toplum yaşamının bellediğidir
tarih, bunların içinde toplumların değişimleri vardır,
toplumları yönlendiren ideolojiler, onların gelişmelerine yardımcı olan veya ilerlemelerini zorlaştıran
maddi koşullar yer almaktadır.”
“Tarihçi ve Toplum” (s. 30–62) bölümünde yazar genel olarak bu kavramların karşılıklı etkileşimi
hususuna değinmiştir. Tarih araştırmaları ne tarihçiye yapıştırılan etiketle, ne de seçilen kaynakların
niteliğiyle belirlenmektedir. Tarihçi belirli tarihsel
41
Dr. Yenal Ünal
sorunları entelektüel gerekleriyle ortaya koymaktadır, onun son duraktaki amacı, beşeri hayatı bütün
çeşitliliğiyle kavramak ve tarihsel bilgiyi bunun üzerine inşa etmektir.74∗
“Tarihçilikte Aşamalar” (s. 63–97) bölümünde
yazar tarihe daha geniş açıdan bakabilmek, tarihin
yüklendiği işlevleri görebilmek, günümüzde ulaştığı tarihçilik düzeyine öncülük etmiş olan geçmiş
serüvenini ortaya koymak için, yüzyıllar öncesinden
günümüze doğru bir özet sunmaya çalışmıştır. “Eski
Yunan ve Roma’da Tarihçilik, Ortaçağda Tarihçilik,
Rönesans’tan 19. yüzyıla Tarihçilik ve 20. yüzyılda
Tarihçilik” başlıkları altında kendi bakış açısıyla bir
değerlendirmede bulunmuştur. 20. yüzyıl için yaptığı değerlendirmede “Annales Okulu”na ayrı bir
parantez açarak, bu ekolün 20. yüzyıl tarihçiliği ve
gelişimi üzerine etkilerini tartışmıştır. Yazar bu bölümde 20. yüzyılda Türkiye’deki tarihçiliği de eleştirel bir gözlemle işlemiştir. “Türkiye’de tarihçilik
Cumhuriyet dönemine İslam birliğini ve Türk bütünleşmesini savunanların düşüncesiyle girdi. Türk
ırkının kökleri aranırken ve Anadolu’ya sahip çıkma
niyetiyle orada yaşamış toplumların, değişik ırkların
Türklüğü yolundaki varsayımlar ortaya konulurken,
aşılıklara, saçmalıklara gidildi ancak laik düşüncenin tarih araştırmalarında belirli bir ortam yaratması
tarihçiliğin önemli kazanımlarından birisi oldu.”
“Türkiye’de Tarihçilik” (s. 98–124) bölümünde
yazar genel hatlarıyla Türkiye tarihçiliği değerlendirilmekte, Türkiye’de tarihçiliğin sorunları maddeler
halinde verilmekte ve bu dönemde tarihçiliğin gelişimi incelenmektedir. Yazara göre Cumhuriyet döneminde çağdaş tarihçiliğin gelişmesinde çok önemli
bir yeri olan Fuat Köprülü, Atatürk devrinden baş74∗
Tarihçiler köyleri araştırmazlar; köylerde araştırırlar.
42
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
lamak üzere yaptığı derin çalışmalarla kendine özgü
bir ekol oluşturarak, Türkiye’de tam anlamıyla modern tarihçiliğin temelini atmıştır. Onu takip eden tarihçiler Türk tarih araştırmalarını daha da ileriye taşımışlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında itibaren Fuat
Köprülü’nün kurduğu sistemden yola çıkarak çok
önemli tarih araştırmaları yapan tarihçiler arasında:
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osman Turan, Mehmet
Altay Köymen, Faruk Sümer, Tayip Gökbilgin, Cavit
Baysun, Enver Ziya Karal, Nejat Göyünç, Cengiz
Orhonlu, Akdes Nimet Kurat, Zeki Velidi Togan,
Kemal Karpat, Bekir Sıtkı Baykal, Utkan Kocatürk,
Afet İnan, İbrahim Kafesoğlu ve diğer tarihçiler sayılabilir. Verdikleri önemli eserlerle medrese ve vakanüvis tarihçiliğinden; modern anlamda Batı tarihçiliğiyle rahatlıkla boy ölçüşebilecek eserler veren bu tarihçiler Cumhuriyet dönemi tarihçiliğinin iskeletini
oluşturmuşlar ve bunun gelişimini çağdaş boyutlara
ulaştırmışlardır.75
Salih Özbaran, kitabının son bölümünü eğitim ve tarihçilik konularına ayırmıştır. “Öğretimde
Tarihçilik” (s. 125–180) bölümü ağırlıklı olarak tarih
biliminin öğretiminde ortaya çıkan sorunlar ve bunlara çözüm yolları üretimi temaları üzerine genel anlamda bir tartışma bahsidir. Yazara göre gerek dünya
ve gerekse Türkiye’de tarih öğretimi çağdaş yöntem
ve metotlara uygun yapılamamaktır. Öğrenciyi tarihin işlevi olabileceğine, tarihin çağrışım sezdirebileceğine, geleceğin oluşumunda onu yinelememeye,
katı kalıplar içine onu oturtmaya kalkışmadan ufkunu genişletmek için dinamik bir güç olabileceğine
teşvik etmek gerekir. Bu amaç yazarın aynı zamanda
tarihe bakışını ve ondan beklentilerini de aksettirmektedir.
75
Özbaran (2006), 96.
43
Dr. Yenal Ünal
İki Kitabın Karşılaştırmalı Analizi
“Tadir Nedir?” ve “Tarih, Tarihçi ve Toplum”
tarih felsefesi, tarihin ne olduğu, kökeni, kapsamı, amacı,
ilkeleri, fonksiyonları ve gerekliliği gibi konularda adeta
nefis bilgiler veren iki ayrı çalışmadır. “Tarih Nedir?”
tarihçilik alanında adeta bir başyapıttır. Eser yayınlanmasında kısa bir süre sonra sadece İngiltere’de
değil; bütün dünyada haklı bir ün kazanmıştır. Kitap
alışılmışın dışında ilkel seviyede, ne yaptığını hiç
sorgulamadan, ne yapmaya çalıştığını bilmeden, tarihi bir ufuk açıcı unsur olarak görmek yerine adeta onu toplumları kışkırtıcı bir silah gibi kullanmak
isteyenlere yerinde ve mükemmel cevaplar vermektedir. “Tarih, Tarihçi ve Toplum”, Salih Özbaran
tarafından kaleme alınan bir eserdir, Türkiye’de bu
alanda hemen hemen bir ilk çalışmadır. Türkiye tarihçiliği adına “Niçin tarihçilik yapıyoruz?” sorusuna cevap
veren en önemli eser Tarih, Tarihçi ve Toplumdur. Eser,
Osmanlı dönemlerinden başlamak üzere, özellikle
Cumhuriyet döneminde, Türk tarihçiliğini oldukça
etkili bir yaklaşım ve eleştirel bir gözle değerlendirmektedir. Türkiye tarihçiliğinin adeta ilkel bakış
açılarından kurtulmak için ne gibi sıkıntılı dönemler
geçirdiği ve Batılı anlamda modern tarih yöntemleriyle kendilerini yetiştirmiş bazı tarihçiler sayesinde
bugün Türk tarihçiliğinin ulaştığı seviyeyi olgun bir
tarihçi üslubuyla açıklanmıştır.
Carr’ın eserinin ilk bölümünde, tarih, olgu, tarihçi ve olguları, tarihin yazım aşamasında tarihçinin
içinde yaşadığı toplumun etkisi, din, ekonomik ve sosyal
çevre ile dünyaya bakış açısı gibi kavramları açıklamaya
çalışmıştır. Özbaran ise eserinin ilk bölümünü “Çok
Sahipli Bir Alan”, “Nedir Tarih?” “Tarih Ne İşe Yarar”,
“Mektepli Tarihçiliğin Sorunları” gibi alt başlıklara indirerek incelemiştir. Birinci bölümler itibariyle her
iki tarihçi de tarih için gerekli olan temel kavramları
44
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
tetkik ederek, ileriki bölümler için temel oluşturmaya çalışmıştır.
İkinci bölümde her iki yazar da birey, tarihçi
ve toplum kavramları ve bunlar arasındaki sosyolojik etkileşimi tartışmışlardır. Carr’a göre tarihçiler
nereye kadar tek tek bireylerdir, nereye kadar kendi
toplum ve dönemlerinin ürünüdürler? Tarih olguları
nereye kadar tek tek bireyler hakkındaki olgular, nereye kadar toplumsal olgulardır? Tarihçi bir bireydir.
Öteki bireyler gibi o da aynı zamanda bir toplumsal
olaydır, ait olduğu toplumun hem ürünü, hem de
isteyerek ya da istemeyerek sözcüsüdür; tarihi geçmişin olgularına işte bu sıfatla yaklaşır. Bu konuda
Özbaran’a göre tarih araştırmaları ne tarihçiye yapıştırılan etiketle, ne de seçilen kaynakların niteliğiyle
belirlenmektedir. Tarihçi belirli tarihsel sorunları
entelektüel gerekleriyle ortaya koymaktadır, onun
son duraktaki amacı, beşeri hayatı bütün çeşitliliğiyle kavramak ve tarihsel bilgiyi bunun üzerine inşa
etmektir.
Üçüncü bölümde Carr, tarihin, bilim, din ve
ahlak kavramlarıyla olan iletişimi ve etkileşimi konuları incelemiştir. Bu kapsamda yazar tarih için yapılan yanlış yorumlardan yola çıkarak bu yorumların
tam tersini açıklamaya çalışmıştır. Özbaran, eserinin
bu bölümünde “Tarihçilikte Aşamalar” konusunu
inceleyerek, tarihe daha geniş açıdan bakabilmek,
yüklendiği işlevleri görebilmek, günümüzde ulaştığı
tarihçilik düzeyine öncülük etmiş olan geçmiş serüvenini ortaya koymak için, yüzyıllar öncesinden günümüze doğru bir özet sunmaya çalışmıştır.
Dördüncü bölümde Carr, “Tarihte Nedensellik”
konusunu değerlendirmiştir. Yazara göre bir tarihçinin eserinin oluştururken ve olguları ile sürekli bir etkileşim içerisinde bulunma aşamasında, olgularının
oluşma nedenlerini inceleyerek çözmeye çalıştığı so45
Dr. Yenal Ünal
run üzerinde çok önemli mesafe kat eder. Olguların
sebebini araştırmayan tarihçi yapmış olduğu bütün
yorumlarda yanlışa gider. Özbaran, eserinin bu bölümünde genel hatlarıyla Türkiye tarihçiliği değerlendirilmekte, Türkiye’de tarihçiliğin sorunları maddeler halinde vermekte ve bu dönemde tarihçiliğin
gelişimi incelemektedir.
Beşinci bölümde Carr, “İlerleme Olarak Tarih”
başlığı adı altında tarih için hedef ve tarihçi için nesnellik konuları incelenmiştir. Özbaran ise eserinin
beşinci ve son bölümünü tarih öğretimine ayırmıştır.
Ağırlıklı olarak tarih biliminin öğretiminde ortaya
çıkan sorunlar ve bunlara çözüm yolları üretimi temaları üzerine genel anlamda bir tartışma bahsinde
bulunmuştur.
Sonuç, tarih kolektif bellektir, insanların kendi toplumsal kimlik kavramlarını ve geleceğe ilişkin
beklentilerini oluşturmalarını sağlayan deneyimlerin toplamıdır. Tarihi umursamadığını iddia eden
insanlar bile, attıkları her adımda tarihe dayalı varsayımlar geliştirmek zorunda kalırlar.76 İster partilerin birbirine rakip iddialarından birini seçmeye
çalışıyor, ister belli politikaların uygulanabilirliğini
değerlendiriyor olalım, siyasal tercihlerimizde bir
geçmiş duygusu hâkimdir. Hepimiz, yaşadığımız
toplumun bugüne nasıl geldiğini doğal olarak merak ederiz, hepimizin kafasında, bu konuya ilişkin,
ne kadar yarım yamalak ve yanlış temellendirilmiş
olursa olsun belli bir açıklama vardır. Çağımızda değişimin bu kadar hızlı olması, geçmişe ilgiyi gereksiz
Collingwood’a göre tarih, teoloji ya da doğa bilimleri gibi özel
bir düşünce biçimidir; bu düşüncenin niteliğine ilişkin sorular,
tarihsel düşünce konusunda deneyimi olan ve o deneyim üzerine düşünen insanlarca yanıtlanmalıdır. Kısacası, tarihçi aynı zamanda “filozof” olmalıdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Collingwood
(1990), 26–27.
76
46
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
kılmaz; sadece geçmişin etkisini tartıp ondan çıkartılacak dersleri yorumlarken yararlandığımız perspektifte değişiklikler yaratır.77
Türkiye sahasında ilk Türkçe tarihçilik örnekleri Osmanlı kuruluş dönemi ile Beylikler döneminde görülmektedir. Ondan önceki dönemlerden günümüze yalnızca küçük artıklar ve sonradan tahrif
edilmiş nüshalar kalmıştır. Beş yüzyıllık dönemde
çeşitli safhalardan geçen Türk tarihçiliği, 20. yüzyılın başlarına kadar bilimsel bir karaktere bürünememiştir. Batı tarihçiliğine örnek çalışmalarla Türkiye
sahasında vücuda getirilen eserler karşılaştırıldığında bu gerçek bir kez daha su yüzüne çıkmaktadır.
Ancak 20. yüzyıl yetişen bir bazı tarihçiler sayesinde
Batıdaki örnekleriyle rahatlıklar boy ölçüşebilecek
düzeyde eserler meydana getirilmeye başlanmıştır.
Günümüzde Türk tarihçiliğinin gelişimi önemli boyutlara ulaşmıştır. Vücuda getirilen mühim eserler
ile önemli aşamalar kaydedilmektedir.
77
Tosh (1997), 3–4.
47
Dr. Yenal Ünal
BİBLİYOGRAFYA
AHMAD (1993)Feroz Ahmad, The Making of Modern
Turkey, Routledge Publish, Newyork, 1993.
ARIKAN (1991)Zeki Arıkan, “Osmanlı Tarih Anlayışının
Evrimi”, Tarih ve Sosyloji Seminerinden ayrı basım,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Basımevi,
İstanbul, 1991.
BABİNGER (1982)Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve
Eserleri, çev. Coşkun Üçok, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 1982.
BABİNGER (1993)Franz Babinger, “Beş Bosnalı Osmanlı
Tarih Yazarı”, çev. Necdet Öztürk, Türklük Araştırmaları
Dergisi, Ayrı basım, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1993.
BAŞ (2006)Eyüp Baş, Dil-Tarih İlişkisi Bağlamında Osmanlı
Türklerinde Arapça Tarih Yazıcılığı (XVI. ve XVII. Yüzyıl
Örnekleriyle, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2006.
BAYKARA (1995)Tuncer Baykara, Tarih Araştırma ve Yazma
Metodu, Akademi Kitabevi, İzmir, 1995.
BEHAR (1992)Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih, Afa,
İstanbul, 1992.
BLOCH (1985)Marc Bloch, Tarihin Savunusu Ya Da Tarihçilik
Mesleği, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Birey ve Toplum
Yayınları, Ankara, 1985.
BURSALI MEHMET
TAHİR BEY (1975)Bursalı Mehmet Tahir Bey, Osmanlı
Müellifleri, 3. cild, Haz. İsmail Özen, Meral Yayınevi,
İstanbul, 1975.
BURKE (2006)Peter Burke, Fransız Tarih Devrimi: Annales
Okulu, Çev. Mehmet Küçük, 2. Baskı, Doğu-Batı, Ankara,
2006.
CARR-FONTANA
(1992) E. H. Carr, J. Fontona, Tarih Yazımında Nesnellik ve
Yanlılık, çev. Özer Çetinkaya, İmge Kitabevi, Ankara.
CARR (2006)Edward Hallet Carr, Tarih Nedir (What is History),
Çev.
Misket Gizem Gürtürk, 9. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul,
2006.
48
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
COLLINGWOOD
R. G. (1990)R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı, çev. K. Dincer,
Ara Yayıncılık, İstanbul, 1990.
COLLINGWOOD
R. G. (2005)R. G. Collingwood, Tarihin İlkeleri ve Tarih Felsefesi
Üstüne
Başka Yazılar, çev. Ahmet Hamdi Aydoğan, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 2005.
FLEISCHER (1996)Cornel H. Fleischer, Tarihçi Mustafa Ali Bir
Osmanlı Aydın
ve Bürokratı, çev. Ayla Ortaç, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, 1996.
GÖYÜNÇ (1977)Nejat Göyünç, “Tarihçiliğimizin Dünü ve
Bugünü”, Felsefe Kurumu Seminerleri, III. Türkiye’de
Tarih Eğitimi, 13–14–15 Kasım 1975 Hacettepe Üniversitesi,
Türk Tarih Kurumu Basımevi Ankara, 1977.
KAFESOĞLU (1983)İbrahim Kafesoğlu, “Tarih İlmi ve Bizde
Tarihçilik”, Tarih Dergisi, c. 13, sayı 17-18’den ayrı basım, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Basımevi,
İstanbul, 1983.
KARAL (1977)Enver Ziya Karal, “Tanzimat’tan Bugüne Kadar
Tarihçiliğimiz”, Kurumu Seminerleri, III. Türkiye’de Tarih
Eğitimi, 13–14–15 Kasım 1975 Hacettepe Üniversitesi,
Türk Tarih Kurumu Basımevi Ankara, 1977.
KÖPRÜLÜ (1999)Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, 6. bs, Ankara, 1999.
KÜTÜKOĞLU (1986)Bekir Kütükoğlu, “Tarihçi Cevdet
Paşa”, Ahmed Cevdet Paşa Seminerinden (27–28 Mayıs
1985) ayrı basım, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Basımevi, İstanbul, 1986.
KÜTÜKOĞLU (1990)Bekir Kütükoğlu, “Sultan II. Mahmud
Devri Osmanlı Tarihçiliği”, Sultan II. Mahmud ve
Reformları Seminerinden (28-30 Haziran 1989) ayrı basım, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Basımevi,
İstanbul, 1990.
KÜTÜKOĞLU
(2007)Mübahat
Kütükoğlu,
Araştırmalarında Usul, Elif Kitabevi, İstanbul, 2007.
Tarih
LEWIS (1991)Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu
(The Emergence of Modern Turkey), çev. Metin Kıratlı, TTK,
49
Dr. Yenal Ünal
Ankara, 1991.
MİZANCI MEHMET
MURAT (1909)Mizancı Mehmed Murat, Tarih-i Ebu’l-Faruk,
c. 1, (1325-R. 1909).
ORAL (2006)Mustafa Oral, Türkiye’de Romantik Tarihçilik, Asil
Yayın Dağıtım, Ankara, 2006.
ÖZBARAN (1979)Salih Özbaran, “Tarihçilik Üzerine Bazı
Çağdaş Görüşler”, sayı 32, Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı
hatıra sayısından ayrı basım, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1979.
ÖZBARAN (2006)Salih Özbaran, Tarih, Tarihçi ve Toplum,
Tarihin Çağrışımı,
Doğası, Tarihçilik ve Tarih Öğretimi Üstüne Düşünceler, 3. bs,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2006.
ÖZLEM (2001)Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, 9. bs. İnkılap
Yayınevi,
İstanbul, 2001.
ÖZTÜRK (1999)Mustafa Öztürk, Tarih Felsefesi, Başbakanlık
Basımevi,
Elazığ, 1999.
ROWSE (1971)A. L. Rowse, The Use of History, Penguin
Publising,
London, 1971.
TEKİNDAĞ (1971)Şehabettin Tekindağ, “Osmanlı Tarih
Yazıcılığı”, Belleten Nu: XXXV/140, Ankara, 1971.
TOSH (1997)John Tosh, Tarihin Peşinde (The Pursuit of
History), Modern Tarih Çalışmasında Hedefler, Yöntemler
ve Yeni Doğrultular, çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul, 1997.
YALÇIN (2004)E. Semih Yalçın, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I
Kaynaklar, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2004.
YİNANÇ (1940)Mükrimin Halil Yinanç, “Tanzimat’tan
Meşrutiyete Kadar Bizde Tarihçilik”, (Tanzimat’ın 100.
yıldönümü münasebetiyle neşredilen kitaptan alınmış
ayrı baskı), Maarif Matbaası, İstanbul, 1940.
50
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
2) 1940–1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’DE
FİYAT ARTIŞLARI VE BU DÖNEM
EKONOMİSİNİN GENEL GÖRÜNÜMÜ
ÜZERİNE BİR İNCELEME78
A) Giriş
Mustafa Kemal Atatürk yeni Türkiye
Cumhuriyeti’nin tüm alanlarda olduğu gibi, ekonomik rejim alanındaki temellerini de sağlam bir
biçimde atmak amacıyla yoğun bir çalışma içerisine girmiş ve ülkede Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte
iktisadî siyaset yeni bir görüş ve anlayışla ele alınmaya çalışılmıştır.79 Dönemin en karakteristik vasfı
özel teşebbüsü himaye gayreti ile tekelciliktir. Birinci
Dünya Savaşı ile İstiklâl Savaşı sona erip, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra hükümetin
karşılaştığı en mühim mesele memleketin iktisadî
düzensizliği idi. Bu duruma neden olan amilleri genel anlamda şu şekilde sıralayabiliriz.
1) Memlekette o tarihte, iktisadî ve sınaî bilgi
ve tecrübeye sahip birey sayısı çok azdı.
78
79
İlk defa Tarih Okulu Dergisi’nin, 3. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç (2002), 541.
51
Dr. Yenal Ünal
2) Memlekette irfan seviyesi çok düşüktü. O tarihlerde henüz ihtiyacı karşılayacak mühendis, bankacı ve mimar yetiştirecek yüksek okullar mevcut
değildi.
3) Bilgisizlik yüzünden memleket ekonomisinin en büyük kısmını oluşturan tarım, kaderciliğe
terk edilmiş bir halde idi.
4) Sınaîleşmek için memlekette gerekli tasarruf
sermayesi mevcut değildi. Bu devrede yeni sınaî yatırımlarına girişilmesi için yabancı sermayeye şiddetle ihtiyaç duyulmaktaydı.80
Atatürk, devletin iktisadî politikasına81 yön
verecek sistemi kararlaştırmak üzere 1923 yılında İzmir’de büyük bir iktisad kongresi topladı.82
İktisad Vekili’nin tertip ve daveti üzerine yapılmış ve
Cillov (1970), 134–136.
Atatürk dönemi Türkiye ekonomisi üzerine yapılan çalışmalarda çok ciddi eleştiriler de yapılmaktadır. Bu konuda Fikret
Başkaya Atatürk dönemi ekonomisi için Kemalist hareketin
1923–1938 yılları arasında asalak sınıfların çıkarını gözettiğini ve
kapkaççı burjuvaziye dayandığını belirtir. “İngiltere’nin desteğini
çektiği bir ortamda Anadolu’dan kovulması zor olmayan Yunan ordusu yenilip ülkeden atılınca, asalak sınıfların tehlikeye giren sömürü
olanakları yeniden doğmuş oluyordu. Bu aşamadan sonra yürürlüğe
konulacak ekonomi politikasının egemen sınıflar blokunun çıkarlarını gerçekleştirmeye yönelmesi kaçınılmazdı. Asalak sınıflar niyetlerini açığa vurmada acele ediyorlardı. Lozan barış görüşmeleri 4 Şubat
1923’te kesildi. 17 Şubat 1923’te İzmir’de İktisad Kongresi toplandı.
Kışın ortasında aceleyle bir iktisad kongresi toplamanın bazı önemli
nedenleri olmalıydı. Aksi halde ülkenin geleceğini bağlamış önemli stratejik kararların oluşmasına temel oluşturacak bir kongrenin
bu kadar aceleye getirilmiş olması başka nasıl açıklanabilir? Kongre,
başta emperyalist devletler olmak üzere, yerli burjuvaziye, özellikle de
İstanbul’un tüccarlarına güvence vermeyi amaçlıyordu. Böylece, bir
yandan İstanbul’un kozmo-politik iş çevreleriyle ittifak pekiştirilirken,
onların aracılığıyla da emperyalistlere güvence verilmek isteniyordu.”
Ayrıntılı bilgi için bkz. Başkaya (1991), 130.
82
Yelkenli (2007), 307.
80
81
52
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Türkiye’de ekonomi konusuyla ilgili bütün grup ve
kişiler bir araya getirilmeye çalışılmıştır.83 Kongreye
toplam 1135 delege katılmıştır.84 Özel teşebbüsü teşvik ve kalkınmasını temin için hükümet, 1927 senesinde Teşvik-i Sanayi Kanunu kabul etti. Bu kanun
sayesinde 1928 senesinden itibaren memlekette kurulan sınaî tesislerinin birçok muafiyetlere mahzar
olduğu bilinmektedir. Ayrıca, devlete bazı iktisadî
işleri yapma ayrıcalığının tanındığını da görüyoruz. Kabotaj hakkının85∗ Türk gemilerine tanınması
ve ülkede yabancı şirketler eliyle işletilen demiryollarının millileştirilmesi ile devletçiliğe başlanmıştır.
Ayrıca devlet, hazineye gelir temin etmek amacıyla,
bazı maddeleri imal etme ve ticaretini yapma tekelini
alma lüzumunu da hissetmiştir. Bu arada tütün tekele alınmıştır. Ayrıca şeker, tuz, içki, (bazı istisnalarla)
kibrit imalat ve ithalatı da devlet tekeline girmiştir.
Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan istifade edilerek memlekette bazı sınaî müesseseleri de kurulmuştur. Bu
şekilde ülkede sınaî teşebbüslerde bulunma istek
ve arzusu gelişmiş; bu durum ticarî zihniyetin değişmesine de vesile olmuştur. Üstelik 1929 senesinde yüksek gümrük tarifesinin yürürlüğe girmesiyle
memlekette sınaî, harici rekabetten büsbütün korunmuştur. Bu dönemde, İmparatorluk zamanından intikal eden devlet fabrikalarının işletilmesi ve bunlara
yenilerinin katılması için 1925 yılında devlet sermayesi ile Sanayi ve Maadin Bankası’nın kurulduğunu görüyoruz. Esasen bu devredeki ana fikir, daha
ziyade endüstri ve madencilik sahalarında devlet
teşebbüslerini ihtiva eden bir millî ekonomi ihdası
idi. Bu işletmeleri kontrol etmek için de bir organ,
Yüksek Murakabe Heyeti kuruldu. Ancak bu devrede patlak veren Dünya İktisadî Buhranı (1929–1931),
İnan (1972), 9; Aksoy, 27.
İnan (1982), 12.
85∗
Kara sularında yolcu ve yük taşıma hakkı.
83
84
53
Dr. Yenal Ünal
sınaîleşme hareketini kısmen yavaşlatmıştır. Ancak
Türkiye’nin ziraî bünyeli bir memleket olması nedeniyle, buhrandan az zarar görmüş olarak sıyrılmaya
muvaffak olunmuştur. Bununla beraber ihraç edilen hammadde fiyatlarının dünya piyasalarında çok
düşük olması müstahsil köylünün himayesini icap
ettirmiş ve devleti sınaîde olduğu gibi ziraî sahada
da himayeciliğe sevk etmiştir.86 Ülkenin olumsuz iç
iktisadî yapısına ek olarak iç siyasetteki yeni gelişmeler ve büyük çaplı dış etkiler de devleti iktisad politikasında keskin sayılabilecek bir değişikliğe sevk
etmiştir.87 İsmet İnönü, 30 Ağustos 1930’da Sivas demiryolunun açılışında yaptığı konuşmasında devletçilikten şu şekilde söz etmiştir: “Liberalizm nazariyatı
bütün bu memleketin güç anlayacağı bir şeydir. Biz iktisadî hayatta mutedil devletçiyiz. Bizi bu istikamete sevk
eden memleketin ihtiyacı ve milletin fıtri temayülüdür.”88
Mustafa Kemal Atatürk de, devletçilik ilkesine şu
sözleriyle açıklık getirmiştir. “Türkiye’nin tatbik ettiği
devletçilik sistemi, 19. yüzyıldan beri sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdüğü fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından
doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizce
manası şudur: Fertlerin hususî teşebbüslerini ve faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket iktisâdiyatını devletin eline almak. Türkiye
Cumhuriyeti Devleti Türk vatanında asırlardan beri ferdi
ve hususî teşebbüslerle yapılmamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve görüldüğü gibi, kısa zamanda yapmaya muvaffak oldu. Bizim takip ettiğimiz görüldüğü gibi
liberalizmden başka bir sistemdir.”89
Cillov (1970), 134–136.
Ülken (1981), 101.
88
Sevgi (1994), 128.
89
İnan (1972), 15; Yelkenli (2007), 303.
86
87
54
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
1930’lu yıllara gelindiğinde daha güçlü, uygulamaya dönük ve daha sert bir devletçilik uygulamaya konulmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi 1933 yılında programına devletçiliği de almıştır. Devletçiliğe
verilen mana “Memleketin iktisadî bünyesine yine hususî teşebbüs hâkimdir. Fakat iktisadî kalkınmayı, mümkün mertebe hızlandırmak için, devlet iktisadî faaliyete
iştirak eder,”90 şeklinde tarif edilmiştir. Devletçilik
rejimi arkasındaki dış ve iç gelişmelere ve benimsenen temel felsefeye bakıldığında aslında ılımlı veya
akılcı bir yaklaşım olarak nitelendirilebilir. Nitekim
Atatürk’ün benimsediği ve 1933’te açıklanan devletçilik rejimi şu ilkeleri içeriyordu:
1. Özel teşebbüs esastır. Ancak özel teşebbüsün
ele alınmadığı veya yeterince yatırım yapamadığı
sektörler devlet yatırımlarıyla ele alınacak, böylece
kalkınma ve sınaîleşme hızlanacaktır.
2. Devlet teşebbüsleri, esas itibariyle enerji,
madenler ve imalat sınaî yani sınaî sektörü için söz
konusu olacaktır.
3. Tarımda devlet üretimi olmayacaktır.
Araştırma amacıyla kurulacak üretim çiftlikleri ayrıdır. Sulama, köy yolu gibi yatırımlar ise devlet tarafından ele alınacaktır.
4. Özel teşebbüs herhangi bir alt sektörde yeterince yetiştiği takdirde o alt sektör kamudan özel
teşebbüse devredilecektir.91
Memleketin içinde bulunduğu müşküller nazara alındığı takdirde kalkınmayı gerçekleştirmek
bakımından bu program çok iyidir. Fakat devletçiliğin esasları iyi çizilmemiştir. Devletçilik nerede
başlayıp nerede bitecektir? Filhakika, özel teşebbüs
90
91
Cillov (1970), 137.
Hiç (2002), 541–565.
55
Dr. Yenal Ünal
ruhu yine memlekete hâkim olmuştur. Lakin devlet
kârlı gördüğü her sahada müteşebbisin yanında yer
almaya başladığından bu sonuncuların yeni yatırımlar için cesareti kırılmıştır.
Devlet, devletçilik umdesi ile iktisadî kalkınmayı gerçekleştirebilmek için beş yıllık programlar
hazırlamak suretiyle yatırımlarını planlamak istemiştir.92 1934’de uygulamaya konan birinci beş yıllık
sınaî planın ana hedef ve stratejisi, ülkenin yer üstü
kaynaklarını değerlendirerek ithalata konu olan
özellikle şeker, dokuma ve kâğıt başta olmak üzere
temel gereksinim maddelerini yurt içinde üretme,
yerel veya bölgesel tarımsal üretime ve doğal kaynaklara dayanan sınaî üretim birimleri kurma; kurulacak sınaî tesislerin, kuruluş yerlerinin hammadde
ve işgücü kaynaklarına yakın olmasıydı. Bu temel
strateji planda aynen şöyle dile getirildi:
1- Esas hammaddeleri memlekette yetişen
veya şimdilik yetişmemekle beraber kısa bir zamanda, dâhilde temini mümkün görülen sınaî mallar ele
alınmıştır.
2- Büyük sermaye ve teknik kuvvete dayanan
sınaî tesislerin kurulması görevi devlete ve millî müesseselere verilmiştir. Bu sanayi, ziraat sahasında
kurulmasına karar verilen sınaînin istihsal kapasitesi
memleket ihtiyaç ve istihlakiyle mütenasiptir.93
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, devletin özel
sektör tarafından kurulmasının mümkün olmadığı
sınaî dallarında girişimlerde bulunabilmesi ve yatırım yapabilmesi amacıyla hazırlanmıştır. Bu plan ile
aynı zamanda devletin kuracağı ana sanayilerden
özel sektörün istifade etmesi ve böylece dışa dönük
92
93
Cillov (1970), 137.
Koraltürk (2002), 581–598.
56
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
ekonomiler yaratılması da hedefleniyordu. Birinci
Beş Yıllık Sanayi Planı ile Türkiye’de dokuma, maden, selüloz, kimya ve seramik sınaînin kurulması
amaçlandı. Plan çerçevesinde yapılan yatırımların
toplam tutarı 43.953.000 TL olarak belirlenirken bu
tutar uygulamada 100 milyon TL’yi buldu. Planın finansmanı büyük ölçüde iç kaynaklarla gerçekleştirildi. Yalnızca 16 milyon TL tutarında İngiliz ve 8 milyon TL tutarında Sovyet kredisi kullanıldı. Planda
yer alan dokuma, maden, selüloz, kimya sınaîne
ilişkin yatırımlar Sümerbank tarafından, Antrasit,
Şişe-Cam ve Kükürt Sanayisine ilişkin yatırımlar ise
İş Bankası tarafından yürütüldü. Birinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı öngörülen süreden önce hayata geçirildi. Öngörülen süreden önce gerçekleştirilmesinin
hemen ardından İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı gündeme geldi. 1937 yılı Aralık ayında Hükümet, İkinci
Beş Yıllık Sanayi Planı’nı uygulamaya koydu. İkinci
Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile plan uygulanamadı.94 Genel itibariyle baktığımızda 1923–1940 dönemi, ekonomiyi durağan halden harekete geçirme
dönemi olmuştur.95
B) 1940–1950 Dönemi Türkiye Ekonomisi
1940’lara gelindiğinde Türkiye ekonomisinin
olanakların çok kısıtlı olduğu bir ortama ve 1929
dünya iktisadî bunalımından yansıyan olumsuz etkilere rağmen belirli ilerlemeleri yakalaması önemli bir
Koraltürk (2002), 581–598; İnan, (1973), 3; Türkiye’nin 1. ve 2.
Sanayi Planları üzerine birçok değerli makale çalışması ile kitap neşredilmiştir. Ancak Ayşe Afet İnan’ın, Devletçilik İlkesi
ve Türkiye Cumhuriyetinin 1. Sanayi Planı (1933) ile Türkiye
Cumhuriyetinin 2. Sanayi Planı (1936) isimli eserleri bu konuda
hala en önemli kaynak eserlerdir. Konuyla ilgili olarak tafsilatlı
bilgi için bu eserlere müracaat edilebilir.
95
Kılıçbay (1984), 105.
94
57
Dr. Yenal Ünal
gelişmedir.96 1940 ve 1950 dönemi, ekonomi politikası tarihi süreci içinde devletçilik ve harp ekonomisi
devri olarak tanımlanmaktadır.97 Çünkü İkinci
Dünya Savaşı yüzünden memlekette harp ekonomisi
uygulanmıştır. Büyük üretici zümrenin silah altında
bulunması nedeniyle üretim çok azalmış, ithalat
musluklarının tamamen kapanmasıyla da 1938 yılında yapılan 150 milyon liralık ithalat, 1941 yılında 75
milyon liraya kadar düşmüştür.98 Bu durum tüketimin sınırlanmasıyla neticelenmiş ve bazı tüketim
maddeleri vesikaya bağlanmıştır. İkinci Dünya
Savaşı, devlete bilhassa mali bakımdan yük olmuştur.99 Bu dönemde temel sorun, halkın ve ordunun
ihtiyaçlarını karşılamak, karaborsa ortamını ortadan
kaldırmak olmuştur. Türkiye her ne kadar savaşın
tahribatından korunduysa da hükümet ülkeyi savaş
ekonomisinin dışında tutamamıştır. Bir yandan silahlı tarafsızlık politikasının gereği olarak büyük bir
ordunun beslenmesi, öte yandan üretimi kendine yeterli olmayan bir ülkenin ithalatının birden büyük
ölçüde kısıtlanması, 1930 dünya bunalımı sonrasında devletçilik politikası izleyerek ekonomisini dengeli bir biçimde büyüme gösteren bir çizgiye oturtmuş Türkiye’yi, zorunlu olarak yeni bir ekonomik
denge arayışına itiyordu.100 Bunun doğal sonucu olarak savaşın Türkiye’ye yüklediği ilk zorunluluk
500.000 kişilik bir ordunun silah altına alınması ve
beslenmesi olmuştur. Ordu mevcudunun yüksek rakamlara ulaşması, bütçeden ayrılan payın savunma
Ülken (1981), 109.
Başol (1983), 63; Korkut Boratav, 1940–1945 yılları arasını, iktisadi gelişme sürecinin durması anlamında, “Bir kesinti” dönemi olarak nitelendirmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Boratav
(1998), 63.
98
Tokgöz, (2001), 109.
99
Cillov (1970), 138.
100
Keyder (2007), 141.
96
97
58
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
giderlerine harcanmasına neden olmuş, yatırım yapılamamış, bu nedenle kalkınma hızı düşmüş, savaş
nedeniyle dış ticaret zayıflamıştır. Devlet gelirleri
azalırken hükümet sürekli artan masrafları karşılamak amacıyla yeni kaynaklar bulma yoluna gitmiştir. Savaşın ekonomiye dair bir diğer menfi etkisi de
dış ticaretin daralmasına yol açmış olmasıdır.101
İthalatın daralması ve hatta giderek olanaksız hale
gelmesi piyasanın arz ve talep dengesini de bozmuştur. Bozulan ekonomik dengeyi yeniden kurmak
amacıyla yeni kaynaklar bulma yoluna giden hükümet işte bu amaçla Millî Korunma Kanunu’nu çıkarmıştır.102 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 18.01.1940
tarihli ve 3780 sayılı yasası ile Türkiye’de tam anlamıyla savaş ekonomisi uygulanmaya başlanmıştır.103
Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte savaş ekonomisi uygulamaları II. Beş Yıllık Sanayi Planı’nın uygulanmasını engelledi.104 Bunun doğal sonucu olarak
sınaîleşme alanındaki yatırımlar savaşın zorunlu kıldığı alanlara yöneltildi. Yetişkin insan gücünün silah
altına alınması bütün savaş yılları boyunca tarımsal
üretimin azalmasına yol açtı. Nitekim 1940 yılında
Türkiye’de Traktör sayısı 1066 iken; 1944 yılında bu
sayı 956’ya düşmüştür. Bu yapıdaki Türkiye’de II.
Dünya Savaşı sırasında bazı temel ürünlerin üretim
miktarları şöyleydi: Buğday 1939’da 4.191.000,
1945’te 2.189.000 ton; hububat; 1939’da 8.161.000,
1945’te 4.013.000 ton; bakliyat; 1939’da 356.497,
1945’te 183.912 ton idi. Görüldüğü gibi temel ürünlerin üretim miktarı yeterli düzeyde değildi ve üstelik
üretim, savaş esnasında yarı yarıya azalmıştı. Üretim
miktarındaki düşüşe, halkı iyice ezen ithalat darlıkları, kıtlık ve enflasyon da eklenince bu durumun
Boratav (1998), 63–64.
Güneş (2002), 616; Keyder (2007), 141–142; Tokgöz (2001), 110.
103
Kolaç (2002), 669.
104
Tokgöz (2001), 110.
101
102
59
Dr. Yenal Ünal
önüne geçebilmek için Fiyat Murakabe Komisyonları
kurulmuştur. Tüm il merkezlerinde kurulan bu komisyonlar aracılığıyla Ticaret Vekâleti gerekli gördüğü eşya ve malların azamî fiyatlarını saptamaya yetkili kılınmıştır. Ayrıca Vekâlet, illerde komisyonlara
verdiği yetki ve görevleri ilçe ve kasabalarda kurulan
komisyonlara da verme yetkisine sahipti. Buna göre
Ankara, İstanbul ve İzmir’de oluşturulacak komisyonların, valinin ve onun göstereceği bir yetkilinin
başkanlığında mıntıka Ticaret Müdürü, mıntıka
İktisad Müdürü, Ticaret ve Sanayi Odası Umumi
Kâtibi ile tüccarlar arasından seçilecek iki üyeden
oluşması kararlaştırılmıştır. Kaza merkezlerinde ise
bu komisyonlar kaymakamın başkanlığında kurulabilecektir. 8 Haziran 1940 tarihinde faaliyete geçen
komisyonlar, sadece gıda maddelerinin değil, diğer
eşya ve malların da fiyatlarının ve kâr miktarlarının
tespitinden de sorumlu olmuşlardır. Fiyat Murakabe
Komisyonu’nun aldığı kararlara uymayanlar ise
Millî Korunma Kanunu’nun 32. ve 59. maddelerine
göre suçlu sayılmıştır. Tüm Türkiye genelinde 17
Haziran 1940 tarihinde kurulması tamamlanan Fiyat
Murakabe Komisyonları savaş sürecinde çok fazla
eleştiri konusu olmuştur. Özellikle komisyonların almış oldukları kararlarda ve fiyat tespitinde koordinasyonun sağlanamaması, pek çok yerde sıkıntıya
yol açmış ve el altından yüksek fiyatla da olsa ihtiyacını karşılama yollarını arayan halkın karaborsacılarla muhatap olmasına neden olmuştur. Aynı zamanda fiyat tespitinde üretim koşullarına da dikkat edilmemiştir. Halkın muhtekir karaborsacıların eline
düşmesi tüm denetlemelere rağmen engellenememiştir.105 Savaş yılları boyunca bu sorun kamuoyunu
hep meşgul etmiştir. Sahtekârlık yaptığı ileri sürülenler Millî Korunma Mahkemelerine sevk edilmiştir. Bu mahkemelerin dördü İzmir, İstanbul, Ankara
105
Keyder (2007), 143.
60
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
ve Zonguldak’ta, dört tanesi de diğer illerde kurulmuştur. Başbakanlık İstatistik Umum Müdürlüğü’nün yayınladığı İstatistik Yıllıkları dikkate alındığında tüm savaş yılları boyunca Millî Korunma
Mahkemeleri’nde görülen davalarda önemli ölçüde
artışlar gözlenmektedir. Temel görevleri Ticaret
Vekâleti’nce belirlenen eşya ve malların mahalli, toptan ve perakende satış fiyatını saptamak, mahalli fiyatları denetlemek, fiyatlara uyulmadığı hallerde
adli soruşturma sırasında yargı organlarınca sorulacak konularda görüş bildirmek olan Fiyat Murakabe
Komisyonları bu görevlerinde yeterince başarılı olamamışlardır. Bu sorun özellikle fiyatların ve kâr
oranlarının tespitinde ve piyasanın denetlenmesinde
ortaya çıkmıştır. Komisyonlar fiyatlardaki istikrarı
da sağlayamamış, kontrol memurlarının yetersizliği
ve teşkilatsızlık yüzünden savaş yılları boyunca fırsatçılara her gün yenileri eklenmiştir. Refik
Saydam’ın ölümünden sonra kurulan Şükrü
Saraçoğlu hükümeti tarafından bu komisyonların çalışmalarının karaborsayı önleyemedikleri ileri sürülerek kaldırılmaları uygun görülmüştür.106 Savaş sırasında en çok sıkıntı çekilen konuların başında
kentlerin ve kasabaların iaşe sorunu gelmektedir.
Aslında bu konu I. Dünya Savaşı yılları da göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin hiç de yabancı
olmadığı bir sorundu. Temel görevleri yiyecek, giyecek, yakacak gibi temel ihtiyaç maddelerini ihtiyaç
ölçüsünde stok ederek bunların dağıtımını yapmak
ve olağanüstü durumlarda önceden önlem almak
olan İaşe Umum Müdürlüğü ve İaşe İşbirliği Heyeti,
İaşe Müsteşarlığı’na bağlı olarak kurulmuştur. Bu
müdürlükler iaşe işlerinin yerine getirilmesinde
Valilerin yardımcısı konumunda olmuşlardır. Savaş
yıllarında bu teşkilatların çalışmaları da istenilen düzeyde olmamıştır. Kentlerin gıda, yiyecek ve yaka106
Boratav (1998), 66.
61
Dr. Yenal Ünal
cak sıkıntısına tam olarak çözüm getirememiş, aşırı
fiyat artışları, enflasyonun bütün yükü dar gelirlilerin omuzlarına yüklenmiştir.107 Halkın temel ihtiyaçlarının karşılanıp adaletli olarak dağıtımını sağlayabilmek amacıyla da Halk Dağıtma Birlikleri kurulmuştur. Birlik idare heyetlerinin görevleri; birliğe
dâhil üyelerin defterini tutmak, hükümetçe dağıtımı
karneye bağlanmış olan maddelerin kartlarını dağıtmak, doğrudan doğruya tüketicilere dağıtılması kararlaştırılan maddeleri halka dağıtmak, fazla karne
dağıtımına engel olmak, perakendeci esnaf birliği
aracılığıyla yapılacak dağıtımda üyelerine bilgi vermek, fazla karne alanları takip ve şikâyet etmek, mahallenin ihtiyaçlarını saptamak ve iaşe örgütü ile ilişki kurmaktır.108 Birliklerin kurulması ile halk arasında dağıtma işlerinin iyi olacağı, ucuz ve iyi mal bulmanın kolaylaşacağı şeklindeki iyimser beklentiler,
dağıtma işlerindeki teşkilatsızlıktan kaynaklanan
hatalar yüzünden yerini karamsarlığa terk etmiştir.
Hatta bazı yerlerde halk dağıtma birlikleri başkanlarının fakirlere dağıtılması lazım gelen gıda maddelerini tüccarlara ve gelişigüzel kimselere dağıtması,
ihtikârı arttırmış ve karaborsacıların eline düşen halkın sık sık şikâyetlerine yol açmıştır. İaşe teşkilatlarının oluşturulma nedeni pahalılığı önlemek, eldeki
imkânlar ölçüsünde fakir halkı geçinme zorluklarından korumaktı.109 Ancak tüketim mallarının genel
kıtlığı ve ithalatın tıkanması nedeniyle 1939 ve 1944
arasında genel fiyat düzeyi 4–5 kat oranında artış
göstermiştir.110 Teşkilatların halkın ihtiyaçları oraYelkenli (2007), 327.
Tokgöz (2001), 112.
109
Güneş (2002), 616–618.
110
Keyder (1983), 209; Fiyatların 4 kat arttığı 1938–1946 aralığında,
baskı, aşırı çalışma ortamında işçi ücretleri hemen hemen sabit
kalmış; kırsal kesimde mülksüzleşme, yoksullaşma genel bir eğilim halini almıştı. Yoksul köylüler, Hititler’den kalma üretim tek107
108
62
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
nında stok yapmamaları da pek çok ihtiyaç maddesinin karaborsada ve belirlenen fiyatın çok üstünde
karşılanmasına neden olmuştur. Bu durum teşkilatların çalışma amaçlarının ötesinde olumsuz gelişmelere yol açmıştır. Bu karışıklığın sebebi, teşkilat noksanlığı, teşkilatta değerli personel bulunmaması,
bazı muhteris tüccar ve esnafın devlet kararlarını istismar etmeleridir. Bu konudaki eksikliklerin ve suistimallerin giderilmesi için İzmir, Ankara ve
İstanbul’daki iaşe kadrolarına yeni memurlar atanmıştır. Ancak bu iyileştirmelere rağmen bu teşkilatlardan beklenilen sonuç alınamadığından Saraçoğlu
Hükümeti tarafından bu müesseseler kaldırılmış ve
görevleri belediyelere devredilmiştir. Teşkilatların
başarısızlığa uğramasında kontrol işinin gerektiği
gibi yapılamaması da etkili olmuştur. Bundan en çok
orta halli ve fakir halk etkilenmiştir. İstanbul, Ankara
ve İzmir gibi üç büyük belediyenin iaşe maddelerinin satılmasına müsaade ettikleri fiyatlar arasında da
açık farklar vardır. Bu durum iaşe maddelerinin fazla fiyatla satış yapılan piyasalara aktarılmasına neden olmuş ve mevcut sıkıntıları daha da arttırmıştır.
Belediyeler arasında bir birliğin sağlanması ise bütün savaş yılları boyunca mümkün olamamıştır. Bu
teşkilatların görevleri belediyelerden sonra Ticaret
ve Dâhiliye Vekâletlerine bırakılmıştır. İstanbul,
Ankara ve İzmir’de yalnız iaşe işleriyle meşgul olan
ikinci bir vali muavinliğinin oluşturulması kararlaştırılmış ve çeşitli maddelerin dağıtımı, memurların,
dar gelirlilerin durumları, dul ve yetimlerin evrakı
bu ayrı teşkilata bırakılmıştır. Ekmek karneleri ise
nikleriyle toprakları işlemeye devam ediyorlardı. Gerçekleştirilen
birçok inkılâptan da pek haberleri yok gibiydi. 1946 yılında köylü nüfusun yaklaşık yarısı topraksız ya da küçük toprak parçalarını ekip biçer durumdaydı. Savaş gerekçesiyle ambar ve silolarda tahıl stokları büyürken, ekmeğin karneyle dağıtıldığı,
insanların açlıktan öldüğü bir ortamda kapkaç burjuvazisi iyice
palazlanmıştı. Ayrıntılı bilgi için bkz. Başkaya (1991), 154–155.
63
Dr. Yenal Ünal
dağıtma birlikleri aracılığıyla şehir halkına dağıtılıp,
bu karneler karşılığında ekmek hesapları belediyeler
tarafından karşılaştırılarak takip edilmiştir. Bunda
da suistimallerin yaşanması önlenememiştir. Bunun
yanı sıra Toprak Mahsulleri Ofisi ve Ticaret Ofisi,
Ticaret Bakanlığı denetiminde İaşe Müsteşarlığı’na
bağlı olarak çalışmışlardır. Bu ofislerin çalışmalarında da diğer teşkilatlarda olduğu gibi tedbirsizlik, teşkilatsızlık ve suistimaller yaşansa da; savaşın yarattığı zor koşullarda kendilerine yüklenen zor görevleri
pek çok olumsuzluklara rağmen yerine getirmeye
çalışmışlardır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaş
ekonomisi uygulamaları içinde yer alan önemli bir
diğer kanun ise Varlık Vergisi Kanunu’dur.111 Bu dönemde çıkarılan Varlık Vergisi, harpten doğan normal üstü kâr ve kazançların devlete intikalini amaçlamaktaydı.112 Savaş ortamında artan kamu harcamaları hükümeti yeni gelir kaynakları aramaya sevk
etti.113 Bu bağlamda hükümet önce savaş ekonomisi
koşullarında karaborsadan ve gayri meşru yollardan
elde edilen gelirleri hazineye çekmeyi amaçladı.
Bunun için hazırlanan 4237 sayılı “Fevkalade
Hallerde Haksız Olarak Mal İktisap Edenler
Hakkındaki Kanun” 29 Mayıs 1942’de Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde kabul edildi. Hükümet 1942 yılının sonuna doğru başka bir girişimde daha bulundu.
11 Kasım 1942’de 4305 sayılı “Varlık Vergisi Kanunu”
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi.
Hükümet tarafından savaş kazançlarının ve toprak
sahiplerinin gelirlerini vergilendirmek, savaşın neden olduğu enflasyonla da mücadele etmek için bir
araç olduğu ileri sürülen Varlık Vergisi bir kereye
mahsus toplanacaktı. Mükellefler, tüccarlar, emlak
Güneş (2002), 617–619.
Türkiye’de Tarımsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 Yılı (1973),
156.
113
Tokgöz (2001), 113.
111
112
64
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
kâr sahipleri ve büyük toprak sahiplerinden oluşmaktaydı.114 Ülke genelinde 114.368 kişi olarak belirlenen mükelleflerin büyük bir bölümü İstanbul ve
İzmir’de bulunuyordu. Tahsili ile 500 milyon TL gelir
elde edileceği hesaplanan Varlık Vergisi uygulaması
haksızlıklarla sonuçlandı.115 Kanunda Türk azınlık
ayrımına ilişkin hiçbir ifade bulunmamasına karşın,
uygulamada azınlıkların yükümlülükleri ağırlaştırıldı, yükümlülüklerini yerine getirmeyenler kanunda
belirtildiği biçimde zorunlu çalışmaya tabi tutuldular. Uygulamada gayrimüslimler Türklerden dört
misli fazla vergi ödemekle mükellef kılındı.
Tahakkuku yapılan verginin % 60’ı, toplam tahsilâtın
% 55’i, gayrimüslimlere aitti.116 Hükümet bu kanunu,
bilinçli olarak Rum, Ermeni ve Yahudi işadamlarını
zayıflatmak, Türk-Müslüman tüccarların ülkenin dış
ticaretindeki ağırlığını artırmak için kullandı. Vergi
uygulaması, Türkiye’nin dış ticaretinde yerli gayrimüslimlerin gücünü önemli ölçüde azaltan sonuçlar
yarattı.117 Cumhuriyet devrimleri ile amaçlananların
başında dini cemaatten ayrı değerlendirilmeyen ve
vatandaş olarak nitelendirilen çeşitli din ve ırktan insanları kanun önünde eşit yurttaşlar haline getirmek
gelir. Varlık Vergisi uygulaması ise devrimlerin bu
amacından bir sapmadır ve II. Meşrutiyet’ten beri
süregelen, zaman zaman cebri yansımaları da bulunan millî burjuvazi yaratma isteği yönünde atılan
adımların ve ekonomiyi Türkleştirme çabalarının en
sert yansımasıdır.118 Toprak Mahsulleri Vergisi’nin
uygulama alanına girenler genelde ihtikâr yapmak
suretiyle zenginleştiği varsayılan büyük çiftçilerdir.
Varlık Vergisi, fiyat artışlarından yararlanan ticaret
Keyder (2007), 144–145–146.
Boratav (1998), 66–67.
116
Koraltürk (2002), 592.
117
Tezel (2002), 183.
118
Koraltürk (2002), 592.
114
115
65
Dr. Yenal Ünal
burjuvazisini hedef aldıysa, Toprak Mahsulleri
Vergisi de tarım ürünlerindeki artışlardan yararlananları hedef almıştır. Tarım ürünlerini ve baklagilleri vergilendirmeyi amaçlayan bu Toprak Mahsulleri
Vergisi Kanun tasarısı 15 Mayıs 1943 tarih ve 6/1611
sayı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuş,
üç mahsul yılı uygulandıktan sonra 23 Ocak 1946 tarih ve 4840 sayılı yasa ile 1946’dan itibaren kaldırılmıştır. Kanunun gerekçesinde, ekonomik alanda
meydana gelen zorlukların tüm ulusa dengeli biçimde bölüştürülmesi için maliyet fiyatları birkaç misli
artan toprak mahsullerinden bir vergi alınmasına gerek görüldüğü belirtilmektedir. Tarım ürünlerini aynen ve nakdi olarak vergilendirmeyi amaçlayan
Toprak Mahsulleri Vergisi, önce % 8 olarak uygulanmış, sonradan % 10’a çıkarılmıştır. Bu vergi sonunda
hükümet, 110–130 milyon TL gelir beklemiştir. Vergi
toprağı işletmeyenden değil, işleyip üreten köylülerden alınan bir vergiydi. Özellikle arazinin dar, üretimin sınırlı olduğu bölgelerde geçim sıkıntısı çeken
köylü çoğu zaman yasal olmayan yollara başvurup,
ürününü toprağa gömerek saklamaya çalışmıştır. Bu
vergi de uygulamadan kaynaklanan hatalar ölçme
usulünün ve harman işlerinin dağınıklığı, geniş bir
memur kadrosunun masrafları ve tecrübesizlikleri
gibi sebeplerden ötürü beklenen sonucu vermediği
için başarılı olamamıştır. Hükümet 1.200.000 ton hububat elde etmeyi düşünürken ancak 600.000 ton hububat tahsil edebilmiştir. Bunun üzerine vergi üç
mahsul yılı uygulandıktan sonra 23 Ocak 1946 tarih
ve 4840 sayılı yasa ile 1946 yılından itibaren kaldırılmıştır.119
Savaş yıllarında hemen hemen hiç bir yatırım
yapılamamış, sabit fiyatlarla fert başına düşen millî
gelir de bu dönemde 100’den 78’e düşmüştür. Sabit
119
Güneş (2002), 620.
66
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
fiyatlarla düşen millî gelir 1948’de 104’e çıkabilmiştir.
Gayri Safi Millî Hasılada % 0.9’luk bir azalma olmuştur.120 Devlet bu dönemde, sadece askerî gücün arttırılmasına gayret etmiştir.121 Diğer tüm alanlardaki
işlevlerini bu yöne kaydırma eğilimi içerisine girmiştir. Daha önceki dönemde olduğu gibi bu dönemde
de önemli millileştirme hareketlerinde bulunulmuştur. 1933 yılından sonra uygulanan devletçilik bu
dönemde hızını arttırmış ve sertleşmiştir. Atatürk’ün
devletçilik anlayışının ılımlı ve akılcı olmasına karşın İnönü’nün devletçilik anlayışı katı ve doktriner
niteliktedir.122
İsmet İnönü, bu dönemde devletçilik ilkesinden olağanüstü derecede yararlanmıştır ki,
Cumhurbaşkanlığı görevindeyken, savaş döneminde, kurulan her iki hükümetin de yoğun devlet müdahalesi uyguladıkları görülmüştür. Refik Saydam
Hükümetinin uyguladığı iktisad politikaları, mevcut
bütçe imkânları ile ordunun ve kentli nüfusun iaşe
ihtiyacını karşılamayı, dış ticaretin doğrudan devlet denetiminde yapılmasını içeriyordu. Bu amaçla
Millî Korunma Kanunu kabul edildi. Yine bu amaç
doğrultusunda iç ve dış ticaretin denetlenmesi için
İç ve Dış Ticaret Ofisi kuruldu. Ticaret Bakanlığı’na
bağlı olarak kurulan İaşe Müsteşarlığı ise özel ticaret üzerindeki devlet denetiminin fiilen kurulmasını
amaçlıyordu. Bu düzenlemelere paralel olarak tarım
ürünleri piyasa fiyatlarının altında ve devletin belirlediği fiyatlardan yine devlet tarafından satın alınıyor, pamuk, şeker gibi ürünler halka piyasa fiyatları üzerinden satılıyordu. Böylece devlete kaynak
transferi sağlanmış oluyordu. Buna karşılık halkın
temel gereksinimlerinden kömür ve buğday gibi
Hiç (1980), 8; Eroğlu (1981), 56.
Cillov (1970), 139.
122
Hiç (2002), 544.
120
121
67
Dr. Yenal Ünal
ürünler devletin uyguladığı sübvansiyon sayesinde
halka maliyetlerinin altında bir fiyatla ulaşıyordu.
Ayrıca anamalların dağıtımı, devlet eliyle yapılıyor,
özel sektörün kâr payı ise Millî Korunma Kanunu
hükümlerine dayanılarak kontrol altında tutuluyordu. Savaş süresince, genel olarak ekonominin içinde
bulunduğu koşullar bu tür etkenlerin zorlanmasıyla belirlenmiş oldu. İç piyasada mal hacminin daralmasıyla birlikte fiyatlar olağanüstü ölçüde arttı.
İstifçilik, karaborsacılık yaygınlaştı. Özellikle dış ticaretle uğraşan tüccarlar büyük vurgunlar gerçekleştirdiler. Saraçoğlu Hükümeti döneminde ise iç
ve dış piyasalarda savaş kıtlıklarından doğan talep
artışlarının çiftçi ve sanayici için teşvik edici olabileceği savı doğrultusunda kararlar alınmış, fiyatlar
ve piyasa üzerindeki denetimler en aza indirilerek
üretimin arttırılması amaçlanmıştır. Ayrıca istenen
üretim artışı da gerçekleşememiştir. Bunun yanı sıra
savaş ekonomisinin uygulandığı bu zaman dilimi
içerisinde yürürlüğe giren Millî Korunma Kanunu,
Varlık Vergisi Kanunu ve Toprak Mahsulleri Vergisi
Kanunları sosyal ve ekonomik alanda en çok dar
gelirli kesimler üzerinde yıpratıcı olmuştur. Temel
ihtiyaç maddelerindeki yolsuzluklardan etkilenen
kentlerin ve kasabaların iaşesi önemli bir sorun oluştururken, illerde Valiliklerin denetiminde kurulan
Fiyat Murakabe Komisyonları, İaşe Teşkilatları ve
İhtikârı Tetkik Komisyonları ile halkın sırtındaki yük
bir ölçüde kaldırılmaya çalışılmıştır. Ancak bu teşkilatların çalışmalarında görülen örgütsüzlük ve çıkar
sağlama hesapları, çalışmaları olumsuz yönde etkilemiştir. Büyük kentler barındırdıkları nüfus bakımından ekmek, şeker, kahve, yakacak, giyecek ve ilaç sıkıntısını ve yokluklarını had safhada yaşamışlardır.
Fırınlarda saatler süren kuyruklar ve didişmelerden
sonra alınabilen, kimi zaman mısır unundan kimi
zaman çavdar, saman ve arpa karışımından yapılan,
buğdayı az ekmeğe talim edilen bir süreç yaşandı.
68
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Bu süreçte beslenme yetersizliğinden, pislikten, yoksulluktan kaynaklanan verem, tüberküloz, tifo, lekeli
humma ve sıtma gibi hastalıklarda önemli bir artış
gözlenmiştir.123
Savaş sonrası dönem olarak da isimlendirebileceğimiz 1945–1950 dönemi Türkiye ekonomisi ise
savaşın sıkıntılı izlerini taşıyan ve hem siyasi hem
iktisadi bakımdan bir dönüm noktasını oluşturmaktadır.124 Nitekim İkinci Dünya Savaşı sona erdikten
sonra ülkede bu devreye zor bir mali durumla girildi. Hayat aşağı yukarı dört misli pahalılaşmıştı.
Sınaî teçhizatının birçoğu yıpranmış, piyasalar ithal
mal bakımından tamamen boşalmıştı.125 Bu arada
çok partili hayata geçiş, Batı dünyası ile yakınlaşma çabaları çerçevesinde ekonomik kalkınma ikinci
plana atılmıştır. Ancak bütün bu olumsuz etmenlere
karşın, bu dönemde Türkiye dış borçlarını ödediği
gibi önemli ölçüde altın ve döviz stoku da yapmıştır.
Hükümet 7 Eylül 1946’da bir devalüasyon gerçekleştirerek, Türk parasının kıymetini % 50 nispetinde düşürdü. Doların değeri 1.28 TL’den 2.81 TL’ye yükseldi. Sterlinin değeri 11.31 TL olarak belirlendi. Bunun
üzerine eldeki ihraç malları ucuz fiyatlarla satıldı.126
Fakat ithal eşyanın tabiatıyla pahalılaşması karşısında devletin sınaî yatırımlarına daha fazla para harcaması icap etti. Üstelik devlet işletmelerinin verimli
olmayan çalışma tarzı üretimin maliyetini mütemadiyen yükseltti. Öte yandan harp sona erip Avrupa
sınaî memleketleri istihsallerinin hızla artması karşısında fiyatlar gerilemiş ve memlekete bol miktarda
Güneş (2002), 620.
Boratav (1998), 73; Başol (1983), 64.
125
Cillov (1970), 139.
126
Başol (1983), 64; Cillov (1970), 139; Tezel (2002), 167; Bu devalüasyonla birlikte 1947 yılından itibaren ihracat dengesizlik
gösterirken; ithalat sürekli artmaya devam etmiş ve dış ticaret
açık vermiştir.
123
124
69
Dr. Yenal Ünal
tüketim eşyası girmeye başlamıştır. Bu sûretle eldeki
mevcut döviz stokları kısa zamanda erimeye yüz tutmuştur.127 Bu dönemin en önemli özelliklerinden biri
de devletçilik politikasının kısmen gevşemiş olmasıdır. Ülke ihtiyaçları dikkate alınarak müteşebbisler
yeni yatırımlara başlamışlardır. Ancak, savaş sonrası
ülkenin dev endüstriyel yatırımları yalnız kendi kaynaklarıyla başaramayacağı anlaşılmıştır.128 Ayrıca
harp dolayısıyla 1938–1945 yıllarında kalkınma hamlesinin duraklamasıyla kaybedilen zamanın da telafi
edilmesi gerekiyordu. İşte bu arzu ile tekrar yabancı
sermaye teminine gayret sarf edilmeye başlanmıştır.
Avrupa’yı iktisadî bakımdan kalkındırmak maksadıyla hazırlanan Marshall Yardım Planı’ndan 1949
yılından itibaren yararlanılmaya başlanmış, nitekim
Türkiye Marshall Planı’ndan 50 milyon dolar yardım
almıştır. Bu dönemde iç üretim hacminde de gelişme
kaydedilmiştir ve 1946’da 146 olan sınaî istihsal indeksi, 1949’da 178’e yükselmiştir. Emisyon miktarında da beş sene zarfında belirli bir değişiklik olmamış
ve toptan fiyatlar indeksi aşağı yukarı sabit kalmıştır.
Bu devrenin iktisadî politikasında kararsızlık büyük
bir rol oynamıştır.129
C-) İstatistikî Veriler Işığında 1940 ve 1950
Yılları Arasında Türkiye’de Fiyat Artışları
1940 ve 1950 yılları arasında Türkiye’de çeşitli
alanlardaki fiyat artışları diğer dönemlerle karşılaştırıldığında çok hareketli bir seyir takip etmiştir. Bunda
da daha önce değindiğimiz üzere bu dönemin hemen
hemen yarısına hâkim olan İkinci Dünya Savaşı etkilidir. Türkiye savaşa girmediği halde savaşın olağanüstü koşullarından etkilenmiştir. Bu nedenle ülke
genelinde her çeşit ürünün fiyatı artmıştır. Ülkede
Cillov (1970, 140.
Başol (1983), 64.
129
Cillov (1970), 64.
127
128
70
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
olağanüstü bir enflasyon görülmüştür. Meydana
gelen tüm bu gelişmelerde halka yansımış ve Türk
toplumu oldukça zor günler geçirmiştir. Yaşanan bu
sıkıntıların temelindeki nedenlerin anlaşılabilmesi
için halkın temel ihtiyaçları olan gıda maddelerini,
para ve altın kurlarını, gayri safi millî hâsıla ve diğer
kurlardaki artışları müşahede edeceğiz.
1-) Halkın Temel İhtiyaçları
Bu kısımda ekmek, buğday unu, pirinç, kesme
şeker, toz şeker, tuz, koyun eti, yumurta, zeytinyağı, yemeklik margarin, süt, beyaz peynir ve çay gibi
halkın temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını inceleyeceğiz. Bilindiği üzere herhangi bir ihtiyaç maddesi ülkenin her yerinde aynı fiyata satılmamaktaydı.
Bölgeler, hatta şehirler arasında dahi farklılıklar bulunabilmekteydi. Bundan dolayı Türkiye’nin geneli
hakkında bilgi vermesi açısından üç büyük şehri pilot şehirler olarak alacağız.
a-) Ekmek130131132
Seçilmiş Gıda Maddelerinin Ortalama Perakende
Fiyatları
EKMEK (TL/Adet)1
YILLAR
ŞEHİRLER
İstanbul Ankara2
İzmir3
1940
0,10
0,11
1941
0,13
0,12
1942
0,25
0,25
1943
0,39
0,41
1944
0,30
0,32
0,30
1945
0,33
0,33
0,32
1946
0,31
0,31
0,31
1947
0,30
0,30
0,29
1948
0,29
0,31
0,28
1949
0,39
0,35
1950
0,36
0,36
Fiyatlar TL bazında verilmiştir. 1 TL 100 kuruşa eşittir. Yani
0.10 TL, 10 kuruştur.
130
İstatistikî Göstergeler (1996), 305–372. Ankara ve İstanbul
şehirlerine ait tüm fiyat istatistikleri bu kaynaktan alınmıştır.
131
İstatistik Yıllığı (1949), 208–213. İzmir şehrine ait tüm fiyat
istatistikleri bu kaynaktan alınmıştır
132
71
Dr. Yenal Ünal
Tablo–1
Bilindiği üzere ekmek temel ihtiyaç maddelerinin en önde gelenidir. 1940 ve 1950 yılları arasında fiyatı önemli ölçüde artmıştır. 1939–1945 yılları arasında üretici kesimin büyük bir bölümünün silah altına
alınması, savaşın getirdiği ağır yükümlülükler, ülkede savaş ekonomisi uygulamalarından ötürü ithalatın çok azalması ve bazı çıkarcı tüccarların stok yapması nedeniyle piyasalar ve dengeler altüst olmuş,
arz-talep dengesi bozulmuş ve ekmek fiyatları da
savaştan sonraki dönemde savaştan önceki döneme
nazaran 4 kat artmıştır. 1940 yılında İstanbul’da 0,10
TL, Ankara’da 0,11 TL olan ekmeğin fiyatı düzenli
olarak 1943 yılına kadar artmış bu yılda İstanbul da
ekmek fiyatları 0,39 TL, Ankara da 0,41 TL’ye kadar
yükselmiştir. Bu verilerden açıkça anlaşılacağı üzere
savaş ortamında ekmeğin fiyatı yaklaşık 4 kat artmıştır. Ancak 1944 yılına geldiğinde özellikle savaşın sonunun yaklaşması, galip tarafından belli olmasıyla fiyatlarda bir rahatlama olmuştur. 1944 yılında
ekmek fiyatları İstanbul’da 0,30 TL, Ankara’da 0,32
TL ve İzmir’de 0,30 TL olarak belirlenmiştir. 1950
yılında İstanbul’da 0,36 TL olan ekmeğin fiyatı yine
Ankara’da 0,36 TL olmuştur. 1940 ve 1950 yılları karşılaştırıldığında ekmeğin fiyatı 10 yıllık zaman zarfında 3,5 katlık bir artış göstermiştir.
b-) Buğday Unu
Seçilmiş Gıda Maddelerinin Ortalama Perakende
Fiyatları
BUĞDAY UNU (TL/kg)
YILLAR ŞEHİRLER
İstanbul
Ankara
İzmir
1940
0,19
0,15
1941
0,23
0,18
1942
1943
1944
1945
0,52
1946
0,54
0,45
0,51
1947
0,55
0,44
0,54
1948
0,61
0,52
0,58
1949
0,66
0,56
1950
0,59
0,51
-
72
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Tablo–2
1940 yılında İstanbul’da buğday ununun fiyatı
0,19 TL yani 19 kuruş iken; Ankara’da 0,15 TL yani
15 kuruştur. 1950 yılına gelindiğinde mamulün fiyatı İstanbul’da 0.59 TL, Ankara’da 0.51 TL seviyesine
yükselmiştir. Yani 10 sene zarfında 3 katı oranında
bir artış gerçekleştirmiştir.
c-) Pirinç
Seçilmiş Gıda Maddelerinin Ortalama Perakende
Fiyatları
PİRİNÇ (TL/kg)
YILLAR
ŞEHİRLER
İstanbul
Ankara
İzmir
1940
0,34
0,28
1941
0,46
0,38
1942
0,94
0,90
1943
1,70
1,49
1944
1,53
1,39
1,48
1945
1,50
1,35
1,45
1946
1,50
1,45
1,42
1947
1,47
1,28
1,45
1948
1,38
1,23
1,40
1949
1,34
1,24
1950
1,34
1,24
-
Tablo–3
1940 yılında İstanbul’da pirincin fiyatı 0,34 TL
yani 34 kuruş iken Ankara’da 0,28 TL yani 28 kuruş
olarak gerçekleşmiştir. Bu yıldan itibaren pirincin fiyatı, II. Dünya Savaşı’nın olağan üstü koşulları sonucunda 1943 yılına kadar sürekli bir artış göstermiştir. 1943 yılında ürünün fiyatı İstanbul’da 1,70 TL;
Ankara’da 1,49 TL olarak belirlenmiştir. Bu 5 katlık
bir artış demektir. 1950 yılına gelindiğinde ürünün
İstanbul’daki fiyatı 1,34 TL Ankara’daki fiyatı 1,24 TL
olarak gerçekleşmiştir. Genel anlamda baktığımızda
1940 yılına nazaran 1950 yılında pirincin fiyatı 4 katlık bir artış gerçekleştirmiştir.
d-) Kesme Şeker
Seçilmiş Gıda Maddelerinin Ortalama Perakende
Fiyatları:
KESME ŞEKER (TL/kg)
YILLAR
ŞEHİRLER
İstanbul
Ankara
İzmir
73
Dr. Yenal Ünal
1940
1941
1942
1943
1944
1945
1946
1947
1948
1949
1950
Tablo–4
0,38
0,47
1,65
3,43
2,19
2,09
1,87
1,46
1,60
1,98
1,86
0,40
0,50
1,68
3,45
2,19
2,08
1,85
1,46
1,59
1,99
1,89
2,14
2,05
1,84
1,46
1,61
-
Kesme Şekerin 1940 yılında İstanbul’daki fiyatı 0,38 TL, Ankara’daki fiyatı 0,40 TL’dir. 1943 yılında bu fiyatlar İstanbul’da 3,43 TL, Ankara’da 3,45
TL olarak gerçekleşmiştir. Artış oranı 8 kattan daha
fazladır. Bu enflasyon ortamının doğurduğu bir
patlama, savaşın bir etkisidir. 1950 yılında ürünün
İstanbul’daki fiyatı 1,86 TL ve Ankara’daki fiyatı 1,89
TL olarak gerçekleşmiştir. 1940 yılına nazaran 1950
yılındaki artış oranı yaklaşık 5 kattır.
e-) Toz Şeker
Seçilmiş
Gıda
Maddelerinin
Perakende Fiyatları
TOZ ŞEKER (TL/kg)
YILLAR ŞEHİRLER
İstanbul
Ankara
1940
0,34
0,36
1941
0,44
0,46
1942
1,46
1,49
1943
3,24
3,36
1944
1,96
1,97
1945
1,86
1,86
1946
1,65
1,64
1947
1,13
1,10
1948
1,28
1,26
1949
1,74
1,72
1950
1,58
1,56
Tablo–5
Ortalama
İzmir
1,91
1,80
1,60
1,10
1,28
-
1940–1950 yılları arasında toz şekerin fiyatı hemen hemen kesme şekere benzer bir hareketlilik göstermiştir. Kesme şekerin fiyatı her üç ilde de bütün
bu 10 yıllık dönemde toz şekerin fiyatından yüksek
olmuştur. 1940 yılında toz şekerin İstanbul’daki fiyatı 0,34 TL, Ankara’daki fiyatı 0,36 TL’dir. 1943 yılında
ürünün İstanbul’daki fiyatı 3,24 TL’ye Ankara’daki
fiyatı 3,36 TL’ye yükselmiştir. Artış oranı yaklaşık 9
74
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
kattır. 1950 yılında İstanbul’da toz şekerin kilogramı
1,58 TL’den Ankara’da 1,56 TL’den satılmıştır. 1940
yılına nazaran 1950 yılındaki artış 4 kattır.
f-) Tuz
Seçilmiş Gıda Maddelerinin
Fiyatları
TUZ(TL/kg)
YILLAR
ŞEHİRLER
İstanbul
1940
0,06
1941
0,06
1942
0,09
1943
0,12
1944
0,12
1945
0,12
1946
0,12
1947
0,12
1948
0,12
1949
0,12
1950
0,12
Tablo–6
Ortalama Perakende
Ankara
0,07
0,08
0,10
0,15
0,17
0,24
0,21
0,16
0,16
0,19
0,15
İzmir
0,10
0,10
0,10
0,10
0,10
-
Açıkça görüldüğü üzere 1940 yılında 0,06–0,07
yani 6–7 kuruş seviyesinde olan tuzun fiyatı 1950
yılında 2 katı oranında artarak 12 kuruş seviyesine
yükselmiştir. Şu ana kadar incelediğimiz ürünler
arasında fiyatları ve yılları temel aldığımızda en az
hareketliliğin tuz ürününde olduğunu görüyoruz.
g-) Koyun Eti
Seçilmiş Gıda Maddelerinin Ortalama Perakende
Fiyatları
KOYUN ETİ (TL/Kg)
YILLAR
ŞEHİRLER
İstanbul
Ankara
İzmir
1940
0,52
0,44
1941
0,61
0,56
1942
1,34
1,07
1943
1,96
1,60
1944
2,03
1,76
1,91
1945
1,90
1,65
1,73
1946
2,00
1,67
1,63
1947
2,10
1,80
1,86
1948
2,36
1,94
2,17
1949
2,67
2,03
1950
2,34
1,95
-
Tablo–7
1940 yılında koyun etinin, İstanbul’daki fiyatı
0,52 TL, Ankara’daki fiyatı 0,44 TL’dir. 1950 yılında
ise İstanbul’da koyun etinin fiyatı 2,34 TL, Ankara’da
75
Dr. Yenal Ünal
ise 1,95 TL’dir. Genel itibariyle değerlendirdiğimizde
1940 yılına nazaran 1950 yılında koyun etinin fiyatı 4
katlık bir artış göstermiştir.
ğ-) Yumurta (Adet)
Seçilmiş Gıda Maddelerinin Ortalama Perakende
Fiyatları
YUMURTA (TL/Adet)
YILLAR
ŞEHİRLER
İstanbul Ankara
İzmir
1940
0,02
0,02
1941
0,02
0,03
1942
0,05
0,05
1943
0,08
0,09
1944
0,08
0,08
0,08
1945
0,08
0,08
0,08
1946
0,08
0,08
0,08
1947
0,10
0,08
0,08
1948
0,10
0,09
0,10
1949
0,10
0,09
1950
0,09
0,09
-
Tablo–8
1940 yılında 2 kuruş olan yumurtanın fiyatı
1950 yılında 9 kuruş seviyesine yükselmiştir. Bu 4
katlık bir artış demektir.
h-) Zeytin Yağı
Seçilmiş Gıda Maddelerinin Ortalama Perakende
Fiyatları
ZEYTİNYAĞI (TL/Lt)
YILLAR
ŞEHİRLER
İstanbul Ankara
İzmir
1940
0,60
0,62
1941
0,81
0,85
1942
1,37
1,46
1943
2,08
2,02
1944
2,59
2,50
2,20
1945
1,80
1,84
1,72
1946
2,68
2,63
2,43
1947
2,76
2,55
2,23
1948
2,46
2,40
1,98
1949
2,63
2,62
1950
2,31
2,25
-
Tablo–9
1940 yılında zeytinyağının, İstanbul’daki fiyatı 0,60 TL, Ankara’daki fiyatı ise 0,62 TL’dir. Savaş
yıllarında ürünün fiyatı yaklaşık 4 katlık bir artış
göstermiştir. 1944 yılında bu ürünün İstanbul’daki
fiyatı 2,59 TL’ye Ankara’da 2,50 TL’ye, İzmir’de 2,20
TL’ye yükselmiştir. 1950 yılında ise zeytinyağının
76
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
İstanbul’daki fiyatı 2,31 TL Ankara’daki fiyatı ise 2,25
TL olarak belirlenmiştir. 1940 yılına nazaran 1950 yılındaki artış oranı yaklaşık 4 kattır.
ı-) Süt
Seçilmiş
Gıda
Maddelerinin
Perakende Fiyatları
SÜT (TL/Lt)
YILLAR
ŞEHİRLER
İstanbul Ankara
1940
0,15
0,19
1941
0,21
0,21
1942
0,38
0,34
1943
0,51
0,57
1944
0,60
0,63
1945
0,60
0,58
1946
0,59
0,61
1947
0,60
0,58
1948
0,60
0,63
1949
0,60
0,68
1950
0,60
0,66
Tablo–10
Ortalama
İzmir
0,53
0,50
0,50
0,57
0,53
-
1940 yılında sütün litresi, İstanbul’da 15 kuruş,
Ankara’da ise 19 kuruş iken 1950 yılında bu fiyat oranı İstanbul’da 60 kuruş; Ankara’da ise 66 kuruş seviyesine çıkarak 4 katlık bir artış göstermiştir.
i-) Beyaz Peynir
Seçilmiş Gıda Maddelerinin Ortalama Perakende
Fiyatları
BEYAZ PEYNİR (TL/kg)
YILLAR
ŞEHİRLER
İstanbul
Ankara İzmir
1940
0,49
0,54
1941
0,65
0,63
1942
1,15
1,10
1943
1,55
1,67
1944
1,94
2,02
1945
2,16
2,07
1946
1,94
2,29
1947
2,23
2,08
1948
2,26
1949
2,48
2,32
1950
2,20
2,16
-
Tablo–11
Beyaz Peynirin 1940 yılında İstanbul’daki fiyatı
0,49 TL, Ankara’daki fiyatı ise 0,54 TL’dir. 1950 yılına
gelindiğinde ürünün fiyatında 4,5 katlık bir artış gerçekleşmiş ve ürünün İstanbul’daki fiyatı 2,20 TL ve
Ankara’daki fiyatı 2,16 TL olarak belirlenmiştir.
77
Dr. Yenal Ünal
2-) Para Kurlarındaki Artışlar
Bu kısımda ise Sterlin, Dolar ve Fransız
Frangının 1944 ve 1948 yılları arasındaki fiyat artışlarını inceleyeceğiz.
11,28 11,29 11,32 11,32 7,24
5,22
5,22 5,22
5,21 5,21 5,22
5,21 5,21
11,30 11,33 11,34 11,37 11,31 11,29 11,31 11,32 11,33 11,36 11,36 11,36 11,33
11,37 11,38 11,38 11,38 11,38 11,38 11,33 11,33 11,38 11,36 11,32 11,29 11,37
1946
1947
1948
5,21
5,21
5,21 5,21
5,21
5,21
5,22 5,22
5,22 5,22 5,22
5,22 5,22
1945
5,22
5,22
5,22 5,22
5,22
5,21
5,22 5,22
5,22 5,22 5,22
5,22 5,22
1944
Toplam
VIII IX
VII
VI
V
IV
III
II
Aylar
STERLİN (1 Sterlin Karşılığı TL olarak)
İstanbul Kambiyo ve Menkul Kıymetler Borsasında133
X
XI
I
Yıllar
XII
a-) Sterlin133
Tablo 12’de Sterlin’in İstanbul Menkul
Kıymetler Borsasında
1944 ve 1948 yılları
arasındaki fiyatları TL
bazında
verilmiştir.
İngiliz Sterlini, 1944
yılından başlayıp 1946
yılının 9. ayına kadar 5,22 seviyesinde
kalmıştır. Daha önce
değindiğimiz üzere 7
Eylül 1946’da Türk hükümeti Türk parasının
değerini %50 oranında
düşürmüştü. Bu nedenle sterlinin fiyatı
1946 yılının 9. ayında
2 katı artarak 11,28 TL
seviyesine çıkmış ve
1947 ile 1948 yıllarında
da 11,30 TL seviyesinde kalmıştır.
Tablo 12
133
İstatistik Yıllığı (1949), 208–213.
78
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
2,80
2,80
2,80
2,80
2,80
2,81
2,81
2,80
2,80
2,80
2,80
1948 2,81
2,80
2,81
2,82
2,82
2,82
2,82
2,82
2,82
2,81
2,81
2,81
2,81
1947 2,81
2,81
1,81
2,81
2,80
2,80
2,80
1,31
1,31
1,31
1,31
1,31
1,31
1946 1,31
1,31
1,31
1,31
1,31
1,31
1,31
1,31
1,31
1,31
1,30
1,30
1,31
1945 1,31
1,30
1,30
1,30
XII
XI
1,30
1,30
X
IX
1,31
1,30
VIII
VII
1,30
1,30
VI
V
1,30
1,30
IV
1,30
1944 1,30
III
II
Yıllar I
Aylar
DOLAR (1 Dolar Karşılığı TL olarak)
İstanbul Kambiyo ve Menkul Kıymetler Borsasında134
1,30
Toplam
b-) Dolar134135
Tablo 13’de Dolar’ın İstanbul Menkul
Kıymetler Borsasında
1944 ve 1948 yılları
arasındaki fiyatları TL
bazında
verilmiştir.
Tablodan anlaşılacağı
üzere 1 Dolar’ın 1944
yılındaki fiyatı 1,30 TL
civarındadır. Doların
bu fiyat seviyesi çok az
kıpırdamalar haricinde 1946 yılının 9. ayında kadar bu seviyede
kalmış ancak 7 Eylül
1946’da yapılan devalüasyonla Türk parasının değeri %50 oranında düşürmüş ve 1 doların fiyatı 1,31 TL’den
2,80 TL’ye çıkarak 2
katı oranında bir artış
göstermiştir. 1947 ve
1948 yıllarında da doların fiyatı bu seviyede kalmıştır. 1 Doların
1940 yılındaki fiyatı ise
1,38 TL, 1941’de 1,32
TL, 1942’de 1,31 TL,
1949’da 2,80 TL, 1950
yılında da 2.80 TL olarak gerçekleşmiştir.135
Tablo 13
134
135
İstatistik Yıllığı (1949), 208–213.
Pakdemirli (1995), 11.
79
Dr. Yenal Ünal
136
-
-
1945
1946
-
-
1,30
1,30
1,30
1,30
2,35 1,30 1,30 1,30 1,30
1948
2,35
2,35
2,35 2,35
2,35
2,34
2,36
2,36
2,35 2,36 2,36 2,36 2,35
1947
1,72
2,35
2,35 2,35
2,35
1,03
1,09
1,08
1,09
-
1944
-
-
-
-
-
XII
XI
X
IX
VIII
VII
VI
V
IV
III
II
I
Yıllar
Aylar
FRANSIZ FRANGI (100 Fransız Frangı Karşılığı TL olarak)
İstanbul Kambiyo ve Menkul Kıymetler Borsasında136
Toplam
c-) Fransız Frangı136
İstatistik Yıllığı (1949), 208–213.
80
Tablo 14’da 100
Fransız
Frangının
Türk Lirası olarak
karşılığı
verilmiştir. Görüldüğü üzere 1946 yılının 5.
ayında 1,09 TL seviyesinde olan 100
Fransız Frangı daha
önce değindiğimiz
devalüasyonla beraber çıkışa geçmiş ve
2,35 TL seviyesine
çıkmış, 1948 yılının
ilk ayına kadar da
bu seviyede kalmış,
aynı yılın 2. ayında
ise 1.30 TL seviyesine düşmüştür.
Tablo 14
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
3-) Altın Kurlarındaki Artışlar137138
Bu kısımda 1940 ve 1950 yılları arasında Külçe,
Cumhuriyet, Reşat ve ortalama altın fiyatlarının tetkikini yapacağız.
a-) Külçe, Cumhuriyet ve Reşat Altınları
Reşat132
Külçe
Cumhuriyet131
Ortalama Altın Satış Fiyatları
YILLAR TL/gr TL/Adet TL/Adet
1940
2,5
-
21,06
1941
3,4
-
25,57
1942
4,6
-
33,24
1943
4,5
-
33,84
1944
5,3
-
38,30
1945
5,3
-
35,93
1946
4,9
33,1
33,73
1947
4,8
33,1
33,25
1948
5,6
37,9
41,10
1949
6,1
37,9
44,14
1950
5,2
34,9
39,33
Tablo 15’de 1940 ve
1950 yılları arası için
Külçe, Cumhuriyet ve
Reşat altınlarının fiyatları gösterilmiştir. Buna
göre Külçe altınının
gramı 1940 yılında 2,5
lira iken 1950 yılında
5,2 liraya yükselerek 2
katlık bir artış göstermiştir. Cumhuriyet altınının adeti 1950 yılında
34,9 lira olarak belirlenmiştir. Reşat altının
adeti 21,06 lira iken
1950 yılında 39,33 liraya
yükselerek yine 2 katlık
bir artış göstermiştir.
Tablo 15
4-) Gayri Safi Millî Hâsıla ve Toptan Eşya
Fiyatlarındaki Artışlar
Bu son kısımda da gayri safi millî hâsıla ve toptan eşya fiyatlarındaki artışları inceleyeceğiz.
137
İstatistikî Göstergeler (1996), 305–372. Külçe ve Cumhuriyet
altınlarının fiyatları bu kaynaktan alınmıştır.
138
Pakdemirli (1995), 11.
81
Dr. Yenal Ünal
a-) Gayri Safi Millî Hâsıla 139
Gayri Safi Millî Hasıla
YILLAR
Cari Üretici
Fiyatlarıyla
GSMH
Milyon TL
Cari Üretici
Fiyatlarıyla
Kişi Başına
GSMH
TL
GSMH Büyüme Hızları139
Kişi Başına
Başına
Cari
GSMH Cari
Fiyatlarla
Fiyatlarıyla
%
%
1940
1941
2403,4
2992,3
134,9
166,1
16,5
24,5
14,5
23,1
1942
6195,9
340,4
107,1
104,9
1943
9231,7
501,8
49,0
47,4
1944
6684,7
359,5
-27,6
-28,4
1945
5469,8
291,1
-18,2
-19,0
1946
6857,8
357,1
25,4
22,7
1947
7542,6
384,4
10,0
7,6
1948
1949
1950
9492,9
9054,4
9694,2
476,5
444,7
465,9
25,9
-4,6
7,1
24,0
-6,7
4,8
Tablo 16
Tabloda görüldüğü üzere 1940 yılında 2403,4
milyon TL seviyesinde olan GSMH 1944 yılındaki
%-27,6’lık, 1945 yılındaki %-18,2’lik ve 1949 yılındaki
%-4,6’lık düşüşler dışında sürekli artmış ve nitekim
1950 yılında 9694,2 milyon TL seviyesine ulaşmıştır.
Cari üretici fiyatlarıyla kişi başına düşen GSMH’da
da yine aynı şekilde, 1944, 1945 ve 1949 yılları dışında sürekli bir artış gözlenmiştir. Nitekim 1940 yılında 134,9 TL olan kişi başına GSMH, 1950 yılında
465,9 TL seviyesine ulaşmıştır.
139
İstatistikî Göstergeler (1996), 305–372.
82
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
b-) Gayri Safi Millî Hâsıla Sektör Payları140
Gayri Safi Millî Hâsıla Sektör Payları140
Cari Fiyatlarla
Gayri Safi Millî Hâsıla’da Sektör
Payları(%)
GSMH
Sektörel
Büyüme Hızları (%)
YILLAR
Tarım
Sanayi
Hizmetler Tarım
Sanayi Hizmetler
1940
38,5
18,6
42,9
15,1
20,4
16,1
1941
37,0
19,3
43,7
19,6
29,7
26,7
1942
51,2
13,3
35,5
186,3
42,5
68,5
1943
56,5
10,7
32,8
64,5
19,5
37,6
1944
44,1
15,4
40,5
-43,5
4,1
-10,5
1945
38,3
16,1
51,8
-28,9
-14,4
4,6
1946
45,6
14,7
39,7
49,2
14,6
-3,9
1947
38,4
15,2
46,3
-7,3
14,2
28,3
1948
45,2
14,0
40,8
47,9
15,7
10,9
1949
40,1
14,9
44,9
-15,3
1,6
5,0
1950
41,7
14,6
43,7
11,3
5,0
4,0
Tablo 17
1940 yılında GSMH’da Tarım % 38,5’lik Sanayi
% 18’lik ve Hizmetlerde % 42,9’luk bir pay almışlardır. En büyük pay Hizmetler sektöründe iken en
küçük pay sanayi sektöründedir. 1950 yılına kadar
bu üç sektörün GSMH’nin içerisindeki oranları zaman zaman değişmiş 1950 yılında Hizmet sektörü
yine 1. sıraya yükselmiştir. Bu yılda Hizmet sektörü GSMH’dan % 43,7’lik, tarım % 41,7 ve Sanayi
%14,6’lık bir dilim almışlardır.
140
İstatistikî Göstergeler (1996), 305–372.
83
Dr. Yenal Ünal
c-) Toptan Eşya Fiyatları İndeks Sayılarındaki
Artışlar:141
Toptan Eşya Fiyatları İndeks Sayıları141
Yapı
Malzemesi
Akaryakıt
Toplam
Hayvan
Ürünleri
Hayvanlar
Nebati
Gıda
Maddeleri
Toplam
Genel
İndeks
Yıllar
Dokuma
Maddesi
Sanayi Hammaddeleri
ve Yarı Mamulleri
Gıda Maddeleri ve Yemler
1940
27
24
25
19
23
34
32
48
26
1941
38
34
36
27
31
45
37
63
35
1942
73
76
85
59
60
67
49
88
64
1943
127
147
178
105
79
81
66
110
77
1944
98
102
108
91
90
90
78
125
81
1945
45
96
101
86
94
93
78
93
84
1946
92
95
100
82
92
85
75
94
82
1947
93
93
95
97
95
92
81
109
92
1948
100
100
100
100
100
100
100
100
100
1949
108
110
115
102
104
104
110
113
88
97
98
104
93
92
94
114
102
78
1950
Tablo 18
Tablo 20’de Gıda Maddeleri ve Yemler ile
Sanayi Hammaddeleri ile Yan mamullerin indeks
sayıları 2 ayrı bölümde gösterilmiştir. Sanayi maddelerinin toplam indeksi 1940 yılında 34 iken, 1950
yılında 94 olarak gerçekleşmiştir. Gıda maddelerinin
toplam indeksi ise 1940 yılında 24 iken 1950 yılında
98’e yükselmiştir. Genel indekse bakıldığında 1940
yılında 27 olan indeks 1950 yılında 97’ye yükselmiştir ki bu verilerde bize Toptan Eşya fiyatlarının 10
sene zarfında ne kadar arttığını göstermektedir.
141
İstatistikî Göstergeler (1996), 305–372.
84
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Sonuç:
29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ülke sosyal, ekonomik ve her türlü alanda oldukça kötü bir durumdaydı. Mustafa Kemal
Atatürk devletin kuruluşunu müteakip, bu kötü
durumu tersine çevirebilmek için yoğun bir çaba
içerisine girmiştir. Bu çabalar istenilen seviyede olmasa bile; sonuç vermiş ve özellikle Birinci Beş Yıllık
Sanayi Planı ile ülkenin çeşitli yerlerine fabrikalar ve
endüstri kuruşları hizmete açılmıştır. Tarım ve hayvancılığın gelişmesi için gereken büyük uğraşlar verilmiştir.
1939 yılında başlayan II. Dünya savaşı tüm
Dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de etkilemiştir.
Savaşın başlamasıyla ülkede uygulanan eski ekonomik sistemler derhal terk edilerek, savaş ekonomisi
uygulamalarına geçilmiştir. Kurtuluş savaşı yıllarında olduğu gibi Türk halkı bu dönemde de oldukça
büyük ekonomik sıkıntılar çekmeye başlamıştır.
Savaş söz konusu olduğundan kısa sürede yurt çapında vurgunculuk ve karaborsa başlamıştır. Savaşın
kokusunu hisseden birçok tüccar, bazı malları stoklamıştır. Bu mallar ülkeye gelmemeye başlayınca
stoktaki malların değeri oldukça yükselmiştir. Öte
yandan tarafsızlığına -rağmen büyük bir ordunun
beslenmesi gereği, üreten kuşakların tarım alanından çekilmesi gerekmiştir. Bu da tarımsal üretimin
düşmesi sonucunu doğurmuştur. Ayrıca ülkede ağır
savaş ekonomisi uygulamalarına geçilmesi malların
fiyatlarının artmasına neden olmuştur. Türkiye’nin
3 büyük ili olan Ankara, İstanbul ve İzmir de fiyat
artışları olağanüstü seviyelere ulaşmıştır. Savaşın
çıktığı 1939 yılı ile 1945 yılı arasında Ankara’da fiyatlar genelde % 250 dolayında artmıştır. Bu artışlar
tüm Türkiye geneline yorumlandığında bu dönemde halkın çektiği sıkıntılar çok daha iyi anlaşılabilir.
85
Dr. Yenal Ünal
Bu dönem için fiyat artışlarının rekor düzeye ulaştığı
yıllar, yılda % 69,7 ile 1942 ve yılda % 63,1 ile 1943
yılları olmuştur. Tüm Türkiye genelinde 1938–1945
yılları arasında malların artış oranı % 400 olarak gerçekleşmiştir. İlginç olan bir nokta ise savaş döneminde Türkiye’deki enflasyon oranının savaşan ülkelerden daha yüksek olmasıdır.142
Savaş yıllarında Türkiye’de aralarında derin
bir uçurum olan iki tabaka oluşmuştur: Bir yanda
kolay para kazanan bir grup insan; diğer yanda ise
küçük çiftçi, küçük üretici, emekçi, küçük ve orta derecedeki memurlardan oluşan milyonlarca kişi. Dar
gelirli olarak adlandırılan bu grup insanların yaşama
koşulları her geçen gün bozulmuştur. Kısacası savaşın doğurduğu olağanüstü fiyat artışları bir kesime
çıkar sağlarken ülkenin geri kalan kısmına büyük
acılar yaşatmıştır. Dönem hükümetleri bütün bunları dengeleyebilmek için bir takım kanunlar çıkarmışlarsa da, bu kanunlar istenilen neticeyi verememiştir.
Fiyat artışları spekülasyonu ve karaborsayı daha da
tırmandırmıştır. Ticari karlar olağan üstü ölçülerde
şişmiştir. Yeni savaş zenginleri türemiştir. Fiyat artışları millî gelirin sanayi sektörleri lehine yeniden
dağılımına neden olmuştur.
1946–1950 savaş sonu devresinde fiyatlar yılda
ortalama % 3–4 civarında artarak nispi bir istikrara
kavuşmuştur. Bu dönemde fiyat değişmelerini etkileyen ve tesirleri birbirlerine ters yönde çalışan 2
önemli faktör vardır. Birincisi tedavüldeki para miktarı azalması, diğeri ise 1946 Eylül’ünde yapılan devalüasyon olayıdır.
142
Şahin (1990), 88–89.
86
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
BİBLİYOGRAFYA
AKBAY 2003İshak Akbay, Fiyat Artışları Konusunda Sözlü
Tarih Çalışması, 15.10.2003.
AKSOY Yaşar Aksoy, Kurtuluş Savaşı Işığında İzmir İktisad
Kongresi (17 Şubat–4 Mart 1923), Mayat Matbaacılık.
BAŞKAYA 1991Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, Doz
Yayınları, 1991.
BAŞOL 1983Koray Başol, Türkiye Ekonomisi, T.C. Dokuz
Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Yayınları, İzmir, 1983.
BERK 2003Mehmet Berk, Fiyat Artışları Konusunda Sözlü
Tarih Çalışması, 28.07.2003.
BORATAV 1998Korkut Boratav, Türkiye İktisad Tarihi, 6. bs.
Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1998.
CİLLOV 1970Haluk Cillov, Türkiye Ekonomisi, 3. bs.
İstanbul Üniversitesi İktisad Fakültesi Yayınları,
İstanbul, 1970.
CİLLOV 1973Haluk Cillov, Türkiye Millî Gelirindeki
Gelişmeler, Türkiye Ekonomisinin Elli Yılı:
(Seminer- Tebliğler ), Bursa İktisadi ve Ticarî İlimler
Akademisi Yayınları, İstanbul, 1973.
ÇEVİK 2003Abdullah Çevik, Fiyat Artışları Konusunda
Sözlü Tarih Çalışması, 02.07.2003.
EROĞLU 1981Hamza Eroğlu, Atatürk ve Devletçilik, Olgaç
Matbaası, Ankara, 1981.
GÜNEŞ 2002Günver Güneş, Türkiye’de Savaş Ekonomisi
Uygulamaları ve Toplumsal Yaşama Etkileri, Türkler
Ansiklopedisi, c. 17. Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,
2002.
HİÇ 2002Mükerrem Hiç, Cumhuriyet Döneminde Türkiye
Ekonomisi, Türkler Ansiklopedisi, c.17, Ankara, Yeni
Türkiye Yayınları, 2002.
HİÇ 1980Mükerrem Hiç, Türkiye Ekonomisinin Analizi,
İstanbul Üniversitesi İktisad Fakültesi Yayınları,
İstanbul, 1980.
İNAN 1972Ayşe Afet İnan, Devletçilik İlkesi ve Türkiye
Cumhuriyetinin 1. Sanayi Planı (1933), Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 1972.
İNAN 1982Ayşe Afet İnan, İzmir İktisad Kongresi, (17
87
Dr. Yenal Ünal
Şubat- 4 Mart 1923), Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1982.
İNAN 1973Ayşe Afet İnan, Türkiye Cumhuriyetinin 2.
Sanayi Planı (1936), Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1973.
İSTATİSTİKÎ
GÖSTERGELER 1996İstatistikî Göstergeler (1923–1995),
Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara, 1996.
İSTATİSTİK
YILLIĞI 1949İstatistik Yıllığı, Başbakanlık İstatistik Genel
Müdürlüğü,
c. 17, İstanbul, 1949.
KEYDER 1983Çağlar Keyder, Toplumsal Tarih Çalışmaları,
Dost Kitabevi, Ankara, 1983.
KEYDER 1990Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar,
çev. Sabri Tekay, 12. bs. İletişim Yayınları, İstanbul,
2007.
KILIÇBAY 1984Ahmet Kılıçbay, Türk Ekonomisi, Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1984.
KOLAÇ 2002Bedrettin Kolaç, Türkiye Hububat Politikaları,
(1923–1950), Türler Ansiklopedisi, c. 17, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
KORALTÜRK 2002Murat Koraltürk, Türkiye Ekonomisi
(1923–1960), Türkler Ansiklopedisi, c. 17, Yeni
Türkiye Yayınları, 2002.
KÖSEOĞLU 2003Erdoğan Köseoğlu, Fiyat Artışları
Konusunda Sözlü Tarih Çalışması, 10.10.2003.
PAKDEMİRLİ 1995Ekrem Pakdemirli, Ekonomimizin
Sayısal Görünümü
1923’ten Günümüze, 3. bs. İstanbul, 1995.
SEVGİ 1994Cezmi Sevgi, Sanayileşme Sürecinde Türkiye ve
Sanayi Kuruluşlarının Alansal Dağılımı, Beta Basım
Yayım Dağıtım A.Ş. İstanbul, 1994.
ŞAHİN 1990Hüseyin Şahin, Türkiye Ekonomisi, Uludağ
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Yayınları, Bursa, 1990.
TEZEL 2002Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin
İktisadi Tarihi (1923–1950), 5. bs. Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul, 2002.
88
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
TOKGÖZErdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi
(1914–2001), 6. bs. İmaj Yayıncılık, Ankara, 2001.
TÜRKİYE’DE
TARIM 1973Türkiye’de Tarımsal ve Ekonomik Gelişmenin
50 Yılı: Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü,
Ankara, 1973.
ÜLKEN 1981Yüksel Ülken, Atatürk ve İktisad, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1981.
YELKENLİ 2007Mustafa Yelkenli, Resmi İdeoloji ve Türkiye,
Siyah-Beyaz Yayınevi, İstanbul, 2007.
EK–1
(Dönemi Yaşamış Kişilerle Fiyat Artışları
Konusu Hakkında Yapılan Mülakatlar)
1-) Abdullah Çevik
Zikrettiğiniz yıllar II. Cihan Harbiyle başladığı
için, halk ekonomik anlamda büyük zorluklar yaşadı. Bu dönemde, savaşın başlamasıyla ürünlerin fiyatları anormal derecede arttı. Halkın alım gücü düştü. Dışarıdan mal gelimi yani ithalat hemen hemen
durma noktasına geldi. Ülke içinde tam anlamıyla
bir üretim olması için “şeker, gaz yağı, ekmek, v.b.”
ürünlerde karne uygulamasına geçildi. Hatırladığım
kadarıyla bazı ürünler hiç bulunmuyordu. Örnek
olarak benzini verebilirim. Fiyatlara gelince; 1942 yılında 15 kg buğday 2 liraydı. Bu daha sonradan 18
liraya kadar yükseldi. Şeker 25 kuruştan 50 kuruşa
yükseldi ki bundan da sadece bebeği ve hastası olan
kişiler yararlanabiliyorlardı. Peynir 7,5–10 kuruş,
yağ ise 25 kuruştu. Sonradan peynir 15 kuruş yağ
ise 50 kuruşa yükseldi. Pekmezin fiyatı ise 5 kuruştan 20 kuruşa çıktı sebze ve meyvenin de fiyatları
aynı şekilde arttı. Bu arada devlet at, araba gibi tarım araçlarına el koydu. Atatürk devrinde bulunan
traktörler benzinin bulunmaması dolayısıyla ortadan kalktı. Yine şu dönemde belli ürünlerin sahipleri, savaş dönemi ekonomisini değerlendirip, stok
89
Dr. Yenal Ünal
yoluyla usulsüz bir şekilde para kazanmışlar. Bunu
gören İsmet İnönü sık sık verdiği demeçlerle zengin
kişileri birçok defa uyarmış ve nitekim 1942 yılında
Varlık Vergisini yürürlüğe koymuştur. Zengin kesimden zenginlikleri oranında Varlık Vergisi alınmıştır. Örneğin o dönemde Konya Ereğli bölgesinin
en zengin insanı olan Kamber Koçak Bey 6–7 bin lira
varlık vergisi ödemekle yükümlüydü. Genel itibariyle aklımda kalanlar bu dönemdeki karne uygulaması ve Varlık Vergisidir. Bu dönemde halkımız çok
büyük sıkıntılar yaşadı. Çoğu ürün bulunamıyordu.
Fakirlik, sefalet, açlık diz boyuydu. Hepimiz büyük
sıkıntılar yaşadık.
Ereğli/KONYA
Doğum Tarihi:1930
Mülakat Tarihi: 02.07.2003
2-) Mehmet Berk
Bu yıllarda 16 kg buğdaya 18 lira ödediğimizi
hatırlıyorum. Yakıt olarak bezir yağını kullanıyorduk. Ekmek 10 kuruştu. Ancak çoğu zaman bulamıyor, bunun yerine arpa çavdar ve kepek yiyorduk.
Ayağımıza giyecek ayakkabı bulamıyor, eski usul
çarıklarla dolaşıyorduk. İnsanlar adeta aç susuz
durumdaydılar. Yakıt ve traktör olmadığından çifti
öküzlerle sürüyorduk. Mahsulâtın verimli olup olmaması hava koşullarına bağlı idi. Biçerdöver yoktu.
Ekinleri elimizle biçiyorduk. Her ailede yaklaşık 6–7
çocuk vardı ilaç bulmak mümkün değildi. Ekmek,
gaz yağı, şeker gibi ürünler karneye bağlanmıştı.
Zikredilen yıllarda çamaşır suyu, deterjan ve sabun
da bulunmuyordu. Milleti bit, pire götürüyordu. Bu
dönemde temel ihtiyaç maddelerinden tuzu da bulamıyorduk. Bu nedenledir ki, köyümüzün kuzey
tarafındaki, çöl arazideki çorağı süpürüp, kaynatıp
ortaya çıkan suyunu tuz olarak kullanıyorduk. Yine
bu dönemde devletin 2. Cihan harbi dolayısıyla bü90
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
tün köy atlarını toplatıp götürdüğünü anımsıyorum.
Devlet ayrıca hayvanlardan ağnam vergisi aldı. Bir
diğer vergi ise Öşür vergisiydi. Hasat zamanı örneğin 100 havayı (1600 kg) buğday kaldırmışsak devlet
bunun 2 havayını (32 kg) alırdı. Bu vergiyi Muhtar
ve yanında bulunan tahsildar toplardı. 1950 yılında
altının fiyatının 30 lira olduğunu hatırlıyorum. O
dönemde köyümüzde 6 ay koyun güden biri 30 lira
yani bir altın kazanabiliyordu. Soba yoktu, yaktığımız ocakta ısınıyorduk. Gaz olmadığından ocakta tezek yakıyor ve burada yemek pişiriyorduk. Açıkçası
tam bir sefalet ortamıydı. Üzerimize giyecek giysi
bulamıyorduk. Hatta yeni alınmış bir ayakkabının
ailenin birkaç ferdi tarafından ortaklaşa kullanıldığını hatırlıyorum.
Ereğli/KONYA
Çiller Köyü
Doğum Tarihi:1932
Mülakat Tarihi:01.09.2003
3-) Ali Mıynat
Bu yıllarda 20 yaşlarındaydım. Çok genç olmama rağmen büyüklerle birlikte dönemin maddi
ve manevi sıkıntılarını yaşadım. Bu dönemde 1943–
1947 yılları arasında Trakya’da 4 yıl süreyle askerlik
yaptım. Özellikle askerlik yıllarında büyük bir sıkıntı
çektim. Günde 600 gr. tahin ile kendimi idare ediyordum. Tabii ki bana yetmiyordu. Askerliğimin son yılında bunu 900 grama çıkardılar. Bu durum askerler
arasında sevinçle karşılandı. Millî Şef olarak adlandırılan İsmet İnönü’nün döneminde ofisler kuruldu.
Yetiştirdiğimiz ürünlerin büyük bir oranı (1/3) devlete veriyorduk. Ben Trabzon’un bugün bir ilçesi olan
o zaman köy durumundaki Şalpazarında ikamet
ediyordum. Bu Ofisler 10 km uzaklıktaki Beşikdüzü
köyünde yer alıyordu. Kendi yetiştirdiğimiz ürünlerin bir kısmını buraya götürmek zorundaydık.
91
Dr. Yenal Ünal
Jandarmalar köy köy gezip bu durumu kontrol ediyorlar, ürünü götürmeyenlere ceza uyguluyorlardı.
Bu devirde hayat çok pahalılaştı. Biz daha çok yetiştirdiğimiz ürünlerle geçimimizi sağlamaya çalışıyorduk. Üretimini yapamadığımız herhangi bir ürünü
takas yöntemi uygulayarak alıyorduk. Örneğin 3–5
yumurtayı götürüp onun yerine birçok defa gaz yağı
ve tuz aldığımızı hatırlıyorum. Hemen hemen tüm
mamulleri alırken bu yöntemi uyguluyorduk. Yine
bu dönemde yaşam çok zorlaşmıştı. Halkın sağlığı
bozulmuş, çocuk ölüm oranları dehşet verici bir şekilde artmıştı. Bu dönemde şeker, çay, benzin, gaz
yağı gibi mamuller piyasada hiç yoktu.
Şalpazarı/TRABZON
Doğum Tarihi:1924
Mülakat Tarihi: 28.07.2003
4-) Erdoğan Köseoğlu
Ben 1936 Rize doğumluyum. Zikredilen yıllar, bildiğiniz gibi II. Cihan Harbiyle başlar. Bu
harbi oldukça iyi hatırlıyorum. Savaş başladığında
İzmir’deydim. O dönemde çocuk olmama rağmen
olayları iyi hatırlıyorum. Alman uçaklar Midilliyi,
Sisam’ı bombalıyordu. Top sesleri İzmir’den rahatça
duyuluyordu. Bu nedenle şehirde bir takım önlemler alındı. Babam o yıllarda İzmir Deniz Yollarında
kaptandı. Hitler’in Türkiye’yi bombalayacağı şayiası nedeniyle babam bizi Rize’ye gönderdi. Orada da
çok sefalet ve kıtlıklar gördük. Bu dönemde gerçekten çok büyük ekonomik sıkıntılar yaşadık. Hiçbir
eşya bulunmuyordu. Rize’de de mısır ekmeğinden
başka hiçbir şey bulamıyorduk. Normal ekmeği ancak zenginler yiyebiliyordu. Ekmek, şeker, gazyağı
gibi ürünler karneye bağlandı. Bunların genellikle
memurlara verildiğini hatırlıyorum. 1 ekmek (Beyaz
Ekmek) 50 kuruştu. Bu dönem için hatırladığım bir
başka unsur ise üreticinin ürettiği malın bir kısmının
92
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
devlet tarafından alınması idi. Üretici malını belli bir
oranda devlete veriyordu. Bundan da Jandarma sorumlu idi. Jandarma sürekli teftiş yapıyordu. Savaş
sonrasında sıkıntılar devam etti. 1950 yılına kadar sıkıntılar yaşadık. Ürünlerin fiyatları hakkında hemen
hiç bilgi veremiyorum çünkü hemen hemen hiç bir
şey alamıyorduk Halkın alım gücü yoktu.
Üçkuyular/İZMİR, RİZE
Doğum Tarihi:1936
Mülakat Tarihi:10.10.2003
5-) İshak Akbay
1939 doğumluyum. Zikredilen yıllarda 6–7
yaşındaydım. Bu dönem için hatırladığım en önemli şeyler yokluk, kıtlık ve sefalettir. Piyasada çoğu
ürünü bulamıyorduk. Bu nedenle geçimimizi kendi yetiştirdiğimiz mamullerden sağlıyorduk. Köyde
yetiştirdiğimiz ürünlerin bir kısmını devlet alıyordu. Jandarmalar gelip bunu kontrol ederek denetimi sağlıyordu. Şeker, gaz yağı, çay gibi ürünleri hiç
bulamıyorduk. Kendi yaptığımız köy ekmekleriyle
idare ediyorduk. Açıkçası kıt kanaat geçiniyorduk.
Bu dönemde İnönü’nün çok sert bir siyaset ve ekonomi politikası güttüğüne inanıyorum. Halk adeta
açlıktan kırıldı. Köylü rezil vaziyetteydi. Köye sürekli jandarma gelip köylüye baskı yapıyordu. Dışardan
ürün alma gücümüz olmadığından fiyatlar hakkında
bir şey bilmiyorum. Üzerimize giyecek bir şey bile
zor buluyorduk. Kısacası rezillik ve sefalet o dönemde hâkimdi. Savaş sonrası da bir şey değişmedi aynı
durum devam etti.
Ödemiş/İZMİR
Doğum Tarihi:1939
Mülakat Tarihi: 15.10.2003
93
3) BİLGİ TOPLUMUNUN TARİHÇESİ143
Giriş
Toplumların gelişmişlik düzeyi her ne olursa
olsun, her toplum sürekli bir dinamizm ve değişme
içindedir.144 İnsanoğlu varoluşundan bu yana sürekli
bir gelişme içerisinde olmuştur. İlk insanın hayatını
sürdürebilmesi için tabiatla mücadele etmesi gerekmiş ve zekâsını kullanmak suretiyle taştan, sopadan
ve kemikten yaptığı ilkel aletleri kullanarak tabiatın
zor şartlarını alt etmesini bilmiştir. İlk insandan itibaren edinilen bu bilgiler, babadan oğula ve nesilden nesile geçmek suretiyle ilkçağlardan günümüze,
müthiş bir bilgi birikimi ortaya çıkmıştır.145
Özellikle 16. yüzyılda Avrupa’da başlayan bilim rönesansından iki yüzyıl sonra 18. yüzyılın ikinci
yarısında hammadde kaynaklarına dayalı olarak ve
büyük mucitlerin etkileriyle, aslında büyük bir bilgi birikiminin sonucu olan, birinci sanayi devrimi
ortaya çıkmıştır. Öncelikle İngiltere’nin bol kömüİlk defa Tarih Okulu Dergisi’nin 5. sayısında yayımlanmıştır.
Öz (1997), 1.
145
Kültür Bakanlığı (1990), 5.
143
144
Dr. Yenal Ünal
rü, İskoçya ve Galler’den sağlanan demir cevheri,
James Watt’ın geliştirdiği çift tesirli buhar makinesi,
Besgemet’in yeni çelik üretim sistemi, John Kayl ve
Crompton’un dokuma tezgâhları gibi önemli teknolojik yenilikler birinci sanayi devrimini açmıştır.
Diğer Batı ülkeleri de 1840’lardan itibaren hızla endüstrileşmeye başlamışlardır. Batılı ülkelerin dünya
üzerindeki hâkimiyetleri bu bilim, teknoloji ve endüstriyel güçleri ile gerçekleşmiştir. Birinci Dünya
Savaşından sonra ise 1920’lerden itibaren gelişmelerin ağırlık merkezi Amerika Birleşik Devletleri’ne
kaymaya başlamıştır. Telefon, telgraf, uçak, daha
sonraları nükleer teknoloji ve transistör bu dönemin
en büyük değişmelerini sağlayan teknolojilerdir.
İkinci Dünya Savaşı içinde uçak, tank, top, roketlerle
ilgili atış kontrol sistemleri, radar ve nükleer alanlarla ilgili gelişmelerin, savaşların sonuçlarına olan
etkileri daha kuvvetli bir şekilde görüldükten sonra, dünyanın gelişmiş devletleri bilim ve teknolojiye
daha fazla yatırım yapmaya başlamışlardır. Savaş
sürecinde otomatik kontrol alanında kazanılan bilgi
ve tecrübe daha sonra da başlıca endüstri ülkelerinin
elektronik nükleer ve uzay alanlarında yürüttükleri
yarış ve bu yolla geliştirdikleri teknolojilerin prodüksiyon sistemlerine de uygulanması ile bilgi çağı
olarak adlandırılan yeni bir dönem ortaya çıkmıştır.
Bu yeniçağda, ileri sanayi toplumlarını bile geride bırakan, zekâ ekonomisi, bilgisayar teknolojisi, yoğun
bilgi üretimi değer kazandı. Bilgi, ekonominin başlıca hammaddesi ve en önemli ürünü haline geldi.
Zenginlik yaratmak için gerek duyulan sermaye varlıkları arazi, bedensel emek, imalat aletleri ve fabrikalar yerini bilgiye bıraktı.146
Sosyo-ekonomik faaliyetlere giderek etkileşimli sayısal iletişim ağlarının katılımıyla veya bu ileti146
Yenilmez (1993), 17.
96
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
şim ağlarının yoğun kullanımıyla gerçekleştirilmesi
yanında bu amaçla kullanılan her türlü teknolojinin
ve uygulamanın üretilmesi olan ve 1950’li yıllarda
başladığı kabul edilen bu çağa bilgi toplumu çağı denir.147 Bilgi toplumu; örgütsel ve toplumsal düzeyde
öğrenmenin yaşam biçimi olarak algılandığı, bilginin
stratejik kaynak olarak değerlendirildiği, teknoloji
kaynaklı değişim ve gelişimin hız kazandığı, küresel
rekabetin yoğunlaştığı bir dönemi temsil etmektedir.
Bilgi toplumu, bilgisayar ve bilgisayara dayalı
olarak çalışan araçların kullanıldığı bireysel ve kitle
iletişiminin sınırlar ötesine geçtiği; temel ekonomik
faaliyetlerin bilgi üzerine kurulduğu; üretici ve tüketicileri bir araya getiren hizmet türünün bilgi hizmetleri olarak şekillendiği; sermaye olarak insanın
ön plan çıktığı; eğitimin süresizleştiği, her türlü bilgi
kaynağının ve bilgi merkezinin önem kazandığı; bilginin kontrolü ve sahipliği için uluslar üstü örgütlerin kurumlaştığı bir toplum biçimidir.148 Aynı zamanda bireysel, örgütsel ve toplumsal düzeyde öğrenmenin yaşam biçimi olarak algılandığı, bilginin
stratejik kaynak olarak değerlendirildiği, teknoloji
kaynaklı değişim ve gelişimin hız kazandığı, küresel
rekabetin yoğunlaştığı bir dönemi temsil etmektedir.
Bu yönüyle bilgi toplumu, tarım ve sanayi toplumlarına göre birçok açıdan farklılık göstermektedir.149
Bu çağın en tipik özelliği toplumların hızla değişmesidir. Toplumlardaki değişmeyi hızlandıran en
belirgin etmenler, bilgi, teknoloji, iletişim ve ekonomi alanlarında görülmektedir. Bu çağa bilgi çağı adı
verilerek bilgi toplumu kavramı ortaya çıkarılmıştır.
Bilgi toplumu kavramı, bu değişim sürecinin yönünü ve içeriğini vurgulamaktadır.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (2002), 4.
Rukancı ve Anameriç, (2004).
149
Koroğlu (2004), 5.
147
148
97
Dr. Yenal Ünal
Bilgi, Toplum ve Bilgi Toplumunun Tanımı
“Bilgi nedir?” sorusunu yanıtlamak, neredeyse, ondan da ünlü “Gerçek nedir?” sorusunu yanıtlamak kadar zordur.150 Bir görüşe göre bilgi, her yerde, aynı koşullarda, tekrarlandığında aynı sonucu
veren, toplumsal kimliğine bakılmaksızın herkesin
gereksinimi olan ve en önemlisi, yeni bilgi ve becerilerin hem temel taşını oluşturan hem de o bilgi
ve becerilerin geliştirilmesini sağlayan öğretidir.151
Türkçede bilgi kelimesi başlıca, öğrenme, gözlem ve
araştırma yoluyla elde edilen gerçek ve insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan zihni ürün anlamlarında kullanılmaktadır. Daniel Bell’e göre bilgi,
sistemli bir şekilde herhangi bir iletişim aracılığıyla
başkalarına aktarılan, makul bir hükmü veya tecrübe sonucu gösteren, olgu veya fikirlerle ilgili düzenli ve sistemli ifadeler bütünüdür.152 Meral Alakuş’a
göre ise bilgi sözcüğü iki anlamda kullanılmaktadır:
Birinci anlamı, bir konuyla ilgili bilgi ve fikir sahibi
olmak, konuyu anlamaktır; ikinci anlamı ise fikirleri
ve durumları gösteren belgeler ve verilerdir. Genel
itibariyle bilginin altı belirgin özelliği vardır:
dir.
1. Niceliği: Bilginin ölçülebilir sayısal özelliği2. İçeriği: Bilginin anlamıdır.
3. Yapısal Özelliği: Bilginin hangi formatla ve
nasıl bir düzen içinde ifade edildiğidir.
4. Dil: Simgeler, alfabeler, kodlar biçiminde ifade edilerek anlatımıdır.
5. Niteliği: Bilginin bütünlüğü, doğruluğu, zaman karşısında dayanaklılığıdır.
Burke (2004), 12.
Demirsoy (1995), 13.
152
Dura (1990), 99–100.
150
151
98
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
6. Süreci: Bilginin değerini kaybetmeden geçerliliğini koruma sürecidir.153
Toplum, tarihsel gelişme içinde biçimlenmiş
bulunan, belirli bir üretim biçimini temel alan ve insanın gelişmesinde bir aşama olarak ortaya çıkan bir
toplumsal bağlantılar ve büyük insan kümeleri arasındaki ilişkiler dizgesidir.154
Bilgi ve toplum kavramlarının bütünleşmesiyle oluşan bilgi toplumu kavramı ise yeni temel teknolojilerin gelişimiyle bilgi sektörünün, bilgi üretiminin, bilgi sermayesinin ve nitelikli insan faktörünün
önem kazandığı, eğitimin sürekliliğinin ön plana çıktığı, iletişim teknolojileri, bilgi otoyolları, elektronik
ticaret gibi yeni gelişmeler ile toplumu, ekonomik,
sosyal, kültürel ve siyasal açıdan sanayi toplumunun
ötesine taşıyan bir gelişme aşaması olarak tanımlanabilir. Sosyo-ekonomik gelişme sürecinde başta
insan faktörü ve bilgi olmak üzere tüm alanlarda
yapısal değişimi gerekli kılan, sanayi toplumunun
uzantısı olarak ortaya çıkan bilgi toplumu, bilgi ekonomisi, sanayi sonrası toplum, bilişim toplumu, bilgi
çağı ve benzeri şekillerde ifade edilmektedir. Ayrıca,
sosyo-ekonomik gelişme sürecinde tarım devrimi birinci dalga, sanayi devrimi ikinci dalga, bilgi
toplumundaki gelişmeler ise üçüncü dalga olarak
nitelendirilmektedir. Üçüncü dalga, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanda yeni bir yaşam biçimi
getirmektedir. Bu yeni gelişmeler yeni davranış biçimlerinin oluşmasına yol açmakta ve toplumu standartlaşma ve merkezileşmenin ötesine taşımaktadır.
Bu yeni uygarlık, farklı bir dünya görünümünü de
beraberinde getirmekte; zamanı, mekânı, mantık ve
nedenselliği ele almada kendi özgül biçimlerini ge153
154
Alakuş (1991), 5.
Hancerlioğlu (2001), 375.
99
Dr. Yenal Ünal
liştirmekte ve geleceğin politikalarının ilkelerini de
kendine göre oluşmasına yol açmaktadır.155
Bilgi Toplumunun Oluşumu ve Tarihçesi
Kabile topluluklarından oluşan ilkel toplumlarda konuşarak ve işaretlerle aktarılan bilgi, daha
sonraki aşamalarda değişik biçimlerde yazıya dökülerek eski uygarlıkları doğurmuştur. Matbaanın
bulunmasıyla okur-yazarlık artmış, Rönesans tüm
Avrupa’ya yayılmıştır. Aydınlanma çağında bilim
alanındaki gelişmeler sanayi kesimine de yansımış,
yeni enerji kaynakları, yeni makineler ve yeni yöntemler kullanılması, sanayi devriminin gerçekleşmesine neden olmuştur. İletişim araçlarının ortaya çıkması ile çağdaş hayata geçilmiş, son aşamada bilgisayar ve iletişim teknolojisinin geliştirilmesi ile yeni bir
çağa ulaşılmıştır.156
1950’li yıllardan itibaren bazı sosyal bilimciler ve akademisyenler, ileri düzeyde sanayileşmiş
ülkelerin toplumsal yapısında, özellikle ekonomik
açıdan köklü bir değişim eğilimi gözlemlemişlerdir.
Bu toplum biçimi sanayi toplumuna göre birçok açıdan farklılık göstermektedir.157 Bunun temel nedeni,
günümüzde bilginin ekonomik kalkınma ve toplumların gelişmesi açısından taşıdığı önemin giderek artması ve insanların yaşantılarını özellikle de iş süreçlerini derinden etkilemeye başlamasıdır.158 Giderek
toplumun bütün kurumlarını ve yapısını derinden
etkileyen ve hızlı bir şekilde gelişen bu süreç insanlığın tanık olduğu birçok eski döneme nazaran çok
büyük gelişmeleri de beraberinde getireceği düşünülmektedir.
Aktan ve Tunç (1998)
Aydın (1997), 27.
157
Koroğlu (2004), 5.
158
Çağtürk (2006), i.
155
156
100
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Uygarlık tarihine bakıldığında toplumların
kendilerini topyekün değiştirdikleri, yepyeni ve
beklenmedik bir biçime girdikleri dönemlere rastlanmaktadır. Bu dönemlerden, insanlık tarihine en
önemli izi bırakan birinci evre, insanları toprağa ve
yerleşik hayata bağlayan tarım toplumuna geçiştir.159
Aslında tüm bu evreleri ortaya çıkaran, biçimleyen
ve etkileyen temel faktör, insanların zihniyet yapısında oluşan değişmeler ve buna paralel olarak teknoloji alanında ortaya çıkan yeniliklerdir.
Avcılık ve toplayıcılıkla yaşamını idame ettiren ilkel toplum, toprağı işlemeyi öğrenip geçimini
topraktan sağlamaya başlamıştır. Bunun yanı sıra
yerleşik hayata geçerek yaşamını düzene koymuştur. Tarım toplumu olarak adlandırılan bu dönemde,
insan ve hayvan gücü, rüzgâr, güneş ve su gibi enerji
kaynakları kullanılmış ve bunlara göre üretim araçları şekillenmiştir. Tarım toplumunda hemen tüm
faaliyetler insan ve doğa arasında yoğunlaşmıştır.
Ekonominin ve kültürün temelinde toprak bulunmaktadır. Toplumu oluşturan her topluluk kendi
ihtiyacı kadar üretmekte ve tüketmekteydi. Üretim
genellikle el emeği ile yapılmaktaydı. Malların dağıtımı az sayıdaki tüccar tarafından yapılmaktaydı. Bu dönemdeki iş verimi çok düşük kalmıştır.
Ekonomiye tamamen tarım kesimi hâkim olmuştur.
Toplumsal sınıfları soylular, din adamları, savaşçılar
ve köleler oluşturmaktaydı. Bu dönemde artan nüfus
daha fazla mal talep etmiş; malların dağıtımı önem
kazanmıştır. Zaman içerisinde tüccarların işleri genişlemiş, ticaret şirketleri kurulmaya başlanmıştır.
Ticaretin yoğunlaşması tüccar sınıfının toplum içinde sivrilmesine ve sermayelerinin artmasına neden
olmuştur.
159
Çoban (1997), 5.
101
Dr. Yenal Ünal
Özellikle 16. yüzyılda ortaya çıkan bazı teknik
buluşlar denizciliği kolaylaştırmıştır. Neticede yeni
yerler ve deniz yolları keşfedilmiştir. Bu durum ticaretin gelişmesini sağlamıştır. Dünyanın dört bir yanındaki üretim merkezlerinden kolaylıkla elde edilen çok çeşitli ürünler, ileri tarım toplumunu yaşayan merkezlere getirilmiş ve bu sayede bu merkezler
kalkınmıştır. Refah artışı toplum yapısını temelden
etkileyerek, toplumsal yaşamın çehresini de değiştirmeye başlamıştır.160 Bu refah artışının ve giderek
büyüyen zenginliğin temelinde, bilim ve teknik alanlarında özellikle 18. yüzyılın sonlarında meydana
gelen baş döndürücü gelişmeler yatmaktaydı. 18.
yüzyılın ikinci yarısında çıkardığı şok dalgalarıyla
yeryüzündeki eski toplumları yıkan, yepyeni bir uygarlık yaratan bir patlama duyuldu. Sözünü ettiğimiz bu patlama sanayi devrimidir.161
Birçok yazarın işaret ettiği gibi 18. yüzyıl, o
güne kadar insanlık tarihinde en çok değişen ve en
çok şeyi değiştiren yüzyıl olarak belirlenmektedir.
Aslında, bütün bu değişmeler, Rönesansla birlikte
başlayan, Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi ile gelişen bir zincirin halkaları olarak ortaya çıkmıştır.162
Sanayi toplumu, teknolojik bakımdan, patenti 1769
yılında James Watt tarafından alınan buhar makinesinin kullanılmasıyla başlayan, enerji teknolojisinin
belirleyici olduğu sanayi devriminin ürünüdür.163
James Watt’ın buhar makinesini 1776 yılına kadar yeniden tasarımlaması, bu makineyi enerji elde etmenin etkin bir aracı haline getirmiştir. Ancak Watt’ın
ortağı, Matthew Boulton derhal buhar makinesini
her türlü sanayi sürecine enerji kaynağı olarak sunmuş, özellikle de o zamanın en büyük imalat sanayisi olan tekstilcilere götürmüştür.
Altay (2001), 4–6.
Toffler (1981), 43.
162
Ekin (1976), 1.
163
Gültan (2003), 15.
160
161
102
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Otuz beş yıl sonra, Robert Fulton adlı bir
Amerikalı, ilk buharlı gemiyi New York’un Hudson
Nehri’nde dolaştırmıştır. Yirmi yıl daha geçtiğinde,
buhar makinesi tekerlekler üzerine yerleştirilmiş ve
böylece lokomotif doğmuştur. 1840 ya da 1850 yılında, buhar makinesi her imalat sürecini değiştirmiş,
cam sanayinden, matbaaya kadar her yere sokulmuştur. Karada ve denizdeki uzun yolculukları değiştirmiş ayrıca çiftçiliğe yeni teknikler kazandırmıştır.164
Bütün bu gelişmelerin sonucunda sanayi devrimi
giderek ağır sanayiye dönüştü. İngilizler, dünyanın
atölyesi olarak anıldıkları bu dönemde merkantilist
politikaların da etkisiyle; makine, nitelikli işçi ve
imalat teknikleri ihracatını yasaklamayı denediler.
Bazı İngilizler yurt dışında kârlı sanayi yatırımları
yapabileceklerini gördü. Ancak İngiliz teknolojisi
sonsuza değin sürmedi. Belçika, Fransa, Almanya ile
Avrupa dışında ABD ve Japonya sanayi devriminde
İngiltere’yi izlediler. Geç başlamalarına karşın ABD,
Japonya ve Almanya kısa sürede kaydettikleri büyük
gelişme ve teknolojik buluşlar ile İngiltere’yi pek çok
konuda geride bıraktılar. Sanayi devriminin ikinci
aşaması önemli ölçüde birincisi ile örtüşmesine karşın, 20. yüzyılda yeni bir sanayi devriminin belirtileri çoğaldı. Temel maddeler açısından daha önce
kullanılmayan birçok sentetik ve doğal kaynaktan
yararlanılmaya başlandı; hafif metaller, yeni alaşımlar, plastik gibi yeni sentetik ürünler ve yeni enerji
kaynakları devreye girdi. 19. yüzyılın sanayi devriminde üretim araçları olirgaşinin mülkiyetindeydi.
20. yüzyılın ikinci yarısında ise bireylerin ve sigorta
şirketlerinin, kurumların hisse senetlerini satın almalarıyla mülkiyet göreceli olarak yaygınlaştı. Birçok
Avrupa ülkesinde ekonominin bazı temel sektörleri
kamulaştırıldı. Klasik sanayi devriminin ekonomik
ve toplumsal düşüncesine egemen olan “Laıssez164
Drucker (1994), 37–38.
103
Dr. Yenal Ünal
Faire” bırakınız yapsınlar yaklaşımından uzaklaşan
hükümetler, karmaşık sanayi toplumlarının gereksinimlerini karşılamak için sosyo-ekonomik alana
daha fazla müdahaleye, sosyal refah ve sosyal devlet
kavramlarına yöneldiler.165
Freyer, bütün dünyadaki teknik gelişmeleri,
İngiltere’yi esas alarak altı dalga halinde ortaya çıktığını belirtmiştir. Bu altı dalgayı şu şekilde özetleyebiliriz.166
1. Dokuma endüstrisi dalgası: Sanayi devrimi
bu dalga ile başlamıştır. 1765 ile 1780 yılları arasında, dokuma endüstrisi teknik alanındaki en önemli
icatları yapmıştır. Bu dönemde icatlar, bilim adamları tarafından değil, elişçiliğiden yetişmiş teknisyenler
ve meslekten olmayan kişiler tarafından yapılmıştır.
1769 ile 1780 yılları arasında, pamuk eğirme makinesini yapan Arkwrigth, on yıl sonra en güçlü dokuma
fabrikatörü olmuştur. Aynı dönemde Cartwrigth,
mekanik dokuma tezgâhını icat etmiştir. 1769’da
James Watt, buhar makinesini bulmuştur.
2. Demir-çelik dalgası: Bu dalga 1800 yılında
başlamıştır. Büyük endüstrilerde işlenen ve başta
makine imalatı dâhil her alanda kullanılan demir,
hayati öneme sahip bir madde olmuştur.
3. Ulaştırma dalgası: 1825 yılında başlamıştır. Stephenson’un 1820’lerde başlayan lokomotif
üzerindeki çalışmalarının sonucu olarak ilk trenler,
1830’lardan itibaren çalışmaya başlamıştır. 1820’li
yıllarda ise ilk buharlı gemiler seferlere başlamıştır.
Ulaştırma dalgası, endüstriyel ürünlerin uzak mesafelere taşınmasını kolaylaştırmıştır.
4. Kimya çağı: 1850’li yıllarda kimya biliminin
belli başlı bilgileri bir araya toplanmıştır. Bu bilgiler
165
166
Yenilmez (1993), 15–16.
Bozkurt, 2005:8–9
104
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yeni kurulan bu endüstri kolunun teorik temelini
oluşturmuştur. Liebig’in bulduğu suni gübreleme
yöntemi, rasyonel tarımın doğuşuna yol açmıştır.
Bu dönemde modern teknik, artık bilim adamlarının
uğraştığı bir araştırma kolu haline gelmiştir.
5. Elektrik endüstrisi dalgası: Telefon, telgraf,
1830 ile 1840 yılları arasında icat edilmiştir. Ancak
bu dalga büyük bir endüstri olarak 19. yüzyılın son
çeyreğinde, kuvvetli akım tekniğine geçişle birlikte başlamıştır. Bu yeni endüstri kendisinden önceki
bütün endüstrileri kökünden değiştirmiştir. Elektrik
sayesinde taşıma ve ulaştırma farklı bir şekle bürünmüştür.
6. Benzin motoru çağı: 1889’da Paris’te ilk otomobil sergisi açılarak, 1894’te ilk uluslararası otomobil yarışı yapılmıştır. 1903’de ise, Henry Ford Motor
Fabrikası kurulmuştur böylece ABD bu sektörde de
liderliği ele geçirerek seri üretime geçmiştir.
Teknik bilim, insanlığın yeni bilgi çağının ve
getirdiği yeni evrenselciliğin eşiğinde olduğunu haber vermekle ya da açıklamakla yükümlü düşüncelerin oluşturulmasına öncülük eden ortamı oluşturur.167 Dünya üzerinde teknik bilimin bu duruma ortam hazırlaması bazı ülkeler için 1950’li yıllara kadar
gitmektedir.
Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçen
ilk ülke Amerika Birleşik Devletleri olmuştur. İlk kez
1956 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde teknik
ve yönetim alanlarında çalışan ve beyaz yakalılar
olarak adlandırılan görevliler, mavi yakalılar olarak
adlandırılan işçilere göre sayısal üstünlüğe sahip olmuştur. Böylece yeni bir yapılanmaya doğru giden
Amerika Birleşik Devletleri’nde sanayi dönemi geride bırakılarak, yeni bir toplum ortaya çıkmıştır. Bir
yıl sonra, 1957’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
167
Mattelart (2004), 59.
105
Dr. Yenal Ünal
Birliği’nin Sputnik uydusunu uzaya yerleştirmesi
sonucu, bilgi evrimi evrensel boyutlara ulaşmış, yerküreyi bütünleştirmiştir. Gerçekte Sputnik’in uzaya
fırlatılması, uzay çağını değil; bilgi çağını açmıştır.
İçinde bulunulan çağda gelişmiş ülkeler, sanayi toplumu olmaktan çıkarak bilgi toplumu olma
aşamasına erişmişlerdir. Başka bir deyişle, içinde bulunulan çağa endüstri sonrası çağ adı da verilmektedir. İletişim teknolojisinde gerçekleşen gelişmeler,
bilgi toplumuna geçmekte en büyük etken olmuştur.
Bilgi toplumunun en belirgin özelliği ise bilginin toplanması, yeniden düzenlenmesi ve yayımı işlemlerinde uygulanan yeni gelişmelerdir. Bu dönemlerde bilgi hizmetleri veren özel şirketler kurulmuş,
bilgi ilk kez alınır, satılır bir meta olarak görülmeye
başlanmıştır.168
Şekil-1 Yoneji Masuda’ya Göre
Toplumundan Bilgi Toplumuna Geçiş169
Sanayi
1950’li yıllardan sonra ortaya çıkmaya başlayan
bu yeni toplum tipinin sanayi toplumundan ayıran
168
169
Aydın (1997), 26–27.
Masuda (1990), 8.
106
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
belirgin özellikleri bulunmaktadır.170 Alvin Toffler’ın
üçüncü dalga, Amittai Etzioni’nin modernlik sonrası çağ, George Lichtheim’ın burjuva sonrası toplum,
Herman Kahn’ın ekonomi sonrası toplum, Kenneth
Boulding’in uygarlık sonrası toplum, Daniel Bell’in
endüstri sonrası toplum, Paul Holmes’in kişisel
hizmet toplumu, Ralf Dahrendorf’un hizmet sınıfı
toplum, Zbigniew Brzezinski’nin teknokratik çağ,
Yoneji Masuda’nın enformasyon toplumu ve Peter F.
Drucker’ın bilgi toplumu adını verdiği bu yeni toplum tipinin en önemli kavramları veri, enformasyon
ve bilgidir.171
Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişte
çok önemli fonksiyonlara sahip beş anahtar rol şu şekilde oluşmaktadır:
1. Bilgi toplumu, entelektüel bir soyutlaşma
değil, ekonomik bir gerçektir.
2. İletişim ve bilgisayar teknolojisindeki yeni
icatlar, bilgi akışını yerle bir ederek değişimin hızını
arttırmaktadır.
3. Yeni bilgi teknolojileri, ilk olarak yaşlı endüstriyel işlere uygulanacak ve ağır ağır yeni faaliyetlere, işlemlere ve ürünlere hayat verecektir.
4. Temel okuma ve yazma yeteneklerine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulmakta olup, eğitim sistemleri giderek yetersiz kalmaktadır.
5. Yeni bilgi çağının teknolojisi tam değildir.
Bir teknoloji, yüksek teknoloji ve buna karşı çıkan
insan unsuruna bağlı olarak başarılı veya başarısız
olacaktır.172
Bilgi toplumunda, bilgi en önemli ve temel kaynaktır. Bilgiyi üretme, yayma, değişim ve gelişmeler
toplumsal yaşamın karakteristiğidir. Bilginin üretiAltay (2001), 6.
Hazar (2006), 17.
172
Naisbitt (1987), 5.
170
171
107
Dr. Yenal Ünal
mi, depolanması ve pazarlanması bilgi toplumunda
yeni iş alanlarını teşkil etmektedir. Bilgi çalışanları
giderek çoğalmıştır. Bilgide seçici olmak önemli hale
gelmiştir. Sanayi toplumundaki rekabet, saldırganlık, disiplin, bağlılık, hırs gibi iş değerleri; bilgi toplumunda yerini katılımcılık, dayanışma, bireysellik,
özgürlük gibi değerlere bırakmaktadır. Toplumsal
ve dini değerlerde bir çöküşün yaşanmayacağı, aksine dinsel inançların güçleneceği beklenmektedir.173
Bilgi toplumunda, üretim tekniklerini, birinci derecede teknolojik altyapı etkilemektedir. Sürükleyici
rolü de bilgisayar teknolojileri ve dolayısıyla bilgi
oluşturmaktadır. O halde bilgiyi ve zamanı en uygun şekilde kullanmak üretimde, dağıtımda ve tüketimde de söz sahibi olmak anlamına gelmektedir.
Bilgi toplumunda sermaye, maddi değerlerle değil,
bilgiyle ölçülmektedir. Bilginin kaynağı da beşeri
sermaye olan insandır. Üretim, dağıtım ve tüketim
süreçlerinde bilginin organizasyonu etkili olmaktadır. Bilginin ön plana alınması, insan boyutunun da
ön plana çıkacağı anlamına gelmektedir.174
Şekil-2 Yoneji Masuda’ya Göre Bilgisayar
İletişim Devrimi ve Toplumsal Etkileri175
Altay (2001), 13.
Aydın (1997), 30–31.
175
Masuda, (1990), 37.
173
174
108
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Dünya üzerinde özellikle 1950’li yıllardan sonra hızla gelişen teknoloji nedeniyle ve bilgi toplumunun önemli bir parçası olarak eğitim ve öğretimde
süreklilik önem kazanmakta, “öğrenmeyi öğrenmek”
temel bir felsefe haline gelmektedir. Diplomalar eskiye nazaran önemini büyük oranda yitirmiştir. Yeni
bilgiler edinmek, yeni projeler geliştirip uygulamaya
koymak insanlar için motive edici unsur olarak ön
plana çıkmaktadır. İnsana yatırım, insan kaynakları
gelişimi sağlamada belirleyici hale gelmektedir. Bilgi
teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde dünya küçülmektedir. Günümüzde iletişim teknolojilerinin, ülke
sınırlarını kaldırması, ülkeler ve toplumlar arasındaki her türlü etkileşimi sınırsız hale getirmiştir.176
Sanayi ve Bilgi Toplumlarının Karşılaştırmalı
Analizi
Bilginin ve bilgi teknolojilerinin hızla gelişimiyle şekillenen, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanları kısa zamanda etkisi altına alan bilgi
toplumu, sosyo-ekonomik gelişme sürecinde tarım
toplumu ve sanayi toplumunun ötesinde üretimin
ve verimliliğin hızla artmasına yol açmaktadır. Bilgi
sektöründeki baş döndürücü gelişmeler, başta insan
faktörünün verimliliğine etkilerinden dolayı ekonomik sonuçlarının yanı sıra sosyal, siyasal ve kültürel
alanlarda da hızla yapısal değişimleri beraberinde
getirmektedir. Bilgi toplumundaki gelişmeler, insanın verimliliğinin artmasına, ekonomik gelişme düzeyinin hız kazanmasına, ayrıca bilimde ve teknolojide yeni gelişmelerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Daha çok gelişmiş ülkelerin ulaşmış olduğu bir
aşama olan bilgi toplumu, gelişmekte olan ülkelerin
de kalkınmaları ve küreselleşme sürecine bütünleşme açısından süratle ulaşmak için çaba içerisinde olmaları gereken bir süreçtir.177
176
177
Altay (2001), 13.
Aktan ve Tunç (1998).
109
Dr. Yenal Ünal
Farklı yaklaşımlardan bakılarak, tüm dünyayı kısa zamanda etkisi altına alan bilgi toplumunun
temel özellikleri, sanayi toplumunun özellikleri ile
karşılaştırmalı olarak şu şekilde sınıflandırabilir:
1. Bilgi toplumunda, sanayi toplumuna nazaran üretimin temel unsurları olan sermaye, işgücü,
enerji, hammaddenin yanına bilgi unsuru da eklenmiş ve diğer bütün unsuların önüne geçmiş durumdadır.178
2. Sanayi toplumunda maddi sermayenin yerini bilgi toplumunda bilgi ve insan sermayesi almaktadır.
3. Sanayi toplumunda mal ve hizmet üretiminde gelişmenin başlangıcı olan buhar makinesinin yerini bilgi toplumunda bilgisayarlar almaktadır.
4. Sanayi toplumunda kol gücünün yerini, bilgi toplumunda beyin gücü almaktadır.
5. Sanayi toplumunda fiziksel ve düşünsel
anlamda insan sermayesinin üretime katılımı söz
konusu iken, bilgi toplumunda düşünsel anlamda,
yükseköğrenim görmüş nitelikli insan sermayesinin
üretime katılımı söz konusudur.
6. Sanayi toplumunda sanayi mallarının ve
hizmetlerin üretimi yapılmaktadır. Bilgi toplumunda ise bilgi ve teknolojinin üretimi gerçekleşmekte ve
bilgi sektörünün ürünü olarak bilgisayar, iletişim ve
elektronik araçlar, elektronik haberleşme, robotlar,
yeni gelişmiş malzeme teknolojileri gündeme gelmektedir.
7. Sanayi toplumundaki fabrikaların yerini bilgi toplumunda bilgi kullanımını içeren bilgi ağları ve
veri bankaları almakta olup, bilgi, dünyanın her ta178
Tekman (2002), 266.
110
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
rafında üretilmekte ve iletişim teknolojisi aracılığıyla
anında her tarafa yayılmaktadır.
8. Sanayi toplumunda; birincil, ikincil ve üçüncül endüstriler tarım, sanayi ve hizmetler, bilgi toplumunda birincil, ikincil ve üçüncül sektörlerin yanı
sıra dördüncül sektör olan bilgi sektörü ortaya çıkmaktadır.
9. Sanayi toplumunda başlıca üretim faktörleri emek, tabiat, sermaye, girişimci iken, bilgi toplumunda üretim sürecinde bu üretim faktörlerinin
yanı sıra beşinci üretim faktörü teknik bilgi ön plana
çıkmaktadır.
10. Sanayi toplumunda politik sistem temsili
demokrasi iken, bilgi toplumunda katılımcı demokrasi anlayışının daha belirgin bir önem kazanacağı
düşünülmektedir. Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki
gelişmeler neticesinde adına tele-demokrasi denilen
bir değişimin ileriki yıllarda yaşanacağı tahmin edilmektedir.
Görünen gerçek o ki bilgi toplumu, dünyanın
birçok coğrafyasında bu aşamaya ulaşacak olan toplumlarda, uzun vadede, tamamen farklı yeni bir toplum biçimi yaratacaktır. Dünyanın gelişmiş bazı ülkeleri daha önce bilgi toplumu aşamasını yakalamış
durumda olup, bu ülkeler birbirleriyle kıyasıya bir
rekabet içine girmişlerdir. Dünyanın farklı coğrafyalarında bulunan, bilim ve teknoloji alanlarında geri
kalan ülkeler ise, hızla bilgi toplumuna ulaşıp büyük
teknoloji devleriyle mücadele edebilmek için son yıllarda çok büyük bir mücadele içine girmişlerdir.
111
Dr. Yenal Ünal
Tablo-1 Geleneksel ve Yeni Örgütler179
GELENEKSEL ÖRGÜTLER
Teknolojinin hâkimiyeti
Makinenin bir parçası olarak
insan
İyi tanımlanmış düşük
nitelikli işler
Harici kontroller
Dikey örgütsel şema
Çalışanların arasında rekabet
Sadece örgütsel hedefler
Yabancılaşma
Düşük risk alma
Basit ve yapısal kontrol
İş ve görev tanımları
Bireysel kârın en üst
seviyeye çıkması
YENİ ÖRGÜTLER
İnsan-makine optimizasyonu
Makinenin tamamlayıcısı
olarak insan
İşin niteliklerinde gruplaşma
Kendi kendini kontrol eden
alt sistemler
Yatay örgütsel şema,
katılımcı yönetim
Çalışanlar arasında
arkadaşlık ruhu
Bunun yanında grup ve
bireyin hedefleri
Bağlılık
Yenilikçilik
Kurum kültürü
Hedeflere yönelme ve
örgütsel sinerji
Bireysel tatmin
Bilgi Toplumunun Özellikleri ve Önemi
Bilgi her çağda var olmuş ve değerlendirilmiştir. Öyleyse nasıl oluyor da bilgi, içinde yaşadığımız dönemin bir simgesi olarak kabul edilmektedir.
Elbette ki son yıllarda meydana gelen bilgi patlaması, araştırma-geliştirme alanında gerçekleşen ilerlemeler, bilgisayar ve iletişim alanındaki gelişmeler,
uydular, elektronik ofisler evlere kadar uzanan bilgi
ağları ve bilgisayar bağlantıları içinde yaşanılan çağın önemli özelliklerinden sadece bazılarıdır. Bilgi
toplumunda yaşayan insanların bilgiye daha fazla
duyarlı olduğu, bilginin denetimi için gerekli teknolojik ortamın yaratıldığı, bilgi ekonomisinin bir sektör olarak ortaya çıktığı, insanların amaçları ve değer
yargılarının bilgiye yönelik geliştiği görülmektedir.
Eğer bilginin yeni bir değer kazandığını, genel yaşam düzeyini daha iyiye götüren bir etken olduğunu
kabul edersek, o zaman konuyu daha gerçekçi bir
yaklaşımla irdeleyebiliriz. Bilgi toplumu kavramını
179
Hazar (2006), 23.
112
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
değerlendirip bunun bir tanımlamasını yaparken,
bilginin gerçek yaşama katkılarını göz önünde tutmak yerinde olur.180 Bilgi toplumunda bilginin temel
özellikleri, sürekli üretilmesi ve artış göstermesi; iletişim ağları içinde taşınabilir; bölünebilir ve paylaşılabilir olması ile emek, sermaye ve toprağı ikame
edebilmesi şeklinde özetlenebilir. Kurulan iletişim
ağı ile bilgiye ulaşım, aşırı boyutlarda hızlanmakta
ve kolaylaşmaktadır. Bilgi toplumunun iletişim alt
yapısı, belli merkezlere bağlı nokta-ağ-sistemi ve ağ
sistemlerinden oluşacaktır. İletişim ağ sistemlerinin
hem data banklara ve araştırma merkezlerine hem
de bireysel bilgisayarlara bağlı olması, bilgi üretiminin; bilişim teknolojisi sistemi içinde gerçekleşmesini
sağlayacaktır. Fabrikaların yerini, bilişim teknolojisine dayalı, iletişim ağ sistemleri oluşturacaktır. Sanayi
toplumunun maddi mallar kullanımı yerine; gerek
üretim, gerekse tüketim faaliyetleri için, yoğun bilişimsel bilgi kullanımı gündeme gelecektir. Bilişimsel
bilgi, hem bilgi toplumundaki üretim sürecinin temel girdisi hem de tüketim sürecinin en önemli
girdisi olacaktır. Böylece emek, sermaye ve doğal
kaynak şeklindeki diğer klasik üretim faktörlerini
önemli ölçüde ikame etmektedir. Bilgi toplumunda,
bilgi ve iletişim teknolojisinin yarattığı ortam içinde
ekonomik faaliyet, küreselleşme eğilimine girmiştir.
İletişim sistemlerinin ülke sınırlarını ortadan kaldırması, bölgesel gruplaşmalara dayalı bütünleşme eğilimlerini beraberinde getirmiştir. Küreselleşme sürecinde, girdilerin temini ve çıktıların pazarlanması
için gündeme gelen piyasalar artık dünya çapında
düşünülmektedir. Sanayi toplumunda fabrika üretimi, öncelikle ulusal sınırlar içindeki pazarlara yönelik ve onlara hitap ederken; bilgi toplumunda dünya
180
Alakuş (1991), 10-11.
113
Dr. Yenal Ünal
standartları belirleyici konuma yükselmiştir.181 Bu
analizler ışığında teknoloji ve bilgi kavramları üzerine kurulu bilgi toplumunun temel özellikleri ve geleceğe olan etkileri şu şekilde belirtilebilir:
1. Bilgi toplumunun gelişme dinamiğini bilgisayar teknolojisi yönlendirir. Bilgi toplumunun simgesi, bilgisayara dayalı, enformasyon şebekeleriyle
veri bankalarından oluşan kamusal altyapıdır.
2. Bilgi toplumunda sosyo-ekonomik sistem alt
yapısının üstünlüğü ile kendini gösteren gönüllü bir
sivil toplumdan oluşur.
3. Bilgi toplumu, yüksek seviyede, kitlesel bilgi
üreten bir toplumdur.
4. Bilgi toplumunda, bilgi önemli ve temel kaynaktır. Bireyler ve toplumlar bu temel kaynağa sahip
olmak için yarış halindedirler.
5. Bilgi toplumunda hızlı bilgi artışı, değişme
ve gelişmenin temel kaynağıdır.
6. Bilgi üretimi ve bilgilerin pazarlanması, bilgi
toplumunda yeni iş alanlarının başında gelmektedir.
7. İş dünyasında bilgi üretenlerin ve çalışanların sayısı çoğalmakta, bilgi birikimi; bilgide seçiciliğe
yol açmaktadır.
8. Eğitim öğretimde süreklilik yerleşmekte,
okul öğrenimi yanında, yaşamın başlangıcından sonuna kadar aktif öğrenme gereksinimi ön plana çıkmaktadır.
9. Belirli konuları öğrenme yerine, öğrenmeyi
öğrenmek ve bireysel öğrenme eğitim sürecinin temeli olmaktadır.
181
Erkan (1993), 62-63.
114
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
10. İşlevleri çok gelişmiş bilgisayarlar, çeşitli
yayın olanakları, bilgi iletişimi ve haberleşmeyi daha
kolay hale getirmekte ve bu alanda uzaklıklar azalarak dünya gerçekten küçülmektedir.
11. Sürekli yeni bilgilerin ortaya çıkması nedeniyle artan miktarda ve nitelikli yayınların üretilmesi
gerekmektedir.182
Günümüz toplumunda sahip olunan en gösterişli ve en önemli araçların bilgisayarlar ve iletişim
teknolojileri olduğu söylenebilir. Bu teknolojileri ve
gelişme eğilimlerini kavramadan, değişimi anlamak
ve anlamlandırmak oldukça zor görünüyor. Bu yüzden bilgi toplumu konusunda yorum yapabilmek
için yeni teknolojilerin incelenmesi bir zorunluluktur.183 İçinde bulunduğumuz çağda bilgisayarlar
sayesinde, istenen bilgileri, istenildiği kadar depolayabilen, bunları işleyen, buradan yeni bilgiler üreten
bilişim teknolojileri insanlığın hizmetine sunulmaktadır.
Bilişim teknolojilerinin bu desteğini alan insanoğlu, yenilikçi ve yaratıcılığı ile birçok sorunun
üstesinden gelebilmektedir. İnsan beyninin yerine
geçmeye aday olan akıllı bilgisayar üretme çabalarından, mikro biyolojide insan geninin yapısına
kadar uzanan yeniliklerle, uzayda büyük patlama
sonucu oluşan güneş sistemi dışındaki evren arayışlarına kadar giden bilimsel gelişmeler hızla sürmektedir. Nasıl ki, sanayi toplumuna geçişin motoru
olma işlevini buharlı makineler üstlenmiş ise; bilgi
toplumuna geçişi de bilişim teknolojisinin temelindeki bilgisayarlar başta olmak üzere diğer elektronik
araçlar gerçekleştirmektedir.184 Bilgi toplumunun
oluşumunda çok büyük öneme sahip yapısal unsurRukancı ve Anameriç (2004).
Çoban (1997), 17-18.
184
Erkan (1993), 48.
182
183
115
Dr. Yenal Ünal
ları bilgisayarlar, mikro-elektronik ve tümleşik devreler, robotlar, iletişim teknolojisi, otomasyon, multi-medya, biyoteknoloji, yeni teknolojik malzemeler
ve gelişmeler olarak sırlamak mümkündür. Ancak
bilgi toplumunu oluşturan bu unsurların dışında
siyasal, ekonomik ve sosyolojik pek çok etken, bilgi
toplumunun şekillenmesinde çok önemli roller üstlenmektedir.185
Türkiye’de Sanayi ve Bilgi Toplumlarının
Gelişimi
18. yüzyılda İngiltere’de başlayıp daha sonra
bütün Avrupa’ya yayılan sanayi devrimi ve bunun
sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal gelişmeler, iki
yüzyıl gibi bir zamana yayılmıştır. Tarım alanındaki teknolojik gelişmeler, toprağın zenginlik kaynağı olarak önemini yitirmesine neden olmuş, bunun
yerine sanayi ürünleri ve ticaretin önem kazanması,
politik ve ekonomik gelişmeler, kentleşme ve toplumsal yaşamda yer alan değişiklikler, işçi sınıfının
doğması, kültürel alanda ve eğitimde meydana gelen gelişmeler, sanayi devriminin yol açtığı yeni yapılanmalar olarak karşımıza çıkmaktadır.186
Batı dünyasında yaşanan bu değişmelere, çeşitli iç ve dış nedenlerle Osmanlı Devleti’nin ayak
uyduramamış olması, bugün Türkiye’nin uluslararası alanda arzulanan seviyeye ulaşamamasının kısmî
bir nedenidir. 19. yüzyılda Batı’nın açık pazarı haline gelen Osmanlı Devleti’nin sanayileşme fırsatlarını
çeşitli nedenlerle kaçırmış olması dış etkenlere bağlı
olduğu kadar, düşünce ve eğitim sisteminin bu gelişmelere açık bir yapıya sahip olmamasına da bağlı
bulunmaktadır.
185
Tekeli (1994), 55; Erkan (1993), 48–56; Çoban (1997), 20–29;
Yenilmez (1993), 29.
186
Alakuş (1991), 117.
116
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Türkiye’nin sanayileşme sürecine katılımı,
Cumhuriyet dönemiyle başlamıştır. Dolayısıyla
Türkiye’de sanayileşme çabaları, Avrupa’dan 150 yıl
sonra sağlam bir yapıya oturmuştur. Her ne kadar
Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyıldan itibaren bir miktar küçük çaplı gelişme hareketleri gözlemlenmişse de, sanayileşme alanında büyük çaplı gelişmeler
Cumhuriyet döneminde sağlanmıştır. Bu yıllarda,
sanayileşmenin maddi temellerini yaratmaya yönelik ekonomik kalkınma çabaları özellikle 1960’lı
yıllarda uygulamaya konulan kalkınma planlarıyla,
Türkiye planlı ve daha hızlı bir sanayileşme sürecine girmiştir. 1960–1980 yılları arasında ithal ikameci
sanayileşme politikası izlenmiştir. Sadece iç piyasaya
yönelik olan bu politika, hangi kalitede olursa olsun,
en düşük maliyetle üretimi arttırmaya ve piyasadaki
talebi karşılamaya yönelik olmuştur. Tüketim mallarının üretimine dönük bu strateji 1980’lerde yerini
ihracata yönelik sanayileşme politikalarına bırakmıştır.187
Türkiye’de 1960’larda başlayan ve Türk toplumunu yeni bir yapılanmaya götüren bu değişiklikler hala devam etmektedir. Bir tarım toplumu olan
Türkiye, özellikle 1950’lilerden sonra teknolojinin tarımsal üretimde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte,
tarımsal karakterinden sıyrılmaya başlamıştır.188
Görüldüğü gibi Türkiye’nin yakın geçmişe
kadar izlediği politikalar ve kalkınma çabaları sanayileşmeye dönük olmuştur. Ancak bugün dünya
Toffler’in deyimiyle “Üçüncü Dalga” uygarlığına geçiş aşamasında bulunmaktadır. Sanayi Devriminden
sonra yaşanan bu en köklü dönüşüm içinde bilgi
ekonomileri merkezi bir hal almaktadır.
187
188
Özen (1997), 84–85.
Alakuş (1991), 118.
117
Dr. Yenal Ünal
Tarım ya da sanayi toplumunun aksine, bilgi
toplumu denen bu yapıda, zenginliğin kaynağını,
doğal kaynaklar ve fiziki emek yerine bilgi ve haberleşme oluşturmaktadır. Yaşanmakta olan bu hızlı
değişim için Türkiye, amacı olan çağdaş uygarlıklar
düzeyine çıkmaya, temel hedeflerini yeniden gözden
geçirmek ve bu amacına ulaşmak için bilgi toplumu
olma yolunda yeni politikalar geliştirme yolundadır.
Çünkü maddi uygarlığı ve sanayileşmeyi hedef alan
ve bir zamanlar gelişmişliğin ifadesi olan sanayi toplumu, yerini yeni yapılanmalara yol açan bilgi toplumuna bırakmaktadır. Türkiye, günümüzde hızla kalkınan bir ülkedir. Ancak bilgi toplumuna geçiş aşamasında bazı sıkıntılar yaşamaktadır. Türkiye’nin
bu konuda deneyim noksanlığı, gerekli yatırımların
tam anlamıyla gerçekleştirilememesi gibi nedenlerle bir takım sorunları bulunmaktadır. Bu durumun
tersine çevrilmesi için yerinde ve tutarlı yatırımlara
ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’nin bu sürece hazırlanması ekonomik, sosyal, kültürel ve diğer önemli
alanlarda yapısal değişiklikler yapmasına bağlı bulunmaktadır.189
Bilgi toplumunda, sınıf yapısını ve politik iktidarı belirleyen faktör bilimsel ve teknik bilgidir.
Türkiye’de bilim adamları toplumu yönlendirme bakımından yeterli ölçüde etkili değilse de son yıllarda
bu durum tersine dönmüş durumdadır. Türkiye’de
bilim hayatın hemen her alanında kullanılmaya başlanmıştır.190 Ancak Türkiye, dünyada daha etkin bir
konuma sahip olabilmek için önündeki on yıllarda
sanayileşme aşamasını tamamen başarmak ve bilgi
toplumunun kurumsallaşması için bilim adamı, politikacı ve yöneticileriyle eşgüdümlü olarak çalışmak
189
190
Özen (1997), 85-86.
Dura (1990), 45.
118
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
zorundadır.191 1950’li yıllardan sonra büyük teknolojik ve bilimsel gelişmelerden sonra, Türk toplumunun artan bilgi ihtiyacının karşılanmasında bilgi
toplumunun gereklerinin yerine getirilmesi artık bir
zorunluluk haline gelmiştir.
Türkiye’nin, dünyanın gelişmiş ülkeleri olan
Amerika, Japonya, Almanya ve İngiltere gibi tam anlamıyla bilgi toplumuna geçiş sürecini tamamlayabilmesi için başta eğitim olmak üzere pek çok alanda projeler üretmesi ve gerekli yatırımları yapması
gerekmektedir. Türkiye için bilgi toplumu yolunda
geri kalmanın cezası, teknolojik bağımlılık, ekonomik ve kültürel olarak ulusal sınırları aşan bir büyük
sistem içinde kaybolmaktır. Ancak görünen gerçek o
ki, Türkiye’de yakın dönemlerde izlenen akılcı politikalar ve yapılan yatırımlar, Türkiye’nin yakın bir zamanda bilgi toplumu olma sürecini yakalayacağını
göstermektedir.
191
Erkan (1993), 121.
119
Dr. Yenal Ünal
BİBLİYOGRAFYA
ALAKUŞ (1991) Meral Alakuş, Bilgi Toplumu, Ankara,
1991, Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel
Müdürlüğü.
ALTAY (2001)Levent Altay, Bilgi Toplumu Örgütlerinde
Yaratıcı Yönetim Anlayışı-Bir Alan, Araştırması,
Ankara, 2001, Gazi Üniversitesi.
AYDIN (1997)Turgay Aydın, Bilgi Toplumu ve Demokrasi,
Trabzon, 1997, Efor Masaüstü Yayıncılık.
AKTAN, C. ve
M. TUNÇ. (2008)Bilgi Toplumu ve Özellikleri”, Yeni
Türkiye Derneği, Ocak-Şubat 1998, 118–134,
BOZKURT (2005)Veysel Bozkurt, Endüstriyel ve PostEndüstriyel Dönüşüm Bilgi, Ekonomi ve Kültür,
İstanbul, 2005, Aktüel Yayınları.
BURKE (2004) Peter Burke, Gutenberg’ten Diderot’ya
Bilginin Toplumsal Tarihi. çev. Mete Tunçay,
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2004.
ÇAĞTÜRK (2006)Alev Tansel Çağtürk, Bilgi Toplumuna
Dönüşüm Sürecinde E-Yaşam Olanakları ve E-Devletin
Gerekliliği Üzerine Bir Araştırma, Çanakkale, 2006,
Onsekiz Mart Üniversitesi.
ÇOBAN (1997)Hasan Çoban, Bilgi Toplumuna Planlı
Geçiş Gelecekten Kaçılamaz, İstanbul, 1997, İnkılap
Kitabevi.
DEMİRSOY (1995)Ali Demirsoy, Son İmparatora Öğütler
Bilgi Toplumu, Ankara, 1995, Meteksan Yayınları.
DRUCKER (1994), Peter F. Drucker, Kapitalist Ötesi
Toplum, çev. Belkıs Çorakçı, İstanbul, 1994, İnkılâp
Kitabevi.
DURA (1990)Cihan Dura, Bilgi Toplumu, Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığı, 1990.
EKİN (1976)Nusret Ekin, Endüstri İlişkileri, İstanbul:
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, 1976.
ERKAN (1993)Hüsnü Erkan, Bilgi Toplumu ve Ekonomik
Gelişme, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 1993.
GÜLTAN (2003)Seçkin Gültan, Bilgi Toplumu Sürecinde
Avrupa Birliği ve Türkiye, Ankara, 2003, Ankara
120
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve
Uygulama Merkezi.
HANÇERLİOĞLU
(2001) Orhan Hançerlioğlu, Toplumbilim Sözlüğü, İstanbul,
2001,
Remzi Kitabevi.
HAZAR (2006)Çetin Murat Hazar, Bilgi Toplumu, Ankara,
2006, Turhan Kitabevi.
KOROĞLU (2004)F. Ece Koroğlu, Bilgi Toplumu ve
E-Devlet (TBMM’de Türkiye Bilişim Stratejileri
ve e-Türkiye Genel Görüşmesinin Çözümlenmesi),
Ankara, Ankara Üniversitesi, 2004.
KÜLTÜR
BAKANLIĞI (1990)Halk Kütüphanesi Hizmetlerinin Yurt
Sathında Yaygınlaştırılmasında Mahalli İdarelerden
Beklentilerimiz, Ankara, Kültür Bakanlığı
Kütüphaneler Genel Müdürlüğü.
MASUDA (1990)Yoneji Masuda, Managing in the
Information Society,
Mass.: Basil Blackwell, 1990.
MATTELART (2004)Armand Mattelart, Bilgi Toplumunun
Tarihi, çev. Halime Yücel Altınel, İstanbul, 2004,
İletişim Yayınevi.
NAISBITT (1987)John Naisbitt, 2000 Yılı Sonrası Sanayi
Ötesi Toplumu, İstanbul, Tercüman Yayınları, 1987.
ÖZ (1997)Zeynep Onat Öz, Toplumsal Değişme Sürecinde
Halk Kütüphanelerinin Yeri ve Yeniden Organizasyonu
İçin Bir Model Önerisi, Ankara, Hacettepe
Üniversitesi, 1997.
ÖZEN (1997)Serap Özen, Bilgi toplumuna Geçiş Sürecinde
İşgücü Eğitimi, Bursa, 1997, Uludağ Üniversitesi.
RUKANCI, Fatih ve
H. ANAMERİÇ (2004)“Bilgi Toplumu ve Toplumun
Bilgilenmesinde Kütüphanelerin Rolü”,
Kütüphaneciliğin Destanı Uluslararası Sempozyumu
(21–24 Ekim 2004),
Ankara, (http://acikarsiv.ankara.edu.tr/fulltext/165.htm),
adresine 07.05.2008 tarihinde erişildi.
TEKELİ (1994)Hasan Tekeli, Bilgi Çağı, İstanbul: Simavi
121
Dr. Yenal Ünal
Yayınları, 1994.
TEKMAN (2002)Erkan Tekman, Bilgi Toplumuna Geçiş,
Ankara, TÜBİTAK Yayınları, 2002.
TOFFLER (1981)Alvin Toffler, Üçüncü Dalga, çev. Ali
Seden, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi, 1981.
TÜRKİYE BİLİMSEL VE
TEKNİK ARAŞTIRMA
KURUMU (2002)Bilgi Toplumu Politikaları Üzerine Bir
Değerlendirme (Dünya ve Türkiye), Ankara: Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu,
http://www.bilten.metu.edu.tr/Web_2002_v1/tr/docs/
dunya_bilgi_toplumu_zirvesi/TUBITAK Bilgi%20
Toplumu%20Politikalari%20Değerlendirmesi. pdf
adresine 07.05.2008 tarihinde erişildi.
YENİLMEZ (1993)Emine Handan Yenilmez, Bilgi
Toplumu Olgusu ve Türkiye Hedef 2000 Yılı, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi, 1993.
122
4) TÜRK DÜŞÜNCE DÜNYASININ GELİŞİMİ VE
BU ALANDA YAPILAN ÇALIŞMALAR ÜZERİNE
BİR İNCELEME192
1. Giriş
Son yıllarla birlikte birçok alanda büyük bir
kalkınma hamlesi içerisinde bulunduğunu düşündüğümüz Türkiye, kültürel anlamda da dünya ölçüsünde önemli çalışmalara imza atmaktadır. Dünya
ülkeleriyle ilişkilerini her geçen gün daha fazla geliştiren Türkiye, Rusya ve Amerika gibi dünyanın önde
gelen ülkelerince bölgesel bir güç olarak tanımlanmaktadır. Ancak bugün için sadece bölgesel bir güç
hâline geldiği söylenen Türkiye’nin uzak gelecekte
yeniden bir dünya gücü hâline geleceği tarihî verilerin bize sunduğu açık bir gerçektir. Birçok temel
soruna rağmen her bakımda büyüyen ve özgürleşen
Türkiye’de bugün için çeşitli din, mezhep ve milletten entelektüeller fikir ve düşüncelerini özgürce ifade edebilmektedir. Türkiye bu manada pozitif yönde bir gelişim içerisindedir. Bu düşüncenin aksini
iddia eden bilim adamlarının dünyanın en gelişmiş
192
İlk defa Akademik Bakış Dergisi-Uluslararası Hakemli Sosyal
Bilimler E-Dergisi’nin, 37. sayısında yayımlamıştır.
Dr. Yenal Ünal
ve özgür ülkeleri olarak kabul edilen Batılı ülkelerle
objektif bir kıyaslama içerisine girmeleri gerekmektedir. Bu karşılaştırmayı yapmaksızın ortaya atılan
ya da atılacak iddiaların fikriyat evreninde herhangi bir boşluğu doldurması mümkün görünmemektedir. Çünkü doğru bilgiler temelinde ilerlemeyen
verilerin, düşünceye dönüşmesi mümkün olmadığı
gibi belirli bir süre sonra da iddiaya dönüştüğü herkesin malumudur. Elbette ki fikirlerin ortaya atılması sürecinde bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi
Türkiye’de de toplumun ihtiyaçları sonucu ortaya
çıkan kanunlar ve yasalar göz önünde bulundurulmalıdır. Toplum içerisinde bir bireyin sahip olduğu
hürriyet diğer bir bireyin hürriyetinin sınırlarını aşıyorsa, burada özgürlükten bahsetmek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla sonsuz ve sınırları belli
olmayan bir hürriyet kavramının fiili manada evrende kendine bir yer bulması bir ütopyadan öteye
gidememiştir. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde de
yasaların dışına çıkarak marjinalleşen aydın ve bilim
adamları ciddi manada yaptırıma tabi tutulmaktadır.
Güncel ve büyük bir sorun olarak takdim edilen düşünce özgürlüğü alanında hiç kuşku yok ki var olan
bazı eksikliklerin giderilmesi, Türkiye’nin çok daha
dinamikleşmesini sağlayacaktır. Öyle ki dünyada yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmak yerine; her geçen
gün daha aktif ve etkin hâle gelen çalışma ve projeleriyle uluslararası platformda hak ettiği yerlere ulaşmaya başladığını düşündüğümüz Türkiye’nin, kat
ettiği aşamalar düşünsel temelde de birçok gelişmiş
ülkeyi endişelendirir görünümdedir. Aslına bakılırsa siyasi ve askerî çıkmazdan ziyade, oldukça büyük
bir düşünsel sorun olarak karşımıza çıkan PKK meselesinde 2012 yılı sonlarında başlayıp 2013 yılında
devam etmekte olan ve mevcut hükûmet tarafından
ortaya konulan sürecin birçok büyük gücü rahatsız
ettiği konusunda başta bilim adamları olmak üzere
124
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
toplumun birçok kesiminden bireyler hem fikirdir.
Türkiye’de okuma kültürü edinmiş, çalışmayı, araştırmayı ve elde ettiği becerileri bilgiye dönüştürme
kabiliyetine sahip bireylerin giderek arttığı, çağdaş
medeniyetler seviyesine ulaşmak idealine her geçen
gün daha çok yaklaşıldığı kabul edilmesi gereken bir
gerçektir.
Bütün bu olumlu genel değerlendirmelerin
yanında incelememize temel konu olan düşünce tarihi gibi birçok konuda üzerinde eleştirel anlamda
çok ciddi tartışmalarda bulunulması gerekmektedir.
Keza Türkiye’nin özellikle düşünce tarihi alanında
Türk ve dünya kültürüne sunduğu bilgi üretimi hâlâ
çok yetersizdir. Düşünce tarihi, özellikle gelişmiş
Batılı ülkelerde oldukça önemsenen bir araştırma
alanıdır. Daha çok felsefe, sosyoloji, mantık gibi disiplinler içerisinde irdelenen bu konunun anlam ve
önemi tarihçiler tarafından son yıllarda fark edilmiş
ve bu alan önemsenmeye başlanmıştır. Siyasi, ekonomik, askerî ve sosyal tarih alanında araştırmalarını
sürdüren sosyal bilimcilerin dışında giderek düşünce tarihi alanıyla da ilgilenen araştırmacıları çoğalması bunun en önemli göstergelerinden biridir.
2. Türkiye’de Düşünce Tarihinin Gelişimi
Türk tarihinin en önemli dönemlerinden birini de Türkiye Cumhuriyeti tarihi teşkil etmektedir. Bugün, üzerinde yaşanılan bu topraklarda 20.
yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan kanlı mücadeleler sonunda büyük güçlüklerle kurulan Türkiye
Cumhuriyeti’nin geçmişinin araştırılması ve bilgiye
ihtiyaç duyan toplulukların hizmetine sunulması büyük bir zaruret hâline gelmiştir. Çünkü kurulduğu
coğrafya itibarıyla ve tarihsel gelişmelerin dayandığı
temeller nedeniyle bölgesinde ve dünyada önemli
bir yeri bulunan Türkiye’nin tarihî temellerinin araştırılması ve mümkün olduğunca objektif bir tarih
125
Dr. Yenal Ünal
anlayışıyla yerli ve yabancı okurların hizmetine sunulması geleceği şekillendirecek yarının nesilleri için
yol gösterici bir rol oynayacaktır. Öyle ki Kafkasya,
Balkan ve Orta Doğu coğrafyalarının bileşke noktasında bulunan Türkiye’nin gelecekte uygulayacağı
siyasi, ekonomik ve askerî politikalar ya da çeşitli
organizasyonlar içinde alacağı roller bu bölgelerin
geleceğinin şekillenmesinde mühim bir vazife görecektir. Oldukça iddialı gibi görülebilecek bu öngörülerin, gerçekleşme olasılıklarını tarihî realitelere
dayanarak belirtmekteyiz. Bu nedenle Türkiye’nin
bugünü ve yarını konusunda akılcı saptamalar yapılabilmesi için doğru bilgiler temelinde bu siyasi
teşekkülün geçmişinin siyasi, askerî, sosyal, iktisadî ve özellikle düşünce tarihinin incelenmesi şarttır.
Bu konularda araştırma yapılırken Cumhuriyet döneminden önceki devirlerin konuyla ilgisi oranında
azami ve akılcı bir şekilde tetkik edilmesi gerektiği
konusunda tartışma yapmaya gerek yoktur. Zaten
araştırma konumuz da hacimce 20. yüzyıl ağırlıklı
olmak üzere Türk düşünce tarihi üzerinedir. Bir ülkenin ya da bir toplumun geleceğini şekillendiren en
önemli unsurların başında o ülkenin ya da toplumun
geçmişinde ya da bugünün de var olan düşünce eğilimleri gelmektedir. Nitekim günümüzde tarihçiler
bir toplumda ya da o toplumu yöneten egemen kesimde hâkim olan düşünce eğilimlerini geçmiş, bugün ve gelecek düzleminde araştırma konusu yapmaktadırlar. Hiç şüphesiz sağlıklı, objektifliğe yakın
bir Türk düşünce tarihi yazımında eski yüzyıllardan
başlamak üzere Türk tarihinin ilk dönemlerinden
itibaren 19. yüzyıla değin Türklerin dünyaya bakışı akılcı bir biçimde süzülmelidir. Bununla birlikte
Türk düşünce dünyasının aktif bir biçimde gelişimi
için başlangıç yüzyılı olarak 19. yüzyıl alınırsa yanlış
bir tespitte bulunulmaz. Çünkü özellikle Fransa’da
başlayıp önce Avrupa’ya akabinde bütün dünyaya
126
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yayılan fikir akımlarının bütün dünyayı olduğu gibi
Osmanlı Devleti’ni bu yüzyıldan itibaren derinden
etkilediği bilinmektedir.
Türk siyasal düşüncesinin, düşünsel ve siyasal
gelişmeleri tarihsel bir kuram çerçevesinde çözümlediğine bugüne kadar hemen hemen rastlanmamıştır. Bunu sadece siyasal düşünceyle de sınırlamamak
gerekir. Toplumsal düşünce, ekonomik düşünce,
askerî düşünce diğer bir ifadeyle düşüncenin bütün
boyutları siyasal gelişmelerin ve her dönemde egemen olan siyasi nüfuzun etkisinden kurtulamamıştır. Yaklaşık iki yüz yıldır içinden çıkılamayan modernleşme tartışmaları bu kısır düşünsel gelişimin
hem bir nedeni hem de bir sonucudur (Fırat, 2009).
Türk düşünce serüveninin bir gelenek çerçevesinde
değerlendirilmesi oldukça güç bir iştir. Bu biraz da
düşüncenin kendisini bulması, tanıması ve kendini
gerçekleştirmesiyle ilgili bir durumdur. Ancak sürecin gelip dayandığı yer, somuttan çok soyut, gündelik olandan çok kuramsal, toplumsal olmaktan çok
sınıfsal, politik olmaktan çok ekonomik bir niteliğin
olmaması ya da olamaması noktasıdır (Kayalı, 2011:
24). Soyut, kuramsal, sınıfsal ve ekonomik detayları
güçlü bir bileşimin yaratılması büyük bir ihtiyaçtır.
Düşünce dünyasında bir felsefi yolun yaratılması, oldukça kurak olan bu alanda yeni ve farklı akımların
çıkmasına mühim katkılar sağlayacaktır. Felsefeyle
zenginleşmeyen, sosyolojiden beslenmeyen, politik
ekonominin öncüllerine bulaşmayan, tarihsel bir geleneği olmaksızın sadece güncel siyasal gelişmelerin
ekseninde dönen bir düşünce ortamı, içinden çıktığı
topluma ne verimli olabilir, ne de o toplumu pozitif
bir yönde geliştirebilir (Fırat, 2009).
Türk düşünce dünyasının en büyük sorunlarından biri salt modernleşme konusu üzerine yoğunlaşması ve görüş alanını bu olgu dışına taşıyamama127
Dr. Yenal Ünal
sında saklıdır. (Fırat, 2009). Ne var ki uzun vadede
düşüncenin Türk toplumunun gelişimine daha çok
katkı sağlaması için ufuğunu genişletmesi gerektiği
konusu önemli olmakla birlikte; modernleşme de
Türk tarihinin son iki yüzyılının kronik bir sorunudur. Bir diğer ifadeyle Batı’nın tekniği, bilimi, sanatı,
felsefesi ve üretimi başta olmak üzere, üstün bütün
özelliklerini yakalama ve bu alanlarda ezilmeme savaşımı olarak da adlandırılabilecek modernleşme,
bütün Doğu’nun en büyük sorunlarından biridir.
Türk düşünce dünyası özellikle son iki yüzyılda Batı kültürü ve sanayisi ile temasların çoğalması
sonunda yeni bir aşamaya girmiş ve bu devrede kanaatimizce olması gereken seviyede bulunmamasına
rağmen yine de kısmî aşamalar kaydetmiştir. Böylece
İslam medeniyeti çevresinde inanç ve düşüncelerin
yerine nasıl bir düşünce tarzı doğmuşsa, bu son temaslar çoğaldıkça yeni bir düşünce tarzını benimseme imkânları da meydana çıkmıştır. İslam’dan
önceki düşünce izleri o kadar azdır ki onunla İslamî
devrin veya ümmet devrinin görüşü arasında tam
bir karşılaştırma yapmak hemen hemen mümkün
değildir. Hâlbuki Batı kültürü ile temas ilk kaynaklarına inilecek olursa hayli eski ise de, yenidünya görüşünün meydana çıkması birdenbire olmamıştır. Bu
yüzden iki düşünce tarzı uzunca bir süre birbirine
tesirsiz yan yana veya birbiriyle uzlaşmaya çalışarak, fakat çoğunda hiçbir gerçek kaynaşmaya ulaşmadan yaşamıştır (Ülken, 2005: 19). İslam dünyasının Batı’ya yenilişinin ilk keskin virajı olan Karlofça
Antlaşması’ndan (1699) sonra Batılı güçlerin hiç olmazsa askerlik ve teknik bakımdan üstünlüğü fark
edilmeye ve bu yönden önlemler alınmaya başlandı.
Siyasi iktidar orduyu ve askerî tekniği yenileştirme
ihtiyacını duyuyordu. Çünkü şanlı Osmanlı orduları
mazide olduğu gibi karşısına çıkan orduları kolaylık128
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
la alt edemiyordu. Hatta 1683-1699 savaşının sonucu
eski ihtişamlı günlerin sona erdiğini sert bir biçimde
bildirmekteydi (Berkes, 2004: 41). Fakat öğretim ve
eğitim sisteminin kuruluşu böyle bir yenileşme yapacak güçten o kadar uzak, Batı’yla boy ölçüşebilecek
yetenekten o kadar mahrum kalmıştı ki, idareciler
işe nereden başlayacaklarını bile tam anlamıyla kestiremediler. Kafaları oldukça karışık durumdaydı.
Kendilerine örnek alabilecek sabık ve fikriyatı güçlü bir nesilden de mahrumdular. Kendilerinden önceki nesiller, bu çeşit sorunlarla karşılaşmamışlardı
(Ülken, 2005: 25). Açıkça görüldüğü üzere bu tarihlerden başlamak üzere Türk düşünü modernleşme
olgusu etrafında dönüp durmuştur. Çünkü Osmanlı
aydınları düşünceyi sadece modernleşme ve kalkınma olarak algılamışlardır. Hâlbuki bu tarihlerden itibaren sadece askerî ve teknik alanlarda yoğunlaşan
düşüncenin felsefî, sosyolojik ve iktisadî alanlar başta olmak üzere diğer birçok alanda da sağlam temeller üzerinde gelişmeye başlamış olsaydı, bugün Türk
düşüncesinin ulaşacağı noktaların çok daha ileride
olacağını belirtmemize gerek yoktur.
18. yüzyılın sonlarına doğru yukarıda belirtilen uçurumun kapanması yerine daha da açıldığını
bildiren ve bir sonraki yüzyılda Osmanlı Devleti’nin
çok daha büyük sorunlarla karşılaşarak daha büyük
sorunlarla karşılaşılacağını bildiren bir yeni gelişme
yaşanmıştı. Bu gelişme öncelikle İngiltere’de ortaya
çıkan ve daha sonra Amerika başta olmak üzere bütün Avrupa’ya yayılan endüstri devrimiydi (Okumuş,
2005: 162-163). Elbette ki bu gelişme Osmanlı ileri gelenlerini daha da telaşa düşürmüştü. Çünkü modernleşme adına ne kadar adım atılırsa atılsın Batı dünyasıyla ara kapanmıyor; tam aksine açılıyordu. 18.
yüzyılın sonunda daha önce izah etmeye çalıştığımız
üzere bilim, iktisat, ticaret, askerlik ve özellikle 19.
129
Dr. Yenal Ünal
yüzyıl başlarından itibaren sanayi gibi pek çok alanda Batı’nın oldukça gerisine düşen Osmanlı Devleti
III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinden başlamak
üzere hızlı bir reform sürecine girmiştir (Akşin, 2005:
35-37). Devlet adamlarının gayretlerine paralel olarak 19. yüzyılda gerek Osmanlı ülkesi içerisinde gerek dışında yaptıkları kültürel faaliyetlerle topluma
katkı yapmak, devletin devamlılığını sağlamak ve
çöküşün önüne geçebilmek amacıyla Namık Kemal,
Şinasi, Ziya Paşa ve Ali Suavi gibi kişilerin yanı sıra
Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami, Mizancı Murat,
Ahmet Mithat, İsmail Gaspıralı, Mirza Feth Ali
Ahunzade, M. Satı, Emrullah Efendi, Hoca Tahsin
gibi düşünür ve yazarlar da kültürel anlamda o dönem için mühim çalışmalar gerçekleştirmişlerdir.
Dolayısıyla bu isimler 19. yüzyıl Türk düşünce tarihi için büyük bir önem arz etmektedirler (Altınkaş,
2011: 37-47).
Düşünce alanında 19. yüzyıla damgasını vuran
gelişmelerin başında ayrıca Genç Osmanlı ve Genç
Türkler hareketini burada zikretmek gerekir. 1865’te
resmen faaliyet gösteren (Mardin, 2002: 17-20) ve
önemli bir düşünce hareketi olarak kabul edilen Genç
Osmanlılar (Berkes, 2004: 282-301) olarak adlandırılan grupları, yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında faaliyet gösteren Genç Türkler kendilerine model olarak aldılar (Ülken, 2005: 97-112). Gerek Genç
Osmanlılar gerek Genç Türkler Osmanlı Devleti’nin
kötü gidişinin nedenlerini araştırıp birçok siyasi ve
kültürel faaliyete başlamışlardır. Devletin meşruti
yönetimle idare edilmesi hâlinde, bulunduğu durumdan kurtulabileceğine inanmışlardır (Tunaya,
1960: 64-65). Bu nedenle başlangıçta umut bağladıkları Sultan Abdülhamit’le daha sonradan büyük bir
mücadele içine girmişlerdir (Yerasimos, 1980: 567).
Görüne gerçek o ki Tanzimat ve Birinci Meşrutiyetle
130
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
beraber gelen fikir ve düşünce akımları, kök aldıkları bu iki büyük siyasi gelişmeye daha sonradan
tesir etmeye başlamıştır (Ülken, 2005: 41). Öyle ki
Tanzimat’ın ilanı ile Osmanlı Devleti’ne, batı kültürü, sadece askerî ve siyasi alanda değil; edebî, sosyal
ve kültürel alanlarda da girmişti (Akçura, 2001: 9).
Bu dönemde Avrupa kültürüyle sıkı ilişkiler kuran
Osmanlı aydınları geçmişte başlayıp 19. yüzyılda
da devam eden kötü gidişin nedenlerini araştırıp
politikayla ve Batı medeniyetinin gelişimiyle giderek daha fazla ilgilenmişler ve devlet adamları gibi
çöküşün önüne nasıl geçileceğini araştırmışlardır.
(Berkes, 2004: 260-268). “Buradan hareketle düşüncenin
Türkiye’de toplumsal ve siyasal sorunlara çare ararken bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.” (Ülken, 2005: 7).
Türk düşünü, 20. yüzyıla merdiven dayadığında genel manzara işte bu biçimde şekillenmiştir. Peki,
20. yüzyılda Türk düşünce dünyası nasıl bir gelişim
kaydetmiş ve 19. yüzyıldan aldığı mirası 21. yüzyıla nasıl devretmiştir? 20. yüzyıla gelindiğinde Türk
düşünce dünyası 19. yüzyılla karşılaştırıldığında
çok daha büyük bir bunalımla karşı karşıya gelmişti.
Öyle ki 19. yüzyıldan her alanda devralınan düşünce mirası 20. yüzyıl düşünce dünyası için çok büyük kazanımlar sağlamıyordu. Hatta daha belalı bir
durum yaratabilme riski taşıyordu. Emperyalizmin
doruk noktasına ulaştığı, sömürgecilik yarışının kız
kazandığı, milliyetçilik akımlarının altın dönemini
yaşadığı bir devrede Osmanlı ülkesi ise çöküş sinyalleri veriyordu. Bütün dünyanın kronik rahatsızlığı
hâline ırk sorunu Türkiye’de de etkilerini derinden
hissettirmeye başlamıştı. Ziya Gökalp ekseninde ve
etkisinde fikirsel bunalım içerisinde bulunan Türk
aydınları, Türk kimliğini anlamını sorguluyorlardı.
20. yüzyılın ilk çeyreğin Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi ve oldukça yorucu savaşımlar sonunda vücut
131
Dr. Yenal Ünal
bulan Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı kimlik sorunu, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde -III.
Selim ve II. Mahmud reformlarının tartışmasız çok
ilerisinde- gelişen inkılap hareketleri zaten sağlam
temelleri bulunmayan Türk düşüncesinin derinden
sarsılmasına neden oldular. Özellikle 1940 ve 1960’lı
yıllarda bazı aydın bilim adamlarının gayretleriyle
kendini bulma eğiliminde olan Türk düşünce dünyası içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda da halen
kendi kendini gerçekleştirmeyi tam anlamıyla başaramamıştır. Zaten kültürel anlamda Türkiye’nin
üstesinden gelmesi gereken en büyük sorunlardan
birisi de hâlâ bu husus değil midir? Büyük araştırmacı Kurtuluş Kayalı’ya göre “Türkiye’nin düşünsel
topografyası çıkarılmadan geçmişin kültür mirası nesnel
bir biçimde düşünülmeyip hamaset üslubuyla benimsenir
ya da inkılapçı bir zihniyetle reddedilirse hiçbir yere varılamaz. Türk toplumunda başarısız bir muhafazakârlıkla
aykırı bir toplumculuğun sonuç alamayacağı bugün iyice
gün yüzüne çıkmıştır” (Kayalı, 2011: 28). Bu nedenle
bugünden başlamak üzere Türkiye’nin düşünce haritası ya da fotoğrafı ortaya konulmalıdır. Elbette ki
bu işlevi nesnel düşünebilme yeteneğine sahip bilim
adamlarının, başarısız bir muhafazakârlık ya da aykırı bir toplumculuğa müracaat etmeden gerçekleştirmeleri gerekmektedir.
1930’lu yıllardan günümüze Türk düşünce tarihinin bir disiplin hâline gelmesi ve çok önemli aşamalar kaydetmesinde pozitif katkıları bulunan çok sayıda değerli bilim adamı mevcuttur. Nitekim Kurtuluş
Kayalı, Hilmi Ziya Ülken, Niyazi Berkes, Behice
Boran, Şerif Mardin, Kemal Karpat, Pertev Naili
Boratav, Süleyman Hayri Bolay, Mete Tunçay, İsmail
Kara, Şükrü Hanioğlu, Hüseyin Gazi Topdemir,
Doğan Ergun, Süleyman Seyfi Öğün, Mümtaz’er
Türköne, Naci Bostancı, Mümtaz Turhan, Mübeccel
132
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Kıray, Cemil Meriç, Muzaffer Şerif gibi yazar ve
akademisyenlerin İslâmcılık, Osmanlıcılık, Batıcılık
ve Türkçülük gibi fikir akımları başta olmak üzere
Türk düşünce dünyası tarihi alanında vücuda getirdikleri çalışmalar bu manada bugün için çok önemli
bir boşluğu doldurmakta ve yeni araştırmacılar için
zengin bir birikim sunmaktadır (Ayvazoğlu, 2007).
3. Türk Düşünce Tarihi Alanında Yapılan
Başlıca Çalışmalar
Düşünce denildiğinde sadece felsefe değil, insan zihninin bütün faaliyetleri göz önünde canlandırılmalıdır. Bu manada, Türk düşünce tarihinin son
derece zengin, cazip bir çalışma sahası olduğunu
belirtmek yanlış olmaz. Ne var ki bir bütün hâlinde
Türk düşünce tarihinin ana hatlarını belirleyen ve
toplu bir fikir veren bir çalışma bugüne kadar tam
anlamıyla vücuda getirilememiştir. Hiç şüphesiz,
düşünce akımları, bu akımların belli başlı temsilcileri üzerine yapılan biyografik çalışmaların yetersizliği
ve ana metinlerin henüz sağlıklı bir biçimde yayımlanmamış olması bütünlüklü çalışmalar yapılmasını
oldukça zorlaştırmaktadır (Ayvazoğlu, 2007).
Türk düşünce tarihini yazmayı ilk deneyen
münevverlerden biri hiç kuşkusuz disiplinli bilim
adamı Hilmi Ziya Ülken’dir. 1933 yılında iki cilt hâlinde yayımlanan Türk Tefekkür Tarihi adlı yapıtı alanında bir ilk olduğu için bu anlamda oldukça büyük
önem taşımaktadır. Eserin önem taşımasını sağlayan
diğer bir etken ise Türk tarihinin ilk dönemlerinden
itibaren Türk düşüncesinin gelişimini titiz bir incelemeyle gün yüzüne çıkarmasında saklıdır. Türk
Tefekkür Tarihi Türk düşüncesini ilk ve sistemli araştırma konusu yapan çalışma olması nedeniyle tarihî
bir misyonu da üzerine almıştır. Çünkü 1930’lu yıllardan günümüze yaklaşık seksen yıl geçmiştir. Türk
düşünce tarihi alanında bugün yazılan eserlerle bu
133
Dr. Yenal Ünal
kitabın karşılaştırılması aynı zamanda bu disiplinle
ilgili bilimsel gelişmelerin ulaştığı seviye hakkında
bize önemli bilgiler sunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında eser bugün olduğu gibi yarın da önemini korumaya devam edecektir. Bu kitapta Türk kültürünün
“Kutadgu Bilig”, “Atabetül Hakayik” gibi büyük ve
klasik eserlerinin çeşitli açılardan yorumu, araştırılması ve tahlili de yer almaktadır. (bk. Ülken, 2007a).
Hilmi Ziya Ülken, bu eserini daha sonradan iki ciltten oluşan Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi adlı yapıtıyla desteklemiştir. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi
bugün hâlâ Türk düşünce tarihi alanında en sağlam
klasiklerdendir. Eser ilk defa 1966 yılında iki cilt hâlinde yayımlanmıştır. Türk düşüncesinin son yüzyıllarda yetiştirdiği en önemli fikir ve sanat adamlarının tahlilini, biyografilerini ve eserlerinin nitelikleri
başta olmak üzere birçok cepheden Türk düşününe
katkılarının irdelendiği bu yapıt alanında çok büyük bir boşluğu doldurmaktadır. 1966 yılından 2005
yılına kadar sekiz kez yayımı gerçekleştirilen, kendi alanında tek olan ve bir nevi ansiklopedi niteliği
taşıyan bu yapıtın bir başka önemi de günümüzde
geniş okur kitlelerinin yararlan(a)madığı eski süreli
yayınları süzgeçten geçirmiş olmasıdır. Eser emsalsiz bir gözlemin, büyük bir dünya görüşünün ve ilim
zihniyetinin çarpıcı örneğini teşkil etmektedir. Yapıt,
Namık Kemal’den Ziya Gökalp’e, Ali Suavi’den
Mustafa Suphi’ye, Dr. Abdullah Cevdet’ten Hikmet
Kıvılcımlı’ya, Beşit Fuat’tan Prens Sabahattin’e,
Yusuf Akçura’dan Ahmet Ağaoğlu’na, A. Hamdi
Başar’a değin uzanan geni bir yelpazede Türk düşünce yaşamının tekâmülünü anlatmaktadır. Türk
Düşünce Tarihi, bugün için hâlâ aşılabilmiş bir eser
değildir. (bk. Ülken, 2005). Hilmi Ziya Ülken’in düşünce tarihi alanına katkı sağladığı düşünülebilecek
diğer bir yapıtı da Uyanış Devirlerinde Tercümenin
Rolü, adlı eseridir. Tarihin çeşitli dönemlerinde uy134
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
garlıkların birbirileriyle olan münasebetlerinde özellikle tercümenin işlevinin inceden inceye işlendiği
bu eser; bilimin, sanatın, tekniğin bugünlere gelmesinde medeniyetlerin birbirleriyle olan etkileşimlerinin önemi üzerinde durmaktadır. Çevirinin bilginin
başka coğrafyalara aktarımında kilit rolü üstlendiği
görüşünü savunan bu yapıt, Türk düşünce tarihinin
de tercüme yoluyla nasıl bir değişime uğradığı konusunda da önemli ipuçları sunmaktadır (bk. Ülken,
1997). Millet ve Tarih Şuuru, Hilmi Ziya Ülken’in
Türk düşüncesi alanında yazdığı bir diğer önemli
kitabıdır. Eser, Ülken’in Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluş yıllarından itibaren, kitabın adında yer
alan kavramlar ekseninde ve sosyolojiden siyaset
bilimine, antropolojiden felsefeye kadar pek çok
disiplinin ortak çerçevesinde kaleme aldığı özgün
incelemelerin bir bütünüdür. Bu incelemeler, milletleşmeye sadece Avrupa uluslarından değil, Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki diğer milletlerden de sonra
başlayan genç Türkiye için adeta bir yol haritası konumundadır. Ülken, bu eserinde okuyucuları önce
modern çağın toplum, millet, kültür, tarih, özgürlük
ve demokrasi kavramlarının keşfine çıkarmaktadır.
Akabinde Türkiye’nin yakın tarihindeki millileşme
girişimlerini, diğer Doğu ve Batı uluslarıyla karşılaştırmalı olarak sunmaktadır. Son bölümlerde ise genç
Cumhuriyet’in olgunlaşmaya doğru yol alan ulusal kültürü için, mevcut kaynaklardan yola çıkarak
yeni saptamalarda bulunmuştur. Eserin ilk baskısı
1948 yılında gerçekleştirilmiştir. 60 yıl sonra eserin
yeniden Türk okuyucusunun istifadesine sunulması Türk düşünce tarihi açısından bir zenginliktir (bk.
Ülken, 2008). Bu çalışmalara ilave olarak rahatlıkla
belirtebiliriz ki Hilmi Ziya Ülken’in düşün alanında
kaleme aldığı daha onlarca farklı eseri bulunmaktadır. Yazar kitaplık yaratabilecek çapta bir külliyat
oluşturmuştur. Ülken bu yönüyle Türk düşünce ta135
Dr. Yenal Ünal
rihi alanında en üretken yazar olma özelliğini bugün
de sürdürmektedir. Yazılan bu eserlerin her biri Türk
düşünce tarihine çeşitli açılardan katkıda bulunmakla birlikte yukarıda incelenen eserlerden sonra yazarın kanaatimizce Türk düşünce tarihine kazandırdığı
en önemli çalışmalarının isimlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: İçtimai Doktrinler Tarihi (bk. Ülken,
1941), ilk baskısı 1941 yılında yapılan Ziya Gökalp
(bk. Ülken, 2007b), ilk baskısı 1942 yılında yapılan
Şeytanla Konuşmalar (bk. Ülken, 2003), Dini Sosyoloji
(bk. Ülken, 1943), ilk baskısı 1946 yılında yapılan
İslam Düşüncesi-Türk Düşüncesi Tarihi Araştırmalarına
Giriş (bk. Ülken, 2000) ve Yirminci Asır Filozofları (bk.
Ülken, 1936). Hilmi Ziya Ülken’in (Ülken ve eserleri
hakkında etraflı bilgi için bk. Kocadaş, 2008: 80-95 ve
Günay, 2004: 5-13) yukarıda incelenen çalışmaları bu
alanda araştırma yapacak bilim adamları için ilk müracaat edilmesi gereken kaynaklar olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Türk düşünce tarihi alanında kilometre taşlarından biri olarak kabul edilebilecek bir diğer eser
Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı yapıttır. Niyazi Berkes
tarafından ilk defa 1964 yılında The Development of
Secularism in Turkey başlığıyla İngilizce olarak neşredilen bu eser, daha sonra Türkçeye kazandırılarak
1978 yılında ilk baskısı yapılmıştır. Eser Türkiye’nin
geleneksel devlet sisteminden çağdaş geçişinin kapsamlı bir tarihçesi konumundadır. Yapıt son yüzyıllarda Türkiye’de yaşanmış köklü değişim süreci içindeki iktisadî bünyeye ve buna bağlı teknik gelişmelere de ışık tutmakta, bunlara paralel olarak gelişen siyasal ve dinsel dönüşümleri de toplumdaki yansımalarıyla birlikte ele almaktadır. Alanındaki en nitelikli
tarih incelemesi diyebileceğimiz bu önemli çalışma,
aynı zamanda Türk düşüncesinin tekâmülünün de
ciddi bir tarihçesidir. 18. yüzyılın sonlarından itibaren siyasal ve askerî hayata bağlı olarak gelişen dü136
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
şüncenin nabzını eser boyunca tutmak mümkündür.
(bk. Berkes, 2004). Niyazi Berkes’in Türk düşünce
dünyasına özellikle Batıcılık-Doğuculuk düşünce çatışmasına açıklık getirmek adına kaleme aldığı Türk
Düşününde Batı Sorunu adlı eseri de Türk düşünce
tarihine katkı sağlayan bir çalışmadır. Berkes’e göre
Avrupa politikasındaki Doğu sorunu, Türkler açısından Batı sorunudur. Osmanlı Devleti’nin dağılışı ile
Avrupa’nın Doğu sorunu kalmamıştır. Fakat Türk
düşününde Batı sorununu kapanmamıştır. Eser kapanmayan bu sorunun derinlemesine ele almaktadır.
Zaten son iki yüz yıllık dönemde Türk düşününü meşgul eden en önemli mevzulardan biri de Batılılaşma
değil midir? (bk. Berkes, 1975). 20. yüzyılda sosyoloji
dalında Türkiye’de yetişmiş en önemli bilim adamlarından biri olduğu birçok çevre tarafından kabul
edilen Niyazi Berkes’in Unutulan Yıllar adlı yapıtı da
araştırma konumuz kapsamında değerlendirilebilecek bir çalışmadır. Berkes, Unutulan Yıllar adını verdiği anılarında yaşadığı olayları çocukluk yıllarında
başlayarak dile getirmiştir. Bunu yaparken, dönemin
toplumsal ve siyasal panoramasını da çizen Berkes,
bir toplumbilimci olarak yorumlarda bulunup; çizdiği tablonun içine o yılların politikacılarını, bürokratlarını, gazeteci, şair, yazar ve entelektüellerini
de almıştır. Eser bu yönüyle Türk düşünce tarihine
özellikle 20. yüzyıl penceresinden ışık tutmaktadır
(bk. Berkes, 2011). Son yıllarda düşünce tarihine olan
ilginin giderek arttığını daha önce dile getirmiştik.
Bununla birlikte Türkiye’de düşünce alanında bilgi
üretiminin hâlâ çok yetersiz olduğunu da belirtmiştik. Nitekim Hilmi Ziya Ülken ve Niyazi Beskes gibi
ustaların gölgesini içinde bulunduğumuz 2013 yılı
içerisinde hâlâ hissetmekteyiz.
Hüseyin Gazi Topdemir tarafından yayıma hazırlanan Türk Düşünce Tarihi adlı eserin bu manada
yeni bir yayın olması nedeniyle düşünce tarihine ilgi
137
Dr. Yenal Ünal
duyan bilim adamlarını heyecanlandırmıştır. Kitabın
tanıtım bülteninde şu bilgilere ver verilmiştir. “Bizim
her türlü bilgi türüne hizmet etmiş, katkılarda bulunmuş
bilim, fikir ve sanat adamlarımız vardır. Bunlar arasında sanat adamlarımız, yani romancı, şair ve mimarlarımız tanınır, fakat fikir ve bilim adamlarımızın çoğunun
adı aydınlarımız tarafından bile bilinmez. Bu bilgisizlik,
acaba bizde özgün düşünce faaliyetleri yok mu? diye haksız çağrışımlar yaptıran soruyu akla getirebiliyor. Yabancı
düşünce adamlarına gösterilen ilgi Türk düşünürlerine
de gösterilse gerek geçmişte, gerek günümüzde zengin bir
fikir hayatımızın olduğu görülecektir. İşte bu küçük kitap
bu amaçla hazırlanmıştır.” Hiç kuşku yok ki Türkiye’de
yabancı düşün adamlarına gösterilen ilgi yerli düşün
adamlarına gösterilmemektedir. Bu açıdan bakıldığında bu durum Türk düşüncesi için büyük bir
darbedir. Türk Düşünce Tarihi adlı söz konusu çalışmanın bu amaçla yayımlanması isabetli bir karardır.
Bununla birlikte kitap konu başlıkları bakımından
oldukça zengin görünmekle birlikte okuyucu bilgi
bakımından tatmin edecek görünümde değildir. Bu
yeni çalışmanın Türk düşününe katkılarını ölçecek
en iyi nesne zamandır. (bk. Topdemir, 2001).
Türk düşünce dünyası tarih boyunca en çok siyasetle ilişki içerisinde bulunmuştur. Etkilendiği ve
beslendiği en önemli kaynak siyasettir. O hâlde Türk
düşünce dünyası incelemelerinde bulunurken siyasi
düşünce tarihini göz ardı etmek mümkün değildir.
Çünkü Türk düşününde siyasi anlamda oldukça
zengin bir birikim vardır. Nitekim İletişim yayınlarının bu birikimi kullanarak hazırlayıp yayımladığı
Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce adlı dokuz ciltlik
çalışma hiç şüphesiz siyasi düşünce alanında çok büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Dokuz ciltten oluşan bu çalışmanın cilt başlıkların şunlardır: “Tanzimat
ve Meşrutiyet’in Birikimi”, “Kemalizm”, “Modernleşme
ve Batıcılık”, “Milliyetçilik”, “Muhafazakârlık”,
138
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
“İslâmcılık”, “Liberalizm”, “Sol” ve “Dönemler ve
Zihniyetler”. Her cildi ayrı bir editör tarafından hazırlanan, farklı görüşlerden yüzlerce bilim adamı,
araştırmacı ve yazarın katkıda bulunduğu bu önemli
külliyat gelecek için umut vaat etmektedir. Bu çalışmadan sonra özellikle siyasi düşünce tarihi alanında
incelemelerde bulunacak genç araştırmacıların önü
açılmıştır (Ayvazoğlu, 2007).
Siyasi düşünce tarihi konusuna temas etmişken bu konu hakkında üzerinde durulması gereken
önemli eserlerden birinin de Yusuf Akçura’nın “Üç
Tarz-ı Siyaset” adlı makalesi olduğunu belirtmeliyiz.
1904 yılında Kahire’de intisâr eden Türk gazetesinde
o dönemin dinamik aydınları arasında Osmanlı siyaseti hakkında bir tartışma açılmıştı. Yusuf Akçura’nın
yaklaşık otuz üç sayfalık “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesi ile başlayan münakaşada tasavvur edilen üç
siyaset tarzı Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük
idi. Akçura, Türkçülüğü terviç ediyordu. Ali Kemal
din ve millet farkı gözetmeden Osmanlıcılığı istiyordu. Ahmet Ferit Tek (bk. Ünal, 2009) ise icaba göre
uyularak realist siyasetleri öne sürüyordu. Daha
sonra giderek diğer Osmanlı aydınlarını da etkisi
altına bu tartışma Türk siyasi düşüncesinde, fikir
akımlarının felsefî karakterini derinden etkilemiştir.
Çünkü bir taraftan çıkış kapısı arayan diğer taraftan
çökmekte olan bir devletin istikbali için kaygı çeken
Osmanlı aydınları için bu makale çalışması bir ilham
kaynağı olmuştur. O dönemde gerek makalede belirtilen görüşleri destekleyen gerek bu görüşlere muhalif tutum takınan Türk aydınlarının fikirlerini ortaya
atmalarında bu küçük ancak etkili eser büyük rol oynamıştır (Akçura, 1991).
Siyasi düşünce alanında Türk siyasi düşüncesinin dışında genel bir çalışma niteliğinde olan Siyasi
Düşünce Tarihi adlı eser Hasan Karaköse tarafından
yayımlanmıştır. İnsanlık düşünce tarihi hakkında
139
Dr. Yenal Ünal
genel bir çalışma olarak değerlendirilebilecek bu
eser üzerinde durulmaya değer bir yapıt olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü eser Türk bilim adamlarının da artık insanlık düşüncesini rahatlıkla değerlendirebileceklerini bize göstermektedir. Bu açıdan
bakıldığında bu çalışma daha sonra yapılacak yeni
araştırmalar için umut verici bir konumdadır. Eserin
tanıtım yazısında şu bilgilere yer verilmiştir: “İbni
Haldun, siyasi güç haline gelen her toplum için iktidarın kaçınılmaz olduğunu şöyle ifade eder: ‘İktidar sahibi,
topraklarını genişletmek isteyince başka toplumları hâkimiyeti altına almaya çalışır. Bunun sonunda devlet ve
mülk denilen toplumsal varlık ortaya çıkar. Toplum olarak
yaşamak güce bağlıdır, gücün arkasından hâkimiyet gelir. Güç arttıkça hâkimiyet daha fazla genişler. Bu durum,
zaman ve şartlara göre devam edebilir. Fakat her şeyin bir
sonu olduğu gibi hâkimiyet ve güç de zamanla yok olur.
Her şey bir sona, her son yeni bir başlangıca doğru gider.’
İnsanlık tarihi işte bu siyasi güç ve hâkimiyetin mücadelesidir. Fakat bu mücadeleyi yapan insanoğlu; hep güzeli; mutluluğu; rahat ortamı bulabilmek için uğraşmıştır”
(bk. Karaköse, 2007). Buradan hareketle eserin siyasi
düşünce tarihi alanında araştırma yapacak araştırmacılar için giriş niteliğinde bir eser olma özelliği
taşıdığını belirtebiliriz.
Türk düşünce dünyasını müşahede altına alırken göz önünde bulundurulması gereken bir diğer
önemli düşünce alanını İslam düşüncesi dünyası olarak belirtirsek yanlış bir saptamada bulunmuş olmayız. Türk düşününü İslam tefekküründen ayrı tasavvur etmek ve bu yönde çalışmada bulunmak hemen
hemen imkânsızdır. Bu bağlamda Türkiye Diyanet
Vakfı tarafından yayımlanan ve bugüne kadar 42 cildi yayımlanan İslâm Ansiklopedisi’nin Türk düşünce
tarihini ilgilendiren maddeleri de ciddi birer icmal
niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla bu ansiklopedide
Türk düşünce tarihinin nabzını yoklamak mümkün140
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
dür. Ansiklopedi hazırlıkları sırasında çok zengin bir
kütüphane, arşiv ve dokümantasyon merkezi kuran
Türk Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi’nin
(İSAM) bu birikimi mantıklı bir şekilde değerlendirdiği araştırmacılar tarafından bilinmektedir. Beşir
Ayvazoğulu’na göre bu kurum, İslâm Ansiklopedisi’ni
tamamladıktan kısa bir süre sonra ihtisas ansiklopedilerine yönelecektir. Bu ansiklopedilerden birinin
de Türk düşünce tarihine ayrılması muhtemeldir
(Ayvazoğlu, 2007).
Türk düşünce tarihi üzerinde çalışan bir diğer
önemli isim de, Hilmi Ziya Ülken’’in öğrencilerinden
olan Süleyman Hayri Bolay’dır. Bolay’ın (S.H. Bolay
hakkında bir değerlendirme için bk. Yavuz, 2011),
bu konuya Türkiye’de Ruhçu ve Maddeci Görüşlerin
Mücadelesi (bk. Bolay, 2008) adlı eserini yazarken
başlayan ilgisinin zamanla Türk düşüncesini geçmişi
ve bugünüyle kuşatacak kapsamlı bir düşünce tarihi
yazma fikriyatına dönüştüğünü görülmektedir. Şu
sıralarda Çağdaş Türk Düşünürleri adlı üç ciltlik bir
eser üzerinde çalıştığını ve sekiz ciltlik Türk Düşünce
Tarihi projesinin büyük bir aşama kaydettiği Türk
Düşüncesinde Gezintiler (bk. Bolay, 2007) adlı yeni
kitabının önsözünden anlaşılmaktadır (Ayvazoğlu,
2007). Ankara’da Nobel Yayınevi tarafından yayımlanan Türk Düşüncesinde Gezintiler adlı eseri Süleyman
Hayri Bolay’ın çeşitli tarihlerde yazdığı makaleleri,
ilmî toplantılarda sunduğu tebliğleri ve kendisiyle yapılmış röportajları ihtiva etmektedir. Bu eserde yazar Sultan Alparslan döneminden Osmanlı’ya
Tazminat’a Meşrutiyet’e ve oran da Cumhuriyet dönemine kısa seyahatler yapmaktadır. Aynı yayınevi
tarafından 2006 yılında Bolay’ın Felsefe Dünyasında
Gezintiler (bk. Bolay, 2006) adlı eseri yayımlamıştır.
Süleyman Hayri Bolay’ın incelememiz kapsamındaki en önemli eserlerinden biri de Osmanlı Düşünce
Dünyası adlı yapıtıdır. Osmanlı düşünce hayatı141
Dr. Yenal Ünal
nı irdeleyen bu çalışma Osmanlı’ya nasıl bakmalı?
Osmanlı nasıl araştırılmalı? Osmanlı ve Türk düşüncesinin sınırları nelerdir? Osmanlı’da düşünce hayatı
var mıdır? Felsefi düşüncenin teşekkül şartları nelerdir? Düşün ve varsa nasıl bir rasyonalite vardır?
Felsefe-din münasebetine nasıl bakılmıştır? Felsefe
nasıl meşrulaştırılmıştır? Hangi eserlerde felsefi düşünce vardır? Hangi felsefe problemleri ele alınmıştır? Hangi sahalarda fikir üretilmiştir? Osmanlıların
düşünce eğitimi metotları nelerdi? Tartışma ilminin
esasları nelerdir? Osmanlı neden tutarsızlık konusu
üzerinde çok durmuştur? Osmanlı’da tefsirin önemi nelerdir? Fatih Sultan Mehmet’teki fetih ruhu
ve diyalektiği nedir? Fetihten sonra İstanbul’dan
kaçan Bizanslı âlimler var mıdır? Bunların İtalya’da
Rönesans’a katkıları nelerdir. Osmanlı modernleşmesinin esasları nelerdir? Bütün bu soruların yanıtını bu kitapta aramak mümkündür. Çok zengin bir
bilgi birikimini ve düşünce dünyasını yansıtan bu
eseri Türk düşünce tarihi alanında araştırma yapacak bilim adamlarının mutlaka incelemesi gerektiği
kanaatindeyiz (bk. Bolay, 2011).
Günümüzde faal olarak Türk düşünce tarihine katkı sağlayan, halen bilimsel araştırma-inceleme
faaliyetlerine devam eden ve heyecanını hiç kaybetmeyen bilim adamlarının başında Kurtuluş Kayalı
gelmektedir. Bu nedenle Kayalı’nın incelemelerine
bu noktada değinmek; onun Türk düşününün gelişimine katkıları üzerinde durmak gereklidir. Kurtuluş
Kayalı günümüzde düşünce tarihi alanında ciddi
manada bilgi üreten sayılı bilim adamlarından biridir. İlkeli, dürüst, mütevazı, hümanist ve oldukça
üretken bir kişiliğe sahip bu entelektüel her görüşten öğrencisinin sevgisini ve takdirini toplamış bir
şahsiyettir. Bütün siyasi görüşlere saygılı ve bilimsel yaklaşan Kayalı’nın da elbette ki bir dünya görüşü vardır. Fakat birçok sosyal bilimcinin düştüğü
142
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
hataya düşmeyerek ötekini yok sayma gereksizliğini yapmayan bu seçkin bilim adamı halen düşünce
üretmekte ve ürettiğini çevresiyle paylaşmaktadır.
Kurtuluş Kayalı’nın Türk düşünce tarihi ikilimi içerisinde değerlendirilebilecek birçok çalışması vardır. Bunlardan biri olan Türk Düşünce Dünyasında
Yol İzleri oldukça önemli değerlendirmeleri ihtiva
eden bir yapıttır. Eserin arka kapak yazısında şu çok
önemli bilgiler verilmektedir: “Elinizdeki kitap, sosyal
bilimsel düşünüş ve özellikle sosyoloji düşüncesine yoğunlaşıyor. Bir derdi ve davası olan, yol açıcı düşünce insanlarının, Hilmi Ziya Ülken, Mümtaz Turhan, Mübeccel
Kıray, Cemil Meriç, Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif, Behice
Boran, Pertev Naili Boratav’ın eserlerinin özünde saklı olana ilişkin tespitlerde bulunuyor. Cumhuriyet’in
kuruluş evresi ile güncellik (yani arefesi ve sonrasıyla
1980!) arasında kalan dönemlerin, özellikle de 1940’ların
kültür ve düşünce ortamıyla ilgili önemli yorumları var
Kayalı’nın. Ünlü “Dil-Tarihli hocaları” ve onların tasfiyesini, zamanın ruhu hakkında fikir verici bir vaka olarak
ele alıyor. 1940’lar ve 1960’ların düşünsel ortamıyla ilgili
belirlemelerin fonunda, Tanzimat ve Meşrutiyet fikriyatını da görüyoruz. Türk düşünce hayatındaki süreklilikleri
kavramak, dönemsel zihniyet farklılıklarını yerli yerine
koymak, problemleri bağlamına oturtmak için vazgeçilmez
bir yol, bu. Türk düşünce tarihinin yakın geçmişine, yakın
geçmişinin de basit kavgasının taraflarına değil, sorunun
vazediliş biçimini eleştiren düşün adamlarına yönelmek…
Kurtuluş Kayalı, bu yönelişin verimli örneklerini veriyor”
(bk. Kayalı, 2011). Kitabın özeti manasında olan bu
tanıtım yazısı aslında kitabın içeriğinin de çok genel bir özetidir ve muhteva bakımından araştırmacılar için ne kadar kıymetli bir kitap olduğunu da
hissettirmektedir. Kurtuluş Kayalı’nın düşünce alanında kaleme aldığı bir diğer eseri de Türk Düşünce
Dünyasının Bunalımı adını taşımaktadır. Kayalı bu
kitabında da Türkiye’de düşünce hayatının kısırlı143
Dr. Yenal Ünal
ğından, düşünce dünyasındaki hafızasızlıktan yakınmayı açıkça dile getirmektedir. Ancak yazar şikâyet etmek yerine Türkiye’deki bu durumu tersine
çevirmek için yeni yorumlarda bulunmaktadır. Bu
yorumlarda yazar toplumsal ve siyasal düşüncenin devingenlik kazandığı bazı tarihsel bağlamlara
dikkat çekmekte amacındadır. Nitekim eserin tanıtım yazısında şu ilginç ifadelere yer verilmektedir:
“Belirli tartışmaların, belirli arayışların bıraktığı izler;
daha önemlisi, bunların unutulmasının, üzerinden atlanmasının yol açtığı etkiler üstüne düşünüyor. Bu çerçevede önemsediği sorunlardan birisi, ekonomik-sosyal
tahlillerden kültür-merkezli değerlendirmelere yönelmenin getirdiği karmaşa... Kadro Hareketi... Dar muhitler ve
meraklıları dışındakilerin pek ilgilenmediği, derinlemesine
incelemediği aydın figürleri -Pertev Naili Boratav, Orhan
Şaik Gökyay, Mustafa Akdağ... Türkiye’nin en canlı siyasal döneminde siyaset bilimine damgasını vuran Maurice
Duverger etkisi... Tartışma bu temalar üzerinden yürüyor. Kurtuluş Kayalı, Türkiye’de aydınların her işi kendilerinden ve kendi dönemlerinden başlatmaları gibi bir
geleneğe karşı duruyor. Düşüncenin aktüalitesiyle değil,
bu ülkede aktüalitenin yitikleştirdiği, flulaştırdığı düşünsel birikimle ilgileniyor” (bk. Kayalı, 2010a). Görünen
gerçek o ki kabına sığmayan bu bilgilendirme yazısı
Kayalı’nın Türk düşünce dünyasında öze nüksetme
idealinde olduğunu göstermektedir. Türk Düşünce
Dünyasının Bunalımı adlı yapıt bugün Türk düşününün yaşadığı sorunları ve aşması gereken engelleri
belirtmesi nedeniyle araştırmacılar için önem taşımaktadır. Bununla birlikte Kurtuluş Kayalı’nın Türk
Düşünce Dünyasının Bunalımı, adlı eseriyle aynı karakteri taşıyan ayrı bir çalışması daha vardır. Türk
Kültür Dünyasından Portreler adlı bu yapıt da, yazarın
birçok çalışmasının ardındaki aynı kaygıyı taşımaktadır. Bu kaygıyı Türkiye’nin düşünce hayatının ve
aydınlarının aktüaliteye esir oluşu ve yerli duyarlı144
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
lıktan uzak oluşları olarak tarif edilebiliriz. Ancak
Türk Kültür Dünyasından Portreler, Türk Düşünce
Dünyasının Bunalımı’na nazaran bu sorgulamayı
daha çok Türk kültür dünyasının önde gelen isimlerinin düşünce ve faaliyetleri ekseninde irdelemektedir. Bir diğer ifadeyle değerlendirmelerini ağırlıklı olarak sosyal bilimcilerin portreleri üzerinden
gözlem yaparak gerçekleştirmektedir. Eserin tanıtım yazısında şu bilgiler verilmektedir: “Şair Cemal
Süreya... Aslına rücû etmek ya da bir tür düşünsel süreklilik çizgisi ile döneklik ithamı arasındaki Çetin Altan...
Siyasetçilikten ziyade düşünsel yanının önemini vurguladığı Bülent Ecevit... Yanlış konumlandırıldığını savladığı
Hasan Âli Yücel... Karikatürist Ali Ulvi... Kadri bilinmemiş mahçup mizah öykücüsü Özdilek Erdem... Ve tabii
sosyal bilimciler: Siyasal ve entelektüel iktidar odaklarından uzak bir düşünce adamı, Hilmi Ziya Ülken... Siyasal
konjonktürün düşüncelerini biçimlendirdiği bilim adamı
Emre Kongar... Kayalı’nın ısrarlılığını, iç tutarlılığını ve
gözünü Türkiye’nin özgünlüğüne açık tutuşunu vurguladığı Niyazi Berkes... 1960’ların entelektüel ortamına damgasını vuran özellikleri ve akademisyen kimliğiyle Behice
Boran... Hem döneminin etkilerine tâbi olmayışı hem de
biyografisi itibarıyla atipik bir entelektüel olarak İdris
Küçükömer... Türkiye’nin düşünce ve kültür dünyası hakkındaki bu yazılar, söz konusu ortamın kısırlığına ilişkin
nedenlerle birlikte, o nedenler hakkındaki önyargıları da
sorguluyor” (bk. Kayalı, 2010b). Kayalı’nın bu eseri
de diğerleri gibi araştırma konumuz açısında büyük
bir öneme haizdir. Yazarın mizahî ve hiciv taşıyan
unsurlarla fikirlerini beyan etmesi okuyucu için çok
daha büyük bir kazanım olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Türk kültür dünyasından örneklemlerle
karşımıza çıkan bu eserin dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Çünkü yazar hiç kuşku yok ki eserinde
kabına sığmayan çok önemli tespitlerde bulunmuştur. Bununla birlikte Kayalı’nın da bir dünya görü145
Dr. Yenal Ünal
şü vardır ve elbette fikirlerini ortaya atarken kendi
düşünce dünyasına sadık kalacaktır. Fakat okuyucu
her okuduğunu doğru kabul etmek yerine birçok
kaynağı karşılaştırmalı olarak analiz ederek en doğrusunu bulmakla yükümlüdür. Kayalı’nın incelememiz kapsamında değerlendirilmesi gereken son
çalışması Ordu ve Siyaset 27 Mayıs-12 Mart’tır. Türk
düşünce tarihinin vazgeçilmez bir parçası olan Türk
siyasi tarihin alanında önemli bir boşluğu doldurduğunu düşündüğümüz bu eser ordu-politika ilişkisinde Cumhuriyet’in kuruluşundan 12 Mart sonrasına
kadar yaşanan gelişmeleri, asker-sivil aydınlar ile
toplum arasındaki kopukluk açısından değerlendirmektedir (bk. Kayalı, 2012). Eser resmî, yerleşik ve
muhalif bakış açılarından çok daha farklı bir bakış
açısıyla karşımıza çıkmaktadır.
Düşünce tarihi alanında burada adı zikredilmesi gereken bir diğer kaynak Orhan Hançerlioğlu
tarafından kaleme alınan ve okuyucular tarafından
büyük bir ilgi gören Düşünce Tarihi adlı çalışmadır.
Hiç şüphesiz incelememiz tamamen Türk düşünce
tarihi alanında vücuda gelmiş çalışmalar üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Diğer bir ifadeyle bu makale çalışması Türk düşünce tarihi ile sınırlıdır. Bununla
birlikte insanlık düşüncesi alanında genel bir çalışma
olarak karşımıza çıkan Düşünce Tarihi adlı bu eser bir
Türk araştırmacının elinden çıkması ve yayımlanmasından bu yana bilimsel çevrelerde çok etkili olması
nedeniyle üzerinde durulması gereken bir çalışmadır. Yapıt Türk düşünce tarihinden ziyade insanlık
düşüncesini genel ancak akıcı ve derinlemesine ele
alan bir eserdir. Türkiye’de düşünce tarihi alanında
çalışma yapacak araştırmacılar için bir nevi el kitabı
mahiyetindedir (bk. Hançerlioğlu, 2012).
2006 yılında yayımlanan ve Muharrem Sevil
tarafından hazırlanan Türk Düşünce Hayatı oldukça
ilginç bir kitap çalışması olarak karşımıza çıkmak146
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
tadır. 463 sayfadan oluşan bu hacimli incelemenin
tanıtımında Muharrem Sevil çok enteresan bilgiler
vermiştir. Söz konusu tanıtım yazısında şu ifadelere yer verilmiştir: “Ortaçağ tarihçileri ve o dönemin
haritacıları, dünya haritasını çizerken genellikle bildikleri
anakaraları, denizleri işledikten sonra, bilmedikleri bölgeleri canavarlar bölgesi, insan yiyen kabilelerin yaşadığı
bölgeler diye kendilerince tehlikeli isimlerle geçiştirirlermiş. Türk düşünce tarihiyle ilgili çalışmalar bugüne kadar
genellikle ortaçağ tarihçilerinin bu bakış açısıyla yürüdü.
Bilinen veya bilindiği varsayılan bölgeler işaretlendikten
sonra bilinmeyen, tanınmayan bölgeler bir tehdit alanı
olarak görüldü. Son zamanlarda Türk düşünce hayatıyla ilgili çalışmalarda bu tehlikeli bölgelerin aslında pek de
öyle zannedildiği, vehmedildiği gibi tehlikeli olmadığını;
tam tersine bizim gerçek düşünce zenginliklerimizin tam
da buralarda yaşadığını gösterme çabasının öne çıktığını düşünüyorum. Dolayısıyla böyle bir bakışla bugüne
kadar zihnimizde kompartımanlaştırdığımız, Batıcılık,
İslamcılık, Türkçülük, Kemalizm, Sosyalizm, Liberalizm,
Anadoluculuk gibi çok konuşul(amay)an alanları, şimdi
daha özgül ağırlıklarına uygun bir üslup içerisinde değerlendirme şansına sahibiz. Bu akımların bizim zihnimizde
kategorileştirdiğimiz kadar birbirlerini dışlamadıklarını,
konjonktürel olarak birbirlerini nasıl içerdiklerini, birbirlerini nasıl dönüştürdüklerini, birbirlerini nasıl etkilediklerini ve dolayısıyla aslında aynı bütünün bileşenleri
olduklarını daha kolay görebiliriz... Türkiye’nin düşünce
haritasında yer alan bölgeler farklılıklarından çok benzerlikleriyle öne çıkarken Türk aydınları da hep baştan beri
ya savunma psikolojisi içerisinde ya yitirilenleri tekrar
alma tutkusu içerisinde veya başını biraz daha dik tutmak
isteyen bir milletin sözcüsü olmak kaygısıyla hep bir seferberlik duygusu içinde yaşadı ve bu duyguyu da düşüncelerine yansıttı. Sanıyorum bu seferberlik öyle kolay bitecek gibi görünmüyor” (bk. Sevil, 2006). Oldukça ilginç
bilgileri içeren bu tanıtım yazısından yola çıkarak
147
Dr. Yenal Ünal
bu incelemenin Türk düşünce dünyasına oldukça
önemli katkılar sağlayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Elbette ki daha önce de zikrettiğimiz üzere bir
eserin en nesnel münekkidi zamandır. Buradan hareketle ilerleyen on yıllarda bu kitabın işlevini daha
sağlıklı görebileceğiz. Fakat bugün için müracaat
edilmesi gereken güncel bir eser olması nedeniyle bu
eser önemsenmelidir.
Yakın dönemde Türk düşünce tarihi alanında
yapılan bir diğer çalışma da İbn-i Kemal ve Düşünce
Tarihimiz adlı kitap çalışmasıdır. Yazdığı eserleri,
hukukçuluğu, çevresindeki aydınları derinden etkilemesi bağlamında çok önemli bir bilgin olan İbn-i
Kemal’in özellikle Osmanlı düşünce tarihi üzerine
ortaya koyduğu düşüncelerini inceleyen bu çalışma örnek bir incelemedir. Benzer çalışmaların diğer
önemli Türk âlimleri için de yapılması gerekmektedir (bk. Dalkıran, 1997).
İncelememiz kapsamında değerlendirilebilecek bir başka çalışma da Osmanlı Düşünce Dünyası ve
Tarih Yazımı adlı çalışmadır. Türk tarihinin büyük bir
hacmini oluşturan Osmanlı Devleti dönemi düşünce tarihi hakkında bize küçümsenemeyecek yoğunlukta bilgiler aktaran bu eseri İlber Ortaylı kaleme
almıştır. İlber Ortaylı’nın zikredilen bu eseri okuyucuyu 18. ve 19. yüzyıl Osmanlı düşünce dünyasında
önemli bir gezintiye çıkarmaktadır. Yazar bu eserinde Osmanlı Devleti’nde laiklik hareketleri gibi geniş
bir yelpazede okurlarını enginleştirmeye çalışmaktadır (bk. Ortaylı, 2010).
İncelememiz kapsamında buraya kadar irdelediğimiz eserler doğal olarak tarihî, sosyolojik, felsefî
ağırlıkta çalışmalardı. Her biri çok kıymetli olan bu
kilit eserlerin ilerde büyük hazine kapılarını açacağı
kesindir. Bununla birlikte incelememizin bu kısmında da Türk edebiyatı ve Türk düşünü üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. Makale çalışmamızın baş148
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
larında Türkiye’nin özellikle düşünce tarihi alanında
Türk ve dünya kültürüne sunduğu bilgi üretiminin
hâlâ çok yetersiz olduğu konusunda bir görüş ileri
sürmüştük. Çünkü Türkiye’de fikir ve düşünce adamı yetiştirme kuraklığı yaşandığı ancak bunun da
tersine dönmeye başladığı bir gerçektir. Çalışmamız
bünyesinde yeri gelmişken Türk düşünce tarihi açısından önemli şu üç dergiye de temas etmek gerekmektedir. Bu dergiler Adımlar, Yön ve Doğu-Batı dergilerdir.
Bu dergilerden Adım dergisi Mayıs 1943-Nisan
1944 tarihleri arasında Ankara’da yayımlanmış bir
düşünce ve edebiyat dergisidir. Derginin sahibi ve
yayın müdürü ünlü felsefeci Behice Boran’dır. Dergi
on iki sayı yayımlanabilmiştir. Yazarları arasında
Behice Boran, Hilmi Ziya Ülken, Pertev Naili Boratav,
Niyazi Ağırnaslı, Niyazi Berkes Mediha Berkes
Muzaffer Şerif Başoğlu, Orhan Kemal, Sabahattin Ali
gibi felsefeci, sosyolog, psikolog ve edebiyatçılar bulunmaktadır. Marksist bir yaklaşımla tarih, sosyoloji
ve iktisat gibi alanlara yoğunlaşan bu dergide ayrıca
sanat yazılarına, şiir ve öykülere de yer verilmiştir.
Düşünce, kültür ve teknik konulara yoğunlaşan dergi yayımlandığı dönemin en önemli düşün yayınlarında biriydi. Bugün için de önemini muhafaza eden
bu yayının, özellikle 1940’lı yılların düşünce dünyasının içinde bulunduğu durumu aksettirmesi açısında mühim bir değeri vardır.
Yön, Ankara’da 20 Aralık 1961 tarihinde yayım
hayatına başlamış bir dergidir. Derginin sahibi Doğan
Avcıoğlu’dur. Yayın 24 sayfa büyük boy hâlinde 30
Haziran 1967 tarihine kadar 222 sayı neşredilmiştir.
Devletçilik temelinde gelişen bir sosyalizmi savunan
bu yayının ulusal sol politikaları savunduğu görülmektedir. 1930’lu yılların Türk iktisadî düşünce tarihine yön veren Kadro dergisi gibi bir aydın hareketi
olan bu dergi bürokrat aydınların, asker ve sivil karı149
Dr. Yenal Ünal
şımından oluşmuştur. Kurucuları arasında Mümtaz
Soysal ve Cemil Reşit Eyüboğlu da vardır. Derginin
ilk sayısında 1041 aydının imzaladığı ve Yön manifestosu olarak bilinen “Yeni Devletçilik” bildirgesi
yayımlanmıştır. Türk entelektüel ve düşünce dünyasında geniş etkiler yaratan Yön, CHP ve TİP gibi partilere yakın bir duruş sergilemiştir. 1960’lı yılların hiç
tartışmasız en etkili düşünce dergisi olan Yön diğer
Türk süreli yayınları gibi uzun ömürlü bir kültür faaliyeti olamamıştır. Nitekim Doğan Avcıoğlu, Yön’den
sonra 21 Ekim 1969’da Devrim dergisini yayımlamıştır.
Günümüzde Adım, Yön, Devrim, Aydede ve diğer bütün önemli dergilerin boşluğunu dolduran
ve faal durumda bulunan Doğu-Batı, geniş kitlelere
hitap eden bir yayındır. Birbirinden ilginç konularla
birçok farklı siyasi görüşen mensup bilim adamının
araştırma sonucunu paylaştığı bu dergi, Türk düşünce dünyasına büyük bir zenginlik katmaktadır. Dergi
bugün için yayım faaliyetlerine yoğun bir şekilde devam etmektedir. Yayın kurulunda Halil İnalcık, Fuat
Keyman, Mehmet Ali Kılıçbay, Etyen Mahçupyan,
Şerif Mardin, Süleyman Seyfi Öğün, Doğan Özlem
ve Ali Yaşar Sarıbay bulunmaktadır. Danışma kurulu ise Cemal Bali Akal, Tülin Bumin, Ufuk Coşkun,
Nezih Erdoğan, Cem Deveci, Ahmet İnam, Hasan
Bülent Kahraman, Yusuf Kaplan, Kurtuluş Kayalı,
Nuray Mert, İlber Ortaylı, Özge Özmen, İlhan Tekeli,
Mirze Mehmet Zorbay’dan oluşmaktadır. Bugün
için dergi 63. sayısına ulaşmıştır. 63 Sayının konusu
“Toplumsal Cinsiyet I” adını taşımaktadır. Derginin
özellikle 11, 12 ve 16. sayıları konumuzla direkt ilgilidir. 11. sayı Türk Düşünce Serüveni: Araftakiler,
12. sayı Türk Düşünce Serüveni: Akademidekiler ve 16.
sayı Türk Düşünce Serüveni: Geç Aydınlanmanın Erken
Aydınları başlığıyla yayımlamıştır. Bu konular dışında muhafazakârlık, milliyetçilik, Osmanlı Devlet geleneği, ideolojiler gibi birçok başlık altında derginin
150
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
sayıları bulunmaktadır. Buradan hareketle Doğu-Batı
dergisinin Türk düşüncesinin gelişiminde önemli bir
rolü çoktan aldığı ve başarılı bir şekilde sürdürdüğü
görülmektedir.
4. Tartışma ve Sonuç
Kalaşnikov marka tüfeğin icadı bir düşüncenin
ürünüdür. Türkiye’nin ekonomik ve sosyal alanlarda
gelişiminin önündeki en büyük engellerden biri olan
PKK terör örgütünün kurulması da bir düşüncenin
ürünüdür. Ortadoğu’da uygulanması planlanan
“Büyük Ortadoğu Projesi”, Avrupa Birliği’nin kurulması, Süveyş Kanalı’nın açılması, Amerika Birleşik
Devletleri’nin Irak’ı işgali, Rusya’nın, bugün zor
günler geçiren Suriye’deki Baas rejiminin arkasında
durması, İngilizlerin dünyanın son 300 yılına hâkim
olan sömürge faaliyetleri bütünüyle bir düşüncenin
ya da düşüncelerin bir araya gelerek oluşturduğu
ideolojilerin ürünüdür. Dünya üzerinde varlığını
sürdüren en önemli gücün düşünce olduğunu söylersek sınırları zorlamış mı oluruz? Düşünce her
şeyin başlangıç ve olgunlaştığı noktadır. O hâlde
önemsenmeyi fazlasıyla hak etmektedir. Zaten onu
önemseyen insan topluluklarının örneğin Batılıların
bugün ulaştığı seviyeyi tartışmaya gerek var mıdır?
Batı’nın düşünce alanında mücadele ederek aştığı
büyük zorlukları tam olarak kavramadan Türkiye’de
büyük atılımları gerçekleştirmek sanıldığı kadar kolay görünmemektedir.
Türkiye’de bugün düşünce tarihi alanında yavaş da olsa bir uyanma evresi yaşanmaktadır. Çünkü
düşünce tarihi çalışmalarının gelecek konusunda en
somut bilgileri sunacağı, tarihçiler arasında her geçen gün daha çok kabul görmektedir. Bu nedenle hemen her yıl bu alanda yapılan çalışmaların adedi ve
bilgi yoğunluğu giderek artmaktadır. Bu bilgi büyük
bir kalkınma hamlesi içerisinde bulunan Türkiye
151
Dr. Yenal Ünal
adına umut vericidir. Bununla birlikte konuyla ilgili
olarak kabul edilmesi gereken net bir realite vardır.
Bu realite Türk düşünce tarihinin halen Hilmi Ziya
Ülken’nin vücuda getirdiği eserleri aşamamış durumda bulunmasıdır. 20. yüzyılda yaptığı büyük
araştırmalarla Türk düşünce tarihi araştırmalarını
başlatan ve çok sayıda kıymetli yapıt kaleme alan
Ülken bu alanda bir nevi çığır açıcı rol oynamıştır.
Açtığı yolda çok kıymetli bilim adamları yetişmiştir
ve yetişmektedir. Üretilen ve paylaşılan yeni bilgiler
daha başka bilgilerin oluşmasına katkı sağlamaktadır. Gayretli birkaç bilim adamının çabasıyla başlayan bu alandaki araştırmalar günümüzde hız kazanarak istenilen noktalara hedeflenmiş durumdadır.
Nitekim Kurtuluş Kayalı, Hilmi Ziya Ülken, Niyazi
Berkes, Behice Boran, Şerif Mardin, Kemal Karpat,
Pertev Naili Boratav, Süleyman Hayri Bolay, Mete
Tunçay, İsmail Kara, Şükrü Hanioğlu, Hüseyin Gazi
Topdemir, Doğan Ergun, Süleyman Seyfi Öğün,
Mümtazer Türköne, Naci Bostancı, Mümtaz Turhan,
Mübeccel Kıray, Cemil Meriç, Muzaffer Şerif gibi bilim adamı ve araştırmacıların çalışmaları genç araştırmacılara örnek teşkil etmektedir.
152
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
BİBLİYOGRAFYA
Akçura, Yusuf, Üç Tarz-ı Siyaset, 3. bs. Ankara, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, 1991.
________, Yeni Türk Devletinin Öncüleri 1928 Yazıları, 2. bs.
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001.
Akşin, Sina & Bşk. Osmanlı Tarihi (1600–1908) II, Milliyet
Yayınları, İstanbul, 2005.
Altınkaş, Evren, “Osmanlı Modernleşmesinin Özgün
Noktaları”, History Studies, Volume 3/3, Samsun, 2011.
Ayvazoğlu, Beşir, “Türk Düşünce Tarihini Yazmak”,
Zaman, 20 Eylül 2007.
Berkes, Niyazi, Türk Düşününde Batı Sorunu, Ankara, Bilgi
Yayınevi, 1975.
________, Türkiye’de Çağdaşlaşma, 7. bs. haz. Ahmet Kuyaş,
İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2004.
________, Unutulan Yıllar, 4. Baskı, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2011.
Bolay, Süleyman Hayri, Felsefe Dünyasında Gezintiler,
Nobel Yayın Dağıtım Yayınevi, Ankara, 2006.
________, Türk Düşüncesinde Gezintiler, Nobel Yayın
Dağıtım Yayınevi, Ankara, 2007
________, Türkiye’de Ruhçu ve Maddeci Görüşlerin
Mücadelesi, 5. Baskı, Nobel Yayın Dağıtım Yayınevi,
Ankara, 2008.
________, Osmanlı Düşünce Dünyası, 2. Baskı, Akçağ
Yayınları, Ankara, 2011.
Dalkıran, Sayın, İbn-i Kemal ve Düşünce Tarihimiz, Osmanlı
Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1997.
Fırat, Ali Haydar, “Siyasal Gelişmeler Bağlamında Türk
Düşünce Dünyası”, Radikal, 13.04.2009.
Günay, Ünver, “Türk Tefekkürü Tarihi (2004) ve Türkiye’de
Çağdaş Düşünce Tarihi (1992)”, kitap tanıtımı ve
tahlili, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, Sayı: 16 Yıl: 2004/1 (5-13 s.).
Hançerlioğlu, Orhan, Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2012.
Heyd, Uriel, Ziya Gökalp (Türk Milliyetçiliğinin Temelleri),
çev. Cemil Meriç, Sebil Yayınevi, İstanbul, 1980.
Karaköse, Hasan, Siyasi Düşünce Tarihi, 2. bs. Nobel Yayın
153
Dr. Yenal Ünal
Dağıtım Yayınevi, Ankara, 2007.
Kayalı, Kurtuluş, (2010a), Türk Düşünce Dünyasının
Bunalımı, 3. bs. İletişim Yayınları, İstanbul, 2010.
________, (2010b), Türk Kültür Dünyasından Portreler, 2. bs.
İletişim Yayınları, İstanbul, 2010.
________, Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri, 4. bs.
İstanbul, İletişim Yayınları, 2011.
________, Ordu ve Siyaset -27 Mayıs - 12 Mart, 5. bs, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2012.
Kocadaş, Bekir, “Türkiye’de Toplumbilim Öncülerinden:
Hilmi Ziya Ülken”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Adıyaman,
2008.
Mardin, Şerif, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, çev.
Mümtazer Türköne, Fahri Unan, İrfan Erdoğan,
İstanbul, İletişim Yayınları, 2002.
Okumuş, Ejder, Klasik Dönem Osmanlı Devleti’nde Din
Devlet İlişkisi, Ankara, Lotus Yayınevi, 2005.
Ortaylı, İlber, Osmanlı Düşünce Dünyası ve Tarih Yazımı, İş
Bankası Kültür Yayını, İstanbul, 2010.
Sevil, Muharrem, Türk Düşünce Hayatı, Hece Yayınları,
İstanbul, 2006.
Topdemir, Hüseyin Gazi (Yayına Hazırlayan, Türk
Düşünce Tarihi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları,
Ankara, 2001.
Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma
Hareketleri, Yedigün Matbaası, İstanbul, 1960.
Ülken, Hilmi Ziya, Yirminci Asır Filozofları, Kanaat
Kitabevi, İstanbul, 1936.
________, İçtimai Doktrinler Tarihi, İstanbul Üniversitesi
Yayınları, İstanbul, 1941.
________, Dini Sosyoloji, İstanbul Üniversitesi Yayınları,
İstanbul, 1943.
________, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, Ülken
Yayınları, İstanbul, 1997.
________, İslam Düşüncesi-Türk Düşüncesi Tarihi
Araştırmalarına Giriş, Ülken Yayınları, İstanbul, 2000.
________, Şeytanla Konuşmalar, Ülken Yayınları, İstanbul,
2003.
________, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, 8. bs. Ülken
154
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Yayınları, İstanbul, 2005.
________, (2007a), Türk Tefekkürü Tarihi, 3. bs. İstanbul,
Yapı Kredi Yayınları, 2007.
________, (2007b), Ziya Gökalp, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2007.
________, Millet ve Tarih Şuuru, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2008.
Ünal, Yenal, Ahmet Ferit Tek, Bilgeoğuz Yayınevi, İstanbul,
2009.
Yavuz, Hilmi, “Bilimin Değeri Meselesi: Süleyman Hayri
Bolay’ın Kitabı üzerine Notlar”, Zaman, 23.02.2011.
Yerasimos, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, 3. bs.
İstanbul, E Yayınları, 1980.
155
5) REFİK HALİT KARAY’IN ESERLERİNDE BATI
İMGESİ193
GİRİŞ
“Refik Halid Karay’ın Eserlerinde Batı İmgesi”
başlığıyla ortaya koyulan bu çalışmada yazarın Batı
dünyası hakkındaki fikir ve kanaatleri değerlendirilmeye çalışılmıştır. İncelemede ağırlıklı olarak
Karay’ın eserlerinde yer alan Batı imgesinden hareketle yazarın Batı’yı duyuşu, düşünüşü ve değerlendirmeleri müşahede altına alınmıştır.
Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemeye başladığı dönemlerden itibaren Türk siyasi ve
kültür hayatına girmeye başlayan “Batı” eski tabirle “Garp” kavramı günümüzde dahi Türk aydınının
düşünce dünyasında çok büyük bir yer kaplamaktadır. Coğrafi keşifler, Reform ve Rönesans hareketleri
temelinde özellikle 18. yüzyılda gerçekleşen endüstri
devrimiyle birlikte dünyanın en güçlü medeniyeti hâline gelen Batı medeniyeti doğal olarak birçok farklı
coğrafyadan bilim adamının ve entelektüelin ilgisini
İlk defa Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi’nin 16. cildinin 33. sayısında yayımlanmıştır.
193
Dr. Yenal Ünal
çekmiştir. Çünkü bu bilim adamları ve düşünürler
yaşadıkları coğrafyadaki sosyal hayatın, bilimin ve
sanatın seviyesini tespit ederken Batı’yı bir anlamda
ölçü olarak kabul etmişler ve değerlendirmelerini
Batı standartlarına göre gerçekleştirmişlerdir. Söz
konusu aydınlar, tıpkı Batı’yı muhtelif cephelerden
takip eden siyasi ve askeri yetkililer gibi bu medeniyeti gözlemlemişler ve onu anlamaya çalışmışlardır.
1699’dan itibaren büyük bir gerileme dönemine giren Osmanlı İmparatorluğu, özellikle Batı’da
yaşanan olağanüstü gelişmeleri göz önüne alarak bir
takım ıslahat çalışmalarına gerçekleştirmiştir. Batı
karşısında gerilemeyi durdurabilmek için siyasilerin
gerçekleştirdiği faaliyetlere benzer nitelikte 19. yüzyıldan itibaren kimi sanatkârlar ve bilim adamları da
büyük bir çaba içerisine girmişlerdir.
Batı, Türk aydını için bir taraftan hayranlık duyulacak bir büyük zenginlik kaynağı diğer taraftan
Osmanlı ülkesi başta olmak üzere bütün dünyayı
saran korkunç bir tehlike olarak telakki edilmiştir.
Günümüzde bu düşüncenin hâlâ önemini muhafaza
ettiğini rahatlıkla ifade edebiliriz.
19. yüzyılın sonlarında dünyaya gelen ve 1965
yılına kadar Türk toplumunu bütün yönleriyle anlamaya gayret eden Refik Halid işte bunu gerçekleştirmeye çalışırken yine Batı kavramına eserlerinde
sık sık yer veren ve Batı’yı çeşitli şekillerde değerlendiren aydınlardan biridir. 15 Mart 1889 tarihinde
İstanbul’da dünyaya gelen Refik Halid, oldukça genç
yaşlarda yazın hayatına girmiştir. II. Meşrutiyet’in
ilanıyla birlikte gazetecilik hayatına başlayan Refik
Halid aynı zamanda edebiyat sahasında da çalışmalarının ilk nüvesini oluşturmaya başlamıştır. Buna
ilaveten kısa sürede siyasetle de yakından ilgilenmiş,
İttihat ve Terakki’nin çok sert bir muhalifi olmuş bu
nedenle 1913-1918 yılları arasında Anadolu’da birinci sürgün devrini yaşamıştır. Damat Ferit Paşa
158
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Hükümeti döneminde Posta-Telgraf Umum Müdürü
sıfatıyla Millî Mücadele hareketi karşısında gerçekleştirdiği eylemlere ilave olarak Alemdâr, Sabah,
Peyam-ı Sabah, Aydede gibi basın-yayın organlarında
Kirpi ve Aydede müstear adlarıyla yazdığı muhalif
makalelerinden dolayı ikinci sürgün devrini de yaşamak zorunda kalmıştır. Nitekim Peyam-ı Sabah’ın,
Millî Mücadele muhalifi yazarı Ali Kemal Bey’in
İzmit’te 6 Kasım 1922 tarihinde linç edilmesi üzerine
diğer muhalifler gibi Refik Halid de büyük bir dehşete kapılmış ve 9 Kasım 1922 tarihinde İstanbul’dan
ayrılarak Beyrut’a ulaşmıştır.194 Millî Mücadele yıllarında yaptığı faaliyetlerden dolayı 150 kişilik listeye
dâhil olan Refik Halid, 1927 yılında vatandaşlıktan
da çıkarılmıştır.195 Karay, ikinci sürgün yıllarında Gaziantepli Celal Kadri’nin, Halep’te çıkardığı
Doğru Yol adlı gazetede, mezkûr şahsın talebiyle makaleler yazmıştır.196 Bununla birlikte Nisan 1923’te,
kendi ifadesiyle “geçmişi yeniden canlandırmak” maksadıyla Minelbab İlelmihrab’ı yazmaya girişmiştir.197
1926 senesine kadar yayın felsefesini beğenmemekle beraber geçimini temin için Doğru Yol gazetesine
fıkralar yazmıştır. Daha sonra Nuri Genç’le birlikte
Halep’te 18 Mayıs 1928 tarihinde milliyetçi bir gazete olan Vahdet’i yayımlanmaya başlamıştır.198 Edebî
194
Refik Halid Karay, Minelbab İlelmihrab, 2. Bs. İnkılap Yayınevi,
İstanbul, 1992, s. 260.
195
Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt II, Millî
Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s. 1206.
196
Hikmet Münür Ebcioğlu, Kendi Yazıları ile Refik Halid, Semih
Lütfi Kitabevi, İstanbul, 1943, s. 58; Osman Nuri Ekiz, Refik Halid
Karay Hayatı ve Eserleri, Gökşin Yayınları, İstanbul, 1984, s. 17.
197
Şükran Kurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı II, Meşrutiyet Dönemi,
4. Bs. Bilgi Yayınları, Ankara, 1994, s. 55; R. H. Karay, Minelbab
İlelmihrab, s. 7, 8.
198
Şerif Aktaş, Refik Halid Karay, Akçağ Yayınevi, Ankara, 2004,
s. 52; Ali İmren, Refik Halid Karay (Hayatı ve Eserleri), Yeryüzü
Yayınevi, Ankara, 2002, s. 9.
159
Dr. Yenal Ünal
müdürlüğünü Refik Halid’in yaptığı gazetede Türk
inkılabı lehine yazılar yazılmıştır.199 16 Temmuz 1938
tarihinde yüzelliliklerin af kanununun resmî gazetede200 yayımlanarak, yürürlüğe girmesiyle Millî
Mücadele’ye karşı çıkmış ve yurt dışında bulunan
sürgünlerin geri dönebilmesi mümkün olmuştur.201
1938’de çıkartılan umumî afla yurda dönen Refik
Halid, yazı faaliyetlerine kaldığı yerden devam etmiş ve Tan gazetesinde “Hafta Muhasebesi” serlevhası altında makalelerine başlamıştır. Dönüşünde
edebiyat alanındaki ilk önemli faaliyeti ise yine Tan
gazetesinde Yezidin Kızı adlı romanını tefrika etmiş
olmasıdır. Artık hiçbir surette siyaset ve politikayla
ilgilenmeyen Karay, fıkra, hatıra, tefrika ve ağırlıklı
olarak roman türünde eserler vermiştir. 18 Temmuz
1965 tarihinde hayata veda etmiştir.202
Refik Halid Karay’ın edebi kişiliğinin yanı sıra
tarihi ve siyasi bir yönü daha bulunmaktadır. Yazar
başta II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi olmak
üzere siyaset, psikoloji, tarih, dil ve edebiyat konuları
üzerinde düşünmüş ve bu düşüncelerini okuyucuyla paylaşmıştır. Karay’ın ilgisini çeken bir diğer mühim konu da Batı dünyasında meydana gelen önemli
gelişmelerin Türk toplumu ve dünya toplumlarına
Bayram Arslantaş, Refik Halid ve Millî Mücadele, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisan Tezi),
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 2003, s. 88;
H. M. Ebcioğlu, a.g.e., s. 67, 68.
200
Düstur, 29 Haziran 1938, Üçüncü Tertip, Cilt 19, Kanun No:
3527, 1956, s. 779; Resmî Gazete, Sayı 3961-Kabul Tarihi: 29.06.1938,
İlan Tarihi 16 Temmuz 1938; Türkiye Büyük Millet Meclisi Kavanin
Mecmuası, Af Kanunu, Devre V, İçtima III, Cilt 18, 1938, s. 11511152; Anabritannica Genel Kültür Ansiklopedisi, “Refik Halid
Karay”, Cilt 18, 15. Bs. Ana Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 161.
201
Ahmet Oktay, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı (1923-1950),
Kültür Bakanlığı, Ankara, 1993, s. 964.
202
Yenal Ünal, Yakın Dönem Türk Tarihinde Refik Halid Karay,
Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2013, s. 121-125.
199
160
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
etkileridir. Refik Halid’in Batı dünyası hakkındaki
fikirlerini, kanaatlerini ve düşüncelerini irdelemeye
çalışan bu çalışmada yazarın eserlerinde verdiği bilgilerden yola çıkılarak iki ana konu üzerinde durulmuştur:
1) Batı dünyasında yaşanan siyasi, ekonomik,
askeri gelişmeler ve bu gelişmelerin dünyaya yansımaları.
2) Batı medeniyetinin medeni seviyesi, sosyal yapısı, düşünce dünyası ve Avrupa kültürünün
Türkiye’ye etkileri.
I. BATI DÜNYASININ SİYASİ, EKONOMİK,
ASKERİ YAPISI VE
BU YAPININ DÜNYAYA TESİRLERİ
Refik Halid muhafazakâr, devrine göre zengin, geleneklerine son derece bağlı olmakla birlikte modern olarak
sıfatlandırılabilecek bir ailede yetişmiştir. Dindar bir yapıya ve dinî kurallara göre hayatını yönlendiren bir kişiliğe
sahip olmayan yazar, Batı’nın bilimini, teknolojisini, sanatını ve medeniyetini son derece beğenmekle birlikte manevi anlamda mensubu olduğu Türk milletinin kültürüne
ve ananelerine sıkı sıkıya bağlı bir şahsiyettir.
Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde çağdaş
Avrupa’nın Türkiye aleyhine yürüttüğü yıkıcı askeri ve
siyasi faaliyetler Refik Halid’de, Batı’ya karşı kendiliğinden gelişen bir kin ve husumet duygusunun ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Refik Halid, yaşadığı hayat
dikkate alındığında modern bir sanatkâr olarak ifadelendirilebilir. Ancak eserleri dikkatle incelendiğinde görülmektedir ki yazar dil, edebiyat, kültür ve gelenekler bahsi
söz konusu olduğunda oldukça muhafazakâr bir yapıya
sahiptir. Yazar bu konu hakkında “Bir Ömür Boyunca”
adlı yapıtında Batı dünyası hakkında şu genel değerlendirmelerde bulunmuştur: “Hatıralarımı yokladığım zaman
şimdi daha berrak ve belirgin olarak görüyor, anlıyorum
ki en küçük yaşımdan beri ilericiliği benimsediğim hâlde
161
Dr. Yenal Ünal
Batılıya, ecnebiye ısınamamışım, ısınamayıp da çok soğuk,
uzak, somurtkan mı durmuştum? Nefret etmiş, ırkçı kini
mi gütmüşüm? Hayır! Kıymetli taraflarını beğenmişim;
birçok noktalarda onlara benzemeye de yeltenmişim; sanat metotlarına iyice uymuşum; içlerinden az çok hazzettiklerim de olmuş. Lakin yaşadığım muhitler ve gezip
dolaştığım memleketler icabı, kendileriyle düşüp kalkmak
vesileleri çıkmasına rağmen ekseriya yan çizmişim ve tanıdıklarımdan hiçbiriyle de tam manasıyla kaynaşmamışım. Bu bakımdan ben dindar ve dilciyim. Sadece dostluk
hislerim üzerinde değil, cinsi temayüllerim hususunda da
din ve dil en müsait saha teşkil ediyor. Yabancıyı yadırgamaktan bir an, bir türlü ve hâlâ kurtulamadım; artık kurtulamam da...”203 Görüldüğü üzere Batı’nın, Refik Halid
üzerinde hem olumlu hem de olumsuz anlamda değerlendirilebilecek etkileri söz konusudur. Gelişmeyi, ilerlemeyi
ve çağdaşlaşmayı Türkiye adına gerekli gören ve destekleyen yazar bu açıdan Batı’nın takip edilmesi gerektiğini düşünmüştür. Birçok alanda Türkiye’den ileride olan
Batı’ya karşı yazarda bir hayranlık hissinin olduğu kesindir. Bununla birlikte Refik Halid, kültürel cephelerden bu
medeniyete bir türlü ısınamamıştır. Türk kültüründen
oldukça farklı değerlere sahip olan bu kültürü bir türlü
kabullenememiş ve ona oldukça soğuk durmuştur. Bu açıdan bakıldığında Karay’ın Batı’ya ilişkin fikirlerinde bir
paradoksun olduğu ifade edilmelidir. Yazarda bu kültüre
karşı bir taraftan beğeni hisleri belirirken diğer taraftan da
nefret duygusu gelişmiştir. İkinci duygunun gelişiminde
Avrupa’nın, Türkiye aleyhinde geliştirdiği politikaların
etkisini düşünmek yerinde olur.
Devrine göre varlıklı bir aileden gelen Refik Halid,
dünyayı keşfetmek ve Batı kültürünü daha yakından
tanımak maksadıyla Avrupa’ya birkaç kez seyahate
Refik Halid Karay, Bir Ömür Boyunca, 2. Bs. İletişim Yayınları,
İstanbul, 1996, s. 85, 86.
203
162
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
çıkmıştır.204 Bu gezilerden edindiği tecrübeleri daha
sonra gazete yazıları ve eserlerinde kullanmıştır.205
Yapıtlarından anlaşıldığı kadarıyla yazar örneğin
Fransa’ya iki defa gitmiştir.206 Bu seyahatlerden birine I. Dünya Savaşı’ndan önce yirmili yaşların hemen
başında çıkmıştır. İstanbul’dan vapurla yola çıkan
yazar Pire, Napoli, Marsilya ve Paris’e vasıl olmuş
oradan İngiltere geçmiş, Almanya dâhil yedi ülkenin topraklarını aşmak suretiyle tekrar İstanbul’a
dönmüştür.207 Yazar, bu seyahate çıkmadan önceki
beklentilerini şu şekilde ifade etmiştir: “İmar edilmiş
bir yer görmeye gidiyordum, bizde olmayanların seyrine
koşuyordum: Park, bulvar, elektrik, telefon, heykel, kadın
hürriyeti… Büsbütün yeni olanları vardı: Blerio daha birkaç ay evvel Manş denizini tayyare ile geçmişti. Paris’te
yeraltı tramvayları işliyor ve araba ile beraber sokaklarda
kira otomobilleri de dolaşıyordu. Bunları düşündükçe sabırsızlıktan içim içime sığmıyor, Niger bana Haliç vapuru
kadar ağır giden bir nakil vasıtası gibi geliyor, Şark hudutlarından ve iskelelerinden bir an evvel kurtulamadığıma
canım sıkılıyordu ”208 Genç yaşlarda Avrupa seferine
çıkan Refik Halid’in gözünde Avrupa medeniyeti
Osmanlı kültüründen çok daha ileri bir mertebeyi
ifade etmiştir. Şehirleşme ve teknoloji bakımından
yaşadığı ülkenin çok ilerisinde bulunan bir coğrafyayı keşfe çıkan genç yazar satırlarında bu keşif heyecanını saklayamamıştır. Fakat Batı’yı keşfetme,
Osmanlı ülkesinden çok daha müreffeh bir seviyeyi
tespit etme heyecanı sadece Refik Halid’e özgü bir
Nevsal-i Millî, “Refik Halid Bey”, Dersaadet, Rumi 1330
(Miladi 1914), s. 109.
205
H. M. Ebcioğlu, 1943, s. 16.
206
Refik Halid Karay, Deli-Ankara, 4. Bs. İnkılap Yayınevi,
İstanbul, [t.y.], s. 101.
207
Refik Halid Karay, İlk Adım, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1999,
s. 44-56.
208
R. H. Karay, İlk Adım, s. 44-69; Nevsal-i Millî, 1914, s. 109.
204
163
Dr. Yenal Ünal
duygu değildir. Geçmişten günümüze Türk aydınının neredeyse tamamında Avrupa medeniyetine
karşı büyük bir hayranlık ve beğeni hissi bulunmaktadır.
Refik Halid Karay, pek çok Türk entelektüeli
gibi Avrupa medeniyetini ve Batı kültürünü daha yakından tanıyabilmek için öncelikle bu medeniyetin
ve kültürün tarihini öğrenmeye çalışmıştır. Nitekim
yazarın eserleri tetkik edildiğinde Avrupa tarihi
hakkında engin bir bilgi birikimine sahip olduğu
ve Batı tarihine oldukça meraklı olduğu görülmektedir. Coğrafi keşif hareketlerinde oldukça mühim
bir yere sahip olan Amerika Kıtası’nın keşfedilmesi,
Avrupa’dan Amerika’ya yapılan göçler, göçmenlerin
yerlilerle yaşadığı kavgalar, bu kıtadan dünyaya yayılan nebatat ve meyveler Refik Halid’in eserlerine
malzeme olan konular olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazar, Amerika Kıtası’nın keşfi, Avrupa’dan bu
kıtaya göç edenlerin yerlilerle mücadelesi ve emperyalizmin küçük milletleri yok etmesi hususunda şu
bilgileri vermiştir: “Zira Kolomb’un keşfettiği yer de
Asya’nın devamından başka nedir. Halk sosyal durumu
gerilemiş olmasından dolayı gelenlere karşı koyamadı.
1700 senesinde bütün Arjantin’de 600.000 kişi vardı ve
bunun yalnız 75.000’i Avrupalıydı. Bugün (1933 yılı)
13.000.000 arasında ancak 20.000 yerli kalmıştır.”209
Yine aynı eserde şu bilgiler yer almıştır: “Büyük devletler, küçük milletleri politikalarına alet olarak kullanırlar, aldatarak harekete geçirirler ve bu aldatma işi için de
milyonlar sarf ederek becerikli ajan kullanırlar.”210
Yine benzer nitelikte yazar, dünya tarihinde
oldukça önemli bir yere sahip olan Kristof Kolomb
hakkında şu mütalaalarda bulunmuştur. “… Zavallı
209
Refik Halid Karay, Yezidin Kızı, İnkılap Kitabevi, İstanbul,
1992, s. 21.
210
R. H. Karay, Yezidin Kızı, s. 22.
164
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
talihsiz Kristof Kolomb, keşfettiği yeni dünyaya kendi adının verilmesi saadetinden mahrum kalmıştı. Hâlbuki senin kültürleştirip istifaya mazhar kıldığın tatlı, tombul,
lezzetli fasulyenin ismini taşıyor, onu da, adını da ebediyete eriştirdin. Bilhassa ot ve zerzevat yemenin sıhhat kaideleri sırasına girdiği bu asırda bu ne talihtir.211 Yazarın
Avrupa tarihini bazı ince noktalarına kadar bildiğinin bir diğer göstergesi olan “Avrupalı soyluların,
prenslerin de öyle bir sürü çocukları yok mu idi? Mesela
III. Napoleon’un nazırı Conte de Morny imparatorun öz
kardeşi değil miydi? Son devrin tanınmış bir Fransız generali de Belçika kralı Leopold’ün oğlu idi”212 ibaresi onun
Avrupa tarihi okuduğunun ve elde ettiği bazı bilgileri eserlerinde kullandığının önemli göstergelerinden
biridir. Dolayısıyla Refik Halid Karay’ın eserlerinde
verdiği bilgilerden yola çıkarak onun Batı’nın geçmişiyle yakından ilgilendiğini ifade edebiliriz. Karay’a
göre Avrupa tarihi Türk aydını için oldukça ilginç ve
araştırmaya değer bir nitelik taşımaktadır. Bununla
birlikte Batı tarihi özellikle coğrafi keşiflerden sonra emperyalizm bir diğer ifadeyle başka milletleri
tutsak etmenin, köleleştirmenin ve çoğu zaman da
katletmenin tarihidir. Bu açıdan yazarın Batı’nın
geçmişine olumsuz bir bakışının da olduğunu belirtebiliriz.
Refik Halid’in eserlerinde Batı dünyasına ilişkin olarak üzerinde ısrarla durduğu konular arasında I. ve II. Dünya Savaşı olguları da yer almaktadır.
İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük iki savaşım hareketi olan bu harpler Avrupa’da ortaya çıkmasına
rağmen bütün dünyayı tesiri altına almış ve bütün
insanlığa büyük acılar yaşatmıştı. 20. yüzyıl tarihini
Refik Halid Karay, Makyajlı Kadın, Semih Lütfi Kitabevi,
İstanbul, 1943, s. 42.
212
Refik Halid Karay, Ekmek Elden Su Gölden, İnkılap ve Aka
Yayınevi, İstanbul, 1985, s. 10.
211
165
Dr. Yenal Ünal
ve dünyanın sosyolojik yapısını derinden değiştiren
bu savaşlar hakkında yazar yapıtlarında yine birçok
değerlendirmede bulunmuştur.
Gurbet Hikâyeleri’nde I. Dünya Savaşı sırasında
yaşanan önemli tarihî olaylar üzerine hikâye kurgulamaları yapan yazar, Tanrıya Şikâyet adlı eserinde ise
II. Dünya Savaşı konusuyla uzun uzadıya meşgul olmuştur. Yazar bu yılları yaşayan bir edebiyatçı olarak
diğer eserlerinde nadir görülecek biçimde karamsar
bir tablo çizmiştir.
I. Dünya Savaşı yıllarında Arap topraklarında yaptığı propaganda çalışmalarıyla tanınan ve
Arapların Türk hâkimiyetinden çıkarak, bağımsızlıklarını elde etmeleri gerektiği düşüncesiyle bu ülkeleri İngiltere’nin boyunduruğu altına almak için
her türlü tezgâhı düzenleyen Lawrence üzerine başlı
başına bir hikâye yazan yazar, bu ajanla ilgili olarak
adı geçen öyküde şu bilgileri vermiştir: “… Lawrence
de bu kahveden severdi. Genel Savaştan önce Karkamış’a
bir İngiliz Kurulu gelmişti, harabeleri kazmak, antika aramak için… Ben o kurulun kılavuzu, el ulağı, kâhyası idim.
İşte Lawrence de kurulun içinde idi, arkadaşı Vood’la beraber… Daha o zaman Lawrence, Londra yöresinde bir
çocuğu ezmemek için motosikletini ağaca çarpıp kafatası
yarılarak ölmemişti. Dediğim 1929 yılı…”213
II. Dünya Savaşı’na dair yazdığı, Dönün Kuşlar,
Dönün Geldiğiniz Yere,214 Harp İlahi ile Su Perisi, Eski
Zaman Masalı,215 Tehlikeli Bir Mesele isimli yazılarında
ve Tanrıya Şikâyet adlı eserinde eleştirel ve karamsar
bir gözlemle dünyada meydana gelen, vahşet olarak
yorumladığı vakalara ilişkin düşüncelerini okuyucuyla paylaşmıştır. Hedonist bir kişiliğe sahip olan
Refik Halid Karay, “Lawrence”, Gurbet Hikâyeleri, 15. Bs.
İnkılap Yayınevi, İstanbul, [t.y.], s. 53.
214
Tan, “Dönün Kuşlar Dönün Geldiğiniz Yere”, 17.03.1940.
215
Tan, “Eski Zaman Masalı”, Tan, 03.12.1939.
213
166
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Karay, oldukça zorlu bir yaşam tecrübesine sahip
olmasına rağmen son derece pozitif bir şahsiyete sahiptir. Ne var ki II. Dünya Savaşı yılları, onu belki
de ikinci sürgünlük döneminde yaşadığı acıların da
tesiriyle ümitsizliğe itmiştir.
II. Dünya Savaşı’nın bütün vahşetiyle patlak
vermesi, bir anda dünyanın tamamını etkisi altına alması, büyük güçlerin dışında, savaşla hiçbir alakası
olmayan milletlerin de bütün güçleriyle sırf büyük
devletlere yaranabilmek için savaşa girmeleri ve milletlerin yaşadığı dehşeti inceleyen yazar, bu hususlarla ilgili olarak şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “… Tarih zannederim, hiçbir asırda beş kıtayı, birden
kaplamış böyle bir felaket serisi kaydetmiyor. Yalnız bir
tanesi, bir tek insan ömrünün tamamına kâfi ve vafi gelebilirdi. Onun sillesi içine düştüm diye böbürlenmek yalnız
insan denilen manasızca, mantıksızca, mecnunca mağrur
bir münasebetsiz mahlûkun kârı olabilir… Milyonlarca
insan iki taraf olup birbirinin boğazına sarılacak. Mihver
devletleri arzın mihverine doğru bir bomba sokuyorlar, fitilini ateşlemek üzeredirler. Demokrat devletler de tul ve
arz daireleri boyunca ateşten çemberler getirdiler, alevden
tekerlekler etrafa yürümeye hazır. Öyle bildiğin Atilla,
Cengiz, Hülagü, Şarlman, Şarlken, Napolyon ve Umumi
Harp Muharebeleri bu yenisinin yanında şenlik gecesi gibi
kalacak… İçinde bulunduğumuz dünya harbi şüphesiz ki
eskisinden yakıcı, yıkıcı, altüst edici, kanlı ve korkunçtur.
Fakat olacağı sanılandan çok daha hafif, daha az zararlı
geçmektedir. Zira fen ve teknik Tanrıya bin şükür ilim
adamlarının kafalarında hayalini kurdukları dereceye henüz ulaşamamıştır. Ulaşamaz olsun!..”216
Refik Halid Karay, 1939 yılından 1945 yılına
kadar bütün insanlığı meşgul eden ve tarihin o döneme kadar kaydettiği en büyük savaş olan II. Dünya
216
Refik Halid Karay, Tanrıya Şikâyet, Semih Lütfi Kitabevi,
İstanbul, 1944, s. 9-154-166.
167
Dr. Yenal Ünal
Savaşı’nın hiçbir ülkeye yarar sağlamayacağını, hiç
kimsenin çok büyük kazanımlar elde edemeyeceğini, bu vahşetin insanlığın mahvına neden olacağını
düşünmüştür. Eserlerine yansıyan düşüncelerinden
anlaşıldığı kadarıyla derin bir endişeye kapılmıştır.
Dünyaya ve insanlığa iyilik, güzellik ve huzur getirmesi gereken bilimin, insanların yok edilmesinde
kullanılması nedeniyle bilime bile isyan eden Refik
Halid, bazı muhterislerin elinde insanların acımasızca katledilişini kabullenememiştir. Dünyada yaşanan bu büyük savaşımın derhal bitirilerek sulh dönemine geçilmesini istemiş, bu büyük harpten sonra galiplerin eline dahi hiçbir şeyin geçmeyeceğini
düşünmüştür: “… Biz insanları el ele, kol kola, çiftede
sandık, kırmızı fındık gibi tatlı, eğlenceli dost ve masum
oyunlarla sarmaş dolaş vakit geçirirken görmek isteriz:
alt alta, üst üste boğuşurken ve dalaşırken değil… Harp
zaten, Nasrettin Hoca’nın at üstünde kavut denilen şekerli unu yemesi gibi bir şeydir, ağzına atmadan çoğunu
yel alır, götürür. Hocayı bu hâlde görenler sormuşlar: Ne
yiyorsun? Bu gidişle hiç demiş. Hangi Fatihin elinde istila ettiği ülkeler tapulu kaldı? Hangi cihangirin imparatorluğu ayaküstünde durabildi. Hangi zafer tam ve edebî
oldu? Buna rağmen hâlâ içinizde bütün eski ve yeni tarihin hatalarını tekrarlamak isteyenler, kan dökmeye can
atanlar var. Bunlardan birine demelisiniz ki: Eski Roma
İmparatorluğu’nu kurmak istiyormuşsun; haritası hazırmış; âlâ fakat kurulmuş olanlardan elinde artakalan biçimsiz parçanın haritasına bak. Yolunmuş koçandan farkı
yok… Bunu ibret gözü ile gör de aynı akıbete uğrayacak
olan yenisini kurmak zahmetine bari katlanma!..”217
Refik Halid, I. Dünya Savaşı’ndan sonra II.
Dünya Savaşı’nı da yaşamış entelektüellerden biridir. Tarihe oldukça meraklı bir şahsiyet olarak bütün
insanlığı derinden tehdit eden bu büyük savaşı da
217
R. H. Karay, Tanrıya Şikâyet, s. 14-15.
168
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
titizlikle takip etmiştir. Nitekim İlk Adım adlı yapıtında geçen “Bu yıl Avrupa’nın garbındaki plajlarda güler
yüzlü insan kafileleri yerine, çelik suratlı sürü sürü tanklar yatıyor ve sulara korkunç şekilli denizaltıları dalıp, çıkıyor”218 ibaresiyle Bugünün Saraylısı isimli eserinde
geçen “O günkü gazeteler -1944 yılı Eylülü’nün 8. Cuma
günü- Kızılordu’nun Bulgaristan’a girdiğini, boyuna ilerlediklerini yazıyor”219 pasajı Karay’ın Avrupa’da yaşanan askeri gelişmeleri önemsediğini, bu gelişmeleri
takip ettiğini ve bu bilgileri eserlerinde kullandığını göstermektedir. Gerek I. Dünya Savaşı gerek II.
Dünya Savaşı, Refik Halid’in Batı’ya bakışında olumsuz etkileri olan hadiselerdir. Çünkü yazara göre askeri üniformalı insanların yanında sivillerin üstelik
hiç istememelerine rağmen otoritenin baskısı altında
ölmeye ya da öldürmeye zorlanmaları kabul edilebilecek bir durum değildir. Bunun dışında bu savaşlar Avrupa’da ortaya çıkmakla birlikte Avrupalıların
savaşıyla uzaktan yakından alakası olmayan kıtalara
ve memleketlere yayılması, buradaki insanları doğrudan veya dolaylı yönden etkisi altına alması, açlık,
sefalet ve salgın hastalıkların elinde insanlığın telef
olması Karay’ı büyük bir üzüntüye sevk etmiştir.
Dolayısıyla bu cephelerden bakıldığında Refik Halid
Karay’ın, I. ve II. Dünya Savaşı konuları söz konusu
olduğunda eserlerinde yer alan Batı imgesinin oldukça olumsuz bir şekilde tezahür ettiği belirtilmelidir.
Refik Halid’in, Batı dünyasının siyasi ve tarihi
yapısı hakkında eserlerinde verdiği bilgiler arasında özellikle Avrupa’da yaşayan milletlerin kültürel
ve tarihi vaziyetleri de yer almaktadır. Yazar Slav,
Frank ve Anglo-Sakson tarihi gibi pek çok edebiR. H. Karay, İlk Adım, s. 174.
Refik Halid Karay, Bugünün Saraylısı, İnkılap Yayınevi,
İstanbul, 2002, s. 34.
218
219
169
Dr. Yenal Ünal
yatçının ilgisini çekmeyecek konularda çeşitli vesilelerle eserlerinde mütalaalarda bulunmuştur. Bu
milletlerin tarihî serüveni, dünya tarihindeki yerleri
ve Türklerle olan ilişkilerini adeta bir tarihçi üslubuyla okuyucusuna aktarmasını bilen Refik Halid,
Çete adlı yapıtında “Slavlar daha kendi varlığını bulalı kaç yüzyıl oldu. Anglo-Saksonlar ve Franklar dünkü
vahşilerdir. Dünya uygarlığına çok sonradan kavuşmuşlardır”220 şeklinde bir pasaja yer vermiştir. Adı geçen romanında bu bilgilere yer veren yazarın Slavlar, Franklar
ve Anglo-Saksonlar hakkında araştırmalar yaparak bir
takım bilgiler edindiği görülmektedir. Yazara göre bugün
Batı’da ön plana çıkan bazı milletler dünya medeniyetine
çok daha sonradan katkı sağlamaya başlamıştır. Bununla
birlikte Avrupa Kıtası’nda çalışkanlığı ve üretkenliğiyle
bilinen halklar hakkında da olumlu kanaatler bildirmiştir.
Nitekim Yerini Seven Fidan adlı yapıtında yer verdiği
“… talihime Almanca çıktı, bu savaşta da yenilecekler, lisan kıymetten düşecek; lakin o millet gene çabuk kalkınır,
ben fakülteyi bitirinceye kadar eski mevkiini elde eder, ilerisine bile gider. İktisat Almanlara mahsustur”221 ibaresi
onun çalışan, üreten ve kalkınma hamlesi ortaya koyan
Almanlar hakkında olumlu düşüncelere sahip olduğunu
göstermiştir.
Genel olarak baktığımızda çağdaşlarından bir
adım önde olmak üzere Refik Halid’in Batı dünyasının geçmişi, politik vaziyeti ve tarihiyle yakından
ilgilendiğini söyleyebiliriz. Yazar yapmış olduğu
araştırma sonuçlarını yerini ve zamanını ustalıkla
ayarlamak suretiyle hikâye, roman, hatıra ve kronik
türündeki eserleri ile gazete makalelerinde malzeme
olarak kullanmıştır.
Refik Halid Karay, Çete, 3. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul, [t.y.],
s. 107.
221
Refik Halid Karay, Yerini Seven Fidan, İnkılap ve Aka Yayınevi,
İstanbul, 1977, s. 51.
220
170
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
II. BATI DÜNYASINDA MEDENİ SEVİYE,
SOSYAL YAPI VE
AVRUPA’NIN TÜRK KÜLTÜRÜNE
ETKİLERİ
Refik Halid Karay, eserlerinde Batı dünyasının
siyasi ve politik yapısı haricinde sosyal, kültürel ve
medeni yönleri üzerine de bazı düşünceler ortaya
koymuştur. Dünyanın yaklaşık son 500 yıllık tarihine damgasını vuran ve insanlığın gördüğü en ileri
medeni seviye olan Batı medeniyeti Karay tarafından çoğunlukla takdirle karşılanmıştır. Yazar sadece
Türkiye’nin değil dünyanın arta kalan bütün coğrafyalarının Batı medeniyetinin gerisinde olduğu hususunda net bir düşünceye sahiptir.
Bununla birlikte Batı’ya ilişkin birçok olumsuz
düşüncesi de bulunan yazarın medeniyet mevzusu
söz konusu olduğunda özellikle Avrupa’ya büyük
bir hayranlık duyduğu görülmektedir. Nitekim 1922
yılında ikinci sürgünlük devrini yaşamaya başlayıp
1938’e kadar Suriye ve Lübnan’da bulunan yazar yurt
dışında sürgünde olmasına rağmen 1 Kasım 1928 tarihinde gerçekleşen harf inkilabını, Türk kültürüne,
Türkçeye ve Türk edebiyatına büyük yenilikler getireceği düşüncesiyle yürekten desteklemiştir. Yeni
alfabeyi “Medeniyet Şifresinin Miftahı” olarak tanımlayan yazar bu isimle Halep’te çıkardığı gazetede bir
makale neşretmiştir. Dolayısıyla medeniyet konusu
söz konusu olduğunda yazarın gözünde Avrupa medeniyeti ulaşılması gereken ideal bir noktadır.222
Refik Halid, harf inkılabı sayesinde Türkiye ile
Avrupa medeniyeti arasındaki iletişimin çok daha
hızlanacağını ve bu sayede memlekette gelişmenin
ivme kazanacağını düşünmüştür. Yazar bu nedenle
222
R. H. Karay, Deli-Ankara, s. 38, 39.
171
Dr. Yenal Ünal
harf inkılabını sevinçle karşılamıştır. Ona göre eski
alfabeden kurtulan Türk genci medeniyet şifresini
eline geçirmiştir. Artık medeniyet açılmaz bir kapı,
aşılmaz bir uçurum değildir. Türk insanının elinde bir anahtar vardır. Bu anahtarı kullanıp açacağı
medeniyet kapısı sayesinde kendisi de bu büyük
zenginlikten nasibini alacaktır. Yazar bu önemli hususla ilgili olarak şu yorumlarda bulunmuştur: “Bir
inkılap şimşeğinin keskin ışığı altında Anadolu Türkü
nihayet medeniyet şifresinin miftahını ele geçirdi; şimdiye kadar bön bön uzaktan bakıp şaştığı, zihnine sığdıramadığı ve künhüne varamadığı irfan muamması artık bir
tılsımlı anahtar sayesinde bütün çetinliğini kaybetmiştir.
Medeniyet şimdi açılmaz bir kapı, aşılmaz bir uçurum,
uçulmaz bir tepe, varılmaz bir ülke değildir. Eski elifbanın bukağılarından kurtulan ayaklarına taktığı bu kanatlı
esatir çarıklarıyla irfan âlemini, içinden ve üstünden seyretmek, bilip öğrenmek imkânını bulmuştur. Bir tılsımlı
muskadır. Gençlik onu zihnine soktu. Artık hayat mücadelesine çıkan gencin elinde Gordiyon düğümünü ikiye
biçen İskender’in kılıcı, insan ve hayvanlara aynı zamanda hükmeden Süleyman’ın mührü ve duvarların arkasını,
dağların ardını gösteren Alaattin’in feneri vardır. Henüz
manasını, kıymetini anlamayarak hayran hayran baktığı bu acayip cifir, ona istikbalde bir hazine vaat ediyor.
Göklerin yıldızlarıyla denizlerin incileri arasında güzel ve
kıymetli ne varsa hepsi bu hazinenin içinde ve anahtarı
da artık gençliğin, milletin elindedir. Yeni Türk alfabesi,
bu millet ile Avrupa milletleri arasında mevcut üç yüz
senelik farkı bir nesillik hamlede ortadan kaldıracak mahiyettedir. Yeni harflerle başlayan yeni tarih, ilim ve irfan
tarihi, Anadolu’nun en seçme menakıbını edebiyata kaydedecektir. Zira ilk defa olarak oraya ilim yani medeniyet
girecek, küçücük bir zümrenin inhisarına geçmiş olan bilgi, artık herkesin malı olacak, o topraktan beklenilen zekâ
172
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
bereketi ve irfan bolluğu medeniyete feyiz verecektir...”223
Görüldüğü üzere yazarın nazarında Avrupa medeniyeti demek ilim ve irfan bekası demektir. Yüzyıllardır
bu bekayı uzaktan seyreden Türk insanının alfabe
değişikliğiyle zenginliğe ulaşabileceğini ve ondan
beslenebileceğini telakki etmiştir. Bu açıdan bakıldığında Batı medeniyeti Karay’a göre düşünce, bilim
ve sanat mevzuları bahis konusu olduğunda bütün
dünya toplumlarının önünde bir merhaledir, ulaşılması gereken bir hedeftir.
Karay’ın, eserlerinde ön plana çıkardığı
Avrupa’nın önemli medeni değerlerinden biri de
hukuk sistemidir. Gerek Osmanlı döneminde gerek
Cumhuriyet devrinde ülkede uygulanan hukuk sistemini beğenmeyen yazar, Avrupa’daki yargı teşkilatını takdirle karşılamıştır. Minelbab İlelmihrab adlı
eserinde geçen “… Zaten hukuk mektebine girdiğim
zaman niyetim avukatlık etmek değildi. Ben müddei umumilik vazifesini severim, ama Avrupa’daki gibi… Öyle ‘şu
madde ile tecziyesini talepten’ ibaret sudan vazife değil,
reise, avukatlara meydan okuyan bir müddei umumilik…”224 Gençlik yıllarında hukuk mektebine giren
ve 1908 yılında bu okulu ikinci sınıftayken bırakan225
yazar Hukuk Mektebi’nde okutulan derslerin yavan
ve laftan ibaret olduğunu beyan etmiştir. Refik Halid,
yargı bağımsızlığı hususunu da göz önüne alarak
Avrupa’daki hukuk sistemine benzer bir müessesenin Türkiye’de de yerleşmiş olması durumunda seve
seve savcılık görevini ifade edebileceğini belirtmiştir.
Dolayısıyla medeniyetin en önemli göstergelerinden
biri olan oturmuş bir hukuk sisteminin Avrupa’da
R. H. Karay, Deli-Ankara, s. 38, 39.
Nihat Karaer, Tam Bir Muhalif Refik Halid Karay, Temel
Yayınları, İstanbul, 1998, s. 26; R. H. Karay, Minelbab İlelmihrab,
s. 247.
225
R. H. Karay, İlk Adım, s. 17.
223
224
173
Dr. Yenal Ünal
olduğunu düşünen yazar, Batı’nın bu özelliğini beğeniyle karşılamıştır.
Yapıtlarında gerek Doğulu gerek Batılı birçok
mütefekkir, aydın ve düşünce adamından alıntılar
yapıp onlara ilişkin muhtelif fikirler ortaya koyan
Refik Halid, Türkiye’de örneğin Armerikalı ünlü macera romancısı Jack London gibi büyük bir edebiyatçı
yetişememesini üzüntüyle karşılamıştır. Nilgün adlı
eserinde bu durumu şu şekilde analiz etmeye çalışmıştır: “… Bizde roman ve hikâye yok diyorlar. Nasıl
olabilir ki yazarlarımızca deniz sadece Köprü-Büyükada
arasındakinden ibarettir. Dünyamızı öyle küçültmüş,
hokkabazca, sihirbazca bir incir çekirdeğe sığıştırmışız ki!
Nerede Jack London gibi dünya çağında ün yapan gezginci ruhta yazarlar?”226 Yazara göre Türk aydınının
düşünce ve merak dünyası son derece dardır. Türk
edebiyatçısının tahayyülesi sadece memleket topraklarıyla sınırlıdır. Halbuki bütün dünya toplumlarına hitap etmek gerekmektedir. Bunu için de mutlaka dünyanın gezilmesi, dolaşılması ve kültürlerin
keşfedilmesi gerekmektedir. Ancak bu sayede Jack
London gibi bütün dünyanın ilgisini çekecek edipler
yetişebilir. Yine bir başka eseri olan Bir İçim Su isimli yapıtında geçen “… Kendinden ışıklı elvan elvan satırları arasında Şopenhavr’ın kötümserliğini, Hayyam’ın
rindliğini, Sadi’nin iyimserliğini, İspinoza’nın inanışını,
Göte’nin üzüntülerini, Ainştayn’ın teorilerini özetle insanlığın çeşit çeşit inanç ve fikirlerini anlamaya çalışır,
eza çeker, yorulur, sevinç duyar, üzülür, harap düşerdim”227 pasajı onun fikirleriyle birçok insanı derinden
nüfuzu altına almış Doğulu ve Batılı aydın, filozof
ve bilim adamlarını ciddiyetle takip ettiğini göster226
Refik Halid Karay, Nilgün, 4. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul,
1986, s. 126, 661.
227
Refik Halid Karay, Bir İçim Su, İnkılap Yayınevi, İstanbul,
2005, s. 130.
174
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
mektedir. Bu açıdan bakıldığın Refik Halid’in, dar ve
sınırlı fikirlere kendini hapsetmeyen, özgür düşünceye önem veren ve kesindisinden bir şeyler öğrenebileceğini düşünüdüğü bütün entelektüelleri okuyan
bir şahsiyet olduğu sonucuna ulaşılabiliriz.
Medeniyet, kültür ve sosyal yapı hususları
bahsi mevzu olduğunda çoğunlukla Batı’yı beğeniyle karşılayan Refik Halid’in bu alanlarda zaman
zaman eleştiriler ortaya koyduğunu da görmekteyiz. Avrupa’nın sosyal yapısı içinde özellikle sınıf
kavramını şiddetle eleştiren muharrir sınıflar arası
uçuruma dikkat çekmiştir. Yazar, Osmanlı devrinden itibaren Türk toplumunda sosyal mevki değiştirmenin mümkün olduğunu, Avrupa’da olduğu
gibi sınıfların birbirinden keskin ve derin çizgilerle
ayrılmadığını belirtmiştir. Türk toplumunda sosyal
değişiklikler sonucu ayrı sınıflara mensup insanların
iş, eğitim ve evlenme yoluyla rahatlıkla kaynaştığını
bu yüzden de bazı insanların istedikleri bütün sınıflara kolaylıkla geçebildiklerini ifade etmiştir. Ancak
Avrupa’da sınıf değiştirmenin Türk toplumunda
olduğu gibi kolay gerçekleşmediğini düşünmüştür.
Bu yönüyle Avrupa’daki sosyal yapının hümaniter
duygular göz önüne alındığında sıkıntılı olduğunu
telakki etmiştir. Nitekim yirmiye yakın romanı başta
olmak üzere birçok eserinde yer alan kahramanlarını,
millî benliklerinden uzak, dış görünüşü ile Avrupaî
olan hayat tarzını benimseyen kişiler olarak ön plana çıkarıp bunları kınamıştır. Adı geçen tiplemeleri
olumsuz bir bakış açısıyla okuyucusuna aktarmaya
çalışan yazar bu vesileyle okurlarına Avrupalı yaşam tarzının Türk kültürüne uygun olmadığını göstermeye çalışmıştır. Karay eğitim, bilim ve teknoloji
alanlarında Batı’nın epeyce gerisinde gördüğü Türk
toplumunun sosyal yapısının Avrupa’dan daha ileride bir merhale olduğunu düşünmüştür. Nitekim
Avrupa’yı ve Avrupalıyı kılık-kıyafet ve özellikle
175
Dr. Yenal Ünal
yaşam tarzı bakımından taklit etmeye çalışan türedi
tiplerin ortaya çıkmasından politikacıları ve partileri sorumlu tutmuştur.228 Örneğin Üç Nesil Üç Hayat
adlı eserinde geçen “… Avrupa modası Kırım muharebesinden itibaren, ecnebi askerlerle memlekete girmiştir.229 Avrupa’da Krenolin modasının sürümü tam o tarihe, 1855’e rast gelir, 1868’de sona ermiştir; fakat bizde bir
zaman daha devam etmiştir”230 pasajından anlaşılacağı
üzere, yazara göre Avrupa modası ilk defa siyasi ve
askeri içerikli bir olay neticesinde Türkiye’ye girmiştir. Dolayısıyla ona göre Avrupalı yaşam tarzının
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Türk insanını derinden tesiri altına almasının nedeni siyasilerin
basiretsizliğidir.
SONUÇ
Yazın hayatına gazetecilikle giren, mizah yazarlığıyla şöhret bulan, hikâyeleri ile Anadolu’yu
İstanbul’a ilk defa etkili bir şekilde tanıtan ve yirmiye
yakın sosyal içerikli roman kaleme alan Refik Halid
Karay, Türk toplumunu bütün cepheleriyle anlamaya çalışan önemli bir simadır. Eserleri Türk toplumunun yaşayış özellikleri, sosyal yapısı, kültürel
değerleri ve gelenekleri üzerine yazılmış en azametli
sosyolojik ve psikolojik eserlerden daha derin, daha
kapsayıcı ve daha gerçekçidir.
Kültür adamlığının yanında politik bir geçmişi de bulunan Karay aynı zamanda tarihi bir kişiliktir. Çünkü Türkiye tarihinin en önemli dönemlerinden biri olan 20. yüzyılın ilk çeyreğinde meydana
gelen siyasi olayların içerisinde bizzat yer almıştır.
Bununla birlikte biri Anadolu’da diğeri Suriye ve
228
Behcet Necatigil, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, 9. Bs. Varlık
Yayınları, İstanbul, 2005, s. 83; Ş. Aktaş, 2004, s. 147-151.
229
Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat, İnkılap Yayınevi,
İstanbul, 2002, s. 20.
230
R. H. Karay, Üç Nesil Üç Hayat, s. 92.
176
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Lübnan topraklarında olmak üzere iki kez sürgün
hayatı yaşamıştır. Bu sürgün dönemlerinde edindiği
derin tecrübelerden faydalanarak kaleme aldığı makale, fıkra ve edebî eserlerde 1908-1965 yılları arası
Türk toplumunun yaşadığı politik, ekonomik, tarihî,
kültürel ve toplumsal gelişmeleri mükemmel bir şekilde analiz etmiştir. Bu yönüyle Türk düşünce tarihî
açısından da mühim bir figürdür.
Refik Halid Karay, eserlerinde mensubu bulunduğu toplumu çözümlemeye çalışırken özellikle
ikinci sürgünlük döneminde edindiği hayat tecrübelerinden yararlanarak dünyadaki diğer ulus ve toplumların kültürel değerlerini de araştırma gereği hissetmiştir. Farklı kültürlerin Türk toplumu üzerindeki
tesirleriyle bu kültürler ve Türk gelenekleri arasındaki ilişkiyi çözümleme çabası yazara göre Türkiye’yi
daha sağlıklı anlamanın bir başka yoludur.
Temel olarak Refik Halid’in eserlerini aldığımız ve buna ilave olarak gerçekleştirdiğimiz araştırmalarda ortaya çıkan bilgilerden faydalanarak kaleme aldığımız “Refik Halid Karay’ın Eserlerinde Batı
İmgesi” başlıklı bu metinde şu sonuçlara ulaşılmıştır.
1) Refik Halid Karay, Batı’ya hem olumlu hem
de olumsuz düşüncelerle bakan bir entelektüeldir.
Türkiye’nin gelişip kalkınabilmesi için Batı’dan öğrenmesi gereken çok şey olduğunu düşünen yazara
göre Batı medeniyeti sadece Türkiye’den değil dünyanın geriye kalan bütün coğrafyalarından daha ileri
bir seviyeye sahiptir. Bu nedenle Batı medeniyetinin
zenginliği altında ezilmek istemeyen ülkelerin ve
milletlerin mutlak surette ondan çeşitli şekillerde istifade etmeleri gerekmektedir.
2) Oldukça genç bir yaşta Avrupa’ya seyahate
çıkan Karay’ın gözünde Avrupa medeniyeti Osmanlı
ülkesinden çok daha ileri bir merhaleyi ifade etmiştir.
Bununla birlikte Batı’nın zenginliğini ve ileri seviye177
Dr. Yenal Ünal
deki değerlerini keşfetmek amacıyla gayret gösteren
yegâne Türk münevverinin Refik Halid olmadığını
ifade etmeliyiz. 19. yüzyıldan günümüze Türk aydını Batı’yı anlamaya ve çeşitli şekillerde anlamlandırmaya çalışmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Batı,
Türk aydınının gözünde birçok cepheden ulaşılması
gereken ideal bir noktadır.
3) Karay, birçok Türk aydını gibi Avrupa medeniyetini daha derinden kavramaya gayret etmiştir.
Bu kapsamda Avrupa tarihi konusu yazarın ciddi
manada ilgisini çekmiştir. Yazarın eserleri ve sayıları 1200’ü geçen gazete makaleleri incelendiğinde
Avrupa tarihi hakkında geniş bir bilgi birikimine sahip olduğu görülmektedir. Coğrafi keşifler, Amerika
Kıtası’nın bulunması, Avrupa’dan Amerika Kıtası’na
yapılan göçler, bu topraklara gelenlerin yerlilerle yaşadığı mücadeleler, bu kıtadan bütün dünyaya yayılan bitikler, I. ve II. Dünya Savaşı konuları Refik
Halid’in ilgisini çeken önemli başlıklardır.
4) Yazar eserlerinde Batı dünyasının siyasi ve
politik bünyesi dışında sosyal, kültürel, hukuki, edebi ve bilimsel yapısı hakkında da muhtelif görüşler
ortaya koymuştur. Coğrafi keşif, Reform ve Rönesans
hareketlerinden günümüze dünya tarihine damgasını vuran Batı medeniyeti, Karay tarafından çoğunlukla beğeniyle karşılanmıştır. Nitekim 1 Kasım 1928
tarihinde gerçekleştirilen harf inkılabını yerinde bir
hareket olarak gören yazar bu vesileyle Türkiye ile
Avrupa medeniyeti arasındaki temasın çok daha hızlanacağını ve bu şekilde ülkede medeni ilerlemenin
ivme kazanacağını düşünmüştür. Ona göre Arap
alfabesinden kurtulan Türk insanı medeniyetin şifresini eline almıştır. Artık medeniyet Türk toplumu
için ulaşılmaz bir nokta değildir. Türk milleti eline
aldığı bu yeni anahtarla medeniyetin kapısını açacak
ve uçsuz bucaksız bu zenginlikten istifade edecektir.
178
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
5) Refik Halid’in nazarında Avrupa medeniyeti demek bilim, teknoloji ve fen demektir. Ona göre
asırlardır bu değerlerden uzak duran Türk insanının artık bir şeyleri değiştirmesinin zamanı gelmiştir. Yine sosyal alanda bir toplumu ayakta tutan en
önemli erdemlerden birisi olan sağlıklı bir hukuk
mekanizması hakkında da değerlendirmelerde bulunan yazar Avrupa’daki gibi bir hukuk siteminin
Türkiye’de de tesis edilmesini istemiştir. Nitekim
Avrupa’daki savcılık sisteminin Türkiye’de olması
durumunda yazarlık yerine bu mesleği seve seve tercih edebileceğini beyan etmiştir.
6) Birçok eserinde diğer edebiyatçılardan ve
düşünürlerden alıntı yapıp onların çeşitli fikirlerine yer veren Refik Halid, kendine katı kalıplar koymuş bir yazar değildir. Yapıtlarında hem Batılı hem
de Doğulu münevverlerden olabildiğince istifade
etmiştir. Örneğin Amerikalı ünlü macera romancısı
Jack London yazar tarafından büyük bir beğeniyle
karşılanmıştır. Yazar böyle büyük maceracı sanatkârların Türkiye’de de yetişmesini arzulamıştır.
7) Bilim, fen ve teknik konularda Batı’ya karşı
büyük bir beğeni hissi besleyen Karay’ın bu medeniyete soğuk durduğu hususlar da söz konusudur.
Yazar siyasal ve kültürel pek çok mevzu üzerinden bu medeniyete ciddi eleştiriler de yöneltmiştir.
Çünkü Avrupa’nın, Türkiye aleyhine geliştirdiği politikalar birçok aydının olduğu gibi Refik Halid’in de
dikkatini çekmiştir. Ülkesine karşı düşmanca tavırlar takınan Batılı güçlere karşı yazarda zamanla bir
husumet duygusu oluşmuştur.
8) Yazara göre Avrupa tarihi Türk aydını için
önemlidir. Çünkü insanlığın ulaştığı en yüksek medeniyet seviyesi Batı medeniyetidir. Bu medeniyeti
anlamanın en mühim yolu onun tarihini öğrenmekten geçmektedir. Bu seviyeye ulaşmak isteyen başka
179
Dr. Yenal Ünal
ulusların mutlaka Batı medeniyetinin geçtiği yolları,
çektiği sıkıntıları ve edindiği tecrübeleri bilmeleri
gerekmektedir. Bununla birlikte Avrupa tarihi öğrenmek ona göre kimi zaman zorunlu bir eylemdir.
Çünkü Batı tarihi özellikle coğrafi keşiflerden sonra
bir anlamda emperyalizm ve kapitalizmin tarihidir.
Başka bir ifadeyle Batı’nın başka milletleri esir almasının, köle ticaretini daha da geliştirmesinin ve kimi
zamanda başka ulusları katletmesinin tarihidir. Bu
cephelerden bakıldığında yazarın Batı’nın geçmişine
olumsuz bir bakış açısının olduğunu ifade etmeliyiz.
9) Refik Halid’in eserlerinde Batı dünyası hakkında üzerinde hemen hemen en fazla durduğu iki
konu I. ve II. Dünya Savaşı konularıdır. Bütün dünyada 20. yüzyılın sosyolojisini derinden değiştiren
ve insanlığa çok büyük acılar yaşatan bu iki hadise
üzerinde yazar ısrarla durmuş ve çok sayıda metin
kaleme almıştır. Her iki savaşın da bütün dehşetiyle
patlak vermesi, dünyanın tamamına yakınını tesiri
altına alması, mazlum milletlerin emperyalistlerin
baskısı altında savaşa dâhil olmasını çeşitli şekillerde yorumlayan Karay’a göre her iki savaş da insanlığın yıkımına yol açtığı gibi savaşın galiplerine zafer de kazandırmamıştır. Her iki savaşın da Avrupa
Kıtası’nda ortaya çıkmasına rağmen Avrupalıların
savaşıyla hiçbir alakası olmayan kıtalara ve ülkelere
yayılması, bütün dünya insanlığını doğrudan veya
dolaylı yönden etkisi altına alması, sefalet, fakirlik,
açlık ve salgın hastalıkların elinde toplumların telef
olması Karay’ı büyük bir kedere boğmuştur. Bu açıdan bakıldığında Karay’ın, I. ve II. Dünya Savaşı konuları mevzu bahis olduğunda Batı’yı tenkit edici bir
tavır takındığı görülmektedir.
10) Batı’nın medeni yapısını büyük oranda
hayranlıkla karşılayan Refik Halid, sosyal cepheden
bu medeniyete kimi zaman sert eleştirilerde bulun180
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
maktan da geri durmamıştır. Avrupa’nın sosyal yapısının ayrılmaz bir parçası olan sınıf kavramı, yazarın ilgisini ve tenkidini çeken en önemli konulardan
biridir. Yazar, Türk toplumunda sosyal sınıf değiştirmenin mümkün olduğu ve sınıflar arası uçurumun
olmadığı kanaatindedir. Bununla birlikte Avrupa’da
sınıfların birbirinden keskin ve derin çizgilerle ayrıldığını düşünen yazara göre, bu durum hümanizmle
bağdaşmamaktadır. Yazara göre Türk toplumunda
sosyal gelişmeler neticesinde farklı sınıflara üye insanlar ticaret, eğitim, evlenme, iş ya da farklı yöntemlerle birbiriyle kaynaşabilmektedir. Böylece insanlar
istedikleri bütün sınıflara kolaylıkla geçebilmektedirler. Ancak Avrupa’da sınıf değiştirmek Türk toplumunda olduğu gibi kolay değildir. Karay’a göre bu
ne adil ne insancıl bir yapıdır. Bu gerçeklerden yola
çıkan Karay, Avrupalı yaşam tarzının Türk kültürüne uygun olmadığını düşünmüş ve gençlerin Avrupa
modasını takip etmesini hoş karşılamamıştır.
181
Dr. Yenal Ünal
BİBLİYOGRAFYA
1) Resmî Yayınlar ve Arşiv Kaynakları:
Düstur, 29 Haziran 1938, Üçüncü Tertip, Cilt 19, Kanun
No: 3527, 1956.
Nevsal-i Millî, “Refik Halid Bey”, Dersaadet, R. 1330
(Miladi 1914).
Resmî Gazete, Sayı 3961-Kabul Tarihi: 29.06.1938, İlan
Tarihi 16 Temmuz 1938.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kavanin Mecmuası, Af Kanunu,
Devre V, İçtima III, Cilt 18, 1938.
2) Taranan Gazeteler:
Tan, “Eski Zaman Masalı”, 03.12.1939.
Tan, “Dönün Kuşlar Dönün Geldiğiniz Yere”, 17.03.1940.
3) Ansiklopediler:
Anabritannica Genel Kültür Ansiklopedisi, “Refik Halid
Karay”, Cilt 18, 15. Bs. Ana Yayıncılık, İstanbul,
1994.
Banarlı, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt 2.
Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1984.
4) Kitaplar
Aktaş, Şerif, Refik Halid Karay, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004.
Ebcioğlu, Hikmet Münür, Kendi Yazılarıyla Refik Halid,
Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul, 1943.
Ekiz, Osman Nuri, Refik Halid Karay (Hayatı ve Eserleri),
Gökşin Yayınları, İstanbul, 1984.
İmren, Ali, Refik Halid Karay (Hayatı ve Eserleri), Yeryüzü
Yayınevi, Ankara, 2002.
Karaer, Nihat, Tam Bir Muhalif Refik Halid Karay, Temel
Yayınları, İstanbul, 1998.
Karay, Refik Halid, Bir İçim Su, İnkılap Yayınevi, İstanbul,
2005.
________, Bir Ömür Boyunca, 2. Bs. İletişim Yayınevi,
İstanbul, 1996.
________, Bugünün Saraylısı, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2002.
________, Çete, 3. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul, [t.y.].
182
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
________, Deli-Ankara, 4. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul, [t.y.].
________, Ekmek Elden Su Gölden, İnkılap ve Aka Yayınevi,
İstanbul, 1985.
________, “Lawrence”, Gurbet Hikâyeleri, 15. Bs, İnkılap
Yayınevi, İstanbul, [t.y.].
________, İlk Adım, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1999.
________, Makyajlı Kadın, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul,
1943.
________, Minelbab İlelmihrab (Mütareke Devri Anıları), 2.
Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1992.
________, Nilgün, 4. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1986.
________, Tanrıya Şikâyet, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul,
1944.
________, Üç Nesil Üç Hayat, İnkılap Yayınevi, İstanbul,
2002.
________, Yerini Seven Fidan, İnkılap ve Aka Yayınevi,
İstanbul, 1977.
________, Yezidin Kızı, 2. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul,
1992.
Kurdakul, Şükran, Çağdaş Türk Edebiyatı II, 4. Bs. Bilgi
Yayınları, Ankara, 1994.
Necatigil, Behcet, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, 9. Bs.
Varlık Yayınları, İstanbul, 2005.
Oktay, Ahmet, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı (19231950), Kültür Bakanlığı, Ankara, 1993.
Ünal, Yenal, Yakın Dönem Türk Tarihinde Refik Halid Karay,
Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2013.
5) Tezler
Arslantaş, Bayram, Refik Halid ve Millî Mücadele,
İstanbul Üniversitesi (Yayımlanmamış Yüksek
Lisan Tezi), Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
Enstitüsü, İstanbul, 2003.
183
6) MİLLÎ MÜCADELE’DE BARTIN231
Giriş
Yüzyılların
mirası
Büyük
Osmanlı
İmparatorluğu’nun en genel ifadeyle çağın gereklerini yerine getirememesi nedeniyle 17. yüzyıldan
itibaren gerilemesi ve 20. yüzyılın başlarında yaşanan siyasi, askerî ve sosyal gelişmelerin sonucunda
tarih sahnesinden çekilmesi herkesin malumu olan
bir gerçektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklaması, gerilemesi ve nihayetinde tarih sahnesinden
silinmesinde en önemli etkenin, devletin yeri ve zamanı geldiğinde ihtiyaç duyulan köklü yenileşme
hareketlerini yapamaması ve toplumu bu yönde hareketlendirememesi dolayısıyla çağın gereklerini yerine getirememesi olduğu hususunda tarihçiler mutabıktırlar. İmparatorluğun, Batılı güçler karşısında
geri kalmaya başladığının anlaşılmasından sonra
bazı ıslahat çalışmalarına hız verildiği görülmekle
birlikte sorunları temelinden çözemeyen, Batı’nın
ulaştığı ilmi seviyeyi tam anlamıyla idrak edemeyen,
topluma yapılan yenileşme çalışmalarını tam olarak
231
İlk defa Tarih Okulu Dergisi’nin, 9. cildinin 25. sayısında yayımlanmıştır.
Dr. Yenal Ünal
aktaramayan devlet adamlarının elinde, bu yenileşme çabaları istenilen sonuçları verememiştir232.
1492 tarihinde Amerika Kıtası’nın keşfi ile
kökünü bir önceki yüzyıldan alan 16. yüzyıldaki
Reform ve Rönesans süreçleri Batı’nın kalkınmasında çok büyük etkileri olan dönemler olarak tarihteki
yerini aldılar. 16. yüzyılda Avrupa’da yaşanan bu bilim Rönesans’ından yaklaşık iki yüzyıl sonra 18. yüzyılın ikinci yarısında hammadde kaynaklarına dayanan ve yeni icatların etkisiyle aslında büyük bir bilgi
birikiminin sonucu olarak endüstri devrimi ortaya
çıkmış ve siyasi tarihi kökünden değiştirecek birçok
gelişmeye imza atmıştı233. Sanayi devrimi ya da endüstri devrimi olarak adlandırılan bu süreç aslında
el emeği ile yapılan üretim sisteminin yerini, makine
ile yapılan üretim sistemine bırakmasından başka bir
şey değildir. Buharlı makinenin icadı ve sanayide,
gemicilik sektöründe ve nihayetinde trenlerde kullanılmaya başlanması zaten dünyaya sömürgecilik
politikalarıyla hâkim olan Batı’nın gücünü daha da
perçinlemiştir. İnsan gücüyle üretilen emtiadan onlarca kat daha fazla ürünü üstelik daha ucuz ve daha
232
Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914, 14. Bs.,
Timaş Yayınları, İstanbul, 2014, 178-286; Rifat Uçarol, Siyasi Tarih
1789-2014, 10. Bs., Der Yayınları, İstanbul, 2015, s. 121-128. Hiç
şüphe yok ki makale çalışmamız kapsamı çerçevesinde özellikle
1699’dan sonraki süreçte yaşanan gelişmelerin 20. yüzyıl başlarında meydana gelen olaylar üzerindeki etkisi hususu değerlendirildiği için ağırlıklı olarak bu dönemlerde cereyan eden gelişmeler üzerinde durulmaya gayret edilmiştir. Bununla birlikte
1300’lü yıllarda bir uç beyliği olarak teşekkül edip yaklaşık 300 yıl
boyunca büyük bir gelişme kaydederek Türk ve dünya medeniyeti için oldukça önemli bir siyasi teşekkül hâline gelen Osmanlı
İmparatorluğu’nun klasik dönem olarak adlandırılan daha
eski devirleri hakkında güncel ve akademik bir çalışma için bk.
Feridun M. Emecen, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve Yükseliş
Tarihi (1300-1600), Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2015.
233
Ali Sarıkoyuncu, Millî Mücadele’de Zonguldak Sancağı-Zonguldak,
Bartın, Karabük, 2. bs., Zonguldak Valiliği Yayınları,Ankara, 2009, s. 5.
186
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
seri bir şekilde üreten makinenin gücü, Batılı ülkelere daha fazla para, servet, refah ve zenginlik kazandırmaya başlamıştır234.
Bu sayede Batılı ülkeler her geçen gün daha
fazla zenginleşirken dünyanın geri kalan ülkeleri
ve milletleri bir o kadar da fakirleşmeye başlamıştır.
Avrupalılar, sürekli üretim yapabilmek için geri kalmış dünyayı en başta ham madde deposu olarak kullanmışlardır. Daha sonra ucuza aldıkları bu ürünleri
işledikten sonra yine yoksul milletlere oldukça yüksek ücretlerle satarak çok büyük kârlar elde etmişlerdir. Nitekim 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde dünyadaki yatırımların % 80’den fazlası üç büyük devletin tekelinde toplanmıştır. Bu devletler İngiltere,
Almanya ve Fransa idi. Yatırımları bu devletler
raddesinde olmamakla birlikte Amerika Birleşik
Devletleri, Rusya, İtalya, Japonya ve AvusturyaMacaristan İmparatorluğu da sanayi yönünden alt
yapısını oluşturmuş ve güçlü devletler arasına adlarını yazdırmaya başlamışlardı235. Bununla birlikte
19. yüzyıldan itibaren nüfus hareketleri, ulusal itibar
sağlama, diğer devletlerin önüne geçme istek ve arzusu, güven yaratma ve özellikle endüstri devriminin iki önemli gereksinimi olan pazar ve hammadde
kaynağı elde etmek gibi nedenlerle zenginleşen bir
başka ifadeyle kapitalleşen devletler arasında büyük
bir rekabet başladı ve bu rekabetin sonunda I. Dünya
Savaşı patlak verdi. 1914-1918 yılları arasında iki bloğa ayrılan Avrupa devletleri 4 yıl sürecek bir harbe
tutuştular236.
Yüzyıllardır uzunca bir gerileme devri yaşayan Osmanlı İmparatorluğu, Avrupalı devletlerin
Yenal Ünal, “Bilgi Toplumunun Tarihçesi”, Tarih Okulu Dergisi,
Sayı 5. İzmir, 2009, s. 124; F. Armaoğlu, 2014, s. 23-33.
235
Refik Turan ve bşk. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, 18. bs.
Okutman Yayıncılık, Ankara, 2011, s. 48.
236
F. Armaoğlu, 2014, s. 380-541; Refik Turan ve Bşk. a.g.e., s. 46-52.
234
187
Dr. Yenal Ünal
endüstri devrimiyle daha zenginleşmesi ve güçlenmesinden son derece olumsuz etkilenmiştir. 19.
yüzyıla gelindiğinde Avrupalı devletlerin pazar ve
hammadde kaynak sahalarından biri de Osmanlı
İmparatorluğu olmuştur. İngiltere, Fransa, Rusya
baştan olmak üzere 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Almanya, İtalya ve ABD siyasi, ekonomik ve
kültürel anlamda Osmanlı İmparatorluğu’nu etkisini
altına aldılar. Özellikle siyasi yönden sürekli iç işlerine karışmak yoluyla bu devlete büyük zarar verdiler. Nitekim 19. yüzyıl boyunca kendi çıkarları doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğu’nun hamiliğini
üstlenen İngiltere, 1878 tarihinden sonra Avrupa’da
ortaya çıkan hassas dengeler çerçevesinde bu politikadan vazgeçmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
en azılı düşmanı olan Rusya karşısında onu yalnız
bırakmıştı. Bununla birlikte İngiltere’nin bıraktığı açığı, 1871 tarihinde Fransa’yı Sedan Savaşı’nda
ağır bir mağlubiyete uğratıp siyasi birliğini kurarak
kısa sürede İngiltere ile yarışacak seviyede bir sanayi hamlesi başlatmış olan Almanya doldurmuştur.
Almanya’nın siyasi birliğini kurduğu dönemde dünyanın çok büyük bir bölümü zaten sömürgeleştirilmişti. Bu alanda varlık gösterebilmek için İngiltere
ile kıyasıya büyük bir mücadele içine giren Almanya,
Osmanlı İmparatorluğu ile sıcak ilişkiler kurmuş ve
bu ülkeyi müttefik olarak kazanmak için çaba harcamıştır. Almanya’nın 1871’de siyasi birliğini tamamlamasını müteakip kısa bir sürede sanayileşmesi
ve Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden bir hâline
gelmesi bu kıtada dengeleri yerinden oynatmıştır.
İlerleyen yıllarda sömürgecilik yarışı iki kutuplu bir
Avrupa yaratmıştır. Dünyanın büyük bir bölümünü nüfuzu altında bulunduran bu kıtada bulunan
büyük güçlerin kendi aralarında yaşadıkları gelişmeler, yine doğrudan doğruya bütün dünyayı etki188
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
si altına almıştır237. 1914 yılında fiili anlamda çatışmaya başlayan bu iki kutbun bir tarafında İngiltere,
Fransa, Rusya ve İtalya bulunurken diğer tarafında
Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve
Osmanlı İmparatorluğu bulunmaktaydı. 1918 yılına kadar devam eden savaşa çeşitli tarihlerde başka
devletler de iştirak etmekle birlikte hakiki manada I.
Avrupa Savaşı olarak adlandırılması gereken harp,
bu işle uzaktan yakından alakası olmayan ülkeleri ve
milletleri sömürgecilik faaliyetlerinden dolayı zoraki
olarak ilgilendirmiş ve Avrupalıların çıkar savaşları
literatüre I. Dünya Savaşı olarak yansımıştır238.
Bu savaşla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu da
istikbalinin ve mukadderatının tayin edileceğini bildiği için savaş başlamadan önce hangi taraftan yer
alacağını hususunda ciddi manada kafa yormuştur. Nitekim bu dönemde Osmanlı devlet adamlarında iki farklı düşüncenin geliştiği görülmektedir:
Birinci fikir, Osmanlı Devleti’ni her şıkta koruyacak
Almanya ile bir anlaşma yapmak. İkinci fikir, devleti muhtemel bir savaşta doğrudan etkisi altına alacak büyük devletlerle özellikle de Akdeniz’e yakın
olanlarla ittifak etmek. Nitekim İngiltere, Rusya ve
Fransa ile ittifak girişimleri bu fikirden doğmuştu.
Ne var ki bu büyük devletlere yapılan ittifak teklifleri teker teker reddedilmiş hatta savaşın hemen öncesinde İngiltere’ye peşin ücretle sipariş edilen iki savaş gemisi Sultan Osman ve Reşat gemileri, Osmanlı
Devleti’ne teslim edilmemiştir. Açıkça ifade etmek
gerekirse Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri tarafından âdeta Almanya’nın kucağına itilmiştir. Savaşın
sonunda da anlaşılmıştır ki İtilaf Devletleri’nin I.
Dünya Savaşı sonunda ulaşmak istedikleri emellerden biri de Osmanlı topraklarını paylaşmak arzusuR. Uçarol, 2015, s. 279-304; F. Armaoğlu, 2014, s. 327-330.
Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, 19. Bs., Timaş
Yayınları, İstanbul, 2014, s. 94-139; R. Uçarol, 2015, s. 597-683.
237
238
189
Dr. Yenal Ünal
dur. Nitekim savaşın devam ettiği yıllarda imzalanan
İstanbul Antlaşması, Londra Sözleşmesi, Sykes-Picot
Antlaşması, Mc. Mahon Antlaşması ve St. Jean de
Maurienne Antlaşması’yla Osmanlı topraklarını daha
sonraki süreçte birbirleriyle çatışmaya girmemek için
barış ortamında paylaşmışlardır239. Avrupalı güçlerin kendi aralarında gerçekleştirdikleri sömürgecilik
savaşının bir neticesi olan I. Dünya Savaşı sonunda
mağlup olan devletlerin her biriyle ateşkes antlaşmaları yapılarak harbe son verilmişti. Nitekim Osmanlı
Devleti, Avrupalıların kapitalist temelli iç savaşına
zoraki olarak girmek zorunda kalmış ve ülkede yönetimi elinde bulunduran İttihat ve Terakki Fırkası’nın
uyguladığı fevkalade yanlış siyasi ve askerî politikalar neticesinde 30 Ekim 1918 tarihinde240 Mondros
Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalmıştır241.
I. Dünya Savaşı yılları boyunca birbirinden
binlerce kilometre uzaklıktaki cephelerde düşman
birlikleri dışında açlık, sefalet, kötü hava koşulları ve salgın hastalıklarla mücadeleye girişen Türk
milleti savaş yılları boyunca çok büyük sorunlarla
karşılaşmıştır. Bununla birlikte savaşın sonunda akdedilen mütareke antlaşması, Türk milletine rahat
ve huzur dolu bir barış ortamında acılarını sarmak
için yeni bir dönemi başlatmıyor tam tersine çok
daha problemli günlerin yaşanacağını haber veriyordu. Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda demirli
Agamemnon zırhlısı üzerinde başlayan mütareke
görüşmelerinde Türk tarafını 14 Ekim 1918’de kuruRefik Turan ve Bşk. a.g.e., s. 50-51, 56-57.
Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi 1918-1938,
Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1973, s. 1.
241
Mondros Mütarekesi’nin imzalanması sürecinde yaşanan her
türlü gelişmenin güncel ve ayrıntılı yeni bir değerlendirmesi
için bk. Resul Yavuz, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan Sevr Barış
Antlaşması’na Giden Süreçte Türk Diplomasisi, Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve
İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, 2016, s. 163-244.
239
240
190
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
lan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nin Bahriye Nazırı
Rauf Orbay, Hariciye Nazırlığı Müsteşarı Reşat
Hikmet Bey, Kurmay Yarbay Sadullah Bey, Mabeyn
Baş Kâtibi Ali Fuat Türkgeldi’den oluşan bir heyet;
İtilaf Devletleri’ni İngiliz Akdeniz Filosu Komutanı
Amiral Calthrope’un başında bulunduğu bir heyet
temsil etmiştir. 27 Ekim’de başlayan müzakereler 3
gün sürmüş ve 30 Ekim 1918’de, 25 maddeden müteşekkil olan Mondros Mütarekesi imzalanmıştır242.
Mondros Mütarekesi’yle Osmanlı ülkesinin
üzerini kara bulutlar kaplamıştır. Yıllardır harp
meydanlarında büyük fedakârlıklarla ne için savaştığını tam anlamıyla bilmeyen Türk insanı büyük
acılara gark olmuştu. Üstelik harbin bitmesi bir barış
dönemini de beraberinde getirmiyordu. 25 maddelik mütareke antlaşması, Osmanlı ülkesini tam anlamıyla bir sömürge hâline getirdiği gibi Türk insanını
âdeta köle pozisyonuna düşürüyordu. Açlıktan, sefaletten, tifo, tifüs, verem, dizanteri ve kolera başta
olmak üzere birçok salgın hastalıktan bıkmış Türk
insanının önünde ne bir umut ışığı ne de bir kuruluş
reçetesi bulunmuyordu. Mondros Mütarekesi, İtilaf
Devletleri’nin, Osmanlı topraklarını işgal edebilmek
için en temel koşulları yine Osmanlı Devleti’ne yazılı
olarak kabul ettirdikleri bir belge hüviyetindedir243.
Örneğin antlaşma metninde 7. maddede yer alan koşullara göre “İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit eden
bir durum hâlinde, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdi”. Yine 24. maddeye göre “Doğu Anadolu’da
yer alan Vilayet-i Sittede yani altı vilayette (Erzurum, Sivas,
Harput, Diyarbakır, Van, Bitlis) karışıklık çıkarsa İtilaf
Devletleri bu bölgeleri işgal edebileceklerdi.” Mütarekeye
yerleştirilen bu iki tuzak madde İtilaf Devletleri’nin
ilerleyen dönemlerde Osmanlı’ya karşı uygulamaya
çalışacakları politikaların tespitinde önemli ipuçları
242
243
Refik Turan ve Bşk. a.g.e., s. 60, 61; R. Yavuz, 2016, s. 163-171.
R. Yavuz, 2016, s. 182-196.
191
Dr. Yenal Ünal
sunmaktadır. Çünkü bu iki stratejik maddeye dayanarak artık Anadolu coğrafyasının bütün bölümlerine sahip olabilmeleri zaman içinde mümkün olabilecekti. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti’ni tarihten
silmek isteyen Avrupalı emperyalist devletler ilk
önemli adımı da atmış oluyorlardı. Burada üzerinde
durulması gereken asıl önemli durumsa Türk milletinin ahvali ve istikbaliydi. Çünkü mütarekenin
imzalanmasından hemen sonra İtilaf Devletleri, I.
Dünya Savaşı yıllarında yapmış oldukları gizli antlaşmaları vakit kaybetmeden uygulamaya koyuldular. Mondros Ateşkesi de zaten bu gizli antlaşmaların fiiliyata geçirilmesinden başka bir şey değildi244.
İngilizler, mütarekenin imzalanmasından
hemen sonra, 1 Kasım 1918 tarihinde Musul’u ve
daha sonra İskenderun’un teslimini resmen istediler. Musul’da bulunan 6. Ordu Komutanı Ali İhsan
(Sabis) Paşa’nın, İngilizlerin taleplerine karşı vermiş
olduğu mücadele, İstanbul Hükümeti’nin, düşmana direnilmemesi doğrultusundaki emri nedeniyle
yeterli olmadı ve 8 Kasım 1918’de Musul, 9 Kasım
1918’de İskenderun İngilizler tarafından işgal altına alındı245. Yine İngilizler, mütareke hükümlerine
göre Kars, Ardahan ve Batum’un boşaltılmasını istediler. Bölgede bulunan 9. Ordu Komutanı Yakup
Şevki (Subaşı) Paşa, İngilizlerin bölgeyi işgal etmesini önleyemeyeceğini anladıktan sonra hiç olmazsa
bu işgalin gerçekleşmesini olabildiğince uzatmak,
bu arada yöre halkını bilinçlendirmek ve teşkilatlandırmak amacıyla hareket etmiştir. Buna rağmen
24 Aralık 1918’de bir İngiliz tümeni Batum’a çıkarıl244
Cevad Odyakmaz, Mondros-Sevr ve Mudanya-Lozan, Togan
Yayınları, İstanbul, 2013, s. 18, 19.
245
Ali İhsan (Sabis) Paşa’nın hareketlerinden rahatsız olan
General Allenby, Ali İhsan Paşa başta olmak üzere emirlerine
karşı gelen tüm Türk subay ve memurlarının görevden alınmasını istemiştir. Bk. R. Yavuz, 2016, s. 233, 234.
192
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
dı. 31 Ocak 1919’da Kars işgal edildi. Boğazlara da
6 Kasım 1918 tarihinde bir İngiliz heyeti gelerek bu
mıntıkayı teslim alma işlemlerine başladı. 13 Kasım
1918 tarihinde İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemilerinden müteşekkil İtilaf Devletleri donanması İstanbul’u fiilen işgale başladı ve Dolmabahçe
önünde demirledi246. Fakat işgaller bunlarla da sınırlı
kalmadı. İlerleyen zaman diliminde Batı Anadolu
Yunanlılar tarafından,247 Yunanlıların işgal ettiği yerlerin daha güneyinde bulunan topraklar İtalyanlar,
Çukurova ve Güneydoğu bölgeleri Fransızlar tarafından işgal edildi. Bunlara ilave olarak Karadeniz
Bölgesi’nde Rumlar, Doğu Anadolu ve Çukurova
coğrafyasında Ermeniler ve İstanbul’da Yahudiler de
fırsattan istifade ederek kendi çıkarları doğrultusunda Osmanlı Devleti’nden elde edebildikleri kadar
ödün koparmaya çalıştılar. Yüzyıllardan beri Türk
milleti ile aynı coğrafyada, çoğunlukla dostane ilişkiler kurmuş bu gruplar âdeta ülkeyi işgale kalkışan
emperyalist kuvvetlerin yerli birer iş birlikçisi gibi
çalışmaya başladılar248.
Açıkça görüldüğü üzere I. Dünya Savaşı’nın
galipleri İtilaf Devletleri âdeta akbaba kuşu gibi
Türk topraklarını Mondros Mütarekesi hükümleri çerçevesinde istila etmek için birbirleriyle yarış
içerisine girmişlerdi. Yaptıkları hukuksuz işgallerin hukuki zeminini oluşturabilmek için Mondros
Mütarekesi’ne sırtlarını dayamak istiyorlardı.
Yukarıda da değindiğimiz gibi 1918 yılı şartları göz
önüne alındığında Türk milleti için hiçbir umut ışığı yoktu. İtilaf Devletleri’nin askerî, ekonomik, etnik ve siyasi politikaları işliyordu. Ancak gelişmeler
ilerleyen aylarda, yıllarda İtilaf Devletleri ve onlaR. Yavuz, 2016, s. 215-224.
Rahmi Apak, İstiklâl Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1990, s. 1-15.
248
Refik Turan ve Bşk. a.g.e., s. 60-62.
246
247
193
Dr. Yenal Ünal
rın destekçisi yerli işbirlikçilerin arzuladığı gibi gitmemiştir. Çünkü o karanlık bulutları dağıtacak ilk
önemli gelişme 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros
Mütarekesi’nden yaklaşık 7 ay sonra cereyan etmiştir. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da249
Samsun’a ayak basmıştır250. 30 Ekim 1918 tarihli
Mondros Mütarekesi’nden sonra memleketin dört
bir tarafı İtilaf Devletleri ve onların destekledikleri
azınlıklar tarafından işgal edilmeye başlanmıştır. Bu
işgal hareketlerine karşı Türk milleti yine ülkenin
dört bir yanından çeşitli direniş örgütleri kurarak
düşmana karşı kendini savunmaya çalışmış, Kuvayı Milliye birliklerini oluşturmuş ve çeşitli kongreler
tertip ederek haklı davasını bütün dünyaya duyurmaya çalışmıştır251.
Mondros’tan sonraki süreçte İtilaf Devletleri’nin özellikle Fransızların gözünü diktikleri ilk
mıntıkalardan biri de Zonguldak ve Bartın coğrafyası olmuştur. Çünkü o dönemin en önemli enerji kaynaklarından biri olan kömür madeni yoğun
olarak bu bölgelerde bulunmaktaydı252. Dolayısıyla
Mondros Ateşkesi’nin “Türkiye’nin ihtiyacı karşılandıktan sonra artan kömür, yakacak ve denizciliğe ilişkin
lüzumlu malzemenin Türkiye kaynaklarından satın alınması için kolaylık gösterilecektir” maddesi uyarınca
İtilaf Devletleri’nin derhal işgal altına almak istediklerin bölgelerin başında Batı Karadeniz’de bulunan
ve zengin kömür yataklarına sahip olan Zonguldak
ve Bartın da gelmiştir253. Bununla birlikte yurdun
U. Kocatürk, 1973, s. 30.
Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan Millî Kurtuluş Savaşı’nın
Gerçek Hikâyesi, Cilt 2, Tekin Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 52-56.
251
Oral Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, 11. Bs., İmge Kitabevi,
Ankara, 2003, s. 88-92.
252
Erkan Aşçıoğlu, Kurtuluş Savaşında Bartın, 2. Bs., Bartın
Belediyesi Kültür Yayınları, Bartın, 2014, s. 55.
253
Doğu Karaoğuz, Kuva-yı Milliye Ruhuyla Bir Ömür-Zonguldak’ın
İlk Gazetecisi Tahir Karauğuz’un Yaşam Öyküsü, Truva Yayınları,
249
250
194
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
birçok noktasında olduğu gibi bu şehirlerde de düşmana mukavemet gösterilebilmesi için direniş örgütleri kurulduğu gibi Mustafa Kemal Paşa’nın 19
Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkmasından sonra
gerçekleştirmeye çalıştığı kurtuluş mücadelesi çerçevesinde Anadolu’da yeşermeye başlayan hareket
ile daima ilişki içerisinde bulunulmuş bu kapsamda
Erzurum Kongresi’nden sonra tesis edilen Heyet-i
Temsiliye ve Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından sonra teşekkül eden İcra Vekilleri Heyet’inden
alınan talimatlar çerçevesinde düşmanla mücadele
edilmeye çalışılmıştır254. Mondros Mütarekesi’nden
sonraki süreçte işgale uğrayan Anadolu’nun pek çok
şehrinde yaşanan mücadelelerin bir benzerinin de
Bartın ve Zonguldak coğrafyasında gerçekleştiğini
belirtebiliriz255. İtilaf Devletleri tarafından gerçekleştirilen işgaller, bu işgallere karşı tertibat almak üzere
bölgede görevlendirilen Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in
yaptığı faaliyetler, Bartınlı yurtseverlerin kurmuş
oldukları Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin etkinlikleri ve Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde gelişen
Anadolu Harekâtı’yla olan münasebetlerin gelişimi
üzerine yaptığımız bu araştırma, bugün Türkiye’nin
hemen her cepheden gelişim kaydeden önemli şehirlerinden biri olan Bartın’ın, Millî Mücadele yıllarındaki durumunu özellikle arşiv belgelerine dayalı
olarak tam anlamıyla ortaya çıkarmak ve bölgede
Millî Mücadele yıllarında meydana gelen gelişmeleri
irdelemek maksadıyla vücut bulmuştur.
Konumuzla bağlantılı olarak yörede araştırma
faaliyetleri gerçekleştiren çok sayıda yerel araştırmaİstanbul, 2011, s. 59-62.
254
Cemal Kutay, Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Acar Bilgi
Merkezi Yayınları, İstanbul, 2013, s. 26-29; C. Odyakmaz, 2013, s.
19; H. İ. Dinamo, 1977, s. 52-56.
255
Necdet Sakaoğlu, Amasra’nın Üçbin Yılı, Zonguldak Valiliği
Yayınları, İstanbul, 1987, s. 165.
195
Dr. Yenal Ünal
cı bulunduğu gibi genel anlamda Batı Karadeniz’de,
Millî Mücadele döneminde yaşanan gelişmeleri
konu edinen çeşitli araştırmalar yapıldığı da görülmektedir. Ne var ki İtilaf Devletleri’nin yapmış olduğu işgalleri, bu işgallere karşı bölgede görevlendirilen Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in yaptığı faaliyetleri,
Bartın Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin etkinliklerini özne olarak alıp bu dönemde Bartın’da yaşanan
gelişmeleri bilimsel yöntem ve eleştirel bir teknikle
ele alan akademik çalışma sayısı son derece sınırlıdır. Dolayısıyla incelememiz bu gerçekten hareketle
kentin yakın tarihine bilimsel anlamda katkı sağlamak ve Mütareke Dönemi Bartın’ının tarihini daha
da aydınlatmak gibi amaçlarla meydana getirilmiştir. İncelememizde öncelikle konunun tam anlamıyla anlaşılabilmesi için Bartın şehri hakkında genel
bilgiler verilmiştir. Akabinde araştırma konumuzla
ilgili daha önce kaleme alınmış araştırma eserleriyle
bilimsel çalışmalar üzerine bazı kısa değerlendirmeler yapılmıştır. Daha sonra, bir araya getirilen bilgiler titizlikle gözden geçirilerek arşiv belgeleri temelinde olaylar yeniden yorumlanmaya çalışılmıştır.
Akabinde sonuç bölümünde elde edilen bulgular
değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
196
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Bartın, Türkiye’nin Batı Karadeniz bölümünde
yer alan, yüzölçümü ve nüfus unsurları göz önüne
alındığında ülkenin en küçük çaplı illerinden biridir. Tarihte Bartın yöresine Türklerin ilgisi, 1084 yılında başlamıştır. Bartın ve çevresi, 1459’da yedinci
Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet devrinde
Amasra’nın fethiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu
hâkimiyeti altına girmiştir.256 Bartın Kazası, 14591692 yılları arasında Anadolu Eyaleti’ni oluşturan
sancaklardan biri olan Bolu Sancağı’na bağlı olarak
idare edilmiştir. Şehir, 1692-1811 yılları arasında
Bolu merkezli bir voyvodalıkla yönetilmiştir. 1811
tarihinden itibaren Anadolu Eyaleti’ne bağlı olarak
yeniden ihdas edilen Bolu Mutasarrıflığı’na bağlı bulunan Bartın, II. Mahmut devrinde yapılan yeni bir
idari yapılanmayla Anadolu Eyaleti bünyesinde ve
Safranbolu-Eskipazar merkezli kurulan Viranşehir
Sancağı dâhilinde kalmıştır. 1841 yılında Anadolu
Eyaleti kaldırılıp Kastamonu Eyaleti teşekkül etmiştir. Kastamonu Eyaleti’nin içinde Kocaeli, Bolu,
Kastamonu, Viranşehir ve Sinop Sancağı mevcuttu.
Bunlardan Viranşehir Sancağı’nın kazaları arasında
Bartın’ın adı da zikredilmiştir. Bu durum 1867 tarihinde Bartın’ın ilçe ve kaymakamlık statüsü kazanmasına kadar devam etmiştir. 1864 tarihli Teşkil-i
Vilayet Nizamnamesi gereğince Kastamonu Eyaleti,
Kastamonu Vilayeti’ne dönüştürülmüş, Viranşehir
Sancağı mülga olmuş ve Bartın yeniden Bolu
Sancağı’na bağlanmıştır. 1908’de Bolu, Kastamonu
Vilayeti’nden ayrılarak müstakil bir mutasarrıflık hâline getirilmiştir. Bu tarihte Bartın, Bolu’ya bağlı bir
kaza merkezi olarak kalmıştır. Sonradan 1920 yılında Zonguldak, Ereğli, Bartın ve Devrek kazaları Bolu
Bartın ve Amasra’nın, Türk hâkimiyeti altına girişi hususunda
önemli bir değerlendirme için bk. Semavi Eyice, Küçük Amasra
Tarihi ve Eski Eserleri Kılavuzu, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1965, s. 33-61.
256
197
Dr. Yenal Ünal
Mutasarrıflığı’ndan ayrılarak müstakil Zonguldak
Mutasarrıflığı oluşturulmuştur. Dolayısıyla Bartın,
1920 yılından itibaren Zonguldak Mutasarrıflığı’na
bağlı olarak idare olunmuştur. Şehir, 24 Temmuz
1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilan
edilmesinin akabinde 1924 yılında ortaya çıkan yeni
illerden Zonguldak’ın bir ilçesi hâline gelmiştir.
Zonguldak iline bağlı bir ilçe konumundayken 7 Eylül
1991’de vilayet olmuştur. Kente adını veren Bartın
Irmağı’nın257 Karadeniz’e döküldüğü kesimin yaklaşık 11 km kadar güneydoğusunda kurulmuştur. İlin
kuzeyinde Karadeniz, doğusunda Kastamonu, Cide
ve Pınarbaşı, güneydoğusunda Eflani ve Safranbolu,
güneyinde Karabük ve Yenice, batısında Zonguldak,
Çaycuma ve Devrek bulunmaktadır. İstanbul’un 164
mil, Zonguldak’ın 24 mil doğusunda denizden ilçe
merkezine doğru uzanan, çeşitli tonlarda gemilerin
geliş ve gidişine elverişli Bartın Irmağı üzerinde kurulmuş durumdadır. Amasra-Ulus-Kurucaşile ilçeleriyle birlikte 2143 km2’lik bir yüzölçümüne sahiptir.
İlin kuzeyinde 59 km’lik sahil şeridi bulunmaktadır.
Şehir yerleşmesi için son derece uygun bir coğrafyada yerleşmiş bulunan Bartın, yakın çevresine ve
ülkenin başka yerlerine bağlanabilme açısından da
coğrafi şartların kendisine verdiği birçok olanaktan
istifade etmektedir. Yöre, kültürel ve sosyal manada
Şemsettin Sami Bey, Kamusu’l-Âlam adlı eserinde Bartın
ve Bartın Irmağı hususlarında mühim bilgiler vermektedir.
Taşımacılık faaliyetleri hususu düşünüldüğünde, Bartın şehrinin çehresinin oluşumunda oldukça etkili bir unsur olarak karşımıza çıkan ırmak hakkında yazar, söz konusu eserinde Bartın
Irmağı’nın eski adının “Barkenyos” olduğunu belirtmektedir. Bu
ifade de muhtemelen Parthenios’un bozulmuş şeklidir. Ayrıntılı
bilgi için bk. Şemsettin Sami, Kamusu’l-Âlam, Cilt 2, Mihran
Matbaası, İstanbul, (M. 1890-1891), R. 1306, s. 1190, 1191.
257
198
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
oldukça zengin bir yapıya sahiptir258.
258
Bartın tarihi ve kültürü hakkında daha ayrıntılı bilgi erişmek için bk. Ali Rıza Yılmaztürk, Mehmet Demircioğlu,
Bartın’da Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Eğitim, Bartın Millî Eğitim
Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 1998, s. 2; Ayşegül Yaylı, “Tarihte
Bartın”, Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat Bülteni, Sayı 1, Ekim
1999, s. 3; Bartın, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları,
Ankara, 2007, s. 17; Bartın 2023 Stratejik Amaçlar ve İl Gelişme Planı,
haz. İl Planlama ve Koordinasyon Müdürlüğü, Bartın Valiliği
Yayınları, Bartın, 2008, s. 5, 7, 8; Bolu Livası 1921-1925 Salnamesi,
haz. Nermin Kılıç ve bşk. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu
Halk Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları,
Bolu, 2008, s. 180, 273; Cevdet Yakupoğlu, Bartın Vakıfları (12141514), Bartın Valiliği İl Özel İdaresi Başkanlığı Yayınları, Bartın,
2010, s. 13, 14; Dursun Bayraktar, Tanzimat’ın İlk Yıllarında Bolu
(Şer’iye Sicilleri 1838-1850), Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu
Halk Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları,
Bolu, 2009, s. 33-37; Erkan Aşçıoğlu, Bartın, Bartın Ticaret ve
Sanayi Odası Yayını, Bartın, 2001, s. 74; Halil İnalcık, Kuruluş
Dönemi Osmanlı Sultanları (1302-1481), Türkiye Diyanet Vakfı
İslam Araştırmaları Merkezi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 184;
Kastamonu Vilayet Salnamesi, “Bartın Kazası”, Kastamonu Vilayet
Matbaası, H. 1317 (M. 1899-1900), s. 306; Kemal Samancıoğlu,
İktisat ve Ticaret Bakımından Bartın, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası
Yayınları, Ankara, 1941, s. 11, 158-169; Kemal Samancıoğlu,
Bartın Belediyesi ve Tarihçesi, 2. bs. Bartın Valiliği-Bartın Belediyesi
Yayınları, Bartın, 1999, s. 202, 204; Levent Toksoy, Amasra Tarihine
Denizden Bakış, Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul, 2009, s. 5155; Mehmet Çötür, Bartın Limanı İnşaat Sonu Raporu, Bayındırlık
Bakanlığı Demiryollar ve Limanlar İnşaat Reisliği, Devlet Su
İşleri Matbaası, Ankara, 1970, s. 1; Metin Tuncel, “Bartın”, Türk
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türk Diyanet Vakfı Yayınları,
Cilt 5, İstanbul, 1992, s. 87, 88; Nurettin Cansever, Bütün Yönleriyle
Bartın, Ersa Kolektif Şirketi Matbaası, İstanbul, 1965, s. 7, 16;
Özhan Öztürk, Pontus (Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in
Etnik ve Siyasi Tarihi), 2. bs. Genesis Kitap Yayınları, Ankara,
2012, s. 262; Selâhattin Çilsüleymanoğlu, Bartın Halk Kültürü,
Cilt 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1996, s. 21; Tuncer
Baykara, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş I-Anadolu’nun İdari
Taksimatı, 3. bs. Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2015, s.
171, 227; Ünal Özdemir, “Ulaşım Coğrafyası Açısından Önemli
Bir Güzergâh: Karabük-Bartın Karayolu”, Doğu Coğrafya Dergisi,
Cilt 13, S. 19, 2008, s. 214, 215; Yenal Ünal, Kuruluşunun 50.
199
Dr. Yenal Ünal
Bartın’ın, sadece Millî Mücadele yıllarındaki tarihi üzerine değil; diğer bütün dönemleri göz
önüne alındığında üzerine yapılmış bilimsel çalışmaların sayısı bir elin parmağını geçememektedir.
Dolayısıyla inceleme konumuzla alakalı zengin kaynak külliyatı ve arşiv malzemesi olmasına rağmen
bu kaynaklar üzerine yeni yorumlar temelinde hazırlanmış eser sayısı yok denecek kadar azdır. Bu
kapsamda en temel kaynağımız Ali Sarıkoyuncu
tarafından kaleme alınan Millî Mücadele’de Zonguldak
ve Havalisi adlı eserdir. Bunun dışında Askerî Tarih
ve Stratejik Etüt Dairesi Başkanlığı Arşivi259 ile diğer
araştırma membaları en temel kaynaklarımız arasında yer almıştır. Söz konusu kaynaklardan azami ölçüde istifade edilmeye çalışılmıştır. Makale çalışmamız, Millî Mücadele dönemi Bartın’ı üzerine ilmi anlamda ortaya konulmuş ilk çalışmalardan biri olması
hasebiyle tabiatı gereği bazı eksiklikleri bulunabilir.
Ancak hakiki bir bilimsel araştırma teşebbüsü olarak
özelde Bartın Millî Mücadele tarihine genelde yakın
dönem Türk tarihine bir katkı sağlamak amacıyla teşekkül ettiği aşikârdır.
Yıldönümünde Bartın Limanı Tarihi, Yeditepe Yayınları, İstanbul,
2015, s. 29-76; “Bartın Adının Anlamı Üzerine Bir İnceleme”,
Tarih Okulu Dergisi, Sayı XIX, 2014, s. 647-661; Zeynep Korkmaz,
Bartın ve Yöresi Ağızları, 2. bs. Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara, 1994, s. 46, 47.
259
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde yapılan araştırmalar
neticesinde konumuzla bağlantılı bir belgeye rastlanmamıştır.
Bununla birlikte 1990’lı yıllarda Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu’nun
konumuzla bağlantılı bazı arşiv vesikalarına ulaştığı görülmüştür. Görevlilere Sarıkoyuncu’nun ulaştığı bu arşiv belgelerinin
numaraları verildiğinde yeniden bir tarama yapılmış ve söz
konusu belgelerin araştırmacıların hizmetine sunulmasından
vazgeçildiği dolayısıyla geri çekildikleri beyan edilmiştir. Bu
nedenle Sarıkoyuncu’nun eserindeki bu belgeler fikir vermesi
açısından incelenmekle birlikte birebir görülemediğinden çalışmamızda kullanılamamıştır.
200
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Millî Mücadele’de Batı Karadeniz
I. Dünya Savaşı’nın hemen akabinde emperyalist devletler, gerçekleştirmeyi planladıkları sömürü
projelerini Anadolu topraklarında da uygulamaya
sokarak yüzyıllardır kendileri için bir büyük tehlike
olarak gördükleri Türklüğü âdeta ortadan kaldırmak
için harekete geçtiler. Harp yıllarında akdedilen gizli paylaşım antlaşmaları, Mondros Mütarekesi’yle
artık uygulamaya konuldu. Anadolu Türklüğünün
üzerini kaplayan kara bulutlar vatanın her bir bucağında muhtelif felaketlerin yaşanacağının habercisi
gibiydi. Bununla birlikte; 19 Mayıs 1919’da Mustafa
Kemal Paşa öznesi etrafında toplanan bireylerin gayretleriyle her geçen gün kuvvetlenen Millî Mücadele
fikri ilerleyen günlerde, aylar ve yıllarda sürekli gücüne güç katmıştır260.
Hiç şüphe yoktur ki Mustafa Kemal Paşa liderliğinde gelişen bu harekete elinden geldiğince, gücü
yettiği ölçüde ve aklı erdiği nispette birçok vatan evladı imkânları ölçüsünde katkı sunmaya çalışmıştır.
Diğer taraftan bu harekete karşı bir tavır takınıp, emperyalistlerin âdeta kuklası durumuna düşmüş olan
İstanbul Hükümeti ve onun hamisi Sultan’a bağlı
kalmaya devam eden ve özellikle Millî Mücadele
taraftarlarına çok ciddi sıkıntılar yaşatmış olan zevat da boş durmamıştır. Ancak yürüttüğü istiklal
davasında sonuna kadar haklı olduğunu öyle ya da
böyle bütün dünyaya ispat etmiş olan Türk milletinin vatanperver fertlerinin büyük çoğunluğu, Millî
Mücadele dönemi içerisinde gerek emperyalistlerle
gerek işte bu gaflet ve dalâlet içindeki gürûhla ciddi
manada mücadele etmiştir.
30 Ekim 1918 tarihinden sonra İtilaf Devletleri’nin emperyalist hedeflerini gerçekleştirmek adına
260
C. Kutay, 2013, s. 12-26.
201
Dr. Yenal Ünal
işgal altına almak amacıyla muhtelif teşebbüslerde
bulundukları önemli işgal alanlardan biri de Bartın
ve Zonguldak havalisiydi.261 Gerek o dönem adına
bakıldığında gerek günümüz için değerlendirildiğinde Zonguldak ve Bartın bölgelerinin her şeyden
önce zengin enerji kaynaklarına sahip olduğu belirtilmelidir. Bölgede 1848’den itibaren işletmeye
açılmış ve Millî Mücadele yıllarında da aktif olarak
kullanılmakta olan maden ocakları mevcuttu. Buna
ilave olarak bölgenin ulaşım açısından da stratejik
önemi bulunmaktaydı. Şöyle ki Millî Mücadele’nin
ilk yıllarında İstanbul’dan Anadolu’ya geçilebilmesi
için biri karadan diğeri denizden olmak üzere kullanılması gereken iki önemli yol güzergâhı bulunuyordu. Bunlardan biri olan kara yolu Üsküdar-Geyve
hattından geçmekteydi. Diğer yol ise İstanbul’dan
başlayıp İnebolu’ya kadar uzanan deniz yolu güzergâhıydı. Bu ikinci yol Bartın ve Zonguldak sahillerinden de geçiyordu. Dolayısıyla bu yolun güvenliği ve
ehemmiyeti açısından Zonguldak ve Bartın’da yaşanan gelişmelerin Millî Mücadele yılları boyunca çok
büyük bir öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz262.
Bu güzergâh sayesinde, İstanbul’dan Anadolu’ya
karadan çeşitli güvenlik sebepleri nedeniyle gönderilmesi mümkün olmayan silah ve cephane aktarımı yapılıyordu. İstanbul’da bulunan vatanseverler, Anadolu’da şiddetle ihtiyaç duyulan silah,
cephane ve ham madde gibi gereksinimleri gizlice
İstanbul’dan deniz yoluyla önce İnebolu’ya akabinde
de buradan kara yoluyla Ankara’ya ulaştırıyorlardı.
Aynı şekilde subaylar ve askerler başta olmak üzere
İstanbul’dan Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye
katılmak isteyen vatan evlatları, kara yoluyla bunu
N. Sakaoğlu, 1987, s. 165.
Ali Sarıkoyuncu, Millî Mücadele’de Zonguldak ve Havalisi,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992, s. 36, 52; N. Sakaoğlu,
1987, s. 165.
261
262
202
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
gerçekleştirmediklerinde İstanbul-İnebolu deniz
yolu hattını kullanıyorlardı.263 Yine örneğin 16 Mart
1921’de imzalanan Moskova Antlaşması mucibince
24 Ağustos 1920 tarihinde Rusya’dan silah, cephane
ve mühimmat yardımı tedariki sırasında görüldüğü
üzere bu yardımlar önce Rus limanlarından Trabzon’a
getiriliyor daha sonra da İnebolu, Bartın, Zonguldak,
Ereğli ve Akçakoca üzerinden Batı Cephesi’ne sevk
ediliyordu264. Dolayısıyla tetkikimiz olan İstiklâl
Harbi yıllarında Bartın ve Zonguldak havalisinde
yaşanan gelişmelerin hem doğrudan hem de dolaylı
olarak Millî Mücadele Hareketi’ne etkisi olmuştur.
İtilaf Devletleri açısından meseleye bakıldığında da
şöyle bir manzara ortaya çıkmaktadır. Söz gelimi bu
bölgenin işgal altına alınmasıyla zengin maden yataklarına sahip olunacağı gibi Zonguldak, Karabük,
Bartın, Bolu ve Kastamonu gibi coğrafyalar da kontrol edilecek ve gerekirse Ankara’ya kuzeyden tazyik
uygulanabilecekti. Bu sayede Ankara Hükümeti’nin
millî güçleri başka bir cephede daha savaşmak zorunda kalacaklardı. Dolayısıyla ilerleyen dönemlerde Sevr’in, Ankara Hükümeti’ne kabul ettirilmesi
daha kolay olacaktı. Bu düşünceden hareketle, İtilaf
Devletleri adına bölgenin giderek daha fazla önemli
hâle geldiğini ifade edebiliriz. Yine aynı şekilde bölgenin denetim altına alınması demek Ankara’nın en
önemli lojistik imkânlarından birinin ortadan kaldırılması demekti ki bunu da İtilaf Devletleri gayet iyi
biliyorlardı. İtilaf Devletleri’nin bölgeyle ilgili hedeflerinden bir diğeri de bu coğrafyada mevcut bulunan
Pontusçu Rumları harekete geçirmek, Türklere karşı
bunları kışkırtmak ve bu sayede bölgede Türklüğün
gücünü kırmaktı265.
Hüsnü Himmetoğlu, Kurtuluş Savaşında İstanbul ve Yardımları,
Cilt 2, [yay.y.], İstanbul, 1975, s. 77-85.
264
U. Kocatürk, 1973, s. 141, 171.
265
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 37-44, 53.
263
203
Dr. Yenal Ünal
30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, İtilaf
Devletleri’ne, “Doğu Meselesi” hakkında istediklerini
uygulama imkânı tanımıştır. Adı geçen mütarekenin
3. 7. ve 14. maddeleri uyarınca işgal edilen vatan topraklarından biri de Bartın ve Zonguldak havalisiydi266. Nitekim Fransa, kömür ocaklarında asayişi korumak bahanesiyle 8 Mart 1919’da267 bir subay komutasında bir miktar polis, jandarma ve piyade askerini
Zonguldak’a çıkardı268. Şehirde hiçbir direnişle karşılaşmayan Fransız subayı, ilerleyen gün ve saatlerde
bölgeye intikal edecek yeni asker ve subayların barınması için 32. Kafkas Alayı’nın III. Taburu’nun bulunduğu binaların boşaltılmasını istedi. İlçe kaymakamı
aynı doğrultuda talepte bulununca, alay komutanı,
III. Taburun askerlerini Zonguldak’a 45 dakika mesafede bulunan ve seferberlik esnasında inşa edilmiş
olan harap vaziyetteki samanlıklara nakletti. Böylece
bu bölgeye Fransız tazyiki de başlamış oldu269. 8
Mart 1919 tarihinde Fransızlar, Zonguldak’a asker çıkardıklarında yörede ihtiyaç dâhilinde milis kuvvet
bulunmamaktaydı. Bu açıdan bakıldığında Fransız
askerlerinin çok ciddi bir direnişle karşılaşmadıkları görülmüştür. Bu nedenledir ki ilerleyen günlerde Fransa, buradaki askerlerinin bir bölümünü
Anadolu’daki genel işgal koşullarını gözeterek daha
önemli gördüğü mıntıkalara sevk etmiştir. Bununla
C. Odyakmaz, 2013, s. 17-19.
U. Kocatürk, 1973, s. 18, 19; E. Aşçıoğlu, 2014, s. 56, 57.
268
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt 1, 3 Temmuz 1336 (1920), s. 69,
70; Sebahattin Selek, Millî Mücadele Ulusal Kurtuluş Savaşı, Cilt 1,
Milliyet Yayınları, İstanbul, [t.y.], s. 41.
269
Söz konusu vaziyet derhal Alay Komutanı Yarbay İsmail Bey
tarafından üst komutanlıklara bildirilmiştir. Yarbay İsmail Bey,
31 Mart 1919 tarihinde 10. Kafkas Fırkası Tümen Komutanlığı’na
çektiği telgrafta III. Taburun, ortaya çıkan zaruret üzerine yerinden tahliye edildiğini belirtmiştir. ATASE Arşivi, İSH, K. 405, G.
68, Belge 68-1; ATASE Arşivi, İSH, K. 405, G. 68, Belge 68-2.
266
267
204
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
birlikte 1919 yılının sonlarına doğru bölgede Millî
Mücadele lehine gelişmeler de yaşanmaya başlamıştır. Zira mezkûr yılın sonlarına doğru “Müdafaa-yı
Hukuk Cemiyetler”i teşekkül ettiği gibi 1920 yılının
başlarında “Kuva-yı Milliye” de faaliyete başlamıştır. Yörede bu çeşit gelişmeleri yakından takip eden
Fransa, Güney Cephesi’ndeki Türk direnişini de hesaba katarak Zonguldak’ta yeniden çeşitli tedbirler
almaya başlamıştır. Keza Güney Cephesi’nde Fransız
kuvvetleri Kuva-yı Milliye karşısında gerilemeye
başlamıştı. Hatta yenilmez denilen Mesnil, bütün
taburuyla 28 Mayıs 1920 tarihinde teslim olmuştur
ki bu gelişmeler Fransızların, Anadolu’da gelişmeye
başlayan Millî Mücadele Hareketi’nin nerelere ulaşabileceği ve onun liderlerinin neler yapabileceği hususunda yeniden düşünmesine katkı sağlamıştır. Bir
diğer ifadeyle Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde her geçen gün büyüyen Millî Hareket’in
zannedildiği gibi kolayca bertaraf edilemeyeceğinin
Fransızlarca fark edilmesinde bu çeşit olayların büyük etkisinin olduğu rahatlıkla ifade edebiliriz. 8
Mart 1919 tarihinde Zonguldak’ın Fransız askerleri
tarafından işgal edilmesi ve Bartın’ın da aynı akıbetle karşı karşıya kalma ihtimalinin belirmesi hasebiyle Mustafa Kemal Paşa, 18 Haziran 1920 günü gece
yarısında Fransızlarla temas hâlinde bulunan bütün
Türk kuvvetlerine savaş vaziyetine geçmeleri istikametinde emir vermiştir270.
Zonguldak şehir merkezini tamamen kontrol
altına alan Fransız kuvvetleri işgal bölgelerini genişletmek için faaliyete geçtiler. Nitekim 2 Ağustos
1920 tarihinde 40 kişilik bir Fransız süvari müfrezesi Çaycuma’nın 7 km kadar yakınına giderek teftiş
ve keşif harekâtında bulunmuştur. Aynı tarihte 2
Ağustos 1920’de bir başka Fransız askerî grubu zi270
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 49, 57.
205
Dr. Yenal Ünal
yaret bahanesiyle Bartın ve Amasra sahillerinde
araştırma ve keşif çalışmaları gerçekleştirmiştir271.
Tarihçi-yazar Necdet Sakaoğlu, zikredilen tarihte
Fransızların Amasra’ya gelişlerini ve buna mukabil
Tarassud Müfrezesi272 Komutanı Kemal Bey’in alATASE Arşivi, İSH, K. 579, G. 140, Belge 140-1.
Kuva-yı Milliyecilerin, Fransızların denizden Amasra’ya
bir çıkarma yapmalarını önlemek için kurmuş oldukları Sahil Tarassud Müfrezesi’nde yer alan 73 kahramanın 55’i
Amasra’dan, 23’ü de Kurucaşile’dendir. Fransızların çıkarmayı göze alamaması hasebiyle bu müfreze Kasım 1920’de takım
cepheye gönderilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. Talip Yel ve bşk.,
Geçmişten Bugüne Kurucaşile, Önder Matbaası, Ankara, 1999, s.
26; N. Sakaoğlu, 1987, s. 168. Asıl görevi Amasra limanlarını ve
kasabayı Fransız işgalinden korumak olan Tarassud Müfrezesi,
deniz haydutlarına karşı da başarı elde etmiştir. Kıyılara şüpheli
şekilde yanaşan ve bir işgal girişiminin öncüleri olmalarından
korkulan laz kayıkları bazen Amasra açıklarında görülmüşlerdir. Buna mukabil bir rüsumat gemisi gece gündüz devriye vazifesi gerçekleştirmiştir. 1920 Eylül ayında bir gün o dönemde
Karadeniz kıyılarının en güçlü korsanlarından biri olan Torlak
Mustafa’nın, Amasra dolaylarında bulunduğu ihbarını alan
Teğmen Kemal Bey, Başçavuş Hasan’ı izleme yapmakla görevlendirmiştir. Akşama doğru takasını Değirmenağzı’na bağlayıp bir sandalla Büyük Liman’a gelen ve yiyecek ikmali yapan
Torlak Mustafa derhal teşhis edilmiştir. Kemal Bey ve askerleri
limana gelinceye kadar iskeleden ayrılmış olan Torlak Mustafa,
üzerine namluların çevrilmesi üzerine geri dönmek zorunda
kalmıştır. Böylece Torlak Mustafa yakalanıp Bolu’ya gönderilmiştir. Ünlü takası ve içindeki silahlara da el koyulmuştur.
Ele geçirilen bu taka o yıl boyunca eşkıya takibinde kullanılmıştır. Bu dönemde zaman zaman Amasra Limanı’na uğrayan
vapurlarda görevli derviş ve hafız kılıklı kişiler, Kemal Bey’le
de görüşerek bir takım istihbarat işleri yürütmüşlerdir. Çoğu
“Ayın-Pe” denilen gizli Askerî Polis Örgütü’ne mensup bu şahıslar, Amasra’ya iki adet kamasız top bırakarak karşılığında
bir miktar yiyecek almışlardır. Yine Rusya ile varılan anlaşma
uyarınca Ankara Hükümeti’nden gelen direktif üzerine Müfreze
Komutanlığı, cephane taşıyabilecek tekneler temin etmeye çalışmıştır. Amasralı kaptanlar, Karadeniz’deki İtilaf Devletleri
karakol gemilerine rağmen Rusya’ya gidip cephane getirmeyi
istekle kabul etmişlerdir. Ancak giderken Tarlaağzı mevkiinden
271
272
206
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
mış olduğu önemleri şu şekilde nakletmektedir: “2
Ağustos 1920 günü Büyük Liman’a Lüper Fransız gambotu girer. Derhal iskele başına gelen Kemal Bey, bir römorkör ile iskeleye gelmekte olan Fransızları beklerken
askerlerini de bedesten mevkiine gönderir. Fransızlarla
Kemal Bey’in tercümanlığını Amasra Liman Başkanı
Halit Bey273 yapar. Gelenler kötü bir amaçlarının olmadığını, hava muhalefetinden dolayı limana girdiklerini az
kalacaklarını ve izin verilirse ününü duydukları kasabayı
gezme arzusunda olduklarını bildirirler. Kemal Bey, kuru
sıkıya başvurur ve civar dağların askerî birliklerce kuşatıldığını, en ufak bir hareketin kendilerinin tutuklanmasına,
gemilerin de batırılmasına neden olabileceğini hatırlatır.
Lüper’den çıkanlara önderlik eden Fransız subay gemideki hanımlar ve çocuklarla birlikte yarım saat gezme izni
alır… Çarşıda ve limanlarda kısa bir gezinti yaptıktan
sonra da hemen gemilerine binerek Amasra’dan uzaklaşırlar. Ancak gerek müfreze gerek ahali Fransızların bir
işgal tasarısı içerisinde oldukların sezerek savunma önlemlerini arttırırlar. Bir gece boyunca Kumbahçe (Tekke)
Tepesi’nde, Kuşkayası mevkiindeki Dörtyolağzı’nda siperler kazılır. Küçük limandaki eski tabya onarılmaya çalışılır. Yerli ustaların kama uydurduğu toplar, bir iki yere
yerleştirilir. Günlerce süren gerilimli bekleyişe rağmen bir
işgal girişimi gerçekleşmez”274. Benzer şekilde Bartın’da
da bazı güvenlik tedbirleri alınmıştır. Çünkü Fransız
kömür götürmeleri gerekmiştir. Tarlaağzı’ndaki ocak sahiplerinden Ethem Ağa’ya, İsmail Hakkı Bey’e ve Setrak Efendi’ye, Bartın
Kaymakamlığınca yapılan tebligatta 20’şer ton kömür hibe etmeleri bildirilmiştir. Bununla birlikte temin edilen küçük gemilerin
çürük ve ambarlarının yetersiz olması yüzünden bu girişim herhangi bir sonuç vermemiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. N. Sakaoğlu,
1987, s. 167.
273
Amasralı Eyiciler ailesinden olan Halit Bey, Deniz
Albaylığından emekliye ayrılmış ve 1960’lı yıllarda vefat etmiştir. Merhum Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal
Eyicioğlu’nun babasıdır. Bk. N. Sakaoğlu, 1987, s. 168.
274
N. Sakaoğlu, 1987, s. 168.
207
Dr. Yenal Ünal
kuvvetlerinin Zonguldak bölgesini ele geçirmelerini
müteakip işgal sahalarını mutlaka genişletmek isteyecekleri bu çeşit olaylardan sonra daha net bir biçimde anlaşılmıştır275.
Mondros Mütarekesi’nden sonraki süreçte Batı
Karadeniz bölgesinin düşman işgaline karşı son derece hazırlıksız olduğu ifade edilmelidir. Nitekim
Fransız kuvvetleri, Düzce isyanının en hararetli olduğu dönemlerde harekete geçerek daha iç bölgelere
yönelme gayreti içine girmişlerdir. Bunu gören ve
bölgede yeni yeni oluşmaya başlayan Kuva-yı Milliye
birlikleri Fransız kuvvetlerinin karşısına çıkmakta
hiçbir surette tereddüt etmemiştir. Nitekim Bartın ve
Havalisi Komutanı sıfatıyla 1 Haziran 1920 tarihinde
Bartın’a gelen, önemli işlere imza atan, ilçede Millî
Mücadele lehinde bir hava esmesinden dolayı burada bir müfreze asker bırakarak Muhittin Paşa’nın
emriyle Çaycuma Müfrezesi Komutanı olarak tayin edilen276 Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey,277 karargâhını
Çaycuma’ya nakletmesini müteakip278 Fransızlara
karşı alınan tedbirler hakkında daha sonradan şu
bilgileri vermiştir: “Ağustos ayının bir sıcak akşamında Fransızlar bir tecrübeye giriştiler. O sıralarda Bolu ve
civarında bazı nâhoş hareketler cereyan ediyordu… DerA. Sarıkoyuncu, 1992, s. 61.
Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey, karargâhını Çaycuma’ya nakletmesini müteakip Bartın’la irtibatını kesmeyerek sık sık bu ilçeye
gelmiştir. Bartın ve Havalisi Komutanı unvanıyla Bartın’da, Millî
Mücadele lehine düzeni tesis ettikten sonra millî dava için daha
mühim gelişmelerin yaşandığı Çaycuma mıntıkasında faaliyet
göstermiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. Erkan Aşçıoğlu, İktisadi ve
Sosyal Yönleriyle Bartın, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayını,
İstanbul, 1970, s. 24; E. Aşçıoğlu, 2001, s. 6.
277
Cevat Rıfat Atilhan, Bartın ve Havalisi Komutanı Yüzbaşı
Cevat Rıfat Bey’in Millî Mücadele Hatıraları, haz. Celil Bozkurt,
Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2015, s. 78-80.
278
C. R. Atilhan, 2015, s. 81-84.
275
276
208
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
akab Bartın-Devrek, Ereğli ve Safranbolu kaymakamlarını durumdan haberdar ettim ve yardıma çağırdım. Biz
de müftümüz Nusrat Efendi ve karargâh arkadaşlarımızla
atlara binerek olanca süratle ileri mevzilere gittik. Bizim
kıt’aların vaziyeti şöyle idi: Filyos tarafında geriden bir
çevirme hareketine uğramayalım diye Bahriye Binbaşısı
Murat Bey kuvvetlerini, sol kanadımıza Çaycuma-Devrek
arasına, Ankara yolunu kapatmak üzere Binbaşı Ethem
kuvvetlerini ve Çaycuma’da ihtiyatta kalmak üzere Rıfat
Kaptan kumandasında Karadeniz Millî Taburu’nu yerleştirdim. Ben de nizamiye kıt’aları ve Bedri Bey süvari
bölüğü ile karargâh muhafızlarıyla birlikte Sapça geçidi
karşısındaki mevkie yerleştim. Hemen avuç açıp Allah’a
dua ettim: ‘Bize de Bedir gazileri gibi nusret ihsan et Yâ
Rabbi! Şu genç kumandanı ve aciz kulunu düşman karşısında mahcup ve mağlup etme Allahım!’ dedim. Nusrat
Efendi Hazretleri, Hazret-i Ali gibi Hazret-i Halit bin
Velid gibi başında beyaz sarığı ve heybetli haliyle ayakta
duruyordu… Kıt’alara şu emri verdim: ‘Karşımızda ilerlemekte olan Fransız kıt’alarının içinde birçok Cezayirli ve
Tunuslu Müslüman vardır. Ben emir vermedikçe kat’iyyen ateş açılmayacaktır.’ Fransız müfrezesi önde bayraklı
ağır ağır ilerliyor. Bize iki yüz metre yaklaştıkları zaman
mevzi aldılar. Ateş açmaya hazırlanıyorlardı. Askerlerimiz
siperlerinde ben ve müftü efendi ayaktayız. Sağ yanımızda bulunan sancağı siperin üzerine diktik. Bu sancak
Gerede’de sırma ile işlenmiş üzerinde Kelime-i Tevhid
yazılı idi. Siperin üzerine dikildiği zaman sanki vaktiyle
haber verilmiş ve öğretilmiş gibi her bir ağızdan: ‘Allahü
Ekber Allahü Ekber Lâ İlâhe İllâllahü Vallahü Ekber!
Allahü Ekber ve Lillâhil Hamd!’ Asker hep bir ağızdan
tekbir getirmez mi? Tıpkı Şeria Ovası’nda olduğu gibi.
Biri zaferden sonra biri zaferden evveldi… Azamet âleminin hükümdarı olan Allah! Sana sıdk u hulûs ile bağlı olan
ve şân-ı ulûhiyyetin için cihât eden mü’min kullarını ne
zaman hüsrana uğrattın. Ettiğimiz duâlar ve niyetlerimiz
hâlis olduğu müddetçe zafer bizimdi, ehl-i İslam’ındı…
209
Dr. Yenal Ünal
Asırlarca bu böyle olmuştu. Şimdiki küçük mikyâsta bir
misali idi… Müslüman askerler ‘Allahü Ekber, Allahü
Ekber, Allahü Ekber’ nidalarıyla bizim tarafa yaklaşıyorlardı. Onları takibe çıkan Fransızları yerinde mıhlamak
için askerlere bir himaye ateşi açtırdım. Bir kısmı Arap,
bir kısmı Türk iki Müslüman millet karşı karşıya gelince
ağlayanlar, tekbir getirenler, birbirlerine sarılıp öpüşenler,
görülecek göz yaşartıcı bir manzara idi. Bu manzara karşısında şaşırdım kaldım. Askerler başında beyaz sarığıyla olanca heybetiyle siperin üstünde duran müftümüzün
ellerine sarılıp öpmeye başladılar. Geride kalanlarla harp
bir müddet devam etti. Akşam karanlığında Fransızlar
geldikleri gibi çekilip gittiler. Benim Erkân-ı Harbiye’ye
verdiğim malumat gayet kısa idi. On kelimelik bir telgraf: ‘Zonguldak işgal kuvvetinden bir müfreze mevzilerimize doğru bir yürüyüş yapmışlarsa da mukavemetimiz
karşısında çekilip gitmişlerdir”279. Yüzbaşı Cevat Rıfat
Bey’e, Sapça geçidinde göstermiş olduğu bu başarısından dolayı 4. Tümen Komutanlığınca, 10 Ağustos
1920’de Milis Generalliği verilmiştir. Diğer taraftan
bölgede ilk defa önemli bir mukavemetle karşılaşan
Fransızlar, Zonguldak istikametinde geri çekilmek
zorunda kalmışlardır. Fransızlar bir taraftan geri
çekilirken diğer taraftan da Türk yetkililerle temas
kurmak istemişlerdir. Bununla birlikte Fransızlar oldukça stratejik bir mıntıka olarak gördükleri ve büyük bir önem atfettikleri Zonguldak ve Havalisi’ne
asker, silah, cephane ve malzeme sevkiyatına ilerleyen zamanlarda da devam etmişlerdir. Nitekim 12
Eylül 1920 tarihinde Palke Vapuru ile Zonguldak’a
getirilen 60 kadar tam teçhizatlı asker daha sonra
Kozlu’ya sevk edilmiştir. Fransızların bu sevkiyatını farklı tarihlerde gruplar hâlinde gelen 1 binbaşı, 1
Cevat Rıfat Atilhan, İstiklal Harbinde Sarıklı Kahramanlar,
Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1967, s. 67-70; C. R. Atilhan, 2015,
s. 85-91.
279
210
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yüzbaşı ve 370 kadar Fransız askerî de takip etmiştir. Kasım 1920’nin ilk günlerinde 1 yüzbaşı ve 161 er
Zonguldak’a yönlendirilmiştir. Fransızlar bir taraftan Zonguldak’ı belirtildiği şekilde yeniden tahkim
ederlerken diğer taraftan da işgal sahalarını yeniden
genişletme planları yapıyorlardı. Fransızların bu faaliyetlerine karşılık Kuva-yı Milliye de bazı tedbirler almıştır. Örneğin Fransız birlikleri içerisindeki
Müslüman askerlerin firarlarının sağlanması hususuna oldukça ehemmiyet verilmeye başlanmıştır.
Nitekim bu tedbirlerde başarılı olunduğu gibi firar
eden er ve çavuşlardan Fransız birlikleri hakkında
malumat alma imkânı da doğmuştur. Bu sayede bölgede bulunan Fransız birlikleri arasında kargaşa yaratılmaya ve bu birliklerin düzenli bir şekilde Türk
askerî mıntıkalarına doğru ilerlemeleri önlenmeye
çalışılmıştır280.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonraki süreçte Batı Karadeniz’de, bölgenin
stratejik önemi nedeniyle sahip olduğu çeşitli emperyalist emelleri gerçekleştirme azim ve gayreti
içerisinde bulunan tek ülke Fransa değildi. İtalya,
İngiltere ve Yunanistan’ın da bölgeyle ilgili birçok çıkarı söz konusuydu. Bu devletlerden biri olan İtalya,
diğer İtilaf Devletleri gibi mütareke döneminde
Anadolu’nun çeşitli yerlerini işgal altına almıştı. Buna
rağmen özellikle İzmir ve çevresini Yunanistan’a
kaptırmasının acısını bir türlü dindiremeyen bu devlet, Anadolu’nun başka mıntıkalarına da göz dikmişti. Bu devletin asıl amacı zaten Türkiye’den azami
ölçüde toprak koparmaktı281. Diğer taraftan İtalya, o
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 65-71.
İtilaf Devletleri’nin müsaade ve yardımı ile Anadolu’nun istilasını hedef tutan Yunanlılar, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e önce bir
tümenle çıkmışlar ve 1921 yılı başlarına kadar bu kuvvetlerini
arttırarak iki kolordu hâlinde yedi piyade tümeni ve bir süva280
281
211
Dr. Yenal Ünal
dönemin en önemli enerji kaynaklarından biri olan
kömüre şiddetle ihtiyaç duyan bir devletti. Çünkü
bu ülkenin, İngiltere ve Fransa’ya nazaran kömür
kaynakları son derece sınırlıydı. İşte bu büyük boşluğu Zonguldak ve Bartın bölgesinde bulunan kömür yataklarına sahip olmak suretiyle kapatmak arzusundaydı. Nitekim bu amacı gerçekleştirebilmek
için donanmasını zaman zaman Zonguldak Limanı
önlerine göndermekten geri durmamıştır. Bununla
birlikte İtalyanların, Zonguldak ve havalisinde yöre
halkını tedirgin edici bir harekette bulunmadıkları
da burada ifade edilmelidir. Hatta ilerleyen dönemlerde İtalyanlar, müttefikleriyle daha derin görüş ayrılıkları yaşamaya başladıkları dönemde, Zonguldak
ve havalisi sahillerinde Kuva-yı Milliye için yapılan ikmal çalışmalarına gemilerinden istifade ettirmek suretiyle iştirak dahi etmişlerdir. İtalyanların,
Zonguldak ve havalisindeki faaliyetleri ekseriyetle
kömür havzasından daha fazla pay almaya yönelik
olarak gelişmiştir. Ancak ilerleyen dönemlerde özellikle Batı Cephesi’nde yaşanan gelişmelerle birlikte
diğer İtilaf Devletleri’nin yaptığı gibi İtalya da bölgedeki emellerinden vazgeçmek zorunda kalmıştır282.
19. yüzyılda Zonguldak kömür havzasıyla ilk
ilgilenen devletlerden biri de İngiltere olmuştur.
1861’e kadar bölgeyle temasını kesmeyen İngiltere
daha sonra buradan çekilmiştir. Ancak 1910’lardan
itibaren İngiltere’nin bölgeye olan iştahı yeniden
kabarmıştır. Nitekim İngilizler, I. Dünya Savaşı’nın
sonunda bu önemli enerji kaynaklarına sahip olabilmek için harekete geçmiştir. Öyle ki ilerleyen zamanlarda Kilimli’deki kömür ocaklarını para karşıri tugayına yükselmişlerdi. Ayrıntılı bilgi için bk. Türk İstiklâl
Harbi-Batı Cephesi, Cilt II, Kısım III, Genel Kurmay Askerî Tarih
ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1999, s. 1, 2.
282
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 82-90.
212
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
lığında satın alıp bu bölgeyi İngiliz mıntıkası hâline
getirmiştir. Bununla birlikte İngilizlerin, Zonguldak
ve Bartın coğrafyalarına olan ilgilerinde daha başka amiller de etkili olmuştur. Bu amillerden biri
bölgenin stratejik öneminden kaynaklanmaktaydı.
Nitekim İngilizler, askerî müdahalede bulunmak
suretiyle, Kuva-yı Milliye’nin, bu yörelerden geçen
ikmal yollarını kontrol altına almak amacıyla çeşitli
faaliyetlerde bulunmuştur. Öyle ki Millî Mücadele
yılları boyunca İngiliz donanmasına bağlı bazı savaş
gemileri aralıklarla yöre sahillerinde görünmüşler,
zaman zaman Amasra ve Bartın limanlarına gelip
demirlemişlerdir283. Bunlara ilave olarak İngilizler bu
bölgede müttefikleri Fransa’ya özellikle asker taşınması hususunda ve Yunanistan’a Türk gemilerinin
koordinatlarının tespit edilip bildirilmesi konusunda
yardımcı olmuşlardır. Yine yörede bulunan Rum ve
diğer Hıristiyan kitlelerin savunulması ve Türklere
karşı kışkırtılması hususunda İngilizlerin çeşitli faaliyetler gerçekleştirdiği görülmüştür284.
Mütareke döneminde Anadolu’nun muhtelif
noktalarında işgal faaliyetleri gerçekleştirip bu topraklar üzerinde, hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla muhtelif faaliyetlerde bulunan bir diğer ülke
de Yunanistan’dı. Dönemin Yunanistan Başbakanı
Venizelos bir hamlede bütün Anadolu’nun,
Yunanistan’a verilemeyeceğini gayet iyi biliyordu. Bu açıdan, uluslararası münasebette nüfus çoğunluğu hususunu ileri sürmek suretiyle öncelikle
Karadeniz bölgesinde bir Rum devleti kurulmasını
283
ATASE Arşivi, İSH, K. 583, G. 143, Belge 143-1; ATASE Arşivi,
İSH, K. 583, G. 143, Belge 143-2; ATASE Arşivi, İSH, K. 1064, G.
21, Belge 21-2; ATASE Arşivi, İSH, K. 1066, G. 68, Belge 68-1;
ATASE Arşivi, İSH, K. 1066, G. 68, Belge 68-2; ATASE Arşivi, İSH,
K. 1066, G. 68, Belge 68-3.
284
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 90-95.
213
Dr. Yenal Ünal
istemeye başladı. Çünkü kurulacak bu yapay devleti ilerleyen dönemlerde Yunanistan’la birleştirip
Büyük Yunanistan’ı oluşturmak arzusundaydı. Bu
yüzden Trabzon’dan Zonguldak’a kadar uzanan
Karadeniz sahillerinde bir Rum-Pontus Devleti’nin
kurulmasını istiyordu. Bu açıdan bakıldığında Bartın
ve Zonguldak coğrafyalarının da Yunanistan için
stratejik bir bölge olduğunu ifade edebiliriz. Bunlara
ilave olarak Yunanistan, İtilaf Devletleri’nin işgal
ettikleri bu yerlerde başarılı olabilmeleri için azimle onlara yardım etmeye çalışıyordu. Bu kapsamda;
gemileriyle İtilaf Devletleri’nin asker, silah, cephane
ve malzemesini taşıyordu. Örneğin 20 Şubat 1920
tarihinde Venizelos Vapuru, İstanbul’dan 5 Fransız
zabitan ve yine 253 Fransız askerini Zonguldak’a
getirmiştir285. Bunların dışında Yunanistan, İstanbul
ve Trabzon’dan, Batı Cephesi’ne gelecek her türlü
yardımı bölgede bulunan gemileriyle engellemeye çalışmıştır. Yunanistan aynı zamanda PontusRum Devleti’nin ilk nüvesinin atılabilmesi amacıyla
Zonguldak başta olmak üzere Karadeniz bölgesinde
bulunan Rumların silahlandırılması için de çaba harcamıştır. Bunların dışında bu bölgede olabildiğince
etkili olmak ve Türklerin manevralarını öğrenmek
amacı güden Yunanistan, Zonguldak ve havalisi sahillerinden Anadolu’ya casus dahi sokmak istemiştir. Nitekim Papaz kıyafeti giymiş Piyeyot isminde
bir Yunan yüzbaşısı Bartın’da suçüstü yakalanmıştır.
Mezkûr şahıs yapılan yargılamadan sonra suçu sabit
görülerek 14 Temmuz 1920 tarihinde Bolu’da idam
edilmiştir. 3 Aralık 1920 tarihinde yine bir Yunan
harp gemisi aynı amaçlara hizmet etmek için bazı
şahısları, Bartın sahillerinden Anadolu’ya sokmak
istemiştir286. Görüldüğü üzere Bartın ve Zonguldak
285
286
ATASE Arşivi, İSH, K. 405, G. 74, Belge 74-2.
ATASE Arşivi, İSH, K. 587, G. 36, Belge 36-1; ATASE Arşivi,
214
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
havalisinde Millî Mücadele yıllarında Yunanistan da
birçok hedefini gerçekleştirme arzusuyla hareket etmiştir287.
Bartın’da Yaşanan Askerî ve Siyasi Gelişmeler
Gerek zengin kömür yataklarına sahip olması gerek stratejik bir konumda bulunması hasebiyle
İtilaf Devletleri’nden Fransa, 8 Mart 1919’da288 bir tabur askerini Zonguldak’a çıkarmak suretiyle bölgeyi
işgal etmeye başlamıştır. Bu işgal vakası yaşanmaya
başladığı sıralarda Bartın ve Zonguldak havalisinde
asayişi temin edecek ciddi ve düzenli bir askerî birlik
bulunmuyordu. Bölgede mevcut olan 32. Alay bütün
yöreyi savunacak güç ve kabiliyetten mahrumdu.
Öyle ki 32. Alay, Nisan 1920’de Bolu’da cereyan eden
ayaklanmaları bastırmak üzere bölgeye sevk edilmesine rağmen başarılı olamamıştı289. Nitekim bu başarısızlık ilerleyen süreçte bu askerî birliğin dağılmasına sebep olmuştur290. Batı Karadeniz, bölgesinin bu
İSH, K. 587, G. 36, Belge 36-2.
287
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 95-102.
288
U. Kocatürk, 1973, s. 18, 19.
289
Türk İstiklâl Harbi-İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921),
Cilt VI, Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Ankara, 1974, s.
102.
290
Bölgelerde 1 Aralık 1919’dan 31 Ocak 1920’ye kadar bir
süre için sıkıyönetim ilan edildi. Bu sıkıyönetim süresi içinde
Düzce’de 3 kişi öldürüldü. Bolu’da 70, Ereğli’de 19, Zonguldak’ta
13, Hendek’te 4, Düzce’de 119, Bartın’da 19, Çaycuma’da 5,
Gerede’de 20 suçlu yakalandı. Bk. U. Kocatürk, 1973, s. 112,
113. Zonguldak, Çaycuma, Devrek bölgesinden 18 Nisan 1920
tarihinde Bolu’ya sevk edilen 32. Kafkas Piyade Alayı, Bolu’ya
yaklaştığında Alay Komutanı Binbaşı İsmail Hakkı Bey, asilere
karşı kuvvet kullanmaktan çekinerek, “ben de sizinle birlikteyim,
ben de halifeci ve padişahçıyım” demiştir. Bolu civarında eşkıyalık
yapan bu asiler de İsmail Hakkı Bey’i ilerleyen tarihlerde çeşitli
emellerin gerçekleştirilmesinde kullanmak maksadıyla muhafaza altına almışlardır. Nitekim Yarbay Arif Bey müfrezesi Bolu’ya
geldiğinde “haydi öyleyse çık dışarıya savunmaya ve çarpışmaya baş-
215
Dr. Yenal Ünal
vahim vaziyeti, bölgede çok daha kuvvetli bir askerî
birlik kurulması lüzumunu ortaya çıkarmıştır. Ortaya
çıkan lüzum üzerine Zonguldak ve havalisinde millî
bir kuvvetin teşkiline karar verildi. Böyle bir kuvveti
teşkil etmek üzere Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fuat
Paşa’nın emriyle Ali Fuat Paşa’nın yeğeni Yüzbaşı
Cevat Rıfat Bey görevlendirildi291. Zira adı geçen zat,
21 Nisan 1920 tarihinde İstanbul’dan, Kastamonu’ya
gelerek Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa’dan
Millî Hareket’e katkı sunabileceği bir görev verilmesini istemiştir292. Kendisi Millî Hareket’in önderleri
la” diyerek İsmail Hakkı’yı, millî kuvvetlerle çarpışmaya zorlamışlardır. Alayı’nı şehrin dışına çıkaran 32. Kafkas Piyade Alayı
Komutanı İsmail Hakkı Bey, eratını millî kuvvetlere ateş açmamaları hususunda uyarmış ancak daha sonra birliğini bırakarak
Düzce’ye kaçmıştır. Bu defa Düzce’deki asiler onu tutuklayarak
İstanbul’a göndermişler ve burada askerî mahkemeye verilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. Türk İstiklâl Harbi-İstiklâl Harbinde
Ayaklanmalar (1919-1921), Cilt VI, s. 102.
291
Cevat Rıfat Atilhan, 1892 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası
Hasan Rıfat Paşa, Şam mutasarrıfıdır. Dedesi Hurşit Paşa BosnaHersek beyidir. Kuleli Askerî Lisesi’ndeki eğitiminden sonra
1912 yılında Harbiye’den mezun olup ilk olarak Arnavutluk
Harekâtı’na katıldı. Daha sonra teğmen rütbesiyle göreve başladı. I. Dünya Savaşı’nda Mersinli Cemal Paşa’nın emrinde
Sina ve Filistin cephelerinde çarpıştı. I. Dünya Savaşı sonunda
Mersinli Cemal Paşa ile önce Konya’ya gelerek millî cepheyi kurdu. Mersinli Cemal Paşa’nın Harbiye Nazırı olmasıyla, onun bir
müddet yaverliğini yaptı. Mustafa Kemal Paşa’nın, Samsun’a
çıkmasından sonra, Sadıkzâde Arslan Bey’in gemisine gizlice binerek Zonguldak’a gitti. Nisan 1920’de Bartın ve Havalisi
Komutanlığı’na atandı. Millî Mücadele’nin en hareketli günlerinde Zonguldak’ta, Fransız kuvvetlerine karşı birlikleriyle mukavemet etti. Fransızların ileri harekât gerçekleştirmelerine engel oldu. Zaferden sonra askerlik görevinden ayrılarak yazı hayatına başladı. 4 Şubat 1967’de İstanbul’da vefat etti. Daha ayrıntılı bilgiye ulaşmak için bk. Cevat Rıfat Atilhan, Bütün Açıklığıyla
İnönü Savaşları ve Hakiki Kahramanlar, Aykurt Neşriyatı, İstanbul,
1968, s. 7, 8; C. R. Atilhan, 2015, s. 19-21.
292
E. Aşçıoğlu, 1970, s. 24; E. Aşçıoğlu, 2001, s. 5.
216
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
tarafından yakından tanınan bir simaydı293. Ali Fuat
(Cebesoy) Paşa’nın yeğeni olan Yüzbaşı Cevat Rıfat
Bey, bu özelliğinden dolayı kısa sürede Millî Harekât
önderlerinin güvenini kazandığı gibi mühim bir göreve de malik olmayı başarmıştır294.
Nitekim bölgeye atanması ve sonrasında yapmış olduğu askerî faaliyetler hakkında Yüzbaşı
Cevat Rıfat Bey, daha sonradan şu bilgileri vermiştir:
“Vazifeye Bartın ve Havalisi Kuva-yı Millî Kumandanı
unvanıyla başladım. Bu kuvvetlerin çekirdeğini,
Kastamonu’da bulunan piyade taburlarından seçilmiş
efrat ile hapishanelerden aldığımız erler teşkil etti. Geniş
salahiyet istedim. Verdiler. Vilayet PTT Başmüdürlüğü
deposunda bulunan müvezzilere elbise olarak gönderilen
kumaşlara el koydum. Şehrin terzilerini bir araya getirerek
bu kumaşları diktirdik. Ve 100 küsur mevcutlu bir müfreze ile mayıs ayının son haftalarında yola çıktık. Yanıma
mülkiye hizmetlerinde kullanmak üzere Tavşanlı Eski
Nahiye Müdürü Hüsnü Bey’i aldım. Yollarda bu müfrezenin mevcudu gönüllülerle birlikte mütemadiyen arttı.
Zenginlerden aldığımız atlarla bu kıt’a kâmilen atlı oldu.
Hayvan bedellerini sonradan fazlasıyla sahiplerine ödedik.
1 Haziran 1920’de bir gece yürüyüşü ve dörtnal süratle
Bartın’a girdik. Bu sürat, her türlü melhûz mukavemeti
kırdı. Kaza Kaymakamı Afyon Eski Valisi Ahmet Durmuş
Bey, Bartın Şube Reisi Binbaşı Memduh Bey ve bazı mülkiye memurları her ihtimale karşı Amasra’ya çekilmişlerdi.
Hüsnü Bey’i Bartın Kaymakamı olarak ilan ettik. Şehrin
Müftüsü Rıfat Efendi ve ileri gelenleri millî davaya yardım ettiler. Askerin mevcudunu arttırarak talim ve terbiAbidin Nesimi, Yılların İçinden, Gözlem Yayınları, İstanbul,
1977, s. 126, 127; Nurettin Peker, 1918-1923 İstiklâl Savaşı’nın
Vesika ve Resimleri, İnönü, Sakarya ve Dumlupınar Zaferlerini
Sağlayan İnebolu ve Kastamonu Havalisi, [yay.y.], İstanbul, 1955, s.
194; C. R. Atilhan, 1968, s. 42.
294
ATASE Arşivi, İSH, K. 623, G. 87, Belge 87-1; ATASE Arşivi,
İSH, K. 623, G. 87, Belge 87-2.
293
217
Dr. Yenal Ünal
yelerini tamamladık. Sürmene’den on bir taka ile Bartın
Boğazı’na gelmiş olan yüz küsur Karadeniz çocuğunu da
askerimize kattım. Bunların hepsi mükemmel surette teçhiz ve teslih edildi. Mızraklı olmak üzere mühim bir süvari kuvveti, bir alay piyade mevcudu ile harp karargâhı
olan Çaycuma’ya gittik ve mühim geçitleri tutarak işgal
kuvvetlerine karşı cephe tuttuk. Başarılan işler şunlardır:
1- Asayiş meselesi bir anda kökünden halledildi. Mıntıka
emsalsiz bir sükûna kavuştu. 2- Mütereddit ve menfi unsurlar her türlü hareket ve faaliyet imkânından mahrum
edildi. 3- Kuvvetlerimiz her an mevcudunu arttırdı ve eğitimli bir birlik hâline geldi. 4- İkinci Bolu isyanının feci
ihtilatlar meydana getirmesine mani olundu. 5- Birkaç
defa ilerlemek teşebbüsünde bulunan Fransız müfrezesi
silah kuvveti ile deniz kıyısına kadar sürüldü. 6- Alemdar
Vapuru hadisesinde bir ecnebi müdahale ve yardımına imkân verilmedi. Netice: Bidâyette Bartın ve Havalisi Kuvayı Milliye Kumandanlığı ve sonra Zonguldak Müfrezesi
Kumandanı namını alan vazifemiz bütün Kastamonu
bölgesinin ve Karadeniz’in batı kıyılarının işini sağlamış,
dâhili isyanların tenkiline fiilen ve kuvvetle iştirak etmiştir. Maraş ve Gaziantep’te hezimete uğrayan Fransızların,
Zonguldak ve Bolu üzerinden Ankara’ya tazyik yapmasına imkân verilmemiştir”295.
Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in bölgede görevlendirilmesinden kısa bir süre sonra Bartın ve Havalisi
Kuva-yı Milliyesi son derece düzenli bir askerî kuvvet hâline gelmiştir296. Nitekim 9 Temmuz 1920 tarihinde dönemin Kastamonu Valisi Cemal Bey tarafından Zonguldak Millî Eğitim Müdürü olarak görevlendirilen Ahmet Talat Onay Bey297, 10 Temmuz’da
N. Peker, 1955, s. 194, 195.
E. Aşçıoğlu, 2001, s. 5.
297
Ahmet Talat Onay, 1888 yılında Çankırı’da doğdu. Yüksek
Muallim Mektebi’ni bitirdi. Arapça ve Fransızca öğrendi.
Kastamonu Lisesi’nde öğretmenlik yaparken eski öğrencilerinin
Açıksöz gazetesini yayımlamaları üzerine ilk günden gazeteyi be295
296
218
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yola çıkarak İnebolu, Amasra ve Bartın’dan geçerek
Ağustos 1920’de Çaycuma’ya vasıl olmuştur. Onay,
Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey ve birliği hakkında şu bilgileri vermiştir: “Kumandan Cevat Rıfat Bey terbiyeli, faal ve sevimli bir gençtir. Nahiyeden şekâvet-i izâle,
asayişi iâdeye muvaffak olduğu ve nâmûskârâne hareketi
şiâr ettiği için bütün halkın şükran ve hürmetini celbe muvaffak olmuştur. Arkadaşları hep terbiyeli ve gayûr gençlerdir”298. Yine Onay, bu bölgede Yüzbaşı Cevat Rıfat
Bey’in gayretleri sonucu tesis edilen askerî birlik ve
bu birliğin nizamına ilişkin olarak da şu yorumları
yapmıştır: “…efradın elbise ve teçhizatı mükemmel, terbiye-yi askeriyeleri şayan-ı takdir bir hâldedir. Denilebilir
ki karargâhta zabitan ve efrad arasında millî nâ-meşhud
bir meveddet-i mütekabile hükümrandır. Askerlerin çarşılarda, kahvelerde oturmamaları için salaştan bir gazino
vücuda getirilmiş, inzibatın sıkılığı hiçbir uygunsuzluğa meydan vermiyor. Hatta kasabanın bir tabur askerden sanki haberi yok gibi…”299. Görünen gerçek o ki
Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in uyguladığı sıkı disiplin
çalışmaları ve geliştirdiği akılcı askerî manevralar
sayesinde Bartın ve Çaycuma bölgesinde asayiş ve
nimseyerek çeşitli konularda makale yazmaya başladı. Hem siyasi hem de edebi yazılar yazan Ahmet Talat, İzmir’in işgali sırasında orada bulunduğundan “İzmir Nasıl İşgal Edildi” başlıklı bir
seri yazsını da yine Açıksöz’de yayımladı ve işgalin fecaatini halka anlatmaya çalıştı. Bolu Millî Eğitim Müdürlüğü ve çeşitli dönemlerde milletvekilliği yaptı. 22 Eylül 1955’te vefat etti. Ayrıntılı
bilgi için bk. Aziz Demircioğlu, 100 Yıllık Kastamonu Basınında
Kim Kimdir 1872-1972, Doğru Söz Matbaası, Kastamonu, 1980, s.
7, 8; Arslan Tekin, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, 5. Bs., Boğaziçi
Yayınları, Ankara, 2012, s. 505.
298
Ahmet Talat Onay (Süha Zahir imzasıyla), “Çaycuma
Karargâhında”, Açıksöz, Numara 75, 2 Eylül 1336, s. 4; Ahmet Talat
Onay, Millî Mücadele Yazıları, haz. Cemal Kurnaz, Şefika Kurnaz,
2. bs., Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 2004, s. 122.
299
Ahmet Talat Onay (Süha Zahir imzasıyla), “Çaycuma
Karargâhında”, Açıksöz, Numara 75, 2 Eylül 1336, s. 4; A. T.
Onay, 2004, s. 122.
219
Dr. Yenal Ünal
denetim sağlandığı gibi düşman kuvvetlerinin olası
saldırı hareketlerine karşı elde düzenli bir birlik de
hazır hâle getirilmiş oldu. Diğer taraftan Bolu Ahz-ı
Asker Kalem Reisi ve Mevki Komutanı Binbaşı Nihal
Bey, 6 Kasım 1920 tarihinde Kastamonu ve Havalisi
Komutanı Muhittin Paşa’ya gönderdiği telgrafta,
yapmış olduğu teftiş çalışmaları neticesinde “Bartın
ve Havalisi Kuva-yı Milliye Müfrezesi’nin, komutan, subay ve eratının mükemmel ve muntazam” olduğunu belirtmiştir300.
Bolu’daki Mürettep Fırka Komutanı Nazım
Bey de Muhittin Paşa’ya gönderdiği 7 Kasım 1920
tarihli telgrafta, Yüzbaşı Cevat Rıfat Komutasındaki
bu kuvvetlerin “iyi bir surette milis, mücehhez, müsellâh ve diğer Kuva-yı Milliye’ye nispeten muntazam olduğunu” bildirmiştir. Ayrıca yine Nazım Bey, bu birlik
hakkında “…bulundukları mahalde kendilerinden istifade mümkündür. Piyadelerinden oldukça dolgun mevcutlu
bir piyade taburu, atlılarından da bir süvari takımı teşkili
mümkün ve münasiptir” demiştir301. 14 Kasım 1920 tarihinde bu kuvvetler Nazım Bey’in teklifine uygun
olarak 1 piyade taburu ile 1 süvari bölüğü şeklinde
örgütlenerek Zonguldak Bölge Müfrezesi adını alA. Sarıkoyuncu, 1992, s. 60-61, 137-138.
Konumuzla ilgili olarak Genel Kurmay Başkanlığı Askerî
Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi Başkanlığı’nda yaptığımız araştırmalar sırasında üzerinde durulması gereken ilginç bir durumla karşı karşıya geldiğimizi belirtmek durumundayız. Şöyle ki
“Millî Mücadele’de Zonguldak ve Havalisi” kitabının yazarı Prof.
Dr. Ali Sarıkoyunucu’nun kullanmış olduğu birçok arşiv belgesini yeniden bulmaya çalıştığımızda, bu belgelerin küçümsenemeyecek bir kısmının kurum kataloglarında yer almadığını
gördük. Konuyla ilgili olarak birim sorumlularına bu vaziyeti
bildirdiğimizde “kurumun kendi inisiyatifiyle zaman zaman taramalar yaparak bazı önemli arşiv belgelerini gizli hâle getirebildiğini”
belirtmişlerdir. Bu durumda Sarıkoyuncu’nun 1990’lı yılların
hemen başında ulaştığı bazı önemli arşiv belgelerini göremediğimizi burada belirtmeliyiz.
300
301
220
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
mıştır. Muhittin Paşa’nın emriyle süvari bölüğü 100’ü
muharip ve 25’i de hizmetli olmak üzere toplam 125
mevcutlu olarak tanzim edilmiştir302. Bu şekilde örgütlenen Bartın ve Havalisi Komutanlığı Kuvvetleri,
Muhittin Paşa’nın da belirttiği üzere “kendilerine
emniyetle bir vazife-yi harbiye verilebilecek” bir güce
ulaşmıştır. Cevat Rıfat Bey, askere girişim gücünün
en son inceliklerini göstererek güçlerini büyük bir
hızla arttırdı303. Yüzbaşı Cevat Rıfat Komutasındaki
bu kuvvetler, birkaç defa Zonguldak’tan daha güney mıntıkalara ilerleme teşebbüsünde bulunan
Fransız askerlerinin bu hareketlerine mani olmuştur.
Böylece Fransızların Zonguldak ve Bolu üzerinden
Ankara’ya tazyik yapmalarının önüne geçilmiştir304.
Düzce ayaklanmasının bastırılmasında da görev alan
bu müfreze, Millî Hareket’e zarar verebilecek “her
türlü yerli kımıltının tepesine de şahin gibi iniyordu.” Bu
kuvvetler sayesinde bölgede asayiş tam anlamıyla
sağlanabilmiştir305. Ayrıca bu Kuva-yı Milliye bölüğü
“Alemdar Gemisi Olayı”nda306 da bir ecnebi müdahaATASE Arşivi, İSH, K. 1065, G. 183, Belge 183-1.
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 138.
304
N. Peker, 1955, s. 194, 195.
305
Bartın ve Havalisi Komutanlığı’nın ve özellikle bu kuvvetlerin
komutanı Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in eşkıya hareketlerine karşı
aldığı önlemler için bk. A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 239.
306
“Alemdar Gemisi Olayı” hakkında Millî Mücadele yıllarında
milis yüzbaşısı olarak görev yapan İlyas Sami Kalkavanoğu,
“Millî Mücadele Hatıralarım” adlı eserinde şu bilgileri vermiştir:
“Millî Mücadele tarihimizin denizcilik faslında Alemdar Vapuru’nun
başlı başına dillere destan olmuş önemli bir menkıbesi ve mevkii vardır. Cüssesinden beklenmeyecek derecede Anadolu’ya yararlı olacağı düşmanlarca hissedilince, müsaderesi yoluna gidilmek istenen bu
tahliye gemisi, İstanbul’da Kuruçeşme önünde demirli bulunduğu
sırada içindeki birbirinden yiğit ve vatansever denizcilerden Çarkçı
Osman, Lostromo Üsküdarlı Ali, Yağcı Trabzonlu Hikmet, Ateşçi
Göreleli Yusuf, Kamarot Erzincanlı Salih ve Serdümen Tirebolulu
Recep tarafından aralarında bir tek süvari hatta çarkçıbaşı bulunmamasına rağmen 23 Ocak 1921 gününün gecesi büyük bir cesaretle ka302
303
221
Dr. Yenal Ünal
çırılıp ertesi günün sabahı Ereğli Limanı’na ulaştırılmıştı. Bu sırada
Kuruçeşme’ye müsadereye gelen Fransızlar, Alemdar’ın yerinde yeller
estiğini görünce hayretler içinde ateş püskürerek küplere binmişti. Kuş
uçmayacak derecede sıkı bir kontrol altında bulundurdukları İstanbul
Limanı’ndan Alemdar’ın bir anda sır olup gidişini bir türlü onurlarına yediremeyen düşmanlar, gazap ve telaş içinde ne yapacaklarını
düşünürlerken, Ereğli Limanı Reisi Nazım Bey de alelacele keyfiyeti
bildirdiği Millî Müdafaa Vekâleti’nden aldığı talimatla Alemdar’ın
Ereğli’den Trabzon’a gönderilmesi hazırlığına koyulmuş bulunuyordu. Bu hazırlık pek kısa bir zaman içinde tamamlanarak geminin
süvariliğine Ereğli’den İsmail Kaptan, ikinci kaptanlığına Bahriye
Mülazımı Ali, Çarkçıbaşılığına Beykozlu Yüzbaşı Adil ile on iki cesur
ve fedakâr denizci getirilmek suretiyle mürettebat kadrosu ikmal edilen
Alemdar, 26/27 Ocak gecesi ışıkları sönmüş bir hâlde Trabzon’a doğru yola çıkarılmıştı. Fakat bu hadiseyi bir izzet-i nefs meselesi telakki
ederek behemehâl intikam almak hırsıyla kudurmuş bir vaziyete düşen
Fransızların tahrik ettikleri C-27 torpidosu, sahip olduğu süratinden
istifade ederek peşine düştüğü Alemdar’ı, Uluca ile Çamlı arasında yakalayıp, Zonguldak Limanı’na götürmeye muvaffak olmuşsa da, yiğit
Türk denizcileri düşmanın bu başarısını da burnundan getirmekte gecikmemişlerdir. Şöyle ki Fransızlar pek kıymetli bir ganimet sayarak ele
geçirdikleri Alemdar’ı asıl sahiplerine bir daha kaptırmamak kaygısıyla
içine yerleştirdikleri Tilly isminde bir yüzbaşı komutasındaki beş kişilik
müfreze ile 28 Ocak’ta aynı torpidonun muhafazasında Zonguldak’tan
İstanbul’a sevk ederken Ereğli önlerine varışlarında torpidonun geride
kalışından istifade eden Çarkçıbaşı Adil Bey’in emriyle harekete geçen
bütün Türk denizcilerinin bir anda Tilly ve müfrezesinin silahlarını
alıp cümlesini kıskıvrak bağlayıp hapsedişleri karşısında, bunlar neye
uğradıklarını bilememişlerdir. Bu suretle tekrar hâkimiyeti ele alan
Türk denizcileri Alemdar’ı olanca süratiyle Ereğli Limanı’na götürmeye başlamışlardır. Alemdar’ın rotasını değiştirerek Ereğli’ye doğru
seyre başladığını uzaktan gören torpido da içerde olup biteni tahmin
etmiş olmalı ki hemen olanca süratiyle Alemdar’ın üstüne gelmiştir.
İşte bu esnada Karadeniz’in, Türk’ün nice şehâmetlerine şahit olmuş
bu kıyısı, hadd-i zâtında ötekilerle mukayese edilemeyecek derecede küçük olmakla beraber, o günlerin durumuna göre manası büyük olan
yeni bir şecaat ve şehâmete sahne olmuştur. Ellerini kollarını bağlayıp
kamaraya tıktıkları Fransızların mavzer ve tabancalarını kapan Türk
denizciler, saldıran torpidodakilerle çarpışa çarpışa mükemmel müdafaa ile Alemdar’ı düşmana kaptırmayarak Ereğli Limanı’na sokmaya
muvaffak olmuşlardır. Bu kadar emek ve bunca kuvvete rağmen, bir
avuç Türk’le başa çıkamayışın verdiği hınç ve azapla tekrar neye uğradıklarını bilemeyen Fransızlar, son bir gayretle saldırırlarken vak’a
222
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
lesine ve yardımına fırsat tanımamıştır307.
Zonguldak ve havalisinde başarılı hizmetler veren bu millî kuvvetin, 173 kişilik bir bölüğü 2
Nisan 1921 tarihinde Kastamonu’ya nakledilmiştir308.
Geride kalan diğer kısmı da Fransızların, 21 Haziran
1921 tarihinde Zonguldak ve civarını tahliye etmesi
üzerine Batı Cephesi emrine verilmiştir. Bu gelişmemahalline yakın olan Baba Burnu’ndaki müfrezesiyle bekleyen İpsiz
Recep Reis’in ani bir yaylım ateşine maruz kalınca bütünüyle şaşkına dönmüşlerdir. Hele durumu görerek hemen yirmi silahlısı ile İpsiz
Recep Reisi takviyeye koşan Ereğli Limanı Çavuşu İhsan Akman da
olanca kuvvetiyle ateşe iştirak edince Fransızlar kudurmuş bir hâlde
tam üç saat, şiddetle savaşmak zorunda kalmalarına rağmen hiçbir
netice alamayarak Alemdar’ı terk edip kaçmaktan başka çare bulamamışlardır. Bu çarpışmada Fransız torpidosu üç ölü ve üç yaralı vermiş, Alemdar’da da iki yaralı ile Serdümen Recep Dayı şehit olmuştur. Alemdar’daki Fransız esirleri, hâdiseyi müteakip taraflar arasında yapılan mütareke gereğince, Fransızların Zonguldak havalisinden
çekilmeleri şartıyla silahsız olarak serbest bırakılmışlardır. Bu şanlı
gazânın hedefi olan Alemdar ise Bahriye Dairemizin teşebbüsüyle hemen harekete geçirilince, Karadeniz Bahriye Müfrezesi’nin en faal bir
unsuru hâlinde, Millî Mücadele’nin sonuna kadar durup dinlenmeden
Anadolu’ya silah ve mühimmat taşıyarak cepheleri besleme vazifesini
başarı ile yapıp, harp tarihimizdeki müstesna yerini bihakkın ihrâz
etmiştir.” İlyas Sami Kalkavanoğlu, Millî Mücadele Hatıralarım,
Ekicigil Yayınevi Matbaası, İstanbul, 1957, s. 77-79. Yine konuyla
ilgili olarak daha farklı bir kaynak için bk. M. Celaleddin Orhan,
Askerlik Hatıralarım, Deniz Basımevi, İstanbul, 1982, s. 59-66.
İpsiz Recep adlı zatın “Alemdar Gemisi Olayı”ında oynadığı rol
ve Millî Mücadele yıllarında gerçekleştirdiği diğer faaliyetler
hakkında daha ayrıntılı bilgiyi ulaşmak için bk. R. Apak, 1990,
s. 174-176. İpsiz Recep’in hayatı ve Millî Mücadele’deki faaliyetleri için bk. Süleyman Kazmaz, Millî Mücadele’de İpsiz Recep ve
Rizeli Gönüllüler, Türk Halk Kültürü Araştırma ve Tanıtma Vakfı
Yayınları, Ankara, 1996.
307
Kastamonu Mıntıka Komutanlığı, Erkân-ı Hârbiye Umûmiye
Reisliği’ne gönderdiği 2/3 Ağustos 1920 tarihli telgrafta
“Çaycuma’daki Cevat Rıfat’ın Millî Müfrezesi’nin Düzce’ye hareket
ettiği” bildirilmektedir. Bk. ATASE Arşivi, İSH, K. 591, G. 202,
Belge 202-2.
308
C. R. Atilhan, 2015, s. 92-105.
223
Dr. Yenal Ünal
lerin akabinde bu birliğin komutanı Yüzbaşı Cevat
Rıfat Bey de Ankara’ya hareket etmiştir309.
Bartın’da bu çeşit askerî ve siyasi faaliyetler gerçekleşirken sahilde bulunması hasebiyle Amasra’da
da Millî Mücadele döneminde birçok önemli hadise cereyan etmiştir. Bartın’ı, boğaz mıntıkası dışında
denize bağlayan ikinci önemli kapı olan Amasra’da,
Millî Mücadele yıllarında Karadeniz’de yaşanan gelişmelerin gereklerine göre bahriye bataryası, deniz
tayyare istasyonu ve bahriye komutanlığı teşkil edilmiştir. Çünkü Amasra çok önemli bir ikmal noktası
olduğu gibi aynı zamanda yabancı ülkelerin sık sık
denetime tabi tutmak istedikleri bir coğrafyaydı.
Bu coğrafyada kontrolün kaybedilmesi demek hem
İnebolu-İstanbul yolu güzergâhının tehlikeye girmesi hem de ikmal noktası bağlamında bu limandan gerektiği gibi faydalanamamak demekti. Millî
Mücadele yıllarında Trabzon ve Akçakoca arasında
gerçekleştirilen nakliyat faaliyetlerinin sağlıklı bir şekilde devam ettirilebilmesi için gemilerin gerektiğinde sığınabilecekleri ve korunabilecekleri güvenli bir
limana ihtiyaç duyulmuştur. Bu iş için uygun görülen Amasra, Mayıs 1921’den itibaren savunma açısında güçlendirilmeye çalışılmıştır. İlk adımda Amasra
Kalesi’ne 2 adet 120 mm’lik top yerleştirilmiştir.
Aralık 1921’de 2 adet 47 mm’lik gemi topu getirilmiştir. Kaledeki tahkimat Temmuz 1922’de Rusya’dan getirilen 2 adet 150/45 mm’lik gemi topu ve İstanbul’dan
gönderilen 2 adet 350 mm’lik ışıldaklarla daha da
kuvvetlendirilmiştir. Başlangıçta Kastamonu ve
Havalisi Komutanlığı’na bağlı olarak hizmetlerini
sürdüren bu batarya, Ocak 1922’de Amasra Bahriye
Komutanlığı’na bağlanmıştır. Amasra’nın 150
mm’lik gemi toplarından biri, o sırada Samsun’a gelmiş olan aynı çapta bir gemi topunun eşi olması hase309
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 139, 176.
224
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
biyle bu limana sevk edilmiştir. Bu nedenle Amasra
bir müddet tek 150 mm’lik topla yetinmiştir. İzmir’in
geri alınmasını müteakiben bu top da 47 mm’liklerle
birlikte oraya gönderilince, Amasra’nın savunmasında kullanılmak üzere iki adet 75 mm’lik top bölgeye
tahsis edilmiştir310. Bu şekilde 4 adet kara ve 4 adet
gemi topuyla kuvvetlendirilen Amasra, bir müstahkem mevkii hâline getirilmiştir. 2 Ocak 1922’de
Ukrayna Yüksek Heyeti ile Ankara Hükümeti arasında yapılan görüşmeler neticesinde Sivastopol ve
Amasra arasında nakliyat faaliyetleri gerçekleştirilmesi karara bağlanmıştır. Hiç şüphe yok ki bu kararın alınmasında Amasra’nın lüzum hâsıl olduğunda
bir sığınma limanı hâline gelebilmesi, Rusya’dan o
tarihe kadar gelmiş olan ve ilerleyen günlerde gelmesi planlanan mayınların burada depolanması ve
bölgede bir Tayyare İstasyonu’nun kurulması gibi
hususların etkili olduğu belirtilmelidir311. Bu nedenledir ki Bahriye Dairesi, 1922 başında Amasra’da bir
Bahriye Komutanlığı kurulması için Millî Müdafaa
Vekâlet’ine resmî başvuruda bulunmuştur. Söz konusu teklifin Erkân-ı Hârbiye-yi Umûmîye Reisliği
tarafından uygun görülmesiyle Ocak 1922’de komutanlık faaliyet geçirilmiştir. Bu komutanlık, Ereğli
Nakliyat Komutanlığı’nın, Amasra’ya taşınması ve
Amasra Bahriye Bataryası’nın bu komutanlığa bağlanmasıyla kısa zamanda teşekkülünü gerçekleştirdi. Amasra’ya gelecek gemilerin sevk ve idaresini
gerçekleştirecek olan bu komutanlığın başına Ereğli
Nakliyat Komutanı Binbaşı Hulusi Bey getirilmiştir.
Bir komutanlık karargâhı binası, bir mayın deposu,
bir yakıt deposu, bir batarya, bir uçak istasyonu bir
Türk İstiklâl Harbi-Deniz Cephesi ve Hava Harekâtı, Cilt V, Genel
Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi, Ankara, 1964, s. 31, 32.
311
Şahin Vapuru Novrosiski’den 200 adet rakkaslı mayın ve iki
adet 150/45 mm’lik gemi topu getirmişti. Bk. Türk İstiklâl HarbiDeniz Cephesi ve Hava Harekâtı, Cilt V, s. 65.
310
225
Dr. Yenal Ünal
atölye ve kurulmakta olan bir telsiz istasyonunu ihtiva eden bu komutanlığın emrinde ayrıca 1 ve 2 numaralı motor gambotlar ile Alemdar gemisi, Keşşaf motoru, Sinop motoru ve İnönü motoru yer almıştır312.
Millî Mücadele yıllarında Amasra’da teşkil edilen
kuruluşlardan bir diğeri de Amasra Deniz Tayyare
İstasyonu’dur. Bu istasyonun, I. Dünya Savaşı’nın
deniz havacılarından Güverte Binbaşı Savmi Bey’in,
Kasım 1921 tarihli müracaatı üzerine, faaliyete geçmesi uygun görülmüştür. Savmi Bey havacılığa istekli iki güverte ve iki makine teğmeni ile birlikte
Muavenet-i Bahriye Heyeti tarafından İnebolu’ya
gönderilen üç deniz tayyaresini yükleyerek Aralık
1921’de Amasra’ya getirmiştir313. Bundan sonra bu
beş kişilik ekip hemen çalışmalara başlamıştır. I.
Dünya Savaşı’ndan geriye kalan bu eski tayyareler
beş aylık bir çalışma sonucunda çalışır hâle getirilmiştir. Böylece Batı Karadeniz’de gerçekleşen nakliyat faaliyetlerini korumak, keşif yapmak ve gerekli
görülmesi durumunda saldırı görevini yerine getirmek üzere teşkil edilen bu istasyon, tam anlamıyla
Haziran 1922’de faaliyete geçmiştir314. Söz konusu
Türk İstiklâl Harbi-Deniz Cephesi ve Hava Harekâtı, Cilt V, s. 65, 66.
Türk İstiklâl Harbi-Deniz Cephesi ve Hava Harekâtı, Cilt V, s. 32.
314
İlk aktif tecrübe olarak, 3 Temmuz 1922’de doğu yönünde
seyretmekte olan panter sınıfı bir Yunan muhribine taarruz
maksadıyla havalanan tayyare, hedefine görüş mesafesinin kısıtlı olması hasebiyle sonucu takip edilemeyen 6 adet bomba
attıktan sonra arıza yaparak zorunlu bir iniş gerçekleştirmiştir.
16 Temmuz 1922’de bir diğer tayyare Cide’ye kadar bir deneme
uçuşu gerçekleştirmiş ve 8 Ağustos 1922’de de Kefken’e kadar
bir keşif uçuşu yapmıştır. 26 Eylül 1922’de batı yönünde seyreden bir başka tayyare Sakarya ağzına mecburi iniş yapmıştır.
Bu tayyare 13 Ekim 1922’de Akçakoca’ya 20 mayın götürmüş
olan Şahin Vapuru tarafından Amasra’ya getirilmiştir. I. Dünya
Savaşı yıllarında çok fazla kullanılmış olan bu tayyarelerin onarılmaya çalışılmasına rağmen faydalı olamayacakları edinilen
tecrübelerden sonra ortaya çıkmıştır. Ayrıntılı bilgi için bk. Türk
İstiklâl Harbi-Deniz Cephesi ve Hava Harekâtı, Cilt V, s. 68.
312
313
226
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
tayyareler eski olması hasebiyle beklenen sonuçları
verememiştir. Bununla birlikte sınırlı kapasitelerine
rağmen düşman askeri üzerinde psikolojik tesir yaratmış olmaları muhtemeldir315.
Bartın Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti
Mondros Mütarekesi’nden sonraki süreçte bütün Anadolu sahasında olduğu gibi Bartın ve
Zonguldak yörelerinde de I. Dünya Savaşı’nın getirdiği yorgunluk hâkimdi. Halkın düşmana karşı mukavemet edecek gücü kalmamıştı. Bununla birlikte
I. Dünya Savaşı sonrasında artık savaşın bir an önce
bitirilip derhal sulh dönemine geçilmesi arzusunda
bulunan Türk milleti ilerleyen dönemlerde, hakiki
manada bir sulh döneminin memlekete gelebilmesi
için topyekûn bütün ulusun yeniden bir harp sürecinden geçmesi gerektiğini anlayacaktı. Nitekim
özellikle Mondros Mütarekesi’nden sonra özellikle
Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in Bartın ve Havalisi Kuvayı Milliye Kumandanı unvanıyla göreve başlaması
ve kısa sürede bu birliği Batı Karadeniz bölgesinin
en seçkin birliklerinden biri hâline getirerek düşmana karşı çok büyük başarılar kazanmaya başlamasıyla birlikte, yöre halkının da özellikle bölgenin
ileri gelenlerinin gayretleri sayesinde, var gücüyle
Millî Hareket’e destek olmaya başladığı müşahede
edilmiştir316. Bölgede özellikle halkın örgütlenmesi,
bilinçlendirilmesi, her çeşit yeni gelişmeden haberdar edilmesi ve Mustafa Kemal Paşa önderliğinde
gelişen Millî Hareket’le bağlantısının sağlanabilmesi gibi hususlar göz önüne alınarak Bartınlı bütün
yurtseverleri,317 bir millî mukavemet çatısı altında
Türk İstiklâl Harbi-Deniz Cephesi ve Hava Harekâtı, Cilt V, s. 32, 68.
C. R. Atilhan, 2015, s. 10-17.
317
Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşundan önceki ve
sonraki yıllarda birçok Bartınlı, gönüllü olarak silahlanarak çeteler teşekkül ettirmiş ve yaptıkları çalışmalarla Türk insanının
315
316
227
Dr. Yenal Ünal
birleştirmek maksadıyla Bartın Müdafaa-yı Hukuk
Cemiyeti318 teşkil edilmiştir319.
Mondros
Mütarekesi’nin
akabinde
Zonguldak’a, Fransızlar tarafından 8 Mart 1919 asker çıkarılmasının ardından, Bartın sahillerinin de
İtilaf Devletleri gemilerinin tehdidi altına girmesi, bölge halkını derin bir teessüre ve kedere sevk
etmiştir320. Bununla birlikte dönemin karanlık iklimi içerisinde bölgeyi idare eden mülki erkânın
da memleketin dâhilinde yaşanan gelişmeler çerçevesinde bazı ciddi kararlar aldığı görülmüştür.
Öyle ki Bolu Mutasarrıflığı, 22 Eylül 1919 tarihinde
İstanbul Hükümeti ile olan bütün münasebetlerini
kesmiştir. Yörenin en büyük idari mekanizması olan
Kastamonu Valiliği ise daha ilk filizlenme aşamalarından itibaren Millî Mücadele saflarında yer almıştır. Diğer taraftan Bartın’da bulunan vatanseverler, Samancıoğlu Galip Bey başkanlığında Temmuz
Millî Mücadele hareketine katkı sağlamıştır. Bk. E. Aşçıoğlu,
1970, s. 24.
318
Bartın merkezde ulusal dava için faaliyet gösteren yurtseverlerin yanı sıra yine Bartın’a bağlı nahiye ve köylerde Müdafaayı Hukuk Cemiyeti şubelerinin açılabilmesi için çalışan vatanseverler de bulunmaktaydı. Nitekim Temmuz 1919’da Ulus
Nahiye Müdürü sıfatıyla Bartın sınırları içinde memuriyet yapmaya başlayan Tahir Karaoğuz, Ulus ve köylerinde Müdafaa-yı
Hukuk Cemiyeti’nin şubeleri açarak Millî Mücadele’ye gerekli
olan yardımın temin edilebilmesi için halkı örgütlemiştir. Bk. D.
Karaoğuz, 2011, s. 56. Tahir Karaoğuz 1898 yılında Safranbolu’da
doğdu. Kastamonu Lisesi’ni bitirdi. Lise öğrencisi iken 1913 yılında Kastamonu’da yayımlanan Köroğlu gazetesinde şiirler yayımladı. İlerleyen yıllarda Açıksöz gazetesinde makaleler kaleme
aldı. Nahiye müdürlüğü yaptı. Zonguldak’ta bir matbaa kurarak
Doğu gazetesini neşretti. Daha sonra İstanbul’a yerleşti. A. Tekin,
2012, s. 378, 379; A. Demircioğlu, 1980, s. 59.
319
Talip Yel ve bşk., 1999, s. 26.
320
ATASE Arşivi, İSH, K. 583, G. 143, Belge 143-1; ATASE Arşivi,
İSH, K. 583, G. 143, Belge 143-2; ATASE Arşivi, İSH, K. 1064, G.
21, Belge 21-2.
228
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
1918’de kurdukları İlim ve İrfan Derneği etrafında yoğun bir örgütlenme çabası içine girmişlerdir321. 1918
yılında kurulan bu mühim derneğin diğer yönetim
kurulu üyeleri şu isimlerden oluşmaktaydı: II. Başkan
Avukat Hasan Bey, Aza Doktor Cevdet Bey, Aza
Komisyoncu Şükrü Efendi ve Veznedar Tüccardan
Ünyelizade Kazım Efendi322. 1920 Temmuz’unda
Bartın İlim ve İrfan Derneği’nin ikinci yıla başlaması
nedeniyle bir tören düzenlenmiştir. Nitekim bu dönemde Kuzey Batı Anadolu’nun en önemli basın-yayın organı olarak ön plana çıkan ve Kastamonu gibi
o devrede İstanbul Hükümeti’nin tesiri altında bulunan bir şehirde, Erzurum Kongresi’nin toplanmasından 37 gün önce Millî Mücadele’nin sesini duyurmaya çalışan323 Açıksöz324 gazetesinde imzasız olarak
E. Aşçıoğlu, 2014, s. 68, 69.
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 119.
323
Ali Sarıkoyuncu, “Zonguldak ve Çevresinde Müdafaa-yı
Hukuk Çalışmaları”, Atatürk Yolu Dergisi, Cilt 3, Sayı 9, Ankara,
1992, s. 38-41.
324
Açıksöz gazetesi, 15 Haziran 1919’da Kastamonu’da, Ahmet
Hamdi, Hüsnü Açıksöz, Tahir Karaoğuz tarafından günlük olarak çıkarılmıştır. Yazı kadrosunda İsmail Hakkı (Uzunçarşılı),
Mehmet Akif (Ersoy), Hasan Fehmi (Turgal), İsmail Habib (Sevük)
yer almıştır. Kastamonu Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin yayın
organı olan bu gazete aynı zamanda Kuzey Batı Anadolu’nun en
etkili yayın organı konumundaydı. İnönü Zaferleri ve Sakarya
Meydan Muharebesi hakkında günlük bilgi veren gazete, Yunan
taarruzunu kınamış ve halkın maneviyatını yükseltecek yazılara,
sütunlarında yer vermiştir. Yayın hayatı 1932 yılına kadar süren
gazete, 1937 yılından itibaren Doğru Söz adı altında yayımlanmıştır. Açıksöz gazetesinin 1920, 1921 ve 1922 yıllarında dağıtım
sahası çok genişlemiş olup tirajı da 1500’ü geçmiştir. Açıksöz gazetesinin Zonguldak ve İnebolu muhabirleri İstanbul haberlerini; Ankara muhabiri de Ankara haberlerini vermiştir. Türkiye
ile ilgili dış haberleri de aynı yolla elde etmekte olan gazete bu
konuda, fazla olmamakla birlikte yabancı gazetelerden de yararlanmaktaydı. Dış haberlere karşı gösterilen tepki bakımından
son derece önemli olan bir gazeteydi. Açıksöz gazetesinin yayın hayatına başlaması ve gelişimi hakkında çok daha ayrıntı321
322
229
Dr. Yenal Ünal
neşredilen ve 23-24 Temmuz 1920 tarihleri arasında
yaşanan olayları konu alan “Bartın’da GördüklerimI”325 başlıklı yazıda Bartın İlim ve İrfan Derneği’nin
lı bilgi için bk. İzzet Öztoprak, Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını
(Mayıs 1919-Temmuz 1921), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
Ankara, 1981, s. 10, 11; E. Semih Yalçın, Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi-I Kaynaklar, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2004, s. 179, 180; D.
Karaoğuz, 2011, s. 39-43.
325
“Bartın’da Gördüklerim-I” adıyla Açıksöz gazetesinde neşredilen, 1920 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında Bartın’da cereyan eden olaylar hakkında son derece önemli bilgiler veren bu
makalenin kim tarafından kaleme alındığının tespiti hususu, bu
makale çalışmasının haricinde ayrıca bir araştırma konusudur.
Şöyle ki Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, “Bartın’da Gördüklerim-I” başlıklı yazının Tahir Karaoğuz’a ait olduğunu belirtmiştir. Bk. A.
Sarıkoyuncu, 1992, s. 314. Bununla birlikte bu makalenin sonunda yer alan “24 Temmuz”, “Bartın” ve “…” ibareleri haricinde
başka hiçbir ifadeyle karşılaşılmamıştır. Bk. Açıksöz, “Bartın’da
Gördüklerim-1”, Numara 71, 16 Ağustos 1336, s. 4. Yine yazının
içeriği irdelendiğinde yazının muharririnin, kendisiyle ilgili
herhangi bir bilgi vermediği de görülmektedir. Bu makalenin
muharririnin tespiti hususunda ileri sürülen bir diğer görüş de,
Ahmet Talat Onay’a ait olduğu iddiası noktasında toplanmaktadır. Çünkü Onay, 9 Temmuz 1920 tarihinde dönemin Kastamonu
Valisi Cemal Bey tarafından terfi ettirilmek suretiyle Zonguldak
Millî Eğitim Müdürü olarak atanmıştır. Ahmet Talat Onay Bey,
10 Temmuz 1920’de Kastamonu’dan yola çıkarak önce İnebolu’ya
oradan 20 Temmuz 1920’de Amasra’ya ve Bartın’a daha sonradan Ağustos 1920’de Çaycuma’ya ulaşmıştır. Bk. Ahmet Talat
Onay (Süha Zahir imzasıyla), “Çaycuma Karargâhında”,
Açıksöz, Numara 75, 2 Eylül 1336, s. 4; A. T. Onay, 2004, s. 109123. Buradan hareketle bir görüşe göre yazı imzasız olarak
neşredilmekle birlikte, Ahmet Talat Onay’ın Kastamonu’dan,
Zonguldak’a gidişi esnasında Amasra’dan sonra Bartın’a da uğraması hasebiyle onun tarafından yazılmıştır. Kronolojik olarak
ele alındığında ve ilk tahlilde bu görüş hakikaten yabana atılabilecek bir değerlendirme değildir. Bununla birlikte; 20 Temmuz
1920’de İnebolu’dan Amasra’ya gelen Onay, buradan Bartın yönüne ayrılışı hususunda şu bilgileri vermiştir: “…Yatsıya doğru
otuz senedir tamir görmediği hâlde mükemmelliğini muhafaza eden
şose üzerinde kıvılcımlar bırakarak ilerliyorduk. Arkada kalan ben,
Doktor Talat Bey’le İsmail Hakkı Efendi ve birkaç süvari idik…” Bk.
A. T. Onay, 2004, s. 120. Görüldüğü üzere Onay ve arkadaşla-
230
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
faaliyetlerinden şu şekilde bahsedilmektedir: “…
Sonra Bartın İlim ve İrfan Derneği’nin ikinci sene-yi
devriyesi merasimi yapıldı. Bartın gençlerinden teşekkül
eden cemiyet namına Doktor Cevdet Bey, cemiyetin maksat ve gaye-yi teşekkülünü izâh ve memleketin hayat-ı irfanı namına birçok şeyler vaat etti. Azası meyanında bir
ahenk ve iktiran vücuda getirerek ictimaî bir hayat tesisine çalışmayı ve bunun için de bir kütüphanede toplanarak
rı şose vasıtasıyla Bartın istikametinde ilerlemişlerdir. Bir diğer
ifadeyle Bartın’a kara yoluyla gitmişlerdir. Öte yandan tartışma
konumuz olan “Bartın’da Gördüklerim-I” başlıklı yazının, gazetenin 3. sayfasının 1. sütununun ortalarında yer alan bölümünde
şu bilgilere yer verilmiştir: “22 Temmuz… Güneş nokta-yı zevalden
bir nâr müzâb döküyor. Dünden beri çılgınca kükreyen deniz teskin-i
gayza çalışıyordu. Her türlü rüzgâra açık bulunan ve bilhassa poyraz,
batı ve karayel rüzgârlarının şiddetli zamanlarında her sene bir hayli merâkib-i bahriyeyi ka’r- bî-pâyânına çeken Zonguldak Limanı’nda
bugün bir fevkaladelik vardı. Küçük merâkib-i bahriye sahile çekiliyor,
gemilerdeki keresteler denize atılıyor ve limanın soğuk su cihetinde büyük bir Yunan şilebinin büyük ber-tarafa ile kumlar üzerine düştüğü
görülüyordu. Bartın’dan beni almak için gelmiş olan gemi, motorlu küçük bir yelken gemisiydi…” Bk. “Bartın’da Gördüklerim-1”, Numara
71, 16 Ağustos 1336, s. 3. Makalenin içerisinde geçen bu bilgilere göre makalenin yazarı Amasra yönünden gelen biri değil,
Zonguldak’tan küçük motorlu bir yelkenliyle Bartın’a hareket
etmek üzere olan bir başka şahıstır. Yine aynı yazının 4. sayfasında şu bilgiler verilmektedir: “Berây teftiş Bartın’a gelmiş olan
Zonguldak Maarif Müdürü Talat Bey’e bu millî kuvvetin kumandanı,
Kastamonu İdadisi’nin yetiştirdiği güzide gençlerden Bartınlı Galip
Bey’i takdim ve efradın teçhîzât ve teslîhâtı, adet ve hidemâtı hakkında
malumat ita buyurdular.” “Bartın’da Gördüklerim-1”, Numara 71,
16 Ağustos 1336, s. 4. Dolayısıyla bu ifadelerde yer alan bilgilere
göre makale yazarının Ahmet Talat Onay olmadığı kesin olarak
ortaya çıkmaktadır. Ancak Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu’nun ifade
ettiği gibi bu makalenin yazarının Tahir Karaoğuz’un olduğuna
dair kesin bir tespitte bulunmak da mümkün görünmemektedir.
Yazının tespit edilebilmesi için dil ve üslup özellikleri başta olmak üzere bu dönemde bölgeyle ilgili olarak yayın yapan bütün
basın-yayın organlarının titizlikle incelenmesi ve buralarda geçen bilgilerin karşılaştırmalı olarak analizlerinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere bu
inceleme bir başka araştırmanın konusudur.
231
Dr. Yenal Ünal
ilmi, fenni, içtimai, münakaşalar, musâhabeler tertip ve
terbiye-yi milliyenin inkişafına hizmet etmeyi ve köylünün bütün dertlerini teşrih, ruhen ve cismen tedavisine
çalışmayı gaye edinen dernek ikinci sene-yi hayatı için
daha ziyade faaliyet göstermek azmini besliyor. Hepsi de
faal ve güzide gençlerden mürekkep olan derneğin azası
Kaymakam Hüsnü Bey’den gördükleri müzâheret-i şükür
ile karşıladılar ve gençliğin hâmi-yi muazzam feyyâzı olan
Kastamonu Valisi Cemal Bey Efendi Hazretleri’nin riyâset-i fahriyeyi lâtifen kabul buyurması hususuna tavassut
etmesini rica ettiler. Kaymakam Bey, gençliğin bu samimi
tezâhürâtından memnun kalarak her türlü muâveneti âtiyen de ifaya amade olduğunu ve bunu bir reis-i hükümet
haysiyetiyle değil, gençliğe ruhen merbut olduğu için vaat
ettiğini beyan ve Zât-ı Sâmî-yi Vilâyetpenâhı nezdinde istirhamda bulunacağını vaat ettiler. Yeşil ve kırmızı kurdelelerden ihzâr edilmiş olan rozetler bütün hâzırûnun
sinesine iliştirildi. Bu iki rengin ifhâm ettiği mânâ ne kadar derindir!...”326. Nitekim Kaymakam Hüsnü Bey’in
müracaatı sonucunda dönemin Kastamonu Valisi
Cemal Bey bu derneğin fahri reisliğini kabul etmiştir. Bartın İlim ve İrfan Derneği, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinin yanı sıra Müdafaayı Hukuk gayeleri istikametinde de çalışmaktan geri
durmamıştır327. Nitekim bu çalışmaların da etkisiyle
Bartın halkı ve özellikle de Bartınlı yurtsever gençler
Millî Mücadele lehinde daha derinden bilinçlenmeye
başlamış, maddi ve manevi imkânlar çerçevesinde
bu hareketi desteklemiştir328.
İlerleyen günlerde Bartın ve civar memleketlerde İstanbul Hükümeti’nin tesir ve nüfuzu ortaAçıksöz, “Bartın’da Gördüklerim-1”, Numara 71, 16 Ağustos
1336, s. 3, 4.
327
Hüsnü Açıksözcü, İstiklâl Harbinde Kastamonu, Kastamonu
Vilâyet Matbaası, Kastamonu, 1933, s. 80, 81.
328
Açıksöz, “Bartın’da Gördüklerim-1”, Numara 71, 16 Ağustos
1336, s. 4.
326
232
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
dan kalkmaya başlamıştır. Nitekim ülke dâhilinde
yaşanan gelişmelerin ve Mustafa Kemal Paşa liderliğinde her geçen gün güçlenen Millî Hareket’in bütün yurdu tesiri almaya başlamasını müteakip 26
Eylül 1919 tarihinde Bartın halkının önde gelen zevatından Belediye Başkanı Ziya Efendi, Müftü Rıfat
Efendi ve Rum Reisi Gavril Efendi, Heyet-i Temsiliye
Başkanlığı’na çektikleri bir telgrafla Millî Mücadele
tarafında yer aldıklarını resmen beyan etmişlerdir.
Heyet-i Temsiliye başkanı Mustafa Kemal Paşa da bu
telgrafa Bartın Belediye Başkanlığı’na gönderdiği 30
Eylül 1919 tarihli telgrafıyla cevap vermiştir. Paşa, bu
telgrafında Ferit Paşa Hükümeti aleyhinde gösterilen tepkiden dolayı teşekkür ettikten sonra, Teşkilat-ı
Milliye’nin Bartın’da da kurulmasını istemiştir329.
Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın bu
direktifi üzerine Bartın halkının çoğunluğunun desteğiyle birlikte Bartın Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti,
16 Ekim 1919 tarihinde faaliyete geçti. Cemiyet, teşkil edilen geçici idare heyeti yönetiminde çalışmalara başladı. Yine 16 Ekim 1919 tarihinde Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya, Teşkilat-ı Milliye’nin,
direktifleri doğrultusunda kurulduğu ve çalışmalara
başladığı bildirildi. Heyet Reisi Muvakkatesi Tahsin
imzasını taşıyan, Sivas Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Riyaseti’ne hitabı ile başlayan
bu telgrafta “Kazamızda Cemiyetin Heyet-i İdare-yi
Muvakkatesi’ni teşkil ediyoruz” denilmekteydi330.
Mustafa Kemal Paşa da aynı tarihte Bartın Müdafaayı Hukuk Cemiyeti İdaresi Riyaseti’ne hitaben çekmiş olduğu telgrafında “Kazanızca teşkil-i iş’ar buyurulan Heyet-i İdareye muvaffakiyetler temenni etmekteyiz
efenim” diyerek cemiyetin yönetim kuruluna başarılar dilemişti331.
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 120.
ATASE Atatürk Arşivi, KL:2, D:1335/3-2, Belge 75.
331
ATASE Atatürk Arşivi, KL:2, D:1335/3-2, Belge 75-1.
329
330
233
Dr. Yenal Ünal
Bu şekilde başlangıçta geçici idare heyeti yönetiminde çalışmalara başlayan Bartın Müdafaa-yı
Hukuk Cemiyeti’nin daha sonraki idari teşkilatı şu
isimlerden oluşmuştur: Başkan Yusuf Ziya (Özençi)
Bey, Karakaşoğlu Rahmi Bey, Yirmibeşoğlu Hasan
Bey, Müftü Hacı Rıfat Efendi,332 Hacı Arif Kaptan,
Samancıoğlu Hüseyin Efendi, Paşa Mehmetoğlu
Mustafa Bey, Fırıncıoğlu İbrahim Fuat Bey, İnce
Alemdarzâde Halil Bey, Paşa Mehmetoğlu Mustafa
Bey, Aşçıoğlu Hasan Kaptan ve Hacı Balıkzâde Hacı
Mehmet Efendi. Bu kuruculardan sonra cemiyete
daha birçok iltihaklar olmuş, bütün eşrafı ve halkıyla Bartın, Millî Mücadele’yi gönülden desteklemiştir. Cemiyet, resmî olarak Bartın Müdafaa-yı
Hukuk Cemiyeti adını 18 Ocak 1920 tarihinde almıştır333. Nitekim bu cemiyetin tam anlamıyla teşkil
edilmesini müteakip cemiyet ileri gelenleri Amasra
ve Kurucaşile’ye de talimat göndererek bundan böyle heyetin buyruklarına göre hareket edilmesini talep etmişlerdir. Bu talimat doğrultusunda Amasra
Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Alemdarzâde Nuri
Efendi’nin başkanlığında kurulmuştur. Nuri Efendi
Ankara’dan gelen ayrı bir emir uyarınca kendi imzasıyla İstanbul Hükümeti’ne, İstanbul’daki büyük devletlerin elçiliklerine ve İkdam gazetesine “Amasra’nın
Anadolu’nun ayrılmaz bir parçası” olduğunu beyan
332
Millî Mücadele yıllarında Mustafa Kemal Paşa önderliğinde gelişen millî harekete karşı İstanbul Hükümetleri’nin yönlendirmeleri çerçevesinde muhalif davranışlarda bulunup bu
hareketin gelişmemesi için çaba gösteren din adamları olduğu
gibi daha ilk günlerden itibaren ulusal davaya inanıp millî kurtuluşun sağlanabilmesi için büyük çabalar içerisine girmiş olan
çok sayıda din adamı da vardır. Bu hususta teferruatlı malumata
müracaat etmek için bk. Ali Sarıkoyuncu, Millî Mücadele’de Din
Adamları, Cilt 1, 5. bs., Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2007, s.
26; Ali Sarıkoyuncu, Millî Mücadele’de Din Adamları, Cilt 2, 4. bs.,
Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2007, s. 1-443.
333
E. Aşçıoğlu, 1970, s. 24; T. Yel ve bşk., 1999, s. 26; N. Sakaoğlu,
1987, s. 165, 166.
234
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
eden bir telgraf çekmiştir. Yine Kurucaşile’de 1920
yılında Ali Efendi ve Nuri Efendi’nin önderliğinde
Kurucaşile Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti de vücuda
getirilmiştir334.
Bartın şehrinde Millî Mücadele lehinde bu
gibi çok önemli gelişmeler olmasına rağmen halkın
bir kısmı İstanbul Hükümeti ile hâlâ ilişki içerisinde
bulunmaya devam ediyordu. Bartın halkını tekrar
İstanbul’a bağlamaya çalışan, Millî Hareket’le bağlantısını kesmeye uğraşan hiç olmazsa halk arasında
kargaşa yaratmaya kalkışan kimseler ve gruplar da
mevcuttu. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın bölge sorumluları ve Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in bölgeye gelip
yönetime hâkim olmasından önce kazada kaymakamlık görevini yürüten Durmuş Bey’in menfi hareket ve davranışları, tamamen Millî Hareket’in önünü
kesmek için yapılan çalışmalardandı335. Bu açıdan
bakıldığında kuruluş günlerinde Bartın Müdafaa-yı
Hukuk Cemiyeti muhtelif müşkülatla karşı karşıya
gelmiştir. Fakat cemiyetin bu sıkıntılı günleri çok
fazla uzun sürmemiştir. Yukarıdaki bölümlerde de
değinildiği üzere Kastamonu ve Havalisi Komutanı
Muhittin Paşa’nın emriyle Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey,
Bartın ve Havalisi Komutanı sıfatıyla 1 Haziran 1920
tarihinde kuvvetleri ile birlikte Bartın’a gelerek Kuvayı Milliye taraftarı Hüsnü Bey’i, şehre kaymakam olarak atamıştır. Eski Kaymakam Durmuş Bey, Yüzbaşı
Cevat Rıfat Bey’in kuvvetleri Bartın’a gelmeden önce
ihtiyaten Amasra’ya çekilmiştir. Doğruca hükümet
konağına giden, askerlik şubesi ile postaneyi emri altına alan Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey, kazada idareyi ele
almasından sonra halktan silah toplamaya başlamış
ve bu silahları çeşitli cephelere göndermiştir336. Yeni
Kaymakam Hüsnü Bey, kısa zamanda büyük küçük
T. Yel ve bşk., 1999, s. 26; N. Sakaoğlu, 1987, s. 166.
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 121; E. Aşçıoğlu, 2001, s. 5.
336
C. R. Atilhan, 2015, s. 10-17; E. Aşçıoğlu, 2001, s. 5.
334
335
235
Dr. Yenal Ünal
bütün Bartın halkının saygı ve sevgisini kazanarak
halkta Kuva-yı Milliye’ye karşı bir ilgi, alaka, sevgi, saygı ve hürmet hissinin uyanmasını sağlamıştır. Ayrıca kısa sürede şehir halkı arasında birlik ve
beraberliğin temini noktasında da etkili çalışmalara
imza atmıştır. Açıksöz gazetesinde yukarıda da temas
ettiğimiz üzere imzasız olarak neşredilen ve 23-24
Temmuz 1920 tarihleri arasında Bartın’da yaşanan
bazı olayları konu alan “Bartın’da Gördüklerim-I” başlıklı yazının devamında Kaymakam Hüsnü Bey’le
ilgili olarak şu bilgiler verilmiştir: “Kaymakam Bey
vatandaşlar arasında ittihat ve uhuvvetin tesisine çalışarak düne kadar yekdiğeriyle teşrik-i mesaiden çekinen
zevâtı birleştirmiş ve bu sayede cidden hayret-i efzâ teşebbüslerde muvaffak olmuştur. Bartınlılar’da umumiyetle
bir his-i fedâkârî mevcut ve meşhurdur. Bu hissin tebarüzüne Kaymakam Bey’in faaliyet ve himmeti en büyük
âmildir. Buraya geleli henüz iki ay olmadığı hâlde büyük
küçük herkesin hürmet ve muhabbetini celb etmiş olan
Kaymakam Bey’in seher-i müfitini teşrihe kalkışmak zait
olur. Etrafında memurin ve eşraftan mürekkeb bir hâle-yi
faaliyet ve hamiyyet-i teşkile muvaffak olan mümâileyhin
azim ve irşadı, tedbir ve kiyâseti iledir ki, efradın istirâhatı temin, teçhizat-ı ikmal edilmiş ve herkeste Kuva-yı
Milliye’ye karşı bir his-i hürmet uyanmasına muvaffakiyet
hâsıl olmuştur. Şurası şayan-ı dikkattir ki bütün levazım
ve teçhizat gayr-ı mahsus bir surette tedarik edilmektedir.
Bartın eşraf ve muteberânî beylerle lira taahhüdadında bulundukları hâlde henüz bu paranın tahsili cihetine gidilmemiştir. Acaba bu kadar masraf hangi para ile temin olunuyor? Buradan İstanbul’a her gün kayıtlı hayvan ihraç
edilmektedir. İstanbul’da, Yunan ve İngiliz askerlerinin
boğazlarından geçmesi melhûz olan bu hayvanlardan bir
ihraç resmî alınmaktadır. İşte vâridâtın en mühim menbaî
budur. Gerek burada gerek Çaycuma Karargâhında bulunan Bartın mürettebatının elbise ve iaşeleri yolunda olduğu gibi maaşları da mütemadiyen verilmekte ve her gün
hammalî bir faaliyetle son sistem silahlarla teçhiz olun236
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
maktadır.”337. Buna ilave olarak ifade edilmelidir ki
Hüsnü Bey’in, Millî Mücadele açısından son derece
önemli olan bu hizmetlerinin ifa edilmesinde sırasında Bartın Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti ve özellikle
de bu cemiyetin Başkanı Yusuf Ziya (Özençi)’den338
önemli ölçüde destek ve muavenet görmüştür. Bu cemiyet aynı zamanda Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in, bölgeye gönderilmesine kadar Millî Hareket’in, Bartın
ve çevresindeki yegâne temsilcisi olarak da hizmet
vermiştir339.
Bartın Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti, bölgede millî bilincin arttırılması, düşmana karşı çeşitli
tedbirlerin alınması, Kuva-yı Milliye’nin her açıdan
Açıksöz, “Bartın’da Gördüklerim-1”, Numara 71, 16 Ağustos
1336, s. 4.
338
Yusuf Ziya (Özençi) Bey, 1875 tarihinde Dobriç’te dünyaya
gelmiştir. İlk ve orta öğrenimini Bartın’da yapmıştır. Daha sonra
İstanbul’da Bahriye mektebinde öğrenim görmüştür. Bu okuldan
makine mühendisi olarak mezun olan Yusuf Ziya, daha sonradan
politikayla iştigal etmiştir. Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda II. ve
III. dönemlerde Bolu Mebusu, TBMM’de II. VI. ve VII. dönemlerde Zonguldak Milletvekili olarak hizmet vermiştir. 10.01.1951
tarihinde vefat etmiştir. Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, Yusuf Ziya
(Özençi)’nin yeğeni 1915 yılı doğumlu Orhan Göncüoğlu ile
24 Mayıs 1990 tarihinde Ankara’da yapmış olduğu görüşmede
Yusuf Ziya hakkında şu bilgileri almıştır: “Dayım Yusuf Ziya
(Özençi), Bartın’dan yükseköğrenim için İstanbul’a giden ilk kişidir.
16 Mart 1920’de Meclis-i Mebusan’ın kapatılması üzerine Mustafa
Kemal Paşa tarafından Bartın’da görevlendirilmiş, Müdafaa-yı Hukuk
Cemiyeti ve Millî Mücadele için önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Dayım Yusuf Ziya (Özençi) Bey’in başkanı bulunduğu Ticaret-i
Bahriye Türk Anonim Şirketi’nin Bartın iskelesinde yaptırdığı motor
ve tekneler Kuva-yı Milliye’nin ikmalinde hizmet vermiştir. Bu hizmetlerine mükâfat olmak üzere Yusuf Ziya (Özençi) Bey, Mustafa
Kemal Paşa’nın talimatıyla II. dönem Zonguldak Milletvekili seçilmiştir.” Bk. Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü 1920-2010, ed. Sema
Yıldırım, Behcet Kemal Zeynel, Cilt 1, 2. Bs., TBMM Basın Halkla
İlişkiler Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2010, s. 122, 363, 434; A.
Sarıkoyuncu, 1992, s. 122.
339
C. R. Atilhan, 2015, s. 10-17.
337
237
Dr. Yenal Ünal
desteklenmesi, ikmal ihtiyaçlarının karşılanması ve
Mustafa Kemal Paşa liderliğinde her geçen gün güçlenen millî davaya bölgeden imkânlar çerçevesinde
destek olunması gibi hususlarda etkin rol oynamıştır340. Nitekim cemiyet Millî Mücadele’ye birebir
bağış yardımında bulunabilmek için de gayret göstermiştir. Bu hususla alakalı olarak Açıksöz gazetesinde yukarıda da temas ettiğimiz ve imzasız olarak
neşredilen “Bartın’da Gördüklerim-I” başlıklı yazıda
şu bilgilere yer verilmiştir: “…Kaymakam Hüsnü Bey
Efendi efradı selamladı. Berây teftiş Bartın’a gelmiş olan
Zonguldak Maarif Müdürü Talat Bey’e bu millî kuvvetin kumandanı, Kastamonu İdadisi’nin yetiştirdiği güzide
gençlerden Bartınlı Galip Bey’i takdim ve efradın teçhîzât
ve teslîhâtı, adet ve hidemâtı hakkında malumat ita buyurdular. Bartın her hususta olduğu gibi Kuva-yı Milliye
ve muâvenet-i milliye hususunda da büyük bir faaliyet-i
meşhurdur… Muâvenet-i milliye hususunda isimlerini
tahkik edemediğim Müdafaa-yı Hukuk Heyeti azalarıyla bilhassa Müftü Hacı Rıfat Efendi Hazretleri’nin himmet-i fazılanesini tezkâr etmek lazımdır…”341. Nitekim
Millî Mücadele yıllarında Zonguldak ve havalisinden, küçümsenemeyecek miktarda bir para toplanmıştır. Zonguldak’tan 109.500 kuruş, Bartın,
Devrek ve Ereğli’den de 236.000 kuruş olmak üzere
toplam 345.000 kuruş bir araya getirilmek suretiyle
Ankara’ya gönderilmiştir. O devrin müşkül koşulları
düşünüldüğünde bu miktardaki paranın maliye bütçesine önemli bir katkı sağladığı ifade edilebilir342.
Havali halkı, Hilal-ı Ahmer tarafından organize edilen bağış kampanyalarına da iştirak etmiştir. Öyle ki 27 Ocak 1921 tarihinde Bartın’da, Hilal-i
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 123, 314-316.
Açıksöz, “Bartın’da Gördüklerim-1”, Numara 71, 16 Ağustos
1336, s. 4.
342
A. Sarıkoyuncu, 1992, s. 315.
340
341
238
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Ahmer yararına düzenlenen müsamerede 1500 lira
toplanmıştır. Bu haberi veren Açıksöz gazetesi ayrıca Bartınlıların bu bağış kampanyasını sürdürmekte
olduklarını da bildirmektedir. Adı geçen gazetede
“Bartınlıların Hamiyeti” başlığı altında verilen haberde şu bilgiler yer almıştır: “Hilal-i Ahmer menfaatine icra edilen müsamerede 1500 lira teberru olunduğu ve teberruata devam edilmekte olduğuna dair Bartın
Müftüsü ile eşraftan bazı zevatın imzalarıyla gazetemize
verilen telgrafı aynen yazıyoruz. Bartınlıların bu hamiyetlerini şayan-ı tezkâr görür ve son muharebelerde ifa ettiği
hizmetlerle bütün milletin şükran ve minnetini celbeden
‘Hilal-i Ahmer’in ihyası uğrunda vuku bulacak bütün
teşebbüsleri kemal-i minnetle derc-i sütun edeceğimizi beyan ederiz”343. Adı geçen telgraf Torakzâde Sait,
Belediye Reisi Ziya, Bartın Müftüsü Refik, Eşraftan
İnce Alemdarzâde Halil, Eşraftan Mehmet Hocazade
Mehmet imzalarıyla gönderilmiştir. Açıksöz’e gönderilen ve bu gazete tarafından yayımlanan telgrafta özetle şu hususlar belirtilmiştir: “Kânunusani’nin
yirmi üçüncü Cumartesi günü İnönü Muzazafferiyeti’ni
ibdâ eden kahramanlarımızın ve Hilal-i Ahmerimizin
menfaatine Zonguldak Müfrezesi Komutanı Cevat Rıfat
ve Bartın Kaymakamı Hüsnü Bey Efendilerin himmetleriyle Bartın Hastanesi salonunda bir müsamere yapıldığı, Sürûr Ziya Bey tarafından inşâd edilen Hilal-i
Ahmer manzumesiyle başlayan müsamere Bartın zükûr
ve inâs mektepleri muallimîn ve talebesinin ağniyesiyle
ve millî oyunlar ile canlanmış ve Hilal-i Ahmer’in büyük ve millî vazâifini gösteren iki perdelik bir temsilden
sonra, Kaymakam Hüsnü Bey Efendi tarafından bir nutuk irad ve müsamere İzmirli İnceoğlu Hamit Şevket Bey
Efendi’nin hâzırûnu ağlatan müheyyic hitabeleriyle ikmal ve sinema tarafından temâşâgerâna eğlenceli birkaç
Açıksöz, “Bartınlıların Hamiyeti”, Numara 116, 27 Kânunusani
1337, s. 2.
343
239
Dr. Yenal Ünal
saat temin edilmiştir. Müsamere ümit edildiğinden fazla bir tesir husule getirmiş Hilal-i Ahmer için 1500 lira
teberru olunmuş ve teberruata şiddetle devam edilmekte
bulunmuştur”344. Görüldüğü üzere özellikle bölgede
Yüzbaşı Cevat Rıfat’ın askerî ve siyasi manevraları
ve Bartınlı önder yurtseverlerin, Bartın Müdafaa-yı
Hukuk Cemiyeti etrafında, bütün halkı birleştirmeye
çalışması ve Millî Mücadele ruhunu onlara aşılama
gayreti neticesinde Bartınlı vatanseverler millî davanın gerçekleştirilmesi için ellerinden gelen çabayı
sarf etmişlerdir345.
Bununla birlikte Bartın Müdafaa-yı Hukuk
Cemiyeti başta olmak üzere Millî Mücadele döneminde vatanın dört bir parçasında teşekkül etmiş
olan ulusal varlığa yararlı cemiyetlerin faaliyetleri,
aynı zamanda gerek geçmiş adına gerek günümüz
adına geçerli olabilecek nitelikte bir önemli dersi de
ortaya koymuştur. Bu ders şudur: Bir ülkede, bir şehirde, bir kazada ya da herhangi bir yerleşim biriminde tarihin herhangi bir sürecinde büyük bir müşkülat, büyük bir isyan ya da topyekûn emperyalist
bir istila ortaya çıktığında, bu sıkıntılarla mücadele
etmekteki en önemli yöntem aklı selim insanların liderliğinde bir teşkilat kurmak, o ülkenin, o şehrin, o
kazanın ya da ilgili yerleşim biriminin gerçek sahiplerinin menfaatine olacak şekilde nesnel hedefler tespit etmek, herkesin uyacağı belirli ilkeler ortaya koymak, iletişimin her şey olduğunu insanlara sürekli
hatırlatmak ve işin en az % 99’nun da yurtseverlikten
ve fedakârlıktan geçtiğini anlatmak gerekmektedir.
Açıksöz, “Bartınlıların Hamiyeti”, Numara 116, 27 Kânunusani
1337, s. 2.
345
C. R. Atilhan, 2015, s. 10-17; Birinci Dünya Savaşı, İstiklâl
Savaşı, Kore Savaşı ve Kıbrıs Savaşı’nda Bartın ve çevresinden
şehit düşen vatanperverlerin isimlerinin tam listesi için bk. A.
Sarıkoyuncu, 2009, s. 186-2014.
344
240
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Sonuç ve Değerlendirme
Bartın, tarih boyunca yakın komşuları olan
Kastamonu, Bolu ve Zonguldak gibi şehirlerle iç içe olmuştur. 1991 yılında il olmasından önce
Zonguldak’ın bir ilçesi konumunda bulunan şehir
Cumhuriyet öncesi dönemde zaman zaman bazı
değişiklikler olmakla birlikte Ereğli, Virahşehir,
Zonguldak, Bolu ve Kastamonu’ya bağlı olarak yönetilmiştir. İdari mekanizma açısından şehrin bu
yerleşim birimlerine bağlı olmasında tabii şartlar
kadar idari gereksinimler de etkili olmuştur. Bartın
yöresi bol kömür yataklarının, gemi ve kayık yapımında kullanılan kereste ham maddesinin bolluğunun yanı sıra oldukça zengin bir kültürel yapıya da
sahiptir. Türkiye’nin küçük denilebilecek illerinden
biri olmasına rağmen okuma, araştırma ve yayıncılık
faaliyetleri irdelendiğinde ülkenin en önde gelen illerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihin ilk
dönemlerinden bu yana birçok kültüre ve uygarlığa
ev sahipliği yapan bu yerleşim alanı yine bu kültür
ve uygarlıkların tecrübelerinden olabildiğince beslenmesini bilmiştir. Bartın, aynı zamanda Osmanlı
Devleti döneminde yenileşme çabalarının Anadolu
coğrafyasında ilk görüldüğü yerleşim alanlarından
biridir. Şehrin bu yeniliğe açık yapısında hiç kuşkusuz ticari hayatın gelişmişliğinin ve stratejik bir noktada bulunmasının önemi vardır. Kent yerleşkesi açısından son derece elverişli bir alanda kurulmuş olan
Bartın’da deniz yolu taşımacılığı imkânı bulunmaktadır. Kente adını veren Bartın Irmağı’nın Karadeniz’e
ulaştığı kesimin 11 km kadar güneydoğusunda kurulan Bartın, coğrafi şartların kendisine bahşettiği
birçok imkândan faydalanmaktadır. Bunların başında Bartın Irmağı gelmektedir. Çünkü ırmağın, şehrin
bulunduğu yerden Karadeniz’e kadar olan kesimde
çeşitli büyüklükte deniz taşıtlarının buraya kadar
241
Dr. Yenal Ünal
sokulmasına imkân vermesi, Bartın’ı bir nehir limanı durumuna getirmiştir. Şehrin bu özelliği tarihin
en eski devirlerden, Cumhuriyet döneminde Boğaz
olarak tabir edilen alanda büyük bir liman inşasının gerçekleştirilmesine kadar ön planda olmuştur.
Bunun dışında şehrin Karadeniz sahil kesiminde
çoğunluğu Cumhuriyet döneminde yapılmış irili
ufaklı bazı limanlar bulunmakla birlikte Amasra’da
büyük ve küçük diye tabir edilen iki adet liman daha
bulunmaktadır ki bu limanlar tarihin en eski devirlerinden beri kullanıla gelmiştir. Günümüzde de bu
limanlardan geliştirilme, suretiyle istifade edilmeye
çalışılmaktadır.
Bartın coğrafyasının işte bu stratejik önemi, 30
Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’yla daha da
önemli hâle gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya
Savaşı’ndan yenik çıkması neticesinde akdedilen bu
ateşkes antlaşmasıyla, Batılı büyük emperyalist devletler onlarca yıldır üzerinde durdukları “doğu sorununu” kendi belirledikleri usul ve yöntemlerle çözme
fırsatı yakalamışlardı. Toplam 25 maddeden oluşan
bu antlaşmayla birlikte Türkiye’nin üzerini kara bulutlar kaplamıştı. Mütareke, şartları bahane edilerek
vatanın dört bucağı işgal edilmeye başlanmıştı. Ülke
âdeta bir ahtapotun kolları arasında sarmala çevrilmişti. İşte yukarıda belirtilmeye çalışılan stratejik
öneminden ve o dönem adına en önemli enerji kaynaklarından biri olan zengin kömür yataklarına sahip olmasından dolayı işgal altına alınmaya çalışan
coğrafyalardan biri de Bartın ve Zonguldak havalisi
olmuştur. Nitekim İtilaf Devletleri’nden, Fransa’nın 8
Mart 1919 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması’nın
ilgili maddelerini bahane göstererek Zonguldak’a asker çıkarmasıyla bölgede düşman askerleri kol gezmeye başlamışlardır. İlerleyen tarihlerde bölgeye
Fransızların yanı sıra İtalya, İngiltere ve Yunanistan
242
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
gibi ülkeler de çeşitli emellerini gerçekleştirebilmek
amacıyla ilgi duymaya başlamışlardır. Hiç şüphe yok
ki emperyalistlerin bölgeye olan ilgilerinde başat unsur zengin kömür yataklarıdır. Bununla birlikte bölgeyi önemli kılan tek etken enerji kaynaklarına sahip
olabilme istek ve arzusundan ibaret değildir. Çünkü
bölgenin, İstanbul’dan başlayıp İnebolu’ya kadar
uzanan ve Millî Hareket için büyük bir önemi bulunan deniz yolu güzergâhının güvenliğinin sağlanması açısından da kıymeti bulunuyordu. Bu yol sayesinde İstanbul’dan Anadolu’ya karadan gerçekleştirilmesi mümkün olmayan asker, subay, münevver,
silah, mühimmat ve cephane aktarımı gerçekleştiriliyordu. İtilaf Devletleri cephesinden konu irdelendiğinde bölgenin kontrol altına alınmasıyla zengin
kömür yataklarına sahip olunacağı gibi Zonguldak,
Karabük, Bartın Bolu ve Kastamonu gibi bölgeler de
dolaylı yönden denetim altına alınabilecekti. Bu sayede Güney ve Batı Anadolu istikametlerinden zaten sarılan Millî Hareket bir de Kuzey Anadolu’dan
sıkıştırılmış olacaktı. Yine aynı şekilde bölgede denetimi sağlamak, aynı zamanda Millî Hareket’in en
önemli lojistik kaynaklarından birini elinden almak
demekti. Bu sayede Millî Hareket’in önderleri dize
getirilebilirdi. Bununla birlikte İtilaf Devletleri’nin
masa başında yaptıkları hesaplar cephelerde tutmamıştı. Çünkü bölgede asayişi ve denetimi sağlayarak
Kuva-yı Milliye’yi örgütlemek amacıyla bölgeye 1
Haziran 1920 tarihinde kuvvetleri ile birlikte gönderilen Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in yaptığı faaliyetler ve
bölgede yaşayan halkın Millî Mücadele fikri etrafında örgütlenmesini isteyen Bartın Müdafaa-yı Hukuk
Cemiyeti’nin çalışmaları neticesinde emperyalistlerin oyunları tam anlamıyla bozulmuştur. Bir taraftan
Yüzbaşı Cevat Rıfat Bey’in kısa sürede bölgede güvenliği sağlayıp eski Kaymakam Durmuş Bey yerine,
beraberinde getirdiği Hüsnü Bey’i kaymakam olarak
243
Dr. Yenal Ünal
atamasını müteakip Çaycuma ve Zonguldak mıntıkasında gerçekleştirdiği askerî çalışmalar; diğer taraftan özellikle Yusuf Ziya (Özençi)’nin başkanlığı
döneminde Bartın Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin,
Bartın halkını örgütlemesi, maddi ve manevi anlamda halktan yardım toplaması, Millî Mücadele
duygusu etrafında insanları birleştirmesi, toplum
içinde ikilik çıkarmak isteyen İstanbul Hükümeti
taraftarlarına göz açtırmamasıyla birlikte düşman,
diğer Anadolu coğrafyalarında olduğu gibi Bartın
bölgesinde de başarı yakalayamamıştır. Nitekim kazanılan başarı ve disiplin sayesinde Zonguldak ve
havalisinde başarılı hizmetler veren Yüzbaşı Cevat
Rıfat Bey’in kuvvetlerinin bir bölümü 2 Nisan 1921
tarihinde Kastamonu’ya nakledildiği gibi diğer kısmı da özellikle Fransızların, 21 Haziran 1921 tarihinde Zonguldak ve havalisini boşaltmasının ardından
Garp Cephesi Komutanlığı emrine sevk edilmiştir.
Bütün bu gelişmelerin neticesinde bölgede fevkalade önemli hizmetlerde bulunan Yüzbaşı Cevat Rıfat
Bey Ankara’ya vasıl olmuştur. Böylece bölgede muhtemel ve kalıcı bir emperyalist yayılmanın önüne geçildiği gibi bu toprakların Türklere ait olduğu bir kez
daha ispat edilmiştir.
244
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
BİBLİYOGRAFYA
I. Arşiv Kaynakları
a. ATASE Arşivi:
ATASE Atatürk Arşivi, KL:2, D:1335/3-2, Belge 75.
ATASE Atatürk Arşivi, KL:2, D:1335/3-2, Belge 75-1.
ATASE Arşivi, İSH, K. 405, G. 68, Belge 68-1.
ATASE Arşivi, İSH, K. 405, G. 68, Belge 68-2.
ATASE Arşivi, İSH, K. 405, G. 74, Belge 74-2.
ATASE Arşivi, İSH, K. 579, G. 140, Belge 140-1.
ATASE Arşivi, İSH, K. 583, G. 143, Belge 143-1.
ATASE Arşivi, İSH, K. 583, G. 143, Belge 143-2.
ATASE Arşivi, İSH, K. 587, G. 36, Belge 36-1.
ATASE Arşivi, İSH, K. 587, G. 36, Belge 36-2.
ATASE Arşivi, İSH, K. 591, G. 202, Belge 202-2.
ATASE Arşivi, İSH, K. 623, G. 87, Belge 87-1.
ATASE Arşivi, İSH, K. 623, G. 87, Belge 87-2.
ATASE Arşivi, İSH, K. 1064, G. 21, Belge 21-2.
ATASE Arşivi, İSH, K. 1065, G. 183, Belge 183-1.
ATASE Arşivi, İSH, K. 1066, G. 68, Belge 68-1.
ATASE Arşivi, İSH, K. 1066, G. 68, Belge 68-2.
ATASE Arşivi, İSH, K. 1066, G. 68, Belge 68-3.
II. Resmî Yayınlar
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt 1, 3 Temmuz 1336 (1920),
s. 69, 70.
Bolu Livası 1921-1925 Salnamesi, haz. Nermin Kılıç ve
bşk. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu Halk
Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi
Yayınları, Bolu, 2008.
Kastamonu Vilayet Salnamesi, “Bartın Kazası”, Kastamonu
Vilayet Matbaası, Hicri 1317 (Miladi 1899-1900).
III. Ansiklopediler
Şemsettin Sami, Kamusü’l-Âlam, Cilt 2, Mihran Matbaası,
İstanbul, (M. 1890-1891), R. 1306.
IV. Gazeteler
Açıksöz, “Bartın’da Gördüklerim-1”, Numara 71, 16
Ağustos 1336.
Açıksöz, “Bartınlıların Hamiyeti”, Numara 116, 27
Kânunusani 1337.
245
Dr. Yenal Ünal
V. Kitaplar
AÇIKSÖZCÜ, Hüsnü, İstiklâl Harbinde Kastamonu,
Kastamonu Vilâyet Matbaası, Kastamonu, 1933.
APAK, Rahmi, İstiklâl Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1990.
ARMAOĞLU, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914, 14.
Bs., Timaş Yayınları, İstanbul, 2014.
ARMAOĞLU, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, 19.
Bs., Timaş Yayınları, İstanbul, 2014.
AŞÇIOĞLU, Erkan, İktisadi ve Sosyal Yönleriyle Bartın,
Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayını, İstanbul,
1970.
AŞÇIOĞLU, Erkan, Bartın, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası
Yayını, Bartın, 2001.
AŞÇIOĞLU, Erkan, Kurtuluş Savaşında Bartın, 2. Bs., Bartın
Belediyesi Kültür Yayınları, Bartın, 2014.
ATİLHAN, Cevat Rıfat, İstiklal Harbinde Sarıklı Kahramanlar,
Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1967.
ATİLHAN, Cevat Rıfat, Bütün Açıklığıyla İnönü Savaşları
ve Hakiki Kahramanlar, Aykurt Neşriyatı, İstanbul,
1968.
ATİLHAN, Cevat Rıfat, Bartın ve Havalisi Komutanı Yüzbaşı
Cevat Rifat Bey’in Millî Mücadele Hatıraları, haz. Celil
Bozkurt, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2015.
BARTIN, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları, Ankara,
2007.
BARTIN 2023 STRATEJİK AMAÇLAR VE İL GELİŞİM
PLANI, haz. İl Planlama ve Koordinasyon
Müdürlüğü, Bartın Valiliği Yayınları, Bartın, 2008.
BAYKARA, Tuncer, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş
I-Anadolu’nun İdari Taksimatı, 3. bs., Bilge Kültür
Sanat Yayınları, İstanbul, 2015.
BAYRAKTAR, Dursun, Tanzimat’ın İlk Yıllarında Bolu
(Şer’iye Sicilleri 1838-1850), Abant İzzet Baysal
Üniversitesi, Bolu Halk Kültürünü Araştırma ve
Uygulama Merkezi Yayınları, Bolu, 2009.
CANSEVER, Nurettin, Bütün Yönleriyle Bartın, Ersa
Kolektif Şirketi Matbaası, İstanbul, 1965.
ÇİLSÜLEYMANOĞLU, Selâhattin, Bartın Halk Kültürü,
Cilt 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1996.
246
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
ÇÖTÜR, Mehmet, Bartın Limanı İnşaat Sonu Raporu,
Bayındırlık Bakanlığı Demiryollar ve Limanlar
İnşaat Reisliği Devlet Su İşleri Matbaası, Ankara,
1970.
DEMİRCİOĞLU, Aziz, 100 Yıllık Kastamonu Basınında Kim
Kimdir 1872-1972, Doğru Söz Matbaası, Kastamonu,
1980.
DİNAMO, Hasan İzzettin, Kutsal İsyan Millî Kurtuluş
Savaşı’nın Gerçek Hikâyesi, Cilt 2, Tekin Yayınevi,
İstanbul, 2010.
EMECEN, Feridun M., Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş
ve Yükseliş Tarihi (1300-1600), Türkiye İş Bankası
Yayınları, İstanbul, 2015.
EYİCE, Semavi, Küçük Amasra Tarihi ve Eski Eserleri
Kılavuzu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,
1965.
HİMMETOĞLU, Hüsnü, Kurtuluş Savaşında İstanbul ve
Yardımları, Cilt 2, [yay.y.], İstanbul, 1975.
İNALCIK, Halil, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları (13021481), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları
Merkezi Yayınları, İstanbul, 2010.
KALKAVANOĞLU, İlyas Sami, Millî Mücadele Hatıralarım,
Ekicigil Yayınevi Matbaası, İstanbul, 1957.
KARAOĞUZ, Doğu, Kuva-yı Milliye Ruhuyla Bir ÖmürZonguldak’ın İlk Gazetecisi Tahir Karauğuz’un Yaşam
Öyküsü, Truva Yayınları, İstanbul, 2011.
KAZMAZ, Süleyman, Millî Mücadele’de İpsiz Recep ve
Rizeli Gönüllüler, Türk Halk Kültürü Araştırma ve
Tanıtma Vakfı Yayınları, Ankara, 1996.
KOCATÜRK, Utkan, Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi
1918-1938, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları,
Ankara, 1973.
KORKMAZ, Zeynep, Bartın ve Yöresi Ağızları, 2. bs. Türk
Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1994.
KUTAY, Cemal, Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Acar Bilgi
Merkezi Yayınları, İstanbul, 2013.
NESİMİ, Abidin, Yılların İçinden, Gözlem Yayınları,
İstanbul, 1977.
ODYAKMAZ, Cevad, Mondros-Sevr ve Mudanya-Lozan,
Togan Yayınları, İstanbul, 2013.
247
Dr. Yenal Ünal
ONAY, Ahmet Talat, Millî Mücadele Yazıları, haz. Cemal
Kurnaz, Şefika Kurnaz, 2. bs., Millî Eğitim Bakanlığı
Yayınları, İstanbul, 2004.
ORHAN, M. Celalettin, Askerlik Hatıralarım, Deniz
Basımevi, İstanbul, 1982.
ÖZTOPRAK, İzzet, Kurtuluş Savaşı’nda Türk Basını (Mayıs
1919-Temmuz 1921), Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Ankara, 1981.
ÖZTÜRK, Özhan, Pontus (Antikçağ’dan Günümüze
Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi), 2. bs. Genesis
Kitap Yayınları, Ankara, 2012.
PEKER, Nurettin, 1918-1923 İstiklâl Savaşı’nın Vesika ve
Resimleri, İnönü, Sakarya ve Dumlupınar Zaferlerini
Sağlayan İnebolu ve Kastamonu Havalisi, [yay.y.],
İstanbul, 1955.
SAKAOĞLU, Necdet, Amasra’nın Üçbin Yılı, Zonguldak
Valiliği Yayınları, İstanbul, 1987.
SAMANCIOĞLU, Kemal, İktisat ve Ticaret Bakımından
Bartın, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları,
Ankara, 1941.
SAMANCIOĞLU, Kemal, Bartın Belediyesi ve Tarihçesi,
2. bs. Bartın Valiliği-Bartın Belediyesi Yayınları,
Bartın, 1999.
SANDER, Oral, Siyasi Tarih 1918-1994, 11. Bs., İmge
Kitabevi, Ankara, 2003.
SARIKOYUNCU, Ali, Millî Mücadele’de Zonguldak ve
Havalisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992.
SARIKOYUNCU, Ali, Millî Mücadele’de Din Adamları, Cilt
1, 5. bs., Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2007.
SARIKOYUNCU, Ali, Millî Mücadele’de Din Adamları, Cilt
2, 4. bs., Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2007.
SARIKOYUNCU, Ali, Millî Mücadele’de Zonguldak SancağıZonguldak, Bartın, Karabük, 2. Bs., Zonguldak Valiliği
Yayınları, Ankara, 2009.
SELEK, Sebahattin, Millî Mücadele Ulusal Kurtuluş Savaşı,
Cilt 1, Milliyet Yayınları, İstanbul, [t.y.].
TEKİN, Arslan, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, 5. Bs.,
Boğaziçi Yayınları, Ankara, 2012.
TOKSOY, Levent, Amasra Tarihine Denizden Bakış, Deniz
Basımevi Müdürlüğü, İstanbul, 2009.
248
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü 1920-2010, ed. Sema
Yıldırım, Behcet Kemal Zeynel, Cilt 1, 2. Bs., TBMM
Basın Halkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınları, Ankara,
2010.
Türk İstiklâl Harbi-Batı Cephesi, Cilt II, Kısım III, Genel
Kurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 1999.
Türk İstiklâl Harbi-Deniz Cephesi ve Hava Harekâtı, Cilt V,
Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi,
Ankara, 1964.
Türk İstiklâl Harbi-İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar (19191921), Cilt VI, Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı,
Ankara, 1974.
TURAN, Refik ve bşk. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, 18.
bs. Okutman Yayıncılık, Ankara, 2011.
UÇAROL, Rifat, Siyasi Tarih 1789-2014, 10. Bs., Der
Yayınları, İstanbul, 2015.
YAKUPOĞLU, Cevdet, Bartın Vakıfları (1214-1514, Bartın
Valiliği İl Özel İdaresi Başkanlığı Yayınları, Bartın,
2010.
YALÇIN, E. Semih, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi-I Kaynaklar,
Siyasal Kitabevi, Ankara, 2004.
YEL, Talip ve bşk., Geçmişten Bugüne Kurucaşile, Önder
Matbaası, Ankara, 1999.
YILMAZTÜRK, Ali Rıza, Mehmet Demircioğlu, Bartın’da
Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Eğitim, Bartın Millî
Eğitim Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 1998.
ÜNAL, Yenal, Kuruluşunun 50. Yıldönümünde Bartın Limanı
Tarihi, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2015.
VI. Makaleler
ONAY, Ahmet Talat (Süha Zahir imzasıyla), “Çaycuma
Karargâhında”, Açıksöz, Numara 75, 2 Eylül 1336.
ÖZDEMİR, Ünal, “Ulaşım Coğrafyası Açısından Önemli
Bir Güzergâh: Karabük-Bartın Karayolu”, Doğu
Coğrafya Dergisi, Cilt 13, Sayı 19, 2008, s. 213-230.
SARIKOYUNCU, Ali, “Zonguldak ve Çevresinde
Müdafaa-yı Hukuk Çalışmaları”, Atatürk Yolu
Dergisi, Cilt 3, Sayı 9, Ankara, 1992.
TUNCEL, Metin, “Bartın”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
249
Dr. Yenal Ünal
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Cilt
5, İstanbul, 1992, s. 87-90.
YAYLI, Ayşegül, “Tarihte Bartın”, Parthenios Bartın’da
Kültür ve Sanat Bülteni, Sayı 1, Ekim 1999, s. 3.
ÜNAL, Yenal, “Bilgi Toplumunun Tarihçesi”, Tarih Okulu
Dergisi, Sayı 5. İzmir, 2009, s. 123-144.
__________, “Bartın Adının Anlamı Üzerine Bir İnceleme”,
Tarih Okulu Dergisi, Sayı XIX, 2014, s. 647-661.
VII. Tezler
YAVUZ, Resul, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan Sevr
Barış Antlaşması’na Giden Süreçte Türk Diplomasisi,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
Enstitüsü, İzmir, 2016.
VIII. Diğer Kaynaklar
http://www.turkiye-rehberi.net/bartin-haritasi.asp
(16.03.2016 tarihinde erişildi.)
250
7) BARTIN MATBUAT TARİHİNİN İZİNİ
SÜRMEK: PARTHENİOS BARTIN’DA KÜLTÜR
VE SANAT BÜLTENİ ÖRNEĞİ346
Giriş
Bartın, Türkiye’nin Batı Karadeniz bölümünde
yer alan, yüzölçümü ve nüfus unsurları göz önüne
alındığında ülkenin en küçük çaplı illerinden biridir. Zonguldak iline bağlı347 bir ilçe konumundayken 7 Eylül 1991’de vilayet olmuştur.348 Kente adını
veren Bartın Irmağı’nın Karadeniz’e döküldüğü kesimin yaklaşık 11 km kadar güneydoğusunda kurulmuştur.349 İlin kuzeyinde Karadeniz, doğusunda
Kastamonu, Cide ve Pınarbaşı, güneydoğusunda
Eflani ve Safranbolu, güneyinde Karabük ve Yenice,
batısında Zonguldak, Çaycuma ve Devrek bulunİlk defa Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi’nin, 15. cildinin 31. sayısında yayımlanmıştır.
347
Nurettin Cansever, Bütün Yönleriyle Bartın, Ersa Kolektif
Şirketi Matbaası, İstanbul, 1965, s. 7.
348
Selâhattin Çilsüleymanoğlu, Bartın Halk Kültürü, Cilt 1, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1996, s. 21.
349
Metin Tuncel, “Bartın”, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türk Diyanet Vakfı Yayınları, Cilt 5, İstanbul, 1992, s. 87.
346
Dr. Yenal Ünal
maktadır.350 İstanbul’un 164 mil, Zonguldak’ın 24 mil
doğusunda denizden ilçe merkezine doğru uzanan,
çeşitli tonlarda gemilerin geliş ve gidişine elverişli
Bartın Irmağı üzerinde351 kurulmuş durumdadır.352
Amasra-Ulus-Kurucaşile ilçeleriyle birlikte 2143
km2’lik bir yüzölçümüne sahiptir. İlin kuzeyinde 59
km’lik sahil şeridi bulunmaktadır.353 Şehir yerleşmesi
için son derece uygun bir coğrafyada yerleşmiş bulunan Bartın, yakın çevresine ve ülkenin başka yerlerine bağlanabilme açısından da coğrafi şartların kendisine bahşettiği birçok imkândan faydalanmaktadır.354
Yöre, kültürel ve sosyal manada oldukça zengin bir
yapıya sahiptir.355 Okuma oranın yüksek olduğu
Bartın’da, Cumhuriyet döneminde birçok önemli
neşriyat faaliyeti gerçekleştirilmiştir. Özellikle süreli
yayın yayımcılığında oldukça ileri giden ilde bugüBartın, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları, Ankara, 2007,
s. 17; Çilsüleymanoğlu, a.g.e., s. 21.
351
Kemal Samancıoğlu, Bartın Belediyesi ve Tarihçesi, 2. bs. Bartın
Valiliği-Bartın Belediyesi Yayınları, Bartın, 1999, s. 202.
352
Mehmet Çötür, Bartın Limanı İnşaat Sonu Raporu, Bayındırlık
Bakanlığı Demiryollar ve Limanlar İnşaat Reisliği, Devlet Su
İşleri Matbaası, Ankara, 1970, s. 1.
353
Bartın 2023 Stratejik Amaçlar ve İl Gelişme Planı, haz. İl Planlama
ve Koordinasyon Müdürlüğü, Bartın Valiliği Yayınları, Bartın,
2008, s. 5; Çilsüleymanoğlu, a.g.e., s. 21.
354
Kemal Samancıoğlu, İktisat ve Ticaret Bakımından Bartın, Bartın
Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları, Ankara, 1941, s. 11; Erkan
Aşçıoğlu, Bartın, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları, Bartın,
2001, s. 74; Ünal Özdemir, “Ulaşım Coğrafyası Açısından Önemli
Bir Güzergâh: Karabük-Bartın Karayolu”, Doğu Coğrafya Dergisi,
C. 13, S. 19, 2008, s. 214-215; Bartın 2023 Stratejik Amaçlar ve İl
Gelişme Planı, s. 5; Tuncel, a.g.m., s. 87.
355
Bartın tarihi ve kültürü hakkında yapılan bilimsel çalışmaların
sayısı son derece azdır. Yörenin genel bir tarihçesi ve kültürel geçmişi hakkında ayrıntılı bilgiye erişmek için şu iki kaynağa Cevdet
Yakupoğlu, Bartın Vakıfları (1214-1514), Bartın Valiliği İl Özel
İdaresi Başkanlığı Yayınları, Bartın, 2010; Zeynep Korkmaz, Bartın
ve Yöresi Ağızları, 2. bs. Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1994.
350
252
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
ne kadar çok sayıda gazete ve derginin yayım faaliyetinde bulunduğu gözlemlenmektedir. Bu süreli
yayınların büyük bir kısmı, neşredilmeye başladığı
tarihten günümüze kadar yayınlarını sürdüremese
de bir ihtiyaca binaen ortaya çıkmaları, yöre halkının
kültür yapısı hakkında bize önemli bilgiler vermektedir.356 Bartın kültür hayatının çok önemli bir parçası olan süreli yayınlar ve bu süreli yayınlara bir örnek
teşkil eden Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteni357 üzerine yaptığımız bu araştırma, günümüzde
Türkiye’nin hemen her alanında gelişim kaydeden
önemli coğrafyalarından biri olarak tespit ettiğimiz
Bartın’ın, entelektüel bünyesine katkı sağlamak amacıyla yayımlanmıştır. Yöre, süreli yayın neşriyatında
fevkalade zengin bir yapıya sahiptir. Ne var ki bu
yayınları bilimsel yöntem ve eleştirel bir teknikle ele
alan akademik çalışma hemen hemen yok denecek
düzeydedir. Dolayısıyla incelememiz bu gerçeklerden hareketle kentin düşünsel yapısına katkı sağlamak ve bir örneklemden hareketle yörede gerçekleştirilen süreli yayın faaliyetlerini bilimsel amaçlarla
müşahede altına almak maksadıyla ortaya çıkmıştır.
İncelememizde öncelikle konunun tam anlamıyla idrak edilebilmesi için Bartın coğrafyası hak356
Bartın’da basın-yayın faaliyetlerinin oldukça gelişmiş bir yapıya sahip olduğunun en önemli göstergelerinden biri de şehirde
gazeteciler tarafından kurulan derneklerdir. Bugün kentte farklı
tarihlerde kurulmuş üç adet gazeteci derneği mevcuttur. Bu dernekleri Bartın Gazeteciler Derneği, Bartın Gerçek Gazeteciler Derneği
ve Bartın Çağdaş Gazeteciler Derneği oluşturmaktadır.
357
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteni, kendini bir bülten
olarak tanıtmakla birlikte rahatlıkla dergi olarak sıfatlandırılabilecek özelliklere de sahiptir. Yapmış olduğu haberler ve barındırdığı makaleler ele alındığında, halkı bilgilendirmek için faaliyet
gösteren basit bir bültenden ziyade Bartın coğrafyasında vuku
bulan kültür-sanat faaliyetlerini bilimsel üsluba yakın bir ifadeyle okuyucuya aktaran bu yayın organı ciddi bir dergi hüviyeti de
taşımaktadır.
253
Dr. Yenal Ünal
kında genel bilgiler verilmiştir. Akabinde araştırma
konumuzla ilgili daha önce kaleme alınmış araştırma
eserleriyle bilimsel çalışmalar irdelenmiş ve toplanan eski bilgiler titizlikle incelenerek yeni yorumlara
ulaşılmaya çalışılmıştır. Daha sonra Bartın yöresindeki süreli yayın faaliyetleri ve bunlara bir örnek teşkil eden Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteni
detaylı bir şekilde analiz edilmiş ve sonuç bölümünde elde edilen bulgulardan ortaya çıkan neticeler değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Parthenios Bartın’da
Kültür ve Sanat bülteni örneğinden hareketle Bartın
matbuatının dünü ve bugünü üzerine muhtelif değerlendirmeler yapılmıştır. Diğer bir ifadeyle bir
bülten örneğinden hareketle Bartın basın tarihinin
izi sürülmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte burada
derhal ifade etmeliyiz ki makale çalışmamız kapsamında Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bültenini
örneklem olarak almakla birlikte, Bartın matbuatı
üzerine yaptığımız bu çalışma, sadece gazetelerin
tetkikiyle sınırlıdır. Bu haliyle bile yaklaşık 60 sayfalık bir makale boyutuna ulaşan çalışmamızda sadece
yörede yayımlanan gazeteler incelenmiştir. Bölgede
yayımlanan dergi ve diğer süreli yayınların incelenmesi için başka bir araştırmanın vücuda getirilmesi
gerekmektedir.358
358
Hacimce Bartın matbuatının büyük bir bölümünü yörede yayımlanan gazeteler teşkil etmektedir. Bununla birlikte yörede,
fikir ve sanat dallarında muhtelif dergiler de yayımlanmıştır.
Daha çok haber özellikleriyle ön plana çıkan Bartın gazeteleri,
fikir ve sanat konuları temelinde yörede neşredilmiş dergilerle
karşılaştırıldıklarında daha az derinliğe sahiptir. Fikir ve sanat
temelli dergiler insanlar üzerinde daha tesirli olmuştur. Ancak
Bartın’da uzun süre neşredilmiş köklü bir dergi mevcut değildir.
Kentte neşredilen dergilerin hemen hepsi kısa ömürlü olmuştur. Bu dergilerin adlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Yeni Mefkûre
dergisi, Kıvılcım dergisi, Kaynarca dergisi, Gençliğin Sesi dergisi,
Kavşak dergisi, Ortam dergisi, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası dergisi, Bartın’da Tarım dergisi, Kardelen dergisi, Bartın Millî Eğitim
254
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi sadece matbuat tarihi değil; diğer bütün konular da göz önüne alındığında Bartın coğrafyası üzerine yapılmış bilimsel
çalışmaların sayısı bir elin parmağını geçememekteMüdürlüğü Eğitim-Kültür ve Sanat dergisi, Cemre dergisi, Sesamos
dergisi, Şimal Yıldızı Çakraz dergisi, Bartın Kumluca Aylık Haber
ve Tanıtım dergisi, Bartın Tel Kırması dergisi. Bu neşriyatların
haricinde, bölgede özellikle eğitim kurumları tarafından yayımlanmış ya da yayımlanmakta olan birçok dergi bulunmaktadır. Bu dergilerin isimlerini de şu şekilde sıralayabiliriz: Bartın
Üniversitesi Orman Fakültesi dergisi, Bartın Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler dergisi, Bartın Üniversitesi Mühendislik ve Teknoloji
Bilimleri dergisi, Bartın Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi dergisi, Çeşm-i Cihan: Tarih-Kültür ve Sanat dergisi, Bartın Üniversitesi
Eğitim Fakültesi dergisi, Haberci 74 Aylık Siyasi, Haber, Aktüalite,
Magazin dergisi, Eğitimde Bartın dergisi, Yazı-Yorum dergisi,
Bilim, Kültür ve Sanat Öğrenci dergisi, Altın Sarmal Teknoloji dergisi, Nazar Boncuğu dergisi, Yürek Ağacı dergisi, Pamuk Helva
dergisi, Emelim dergisi ve Kuyrukluyıldız dergisi. Bu dergilere
ilave olarak da gerek resmi kurumların gerek özel kuruluşların
basmış olduğu çeşitli tanıtım dergileri de bulunmakla birlikte
bunların hemen hemen tamamı tanıtım broşürü niteliğindedir.
Ayrıntılı bilgi için bk. Erkan Aşçıoğlu, İktisadi ve Sosyal Yönleriyle
Bartın, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları, İstanbul, 1970,
s. 64-65; Kaynarca, S. 1, Kasım 1948; Kaynarca, S. 2, Aralık 1948;
Kaynarca, S. 3, Ocak 1949; Kaynarca, S. 4, Şubat 1949; Kaynarca,
S. 5, Mart 1949; Kaynarca, S. 6, Mayıs 1949; Çetin Asma, “Bartın
Dergileri 1”, Bartın Halk, S. 588, 26.05.2008, s. 2; “Bartın Dergileri
2”, Bartın Halk, S. 593, 02.06.2008, s. 2; “Bir Öğretmen, Bir Dergi”,
Bartın Halk, S. 599, 09.06.2008, s. 2; “Bartın Dergileri 4”, Bartın
Halk, S. 605, 16.06.2008, s. 2; “Bartın Dergileri 5”, Bartın Halk,
S. 611, 24.06.2008, s. 2; “Bartın Dergileri 6”, Bartın Halk, S. 616,
30.06.2008, s. 2; “Bartın Dergileri 7”, Bartın Halk, S. 622, 07.07.2008,
s. 2; “Bartın Dergileri 8”, Bartın Halk, S. 628, 14.07.2008, s. 2;
“Bartın Dergileri 9”, Bartın Halk, S. 634, 21.07.2008, s. 2; “Bartın
Dergileri 10”, Bartın Halk, S. 640, 28.07.2008, s. 2; “Bartın Dergileri
11”, Bartın Halk, S. 646, 04.08.2008, s. 2; “Bartın Dergileri 12”,
Bartın Halk, S. 652, 11.08.2008, s. 2; “Bartın Dergileri 13”, Bartın
Halk, S. 658, 18.08.2008, s. 2; “Bartın Dergileri 14”, Bartın Halk,
S. 664, 25.08.2008, s. 2; “Bartın Dergileri 15”, Bartın Halk, S.
670, 01.09.2008, s. 2; “Bartın Dergileri 16”, Bartın Halk, S. 676,
08.09.2008, s. 2.
255
Dr. Yenal Ünal
dir. Dolayısıyla inceleme konumuzla alakalı zengin
bir gazete ve dergi koleksiyonu bulunmakla birlikte
bu yayınlar üzerine yapılmış araştırma sayısı oldukça azdır. Bu kapsamda en temel kaynaklarımızı toplam 7 sayı basılmış olan Parthenios Bartın’da Kültür ve
Sanat bülteni ile Çetin Asma’nın Bartın’da Yerel Basın
1924-2012, Bartın Belediyesi Kültür Yayınları, Bartın,
2012 künyeli eseri oluşturmaktadır. Söz konusu her
iki kaynaktan da azami ölçüde istifade edilmeye çalışılmıştır. Bunun dışında Bartın İl Halk Kütüphanesi
süreli yayın bölümünde yer alan gazete ve dergiler
ciddi bir taramaya tabi tutulmak suretiyle makale
çalışmamızın içinde gerekli yerlerde kullanılmış ve
araştırmamızın ana kaynak gövdesini oluşturmuştur. Makale incelememiz, Bartın basın tarihi konusunda bilimsel anlamda ortaya çıkan ilk çalışmalardan biri olarak tabiatıyla bazı noksanlıklar içerebilir.
Ancak orijinal bir bilimsel araştırma teşebbüsü olarak sadece Bartın basın tarihine değil Türk basın tarihine de katkı sağlamak amacıyla teşekkül etmiştir.
Bilindiği üzere süreli yayınlar bir yörenin ya
da bir ülkenin en önemli kültür unsularındandır.
Çünkü bu yayınlar kendi devirleri göz önüne alındığında içerdikleri güncel haberlerle hemen her çeşit
bilginin nabzının attığı kaynaklar olarak karşımıza
çıkmaktadır. İster akademik amaçlara hizmet etsin
ister popüler maksatlarla neşredilsin her süreli yayın
yayımlandığı dönem ve önceki-sonraki süreçlerle ilgili aydınlatıcı bilgileri ihtiva etmesi hasebiyle fevkalade öneme sahiptir. Bu açıdan bakıldığında süreli
yayınların ciddi araştırmacılar için ne kadar büyük
bir öneme sahip olduğu daha iyi anlaşılır. Bir kültür
coğrafyası hakkında kısa, özet ve net bilgilere ulaşılabilmesi için her şeyden önce o coğrafyanın süreli
yayın yapısı tetkik edilmelidir. Kısacası süreli yayın
faaliyetleri bir şehrin, bir ülkenin ya da bir kültür
256
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
coğrafyasının sahip olduğu her türlü değerin aksettiği bir ayna görevi görmektedir. Araştırma konumuz
olan Bartın şehrindeki süreli yayın faaliyetlerine genel itibarıyla baktığımızda oldukça geniş bir mozaik
ve zengin bir yapıyla karşılaşmaktayız. Yörede, özellikle Cumhuriyet döneminde birçok süreli yayın faaliyetinin gerçekleştirildiğini görmekteyiz.
Bartın basın tarihi, Türk basın tarihi açısından
önemli bir yere sahiptir. Bunun nedenlerini birçok
cepheden değerlendirebiliriz. Örneğin 6 Eylül 1924
tarihinde yayın hayatına başlayıp günümüzde de
neşredilmeye devam eden Bartın gazetesi Türkiye’nin
en eski taşra gazetelerinden biridir. Söz konusu gazetenin arşivi sadece Bartın yöresi için değil; Türkiye
Cumhuriyeti tarihi alanında yapılan araştırmalarda
ve bilimsel çalışmalarda da temel kaynaklardan biri
olarak hizmet görevi görebilir. Gazete aynı zamanda
Bartın şehri tarihi ve kültürü incelemeleri açısından
fevkalade mühim bir bilgi membaıdır.359
Bartın’da gerçekleştirilen süreli yayın faaliyetlerine genel anlamda bakıldığında Bartın gazetesi
örneğinde olduğu gibi uzun ömürlü gazete ve dergi359
Araştırmacı Erkan Aşçıoğlu, Bartın matbuat hayatı hakkında
şu değerlendirmeleri yapmaktadır: “Bartın’da, basın hayatı bir il
hüviyetinden kurtularak renkli ve hareketli bir şekilde inkişaf etmiştir.
Eski yıllardan beri Bartın basını il sınırlarını aşarak sesini duyurmuş,
zaman zaman yurt çapında söz sahibi olmuştur. Basının gelişimi halkın
eğitimi bakımından faydalı olmaktadır. Mahalli gazetelerin daha ziyade
öğretici ve ciddi neşriyatlarda bulunarak bir takım belde problemlerini
ve halk isteklerini idarecilerin gözünün önüne sürmesi gerekmektedir.
Mahalli gazeteler kendilerine düşen vazifeleri tam manasıyla yerine getirdikleri takdirde daha ciddi bir hizmet anlayışı ile beldenin pek çok
meselesinde söz sahibi olacak durumdadırlar. Mahalli idarecilere yol
göstermek, belde ile ilgili bir meselenin hallinde yardımcı olmak kısacası
doğru gidenin yanında olup eğri gideni ikaz etmek hep mahalli basının
vazifesidir. Bu vazifeler yerine getirildiği takdirde beldeye yapılmakta
olan hizmetin sınırları daha da genişleyecektir.” Ayrıntılı bilgi için
bk. Aşçıoğlu, a.g.e., s. 63-64.
257
Dr. Yenal Ünal
lere rastlandığı gibi oldukça kısa süreli yayınların yapıldığı da görülmektedir. Kısa süreli olarak yapılan
yayınların birçoğunun, faaliyetlerini sürdürememesinin temel nedeni ekonomik sıkıntılardır. Ne var ki
her biri bünyesinde barındırdığı belge niteliğindeki
metinlerden dolayı oldukça mühim birer vesika niteliğinde olan bu yayınlar araştırmacılar için de temel
bilgi kaynakları arasındandır.360
Bu kısa izahattan sonra Bartın matbuat tarihine adını yazdırarak Bartın tarihi ve kültürü açısından fevkalade bir ehemmiyete sahip olma niteliği kazanan süreli yayınlar hakkında, incelememiz
kapsamında özellikle kronoloji ve yayınlar arası
ilişki hususları göz önüne alınmak suretiyle değerlendirmelerde bulunulacaktır. Ancak konunun daha
sağlıklı bir biçimde idrak edilebilmesi maksadıyla
bu yayınları üç alt başlık altında değerlendirmenin
okuyucu ve araştırmacılar için daha faydalı olacağı
kanaatindeyiz. Bu kapsamda öncelikle il merkezinde ortaya çıkan yazılı basın, akabinde resmî kurumlar tarafından yayımlanan gazeteler ve nihayetinde
Bartın’a bağlı ilçe, belde ve köylerde yayımlanan süreli yayımlar tetkik edilecektir.
1. Bartın’da Yayımlanan Gazeteler
Bartın matbuat tarihinde yer edinmiş en önemli ve en eski süreli yayın Bartın gazetesidir.361 Gazete
yayın faaliyetine 6 Eylül 1924 tarihinde başlamıştır.362 İlk sayılarından itibaren “İktisadi, İçtimai, Edebî
360
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 63-65; Çetin Asma, Bartın’da Yerel Basın 19242012, Bartın Belediyesi Kültür Yayınları, Bartın, 2012, s. 4.
361
Bartın gazetesinin kuruluşu ve gelişimi hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Çetin Asma, Güngör Yavuzaslan, Kalemin Aydınlığınd
a Bir Ömür İbrahim Cemal Aliş ve Bartın Gazetesi 1906-1977, Bartın
Belediyesi Kültür Yayınları, Bartın, 2014, s. 20-28; Aşçıoğlu, a.g.e.,
s. 63-64.
362
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 63.
258
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Haftalık Memleket Gazetesi”363 alt başlığıyla haftada
bir neşredilmiştir.364 Kurucusu ve başyazarı, İbrahim
Cemal Aliş kabul edilmekle birlikte, gazete aslında Cemal Aliş’le birlikte toplam altı kişiden oluşan
“Müttehit Arkadaşlar” adlı bir gençlik grubu tarafından yayın hayatına kazandırılmıştır.365 Bu altı kişilik grup Şükrü Göksu, Agâh Orhon, Nuri Yüksel,
Hüseyin Cevdet Çakıroğlu, İbrahim Cemal Aliş
ve Niyazi Yüksel’den oluşmaktadır.366 Cemal Aliş
aynı zamanda Bartın yöresinde, Cumhuriyet Halk
Partisi’nin yerel teşkilat yapısında görev almıştır.
Aliş, uzun yıllar CHP ilçe başkanlığı görevini yürütmüş, belediye meclisi üyeliği vazifesinde bulunmuş, 1935 yılında kurulan Bartın Halkevi’nin, Kemal
Samancıoğlu’ndan sonra ikinci başkanlığını yapmış,
1938 yılında Bartın’ın 19. Belediye Başkanı seçilmiş
ve nitekim 1939 yılında CHP Sinop milletvekili sıfatıyla meclise girmiştir. Gerek kültür gerek siyasi hayatın içinde fevkalade etkili bir şahsiyet olarak iz bırakmıştır. Aliş, gerek milletvekili olduğu zamanlarda gerek Bartın’da ifa ettiği siyasi vazifeler esnasında
Bartın gazetesini çıkarmayı ihmal etmemiştir.367 II.
Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin gelmeye başladığı
Bartın matbuat tarihinde kendine yer edinmiş irili ufaklı bütün neşriyatlarda bir slogan ifadesine rastlamak mümkündür.
Gazetelerin en umumi ifadelerle halka kendi felsefelerini yansıtmak amacıyla kullandıkları bu tabirler yine bu gazetelerin
dünya görüşlerinin tespit edilmesi, yaymak istedikleri fikir evreninin keşfedilmesi ve hedeflerinin saptanmasında ilk başvurulacak alanlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Dolayısıyla müşahede altına alınan bütün süreli yayınlarda geçen bu slogan sözler
ya da alt başlıklar okuyucuya aktarılmaya çalışılmıştır.
364
Bartın, S. 3, 20.09.1924.
365
Ümit Sarıaslan, Çerçevesinden Taşan Tarih-Yaşım ve Başımla Ben/
Kemal Samancıoğlu, Erek Ofset, Ankara, 2011, s. 93-95.
366
Sarıaslan, a.g.e., s. 95; Aşçıoğlu, a.g.e., s. 63-64; Asma ve
Yavuzaslan, a.g.e., s. 20-21.
367
Sarıaslan, a.g.e., s. 94.
363
259
Dr. Yenal Ünal
bir dönemde İtalya’nın, Habeşistan’a saldırdığı sıralarda 15 Nisan 1935 tarihinden itibaren Bartın gazetesini haftada iki gün yayımlamaya başladığı gibi 16
Ağustos 1935 tarihinde de Bartın’ın ilk günlük gazetesi Devrim’i yayın hayatına kazandırmıştır. Yine
1951 yılında Bartın Akşam Postası adıyla ikinci bir
günlük gazete neşriyatına başlamışsa da bu son iki
gazete uzun ömürlü olamamıştır.368 Cemal Aliş’in,
22 Haziran 1977 tarihinde369 vefat etmesini müteakip
Bartın gazetesini oğlu Esen Aliş yayımlamaya başlamıştır. Günümüzde “Cumhuriyetçi Memleket Gazetesi”
alt başlığıyla on günde bir yayımlanan gazete yayın
faaliyetlerine devam etmektedir.370
Bir taşra gazetesi olarak yayın hayatına başlayan ve günümüze kadar aralıksız olarak neşriyat
faaliyetlerini sürdüren Bartın gazetesinin ilk sayılarından itibaren CHP çizgisinde bir fikirsel eğilim
sergilediğini belirtmek yanlış olmaz.371 Daha çok
Atatürk ilke ve inkılaplarını halka duyurma, ülkede
gelişen inkılap hareketlerinden Bartın yöresi ahalisini haberdar etme gibi temel amaçları olduğu anlaşılan gazetede ayrıca Bartın’ın kültürel,372 sanatsal,
siyasi373 ve sosyal yapısına374 dair birçok konunun
işlendiği görülmektedir.375 Bu konuların dışında
Sarıaslan, a.g.e., s. 94.
Bartın, S. 2580, 15.07.1977, s. 1.
370
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 63-64; Asma, a.g.e., s. 7-17.
371
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 63-64; Asma ve Yavuzaslan, a.g.e., s. 20-28.
372
Bartın, S. 3755, 25.09.2014, s. 4; Bartın, S. 3762, 30.11.2014, s. 4;
Bartın, S. 3763, 11.12.2014, s. 1; Bartın, S. 3770, 19.02.2015, s. 3-4.
373
Bartın, S. 2791, 22.02.1985, s. 1; Bartın, S. 3755, 25.09.2014, s.
1-3; Bartın, S. 3769, 10.02.2015, s. 1; Bartın, S. 3770, 19.02.2015, s.
1; Bartın, S. 3771, 25.02.2015, s. 1; Bartın, S. 3775, 08.04.2015, s. 1;
Bartın, S. 3776, 20.04.2015, s. 1-4.
374
Bartın, S. 3755, 25.09.2014, s. 1-3.
375
Bartın, S. 3727, 22.11.2013, s. 1-4.
368
369
260
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
sağlık,376 eğitim,377 tarih,378 turizm,379 madencilik,380
inşaat,381 enerji,382 çevre,383 yatırım projeleri,384 ithalat-ihracat,385 fuarcılık,386 ormancılık,387 sosyal suistimal,388 belediyecilik389 ve spor390 alanlarında da gazetede haber yapılmaktadır. Gazetede son dönemlerde
ülke genelini ilgilendiren konularda da haber yapıldığı müşahede edilmiştir.391 Atatürk ve siyasi faaliyetleri, inkılap hareketleri, Ankara, Cumhuriyetin
kazanımları, Cumhuriyet bayramlarının önemi392
ve Halk Fırkası’nın faaliyetleri gibi onlarca konu393
gazetede irdelenen ana konular arasında yer almaktadır. Gazetede Erkan Aşçıoğlu, Muzaffer Cellek,
Servet Çınçın, Sunar Birsöz, Keramettin Çetin, Metin
Ulukavak, İbrahim Pekbay, Şefika Kantarcı, Ahmet
Arıtürk, İsa Küçük, Canip Sevinç ve Tarık Çıtak köşe
yazarlığı yapmaktadır.394 Bartın gazetesinde geçmiş
Bartın, S. 3769, 10.02.2015, s. 1.
Bartın, S. 3762, 30.11.2014, s. 3; Bartın, S. 3770, 19.02.2015, s. 4.
378
Bartın, S. 3762, 30.11.2014, s. 3.
379
Bartın, S. 3771, 28.02.2015, s. 1.
380
Bartın, S. 3755, 25.09.2014, s. 1; Bartın, S. 3769, 10.02.2015, s. 1.
381
Bartın, S. 3771, 28.02.2015, s. 1; Bartın, S. 3775, 08.04.2015, s. 1.
382
Bartın, S. 3762, 30.11.2014, s. 1; Bartın, S. 3770, 19.02.2015, s. 1;
Bartın, S. 3775, 08.04.2015, s. 1.
383
Bartın, S. 3776, 20.04.2015, s. 1.
384
Bartın, S. 3762, 30.11.2014, s. 1.
385
Bartın, S. 3769, 10.02.2015, s. 1.
386
Bartın, S. 3769, 10.02.2015, s. 1.
387
Bartın, S. 3755, 25.09.2014, s. 3.
388
Bartın, S. 3762, 30.11.2014, s. 1.
389
Bartın, S. 338, 29.03.1932, s. 1; Bartın, S. 372, 29.11.1932, s. 1;
Bartın, S. 379, 17.01.1933, s. 1; Bartın, S. 387, 14.03.1933, s. 1.
390
Bartın, S. 3776, 20.04.2015, s. 4.
391
Bartın, S. 3728, 03.12.2013, s. 1-4.
392
Bartın, S. 419, 31.10.1933.
393
Bartın, S. 157, 21.05.1928.
394
Bartın, S. 3755, 25.09.2014, s. 1-4; Bartın, S. 3762, 30.11.2014, s.
1-4; Bartın, S. 3763, 11.12.2014, s. 1; Bartın, S. 3769, 10.02.2015, s.
376
377
261
Dr. Yenal Ünal
yıllarda da pek çok mühim kalem erbabı makale yayımlamıştır. Bir önemli gazete külliyatı olarak Bartın
gazetesi, başta Cumhuriyet dönemi olmak üzere
Türk kültür tarihini ilgilendiren bütün meselelerde
her zaman müracaat edilebilecek bir kaynak niteliği
taşımaktadır.395
Bartın matbuat hayatına kazandırılan bir diğer
süreli yayın olan Devrim gazetesi 16 Ağustos 1935
tarihinde İbrahim Cemal Aliş tarafından kurulmuştur. Toplam 89 sayı neşredilen bu gazetenin son sayısı 4 Mayıs 1936 tarihini taşımaktadır.396 “Bartın’da
Günlük Siyasal Gazete” alt başlığıyla yayımlanan bu
gazetenin ilk sayısında “İlk Söz” başlığı altında böyle
bir neşriyata niçin ihtiyaç duyulduğu ve gazetenin
amaçlarının neler olduğu okuyucuya aktarılmıştır.397
1935 ve 1936 yıllarında radyodan alınarak not edilen
bilgiler gazetenin önemli haber kaynaklarından biri
olarak vazife görmüştür.398 Aynı anda Bartın gazetesini çıkaran Cemal Aliş, bu yeni gazeteyle en başta
Türk devriminin başarılarını okuyucuya duyurmak
istediğini belirtmiştir. Aliş, bu gazeteyle aynı zamanda hem Türkiye hem dünya genelinde cereyan
eden mühim hadiseleri haber yaparak Bartın halkını
aydınlatma amacını gütmüştür.399 Nitekim gazetede
1-4; Bartın, S. 3770, 19.02.2015, s. 1-4; Bartın, S. 3771, 28.02.2015,
s. 1-4; Bartın, S. 3776, 20.04.2015, s. 1-4; Aşçıoğlu, a.g.e., s. 63-64;
Asma, a.g.e., s. 7-17.
395
Sarıaslan, a.g.e., s. 94.
396
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64; Asma ve Yavuzaslan, a.g.e., s. 55.
397
Devrim, S. 1, 16.08.1935, s. 1.
398
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64; Asma ve Yavuzaslan, a.g.e., s. 55.
399
Devrim gazetesinin, son sayısında dünyada cereyan
eden ahvale dair yaptığı bazı haberler şunlardır. “Habeş
İmparatoru Memleketini Bırakıp Kaçtı-Habeşlerin Daha Fazla
Dayanabilecekleri Sanılmıyor”, “Dış Bakanımız Tevfik Rüştü
Aras Atina’da”, “Balkan Antantı’nda Yunanistan’ın Mevki
Sağlamdır”, “Avusturya Hadiseleri Dünya Sulhunu Tehlikeye
262
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Türk devrimi, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve kültürel
meseleleri ile dünya kamuoyunu yakından ilgilendiren konulara yer verilmiştir. Matbaa hizmetlerinin
o devrin Bartın’ında çok gelişmiş bir yapıya sahip
olamaması nedeniyle yayın hayatına fazla devam
edememiştir.400 İlk sayısında “Pazardan başka her gün
çıkar” ibaresi bulunan gazetenin 16 Ağustos 1935
tarihinden 4 Mayıs 1936 tarihine kadar yaklaşık 10
ay boyunca toplam 89 sayı neşredilmesi gazetenin
tam anlamıyla haftanın 6 günü yayımlanamadığını
göstermektedir. Bu yayın organı 4 Mayıs 1936 tarihli 89. sayısında “Okuyucularımıza” başlığıyla yayımlanan bir duyuruyla yayın hayatına son vermiştir.
Söz konusu duyuruda şu ifadelere yer verilmiştir:401
“Basımevimizin geciktirilmesi imkânı olmayan işlerinden
dolayı Devrim uzun müddet çıkmamak ıztırarındadır. Bu
karar, bir tatili neşriyat olmamakla beraber, fazla uzaması
ihtimaline binaen abonelerimizin hesapları tasfiye edilecek
ve dünya haberlerini hülasa hâlinde vermek ödevini Bartın
gazetesi üzerine alacaktır.”402 Böylece Bartın gazetesinden sonra yine Cemal Aliş tarafından günlük olarak
yayımlanmaya başlanan Devrim gazetesi yayın hayatına son vermiştir.403
İbrahim Cemal Aliş, bir taraftan Bartın gazetesini, kurduğu tarihten itibaren aralıksız olarak yayımlamaya devam ederken diğer taraftan Devrim gazetesinden sonra Bartın Akşam Postası gazetesi adıyla
1946 yılında yeni bir günlük gazete neşriyatına başlamıştır.404 Ancak gazete bir süre sonra yayın hayatına ara vermiş ve 11 Haziran 1951 tarihinden itibaren
Düşürebilir Mi?” Bk. Devrim, S. 89, 04.05.1936, s. 1.
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64; Asma, a.g.e., s. 19-21.
401
Asma ve Yavuzaslan, a.g.e., s. 54.
402
Devrim, S. 89, 04.05.1936, s. 1.
403
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64; Asma ve Yavuzaslan, a.g.e., s. 54.
404
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64.
400
263
Dr. Yenal Ünal
yeniden yayımlanmıştır.405 Günlük yayımlanmakla
birlikte bir akşam gazetesi hüviyetine sahip olan bu
yayın organı yaklaşık 1 yıl boyunca neşriyat faaliyeti göstermiştir. Gazetede dünyada meydana gelen
önemli siyasi gelişmelere, ülkeler arası siyasi ilişkilere,406 Türkiye’de yaşanan politik gelişmelere, mühim
olaylara ve Bartın’da meydana gelen önemli hadiselere yer verilmiştir. Bu gazete de Devrim gazetesi gibi
uzun süreli bir yayın organı olmayı başaramamıştır.407
Hür Bartın gazetesi, Zekai Altınay tarafından
11 Mart 1951 tarihinde kurulmuş bir süreli yayındır.
“Siyasi Müstakil Gazete” alt başlığıyla çıkan gazetenin yazı işleri müdürlüğünü Nurettin Ok yapmıştır.408 Köşe yazarları arasında Zekai Altınay, Pertev
Aşçıoğlu ve Nurettin Ok yer almıştır. Bu gazetenin
yayın hayatı üç ana devrede gerçekleşmiştir. Gazete,
ilk yayın devresinde uzun süre yayın faaliyetine devam edememiştir.409 Ancak 27 Eylül 1963 tarihinde
yayın hayatına geri dönmüştür.410 İkinci yayın devresinde gazetenin sloganı değişmiş ve “Günlük Tarafsız
Gazete” olmuştur. Yine bu yayın devresinde gazetenin imtiyaz sahipliğini Nazım Çelik, yazı işleri müdürlüğünü Zekai Altınay üstlenmiştir. Bu devrede
gazetede yazar olarak görev alan kişiler Nurettin Ok,
Hasan Bayrı, İlker Anadol, Aydın Kop, İhsan Kop,
Mehmet Atay, Ali Nejat Ölçen, Ersin Özdemir, Mete
Fırıncıoğlu, Özdemir Tuncel, Ahmet Bican Bayrak,
Piyale Gönültaş, Turan Işık, Nurettin Bayrak, Feridun
Ergin ve Hıfzı Tümer’dir. Gazete bu yayın devresiAsma ve Yavuzaslan, a.g.e., s. 86.
Gazetenin, dünya siyaseti ve ülkeler arası ilişkiler konusunda yaptığı bir haber için bk. “Kızıllar Taarruza Hazırlanıyorlar”,
Bartın Akşam Postası, S. 35, 27.08.1951, s. 1.
407
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64; Asma, a.g.e., s. 23-24.
408
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64.
409
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64; Asma, a.g.e., s. 27-28.
410
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64.
405
406
264
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
nin ilk sayısında “Sevgili Hemşerilerimiz” başlığıyla
bir yazı yayımlamıştır. Bu yazıda gazetenin yayımlanma amacı hakkında okuyucuya bilgi verme amacı
taşındığı görülmektedir. Söz konusu yazıda özetle
şu ifadelere yer verilmiştir: “İçimizde kaynayan millet
ve memleket sevgisini, hak ve hakikati pervasızca haykırabilmek arzusunu memleket efkârına duyurabilmek için
bu gazeteyi çıkarma lüzumunu duyduk. Gaye ne maddi
ne manevi menfaat temini değildir. Hür Bartın ismini
vermekle de ifade ettiğimiz gibi ne bir partinin beslemesi,
kuklası ne bir şahsın oyuncağı maşası ve ne de bir sermayenin hizmetkârı kölesi olmak değildir.”411 1963-1973
yıllarında Zekai Altınay’ın yönetiminde olan gazete,
adı geçen kişinin 1973 yılında CHP milletvekili seçilmesinin akabinde el değiştirmiştir. Gazete, 1973 yılından kapandığı 1998 yılına kadar Kurtuluş Kaptan
tarafından neşredilmiştir. Düzensiz bir biçimde yayımlanan bu gazetede özellikle Bartın’da yaşanan
olaylar, önemli anma günleri, kaza, doğal afet haberleri, kırsal kesimde gerçekleşen mühim hadiseler,
seçim çalışmaları, siyasi partilerin Bartın genelinde
gerçekleştirdiği etkinlikler, Türkiye ve dünya genelinde yaşanan siyasi gelişmeler okuyucu ile buluşturulmaya çalışılmıştır.412
Ekspres Bartın gazetesi, “Günlük Siyasi Gazete”
alt başlığıyla Kadri Çınçın tarafından 8 Ağustos
1960 tarihinden itibaren Bartın basın hayatına kazandırılmış olan bir yayın organıdır.413 Gazetenin
ilk sayısında “Çıkarken” başlığı altında gazetenin
yayımlanma amaçları hakkında okuyuculara bilgi
verilmiştir.414 Gazete, 1989 yılında Kadri Çınçın’ın
vefat etmesini müteakip oğlu Sadi Çınçın marifeHür Bartın, S. 1, 27.09.1963, s. 1.
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64; Asma, a.g.e., s. 41-42.
413
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64.
414
Eskpres Bartın, S. 1, 08.08.1960, s. 1.
411
412
265
Dr. Yenal Ünal
tiyle 15 Eylül 2009 tarihine kadar yayımlanmaya
devam etmiştir. Gazete toplamda 15408 sayı neşredilmiştir. Bu açıdan bakıldığında bu yayın, Bartın
matbuatının temel taşlarından biri olarak tarihe
geçmiştir. Gazetenin yayın hayatına başladığı 1960
yılından 1966 yılına kadar Erkan Aşçıoğlu da köşe
yazarlığı ve genel yayın yönetmenliği yapmıştır ki
kendisi de Bartın Postası adıyla 9 Ocak 1967 tarihinden itibaren yeni bir gazete yayımlamıştır.415 Ekspres
Bartın gazetesinde Bartın şehrinde yaşanan mühim
siyasi ve sosyal olaylara yer verilmiştir. Buna ilave
olarak Türkiye genelini ilgilendiren siyasi, sosyal
ve kültürel meseleler de haber olarak bu gazetede
kendine yer bulmuştur.416 Ekspres Bartın gazetesinde kültür-sanat sayfaları yapılmış, romanlar tefrika
edilmiş, mahalli resimler yayımlanmış, ilk yayın yıllarının 27 Mayıs 1960 darbesine rast gelmesi hasebiyle Adnan Menderes ve Celal Bayar başta olmak
üzere Demokrat Parti eski mensuplarının duruşmaları hakkında okuyuculara bilgi verilmiştir. Yaklaşık
49 yıl boyunca neşredilen bu gazete Bartın tarihi ve
kültürü açısından her bakımdan mühim bir laboratuvar hüviyetine sahiptir.417 Bununla birlikte gazete 2015 yılından itibaren “Haftalık Siyasi Gazete” alt
başlığı Levent Çınçın tarafından Yeni Ekspres Bartın
adıyla yeniden yayımlanmaya başlanmıştır. Ekspres
Bartın gazetesini Bartın yayın hayatına kazandıran
Kadri Çınçın’ın iki oğlundan biri olan Levent Çınçın,
2015 yılı içerisinde sahip olduğu Bartın Halk gazetesini devrettikten sonra özellikle babasının hatıratını
yaşatmak maksadıyla bu gazeteyi çıkarmaya başlamıştır. Toplam 8 sayfadan müteşekkil olarak yayımlanan gazetede ağırlıklı olarak siyasi haberlere yer
verilmektedir. Özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri önAsma, a.g.e., s. 36-38.
Eskpres Bartın, S. 1, 08.08.1960, s. 1.
417
Asma, a.g.e., s. 35-39.
415
416
266
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
cesinde Bartın’a gelen siyasi parti liderlerinin yapmış
olduğu konuşmalar, yerel teşkilatların faaliyetleri ve
siyasilerin Bartın’a ilişkin en temel vaatleri gazetede
işlenen ana haber temasını oluşturmaktadır. Valilik,
belediye ve üniversitenin gerçekleştirdiği etkinlikler
ve projeler yine gazetede üzerinde durulan konulardandır. Gazetede, Bartınspor bağlamında spor haberlerine de yer verilmektedir. Gazete, 14 Mayıs 2015
tarihi itibariyle 5. sayısını yayımlamıştır. Ancak kapak sayfasının sayı bölümünün hemen yanına “Seri
No: 15413” ibaresi de eklenmiştir ki yukarıda vurguladığımız üzere Levent Çınçın’ın kardeşi Sadi Çınçın
tarafından 15 Eylül 2009 tarihine kadar yayımlanan
Ekspres Bartın gazetesinin son nüshası 15408 sayısını
taşımaktaydı. Yeni yayın döneminde 5. sayısını neşreden Yeni Ekspres Bartın gazetesi bu vesileyle bir önceki yayın döneminin halefi olduğunu da belirtmek
istemiştir.418
Bartın Postası gazetesi “Hakikatlerle Beraber
Günlük Siyasi Gazete” alt başlığı altında 9 Ocak
1967 tarihinden419 31 Ekim 1997 tarihine kadar 30
yıl boyunca Erkan Aşçıoğlu tarafından yayımlanmış günlük bir gazetedir. Aslında Bartın Postası,
adıyla yayımlanan ilk gazete İbrahim Somaklı tarafından 1951 yılında neşredilmeye başlanmıştır.
Söz konusu gazete 1960 yılına kadar neşriyatlarına
devam etmiştir. Bu gazete, 1967 yılında Aşçıoğlu
tarafından yeniden yayımlanmaya başlanmıştır.420
Gazetenin yazı işleri müdürlüğünü Pertev Aşçıoğlu
yapmıştır. Köşe yazarları Erkan Aşçıoğlu, Pertev
Aşçıoğlu, İbrahim Somaklı, Güneri Ayhan, Nevzat
Yüce, Feridun Abancı ve Sefai Ak’tan oluşmuştur.
Bartın haberlerinin yanı sıra memleket meseleleriYeni Eskpres Bartın, S. 5, Seri No: 15413, 14.05.2015, s. 1-8.
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64.
420
Aşçıoğlu, a.g.e., s. 64; Asma, a.g.e., s. 37.
418
419
267
Dr. Yenal Ünal
ne de yer verilen bu gazete, şehrin yine en önemli
yayın organlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.421 Bartın yöresi hakkında birçok araştırma yapan
Erkan Aşçıoğlu’nun imzasını taşıyan bu yayın 19671997 yılları arası Bartın’ında ve Türkiye’de cereyan
eden olayları haber olarak bünyesinde barındırması
hasebiyle önemlidir. Gazetede özellikle siyasi haberler başı çekmiştir. Dolayısıyla bu yayın organı, ilgili
tarihler göz önünde bulundurulduğunda araştırmacılar için büyük değer taşımaktadır.422
Bartın Devrim gazetesi, “Günlük Bağımsız Politik
Gazete” alt başlığıyla yayın hayatına başlamış bir
süreli yayındır. 23 Şubat 1970’den 1998 yılına kadar aktif olan bu gazete Melahat Altınay tarafından
kurulmuştur.423 Gazetenin yazı işleri müdürlüğünü
Teoman Şahin Yamaner ve Zekai Altınay yapmıştır.
Melahat Altınay, 1973 yılında eşi Zekai Altınay’ın
CHP Zonguldak milletvekili seçilmesi ve Ankara’ya
taşınmasından sonra gazeteyi Kurtuluş Kaptan devretmiştir. 1998 yılına kadar çıkan zaten sağlıklı bir
yayın hayatına kavuşamamıştır. Bartın şehri ile çevre şehir, kasaba ve köylerde meydana gelen olayları
okuyucusuna aktaran bu gazete Türkiye ve dünya
gündemini meşgul eden önemli haberlere de sayfalarında yer vermiştir. Bunların dışında gemicilik sektöründen haberler, önemli yıl dönümleri, kültür ve
sanat haberleri de gazetede yer almıştır.424
Bartın Olay gazetesi, 5 Eylül 1994 tarihinde
Kemal Mert tarafından yayımlanmaya başlanan ve
toplam 10 sayı neşredildiği görülen bir gazetedir. Bu
gazetenin tamamen siyasi içerikli bir yayın politikası
Asma, a.g.e., s. 45-47.
Örneğin bu siyasi içerikli haber ve yazılardan bazısı için bk.
Bartın Postası, S. 3894, 25.04.1977.
423
Asma, a.g.e., s. 54.
424
Asma, a.g.e., s. 53-55.
421
422
268
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
güttüğünü söylersek yanlış bir tespitte bulunmuş olmayız. Gazetede Bartın’da gelişen siyasi faaliyetlere,
dönemin siyasileriyle yapılan röportajlara, Bartın’ın
önde gelen siyasilerinin fikirlerine, kültür ve eğitim
haberlerine, şehirde gelişen ticari faaliyetlere yer verildiği görülmektedir. Bu konular dışında gazetenin
spor sayfasında Bartınspor’la alakalı haberler de yapılmıştır. Gazete uzun ömürlü bir neşriyat olmayı
başaramamıştır.425 Bununla birlikte bu gazetenin son
sayısının yayımlandığı 1995 tarihinden 13 yıl sonra
yine aynı adla yeni bir gazete yayın hayatına başlamıştır. Her iki gazete arasında bir bağın olup olmadığı tarafımızca araştırılmış olup bu gazetelerin farklı
kişiler tarafından farklı amaçlar doğrultusunda yayımladığı tespit edilmiştir. Diğer bir ifadeyle isim
benzerliği dışında her iki gazete arasında bir benzerlik söz konusu değildir.
14.02.2008 tarihinde kurulup 11.03.2008 tarihinde ilk sayısını yayımlayarak Bartın matbuatında yerini alan Bartın Olay gazetesi Hilmi Karaman
tarafından yayımlanmaktadır.426 “Haberi Bizden
Alın” sloganıyla basın hayatına giren bu gazetenin genel yayın yönetmeni ve yazı işleri müdürü
Süleyman Karaman, halkla ilişkiler müdürü Bilal
Çam, Hasankadı sorumlusu Yalçın Çelen, Kumluca
sorumlusu Celal Şerbetçi ve Ulus sorumlusu Arif
Özdemir’dir. Adı geçen kişiler aynı zamanda gazetede köşe yazarlığı da yapmaktadır. Gazete, Kozcağız
Yüksek Öğrenim Derneği’nin yayın organı olarak faaliyette bulunmaktadır. Dolayısıyla gazetede
Bartın’ın yanı sıra Kozcağız Beldesi’yle ilgili de pek
çok haber yapıldığı görülmektedir.427 Siyaset, ticaret,
sağlık, ekonomi, tarım, hayvancılık, magazin, asayiş,
Asma, a.g.e., s. 77-79.
Bartın Olay, S. 1, 11.03.2008.
427
Asma, a.g.e., s. 185-187.
425
426
269
Dr. Yenal Ünal
kültür, turizm, spor ve eğitim gibi birçok konuya temas eden bu yayın organı aktif olarak neşriyatlarına
devam etmekte ve Bartın’ın en faal gazetelerinden
biri olarak ön plana çıkmaktadır. Gazetenin elektronik ortamda da yayımı yapılmaktadır.
“Haftalık Bağımsız Siyasi Gazete” alt başlığıyla Avni Çelebi tarafından Bartın yayın hayatına kazandırılan Bölge gazetesi toplam 40 sayı neşredilmiş
bir süreli yayındır. İlk sayısı 4 Ocak 1995 tarihinde
yayımlanan gazetenin bu ilk sayısında “Başlarken”
başlığı altında Avni Çelebi böyle bir yayın faaliyetine başlamasının temel hedefinin Bartın ilinin sesini
bütün Türkiye’ye ve dünyaya duyurmak ve ilin gelişimine katkı sağlamak olduğunu belirtilmiştir.428
Gazetede daha çok yerel siyasi etkinliklere, yerel
politikacıların görüşlerine, eğitim, ticaret ve sanayi
sektörlerinden çeşitli haberlere ve Bartın’la alakalı önemli gelişmelere yer verildiği görülmüştür. Bu
yayın organının son sayısı 3 Ocak 1996 tarihini429 taşımaktadır.430 Bölge gazetesi Bartın’da faaliyet göstermiş diğer birçok gazete gibi uzun müddetli bir yayın
organı olmayı başaramamıştır.
Bartın matbuat tarihinde önemli yere sahip
gazetelerden biri de “Haftalık Siyasi Gazete” alt başlığıyla yayın hayatına başlayan Bartın Halk gazetesidir. 25 Mart 1998 tarihinde kurulan gazete bugün
itibariyle neşredilmeye devam etmektedir.431 Yıllara
göre değişmekle birlikte gazetenin yazar kadrosunda Levent Çınçın, Yenal Ünal, Mustafa Artar, Çetin
Asma, Ahmet Oktay, Çetin Selçuk Arslan, Şevket
Balcı, Nurhayat Sütlü, İlknur Yüksel, Mustafa Ermiş,
Hakan Çınar, Şükran Şahin, Savaş Ünlü, Tolga Akıner,
Bölge, S. 1, 04.01.1995, s. 1.
Bölge, S. 40, 03.01.1996, s. 1.
430
Asma, a.g.e., s. 81-83.
431
Bartın Halk, S. 1, 25.03.1998.
428
429
270
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Tuğçe Kalaycıoğlu, Keramettin Çetin, Metin Sarıbaş,
Selda Çelikyay, Mustafa Kademoğlu, Nihat Yasa,
Mehmet Darçın, Murat İzler, Emin Özkan, Songül
Yaşar, Şefika Boz, Kader Tüzel, Abdullah Satoğlu,
Gül Şen, Çiğdem Çömlek Yılmazer, Ömer Koyuncu,
Nilay Meryem Çömlek, Münir Fazıl Seyhan ve Büşra
Erbaş isimleri yer almıştır.432 29 Mayıs 2015 tarihi itibariyle gazetenin 2735. sayısı yayımlanmıştır.433
Bartın Halk gazetesi, Bartın’da bugün faal olarak yayınlarını sürmekte olan en önemli süreli yayınlardan biridir. Bartın’la alakalı hemen her konuda
haber bulunabilen gazetede başta siyasilerin434 faaliyetleri olmak üzere Bartın Belediyesi’nin etkinlikleri
ve projeleri,435 ekonomi,436 politika,437 emniyet,438 tarım,439 ticaret,440 ziraat, sanayi,441 sosyal faaliyetler,442
sendikacılık çalışmaları443 ve gösteri haberleri,444 geAsma, a.g.e., s. 85-87.
Bartın Halk, S. 2735, 29.05.2015.
434
Bartın Halk, S. 2709, 29.04.2015, s. 1-7; Bartın Halk, S. 2725,
18.05.2015, s. 1-5; Bartın Halk, S. 2856, 23.10.2015, s. 1-4.
435
Bartın Halk, S. 2643, 11.02.2015, s. 1-2.
436
Bartın Halk, S. 2735, 29.05.2015, s. 11.
437
Bartın Halk, S. 2560, 06.11.2014; Bartın Halk, S. 2715, 06.05.2015,
s. 1-7; Bartın Halk, S. 2735, 29.05.2015, s. 1-8; Bartın Halk, S. 2869,
09.11.2015, s. 3; Bartın Halk, S. 2872, 12.11.2015, s. 2; Bartın Halk, S.
2876, 17.11.2015, s. 5; Bartın Halk, S. 2879, 20.11.2015, s. 4; Bartın
Halk, S. 2885, 27.11.2015, s. 2.
438
Bartın Halk, S. 2869, 09.11.2015, s. 1, 4; Bartın Halk, S. 2869,
09.11.2015, s. 9, 10.
439
Bartın Halk, S. 2725, 18.05.2015, s. 12.
440
Bartın Halk, S. 2715, 06.05.2015, s. 4; Bartın Halk, S. 2866,
05.11.2015, s. 7; Bartın Halk, S. 2869, 09.11.2015, s. 7; Bartın Halk,
S. 2872, 12.11.2015, s. 8.
441
Bartın Halk, S. 2556, 01.11.2014, s. 3.
442
Bartın Halk, S. 2735, 29.05.2015, s. 10.
443
Bartın Halk, S. 2869, 09.11.2015, s. 9.
444
Bartın Halk, S. 2643, 11.02.2015, s. 4; Bartın Halk, S. 2872,
12.11.2015, s. 9.
432
433
271
Dr. Yenal Ünal
lenek-görenek ve örf-âdet, kadın ve kadına şiddet,445
turizm, psikoloji,446 edebiyat,447 kültür,448 kitap,449
spor,450 sağlık,451 çevre,452 dini bilgiler453 ve eğitim-öğretim454 gibi birçok genel konunun işlendiği görülmektedir.455 2015 yılının hemen başında gazete el değiştirmiştir. Gazetenin yeni imtiyaz sahibi Gülseren
Oktay olmuştur. Bu yeni dönemde gazetenin genel
Bartın Halk, S. 2737, 01.06.2015; Bartın Halk, S. 2885, 27.11.2015,
s. 9. Türkiye genelinde neşredilen kadın gazete ve dergileri için
şu kaynağa bk. Hatice Özen, Tarihsel Süreç İçinde Türk Kadın
Gazete ve Dergileri (1868-1990), Graphis Limited Şirketi Yayınları,
İstanbul, 1994.
446
Bartın Halk, S. 2725, 18.05.2015, s. 6.
447
Bartın Halk, S. 2725, 18.05.2015, s. 7.
448
Bartın Halk, S. 566, 30.04.2008, s. 1; Bartın Halk, S. 2555,
31.10.2014, s. 2; Bartın Halk, S. 2856, 23.10.2015, s. 7; Bartın Halk,
S. 2866, 05.11.2015, s. 5, 9; Bartın Halk, S. 2869, 09.11.2015, s.
2, 5; Bartın Halk, S. 2872, 12.11.2015, s. 5; Bartın Halk, S. 2872,
12.11.2015, s. 9, 10; Bartın Halk, S. 2876, 17.11.2015, s. 5; Bartın Halk,
S. 2879, 20.11.2015, s. 3, 5, 9; Bartın Halk, S. 2885, 27.11.2015, s. 7, 8.
449
Bartın Halk, S. 2715, 06.05.2015, s. 9.
450
Bartın Halk, S. 2715, 06.05.2015, s. 15; Bartın Halk, S. 2725,
18.05.2015, s. 14-15; Bartın Halk, S. 2735, 29.05.2015, s. 14-15; Bartın
Halk, S. 2856, 23.10.2015, s. 11; Bartın Halk, S. 2866, 05.11.2015,
s. 11; Bartın Halk, S. 2869, 09.11.2015, s. 11; Bartın Halk, S. 2872,
12.11.2015, s. 11; Bartın Halk, S. 2876, 17.11.2015, s. 11; Bartın Halk,
S. 2879, 20.11.2015, s. 11; Bartın Halk, S. 2885, 27.11.2015, s. 11.
451
Bartın Halk, S. 2725, 18.05.2015, s. 11; Bartın Halk, S. 2735,
29.05.2015, s. 12; Bartın Halk, S. 2856, 23.10.2015, s. 9; Bartın Halk,
S. 2866, 05.11.2015, s. 9; Bartın Halk, S. 2869, 09.11.2015, s. 9; Bartın
Halk, S. 2872, 12.11.2015, s. 4; Bartın Halk, S. 2885, 27.11.2015, s. 1, 4.
452
Bartın Halk, S. 2866, 05.11.2015, s. 1, 2, 10; Bartın Halk, S. 2876,
17.11.2015, s. 1, 2.
453
Bartın Halk, S. 2735, 29.05.2015, s. 8; Bartın Halk, S. 2866,
05.11.2015, s. 7.
454
Bartın Halk, S. 2643, 11.02.2015, s. 3; Bartın Halk, S. 2735,
29.05.2015, s. 10-16; Bartın Halk, S. 2872, 12.11.2015, s. 3; Bartın
Halk, S. 2879, 20.11.2015, s. 1, 2.
455
Bartın Halk, S. 2590, 11.12.2014, s. 1-8; Bartın Halk, S. 2599,
22.12.2014, s. 1-8; Bartın Halk, S. 2614, 08.01.2015, s. 1-8; Bartın
Halk, S. 2690, 07.04.2015, s. 1-8.
445
272
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yayın yönetmenliğini birkaç ay Eren Sarıkaya yapmıştır. Nisan 2015 tarihinden itibaren bir önceki yayın döneminde de genel yayın yönetmenlik görevinde bulunan Sadık Tolga Akıner tekrar bu pozisyona
getirilmiştir. Gazetenin yazı işleri müdürü Songül
Yaşar, sayfa editörü Nilüfer Şahin Pişkin, haber koordinatörü Nilay Meryem Çömlek, ınternet sayfası
editörü Eren Sarıkaya’dır. Yazı kadrosunda Ahmet
Karadeniz, Samet Duran, Şakir Sayın, Halil Karakaş
ve Nurdan Eroğlu bulunmaktadır. Gazete internet
ortamında da yayınlarını sürdürmektedir. Diğer gazetelere oranla oldukça geniş bir yazar kadrosu bulunan Bartın Halk gazetesi, kentin matbuat alanında en
önde gelen yayın organlarından biridir. Bartın hakkında araştırma yapan herkes için fevkalade önemli
bir bilgi kaynağı konumundadır.456 Uzun yıllar 8 sayfa olarak neşredilen bu gazete Nisan 2015 tarihinden
itibaren 16 sayfa olarak yayımlanmaya başlanmıştır.
Bu açıdan bakıldığında şu anda Bartın’da yayımlanan en geniş hacimli gazete olma özelliğini de taşımaktadır.457
Bartın’da faaliyet göstermiş bir diğer gazete de
Bartın Değişim gazetesidir. “Siyasi Bağımsız Mahalli
Haber Gazetesi” alt başlığıyla 2 Şubat 2001 tarihinde
yayın faaliyetlerine başlayan bu gazete Hulusi Elmas,
Şafak Güngör ve Şükrü Ayaz tarafından haftalık olarak çıkarılmıştır. Köşe yazarları arasında Güngör
Yavuzaslan, Kamil Yüksel, Mustafa Küçüktabak,
Nurhayat Aslan, Yalçın Bulut, Rıfat Açıcı, Fatma Kuş,
Bartın Halk, S. 2660, 03.03.2015, s. 1-8; Bartın Halk, S. 2666,
10.03.2015, s. 1-8; Bartın Halk, S. 2671, 16.03.2015, s. 1-8; Bartın
Halk, S. 2678, 24.03.2015, s. 1-8; Bartın Halk, S. 2684, 31.03.2015, s.
1-8; Bartın Halk, S. 2715, 06.05.2015, s. 1-16; Bartın Halk, S. 2735,
29.05.2015, s. 1-16.
457
Bartın Halk, S. 2696, 14.04.2015, s. 1-16; Bartın Halk, S. 2709,
29.04.2015, s. 1-16; Bartın Halk, S. 2725, 18.05.2015, s. 1-16; Bartın
Halk, S. 2885, 27.11.2015, s. 9.
456
273
Dr. Yenal Ünal
Arif Üçler, Rasih Karakaş ve Halil Tekin yer almıştır.
Gazetenin ilk sayısında bu gazetenin Bartın matbuatında önemli bir boşluğu dolduracağı, tarafsız, ilkeli,
gerçek habercilik yapacağı bilgisine yer verilmiştir.458
Gazetede ağırlıklı olarak siyasi, sosyal ve ekonomik
cephelerden Bartın’la ilgili haberlerin yapıldığını
görüyoruz. Bartın’da gerçekleştirilen eğitim faaliyetleri, sağlık haberleri, belediyenin gerçekleştirdiği
etkinlikler ve projeler, kültür ve edebiyat etkinlikleriyle Bartın matbuatından haberler gazetede kendine yer bulmuştur. Uzun vadeli bir neşriyat faaliyeti
olarak planlanan gazete; toplam 133 sayı neşredilmiştir.459 Son sayı 24 Ekim 2003 tarihini taşımaktadır.460 Bununla birlikte aynı adla yedi yıl sonra yeni
bir gazete yayın hayatına başlamıştır. Bartın Değişim
gazetesi adını taşıyan bu yeni yayın organı “Bağımsız
Siyasi Gazete” alt başlığıyla 27 Ekim 2010 tarihinden
itibaren Halil Tekin tarafından yayımlanmaya başlanmıştır.461 Her iki gazete de aynı adla yayımlanmakla birlikte aralarında herhangi bir ilişkinin mevcut olmadığı gözlemlenmiştir. Neşriyatını bugün de
sürdüren gazetenin yazı işleri müdürlüğünü Güngör
Yavuzaslan üstlenmektedir. Gazetede siyasi haberler
ön planda yer almaktadır. Bartın halkı arasında oldukça önemsenen haberlerin başında gelen Bartın’a
termik santral kurulması hususu, belediye başkanı
tarafından yapılan açıklamalar ve yine belediyenin
gerçekleştirdiği önemli projeler, çeşitli yatırım faaliyetleri, turizm alanında ortaya çıkan yenilikler ve il
sınırları içinde cereyan eden diğer önemli gelişmeler
haber olarak gazetede kendine yer bulmaktadır.462
Bartın Değişim, S. 1, 02.02.2001.
Asma, a.g.e., s. 101-103.
460
Bartın Değişim, S. 133, 24.10.2003.
461
Bartın Değişim, S. 1, 27.10.2010.
462
Asma, a.g.e., s. 229-231.
458
459
274
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Son Baskı gazetesi, 5 Temmuz 2001 tarihinden
başlayarak 24 Şubat 2004 tarihine kadar toplam 122
sayı yayımlanmış bir gazetedir. “Haftalık Bağımsız
Siyasi Gazete” alt başlığıyla neşredilen bu gazete
Yaman Yamaner ve Enis Özaydın tarafından haftalık olarak yayımlanmıştır.463 Gazetede ağırlıklı olarak
Bartın tarihi, Bartın şehrinin ekonomik, sağlık, sosyal
ve siyasi yapısı hakkında haber yapıldığı görülmüştür. Gazetenin ilk sayısında “Son Baskı-Başlarken”
başlığı altında böyle bir yayın organına neden ihtiyaç duyulduğu sorusuna yanıt aranmaya çalışılmıştır.464 Nitekim Türkiye’nin büyük bir ekonomik krizle boğuştuğu 2000’li yılların hemen başında Bartın’da
matbuat hayatının sönmeye başladığı gerekçesiyle
böyle bir neşriyat gerçekleştirildiği adı geçen yazıda
belirtilmiştir. Gazetede köşe yazarlığı yapmış isimler
arasında Erkan Aşçıoğlu, Sıtkı Gevrek, Şevket Salcı,
Ahmet Oktay ve Buse Başar yer almıştır. Son Baskı gazetesi uzun süre yayın faaliyetini sürdürememiştir.465
Bartın matbuat tarihinde yerini alan bir diğer gazete de Bartın Pusula gazetesidir. Ancak burada hemen belirtilmelidir ki Bartın ilinde Bartın
Pusula gazetesi adıyla bir birinden farklı tarihlerde
ve farklı kişilerce neşredilmiş iki gazete mevcuttur.
Bunlardan biri günümüzde de neşriyat faaliyetlerine devam etmektedir. 24 Mayıs 2002 tarihinden466
başlayarak 2 Kasım 2005 tarihine467 kadar toplam
84 sayı yayımlanan Bartın Pusula gazetesi, “Yön
Veren Gazete” sloganıyla Hasan Önder ve Hayrettin
Alpdoğan tarafından yayımlanmıştır. Oldukça deneyimli bir gazeteci olan Hasan Önder’in bu gazetede
Asma, a.g.e., s. 105-107.
Son Baskı, S. 1, 05.07.2001.
465
Asma, a.g.e., s. 105-107.
466
Bartın Pusula, S. 1, 24.05.2002.
467
Bartın Pusula, S. 84, 02.11.2005.
463
464
275
Dr. Yenal Ünal
yazı işleri müdürlüğü, haber müdürlüğü ve köşe yazarlığı görevlerini aynı anda yürüttüğü görülmektedir. Hasan Önder’in dışında gazetede Metin Murat
Arslan, Feyzullah Hasan Karaarslan gibi isimler de
bulunmaktadır. Bartın’da eğitim, bilim, sanat, gelenek, siyasi ve ekonomik yapı, mühim tabiat olayları
ve kültürel değerler gibi birbirinden ilginç konularda yayım yapan bu gazete de diğer pek çok Bartın
gazetesi gibi uzun ömürlü bir neşriyat faaliyetine
dönüşememiştir. Yayın hayatına başladıktan üç yıl
sonra kapanmıştır.468 Ancak 24 Mayıs 2002-2 Kasım
2005 tarihleri arasında yayımlanan Bartın Pusula gazetesinin devamı olmamakla birlikte 5 Ekim 2009
tarihinden itibaren yayın hayatına başlayarak, günümüzde de faal olarak neşriyatlarına devam eden
bir Bartın Pusula gazetesi daha bulunmaktadır. Söz
konusu gazete “Günlük Siyasi Gazete” alt başlığıyla
Ali Rıza Tığ tarafından neşredilmeye başlanmıştır.469
Gazetenin genel yayın yönetmenliğini Arif Üçler,
yazı işleri müdürlüğünü Akif Yaman ve sayfa editörlüğünü Akın Çay yapmaktadır. Köşe yazarları
arasında Ali Rıza Tığ, Arif Üçler, Şevket Balcı, Güneş
Rüstem ve Akif Yaman bulunmaktadır. Gazetede
muhabirlik görevini Fatma Bulut ve Çetin Asma yürütmektedir.470 İlerleyen tarihlerde gazetenin imtiyaz
sahibi değişmiş ve künyesine “Bartın Haber Yayıncılık
Adına Sahibi Mehtap Tuna Kabil” ibaresi eklenmiştir.
Bu gazete günümüzde Bartın matbuatının en aktif
yayın organlarından biri olarak ön plana çıkmaktadır. Toplam sekiz sayfadan oluşacak şekilde yayımlanan gazetede Bartın’ın iktisadi,471 siyasi,472 sosyal,
Asma, a.g.e., s. 109-111.
Bartın Pusula, S. 1, 05.10.2009.
470
Asma, a.g.e., s. 214.
471
Bartın Pusula, S. 1733, 27.05.2015, s. 7.
472
Bartın Pusula, S. 1733, 27.05.2015, s. 1-6; Bartın Pusula, S. 1745,
468
469
276
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
kültürel yapısı473 ve Bartınspor474 başta olmak üzere
Bartın’la alakalı diğer birçok konuda haber yapıldığı
görülmektedir.475 Bartın milletvekillerinin mecliste
ya da ilde yaptıkları önemli politik faaliyetler, ilde
gelişim gösteren kitapçılık sektörü, yerel politikacıların gerçekleştirdiği siyasi faaliyetler, şehrin iskân
sorunu, alt yapı çalışmaları, spor haberleri476 ve gerçekleştirilen kültürel etkinlikler477 başta olmak üzere
geniş bir yelpazede gazetenin okuyucularını bilgilendirmeye478 çalıştığı görülmektedir.479
Bartın Barış gazetesi, 7 Haziran 2002’den itibaren Hikmet Sönmez tarafından yayın hayatına kazandırılan bir süreli yayındır.480 Gazetenin imtiyaz
sahibi Hikmet Sönmez ve yazı işleri müdürü Ömer
Ak’tır. Yazar kadrosunda Hikmet Sönmez, Ömer Ak,
Cumhur Ak, Ümmü Ak, Sefai Ak ve Serhat Aksu
yer almaktadır. Haftalık olarak neşredilen bu gazete
yayın faaliyetlerini günümüzde de sürdürmektedir.
Gazetede daha çok Bartın’da ve Zonguldak’ta meydana gelen önemli siyasi gelişmeler, yatırım faaliyetleri, iktisadi meseleler ve alt yapı konuları irdelenmektedir. Bunları dışında hemen her konuda okuyucusunu bilgilendiren bu gazetenin sayfalarının
bir bölümünü de çeşitli ilanlara ayırdığını görmekte10.06.2015, s. 1-5.
473
Bartın Pusula, S. 1745, 10.06.2015, s. 1-3.
474
Bartın Pusula, S. 1745, 10.06.2015, s. 8.
475
Bartın Pusula, S. 1560, 06.11.2014, s. 1-8; Bartın Pusula, S. 1733,
27.05.2015, s. 1-8; Bartın Pusula, S. 1745, 10.06.2015, s. 1-8.
476
Bartın Pusula, S. 1559, 05.11.2014, s. 8.
477
Bartın Pusula, S. 1557, 03.11.2014, s. 1-4.
478
Bartın Pusula, S. 1558, 04.11.2014, s. 1-8; Bartın Pusula, S. 1733,
27.05.2015, s. 1-8; Bartın Pusula, S. 1745, 10.06.2015, s. 1-8.
479
Asma, a.g.e., s. 213-215.
480
Bartın Barış, S. 1, 07.06.2002, s. 1.
277
Dr. Yenal Ünal
yiz.481 Gazetenin ilk sayısında Hikmet Sönmez tarafından kaleme alınan “Artık Birlikteyiz” başlıklı başyazıda gazetenin piyasaya çıkış amaçları hakkında
şu bilgilere yer verilmiştir: “Bartın’ın ihtiyacı olan bir
gazeteyi gerçek anlamda çıkarmak, habercilik kavramının
zaman ve zemin açısından doğru haber ile paralelliğini
sağlamak Bartın’da bize nasip oldu. Bartın Barış’la. Artık
birlikteyiz. Bartın merkez ve ilçelerinin, beldelerinin ve
tüm köylerinin seslerini duyması gerekenlere, bunlardan
gelebilecek çözüm ve önerilerin de gazetemizde yankılanmasını sağlayarak karşılıklı bir etkileşimi kamu yararına
sergileyebilmek için Bartın Barış’ı haftalık olarak yayınlamaya karar vermiş bulunuyoruz.”482
Bartın Gerçek gazetesi, 6 Ocak 2003 tarihinden
14 Ocak 2004 tarihine kadar toplam 51 sayı çıkmış
bir süreli yayındır. “Haftalık Bağımsız Siyasi Gazete”
alt başlığıyla yayın faaliyetinde bulunan bu gazete
de büyük bir heyecanla neşriyat faaliyetine girmekle
birlikte uzun süreli bir yayın politikası takip edememiştir.483 Tamamen bir siyasi gazete hüviyetine sahip
olan bu yayın organında çoğunlukla siyasi haberlere yer verildiğini müşahede etmekteyiz. Bu yıllarda
ülkede ağırlığı bulunan siyasi partilerin Bartın’daki
yerel teşkilatlarının faaliyetlerini haber olarak sayfalarına taşıyan bu gazetede, ekonomi, kültür ve sosyal
konuların yanı sıra spor haberlerine de yer verildiği
görülmüştür. Gazetenin imtiyaz sahipliğini Şaban
Doğan, yazı işleri müdürlüğünü Atilla Kete yapmıştır. Yazar kadrosunda Şevket Salcı, Ahmet Oktay,
Altan Işık, Ayşe Sevtap Uzun, Şaban Esen, Abdullah
Karakuş, Eda Sucu, Kayhan Şeker ve Yalçın Bulut yer
almıştır.484
Asma, a.g.e., s. 113-115.
Bartın Barış, S. 1, 07.06.2002, s. 1.
483
Bartın Gerçek, S. 1, 06.01.2003.
484
Asma, a.g.e., s. 117-119.
481
482
278
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Bartın Manşet gazetesi, 3 Eylül 2003 tarihinden485 itibaren “Haftalık Siyasi Bağımsız Gazete” alt
başlığıyla yayın faaliyetine girmiş bir gazetedir.
İlk yayın devresine 3 Eylül 2003 tarihinde başlayan
Bartın Manşet gazetesi, 6 Ocak 2004 tarihinde486 son
sayısını yayımlayarak bu yayın devresini tamamlamıştır. Bu devrede gazete toplam 52 sayı neşredilmiştir. Bu yayın organı Ayhan Acar tarafından
Bartın matbuatına kazandırılmıştır. İlk yayın devresinde gazetenin yazı işleri müdürlüğünü yine Ayhan
Acar yapmıştır. Bu devrede gazetede, Hacı Bulut,
Selda Çelikyay, Zeynep Oral, Selim Bostancı, Ümit
Bostancı, Derya Dinç ve Nuray Öztaş köşe yazarlığı yapmıştır. Gazetede ağırlıklı olarak siyasi haberlere yer verildiğini görmekteyiz. Bartın’da meydana
gelen hemen her olay yine haber olarak gazetede
kendine yer bulmaktadır.487 Gazete, 19.11.2009 tarihinden488 itibaren yeniden yayımlanmaya başlamıştır. Bu yayın döneminde gazetenin imtiyaz sahibi
değişerek Ali Arıpek olmuştur. Gazetenin yazı işleri
müdürlüğünü önce Fatma Bulut yürütmüş ve ilerleyen zamanlarda yerini Hacı Bulut’a bırakmıştır.
Gazetenin sayfa editörü Haluk Türkoğlu, muhabirler Ayhan Acar, Aykan Sağ ve Semih Altıntaş’tır.489
Bu yayının ikinci yayın devresi, ilk yayın devresinin
son sayısı olan 52’yi devam ederek neşredilmemiş; 1.
sayıdan başlatılarak yayımlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında her iki yayın arasında aynı ismin kullanılması dışında bir bağın olmadığı düşünülmekle birlikte gazeteyi ilk yayın devresinde neşreden Ayhan
Acar’ın, bu ikinci yayın devresinde muhabirlik göBartın Manşet, S. 1, 03.09.2003, s. 1.
Bartın Manşet, S. 52, 06.01.2004, s. 1.
487
Asma, a.g.e., s. 133-135.
488
Bartın Manşet, S. 1, 19.11.2009, s. 1.
489
Bartın Manşet, S. 1519, 06.11.2014, s. 1-8.
485
486
279
Dr. Yenal Ünal
revini yürüttüğünü de belirtilmeliyiz. Bugün Bartın
matbuatının önde gelen yayın organlarından biri
olan Bartın Manşet gazetesi yöreyle ilgili hemen her
konuda haber yapmaktadır.490 Bartın’la alakalı siyasi
ve ticari konular başta olmak üzere sağlık, turizm,
kültür, çevre ve şehircilik gibi birçok konuda Bartın
halkına hizmet sunmaktadır. Bunlara ilave olarak
bu yayın organının diğer gazetelere oranla kültür
ve kitap konularına daha fazla meraklı olduğunu ve
sütunlarının azımsanamayacak bir kısmını bu çeşit
haberlere ayırdığını belirtmeliyiz.491
Bartın Hür Kalem gazetesi, daha önce temas ettiğimiz Bartın Değişim gazetesinin devamı niteliğinde bir yayın organıdır.492 Gazete yine Hulusi Elmas
tarafından yayımlanmıştır. Hulusi elmas dışında
Sefai Ak ve Ebru Sucu da gazetede çeşitli görevler
almıştır. İlk sayısı 17 Ekim 2003 tarihini taşıyan ve
“Gözü Yurtta Kulağı Haberde Olanların Gazetesi” sloganıyla ortaya çıkan bu yayın organı toplam 21 sayı
neşredilmiştir.493 Ağırlıklı olarak Bartın ve çevre illerde meydana gelen önemli hadiseler hakkında haber
yapılan gazetede siyasi içerikli haberlere de yer verilmiştir. Gazetenin ilk sayısında “Başlarken” adıyla
kısa bir yazı kaleme alınmış ve niçin böyle bir yayın
faaliyetine başlandığı hususunda halk bilgilendirilmeye çalışılmıştır. Söz konusu yazıda şu ifadelere yer
verilmiştir: “Bartın’da bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin açılmasına neden olan gazetecilik felsefemizle, 3 yıl
önce yayın hayatına başlatmış olduğumuz Bartın Değişim
gazetesinden sonra art arda açılan gazetelerin sayısı dokuzu bulmuştur. Biz, bizden öncekileri örnek aldık bizden
Asma, a.g.e., s. 217-219.
Bartın Manşet, S. 1514, 31.10.2014, s. 2-3; Bartın Manşet, S. 1519,
06.11.2014, s. 2-7.
492
Asma, a.g.e., s. 102.
493
Bartın Hür Kalem, S. 1, 17.10.2003.
490
491
280
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
sonrakilere de örnek olduk. Bugün imtiyaz hakkını devrettiğimiz Bartın Değişim gazetesinden sonra yine Bartın’ın
10. gazetesi olarak Bartın Hür Kalem isimli gazetemizle
siz değerli okuyucularımıza hizmet edeceğiz. Gazetemiz
Bartın halkının gözü, kulağı ve sesi olacaktır.”494 Uzun
ömürlü bir yayın politikasına sahip olamayan Bartın
Hür Kalem gazetesi Bartın’da yayın faaliyeti gerçekleştirmiş diğer pek çok yayın organı gibi kısa sürede
yayın hayatını sonlandırmıştır.495
Bartın Genç Havadis gazetesi, “Haftalık Siyasi
Bağımsız Haber Gazetesi” alt başlığıyla 7 Kasım 2003
tarihinden itibaren yayımlanmaya başlanmıştır.
Gazete, Bartın Hür Kalem ve Bartın Değişim gazetelerini yayımlayan Hulusi Elmas tarafından neşredilmiştir.496 17 Ekim 2003 tarihinden itibaren Bartın
Hür Kalem gazetesini yayımlamaya başlayan Hulusi
Elmas’ın aradan bir aylık süre geçmeden yeni bir
gazeteyi Bartın matbuat hayatına kazandırmaya çalıştığını görmekteyiz. Gazetenin ilk sayısında “Bu İlk
Sayı” başlığı altında oldukça iddialı cümlelerle yeni
bir gazeteye neden ihtiyaç duyulduğu sorusuna cevap aranmaya çalışılmıştır. Söz konusu yazının ilk
bölümünde şu ifadelere yer verilmiştir: “Bartın yerel
basınında yazılması gerekip de yazılamayanları, yapılması
gerekip de yapılmayanları ortaya çıkartacak araştırmacı,
olayların üstüne korkusuzca gidebilecek gazeteniz genç
havadis yayın hayatına başladı. Geniş kapsamlı bir ön
araştırma yaparak içeriği farklı, okurların aradıkları her
şeyi bulabileceği, bire bir okurlarla görüşerek, yine okurlarımızın beklentileri ve istekleri doğrultusunda yayın yapacak olan Genç Havadis’in basın camiasına renk ve kalite
getireceğine, hissedilen boşluğu dolduracağına inanıyoBartın Hür Kalem, S. 1, 17.10.2003, s. 1.
Asma, a.g.e., s. 137-138.
496
Asma, a.g.e., s. 102.
494
495
281
Dr. Yenal Ünal
ruz.”497 Görüldüğü üzere gazete oldukça iddialı bir
biçimde ortaya çıkmıştır. Ne var ki bu gazete, toplam
sekiz yayımlanmıştır. Gazetede, Hulusi Elmas dışında Güngör Yavuzaslan, Davut Erbaydar ve Seher
Parlak da görev almıştır. Bu gazete ağırlıklı olarak
siyasi konular üzerine yoğunlaşmıştır. Bartın ve ilçelerinde siyasi partilerin yapmış oldukları her türlü
siyasi faaliyetler gazetenin ana haber temasını teşkil
etmiştir. Yine Bartın’da meydana gelen mühim hadiseler, sosyal, ekonomik ve ticari gelişmeler gazetede
haber olarak kendine yer bulmuştur.498
Bartın Onur gazetesi, Bartın Kan Gönüllüleri
Derneği’nin yayın organı olarak Şükrü Ayaz tarafından 28 sayı çıkarılmış bir süreli yayındır. Bu gazete bir anlamda Bartın Kan Gönüllüleri Derneği’nin
aylık yayın organı olan Kan Gön-Der gazetesinin devamı niteliğindedir. Gazetenin ilk sayısı 1 Mart 2004
tarihinde neşredilmiştir.499 Ağırlıklı olarak sağlık
haberlerine yer verilen gazetede kan bağışının önemi ve toplumsal dayanışmadaki yeri, yine üzerinde
hassasiyetle durulan konuların başında gelmektedir. Bunların dışında ülke gündemini meşgul eden
mühim haberlerin yanında Bartın’la ilgili muhtelif
haberlere de gazetede yer verildiği görülmüştür.
Bartın’da faaliyet göstermiş birçok süreli yayın gibi
bu gazete de uzun müddetli bir neşriyat politikası
ortaya koyamamıştır.500
Bartın Siyaset Ekseni gazetesi, “Bağımsız Siyasi
Haber Gazetesi” alt başlığıyla 5 Mart 2004 tarihinden
itibaren Güngör Yavuzaslan tarafından neşredilmiş
Bartın Genç Havadis, S. 1, 07.11.2003, s. 1.
Asma, a.g.e., s. 141-143.
499
Bartın Onur, S. 1, 01.03.2004.
500
Asma, a.g.e., s. 145-147.
497
498
282
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
bir yayın organıdır.501 28 Mart 2004 yerel seçimleri
öncesinde haftalık olarak yayımlanmaya başlayan bu
gazete sadece 4 sayı çıkarılmıştır. Bu gazetede ağırlıklı olarak yerel seçimlere ilişkin haberler yapılmıştır.
Yine gazetede Milliyetçi Hareket Partisi’yle ilgili haberlerin ön planda olduğu görülmüştür. Dolayısıyla
bu gazetenin bir anlamda MHP’nin, Bartın’da yerel
seçimleri kazanabilmek için ortaya koyacağı plan ve
projeleri halka tanıtmak amacıyla yayın yaptığını belirtebiliriz. Gazete uzun ömürlü bir yayın hayatına
sahip olamamış ve kapanmıştır.502
Bartın Adalet gazetesi, “Haftalık Siyasi Bağımsız
Gazete” alt başlığıyla 16 Eylül 2004 tarihinde yayın
hayatına başlamış bir gazetedir.503 Haftalık olarak
yayımlanması planlanmakla birlikte, gazete uzun
süreli bir neşriyat politikası ortaya koyamamıştır.
Gazetenin imtiyaz sahibi Bahadır Güney, yazı işleri
müdürü Özkan Köktürk’tür. Gazetede, Batın’da yaşanan her türlü hadise ile ilgili haber yapıldığı görülmektedir.504 Örneğin gazetenin ikinci sayısında
Bartın kitap fuarı hakkında oldukça önemli bir haber yapılmıştır. 2004 yılında sekizincisi gerçekleştirilen bu kitap fuarı başta olmak üzere diğer kültür
konularının da gazetede haber olarak kendine yer
bulduğu görülmektedir. Bunların dışında Bartın’da
meydana gelen önemli olaylar, duyurular, belediyenin gerçekleştirdiği projeler ve mühim etkinlikler
hakkında okuyucuya bilgi verilmiştir.505 Bununla
birlikte aynı adla altı yıl sonra yeni bir gazete yayın
hayatına başlamıştır. Bartın Adalet gazetesi adını taşıyan bu yeni yayın organı “Bağımsız Siyasi Gazete” alt
Bartın Siyaset Ekseni, S. 1, 05.03.2004.
Asma, a.g.e., s. 149-151.
503
Bartın Adalet, S. 1, 16.09.2004.
504
Asma, a.g.e., s. 153-155.
505
Bartın Adalet, S. 2, 16.10.2004.
501
502
283
Dr. Yenal Ünal
başlığıyla 26 Ocak 2010 tarihinden itibaren İbrahim
Oruç tarafından yayımlanmaya başlanmıştır.506 Her
iki gazete de aynı adla yayımlanmakla birlikte aralarında herhangi bir ilişki olup olmadığına dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Toplam 30 sayı yayımlanan gazetenin yazı işleri müdürlüğünü Turgay
Karatoprak yapmıştır.507 Gazetede siyasi haberlerin
başı çektiği gözlemlenmiştir. Siyasi haberler dışında Bartın’da cereyan eden önemli hadiseler, eğitim,
sağlık, ekonomi, ticaret, sanayi ve kültür alanlarında
yaşanan önemli gelişmeler hakkında gazetede haber
yapıldığı görülmüştür.508
Bartın Gündem gazetesi, 18 Ekim 2004 tarihinden itibaren “Günlük Müstakil Siyasi Gazete” alt başlığıyla Nihal Çınçın tarafından yayımlanmaya başlanan bir süreli yayındır. Gazetenin ilk sayısında,
imtiyaz sahibi Nihal Çınçın “Başlarken” başlıklı bir
yazı kaleme alarak bu gazetenin ortaya çıkış amacı
hakkında okuyucuya bilgi vermiştir. Söz konusu yazıda şu ifadelere yer verilmiştir: “Bartın’da Gündem
gazetesi yayın hayatına başladı. Bartın Gündem gazetesi
tarafsız, ilkeli, dürüst ve herkese aynı mesafede duran bir
yayın politikası izleyecek.”509 Klasik olarak adlandırılabilecek bu ifadeler diğer pek çok gazete tarafından
da kullanılmıştır. 2004 yılından 2009 yılına kadar
günlük olarak yayımlanmıştır. Gazetenin son sayısı
11 Eylül 2009 tarihini taşımaktadır. Beş yıl boyunca
yayınlarını sürdüren bu gazete de Bartın’da faaliyet
göstermiş birçok süreli yayın gibi uzun soluklu bir
neşriyat politikası ortaya koyamamıştır. Bu da Bartın
matbuat hayatında bir büyük istikrarsızlığın olduğunu göstermektedir. Bartın Gündem gazetesinde
Bartın Adalet, S. 1, 26.01.2010.
Bartın Adalet, S. 30, 19.10.2010.
508
Asma, a.g.e., s. 225-227.
509
Bartın Gündem, S. 1, 18.10.2004, s. 1.
506
507
284
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
ağırlıklı olarak siyasi konular üzerinde durulmuştur.
Bunun dışında Bartın Belediyesi’nin faaliyetleri, adli
konular, vatandaşların çeşitli konularda yaşadığı
sıkıntılar, eğitim-öğretim kurumlarından haberler,
tarım, sanayi, ticaret, ekonomi ve sağlıkla ilgili pek
çok husus haber olarak gazetede kendine yer bulmuştur.510
Yeşil Bartın gazetesi, 14 Ocak 2005 tarihinden itibaren “Haftalık Aktüel, Siyasi, Bağımsız Haber
Gazetesi” alt başlığıyla yayın hayatına başlamış bir
gazetedir. Ancak bu gazete daha önce temas ettiğimiz Bartın Değişim, Bartın Hür Kalem ve Bartın Genç
Havadis gazetesinin devamı niteliğindedir. Nitekim
ilk sayısında sağ üst köşede “Gazeteniz Yeşil Bartın,
Bartın Genç Havadis ve Bartın Hür Kalem gazetelerinin devamıdır” şeklinde bir ibareye yer verilmiştir.511
Gazetenin imtiyaz sahibi Neriman Elmas’tır. Adı geçen şahıs gazetede aynı zamanda yazı işleri müdürü
olarak da görev yapmıştır. Köşe yazarları arasında
Hulusi Elmas, Güngör Yavuzaslan ve Serkan Çetin
bulunmaktadır. Bartın matbuat hayatına 2005 yılında yeni bir heyecan getirmek amacıyla teşekkül ettiği
anlaşılan bu gazetenin ilk sayısında “Müjdeler Olsun!
Gazeteniz Yeşil Bartın Okuyucusuyla Buluştu” başlıklı bir yazı kaleme alınmış ve gazetenin ortaya çıkış
amaçları değerlendirilmiştir. Söz konusu yazıda şu
ifadelere yer verilmiştir: “Gazeteniz Yeşil Bartın yayınına başladı. İlkeli, tarafsız, dürüst, nitelikli ve doğru
habercilik anlayışı ile yayın hayatımızı sürdürmek temel
felsefemiz olacaktır. Bölgemizde siyasetin nabzını tutabilmek, siyasetçilerimizi halkımız adına denetlemek ve
hiç kimseden korkmadan yapıcı muhalefet yapmak temel
ilkemiz olacaktır. Hoş geldin Yeşil Bartın.”512 Bu yazıda
belirtildiği gibi Yeşil Bartın gazetesinde ağırlıklı olaAsma, a.g.e., s. 157-159.
Yeşil Bartın, S. 1, 14.01.2005, s. 1.
512
Yeşil Bartın, S. 1, 14.01.2005, s. 1.
510
511
285
Dr. Yenal Ünal
rak siyasi haberlere yer verilmiştir. Siyasi haberlerin
dışında Bartın’da meydana gelen önemli olaylar da
gazetede haber olarak kendine yer bulmuştur. Yeşil
Bartın gazetesi toplam 59 sayı neşredilmiştir. Son yayımlanma tarihi 23 Kasım 2006’dır.513 Gazetenin, yayın faaliyetlerine son vermesinin temel nedeni ekonomik sıkıntılardır.514
Bartın Bahar gazetesi, 30 Ocak 2005 tarihinden
itibaren “On günde bir çıkar” ibaresiyle Bahadır Güney
tarafından Bartın basın hayatına kazandırılan bir yayın organıdır.515 “Siyasi Bağımsız Gazete” sloganıyla
yayın hayatına başlayan bu gazete de uzun vadeli
bir yayın organı olmayı başaramamıştır. Gazetenin
yazı işleri müdürlüğünü Özkan Köktürk yapmıştır.
Bu yayının üçüncü sayısı 12 Aralık 2005 tarihinde
çıkmıştır. İlk sayısı 30 Ocak 2005’te çıkan ve on günde bir çıkar ibaresi taşıyan gazetenin 12 Aralık 2005
tarihinde üçüncü sayısının değil yaklaşık otuz birinci
sayısının neşredilmesi gerekirdi.516 Görünen gerçek o
ki gazete ciddi manada bir istikrarsızlıkla yüz yüze
kalmıştır. Bartın Bahar gazetesi, siyasi içerikli bir gazetedir. Siyasi partilerin Bartın il ve ilçe başkanlıklarının gerçekleştirdiği faaliyetler gazetenin ana haber
temasını oluşturmuştur. Bunun dışında spor başta
olmak üzere Bartın’la ilgili hemen her konuda gazetede haber yapılmıştır.517
Bartın Güncel gazetesi 24 Haziran 2005 tarihinden itibaren yayın faaliyetine başlamış bir siyasi
gazetedir. Gazete “Siyasi Haber Gazetesi” sloganıyla
basın hayatına adım atmıştır.518 Ertuğrul Karakayış
Yeşil Bartın, S. 59, 23.11.2006.
Asma, a.g.e., s. 161-163.
515
Bartın Bahar, S. 1, 30.01.2005.
516
Bartın Bahar, S. 3, 12.12.2005.
517
Asma, a.g.e., s. 165-167.
518
Bartın Güncel, S. 1, 24.06.2005.
513
514
286
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
tarafından yayımlanan gazete 180 sayı neşredilmiştir. Gazetenin yazı işleri müdürlüğünü yine Ertuğrul
Karakayış yapmıştır. Bartın Güncel gazetesi diğer pek
çok Bartın yerel gazetesi gibi uzun süreli bir neşriyat
politikası ortaya koyamamıştır. Gazetede Bartın’da
cereyan eden önemli siyasi olaylara ağırlıklı olarak
yer verilmekle birlikte Bartın’da gelişen diğer mühim
olaylar, spor haberleri, köylerde cereyan eden gelişmeler, ticari ve ekonomik yenilikler de haber olarak
kendine yer bulmuştur.519 Örneğin gazetenin daha ilk
sayısında Bartın’ın ekonomik hayatı için fevkalade
büyük bir öneme haiz olan Bartın Limanı520 hakkında
ayrıntılı bir haber yapılmıştır. Söz konusu haberde
limanın belediyeden alınıp il özel idaresine bağlanması konusunun gündeme gelmesi ve belediyenin
bu gelişmeye gösterdiği sert tepki ele alınmıştır.521
Bartın Hür Ses gazetesi, 22 Mayıs 2006 tarihinden itibaren “Haftalık Aktüel, Siyasi, Bağımsız Haber
Gazetesi” alt başlığıyla Erol Uğur tarafından yayımlanmış bir gazetedir.522 Gazetenin yazı işleri müdürlüğünü Ferda Başol yapmıştır. Bu yayın, diğer pek
çok Bartın gazetesi gibi uzun ömürlü bir yayın organı
olamamıştır. Gazetede Bartın’la ilgili birçok konuda
haber yapıldığı görülmektedir. Ancak siyasi konuların ağırlıklı olduğunun altı çizilmelidir. Örneğin 22
Temmuz 2007 genel seçimlerinin Bartın’a yansımaları gazetede büyük oranda haber olarak kendine yer
bulmuştur. Bu seçimden önceki dönemde partilerin
gerçekleştirdiği etkinlikler özellikle mübalağalı başlıklarla okuyucuya aktarılmıştır. Bartın Hür Ses gazetesi toplam 122 sayı çıktıktan sonra yayın faaliyetleAsma, a.g.e., s. 169-171.
Bartın Limanı müessesesinin ayrıntılı bir tarihçesi hakkında
bk. Yenal Ünal, Kuruluşunun 50. Yıldönümünde Bartın Limanı
Tarihi, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2015.
521
Bartın Güncel, S. 1, 24.06.2005, s. 1.
522
Bartın Hürses, S. 1, 22.05.2006.
519
520
287
Dr. Yenal Ünal
rini durdurmuştur.523
Çınar gazetesi, 28 Kasım 2006 ve 7 Ağustos
2007 tarihleri arasında toplam 36 sayı yayımlanmış
bir gazetedir.524 Sefai Yolcu tarafından neşredilen bu
gazetenin yazı işleri müdürlüğünü Güneş Bulut yapmıştır. Köse yazarları arasında Sefai Yolcu, Ahmet
Oktay, İsmail Ekmekçi, Onur Acar ve Burak İşeri bulunmuştur. Siyasi haberlerin ağırlıklı olduğu gazetede kültürel ve sanatsal haberler de kendine yer bulmuştur. Bu gazetede Bartın’ın yanı sıra bağlı ilçe ve
beldelerde yaşanan siyasi gelişmelere, düzenlenen
kültürel etkinliklere, yapılan sanatsal faaliyetlere ve
gerçekleştirilen festivallere diğer gazetelere nazaran
daha fazla yer verildiği görülmüştür.525
Kerkük’ün Sesi gazetesi 23 Şubat 2009 tarihinden itibaren “Aylık Siyasi Haber-Kültür TarihAraştırma Gazetesi” alt başlığıyla Güngör Yavuzaslan
tarafından yayımlanmaya başlamış bir süreli yayındır.526 Gazetenin köşe yazarlığını Güngör Yavuzaslan
ve Sadun Köprülü yapmaktadır. Bartın Gazeteciler
Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı, Irak Türkmen
Basın Konseyi Delegeliği, Türkiye Gazeteciler
Federasyonu Başkanlar Konseyi Üyeliği ve Yüksek
İstişare Kurulu Üyeliği görevlerini yürüten Güngör
Yavuzaslan,527 Kerkük’ün Sesi gazetesini çıkarmasının
amaçlarını şu şekilde özetlemiştir: “Neden Kerkük’ün
Sesi? Bu gazetenin hazırlık aşamasında bana en çok sorulan soru buydu. Neden Kerkük? Bartın ve Kerkük
arasında nasıl bir bağ var sorularıyla karşılaştım. Proje
gelişmeye başladığında başta gazeteciler derneğindeki
üyelerimiz ve basın mensupları olmak üzere birçok değiAsma, a.g.e., s. 177-179.
Çınar, S. 1, 28.11.2006; Çınar, S. 36, 07.08.2007.
525
Asma, a.g.e., s. 181-183.
526
Kerkük’ün Sesi, S. 1, 23.02.2009.
527
Asma, a.g.e., s. 193-195.
523
524
288
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
şik kesimden destek aldık. Ve Kerkük’ün yüreğimiz kadar
kendimize yakın olduğunu anladık. Bizler anavatanda
huzur içinde yaşarken aynı kandan, aynı candan, aynı
dinden özümüz olan Türkmenler Irak’ta birçok sıkıntı
yaşıyorlar. Türkmen annelerimizin gözü yaşlı, her tarafı
Anadolu kokan şehirlerimizde Peşmerge baskısı var. Bizler
onlar için daha fazlasını yapmak isteriz. Kerkük’ün Sesi
gazetesi, haklı Türkmen davasını dünyaya duyurmak ve
ülkemizde oluşan kamuoyuna destek amaçlı yayınına başlamıştır.”528 Görüldüğü üzere gazete başta Kerkük
olmak üzere Iraklı Türkmenlerin siyasi hak ve özgürlüklerini dünya kamuoyuna duyurmak amacıyla
ortaya çıkmıştır. Nitekim gazetede yapılan haberlere
bakıldığında siyasi parti liderlerinin, politikacıların,
akademisyenlerin ve sivil toplum kuruluşlarının
Irak Türkmenleriyle ilgili olarak yaptıkları faaliyetlere yer verildiği görülmektedir. Bugün de neşriyatını
sürdürmekte olan bu yayın organının Bartın’da faaliyet gösteren diğer yerel gazeteler arasında ayrı bir
yeri olduğu açıktır. Çünkü Bartın’da yayımlanıp da
yapmış olduğu haberlerin ağırlık noktasını başka bir
kentin teşkil ettiği başka bir Bartın gazetesi bulunmamaktadır.529
Batı Karadeniz Star gazetesi, 24 Haziran 2009
tarihinden itibaren “Haftalık Bağımsız Aktüel Siyasi
Gazete” alt başlığıyla Ali Ceylan tarafından yayımlanmaya başlamış bir yerel gazetedir.530 Gazete, toplam 27 sayı neşredilmiştir. Nisan 2010 tarihinden
itibaren kısa bir süre daha Bartın Star adıyla yayımlanmış ve birkaç ay sonra neşriyatına son vermiştir.
Batı Karadeniz Star da diğer pek çok yerel gazete gibi
uzun süre yayınlarını sürdürememiştir. Gazetenin
köşe yazarlığını Hasan Aydın ve Tunç Türkoğlu
yapmıştır. Gazetede ağırlıklı olarak siyasi haberlere
Kerkük’ün Sesi, S. 1, 23.02.2009, s. 1.
Asma, a.g.e., s. 193-195.
530
Batı Karadeniz Star, S. 1, 24.06.2009.
528
529
289
Dr. Yenal Ünal
yer verildiğini görülmüştür. Siyasi partilerin Bartın
il başkanlıklarının gerçekleştirdiği önemli etkinlikler, siyasilerin verdiği demeçler, Bartın’a yapılan üst
düzey atamalar, sağlık alanında yaşanan gelişmeler,
ticari etkinlikler ve sosyal faaliyetler gazetede haber
olarak kendine yer bulmuştur.531
Bartın İletişim gazetesi “Günlük Siyasi Gazete”
alt başlığıyla 8 Temmuz 2009 tarihinden itibaren
Yasemin Çınçın tarafından yayımlanmaya başlamıştır.532 Gazetecilik hayatına Bartın Halk gazetesinde
başlayan Yasemin Çınçın, 8 Temmuz 2009 tarihinde
Bartın İletişim gazetesinin imtiyaz sahipliğini üstlenmiştir. Yazı işleri müdürlüğünü Rıdvan Göçmen’in
yaptığı gazete yayınlarını günümüzde de sürdürmektedir. Bartın İletişim gazetesinde Bartın ve çevresiyle ilgili hemen her konuda haber yapıldığı görülmektedir. Madencilik, sağlık, ulaşım, ticaret, spor,
fuar ve eğitim konuları başta olmak üzere siyasi ve
sosyal hususlarda da pek çok değerlendirmenin yapıldığı gazete Bartın’ın önemli yayın organlarından
biri olarak ön plana çıkmaktadır.533
Bartın 74 Haber gazetesi, Emrah Yılmaz tarafından 19 Ağustos 2009 tarihinden itibaren önce haftalık daha sonra günlük olarak neşredilmeye başlanmış bir süreli yayındır.534 İlk dönemlerde gazetenin
yazı işleri müdürlüğünü Nurdan Eroğlu yapmıştır. Köşe yazarları arasında Emrah Yılmaz, Nurdan
Eroğlu ve Ahmet Oktay yer almıştır. Gazete bugün
“Günlük Siyasi Gazete” alt başlığıyla neşredilmektedir. Bartın 74 Haber gazetesi daha sonraki tarihlerde
el değiştirmiştir.535 Günümüzde gazetenin imtiyaz
Asma, a.g.e., s. 197-199.
Bartın İletişim, S. 1, 08.07.2009.
533
Asma, a.g.e., s. 201-203.
534
Bartın 74 Haber, S. 1, 19.08.2009.
535
Asma, a.g.e., s. 205-207.
531
532
290
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
sahibi Hüseyin Aydın, sorumlu müdürü Bülent
Bostancı, sayfa editörü Birkan Ural, haber müdürü Erdem Tabakoğlu, muhabirleri Öznur Kuloğlu,
Seda Camcı ve Erkan Hızoğlu’dur.536 Gazete günümüzde yayın faaliyetlerine devam etmektedir. Diğer
pek çok yayın organında olduğu gibi bu gazetenin
de ana haber temasını öncelikle Bartın’da akabinde
çevre illerde ve Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeler
oluşturmaktadır.537 Bartın’da yaşanan önemli gelişmeler, anma günlerinde cereyan eden olaylar, dış politika,538 kültürel aktiveler,539 Bartın Üniversitesi’nde
gerçekleştirilen etkinlikler, tiyatro faaliyetleri, madencilik sektöründe yaşanan mühim gelişmeler, trafik kazaları,540 alt yapı çalışmaları, ormancılık, tarım,
genel ve yerel seçimler,541 sağlık,542 dini hayat,543 ticaret544 ve başta Bartınspor olmak üzere çeşitli spor545
dallarında yaşanan gelişmelere gazetede haber olarak yer verilmektedir. Bunun dışında gazetede halka
dini bilgiler aktaran bir sayfa da bulunmaktadır. Bu
kısımda çeşitli dini konularda okuyuculara rehberlik
yapılmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir.546
536
Bartın 74 Haber, S. 1521, 31.10.2014, s. 3; Bartın 74 Haber, S. 1713,
12.06.2015, s. 2.
537
Bartın 74 Haber, S. 1696, 23.05.2015, s. 1-5; Bartın 74 Haber, S.
1713, 12.06.2015, s. 3.
538
Bartın 74 Haber, S. 1713, 12.06.2015, s. 5.
539
Bartın 74 Haber, S. 1713, 12.06.2015, s. 1-5.
540
Bartın 74 Haber, S. 1644, 24.03.2015, s. 2.
541
Bartın 74 Haber, S. 1644, 24.03.2015, s. 3. Bartın 74 Haber, S. 1713,
12.06.2015, s. 3-4.
542
Bartın 74 Haber, S. 1713, 12.06.2015, s. 2.
543
Bartın 74 Haber, S. 1713, 12.06.2015, s. 6.
544
Bartın 74 Haber, S. 1713, 12.06.2015, s. 1-2.
545
Bartın 74 Haber, S. 1644, 24.03.2015, s. 7-8; Bartın 74 Haber, S.
1713, 12.06.2015, s. 7-8.
546
Bartın 74 Haber, S. 1539, 21.11.2014, s. 1-8; Bartın 74 Haber, S.
1521, 31.10.2014, s. 1-8; Bartın 74 Haber, S. 1696, 23.05.2015, s. 1-8;
Bartın 74 Haber, S. 1713, 12.06.2015, s. 1-8; Bartın 74 Haber, S. 1644,
291
Dr. Yenal Ünal
Bartın Hergün gazetesi 7 Ekim 2009 tarihinden
itibaren günlük olarak “Gündemi Takip Eder” alt başlığıyla Burak İşeri tarafından yayımlanmaya başlamış
bir süreli yayındır.547 Daha sonradan el değiştiren
gazetenin ilk döneminde yazı işleri müdürlüğünü
Seray Karakurt yapmıştır. Köşe yazarları Aykan Sağ,
Mehmet Coşan, Muzaffer Cellek ve Burak İşeri’den
oluşmuştur.548 Gazetenin ilk sayısında “Başlarken”
başlığıyla gazetenin çıkış amacı ve hedefleri hakkında okuyucuya malumat verilmiştir. Söz konusu
yazıda şu ifadeler yer almıştır. “Yayın hayatımıza bugünden itibaren başladık. Gazetemizin isminden de anlaşılacağı üzere her gün sizinle birlikte olacağız. Basın yayın meslek ilkelerine bağlı olarak tarafsız, doğru habercilik
anlayışıyla Bartınlıların gözü kulağı olmaya karar verdik.
Bürokratıyla, siyasetçisiyle, sivil toplum örgütleriyle, işçisi, esnafı, memuru, sendikacısıyla, vatandaşıyla çizdiğimiz yolda birlik içinde yürüyeceğiz. Her kesime açık,
olaylara duyarlı yaklaşarak kamuoyunu bilgilendireceğiz.”549 Görüldüğü üzere birçok yayın organının da
beyan ettiği gibi bu gazete de tarafsız kalarak Bartın
halkını çeşitli konularda bilgilendireceğini beyan etmiştir. Bartın Hergün gazetesi 2011 yılında el değiştirmiştir. Gazetenin yeni sahibi Ayşe Özgündoğdu
olurken yazı işleri müdürlüğüne Nihal Çınçın getirilmiştir. Bu yeni dönemde gazetenin sayfa editörlüğünü Gülşen Yılmaz yaparken muhabirler de Sercan
Engin, Muhammet Civan ve Nevin Özbakan’dan
oluşmuştur. Gazetenin yeni yayın döneminde önceleri “Herşey Bartın İçin” sloganı; daha sonra “Günlük
Siyasi Gazete” alt başlığı kullanılmıştır. Gazetede
24.03.2015, s. 1-8.
547
Bartın Hergün, S. 1, 07.10.2009.
548
Asma, a.g.e., s. 209-211.
549
Bartın Hergün, S. 1, 07.10.2009, s. 1.
292
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yapılan haberlerin büyük kısmının siyasi haberlerden oluştuğunu söyleyebiliriz.550 Bunun dışında
Bartın’da gerçekleştirilen ticari faaliyetler, sendikacılık işleri, spor haberleri, her türlü eğitim faaliyetleri551 ve kültür etkinlikler, sağlık alanında yaşanan
yeni gelişmeler,552 Bartın Irmağı hakkında yapılması
planlanan projeler, resmî kurumların faaliyetleri,553
Bartın’da yaşanan doğal afetler ve kazalar gazetenin
ana haber temasın teşkil etmektedir. Bugün de faal
olarak yayımlarını sürdürmektedir.554
Bartın Posta 74 gazetesi, “Haftalık Siyasi Gazete”
alt başlığıyla 2 Ağustos 2011 tarihinden itibaren
Fatma Yiğit tarafından yayımlanmaya başlanmış bir
süreli yayındır.555 Gazetenin yazı işleri müdürlüğü
görevini Erkan Bayar üstlenmektedir. Haftalık olarak yayımlanan bu gazete, esnaf ve sanatkârları hedef okuyucu kitle olarak tespit ederek ağırlıklı olarak
bu konularda haber yapmak için gayret göstermektedir. Gazetede siyasi haberlerin yanı sıra Bartın’da
yaşanan önemli gelişmelerin de haber olarak kendine yer bulduğu gözlemlenmektedir. Bununla birlikte
bu süreli yayının esnafın ve sanatkârların sesi olmak
gibi bir görev üstlenmeye çalıştığını rahatlıkla ifade
edebiliriz. Çünkü yapılan haberlerin ağırlık noktasını ticaret, sanayi ve yatırım mevzuları teşkil etmektedir. Gazete, Bartınlı esnaf ve sanayicilerin sesini
duyurmaya çalışan bir politika izlemektedir.556
Bartın Hergün, S. 1675, 24.03.2015, s. 1-4.
Bartın Hergün, S. 1675, 24.03.2015, s. 1-7.
552
Bartın Hergün, S. 1675, 24.03.2015, s. 1-7.
553
Bartın Hergün, S. 1675, 24.03.2015, s. 6.
554
Bartın Hergün, S. 1623, 22.01.2015, s. 1-8; Bartın Hergün, S. 1634,
04.02.2015, s. 1-8; Bartın Hergün, S. 1675, 24.03.2015, s. 1-8.
555
Bartın Posta 74, S. 1, 02.08.2011.
556
Asma, a.g.e., s. 233-235.
550
551
293
Dr. Yenal Ünal
2. Bartın’da Resmî Kurumların Yayımladığı
Gazeteler
Bartın’da birçok resmî kurum, çeşitli basın-yayın faaliyetlerinde bulunmaktadır. Bu yayın organlarında daha çok yayın yapan resmî kurumun gerçekleştirmiş olduğu faaliyetler, gerçekleştirmeyi planladığı projeler ve çeşitli değerlendirmeler hakkında topluma bilgi verme amacı güdüldüğü görülmektedir.
Bu yayımlardan biri olan Bartın Ticaret ve
Sanayi Odası gazetesinin temeli 1973 yılında atılmıştır. 1985 yılının Ağustos ayından itibaren aylık olarak neşredilmeye başlanan bu gazete 1991 yılının
Temmuz ayına kadar yayın faaliyetlerine devam
etmiştir.557 Bu tarihten itibaren yayın faaliyetlerine
ara veren gazete ortaya çıkan ihtiyaçtan dolayı 2003
yılının Şubat ayından itibaren yeniden neşredilmeye başlanmıştır. Günümüzde 2 ayda bir yayımlanan
gazetenin imtiyaz sahibinin Ticaret Odası Başkanı
olması hasebiyle her yeni başkan değişiminde gazetenin imtiyaz sahibi de değişmektedir.558 Bununla
birlikte gazetenin 2. yayın devresinde sayı kısmının
1’den başlatılması oldukça ilginçtir.559 Bu yeni yayın
döneminde, Temmuz 1991 tarih ve 42 sayılı nüshadan itibaren devam edilmesi teknik açıdan çok daha
uygun bir yöntem olabilirdi. Yani gazetenin yeni
yayın devresinde 43. sayıdan itibaren yayımlanması, geleneğin devam ettirilmesi adına bir kazanım
olabilirdi. Gazetede çoğunlukla Bartın Ticaret ve
Sanayi Odası’nın gerçekleştirmiş olduğu ulusal ve
uluslararası ölçekli faaliyetlerin, Bartın ekonomisi ile
ilgili önemli gelişmelerin ve esnafın bilgilenmesi için
önemli duyuruların haber yapıldığı görülmüştür.
Yine gazetede Bartın’da madencilik faaliyetleri, enerBartın Ticaret ve Sanayi Odası, S. 21, 08.1985.
Bartın Ticaret ve Sanayi Odası, S. 220, 18.04.2011.
559
Bartın Ticaret ve Sanayi Odası, S. 1, 02.2003.
557
558
294
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
ji kaynakları, alt yapı çalışmaları, yabancı ülkelerle
ticaretin geliştirilebilmesi yapılan çeşitli anlaşmalara
da yer verildiği görülmüştür.560
Bartın ilinde faaliyet göstermiş bir diğer resmî
yayın da “Bartın Valiliği Yayın Organıdır” alt başlığıyla neşredilmiş olan Bartın Vilayet bültenidir. Bülten,
“Ayda bir yayımlanır” ibaresiyle Kasım 1992’den itibaren yayımlanmaya başlamıştır.561 Toplam 14 sayı
neşredilen bu bültenin son sayısı Ocak-Şubat 1996
tarihini taşımaktadır.562 Bu yayının neşredilmesinde
dönemin Bartın Valisi Yavuz Erkmen’in sürükleyici
bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. Bültende daha çok,
ilin en yetkili idare organı olan valilik kurumunun
gerçekleştirmiş olduğu önemli etkinliklere yer verilmiştir. Yine Bartın’da cereyan eden önemli gelişmeler, haber olarak bültende değerlendirilmiştir.563
Bültenin ilk sayısında Vali Yavuz Erkmen tarafından
kaleme alınan “Başlarken” adlı yazıda bu yayın faaliyetine girişilmesinin amaçları hakkında okuyucuya
bilgi sunulmuştur. Söz konusu yazıda bültenin yayımlanmasının en önemli amacının valilik bünyesinde yapılan faaliyetlerin Bartın halkına sağlıklı bir
biçimde duyurulması olduğu belirtilmiştir.564
Kentte, süreli yayın faaliyeti gerçekleştiren
kurumlardan biri de Bartın Belediyesi’dir. Belediye
tarafından yayımlanmış olan Bartın Belediyesi Haber
ve Tanıtım gazetesi, dönemin belediye başkanı M.
Oğuz Pir’in gayretleriyle yayın hayatına başlamış
ve oldukça kısa ömürlü bir neşriyat faaliyeti olarak
Bartın matbuat tarihinde ki yerini almış bir süreli
yayındır. Aralık 1992’ten, Aralık 1993 tarihine kadar
Asma, a.g.e., s. 65-67, 121-123.
Bartın Vilayet, S. 1, Kasım 1992, s. 1.
562
Bartın Vilayet, S. 14, Ocak-Şubat 1996, s. 1.
563
Asma, a.g.e., s. 69-71.
564
Bartın Vilayet, S. 1, Kasım 1992, s. 1.
560
561
295
Dr. Yenal Ünal
toplam 4 sayı yayımlanabilen bu gazetede daha çok
Bartın Belediyesi’nin gerçekleştirmiş olduğu faaliyetler haber yapılarak vatandaşlarla paylaşılmıştır.
Belediyenin kurmuş olduğu yeni tesisler, kurumun
geleceğe yönelik yeni proje çalışmaları, yeni yapılan park ve bahçe alanları, önemli duyuru ve anma
etkinlikleri gazetede haber olarak kendine yer bulmuştur. Bu yayın organının önde gelen köşe yazarı
dönemin Belediye Başkanı Oğuz Pir’dir.565
Bartın Belediyesi Haber ve Tanıtım gazetesinin
Aralık 1993 tarihli son sayısının yayımlanmasından
sonra belediye 12 yıl boyunca herhangi resmî bir gazete yayını gerçekleştirmemiştir. Ancak 18 Temmuz
2005 tarihinde dönemin belediye başkanı Rıza
Yalçınkaya tarafından Bartın’da Belediye adıyla yeni
bir gazetenin yayımı başlatılmıştır.566 Bir anlamda
Bartın Belediyesi Haber ve Tanıtım gazetesinin devamı
niteliğinde olan bu yeni gazete Bartın Belediyesi tarafından her ayın 15. ve 30. günlerinde vatandaşları
bilgilendirmek maksadıyla yayımlanmaktadır.567 Bu
gazetede ağırlıklı olarak belediyenin gerçekleştirmiş
olduğu önemli projelere,568 cereyan eden kültürel
faaliyetlere,569 yapımı tamamlanarak hizmete sunulan yeni yapılara, eğitim ve sanat etkinliklerine,
gerçekleştirilmesi planlanan önemli yeni projelere
ve Bartın’da yaşanan önemli spor faaliyetlerine yer
verilmektedir. Örneğin gazetenin 31 Ekim 2014 taAsma, a.g.e., s. 73-75.
Bartın’da Belediye, S. 1, 18.07.2005, s. 1.
567
Bartın Belediyesi, Bartın’da Belediye adlı bu gazete dışında
“Bartın Belediyesi Kültür Yayınları” adı altında bir dizi hâlinde yöre tarihi ve kültürü üzerine hazırlanmış kitaplar da yayımlamaya başlamıştır. Bk. Bartın Değişiyor, Bartın Belediyesi
Yayınları, Bartın, 2012, s. 84.
568
Bartın’da Belediye, S. 16, 09.05.2008, s. 1; Bartın’da Belediye, S.
155, 28.02.2015, s. 1-4; Bartın’da Belediye, S. 158, 15.04.2015, s. 1-5.
569
Bartın’da Belediye, S. 155, 28.02.2015, s. 1-6.
565
566
296
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
rihli nüshasının kapak sayfasında ayrıntılı bir biçimde Yalı mevkinde yapımı tamamlanan Yalı Yaşam
Merkezi hakkında çeşitli bilgiler verildiği gibi belediye tarafından 1997 yılından bu yana gerçekleştirilen ve 2014 yılında 18.’si yapılan kitap fuarına dair
bilgiler okuyucuyla paylaşılmıştır.570 Yine 15 Ocak
2012 tarihli nüshasında Bartın Limanı’nın konteyner taşımacılığına açıldığı bilgisi okuyucuya aktarılmıştır.571 18 Temmuz 2005 tarihinde yayın hayatına
başlayan bu gazete bugün faal bir biçimde neşriyatını sürdürmektedir.572 Kurucusu dönemin Belediye
Başkanı Rıza Yalçınkaya’dır. Sonraki dönemlerde de
yine başkanların imtiyaz sahipliğinde yayın hayatına devam etmiştir.573 Günümüzde, Belediye Başkanı
Cemal Akın, belediye adına gazetenin imtiyaz sahipliği görevini sürdürmektedir. Gazetenin yazı işleri
müdürlüğünü Erol Demirkoparanoğlu, sayfa düzenlemesi görevini Muhammed Karakök yapmaktadır.574 Halkı bilgilendirme aracı olarak hizmet gören
bu yayın organı vatandaşlara ücretsiz olarak dağıtılmaktadır. Gazete, Ankara’da matbaaların yoğun olarak bulunduğu Kazım Karabekir Caddesi üzerinde
bir matbaada basılmaktadır.575
Yaşadıkça gazetesi, Bartın Ticaret Meslek Lisesi
ve Anadolu Ticaret Meslek Lisesi’nin aylık yayın
organı olarak 1998’in Mart ve Nisan aylarında iki
sayı olarak neşredilmiştir.576 Bu gazete okulun öğretmenleri ve öğrencileri tarafından hazırlanmıştır.
Gazetenin içeriğinde okulun tarihçesi, sağlık haberBartın’da Belediye, S. 147, 31.10.2014, s. 1.
Bartın’da Belediye, S. 81, 15.01.2012, s. 1.
572
Bartın’da Belediye, S. 152, 15.01.2015, s. 1-6.
573
Asma, a.g.e., s. 173-175.
574
Bartın’da Belediye, S. 129, 15.01.2014, s. 5.
575
Bartın’da Belediye, S. 154, 15.02.2015, s. 1-6; Bartın’da Belediye, S.
155, 28.02.2015, s. 1-6; Bartın’da Belediye, S. 158, 15.04.2015, s. 1-6.
576
Yaşadıkça, S. 1, Mart 1998; Yaşadıkça, S. 2, Nisan 1998.
570
571
297
Dr. Yenal Ünal
leri, talebelerin şiirleri, mektep temsilleri, Bartın’da
tiyatro faaliyetleri, turizmin önemi ve Bartın tarihi
gibi konulara yer verilmiştir. Yayın hayatını yalnızca
2 sayı sürdürebilmiştir. Gazetenin köşe yazarları arasında Alev Kaya, Emine Genç, Fehmi Kocakaplan,
Funda Sağ, Sevda Sarıköse, Rafet Özdağ, Fidan
Maden ve Seda Akyol yer almıştır.577
Yeşil ve Mavi Bir Cennet Bartın’da Tarım adlı bir
diğer gazete Bartın Tarım ve Köyişleri İl Müdürlüğü
tarafından iki ayda bir neşredilmek üzere MartNisan 2000 tarihinden itibaren yayımlanmaya başlanmıştır.578 Bu gazete bir anlamda Ocak-Şubat-Mart
1995’te başlayıp, Ekim-Kasım-Aralık 1997’de 10.
sayıda biten Bartın’da Tarım dergisinin devamı niteliğindedir. Bu nedenle Mart-Nisan 2000 tarihli nüshası 11. sayıdan başlatılmak üzere yayımlanmıştır.
Gazete, o dönemin Tarım İl Müdürü Yusuf Alagöz’ün
gayretleriyle neşredilmiştir. Yayında, tarım, hayvancılık, sağlık, bahçecilik, meyvecilik konularının yanı
sıra il müdürlüğünün çeşitli faaliyetleri ve projeleri
okuyucularla paylaşılmıştır. Yazar kadrosunu yine İl
Tarım Müdürlüğü personeli oluşturmuştur. Söz konusu yazarlar arasında Yusuf Alagöz, Necati Yılmaz,
Şerafettin Duyan, Mehmet Ali Gök, Uygar Oturaktaş,
Kadir Çankaya, Kamil Artar, Ramazan Çağlayan,
Gültekin Veren, Metin Çakır, Zafer Şenel, Cevdet
Akyüz, Mustafa Demirci, Sinan Karayel, Aytekin
Yıldırım, Fatih Eryılmaz ve Gökhan Doğanel yer almıştır.579
3. Bağlı İlçe, Belde ve Köylerde Yayımlanan
Gazeteler
Bartın’a bağlı ilçe ve kasabalarda da göz ardı
edilemeyecek sayıda gazete ve dergi yayımlandığı
Asma, a.g.e., s. 89-91.
Yeşil ve Mavi Bir Cennet Bartın’da Tarım, S. 11, Mart-Nisan 2000.
579
Asma, a.g.e., s. 93-95.
577
578
298
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
görülmektedir. Ağırlıklı olarak kendi bölgelerinde
cereyan eden olayları haber yaparak topluma sunmak
amacıyla ortaya çıkan bu neşriyatlarda geçmişe dair
çok önemli bilgi ve belgeye ulaşmak mümkündür.
Bu yayınlardan biri olan Amasra gazetesinin temeli
27 Eylül 1952 tarihinde Tahir Karauğuz tarafından
atılmıştır. Bu gazete Amasra şehrinin ilk gazetesi olarak tarihteki yerini almıştır. Bu yayın organının yine
Karauğuz’un kurmuş olduğu “Amasra’yı Sevenler
Derneği”nin amaç ve faaliyetlerini ahaliye duyurmak
amacıyla ortaya çıktığı görülmektedir. 1950’lerde
böyle bir gazete yayımlaması, Amasra kültür ve basın tarihi açısından önemli bir olaydır. Bu gazetenin
diğer önemli amaçları arasında Amasra’nın sahip olduğu kültürel değerleri, tabiat güzelliklerini, tarihi
zenginliklerini kitlelere ulaştırarak Amasra’nın tanıtımına katkı sağlamak olduğu söylenebilir. Nitekim
gazetenin ilk sayısında yer alan “Amasra’yı Kurarken”
başlıklı yazıda gazetenin çıkış amaçları hakkında
okuyucuya bilgi verilmiştir.580 Gazeteden ziyade bir
tanıtım dergisi olarak da kabul edilebilecek bu yayın
faaliyeti uzun süre yaşayamamıştır.581
Ulus Postası gazetesi Galip Arslan tarafından
kurulan ve “Kalem Kılıçtan Keskindir-Günlük Siyasi
Müstakil Gazete” alt başlığıyla 20.05.1968 tarihinden
04.04.1969 tarihine kadar toplam 137 sayı olarak yayımlanmış bir yerel gazetedir.582 Bu yayın organının
temeli 19 Mayıs 1963 tarihinde atılmıştır. İlk sayısı
20.05.1968 tarihinde yayımlanan gazete günlük olarak çıkarılmaya çalışılmıştır. Ancak 04.04.1969 tarihine kadar toplam 137 sayı çıkarılmış olması kimi
zaman yayımlarda aksamalar yaşandığını ortaya
Amasra, S. 1, 10.02.1953.
Asma, a.g.e., s. 31-33.
582
Ulus Postası, S. 1, 20.05.1968, s. 1; Ulus Postası, S. 137, 04.04.1969, s. 1.
580
581
299
Dr. Yenal Ünal
koymaktadır.583 İlk sayısında “Çıkarken” başlığı altında gazetenin yayımlanma amacı olarak şu bilgilere
yer verilmiştir: “Basını olmayan bir belde sağır ve dilsiz
insana benzer. Sağır ve dilsiz bir insan nasıl dertlerini anlatmakta zorluk çekerse, basını olmayan bir belde de dert
ve dileklerini dile getirmekte zorluk çeker. Ulus ve Uluslu
olarak dert ve dileklerimizi çoktur. Ulus Postası, Ulus
halkının dert ve dileklerini, objektif kişisel çekişmelerden
uzak olarak dile getirmek için yayın hayatına başlamış bulunmaktadır.”584 Bu açıklamada da belirtildiği üzere
gazetede ağırlıklı olarak Ulus ilçesi hakkında çeşitli
konularda haber yapılmıştır. Ulus’ta yaşanan siyasi
gelişmeler, cereyan eden önemli olaylar, kutlama ve
etkinlik faaliyetleri gazete haber olarak kendine yer
bulmuştur.
Galip Arslan, Ulus Postası’ndan sonra Tam
Bağımsız Ulus adıyla yeni bir gazeteyi yayın hayatına kazandırmıştır. “Siyasi Halk Gazetesi” başlığıyla
yayın hayatına başlayan bu gazete haftalık olarak 12
Haziran 1970 tarihinden 23 Nisan 1971’e kadar toplam 45 sayı yayımlanmıştır.585 Gazetenin yazı işleri
müdürlüğünü İsmet Dinçtürk yapmıştır. Köşe yazarları arasında Galip Arslan ve Ömer Tunç yer almıştır.
İlk sayısında “Gazete Çıkarken” başlığı altında Tam
Bağımsız Ulus gazetesinin ortaya çıkış amaçları hakkında bilgi verilmiştir. Söz konusu yazıda şu ifadeler
yer almıştır: “Bölgesel bir gazeteye niçin ihtiyaç duyduk?
Çevremizde görüyoruz işçiden, köylüden yana tek gazete
bile yok. Hiçbir yayın organı onların haklarını savunup
dertlerini yazmıyor. Onlara dost kim düşman kim göstermiyor. Hele hele orman köylüleri bütünüyle unutulmuş,
kendi kaderlerine terkedilmiş. Gelen sömürüyor, giden
Asma, a.g.e., s. 49-51.
Ulus Postası, S. 1, 20.05.1968, s. 1.
585
Tam Bağımsız Ulus, S. 1, 12.06.1970, s. 1; Tam Bağımsız Ulus, S.
45, 23.04.1971, s. 1.
583
584
300
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
vuruyor. Egemen güçler de bu sömürünün daha uzun
ve daha kârlı olabilmesi için ellerinden geleni arkalarına
koymuyorlar. İşte Tam Bağımsız Ulus gazetesi kendi bölgesinde, bu boşluğu doldurmak için çıkacak. Yiğit ve devrimci bir sesle, kitlelere gerçeği anlatıp, doğruları öğretecek.”586 Görüldüğü üzere Tam Bağımsız Ulus gazetesi
devrimci bir yapıya sahiptir. Amacı işçi ve köylüleri
bilinçlendirerek emeklerinin sömürülmesinin önüne
geçmektir. Nitekim gazete özellikle orman köylülerine yönelik birçok haberin yapıldığı müşahede edilmiştir.587
Çeşm-i Cihan Amasra gazetesi Ekspres Bartın
gazetesini de çıkaran Kadri Çınçın tarafından 16
Ağustos 1988 tarihinden itibaren haftalık olarak yayımlanmış bir süreli yayındır.588 “Haftalık Memleket
Gazetesi” alt başlığıyla toplam 11 sayı neşredilen
gazetenin yazı işleri müdürlüğünü Hatice Aksoy,
genel yayın yönetmenliğini Sadi Çınçın yapmıştır.
Gazetenin ilk sayında “Başlarken” başlığı altında,
amaçları hakkında okuyucuya bilgi verilmiştir. Kadri
Çınçın, bu yayın organıyla Amasra’da da basın faaliyetlerine bir canlılık kazandırmak amacı gütmüştür.
Gazetede Amasra’yla ilgili hemen her konuda haber
yapılmıştır. Turizm, ticaret, madencilik, sağlık ve
kültür başta olmak üzere birçok konu haber olarak
gazetede kendine yer bulmuştur.589
Bartın’ın önemli beldelerinden biri olan Arıt’ta
yayımlanan Bartın Arıt gazetesi 1 Mayıs 2000 tarihinden 1 Ağustos 2002 tarihine kadar toplam 20 sayı
yayımlanmış bir yayın organıdır. Gazetenin ilk sayısında “Başlarken” başlığı altında Hülya Köseoğlu
Tam Bağımsız Ulus, S. 1, 12.06.1970, s. 1.
Asma, a.g.e., s. 57-59.
588
Çeşm-i Cihan Amasra, S. 1, 16.08.1988.
589
Asma, a.g.e., s. 61-63.
586
587
301
Dr. Yenal Ünal
imzalı bir yazıyla böyle bir neşriyata ihtiyaç duyulmasının nedenleri ile gazetenin amaçları hakkında
okuyucuya bilgi sunulmuştur.590 Gazetenin imtiyaz sahibi Necdet Çoban, yazı işleri müdürü Hülya
Köseoğlu’dur. Uzun ömürlü bir yayın dönemine
sahip olamayan Bartın Arıt gazetesi, Arıt beldesinde
meydana gelen önemli olayları haber yaparak okuyucusuna duyurduğu gibi Bartın’la alakalı haberlere
de sayfalarında yer ayırmıştır. Gazetenin sosyal ve
kültürel konulara da bünyesinde yer vermesi Arıt
beldesi adına önemi daha da arttırmıştır. Arıt’ta
yaşanan sel felaketleri ve doğal afetler, yerel siyasi
haberler, gerçekleştirilen bayram etkinlikleri, tiyatro-sanat faaliyetleri ve sağlık dünyasında gelişmeler
gazetede haber olarak kendine yer bulmuştur.591
Kozcağız’ın Sesi gazetesi, 4 Temmuz 2003 tarihinden itibaren yayın hayatına başlayarak toplam 18
sayı neşredilmiş bir süreli yayındır.592 19. sayıdan itibaren Bartın’ın Sesi olarak yayımlanmaya başlamıştır.
“Bağımsız, Siyasi, Bölge Haber Gazetesi” alt başlığıyla
yayın faaliyetinde bulunan bu süreli yayın Bartın’ın
renkli ve mühim yerleşim birimlerinden biri olan
Kozcağız’la ilgili çok çeşitli konularda haber yapmıştır. Gazetenin imtiyaz sahibi İbrahim Balıkçı, yazı
işleri müdürü Turgay Kızılay’dır. Yazar kadrosunda
Turgay Kızılay, Sami Kılıç, Ümit Akdoğan, Hüseyin
Pehlivan, Serkan Çalışkan, Mustafa Keskin ve Hasan
Saraç yer almaktadır. Gazetede ele alınan en temel
konular Kozcağız beldesi ve köylerinin yaşadığı sıkıntılar, bu sıkıntıların çözümü noktasında siyasilerin faaliyetleri ve daha gelişmiş bir Kozcağız’ın nasıl
inşa edileceği hususlarıdır. Bu gazete, 19. sayıdan
itibaren Bartın’ın Sesi adıyla yayımlanmaya başlaBartın Arıt, S. 1, 01.05.2000; Bartın Arıt, S. 20, 01.08.2002.
Asma, a.g.e., s. 97-99.
592
Kozcağız’ın Sesi, S. 1, 04.07.2003.
590
591
302
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
mıştır. Bu yeni gazetenin de imtiyaz sahibi İbrahim
Balıkçı’dır. Yazı işleri müdürü Şafak Güngör’dür.
Yazar kadrosunda İbrahim Balıkçı, Nuray Öztürk
ve Güngör Yavuzaslan yer almaktadır. Bartın’ın Sesi
gazetesinde ağırlıklı olarak Kozcağız ve Bartın’ın
yanı sıra çevre il ve ilçelerde meydana gelen olayların değerlendirildiği görülmektedir.593 Sağlık, ticaret,
ekonomi, ulaşım, enerji, turizm, tarım ve hayvancılık
alanlarında594 özellikle Kozcağız beldesinde yaşanan
yeni gelişmeler gazetede haber olarak kendine yer
bulmuştur.595
Amasra gazetesi, “Haftalık Bağımsız Siyasi
Gazete” sloganıyla 31 Ekim 2008’de neşriyat hayatına başlamış bir yayın organıdır.596 Gazetenin sahibi ve yazı işleri müdürü Recep Atak’tır. Gazetenin
köşe yazarları arasında Recep Atak, Hasan Aydın,
Abdullah Uysal, Güngör Yavuzaslan, Sadi Baydar ve
Muzaffer Salih bulunmuştur. Toplam 24 sayı neşredilmiş olan bu gazetenin son sayısı 14 Nisan 2009 tarihini taşımaktadır.597 Gazetede, Amasra’da cereyan
eden siyasi gelişmeler, sosyal hadiseler, ticari faaliyetler ve sağlık alanında ortaya çıkan yeni gelişmeler
üzerine çeşitli haberler yapıldığı görülmüştür. Yine
ülke gündemini meşgul eden önemli gelişmeler de
gazetede haber olarak değerlendirilmiştir.598
Belediye’den Haberler Kozcağız gazetesi, 1
Haziran 2010 tarihinden itibaren Kozcağız Belediyesi
tarafından neşredilmeye başlanmış bir süreli yayınBartın’ın Sesi, S. 20, 18.01.2006, s. 1.
Bartın’ın Sesi, S. 44, 23.08.2006, s. 1.
595
Asma, a.g.e., s. 125-131.
596
Amasra, S. 1, 31.10.2008, s. 1.
597
Amasra, S. 24, 14.04.2009, s. 1.
598
Asma, a.g.e., s. 189-191.
593
594
303
Dr. Yenal Ünal
dır.599 Gazetenin yayımlanmasında Belediye Başkanı
Mustafa Karaman’ın aktif bir rol oynadığı görülmektedir. Yazı işleri müdürü Muhammet Özyapı’dır. Bu
yayın organında özellikle Kozcağız Belediyesi’nin
gerçekleştirmiş olduğu projelere ve etkinliklere yer
verilmektedir. Yine Kozcağız Beldesi’nde meydana
gelen önemli olaylar gazetede haber olarak kendine
yer bulmaktadır. Gazete bugün için yayınlarını sürdürmekle birlikte düzenli bir yayın politikasına sahip değildir.600
4. Parthenios Bartın’da Kültür Sanat Bülteni
İncelememizin bu kısmında Parthenios601 BarBelediyeden Haberler Kozcağız, S. 1, 01.06.2010, s. 1.
Asma, a.g.e., s. 221-223.
601
Parthenios kelimesinin Bartın kelimesinin arkaik şekli olduğu
kabul edilmektedir. Bugüne kadar bu kelimenin anlamı ve Bartın
kelimesi ile ilişkisi hakkında birçok görüş ileri sürülmüştür.
Kelimenin anlamıyla ilgili olarak araştırma eserleri ve bilimsel
çalışmalarda “Sular İlahesi Güzel Kız”, “Güzel ve Muhteşem Akan
Su”, “Sular İlahı”, “Bakire Genç Kız”, “Bakireler”, “Genç Kızlar için
Koro Türküleri”, “Irmak” gibi manalara yer verilmiştir. Parthenios
(Kimi kaynaklarda Parthenius olarak da yazılmaktadır.) kelimesi
zamanla Bartın kelimesine dönüşmüştür. Parthenios kelimesinin
tarihin ilk dönemlerinden günümüze olan süreçte yüklendiği anlamlar, geçirdiği evreler, hangi coğrafyalarda neyi ifadelendirdiği ve Bartın adıyla alakası hakkında doyurucu bilgiye ulaşmak
için bk. Arif Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, 9. bs. Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 2011, s. 91; Bartın Ticaret ve Sanayi
Odası’nın Yüzüncü Yılı (1906-2006), Bartın Ticaret ve Sanayi
Odası Yayınları, Bartın, 2006, s. 15; Bilge Umar, Türkiye’deki
Tarihsel Adlar, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 641; Bülent
Öztürk, Roma İmparatorluğu Çağı Küçükasyası’nda Dionysos Kültü,
Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2010, s. 40, 77, 139, 185,
186; Güngör Karauğuz, Ali Özcan, Eskiçağda Zonguldak Bölgesi
ve Çevresi (En Eski Devirlerden İ.S. 395’e Kadar), Çizgi Kitabevi
Yayınları, Konya, 2010, s. 50; Herodotos, Tarih, II 104; Homeros,
İlyada, II 854; Ksenophon, Anabasis, 5 VI 9; Murat Karatağ,
Klasik Arkeoloji Sözlüğü, Genesis Kitap, Ankara, 2011, s. 310; Lynn
E. Roller, Ana Tanrıça’nın İzinde Anadolu Kybele Kültü, çev. Betül
599
600
304
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
tın’da Kültür ve Sanat bülteni hakkında çeşitli değerlendirmelerde bulunulacaktır. Söz konusu bülten
toplam 7 sayı neşredilmiş olup yayımlandığı dönemde oldukça etkili bir yayın organı olarak ön plana çıkmıştır. 7. sayısından itibaren yayın faaliyetlerini durduran bu süreli yayın örneğinden hareketle
Bartın yerel basını hakkında çeşitli neticelere ulaşılmaya çalışılacaktır. Çünkü oldukça önemli bir yayın
olan bu bülten ile Bartın’da geçmiş yıllarda faaliyet
göstermiş ya da hâlâ göstermekte olan süreli yayınlar arasında oldukça önemli benzerlikler mevcuttur.
Dolayısıyla bu benzerlikleri ön planda tutarak Bartın
matbuatı hakkında olabildiğince genel ve sağlıklı
değerlendirmelerde bulunma imkânı bulunmaktadır. Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteni, Bartın
İl Kültür Müdürlüğü’nün aylık yayın organı olarak
Ekim 1999 tarihinden602 16 Nisan 2003 tarihine603 kaAvunç, Homer Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 165, 168, 208,
242, 317, 348, 356, 358, 359, 360, 366, 380, 394, 396; Oktay Ekinci,
“Parthenios’tan Bartın Irmağı’na”, Cumhuriyet, 29.05.2003; Özhan
Öztürk, Pontus (Antikçağ’dan Günümüze Karadeniz’in Etnik
ve Siyasi Tarihi), 2. bs. Genesis Kitap Yayınları, Ankara, 2012,
s. 262; Ramazan Arslan, Abdullah Takım, “Cumhuriyetin İlk
Yıllarında Bartın’ın Ekonomik Yapısı”, Karadeniz Araştırmaları,
Sayı 39, 2013, s. 138; Robert Graves, Yunan Mitleri, çev. Uğur
Akpur, 2. bs. Say Yayınları, İstanbul, 2010, s. 50, 51, 117, 118, 119,
120, 121, 122; Strabon, Geographika, 12 III 8-14 I 15; Şefik Can,
Klasik Yunan Mitolojisi, 11. bs. Ötüken Yayınları, İstanbul, 2012,
s. 491; Şemsettin Sami, Kamusu’l-Âlam, Cilt 2, Mihran Matbaası,
İstanbul, (M. 1890-1891), R. 1306, s. 1190-1191; Vedat Karadeniz,
“Mansap Limanlarına Bir Örnek: Bartın Limanı”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 3, Sayı 12, 2010, s. 294; Yasemin
Er, Klasik Arkeoloji Sözlüğü, 2. bs. Phoenix Yayınevi, Ankara, 2006,
s. 301; Yenal Ünal, “Bartın Adının Anlamı Üzerine Bir İnceleme”,
Tarih Okulu Dergisi, Sayı XIX, 2014, s. 647-661.
602
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 1, Ekim 1999, 4 s.
603
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, 40 s.
Bültenin ilk 6 sayısının kapak sayfasında kaçıncı sayısının yayımlandığı belirtilmekle birlikte 16 Nisan 2004 tarihli ve 40
sayfadan oluşan en geniş kapsamlı sayısında, bültenin kaçıncı
305
Dr. Yenal Ünal
dar toplam 7 sayı neşredilmiş bir süreli yayındır.604
Bültenin ilk 5 sayısı 4 sayfa, 6. sayı 12 sayfa ve 7. sayısı 40 sayfa olarak yayımlanmıştır. Bu bülten yayın
hayatı boyunca toplam 72 sayfa olarak basılmış olup
baskı ebadı 19,5x27,5 cm’dir. Bültenin ilk 6 sayısı
Ekim 1999-Mart 2000 tarihleri arasında neşredilmiştir. 7. sayı 3 yıl sonra 16 Nisan 2003 tarihinde yayımlanmıştır.605
Bültende ağırlıklı olarak tiyatro, tarih, röportaj, kültürel etkinlikler, sanat haberleri, belediyenin
faaliyetleri, müzik çalışmaları ve konser havadisleri,
sergi açılışlarından haberler, geleneksel mesleklerin
önemi, seminer etkinlileri, tarihi yapıların önemi ve
bugünkü durumları, kitap ve kütüphane haberleri,
kitap ve hediyelik eşya fuarları, sanat günleri ve festivaller, yerel el sanatları, Bartın yöresine özgü tel
kırma işi, tarihi önemi ve sanatsal değeri bulunan binaların restorasyonu, sanat şenlikleri, turneler, okuyucu mektupları, Bartın’ın önemli tarihi değerleri ve
sayısının yayımladığı konusunda herhangi bir bilgi yoktur. Bu
sayıdan sonra bültenin yayın faaliyetlerini sonlandırması nedeniyle biz bu son sayıyı 7. sayı olarak değerlendirmenin uygun
olacağını düşündük. Nitekim bültenin yayımlanmasında büyük
emekleri geçen ve yayın kurulunda görev alan Cengiz Keskiner
de bu konu hakkındaki görüşümüzü destekler nitelikte şu bilgileri vermiştir: “Bu yayının ilk 6 sayısı bülten kabul edilebilir. 7.
sayı renkli baskı ve dergi tanımına daha uygun nitelikte yayımlanmıştır. Bununla birlikte bu yayın organının toplam 7 sayı neşredildiği
kabul edilmelidir.” Bk. Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat Bülteni
Hakkında Sayın Cengiz Keskiner’le Yapılan Mülakat, Mülakat Tarihi:
26.11.2014.
604
ÇetinAsma, “Bartın Dergileri 8”, Bartın Halk, S. 628, 14.07.2008, s. 2.
605
Bartın bölgesinin tanınmış yerel araştırmacılarından Çetin
Asma, bültenin ilk altı sayısının 4 yaprak olarak son sayısı ise
renkli kapak içerisinde 40 sayfa olarak basılıp dağıtıldığını belirtmektedir. Ancak bültenin 6. sayısı 4 sayfa değil 12 sayfa olarak neşredilmiştir. Bk. Çetin Asma, “Bartın Dergileri 8”, Bartın
Halk, S. 628, 14.07.2008, s. 2.
306
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yapıları, ahşap gemi yapımcılığı ve son ustaların hayat hikâyeleri, Bartın halk kültürü, halk oyunları ve
türküleri, turizm projeleri, edebiyat ve şiir etkinlikleri, sanat eğitimi, Kültür Bakanlığı’nın Bartın’daki yatırımları, Bartın tarihi, Amasra tarihi ve bütün bu konular üzerine yapılmış her türlü duyuru haberi gibi
konular üzerinde durulmuştur.606 Bu genel konular
hakkında bültende kimi zaman sadece haberler yapıldığı gibi kimi zaman da 8 sayfayı bulan bilimsel
makalelere yer verildiği görülmüştür. Parthenios
Bartın’da Kültür ve Sanat bülteninde yer almış bilhassa tiyatro etkinlik haberleri Bartın tiyatro tarihi için
kıymetli bir vesika değerindedir. Bülten işlemiş olduğu konular itibariyle Bartın’da yayımlanan diğer
süreli yayınlarla oldukça büyük benzerlikler göstermektedir.607
Bültenin imtiyaz sahipliğini Bartın İl Kültür
Müdürlüğü adına dönemin İl Kültür Müdürü
Mehmet Altaş yapmıştır. Sorumlu yazı işleri müdürlüğünü bugün de aynı kurumda İl Kültür ve Turizm
Müdür Yardımcısı olarak görev yapmakta olan
Ayşegül Yaylı ifa etmiştir. Bültenin yayın kurulunda Mehmet Altaş, Ayşegül Yaylı ve Cengiz Keskiner
bulunmuştur.608 Bültenin grafik düzenleme görevini
Cengiz Keskiner, Şafak Anıl ve Hüseyin Boran, kapak illüstrasyon görevini Cengiz Keskiner, arka, iç
606
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat Bülteni Hakkında Sayın
Cengiz Keskiner’le Yapılan Mülakat, Mülakat Tarihi: 26.11.2014.
607
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 1, Ekim 1999, s. 1-4;
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 2, Kasım 1999, s. 1-4;
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 3, Aralık 1999, s. 1-4;
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 4, Ocak 2000, s. 1-4;
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 5, Şubat 2000, s. 1-4;
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 6, Mart 2000, s. 1-12;
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 1-40.
608
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat Bülteni Hakkında Sayın
Cengiz Keskiner’le Yapılan Mülakat, Mülakat Tarihi: 26.11.2014.
307
Dr. Yenal Ünal
ve dış kapak fotoğraflarını hazırlama görevini de
Aykut İnce ve Hüseyin Boran yürütmüştür.609 Bu
isimler dışında başta İl Kültür Müdürlüğü’nün diğer çalışanları olmak üzere Zafer Gecegörür, Levent
Çınçın, Sayın Ersöz ve Çetin Asma gibi kentte kültür
ve sanat konularıyla ciddi manada ilgilenen pek çok
araştırmacı bültenin yayımlanmasına katkı sağlamıştır. Finansmanı, İl Kültür Müdürlüğü bünyesinde
kurulan Kültür ve Sanat Vakfı’nın gelirleriyle sağlanmıştır. Bültenin son sayısının basımına Bartın Valiliği
İl Özel İdare Müdürlüğü de katkı sağlamıştır.610
Bültenin ilk sayısında İl Kültür Müdürü
Mehmet Altaş “Başlarken” isimli bir yazı kaleme
alarak bültenin yayımlanmasının amaçları hakkında okuyucuya doyurucu bir bilgi vermeye çalışmıştır.611 Söz konusu yazının küçük bir bölümünde
“Parthenios” adlı bir başlık açılarak Parthenios kelimesinin Bartın kelimesine nasıl dönüştüğü ve bu
kelimenin yüklendiği manalar hakkında okuyucuya
malumat verilmiştir. Diğer taraftan Altaş, yazısının
büyük bir bölümünde 7 Eylül 1991’de il statüsü kazanan Bartın’da o tarihten 1999 yılına kadar geçen 8
yıllık süreçte İl Kültür Müdürlüğünce gerçekleştirilen yatırımları, kültür ve sanat etkinliklerini maddeler halinde sıralamıştır. Altaş, Parthenios Bartın’da
Kültür ve Sanat bülteninin yayınlanmasıyla ilgili olarak yazısında şu ifadelere yer vermiştir: “Bartın’ın 7
Eylül 1991 tarihinde il olması ile yeni oluşan kamu kurumlarından biri olan müdürlüğümüz, ilimizde sekiz
yıllık bir hizmet dönemini geride bıraktı. Geride bıraktığımız hizmet döneminde; Bakanlığımızın ilde olması gereken kurumlarını oluşturduk. Müdürlüğümüz bünyeParthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 1.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat Bülteni Hakkında Sayın
Cengiz Keskiner’le Yapılan Mülakat, Mülakat Tarihi: 26.11.2014.
611
ÇetinAsma, “Bartın Dergileri 8”, Bartın Halk, S. 628, 14.07.2008, s. 2.
609
610
308
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
sinde önemsenecek boyutta kültür ve sanat etkinliklerini
gerçekleştirdik. Dışımızda gerçekleşen etkinliklere destek
verdik. Müdürlüğümüzün kuruluşundan bu güne yapmış
olduğu çalışmaların, Bakanlığımızın ilimizde sürdürülen
yatırımlarının bir dökümünü sunduk. Bir ihtiyaçtan doğan bültenimizi aylık olarak çıkarmayı bir görev bildik.
Etkinliklerimizi, Bakanlığımızın ilde sürdürülen yatırımlarını, Bakanlığımızca çıkarılan ve vatandaşlarımızı ilgilendiren yasa, yönetmelik ve önemli duyuruları bültenimizde bulmak mümkün olacaktır.”612 Görüldüğü üzere
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteni İl Kültür
Müdürlüğü’nün yapmış olduğu her türlü etkinliği
duyurmak, Kültür Bakanlığı’nın, Bartın’da gerçekleştirdiği yatırımlar hakkında bilgi vermek ve yine
aynı Bakanlığın vatandaşları mevzuat açısından ilgilendiren konularda çıkardığı yasa, yönetmelik ve
duyurular hususunda bilgilendirme amacıyla ortaya
çıkmıştır. Ancak ilerleyen sayılarla birlikte, bir bülten olarak çeşitli konularda duyuru yapmak maksadıyla neşredilmeye başlanan bu yayın organı, ortaya
çıkış amaçlarını aşarak daha bilimsel ve daha kültürel derinlikli çalışmalara imza atmıştır. Bültenin yine
ilk sayısında İl Kültür Müdür Yardımcısı Ayşegül
Yaylı tarafından “Tarihte Bartın” adlı bir yazı kaleme alınmıştır. Bu makalede Yaylı, tarihin en eski
dönemlerinden cumhuriyet dönemine kadar olan
süreçte Bartın’ın kısa bir tarihçesini yayımlamıştır.
Makalenin üst bölümünde “Bartın Çarşı Manzarası”
adlı 1910 yılı Bartın’ını gösteren bir fotoğrafa da
yer verilmiştir. Bültenin ilk sayısında okuyucuya
Bartın’ın genel bir tarihçesinin sunulması oldukça
yerinde bir çalışma olarak ön plana çıkmıştır.613
Bunların dışında bültenin ilk sayısında üç
önemli habere de yer verilmiştir. “Bartın Bölge
612
613
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 1, Ekim 1999, s. 1-2.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 1, Ekim 1999, s. 3.
309
Dr. Yenal Ünal
Tiyatrosu Perdelerini Açtı” başlıklı haberde İl Kültür
Müdürlüğü bünyesinde faaliyet gösteren tiyatro topluluğunun, Ekim ayından itibaren oyun sergileyeceği belirtilmiştir. “Belediye Kitap Fuarı” isimli haberde
Bartın Belediyesi 3. Kitap Fuarı’nın 15-21 Ekim 1999
tarihinde yapılacağı bildirilmiştir. “Kültür Evinde
Sanat Eğitimi Kursları Açılıyor” başlıklı haberde 9-15
yaş grubu çocuklar için yine İl Kültür Müdürlüğü’ne
bağlı olarak hizmetlerini sürdürmekte olan Bartın
Kültür Evi’nde sanat eğitimi kurslarının çeşitli dallarda 15 Ekim 1999 tarihinde başlayacağı haberi okuyucuyla paylaşılmıştır. Bültenin ilk sayısında yapılan son haber ise yine tiyatro konusuyla ilgili olup
“Kuvayı Milliye Oyunu Yeniden Sahneleniyor” başlığını
taşımaktadır. Bu haberde Cumhuriyetin ilanının 76.
yılı münasebetiyle Nazım Hikmet’in, “Kuvayı Milliye”
adlı oyununun ekim ayı içerisinde yeniden sahneleneceği vatandaşların bilgisine sunulmuştur.614
Bültenin 2. sayısı Kasım 1999 tarihinde yayımlanmıştır. Bu sayının kapak sayfasında “Bakış” adlı
bir başlığa yer verilmiş, bu başlık altında bültenin ilk
sayısının oldukça ilgi gördüğü belirtilmiş ve ilerleyen dönemlerde alanında mühim bir boşluğu dolduracağı bildirilmiştir. Yine aynı yazıda Ekim ayında
Bartın’da, İl Kültür Müdürlüğü bünyesinde gerçekleştirilen tiyatro faaliyetleri, Cumhuriyetin 76. Yılı
kutlama etkinlikleri, belediyenin geleneksel olarak
düzenlediği kitap fuarı, kentte gerçekleşen konser etkinlikleri, açılan sergilerden haberler ve halk müziği
korosunun çalışmaları hakkında birer paragraf hâlinde okuyucuya malumat verilmiştir. Yine kapak sayfasında dünyaca ünlü İspanyol gitarist Javier Garcia
Moreno’nun, 17 Ağustos 1999 tarihli Marmara depreminde hayatını kaybedenlerin anısına düzenlediği
gitar resitalinin büyük ilgi gördüğü belirtilerek aynı
614
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 1, Ekim 1999, s. 2-4.
310
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yazıda Moreno’nun kısa bir biyografisi okuyucuyla
paylaşılmıştır.615
Bültenin bu sayısında ön plana çıkan en önemli husus dönemin İl Kültür Şube Müdürü Cengiz
Keskiner’in, kaybolmaya yüz tutmuş tenekecilik
mesleğinin son ustalarından Necati Altıparmak’tan
derlediği bilgileri makale formatında okuyucu ile
buluşturmasıdır. Keskiner’in, “Bartın’da Geleneksel
Meslekler ve Ahilik Geleneği” başlığıyla kaleme aldığı
bu yazı, konuyla ilgilenen araştırmacılar için mühim
bir vesika niteliği taşımaktadır.616 Bunların dışında
bültenin ikinci sayısında kimisi duyuru niteliği taşıyan bazı haberlere de yer verilmiştir. Ağırlıklı olarak
açılan sergiler ve tiyatro etkinlikleri hakkında okuyucuyu bilgilendirmek maksadıyla ortaya çıkan bu
haberlerin başlıklarını şu şekilde sıralamak mümkündür: “Cengiz Keskiner 5. Kişisel Sergisini Safranbolu
Cumhuriyet Haftası Kültür Etkinlikleri Çerçevesinde
Açtı”, “Türk Süsleme Sanatları Sergisi”, “Tel Kırma
Kursumuz Açıldı”, “İl Kültür Müdürlüğü İnternette”,
“Sadık Aslankara Bartın Bölge Tiyatrosu Hakkında
Araştırmalar Yapmıştır”, “Bartın Bölge Tiyatrosu”,
“Bölge Tiyatromuz Ankara Festivalinde”, “Kitap Fuarı”
ve “Eser Sahiplerine Güvence Güvenlik Hologramı
Uygulaması Yaygınlaştı”617
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteninin 3. sayısı Aralık 1999 tarihinde neşredilmiştir.
2. sayıda olduğu gibi bu sayıda da kapak sayfasında “Bakış” başlıklı bir bölüme yer verilmiştir ki bu
kısım 1. ve 7. sayı hariç tüm sayılarda aynı alanda
yerini muhafaza etmiştir. Söz konusu başlık altında
Atatürk ve kültür devrimi konusunda bazı bilgiler
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 2, Kasım 1999, s. 1.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 2, Kasım 1999, s. 3.
617
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 2, Kasım 1999, s. 2-4.
615
616
311
Dr. Yenal Ünal
verilerek 2000’li yıllarla birlikte de Atatürk İlke ve
İnkılapları ışığında ve Atatürk’ün kültür konusunda
belirlediği hedefler doğrultusunda yürüneceği ifade
edilmiştir.618 Bültenin bu sayısında dikkati çeken bir
diğer husus yerel araştırmacı Çetin Asma tarafından kaleme alınan “Bartın Su Terazisi” başlıklı makaledir. Adı geçen makalede Asma, Bartın şehrinin
tarihi değer taşıyan yapılarından biri olan ve bugün
de ayakta duran Su Terazisi’nin tarihçesi hakkında
okuyucuya bilgi vermiştir. Makalenin altında Asma,
kendi hayat hikâyesinden de oldukça küçük bir kesiti okuyucuya sunmuştur.619 Bunların haricinde bültenin üçüncü sayısında ilk iki sayısında olduğu gibi
çoğu duyuru niteliği taşıyan birçok kısa habere de
yer verilmiştir. Ağırlıklı olarak açılan sergiler, düzenlenen toplantılar, kitap dünyasından haberler ve
tiyatro etkinlikleri hakkında vatandaşlara bilgi vermek amacıyla yapılan bu haberlerin başlıklarını şu
şekilde sıralayabiliriz: “İl Kültür Müdürleri Semineri
Yapıldı”, “Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında El
Sanatları Toplantısı”, “Resim-Fotoğraf ve El Sanatları
Sergisi”, “Drama Liderleri Semineri”, “Avrupa
Komisyonu Türkiye Temsilcisi Büyükelçi Karen Fogg’un
Teşekkür ve İyi Niyet Mektubu”, “Zengin Mutfağı Adlı
Oyun”, “Pırtlatan Bal Adlı Çocuk Oyunu Kültür Evinde
Sahnelendi”, “Hayvanat Bahçesi Ankara Uluslararası
Amatör Tiyatrolar Festivalinde Sahnelendi” ve “Dünya
Çocuk Kitapları Haftası Kutlandı”620
Bültenin 4. sayısı Ocak 2000 tarihini taşımaktadır. Diğer sayılardan farklı olarak bu sayının hacimce büyük bir kısmı el sanatları, hediyelik eşya
fuarları ve Bartın’da yazma-basma sanatının gelişimi
hususuna ayrılmıştır. Bu sayı renkli kuşe kâğıda baParthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 3, Aralık 1999, s. 1.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 3, Aralık 1999, s. 3.
620
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 3, Aralık 1999, s. 1-4.
618
619
312
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
sılmıştır.621 “Bakış” başlıklı bölümün tamamı el sanatları ve Bartın’da bu konuda geçmişten günümüze taşınan gelenek ile el sanatlarının gelişimi hususunda
İl Kültür Müdürlüğü’nün gerçekleştirdiği projelere
ayrılmıştır. Söz konusu yazıda el sanatları konusunda şu ifadelere yer verilmiştir: “Halk kültürümüzün en
can alıcı ve en zengin kaynağı el sanatlarımızdır. El sanatları, insanımızın elini, gözünü, gönlünü sevgiyle birleştirerek meydana getirdiği değerlerdir. Üretilen her şeyde
el emeği, göz nuru, alın teri vardır. O nedenle emek kutsaldır. El sanatları, insan emeğinin, becerisinin en değerli
ürünleridir. Yöremiz, el sanatları ile uğraşan sanatçıların
harmanı gibidir. Tel kırma işlemeciliği, ağaç oymacılığı,
müzik aletleri yapımı, hasır işlemeciliği, gemi maketçiliği ahşap tekne yapımcılığı bunun en önemli örneklerini
oluşturur. İl Kültür Müdürlüğü olarak kurulduğumuz
1992 tarihinden itibaren yöremiz el sanatlarının geliştirilmesi, sanatçıların teşvik edilmesi, üretilen ürünlerin
gün ışığına çıkartılıp değerlenmesi, tanıtılıp pazarlanması hususunda önemli çabalarımız olmuştur. İstanbul
Yıldız Sarayı El Sanatları Sergisi, Ankara Uluslararası El
Sanatları Fuarı, Ankara Kalkınma Bankası Sergilerimiz
bunun önemli adımlarıdır. Ayrıca müdürlüğümüz bünyesinde Bakanlığımız Eğitim Dairesi işbirliği ile açmış
olduğumuz tel kırma kursları ve Bartın maket evine olan
desteklerimiz de el sanatlarımızı besleyip yaygınlaştıracak
boyuta ulaşmak için işin eğitimine verdiğimiz önemin bir
boyutudur.”622
Bu sayıda yer alan en önemli makale çalışması
Sayın Ersöz tarafından kaleme alınmıştır. “Bartın’da
Yazma-Basma Sanatının Tarihsel Gelişimi” başlıklı bu
makalesinde Ersöz, yazma ve basma kavramlarının bilimsel manada açıklamasını yaptıktan sonra
621
Çetin Asma, “Bartın Dergileri 8”, Bartın Halk, S. 628, 14.07.2008,
s. 2.
622
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 4, Ocak 2000, s. 1.
313
Dr. Yenal Ünal
Bartın’da bu sanat dallarının gelişimi konusunda
önemli bilgiler vermiştir. Adı geçen yazıda yazmanın tanımı, yazma baskı sanatında kullanılan teknik
özellikler, kalem işi yazma, silkme usulü, kalıp-kalem yazma, kalıp yazma ve yazma baskı sanatında
kullanılan araç ve gereçler hakkında bilgi verilmiştir.
Yazının sonuna Ersöz’ün oldukça kısa bir biyografisi
de eklenmiştir.623
Bültende, “Bartın Belediyesi El Emeği Göz Nuru
El Sanatları ve Hediyelik Eşya Fuarı” başlıklı haberde
Bartın Belediyesi tarafından 24-27 Aralık 1999 tarihinde düzenlenen “El Emeği Göz Nuru El Sanatları ve
Hediyelik Eşya Fuarı”na, İl Kültür Müdürlüğü bünyesinde açılan el sanatları kursu ürünlerinden bir seçkiyle iştirak edildiği, hazırlanan bir stantta bu ürünlerin sergilendiği bildirilerek tel kırma ve gemi maketlerinden oluşan bu standın oldukça rağbet gördüğü haberi okuyucuyla paylaşılmıştır.624 Bunların
dışında bültenin dördüncü sayısında da duyuru niteliği taşıyan birkaç habere yer verilmiştir. Bu sayıda
yer alan haber başlıklarını şu şekilde sıralayabiliriz:
“Ankara’da Bartın-Amasra Esintileri Sergisi”, “Nikâh
Kâğıdı Safranbolu’da” ve “Kısa Kısa”.625
Bültenin 5. sayısı Şubat 2000 tarihini taşımaktadır. Bu sayının bütün sayfaları tek bir konu üzerinde yoğunlaşmıştır. Tarihî değeri olan eski Bartın
evlerinin yavaş yavaş tarihten silinmesinin önüne
geçebilmek maksadıyla 2000’li yıllarla birlikte uygulamaya konulan eski Bartın evlerinin restorasyonu
projesi ve bu kapsamda Bartın Belediyesi ile Kültür
Bakanlığı’nın vatandaşlara çeşitli konularda sağladığı destekler bültenin, bu sayıda üzerinde ısrarla
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 4, Ocak 2000, s. 2-3.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 4, Ocak 2000, s. 1.
625
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 4, Ocak 2000, s. 4.
623
624
314
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
durduğu konulardır. Bültenin bu sayısı da 4. sayıda
olduğu gibi renkli kuşe kâğıda basılmıştır.626 Kapak
sayfasında yer alan “Bakış” isimli başlık altında geçmişten günümüze uzanan süreçte eski Bartın evlerinin, bir diğer tabirle eski ahşap Bartın evlerinin
önemi vurgulanmıştır. Adı geçen yazıda eski ahşap
evlerin Bartın’ın en önemli kültür varlıklarının başında geldiği bildirilerek bu evlerin ayakta kalmasının sağlanarak gelecek nesillere bir önemli miras
olarak aktarılması gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda Bartın Belediyesi’nin gerçekleştirdiği projeler,
Kültür Bakanlığı’nın vatandaşlara sağladığı katkılar,
krediler ve Bartın ahşap evlerinin restorasyonu konusunda şu bilgilere yer verilmiştir: “İlimizde kültür
varlıklarını koruma bilinci gelişiyor. Bartın Belediyesi
yeni bir uygulama başlattı. Kültür mirasımız olan tarihî
ahşap evlerin, örneklerini Devlet Hastanesi’nin bahçesinde bulunan trafo ve duvarlarına, giydirme tabir edilen bir
yöntemle uyguladı. Daha önce çöp bidonlarının bulunduğu köşe çirkin bir görüntüye sahip trafonun yerinde
tarihsel kültür dokumuz olan evlerimizin maketlerinden
güzel bir köşe oluştu. Makine Mühendisleri Odası Bartın
Temsilciliği, Asma Mahallesi’nde eski bir Rum evi olan
Nazilliler ailesine ait evi satın alarak restore etmektedir.
Kültür Bakanlığı bu restorasyon için sekiz milyar kredi desteği vermiştir.”627 Yazının tamamı şehrin çeşitli
noktalarında gerçekleştirilen bu gibi restorasyon faaliyetlerinden örneklere ayrılmıştır.
Bu sayıda yer alan en önemli makale çalışması İl Kültür Müdür Yardımcısı Ayşegül Yaylı ve İl
Kültür Şube Müdürü Cengiz Keskiner tarafından
hazırlanan “Bartın Evleri” başlıklı çalışmadır. Adı geçen yazıda bol görsel malzeme kullanılmak suretiy626
Çetin Asma, “Bartın Dergileri 8”, Bartın Halk, S. 628, 14.07.2008,
s. 2.
627
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 5, Şubat 2000, s. 1.
315
Dr. Yenal Ünal
le tipik Bartın evlerini oluşturan en temel öğelerden
pencereler, kapılar, yük dolapları, hamam dolapları,
hergil dolapları, ocaklar, tavanlar, strüktürler, çatılar ve yapı malzemeleri hususunda okuyucuya aydınlatıcı malumat verilmiştir. Makalenin ilerleyen
sayfalarında Bartın’ın eski evlerinin genel bir durumu ortaya koyularak bu mühim kültürel mirasın
korunması için alınacak tedbirler tartışılmıştır.628 Bu
sayının ilk sayfasında yine ana konuyla ilişkili olarak “Bartın’da Koruma Bilinci Gelişiyor” başlığı altında
Kültür Bakanlığı’nın, evini restore etmek isteyen vatandaşlara sağladığı karşılıklı ve karşılıksız krediler
hakkında aydınlatıcı bilgiler verilmiştir.629
Bültenin 6. sayısı Mart 2000 tarihini taşımaktadır. Bültenin bu sayısı da 5. sayıda olduğu gibi tek
bir konu üzerine yoğunlaşmıştır. Geçmişten 2000’li
yıllara kadar olan dönemde Bartın’da tiyatro geleneğinin serüveni, Bartın bölge tiyatrosunun etkinlikleri,
tiyatro alanında kentte yapılması planlanan yeni çalışmalar ve şehrin mülki amirlerinin tiyatro konusundaki açıklamaları bu sayıda üzerinde durulan konulardır. Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteninin
6. sayısının “Bakış” başlıklı bölümü de doğal olarak
tiyatro konusu üzerine bir tartışma bahsi olarak hazırlanmıştır. Bartın’da tiyatro geleneği hakkında bazı
değerlendirmeleri de ihtiva eden makalede şu bilgilere yer verilmiştir: “Kültürel gelişmeyi sağlayan gizli
güçlerden birisi de tiyatrodur. Öyle ki sanatsal iletişimi
en etkin biçimde topluma aktaran bir araç durumundadır.
Tiyatro uyarı görevi yaptığı kadar, toplumu ortak komplekslerden arındırır. Onlara gerçek düşünce erkini sağlar.
Özetle yaşamın iz düşümüdür tiyatro! Amatör tiyatrocu
yaşam birikimini ve deneyimini ortaya koyarken, topluluğu oluşturan tüm elemanların gerçeğini, içinde yaşadığı
628
629
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 5, Şubat 2000, s. 2-4.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 5, Şubat 2000, s. 1.
316
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
toplumun, seyircinin gerçeğini de en dolaysız bir biçimde
ortaya koyma olanağı bulabilir. İşte bu gerçekten hareket
ederek Bartın Bölge Tiyatrosu’nu oluşturma aşamasında,
bölgemiz tiyatro geçmişini inceledik. Bölgemizde tiyatro
geleneğinin Cumhuriyet öncesi yıllara kadar uzandığına
dair bilgiler elde ettik. 27 Ocak 1921 tarihinde Bartın’da
Hilal-i Ahmer tarafından Millî Mücadele yararına organize edilen bağış kampanyalarına katkı sağlamak için Bartın
Kaymakamı Hüsnü Beyefendi ve Zonguldak Müfreze
komutanı Cevat Rıfat’ın girişimleriyle Bartın Hastanesi
salonunda Hilal-i Ahmer’in vazifelerini gösteren iki perdelik temsil sahnelenir. 1920 yılında da Safranbolu’da
Müdaafa-i Hukuk Cemiyeti yararına ortaokul öğrencileri tarafından bir temsil verilmiştir. Çağımızda sanatın
her dalında uğraş veren sanatçılar, dönemin düşünsel ve
toplumsal gelişmelerine koşut olarak biçimlenir. Sanatın
evrensel boyutu da bu değil midir? İşte bunun en somut
örneği de bölgemizde Millî Mücadele dönemi tiyatro uğraşlarında görüyoruz. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında
liseli gençlerin, daha sonraki yıllarda halkevlerinin bünyesinde tiyatro faaliyetlerinin gerçekleştirildiğini görüyoruz. Gezginci tiyatroların turne temsillerini de aynı
yıllarda verdiği görülür. Ünlü tiyatro sanatçısı Nihat
Serezli’nin de 1930’lu yıllarda ilk kez Bartın’da sahneye
çıktığı söylenir. 1991 yılında Bartın’ın il olması ile Kültür
Müdürlüğü’nün kuruluşu gerçekleşti. Bölgemiz kültür
dokusunu araştırırken Cumhuriyet öncesi yıllardan başlayarak günümüze değin yoğunlaşarak gelen tiyatro olgusu karşımıza çıkmıştır. Böylesi yoğunlaşarak gelen tiyatro
geleneğini devamlı kılmak, kurumsallaştırmak amacıyla
Bartın Bölge Tiyatrosu’nu, Kültür Müdürlüğü çatısı altında oluşturduk. Bartın Bölge Tiyatrosu 8. yılında 13
oyun sahnelemiştir. 4 tiyatro şenliği gerçekleştirmiştir.
Yurt içinde düzenlenen tiyatro şenlikleri ve uluslararası
Ankara festivalinde Bartın’ı temsil etmiştir. Çevre il ve
ilçelere düzenli turneler düzenlenmiştir. 7-15 yaş çocuklar için yaratıcı drama-özgün eğitim tiyatro kurslarımız
317
Dr. Yenal Ünal
4 yıldır devam etmektedir. Ortalama 70 civarında öğrencimiz bu kurslarımızda tiyatro eğitimi görmektedir.
Amacımız tiyatro sanatının düşünselliğini, eğlendiriciliğini, insan sıcaklığını, onları kent kültürü içine alabilecek seviyeye ulaştırmak olacaktır.”630 Bu uzun makale
çalışması dışında bu sayıda yer alan bir diğer makale
de “Bartın’da Drama” adını taşımaktadır. Söz konusu
yazı Bartın tiyatro tarihinde oldukça mühim bir sima
olarak ön plana çıkan Zafer Gecegörür tarafından
kaleme alınmıştır. Yazıda drama sanatının Bartın
şehrindeki durumu, gerçekleştirilen eğitim faaliyetleri ve geleceği üzerine tartışılmıştır.631
Bunların haricinde bültende bazı başka haberlere de yer verilmiştir. “Bartın Bölge Tiyatrosu
Sekizinci Yılında” haberi altında 1992 yılında kurulan
bölge tiyatrosu hakkında okuyucu bilgilendirilmiştir.632 “Dünden Bugüne Oyunlarımız” başlıklı haberde
Bartın Bölge Tiyatrosu tarafından 1992 yılından 2000
yılına kadar sahnelenen 13 tiyatro oyunu hakkında
görsel destekli kısa bilgiler verilmiştir.633 Ayrıca yönetmen Zafer Gecegörür’ün bazı oyunlar üzerine
kaleme aldığı makale biçimindeki kısa değerlendirmeleri ve sahnelenen oyunlar hakkında seyircilerin,
izleyici defterine yazdıkları yorumlardan oluşan
bir seçki bültenin son sayfalarında yer almıştır.634
Ülkü Ayvaz, tarafından kaleme alınan “Bartın Sanat
Şenliği” başlıklı yazıda kentte gerçekleştirilen sanat etkinlikleri hakkında kısa bir değerlendirme yapılmış,
yerel ve ulusal gazetelerde bu faaliyetlere dair çıkan
haberlerden bir seçki okuyucuyla paylaşılmıştır.635
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 6, Mart 2000, s. 1.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 6, Mart 2000, s. 2.
632
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 6, Mart 2000, s. 1.
633
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 6, Mart 2000, s. 4-6.
634
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 6, Mart 2000, s. 7-12.
635
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 6, Mart 2000, s. 9.
630
631
318
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteninin 7.
ve son sayısı tam anlamıyla bir dergi biçiminde neşredilmiştir. Bültenin kapağında o dönemin Kültür
Müdürlüğü Şube Müdürü ressam Cengiz Keskiner’in
Bartın ve Amasra’yı tanıtan suluboya resmi yer almıştır. Kapağın arkasında Metin Turan’ın “Diyar-ı
Amasra” adlı şiiri Amasra’ya ait bir fotoğrafın üzerinde okuyucu ile paylaşılmıştır. Toplam 40 sayfadan oluşan bu en geniş kapsamlı sayıda ayrıntılı bir
künye sayfasına ve aynı sayfada dönemin Kültür
Bakanı Erkan Mumcu’nun fotoğrafıyla birlikte kısa
bir özgeçmişine yer verilmiştir.636 Bu sayıda dönemin
Valisi Ali Güngör, “Ön Söz” başlıklı bir yazı kaleme
alarak Kültür Müdürlüğü’nün yapmış olduğu bu
yayının önemi üzerinde durmuştur. Benzer şekilde
dönemin İl Kültür Müdürü Mehmet Altaş “Bakış”
başlıklı yazısında kısa bir Bartın tarihçesi verdikten sonra Kültür Müdürlüğü’nün yaptığı çalışmalar
hakkında okuyucuya bilgi aktarmıştır.637 “Mitolojiden
Gezginlere” başlıklı yazıda tarihin en eski devirlerinden 2000’li yıllara kadar olan dönemde Bartın’a uğramış ya da bir vesile ile Bartın hakkında değerlendirme yapmış tarihçiler, bilginler ve gezginlerin verdiği
bilgilerden birer alıntı okuyucuya aktarılmıştır.638
Bu sayının en önemli makalesi tarihçi-yazar Necdet Sakaoğlu tarafından kaleme alınmıştır.
“Tarihte Bartın ve Amasra” başlıklı bu makale çalışması Bartın tarihini merak eden okuyucular ve araştırmacılar için birinci el kaynak hüviyeti taşımaktadır.
Uzun yıllar Amasra ve Bartın coğrafyasında bulunan
Sakaoğlu, bu yöreyle ilgili birçok kıymetli çalışmaya
imza atmıştır. Bartın tarihi hakkında oldukça mühim
tetkikler yapan Sakaoğlu, yöre tarihi hakkında pek
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 1.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 2.
638
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 3.
636
637
319
Dr. Yenal Ünal
çok meselenin açığa kavuşturulmasını sağlayarak
da bu coğrafyaya hizmet etmiştir. Bahis konusu olan
makalesinde tarihin en eski devirlerinden 20. yüzyıla uzanan süreçte bölgenin tarihçesini çıkarmıştır.
Yazar, Bartın ve Amasra’nın siyasi tarihi, sosyal, iktisadi ve kültürel özellikleri hakkında görsel unsurlarla desteklenmiş bilgileri okuyucuya sunmuştur.639
İrem Baskın, “Tarihte Bir Mekân” başlıklı makalesinde Bartın’ın kültürel anatomisini birebir yansıtan, şehrin en önemli ve en eski yapılarından biri
olan Orta Mektep binasının tarihçesini birçok kaynaktan istifade etmek suretiyle gün yüzüne çıkarmaya çalışmıştır. Baskın, konunun daha sağlıklı anlaşılabilmesi amacıyla makalesinde 6 adet fotoğrafa da
yer vermiştir.640
Bu sayıda yer alan bir diğer yazı da söyleşi tarzında hazırlanmıştır. İl Kültür Müdürlüğü
Şube Müdürü Cengiz Keskiner, Bartın yöresinin
son önemli çatı ve merdiven ustalarından Yaşar
Yoğurtçu’yla namı diğer Ordu Yerli Yaşar Usta ile
bir söyleşi gerçekleştirmiştir. Söyleşi de geçmişten
2000’li yıllara kadar uzanan süreçte ahşap ustalığının Bartın’da gelişimi, yetişmiş ve maziye karışmış
önemli ahşap ustaları ile ahşap sanatına ilişkin bazı
teknikler üzerinde durulmuştur.641
Bültenin 7. sayısında okuyuculara, Bartın yöresinin en meşhur türkülerinden biri olan “Elma Aldım
Bartın’dan” türküsünün sözleri, hikâyesi, notası ve
kaynak kişisi Selahattin Çilsüleymanoğlu, “Bartın
Halk Kültürü” ve “Bartın Halk Türküleri” başlığı altında tanıtılmıştır.642
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 4-11.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 12-15.
641
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 16-17.
642
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 18-19.
639
640
320
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
“8 Nisan Bartın Gazi Günü” başlıklı haberde, 8
Nisan 1932 tarihinden itibaren kutlanmaya başlanan
ve uzun yıllar devam ettirilen bir gelenek hakkında
okuyucuya bilgi verilmiştir. 7 Nisan 1931 tarihinde
Bartın’a gelerek bir konuşma yapan Cevat Abbas
Bey’in yarattığı etkinin tesiriyle Bartınlılar bir sonraki yılın 8 Nisan’ını Gazi günü ilan etmek istediklerini Gazi Mustafa Kemal’e bildirmişlerdir. Gazi’den
olumlu yanıt alındıktan sonra 2000’li yıllara kadar
Bartın’da, her yılın 8 Nisan’ı “Gazi Günü” olarak kutlanmıştır. Bununla birlikte son yıllarda bu gelenek
etkisini yitirme eğilimindedir.643
Yrd. Doç. Dr. Ayhan Gökdeniz’in “Batı Karadeniz Bölgesi’nde Alternatif Turizm Çeşitleri” başlıklı yazısı bültenin bu sayısında yer alan bir diğer makale
çalışmasıdır. Batı Karadeniz bölgesinde mevcut turizm olanaklarının dışında, üzerinde çalışılması ve
araştırılması gereken başka turizm sahaları hakkında
çok çeşitli bilgileri ihtiva eden bu çalışma, dipnotlu
bir akademik araştırma görünümündedir. Makalede
üzerinde durulan hususları genel itibariyle şu şekilde sıralayabiliriz: Yeşil turizmin tanımı ve özellikleri,
yeşil turizmin Batı Karadeniz Bölgesi’ndeki potansiyeli, sahil turizminin Batı Karadeniz Bölgesi’ndeki
potansiyeli, alternatif turizm çeşitlerini Bartın ölçeğinde geliştirmek için stratejiler ve öneriler. Bu alt
başlıklar altında Gökdeniz, bilimsel yöntem ışığında
ve metinde 8 adet fotoğraf kullanarak turizm konusuna yeni bir bakış açısı kazandırmaya çalışmıştır.644
“Bartın’da Düzenlenen Sanat Günleri ve
Festivaller” başlıklı haberde, ilde gerçekleştirilen geniş kapsamlı festival etkinlikleri hakkında vatandaşlara malumat verilmiştir. Buna göre il genelinde şu
643
644
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 20.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 21-26.
321
Dr. Yenal Ünal
festival etkinlikleri yapılmaktadır: Çilek Festivali,
Ulus Doğa Festivali, Abdipaşa Festivali, Kurucaşile
Ahşap Tekne ve Yat Festivali, Bartın Geleneksel
Tiyatro Festivali ve Belgesel Film Günleri. Aynı başlık altında ayrıca “Bartın’da Kültür Varlıklarını Koruma
Bilinci Gelişiyor” alt başlığıyla kentte resmî kurumların, sivil toplum kuruluşlarının ve konuya duyarlı
vatandaşların gerçekleştirdiği eski Bartın evlerinin
restorasyonu projesi anlatılmıştır.645
Gemi inşa mühendisi Hüseyin Çoban tarafından kaleme alınan “Bir Geleneksel Meslek ve Bir Umut
Batı Karadeniz Ahşap Tekne Yapımcılığı” adlı makale,
yine bültenin bu sayısında yer alan irdeleyici ve aydınlatıcı bir çalışmadır. Batı Karadeniz havzasının en
önemli geçim vasıtalarından biri olan ahşap gemi yapımcılığının oldukça eski bir mazisi vardır. Gemicilik
sektöründe kullanılabilecek oldukça elverişli bir orman yapısını bağrında barındırması, denize oldukça
yakın bir mevkide konuşlanmış bulunması ve içinden akan ırmağın da taşımacılık hususunda elverişli
bir yapıya sahip olması Bartın’da ahşap gemi yapımcılığını olağanüstü ölçülerde geliştirmiştir. Tarihin
eski devirlerinden bu yana bölgeye yerleşen bütün
uygarlıklar Bartın’ın bu özelliğini emekle ve güçle
birleştirerek geçim kaynağına dönüştürmüşlerdir.
Çoban, makalesinde işte bu hususları derinlemesine
irdeleyerek meraklı okuyuculara bölgeye özgü ahşap
gemi yapımcılığı konusunu tanıtmaya çalışmıştır.646
“Bir Eğlence Anlayışı Ötesinde Köçek Oyunları
Geleneği” başlıklı makale çalışması Araştırmacı
Hasan Bayri Öngel’in çalışmalarından yararlanılarak hazırlanmış bir derleme niteliği taşımaktadır.
Anadolu’nun birbirinden farklı birçok muhitinde
645
646
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 27.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 28-29.
322
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
olduğu gibi Bartın ilinde de köçeklik geleneği varlığını bugün de sürdürmektedir. Türk folklorunun
en önemli parçalarından biri olan köçeklik geleneği hakkında hazırlanan bu derleme bilgilerle, Orta
Asya’dan, Anadolu’ya kadar olan geniş Türk dünyası coğrafyasında bu geleneğin orta çıkışı, gelişimi ve
bugünkü durumu hakkında bilgi verilmiştir. Makale,
“Köçeklik nedir? Nasıl yapılır? Ne gibi özelliklere sahiptir? Türk folkloru için neyi ifade etmektedir?” sorularına
cevap arayan okuyucular için hazırlanmış bir metin
görünümündedir.647
Bültenin önceki sayılarında olduğu gibi bu
sayısında birçok habere ve duyuruya yer verildiği gözlemlenmektedir. Bültenin 7. ve son sayısında
vatandaşları bilgilendirmek gayesiyle vücuda getirilen haberleri şu şekilde sıralayabiliriz: “Neden Sanat
Eğitimi”, “Özgün Eğitimin Tiyatro ve Drama Atölyeleri”,
“Klasik Türk Müziği Araştırma ve Geliştirme Topluluğu”,
“Bartın Bölge Tiyatrosu”, “Şiir ve Şair-Kamil Yüksel Şiir
Akşamı”, “9. Bartın Tiyatro Festivali Onur Ödülü Müşfik
Kenter’e Verildi” ve “Kültür Bakanlığı’nın İlimizdeki
Yatırımları.”648
Bültenin son sayfasında “Bartın Tel Kırma İşi”
başlığı altında Bartın iline özgü tel kırma sanatı hakkında çeşitli değerlendirmeler yapılmıştır. Bu kısımda tel kırma sanatı anlatıldıktan sonra İl Kültür
Müdürlüğü bünyesinde faaliyet gösteren Geleneksel
El Sanatları İşletme Merkezi’nin katıldığı ulusal ve
uluslararası fuarlarda, bu sanatın tanıtımı için yaptığı çalışmalar hakkında okuyucuya bilgi verilmiştir.649
Bültenin bu son sayısı özel bir sayı niteliği taşımaktadır ki 2003 yılı Mayıs ayında gerçekleştirilen Tarihi
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 30-34.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 34-40.
649
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, S. 7, 16.04.2003, s. 40.
647
648
323
Dr. Yenal Ünal
Kentler Birliği Toplantısı’na gelen katılımcılara ve
mülki amirlere dağıtılmıştır.650
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat, Ekim
1999’dan Mart 2000 tarihine kadar aralıksız 6 sayı
ve bu 6 sayıya ilave olarak 16 Nisan 2003 tarihinde
yayımlanan 7. sayı ile birlikte toplam 7 sayı olarak
neşredilmiş bir süreli yayındır. 7 sayılık bir yayın
hayatına sahip olmakla birlikte Bartın’ın tarihi, kültürel, edebî, sanatsal, ekonomik, çevresel özelliklerini en iyi yansıtan yayınlardan biri olma özelliğini
bugün de korumaya devam etmektedir. İhtiva ettiği
bilgiler bakımından belgesel bir nitelik taşımaktadır.
Karakteristik özellikler bakımından Bartın yöresinde
geçmişten günümüze neşredilen ve neşredilmekte
olan yayınların bir numunesi hüviyetini taşımaktadır. Özelde yöre, genelde ülke kültürüne büyük
katkılar sağlamak amacıyla sınırlı ekonomik koşullar temelinde piyasaya çıkmak, kısa sürede oldukça
önemli başarılar kazanmak, kitleler tarafından büyük bir beğeni ile karşılanmak, herkesin aradığı bir
yayın organına dönüşmek ancak uzun vadeli yayın
yapamamak özellikle ekonomik nedenlerle yayınlarının durdurmak. Bartın’da faaliyet göstermiş ya da
göstermekte olan diğer pek çok yayın organının karşılaştığı bu durumlarla, Parthenios Bartın’da Kültür ve
Sanat bülteni de yüz yüze gelmiştir.651
İl Kültür Müdürlüğü tarafından gerçekleştiriÇetinAsma, “Bartın Dergileri 8”, Bartın Halk, S. 628, 14.07.2008, s. 2.
Bültenin yayımlanmasında çok önemli görevler üstlenen
Cengiz Keskiner, bu yayın organının Bartın toplumu üzerinde
yarattığı etkiler hakkında şu bilgileri vermiştir: “Bir yayın organının kabul görmesi hayli zaman alan bir durumdur. Bültenimizi ilgili
olabilecek insanlara ulaştırmaya çalışıyorduk, konuların belirlenmesinde halktan öneriler alıyorduk. Çok sayıda basımını yapabilseydik geniş
kitlelere ulaştırabilirdik ve ilgi çok daha fazla olabilirdi”. Bk. Parthenios
Bartın’da Kültür ve Sanat Bülteni Hakkında Sayın Cengiz Keskiner’le
Yapılan Mülakat, Mülakat Tarihi: 26.11.2014.
650
651
324
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
len ya da organize edilen her türlü etkinliği kitlelere
iletmek, özellikle Kültür Bakanlığı’nın yörede yaptığı
yatırım faaliyetlerini vatandaşlara duyurmak, Bartın
tarihi ve kültüründe yer alan değerleri ortaya çıkarmak, irdelemek, insanlara tanıtmak, belgelemek,
anlatmak, eğitim, bilim, sanat ve tiyatro faaliyetleri hakkında yapılan her türlü çalışmayı duyurmak
gibi çok çeşitli amaçlarla ortaya çıkan bu yayın organının, gayelerini büyük ölçüde gerçekleştirdiğini
belirtebiliriz. Bununla birlikte sadece Bartın matbuat âleminin değil; bütün ulusal basın dünyasının en
büyük sorunlarından olan istikrarsızlık, uzun vadeli
bir yayın politikasına sahip olamama ve ekonomik
zorluklar nedeniyle yayınlarını durdurma Parthenios
Bartın’da Kültür ve Sanat bülteninin de kaderi hâline gelmiştir. Bunlara ilave olarak bültenin baskı ve
dağıtım masraflarının karşılandığı Kültür ve Sanat
Derneği’nin, dernekler yasasından652 sonra kapanması, Kültür Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı’nın tek
çatı altında birleşmesi sürecindeki yeni yapılanmalar, atamalar, görevden almalar, yayın kurulu üyelerinin değişmesi, farklı bakış açılarının ve görüşlerin
ortaya çıkması Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat
bülteninin devamını imkânsız hâle getirmiştir.653
652
Dernekler Kanunu’nun 3. maddesinde şu ibare yer almaktadır: “Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir. Ancak, Türk Silahlı Kuvvetleri
ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının
memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen
kısıtlamalar saklıdır.” Bk. Resmî Gazete, “5253 Kanun Numaralı
Dernekler Kanunu”, S. 25649, 23.11.2004.
653
Keskiner, bültende ilerleyen dönemlerde halk kültürünün yaşayan temsilcileri ile çok daha geniş söyleşiler ve belgelemeler
gerçekleştirmek istediğini, buna ilave olarak kurumsal misyon
ve vizyonlarını topluma daha fazla tanıtmak amacında olduğunu belirterek bültenin kapanması nedeniyle bu amaçların, gerçekleşemediğini beyan etmiştir. Bk. Parthenios Bartın’da Kültür ve
Sanat Bülteni Hakkında Sayın Cengiz Keskiner’le Yapılan Mülakat,
325
Dr. Yenal Ünal
Sonuç ve Değerlendirme
Bartın yöresi sahip olduğu doğal birikimlerin
yanı sıra kültürel anlamda da oldukça zengin bir yapıya sahiptir. Nüfus temelli olarak bakıldığında ülkenin en küçük illerinden biri olmasına rağmen okuma
oranı bakımından ülkenin en önde gelen illerinden
biri konumundadır. Tarihin eski devirlerinden itibaren pek çok kültüre ev sahipliği yapan bölge, bu kültürlerin tamamından olabildiğince faydalanmıştır.
Bartın, aynı zamanda kültürel anlamda halk kültürünün tüm öğelerini içinde yaşatan, Tanzimat sonrası yenileşme ve batılılaşma hareketlerinin Anadolu’
da ilk görüldüğü kıyı kentlerinden biridir. Bu yenilikçi yapısının oluşumunda büyük oranda gemi ticaretinin gelişmişliği ve üretim kültürünün etkisi vardır. Bölgede kültürel yaşam Cumhuriyet dönemi ile
öncesinde hep canlı ve dinamik olmuştur.
Yine nüfus temelinde kişi başına düşen süreli
yayınlara baktığımızda kentte yayımlanan süreli yayın sayısının, pek çok diğer yöreyle kıyaslandığında
sayıca fazla olduğu görülmektedir. Cumhuriyetin
ilk yıllarından itibaren gazete yayımı gerçekleştirilen
kentte ilerleyen yıllarda yayımlanan gazete sayısında ciddi artışlar yaşanmıştır. Oldukça zor koşullar
altında yayımlanan bu gazetelerin sayılarının ciddi
oranda artışında halktan gelen talebin oldukça etkili
olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Yöre insanı okumaya, araştırmaya ve yazmaya oldukça meraklı bir
yapıya sahiptir. Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze yaklaşık 50’den fazla gazetenin yayımının gerçekleştirilmesi toplumda bu alanda ciddi bir talebin
olduğunun göstergesidir. Basının, bütün dünyada
çok büyük bir ağırlığı vardır. Özellikle kitle iletişim
araçlarının azami ölçüde geliştiği günümüzde ulusMülakat Tarihi: 26.11.2014.
326
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
lararası ve ulusal alanda etkileşim son derece hız kazanmıştır. Yazılı ve görsel basın, kitlelerin hayatında
en etkili güç hâline gelmiştir. Benzer şekilde insanların kendilerini ifade etmeleri, sahip oldukları bilgi ve
becerileri başka insanlara aktarmaları, başkalarından
yeni şeyler öğrenmeleri, insanları belirli bir amaç etrafında toplamaları, kitleleri istedikleri gibi yönlendirmeleri en kolay ve en hızlı bir biçimde basın yoluyla gerçekleşmektedir. Aynı şekilde yerel temelde
de toplumu bilgilendirme ve etkilemede ana unsur
basındır. Matbuatı, doğru bir biçimde çalışmayan
bir ülke bir şehir ya da bir belde bilgisiz, dertsiz, dilsiz ve sağırdır. Sağlığı yerinde olmayan, görmeyen,
duymayan, konuşamayan ve bilgisine yeni bilgiler
katamayan bir insan nasıl sıkıntılarını, dertlerini ve
ihtiyaçlarını anlatmakta zorlanırsa matbuatı sağlıklı bir şekilde işlemeyen bir ülke, bir şehir ya da bir
belde kendini ifade etmede, istek ve arzularını belirtmede bir hayli güçlük yaşar. Dolayısıyla basının toplumsal hayatın ciddi bir parçası olduğunu belirtmek
gerekmektedir.
Basının bu büyük gücünü çok eski yıllarda
fark eden Bartınlı aydınlar, gazete yayıncılığına çok
büyük bir önem vererek bu alanda çeşitli yatırımları
hayata geçirmişlerdir. 6 Eylül 1924 tarihinde yayımlanmaya başlanıp günümüzde de neşredilmeye devam eden Bartın gazetesi Türkiye’nin en köklü yerel basın unsurlarından biridir. Adı geçen gazetenin
külliyatı hem Bartın ili adına hem de Türkiye adına
yapılacak araştırmalar ve bilimsel çalışmalar için en
önemli bilgi membalarındandır. Kentte 1920’li yıllarda matbuat hayatının temelinin atılması, günümüzde yayımlanan gazete sayıları ve bu gazetelerin nitelikleri incelendiğinde şehrin oldukça köklü bir basın
kültürüne sahip olduğu sonucuna varılmaktadır.
Bartın, matbuatının anatomisine bakıldığında 1924
327
Dr. Yenal Ünal
tarihinde kurulan Bartın gazetesi örneğinde olduğu
gibi uzun ömürlü gazete, dergi ve bültenlere rastlandığı gibi 1999 tarihinde yayımlanmaya başlanan
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteni örneğinde
olduğu gibi oldukça etkili olmalarına rağmen kısa
sürede neşriyatlarını bitirmiş yayınlara da rastlamak
mümkündür.
Oldukça zengin bir bünyeye sahip olduğunu
belirttiğimiz Bartın matbuatında 1920’li yıllardan
günümüze pek çok gazete yayımlanmıştır. Bunların
küçümsenemeyecek bir bölümü uzun müddetli bir
yayın hayatına sahip olamamıştır. İstikrarlı bir biçimde yayınlarını sürdüren gazete sayısı çok fazla
olmamakla birlikte hepsi yayınlandığı dönem adına
mühim bir arşiv vesikası hükmü kazanmıştır. Bartın
yöresinde, bir ihtiyaç temelinde ortaya çıkmış hemen
hemen bütün gazeteler kendilerine belirli hedefler
koymuşlardır. Nitekim bu gazetelerin büyük bir
bölümü ilkeli, dürüst, topluma hizmet eden, hiçbir
siyasi partinin tarafını tutmayan, kimsenin maşası
olmayan, hiçbir sermayeye kendini pazarlamayan
ve objektif yayıncılık yapma hedefleriyle piyasaya
çıkmıştır. Ancak çok azı ilk sayılarında ifade ettikleri
bu değerlere sadık kalabilmişlerdir. Çünkü özellikle yerel seçimlerden önce bazı partileri desteklemek,
belirli siyasi fikirleri topluma anlatmak ve açıkça
propaganda yapmak maksadıyla da piyasaya çıkmış
ve birkaç sayı yayımlandıktan sonra neşir faaliyetlerini sonlandırmış gazeteler mevcuttur. Bu gazeteler
tarafını tuttukları partinin yayın kuruluşu olarak
hizmet vermişlerdir. Bu tür yayınlarda yapılan seçim
haberleri araştırmacılar için önemli olmakla birlikte
söz konusu haberlerin doğruluğu üzerinde ciddiyetle durmak gerekmektedir. Makale çalışmamızda örneklem olarak aldığımız Parthenios Bartın’da Kültür ve
Sanat bülteni de belirli ilkeler doğrultusunda yayın
328
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
hayatına başlamıştır. Üstelik ortaya koymuş olduğu
ilkelere yayın hayatı boyunca sadık kalabilen nadir
yayınlardan biri olmuştur.
Yayın hayatına başlarken belirli ilkeler ortaya
koyan bu süreli yayınlarının hemen hepsinin gerçekleştirmek istediği gayeler de bulunmaktadır.
Büyük çoğunluğu siyasi haberler yapmak suretiyle
halkı aydınlatma peşinde koşan bu gazetelerde hemen her konuyla ilgili haber yapıldığı görülmüştür.
Politika, ekonomi, sağlık, bilim, eğitim, spor, turizm,
kültür, ticaret, tarım, hayvancılık, sosyal hayat, aile,
adalet, sosyal güvenlik, çalışma hayatı, sendikalar,
şehir, çevre, dış siyaset, enerji kaynakları, madencilik, gıda, ormancılık, ulaşım, denizcilik, güvenlik, su
politikaları, haberleşme, teknoloji ve sanayi ana başlıkları başta olmak üzere pek çok konu üzerine haber
hazırlanmış, fikir üretilmiş ve araştırma yapılmıştır.
Dolayısıyla bu konular üzerine yapılan bütün haberler arşiv belgesi niteliğindedir. Ancak haberlerin
doğruluğunun tam tespiti için aynı haberde yer alan
bilgilerin farklı gazetelerle ciddi bir biçimde karşılaştırmalı analizi yapılmalıdır. Bu bilgilere ilave olarak
ifade edilmelidir ki Bartın matbuatı, bu şehirde faaliyet gösterip de bir başka kenti ana haber teması olarak değerlendiren yayınlara da sahiptir. Bu yönüyle, diğer yerel gazete coğrafyalarına nazaran önemli
bir zenginliğe ve tecrübeye sahiptir. Örneklemimiz
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteni de ağırlıklı olarak kültür konusu üzerinde yoğunlaşmıştır.
Ancak Bartın matbuatında faaliyet göstermiş ya da
göstermekte olan diğer yayınlara nazaran, üzerinde
çalıştığı ana konunun hakkını bütünüyle vermiştir.
İl Kültür Müdürlüğü’nün yayın organı olarak piyasaya çıkan bu bülten, müdürlüğün gerçekleştirdiği
etkinlikleri, Kültür Bakanlığı’nın, Bartın’da sürdürdüğü yatırımları, söz konusu Bakanlıkça çıkarılan ve
329
Dr. Yenal Ünal
vatandaşları ilgilendiren yasa, yönetmelik ve önemli
duyuruları halka iletmeyi temel gaye olarak belirlemiştir. Hatta ilerleyen sayılarla birlikte, bir bülten
olarak çeşitli konularda duyuru yapmak maksadıyla
neşredilmeye başlanan bu yayın, ortaya çıkış amaçlarının dışına taşarak daha önemli konuları daha bilimsel yöntemlerle incelemiştir.
Büyük bir kültürel birikimi ve mirası bünyesinde barındırdığını belirttiğimiz Bartın matbuat
dünyasının en önemli sorunlarından biri yukarıda
da kısaca ifade ettiğimiz gibi güvenirliği sorgulanabilecek haberler ve bu temelde propaganda amacıyla yazılan yazılardır. Ancak ifade edilen bu eksikliklerden çok daha büyük bir problem vardır ki bu
da istikrarsızlık sorunudur. Sadece Bartın’ın değil
bütün Türk matbuatının en önemli meselelerinden
biri olan istikrarsızlık bölgede basın yayıncılığının
gelişiminin önünde en büyük engel konumundadır.
Özellikle yerel seçimlerden önce belirli siyasi partilerin propagandasını yapmak gayesiyle ortaya çıkıp
birkaç sayı yayımlandıktan sonra kapanan gazeteler
hariç tutulursa; büyük umutlarla, önemli ilkelerle
ve ulvi amaçlarla ortaya çıkan gazetelerin büyük bir
bölümü belirli bir süre yayımlandıktan sonra kapanmaktadır. Gazetelerin büyük bir bölümünün faaliyetlerini sürdürememesinin temel nedeni ekonomik
sıkıntılardır. Kimi birkaç yıl kimi 5 ya da 6 yıl boyunca yayınlarını sürdürmüş olan bu gazeteler uzun
süreli birer neşriyata dönüşememişlerdir ki bu da
yöredeki matbuat hayatının bir büyük istikrarsızlık
içinde olduğunu göstermektedir. Nitekim uzun vadeli bir yayın politikasına sahip olamama ve ekonomik zorluklar nedeniyle yayınlarını durdurma hususları Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat bülteninin
de kaderi hâline gelmiştir ve bültenin kapanmasında
birinci önemli neden olarak karşımıza çıkmıştır.
330
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Bugün, Bartın şehrinde 10’dan fazla gazete faaliyet göstermeye devam etmektedir. Şehrin matbuat
kültürü ve tarihçesi oldukça zengin ve eskidir. Bütün
ülke genelinde basın dünyasında yaşanan sıkıntılar
bu coğrafyada da yaşanmakta olsa bile zengin kültürel mirasıyla Bartın matbuatı hem yerel hem de ülke
genelinde faaliyet gösteren araştırmacılar için büyük
bir laboratuvar konumundadır. Bartın basın tarihine
adını yazdırmayı başaran Parthenios Bartın’da Kültür
ve Sanat bülteni de bir döneme damgasını vurmuş,
fevkalade mühim vesikalar yayımlamış, toplumun
kültürel gelişimine katkı sağlamış ve insanları olabildiğince bilinçlendirmiş ancak ekonomik sıkıntılara
mağlup olmuştur.
Bartın kentinde, kültürel hayat gerek Osmanlı
döneminde gerek Cumhuriyet devrinde aktif, canlı ve dinamik olmuştur. Geçmişte yayımlanmış ve
bugün yayımlanmakta olan bütün yayın organları işte bu aktif, canlı ve dinamik yapının daha fazla
gelişmesine katkı sağlamakta ve kültürel ilerleme
bilincini arttırmaktadır. Dolayısıyla gerek Parthenios
Bartın’da Kültür ve Sanat bülteninin gerek yayımlamış
diğer bütün süreli yayınların katkılarını bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir.
331
Dr. Yenal Ünal
BİBLİYOGRAFYA
I. Resmî Yayınlar
Resmî Gazete, “5253 Kanun Numaralı Dernekler Kanunu”,
Sayı 25649, 23.11.2004.
II. Ansiklopediler
Şemsettin Sami, Kamusü’l-Âlam, Cilt 2, Mihran Matbaası,
İstanbul, (M. 1890-1891), R. 1306.
Metin Tuncel, “Bartın”, Türk Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, Cilt 5,
İstanbul, 1992.
III. Gazeteler-Dergiler-Bültenler
Amasra1953-2008-2009.
Bartın 1924-1928-1932-1933-1935-1977-1985-2013-20142015.
Bartın Adalet2004-2010.
Bartın Akşam Postası1951.
Bartın Arıt2000-2002.
Bartın Bahar2005.
Bartın Barış2002.
Bartın’da Belediye2005-2008-2012-2014-2015.
Bartın Değişim2001-2003-2010.
Bartın Genç Havadis2003.
Bartın Gerçek2003.
Bartın Güncel2005.
Bartın Gündem2004.
Bartın Halk1998-2008-2014-2015.
Bartın Hergün2009-2015.
Bartın Hür Kalem2003.
Bartın Hürses2006.
Bartın İletişim2009.
Bartın Manşet2003-2004-2009-2014.
Bartın Olay2008.
Bartın Onur2004.
Bartın Postası1977.
Bartın Posta 742011.
Bartın Pusula2002-2005-2014-2015.
Bartın’ın Sesi2006.
Bartın Siyaset Ekseni2004.
Bartın Ticaret ve Sanayi Odası1985-2003-2011.
332
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Bartın Vilayet1992-1996.
Bartın 74 Haber2009-2014-2015.
Batı Karadeniz Star2009.
Belediyeden Haberler Kozcağız 2010.
Bölge1995-1996.
Çeşm-i Cihan Amasra1988.
Çınar2006-2007.
Devrim1935-1936.
Eskpres Bartın1960-1977.
Hür Bartın1963.
Kaynarca1948-1949.
Kerkük’ün Sesi2009.
Kozcağız’ın Sesi2003.
Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat1999-2000-2003.
Son Baskı2001.
Tam Bağımsız Ulus1970-1971.
Ulus Postası1968-1969.
Yaşadıkça1998.
Yeşil Bartın2005-2006.
Yeşil ve Mavi Bir Cennet Bartın’da Tarım 2000.
IV. Kitaplar
ASMA, Çetin, Bartın’da Yerel Basın 1924-2012, Bartın
Belediyesi Kültür Yayınları, Bartın, 2012.
ASMA, Çetin, Güngör Yavuzaslan, Kalemin Aydınlığında
Bir Ömür İbrahim Cemal Aliş ve Bartın Gazetesi 19061977, Bartın Belediyesi Kültür Yayınları, Bartın,
2014.
AŞÇIOĞLU, Erkan, İktisadi ve Sosyal Yönleriyle Bartın,
Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları, İstanbul,
1970.
AŞÇIOĞLU, Erkan, Bartın, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası
Yayınları, Bartın, 2001.
BARTIN TİCARET VE SANAYİ ODASI’NIN YÜZÜNCÜ
YILI (1906-2006), Bartın Ticaret ve Sanayi Odası
Yayınları, Bartın, 2006.
BARTIN, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları, Ankara,
2007.
BARTIN DEĞİŞİYOR, Bartın Belediyesi Yayınları, Bartın,
2012.
333
Dr. Yenal Ünal
BARTIN 2023 STRATEJİK AMAÇLAR VE İL GELİŞİM
PLANI, haz. İl Planlama ve Koordinasyon
Müdürlüğü, Bartın Valiliği Yayınları, Bartın, 2008.
CAN, Şefik, Klasik Yunan Mitolojisi, 11. bs. Ötüken
Yayınları, İstanbul, 2012.
CANSEVER, Nurettin, Bütün Yönleriyle Bartın, Ersa
Kolektif Şirketi Matbaası, İstanbul, 1965.
ÇİLSÜLEYMANOĞLU, Selâhattin, Bartın Halk Kültürü,
Cilt 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1996.
ÇÖTÜR, Mehmet, Bartın Limanı İnşaat Sonu Raporu,
Bayındırlık Bakanlığı Demiryollar ve Limanlar
İnşaat Reisliği Devlet Su İşleri Matbaası, Ankara,
1970.
ER, Yasemin, Klasik Arkeoloji Sözlüğü, 2. bs. Phoenix
Yayınevi, Ankara, 2006.
GRAVES, Roberts, Yunan Mitleri, çev. Uğur Akpur, 2. bs.
Say Yayınları, İstanbul, 2010.
HEROTODOS, Herodotos Tarih, çev. Müntekim Ökmen, 8.
bs. Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012.
HOMEROS, İlyada, çev. Azra Erhat-A.Kadir, 28. bs. Can
Yayınları, İstanbul, 2011.
KARATAĞ, Murat, Klasik Arkeoloji Sözlüğü, Genesis Kitap,
Ankara, 2011.
KARAUĞUZ, Güngör, Ali Özcan, Eskiçağda Zonguldak
Bölgesi ve Çevresi (En Eski Devirlerden İ.S. 395’e
Kadar), Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya, 2010.
KORKMAZ, Zeynep, Bartın ve Yöresi Ağızları, 2. bs. Türk
Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1994.
KSENOPHON, Anabasis (Onbinlerin Dönüşü), çev.
Hayrullah Örs, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1939.
MANSEL, Arif Müfid, Ege ve Yunan Tarihi, 9. bs. Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2011.
ÖZEN, Hatice, Tarihsel Süreç İçinde Türk Kadın Gazete
ve Dergileri (1868-1990), Graphis Limited Şirketi
Yayınları, İstanbul, 1994.
ÖZTÜRK, Bülent, Roma İmparatorluğu Çağı Küçükasyası’nda
Dionysos Kültü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul, 2010.
ÖZTÜRK, Özhan, Pontus (Antikçağ’dan Günümüze
Karadeniz’in Etnik ve Siyasi Tarihi), 2. bs. Genesis
334
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Kitap Yayınları, Ankara, 2012.
ROLLER, Lynn E., Ana Tanrıça’nın İzinde Anadolu Kybele
Kültü, çev. Betül Avunç, Homer Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 2004.
SAMANCIOĞLU, Kemal, İktisat ve Ticaret Bakımından
Bartın, Bartın Ticaret ve Sanayi Odası Yayınları,
Ankara, 1941.
SAMANCIOĞLU, Kemal, Bartın Belediyesi ve Tarihçesi,
2. bs. Bartın Valiliği-Bartın Belediyesi Yayınları,
Bartın, 1999.
SARIASLAN, Ümit, Çerçevesinden Taşan Tarih-Yaşım ve
Başımla Ben/Kemal Samancıoğlu, Erek Ofset, Ankara,
2011.
STRABON, Geographika-Antik Anadolu Coğrafyası, (Kitap
XII, XIII, XIV), çev. Adnan Pekman, Arkeoloji ve
Sanat Yayınları, İstanbul, 2012.
YAKUPOĞLU, Cevdet, Bartın Vakıfları (1214-1514, Bartın
Valiliği İl Özel İdaresi Başkanlığı Yayınları, Bartın,
2010.
UMAR, Bilge, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkılap Kitabevi,
İstanbul, 1993.
ÜNAL, Yenal, Kuruluşunun 50. Yıldönümünde Bartın Limanı
Tarihi, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2015.
V. Makaleler
ARSLAN, Ramazan, Abdullah Takım, “Cumhuriyetin İlk
Yıllarında Bartın’ın Ekonomik Yapısı”, Karadeniz
Araştırmaları, Sayı 39, 2013.
ASMA, Çetin, “Bartın Dergileri 1”, Bartın Halk, Sayı 588,
26.05.2008.
___, “Bartın Dergileri 2”, Bartın Halk, Sayı 593, 02.06.2008.
___, “Bir Öğretmen, Bir Dergi”, Bartın Halk, Sayı 599,
09.06.2008.
___, “Bartın Dergileri 4”, Bartın Halk, Sayı 605, 16.06.2008.
___, “Bartın Dergileri 5”, Bartın Halk, Sayı 611, 24.06.2008.
___, “Bartın Dergileri 6”, Bartın Halk, Sayı 616, 30.06.2008.
___, “Bartın Dergileri 7”, Bartın Halk, Sayı 622, 07.07.2008.
___, “Bartın Dergileri 8”, Bartın Halk, Sayı 628, 14.07.2008.
___, “Bartın Dergileri 9”, Bartın Halk, Sayı 634, 21.07.2008.
___, “Bartın Dergileri 10”, Bartın Halk, Sayı 640, 28.07.2008.
___, “Bartın Dergileri 11”, Bartın Halk, Sayı 646, 04.08.2008.
335
Dr. Yenal Ünal
___, “Bartın Dergileri 12”, Bartın Halk, Sayı 652, 11.08.2008.
___, “Bartın Dergileri 13”, Bartın Halk, Sayı 658, 18.08.2008.
___, “Bartın Dergileri 14”, Bartın Halk, Sayı 664, 25.08.2008.
___, “Bartın Dergileri 15”, Bartın Halk, Sayı 670, 01.09.2008.
___, “Bartın Dergileri 16”, Bartın Halk, Sayı 676, 08.09.2008.
EKİNCİ, Oktay, “Parthenios’tan Bartın Irmağı’na”,
Cumhuriyet, 29.05.2003.
KARADENİZ, Vedat, “Mansap Limanlarına Bir Örnek:
Bartın Limanı”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi, Cilt 3, Sayı 12, 2010.
ÖZDEMİR, Ünal, “Ulaşım Coğrafyası Açısından Önemli
Bir Güzergâh: Karabük-Bartın Karayolu”, Doğu
Coğrafya Dergisi, Cilt 13, Sayı 19, 2008.
ÜNAL, Yenal, “Bartın Adının Anlamı Üzerine Bir
İnceleme”, Tarih Okulu Dergisi, Sayı XIX, 2014, s.
647-661.
VI. Mülakatlar
KESKİNER, Cengiz, Parthenios Bartın’da Kültür ve Sanat
Bülteni Hakkında Sayın Cengiz Keskiner’le Yapılan
Mülakat, Mülakat Tarihi: 26.11.2014.
336
8) A SELECTED BIBLIOGRAPHIC STUDY
ABOUT HISTORY OF THE CAUCASIA654
Introduction
The complicated geography of Caucasia that
extends from Central Asia to Black Sea, hosts different nations with a variety of cultures as well as rich
energy sources. This geography that has been a center of trade and cultural interaction throughout history still maintains its significance due to the energy
indexed global policies.
The Caucasian geography and its culture play
an important role through the human history. This
difficult geography has been witnessing a lot of historical events. Naturally these events have affected
its neighboring areas throughout history. The region
has been an historical arena for political, military, religious, cultural conflicts and expansionism for centuries. At the beginning of the nineteenth century,
the Russian Empire captured the territory from the
Qajar Iran. From this century onwards, this area has
been under the Russian influence. After the collapse
654
İlk defa History Studies dergisinin 5. cildinin 4. sayısında yayımlanmıştır.
Dr. Yenal Ünal
of the Soviet Union, the Caucasus again became an
area of interest of many nations.
Politically, the Caucasus region is separated into northern and southern parts. In the north,
there are Russian Federation (partially), Chechnya,
Dagestan, Ingushetia, Adyghea, Kabardino-Balkaria,
Karachay-Cherkessia, North Ossetia, Krasnodar Krai,
and Stavropol Krai while in the south, Abkhazia,
Armenia, Azerbaijan, Nakhchivan, Georgia, Adjara,
Nagorno-Karabakh, South Ossetia, Iran (partially), and Turkey (partially) consist the lands of the
Caucasia.
This bibliographical study aims to gather historical and cultural accounts on the Caucasia that
was written in Turkey and mainly in Turkish. This
compilation will help scholars who have an interest
in the region. This study will also demonstrate the
Turkish contribution to the current scholarship on
the Caucasia.
There are some bibliographical books published on the history and cultures of the Caucasus
in Turkey. Türkiye’de Kuzey Kafkasya ile ilgili Yayınlar
Bibliyografyası 1928-1986 (Bibliography of Publications
about the North Caucasus in the Turkey 1928-1986)
by Vedat Berzeg was the first study to compile the
works on the region.655
Çerkes Tarihi Kronolojisi (Chronology of Circassian
History) and Çerkesya Bibliyografyası (Bibliography of
Circassia) by Batıray Özbek focus on history, cultures,
and folklores of Circassia.656 As one of the leading naVedat Berzeg, Türkiye’de Kuzey Kafkasya ile İlgili Yayınlar
Bibliyografyası (1928-1986), (Samsun: Culture Association of the
Caucasus Publications, 1986).
656
Batıray Özbek, Çerkes Tarihi Kronolojisi, (Ankara: 1991);
Çerkesya Bibliyografyası, (Ankara: 1997).
655
338
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
tions of the Caucasus, the Circassians are important
actors in this geography. Exploring the works on this
nation, Özbek’s study is a significant contribution to
the scholarship.
In 2005, Sefer Ersin Berzeg published his
Kafkasya Bibliyografyası (Bibliography of the Caucasus),
a work that consists of periodicals, books, articles,
and dissertations that were written up until 2005.657
Another bibliographical work, Türkistan and
Kafkasya Bibliyografyası, Tezler, Kitaplar, Makaleler
(Bibliography of Turkestan and Caucasus-Dissertations,
Books, Articles) was written by Fahri Solak. A great
part of this book consists of books, articles, symposium papers, undergraduate dissertations, postgraduate thesis and PhD dissertations which were prepared on the history of the Caucasia-Turkestan and
published in Turkey until 2007. This book’s extent is
wider than the previous one. The focus of this work,
however, is on Turkestan rather than the Caucasia.658
When we evaluated generally about the bibliographies about history, culture, folklore and many
other subjects about the Caucasus, we can easily say
that there is not too many works on this area. Several
bibliographic books were published on this subject
in Turkey. And most of them are not update. We
believe that our study will offer to reader recently
issued books, articles, periodicals, papers, dissertations by not ignoring old ones.
Sefer Ersin Berzeg, Kafkasya Bibliyografyası, (Istanbul: Çivi
Yazıları Publications, 2005), 224 p.
658
Fahri Solak, Türkistan ve Kafkasya Bibliyografyası, Tezler, Kitaplar,
Makaleler, (Istanbul: Union of Turkish World Municipalities
Publications, 2007), 758 p.
657
339
Dr. Yenal Ünal
A Note on Reading
Modern Turkish uses the Latin alphabet, modified to ensure that there is a separate letter for each
main sound. The spelling thus aims at phonetic consistency. For Turkish artists, place names, publications and special terms this book employ modern
Turkish spelling. Proper names have been kept in
modern Turkish with one exception – İstanbul has
been rendered with normal English spelling using I
rather than İ unless it is part of a title. Consonants
have more or less the same sound as in English, except for:
clike j in English.
çlike ch in English.
ğthe “soft g”. Depending on the adjoining letters, this is
dropped, pronounced like y in English, or
treated a
lengthening the preceding vowel.
ıis a back, close, unrounded vowel which does
not exist in
English, the nearest equivalent being the phantom vowel
in the Second syllable of rhythm.
ölike ö in German or eu in French peur.
şlike sh in English.
ülike ü in German or u in French.
340
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Periodicals
According to our study, there are one hundred
and twenty periodicals on the history of the Caucasia
published in Turkey and abroad. Some of these periodicals had an identical title but were published in
different places as in the example of Abrek that was
published in both Nalçik and Şarkışla. The articles
that were published in these periodicals were mainly
on the struggle for independence and on the cultural
activities of Caucasian origin people in Turkey. We
can express that these sources are one of the leading
sources for a researcher of the Caucasus.
1-21. Yüzyılda Pınarbaşı (2000-In Progress)
2-Abrek (1995-1996, Published in Şarkışla)
3-Abrek (1996, Published in Nalçik)
4-Abrek’in Sesi (1975)
5-Abreklerin Günlüğü (1998-2001),
6-Ahali (1918-1944)
7-Alaşara (1995-1996)
8-Aleyfa (1996)
9-Argun (1991-1992)
10-Balkan (1924-1941)
11-Bedir (1872)
12-Bilim ve Kültür Dergisi (1971-1972)
13-Birleşik Demokratik
Platformu (1995-1996)
Kuzey
Kafkasya
14-Birleşik Kafkasya (1964-1967, Published in
Istanbul)
15-Birleşik Kafkasya (1994-2000, Published in
Eskişehir)
341
Dr. Yenal Ünal
16-Birleşik
Progress)
Kafkasya
Konseyi
(1995-
In
17-Birlik (2004)
18-Bjemate (1991)
19-Çağrı (1992)
20-Çeçenistan (1996)
21-Çerkesya (2003)
22-Dağarcık (1872-1873)
23-Dağıstan (1996-2000)
24-Derderu (1990-1992)
25-Devir (1872)
26-Di Xabse (1999)
27-Diyane (1920)
28-Doğuş (1987)
1991)
29-Düzce Kafkas Kültür Derneği Bülteni (199030-Elbrus (1999)
31-Eskişehir Kuzey Kafkasya Kültür
Dayanışma Derneği Bülteni (1991-2002)
32-Gazete (1908)
33-Genç Kafkas (2001)
34-Gupse (1994, Published in Tokat)
35-Gupse (1996, Published in Balıkesir)
36-Bilim ve Kültür Dergisi (1971-1972)
37-Gupşıse (1989)
38-Ğuaze (1911-1914, Published in Istanbul)
342
ve
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
39-Ğuaze (2004-In Progress, Publishing in
Ankara)
40-Hakayık-ı Tarihiye ve Siyasiye (1911)
41-Halarpa (1991-1993)
42-Hukuki Beşer (1910)
43-Kafkas Dergisi (1953)
44-İttihad Newspaper (1899)
45-Kadı Emmi (1965)
46-Kafdağı (1987-1992)
47-Kafe (1991-1992)
48-Kafkas (1919)
49-Hür Adam (1928-1931)
50-Kamer (1886)
51-Kafkas-Abhazya
Bülteni (1992- In Progress)
Dayanışma
Komitesi
52-Kafkas-Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı Bülteni
(1998)
53-Kafkasya (1964-1975, Published in Ankara)
54-Kafkasya (1976-1977, Published in Antalya)
55-Kafkasya Birlik Mecmuası (1970-1972)
56-Kafkasya Gerçeği (1990-1993)
57-Kafkasya Yazıları (1997-2000)
58-Kama (1994)
59-Kamçı (1970)
60-Kafkas Mecmuası (1954-1956)
61-Karaçay-Malkar (1993)
343
Dr. Yenal Ünal
62-Özgür İnsan (1972-1978)
63-Ketenciler Köyü Kafkas Kültür ve
Güzelleştirme Derneği Kültür Sanat Haber Bülteni
(1996)
64-Kırkanbar (1873-1876)
65-Köylü (1952-1955)
66-Kuzey Kafkasya (1970-1993)
67-La Pensee Turque (1916-1917)
68-Liwa-El İslam (1921-1922)
69-Mafenef (1992)
70-Marje (1992-1993)
71-Marşo (1996-1997)
72-Mefkure
73-Merhaba Körkadı (1947-1948)
74-Millet (1954)
75-Mizan (1886-1909)
76-Nart (1991-1992, Published in Adapazarı)
77-Nart (1997-In Progress, Publishing in
Ankara)
78-Nart Bülteni (1992)
79-Nartların Sesi (1972-1976, Published in
Ankara)
80-Nartların Sesi (1978-1980, Published in
Ankara)
81-Nasreddin Hoca (1940)
82-Nefin (1992)
83-Nefine (1994-1995)
344
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
84-Neps (1992-1994, Published in Kayseri)
85-Neps (2003, Published in Kahramanmaraş)
86-Nıbceğu (1980)
87-Kartal (1929)
88-Tercüman-ı Hakikat (1878-1921)
89-Renk (1954)
90-Ridade (1990)
91-Samsun Kafkas Kültür Derneği Bülteni
(1972-1988)
92-Sancak (1899-1909)
93-Savsuruko (1988-1989)
94-Seteney (1988, Published in Ankara)
95-Seteney (1990-1992, Published in Konya)
96-Stambulskiye Novosti (1910)
97-Şehrah (1911-1913)
98-Tavuk (1929)
99-Terakki (1906-1908)
100-Özgür Kafkasya (1995-1996)
101-Zı Zauko (1992)
102-Tızeğus (1992)
103-Tızeşış (1991)
104-Timaf (1999-2002)
105-Türk Yurtları (1990-1993)
106-Uzuntarla Kafkas Kültür ve Dayanışma
Derneği Bülteni (1990-1992)
107-Uzunyayla Haber (1991-1993)
345
Dr. Yenal Ünal
108-Uzunyayla Kafkas (2000- In Progress)
109-Ümid (1919-1921)
110-Vatan (1901)
111-Yalova Kuzey Kafkasya Dergisi (1992-1994)
112-Yamçı (1975-1977)
113-Yedi Yıldız (1994-1995)
114-Yeni Gazete (1908-1919)
115-Yeni Kafkas (1957-1962)
116-Yeni Kafkasya (1923-1928, Published in
Istanbul)
117-Yeni Kafkasya (1992-1995, Published in
Istanbul)
118-Zefes (1991)
119-Zeybek (1934)
120-Tıjın Kam (1997)
Undergraduate,
Dissertations
Postgraduate
and
PhD
The scholarly interest on the Caucasian region
can be easily detached at the number of academic
thesis that was completed in various universities and
departments in Turkey. According to our research,
218 dissertations on the history and cultures of the
Caucasia were prepared in different departments
such as economics, sociology, history, geography,
and civil engineering at Turkish universities. We believe that every dissertation contains very significant
information and bibliography. To reach many other
sources and updated information researchers must
scan these kinds of knowledge-sources.
1- Acar, Demet Şefka, Kafkasya’nın Güvenliği ve Türkiye’nin
346
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Rolü, Postgraduate Thesis, Selçuk University,
Graduate School of Social Sciences, Konya, 2004.
2- Ağan, Şenay, Sovyet Rusya Halkları ve Problemleri,
Undergraduate Dissertation, Istanbul University,
Faculty of Letters, Department of History, Istanbul,
1972.
3- Akay, Tolga, Kafkasya’dan Uzunyayla Havalisine Göçler
ve İskân (1859-1876), Postgraduate Thesis, Erciyes
University, Graduate School of Social Sciences,
Kayseri, 2009.
4- Akdağ, Leyla, Türkiye’de Yaşayan Dağıstanlıların Halk
Edebiyatı ve Folkloru, Postgraduate Thesis, Dicle
University, Graduate School of Social Sciences,
Diyarbakır, 1997.
5- Akmaz, Ahmet, Rus Yayılmacılığı Karşısında Kafkasya
Müridizm Hareketinin Doğuşu, Postgraduate Thesis,
Erciyes University, Graduate School of Social
Sciences, Kayseri, 1994.
6- Aksu, Hilmi, Kırım ve Kafkasya Ahvaline Dair E. Spenser
ve Kefeli İbrahim Efendi’nin Fikirleri, Undergraduate
Dissertation, Istanbul University, Faculty of Letters,
Department of History, Istanbul, 1967.
7- Akşar, Kerem, Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Büyük
Güçlerin Kafkasya’da Nüfuz Kazanma MücadeleriKırgızistan Lale Devrimi, Postgraduate Thesis,
Graduate School of Social Sciences, Edirne, 2009.
8- Aktepe, Halil, Klaproth’un Kafkas Dağlarına Sehayati,
Undergraduate Dissertation, Istanbul University,
Faculty of Letters, Department of History, Istanbul,
1968.
9- Akyıldız, Fulya, SSCB Sonrası Dönemde Orta Asya ve
Kafkasya Türk Cumhuriyetler’inde Devletin Yeniden
Yapılandırılması: Neoliberal Politikalara Eleştirel Bir
Yaklaşım, PhD Dissertation, İnönü University,
Graduate School of Social Sciences, Malatya, 2008.
10- Aliyev, Ilgar, United States Strategic Engagement in the
South Caucasus (1991-2002), Postgraduate Thesis,
Bilkent University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 2002.
11- Alsırt, Figen Tavil, Bağımsızlık Sonrası Gürcistan’ın
347
Dr. Yenal Ünal
Yeniden Yapılanması ve Bu Süreçte Türkiye ile İlişkileri,
Postgraduate Thesis, Atılım University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2009.
12- Altuntaş, Ece, Rus-Gürcü Savaşı ve Türk Kamuoyu,
Postgraduate Thesis, Ege University, Graduate
School of Social Sciences, İzmir, 2011.
13- Askarova, Ayna, Rus Belgelerine Göre Güney Kafkasya’da
Sınır Meselesi, Postgraduate Thesis, Istanbul
University, Graduate School of Social Sciences,
Istanbul, 2003.
14- Asmaz, Ali, Vezir Ferah Ali Paşa’nın Hayatı,
Şahsiyeti ve Çerkezlerin Osmanlı Devleti Hizmetine
Kazandırılmasındaki Faaliyetleri, Postgraduate Thesis,
Hacettepe University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 1991.
15- Aşurov, Asif, Güney Kafkasya’daki Etnik, Dilsel ve Dinsel
Grupların Bölge Politikalarında Yeri, Postgraduate
Thesis, Gazi University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 2007.
16- Ata, Ramazan, Türkistan’da Basmacılar Hareketi,
Postgraduate Thesis, Erciyes University, Graduate
School of Social Sciences, Kayseri, 1995.
17- Ataş, Ayşe, Rusya Federasyonu ve ABD’nin Güney
Kafkasya Politikaları (1990 Sonrası), Postgraduate
Thesis, Gazi University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 2007.
18- Aydemir, Hasan Ali, Şeyh Şamil, Zamanı ve Günümüze
Olan Tesirleri, Undergraduate Dissertation, Istanbul
University, Faculty of Letters, Department of
History, Istanbul, 1976.
19- Aydın, Mahir, Kafkasya’da Osmanlı Tahkimatı ve Faş
Kalesi, Undergraduate Dissertation, Istanbul
University, Faculty of Letters, Department of
History, Istanbul, 1981.
20- Aydın, Mehmet, E. Swardnadze Dönemi ve Sonrası
Türkiye Gürcistan İlişkileri, Beykent University,
Graduate School of Social Sciences, Istanbul, 2010.
21- Aydın, Mustafa, Struggles of Power in Caucasia in the
19th Century (1800-1830), PhD Dissertation, Istanbul
University, Graduate School of Social Sciences,
348
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Istanbul, 2001.
22- Ayhan, Halil Sıddık, Dynamics of Alliance Between Turkey
and USA: The South Caucasus Case, Postgraduate
Thesis, Bilkent University, Graduate School of
Social Sciences, Ankara, 2003.
23- Balkan, Vedat, Karaçay-Malkar Türk Edebiyatında Kazım
Meçi’nin Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserlerinden Örnekler,
Postgraduate Thesis, Afyon Kocatepe University,
Graduate School of Social Sciences, Afyon, 1997.
24- Barut, Ali, Kuzey Kafkaslara Rus İlerleyişi Karşısında
Anapa Muhafızı Ferah Ali Paşa’nın Askerî ve Siyasi
Faaliyetler (1781-1784), Postgraduate Thesis,
Kırıkkale University, Graduate School of Social
Sciences, Kırıkkale, 1997.
25- Baycan, Kemal, Soğuk Savaş Sonrası Dönemde ABD ve
Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya Politikası
ve Gürcistan Krizi, Beykent University, Graduate
School of Social Sciences, Istanbul, 2009.
26- Baytugan, Barasbi, Kuzey Kafkasya, Yediyıldız
Publications, Samsun, 1998.
27- Bekar, Olgan, Kuzey Kafkasya Dağlıları Birliği Cumhuriyeti
ve Türkiye (1918-1921), Postgraduate Thesis, Ankara
University, Institute of Turkish Revolution History,
Ankara, 1997.
28- Bıyık, Uğur, Amerika Birleşik Devletleri’nin Kafkasya
ve Orta Asya’daki Enerji Politikaları, Postgraduate
Thesis, Ufuk University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 2009.
29- Birankur, Oya, The Political and Economic Significance
of Oil and Natural Gas in the Transcaucasian and
Central Asian Turkish Republics, Postgraduate Thesis,
Boğaziçi University, Graduate School of Social
Sciences, Istanbul, 1996.
30- Borombaeve, Elvira, 21. Yüzyılda Türkiye Üzerinden
Dünya Pazalarına Ulaştırılacak Hazar Petrol Boru
Hatları Seçenekleri ve Türkiye, Postgraduate Thesis,
Ankara University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 2002.
31- Bozbıyık, İbrahim, İbrahim Edhem Efendi’nin Rusya
Notları Transkiripsiyonu ve Değerlendirilmesi,
349
Dr. Yenal Ünal
Postgraduate Thesis, Erciyes University, Graduate
School of Social Sciences, İzmir, 2008.
32- Bölükbaşı, Ahmet Arkın, Kuzey Kafkasya Özerk
Cumhuriyeti Bağlamında Rus Dış Politikası,
Postgraduate Thesis, Gazi University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2007.
33- Brody, David, Ajarian Identity and the Regime of Aslan
Abashidze, Postgraduate Thesis, Bilkent University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 1999.
34- Budak, Mustafa, 1853-1854 Kırım Savaşı’nda Kafkas
Cephesi, PhD Dissertation, Istanbul University,
Graduate School of Social Sciences, Istanbul, 1993.
35- Bülbül, İsmail, Başlangıcından Rus Hâkimiyetine Kadar
Kumuk Türkleri ve Tarku Şamhallığı, PhD Dissertation,
Sakarya University, Graduate School of Social
Sciences, Sakarya, 2011.
36- Cabbarlı, Hatem, Ermenistan Dış Politikası (1991-2005),
PhD Dissertation, Gazi University, Graduate School
of Social Sciences, Ankara, 2008.
37- Canar, Burçin, Soğuk Savaş Sonrasında Amerika Birleşik
Devletleri ve Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya
Politikaları (1991-2005), Postgraduate Thesis, Ankara
University, Graduate School of Social Sciences,
Ankara, 2006.
38- Chotaev, Zakir, Eski Sovyet Topraklarında Şiddet ve
Şiddete Karşı Kuvvet Kullanma Politikalarının Hukuk
Açısından Değerlendirilmesi (Orta Asya ve Kafkaslar
Örneği), PhD Dissertation, Ankara University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2006.
39- Chykhaliyev, Emin, Ermeniler, Yakınçağda Azeri-Ermeni
İlişkileri, Postgraduate Thesis, Ankara University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2000.
40- Çelikpala, Mithat, Search for A Common North Caucasian
Identity: The Mountaineers’ Attemps for Survival
and Unity in Response to The Russian Rule, PhD
Dissertation, Bilkent University, Graduate School
of Social Sciences, Ankara, 2002.
41- Çetgin, Betül, Kuzey Kafkasya’da Sovyetler Birliği’nin
Dağılması Sonrası Etnik Problemler ve Bağımsızlık
Hareketleri, Undergraduate Dissertation, Karadeniz
350
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Technical University, Department of International
Relations, Trabzon, 1999.
42- Dağı, Zeynep, Russia and Turkey in the Emerging New
World Order: Areas of Competition, Postgraduate
Thesis, Middle East Technical University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 1995.
43- Demirci, Levent, Turkey’s Political Objectives in the
Caucasus, Postgraduate Thesis, Bilkent University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2002.
44- Demirci, Onur, Güney Kafkasya Ülkelerinin Dönüşüm
Süreci İktisat Politikaları ve Türkiye’nin Bölgesel İktisadi
ve Politik Çıkarları, Postgraduate Thesis, Kafkas
University, Graduate School of Social Sciences,
Kars, 2011.
45- Dilek, Mehmet Sait, Ali Rıza Ataman Bey (Cenub-i Garbi
Kafkas Hükümeti Dahiliye Nazırı), Postgraduate
Thesis, Atatürk University, Institute of Atatürk’s
Principles and History of Turkish Revolution,
Erzurum, 2001.
46- Dinç, Hüseyin, Soğuk Savaş Sonrasında Rusya’nın
Kafkasya Politikası ve Azerbaycan, Postgraduate
Thesis, Sakarya University, Graduate School of
Social Sciences, Sakarya, 2011.
47- Dirik, Cevdet, Tarih-i Müluk-i Çerakise Metni,
Undergraduate Dissertation, Istanbul University,
Faculty of Letters, Department of History, Istanbul,
1969.
48- Doğancı, Yasemin Esra, Rusya ve ABD’nin Güney
Kafkasya Politikaları, Postgraduate Thesis, Turkish
War Colleges, Institute of Strategic Researh,
Istanbul, 2008.
49- Dönmez, Hilmi, 19. Yüzyılda Osmanlı-Rus Münasebetleri
(1801-1881), Postgraduate Thesis, Fırat University,
Graduate School of Social Sciences, Elazığ, 1997.
50- Duran, Tülay, Şeyh Şamil ve Müridizm Hareketi,
Undergraduate Dissertation, Istanbul University,
Faculty of Letters, Department of History, Istanbul,
1966.
51- Dündar, Nuray, Azerbaycan Millî Cumhuriyeti,
Undergraduate Dissertation, Istanbul University,
351
Dr. Yenal Ünal
Faculty of Letters, Department of History, Istanbul,
1973.
52- Eğilmez, Savaş, Selçuklu-Gürcü İlişkileri (1060-1157),
Postgraduate Thesis, Atatürk University, Graduate
School of Social Sciences, Erzurum, 2001.
53- Eker, Mehmet Metin, Turc-Soviet Relations within a
Changing Global Context 1985-1990, Postgraduate
Thesis, Middle East Technical University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 1991.
54- Ekici, Yunus, İki Dünya Savaşı Arasında Gürcistan:
1918-1939, Postgraduate Thesis, Fırat University,
Graduate School of Social Sciences, Elazığ, 2012.
55- Elaydın, Mustafa, Rusya-Gürcistan Savaşı ve Türkiye’ye
Etkileri, Postgraduate Thesis, Gebze Institute of
Technology, Graduate School of Social Sciences,
Kocaeli, 2010.
56- Ellialtıoğlu, Kemal, Dağıstan Özerk Cumhuriyeti,
Postgraduate
Thesis,
Karadeniz
Technical
University, Graduate School of Social Sciences,
Trabzon, 2000.
57- Emrahov, Mahal, Hazar Havzası Enerji Kaynaklarının
Global Politikadaki Yeri ve Türkiye, Postgraduate
Thesis, Çukurova University, Graduate School of
Social Sciences, Adana, 2000.
58- Ercan, Deniz, SSCB’nin Yıkılmasından Sonra Kafkasya’nın
Yükselen Önemi ve Türkiye-Ermenistan İlişkileri,
Postgraduate Thesis, Gazi University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2005.
59- Erdaş, Nilgün, Millî Mücadele Döneminde Kafkas
Cumhuriyetleri ile İlişkiler, Postgraduate Thesis,
Hacettepe University, Institute of Atatürk’s
Principles and History of Turkish Revolution,
Ankara, 1993.
60- Erdem, Adem, Kafkasya-Orta Asya ve Türkistan
Vilayetleri, Buhara ve Hive Hanlıkları, Undergraduate
Dissertation, Istanbul University, Faculty of Letters,
Department of History, Istanbul, 1979.
61- Ergun, Ayça, Process of Democratization and Political
Elites in Azerbaijan, Postgraduate Thesis, Middle
East Technical University, Graduate School of Social
352
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Sciences, Ankara, 1998.
62- Erkan, Süleyman, Kırım, Kafkasya ve Doğu Anadolu
Göçleri (1878-1908), Ondokuz Mayıs University,
PhD Dissertation, Samsun, 1993.
63- Erşan, Mesut, Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı
Devleti’nin Kuzey Kafkasya Siyaseti (1914-1918),
PhD Dissertation, Atatürk University, Institute
of Atatürk’s Principles and History of Turkish
Revolution, Erzurum, 1995.
64- Erşen, Emre, The Policies of The Russian Federation for
Domination over Azerbaijan (1991-1999), Postgraduate
Thesis, Marmara University, Graduate School of
Social Sciences, Istanbul, 2002.
65- Esen, Emre, Türkistan’da Basmacılık Hareketi,
Postgraduate Thesis, Gazi University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 1994.
66- Esen, Şenay, Multinational Oil Companies and Caucasia,
Postgraduate Thesis, Ankara University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2002.
67- Fedakâr, Cengiz, Anapa Kalesi: Karadeniz’in Kuzeyindeki
Son Osmanlı İstihkâmı (1781-1801), PhD Dissertation,
Mimar Sinan Fine Arts University, Graduate School
of Social Sciences, Istanbul, 2010.
68- ________, Kafkasya’nın Sosyo-Kültürel ve Siyasi Yapısı,
Postgraduate Thesis, Trakya University, Graduate
School of Social Sciences, Edirne, 1998.
69- ________, Kafkaslar’ın Sosyo-Kültürel ve Siyasi Yapısı,
Trakya University, Graduate School of Social
Sciences, Edirne, 1998.
70- Garmatarova, Viktoriya, Soğuk Savaş Sonrası Kafkaslarda
Terörizm ve Rusya Federasyonu’nun Görüşleri,
Postgraduate Thesis, Ankara University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2010.
71- Genç, Duygu, ABD ve Rusya’nın Güney Kafkasya’ya İlişkin
Enerji Rekabetinin Türkiye’nin Enerji Güvenirliğine
Etkileri, Postgraduate Thesis, Turkish War Colleges,
Institute of Strategic Researh, Istanbul, 2011.
72- Gide, Fatih, 1911-1914 Yılları Arasında Istanbul’da
Yayınlanan Quaze (Rehber) Gazetesi Işığında Osmanlı
Devleti’nde Yaşayan Çerkeslerin Siyasi ve Sosyo353
Dr. Yenal Ünal
Kültürel Faaliyetleri, Postgraduate Thesis, Nevşehir
University, Graduate School of Social Sciences,
Nevşehir, 2011.
73- Gök, Fatma Yelda, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşında
Doğu Anadolu, Postgraduate Thesis, Dumlupınar
University, Graduate School of Social Sciences,
Kütahya, 2008.
74- Gökırmak, Mehmet Ali Mert, Etnik Caydırıcılık ve
Kafkaslarda Rus Dış Politikası, PhD Dissertation,
Uludağ University, Graduate School of Social
Sciences, Bursa, 2000.
75- Göktepe, Ramazan, Kırım Savaşı Sonrası Osmanlı
Basınında Kafkasya ve Kırım Göçleri, Postgraduate
Thesis, Niğde University, Graduate School of Social
Sciences, Niğde, 2007.
76- Gölen, H. Berşan, Ahıska’nın Elden Çıkışı, Postgraduate
Thesis, Graduate School of Social Sciences, Ondokuz
Mayıs University, Samsun, 1996.
77- Görüryılmaz, Mustafa, Türk Kafkas İslam Ordusu ve
Ermeniler 1918, Korza Publications, Ankara, 2009.
78- Gülçür, Musa Kazım, 1917’den Günümüze Dağıstan’da
Din Eğitimi ve Öğretimi, PhD Dissertation, Selçuk
University, Graduate School of Social Sciences,
Konya, 1996.
79- Gümüş, Nebi, Osmanlı Devleti’nin Gürcistan Siyaseti
(1808-1839), Postgraduate Thesis, Marmara
University, Graduate School of Social Sciences,
Istanbul, 1993.
80- ________, XVI. Asır Osmanlı-Gürcistan İlişkileri, PhD
Dissertation, Marmara University, Graduate School
of Social Sciences, Istanbul, 2000.
81- Günay, Ali Cem, Gürcistan Sorunları Bağlamında Türkiye
ve Rusya Federasyonu’nun Politikaları, Postgraduate
Thesis, Uludağ University, Graduate School of
Social Sciences, Bursa, 2009.
82- Güneş, Uğur, Türk Dış Politikasında Güney Kafkasya
Bölgesindeki Güç Mücadeleleri ve Büyük Kafkasya
Kalkınma Girişimi, Ufuk University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2009.
83- Güneş, Zübeyde, Ferah Ali Pasha’s Sogucak Guardianship
354
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
(1781-1785), PhD Dissertation, Ondokuz Mayıs
University, Graduate School of Social Sciences,
Samsun, 1998.
84- Gündoğdu, Abullah, Hive Hanlığı Tarihi (Yadigâr
Şibanileri Devri:1512-1740), PhD Dissertation,
Ankara University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 1995.
85- Güngör, Fethi, SSCB Sonrası Dönemde Batı Kafkasya’da
Sosyal Yapı ve Değişme-Adıge Toplumu Örneği, PhD
Dissertation, Istanbul University, Graduate School
of Social Sciences, Istanbul, 2004.
86- Güngör, Fethi, Sovyet Sonrası Dönemde Batı Kafkasya’da
Bazı Sosyal Yapı Değişmeleri Bir Saha Çalışması, PhD
Dissertation, Istanbul University, Graduate School
of Social Sciences, Istanbul, 1999.
87- Gür, Fuat, Kırım Harbi’nden Sonra Kırım ve Kafkasya’dan
Türkiye’ye Muhaceretler, Undergraduate Dissertation,
Istanbul University, Faculty of Letters, Department
of History, Istanbul, 1956.
88- Gürtunca, Üstün, Kafkasya ve Türkistan (Batı Sibirya
Kısmı), Undergraduate Dissertation, Istanbul
University, Faculty of Letters, Department of
History, Istanbul, 1979.
89- Hacıfazlıoğlu, Gonca, Avrupa Birliği’nin Kafkasya
Politikası (1993-2008), Postgraduate Thesis, Sakarya
University, Graduate School of Social Sciences,
Sakarya, 2010.
90- Hoşkan, Hülya, 20. Yüzyılda Türkiye’de Kuzey Kafkasya
Toplulukları ile İlgili Yayınlar Tarihi, Etnik, Kültürel
Kimlik, Postgraduate Thesis, Marmara University,
Graduate School of Social Sciences, Istanbul, 1994.
91- Işıktan, Sema, 1783-1829 Osmanlı-Dağıstan Münasebetleri,
Postgraduate Thesis, Istanbul University, Graduate
School of Social Sciences, Istanbul, 1987.
92- İbrahimov, Rovshan, Avrupa Birliği Güney Kafkasya
Devletleri İlişkileri, PhD Dissertation, Ankara
University, Graduate School of Social Sciences,
Ankara, 2008.
93- İlgürel, Mücteba, Abaza Hasan Paşa’nın İsyanı,
Undergraduate Dissertation, Istanbul University,
355
Dr. Yenal Ünal
Faculty of Letters, Department of History, Istanbul,
1976.
94- İlhan, Sedef, Kafkasya’dan Anadolu’ya Karaçay-Malkar
Türkleri, Postgraduate Thesis, Dicle University,
Graduate School of Social Sciences, Diyarbakır,
2002.
95- İskenderova, Anar, Europe Policy towards the South
Caucasus, Postgraduate Thesis, Marmara University,
European Union Institute, Istanbul, 2009.
96- İslamova, Vusale, VII. ve X. Yüzyıllarda Azerbaycan ve
Kafkasya’da İslamiyet, Postgraduate Thesis, Dokuz
Eylül University, Graduate School of Social
Sciences, İzmir, 2000.
97- İsmaylov, Zaur, Bakü I. Doğu Halkları Kurultayı ve
Kafkasya’da Sovyet Etki Alanının İnşası, Postgraduate
Thesis, Istanbul University, Graduate School of
Social Sciences, Istanbul, 2010.
98- Jamilli, Elnur, ABD’nin Güney Kafkasya Politikası (19912001), Postgraduate Thesis, Ankara University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2004.
99- Kablan, Ali, Osmanlı İmpratorluğu’nun Kafkas Kabileleri
ile Münasebetleri, Postgraduate Thesis, Ondokuz
Mayıs University, Graduate School of Social
Sciences, Samsun, 1994.
100- Kavurmacı, Salih Servet, Kafkasya’nın Durumu (Kırım
Harbi’nden Sonra), Undergraduate Dissertation,
Istanbul University, Faculty of Letters, Department
of History, Istanbul, 1972.
101- Kalaycı, Cemalettin, Türkiye’nin Kafkasya ile Ekonomik
ve Ticari İşbirliği İmkanları, Postgraduate Thesis,
Karadeniz Technical University, Graduate School
of Social Sciences, Trabzon, 1998.
102- Kalkan, Duhan, Güney Kafkasya Bölgesi’ndeki Etnik
Çatışma Alanları, Postgraduate Thesis, Selçuk
University, Graduate School of Social Sciences,
Konya, 2010.
103- Kafkasyalı, Emine Gülselcen, ABD-Rusya Hegemonya
Mücadelesinde Gürcistan ve Gül Devrimi, Postgraduate
Thesis, Gazi University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 2007.
356
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
104- Kanat, Sedat, Osmanlı Devleti’ne Yapılan 1864 Kafkas
Göçü, Postgraduate Thesis, Atatürk University,
Graduate School of Social Sciences, Erzurum, 2011.
105- Kantarcı, Hakan, Soğuk Savaş Sonrasında Kafkasya’da
ve ABD ve Rusya Federasyonu’nun Güç Mücadeleleri
ve Mücadelelerin Türkiye’ye Etkileri, Postgraduate
Thesis, Süleyman Demirel University, Graduate
School of Social Sciences, Isparta, 2006.
106- Karaca, Halit Dündar, The Russian Administration
of the Occupied Ottoman Territories during the First
World War: 1915-1917, Postgraduate Thesis, Bilkent
University, Graduate School of Social Sciences,
Ankara, 2002.
107- Karagöz, Rıza, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya
Siyaseti, Postgraduate Thesis, Ondokuz Mayıs
University, Graduate School of Social Sciences,
Samsun, 1993.
108- Karakılıç, Cem, Yeni Kafkasya Mecmuasına Göre
Rusya’nın Azerbaycan Politikası, Postgraduate Thesis,
Gazi University, Graduate School of Social Sciences,
Ankara, 2005.
109- Karatepe, Mustafa, I. Dünya Savaşı’nda Kafkas
Cephesinde Tifüsle Mücadele, PhD Dissertation,
Istanbul University, The Institute of Health Sciences,
Istanbul, 1999.
110- Kartal Çetin, Gürcistan Türkiye İlişkileri, Postgraduate
Thesis, Trakya University, Graduate School of
Social Sciences, Edirne, 2007.
111- Katman, Filiz, NATO Policies in the South Caucasus,
Marmara University, Graduate School of Social
Sciences, Istanbul, 2006.
112- Karavit, Faik, Canbirdi Gazali İsyanı, Undergraduate
Dissertation, Istanbul University, Faculty of Letters,
Department of History, Istanbul, 1962.
113- Kardaş, Tuğba, XIX. Yüzyılda Kafkasya’da Salgın
Hastalıklar ve Karantina Önlemleri (1800-1900),
Postgraduate Thesis, Ege University, Graduate
School of Social Sciences, İzmir, 2010.
114- Kavurmacı, Salih Servet, Kafkasya’nın Durumu (Kırım
Harbinden Sonra), Undergraduate Dissertation,
357
Dr. Yenal Ünal
Istanbul University, Faculty of Letters, Department
of History, Istanbul, 1972.
115- Kaya, Özge Seçil, Mikro-Milliyetçiliğin Uluslararası
Güvenlik Boyutu Kapsamında Kafkasya’da Etnik
Çatışmalar, Postgraduate Thesis, Ege University,
Graduate School of Social Sciences, İzmir, 2009.
116- Kılıçoğlu, Gökmen, Halkların Kendi Kaderini Tayini
İlkesinin Bir Hak Olarak İleri Sürülmesi: Azerbaycan
Açısından Dağlık Karabağ Örneği, PhD Dissertation,
Istanbul University, Graduate School of Social
Sciences, Istanbul, 2012.
117- Kılıçoğlu, Gökmen, Kafkasya’da Dağıstan’ın Stratejik
Önemi, Postgraduate Thesis, Gebze Institute of
Technology, Graduate School of Social Sciences,
Kocaeli, 2004.
118- Koçak, Mevlüt, Türkçe Yayınlarda (1917-1920) Kuzey
Kafkasya’daki Siyasi Faaliyetler ve Kuzey Kafkasya
Cumhuriyeti, Postgraduate Thesis, Marmara
University, Institute of Turkish Studies, Istanbul,
1995.
119- Koç, Nurgün, 1917-1930 Yılları Arasında Kuzey
Kafkasya Toplulukları ile Türkiye Arasındaki İlişkiler,
Undergraduate Dissertation, Ege University,
Faculty of Letters, Deparment of History, İzmir,
1994.
120- Kolunsağ, Hande, A Comparison of Europe Foreign
Policy and Turkish Foreign Policy towards the South
Caucasus: The Case of Energy, Postgraduate Thesis,
Sakarya University, Graduate School of Social
Sciences, Sakarya, 2008.
121- Konukçu, Yasemin, Avrupa Birliği’nin Kafkasya Siyaseti,
Postgraduate Thesis, Yıldız Technical University,
Graduate School of Social Sciences, Istanbul, 2011.
122- Köse, Ensar, 18. Yüzyıl Başlarında Kafkaslar’da
Nüfuz Mücadelesi, Postgraduate Thesis, Istanbul
University, Graduate School of Social Sciences,
Istanbul, 1996.
123- Köstem, Seçkin, Transnationalism and the State: Turkish
Foreign Policy towards the Turkic World, Postgraduate
Thesis, Bilkent University, Graduate School of
358
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Social Sciences, Ankara, 2010.
124- Kuloğlu, Rüştü Mürşit, Çeçenistan’da Sosyo Kültürel
ve Siyasi Gelişmeler, Postgraduate Thesis, Trakya
University, Graduate School of Social Sciences,
Edirne, 1997.
125- Kumbaraoğlu, Aykut, Nationalism and Russia,
Postgraduate Thesis, Middle East Technical
University, Graduate School of Social Sciences,
Ankara, 1995.
126- Kundakçı, Emel, 1945-1950 Yılları Arası Türk-Sovyet
İlişkileri, Postgraduate Thesis, Ege University,
Graduate School of Social Sciences, İzmir, 1997.
127- Kunduh, Yaşar, After Finishing of Union Soviet and
Socialist Republics (USSR) Last Developments in
Transcaucasus and Ethnic Structure of The Region,
Postgraduate Thesis, Gazi University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 1999.
128- Kuyumcu, M. İhsan, Güney Kafkasya Ülkelerinin
Demokratikleşme Süreçlerinin Karşılaştırmalı Analizi,
Postgraduate Thesis, Turkish War Colleges, Institute
of Strategic Researh, Istanbul, 2010.
129- Küçükkayhan, Çetin, The Caucasia, from Brest Litovsk
Peace to Mondros Ceasefire, from the Point of View
Ottoman Pres, Postgraduate Thesis, Istanbul,
Graduate School of Social Sciences, Istanbul, 2001.
130- Leylak, Mehmet Halil, Orta Asya ve Kafkaslar’da
Türklerin Demografik Yapısı (20. Yüzyıl), PhD
Dissertation, Ankara University, Graduate School
of Social Sciences, Ankara, 1997.
131- Mammadov, Rovshan, ABD’nin Güney Kafkasya
Politikası, Postgraduate Thesis, Ankara University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2008.
132- Mangıtlı, Ulaş, Russia, Turkey and Eurasia: Intersection
of Turkish and Russian Foreign Policy Spheres in
Eurasia, Postgraduate Thesis, Bilkent University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2001.
133- Mardanov, Samir, Avrupa Birliği’nin Kafkasya Politikası,
Postgraduate Thesis, Ankara University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2006.
134- Memmedov, Asım, Güney Kafkasya’da Etnik Çeşitlilik
359
Dr. Yenal Ünal
ve Çatışma: Abhazya ve Dağlık Karabağ Sorunları,
Postgraduate Thesis, Ankara University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2002.
135- Memmedov, Ramil, Güney Kafkasya’nın Dış Güvenlik
Seçenekleri ve NATO, Postgraduate Thesis, Istanbul
University, Graduate School of Social Sciences,
Istanbul, 2003.
136- Memmedov, Zaur, Inogate Projesi Çerçevesinde ABGüney Kafkasya Ülkeleri İlişkileri, Postgraduate
Thesis, Ankara University, Graduate School of
Social Sciences, Ankara, 2004.
137- Mikaylov, Muhabbet, Kafkaslarda Atlı-Bozkır Kavimleri
(M.Ö. 1 Bin), Postgraduate Thesis, Gazi University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2000.
138- Murgul, Yalçın, Baku Expedition of 1917-1918: A Study
of Ottoman Policy towards the Caucasus, Bilkent
University, Graduate School of Social Sciences,
Ankara, 2007.
139- Mustafayev, Beşir, Ermenilerin Kuzey Azerbaycan’daki
Faaliyetleri (1905-1920), PhD Dissertation, Ege
University, Graduate School of Social Sciences,
İzmir, 2009.
140- Nazır, Bayram, Osmanlı-Rus Savaşlarında Acaralılar
(1774-1829),
Postgraduate
Thesis,
Atatürk
University, Graduate School of Social Sciences,
Erzurum, 1993.
141- Oduncu, Fulya, SSCB’nin Dağılmasından Günümüze
Türkiye’nin Ermenistan ve Azerbaycan ile Olan
İlişkilerinin Türk Dış Politikasındaki Kafkasya
Yaklaşımlarına Etkileri, Postgraduate Thesis, Beykent
University, Graduate School of Social Sciences,
Istanbul, 2011.
142- Oğuz, Celal Cem, Relations Between The Ottoman Empire
and Bolshevik Russia (1917-1918), Postgraduate
Thesis, Bilkent University, Graduate School of
Social Sciences, Ankara, 1998.
143- Oral, Tolga, Sovyetler Birliği Yönetimi Altında Gürcistan,
Postgraduate Thesis, Kahramanmaraş Sütçü İmam
University, Graduate School of Social Sciences,
Kahramanmaraş, 2011.
360
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
144- Ölçer, Selma, Mihrali Bey, Postgraduate Thesis,
Çanakkale Onsekiz Mart University, Graduate
School of Social Sciences, Çanakkale, 1998.
145- Övsev, Elibol, Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Güney
Kafkasya-Karadeniz Politikaları, Postgraduate Thesis,
Ankara University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 2010.
146- Özer, Abdurrahim, The Ottoman-Russian Relations
Between the Years 1774-1787, Postgraduate Thesis,
Bilkent University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 2008.
147- Özer, Sanem, A Common Foreign and Security Policy
towards the Caucasus: With Special Reference to Some
Europe Member States, PhD Dissertation, Marmara
University, European Union Institute, Istanbul,
2006.
148- Özsaray, Mustafa, Kafkas Halklarından Adığelerin
Eski Dinleri ve İslamiyet’in Kuzey Kafkasya’ya
Girişi, Postgraduate Thesis, Marmara University,
Graduate School of Social Sciences, Istanbul, 1998.
149- Öztürk, Mustafa, Atatürk Döneminde Türkiye’nin
Kafkasya Politikası, Postgraduate Thesis, Hacettepe
University, Institute of Atatürk’s Principles and
History of Turkish Revolution, Ankara, 2005.
150- Ramazanov, Namık, Avrupa Birliği Güney Kafkasya
İlişkilerinin
Hukuki-Siyasi
Boyutu,
Istanbul
University, Graduate School of Social Sciences,
Istanbul, 2009.
151- Sadıgbeyli, Rövşen, Stability in the South Caucasus:
The Role of Russia and Turkey, Bilkent University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2002.
152- Sakal, Fahri, Ağaoğlu Ahmed Bey, PhD Dissertation,
Ondokuz Mayıs University, Graduate School of
Social Sciences, Samsun, 1995.
153- Salmanlı, Zeynep, 1991 Sonrası Türkiye-Azerbaycan
İlişkileri, Postgraduate Thesis, Gazi University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2007.
154- Salur, Şammas, The Importance of Caspian Oil for
Azerbaijan to Integrate into the Democratic World
Community: Implications of Oil Revenues, Oil Pipelines
361
Dr. Yenal Ünal
and Nogorno Karabakh Dilemma, Postgraduate
Thesis, Fatih University, Graduate School of Social
Sciences, Istanbul, 1999.
155- Sancak, Kadir, Gürcistan’nın Kafkasya’daki Yeri,
Marmara University, Institute of Middle East and
Islamic Countries Studies, Istanbul, 2000.
156- Sarıahmetoğlu, Nesrin, Azeri-Ermeni Münasebetleri
ve Dağlık Karabağ Olayları, Postgraduate Thesis,
Marmara University, Graduate School of Social
Sciences, Istanbul, 1989.
157- Sarı, Mustafa, Türkiye-Kafkasya İlişkilerinde Batum
(1917-1921), PhD Dissertation, Sakarya University,
Graduate School of Social Sciences, Sakarya, 2010.
158- Saylan, Gürkan Fırat, Piroğlu Fahrettin Erdoğan BeyCenub-i Garbi Kafkas Hükümeti Hariciye Nazırı,
Postgraduate Thesis, Ataütrk University, Institute
of Atatürk’s Principles and History of Turkish
Revolution, Erzurum, 2003.
159- Selimoğlu, Ömer, Türkiye-Kafkasya Sınırı Tarihi
Üzerine Bir Not, Undergraduate Dissertation,
Istanbul University, Faculty of Letters, Department
of History, Istanbul, 1972.
160- Sertiç, Şakir, Kumuk ve Diğer Dağıstan Türkleri Tarihi,
Undergraduate Dissertation, Istanbul University,
Faculty of Letters, Department of History, Istanbul,
1966.
161- Sili, Timur, Kafkas Seferi, Postgraduate Thesis, Gazi
University, Graduate School of Social Sciences,
Ankara, 1999.
162- Solmaz, Sefer, Karaçay Türkleri ve Karaçay Türkçesi,
Undergraduate Dissertation, Ankara University,
Faculty of Languages History and Geography,
Department of History, Ankara, 1990.
163- Soltayev, Zelimhan, Kuzey Kafkasya’da Sufi Hareketleri
(1775-1859),
Postgraduate
Thesis,
Ankara
University, Graduate School of Social Sciences,
Ankara, 2003.
164- Sönmez, Sait, Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya
Politikasının Bölgenin Etnik Çatışma Potansiyeli
Açsısından İncelenmesi, Postgraduate Thesis, Uludağ
362
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
University, Graduate School of Social Sciences,
Bursa, 2004.
165- Söylemez, Turgay, Azerbaycan’ın Bağımsızlık
Mücadelesi, Postgraduate Thesis, Fırat University,
Graduate School of Social Sciences, Elazığ, 1996.
166- Sürmeli, Serpil, Türkiye-Gürcistan İlişkileri, Atatürk
University, Institute of Atatürk’s Principles and
History of Turkish Revolution, Erzurum, 1997.
167- Sünbül, Tahir, Azerbaycan’daki Siyasi Partiler (1905’den
Günümüze), PhD Dissertation, Ankara University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 1996.
168- Şahbazov, Rövşen, Avrupa Birliği’nde Genişmele
Stratejisi Çerçevesinde Yeni Komşuluk Politikası (Güney
Kafkasya Ülkeleri Yönünden Bir Değerlendirme), PhD
Dissertation, Dokuz Eylül University, Graduate
School of Social Sciences, İzmir, 2009.
169- Şal, Birol, Soğuk Savaş Sonrası Süreçte Türkiye’nin
Güney Kafkasya’ya Yönelik Dış Politika Açılımları, PhD
Dissertation, Marmara University, Graduate School
of Social Sciences, Istanbul, 2009.
170- Şekerkıran, Selami, Türk-Rus Sınırı (1919-1946), PhD
Dissertation, Ankara University, Institute of Turkish
Revolution History, Ankara, 2008.
171- Tanboğa, İhsan Murat, Analysis of Relations between the Southern Caucasus States, Turkey, Europe,
Postgraduate
Thesis,
Marmara
University,
European Union Institute, Istanbul, 2010.
172- Tanrıverdi, Mustafa, Karapapakların Anadolu’ya Göçü,
Postgraduate Thesis, Gazi University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2009.
173- Taşkın, Ahmet, The Caspian Oil and After Native
Pipelines, Postgraduate Thesis, Fatih University,
Graduate School of Social Sciences, Istanbul, 1999.
174- Taşkıran, Cemalettin, Tarihi Akış İçinde Karabağ Meselesi
ve Türkiye’nin Karabağ Politikası, PhD Dissertation,
Hacettepe University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 1994.
175- Tavkul, Ufuk, Karaçay-Malkar Toplumunda Sosyal
Yapı ve Değişme, Postgraduate Thesis, Hacettepe
University, Graduate School of Social Sciences,
363
Dr. Yenal Ünal
Ankara, 1991.
176- ________, The Ethnic Origins of Karachay-Balkar
Socio-Cultural Structure and Acculturation, PhD
Dissertation, Hacettepe University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 1996.
177- Temizkan, Abdullah, At the Time of Soviet Union
Karachai and Balkans, Postgraduate Thesis, Gazi
University, Graduate School of Social Sciences,
Ankara, 1997.
178- ________, Kuzey Kafkasya’da Osmanlı Rus Mücadelesi
(1780-1812), PhD University, Ankara University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2005.
179- Tercan, Serkan, TBMM Hükümetlerinin Kafkas Politikası
(1920-1923), Postgraduate Thesis, Süleyman
University, Graduate School of Social Sciences,
Isparta, 2011.
180- Tezcan, Mehmet, Kuşanlar Tarihi (Yüeh-Chih’lerden
Kuşan’lara), PhD Dissertation, Atatürk University,
Graduate School of Social Sciences, Erzurum, 1996.
181- Tokses, Süeda, Kafkasya’da Kafkas-Rus Mücadelesi,
Kabartay-Balkar
Cumhuriyeti
(XIX.
Asırda),
Undergraduate Dissertation, Istanbul University,
Faculty of Letters, Department of History, Istanbul,
1966.
182- Tombuloğlu, Tuba, Kafkasya’nın Etnik ve Kültürel
Yapısının Oluşumunda Türklerin Rolü, Postgraduate
Thesis, Ankara University, Graduate School of
Social Sciences, Ankara, 2003.
183- Tokses, Süeda, Kafkasya’da Kafkas-Rus Mücadelesi,
Kabartay-Balkar
Cumhuriyeti
(XIX.
Asır),
Undergraduate Dissertation, Istanbul University,
Faculty of Letters, Department of History, Istanbul,
1966.
184- Tunç, Zekiye, Malazgirt Öncesi Kafkasya’da Türk Varlığı,
PhD Dissertation, Fırat University, Graduate School
of Social Sciences, Elazığ, 2012.
185- Turali, Banu, Challenges to the South Caucasus Policy
of the Europe: The Case of the Nagorno Karabakh
Conflict, Postgraduate Thesis, Marmara University,
European Union Institute, Istanbul, 2010.
364
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
186- Tuysuz, Cem, Selçuklular Döneminde Azerbaycan,
Postgraduate Thesis, Atatürk University, Graduate
School of Social Sciences, Erzurum, 1997.
187- Türkmen, H. İlhan, Ahmet Anzavur Ayaklanması ve
Tenkidi, Postgraduate Thesis, Ankara University,
Institute of Atatürk’s Principles and History of
Turkish Revolution, Ankara, 1987.
188- Türksavaş, Günnur Tuba, Avrupa Birliği’nin Güncel
Kafkasya Politikası ve Türkiye, Gazi University,
Graduate School of Social Sciences, Ankara, 2006.
189- Tütüncü, Gözde, The Role of the European Union in
the South Caucasus Peace Process and Contribution of
Turkey, Postgraduate Thesis, Bahçeşehir University,
Graduate School of Social Sciences, Istanbul, 2010.
190- Uca, Alaattin, Türkçülük Fikrinin Ünlü Mütefekkiri
Ali Bey Hüseyinzâde (Turan)’nın Hayatı, Fikirleri ve
Eserleri, Postgraduate Thesis, Atatürk University,
Graduate School of Social Sciences, Erzurum, 1997.
191- Uludağ, Mehmet Bülent, Rusya ve Sovyetler Birliği’nde
Gürcüler ve Gürcüstan, Postgraduate Thesis, Ankara
University, Graduate School of Social Sciences,
Ankara, 1993.
192- Uludağ, Mehmet Bülent, The Nationalist and
Secessionist Movements in Caucasia in the Soviet and
Post-Soviet Period with the Effects on the Opening
Process of Eurasia Region to International System, PhD
Dissertation, Ankara University, Graduate School
of Social Sciences, Ankara, 1999.
193- Uzdaş, Esin, Anadolu’da Yaşayan Kuzey Kafkasya
Kültürünü Simgeleyen Folklorik Değerler, Postgraduate
Thesis, Ankara University, Graduate School of
Social Sciences, Ankara, 1994.
194- Ünal, Hasan, Azerbaycan Türkleri, Undergraduate
Dissertation, Istanbul University, Faculty of Letters,
Department of History, Istanbul, 1981.
195- Üner, Merve, Kafkas Cephesi’nde Rusların Eline Geçen
Düşen Türkler, Postgraduate Thesis, Balıkesir
University, Graduate School of Social Sciences,
Balıkesir, 2012.
196- Ünsaldı, Murat, Batı Cephesinde Kuvayı Milliye ve
365
Dr. Yenal Ünal
197-
198-
199-
200201-
202-
203204-
205-
206-
Düzenli Orduya Geçiş, Postgraduate Thesis, Ankara
University, Institute of Atatürk’s Principles and
History of Turkish Revolution, Ankara, 1987.
Üren, Umut, Kuzey Kafkasya’daki Eski Türk
Kavimlerinden Burcanlar, Postgraduate Thesis, Ege
University, Graduate School of Social Sciences,
İzmir, 2010.
Valeriy, Morkva, The Georgian of the South Western
Caucasus in Ottoman-Russian Relations 1783-1806,
Postgraduate Thesis, Bilkent University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2004.
Varoğlu, Aytekin, Osmanlı Devleti’nin Kuzey Kafkasya
Politikası, Undergraduate Dissertation, Cumhuriyet
University, Faculty of Letters, Department of
History, Sivas, 2001.
Yağcı, Zübeyde Güneş, Ferah Ali Paşa’nın Soğucak
Muhafızlığı (1781-1785), Ondokuz Mayıs University,
Graduate School of Social Sciences, Samsun, 1998.
Yalçın, Yavuz Mustafa, Georgian-Abkhaz Ethnic
Conflict: A Case in Moscow’s Nationality Policy,
Postgraduate Thesis, Bilkent University, Graduate
School of Social Sciences, Ankara, 2001.
Yapa, Ercan, 1991 Sonrası Türkiye’nin Kafkasya ve
Orta Asya’daki Rolü, Postgraduate Thesis, Kocaeli
University, Graduate School of Social Sciences,
Kocaeli, 2008.
Yapıcı, Hakkı, Osmanlı-Rus Harbi’nde Kafkas Cephesi
(1877-1878), PhD Dissertation, Atatürk University,
Graduate School of Social Sciences, Erzurum, 2011.
Yasak, M. Salih; Sedat Savaş; Cüneyt Kaya; Cengiz
Sarnıç; Durmuş Köse, Tevarih-i Tatar Han ve
Dağıstan, Undergraduate Dissertation-Translation,
Istanbul University, Faculty of Letters, Department
of History, Istanbul, 1979.
Yassa, Çağla Gül, Geopolitical Importance and Impacts
of Baku-Ceyhan Oil Pipeline and Factors Influencing
its Construction, Postgraduate Thesis, Marmara
University, Graduate School of Social Sciences,
Istanbul, 1999.
Yeroğuz, Selim, Dağıstan ve Kabardiya’da Osmanlı
366
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Nüfuzu, Undergraduate Dissertation, Istanbul
University, Faculty of Letters, Department of
History, Istanbul, 1941.
207- Yeşilot, Okan, Kars-Ahılkelek-Tiflis-Bakü Demiryolu
Projesinin Türkiye ve Dünya İçin Önemi, Postgraduate
Thesis, Gebze Institute of Technology, Graduate
School of Social Sciences, Kocaeli, 2011.
208- Yıldırım, Fuat, The Struggle Between Germany and the
Ottoman Empire in Caucasus during the World War I,
Postgraduate Thesis, Istanbul University, Graduate
School of Social Sciences, Istanbul, 2001.
209- Yıldırım, Habib, Kafkasya’da Etnik Çatışmalar ve Türkiye
Açısından Bölgenin Önemi, Postgraduate Thesis,
Sakarya University, Graduate School of Social
Sciences, Sakarya, 2007.
210- Yıldırım, Hüsamettin, Kafkaslar’da Türk-Rus-Ermeni
Münasebetleri (1914-1918), Postgraduate Thesis,
Ankara University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 1990.
211- Yıldız, Muharrem, Kafkasya’da Yaşayan Türklerin
Dini Hakkında Sosyo-Kültürel Bir Araştırma, PhD
Dissertation, Selçuk University, Graduate School of
Social Sciences, Konya, 2000.
212- Yılmaz, Bekir, Kuzey Kafkasya’da İslam ve Hıristiyanlık
Öncesi Dini Yaşam (Abhazlar, Adıgeler ve KaraçayMalkar Türkleri), Undergraduate Dissertation,
Ankara University, Faculty of Teology, Ankara,
2001.
213- Yılmazel, Ali Fuat, Migration and Settlement Movements
from Caucasia to Ottoman Lands, Postgraduate Thesis,
Anadolu University Graduate School of Social
Sciences, Eskişehir, 2000.
214- Yılmaz, Seda, Türkiye’nin Güney Kafkasya Politikasında
Ermenistan, Postgraduate Thesis, Kadir Has
University, Graduate School of Social Sciences,
Istanbul, 2012.
215- Yoldaş, Fatih, Soğuk Savaş Sonrası Rusya’nın Kafkasya
Politikası, Postgraduate Thesis, Gebze Institute of
Technology, Graduate School of Social Sciences,
Kocaeli, 2010.
367
Dr. Yenal Ünal
216- Yücesoy, Zülfükar, Rusya’nın Kafkasya Politikası
(1900-1930), Postgraduate Thesis, Fırat University,
Graduate School of Social Sciences, Elazığ, 2002.
217- Yükselen, Hasan, Actors in the South Caucasus: Stability
Providers or Instability Exploiters, Middle East
Technical University, Graduate School of Social
Sciences, Ankara, 2004.
218- Zeynalov, Emin, Les Facteurs Determinant la Politique des
Etats-Unis Enevers le Caucase du SUD, Postgraduate
Thesis, Galatasaray University, Graduate School of
Social Sciences, Istanbul, 2009.
Books and Articles
We collected 340 books and articles from different
sources. So we can easily say that this section is a comprehensive work. This chapter of our study is a regularly-updated bibliography of the works regarding wider
Caucasus region, its history, its peoples, and many other
issues such as language, national identity, folklore, tradition, religious beliefs, etc.
This part also was compiled using online bibliographical sources such as bibliographic books, articles,
many different websites, databases of the Ministry of
Culture and Tourism of Turkey and the Council of Higher
Education of Turkey. We must express honestly that we
were not able to read most of these books. And the years of
publication of these books may not be update, and a great
number of these books have been published in Turkey.
1- Abdullah Cevdet, Kafkasya’daki Müslümanlara Beyanname,
Cenevre, 1905.
2- Abhazya’nın Bağımsızlığı ve Kafkasya’nın Geleceği, CSA
Global Publishing, Istanbul, 2009.
3- Adıgüzel, Hüseyin, Kafkasya’da Türk Soykırımı, İleri
Publications, Istanbul, 2012.
4- Agrba, Bela S.; Sami H. Khotko, Çerkesya Ada Uygarlığı,
Translated by Orhan Uravelli Caucasian Scientific
Research Center Publications, Ankara, 2008.
5- Ahmet Cevdet Paşa, Kırım ve Kafkas Tarihçesi, Turan
Publications, Istanbul, 1995.
368
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
6- Akçora, Ergünöz, Geçmişten Günümüze Çeçenler, Turan
Publishing, Istanbul, 1996.
7- Altınay, Ahmet Refik, Kafkas Yollarında İki Komite, İki
Kıtal, Prepared by Osman Selim Kocahanoğlu,
Temel Publications, Istanbul, 1998.
8- Akmaz, Ahmet, Rus Yayılmacılığı Karşısında Kafkasya
Müridizm Hareketi, Our Youth Publications, Kayseri,
1994.
9- Aksamaz, Ali İhsan, Kafkasya Kökenli Bir Topluluk Lazlar,
Çivi Yazıları Publications, Istanbul, 1996.
10- ________, Kafkasya’dan Karadeniz’e Lazların Tarihsel
Yolculuğu, Çivi Yazıları Publications, Istanbul, 1997.
11- ________, Dil-Tarih-Kültür-Gelenekleriyle Lazlar, Sorun
Publications, Istanbul, 2000.
12- Aksamaz, Nuray Gök, Kuzey Kafkasya Mitolojisi, Sorun
Publications, Istanbul, 2001.
13- Akyıldız, Hakkı, Güney Kafkasya Cumhuriyetleri,
Istanbul, 1946.
14- Ali Ahmetbeyoğlu, Recep Ahıshalı, Kafkas Dosyası,
Tatav Publications, Istanbul, 2006.
15- Aliyev, Haydar, Dünya Siyasetinde Azerbaycan Petrolü,
Translated by Abdullah Çiftçi, Ergun Kocabıyık,
Sabah Books, Istanbul, 1998.
16- Allen, W.; Paul Muratof, Kafkas Harekatı: 1828-1921
Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, Presidency
of General Staff Printing House, Ankara, 1966.
17- Altınay, Nuh, Tarihten Günümüze Çeçenistan Cihadı,
Ravza Publications, Istanbul, 1996.
18- Anadol, Cemal, Kuzey Kafkasya’nın Şanlı Tarihinden
Altın Sayfalar: Çağımızın Gerçek Kahramanları
Çeçenler, Kamer Publications, Istanbul, 1996.
19- Argun, Yura G., Abhazya’da Yaşam ve Kültür, Translated
by Hayri Ersoy-Yalçın Karadaş, Nart Publications,
Istanbul, 1990.
20- Arı, Tayyar, Orta Asya ve Kafkasya-Rekabetten İşbirliğine,
Marmara Books Center Publications, Istanbul, 2010.
21- Arslan, Ozan, Osmanlı’nın Son Zaferleri 1918 Kafkas
Harekatı, Doğan Books, Istanbul, 2010.
22- Arslangereyev, Zelimhan, Çeçenistan Gerçeği, Istanbul,
2000.
369
Dr. Yenal Ünal
23- Arzumyan, Makiç Vahani, Kafkasların Lenin’i Stepan
Şahıumyan, Translated by Armenak Çaparitze,
Umut Printing House, Istanbul, 2009.
24- Askerbi, Şortan, Büyük Çerkes Düşünürü Kazanokue
Jabağı: Hayatı, Görüşleri, Translated by Afeşij Emin,
Marj Publications, Ankara.
25- Aslan, Yasin, Hazar Petrolleri, Kafkas Kördüğümü ve
Türkiye, Ankara, 1997.
26- Aslan, Betül, I. Dünya Savaşı Esnasında Azerbaycan
Türkleri’nin Anadolu Türkleri’ne “Kardaş Kömeği
(Yardımı)” ve Bakü Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi,
Higher Institution of Atatürk Culture, Language
and History, Ankara, 2000.
27- Aslan, Kıyas, Ahıska Türkleri, Culture and Cooperation
Association of Ahıska Publications, Ankara, 1995.
28- Aslan, Yasin, Azerbaycan’ın Bağımsızlık Mücadelesi,
Yağmur Publications, Ankara, 1992.
29- ________, Bugünkü Azerbaycan’da Pantürkizm ve
Panislamizm, Istanbul, 1990.
30- ________, Can Azerbaycan-Karabağ’da Talan Var, Kök
Publications, Ankara, 1990.
31- ________, Hazar Petrolleri, Kafkas Kördüğümü ve Türkiye,
Ankara, 1997.
32- ________, Yeni Demokrat Rus Çarları ve Türk Gerçeği,
Ankara, 1994.
33- Aslan, Yavuz, Mustafa Kemal-M. Frunze GörüşmeleriTürk-Sovyet İlişkilerinde Zirve, Kaynak Publications,
Istanbul, 2002.
34- Aslanbek, Mahmut, Karaçay ve Malkar Türklerinin
Faciası, Çankaya Printing House, Ankara, 1952.
35- Atan, Fatih, Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi ve
Bir Dönemin Anatomisi (1922-1993), Dönence
Publications, 2010.
36- Atnur, İbrahim Ethem, Osmanlı Yönetiminden Sovyet
Yönetimine Kadar Nahçıvan (1918-1921), Turkish
Historical Society, Ankara, 2001.
37- Aydemir, İzzet, Kuzey Kafkasyalıların Göç Tarihi, Gelişim
Printing House, Ankara, 1988.
38- Ayyıldız, Hakkı Arif, Güney Kafkasya Cumhuriyetleri:
Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Istanbul, 1948.
370
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
39- Azer, Candan, Babadan Oğula Güney Kafkasya TürkiyeGüney Kafkasya İlişkileri, Truva Publications,
Istanbul, 2011.
40- Aziz, Semih, Büyük Harpte Kafkas Cephesi Hatıraları,
Presidency of General Staff Printing House, Ankara,
1934.
41- Baddeley, John F., Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh
Şamil, Kayıhan Publications, Istanbul, 1996.
42- Bağ, Yaşar, Türklerde ve Çerkeslerde İslam Öncesi KültürDin-Tanrı, Çivi Yazıları Publications, Istanbul, 1997.
43- ________, Çerkesler’in Dünü Bugünü, Caucasus
Association Publications, Ankara, 2004.
44- Bahçinyan, Feliks, Çeçen Güncesi, Translated by Sarkis
Seropyan, Istanbul, 1998.
45- Baj, Jabağı, Çerkesya’da Sosyal Yaşayış-Âdetler, Cultural
Journal of the Caucasus Publications, Ankara, 1969.
46- ________, Çerkesler, Akyıldız Publications, Ankara,
1995.
47- Bala, Mirza Mehmetzâde, Millî Azerbaycan Hareketi,
Prepared by Ahmet Karaca, Culture Association of
Azerbeijan Publications, Ankara, 1991.
48- Bal, Halil, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Kuruluş
Mücadelesi ve Kafkas İslam Orduları, İdil Publications,
2010.
49- Barlas, Cafer, Dünü ve Bugünü ile Kafkasya Özgürlük
Mücadelesi, İnsan Publications, Istanbul, 1999.
50- Barlas, Cafer, Kafkasya’nın Özgürlük Mücadelesi, İnsan
Publications, Istanbul, 1999.
51- Başer, Alev Erkilet, Ele Geçirilemeyen Toprak: Kuzey
Kafkasya Şeyh Şamil’den Şamil Basayev’e ÇeçenistanDağıstan Direniş Hareketleri, Fecr Publications,
Ankara, 2002.
52- Baykara, Hüseyin, Azerbaycan İstiklal Mücadelesi Tarihi,
Azerbaijan Folk Publications, Istanbul, 1975.
53- ________, Azerbaycan’da Yenileşme Hareketleri (XIX.
Yüzyıl), Research Institute of Turkish Culture
Publications, Ankara, 1966.
54- Bayraktar, Hilmi, “Kırım ve Kafkasya’dan Adana
Vilayeti’ne Yapılan Göç ve İskânlar (1865-1907)”,
Selçuk University Review of the Institute of Turkology,
371
Dr. Yenal Ünal
Issue 22, Konya, 2007.
55- Baytugan, Barasbi, Kuzey Kafkasya, Culture Association
of the Caucasus Publications, Samsun, 1973.
56- Bayraktar, Rasim, Ahıska: 21. Yüzyılda İnsanlık Dramı,
Istanbul.
57- ________, Ahıska-Çıldır Beylerbeyliği, Yaşayan Kitaplar
Publications, Istanbul, 2000.
58- Bedirhan, Yaşar, Selçuklular ve Kafkasya, Çizgi
Bookshop, Konya, 2008.
59- Bekmirza, Negumuko Şora, Adıge-Hatikhe-Çerkes Tarihi,
Transleted by Vasfi Güsar, Istanbul, 1976.
60- Bell, J. S., Çerkesya’dan Savaş Mektupları, Translated by
Sedat Özden, Caucasus Foundation Publications,
Istanbul, 1998.
61- Benet, Sula, Abhazlar: Kafkasların Uzun Ömürlü
İnsanları, Translated by Nuran Kılıçarslan, Kaf-der
Publications, Ankara, 1994.
62- Bennigsen, Alexandre, Kafkaslarda Müslüman Gerilla
Savaşı (1918-1928), Translated by Akın Kösetorun,
Middle East Technical University, Ankara, 1984.
63- Berdzenişvili, Nikoloz; Simon Canaşia, Gürcistan
Tarihi, 2nd edition, Translated by Hayri Harioğlu,
Sorun Publications, Istanbul, 1997.
64- Berje, Adolf, Kafkasya-Dağlı Halkların Göçü ve Kısa Tarihi,
Translated by Murat Papşu, Çivi Yazıları Bookshop,
Istanbul, 2010.
65- Berkok, İsmail, Tarihte Kafkasya, Istanbul, 1958.
66- Berkuk, İsmail Hakkı, Büyük Harpte (1334) Şimali
Kafkasya’daki Faaliyetlerimiz ve 15. Fırkanın Harekâtı
ve Muharebeleri, Military Printing House, Istanbul,
1934.
67- Berzeg, Sefer Ersin, Kafkasya Bibliyografyası, Çivi
Yazıları Bookshop, Istanbul, 2005.
68- ________, Kafkasya ve Çerkesler Bibliyografyası, Kafkas
Gerçeği Publications, Samsun, 1996.
69- ________, Kafkasya ve Diaspora Üzerine Söyleşiler, Kuban
Printing House, Ankara, 2011.
70- ________, Kafkasya ve Diaspora Yayın Hayatından, Kuban
Printing House, Ankara, 2008.
71- ________, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti 1917372
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
1922, Volume 1, United Caucasus Association
Publications, 2003.
72- ________, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti 1917-1922
Bağımsızlık Mücadelesi, Volume 2, United Caucasus
Association Publications, 2004.
73- ________, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti 1917-1922 Sovyet
Karanlığına Girerken, Volume 3, United Caucasus
Association Publications, 2006.
74- ________, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Devlet Başkanı
Pşimaho Kotse (Kosok) Yaşamı ve Gurbet Yazıları,
Kuban Printing House, Ankara, 2011.
75- ________, Sürgünde Doğmuş Bir Kafkas Şairi Seyn
Tıme (Hüseyin Şem’ı Tümer), Caucasian Scientific
Research Center Publications, Ankara, 2010.
76- ________, Gurbetteki Kafkasya’dan Belgeler, Ankara, 1985.
77- ________, Gurbetteki Kafkasya II, Ankara, 1987.
78- ________, Gurbetteki Kafkasya III, Ankara, 1989.
79- ________, Muhacerette Kuzey Kafkasyalı Yazarlar, Ankara,
1968.
80- Berzeg, Vedat, Türkiye’de Kuzey Kafkasya ile İlgili Yayınlar
Bibliyografyası (1928-1986), Culture Association of
the Caucasus Publications, Samsun, 1986.
81- Beygua Ömer Büyüka, Abhaz Tarihinin İskeleti,
Abhazoloji Publications, Istanbul, 1993.
82- Beygua, Valeri, Abhazya Tarihi, Translated by Papapha
Mahinur Tuna, As Publications, Istanbul, 2000.
83- Bice, Hayati, Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Turkish
Religious Foundation Publications, Ankara, 1991.
84- Bilatti, Balo; M. Aydın Turan, Kafkasya Üzerine
Düşünceler Seçme Yazılar, United Caucasus
Association Publications, 2004.
85- Bilici, Mahmut, Kafkas Tarihi I-II, Berikan Bookshop,
2011.
86- Bilge, Sadık Müfit, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, Eren
Publications, Istanbul, 2005.
87- ________, Osmanlı Çağında Kafkasya (1454-1829), 2nd
edition, Kitabevi Publications, Istanbul, 2012.
88- Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkasya Cephesi
3. Ordu Harekâtı, Presidency of General Staff
Publications, Ankara, 1993.
373
Dr. Yenal Ünal
89- Blanch, Lesley, The Sabres of Paradise: Conquest and
Vengeance in the Caucasus, Taurus Parke Paperbacks
Publications, Newyork, 2004.
90- Bradley, Michael, Chosen People from the Caucasus: Jewish
Origins, Delusions, Deceptions and Historical Role in
the Slave Trade, Genocide and Cultural Colonization,
Third World Press, Chicago, 1992.
91- Brosset, Marie Felicite, Gürcistan Tarihi, Turkish
Historical Society, Ankara, 2003.
92- Bryan, Fanny E., Sovyetler Birliği’nin Çeçen-İnguş
Cumhuriyeti’nde Din Aleyhtarı Faaliyetleri ve
İslamiyet’in Varolma Mücadelesi, Translated by
Yasin Ceylan, Middle East Technical University
Publications, Ankara, 1985.
93- Bullough, Oliver, Let Our Fame Be Great: Journeys
Among the Defieant People of the Caucasus, Basic
Books, Newyork, 2010.
94- Butbay, Mustafa, Kafkasya Hatıraları, Prepared by
Ahmet Cevdet Canbulat, Turkish Historical Society
Publications, Ankara, 2007.
95- Cabağı, Wassan-Giray, Kafkas-Rus Mücadelesi, Baha
Printing House, Istanbul, 1967.
96- Canak, Ahmet Fahri, Kafkaslardan Uzunyayla’ya,
Ankara, 1989.
97- Canbek, Ahmet, Kuzey Kafkasya Trajedisi, Prepared
by Nurcan Aydemir Turan, Istanbul, Caucasus
Publications, Istanbul, 1994.
98- Candan, Azer, Babadan Oğla Güney Kafkasya, Edited by
Hüseyin Movit, Truva Publications, Istanbul, 2010.
99- Cemilli, Elnur, ABD’nin Güney Kafkasya Politikası, IQ
Culture Art Publications, Istanbul, 2007.
100- Coene, Frederik, The Caucasus: An Introduction,
Routledge Taylor&Francis Group, Newyork, 2010.
101- Çapraz, Hayri, Rusya Dış Ticaret Politikasında Güney
Kafkasya (19th Century), Faculty Bookshop, 2012.
102- Çeçen, Anıl, Çeçenistan Dosyası, New Eurasia
Publications, Ankara, 2002.
103- Çeçenistan Bir Kafkasya Öyküsü, Caucasus-Chechen
Culture Association Publications, Istanbul, 2000.
104- Çeçenistan Yok Sayılan Ülke, Compiled by Özcan Özen,
374
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Osman Akınyah, Everest Publications, Istanbul,
2002.
105- Çeçenistan Dosyası, The Solidarity Committee of the
Caucasus-Chechen Publications, Istanbul, 1994.
106- Çeçenistan Gerçeği: Çeçenistan’da Gelişen Olayların
Tarihsel Arka Planı, The Solidarity Committee of the
Caucasus-Chechen Publications, Ankara, 1995.
107- Çelik, Kenan; Cemalettin Kala, Kafkasya’nın SoysaEkonomik Yapısı, Karadeniz Technical University
Publications, Trabzon, 2002.
108- Çelik, Osman, Düşüncenin Bıraktığı İzler, Gelişim
Printing House, Ankara, 1988.
109- ________, Kuzey Kafkasya Gezi Notları, Gelişim Printing
House, Ankara, 1991.
110- Çerkesleri Anlamak Türkiye Rusya ve Kafkasya, Edited by
Yalçın Karadaş, İmleç Book Publications, Istanbul,
2010.
111- Çiloğlu, Fahrettin, Gürcülerin Tarihi, Ant Publications,
Istanbul, 1993.
112- Çoğ, Mehmet, VII-X. Yüzyıllarda Güney Kafkasya’da
İslam Hâkimiyeti, Serander Publications, Trabzon,
2009.
113- Çolak, Mustafa, Alman İmparatorluğu’nun Doğu
Siyaseti Çerçevesinde Kafkas Politikası 1914-1918,
Turkish Historical Society, Istanbul, 2006.
114- Çurey, Ali, Hatti-Hititler ve Çerkesler, Çivi Yazıları
Publications, Istanbul, 2012.
115- Dağı, Zeynep, Rusya’nın Dönüşümü-Kimlik, Milliyetçilik
ve Dış Politika, Boyut Books, Istanbul, 2002.
116- Dağıstanlı, Hadduç Fazıl, Bir Kahramanın Hayatı,
Dağıstanlı Muhammed Fazıl Paşa, Doğan Brother
Printing House, Istanbul, 1969.
117- Daryal, F., Kafkas Almanağı, Istanbul, 1936.
118- Deliorman, Orhan, Büyük İslam Mücahidi İmam Şamil,
Mihrab Publications, Istanbul, 1969.
119- Demirağ, Yelda; Cem Karadeli, Geçmişten Günümüze
Dönüşen Orta Asya ve Kafkasya, Palme Publications,
Ankara, 2006.
120- Demirkaya, Gevher Aktaş, Dinmeyen Acı Kafkasya,
Karma Books, Istanbul, 2008.
375
Dr. Yenal Ünal
121- Demir, Ali Faik, Türk Dış Politikası Perspektifinden
Güney Kafkasya, Bağlam Publications, Istanbul, 2003.
122- Denizci, Özge Ç., Gürcüler-Müzik, Tarih, Dil, Kültür,
Çivi Yazıları Publications, Istanbul, 2010.
123- Dikkaya, Mehmet, Orta Asya ve Kafkasya, Beta
Bookshop, Istanbul, 2009.
124- Dili Edebiyatı ve Tarihi ile Çerkesler, Prepared by Hayri
Ersoy, Nart Publishing, Istanbul, 1993.
125- Doğan, İsmail, Kafkasya’daki Göktürk (Runik) İşaretli
Yazıtlar, The Turkish Language Association
Publications, Ankara, 2000.
126- Dolay, Nur, Kafkasya Çemberi Sözün Anlamını Yitirdiği
Yer, Çivi Yazıları Bookshop, Istanbul, 2001.
127- Dönmez, Ömer Mustafa, Bir Kafkas Gazisi, Yeni
Zamanlar Dağıtım, 2008.
128- Dudayev, Cahar, Çeçen Devletinin Siyasal Devlet Yapısı
Sorunu Üzerine, Translated by Aydın Süer, Culture
and Solidarity Association of Caucasian, Ankara,
1996.
129- Dumas, Alexandre, Kafkasya Maceraları, Caucasus
Foundation Publications, 2000.
130- Dumazil, Georges, Kafkas Halkları Mitolojisi, Translated
by Musa Yaşar Sağlam, Ayraç Publications, Ankara,
2000.
131- Emsen, Ö. Selçuk; Ş. Mustafa Ersungur; Dilek
Özdemir, Orta Asya ve Kafkasya Ekonomilerine Bir
Bakış, Political Bookshop, Ankara, 2011.
132- Erbs, Georg, Kafkasus, Selenge Publications, Istanbul,
2009.
133- Erel, Şerafettin, Dağıstan ve Dağıstanlılar, Istanbul
Printing House, Istanbul, 1961.
134- Erkan, Aydın Osman, Başımı Kafkasya’ya Çevir Osman
Ferit Paşa’nın Hayatı, Çitlembik Publications,
Istanbul, 2009.
135- Erkan, Aydın Osman, Tarih Boyunca Kafkasya, Çivi
Yazıları Bookshop, Istanbul, 1999.
136- Erkin, Celal, 1828-1829 Türk-Rus Harbi Kafkas Cephesi,
Istanbul, 1940.
137- Ersoy, Hayri; Aysun Kamacı, Çerkes Tarihi,
Tümzamanlar Publishing, Istanbul, 1992.
376
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
138- Esadze, Semen, Çerkesya’nın Ruslar Tarafından İşgali,
Translated by Murat Papşu, Caucasus Association
Publications, Ankara, 1999.
139- Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Prepared by Yücel Dağlı,
Seyit Ali Kahraman, Yapı Kredi Publications,
Istanbul, 2011.
140- Fouskas, Vassilis K., Balkanlar, Ortadoğu Kafkasya Soğuk
Savaş Sonrası ABD Politikaları, Aykırı Publications,
Istanbul, 2004.
141- Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi, Caucasian
Scientific Research Center Publications, Ankara,
2006.
142- Gierycz, Dorota, The Mysteries of The Caucasus, Xlibris
Corporation, United States of America, 2010.
143- Gökçe, Cemal, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğunun
Kafkasya Siyaseti, Education and Culture Foundation
of Şamil Publications, Istanbul, 1979.
144- Gökdemir, Ahmet Ender, Cenubi Garbi Kafkas
Hükümeti, Atatürk Research Center Publications,
Ankara, 1998.
145- Göztepe, Tarık Mümtaz, İmam Şamil, Kafkasya’nın
Büyük Harp ve İhtilal Kahramanı, İnkılap Bookshop,
Istanbul, 1961.
146- Griffin, Nicholas, Caucasus, A Journey to the Land
Between Christianity and Islam, The University of
Chicago Press, United States of America, 2004.
147- Grigoriantz, Alexandre, Kafkasya Halkları Tarihi ve
Etnografik Bir Sentez, Sabah Kitapları, Istanbul, 1999.
148- Güney Kafkasya Halkları Dil-Tarih-Kültür İlişkileri
Uluslararası Bilgi Şöleni Bildiriler Kitabı, Edited by
İsmail Doğan, Salih Okumuş, Muhammed Özdemir,
Ordu University Publications, Ordu, 2011.
149- Gürbüz, M. Vedat, Kafkasya’da Siyaset, Kadim
Publications, Ankara, 2012.
150- Habiçoğlu, Bedri, Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Nart
Publication, Istanbul, 1993.
151- Hacı Mustafa Mahir, Kafkasya Kabilelerinin Alamat
ve Ümeralarının Hikayat ve Vakıaları, Bulak Printing
House, Kahire, 1893 (R. 1309).
152- Haleddin İbrahimli, Değişen Avrasya’da Kafkasya,
377
Dr. Yenal Ünal
Institute of Eurasian Strategic Research, Ankara,
2001.
153- Hamzatov, Resul, Benim Dağıstanım, Translated by
Mazlum Beyhan, Düşün Publications, Istanbul,
1984.
154- Henze, Marry L., XIX. Yüzyıl Seyyahlarına Göre Orta
Kafkaslarda Din, Translated by A. Edip Uysal,
Middle East Technical University, Ankara, 1984.
155- Hızal, Ahmet Hazer, Kuzey Kafkasya Hürriyet ve İstiklal
Davası, Orkun Publication, Ankara, 1961.
156- Ildız, Hasan, Sürgün Hikâyeleri Kafkasya 1943, Devir
Publications, Istanbul, 2009.
157- Ilgar, İhsan, Rusya’da Birinci Müslüman Kongresi
Tutunakları, Ministry of Culture and Tourism
Publications, Istanbul, 1988.
158- Işıklı, Mehmet, Doğu Anadolu Erken Transkafkasya
Kültürü, Archeology and Art Publications, 2011
159- İbrahimli, Haleddin, Değişen Avrasya’da Kafkasya,
Eurasian Strategic Research Center Publications,
2000.
160- İbrahimov, Aydın, Azerbaycan Coğrafyası, Ege
University, Faculty of Letters Publications, İzmir,
1994.
161- İlhan, Suat, Kafkasya’nın Gelişen Jeopolitiği, Research
Institute of Turkish Culture Publications, Ankara,
1999.
162- İrge, Filiz, Sovyetlerden Rusya Federasyonu’na Kapitalist
Kuşatma-Balkanlar, Orta Asya, Kafkaslar, IQ Culture
Art Publications, Istanbul, 2006.
163- İsa Nuri Ançok, Kafkasya’da Adıgeler, Araks Printing
House, Halep, 1937.
164- İskender, Fazıl, Kafkas Destanı, Da Printing Publication,
Istanbul, 2004.
165- İzzet, Süleyman, Büyük Harpte (1334-1918) 15. Piyade
Tümeninin Azerbaycan ve Şimali Kafkasya’daki Harekat
ve Muharebeleri, Military Printing House, Istanbul,
1936.
166- Kafkasya Dolmenleri ile Mısır Piramitleri, Translated
by Kayhan Yükseler, Caucasian Scientific Research
Center Publications, Ankara, 2009.
378
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
167- Kafkasya ve Orta Asya: Bağımsızlıktan Sonra Geçmiş
ve Gelecek Konferansı (25-27 Mayıs 1995), Turkish
Collaboration
and
Development
Agency
Publicaitons, Ankara, 1996.
168- Kafkasya’da İslam Medeniyeti; Islamic Civilisation
in Caucasia, Proceeding of The International
Symposium Baku, Edited by Rafig Aliyev, Research
Centre for Islamic History, Art and Culture
Publications (IRCICA), Istanbul, 1998.
169- Kafkasyalı, Ali, Kafkaslardan Gelen Ezan Sesi, Erzurum,
1995.
170- Kafkas İslam Ordusu ve Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin
Oluşumu, Edited by Mehmet Rıhtım, Mehman
Süleymanov, Atatürk University Publications,
Erzurum, 2008.
171- Kaflı, Kadircan, Kuzey Kafkasya, Culture Foundations
of Turan Publications, Istanbul, 2004.
172- ________, Türkiye’ye Göçler, Çeltüt Printing House,
Istanbul, 1966.
173- Kalafat, Yaşar, Güney Kafkasya Sosyal Antropolojisi
Araştırmaları, Eurasian Strategic Research Center,
Istanbul, 2000.
174- ________, Kırım-Kuzey Kafkasya, Eurasian Strategic
Research Center Publications, Istanbul, 2000.
175- Kalmık, Betal, Adıge Devrim Hareketi, KabartayBalkar’da Devrim Mücadelesi, Translated by Hapi
Cevdet, Nıbceğu Publications, Istanbul, 1980.
176- Kamalov, İlyas, Moğolların Kafkasya Politikası, Kaknüs
Publications, Istanbul, 2003.
177- Kanbolat, Yahya, 1864’e Kadar Kuzey Kafkasya
Kabilelerinde Din ve Toplumsal Düzen, Bayır
Publications, Ankara, 1989.
178- Kantarcı, Hakan, Kıskaçtaki Bölge Kafkasya, IQ Culture
Art Publications, Istanbul, 2006.
179- Karabayram, Fırat, Güney Kafkasya Jeopolitiğinde Rusya
Gerçeği, IQ Culture Art Publications, Istanbul, 2011.
180- Karabayram, Fırat, Rusya Federasyonu’nun Güney
Kafkasya Politikası, Lalezar Bookshop, Ankara, 2007.
181- Karaçay-Balkarlar, Tarih, Toplum ve Kültür, Compiled
by Ufuk Tavkul, Yaşar Kalafat, Karam Publlications,
379
Dr. Yenal Ünal
Ankara, 2003.
182- Karagöz, Erkan, Güneybatı Kafkasya Siyasal ve Sosyal
Mücadeleler Tarihi, Park Book Publications, Adana,
2011.
183- Karakhi, Muhammed Tahir, Kafkasya Mücahidi Şeyh
Şamil’in Gazavatı, Translated by Mehmet Tahir ElMevlevi, Amedi Printing House, Istanbul, 1917 (R.
1333).
184- ________, Kafkas Mücahidi İmam-ı Şamil’in Hatıraları,
Prepared by Ahmet Özdemir, Ministry of Culture
Publications, Ankara, 2000.
185- Karny, Yo’av, Highlanders: A Journey to the Cauasus
in Quest of Memory, Farrar, Straus and Giroux
Publishing, Newyork, 2001.
186- Kasumov, Ali; Hasan Kasumov, Çerkes Soykırımı:
Çerkeslerin XIX. Yüzyıl Kurtuluş Savaşı Tarihi,
Translated by Orhan Uravelli, Kaf-Der Publication,
Ankara, 1995.
187- Kasım, Kamer, Soğuk Savaş Sonrası KafkasyaAzerbaycan,
Ermenistan,
Gürcistan,
Türkiye,
Rusya, İran ve ABD’nin Kafkasya Politikaları, The
International Strategic Research Organisation
Publications, Ankara, 2009.
188- Kayabaşı, Selman, Kafkas Ruleti, 5th edition, Truva
Publications, Istanbul, 2011.
189- Kayabaşı, Selman, Türkiye’nin Gözyaşları, Truva
Publications, Istanbul, 2006.
190- Kazbek, Aleksandr, Bir Kafkas Romanı, Translated by
Niyazi Ahmet Banoğlu, Vakit Basımevi, Istanbul,
1941.
191- Kırpık, Güray; Bahattin Demirtaş, Kafkasya’dan
Avrupa’ya Seyahat ve Avrupa Hanedanlarının
Akrabalıkları (375-1740), Nobel Yayın Dağıtım,
Ankara, 2008.
192- Kırzıoğlu, Fahrettin, Osmanlılar’ın Kafkas Elleri’ni Fethi
(1451-1590), Turkish Historical Society, Ankara,
1998.
193- Kızıldağ, Selçuk, Sarıkamış’tan Kafkasya’ya Nargin,
Gerekli Kitap Yayın Dağıtım, Istanbul, 2008.
194- King, Charles, The Ghost of Freedom, A History of the
380
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Caucasus, Oxford University Press, Nerwyork, 2008.
195- Kollautz, A., Abhazya Tarihinin Bizans Dönemine
Ait Belgeleri, Translated by Bahriye Çelebi, As
Publications, Istanbul, 2000.
196- Kosok, Pşımaho, Kuzey Kafkasya Hürriyet ve İstiklal
Savaşı Tairihinden Yapraklar, Culture and Cooperation
Association of North Caucasus Publications,
Istanbul, 1960.
197- Köseoğlu, Nevzat, Türk Kimliği ve Türk Dünyası,
Istanbul, Ötüken Publications, Istanbul, 1998.
198- Kubat, Temirbolat, Muhacirin Hicrandır Ömrümün
Yarısı, Caucasian Scientific Research Center
Publications, Ankara, 2005.
199- Kubat, Temirbolat, 1917 Rus İhtilalinden Kafkasya
Anıları, Compiled by Aytek Kubat, Caucasian
Scientific Research Center Publications, Ankara,
2007.
200- Kukul, M. Halistin, Şeyh Şamil, Çeçenistan, Ministry of
Culture Publications, Ankara, 2002.
201- Kumuk, Cem, Neredesin Prometheus Kafkasya Aydınlık
Günlerini Arıyor, Alfa Basım Yayın Dağıtım,
Istanbul, 2004.
202- Kumuk, Cem, Kafkasya, Çivi Yazıları Publications,
Istanbul, 2002.
203- Kundukh, Aytek, Kafkasya Müridizmi (Gazavat Tarihi),
Prepared by Tarık Cemal Kutlu, Gözde Books
Publications, Istanbul, 1987.
204- Kurat, Akdes Nimet, Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye
Kadar, Turkish Historical Society, 5th edition,
Ankara, 2010.
205- ________, Türkiye ve İdil Boyu (1519 Astarhan Seferi,
Ten-İdil Kanalı ve XVI-XVII. Yüzyıl Osmanlı-Rus
Münasebetleri), Ankara University, Faculty of
Languages, History and Geography Publications,
Ankara, 1966.
206- ________, Türkiye ve Rusya (XVIII. Yüzyıl Sonundan
Kurtuluş Savaşına Türk-Rus İlişkileri, (1798-1918),
Ankara University, Faculty of Languages, History
and Geography Publications, Ankara, 1970.
207- Kurter, Ziya, Karakalpak Türkleri, Ankara, 1974.
381
Dr. Yenal Ünal
208- Kutay, Cemal, Birinci Dünya HarbindeTeşkilat-ı
Mahsusa ve Hayber’de Türk Cengi, Ercan Printing,
Istanbul, 1962.
209- Kutsenko, I. Y., Doğru ile Eğri, Caucasian Scientific
Research Center Publications, Ankara, 2009.
210- Kuzey Kafkasya ve Dağıstan Birleşik Dağlılar Birliği,
Compiled by L. G. Kaymarazova, Eurasian Strategic
Research Center, Istanbul, 2001.
211- Kuzey Kafkasya Tarihinden Belgeler I, Prepared
by Mehmet Fatih Can, Erol Karayel, Meydan
Publications, Istanbul, 2010.
212- Kuznetsov, Vladimir; Yoroslav Lebedinski, Alanlar,
Step Atlıları, Kafkas Beyleri, Translated by, Demir
Alp Serezli, Culture and Cooperation Foundation
of Alan Publications, Istanbul, 2000.
213- Kürenov, Sapar, Kafkasya Oğuzları veya Türkmenleri,
Ötüken Publications, Istanbul, 1997.
214- Lagutt, Jean K., Kafkasya Mücadelesi, Translated by
Fazıl Güneş, Istanbul, 1945.
215- Larcher, Maurice; Zafer Toprak; Bingür Sönmez,
Kafkas Harekâtı-Birinci Dünya Savaşı’nda Türk
Cepheleri, Translated by Can Kapyalı, Omnia
Publications, Istanbul, 2010.
216- Longworth, John, A Year Among The Circassians, in
Two Volumes, Henry Colburn Publisher, London,
1840.
217- Longworth, John, Kafkas Halklarının Özgürlük Savaşı
(1837-1838), Translated by Sedat Özden, Rey
Publishing, Kayseri, 1996.
218- Lovpaçe, Nurbiy, Eski Hatıpsa Kentinden Mesaj,
Translated by Kayhan Yükseler, Caucasian Scientific
Research Center Publications, Ankara, 2009.
219- Luxembourg, N., Rusların Kafkasya’yı İşgalinde İngiliz
Politikası ve İmam Şamil, Kayıhan Publications,
Istanbul, 1998.
220- Mankoff, Jeffrey, Russian Foreign Policy, The Return of
Great Power Politics, Rowman&Littlefield Publishers,
Inc., Maryland, 2009.
221- Mansur, Şamil, Çeçenler, Sam Publications, Ankara,
1993.
382
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
222- Markovin, Viladimir İvanoviç, Kuzey Batı Kafkasya
Dolmenleri, Translated by Orhan Uravelli, Caucasian
Scientific Research Center Publications, Ankara,
2008.
223- Masof, Wilhelm, Kırım ve Kafkasya Seyahyatnamesi,
Istanbul University, Istanbul.
224- Mazıcı, Nurşen, ABD’nin Güney Kafkasya Politikası
Olarak Ermenistan Sorunu 1919-1921, Pozitif
Publications, 2005.
225- Mehmet Ayaz İshaki, Kafkas Tarihi, National Way
Printing House, Berlin, 1938.
226- Mehmet Emin Resulzâde, Kafkasya Türkleri, Prepared
by Yavuz Akpınar, İrfan Murat Yıldırım, Selahattin
Çağın, Turkish World Researches Foundation
Publications, Istanbul, 1993.
227- Mehmetov, İsmail, Türk Kafkası’nda Siyasi ve Etnik,
Yapı: Eski Çağlardan Günümüze Azerbaycan Tarihi,
Prepared by Ekber Necef, Şamil Necefov, Ötüken
Publications, Istanbul, 2009.
228- Mert, Okan, Türkiye’nin Kafkasya Politikası ve Gürcistan,
IQ Culture Art Publications, Istanbul, 2004.
229- Miminoşvili, Otar, Gürcistan’da Etnoğrafik Yolculuk,
Çivi Yazıları Publications, Istanbul, 2008.
230- Musayusul, Halil Bek, Kafkas Dağlarında Bir Öykü-Son
Bahadırların Ülkesi, Translated by Süreyya Ülker,
Istanbul, 1988.
231- Mustafa, Münim, Cepheden Cepheye, Arma
Publications, Istanbul, 1998.
232- Natho, Kadir, Çerkesler-Kafkasya’da ve Kafkasya
Dışındaki Çerkesler, Caucasian Scientific Research
Center Publications, Ankara, 2009.
233- Najjar, Alexandre, Kafkas Sürgünleri, Translated by
İraid Samyel, Telos Publications, Istanbul, 1999.
234- Neef, Christian, Kafkasya Rusya’nın Kanayan Yarası,
Yenihayat Kütüphanesi, Istanbul, 2004.
235- Niyazi, M., Kafkasya ve İran, Istanbul, 1933.
236- Numanzade, Ömer Faik, Kafkasya’dan Istanbul’a
Hatıralar, Translated by İrfan Murat Yıldırım,
Akademi Bookshop, İzmir, 1996.
237- Okur, Mehmet, Geçiş Sürecinde Orta Asya ve Kafkasya
383
Dr. Yenal Ünal
Bölgesi: Reformlar ve Sonuçları, Gazi Bookshop,
Ankara, 2009.
238- Orat, Julide Akyüz; Nebahat Oran Arslan; Mustafa
Tanrıverdi, Osmanlı’dan Cumhuriyete Kafkas Göçleri
(1828-1943), Kafkas University Publications, Kars,
2011.
239- Orta Asya-Kafkasya Güç Politikası, Compiled by Turgut
Demirtepe, The International Strategic Research
Organisation Publications, 2008.
240- Orta Asya ve Güney Kafkasya Siyasi Gelişmeler 1991-2010,
Edited by Necati İyikan, Hiperlink Publications,
Istanbul, 2011.
241- Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kafkas Göçleri I-II, Republic
of Turkey General Directorate of State Archives,
Ankara, 2012.
242- Osmanlı Belgelerinde Kafkasya I (Savaş ve Sürgün 17811919), Prepared by Özsaray, Mustafa, Culture,
Education and Social Cooperation Foundation of
the Caucasus Publications, Istanbul, 2011.
243- Osmanlı Devleti ile Kafkasya, Türkistan ve Kırım Hanlıkları
Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri (18671908), Republic of Turkey General Directorate of
State Archives, Ankara, 1992.
244- Öğün, Tuncay, Kafkas Cephesinin I. Dünya Savaşındaki
Lojistik
Desteği, Atatürk
Research
Center
Puclications, Ankara, 1999.
245- Özbay, Özdemir, Dünden Bugüne Kuzey Kafkasya,
Caucasian Scientific Research Center Publications,
Ankara, 1999.
246- Özbek, Batıray, Çerkes Tarihi Kronolojisi, Ankara, 1991.
247- ________, Çerkesya Bibliyografyası, Ankara, 1997.
248- Özdemir, Fehmi, Dağıstan, Ankara, 1998.
249- Özdeş, Oğuz, Şeyh Şamil, Istanbul, 1977.
250- Özertem, Hasan Selim; Mehmet Özcan; Sedat
Laçiner, Gürcistan Krizi Değerlendirme Raporu, The
International Strategic Research Organisation
Publications, Ankara, 2008.
251- Özkan, Güner, “Kuzey Kafkasya’da Terör ve Güvenlik
Çıkmazı”, Analist, Number 15, May 2012.
252- Özsoy, İsmail, Dağıstan’ın Sosyo-Ekonomik Tarihi,
384
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Kaynak Publications, İzmir, 1997.
253- Ramazan, Musa, Bir Kafkas Göçmeninin Anıları,
Tranlated by Gökhan Menteş, S. Civitovskogo,
Caucasus Association Publications, Ankara, 2001.
254- ________, Dağıstan ve Laklar, Prepared by Gökhan
M. Menteş, Education and Culture Foundation of
Şamil Publications, Istanbul, 2002.
255- Resulzade, Mehmet Emin, Kafkasya Türkleri, Turkish
World Researches Foundation Publications,
Istanbul, 1993.
256- Rus Gözüyle Kafkasya ve Kafkasyalılar, Translated
by Hasan Aykan, Prepared by Hayri Ersoy, Nart
Publication, Istanbul, 1994.
257- Rüşdü, E., Büyük Harpte Bakü Yollarında 5. Kafkas Piyade
Fırkası, Military Printing House, Istanbul, 1934.
258- Quandour, M. I., Kafkas Destanı, Translated by Özge
Öztürk, Turkuvaz Books, 2012.
259- Reşat, Sevim, Rüzgâr Kokulu Atlılar Kafkasya’dan Göçen
Bir Çerkez Ailesinin Anıları, Altın Books, Istanbul,
2006.
260- Rottenberg, Hella, “Abhazya’nın Küçük Savaşı”,
Kafkasya Gerçeği, Translated by Osman Bleda,
Samsun, 1993.
261- Rusya Federasyonu’nda ve Transkafkasya’da Etnik
Çatışmalar, Prepared by Fahrettin Çiloğlu, Sinatle
Publishing, Istanbul, 1998.
262- Saltık, Turabi, Kuzey Kafkasyalılar veya Bilinen Adıyla
Çerkesler, Etki Publications, İzmir, 1995.
263- ________, Tarihsel Mücadele Sürecinde Adığeler,
Abhazlar, Alanlar (Osetinler), Çeçenler, Berfin
Publications, Istanbul, 2000.
264- Sancaktar, Kıyamoğlu, Moskof Mezarlığı Kafkaslarda
Kıyamın Kalp Atışları, Dila Publications, Istanbul,
2011.
265- Sanlı, Niyazi, Kırılma Noktasu Kafkasya, Kaynak
Publications, Istanbul, 2006.
266- Sapmaz, Ahmet, Rusya’nın Transkafkasya Politikası ve
Türkiye’ye Etkileri, Ötüken Publications, Istanbul,
2007.
267- Saray, Mehmet, Kafkas Araştırmalarının Türkiye için
385
Dr. Yenal Ünal
Önemi, Acar Publications, Istanbul, 1988.
268- Saydam, Abdullah, Kafkasya’da Bağımsızlık Mücadeleleri
ve Türkiye, Karadeniz Technical University
Publications, Trabzon, 1993.
269- Saydam, Abdullah, Kırım ve Kafkasya Göçleri (18561876), Turkish Historical Society, Ankara, 2010.
270- Schaefer, Robert W., The Insurgency in Chechnya and
the North Caucasus: From Gazavat to Jihad, An Imprint
of ABC-CLIO, LLC, United States of America, 2011.
271- Schaenu, M. Feth Geray, Çerkesler-Çerkeslerin Menşei
ve Tarihi Hakkında Bazı Tedkikat, Istanbul, 1922.
272- Solak, Fahri, Türkistan ve Kafkasya Bibliyografyası
(Tezler, Kitaplar, Makaleler), Okutan Publications,
Istanbul, 2007.
273- Şahin, Enis, Türkiye ve Mavera-yı Kafkasya İlişkileri
İçerisinde Trabzon ve Batum Konferansları ve
Antlaşmaları, Higher Institution of Atatürk Culture,
Language and History, Ankara, 2002.
274- Shapli, Zübeyde, Kafkasya Aşkı, Akıl Fikir Publications,
Istanbul, 2012.
275- Smith, Sebastian, Allah’ın Dağları, Çeçenistan’da Savaş,
Translated by Hadiye Mugay, Sabancı University
Publications, Istanbul, 2002.
276- Sönmez, Ali, Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetleri
Ülke Profilleri ve Türkiye ile Ekonomik İlişkiler, State
Planning Organization Publications, Ankara, 1996.
277- Sunçkale, Cevher, Çeçen Savaşı (Çeçen Cumhuriyeti
Bağımsızlık Savaşı 1994-1995), Sam Publications,
Ankara, 1995.
278- Şıhaliyev, Emin Arif, Kafkasya Jeopolitiğinde Rusya,
İran, Türkiye Rekabetleri ve Ermeni Faktörü, Natürel
Kitap, Ankara, 2004.
279- Şen, Levent, Türkiye ve Kafkasya Gerçeği, Ürün
Publications, Ankara, 2009.
280- Şenibe, Musa Yuri, Kafkasya’da Birliğin Zaferi,
Translated by Nartan Elbruz, Nart Publications
Istanbul, 1997.
281- Şentürk, Ahmet, Dağıstan Aslanı Şeyh Şamil Destanı,
Tunç Publications, Istanbul, 1997.
282- Şhaplı, Hüseyin Tosun, Bibliographie de la Caucasie I,
386
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Comite de Bienfaisance des Emigres de la Ciscaucasie en
Turquie, Istanbul, 1919.
283- Şimşir, Sebahattin, Hatıralar ve Kafkasya, Doğu
Kütüphanesi, Istanbul, 2011.
284- Tansu, Samih Nafiz, Çarlara Boyun Eğmeyen Dağlı Şeyh
Şamil, İnkılap ve Aka Bookshop, Istanbul, 1963.
285- Tarih Boyunca Rusların Çeçen Katliamı, Prepared by
Sinan Yıldız, Sinan Publications, Istanbul, 1995.
286- Tarihçe-i Gazavat-ı Dağıstan, Prepared by M. Fahrettin
Kırzıoğlu, Turkish World Researches Foundation,
Istanbul, 2000.
287- Taşdemir, Tekin, Türkiye’nin Kafkasya Politikasında
Ahıska ve Sürgün Halk Ahıskalılar, IQ Culture Art
Publications, Istanbul, 2005.
288- Taştekin, Fehim; Mustafa Özkaya, Endless Genocide at
Caucasus and Chechen Tragedy, Caucasus Foundation
Report, London, 2002.
289- Taştekin, Fehim, “Thousands of Obstacle in the
front of the Humanitarian Aid: Fire Dance of
Non-Govermental Organizzations in Caucasus”,
Paris Conference for Humanitarian Non-Govermental
Organizations, Caucasus Foundation Report, 2003.
290- Taymaz, Erol, Kafkasya’da Ekonomik Dönüşüm ve
Kalkınma, Economic Policy Research Foundation of
Turkey Publications, Ankara, 2011.
291- Tavkul, Ufuk, Etnik Çatışmaların Gölgesinde Kafkasya,
Ötüken Publications, Istanbul, 2002.
292- Tavkul, Ufuk, Kafkasya Dağlarında Hayat ve Kültür,
Ötüken Publications.
293- Tavkul, Ufuk, Kafkasya Gerçeği, Selenge Publications,
Istanbul, 2007.
294- Tavkul, Ufuk, Kafkasya’da Kültürel Etkileşim, The
Turkish Language Association Publications,
Ankara, 2009.
295- Tavkul, Ufuk, Kafkasların Kalbine Yolculuk KaraçayMalkar, Bengü Publications, Ankara, 2011.
296- Tekin, Mehmet Ali, Çeçen Direnişi, Istanbul, 2001.
297- Terek, Argun, Çeçen Sorunu, Sam Publications,
Ankara, 1995.
298- Terim, Şerafettin, Kafkas Tarihinde Abhazlar ve Çerkeslik
387
Dr. Yenal Ünal
Mefhumu, Minnetoğlu Bookshop, Istanbul, 1976.
299- Tezcan, Mehmet, Klasik ve Erken Ortaçağ Dönemlerinde
Karadeniz ve Kafkasya, Serander Publications,
Trabzon, 2012.
300- Tişkov, V. A; E. İ. Filippova, Eski Sovyet Ülkelerinde
Etnik İlişkiler ve Sorunlar-Kuzey Kafkasya, Publications
of Eurasian Strategic Research Center, 2001.
301- Tokcan, Muhammed Emin, Kafkasyalı Kayıp Ülkenin,
Kayıp İnsanları, An Publishing, Istanbul, 2002.
302- Tolstoy, Lev. N., Kafkas Tutsağı, Türkiye İş Bankası
Publications, 2010.
303- Tornau, Feodor Feodoroviç, Bir Rus Subayının
Kafkasya Anıları, Caucasian Scientific Research
Center Publications, Ankara, 1999.
304- Toygar, Nimet Berkok; Kamil Toygar, Kafkasya’dan
Sürgün Edilen Adige Şapsığ Boyu Jade Sülalesi Özdemir
Ailesinin Türkiye’deki Soy Ağacı (1864-2008), Birlik
Printing House, Ankara, 2008.
305- Tuğul, Seyit, Kafkasya Halkları Volga-Ural-Sibirya, Nas
Publications, Istanbul, 2011.
306- Tuna, Rahmi, Abhazya Devlet midir?, Culture
Association of Abkhazia-Caucasus Publications,
Istanbul, 1998.
307- ________, Adıge Xabze “Adıge Etiği ve Etiketi”, As
Publication, Istanbul, 2009.
308- Turan, M. Aydın, Kafkasya Dağlıları Halk Partisi
Periyodikleri,
United
Caucasus
Association
Publications, Istanbul, 2000.
309- Turçaninov, Georgi Feodoroviç, Kafkasya’da Bulunan
Antik Eserlerin Keşfi ve Yazılarının Çözümlenmesi,
Translated by Kayhan Yükseler, Caucasian Scientific
Research Center Publications, Ankara, 2009.
310- Türkiye, Kafkasya, Baltık Ülkeleri ve Doğu Avrupa,
Electronic Book, Boyut Publication Group, Istanbul,
2012.
311- Ubilava, Elizbar, Şamil: Elveda Kafkas Dağları,
Translated by Hacer İrem, Document Publications,
Istanbul, 2001.
312- Uğurlu, Özel, Kafkasya’dan Anadolu’ya Çerkes Göçü,
Kavim Publications, Istanbul, 2007.
388
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
313- Uludağ, Süleyman, İran’a ve Turan’a Seyahat (İran,
Kafkasya, Türk Cumhuriyetleri, Balkanlar), Dergâh
Publications, Istanbul, 2002.
314- Uluslararası Kafkasya Kongresi Bildirileri Kitabı, Edited
by Hasret Çomak, Bilge Ercan, Arda Ercan, Kocaeli
University Publications, Kocaeli, 2012.
315- Uluslararası Türk Dünyası İnanç Önderleri Kongresi
23-28 Ekim 2001, Culture, Art and Education
Foundation of Turkey, Ankara, 2001.
316- Ünlü, Medet, Çeçenistan Gerçeği, Ankara, 1993.
317- Üstünyer, İlyas, Kaf Dağı’nın Güney Yüzü Kültür,
Gelenek, Mekân, Kimlik, Kaknüs Publications,
Istanbul, 2010.
318- Vediş, Bahattin; Naif Arslan, Kahraman Çeçen-İnguş
Milletinin Faciası, Istanbul, 1965.
319- Veliev, Cavid; Araz Aslanlı, Güney Kafkasya (Toprak
Bütünlüğü, Jeopolitik Mücadeleler ve Enerji), Berikan
Publications, Ankara, 2011.
320- Waal, Thomas De, The Caucasus: An Introduction,
Oxford University Press, Newyork, 2010.
321- Wagner, Moritz, Kafkas-Rus Savaşı’nda Çerkesler,
Çeçenler, Kazaklar, Gürcüler, Translated by Sedat
Özden, 2nd edition, Kayıhan Publications, Istanbul,
2004.
322- Yalçınkaya, Alaeddin, Kafkasya’da Siyasi GelişmelerEtnik Düğümden Küresel Kördüğüme, Lalezar
Bookshop, Ankara, 2006.
323- Yalçınkaya, Alaeddin; Cemil Hasanlı, Orta Asya ve
Kafkaslarda Siyaset, Anadolu University Publications,
Eskişehir, 2012.
324- Yanar, Savaş, Türk-Rus İlişkilerinde Gizli Güç Kafkasya,
IQ Culture Art Publications, Istanbul, 2002.
325- Yandarbi, Zelimhan, Çeçen Cihadı ve Çağdaş Dünyanın
Sorunları, Translated by A. Ekber Aliyev, Ekmel
Publishing, Istanbul, 2001.
326- Yapıcı, Utku, Küresel Süreçte Türk Dış Politikasının Yeni
Açılımları Orta Asya ve Kafkasya, Otopsi Publications,
Istanbul, 2004.
327- Yaşar, Bedirhan, Selçuklular ve Kafkasya, Çizgi
Bookshop, Konya, 2000.
389
Dr. Yenal Ünal
328- Yavus Ahmedov, Çeçen-İnguşya Halkıyla Rusya
Arasındaki İlişkiler, Transleted by Tarık Cemal Kutlu,
Sorun Publications, Istanbul, 2000.
329- Yerasimos, Stefanos, Milliyetler ve Sınırlar-Balkanlar,
Kafkasya ve Orta Doğu, İletişim Publications,
Istanbul, 2010.
330- Yeşil, Murat, Kafkas Kartalı İmam Şamil Destanı, Babıâli
Culture Publications, Istanbul, 2000.
331- ________, Kafkas Şahini Hacı Murad, Babıâli Culture
Publications, Istanbul, 2009.
332- Yeşilot, Okan, Değişen Dünya Düzeninde Kafkasya,
Kitabevi Publications, Istanbul, 2005.
333- Yıldız, Cevdet, Kafkasya’nın Kültürel Açıdan Dünya
İçindeki Yeri, Culture Association of the Caucasus
Publications, Istanbul, 1987.
334- Yılmaz, Hasan; Nihat Kaşıkçı, Kafkasya SeyahatnamesiAras’tan Volga’ya Adım Adım Kafkasya, Çankaya
Foundation Publications, 2000.
335- Yılmaz, Hasan; Nihat Kaşıkçı, Tarihin Sıkıştığı Coğrafya
Kafkasya, Elips Books Publications, Ankara, 2006.
336- Yılmaz, Salih, Karakalpak Türkleri ve Karakalpakistan
Tarihi, Turkish Historical Society, Ankara, 2008.
337- Yüce, Çağrı Kürşat, Kafkasya ve Orta Asya Enerji
Kaynakları Üzerinde Mücadele, Ötüken Publications,
Istanbul, 2006.
338- Yüksel, Sinan, “Kuzey Savaşları Sırasında Rusya’nın
Karadeniz’e Yönelik Faaliyetleri”, Journal of History
Studies, Volume 31, Issue 52, Ankara, 2012.
339- Zeyrek, Yunus, Acaristan ve Acarlar, Positive Printing,
Ankara, 2001.
340- Zürcher, Christopher, The Post-Soviet Wars,
Rebellion, Ethnic Conflict and Nationhood in the
Caucasus, Newyork University Press, Newyork,
2007.
390
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Conclusion
Turkish historiography nowadays shows a
tendency towards surveying not only Turkish history, that limited itself within the borders of modern
Turkey but also neighboring geographies. This can
clearly be seen in different periodicals, books, articles, papers, proceedings etc. We believe that this
trend will contribute very important knowledges to
Turkish and World historiography. This is a fortunate occasion for the Turkish academia to integrate
with the world history and historiograhy. Within
this framework, we can say that one of the most important areas interested in by Turkish historian is
culture and history of the Caucasus. Because, there
are very strong relations between the geography of
the Caucasus and Turkish history.
Caucasia is a sphere and an important settlement where many different nations, many different
civilizations live. When we look at the past, we can
say that the Turks have always been in an interrelation with this area throughout history. Georgia,
Armenia and Azerbaijan are still important countries
from the point of Turkey. Turkey, as an increasingly
growing power in its area, turns her direction to this
region again. Ethnic, religious, political-ideological,
and socio-economic factors affect the relations between Turkey and Caucasus.
To contribute Caucasian researches and illuminate the path of researchers, we prepared this selected bibliographic study. Bibliography consists of
mostly books, articles, symposiums, papers, undergraduate dissertations, postgraduate thesis and PhD
dissertations which were prepared about the history
of the Caucasia, especially in Turkey. On the other
hand, we gave place to some basic works which have
vital importance for this research area from other
sources. Additionally, the year of 2014 is an import391
Dr. Yenal Ünal
ant date. We guess that there will be many activities
about the allegations of Armenian genocide in the
world. Many historians will turn their direction to
Caucasus again in this context. So this study will be
very useful for the researcher in order to reach main
sources on the Caucasus. In parallel, showing the
foreign researchers that what kind of information
produced about the Caucasus in Turkey is one of the
most important aims of this study.
392
II. BÖLÜM
KİTAP
İNCELEMELERİ
1) 1938’DEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE VE
TÜRKLER659
Türkiye Cumhuriyeti tarihi alanında bugüne
kadar kitap, makale, çeviri, transkripsiyon türlerinde
çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların sayısı
gün geçtikçe de hızlı bir şekilde artmaktadır. Ortaya
çıkan yeni bilimsel çalışmalar sayesinde Türkiye
Cumhuriyeti tarihini bir bütün halinde inceleme düşüncesi bu alanda çalışan tarihçiler arasında hızla
yayılmaktadır.
Son yıllara kadar bazı istisnalar dışında başta
orta öğretim kurumlarında olmak üzere üniversitelerde okutulan ya da bağımsız olarak kaleme alınan
“Türk İnkılâp Tarihi” veya “Türk Devrim Tarihi”
adlı kitaplar Türkiye Cumhuriyeti tarihini bir bütün
olarak inceleyebilecek seviyeye erişememişlerdir. Bu
tür kitapların çoğu III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinden başlayarak 19. yüzyıl Osmanlı tarihini özetleyip, ardından II. Meşrutiyet dönemi, Trablusgarp
İlk defa Tarih Okulu Dergisi’nin 4. sayısında yayımlanmıştır.
Andrew Mango, 1938’den Günümüze Türkiye ve Türkler, (The Turks
Today), Çeviren Füsun Doruker, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2005,
295 sayfa, ISBN 975-14-1018-5.
659
Dr. Yenal Ünal
ve Balkan Savaşları hakkında kısaca bilgi vermektedirler. Hacimlerinin önemli bir bölümü 1914–1938
yılları arasında gelişen askeri, siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelere ve olaylara ayrılan bu eserlerde
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1938 yılında Mustafa
Kemal Atatürk’ün vefatıyla bitiyormuş gibi bir izlenim uyandırılmaktadır. Bu anlamda yazımızın başında değindiğimiz üzere Türkiye Cumhuriyeti tarihini bir bütün olarak kabul eden ve 1938’den günümüze tarihi olayları aktaran eserler de yayınlanmaya
başlamıştır.
Türkiye’nin 1938 ve 2003 yılları arasındaki siyasi ve kültürel tarihini konu alan ve ünlü İngiliz
araştırmacı Andrew Mango660 tarafından kaleme alınan “1938’den Günümüze Türkiye ve Türkler” adlı eser
bu vadide çok büyük bir boşluğu doldurmaktadır.
Bu mühim eser genel olarak iki ana bölüm ve
bu bölümlere bağlı alt başlıklardan oluşmaktadır.
Andrew Mango, eserinin ilk bölümünde 1938–2003
yılları arasında Türkiye’nin siyasi tarihini akıcı bir
üslupla ve çok ilginç bir tarih anlayışıyla ele almıştır.
Eserin birinci bölümü “Atatürk’ten Sonra Türkiye”
ana başlığı ve bu başlığa bağlı “Önce Devlet Sonra
Ulus (1938–1945)”, “Serbest Seçimin Bedeli (1945–
660
Andrew Mango İstanbul’da doğdu. Dil öğrenimini Londra’daki
School of Oriental Studies’de Farsça ve Arapça öğrenerek geliştirdi. Büyük İskender olayının İslamiyet içinde yer alan biçimleri üzerine yaptığı araştırmayla Doktorasını aldı. 1947’de öğrenciyken katıldığı BBC’de on dört yıl boyunca Türkçe Yayınlar
bölümünün yöneticiliğinde bulundu. Burada Güney Avrupa
ve Fransızca Yayınlar Müdürüyken 1986’da emekliye ayrıldı.
O günden beri çalışmalarını Türkiye üzerine yoğunlaştırmıştır. Mango’nun Türkiye ile ilgili ilk yazısı 1957 yılında Political
Quarterly adlı dergide yayınlandı. Turkey ve Discovering Turkey
adlı tanıtıcı çalışmalarını Turkey: The Challenge of a New Role
(1994) adlı kitabı izledi. Türkçe’de Atatürk (Modern Türkiye’nin
Kurucusu) 2000 yılında yayımlandı.
396
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
1960)”, “Çekişme Yılları (1960–1980)” ve “Çatışmalar
Bastırılıyor (1980–2003)” alt başlıklarından oluşmuştur.
Kitabın önsöz ve giriş bölümlerinde (sayfa
11–34) Atatürk vefat ettiği sırada Türkiye’nin çeşitli
alanlardaki durumu değerlendirilmiştir. Yazara göre
“10 Kasım 1938 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk
öldüğünde İstanbul, Ankara ve Ege’deki liman kenti İzmir dışında, ülke son derece yoksul ve ilkel bir
durumdaydı. Hatta bazı yöreler I. Dünya Savaşı’nın
başlangıcı öncesindeki Osmanlı döneminden daha
kötü bir vaziyetteydi. Yeni yapılan demiryollarının
uzağında kalan köylere ve kasabalara ancak toprak
yollarda gidebilen, hayvan gücüyle çekilen arabalarla ulaşmak olasıydı. Bu dönemde erkeklerin büyük çoğunluğu ile kadınların hemen hemen tamamı
okuma yazma bilmiyordu. Atatürk devri içerisinde
bu kısır döngü ve fakirlikle mücadele etmek için uğraşılmıştır. Atatürk fakir ülkesinin uzun vadede zenginleşebilmesi için gerekli köklü bütün reformları
yapmıştır. Ülkenin üzerini örten kara cehalet bulutları Onun döneminde dağıtılmıştır.”
Kitabın giriş bölümünde Atatürk dönemiyle
ilgili bu genel değerlendirmeler yapıldıktan sonra “Önce Devlet Sonra Ulus (1938–1945)” bölümünde (sayfa 35–49) 1938–1945 dönemi Türkiyesi
hakkında bilgi verilmiştir. Atatürk’ün vefatından
sonra İsmet İnönü’nün Türkiye Cumhuriyeti’nin
2. Cumhurbaşkanı seçilmesi, II. Dünya Savaşı ve
Türkiye’nin bu savaştan nasıl etkilendiği, Hatay’ın
23 Haziran 1939 tarihinde anavatana katılması,
Stalin, 17 Aralık 1925 tarihinde imzalanan dostluk
antlaşmasının süresini uzatmaması, 1944 yılında
Turancılığı yaymakla suçlanan 47 kişi yargılanması,
Türkiye’nin Şubat 1945’te Japonya ve Almanya’ya
savaş ilan etmesi ve savaş sonunda ABD’nin savaş397
Dr. Yenal Ünal
tan sonra Türkiye ve Yunanistan’ın Rus etkisi altına
girmesini engellemek amacıyla Mart 1947 tarihinde
Truman Doktrin’i ortaya atması genel itibariyle bu
bölümde ele alınan temel konulardır.
“Serbest Seçimin Bedeli (1945–1960)” bölümünde (sayfa 50–66) çok partili hayata geçiş ve ağırlıklı olarak Demokrat Parti dönemi hakkında bilgi
verilmiştir. Bu bölümde yazar 11 Haziran 1945 tarihinde gerçekleştirilen Toprak reformu ve buna tepki olarak ortaya çıkan Cumhuriyet Halk Partisi’nin
içerisindeki toprak sahiplerinin itirazı ve bunu sonucunda Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü
ve Refik Koraltan’ın, 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat
Parti’yi kurmaları incelenmektedir. Bölümün ağırlıklı kısmını ise 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimle iktidara gelen Demokrat Parti oluşturmaktadır. “1950
yılı seçimlerinde Demokratlar 408; CHP 69 milletvekili çıkardı ve DP, CHP’ye ilk büyük darbeyi indirdi. 1952 Şubatı’nda Türkiye, Kore’ye asker göndermesinin sonucu olarak NATO’ya üye oldu. 10 yıllık
Demokrat Parti döneminde Türkiye büyük değişmeler yaşadı. Ekili alanlar 14 milyon hektardan 23 milyon hektara, traktör sayısı 2 binden 42 bine ve kullanılan gübre miktarı 42 bin tondan 107 bin tona yükseldi. Yolların uzunluğu 2 binden 7 bin kilometreye
çıktı. 14 baraj, 15 elektrik santrali ve 20 liman inşa
edildi. Bunların sonucu olarak 1954 seçimlerinde DP
490; CHP ise 30 sandalye kazandı. Bu arada uzun
süredir Kıbrıs adasını Yunanistan ile birleştirmeyi
amaçlayan Yunan milliyetçileri 1955 yılında adada
bir terör kampanyası başlattılar. Sorunun çözümü
için Bakanlar 6 Eylül’de Londra’da görüşürlerken
Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalandığı
haberi gelince İstanbul’daki Rumlara karşı bir saldırı başladı. Rum dükkânları ve malları yağmalandı.
Rumların, 1955 yılında Türkiye’de nüfusları 55.000
398
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
iken daha sonra bu sayı 5000’e düştü ve bu gelişmeler tarihe “6–7 Eylül Olayları” olarak geçti. Bu olaydan sonra liberaller Demokrat Parti’den ayrılarak
Hür Partiyi kurdular. Ülkede çeşitli nedenlerle siyasi
tansiyon son haddine varmış, parlamento raporlarının yasaklanması, siyasi etkinliklerin durdurulması
ve basına sansür getirilmesi nedeniyle İstanbul ve
Ankara’da öğrenci olayları başlamıştı. 27 Mayıs 1960
günü ordu darbe yaptı. Cemal Gürsel’in bulunduğu
Millî Birlik Komitesı ülkeyi yönetmeye başlamıştı.
Tutuklular uzun süre Yassıada’da kaldılar. Birçoğu
sonra afla kurtulduysa da Adnan Menderes, Dışişleri
Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan
Polatkan çeşitli gerekçelerle asıldılar.”
“Çekişme Yılları (1960–1980)” bölümünde
(sayfa 67–91) Türkiye’de ve dünyada yaşanan kargaşa ve çatışma yılların hakkında bilgi verilmiştir. Bu bölümde değinilen konular genel itibariyle:
Millî Birlik Komitesi tarafından hazırlanan yeni
bir Anayasanın 1961 Temmuzu’nda yapılan bir referanduma sunulması, Kıbrıs’ta 1955 yılında başlayan krizin devam etmesi, 1953 yılında Stalin’in
ölümünden sonra Türk-Rus ilişkilerinde düzelmesi ve buna bağlı olarak Sovyetler Birliği 1970–1975
İskenderun Demir-Çelik ve 1969–1971 Seydişehir
Alüminyum tesislerinin kuruluşunda Türkiye’ye
yardımı, General Ragıp Gümüşpala’nın ölümü üzerine Süleyman Demirel’in siyasete girişi ve 12 Mart
1971 muhtırası etraflıca değerlendirilmiştir. Bunlara
ek olarak Bülent Ecevit’in 1967 yılında Cumhuriyet
Halk Partisi Genel Sekreterliği’ne getirilmesi, siyaset
arenasında Nakşibendî tarikatı kökenli Necmettin
Erbakan’ın da görülmesi ve 1971’de Millî Nizam,
1972 yılında Millî Selamet Partisi’ni kurarak, 1974
yılında Ecevit’le koalisyon hükümetini oluşturması,
1955 yılından bu yana Kıbrıs’ta devam eden ve iyi399
Dr. Yenal Ünal
ce yoğunlaşan saldırılardan dolayı 25 Temmuz 1974
tarihinde Türkiye adaya çıkarma yapması, bu yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yoğun
bir şekilde sosyalist faaliyetlerin devam etmesi ve 12
Eylül 1980 tarihinde ordunun yönetime el koyması
değerlendirilmiştir.
“Çatışmalar Bastırılıyor (1980–2003)” bölümünde (sayfa 92–115) 1980 yılından başlamak
üzere 2003 yılına kadarki tarihi süreç incelenmiştir. Yazarın bu dönem için genel değerlendirmeleri şu şekildedir: “12 Eylül 1980 darbesinden sonra
3 yıl boyunca Generaller iktidarda kaldılar. Genel
Kurmay Başkanı Kenan Evren Cumhurbaşkanı,
Bülent Ulusu ise Başbakan olmuştu. 180 bin kişi
gözaltına alındı, 42 bin kişi mahkûm edildi. 25 kişi
idam edildi. 3 yıl sonra 3 parti kurulmasına izin verildi. Bunlar Milliyetçi Demokrasi Partisi, Halkçı
Parti ve Anavatan Partisiydi. Türkiye’de önce Devlet
Planlama Teşkilatı’nın başında görev yapan Özal
darbeden sonraki siyasi ortamdan faydalanarak
Kasım 1983 seçimlerinde 211 milletvekilliği kazandı. Daha sonradan Doğru Yol Partisi, Adalet Partisi
yerine; Refah Partisi ise Millî Selamet Partisi yerine kuruldu. CHP’nin içerisinde de Demokratik Sol
Parti çıkmıştır. Özal tam bir liberal ekonomi sistemi
uygulamıştır. 1989 yılında Kenan Evren’in yerine
Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Kısa süreliğine Yıldırım
Akbulut Başbakan olduktan sonra onun hemen akabinde Mesut Yılmaz Başbakan olmuştur. Özal döneminde ayrıca Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü
kurulmuştur. 1990’lı yıllara girilirken ülkenin karşılaştığı en büyük tehlike Irak-Kuveyt Savaşıydı.
1990 Ağustosu’nda, Irak’ın, Kuveyt’i işgal etmesi,
Türkiye’yi oldukça zor bir durumda bırakmıştır.
Bu arada, gerçekleşen 1991 seçimlerinde Süleyman
Demirel’in DYP’si 178, ANAP 115, SHP ise 80 san400
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
dalye aldı ve Süleyman Demirel ile Erdal İnönü
koalisyon Hükümeti kurdu. 1993 yılında Özal kalp
krizinden öldü. Demirel Hükümeti içinde ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çillerdi. Demirel
1993 yılında Cumhurbaşkanı olunca Tansu Çiller,
Türkiye’nin ilk kadın Başbakanı oldu. Türkiye 28
Şubat 1997’de bir post-modern darbeyle karşılaştı.
1999 Nisan ayında yapılan seçimlerde DSP 136, MHP
129 sandalye kazandı. Ülke Şubat 2001 tarihinde çok
ciddi bir ekonomik krizle karşılaştı ve bu tüm ülkeye
pahalıya mal oldu. Hükümet kısa sürede yıprandı ve
3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimleri Recep Tayip
Erdoğan’ın kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi kazandı. Bu parti 550 sandalyeli parlamentoda 362 sandalye elde etti. İlk Hükümeti Abdullah Gül kurdu.
2003 Şubatı’nda gerçekleşen ara seçimlerde Recep
Tayip Erdoğan da seçilerek Başbakanlık koltuğuna
oturdu. Şu anda da ülke Adalet ve Kalkınma Partisi
tarafından yönetilmektedir.”
Yazar 1938’den 2003 yılına kadarki Türkiye
siyasi tarihini bu şekilde değerlendirmiştir. Kitabın
diğer ana bölümü “Günümüzde Türkler” (sayfa
119–226), “Yakalamak”, “Ekonominin Sürprizleri”,
“Eğitim ve Kültür”, “Ankara Yönetiyor”, “İstanbul
Yaşıyor”, “Doğu Yaklaşımları”, “Kızıl Elma ya da
Ulaşılmayan Hedef”, “İlerleme ve Tuzaklar” alt başlıklarıyla birinci bölümde anlatılan siyasi tarih temelinde Türkiye’nin 1938–2003 yılları aralığında tarihi,
kültürel ve sosyal gelişimini anlatmaktadır. İlginç ve
çarpıcı örneklerle birinci bölüme nazaran okuyucuyu daha fazla düşünmeye iten ve siyasi gelişmelerin
sosyal bünyeden nasıl etkilendiği ve yine bu bünyeyi
nasıl etkilediği mükemmel bir şekilde incelenmiştir.
Büyük araştırmacı Andrew Mango’nun
bu eserinin Türkçeye kazandırılması ile Türkiye
Cumhuriyeti tarihçiliğinde çok büyük bir boşluk
401
Dr. Yenal Ünal
doldurulmuştur. Bu çalışma Cumhuriyet dönemi
alanında yeni çalışmalar yapacak genç tarihçilere her
haliyle örnek bir kitaptır.
402
2) ATA YADİGÂRI AHLÂT661
Tarihin her döneminin, kendi iç dinamikleri
göz önüne alındığında devletlerin hâkimiyetleri altına aldıkları milletleri yerleştirmek ve barındırmak
için birçok yerleşim yerini kullandıkları görülür.
Ancak bazı yerleşim alanlarının veya şehirlerin o
devletlerin tarihinde daha büyük bir önemi bulunmaktadır. Türk tarihine de baktığımızda bu sembol
şehirlerle karşılaşırız. Ötüken, Kaşgar, Balasagun,
Semerkant, Buhara, Rey, Nişabur, Konya, Söğüt,
İznik, Bursa, Afyon, Çanakkale, İstanbul ve Ankara
bu şehirlerdendir.
Şu anda Doğu Anadolu bölgesinde Bitlis iline
bağlı küçük bir ilçe konumunda olan Ahlât da, Türk
tarihini etkileyen olaylar zinciri açısından bu sembol
şehirlerdendir. Çünkü Anadolu, Bizans hâkimiyetindeyken Orta Asya ve Horasan’dan, ekonomik, sosyal
ve özellikle siyasi nedenlerle göç etmek durumunda kalan Türklerin, kendilerine yeni bir vatan arayışı içindeyken Anadolu yerleşim için seçtikleri en
661
İlk defa Tarih Okulu Dergisi’nin, 10. sayısında yayımlanmıştır.
Ata Yadigarı Ahlât, Koordinatör: Bilal Şentürk, Ahlât Kaymakamlığı
Yayınları, Ankara, 2010, 98 sayfa, ISBN 9786053636908.
Dr. Yenal Ünal
önemli coğrafyadır. Anadolu’daki diğer bütün şehirler Ahlât’taki “Türk Üssü”nden hareket eden birlikler
tarafından fethedilmiştir. Anadolu’daki Türk yerleşiminin dönüm noktası olan Malazgirt Zaferi’nin kazanılmasında Ahlât’taki bu “Türk Üssü”nün son derece
önemli bir rol oynadığı inkâr edilemez bir gerçektir.
Anadolu’nun Türkler tarafından mamur hale
getirilmesinde Ahlâtlı mimarların ve ustaların rol ne
kadar önemli ise; Anadolu’da kurulan medreselerde,
müderrislik yapan Ahlâtlı ilim adamlarının rolü de o
denli önemlidir.
Ahlât, Anadolu’da son bin yılda oluşturulan
Türk-İslam medeniyetinin tüm unsurlarının temelinin oluşturulduğu Türklerden önce bu topraklarda bulunmuş onlarca medeniyetin birikimi ile Türk
milletine ait değerlerin harmanlanarak kaynaştırıldığı bir şehirdir. Ahlât’ı geçmişten günümüze taşıdığı
tarihi kültürel mirasıyla tarihin yaşadığı yer olarak
tanımlamak mümkündür.
Onlarca zenginliğine rağmen, tarih boyunca
bölgedeki tüm güçlerin egemen olmak istediği, bu
nedenle mücadelelerle ve büyük depremlerle defalarca tahribata uğrayan bu mühim şehir sahip olduğu zenginliklerle ve Selçuklu devri Türk tarihi açısından taşıdığı önem göz önüne alındığında onlarca yüksek lisans ve doktora tezine, üniversitelerde
ortaçağ kürsülerinde görev yapan akademisyenlere
büyük bir tarihi hazine arz etmesine rağmen; hak ettiği değeri bugüne kadar kazanamamıştır. Bu açıdan
bakıldığında da Türkiye’de Selçuklu devri Türk tarihçiliği araştırmalarının Mehmet Altay Köymen ve
Osman Turan’dan çok öteye gidemediği gerçeği ile
karşılaşmaktayız.
Bünyesinde Urartular, Ahlatşahlar, Selçuklular,
Eyyubiler ve Osmanlılar dönemine ait ve önemi maddi manada tarif edilemez, Türk-İslam medeniyetinin
404
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
hemen hemen en önemli tarihi eserlerini barındıran
Ahlat’la ilgili akademisyenlerin hemen hemen hiçbir
çalışma yapmaması nedeniyle bu alanda oldukça
büyük bir boşluğu doldurucu nitelikte ve üç farklı
cilt halinde bir eser vücuda getirmek amacıyla çalışma yapan Ahlat Kaymakamlığı, İlçe Kaymakamı
Sayın Bilal ŞENTÜRK’ün koordinatörlüğünde: “Ata
Yadigarı Ahlat; Ahlat:Anadolu’nun Orhun Abideleri
Selçuklu Mezar Taşları; Ahlat:Kümbetler” adlarıyla
içerik ve muhteva bakımından aynı fakat farklı başlıklar altında Ahlat’ın tarihi anlam ve önemini irdeleyen, içerisine birbirinden kıymetli fotoğrafların eklendiği ve bugünün tarihçilerine görsel açıdan vazgeçilmez nitelikte bir eser kazandırmışlardır.
Selçuklu ve Ahlatşahlar tarihinin adeta şifrelerinin saklı olduğu ve bakir bir alan olarak tarihçilerin
ilgi ve merakını bekleyen bu mühim şehirde bulunan
özellikle Selçuklu mezar taşları ile o devrin birçok
önemli tarihi kişiliğinin bulunduğu kümbetler üzerinde ısrarla durulması gereken bir konudur.
Bu nedenle üç ayrı cilt halinde hazırlanan bu
eserde bu iki konu üzerinde ağırlıklı olarak durulmuştur. Ata Yadigarı Ahlat isimli ve metin ağırlıklı
ilk kitabın birinci bölümünde Ahlat’ın coğrafi özellikleri genel itibariyle anlatılmıştır. Eserin ikinci
bölümünde Ahlât isminin anlamı ve Ahlât’ın siyasi tarihi hakkında malumat verilmiştir. Çalışmanın
üçüncü ve en önemli bölümünde Ahlât’ta yer alan
kümbetler, camiler, kaleler, hamamlar, zaviyeler,
köprüler, mezarlıklar ve tümülüsler ayrıntılı olarak
tetkik edilmiştir. Yine bu bölümde Ahlât’ta yetişen
büyük ilim adamları, mutasavvıflar, sanatkârlar ve
Türk-İslam büyükleri hakkında özet bilgiler verilmiştir. Eserde konularla ilintili olarak birçok fotoğraf
kullanılmış ve görsel açıdan okuyucu tatmin edilmeye çalışılmıştır.
405
Dr. Yenal Ünal
Ahlât: Kümbetler,662 isimli toplam 76 sayfadan
oluşan ciltte, ortaçağlarda oluşturulan kümbetler açısından Anadolu’daki en zengin şehir olan Ahlât’ta
yer alan kümbetler tek tek müşahede edilmiştir.
Çalışmada birinci bölümde olduğu gibi kümbetlere
ait çok sayıda fotoğraflar ve kümbetlerin tarihçeleri
birlikte verilmiştir. Fakat bu eser diğerine nazaran fotoğraf bakımından daha zengin ve daha ayrıntılıdır.
Türk kültürünün kendine has bir yansıması
olan kümbetler, önemli devlet adamları için yapılan
anıt-mezarlardır. Yansıttıkları mimari açıdan Türk
çadırı ile mukayese edilirler. Ahlât’taki kümbetler
bu açıdan bakıldığında, Orta Asya’daki kümbetlerle, Anadolu’nun çeşitli noktalarında (Sivas, Kayseri,
Konya) bulunan kümbetler arasında geçiş özelliği
taşımaktadır. Çoğunluğu iki kattan oluşan Ahlat
kümbetlerinin alt katları mezar odası, ikinci katları
ise ibadethane ve ziyaretgah görevi yapmaktadır.
Anadolu’da farklı şehirlerde aynı döneme ait kümbetler olmakla beraber Ahlat kümbetleri sayı, estetik,
sanatsal zenginlik ve dönemin ihtişamını yansıtması
bakımından ayrı bir yere sahiptir. Bu denli önemli
bir tarih mirası hakkında yapılmış ilk çalışma olması
bu eserin önemini bir kat daha arttırmaktadır.
Ahlat:Anadolu’nun Orhun Abideleri Selçuklu
Mezar Taşları,663 adlı ciltte sayfa numarası verilmediği gibi, Ata Yadigarı Ahlat isimli ciltte Ahlat’ta yer
alan mezarlıklar hakkında ayrıntılı malumat verildiği için bu bölüme metin eklenmemiş olup, eser tamamen fotoğraflardan vücuda gelmiştir. Ancak ha662
Ahlât: Kümbetler, 76 sayfa, Koordinatör: Bilal Şentürk,
Ahlât Kaymakamlığı Yayınları, Ankara, 2010, 1. Baskı, ISBN
9786053636922.
663
Ahlat: Anadolu’nun Orhun Abideleri Selçuklu Mezar Taşları,
Koordinatör: Bilal Şentürk, Ahlât Kaymakamlığı Yayınları,
Ankara, 2010, 1. Baskı, ISBN 9786053636915.
406
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
cimce en büyük cilt olan bu eserde sadece Selçuklu
mezar taşları genel itibariyle tanıtılmamış; taşların
sahip oldukları fiziki ve manevi özellikler de göz
önüne alınarak bu mezar taşları çeşitli kataloglara
ayrılarak ayrıntılı bir şekilde fotoğraflanmıştır.
Bilindiği üzere mezarlıklar bir yerin geçmiş nüfusu, sosyo-kültürel ve sanatsal yapısı ile kent kimliği hakkında ipucu veren yerlerdir. Ahlât’ta toplam 46
farklı mezarlık bulunmaktadır. İçerisinde kümbetler,
tümülüsler, en yaygın olarak şahideli-şahidesiz, sanduka ve çatma lahit tipiyle karşımıza çıkan bu mezarlıkların birçoğu Selçuklu ve Ahlatşahlar dönemine
aittir. Mezar taşları üzerinde bulunan dualar ve isimler günümüzde bu alanda araştırma yapan tarihçiler
için birer nefis bilgi membalarıdır. Keza Ahlât’ın ve
dünyanın en büyük Türk-İslam Mezarlığı Selçuklu
meydan mezarlığıdır. Tarih boyunca tahribata uğrasa da büyük ölçüde ayakta kalmış, Anadolu’nun
tapu taşları bu eserler Rus işgalinde ahali tarafından
düşmana korku salmak amacıyla üstlerine sarıklar
geçirilmiş ve düşman tarafından asker zannedilerek
top ve tüfek ateşlerine maruz kalmış olup, halen bu
atış izlerini taşımaktadır.
Ahlat Kaymakamlığı’nın oluşturduğu bu eser
ile Türk kültüründe oldukça önemli bir yere sahip
Ahlat şehrinin tarihi ve manevi yapısı tanıtılmış ve
bu alanda çok büyük bir boşluk doldurulmuştur. Bu
çalışma Selçuklu devri Türk tarihçiliği ve Türk kültür tarihi alanlarında yeni çalışmalar yapacak genç
tarihçilere her haliyle örnek ve nefis birer kaynaktır.
Ancak bütün tarih çalışmalarında da olduğu
gibi bu üç farklı cilt halinde yayımlanan eserde de
bazı eksiklikler mevcuttur. Eserde yer alan metinlerin büyük bölümü Van 100. Yıl Üniversitesi öğretim üyesi Rahmi Tekin’in eserlerinden derlenmiştir.
Derleme görevini ise Muzaffer İncesu İlköğretim
407
Dr. Yenal Ünal
Müdürü Sayın Mahmut Akbaş ile Sadullah Gencer
Anadolu Lisesi Müdürü Sayın Bülent Bildirici gerçekleştirmiştir. Tasarım ve dizayn Ergezen İlköğretim
Okul Müdürü Sayın Mahmut Uysal, fotoğraflar ise
Üzeyir Akçelik tarafından oluşturulmuştur. Çalışma
Ahlât Kaymakamı Sayın Bilal Şentürk’ün koordinatörlüğünde yürütülmüştür.
Elbette ki Türk kültür tarihçiliğine ve Ahlât
kültürüne çok büyük katkıları olmuş bu değerli şahsiyetlerin, bu denli bir eser vücuda getirmeleri başta
Ahlât insanı olmak üzere Türk kültürüne çok büyük
bir katkıdır.
Ancak hemen şunu ifade edelim ki eserde yer
alan fotoğraflar çalışmaya muhteşem bir görsel zenginlik kazandırmış olmakla birlikte; metin kısmında
okuyucu ve araştırmacılara doyurucu bilgi verilmemiştir. Ahlât’ta yer alan bu mühim eserlerin yeni bilgiler, yeni araştırmalarla daha ayrıntılı bir şekilde,
daha akademik çalışmalara konu olması gerekmektedir.
Elbette ki bu görev de yukarıda isimleri verilen
çok değerli eğitim ve kültür adamlarından daha çok
sayıları hiç de azımsanamayacak miktarda olan üniversitelerdeki Tarih, Sanat Tarihi, Türk Dili ve Edebiyatı,
İlahiyat Fakülteleri Türk-İslam Tarihi ve Medeniyeti kürsülerinde bulunan her kademeden akademisyenlere
düşmektedir.
Ancak bugüne kadar yukarıda en genel hatlarıyla tanıtılmaya çalışılan bu eserler dışında ve bazı
bölük pörçük bilgiler hariç tutulursa Ahlat ve sahip
olduğu kültürel miras üzerine “bi-hakkın tetebbu mahsülü” bir çalışma yapılmamıştır ki bu da Türkiye’de
akademik tarihçiliğin bugün için hiçbir surette arzulanan seviyeye gelemediği gerçeğini bir kez daha
göstermektedir.
408
3) MİLLİ MÜCADELE TARİHİNDE ESKİMEYEN
HATIRAT: MİNELBAB İLELMİHRAB664
Türk edebiyatının en önde gelen şahsiyetlerinden, 20. yüzyıl Türkiye Türkçesini büyük bir zevk
ve ustalıkla kullanıp güzelleştirerek; Türk nesir
ve hikâye lisanında 15. asır şairi Ali Şir Nevaî gibi
kendi ile anılmaya değer bir yazı ve sanat dili yaratmaya muvaffak olan Refik Halit Karay Karay, Millî
Mücadele yıllarında iki defa Posta ve Telgraf Umum
Müdürlüğü görevinde bulunarak Millî Mücadeleye
muhalif bir tavır takınmış ve yüzden yüzellilikler
listesine 100 numaradan girerek 1938 yılında çıkan
umumi affa kadar yurt dışında sürgünde bulunmuş
önemli bir edebiyatçı ve oldukça ilginç bir politik kişiliktir.
Millî mücadele yıllarında yaşanan bazı önemli
olayların unutulmaması için kaleme almayı planladığını bildirdiği “Minelbab İlelmihrab”ın başlangıç bölümünde bu eseri nasıl bir ruh halinde niçin ve nerede
kaleme almaya başladığını şu şekilde anlatmaktadır:
664
İlk defa Tarih Okulu Dergisi’nin, 12. sayısında yayımlanmıştır.
Refik Halid Karay, Minelbab İlelmihrab, 2. Bs. İnkılâp Yayınları,
İstanbul, 1992, 312 sayfa.
Dr. Yenal Ünal
“Yıllardan 1923 ve aylardan galiba Nisan… 35 yaşına
yeni basmıştım. Lübnan’da, Beyrut’a yakın Cünye kasabasında denize yakın bir kır evindeyim… Birlikte oturduğum arkadaşım Sabih Şevket henüz kalkmamış, kalkmış
olsa da tiryakinin birisidir. Kendi kendime hatıralarımı
yazsam sabahları oyalanır, eğlenirim. Benim hatıratım
nedir ki? Ne olabilir? Eski Başvekil miyim? Hepsini bir
araya getirsem bir incir çekirdeğini doldurmaz…
Ama öyle değil. Bu hatıralar, ne tarihi aydınlatmak,
ne de bir fikri müdafaa etmek, ne de ortaya bir iddia atmak
için çok ciddi şekilde ve tamamı ile siyasi mahiyette yazılmaz da sohbeti andırırsa, hafif tutulursa bir şey olur. Öyle
olunca da her zaman okunur, azıcık da geçmişi canlandırmaya ve zamanla unutacaklarımı tespit eder. Hele bir
deneyeyim! Bahçeden içeriye girdim. Bir çırpıda beş altı
sahifeyi dolduruvermiştim.”665
Karay, o yıllar maddi bakımdan sıkıntı içinde
bulunması nedeniyle hatıratını elime beş on kuruş
geçer diyerek neşretmek istediğini “Akşam” gazetesi
sahibi ve eski dostu Necmettin Sadak’a bildirmiş ve
oradan da olumlu cevap almıştır. Bunun üzerine eserin ilk kısmını teşkil eden sahifeleri İstanbul’a göndermiştir.666 Ancak bu gazetede yazarın hatıratının
yayımlanacağı ilan edilir edilmez basında münakaşalar başlamış, büyük gürültüler kopmuş o dönemdeki Türk matbuatı adeta sallanmıştır.
Dâhiliye Vekili Ahmet Ferit’in verdiği bir emirle de neşir men edilmiştir. Ancak Türk matbuatında bu konu hakkında tartışmalar başlamış, İsmail
Müştak ve Falih Rıfkı başta olmak üzere Refik Halit’e
arka çıkan ve hatıratın yayımlanmasını isteyen yazarlar da tartışmaya katılmışlardı.
665
Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrab, 2. bs. İstanbul, İnkılâp
Yayınevi, 1992, s. 7-8.
666
Karay, 1992, s. 9.
410
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Neticede bu tartışmaların sonunda hatıratın
yayımlanması mümkün olamadı. Aradan bir müddet geçtikten sonra “Akşam” gazetesi hatıratı tefrikaya başlamışsa da; Şeyh Sait isyanıyla sebebiyle
Takrir-i Sükûn Kanunu tekrar tatbikata konduğundan adı geçen gazete, “Minelbab İlelmihrab”ın neşrini
tamamlayamamıştır.
Bu eser, 1948 yılında, Refik Halit’in ikinci defa
neşrettiği “Aydede” mecmuasında tefrika edilerek
bitirilmiştir.667 Kitap olarak yayımlanması ise ancak
1964 yılında mümkün olabilmiştir.
“Minelbab İlelmihrab”ta, Refik Halit, mütareke
devrinden İstanbul’un düşman istilasından kurtulmasına kadar, devleti idare eden kabinelerde görev
alan insanlar ve siyasi teşekküller çevresinde meydana gelen siyasi ve sosyal olayları bildiklerine, gördüklerine ve duyduklarına sadık kalarak anlatmaktadır.
Bu bakımdan eser Millî Mücadele döneminin
hususi bir tarihçesi olduğu gibi Millî Mücadele’ye
muhalif kişi ve grupların bu harekete bakış açılarını tebarüz ettirmesi açısından mühim bir vazife görmektedir.
Şöyle ki Türk tarihinin en önemli kırılma
noktalarından biri olan 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’de siyasal, sosyal ve ekonomik oldukça önemli gelişmeler yaşanmıştı. İttihat ve Terakki
Hukûmeti’nin yapmış olduğu yanlış siyaset neticesinde Osmanlı Devleti parçalanmış ve Türk insanı
bin bir çeşit acıya boğulmuştu. 1912’den 1922’ye kadar on yıl savaşan Türk milleti, Trablusgarp, Balkan
özellikle Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele’de
üç milyondan fazla insan yitirmişti.
667
Aydede dergisinde adı geçen hatıralar 91-7 numaradan ve 29
Mayıs 1948 tarihinden başlamak üzere 91-70 numara ve 5 Ocak
1949 tarihli sayıya kadar yayımlanarak bitirilmiştir.
411
Dr. Yenal Ünal
On bir milyon olduğu tahmin edilen nüfusun
bu savaşlarda eğitimli bireylerinin büyük bir kısmı
kaybedilmişti. Çünkü Osmanlı Devleti, I. Dünya
Savaşı’nda Rusya, İngiltere, Fransa gibi büyük devletlerin, ordu, donanma ve tükenmez insan ve ekonomik kaynaklarına karşı dört yıl süreyle Kafkasya,
Çanakkale, Irak, Suriye, Galiçya, Sina gibi büyük
cephelerde ve ulaşım olanaksızlıkları, yokluklar içinde savaşmıştır.
Savaşta Türk ordusu hem düşmanla hem de
bağımsızlığını isteyen azınlıklarla mücadele etmek
zorunda kalmıştır. Kolera, tifüs, verem, zatürre, açlık ve daha birçok hastalıktan yüz binlerce insan ölmüştür. Silahsız, cephanesiz, ilaçsız, yiyeceksiz ve
bin türlü ulaşım eksiklikleri nedeniyle devlet artık
çökme noktasına gelmişti.
Almanya ve müttefiklerinin savaştan çekilmesi sonucu artık Osmanlı Devleti’nin de ateşkes antlaşması imzalamaktan başka herhangi bir çaresi kalmamıştı. Nitekim 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros
Ateşkes antlaşması imzalandı ve savaşa son verildi.
17 Ekim 1918’de Sadrazamlıktan istifa etmek
zorunda kalan Talat Paşa, İttihat ve Terakki Fırkası
Genel Başkanlığı’ndan ve Genel Merkez üyeliğinden
istifa ettiği gibi siyasi hayattan da çekildiğini ilân
ederek, on seneden beri sadık bir silah gibi avucunun içinde tuttuğu partisini de bıraktı. Bunun üzerine, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından bir
gün sonra (31 Ekim 1918) İttihat ve Terakki Fırkası
erkânı, kırmızı konaktaki genel merkezlerinde olağanüstü bir kongre hâlinde toplanmıştı.
Yapılan sert tartışmalar neticesinde kongre
üyeleri bir anda ikiye ayrılmışlar, bir kısım üyeler
bu partinin hemen kapatılmasını bir kısmı ise ıslah
edilmesini istemişlerdir. Fakat bu kongrenin sonun412
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin adı, programı ve
liderleri değiştirilmek üzere yeni bir partinin kurulması kararlaştırılmıştır.
Parti, Teceddüt Fırkası adı altında bir müddet
daha faaliyet göstermiştir. Kongreden sonra İttihat
ve Terakki Fırkası’nın ileri gelenleri Enver Paşa’nın
eşi Naciye Sultan’ın yalısında toplanmış ve orada
durumu hep birlikte gözden geçirdikten sonra memleketten hemen uzaklaşmaya karar vermişlerdir.
Ardından Osmanlı Devleti’ni Birinci Dünya
Harbi’ne sokmaktan sorumlu tutulan Talat, Enver ve
Cemal Paşalar, İstanbul’u terk etmeden önce İttihat
ve Terakki Genel Merkezi üyelerinden bazılarıyla,
Sadrazam ve Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa’ya
elden bir de mektup göndermişlerdi. Aynı gün tanınmamak için hepsi de kıyafet değiştirerek gecenin
karanlığı içinde yalıdan çıkıp, ayrı ayrı yollardan
deniz kenarına inerek, Odesa’ya hareket etmek üzere bekleyen bir Rus vapuruna binerek İstanbul’dan
uzaklaşmışlardır.
Refik Halit, bozgun haberini bizzat Küçük
Talat Bey’den şu şekilde nakletmektedir: “Olağan
toplantılarımızdan birini yapıyor siyaset dışında şundan
bundan konuşuyorduk. Ziya Gökalp Bey’in gelişine muntazırdık. Bekliyorduk, o gelmedi; içeriye küçük Talat Bey
girdi. Girdi ama ben bir başkası zannettim, yüzü o kadar
değişik idi; her vakit ki gibi gülerek: Maşallah Beyler! demeyi unutmadı, fakat ne sesi onun sesine benziyordu, ne
de tebessümü tebessümüne... Hatta bu bir gülümseme sayılmazdı, ıstırap denilen hissin, röntgen ile şekli alınabilse meydana işte buna benzer bir çizgi, bir mahuf tekallüs
resmolunurdu. Yahya Kemal ya anlayışının kuvvetinden
yahut da bir gece evvel kulak dolgunluğu olmasından
Yeni Mecmua’da ilk defa bir siyasi sual sordu: Neler oluyor Talat Bey? dedi. Demek bir şeyler oluyordu... Benim
dünyadan haberim yoktu. Zaman gazetesine İstanbul’un
413
Dr. Yenal Ünal
İç Yüzünü yetiştirmekle, kolejde ders okutmakla, Yeni
Mecmua’ya makale yazmakla öyle meşguldüm ki, sonu
felaketle biteceğine katiyen emin olduğum harbi, artık düşünemez olmuştum. Kulaklarımı dört açıp dinledim Talat
Bey’i: Kahpe Bulgarlar cepheyi yarıp kaçtılar! Almanlarla
bağlantı hattımız kesildi. Sulh yapmakta başka çare kalmadı!”
Bozgundan sonra, 1918 ve 1922 yılları arasında
“Sabah”, “Peyam-ı Sabah”, “Alemdar” ve “Aydede” gibi
muhtelif gazete ve dergilerde makale ve fıkraları yayımlanan Refik Halit, Damat Ferit Paşa Hukûmetleri
zamanda iki defa altışar ay müddetle Posta ve Telgraf
Umum Müdürlüğü vazifesini ifa etmiştir.
Böylece, II. Meşrutiyet devrinden sonra politik
mizahi yazılarıyla devrin en ateşli yazılarını kaleme
alan Karay, mütareke devrinde gazete muharrirliğinin yanında siyasetin de içerisine girmiştir.
Ankara merkezli yürütülen Millî Mücadele
hareketine başından sonuna kadar karşı olan yazar,
gerek siyasi gerek edebi kudretini bu hareketin karşısında kullanıp, bizzat Mustafa Kemal Paşa’yla karşı
karşıya gelmiş ve hakkında yakalanarak divanı harbe verilmesi hususunda emirler yayımlanmıştır.
Refik Halit Karay, Posta-Telgraf Umum
Müdürlüğü görevi sırasında birçok önemli olaya
yakından tanıklık etmiştir. Hatta hukûmetteki nazırların çoğuna göre, olayların daha çok içinde bulunmuştur. Bu dönemde yaşanan gelişmeleri sıcağı
sıcağına izlemiş ve hukûmete bildirmiştir. Örneğin
İzmir’in işgal edileceğini ilk öğrenen kişilerden biri
odur.
Ancak onun Anadolu’daki Millî Mücadele hareketine ve Mustafa Kemal’e karşı olan tavırlarının
daha sonradan ciddi bir muhalefet haline geldiğini
görmekteyiz. Bunun nedenini ise İttihat ve Terakki
414
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
düşmanlığına ve Millî Mücadele hareketini de bir
İttihatçı hareketi olarak görüp, başarılı olabileceğine
inanmamasına bağlayabiliriz.
Anadolu’da başlamış olan Kuva-yı Millîye hareketinin lider kadrosunun İttihat ve Terakki içerisinden çıkması, hareketin tabanını taşradaki İttihat
ve Terakki teşkilatlarıyla, kulüplerinin oluşturması
Refik Halit’in Millî Mücadele’yi İttihatçı bir hareket
olarak görmesine neden oldu. Ayrıca kendisi yeniden bir savaşa başlamak yerine bir an önce kalıcı bir
barışın yapılmasından yanaydı.
Neticede siyasi ve askeri gelişmeler Refik
Halit’in düşündüğü gibi gelişmedi ve Türk milleti
1918’den başlamak üzere 1922 yılına kadar olağanüstü başarılarla düşmanı yurttan kovmayı başardı.
Savaştan sonra da başından beri Millî
Mücadele’ye karşı olanlarla hesaplaşma girişimine
başlandı. Nitekim Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından hazırlanan ve yüzellilikler olarak adlandırılan bir listeyle yurt dışına çıkarılan sürgünler arasında Refik Halit de bulunmaktaydı.
1938 yılına kadar da Suriye ve Lübnan’da sürgünde kalan yazar, bu sürgün sırasında yukarıda
değinildiği üzere hatıralarını kaleme almıştır. Refik
Halit’in hiçbir baskı ve ideolojiye bağlı kalmadan
yazdığını bildirdiği hatıraları hakikaten eskimeyen
ve bir muhalif tarafından kaleme alınan önemli kayıtlardır.
Başlangıç dışında toplam üç bölümden oluşan
eser 1922 yılı sonlarına kadar yaşanan özellikle siyasi gelişmelerin anlatıldığı bir çalışmadır. Türkiye
Cumhuriyeti tarihi alanında araştırma ve inceleme
yapan bilim adamlarının, devletin kuruluş aşamasında yaşanan önemli tarihi olayları belgeleriyle
birlikte tam olarak anlayabilmeleri için mutlaka in415
Dr. Yenal Ünal
celemek durumunda kaldığı bu eser, aynı zamanda
tarihe meraklı bir edebiyatçının o günün şartlarını
içinde yapmış olduğu önemli değerlendirmeleri ihtiva etmesi bakımından da ayrı bir öneme sahiptir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin başlangıç dönemlerinde meydana gelen olayların içinde olan bir
yazarın olabildiğince tarafsız olarak, yaşanan gelişmeleri ayrıntılı bir şekilde kaydetmesi ve bugünün
araştırmacılarının istifadesine sunması oldukça
önemli bir kazanımdır.
Keza Türkiye Cumhuriyeti tarihçiliği alanında oldukça sağlam bilgilere dayanan ve muhalif görüşteki insanların düşüncelerini yansıtan çok sayıda
mühim çalışma olduğu söylenemez. İşte bu noktada
“Minelbab İlelmihrab” çok büyük bir boşluğu doldurmaktadır.
Eser, yakın dönem Türkiye tarihi alanında inceleme yapan araştırmacılar tarafından her zaman
müracaat edebilecek çapta tarihi bir kaynak olması
hasebiyle dün olduğu gibi bugün de önemini korumaktadır.
416
4) TÜRK DÜŞÜNCE DÜNYASINDA YOL
İZLERİ668
Kendi sahasında yaptığı değerli çalışmalarıyla
tanınan Kurtuluş Kayalı, Türk düşünce tarihi üzerine
bugün de çalışmalarını yoğun biçimde sürdüren bir
bilim adamıdır. Kaleme almış olduğu Türk Düşünce
Dünyasında Yol İzleri muhtelif tarihlerde yazdığı makalelerin bir araya getirilmesinden oluşmuş bir eserdir.
Bugün için fili olarak araştırma ve incelemeleriyle özelde Türk düşünce tarihine genelde ise Türk
tarihçiliğine katkı sağlayan Kayalı’nın azımsanamayacak sayıda kitap ve makalesi bulunmaktadır.
Türk Düşünce Dünyasının Bunalımı, Ordu ve Siyaset 27
Mayıs-12 Mart, Türk Düşünce Dünyasından Portreler,
Yönetmenler Çerçevesinde Türk Sineması, Sinema Bir
Kültürdür ve Keşke Herkes Papağan Olsa: Mizah Üzerine
Yazılar 1 yazarın en önde gelen eserleridir.
Eserlerin başlıklarından anlaşılacağı üzere
İlk defa Karadeniz Araştırmaları -Balkan, Kafkas, Doğu Avrupa
ve Anadolu İncelemeleri Dergisi’nin 37. sayısında yayımlanmıştır.
Kurtuluş Kayalı, Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri, 4. Bs., İletişim
Yayınları, İstanbul, 2011, 264 sayfa. ISBN 978-975-470-927-8.
668
Dr. Yenal Ünal
Kayalı, doğrultusunu Türk düşünce tarihine çevirmiş ve yine bu kaynaktan beslenmiş bir araştırmacıdır.
Bu yönüyle yazar tarihçi kimliğiyle Türk düşünce tarihi alanına yönelmiş sayıları az araştırmacılardan biridir. Tarihî perspektiften düşünce tarihini
irdeleyen ve Türk düşüncesinin gelecekte akacağı
mecrayı merak eden Kayalı, genç araştırmacılar için
de kendi alanında bir nevi bilgi kaynağıdır.
Gerçi onun gibi bu alanda çok kıymetli çalışmalar ortaya koymuş ya da araştırmalarını sürdüren
-kimi felsefeci ya da sosyolog kökenli olmak üzere- Hilmi Ziya Ülken, Niyazi Berkes, Behice Boran,
Şerif Mardin, Kemal Karpat, Pertev Naili Boratav,
Süleyman Hayri Bolay, Mete Tunçay, İsmail Kara,
Şükrü Hanioğlu, Hüseyin Gazi Topdemir, Doğan
Ergun, Süleyman Seyfi Öğün, Mümtaz’er Türköne,
Naci Bostancı, Mümtaz Turhan, Mübeccel Kıray,
Cemil Meriç, Muzaffer Şerif gibi değerli şahsiyetlerin
isimlerini de burada zikretmek gerekmektedir.
Her biri kendine göre mühim çalışmalarla
Türkiye’de çağdaş düşünce tarihinin bir diplin hâline
gelmesinde payı bulunan bu kıymetli araştırmacıların izinde bu disiplin her geçen gün kendi iç kalkınmasını daha fazla gerçekleştirmektedir.
Kayalı’nın birçok makalesini bir araya getirerek yayımladığı Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri
oldukça irdeleyici bilgileri ihtiva eden bir yapıttır.
Eserin tanıtım bülteninde şu çok önemli bilgiler verilmiştir: “Elinizdeki kitap, sosyal bilimsel düşünüş ve
özellikle sosyoloji düşüncesine yoğunlaşıyor. Bir derdi ve
davası olan, yol açıcı düşünce insanlarının, Hilmi Ziya
Ülken, Mümtaz Turhan, Mübeccel Kıray, Cemil Meriç,
Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif, Behice Boran, Pertev Naili
Boratav’ın eserlerinin özünde saklı olana ilişkin tespitler418
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
de bulunuyor. Cumhuriyet’in kuruluş evresi ile güncellik
(yani arefesi ve sonrasıyla 1980!) arasında kalan dönemlerin, özellikle de 1940’ların kültür ve düşünce ortamıyla
ilgili önemli yorumları var Kayalı’nın. Ünlü “Dil-Tarihli
hocaları” ve onların tasfiyesini, zamanın ruhu hakkında
fikir verici bir vaka olarak ele alıyor. 1940’lar ve 1960’ların düşünsel ortamıyla ilgili belirlemelerin fonunda,
Tanzimat ve Meşrutiyet fikriyatını da görüyoruz. Türk
düşünce hayatındaki süreklilikleri kavramak, dönemsel
zihniyet farklılıklarını yerli yerine koymak, problemleri
bağlamına oturtmak için vazgeçilmez bir yol, bu. Türk düşünce tarihinin yakın geçmişine, yakın geçmişinin de basit
kavgasının taraflarına değil, sorunun vazediliş biçimini
eleştiren düşün adamlarına yönelmek… Kurtuluş Kayalı,
bu yönelişin verimli örneklerini veriyor.”
Eserin bir nevi genel bir özeti olarak da kabul edilebilecek bu değerlendirmeler, çalışmanın
hem çeşitli konular üzerine yoğunlaştığını hem de
Kayalı’nın kendinden önce bu vadide eser vermiş
düşün adamlarıyla ilgili araştırmalarının sonuçlarını
paylaştığını göstermektedir.
Kurulduğu stratejik, tehlikeli coğrafya itibarıyla ve tarihsel gelişmelerin karmaşıklığı göz önüne
alındığında bölgesinde ve dünyada mühim bir yeri
bulunan Türkiye’nin düşünsel tarihî temellerinin
araştırılması ve mümkün olduğunca objektif bir tarih
anlayışıyla okuyucuya sunulması bir zaruret gibidir.
Günümüzde büyük bir kalkınma hamlesi içerisinde bulunduğu kanaatinde olduğumuz
Türkiye’nin bu başarısını kültürel ve düşünsel anlamda desteklemesi bir ihtiyaçtır.
Öyle ki Orta Doğu, Kafkasya, İran, Balkanlar,
Akdeniz ve Karadeniz havzalarının tam ortasında
bulunan Türkiye’nin gelecekte yürürlüğe koyacağı
kültürel, siyasi, ekonomik ve askerî politikalar bu
419
Dr. Yenal Ünal
bölgelerin geleceğinin şekillenmesinde de etkin bir
rol oynayacaktır.
Bu sebeptendir ki Türkiye’nin bugünü ve yarınını tam manasıyla anlayabilmek için Türk düşünce
haritasını çıkartıp, ciddiyetle bu haritayı yorumlamak gerekmektedir.
Bir ülkenin ya da bir toplumun geleceğini şekillendiren en önemli unsurların başında o ülkenin
ya da toplumun geçmişinde yaşanan olayları ya da
bu olayların hem nedeni hem de bir sonucu olarak
ortaya çıkan düşünce dünyasını göstermek mümkündür.
O hâlde düşünceyi gerektiği ölçüde inceleyip,
yeni yorumlarda bulunmak geleceğin sağlam temeller altında inşa edilmesinde büyük bir rol oynayacaktır.
İşte bu amaç doğrultusunda oluşturulan Türk
Düşünce Dünyasında Yol İzleri Türkiye’de alanına katkı sağlayan değerli bir eserdir.
Yapıt, toplam dört bölümden oluşmaktadır.
I. bölüm “Tarih ve Toplum” (s. 21-49) başlığı altında dört alt başlıktan müteşekkildir. Bu başlıklar:
Kültürel Süreklilik (s. 21-29), Said Halim Paşa (s.
31-39), Dinsel Muhalefete Dair (s. 41-47), İslam’ın
Çağdaş İşlevi (s. 49-52) olarak sıralanmaktadır.
II. Bölüm “Tarih-Sosyoloji-Kültür” (s. 53-100)
başlığı altında Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de
Sosyolojinin Gelişimi Üzerine Bazı Düşünceler (s.
55-68), 1930’lar Sonrasında Türkiye’nin Kültürel
Görünümü (s. 69-86), Akademik ve Alternatif
Tarihçiliğin Sınırlılıkları (s. 87-100) alt başlıklarından
oluşmaktadır.
Çalışmanın üçüncü ve en kapsamlı bölümü
“1940’lı Yıllar Türk Düşünce Dünyası” başlığını ta420
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
şımaktadır. Bu genel başlıklar altında şu alt başlıklar yer almıştır: Türkiye’de Sosyal Bilimlerdeki
Gelişmelerin Dinamizmi ve Tıkanıklıkları (s. 103107), 1940’lı Yıllar Düşünce Dünyası ve Tanzimat
(s. 109-110), Niyazi Berkes’in Tarihsel ve Sosyolojik
Çalışmalarının Türk Düşün Yaşamı Üzerindeki
Etkileri (s. 111-130), Bir Yalnız Adam: Niyazi Berkes
(s. 131-136), Niyazi Berkes’in Akademik Ahlakı (s.
137-145), Behice Boran’ın Sosyolojik Çalışmalarının
Nitelikleri (s. 147-154), Sosyolog Behice Boran (s. 155165), Muzaffer Şerif Başoğlu’nun İki Yapıtı (s. 167174), Hilmi Ziya Ülken, Dil-Tarih Hocaları ve 1948
Tasfiyesi (s. 175-197), Köy Enstitüleri’nin Kültürel ve
Siyasal Boyutları (s. 199-209).
Eserin dördüncü ve son bölümü de “1960’lı
Yıllar Türk düşünce Dünyasının Bazı Özellikleri” genel başlığı altında Türkiye’de Toplumsal Bilimlerde
Bunalım (s. 213-224), Cemil Meriç: Bir Münzevi
Aydının Düşünsel Serüveni (s. 225-252), Cemil
Meriç’in Hiciv Konusundaki Duyarlılığı (s. 253-258),
Bir Vesilesiyle Türk Düşünce Dünyası (s. 259-264) alt
başlıklarından oluşmuştur.
Bu başlıklar altında kendi dünya görüşüne de
sadık kalarak tarihî ve sosyolojik irdeleyici düşünceler ortaya koyan Kayalı’nın 20. yüzyıl Türk düşünce
tarihini merkez araştırma alanı olarak aldığı da gözden kaçmamaktadır.
Türk düşünce tarihine en büyük katkıyı sağlayan araştırmacılarda biri olan Hilmi Ziya Ülken,
Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi (2005, s. 7) adlı eserinde düşüncenin Türkiye’de toplumsal ve siyasal
sorunlara çare ararken bulunduğunu belirtmiştir.
Kurtuluş Kayalı da incelemesini yaptığımız bu eserinde ağırlıklı olara siyasal gelişmeler gölgesinde şekillenen Türk düşüncesinin karşılaştığı sorunları ve
tekâmülünü araştırma konusu yapmıştır.
421
Dr. Yenal Ünal
Bilindiği üzere XIX. yüzyılda yaşanan 1839 tarihli Tanzimat Fermanı, 1853 tarihli Kırım Savaşı ve
Osmanlı Devleti’nin borçlanması, 1856 tarihli Islahat
Fermanı, 1876 tarihli I. Meşrutiyet, II. Abdülhamit
dönemi siyasi hayat ve bu dönemde kaybedilen topraklar, Jön Türk hareketi ve bir Jön Türk hareketi olarak ortaya çıkarak çok önemli bir güç hâline gelen
İttihat ve Terakki Fırkası, II. Meşrutiyet, Trablusgarp
Savaşı’ndan başlamak üzere Millî Mücadele’nin sonuna kadar yapılan savaşlar, Cumhuriyet dönemi siyasi olayları ve girişilen inkılâp hareketleri, Atatürk
devri, İsmet İnönü dönemi, Demokrat Parti iktidarı,
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbeleri, 1990’ların karanlık tarihi ve PKK sorunu, 2000’li yıllarda Ak Parti
iktidarı ve faaliyetleri özellikle Türk siyasal yapısını
hem şekillendiren hem de derinden de etkileyen dönemlerdir.
Türk siyasal yapısından soyutlanamayan Türk
düşünü de doğal olarak bu çok büyük gelişmelerden
etkilenmiştir. Türk siyasi düşüncesine yön veren bu
dönemlerin ortaya çıkardığı düşünsel sorunlar ile bu
sorunlarla daha önce ilgilenmiş aydınların düşüncelerinden de yola çıkarak kendi fikirlerini ortaya
koyan Kayalı’nın, Türk Düşünce Dünyasında Yol İzleri
adlı çalışması uzun yıllar önemini muhafaza edecek
gibi görünmektedir.
Nasıl ki Kurtuluş Kayalı gibi meraklı araştırmacılar kendilerinden önce gelen nesillerin fikirlerinden istifade ederek kendi fikriyat evrenlerini kurmuşlarsa bugünün genç araştırmacılarının da artık
olgunluk çağına çoktan varmış Kurtuluş Kayalı gibi
üstatların eserlerinden yararlanmaları bir zorunluluk olarak telakki edilemez mi?
422
5) TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ AKADEMİ
DİL EDEBİYAT VE SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ:
TÜRKİYE’NİN DÜŞÜNCESİ669
Dünya tarihinde oldukça mühim bir yeri bulunan Türk tarihi ve kültürü geçmişten günümüze gerek yerli gerek yabancı birçok araştırmacının ilgisini
çekmiştir. Bugün de Türk tarihi ve onun alt araştırma alanları hem yabancı hem de yerli araştırmacıların ilgisini çekmeye devam etmektedir.
Bugün çeşitli kurumlarda ve akademik çevrelerde sayıları her geçen gün artan araştırmacılar ya
da bilim adamları oldukça yoğun bir inceleme faaliyeti içerisindedir. Özellikle son 10 yılda yayım hayatına başlayarak birçok araştırmacının ürettiği bilgileri paylaşma imkânı sağlayan akademik dergiler
bunun en önemli kanıtı değil midir?
Aslında tarih biliminin altında gelişen bir alt
disiplin olarak, günümüzde arzulanan seviyede olİlk defa Tarih Okulu Dergisi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır. Türkiye Yazarlar Birliği Dil Edebiyat ve Sosyal Bilimler Dergisi,
Türkiye’nin Düşüncesi Sayısı, Yıl 3, Sayı 7, Ankara, Ocak 2013, 199
sayfa. ISBN 2146-1759.
669
Dr. Yenal Ünal
mamakla birlikte gelişim hâlinde bulunan düşünce
tarihi her geçen gün tarihçilerin ilgisini daha çok
çekmeye başlamıştır. Çünkü geçmişte ortaya atılmış
ve belirli aşamalar kaydetmiş düşünceler gelecekte
de hangi düşüncelerin ortaya konulacağı konusunda
çok önemli ipuçları sunmaktadır.
Dolayısıyla düşünce tarihinin iyi kavranması,
gelecekte insanlığın hangi düşünceler çerçevesinde şekilleneceğini gösterecektir. Bu açıklamalar da
Türkiye’de giderek büyüyen ve daha fazla ilgi gören bu
disiplinin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Türkiye’de tarih bilinci edinmiş, doğru ve temeli bulunan bilgilerle donanmış, düşünmeyi ve
düşündüğünü ifade etmesini öğrenen bireylerin giderek arttığı bir toplumun oluşturulabilmesi için düşünce tarihi alanında yapılan ve yapılacak çalışmalardan azamî ölçüde yararlanılması gerekmektedir.
Oluşacak böyle bir toplumun da başta kendisi olmak üzere dünya barış, huzur ve güvenliğine
sağlayacağı katkıyı tartışmaya gerek yoktur. Hiç
kuşku yok ki diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi
Türkiye’de de bu manada büyük sancılar yaşanmaktadır. Ancak kendini yenileyen, araştıran ve her bakımdan aşama kaydeden bir toplumun muzdarip olduğu bazı kronik sorunlarının üstesinden geleceğine
inanılmalıdır.
İşte tam da bu genel tespitler çerçevesinde Türkiye Yazarlar Birliği tarafından genelde
Türkiye’de düşünce tarihinin gelişmesi ve özelde
bu alanda inceleme yapan araştırmacıların ürettikleri bilgileri okuyucu ile paylaşabilmeleri amacıyla
Ocak 2010’da 4 ayda bir yayınlanmaya başladığı hakemli dil, edebiyat ve sosyal bilimler dergisi “TYB
Akademi” yeni bir yayın olarak bu vadide küçümsenemeyecek bir boşluğu doldurmaya başlamıştır.
424
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Daha önce 1- Gazâli, 2- Evliya Çelebi, 3- Said
Halim Paşa, 4- Çağdaş İslâm Düşüncesi, 5- Ahmed
Hamdi Tanpınar, 6- Balkan Savaşlarının 100.Yılında
Büyük Göç ve Muhaceret Edebiyatı sayıları yayınlayan “TYB Akademi Dergisi”, Ocak 2013’te
“Türkiye’nin Düşüncesi” sayısının yayımını gerçekleştirmiştir. Dergi, Mayıs 2013’te de “Türkiye’de
Tarih Yazımı ve Yaşayan Tarihçiler” sayısını yayımlanmayı planlamaktadır.
Araştırma konumuz olan “Türkiye’nin
Düşüncesi” adlı 7. sayı bugün hayatta olan ve Türk
düşünce tarihinde oldukça önemli yerlere sahip kıymetli münevverler üzerine hazırlanmış bir sayıdır.
Söz konusu sayıda yer alan makaleler şu şekilde sıralanmaktadır:
1- Sunuş: Üçüncü Yıla Başlangıç: Yaşayan
Düşünce Adamları / Mehmet Doğan, s. 7;
2- Geleneğin “Diriliş”i: Bir Fikir Adamı Olarak
Sezai Karakoç / Murat Erol, s. 9;
3- Müslüman ve İslamcı Bir Aydın: Ali Bulaç: /
Seven Erdoğan, s. 31;
4- Düşünmek ve Bir Başka Yere Gitmek: İsmet
Özel’in Dairesel Tekâmülü / Alper Gürkan, s. 43;
5- Ömer Faruk Akün’ün Edebiyat Tarihçiliği /
Yakup Öztürk, s. 67;
6- Kurtuluş Kayalı’dan Türk İnsanını /
Toplumunu, Sosyolojisini, Aydınını ve Siyasî
Hayatını Yeniden Okumak… / Yıldız Akpolat, s. 103;
7- Pozitivizme Hasım, Pos-pozitivizme Hısım:
Bir Mütercim Olarak Hüsamettin Arslan Hakkında
Bazı Tespitler / Asım Öz, s. 123;
8- Kurtuluş Kayalı ile Türk Düşüncesi Üzerine
/ Mülakat, s. 156;
425
Dr. Yenal Ünal
9- Tartışma / Yasin Aktay, s. 177.
Sezai Karakoç, Ali Bulaç, İsmet Özel, Ömer
Faruk Akün, Kurtuluş Kayalı, gibi farklı disiplinlerde faaliyet göstermiş ancak çalışmalarında düşünceyi öne çıkarmış aydınların çeşitli konular bağlamında araştırma konusu yapıldığını gördüğümüz
“Türkiye’nin Düşüncesi” adlı bu sayı, diğer akademik dergilere de artık bir düşünce tarihi sayısı hazırlamaları gerektiği yönünde adeta bir tebliğ sunar
görünümündedir.
Bilindiği üzere Türkiye tarihinde, 20. yüzyılın
ilk çeyreğinde II. Meşrutiyet’in ilanı, 31 Mart Olayı,
Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı,
Mütareke Dönemi, Millî Mücadele ve Cumhuriyetin
ilanı gibi devasa siyasi gelişmeler yaşanmıştır.
Bununla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı
ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bu yüzyıl adına Türkiye’de yaşanan en önemli olaydır diyebiliriz.
Yaşanan büyük savaşlar ve Osmanlı
Devleti’nden Türkiye Cumhuriyet dönemine geçiş
süreci Türk düşünce dünyası ve toplumsal yapısında oldukça önemli değişimler yaşatan gelişmelerdir.
Öyle ki bu hızlı dönüşümlerin düşünce ve halk düzeyinde aynı hızda olmadığı hatta bir kimlik bunalımı sorunun ortaya çıktığını, halkın bir karakter ve
şahsiyet karmaşasıyla yüz yüze geldiğini rahatlıkla
belirtebiliriz.
Bunlara ilave olarak Türk tarihinin hemen hemen bütün dönemlerinde Türk düşününü, yaşanan
siyasi gelişmelerden soyutlamak mümkün değildir.
Hatta Türk düşününün, kendini siyasi gelişmelerden
soyutlayamama hastalığından muzdarip olduğunu
belirtebiliriz.
Nitekim Osmanlı devrinden miras alınan büyük siyasi sorunlar, Cumhuriyet döneminde Atatürk
426
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
devri, İsmet İnönü dönemi, Demokrat Parti iktidarı,
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbeleri, 1990’ların karanlık tarihi ve PKK sorunu, 2000’li yıllarda Ak Parti
iktidarı ve faaliyetleri özellikle Türk siyasal yapısını
hem şekillendiren hem de derinden de etkileyen etkenlerdir.
İşte bu etkenleri ve bilimsel bir süzgeçte ve düşünce tarihi disiplini içerisinde objektifliğe yakın bir
üslupla araştırma konusu yapmak Türkiye’de yeni
gelişen bir kültürel faaliyettir. Bugün yavaş da olsa
bu alanda bir uyanma evresi yaşanmaktadır. Çünkü
düşünce tarihi çalışmalarının gelecek konusunda en
somut bilgileri sunacağı, tarihçiler arasında her geçen gün daha çok kabul görür durumdadır.
Bu açıdan bakıldığında tartışma konusu yaptığımız “TYB Akademi Dergisi”nin “Türkiye’nin
Düşüncesi” adlı 7. sayısı düşünsel manada Türk düşünce tarihine sağladığı katkılar vesilesiyle yeni bir
nefestir.
Derginin bu sayısında Mehmet Doğan tarafından “Üçüncü Yıla Başlangıç: Yaşayan Düşünce
Adamları” başlığıyla kısa bir tanıtım yazısı ve girişi niteliğinde bir başlangıç yapılmıştır. Burada bazı
sorgulamalar temelinde derginin gelişim süreci hakkında bilgiler verilmiştir.
Murat Erol tarafından kaleme alınan
“Geleneğin “Diriliş”i: Bir Fikir Adamı Olarak Sezai
Karakoç” başlığıyla özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra gerek edebî faaliyetleri gerek fikir
dünyasıyla öne çıkan ve birçok araştırmacının kendisine inceleme konusu yaptığı Sezai Karakoç’la ilgili
düşünsel ağırlığı ön planda olan değerlendirmelerde bulunulmuştur. Makalede Osmanlı döneminden itibaren gelişmeye başlayan İslamî düşüncenin
Mehmed Âkif ve Necip Fazıl ekseninde gelişimi ve
427
Dr. Yenal Ünal
Sezai Karakoç’un İslamî düşünce coğrafyasındaki
konumu saptanmaya çalışılmıştır.
Seven Erdoğan tarafından yazılan “Müslüman
ve İslamcı Bir Aydın: Ali Bulaç” adlı yazıda özellikle
son otuz yıldır muhafazakâr demokrat kesimin fikir ve düşünce evrenini genişletmeye çalışan, başta
Türkler ve Kürtler olmak üzere İslam dünyasının sahip olduğu kronik sorunları ilginç bir düşünce tarzıyla yorumlayan Ali Bulaç’ın fikirsel evreni incelenmiştir.
Alper Gürkan’nın, “Düşünmek ve Bir Başka
Yere Gitmek: İsmet Özel’in Dairesel Tekâmülü” adlı
yazıda Türk edebiyatının son dönemde yetiştirdiği
en önemli şairlerden biri olan ve ilginç saptamalarıyla tanınan İsmet Özel’in düşünce dünyası irdelenmiştir.
Yakup Öztürk, “Ömer Faruk Akün’ün Edebiyat
Tarihçiliği” adlı yazısında bu mühim edebiyat araştırmacısının edebiyat tarihçiliği alanındaki çalışmalarını ve fikirlerini değerlendirmiştir. Yine bu yazıda
Mehmed Fuad Köprülü ekolünün bir sürdürücüsü
olarak Akün’ün, Türk edebiyatı araştırmalarındaki
önemi de ortaya konulmuştur.
Sosyolog Yıldız Akpolat, “Kurtuluş Kayalı’dan
Türk İnsanını / Toplumunu, Sosyolojisini, Aydınını
ve Siyasi Hayatını Yeniden Okumak” adlı yazısında
son dönem Türk düşünce tarihine tartışmasız ağırlığını koyan en büyük araştırmacılardan biri olan
Kurtuluş Kayalı’nın eserlerinden yola çıkarak sosyolojik anlamda Türk toplumunu yeniden okumayı bir diğer ifadeyle Türk toplumunun düşünsel ve
toplumbilimsel açıdan geçmişten günümüze konumunu ve bugünkü ulaştığı seviyeyi yeniden tespit
etmeye çalışmıştır.
Akpolat’ın kaleme aldığı bu oldukça derin saptamalar içerikli makalenin derginin bu sayısında ya428
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yımlanan en kıymetli metinlerden biri olduğunu burada açıkça ifade etmeliyiz. Yazarın, üzerinde araştırma yaptığı büyük düşünür ve düşünce tarihçisi
Kurtuluş Kayalı’nın eserlerini âdeta elekten geçirdiğini görüyoruz. Söz konusu yazı, aslına bakılırsa tam
da Türk düşünce tarihi disiplininde sıkça görmeyi
arzuladığımız ve doyurucu bilgileri yeni görüşler temelinde öne süren bir çalışmadır.
Asım Öz tarafından kaleme alınan “Pozitivizme
Hasım, Pos-pozitivizme Hısım: Bir Mütercim Olarak
Hüsamettin Arslan Hakkında Bazı Tespitler” başlıklı
yazıyla Hüsamettin Arslan’nın düşünce dünyasına
sorgulayıcı bir yolculuk yapıldığını görmekteyiz.
Dergide ayrıca Kurtuluş Kayalı ile Türk düşüncesi üzerine bir mülakat yapıldığı gibi Yasin Aktay
tarafından da “Entelektüel ve Cemaat” adıyla bir tartışma bölümü oluşturulmuştur.
Görünen gerçek o ki arzulanan seviyede ve genişlikte olmamakla birlikte “TYB Akademi Dergisi”,
Türk düşünce tarihine yüzeysel de olsa bir yolculuk
yapmak istemiştir. Keza yukarıda üzerlerine araştırma yapılan çok değerli edip, düşünür, düşünce
tarihçisi, mütercim ve siyaset bilimcilere ek olarak
birçok disiplinden münevver bu alana ilgi duymakta
ve neşriyatlar gerçekleştirmektedir. Bu açıdan bakıldığında derginin geniş kapsamlı ve sayıca daha çok
makaleyi içermesi çok daha yararlı olabilirdi. Ancak
bu hâliyle de oldukça nitelikli bir başlangıç yapıldığı
izlenimindeyiz.
Nitekim bu incelememizin yayımlanmasına
olanak sağlayan ve beş yıldır yayın hayatında bulunan “Tarih Okulu Dergisi”nin sahibi ve Genel Yayın
Yönetmeni Yrd. Doç. Dr. Mustafa Alican’dan öğrendiğimiz kadarıyla önümüzdeki dönemlerde “Tarih
Okulu”nun da doğrultusunu düşünce tarihi alanına
429
Dr. Yenal Ünal
daha çok yöneltmek ve fikri yönden Türk literatürüne daha çok katkı sağlamak hedefi içerisinde bulunulduğunu öğrenmiş bulunmaktayız.
Bütün bu izahatlardan sonra, Türk düşünce
tarihi alanında yapılacak bu tür neşriyatların giderek daha çok artmasının ve bu vadide her biri yeni
bir nefes olan güncel yayınların çoğalmasının, Türk
düşünce tarihinin solunum yapar hâle gelmesinde
mühim bir rol üstleneceğini belirtmemize gerek var
mıdır?
430
6) OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE
DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TÜRK
SİYASİ HAYATI VE KEMALİZM670
Kendini gerçekleştirmek için Batı tefekkürü
içerisinde bir kişilik arama gayreti içerisinde bulunan Türk yenileşmesi ve düşüncesi ne yaparsa
yapsın ufkunu Batı’nın çekici şafağından başka bir
noktaya taşıyamamıştır. Son iki yüzyıllık dönemde
bütün gayretiyle kendi geleceğini Batı’nın tekniğine
endeksleyen Türk düşününün bir varlık olarak ortaya çıkması toplumsal sorunlara çare ararken ya da
düşünmeden hiçbir fiiliyatın gerçekleştirilemeyeceği
gerçeğinin Türk aydınlarınca kabul edilmesiyle gün
yüzüne çıktığını belirtsek yanlış bir saptamada bulunmuş olur muyuz?
Aslına bakılacak olursa 16. yüzyılın son dönemlerinde belirgin bir şekilde ortaya çıkan ve gelecek yüzyıllarda Osmanlı Devleti açısından çok daha
büyük sıkıntıların yaşanılacağı gösteren Reform ve
İlk defa Tarih İncelemeleri Dergisi’nin 28. cildinin 1. sayısında yayımlanmıştır. Metin Eriş, Osmanlıdan Günümüze Demokratikleşme
Sürecinde Türk Siyasi Hayatı ve Kemalizm, Bilgeoğuz Yayınları,
İstanbul, 2012, 375 sayfa. ISBN 978-605-4599-34-9.
670
Dr. Yenal Ünal
Rönesans hareketlerinin sonuçlarının şekillendirdiği
Avrupa’nın yeni bir medeniyet kurmaya başladığı
Amerika kıtasının da bulunmasıyla kesinleşmişti.
Elbette ki her tarihi olay ya da süreç kendi devri içerisinde, kendi şartları temelinde yorumlanmalıdır.
Ancak Osmanlı’nın, Amerika kıtasının keşfini çok
iyi bildiği de göz ardı edilemeyecek bir realitedir.
Esas mesele de Avrupa’da bazı gelişmelerin yaşanıldığının bilinmesine rağmen tedbir alınmaması
hatta bir garip böbürlenmenin sınırlarını feci şekilde zorlaması değil midir? 1492 yılında Amerika’nın
keşfi, Reform ve Rönesans hareketleriyle yüzyıllardır kilisenin kontrolünde karanlık dönemler yaşayan
Avrupa’nın zincirlerin yavaş yavaş kırmaya başladığını ister o günün ister bugünün şartlarında değerlendirelim Osmanlı biliyor olmalıdır.
Ne var ki Yavuz Sultan Selim’in, Doğu’da giriştiği büyük fetihler ya da Muhteşem Süleyman’ın
46 yıllık dönemde halka yaşattığı sahte müreffeh
devir Osmanlı aydınının gözünü boyamış olabilir
mi? Sahte müreffeh devir oldukça ağır kaçan bir niteleme olarak değerlendirilebilir fakat çok ciddi ve
hızlı bir şekilde Batı’da yeni bir medeniyetin hem de
o döneme kadar vücuda gelmiş en büyük medeniyetin güçlü bir şekilde kurulduğu bellidir. Muhteşem
Süleyman döneminde, Osmanlı aydınlarının bunu
fark etmesi ve bu çerçevede ayakları yere basan politikalar geliştirmesi gereklidir. Ancak ortada uzun
vadede değil tarih iklim koşulları göz önüne alındığında kısa dönemde bu müreffeh devrinin ciddi
bir nitelik taşımadığı anlaşılmıştır. Nitekim büyük
Osmanlı orduları 1699’u beklemeden 16. yüzyılın
sonlarında bile girdiği savaşlarda artık düşmanı ezici bir şekilde mağlup edemez hâle gelmemiş midir?
Hiç kuşku yok ki bu devirlerde devlet kurumları oldukça sağlam bir yapıya sahipti. Aksi takdirde bu
432
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
devlet bir 300 yıl daha varlığını nasıl sürdürmüştür
sorusu ciddi bir araştırmacıyı çok zor durumda bırakmaya yetebilir.
Ancak 17. yüzyıl da Osmanlı Devlet adamlarına ve aydınlarına (âlim) tehlike çanlarının çaldığını
ciddi bir şekilde anlatmaya yetmemiştir. Koçi Bey
Risalesi bu noktada büyük bir boşluğun olduğunu
ilgili herkese bildirmesine rağmen bizzat kendisi bu
büyük boşluğu dolduramamıştır. Bu boşluk her gelecek on yıllarda Avrupalıların lehine, Osmanlıların
aleyhine genişlemeye devam etmiştir.
Büyük Osmanlı Devleti’nin Batı’ya, tarihin
gördüğü bu en büyük medeniyete yenilgisinin, ilk
kesin ve keskin işareti 1699 yılında kendini göstermiştir. Bu kesin işaretin adı Karlofça Antlaşması’dır.
Bu keskin viraj artık devlet içerisinde işlerin yolunda gitmediğini, hatta devletin Batı’nın onlarca adım
gerisinde olduğunu göstermeye yetmiştir. Yetmeyen
ise devlet adamlarının düşünce mekanizmasından
yeterince istifade edememesidir.
18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti
açısından siyasi ve askerî gelişmelerden farklı olarak
daha belalı bir durum ortaya çıkmıştı. Bu belanın adı
da Sanayi devrimiydi. 16. yüzyılda Avrupa’da başlayan bilim rönesansından aşağı yukarı iki yüzyıl
sonra, 18. yüzyılın ikinci yarısında hammadde kaynaklarına dayalı olarak ve münferit mucitlerin etkileriyle aslında büyük bir bilgi birikiminin sonucu olan
birinci sanayi devrimi ortaya çıkmıştır. Öncelikle
İngiltere’nin bol kömürü, İskoçya ve Galler’den sağlanan demir cevheri, James Watt’ın geliştirdiği çift
tesirli buhar makinesi, Besgemet’in yeni çelik üretim
sistemi, John Kayl ve Crompton’un dokuma tezgâhları gibi önemli teknolojik yenilikler birinci sanayi
devrimini açmıştır. Diğer Batılı ülkeler de 1840’lardan itibaren hızla endüstrileşmeye başlamışlardır.
433
Dr. Yenal Ünal
Batılı ülkelerin dünya üzerindeki hâkimiyetleri bu
bilim, teknoloji ve endüstriyel güçleri ile gerçekleşmiştir.
Açıkça görüldüğü üzere Batı medeniyeti
dünyanın diğer bütün coğrafyalarında olduğu gibi
Osmanlı coğrafyası üzerindeki gölgesini de iyide iyiye hissettirmeye başlamıştır. İnsan gücünün yerini
makine gücünün alması ve bitmez tükenmez üretim
gücünün her geçen gün daha da artması Batı’nın iştahını olabildiğince kabartırken, dünyanın geri kalan
coğrafyaları bu yeni medeniyetin pençesinde büyük
sıkıntılar yaşayacağını ilerleyen tarihlerde görecekti.
Gerçi günümüzde de bu sıkıntıların bitmediği hâlâ
devam ettiğini belirtirsek yanlış bir saptamada olmayız. Bugün zengin petrol yataklarına sahip Arap coğrafyalarının -kimi zaman içlerinden çıktıkları ülkelerden bile daha kuvvetli yapılara sahip olan- dev enerji
şirketlerinin kontrolünde olduğu bugün herkes tarafından kabul edilmektedir. Dünyanın pek çok coğrafyası için bu tür örnekleri arttırmak mümkündür.
Hâl böyleyken Osmanlı Devleti için süreç karmaşık bir hâle geliyordu. Bunlara ilave olarak sadece Osmanlı Devleti’ni değil içinde birçok ulusu
barındıran büyük devletler için bir diğer tehlike de
Fransız İhtilali’in bir sonucu olarak ortaya çıkan ve
günümüzde dahi etkilerini sürdüren milliyetçilik ve
ulusçuluk akımlarıydı. Ortaya çıkışında itibaren çok
uluslu devletleri derinden etkisi altına almaya başlayan milliyetçilik akımları imparatorlukların parçalanmasına neden olan en önemli amillerden biri
olarak belirginleşmişti. Tarihi süreç içerisinde 19.
yüzyılın ilk çeyreğin meydana gelen Yunan ve Sırp
isyanları, Batı ve Rus destekli olmakla birlikte işte bu
milliyetçilik akımlarımdan beslenmişti.
Bu yüzyılda daha sonraki süreçte yaşanan 1839
tarihli Tanzimat Fermanı, 1853 tarihli Kırım Savaşı ve
434
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Osmanlı Devleti’nin borçlanması, 1856 tarihli Islahat
fermanı, 1876 tarihli I. Meşrutiyet, II. Abdülhamit
dönemi siyasi hayat ve bu dönemde kaybedilen topraklar, Jön Türk hareketi ve bir Jön Türk hareketi olarak ortaya çıkarak çok önemli bir güç hâline gelen
İttihat ve Terakki Fırkası, II. Meşrutiyet, Trablusgarp
Savaşı’ndan başlamak üzere Millî Mücadele’nin sonuna kadar yapılan savaşlar, Cumhuriyet dönemi
siyasi olayları ve girişilen inkılâp hareketlerinin tamamı… Bu gelişmelerin tamamında milliyetçilik ya
da ulusçuluk akımlarının etkilerini göz ardı etmek
mümkün müdür?
Milliyetçilik akımlarının sonucu olarak
özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı
Devleti’nin çeşitli coğrafyalarında sürekli isyanlar
çıkmış ve bu isyanları bahane eden İngiltere, Fransa,
Rusya, Avusturya-Macaristan gibi ülkeler Osmanlı
Devleti’nin içişlerine karışmışlardır. Örneğin bunlardan birinde 1876 yılında İngiltere, Fransa, AvusturyaMacaristan ve Rusya bu dönemde Balkanlar’da çokça artmış tedhiş hareketlerinin ortadan kalkması için
Osmanlı Devleti’ni bu coğrafyada ıslahat yapmaya
zorlamak için 12 Aralık 1876’da kendi aralarında bir
ön toplantı yapıp Osmanlı Devleti temsilcileriyle yapılmak üzere bir toplantı yapılmasına karar vermişlerdi. Görünen o ki ekonomik, askerî ve siyasal alanda dünyaya hâkim olan güçler Osmanlı Devleti’nin
de iç işleri rahatlıkla karışmışlardır.
20. yüzyıla, temas edilen bu oldukça olumsuz şartlarda giren Osmanlı Devleti ve Türk milleti bu yüzyılın ilk çeyreğin II. Meşrutiyet’in ilanı, 31
Mart Olayı, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, I.
Dünya Savaşı, Mütareke Dönemi, Millî Mücadele
ve Cumhuriyetin ilanı gibi devasa şoklarla karşılaşmaya devam etmiştir. Bir büyük devletin çöküşü ve
yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bu yüzyıl
435
Dr. Yenal Ünal
adına ülkede meydana gelen en büyük gelişmelerden biridir.
Yaşanan çok büyük savaşlar ve Osmanlı
Devleti’nden Türkiye Cumhuriyet dönemine geçiş
Türk düşünce dünyası ve toplumsal yapısında oldukça önemli değişimler yaşatan gelişmelerdi. Keza
bu hızlı dönüşümlerin düşünce ve halk düzeyinde
aynı hızda olmadığı hatta bir kimlik bunalımı sorunun ortaya çıktığını rahatlıkla belirtebiliriz.
Nitekim Cumhuriyet döneminde Atatürk devri, İsmet İnönü dönemi, Demokrat Parti iktidarı, 27
Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbeleri, 1990’ların karanlık tarihi ve PKK sorunu, 2000’li yıllarda Ak Parti
iktidarı ve faaliyetleri özellikle Türk siyasal yapısını
hem şekillendiren hem de derinden de etkileyen dönemlerdir.
Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlaması ve
bu durumu tersine çevirebilmek adına girişilen reform hareketleri ile Türk düşünce dünyası ile Türk
siyasal yapısının gelişimi bugün hâlâ zihinleri zorlamaktadır. Çünkü ne Türk siyasal yapısı ne de Türk
düşünce dünyası incelememizin hemen başında temas ettiğimiz üzere ufkunu Batı’nın şafağında hâlâ
başka bir noktaya taşıyamamıştır. Bu oldukça büyük
bir sorun ve üzerinde tartışılması zaruri bir meseledir. Ne var ki bu alanda Türk literatürü kendini
gerçekleştirebilmiş değildir. Sorun siyasal, ekonomik, sosyolojik, tarihî ve diğer alanlardaki düşüncenin bu kadar önemli ve güçlü bir enerjiye sahipken
Türkiye’de bugüne kadar gerektiği kadar önemsenmemiş olmasında yatmaktadır.
Bununla birlikte Türkiye’de bugün düşünce tarihi alanında yavaş da olsa bir uyanma evresi yaşanmaktadır. Çünkü düşünce tarihi çalışmalarının gelecek konusunda en somut bilgileri sunacağı, tarihçiler
436
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
arasında her geçen gün daha çok kabul görmektedir.
Bu nedenle hemen her yıl bu alanda yapılan çalışmaların adedi ve bilgi yoğunluğu artmaktadır. Bu
bilgi büyük bir kalkınma hamlesi içerisinde bulunan
Türkiye adına umut vericidir.
Nitekim yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız tarihsel süreç Metin Eriş tarafından yayımlanan Osmanlıdan Günümüze Demokratikleşme Sürecinde
Türk Siyasi Hayatı ve Kemalizm adlı kitap çalışmasının
da en genel bir özetidir. Eser yukarıda genel anlamda
özetlemeye çalıştığımız son dört yüz yıllık yenileşme hareketleri kendine sorun edinmiş ve yaşanılan
sıkıntıları tarihî gelişim süreci içersinde değerlendirmeyi başarabilmiş yen bir yayındır.
Yapıt bu yönüyle sadece Türk siyasal tarihi
için değil; Türk düşünce tarihi için de yeni bir nefestir. Osmanlı Devleti’nden, Türkiye Cumhuriyeti’ne
Türk siyasal hayatının yaşadığı süreci tatmin edici
bir araştırmayla ortaya koyan Eriş, bir bütün hâlinde
Cumhuriyet dönemin siyasal ve düşünsel yapısını da
ayrıntılı bir şekilde irdelemiştir. Yazarın Cumhuriyet
dönemi için üzerinde durduğu en önemli düşünce
alanı kitabın başlığında da olduğu gibi Kemalizm’dir.
Türk düşünce tarihi ve siyasal yapısı için yeni
bir ses olarak gördüğümüz bu ilginç eserin tanıtım
bültenin de şu bilgiler verilmiştir: “İdeolojik saplantı sendromlarını bir taraf bırakacak olursak görülen,
Osmanlı’nın gerilemeğe başladığını fark ettiği zaman diliminden itibaren öne çıkan kendi içinde dışarıdan aktardığı gelişmeleri öne çekerek ama şekilcilikte karar kılan bir
hareket tarzıdır. Özellikle, bize göre, adından başlayan
yanlışlık, değişimin ve gelişimin müesseselerin alınmasıyla gerçekleşeceği görüşüne bağlandığından, saplantılı olarak kültürel ve toplum yapılarındaki inanç farklılıklarının
göz ardı edilmesine yol açmıştır. Kaybedilen savaşların
da verdiği baskı ile şekilci değişikliğin ilk hedefinde askerî
437
Dr. Yenal Ünal
kurumlar olmuştu. Sonrasında hukuk, genel eğitim ve nihayet siyaset sahasındaki arayışların temelinde, derinliğine tespitlerden çok, şekille bağlantılı çözümlerden medet
umulacaktı. Esas itibariyle “Tepeden inmeci” bir arayıştır
ortaya konulan. Böylece seçkin azınlık, görüşleri ve inançları istikâmetinde, otoriteyle halkını ehlileştirirken demokrasi söylemini de dilinden düşürmeyecektir. Sözde yaşatılan demokrasinin ilk adımlarını atmak bile neredeyse
yarım yüzyıllık bir zamana vabeste olacaktır. Sonrasında,
yani bugün, hâlâ yaşanılan demokrasinin şeklî müesseselerinden bir adım öte çıktığımızda partilerimizin bünyeleri
ve tek adamlık sendromu dolaysıyla ne kadar demokrasi
ile iç içe bulunduğumuzun tartışılabilir olması kaçınılmaz
olacaktır.”
Hiç kuşku yok ki sağlıklı bir düşünce tarihi ya
da onun bir alt kolu olan siyasal düşünce tarihi yazımında eski devirlerden başlamak üzere Osmanlı
tarihi ve Avrupa tarihi başta olmak üzere dünyanın
çeşitli coğrafyalarında meydana gelen siyasi, sosyal,
askerî ve ekonomik gelişmeleri akılcı bir biçimde değerlendirmek ve odaklanılan konuyla birleştirilerek
sentezler elde edilmelidir. Bu yönüyle yazarın eserinin başarılı bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak bütün olumlu yönlerinin yanı sıra kitapta
bazı eksiklikler mevcuttur.
Yazar bu kitap çalışmasında gereğinden çok
fazla başlık açmıştır. Bu durum okuyucunun dikkatini ciddi oranda dağıttığı gibi bilimsel bir çalışmanın formasyonuna da uygunluk arz etmemektedir.
Bu nedenle düşüncelerin bu kadar ayrıntılı başlıklar
altında anlatılması yerine daha sistemli bir yol izlenmesi gerekirdi kanaati oluşmaktadır. Eserin tenkit
edilmesi gereken bir diğer önemli noktası da tashih
işlemleri bağlamındadır. Yapıtın özellikle son bölümlerinde çok sayıda tashih ve kelime hatası bulunmaktadır. Bu da eserin yayımlanmadan önce ciddi
438
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
manada ikinci bir göz tarafından incelenmediğini
göstermektedir.
Kitabın olası ikinci basımında yazarın bu noktalara nazar-ı dikkatini celb etmesi gerektiği aşikârdır. Eserin ilerleyen dönemlerde yeniden gözden geçirilip başlıkların daha düzenli dağıtılması ve yazım
hatalarının düzeltilmesi durumunda çok daha disiplinli bir çalışma olacağı ortadır.
Düşünce tarihinin bütün dalları siyasal düşünce tarihi, ekonomik düşünce tarihi, sosyal düşünce
tarihi, felsefi düşünce tarihi Türkiye’de birer bakir
araştırma alanlarıdır. İnsanın geleceğini en yakından
ilgilendiren bu disiplinlerin Türkiye’de çok köklü bir
mazisinin olduğunu söylemek mümkün değildir.
20. yüzyıl başlarında büyük araştırmacı Hilmi Ziya
Ülken’le temelleri atılan bu araştırma alanı her geçen gün mühim aşamalar kaydetmektedir. Ancak
Türkiye’de bu araştırma alanı hâlâ çok yetersizdir.
Bir diğer ifadeyle kendini gerçekleştirmekten çok
uzaktır. Metin Eriş gibi yazarların kaleminden çıkan Osmanlıdan Günümüze Demokratikleşme Sürecinde
Türk Siyasi Hayatı ve Kemalizm gibi eserler özelde siyasal düşünce tarihinin genelde ise Türk düşünce tarihinin kalkınması için atılan birer büyük adım olarak tasavvur edilemez mi?
439
7) ATATÜRK-İMPARATORLUKTAN MİLLÎ
DEVLETE671
I. GİRİŞ
Türk tarihinin yaşayan ve var olan en önemli dönemlerinden birini Türkiye Cumhuriyeti tarihi
teşkil etmektedir. Bugün üzerinde yaşadığımız topraklar üzerinde 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan
kanlı mücadeleler sonunda büyük güçlüklerle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, birçok araştırmacı ve sosyal bilimcinin ilgi odağındaki bir inceleme alanıdır.
Kurulduğu coğrafya itibarıyla ve tarihsel gelişmelerin dayandığı temeller nedeniyle bölgesinde ve
dünyada önemli bir yeri bulunan Türkiye’nin tarihî
temellerinin araştırılması ve mümkün olduğunca objektif bir tarih anlayışıyla yerli ve yabancı okurların
hizmetine sunulması gerekmektedir.
Keza Kafkasya, Balkan ve Orta Doğu coğrafyalarının bileşke noktasında bulunan Türkiye’nin
İlk defa Uluslararası Hakemli Beşeri ve Akademik Bilimler Dergisi’nin, 2. cildinin 5. sayısında yayımlanmıştır. Ünsal Yavuz,
Atatürk-İmparatorluktan Millî Devlete, 2. Bs., Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 1999, 117 Sayfa. ISBN 975-16-0218-1.
671
Dr. Yenal Ünal
gelecekte uygulayacağı siyasi, ekonomik ve askerî
politikalar bu bölgelerin geleceğinin şekillenmesinde
mühim bir vazife görecektir. Bu nedenle Türkiye’nin
bugünü ve yarını konusunda akılcı saptamalar yapılabilmesi için doğru bilgiler temelinde bu ülkenin
geçmişinin incelenmesi şarttır.
Öyle ki bir ülkenin ya da bir toplumun geleceğini şekillendiren en önemli unsurların başında o
ülkenin ya da toplumun geçmişinde yaşanan olaylar
gelmektedir. Nitekim günümüzde Cumhuriyet tarihi alanında gerek yerli gerek yabancı birçok araştırmacı çalışma yapmaktadır.
II. BİLİMSEL ÇALIŞMALAR
Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti tarihi alanında kitap, makale, çeviri, transkripsiyon gibi türlerde çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların
sayısı gün geçtikçe de hızlı bir şekilde artmaktadır.
Ortaya çıkan yeni bilimsel çalışmalar sayesinde
Türkiye Cumhuriyeti tarihini bir bütün hâlinde inceleme düşüncesi bu alanda çalışan tarihçiler arasında
hızla yayılmaktadır.
Gerçekçi ve bütüncül bir Türkiye Cumhuriyeti
tarihi yazımının, araştırmacılar arasında giderek artması aynı zamanda Türk kültürü adına da büyük bir
kazanım olacaktır. Bununla birlikte; son yıllara kadar bazı istisnalar dışında başta orta öğretim kurumlarında olmak üzere üniversitelerde okutulan ya da
bağımsız olarak kaleme alınan “Türk İnkılâp Tarihi”
veya “Türk Devrim Tarihi” adlı kitaplar Türkiye
Cumhuriyeti tarihini bir bütün olarak inceleyebilecek seviyeye erişememişlerdir. Bu tür kitapların çoğu
III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinden başlayarak
19. yüzyıl Osmanlı tarihini özetleyip, ardından II.
Meşrutiyet dönemi, Trablusgarp ve Balkan Savaşları
hakkında kısaca bilgi vermektedirler. Hacimlerinin
442
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
önemli bir bölümü 1914–1938 yılları arasında gelişen askerî, siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelere ve
olaylara ayrılan bu eserlerde Türkiye Cumhuriyeti
tarihi 1938 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün
vefatıyla bitiyormuş gibi bir izlenim uyandırılmaktadır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938
yılında ebediyete intikal etmesinden başlamak üzere
içinde bulunduğumuz 2013 yılına kadar, birçok tarihî olaya sahne olan Türkiye’nin geleceği hakkında
sağlıklı saptamalarda bulunabilmek için mutlaka
1938 yılı ve sonrası olayları da ciddi biçimde her açıdan incelemek ve bu inceleme sonuçlarını okurlarla
paylaşmak gerekmektedir.
Bu sayede tarih bilinci edinmiş, doğru ve temeli bulunan bilgilerle donanmış bireylerin giderek arttığı nitelikli ve şahsiyetli bir toplum oluşturulabilir.
Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne
geçiş süreci ile bu süreçte hayati bir rol oynayan Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün faaliyetleri üzerine Prof.
Dr. Ünsal Yavuz tarafından kaleme alınan Atatürkİmparatorluktan Millî Devlete adlı mütevazı çalışma
117 sayfadan oluşan özet bir kitaptır.
Yukarıda da kısaca değinildiği üzere eserin bitiş noktası Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm tarihidir. Ancak eserin I. bölümü XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Avrupa’da ve Osmanlı topraklarında yaşanan
askerî ve siyasi gelişmelerle, bilim alanında yapılan
çalışmaları içermektedir.
Hiç kuşku yok ki sağlıklı bir Cumhuriyet tarihi yazımında eski yüzyıllardan başlamak üzere
Osmanlı tarihi ve Avrupa tarihi başta olmak üzere
dünyanın çeşitli coğrafyalarında meydana gelen siyasi, sosyali askerî ve ekonomik gelişmeleri akılcı bir
biçimde değerlendirmek gerekir.
443
Dr. Yenal Ünal
Bu yönüyle yazarın esere başarılı bir giriş yaptığını belirtebiliriz. Diğer taraftan imparatorluktan
millî devlete geçiş sürecinde yaşanan etkileşim sürecinin 1938 yılından sonra da devam ettiği kabul edilirse yazarın eserinde kullandığı özetleme anlatımlarını bir bütün hâlinde Cumhuriyet tarihinin tamamına yayması gerekirdi düşüncesi ortaya çıkmaktadır.
Bunlara ilave olarak yazarın bu kısa kitapta
gereğinden fazla başlık açtığı kanaatindeyiz. Altı
bölümden oluşan esere kronoloji, bibliyografya, dizin, resim ve harita da eklenmiştir. Bu altı ana bölüm
içinde de birçok alt başlık verilmiştir.
Bu nedenle özet çapta bir eserde onlarca başlık
kullanılması okuyucunun ilgisini dağıtmaktadır. Bu
sebeplerden eserin şekil olarak bir sistem sorunu yaşadığı kanaatindeyiz.
Bununla birlikte; kitabın içeriği konusuna göz
attığımızda bambaşka bir durumla karşı karşıya gelmekteyiz. Özellikle Cumhuriyet döneminde kapsadığı alan ve kurgu biçimi konusunda önemli eksiklikleri olduğunu düşündüğümüz bu eserin içeriği
oldukça başarılıdır.
Şöyle ki XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Avrupa’da
ve Osmanlı ülkesinde meydana gelen gelişmeleri oldukça akıcı bir üslupla ve senkronize olarak değerlendiren yazar kendine has bir tavırla bize şaşırtıcı
yeni bilgiler sunmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran ve
Avrupa’da gelişen milliyetçilik akımlarının yanı sıra
ekonomik manada imparatorluğun yüzyılın sonlarında iflasına neden olan bilim ve teknikteki gelişmelerin sanayiye uygulanması ve Osmanlı ülkesine
yansımaları yazarın üzerinde durduğu önemli noktalardandır.
444
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
XIX. yüzyılda yaşanan 1839 Tanzimat Fermanı,
1853 Kırım Savaşı ve Osmanlı Devleti’nin borçlanması, 1856 Islahat fermanı, 1876 I. Meşrutiyet,
II. Abdülhamit dönemi siyasi hayat ve bu dönemde kaybedilen topraklar, Jön Türk hareketi ve bir
Jön Türk hareketi olarak ortaya çıkarak çok önemli bir güç hâline gelen İttihat ve Terakki Fırkası, II.
Meşrutiyet, Trablusgarp Savaşı’ndan başlamak üzere Millî Mücadele’nin sonuna kadar yapılan savaşlar, Cumhuriyet dönemi siyasi olayları ve girişilen
inkılâp hareketleri eserde müşahede altına alınan
önemli konu başlıklarındandır.
III. SONUÇ
Sözü edilen konu başlıkları altında etkili bir
anlatım tarzıyla okuyucuya genel itibarıyla XIX. yüzyılın bütünü ve XX. yüzyılın ilk çeyreğinde meydana gelen olayları aktaran yazarın önemsenmeyi hak
edecek bir çalışma ortaya koyduğu düşüncesindeyiz.
Çünkü sadece tarihçiler için değil, bütün toplumun bilgilenmesi için oluşturulan tarih kitapları
her yaştan ve her mevkiden insana hitap etmekle
yükümlüdür. Bu yönüyle önemli bilgilerle donanmış bu eser, hem akademisyenlere hem de dönemin
olaylarını genel itibarıyla öğrenmek isteyen okuyuculara tavsiye edilebilir.
445
8) KURTULUŞ SAVAŞI SÖZLÜĞÜ672
Türkiye Cumhuriyeti, 20. yüzyılın ilk çeyreğin çöken bir imparatorluğun içerisinden çıkan ve
oldukça büyük savaşımlar sonucunda kurulmuş bir
devlettir. Tıpkı diğer büyük imparatorluklar gibi 20.
yüzyıl başlarında yıkılan Osmanlı İmparatorluğu
yüzyılların mirasını taşıyan büyük bir siyasi teşekküldür. Devletin kurucu unsuru olan Türkler, kuruluş aşamasında olduğu gibi çöküş aşmasında da
çekilen sıkıntıların büyük bir bölümünü omuzlarında hissetmiştir. Nitekim imparatorluğun tasfiyesi
ile birlikte -I. Dünya Savaşı’ndan önce ve bu savaş
sırasında yapılan gizli antlaşmalarla- varlığı ortadan kaldırılmaya çalışılan Türk milleti, büyük bir
halk kahraman olarak ilerleyen dönemlerde ortaya
çıkan Mustafa Kemal Paşa ve onun çevresinde bulunan yetenekli kişilerin etrafında sistemli bir şekilde
örgütlenerek bütün dünyaya örnek teşkil edebilecek
nitelikte büyük bir mücadeleye girişmiştir.
1911 yılında Trablusgarp Savaşı’yla başlayıp,
1922 yılında Büyük Taarruz’a kadar geçen sürede
672
İlk defa Journal of Academic Social Sciences Studies Dergisi’nin, 6.
cildinin 7. sayısında yayımlanmıştır. Fahrettin Çiloğlu, Kurtuluş
Savaşı Sözlüğü, Doğan Kitap Yayınları, 1999, 240 sayfa.
Dr. Yenal Ünal
yaklaşık 10 yıl aralıksız bir savaşın içinde bulunan
Türk ulusu, yıkılan imparatorluk enkazından yeni
ve modern bir devlet kurmaya çalışmıştır. Bunda da
başarılı olduğunu söylersek yanlış bir saptamada bulunmuş olmayız.
Dünya tarihine damga vurmuş en önemli siyasi
güçlerden biri olan Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi 20. yüzyılda vuku bulmuştur. Ancak çöküşün
gerçekleşmemesi için devlet adamlarınca olağanüstü
gayretler 1699 tarihinden itibaren gösterilmiştir. 18.
ve özellikle 19. yüzyıl boyunca bilim, teknik ve sanayide çok ileri giden Batı’yı yakalama adına yapılan
çabalar kesin sonuç vermemekle birlikte çöküş sürecinin uzamasını sağlamıştır.
Özellikle III. Selim ve II. Mahmut başta olmak üzere Mustafa Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa,
Ahmet Cevdet Paşa, Mithat Paşa ve II. Abdülhamit
dönemlerinde yapılan reform hareketleri büyük bir
başarıyla neticelenmemekle birlikte Türkiye’de çağdaşlaşma ve demokratikleşme aşamalarının gelişmesinde çok önemli katkılar sağlamıştır. Nitekim Millî
Mücadele’de Türk milletini örgütleyerek -aslına bakılırsa bir var olma savaşı hüviyetindeki- bu büyük
mücadeleyi kazanan liderlerin Osmanlı devrinde
kurulan ve modernleştirilen okullarda çok iyi yetiştiğini görmekteyiz.
Meseleye bu yönden baktığımızda da İmparatorluktan Cumhuriyete geçiş sürecinde alınan tek
mirasın yabancı ülkelere olan dış borçların değil;
kültürel, siyasal ve askerî manada birçok önemli değerin de olduğunu belirtmek gerekir. Kimi tarihçilerin Osmanlı tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihini
birbirinden çok farklı bir zeminde değerlendirmeye
çalışmaları bu açıdan bakıldığında tarih biliminin tabiatına da aykırı bir görünümdedir.
448
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöktüğü I. Dünya
Savaşı’nın sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin var
olmasını sağlayan Millî Mücadele dönemi kimi zaman Türk İstiklâl Harbi ya da Kurtuluş Savaşı olarak da adlandırılmaktadır. Bu dönem üzerine araştırmalarını yoğunlaştıran tarihçilerin çoğu zaman
Millî Mücadele kavramını kullandığını görmekteyiz. Ancak toplumda Kurtuluş Savaşı nitelemesi de
yaygın olarak kullanılmaktadır. Fakat bu nitelemelerin hepsi de 30 Ekim 1918’de imzalan Mondros
Mütarekesi’nden başlayıp 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’na kadar olan
dönemin ifade etmektedir.
Türkiye tarihi hakkında inceleme yapan her
araştırmacı, Türkiye Cumhuriyeti’nin doğup ortaya
çıktığı Millî Mücadele dönemini çok iyi okumalı ve
yorumlamalıdır. Bir zorunluluk gibidir.
Nitekim bugüne kadar Millî Mücadele üzerine
kitap, makale, çeviri, transkripsiyon, sempozyum,
kongre, panel gibi türlerde çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların sayısı gün geçtikçe de hızlı
bir şekilde artmaktadır. Ortaya çıkan yeni bilimsel
çalışmalar sayesinde Millî Mücadele dönemiyle ilgili
olarak sürekli yeni bilgiler öğrenmekteyiz.
Fakat Fahrettin Çiloğlu tarafından hazırlanan
(ya da oluşturulan) Kurtuluş Savaşı Sözlüğü bu alanda yapılmış yeni bir yayın türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu eser yeni bir tür olduğu gibi bugüne
kadar düşünülmemiş ya da düşünülmüşse hayata
geçirilememiş yeni bir bakış açısı olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Meraklı araştırmacıların mutlaka haberdar
olduğu Behcet Necatigil’in, Edebiyatımızda İsimler
Sözlüğü (Varlık Yayınları, 12. bs. İstanbul, 1985) ve
Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, (Varlık Yayınları, 9.
449
Dr. Yenal Ünal
bs. İstanbul, 2005) ile İskender Pala’nın, Ansiklopedik
Divan Şiiri Sözlüğü, (Akçağ Yayınları, 3. bs. Ankara,
1995) alanında çok kıymetli yapıtlardır.
Düşünsel ve felsefi olarak ufuk açıcı olan bu
eserleri hazırlamak bir hayli güçtür. Bu açıdan bakıldığında sözlük tarzında hazırlanan ve çok önemli
açıklayıcı bilgiler içeren bu çeşit eserleri oluşturmaya her bilim adamı cesaret edemeyebilir. Çünkü oldukça titiz ve sistemli bir şekilde yıllarca bilgi toplamak ve bu bilgileri sözlük üslubunda yazmak sabır
gerektiren bir iştir. Yukarıda isimleri sayılan eserler
Türkoloji araştırmacılarının başucu kitaplarıdır.
Peki, tarihçilik alanında bu çeşit başucu eserler mevcut mudur? Mevcut değilse oluşturulacak
bu çeşit bir eser tarih bilimine nasıl bir katkı sağlayabilir? Hiç kuşkusuz Mehmet Zeki Pakalın’ın, Tarih
Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, bu vadide büyük bir
boşluğu doldurmakla birlikte tamamen özlemini
çektiğimiz manada bir yapıt değildir. Türkiye’de tarihçilik alanında Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü ve
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü gibi alanına çok büyük
katkılar sağlayacak çapta bir eser bugün için vücut
bulmuş değildir.
Hafızamızı yokladığımızda bu çeşit bir eserin
gerekliliğini ve önemini ne zaman ve nerede duyduğumuzu hatırlamaya çalıştığımızda 2002 yılına dönmek durumunda kaldık.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü’nde 3. sınıf öğrencisi iken “Millî Mücadele
Tarihi” adlı dersimizde büyük araştırmacı Prof. Dr.
Tuncer Baykara Hocamız, Edebiyatımızda İsimler
Sözlüğü adlı eseri ve bu eserin önemini anlattıktan
sonra “İçinizden biri de tarih dalında ilerde böyle bir
eser yazacak mı?” diye müstehzi bir soru sormuştu.
Tabiidir ki bu soruya olumlu yanıt vermek şimdi olduğu gibi o zaman da kolay bir iş değildi.
450
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Fakat görünen gerçek o ki daha 1999 yılında
Fahrettin Çiloğlu bu soru sorulmadan zaten birkaç
yıl önce böyle bir eser ortaya koymuştur. Düşünce,
yaklaşım ve felsefe olarak hem büyük bir cesaret gerektiren hem de büyük emek sarf edilmesi icap eden
bu çeşit bir işe girişilmesi takdirle karşılanmalıdır.
Nitekim çeşitli kaynaklardan yapmış olduğumuz
araştırmalara göre Fahrettin Çiloğlu, şair, yazar, çevirmen, gazeteci ve ansiklopedici sıfatlarına haiz çalışmayı çok seven bir araştırmacıdır.
Özellikle ansiklopedicilik alanında yağmış
olduğu kültürel yayınlar ve uzun yıllar edindiği
tecrübelerden hareketle kaleme aldığını bildirdiği
Kurtuluş Savaşı Sözlüğü alanında hiç şüphesiz bir ilk
çalışmadır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti tarihçilerinin üzerinde durup düşünmesi gereken bir kavşak noktasıdır.
Çeşitli web sitelerinde kitabın tanıtımıyla ilgili
olarak şu bilgilere yer verilmiştir: “Kurtuluş Savaşı,
I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’ne ağır koşullar dayatan Mondros Mütarekesi’yle ortaya çıkan işgale
ve İstanbul Hükümeti’ne karşı Anadolu’da yürütülmüş
ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanmış ulusal bağımsızlık savaşıdır. Bu savaşın önderi olan
Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve
ilk Cumhurbaşkanıdır; öte yandan 20. yüzyılın en büyük
devlet adamlarından biridir. Kurtuluş Savaşı Sözlüğü,
bu dönemi alfabetik olarak ele alan bir çalışmadır. Eserde,
Kurtuluş Savaşı’nda rol oynamış kişiler, bu dönemdeki
olaylar, kurumlar, anlaşmalar, çatışmalar, gazete ve dergiler ele alınıyor; sancakların ve vilayetlerin tarihleri anlatılıyor.” Bu bilgiler eserin önemini bir kez hatırlattığı
gibi içerikle ilgili olarak da önemli ipuçları sunmaktadır.
Ne var ki düşünsel ve felsefî hedeflerinin oldukça başarılı olduğunu bildirdiğimiz ve bu alanda
451
Dr. Yenal Ünal
araştırmalarını sürdürmekte olan bütün tarihçilere
düşünsel zeminde örnek bir çalışma vücuda getirdiğini söylediğimiz Fahrettin Çiloğlu’nun Kurtuluş
Savaşı Sözlüğü adlı eseri birtakım eksiklikleri ve bazı
temel hatalı bilgileri ihtiva etmektedir.
Yukarıda eserin Türkiye Cumhuriyeti tarihçilerinin üzerinde durup düşünmesi gereken bir kavşak olduğunu belirtmiştik. Ancak bu kavşağın kontrolsüz bir kavşak olduğunu burada mutlaka bildirmeliyiz. Çünkü eserdeki bilgilerin güvenirliliği ciddi
anlamda sorgulanmalıdır.
Eser alfabetik olarak sıralanmıştır. Sözlük çalışmasının büyük bir bölümü Millî Mücadele rol
almış önemli simaların kısa biyografilerinden oluşturmaktadır. Kişi adları dışında Anadolu ve Rumeli
Müdafaayı Hukuk Cemiyeti, Millî Kongre, Mondros
Mütarekesi, Musul Sorunu, Paris Barış Konferansı,
Pontus Cemiyeti, Saltanatın Kaldırılması, Türkiye
Büyük Millet Meclisi gibi onlarca konu da ayrı birer
madde hâlinde en genel ifadelerle tanıtılmaya çalışılmıştır.
Eserde yer alan maddeler titizlikle incelendiğinde elektronik ortamda milyonlarca insana hizmet
sunan vikipedi özgür ansiklopedisinin kokusunu bu
maddelerde duymak mümkündür. Ancak burada
kastedilmeye çalışılan husus, bilgilerin her iki kaynakta da birebir aynı olduğu yolunda değil; adı geçen sözlük çalışması ile vikipedi özgür ansiklopedisinin arasındaki üslup benzerliği noktasındadır.
Bununla birlikte genel hatlarıyla birçok maddede benzerlikler bulunduğunu da belirmek durumundayız. Fakat sözlük çalışmasının kısmen daha
ciddi bilgiler içerdiğini söyleyebiliriz.
Görünen gerçek odur ki Sayın Çiloğlu birçok
ansiklopediyi karıştırmak suretiyle derleme bir or452
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
taya çıkarmıştır. Maddelerin içeriği incelendiğinde
bilgilerin titiz ve uzun yıllar yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen bilimsel bilgiler olmaktan uzak
olduğu görülür. Bilgiler birçok ansiklopedide de rahatlıkla bulunabilen genel bilgilerdir ve aynı zamanda birçok hatayı içermeye müsait bir yapıdadır.
Kimi zaman eserde teknik hatalar da yapılmıştır. Örneğin 111. sayfada bulunan “Karay, Refik
Halid Bkz. Refik Halid” ve “Kargı, Yahya Galip Bkz.
Yahya Galip Bey” yönlendirmelerinden hareketle ilgili harflere yöneldiğimizde bu maddelere rastlayamamamız, ilgili maddelerin unutulduğu kanaatini
uyandırmaktadır. Eserde bu gibi eksiklikleri çoğaltmak mümkündür.
Bütün eksiklikleri ve içerdiği bazı hatalı bilgilere rağmen böyle bir eserin vücut bulması Prof.
Dr. Tuncer Baykara’nın öğrencilerine sorduğu o
müstehzi soruyu yeniden hatırlatmaya ve Türkiye
Cumhuriyeti tarihçiliği alanında atılan bir büyük
adım olarak gelecek adına bizi umutlandırmaya yetmemekte midir?
453
9) İSTİKLÂL HARBİ’NDE ETNİK İHANET673
I. Dünya Savaşı’nın sonunda İtilaf Devletleri ile
Osmanlı İmparatorluğu arasında 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi, bir mütarekeden ziyade, bir teslim oluş vesikası, bir idam fermanı
olarak ortaya çıkmış ve Osmanlı İmparatorluğu için
ilerleyen günlerde çok daha karanlık bir dönemin
başlayacağının habercisi olarak yakın dönem Türk
tarihinde yerini almıştı.
Yüzyılların mirası büyük Osmanlı İmparatorluğu, tarihinde hiç olmadığı kadar kötü bir döneme
girmişti. Bir büyük karanlık tablo, Osmanlı toprakları üzerine yayılmış ve Osmanlı insanına hiç de zevkli
olmayan zoraki bir seyir imkânı sunmaya başlamıştı.
Tarihin, 1914 yılına kadar gördüğü bu en büyük
savaşta; devrin yöneticilerinin uyguladığı yanlış stratejiler ve politikalar nedeniyle bir anda savaşın ortasında kendini bulan devlet, savaşın sonunda bilinmez
bir akıbete sürüklenmekteydi. Keza bu yeni savaşta
673
İlk defa Tarih Okulu Dergisi’nin, 16. sayısında yayımlanmıştır.
Necdet Sevinç, İstiklâl Harbi’nde Etnik İhanet, Bilgeoğuz Yayınları,
İstanbul, 2011, 535 sayfa.
Dr. Yenal Ünal
alınan yenilgi ve akabinde imzalanan ateşkes antlaşması ne 1699 tarihli Karlofça ne 1774 tarihli Küçük
Kaynarca ve ne de 1878 tarihli Berlin Antlaşması’na
benziyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun eski devirlerde canını yakan bu büyük antlaşmalar, Mondros
Mütarekesi’nin yanına konulduğunda hemen hemen
hiçbir ağırlığı olmayan vesikalar olarak Türk tarihinde yerini alıyordu.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ve içerdiği hükümlerin matbuat yoluyla ülke geneline duyurulması, memlekette büyük bir infiale yol açtı ve
kısa süre sonra bu infial de yerini büyük bir endişe
ve korkuya bıraktı. O günün siyasi, askerî ve toplumsal konjonktürü göz önüne alındığında uzun yıllardır büyük bir savaşımın içinde olan devlet ve halk
artık açlık, sefalet, bulaşıcı hastalıklar ve insan kayıplarının ortaya çıkardığı bıkkınlıkla savaşımın bir
an önce sona ermesini ve barış günlerine ulaşmanın
hasretini yaşıyordu.
Ne var ki daha belalı bir kader Türk milletiyle
yapacağı büyük buluşma için hazırlıklarını çoktan
bitirmişti.
Bu belalı kader, milletin elinde kalan son toprak parçalarını, sahip olduğu maddi ve manevi değerleri zulüm, katliam ve istila yoluyla hem de hiçbir
direniş göstermeden düşmana teslim etme tehlikesi
noktasında gün yüzüne çıkmıştı.
30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi
imzalandığında imparatorluk içinde bulunan çeşitli
gruplar üzerinde farklı etkiler yarattı. Bir tarafta yıllardır süren savaşlar nedeniyle her bakımdan oldukça kötü bir duruma düşen Türk milleti, bir tarafta çaresizlik içinde kıvranan ve kendi yaşam alanının sürekliliği için ne yapılması gerektiği hususunda kafa
karışıklığı yaşayan padişah ve İstanbul hükümetleri
456
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
diğer tarafta da yüzyıllardır Anadolu toprakları üzerinde Türklerle –kimi zaman ortaya çıkan bazı sıkıntılar dışında- dostluk ve hoşgörü iklimi çerçevesinde
yaşayan gayrimüslimler… İşte bu gruplar I. Dünya
Savaşı’ndan sonra yaşanan süreci oldukça farklı
perspektiflerden değerlendirdiler.
Asırlardır Anadolu toprakları üzerinde hoşgörüye mazhar olan bu etnik gruplar, Osmanlı
İmparatorluğu’nun âdeta can çekişmesinden istifade ederek ve bir takım tarihi tezler öne sürerek
Türkiye’nin çeşitli noktalarına hâkim olmak ve ilerleyen süreçte bu noktalarda kendi hâkimiyetlerini
kurabilmek için harekete geçtiler. Amaçlarını gerçekleştirebilmeleri, bireysel teşebbüslerden ziyade
organize olmuş örgütler temelinde projelerini uygulamalarına bağlıydı.
Nitekim Rumlar tarafından Mavri Mira,
Pontus Rum ve Etnik-i Eterya; Yahudiler tarafından Alyans İsrail ve Makabi; Ermeniler tarafından
Hınçak, Taşnak cemiyetleri kurularak siyasi ve askerî alanlarda, imparatorluğun içine düştüğü vahim
durumdan istifade ederek önemli kazanımlar elde
edilmeye çalışılmıştır.
Görünen gerçek o ki Osmanlı ülkesinde yüzyıllardır ticaret, zanaat ve diğer meslek kollarında rahatça hayatlarını kazanan ve dinî hususlarda
Osmanlı İmparatorluğu’nun sağladığı muazzam
hoşgörü politikasıyla ibadetlerini istedikleri gibi
sürdüren azınlıklar; aynı hoşgörüyü Türkler adına
Mondros Mütarekesi’nden sonra ortaya çıkan karanlık dönemde göstermeyeceklerdi.
Nitekim 13 Kasım 1918’de İtilaf Devletleri donanmasının İstanbul’u fiilen işgal altına almasıyla
özellikle Rumların âdeta kaplarından çıktığı görülmüştü. Öyle ki ev ve iş yerlerini Yunan bayraklarıyla
457
Dr. Yenal Ünal
donatan Rumlar, İtilaf Devletleri donanmasındaki
Yunan baş gemisi Averof adlı zırhlıyı âdeta kutsal bir
ziyaretgâh hâline getirmişlerdi. Ayasofya’yı tekrar
kilise hâline getirmek için teşebbüslerde bulunmaya
başlamışlardı. Anadolu’nun çeşitli coğrafyalarında
kurmuş oldukları çetelerle katliam faaliyetlerine girişmişlerdi.
Bu dönemde, Osmanlı Devleti’ne karşı dostça
davranmamaya başlayan ve Türkler için belalı bir
dönem olan mütareke döneminde “ne koparabilirsek kâr” mantığıyla hareket eden Yahudiler, fırsattan istifade ederek İtilaf Devletleri denetimine giren
Filistin topraklarından nasıl bir pay alabiliriz mantığıyla zaman zaman da Rumlarla işbirliği yaparak
İtilaf Devletleri nezdinde çeşitli teşebbüslerde bulunmuşlardır.
Yüzyıllar önce II. Bayezid döneminde İspanya’da büyük bir katliamdan kurtarılarak Batı Trakya civarlarına getirilip yerleştirilen
Yahudiler yaklaşık dört yüz elli yıl sonra Osmanlı
İmparatorluğu’na teşekkürlerini bu şekilde bildiriyorlardı.
Türkler için mütareke döneminin olumsuz koşullarını kendisi için avantaja çevirmeye çalışan bir
diğer azınlık grubunu da Ermeniler teşkil ediyordu.
Gerçi Ermenilerin özellikle 19. yüzyılın sonları ve
20. yüzyılın başlarında giriştikleri örgütlenme ve bu
örgütlerin desteğiyle gerçekleştirdikleri kanlı eylemlerle istek ve arzularını Yahudi ve Rumlara nazaran
çok daha açık bir biçimde belirtmişlerdir.
Özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında Doğu
Anadolu, Rus ordusunun arkasına sığınarak gerçekleştirdikleri kanlı faaliyetler mütareke sonrası dönem adına da Ermenilerin emellerine ulaşabilmeleri
için gözlerini dahi kırpmadan bilerek, isteyerek ve
458
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
arzulayarak Türk kanı dökebilecekleri hususunda
çok önemli ipuçları sunuyordu.
Bununla birlikte; Osmanlı İmparatorluğu’nun
üzerini kaplayan karanlık tablonun içerisinde yer
alan önemli temaları sadece Yahudiler, Ermeniler ve
Rumlar gibi azınlıklar oluşturmuyordu.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Mondros
Mütarekesi’nin ülke topraklarına üzerine yaydığı
karanlık bulutlar bir taraftan İtilaf Devletlerini ve bu
devletlerin desteğini alarak şımaran azınlıkların iştahını kabartırken; kimi devlet adamı, kimi edebiyatçı,
kimi bilim adamı olmak üzere bazı Osmanlı ileri gelenlerini çaresizlik içinde büyük devletlerin merhametine müracaat etmeye itiyordu.
Nitekim İngiliz Muhipleri, Wilson Prensipleri
adlarıyla kurulan ve millî varlığa zararlı faaliyetlerde bulunan cemiyetler bizzat Türkler ya da Osmanlı
tebaası bireyler tarafından vücuda getirilmişti.
Umutlarını yitiren aralarında Sait Molla, Refik Halit
Karay, Halide Edip Adıvar, Celal Nuri İleri, Ahmet
Emin Yalman, Yunus Nadi Abalıoğlu gibi aydınlar
bu cemiyetlerin teşekkülü ve gelişiminde önemli roller oynadılar.
Kimisi daha sonradan yaptıkları yanlışın farkına vararak Ankara Hükümeti lehine faaliyette bulunmakla birlikte azımsanmayacak bir kısmı da Millî
Mücadele yılları boyunca Anadolu’da Ankara merkezli gelişen harekete oldukça ağır eleştirilerde bulunarak yaptıkları çeşitli resmî faaliyetler ve matbuat
yoluyla bu hareketin önünü kesmeye çalışacaktır.
İşte, Osmanlı topraklarını bir uçtan diğer uca
kaplayan karanlık tablonun içinde yer alan diğer
önemli temalardan bir kısmını da bizzat Türkler tarafından oluşturulan zararlı cemiyetler oluşturmaktaydı. Kısacası tablo Türkler için can yakıcı bir hâl
459
Dr. Yenal Ünal
alırken aynı zamanda zengin bir kompozisyon olarak tarihteki yerini alıyordu.
Keskin kalemi ve tartışılmayacak enerjisiyle
1970’li yılların başından günümüze basın-yayın faaliyetlerinin içerisinde bulunan Necdet Sevinç,674 akademik alanda faaliyet göstermese bile özellikle Millî
Mücadele tarihi alanında kaleme almış olduğu eserleriyle adından söz ettirmiş usta bir kalemdir.
Türk milliyetçiliği temeli ve ekseninde oldukça sert ve irdeleyici üslubuyla, büyük araştırmalar
sonucu husule getirdiği tarih eserleri genç ve yeni
araştırmacılar için farklı bir yaklaşım açısı sunması
açısından dikkate değer çalışmalardır. Meseleye bu
açıdan bakıldığında yapmış olduğu araştırmaların
bugün için Türkiye’de hızlı gelişim yaşayan tarih bilimi için bir büyük kazanım olduğu ifade edilebilir.
Yukarıda kısaca özetlenmeye çalışılan Mondros
Mütarekesi sonrası memleketin genel ahvali, azınlıkların durumu ve umudunu kaybeden Osmanlı ayNecdet Sevinç, 1944 yılında Gaziantep’te doğdu. Gaziantep’te
başladığı gazetecilik mesleğini devam ettirmek için İstanbul’a
gitti. Haber ve Durum gazetelerinde çalıştı. 1969’tan itibaren
Bizim Anadolu, Hergün, Ortadoğu, Günaydın ve Kurultay gazetelerinde genel yayın müdürü ve köşe yazarı olarak görev yaptı.
Yazılarından dolayı hakkında çok sayıda dava açıldı. Asliye Ceza,
Ağır Ceza, Devlet Güvenlik ve Sıkıyönetim Mahkemelerinde
yargılandı. 1974 affıyla Bayrampaşa Cezaevi’nden çıktı. 12
Eylül 1980 müdahalesinde tekrar tutuklandı. 1987 yılı sonuna kadar iki kez Bayrampaşa Cezaevi’nde, iki kez Paşakapısı
Cezaevi’nde olmak üzere; Silivri, Kastamonu/Daday, Erzincan/
Tercan cezaevlerinde yaklaşık 5 yıl yattı. Binlerce köşe yazısı
yazdı. 2011 yılında vefat etti. Eserlerinden bazıları şunlardır:
Yazarını Kurşunlatan Yazılar, Sanık Yazılar, Tutanak, Ferman,
Ajan Okulları, Gaziantep’te Türk Boyları, Osmanlının Yükselişi
ve Çöküşü, Osmanlı’dan Günümüze Misyoner Faaliyetleri,
Eski Türkler’de Kadın ve Aile, Osmanlılar’da Sosyo-Ekonomik
Yapı, Arşiv Belgeleriyle Tehcir, Ermeni İddiaları ve Gerçekler,
Pontus’la Hesaplaşma, Duruşmalar, Acının Tadı, İstiklalin Bedeli.
674
460
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
dınlarının faaliyetleri, meseleye ırksal temelde bakan
araştırmacı Necdet Sevinç’in ilgi duyduğu konuların
başında gelmektedir.
Nitekim üzerinde tahlil çalışması gerçekleştirdiğimiz İstiklâl Harbi’nde Etnik İhanet eseri; özellikle İngiliz, Fransız ve İtalyan destekli Rumların,
Ermenilerin ve Yahudilerin o dönemin Türkiye’sinde
yapmış oldukları olumsuz faaliyetleri ve Osmanlı
aydınlarının umutlarını yitirmiş bir vaziyette çareyi
manda ve himayede arayarak büyük devletlere yamanmak için giriştikleri eylemleri içine almaktadır.
Oldukça sert ve keskin bir üslupla kaleme alınan bu
ilginç eserde cevabı aranan sorular ile ön plana çıkan
konuları şu başlıklar altında toplamak mümkündür:
“- Esat Toptanî ve İsmail Kemal hangi Paşa’ya
Arnavut prensliğini teklif ettiler?
- Rauf Orbay’ın Amiral Calthorpe ile Agamemnon’da
gizli görüşmesi
- Orbay’ın İngiliz himayesinde Çerkez devleti isteğine Amiral Calthorpe ne yanıt verdi?
- İstiklâl Harbi’nde Türk düşmanı Rum papazlar.
- İzmir işgal edilince Yunan’ın tahsis ettiği arabayla
Kordon’da dolaşan Kuşçubaşı Eşref ve arkadaşları.
- Yunan subayları şerefine ziyafet tertipleyen
Yahudiler.
- Türk’ü Türk’e kırdıran “mel’un enişte” Ferit’in
akıbeti.
- Said-i Nursi, “Kürdistan” kurulması teklifini nasıl reddetti?
- Bizans İmparatoru Konstantin, 29 Mayıs 1453’te
hiçbir şansı olmamasına rağmen bize karşı savaşarak öldü.
Peki yüzyıllar sonra bizim padişahımız ne yaptı?
461
Dr. Yenal Ünal
- Zat-ı Şahane’nin maaşa bağladığı İngiliz destekçisi dernekler.
- 15 Mayıs’ta “Memleketi kurtarabilirsin” diyen
Sultan Vahidettin, 8 Haziran’da Mustafa Kemal’in arkasından nasıl çekildi?
- “Kürt Lavrens”ı Yüzbaşı Noel.
- İskilipli Atıf neden asıldı?
- Ermeni çetelerin kaçırdığı Türk çocukları.
- Nazım Hikmet’in annesi ve dedesi İstiklâl
Harbi’nde İngilizleri nasıl destekledi?
- Yeşilordu’yu Mustafa Kemal’e tercih eden komünistler.
- Aziz Mahmud Hüdayi cemaatı, ecnebilere yaranmak için idam edilen Millî Şehit Boğazlıyan Kaymakamı
Mehmet Kemal Bey’in cenazesine tam kadro katılınca ne
oldu?
- Ünlü sunucumuz Orhan Boran’ın babası
“Tıbbiyeli Hikmet”in hizmetleri.
- İngilizlerin yönetiminde ayaklanan Kürtler.
- Müslümanları katleden Antranik Paşa ve
Barzani’nin bitmeyen dostluğu.
- İstiklâl Harbi’ni Kürtlerle birlikte mi verdik?
yok?
- 150’likler listesinde neden tek bir gayrımüslim
- Türk Milleti’ne ihanet edenlerin hazin sonları…
İntihar eden; kumar masasında neyi var neyi yok kaybeden; akli dengesini yitiren; din değiştiren; oradan oraya
savrulan, “Memlekete dönecek yüzüm yok” diyenler…”
Necdet Sevinç’in kaleme almış olduğu İstiklâl
Harbi’nde Etnik İhanet adlı bu ilginç eser, dizin ve
462
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
kaynakça dâhil 607 sayfadan müteşekkildir. Ancak
eserin içinde yaklaşık 220’ye yakın başlık açılmıştır.
Çalışmada, iddia edilen önemli tezlerin istinadı, dipnotlarda kaynak olarak doyurucu bir şekilde verilmiştir. Eser 21/13,5 cm boyutlarında ideal kitap ölçülerinde ve iri bir puntoyla basılmıştır. Dolayısıyla
okuyucu için fiziksel olarak rahat bir okuma imkânı
sunmaktadır. Eserin bibliyografyası incelendiğinde
ise muharririn oldukça farklı kaynaklardan faydalandığını görmekteyiz.
Bununla birlikte rahatlıkla ifade edebiliriz ki
eserin özellikle başlıklar temelinde kurgusu, olay ve
olguların yorumlanışında kullanılan sert üslup, çalışmanın içinde 220’ye yakın başlığın açılması eserle ilgili olumsuz intibalar uyandırmaktadır. Bunlara
ilave olarak çalışmada, “Türk” ve “Türklük” kavramları aleyhinde meydana gelmiş en küçük olaylar ve bu olaylara sebebiyet veren kişilerin oldukça
sert bir şekilde tamamen sübjektif bir bakış açısıyla
tenkit edilmesini göz önüne aldığımızda çalışmanın
bilimsel bir eser olmadığını söyleyebiliriz. Zaten eserin yazarının kanaatimizce bilimsel nitelikte bir eser
vücuda getirmek gibi bir endişesi yoktur.
Ne var ki, yazarın “Türklük” hususundaki ciddi hassasiyeti, eserin içinde çok sayıda başlık açması,
kullandığı sert üslup ve meseleye tek taraflı olarak
sadece Ankara Hükümeti penceresinden bakması
gibi hususlar bu çalışmayı asla önemsiz kılmaz.
Nitekim büyük araştırmacı Prof. Dr. Tuncer
Baykara, “Tarih Araştırma ve Yazma Metodu/2.
Bs./2010” adlı eserinde tarihin hangi dönemiyle ilgilenirse ilgilensin bir tarihçinin kaynaklar konusunda ufkunun olabildiğince geniş olması gerektiğini
ileri sürerek tarihçi için aslında bilgi kaynaklarının
hemen hemen sınırsız olduğunu vurgulamaya çalışmaktadır.
463
Dr. Yenal Ünal
Öyle ki metodoloji eserinde tarihi bilgi kaynakları olarak canlı şahitler, yaşayan tarihler; manzume
ve şiirler; destanlar, efsaneler, hikâyeler, kıssa, fıkra,
latife, anekdot, atasözü, darbımesel ve menkıbe gibi
başlıkları da sıralamıştır.
Örneğin çoğunlukla asker ve dinî özelliği bulunan tarihî şahsiyetlerin hayat maceraları üzerine
olağanüstü motiflerle örülmüş bir destan bir hikâye
türü olarak karşımıza çıkan menkıbeler hakkında
yazar şu bilgileri vermiştir: “Menkıbelerde bir gerçek
temel vardır. Bunun etrafında olağanüstü motifler eklenmiş ve menkıbe ortaya çıkmıştır. Menkıbelerdeki olağanüstü özellikler ayıklanırsa, geride gerçek tarihî bilgiler
bulunmaktadır. Bu bilgileri başka kaynaklarda bulmanın
imkânı yoktur/“Tarih Araştırma ve Yazma Metodu/2.
Bs./2010/s.57”
Buradan hareketle Necdet Sevinç’in İstiklâl
Harbi’nde Etnik İhanet adlı eseri Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi ile Yakınçağ Tarihi araştırmacılarınca mutlaka
üzerinde durulması gereken bir çalışmadır. Çünkü
eser, etnik temelde bu dönemi inceleyen ve hacimce
oldukça geniş bir tetkiktir.
Mondros Mütarekesi’nden sonra ortaya çıkan
karanlık tabloda önemli temalar olarak karşımıza
çıktığını belirttiğimiz azınlıkların girişimlerine ve
Osmanlı aydınlarının faaliyetlerine oldukça farklı
bakış açıları getirerek, mütareke dönemini irdeleyen bu eseri incelemek, bir tarihçinin yeni yorumlara
ulaşmasına ya da ufkunu genişletmesine azamî ölçüde yardımcı olabilir.
Kaldı ki sert üslubu ve keskin yorumlarıyla bilimsellikten uzaklaştığını belirttiğimiz bu eser döneme ilişkin olay ve olgularla ilgili olarak daha önce
başka kitaplarda okuma şansı yakalayamadığımız
çok ciddi ve temeli bulunan yorumlarla karşımıza
çıkmaktadır.
464
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Örneğin İstanbul’da bulunan ve kimi zaman
hükümetlerde ya da önemli devlet kademelerinde
görev alan simaların Osmanlı İmparatorluğu adına
devrin kötü şartlarından istifade ederek bir anda
kendi etnik kökenlerini (Arnavut, Çerkez, Rum ve
Kürt) hatırlamaları ve kimi zaman da İtilaf Devletleri
nezdinde kendi etnik kökenleri için bazı kazanımlar
elde etme çabaları eserde oldukça üst düzeyde irdelenmiştir.
Yine bu eserde Vahidettin’in, Mustafa Kemal
ilişkileri kaynak belirtmek suretiyle inceden inceye
tetkik edilmiştir. Muhafazakâr ve Kemalist çevrelerde her dönem tartışma konusu olan “Mustafa Kemal
Paşa’nın Anadolu’ya bizzat Vahidettin tarafından
gönderildiği” tartışması eserde kaynak belirtilmek
suretiyle oldukça ilginç bir yorumla okuyucuya sunulmuştur.
Bu açılardan bakıldığında eser yakın dönem
Türk tarihi alanında özellikle azınlıklar üzerine inceleme yapan araştırmacılara içerdiği ilginç yorumlarla ufuk açıcı bir şekilde katkı sağlayabilir.
Yönelttiğimiz birtakım tenkitlere ve içeriğinin
kurgusunda yaşanan bazı sıkıntılara rağmen böyle
bir eserin vücut bulması ve başka kaynaklarda bulamadığımız yorumları bize sunması yakın dönem
Türk tarihçiliği adına bir önemli kazanım olarak
telâkki edilemez mi?
465
10) TARİH ARAŞTIRMA VE YAZMA
METODU675
Sadece Türkiye sahasında değil bütün Türk
dünyası coğrafyası göz önüne alındığı 20. yüzyılın
yetiştirmiş olduğu en önemli araştırmacılardan biri
olan Tuncer Baykara, Türk tarihinin hemen hemen
bütün dönemleriyle ciddi manada ilgilenmiş bir bilim adamıdır. İstanbul Üniversitesi’nden üstadı Zeki
Velidi Togan’ın ortaya koymuş olduğu tarihçilik
ekolünü ve geleneğini 21. yüzyıla taşımayı başarmış
birkaç mühim araştırmacıdan da biridir. Bugüne kadar 30’a yakın kitap çalışmasının yanı sıra 300’e yakın makale incelemesi neşreden Baykara’nın oldukça üretken bir araştırmacı kimliğine sahip olduğunu
söylemeliyiz.
Ağırlıklı olarak Türk kültür tarihi, Türk şehir
tarihi, kültür, medeniyet ve millî mücadele gibi konular üzerinde duran yazarın ilgi duyduğu bir diğer
araştırma alanı da tarih araştırmalarının en temelinİlk defa Tarih İncelemeleri Dergisi’nin, 29. cildinin 2. sayısında yayımlanmıştır. Tuncer Baykara, Tarih Araştırma ve Yazma
Metodu, 2. Bs. IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2010, 176 sayfa. ISBN 978-975-25-5141-1.
675
Dr. Yenal Ünal
de yatan ve yol, yöntem, usul bilgisi manasına gelen
metodoloji konusudur. Yazarın, üzerinde çeşitli değerlendirmelerde bulunacağımız “Tarih Araştırma
ve Yazma Metodu” adlı eseri, bu alana bir nevi katkı
sağlamak ve yine bu sahaya emsalleriyle mukayese
edildiğinde daha sade bir eseri kazandırmak maksadıyla ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bu eser, yazarın akademik görev aldığı çeşitli üniversitelerde okuttuğu,
tarih metodolojisi veya tarihe giriş adlı derslerde ortaya çıkan notlar üzerine inşa edilmiş bir çalışmadır.
Yazar kapak arkası tanıtım yazısında böyle bir
eser kaleme almasının nedenleriyle ilgili olarak şu
bilgilere yer vermiştir: “Tarih, doğrudan bizim insanımız ve bu ülkenin bilinenlerinden hareket edilerek
ele alınmıştır. Yoksa Batının, kendilerine göre mükemmel metot kitapları, kendi şartlarının eseridir.
Bizim ülkemizin şartları, bilimin gereklerini, ülkemiz
şartlarına göre ele almayı zorunlu kılar. Nasıl aklın
yolu birse, bilimde metot da birdir ve bu kimsenin
inhisarında değildir. Gözlem, sağlam kanıt, sıkı bir
eleştiri (tenkit) ve sebep-netice ilişkilerine dayalı hükümler hiçbir zaman eskimez. Burada, günün geçici
telakkilerine değil, insanlık âleminin evrensel gerçeklerine dayanılmıştır. Çünkü Türkler de bu büyük
insanlık âleminin bir parçasıdır. Çalışmanın, insanlığa, Türklüğe, insanımıza ve gençlerimize yararlı olmasını dilerken, beni metot yolunda bilgilendiren üç
insanı rahmet ve minnetle anmak isterim: Zeki Velidi
Togan (1890-1970), İbrahim Kafesoğlu (1914-1984) ve
Muammer K. Özergin (1930-1986).”
Görünen gerçek o ki yazar Batı dünyasında kaleme alınmış olan üst düzey metodoloji eserlerinin
hakkını teslim etmesine rağmen bu kitaplardaki bilgi kalıplarının Türk tarihinin gerçekleriyle tam anlamıyla uyuşmayacağını düşünmektedir. Yazara göre
Türk tarihi ve kültürünü araştırırken bu coğrafyanın
468
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
doğurduğu şartlar etrafında bir sistem örmek gerekmektedir. Eserin yazılış amacı da Türk tarihini araştıracak bilim adamlarına ve öğrencilere bu yönden
farklı bir bakış açısı kazandırmaktır.
Yazar bu eseri, giriş bölümü dışında toplam beş
bölümden oluşacak şekilde kurgulamıştır. “Giriş”
bölümünde (s. 7-13) her şeyden önce “tarih” kelimesinin tahlili yapılmaya çalışılmıştır. Tarih kelimesi ve
yüklendiği manalar izah edilirken geçmiş devirlerde
yaşamış ve Türk tarihinde her biri önemli birer yere
sahip araştırmacıların ve çeşitli yayınların tarih tanımlarından faydalanılmıştır.
Bu kapsamda Ahmet Cevdet Paşa, Zeki Velidi
Togan, Fuat Köprülü, Tayyip Gökbilgin, Bekir Sıtkı
Baykal İbrahim Kafesoğlu ile Takvim-i Vekayi ve
Türkçe Sözlük’te (s. 8-10) geçen tarih tanımlarına yer
verilmiştir. Bu tanımlardan sonra yazar kendi tarih
tanımını da ortaya koymuştur. Böylece yazar, yeni
nesillere eski nesillerin tarih kelimesine yükledikleri
manaları hatırlatarak işe başlamıştır. Eserin “Giriş”
bölümünde değinilen bir diğer konu da “Tarihin
Faydası” hususudur. (s. 11-13)
Daha önceki nesillerin bilgi birikiminden istifadeyle tarihi ifadelendirmeye çalışarak eserine bir
giriş yapan yazar, eserin birinci bölümü olan “Tarihçi
Olmaya Hazırlık” üst başlıklı kısmı (s. 15-47) kendi
arasında üç ana alt başlığa ayırmıştır. Birinci başlık
olan “Kronoloji” (s. 16-23) başlığı altında takvim
kavramı hakkında tafsilatlı bilgi verilerek Türklerin
tarihleri boyunca kullandıkları takvimlerden “Oniki
Hayvanlı Türk Takvimi”, “Hicri Takvim”, “Rumi
Takvim” ve “Miladi Takvim” hakkında özet ancak
içeriği dolu bilgiler sunulmuştur.
İkinci başlık olan “Tarihle İlişkili Bilimler” (s.
23-25) başlığı altında tarih bilimiyle ilişki içerisinde
469
Dr. Yenal Ünal
olan sosyoloji, psikoloji, felsefe, hukuk, coğrafya, iktisat, siyaset bilimi, kamu yönetimi ve antropoloji gibi
bilimler hakkında gayet özet bilgiler verilmiştir. Yine
bu bilimlerin tarih bilimine katkısı hususu değerlendirmeye tabi tutulan hususlardandır. Bununla birlikte bu bilimler tanıtılırken tarih araştırmacısına örnek
olması hasebiyle söz konusu bilimlerle alakalı birer
kaynak tanıtımı da yapıldığı görülmektedir. Örneğin
felsefeyle ilgili bilgiler verildikten sonra bu sahayla
ilgili olarak Prof. Dr. Nihat Keklik’in, “Felsefe” adlı
eserinin künyesi verilmiştir. Yani okuyucuya söz konusu bilimler hakkında daha ayrıntılı bilgi elde edebilmeleri için yönlendirme çalışması yapılmıştır.
Aynı sistem birinci bölümün üçüncü ve son
başlığı olan “Tarihe Yardımcı İlimler” (s. 26-47) için
de uygulanmıştır. Ancak bu başlık altında tarihe
yardımcı bilimler tanıtılırken bir önceki başlıkta verilen bilgilere nazaran çok daha ayrıntıya girildiği
gözlemlenmiştir. Bu genel başlık altında filoloji, arkeoloji, paleografya, meskûkât, epigrafi, diplomatik,
mühür tanıma bilimi, arma bilimi, şecere bilimi, metroloji, halk bilimi, sosyal antropoloji, tarihi coğrafya,
kütüphanecilik, müzecilik, arşivcilik ve bilgisayar
bilimi hakkında detaylı bilgiler okuyucuya aktarılmıştır. Yine bu bilimlerle uğraşan ya da önemli eserler veren kişiler hakkında da zaman zaman tanıtıcı
bilgilere yer verilmiştir.
Bununla beraber eserin şu ana kadar irdelediğimiz kısmında eleştiriye tabi tutulması gereken
bazı hususlar olduğunu burada belirtmek durumundayız. Türkiye’de bu alanda yazılmış birçok esere
nazaran daha sade ve özet bilgiler içeren bu tetkikin
oldukça faydalı olduğu kanaatindeyiz. Ancak çalışmada kullanılan dil ve üslup hususunda göz ardı
edilemeyecek karışıklıklar mevcuttur. Eser sanki lisans programlarının genellikle birinci sınıflarında
470
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
okuyan öğrenciler ya da genel okuyucu kitlesi için
yazılmamış da; tarih bilimi hakkında epey yol kat
etmiş ancak yöntem konusunda sıkıntı yaşayan araştırmacılara hitap eder bir tarzda ifadelendirilmiştir.
Bu hususun gelecek baskılarda mutlaka yeniden
gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Bir diğer konu yine bu eleştiriye benzer niteliktedir. Yazar, çoğu zaman bazı araştırmacılar ya da
eserleri hakkında bilgi verirken kısaltma yapma cihetine gitmiştir. Örneğin sayfa 33’te parantez işareti
içinde Y. Kurt, R. Balata isimleri zikredilmiştir. Tarih
talebesi bunların Yılmaz Kurt ya da Refet Balata olduğunu ilk adımda bilmek zorunda değildir. Ancak
eser sahibinin bir isme atıfta bulunurken hiç olmazsa ilk atıfta bilim adamlarının ya da araştırmacıların
adını kısaltma cihetine gitmeden olduğu gibi yazması gerekmektedir. Eser böylece çok daha bilimsel
ve nitelikli bir yapıya kavuşabilir. Şu hâlde kitabın
bütün bölümlerinde uygulanan bu kısaltma yönteminin faydalı olmadığı için terk edilmesi büyük bir
gereksinim görünümündedir.
Eserinin birinci bölümünde tarihin temelini
teşkil eden kavramlar hakkında okuyucuyu bilgilendiren yazar, “Tarihi Bilginin Kaynakları ve Onu
Tespit Yolları” üst başlıklı ikinci bölümü (s. 49-81)
beş ana alt başlık altında kurgulamıştır. Eserin en
mühim kısımlarından biri olan bu bölümde araştırmacılara ve öğrencilere tarihi bilginin kaynağı olan
bilgi membaları birçok başlık altında yine örnek
eserler vermek suretiyle tanıtılmıştır. Bilgi bakımından oldukça faydalı ve başarılı bu ikinci bölümde
dil, ifade ve üslup özelliklerinde yine bazı sıkıntılar
mevcuttur. Tuncer Baykara’nın, özellikle sosyal ve
ekonomik tarih alanında verdiği eserlerde gösterdiği dil ve üslup titizliğini bu eserinde göstermediğini
söylemek zorundayız.
471
Dr. Yenal Ünal
Toplam beş ana alt başlıktan oluşan bu bölümde ilk önce tarihi bilgi kaynaklarından “Kalıntılar” (s.
50-53) üzerinde durulmuştur. Yazara göre kalıntılar
insanların doğal yaşantılarının sonucu olarak ortaya
çıkmaları hasebiyle en saf, en temiz ve en duru tarihi
bilgileri ihtiva eden kaynaklardır ve bu özelliklerinden dolayı da diğer kaynakların önünde gelmektedirler. Bizim kanaatimizde aynı istikamettedir. Fakat
kalıntılardan elde edilecek bilgiler oldukça sınırlıdır.
Yazar, “Haberler” (s. 53-71) başlığı altında sözlü ve yazılı haberler hakkında mufassal bilgi vermiştir. Geçmiş dönemlerde tarihî vakaları yaşayan ya da
gören kişilerin günümüze ulaştırdığı bilgiler olan
haberlerin kimisi sözlü olarak kimisi de yazıya geçirilmek suretiyle günümüze ulaşmıştır. Orijinallik
bakımından kalıntılardan sonra gelmekle birlikte bu
bilgi kaynağı tarih biliminin en önemli bilgi membasıdır. Bu yönüyle de büyük bir öneme sahiptir. Bu
nedenledir ki yazar gerek sözlü gerek yazılı haberleri birçok küçük başlık altında ayrıntılı olarak irdelemiştir. “Sözlü Haberler” (s. 53-58) başlığı altında sözlü tarihi bilgi kaynakları olarak canlı şahitler, yaşayan tarihler, manzume ve şiirler, destanlar, efsaneler,
hikâyeler, kıssalar, fıkralar, latifeler, anekdotlar ve
menkıbeler üzerinde durulmuştur. “Yazılı Haberler”
(s. 58-71) başlığı altında yazılı tarihi bilgi kaynaklarından kitabeler, yazıtlar, şecereler, biyografiler,
otobiyografiler, hatıralar, seyahatnameler, takvimler, yıllıklar, analler, kronikler, vekayinameler, şahnameler, vakanüvistlerin eserleri, ansiklopediler,
sözlükler, rehberler, resmî yayınlar, süreli yayınlar,
ilanlar, mektuplar ve bildiriler hakkında okuyucuya
doyurucu bilgi verilmiştir. “Görsel Haberler” (s. 7175) başlığı altında tarihi bilgi kaynaklarından minyatürler, gravürler, mağara resimleri, sert kayalar
üzerine çizilen kabartmalar, resimler, fotoğraflar, ha472
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
ritalar, krokiler, slaytlar, afişler, reklam panoları ile
dizi ve sinema gibi daha çok görsel yönü ağır basan
ve özellikle yakın dönem tarihçiliği için fevkalade
öneme haiz bilgi kaynakları üzerinde durulmuştur.
Eserin ikinci bölümünde üzerinde durulan diğer konularsa “Bilgi İmkânları” (s. 75-77) ve “Bilgiyi
Tespit ve Saklama Usulleri” (s. 77-81) başlığını taşımaktadır. Yazar, “Bilgi İmkânları” başlıklı kısımda
özellikle çağlara göre hangi bilgi kaynaklarının ön
plana çıktığını tespit ederek maddeler hâlinde dönemlere göre tarihçilerin daha çok üzerinde durmaları gereken kaynakları sıralamıştır. “Bilgiyi Tespit
ve Saklama Usulleri” başlıklı kısımda ise daha çok
teknik bilgiler okuyucuyla paylaşılmıştır. Şöyle ki
araştırmacılarca dönemlere göre hangi kaynakların
daha çok ön planda tutulması gerektiğinin bilinmesi önemlidir. Bununla birlikte bu bilgileri kaynaklardan çeşitli yöntemlerle toplayıp saklamak ya da
belirli bir düzen içinde muhafaza etmek belki daha
da önemlidir. Yazar işte bu başlık altında okuyucuya, tarihi bilgiyi tespit ve saklama usulleri hakkında
teknik bilgiler vermiştir. İnsan hafızası, kırkanbar
usulü, fotokopi usulü, fiş usulü ve bilgisayar usulü;
bilgi toplama ve saklama işlemleri araştırmacılara tanıtılmıştır.
Çalışmanın ikinci bölümünde tarihi bilgi kaynaklarını olabildiğince derinlemesine inceleyen, çağlara göre hangi bilgi kaynaklarının nerede kullanılacağını tespit eden ve bu bilgi kaynaklarından bilginin nasıl toplanacağını okuyucuya anlatan yazar,
eserinin “Kaynakların Edinilen Bilgilerin Tenkidi
Eleştirisi” (s. 83-96) başlıklı üçüncü bölümünde araştırmacılara, toplanan bilgilerin kullanılmadan önce
titiz bir eleştiriden geçirilebilmesi için sahip olmaları
gereken temel bilgiler sunulmuştur. Bilindiği üzere
tarihçi kendisine ulaşan her bilgiyi olduğu gibi doğru
473
Dr. Yenal Ünal
kabul edip eserinde kullanmamalıdır. Bilakis bilgileri çok ciddi bir eleştiri süzgecinde geçirip yanlış bilgileri ayıklamalıdır. Çünkü tarihi bilgi kaynaklarının
içerisinde azımsanamayacak ölçüde hatalı bilgi bulunabilmektedir. Tarihçinin uyanık davranıp hatalı
bilgileri eserinde kullanmaması gerekmektedir. Aksi
takdirde çalışmasında hatalı bilgileri esas alarak yapacağı yorumların hiçbir bilimsel vasfı kalmaz. İşte
bu nedenledir ki Baykara, eserinin bu kısmını da tenkit bahsi için ayırmıştır. Eserin bu üçüncü bölümü de
kendi arasında üç ana alt başlığa ayrılmıştır.
“Dış Tenkit” (s. 84-90) başlıklı kısımda her şeyden önce dış tenkitin ne olduğu hususu tartışılmıştır.
Dış tenkidin yapılabilmesi için sahip olunması gereken bilgiler hakkında okuyucuya bilgi verilmiştir.
“İç Tenkit” (s. 90-93) başlıklı bölümde de yine
iç tenkitin ne olduğu ve iç tenkitin nasıl yapılması
gerektiği hususlarına değinilmiştir.
“Tenkitli Metin Neşri” (s. 93-96) başlıklı son
kısımda da gerek tarih gerek edebiyat araştırmaları
için oldukça zor ve karmaşık bir işlem olan tenkitli
metin neşrinin ne olduğu ve nasıl yapılması gerektiği konusu üzerinde durulmuştur. En genel ifadeyle
matbaacılığın olmadığı dönemlerde istinsah yoluyla
çoğaltılan bir eserin günümüze ulaşan nüshalarının
tamamının bir araya getirilerek içlerinden en eski
nüshayı tespit etme ve yayımlama işlemi olarak tarif edilebilecek tenkitli metin neşri, özellikle tarihin
günümüzden daha eski dönemlerini merak eden
araştırmacılarca iyice bilinmesi gereken bir mevzudur. Genel itibariyle baktığımızda yazar bu bölümde
tarihi eleştiri ve tarihi bilgi arasındaki ilişkiyi yansıtmaya çalışmıştır.
Baykara, eserinin “Sentez Terkip Kaleme
Alma” (s. 97-114) başlıklı dördüncü bölümünde bir
474
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
tarih eserinin ne aşamalardan geçerek hangi usul ve
kurallara göre kaleme alınması gerektiği hususunda bilgi vermiştir. Şöyle ki tarihe yardımcı bilimleri
fonksiyonel olarak kullanarak tarih bilgi kaynaklarından çeşitli usullerle bilgileri toplayıp bir düzene
koyan tarihçinin, yeni bir eser kaleme alabilmesi için
gerekli tenkit işlemlerini de gerçekleştirmesi gerekmektedir. Kitabın işte bu bölümü, okuyucuları sentez aşamasında hangi usul ve kuralları göz önünde
bulundurmaları gerektiği konusunda aydınlatmaktadır. Bu bölümde kendi arasında üç temel alt başlığa ayrılmıştır.
“Kaleme Almanın Yazmanın Esasları” (s. 98106) başlıklı kısımda bir tarih çalışmasının yazımında temel alınması gereken noktalar maddeler hâlinde irdelenmiştir.
“Terkibin Safhaları” (s. 106-109) başlıklı kısımda eser yazılırken sıraya göre hangi işlemler yapılmalıdır sorusuna cevap aranmıştır.
“Terkip Çeşitleri” (s. 109-114) başlıklı kısımda
da araştırma konusunun amacına ve kapsamına göre
hangi türde bir eser oluşturulması gerektiğine dair
açıklamalarda bulunulmuştur. Bu kapsamda tebliğ,
makale, monografi, ders kitabı, giriş, el-kitabı, konferans, büyük araştırmalar, tenkit, reddiye ve popüler
çeşitte hazırlanacak eserlerde dikkat edilmesi gereken unsurlara temas edilmiştir.
Kitabın son bölümü “Tarih Felsefesi ve Diğer
Faydalı Bilgiler” (s. 115-145) adını taşımaktadır.
Bölüm kendi arasında dört ana alt başlığa ayrılmıştır. “Tarih Felsefesi” (s. 115-127) başlıklı bölümde her
tarih meraklısının belli ölçüde bilgi sahibi olması gereken tarih felsefesi konusu hakkında genel bilgiler
verilmiştir. “Tarih nedir?”, “tarihin amacı nedir”,
“tarihte etken amiller nelerdir?”, “insanlar niçin ta475
Dr. Yenal Ünal
rihçilik yapmaktadır?” tarzında onlarca soru ortaya
atıp bunlara makul cevaplar arayan ve son yıllarda
çok daha fazla önem kazanan tarih felsefesinin, doğu
ve batı dünyasında hangi aşamalardan geçerek günümüze ulaştığı bu başlık altında değerlendirilmiştir.
“Ülkemizdeki Milletlerarası ve Millî Kongre
ve Toplantılar” (s. 128-133) başlıklı kısımda çeşitli
konular üzerine Türkiye’de ulusal ve uluslararası ölçekte toplanan ve bilim adamlarının meslektaşlarıyla
bilgi paylaşmasına zemin hazırlayan toplantılar hakkında bilgi sunulmuştur. Kongre ve toplantılar çeşitli konular üzerine belirli aralıklarla tertiplenen ve o
konuların uzmanlarınca ortaya koyulan en taze bilgileri ihtiva eden yapılardır. Bu nedenle araştırmacıların mutlaka ilgilendikleri konularla ilgili kongre
ve toplantılardan haberdar olmaları gerekmektedir.
Kitabın bu kısmında maddeler hâlinde söz konusu
toplantılar hakkında genel bilgiler verilmiştir.
“Bilimsel Dergiler” (s. 133-140) başlıklı kısımda da bilim adamlarının yapmış oldukları araştırmaların sonuçlarını diğer bilim adamları ve okuyucularla paylaştıkları, tarih bilimi için olmazsa olmaz
niteliği taşıyan bilimsel dergiler hakkında malumat
verilmiştir. Yine bu kısımda Türkiye’de ve dünyada
yayımlanan dergilerin bir kısmı liste hâlinde okuyucuya tanıtılmıştır.
“Müracaat Eserleri” (s. 141-145) başlıklı son
kısımda da araştırmacılar ve okuyucular tarafından
herhangi bir konu araştırılmaya başlandığında ilk
başvurulacak bilgi membaları hakkında özet bilgiler
verilmiştir. Bu kapsamda ansiklopediler, lügatler,
klavuz eserler, haritalar, atlaslar, kişi veya coğrafi
adlar sözlükleri ve bibliyografyalar hakkında bilgi
verilmiştir.
476
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Çalışmanın en sonunda “Ekler” (s. 147-176) adı
altında bir başlık daha oluşturulmuştur. Bu kısımda
kitabın çeşitli noktalarında anlatılan konularla bağlantılı olarak fazladan bilgiler verilmiş, kaynaklar
hakkında daha somut bilgiler aktarılmış ve araştırmacılara faydası dokunabilecek çok önemli yönlendirici bilgiler sunulmuştur.
Bütün bu izahattan sonra rahatlıkla ifade edebiliriz ki yarının tarih çalışmalarının sağlam teknik,
saf bilgi ve doğru bir zeminde inşa edilebilmesi için
araştırmacıların her şeyden önce tarih metodolojisi
alanında kendilerini yetiştirmeleri gerekmektedir. İç
mimarisi sağlam bir metodolojik temelle yoğrulmuş
bir tarihçi hangi yüzyılla, hangi coğrafyayla ve hangi
konuyla ilgilenirse ilgilensin mutlaka başarılı çalışmalar üretecektir. Bugünün tarihçisinin temel tarih
bilgilerinden yoksun bir biçimde yarının kuvvetli tarih çalışmalarını vücuda getirebilmesinin hemen hemen imkânı yoktur. Bu nedenle Türk tarihçilerinin
daha kaliteli ve bilgi temelli eserler verebilmeleri için
öncelikle metodolojik alt yapılarını oluşturmaları,
yeri ve zamanı geldikçe de bu yapıları yeni bilgilerle
beslemeleri gerekmektedir. Bu kapsamda günümüz
Türk tarihçiliğinde mümtaz bir yer edinen, birçok
önemli çalışmaya imza atan, elde ettiği bilgi birikimini öğrencileri ve okuyucularıyla paylaşan Tuncer
Baykara’nın bu sade ve özet eseri önemli bir başlangıç noktası olarak hizmet görebilir. Eser, içerdiği bazı
eksiklilere rağmen sadece üniversitelerce değil; geniş
kitleler tarafından da rahatlıkla incelenebilecek bir
yapı arz etmektedir.
477
11) TÜRK KÜLTÜR DÜNYASINDAN
PORTRELER676
Kendi sahasında yapmış olduğu değerli araştırmalarıyla tanınan ve can alıcı konuların özüne
yönelik yaptığı tespitleriyle dikkati çeken Kurtuluş
Kayalı, 20. yüzyıl Türkiye’sinin sosyal tarihi, düşünce tarihi, sinema tarihi ve matbuat tarihi üzerine
bugün de çalışmalarını yoğun biçimde sürdüren bir
araştırmacıdır.
Tarih dışında sosyoloji başta olmak üzere sinema, basın ve mizah konularında da rahatlıkla söz
söyleme yetisine sahip olan Kayalı, Türkiye’nin toplumsal yapısı, Cumhuriyet devrinde gelişen tarih
anlayışı ve siyasal iletişim gibi konuları üzerine de
düşünen bir entelektüeldir.
Kayalı’nın emek harcadığı bir diğer alan da biyografi çalışmalarıdır. Yazarın Metin Erksan, Kemal
Tahir, İdris Küçükömer, Behice Boran, Hilmi Ziya
Ülken, Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Orhan
İlk defa Tarih Araştırmaları Dergisi’nin, 34. cildinin 57. sayısında yayımlanmıştır. Kurtuluş Kayalı, Türk Kültür Dünyasından
Portreler, 2. Bs, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010, 159 sayfa. ISBN
978-975-05-0064-0.
676
Dr. Yenal Ünal
Şaik Gökyay, Mustafa Akdağ, Baykan Sezer, Cemil
Meriç, Said Halim Paşa ve Sezai Karakoç başta olmak
üzere Türk kültür ve ilim dünyasının farklı simaları
üzerine yazılmış metinleri bulunmaktadır.
Kurtuluş Kayalı, bu genel konu başlıkları hakkında azımsanamayacak miktarda kitap ve makale
kaleme almıştır. Türk Düşünce Dünyasının Bunalımı,
Ordu ve Siyaset 27 Mayıs-12 Mart, Türk Düşünce
Dünyasından Portreler, Yönetmenler Çerçevesinde
Türk Sineması, Sinema Bir Kültürdür ve Keşke Herkes
Papağan Olsa: Mizah Üzerine Yazılar yazarın en önde
gelen eserleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kayalı’nın, üzerine bazı değerlendirmeler yapacağımız Türk Kültür Dünyasından Portreler adlı
eseri, çeşitli tarihlerde, muhtelif dergilerde yayımladığı kalem tecrübelerinin bir araya getirilmesinden
oluşan ve oldukça irdeleyici bilgileri ihtiva eden bir
yapıtıdır. Eserin kapak arkası tanıtım bülteninde şu
önemli bilgilere yer verilmiştir: “Kurtuluş Kayalı’nın
bu kitabının arka planında, birçok çalışmasının ardındaki aynı kaygı yatıyor: Türkiye’nin düşünce hayatının ve entelektüellerinin aktüaliteye esir oluşu
ve ‘yerli’ duyarlılıktan uzaklığı... Önceki derlemelerde olduğu gibi ağırlıkla sosyal bilimcilerin portreleri üzerinden gözlemler yapıyor Kurtuluş Kayalı.
Ancak sosyal bilimciler dışında da düşünce ve kültür insanlarının portreleri var: Şair Cemal Süreya...
‘Aslına rücû etmek’ ya da bir tür düşünsel süreklilik
çizgisi ile ‘Döneklik’ ithamı arasındaki Çetin Altan...
Siyasetçilikten ziyade düşünsel yanının önemini
vurguladığı Bülent Ecevit... Yanlış konumlandırıldığını savladığı Hasan Âli Yücel... Karikatürist Ali
Ulvi... Kadri bilinmemiş ‘Mahçup’ mizah öykücüsü
Özdilek Erdem... Ve tabii sosyal bilimciler: ‘Siyasal
ve entelektüel iktidar odaklarından uzak bir düşünce adamı’, Hilmi Ziya Ülken... ‘Siyasal konjonktürün
düşüncelerini biçimlendirdiği bilim adamı’ Emre
480
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Kongar... Kayalı’nın ısrarlılığını, iç tutarlılığını ve
gözünü Türkiye’nin özgünlüğüne açık tutuşunu
vurguladığı Niyazi Berkes... 1960’ların entelektüel ortamına damgasını vuran özellikleri ve akademisyen kimliğiyle Behice Boran... Hem döneminin
etkilerine tâbi olmayışı hem de biyografisi itibarıyla ‘Atipik’ bir entelektüel olarak İdris Küçükömer...
Türkiye’nin düşünce ve kültür dünyası hakkındaki
bu yazılar, söz konusu ortamın ‘kısırlığına’ ilişkin
nedenlerle birlikte, o nedenler hakkındaki önyargıları da sorguluyor.”
Eserin bir manada umumi bir özeti olarak da
kabul edilebilecek bu değerlendirmeler, çalışmanın
hem muhtelif konular üzerine yoğunlaştığını hem
de Kayalı’nın kendinden önce bu alanda eser vermiş
düşün adamlarıyla ilgili oldukça ilginç fikirlerinin
olduğunu göstermektedir.
Bir ülkenin ya da bir toplumun geleceğinin şekillenmesinde çok sayıda unsur etkilidir. Bu unsurların başında tarihi vakaları ve bu vakaların hem nedeni hem de bir sonucu olarak ortaya çıkan düşünce
evrenini belirtmek gerekmektedir. O hâlde fikir dünyasını hak ettiği ölçüde tetkik edip, bu tetkikler sonucunda yeni yorumlara ulaşarak geleceği inşa etmek
aklıselim bir yol olsa gerek.
Bu açıdan bakıldığında Kurtuluş Kayalı’nın,
Türk Kültür Dünyasından Portreler adlı araştırması, Türkiye’nin zihin dünyasını eleştirel bir biçimde
sorgulaması ve okuyucuyu yeni düşüncelerle tanıştırması hasebiyle değerli bir incelemedir. Başından
sonuna kadar belirli bir amaç doğrultusunda oluşturulmayan bu incelemede, sosyal bilimler dışında
kalmış, entelektüel karakterleri ağır basmış fakat bugüne kadar bihakkın araştırmaya layık görülmemiş
simaların portrelerini de bulabilmek mümkündür.
Nitekim Kayalı, bir anlamda bu eseri vücuda
getirmesinin nedenlerini açığa kavuşturduğu eseri481
Dr. Yenal Ünal
nin önsöz bölümünde şu önemli hususlara değinmeden geçememiştir: “Sosyal bilimcilerin portrelerini
yazma denemesi biraz garip gelebilir. Sosyal bilimcileri tanımaktan ziyade onların çalışmaları üzerine
kitap yazmak yeğleniyor. Bu tür metinler de çok az.
Sosyal bilimciler üzerine yazılan portreler de pek
okunabilecek gibi değil. Sosyal bilimciler hakkında
rahat okunan ve portresi çizilen kişinin insani özelliklerini yansıtan metinler de oldukça sınırlı. İnsani
özellikleri neredeyse hiç ilgi görmüyor. Armağan kitaplarda bile renksiz hayat hikâyeleri arzı endam ediyor. Bireylerin yazdıkları metinleri okuyanlar zaman
zaman onların haletiruhiyelerini onları yakından
tanıyanlardan daha iyi yakalar. Onların psikolojilerine daha iyi nüfuz edebilir. Önemli olan da sosyal
bilimcilerin, özellikle de kültür adamlarının yazdıkları metinlerin satır aralarını okumak. Yazdıklarının
arkasında heyecan taşıyanların, ancak onların portre
yazmaları mümkün. Ruhsuz metinlerle insanların
soğukkanlı düşünceleri bile anlatılamaz. Portre yazmak kolay değil. Sosyal bilim alanının dışına çıkmayan kişi bunu hiç denemez, deneyemez. Bu kitapta
karikatürden mizaha, edebiyata ve bir ölçüde siyasete kadar değişik alanlarda iştigal eden insanların
portreleri var.”
Görünen gerçek o ki Kayalı, Türkiye’de sosyal
bilimler alanında emek sarf etmiş aydınlar üzerine
yazılan metinlerin yeterli olmadığı kanaatindedir.
Örneğin son yıllarda ciddi bir moda akımına dönüşen anma armağan kitaplarındaki yapay kalem tecrübeleri ve üzerine çalışma yapılan kişinin psikolojik
hâlinin o kişinin eserleriyle yeterince kaynaştırmalı
olarak irdelenmemesi Kayalı’ya göre ciddi kültür
meselesidir.
Bu sıkıntı kalıplarının dışına çıkabilmek amacıyla 20. yüzyıl Türkiye’sinde sosyal bilimler sahasında ön plana çıkan bazı simalar üzerine muhtelif
482
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
tarihlerde yazdığı kalem tecrübelerinin bir bütüne dönüşmüş şekli olan Türk Kültür Dünyasından
Portreler adlı kitap çalışması, bir anlamda yazarın bu
kişiler üzerinden Türk düşünce tarihi alanında yaptığı bir fikirsel gezinti mahiyetindedir. Kayalı, bu çalışmasının başına bir önsöz eklenmiş ve daha sonra
şu makalelere yer vermiştir:
Cemal Süreya, s. 13-16
Aslına Rücu Eden Çetin Altan, s.17-22
Dönekler, s. 23-28
Düşünsel Gelişmeyi Biraz Geç ve Güç
Yaşayanlar, s. 29-34
Bir Siyaset Adamı Olarak Bülent Ecevit’i
Anlamayı Denemek, s. 35-45
Siyasal ve Entelektüel İktidar Odaklarından
Uzak Bir Düşünce Adamı Olarak Hilmi Ziya Ülken’in
Portresi, s. 47-60
Bir Türk Aydınının Trajik Portresi, s. 61-73
Emre Kongar ya da Siyasal Konjonktürün
Düşüncelerini Şekillendirdiği Tipik Bir Aydın
Portresi, s. 75-88
Niyazi Berkes ya da İyimserlikten Kötümserliğe
Sürüklenmesine Karşın Düşünsel Tercihinde Israrlı
Bir Entelektüelin Portresi, s. 89-105
1960’lı Akademisyenlerin Üzerindeki Bir
Entelektüel Silueti: Behice Boran, s. 107-118
Zürcher İdris Küçükömer Okudu mu? s. 119133
1950 Kuşağının Özgün Bir Karikatüristi: Ali
Ulvi, s. 135-144
Özdilek Erdem ya da Öyküleriyle Hayatı
Örtüşen Bir Mahcup Adamın Portresi, s. 145-151;
Flu Aydın Fotoğrafları, s. 153-159.
Hatırlanacağı üzere Türkiye’de Tanzimat döneminden günümüze siyasal ve toplumsal yapıyı
derinden etkileyen birçok önemli vaka yaşanmıştır.
Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, I. Meşrutiyet,
483
Dr. Yenal Ünal
Jön Türk hareketi, İttihat ve Terakki Fırkası, II.
Meşrutiyet, Trablusgarp Savaşı, I. Dünya Savaşı,
Millî Mücadele, Cumhuriyet dönemi siyasi olayları
ve girişilen inkılâp hareketleri, Atatürk devri, İsmet
İnönü dönemi, Demokrat Parti iktidarı, 27 Mayıs, 12
Mart, 12 Eylül darbeleri, 1990’ların karanlık tarihi ve
PKK sorunu, 2000’li yıllarda Ak Parti dönemi siyasi
ve sosyal olayları bu mühim gelişmelere örnek olarak gösterilebilir.
Türkiye’de siyasal yapıdan soyutlanamayan
toplumsal ve düşünsel yapı tabiatıyla bu çok büyük
gelişmelerin tesirinde kalmıştır. Dolayısıyla düşünceyle uzaktan yakından ilgisi olan bütün aydınların
ister istemez siyasi meselelerle de birebir temasta
bulunduğunu biliyoruz. Kayalı, işte bu gerçeklik ile
bazı aydınların düşünce ve faaliyetlerinden yola çıkarak Türk Kültür Dünyasından Portreler adlı eserinde Türk düşüncesinin izlerini sürmeye çalışmıştır.
Çünkü Türkiye’de, Tanzimat döneminden günümüze uzanan süreçte ortaya çıkan büyük siyasi ve
toplumsal olayları hakiki manada anlayabilmenin
bir diğer yolu da Türk aydınlarının zihin dünyasını
irdelemekten geçmektedir.
Bununla birlikte dikkatli okuyucunun gözünden kaçmayacak şekilde Kayalı, üzerine tahlillerde
bulunduğu simaların portrelerini çizerken aynı zamanda kendi fikriyatını da eserine nakşetmesini bilmiştir. Dolayısıyla eser aynı zamanda yazarının okuyucuya hissettirmeden fikirlerini ortaya koyduğu bir
yapıya da sahiptir. Kurtuluş Kayalı gibi hakiki manada Türkiye’yi anlamak, idrak etmek ya da kavramak
derdi olan araştırmacıların kendilerinden önce gelen
nesillerin fikirlerinden istifade ederek yeni tahlillere
ulaşmak istediklerini biliyoruz.
Bugünün gençliğinin de düşünsel yönden
Türkiye’yi anlayabilmesi ve ülkede yaşanan sorunları tartışabilmeleri için mutlaka Kurtuluş Kayalı gibi
484
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
araştırmacılara yönelmeleri gerekmektedir. Hatta
sözü biraz daha ileri taşıyıp bunun bir zorunluluk olarak dahi telakki edilebileceğini belirtebiliriz.
Çünkü Türk düşünce tarihi alanında günümüzde
de araştırmalarına hızlı bir biçimde devam eden en
önemli akademisyenlerden biri Kurtuluş Kayalı’dır.
Kayalı, yukarıda ısrarla vurgulamaya çalıştığımız üzere Türkiye’yi anlayabilmek için kendinden
önce gelen düşün adamlarını bihakkın irdelemiş,
ülkeyi düşünsel açıdan daha yakından tanımış, yeni
yorumlara ulaşmış, bu yorumları ve elde ettiği birikimleri daha sonraki nesillere aktarmasını bilmiş bir
kültür adamıdır.
Roman ve öykü yazarın Sadık Yalsızuçanlar,
Kurtuluş Kayalı’nın bu fevkalade önemli özelliği hakkında şu ilgi çekici yorumda bulunmuştur:
“Memleketi tanımak diye bir derdi olanın yolu bir
gün mutlaka Kayalı’dan geçer. Bununla kalmaz, hocanın bizatihi memleketi tanımanın bir yolu olduğunu anlar. Türk sinemasını, Erksan ve dışındakilerle,
Kemal Tahir’i, Türk sosyologlarını, Türkiye’nin toplumsal değişiminin dinamiklerini, sonuçlarını içerden ve doğru kavrayabilmede Kurtuluş Kayalı başlı
başına bir imkân, bir kapıdır. Bu kapıdan girildiğinde, ‘bu toprakların gerçeklerine’ çıkılır.”
Bütün bu izahattan sonra rahatlıkla ifade edebiliriz ki yarınların, bilgi temelinde ve sağlam bir
zeminde inşa edilebilmesi için Türkiye gerçeklerinin
tarihi kökleri de göz ardı edilmeyerek bütüncül ve
nesnel bir biçimde gün yüzüne çıkarılması gerekmektedir. Bugünün Türkiye’sinin düşünsel yapısının hakiki manada tahlili yapılmaksızın yarının
Türkiye’sinin sağlıklı bir biçimde şekillendirilmesi
mümkün değildir. Bu nedenle günümüz Türkiye’sini
anlamak için sürekli çalışan, elde ettiği çok değerli
kazanımlarını öğrencileri ve okuyucularıyla paylaşan Kayalı’nın eserlerini okumak, tartışmak ve
485
Dr. Yenal Ünal
tanıtmak Türk toplumunun daha sağlıklı bir yapıya kavuşabilmesi adına atılan önemli bir adımdır.
Dolayısıyla yazarın en önemli eserlerinden biri olan
Türk Kültür Dünyasından Portreler adlı incelemesini
de bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir.
486
12) BARTIN LİMANI İNŞAAT SONU RAPORU677
Günümüzde bilimsel amaçlar doğrultusunda
yayın yapan dergilerde bilgi paylaşımının önem kazanmasına paralel olarak bilim adamları yeni çıkan
yayınlar hakkında meslektaşlarını bilgilendirmek
ya da haberdar etmek amacıyla kimi zaman 10 sayfayı dahi aşan yazılar kaleme almaktadırlar. Kitap
tanıtımı, kitap tahlili, kitap eleştirisi ya da kitabiyat
serlevhaları altında sunulan ve genellikle dergilerin
yayımlanan sayılarının en alt kısmında bulunan bu
bölümlerin hacmince hemen hemen bütün dergilerde giderek daha fazla yer kapladığını görmekteyiz.
Nitekim bilimde meydana gelen yeni gelişmelerin
nabzının attığı bilimsel dergilerde, bu alanın kendini
geliştirmesi Türk tarihçiliği adına önemli bir gelişmedir. Çünkü bilimsel dergilerde bu alanda çoğunlukla yeni çıkmış yayınların tanıtılması ya da eleştiriye tabi tutulması sayesinde diğer araştırmacılar
bibliyografya bilgilerini daha fazla genişletme imkâ677
İlk defa Karadeniz Araştırmaları -Balkan, Kafkas, Doğu Avrupa
ve Anadolu İncelemeleri Dergisi’nin 49. sayısında yayımlanmıştır.
Mehmet Çötür, Bartın Limanı İnşaat Sonu Raporu, Bayındırlık
Bakanlığı, Demiryollar ve Limanlar İnşaat Reisliği Devlet Su
İşleri Matbaası, Ankara, 1970, 71 sayfa.
Dr. Yenal Ünal
nı yakalamaktadırlar. Hiç kuşkusuz ifade edilmelidir ki bir bilim adamı, ne kadar çalışkan ve girişimci
bir kişiliğe sahip olursa olsun yeni yayımlanan her
kitabı takip edemez ve buna paralel olarak bütün kitaplara hâkim olamaz. O nedenle bilimsel dergilerde
yer alan bu alanların, gerek yeni yayınları tanıtması
gerek bu yayınların ön plana çıkan yanlarıyla eksik
tarafları üzerinde çeşitli mütalaalarda bulunması hasebiyle belirli bir değere sahip olduğu kanaatindeyiz.
Günümüzde dünyada olduğu gibi Türkiye’de
de tarih biliminde hızlı bir tekâmül yaşanmakta ve
doğal olarak yeni yayınlar, yeni bilgiler içerdiğinden bilim çevrelerince dikkatle takip edilmektedir. Çünkü her yeni yayın, üzerinde durduğu konu
hakkında farklı yorumlar ya da bilim adamlarına
ufuk açıcı başka perspektifler kazandırmak için vücut bulur. Bununla birlikte geçmiş dönemlerde kaleme alınmış ve özellikle yerel tarih alanında hâlâ
önemini muhafaza eden, unutulmaya yüz tutmuş,
Türkiye’nin belli başlı ancak birkaç kütüphanesinde
bulunabilen ya da müzayedelerden temin edilebilen
kitapların da unutulmaması için nasıl bir politika
takip edilmelidir? Dergilerde kitap tanıtım bölümlerinde sadece yeni yayınlara mı yer verilmeli yoksa bu
bölümlerde bugün için hâlâ önemini muhafaza eden,
yeni baskısı olmayan ancak kimi zaman şiddetle ihtiyaç duyulan mühim eserler üzerine de kitap tahlili
ya da kitap tanıtma yazıları kaleme alınabilir mi?
Kanaatimizce bu çeşit eserleri yeniden gün yüzüne çıkarmak, yeniden yayımlanması gerekiyorsa
ilgili yayınevlerini ya da resmî kurumları harekete
geçirmek, genç araştırmacıları bu yayınlardan haberdar etmek ve yavaş yavaş tozlu raflarda eriyen ancak
erirken içindeki mühim birçok bilgiyi de beraberinde
götüren bu eserleri yeniden gündeme taşımak için
kitap tanıtım yazıları pekâlâ kaleme alınabilir.
488
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Ancak bu çeşit yazılar için ayrı bir bölüm açmak yerine mevcut kitap tanıtım alanları kullanılmalıdır. Çünkü maksat, yeni çıkan yayınlar için olduğu gibi eskiden üretilmiş ancak değerini koruyan
eserler hakkında da araştırmacılara bilgi vermektir
ki bu maksat özellikle yerel tarih araştırmacılığında
hayati bir öneme haizdir. Buradan hareketle; sadece
Bartın ve yöresi için değil, sahip olduğu ekonomik
potansiyelle çevre yöreler ile ülke ekonomisi için de
büyük bir önem taşıyan ve yapılan yatırımlarla önemini her geçen gün arttıran Bartın Limanı’nın hafızasının yok olmaması için kaleme almış olduğumuz
“Kuruluşunun 50. Yıl Dönümünde Bartın Limanı
Tarihi” adlı eserimizle ilgili çeşitli araştırmalar yaptığımız sırada oldukça önemli bir eserle karşılaştık ve
eseri irdeleyerek konu üzerinde kalem oynatmanın
araştırmacılara faydalı olacağını düşündük.
Söz konusu eser Mehmet Çötür tarafından kaleme alınan “Bartın Limanı İnşaat Sonu Raporu” adlı
çalışmadır. Cumhuriyet devri iktisadi yapılarına örnek bir kurum olan Bartın Limanı, 1960-1965 yılları
arasında kurulmuş ve bugün de oldukça büyük öneme sahip bir kuruluştur. Bir NATO limanı olarak ortaya çıkan daha sonradan ticari bir kimlik kazanan bu
limanın 50. yaşına varırken tarihçesiyle ilgili en temel
kaynak eser Bayındırlık Bakanlığı, Demiryollar ve
Limanlar İnşaat Reisliği, Bartın Liman İnşaatı Bölge
Müdürü Mehmet Çötür tarafından kaleme alınmıştır. “Bartın Limanı İnşaat Sonu Raporu” adıyla yayımlanan bu eser 71 sayfadan müteşekkildir ve 1970
yılının Mayıs ayında Ankara’da Devlet Su İşleri matbaasında basılmıştır. Eserin kaç adet basıldığı konusunda malumatımız bulunmamakla birlikte; yapmış
olduğumuz tetkikler neticesinde bu eserin bugün
için Bartın İl Halk Kütüphanesi kayıtlarında bulunmasına rağmen kayıp olduğu, Bartın Belediyesi’nin,
ne arşivinde ne de şu an koli kutularına hapsedildi489
Dr. Yenal Ünal
ğini öğrendiğimiz kütüphanesinde olmadığı bilgisine ulaştık. Bununla birlikte eserin yerel araştırmacı
Çetin Asma’nın koleksiyonunda bulunduğu bilgisine ulaşmamızı müteakip ilgili araştırmacıyla irtibata
geçmemize rağmen söz konusu kitaba ulaşmamız
mümkün olamadı. Bartın’da faaliyet gösteren bazı
yerel araştırmacılar da esere ancak müzayedelerden
erişebileceğimiz hususunda bizi bilgilendirdiler.
Türkiye genelinde kütüphane kataloglarını taradığımızda Bartın İl Halk Kütüphanesi dışında yalnızca Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi’nde eserin bulunduğunu öğrendik. İçinde Bartın ve bu ilin
hayati öneme sahip müesseselerinden biri hakkında
paha biçilemeyecek derece önemli bilgileri ihtiva
eden, Bartın Limanı’yla ilgili yegâne orijinal kaynak
olma özelliğine sahip olan bu esere bütün incelemelerimize rağmen Bartın’da tesadüf edemeyişimiz,
Türkiye’de özellikle yerel tarih araştırmacılığında
hâlâ çok önemli adımlar atılması gerektiği göstermektedir.
Bugün Bartın yerel tarihine ilgi duyan ancak
bu kaynaktan haberdar olmayan araştırmacılar ne
derece orijinal bilgi ve belgelerden mahrum kaldıklarını belki de bilmiyorlar. Hâlbuki eserde ağırlıklı
olarak limanın geçmişi anlatılmakla birlikte Bartın
adının kökeni ile hiç de küçümsenemeyecek orijinallikte bilgileri ihtiva eden bir Bartın tarihçesi kısmı
bulunmaktadır. Bugün Bartın tarihi yazmaya çalışan
ve hiçbir surette bu eseri tanımayan tarih meraklıları eserin yeni baskısının olmaması hasebiyle birçok
mühim bilgiden habersiz durumdadırlar. Eserden
haberdar olmama hususunda en büyük eksiklik
araştırmacılarda olmakla birlikte, böyle bir eserin
varlığından haberdar olup da diğer araştırmacıları
bilgilendirmeyen tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin
de eksikliklerinin bulunduklarını belirtmek durumundayız. Özellikle ilde faaliyet gösteren resmi ve
490
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
özel kurumların konuya ilgisiz kalması ve bundan 45
yıl önce yayımlanmış bu mühim eserin yeni baskısını
gerçekleştirmek hususunda herhangi bir adım atmamaları da eserin bilinirliğinin azalmasında etkin bir
unsurdur.
Dolayısıyla sözümüzün başına dönersek, böyle bir eserin tesadüfi olarak ancak Ankara’da bulunabilmesi, fotokopiden kaçınılarak satın alma seçeneğine gidildiğinde esere ancak müzayedelerde erişilebilmesi Türkiye genelinde kültürel alanda yapılması
gereken daha birçok işin bulunduğunu göstermektedir. Bir şehre kimlik kazandıran birçok etken vardır.
İnsan en önemli etkendir. Plan bir etkendir. Karakteri
yerli yerine oturmuş müesseselerin tesisi yine başka
bir etkendir. Karakteri oturmuş bu kurumların da
hakiki manada terakki gösterebilmeleri ve şehirlerin
ruhunun oluşmasında ciddi bir fonksiyon üstlenebilmeleri için iyi bir idari yapıyla yönetilmeleri, sistemli
bir arşive sahip olmaları ve geçmişlerinin iyi bilinmesi gerekmektedir.
Bartın şehrinin de yarına güvenle bakabilmesi için ekonomik hayatın nabzının attığı en önemli
kurumlardan biri olan Bartın Limanı’nın geçmişinin
unutulmaması mümkün mertebe bütün ayrıntılarıyla bilinmesi gerekmektedir. Bunun için de bu alanda yayımlanmış ve fakat unutulmaya yüz tutmuş
“Bartın Limanı İnşaat Sonu Raporu” gibi eserlerin
gün yüzüne çıkarılması, yeniden baskılarının yapılması ve tanıtılması faydalı olacaktır. Bu eserden
mülhem olarak ülkenin bütün coğrafyalarında hangi konu ve başlık üzerine hazırlanmış olursa olsun
bu çeşit bihakkın tetebbu mahsulü eserlerin yeniden
keşfedilip bilim dünyasına kazandırılması ve halkın
istifadesine sunulması kültürel hayata mühim katkılar sağlayacaktır.
491
13) MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN ANADOLU’YA
GEÇİŞİ678
Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemi ile Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş sürecinde yaşanan
siyasi, askeri, sosyal ve düşünsel faaliyetler bugün
hâlâ önemini ciddiyetle muhafaza etmeye devam
etmektedir. 2016 yılı koşullarının yaşandığı günümüzde Türkiye’nin de aralarında bulunduğu geniş
coğrafi bölgede yaşanan her türlü gelişmede, özellikle Fransız İhtilali ile ortaya çıkan fikirlerin hâlâ etkisini ve tesiri görmek mümkündür. Görünen gerçek
o ki Türkiye’nin 21. yüzyılda oldukça sağlam temelli bir gelecek oluşturabilmesi için sık sık hafızasını
yoklaması gerekecektir. Osmanlı Devleti’nin yüzyıllar önce Batılı devletler karşısında geri kaldığını
özellikle Karlofça Antlaşması’yla sert bir biçimde
anlamasından sonraki süreçte girişmeye çalıştığı reform hareketlerinden itibaren yaşanan her türlü gelişmenin bütün ayrıntılarıyla bilinmesi, tartışılması
İlk defa Tarih Araştırmaları Dergisi’nin, 35 cildinin 59. sayısında yayımlanmıştır. E. Semih Yalçın-Salim Koca, Mustafa Kemal
Paşa’nın Anadolu’ya Geçişi, 3. Bs., Berikan Yayınevi, Ankara, 2012,
344 sayfa. ISBN 978-975-267-653-4.
678
Dr. Yenal Ünal
ve araştırılması bugünün şekillendirilmesinde artık
vazgeçilmez bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde gerek Türkiye’de gerek Türkiye’nin
toprak komşusu olduğu coğrafyalarda kan ve gözyaşı akmaya devam etmektedir. Özellikle Ortadoğu
bölgesinde günlük 10-15 insanın katledilmesi, öldürülmesi veya işkenceye tabi tutulması artık bu coğrafyada yaşayan beşeriyetin hayatının bir parçası hâline gelmiştir.
19. yüzyıl boyunca Düvel-i Muazzama’nın,
Osmanlı Devleti üzerinde oynadığı oyunlar günümüzde Türkiye de dâhil olmak üzere bütün Ortadoğu’da
aynen sürdürülmektedir. Bu satırların yazıldığı günlerde ağırlıklı olarak Suriye’de faaliyet gösteren ve
Türkiye’ye saldırma potansiyeline sahip bir örgüte, Türkiye’nin NATO’dan müttefiki olan Amerika
Birleşik Devletleri’nin 50 tonluk bir askeri yardımda bulunduğu haberi basın âlemini inletmektedir.
Hatırlanacağı üzere, I. Dünya Savaşı yıllarında
büyük güçlerce oluşturulan ve 3 Mart 1918 BrestLitovsk Antlaşması’yla savaştan çekilen Rusya tarafından dünya kamuoyuyla paylaşılan gizli antlaşmalarla varılmak istenen amaçlar çeşitli nedenlerle
tam anlamıyla başarıya ulaştırılamamıştı. Özellikle
İngiltere ve Fransa, o dönem için Osmanlı topraklarının önemli bir bölümü olan Anadolu coğrafyası
üzerinde gerçekleştirmeyi planladıkları tasarrufları
Türk halkının olağanüstü azim ve gayreti sayesinde
gerçekleştirilememişti. Gerçekleştirememişti ancak
günümüzde dünyanın önde gelen büyük güçlerinin
hâlâ o hedefleri bir çöpe atmadıklarını çıplak gözle
görebiliyoruz. Bugün Türkiye’yi, Ortadoğu’yu, yakın başka coğrafyaları kısacası bu bölgede yaşayan
insanları güzel günlerin beklediğini söylemek oldukça zordur. Tam tersine bu coğrafya beşeriyetini
çok daha zorlu zamanların beklediğini belirtmek
494
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
hiç de zor değildir. Bu nedenle dünyayı son 300-400
yıldır yönlendiren büyük devletlerin yani Düvel-i
Muazzama’nın özellikle Osmanlı Devleti’nin çöküşü
ve yeni Türk Devleti’nin kuruluşu yıllarında uyguladığı askeri ve siyasi politikaların mükemmelce analiz
edilmesi özellikle Türk milleti adına bir büyük zaruret hâline gelmiştir. Ancak bu sayede sağlıklı bir
gelecek planlaması yapılabilir.
Belirtilen bu hususlar çerçevesinde bugünün
anlaşılmasında günümüz adına en önemli tarihi dönemeçlerden biri Osmanlı Devleti’nin çöküş süreci
ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş evresidir. 30
Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi’yle başlayıp
Millî Mücadele’nin sonuna kadar devam eden olaylar üzerine eğilmek ve bu dönemi anlamaya çalışmak
sadece tarihçilerin değil; Türk toplumunun bütün
kesimleri için de bir büyük gereksinimdir. Çünkü bu
dönem, üzerinde sürekli yeni keşifler yapılabilecek
ve günümüz adına aydınlatıcı bilgiler ortaya konulabilecek bir laboratuvar hüviyeti taşımaktadır.
Bu önemli sürecin bilinmesi gereken en önemli
adımlarından biri de Mustafa Kemal Paşa’nın yapmış olduğu faaliyetlerin izinin sürülmesidir. Çünkü
yıkılmakta olan Osmanlı Devleti’nin çöküntülerinin
içerisinden çağdaş ve modern bir devlet kurup, dönemin siyasi ve askeri gelişmelerini o dönem adına
hiç kimsenin beklemediği bir istikâmete sevk edecek
olan bu büyük şahsiyetin yapmış olduğu faaliyetler,
inkılap hareketleri ve ortaya koyduğu düşünceler
bugün de öneminden hiçbir şey kaybetmiş değildir.
Tam tersine yukarıda üzerinde durduğumuz gelişmelerden dolayı Mustafa Kemal, belki de eskisinden
çok daha önemlidir. Çünkü bugünün Türkiye’si ve
Ortadoğu milletleri başta olmak üzere dünyanın neresinde olursa olsun işkence gören, ezilen, hırpalanan ve ekonomik sömürüye tabi tutulan bütün halk495
Dr. Yenal Ünal
ların Mustafa Kemal’e dün olduğundan çok daha
fazla ihtiyacı vardır.
Nitekim tartışma konusu olarak tespit ettiğimiz Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçişi adlı eser
Mustafa Kemal Paşa’nın, 13 Kasım 1918’de İstanbul’a
gelişinden 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışına kadar
geçen süreçte yaşanan olayları irdelemesi hasebiyle
çok önemli bir neşriyattır. Millî Mücadele’yi teşkilatlandıracak ve onun lideri konumuna geçecek olan
Mustafa Kemal Paşa’nın gerçekleştirdiği her ter türlü
faaliyet ve gerçekleştirmek istediği bütün düşünceler
Cumhuriyet tarihi için büyük bir önem taşımaktadır.
Fakat bu büyük devlet adamının siyasi ve askeri faaliyetlerinin en az bilindiği dönemlerden biri
olan Mütareke Devrinde İstanbul’da gerçekleştirdiği teşebbüsler tam anlamıyla gün yüzüne çıkarılmış
değildir. Bu nedenle tartışma konumuz olan bu eser,
Mustafa Kemal’in, İstanbul’daki her türlü teşebbüsünü, siyasi faaliyetlerini, düşüncelerini, birçok devlet
adamı ve asker arkadaşlarıyla yapmış olduğu toplantıları belgelerle ortaya koyması açısından yakın
dönem Türk tarihi yazınında büyük bir boşluğu doldurmaktadır.
Eserin hazırlanış gayesi Asım Us’un, 11 Ekim
1956 tarihinde Vakit gazetesinde Mustafa Kemal’e atfettiği “İstiklal tarihinin başı ve başlangıcı olmak üzere
benim İstanbul’daki faaliyet ve temaslarım henüz herkesçe malûm değildir” cümlesinden hareketle Mustafa
Kemal Paşa’nın, bu oldukça karmaşık ve karanlık
süreçte gerçekleştirdiği faaliyetlerini ve temaslarını
gün yüzüne çıkarmaktır. Bu cümleden hareket eden
araştırmacılar E. Semih Yalçın ve Salim Koca, konuyla birebir alakalı olarak muhtelif tarihlerde kaleme
almış oldukları makale çalışmalarını yeni bir yorumla güçlendirerek Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya
Geçişi, adlı eserde birleştirmeye çalışmışlardır.
496
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Yazarların geçmiş yıllarda kaleme almış oldukları
birçok makalenin yeni bir yöntem temelinde bir araya getirilmesiyle hazırlanmış olan bu eserde mütareke sürecinde Mustafa Kemal Paşa’nın, İstanbul’da
nasıl bir yol takip ettiği her yönüyle incelenmeye ve
Anadolu’ya geçişinde rol oynayan faktörler tek tek
tespit edilmeye çalışılmıştır.
Mustafa Kemal Paşa, 30 Ekim 1918’den sonraki
süreçte Osmanlı ülkesinin ve Türk milletinin üzerini
kaplayan kara bulutların dağıtılması amacıyla can
havliyle ülkesi ve milleti için çaba harcayan askeri
ve siyasi bir kişiliktir. Mütareke Döneminde ülkenin
kapalı ufkunun açılabilmesi ve aydınlık yarınların
inşa edilebilmesi için hâlâ bir şeyler yapılabileceğine inanan nadir kimlerdendir. Bu nedenle 13 Kasım
1918’de İstanbul’a gelişinden, 16 Mayıs 1919’da yine
bu şehirden ayrılışına kadar her kademeden asker,
bürokrat, devlet adamı, yazar ve aydınla görüşmüş
ve çeşitli istişarelerde bulunmuştur.
Suriye cephesinden İstanbul’a ilk geldiği dönemlerde bürokratik ve idari alanlarda doğru işler yapılırsa birçok şeyin değişebileceğine inanan
Mustafa Kemal Paşa, Payitahttaki yöneticiler ve devlet adamları nezdinde yapmış olduğu çeşitli teşebbüslerden edindiği tecrübelerden yola çıkarak artık
tek çıkış yolunun Anadolu’ya yönelmek olduğunu
anlamış ve bütün gücünü Anadolu’ya geçmek, askeri
ve idari mekanizmaları tek bir parçada birleştirmek
ve vatanı düşman istilasından kurtarmak için harcamıştır.
İstanbul’a geldikten sonra birçok mühim teşebbüsünün akamete uğramasından sonra devleti
yöneten kişilerden ve zümrelerden ümidini kesen
Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçip orada neler yapacağının planlarını çizmeye başlamıştır. Mustafa
Kemal’in, Mütareke Döneminde İstanbul’da, istikba497
Dr. Yenal Ünal
le dair düşüncelerini, planlarını, vatanseverliklerine
güvendiği komutanlarla yaptığı toplantıları, matbuat yoluyla gerçekleştirmek istediği amaçları kısacası
her türlü temasını ve faaliyetini içine alan 13 Kasım
1918-16 Mayıs 1919 dönemini irdeleyen Mustafa
Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçişi, başlıklı bu kitap
Mustafa Kemal’i bugün daha iyi anlamamıza katkı
sağlayan bir araştırmadır.
Mustafa Kemal Paşa’nın yani üzerinde yaşadığımız ülkenin kurucusunun hayatının en az bilinen
ve en mühim faaliyetlerini içine alan bir dönemini aydınlatan bu eserin tanıtım yazısında şu ifadelere yer
verilmiştir: “Bu eserin hazırlanış gayesi Asım Us’un
11 Ekim 1956 tarihli Mustafa Kemal’e atfettiği şu sözlerin cevabını bulmaktan ibarettir. ‘İstiklal tarihinin
başı ve başlangıcı olmak üzere benim İstanbul’daki
faaliyet ve temaslarım henüz herkesçe malum değildir.’ Bu hassas dönemi inceleyenler yapmış oldukları kıymetli araştırmalarda bazı noktaları eksik
bırakmışlar bu durum ise Mustafa Kemal Paşa’nın
Anadolu’ya geçmesinin sebep ve sonuçları hususunda hâlâ tartışmaların devam etmesine neden olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın niçin ve hangi şartlarda
Anadolu’ya çıktığı sorusunun cevabını o günlerin tarihi hadiseleri içinde aramak ‘tarihi gerçeklik’ adına
takip edilmesi gereken ‘resmi tarih’ alternatif tarih
veya öteki tarih gibi isimlendirmelerden kaçınarak
tartışılan hadiselerin belgelerini ortaya koymak suretiyle okuyucuyu ve zamanı mutlak hakem tayin
edebilmektir. Daha önce yazılan makaleleri bir araya
getirerek yeni bir yöntemle ortaya koymaya çalıştığımız bu eserde mütareke sürecinde Mustafa Kemal
Paşa’nın İstanbul’da nasıl bir yol takip ettiğini her
yönüyle incelemek ve onun Anadolu’ya geçişinde rol
oynayan faktörleri tek tek tespit etmek amaçlanmıştır. Bunu yaparken 90 yıldır telif tetkik ve hatıra türü
498
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
eserlerde sürdürülen Sultan Vahdeddin-Mustafa
Kemal Paşa kavgasına tarihi gerçeklik adına cevap
verilmeye çalışılmıştır. Olaylara bakış açımız sebep
sonuç ilişkisiyle ele alınmış böylece sadece hikâye
olmaktan çıkaracağımız tarihi meseleler okuyucuya
belgelenmiş bir şekilde ve inkârı mümkün olmayan
delillerle sunulmuştur. Bütün bunları yaparken sadece eskiyi ihya etme gayreti içinde olmadığımız
gibi yeni dönemin oluşumundaki sancılar ve sıkıntılar da gözlem altına alınmıştır. Tarihi olayların değerlendirilmesinde sadece kişilere bağlı kalınmamış
ve böylece vakanüvislerin sıkça yaptıkları değer yanılgılarına düşülmemeye çalışılmıştır.”
Bu izahattan sonra rahatlıkla ifade edebiliriz
ki modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, sadece 20.
yüzyılın değil bütün insanlık tarihi göz önüne alındığında dünyanın en önde gelen liderlerinden biri
olan Mustafa Kemal Atatürk’ü okumak, anlamak ve
örnek almak bugünün bireyleri tarafından üzerinde
ciddiyetle durulması gereken bir husustur. O, Millî
Mücadele’yi başarıya ulaştırıp İngiliz destekli Yunan
ordusunu Anadolu’dan attıktan sonraki dönemde,
dünyanın mazlum milletleri biraz da şaşkın bir vaziyette ayağa kalkmış, İngilizlerin ve onların desteklediği orduların da bütün zorluklara rağmen yenilebileceğini görmüşlerdir. Hatırlanacağı üzere büyük
zaferin kazanılmasını müteakip Mustafa Kemal
Paşa’ya, dünyanın dört bucağından telgraf yağmaya başlamıştı. Hakir görülen Asya ve Afrika halkları
birden bire heyecana kapılmışlardı. Fas’tan, Tunus’a,
Cezayir’den, Mısır’a, Filistin’den, Hindistan’a,
Seylan adasından, Afganistan’a, bütün Orta Asya
Türklerinden, Sibirya’ya, Mançurya’dan, Japonya’ya
ve Güney Afrika’ya kadar bütün memleketlerden
tebrik, kutlama telgrafları ve mektupları Ankara’ya
ulaşmıştır.
499
Dr. Yenal Ünal
Bütün insanlığa büyük bir örnek teşkil eden
ve Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Türk milleti
tarafından başarılan Millî Mücadele harekâtı, belirli bir plan dâhilinde gelişen düşünce ve faaliyetlerin
ürünü olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu büyük hareketin fikirsel temellerinin atıldığı, memleketin kaderinin tersine çevrilebilmesi için gerekli çarelerin
arandığı, birçok askeri ve siyasi toplantının yapıldığı
Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım 1918 ve 16 Mayıs
1919 tarihleri arasında İstanbul’da bulunduğu dönemde gerçekleşen faaliyetler, en az sonraki dönemde yaşanan gelişmeler kadar mühimdir. Bu nedenle
hakkında çeşitli değerlendirmelerde bulunduğumuz
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Geçişi adlı eser, bu
büyük devlet adamının İstanbul’daki faaliyetlerini
aydınlatması ve gün yüzüne çıkartması bakımından
üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir yapıt olarak karşımıza çıkmaktadır.
500
III. BÖLÜM
KONFERANS VE
SEMPOZYUM
BİLDİRİLERİDEĞERLENDİRMELERİ
1) 100. YIL DÖNÜMÜNDE ÇANAKKALE
SAVAŞLARI’NIN ETKİLERİNİ YENİDEN
DÜŞÜNMEK679
Giriş
Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı içinde ayrı
bir özelliği olan bu dönem için tarihin kaderini değiştiren, yaşama hakkına onuruyla ulaşan bir milletin,
en başta kahramanlık hikâyesidir. İngiliz ve Fransız
ortak saldırılarına karşı gerçekleştirilen harekâtı içine alan bu cephede ki muharebeler, Türkler için savaşın en önemli olaylarından biri hâline gelmiştir.680
Osmanlı Devleti adına 18. yüzyıldan itibaren
başlayan çöküş süreci ve Avrupa’dan geri çekilme
harekâtı uzun yüzyıllar boyunca devam etmekle
birlikte bu gerilemenin fetih sistemine dayanan bir
ekonomik yapı üzerinde yarattığı tahribatı düşünmek hiç de zor değildir. Osmanlı Devleti’nin son yılİlk defa Tarih Okulu Dergisi’nin, 21. sayısında yayımlanmıştır. 25 Mart 2015 tarihinde Bartın Valiliği (İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü) bünyesinde Bartın Kültür Merkezinde saat 14:00’te
verilen konferans metnidir.
680
Refik Turan ve bşk. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, 18. Bs.
Ankara, 2011, s. 54.
679
Dr. Yenal Ünal
larında Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları’nda
alınan ağır darbeler ve uğranılan kayıplar hiç kuşku
yok ki imparatorluk üzerinde bir hayal kırıklığı ve
güvensizlik doğurmuştur.
Bu bakımdan Osmanlı Devleti, I. Dünya
Savaşı’nın öncesinde savaşın olası ağır tahribatlarından kendisini koruyabilmek için bir ittifakın içerisinde yer alma ihtiyacı hissetmiştir. Ki bu da devlet
adına zorunlu bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü ayak sesleri duyulmaya başlayan genel
savaşın Osmanlı Devleti’ni de tehdit etmesi kuvvetle muhtemeldir. Fakat bu dönem için önemli olan
husus hangi blok tarafında savaşa girileceği konusudur. Özellikle devletin 1911-1913 yılları arasında
yaşanılan sürecin yıkıcı etkilerinden henüz kurtulamamışken yeni bir savaşa üstelik çok cepheli bir savaşa sürüklenmiş olması siyaset adamlarını çok daha
dikkatli olmaya zorlamıştır.681
Çanakkale Savaşları’nın Nedenleri
İtilaf Devletleri’nden İngiltere ve Fransa, I.
Dünya Savaşı’nın seyrini kısa sürede değiştirmek ve
kat’i netice almak maksadıyla 1914 yılında Osmanlı
Devleti aleyhine Çanakkale Cephesi’ni açmışlardır.682 Zaten Çanakkale Cephesi’nin açılması İngiliz
bahriyesince Osmanlı Devleti savaşa girmeden önce
dahi düşünülmüş bir husustur.683 Dönemin İngiliz
Büyükelçisi Sir Louis Mallett’ın, Ağustos 1914’te
Çanakkale Boğazı’nın geçilmesi yönünde ülkesine
bir rapor hazırladığı bilinmektedir. İtilaf Devletleri
tarafından oldukça büyük bir önem atfedilen bu cep681
Murat Karataş, “Türk Tarihinin Seyrine Bir İşaret Levhası:
Çanakkale Savaşları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt
XXVI, Sayı 76, Ankara, 2010, s. 134.
682
Murat Karataş, 2012, s. 43.
683
Murat Karataş, 2010, s. 135.
504
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
henin açılmasında birçok etkenin önemli rol oynadığını belirtebiliriz. Bu cephenin açılmasındaki amaçları şu şekilde sıralayabiliriz:684
1) Çanakkale Boğazı’nı geçerek, İstanbul’u ele
geçirmek ve Osmanlı Devleti’ni kısa sürede savaş
dışı bırakmak.
2) Karışıklık içinde bulunan müttefikleri
Rusya’ya silah ve cephane yardımında bulunarak,
onun Almanya karşısında diri kalmasını sağlamak,
aynı şekilde Rusya’dan başta tahıl olmak üzere gıda
maddesi ve petrol temin edebilmek.
3) Yine 22 Aralık 1914’te Rusya’ya karşı
Kafkas Cephesi’ni açan Osmanlı birlikleri karşısında Rusya’nın ayakta kalmasına katkı sağlamak.
Çanakkale Cephesi’nde çarpışmaları başlatarak,
Kafkas Cephesi’nde Rusları zorlayan Türk birliklerinin buraya kaydırılmasını temin etmek. Çünkü zaten
iç karışıklıklar içinde bulunan Rusya’nın, Almanya
karşısında başarısız olması demek Doğu Avrupa’da
başarılı olan Alman kuvvetlerinin Batı Avrupa’ya
kaydırılması demekti.
4) Özellikle İngiltere’nin İstanbul’u ele geçirip Osmanlı Devleti’ni çökerterek Süveyş Kanalı ve
Hindistan yolu üzerindeki Osmanlı baskısını ortadan kaldırmak ihtiyacı duyması.
5) Balkanlar’da bulunan ülkelerin Almanya’nın
safına geçmesini engellemek, mümkünse bu ülkeleri kendi saflarında savaşa sokmak dolayısıyla
Balkanlar’da İttifak Devletleri’ne karşı yeni bir cephe
açarak sahip oldukları ağır savaş yükünden kurtulmak.
Temuçin Faik Ertan ve bşk. Başlangıcından Günümüze Türkiye
Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Kitabevi Yayınları, Ankara, 2011, s.
64; Mustafa Balcıoğlu ve bşk. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, 3. Bs.
Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2004, s. 87; Refik
Turan ve bşk. 2011, s. 54-55; Murat Karataş, 2010, s. 140.
684
505
Dr. Yenal Ünal
6) İstanbul’u ele geçirdikten sonra Osmanlı
topraklarını paylaşmak, bu noktada İtalya ve
Bulgaristan başta olmak üzere tarafsızlığını muhafaza eden devletlere bu paylaşımdan pay vermek, bu
vasıta ile de ilgili devletlerin kendi yanlarında savaşa
girmesini sağlamak.
Savaşın Başlaması ve Gelişimi
Osmanlı Devleti, Almanya ile 2 Ağustos 1914
tarihinde685 Rusya karşısında savaşa girme esasına dayanan gizli bir ittifak antlaşması imzalayarak
Eylül 1914’te boğazları savaş gemilerine kapatmıştır.686 1912-1913 yıllarında cereyan eden Balkan
Savaşları’ndan perişan bir vaziyette çıkan Türk ordusunun mukavemet gösteremeyeceğini, boğazlardan kolayca geçecek donanmalarının Osmanlı
Devleti’ni ilk hamlede saf dışı bırakacağını düşünen
İngiltere’nin Denizcilik Bakanı Winston Churchill,
Çanakkale’ye saldırarak İstanbul’u rahatlıkla elde
edebileceğini düşünmüştür.
Teorik olarak da haksız bir konumda değildir.
Silah ve cephane açısından çok zor durumda olan
Türk ordusu bu tarihlerde henüz Almanlardan askerî malzeme yardımı alamamıştı. İtilaf Devletleri,
İstanbul’un alınması ve Osmanlı’nın savaş dışı bırakılmasıyla Balkanlarda ve Doğu Avrupa’da iki ateş
arasında bırakılacak Almanya’nın kolayca pes edeceğini ve savaşın kısa sürede bitirileceğini düşünmüşlerdir. Kısacası Çanakkale Cephesi, I. Dünya Savaşı
içinde Osmanlı Devleti’nin ve I. Dünya Savaşı’nın
mukadderatının tayini açısından en önemli cephelerden biri konumundadır.687
685
Murat Karataş, “Çanakkale Savaşları’nda Mustafa Kemal”,
Genç Akademisyenlerin Gözüyle Tek Adam: Mustafa Kemal Atatürk,
Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayın, Ankara, 2012, s. 41.
686
Murat Karataş, 2010, s. 135.
687
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 87-88.
506
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Açılmasında birçok etkenin fevkalade önemli
rol oynadığını gördüğümüz Çanakkale cephesinde 3
Kasım 1914 tarihinden itibaren silahlar konuşmaya
başlamıştır. Çok yönlü bir plan çerçevesinde 3 Kasım
1914 tarihinden itibaren İngiltere ve Fransa sahip
oldukları ve o devirde dünyanın en gelişmiş donanmaları konumunda bulunan silahlı birlikleriyle
Çanakkale Boğazı’nı ve çevresini bombardıman altına almaya başlamışlardır.688 Çanakkale Savaşı önce
deniz savaşı daha sonra kara savaşı olarak gelişim
kaydetmiştir.689 İngiliz donanması Çanakkale’ye ilk
saldırısını 3 Kasım 1914’te yapmıştır. Bu tarihten 18
Mart 1915’e kadar geçen süre zarfında İtilaf Devletleri
kimi küçük kara operasyonları yapmış olsa da ağırlıklı olarak donanmaları ile faaliyette bulunmuşlardır. Nihayet 18 Mart 1915’te boğazı sadece donanma
gücü ile geçmeye çalışarak tarihi bir hata yaptıklarını, ağır kayıplar verdikten sonra anlamışlardır.
Bundan sonraki süreçte 25 Nisan 1915’te başlayan ve
8,5 ay sonra İtilaf Devletleri’nin yarımadayı tahliyesi ile sonuçlanan kara savaşları cereyan etmiştir.690
Deniz Savaşları
Dönemin İngiliz Savaş Bakanı Lord Kitchener,
Çanakkale’yi geçmede kara kuvvetlerine ihtiyaç
kalmayacağı hesabıyla, komutanlığını Amiral Sir
Sackville Carden’ın yaptığı İngiliz-Fransız donanmasından karma bir filoyu Şubat 1915 tarihinde Limni
adasının Mondros Limanı’nda toplamıştır. Fransız
donanmasının başında Amiral Guepratte bulunmaktadır.
Aslında Birleşik Krallık Donanması Komutanı
Lord Fisher’in başarısını şüpheli gördüğü bu haRefik Turan ve bşk. 2011, s. 54-55.
Temuçin Faik Ertan ve bşk. 2011, s. 64.
690
Murat Karataş, 2010, s. 135.
688
689
507
Dr. Yenal Ünal
rekâtın sadece donanma ile yapılmasında ısrarcı
olan tek kişi Winston Churchill’di. Zor durumda
bulunan Rusya ancak temsili bir savaş gemisiyle
İngiliz-Fransız donanmasına katılabilmiştir. Deniz
savaşı 19 Şubat 1915’te İtilaf Devletleri’nin Kumkale
ve Seddülbahir tabyalarını uzun menzilli toplarla
dövmesiyle başlanmıştır. Bu saldırının en önemli
nedenlerinden biri de boğazların savunma gücünü
tespit etmektir.
İngiliz ve Fransız donanmasının en güçlü savaş gemilerine karşı Türkler tabyalardaki yetersiz sayıda ağır toplar ve obüs bataryaları ile mücadele vermişlerdir. Saldırgan donanmaya nispetle daha kısa
menzilli ağır toplara sahip olan ve gerek uzun menzilli gerek kısa menzilli cephane üretimi yapamayan
Osmanlı Devleti, Almanya’dan henüz Bulgaristan
İttifak Devletleri yanında savaşa katılmadığı için yani
kara bağlantısının sağlanamadığı için yeterli ölçüde
silah ve cephane tedarik edememişti. Devletin sahip
olduğu mayın sayısı yetersiz olup kâfi miktarda kullanılamamıştır. En kötüsü ise Osmanlı Devleti’nin
İngiltere ile ittifak etme umuduyla daha önce donanmasının ve limanların düzenlenmesinin İngilizlere
verilmiş olmasıdır. Bu durumda İngilizler, Osmanlı
Devleti’nin savunma ve savaş düzeni ile ortaya koyabileceği imkânları bilmektedirler.691 Savaş öncesinde İngiltere’ye sipariş edilen “Sultan Osman” ve
“Reşad” adlı savaş gemileri savaşın yaklaşması ve
İngiltere’nin, Osmanlı Devleti aleyhine bazı planlar
yapması hasebiyle Osmanlı Devleti’ne teslim edilmemiştir.
İlk saldırılarda başarı elde edemeyen İtilaf
Devletleri donanmasında bir kafa karışıklığı ortaya
çıkmakla birlikte 26 Şubat 1915’te Lord Kitchener,
Çanakkale’yi zorlama işini yine sadece donanmaya
691
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 88-91.
508
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
vermiştir. Bununla birlikte Lord Kitchener, askerî
durumu incelemek için Çanakkale’ye gönderilen
General Birdwood’un da etkisi ile saldırıdaki sonucun başarısız olma ihtimaline karşı 10 Mart 1915’te,
Mısır’daki 29. Tümen’in ihtiyaç hâsıl olduğunda derhal harekete geçirilebilmesi için Limni adasına sevk
edilmesi kararını almıştır. Bu arada İtilaf Devletleri
Donanması Komutanı Amiral Sir Sackville Carden’ın
sağlık sorunları yaşaması üzerine yerine Mart 1915
Amiral John de Robeck atanmıştır.
İtilaf Devletleri açısından bakıldığında şayet
donanmaları boğazı geçerse kısa zamanda büyük bir
iş başarılmış olacaktır. Fakat bu durumda bile boğazı
geçen gemilerin ikmal yolunu açık tutmak için boğazın iki yakasında güvenliği sağlayacak kara kuvvetlerine ihtiyaç olacaktı. Bu nedenle bir yandan kara
çıkarması hazırlıkları sürürken bir yandan da uygun
koşullar yakalandığında boğaz donanma ile zorlanacaktı. Nitekim ilk denemelerine 3 Kasım 1914’te
başlayan, Mart ayı başından beri neredeyse her gün
harekât düzenleyen Birleşik Filo Kuvvetleri son denemesi olan 18 Mart 1915 günü boğazı geçemeyerek,
bu teşebbüste bir daha bulunmayacak derecede hasarla geri dönmek zorunda kalmıştır.692
18 Mart deniz saldırısı ise şu şekilde gelişmiştir. 18 Mart sabahı Fransızlar Anadolu yakasını,
İngilizler ise Gelibolu yarımadasını top atışıyla döverek, Çanakkale Boğazı’ndan geçmek için hareket etmişlerdir. İngiliz ve Fransız donanması 7 saat boyunca bombardımana devam etmiştir. İtilaf Devletleri
donanmasına bağlı gemiler uzun menzilli toplarıyla
Türk tabyalarını dağıttıklarını düşünerek Türk toplarının menziline girdikten sonra neye uğradıklarını
şaşırmışlardır.
692
Murat Karataş, 2010, s. 136; Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004,
s. 88-91.
509
Dr. Yenal Ünal
Türk askerinin en zor şartlarda bile neler yapabileceğinin mucizevi bir örneğine şahit olmuşlardır.
18 Mart 1915 akşamına kadar devam eden çarpışmalar sırasında Nusret693 mayın gemisinin bir gece önce
döktüğü mayınlar ve topçu ateşi ile İtilaf Devletleri
donanması 7 zırhlısını kaybetmiş diğer pek çok gemi
de onarıma muhtaç hâle gelmiştir.694
Bu 7 gemi ve bu gemilerin bağlı bulunduğu
donanmaları şu şekilde belirtebiliriz: İngiliz donanmasına ait Irresistible ve Ocean zırhlıları ile Fransız
donanmasına ait Bouvet zırhlısı batmış yine İngiliz
donanmasına ait Inflexible ve Agememnon zırhlıları
ile Fransız donanmasına ait Gaulois ve Souffren zırhlıları oldukça ağır hasar görmüştür.695
Böylece Çanakkale Savaşları’nın deniz savaşları olarak adlandırılan kısmı 18 Mart 1915 tarihinde
kapanmıştır. İngiltere’nin yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından birisi olan Winston Churchill yıllar
sonra verdiği bir demecinde “Bize I. Dünya Savaşı boyunca Nusret’in yaptığını kimse yapmadı” diyerek Türk
tarihine adını yazdırmayı başaran bu geminin savaş
yıllarındaki stratejik önemine atıfta bulunmuştur.696
Dolayısıyla güçlü bir donanmaya sahip olan İtilaf
Devletleri ummadıkları bir yenilgi almışlardır.697
18 Mart 1915’te Boğazı zorla geçmeye çalışan İngiliz-Fransız ortak donanması oldukça ağır
kayıplar vererek geri çekilmiştir.698 Bu tarihlerde
693
Nusret mayın gemisi dışında Ağustos 1914’ten itibaren 18
Mart 1915’te kadar mayın dökme işine katılan diğer gemiler arasında İntibah, Selanik ve Samsun gemileri de yer almıştır.
694
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 91-92.
695
Murat Karataş, 2010, s. 136.
696
Refik Turan ve bşk. 2011, s. 55.
697
Temuçin Faik Ertan ve bşk. 2011, s. 64.
698
Refik Turan ve bşk. 2011, s. 54-55; Temuçin Faik Ertan ve bşk.
2011, s. 64.
510
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Çanakkale’de Müstahkem Mevki Komutanı olarak görev yapan Kurmay Albay Cevat Çobanlı ve
Kurmay Başkanı Selahattin Adil komutasındaki
Türk birlikleri İtilaf Devletleri donanmasının ilerleyişini başarıyla durdurmuşlardır.699 18 Mart’ta John
de Robeck ağır bir mağlubiyet almıştır.
Osmanlı birlikleri için Çanakkale Boğazı’nda
saldırıya karşı tedbir alma düşüncesi, 3 Kasım 1914
tarihindeki İtilaf Devletleri donanmasına ait 6 savaş
gemisinin Çanakkale Boğazı girişini 10 dakika boyunca bombalaması ile başlamıştır. Neredeyse alarm
niteliğindeki bu bombardımandan bir gün sonra
4 Kasım 1914’te Tekirdağ’da bulunan 3. Kolordu,
Çanakkale Boğazı’nı denizden ve karadan yapılacak
taarruza karşı savunma ile görevlendirilmiş, karargâhı Gelibolu’ya nakledilmiştir.
İlerleyen günlerde boğazın her iki yakasına
özellikle topçu kuvvetini güçlendirmeye yönelik
takviyeler yapılmıştır. Boğaza mayın hatları döşenmek sureti ile deniz yolu kapatılmıştır. Denizaltılar
için mania ağları gerilmiş, takviye için Çanakkale
Boğazı’nın her iki yakasına yeni askerî birlikler
yerleştirilerek savunma tertibatı sağlamlaştırılmıştır. Boğazda mayın hatları ve mania ağları dışında denizde sabit top olarak kullanılmak amacıyla
Sarısığlar mevkiinde demirleyen Mesudiye zırhlısının 13 Aralık 1914 tarihinde batırılmasının ardından
hiçbir deniz kuvveti kalmamıştır.700
Kara Savaşları
İtilaf Devletleri’nin deniz saldırılarının başarısızlıkla neticelenmesi bütün dünyada geniş yankı
Tuncer Baykara, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, 6. Bs. Akademi
Kitabevi Yayınları, İzmir, 1999, s. 55.
700
Murat Karataş, 2010, s. 137.
699
511
Dr. Yenal Ünal
uyandırmıştı. Bu defa İtilaf Devletleri, Gelibolu yarımadasını işgal ederek boğazlara hâkim olmak için
boğazın her iki yakasına çıkarma yapmayı tasarladılar. Daha önce Mısır’da konuşlandırdıkları ve topladıkları 29. Tümen’in bütün birliklerini Limni ve
İmroz adalarına yığmaya başladılar. Nitekim Nisan
ayı başında toplam 100.000 kişiden müteşekkil bir
kara ordusu taarruza hazır hâle getirildi.
Bu düşünce doğrultusunda 25 Nisan 1915’te
müttefikler sabahın oldukça erken saatlerinde,
4.30’dan itibaren Gelibolu yarımadasında üç ana
noktaya Seddülbahir, Arıburnu ve Anadolu yakasında Kumkale kıyılarına çoğu Anzak (Avustralya ve
Yeni Zelanda askerleri) birlikleri olmak üzere askerlerini çıkardılar.701 Bu 3 ana alanda toplam 7 farklı
bölgeye çıkarma harekâtı gerçekleştirdiler. Bu şekilde Çanakkale Savaşı’nın kara savaşları bölümü başlamış oldu.702
Yapılan şiddetli çarpışmalar neticesinde
Anadolu yakasına Kumkale’ye yapılan saldırılar 27
Nisan 1915’te püskürtülmüştür. Bunun üzerine başta Seddülbahir olmak üzere Gelibolu yarımadasına
daha güçlü birliklerle yüklenen İtilaf Devletleri kara
savaşlarında Türk ordusunu var güçleriyle ezmeye
çalışmışlardır.703
25 Nisan 1915’ten itibaren ilerleyişi durdurulan ancak denize de atılamayan İtilaf Devletleri kuvvetleri bölgenin en yüksek tepeleri olan Alçıtepe ve
Conkbayırı’nı ele geçirememişlerdir. Çatışmalar birçok bölgede tıkanmıştır.704
Temuçin Faik Ertan ve bşk. 2011, s. 64-65.
Refik Turan ve bşk. 2011, s. 55.
703
Murat Karataş, 2010, s. 138.
704
Murat Karataş, 2010, s. 138.
701
702
512
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
28 Nisan 1915’te I. Kirte Savaşı (Alçıtepe)
İngilizlere ağır can kayıplarına yol açmıştır. 6-8
Mayıs 1915’te II. Kirte Savaşı’nda (Alçıtepe) yaklaşık
50.000 kişilik İngiliz-Fransız ordusuna karşı savaşan Türk ordusu olağanüstü bir gayret örneği sergilemiştir. 4-6 Haziran 1915’te III. Kirte Savaşı’nda
(Alçıtepe) General Sir Ian Hamilton, son derece stratejik bir öneme sahip olan Kirte köyünü ele geçirmek
için taarruzda bulunmuş ancak çok sert bir Türk savunma direnişiyle karşılaşmıştır.
Takviye kuvveti de alarak 6 Ağustos 1915’te
yaptıkları 3. büyük askerî harekât konumunda bulunan Suvla çıkarması da aynı akıbetten kurtulamamıştır. Çanakkale Cephesi’nin her bölgesinde kimi
stratejik mevkiler ve mevziler kısa süreli olarak el
değiştirip iki taraf için de genel duruma nüfuz edecek pozisyon sağlayamamıştır. Lağım açmak, aynalı
tüfek kullanmak gibi keşfedilen savaş teknikleri bile
sonucu değiştirecek önemli etkinliklere neden olamamıştır.
Bu savaşlarda Türkler büyük gayretler ve
kahramanlıklar yaratarak başarılı olmuştur. İtilaf
Devletleri bunun üzerine Gelibolu yarımadasına asker sevk etmeye devam etmişlerdir. Yaklaşık 8,5 ay
süren kara savaşlarında Türk askerî, cesur, akıllı ve
atak bir komutanın idaresinde neler yapabileceğini
bütün dünyaya göstermiştir.
Bilhassa Anafartalar Muharebesi’nde Miralay/
Albay Mustafa Kemal’in “askere taarruzu değil ölmeyi emretmemesi” ve bu felsefeyi savaşın geneline
yayması Çanakkale Savaşı’nın mukadderatının tayin
edilmesinde köşe taşı görevi görmüştür.705
Denizden başarılı olamayan düşman, kara
harekâtı için hazırlık yaparken Türkiye’de de yeni
birlikler kurularak savunma hattı takviye edilmek705
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 92.
513
Dr. Yenal Ünal
teydi. Yeni teşkil edilen birliklerden biri de 19. Fırka
(Tümen) idi.
20 Ocak 1915 tarihinde 19. Tümen Komutanlığına Sofya’daki askerî ataşelik görevinden henüz dönen
Kaymakam/Yarbay Mustafa Kemal tayin edilmişti.706
Bu tümenin Kurmay Başkanlığını İzzettin Çalışlar
yapmıştır. 19. Tümen, Esad Paşa komutasındaki III.
Kolordu’ya bağlı olarak teşekkül etmiştir. Ancak bu
tümen kara savaşlarının başladığı sıralarda boğazın ve Gelibolu yarımadasının savunmasından sorumlu olan, ordu komutanlığını Liman von Sanders
Paşa’nın, ordu kurmay Başkanlığını Kazım İnanç’ın
yaptığı V. Ordu’nun ihtiyat birliği olarak Bigalı’da
bulunuyordu.707 Liman von Sanders, 24 Mart 1915
tarihinde V. Ordu komutanlığına atanmıştı.708
25 Nisan 1915’ten itibaren General Sir Ian
Hamilton Komutasındaki 100.000 kişilik İtilaf kuvvetleriyle gelişmeye başlayan düşman saldırılarına karşı Mustafa Kemal ve askerleri Arıburnu’nda,
Anafartalar’da, Kocaçimen’de, Conkbayırı’nda ve
Kireçtepe’de şiddetli bir mukavemet göstererek Anzak
kolordusunun ilerleyişini durdurmuş hatta kimi zaman bu düşman birliklerini geri püskürtmüştür.709
Kazandığı bu başarıların da etkisiyle 1 Haziran
1915’te bir üst rütbe alan 19. Tümen Komutanı
Miralay Mustafa Kemal, Arıburnu ve Anafartalar’da
gerçekleşen muharebelerde, üstün askerlik yeteneklerini gösterme imkânı bulmuştur.710
Miralay/Albay Mustafa Kemal, 8/9 Ağustos
1915 tarihinde 19. Tümen Komutanlığı’ndan ayrıMurat Karataş, 2012, s. 42.
Tuncer Baykara, 1999, s. 55.
708
Murat Karataş, 2012, s. 44.
709
Refik Turan ve bşk. 2011, s. 55.
710
Tuncer Baykara, 1999, s. 55; Temuçin Faik Ertan ve bşk. 2011, s. 65.
706
707
514
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
larak Anafartalar Cephesi Komutanlığına getirilmiştir. Burada yaptığı askerî harekâtlar Çanakkale
Savaşı’nın kara savaşı bölümlerinin genel kaderini
tayin etmiştir.711 Savaştan sonraki yıllarda Winston
Churchill’in kaleme aldığı anılarında “kaderin adamı” olarak tanımladığı Mustafa Kemal, 19. Tümen ve
bu tümene bağlı askerî bir birlik olan 57. Alay askerî
gruplarını merkezden emir beklemeden kendi inisiyatifi ile cepheye sürmüştür. Çanakkale Savaşı’nın
kazanılmasında oldukça mühim bir yeri olan Mustafa
Kemal’in, gayretleri neticesinde düşman bu cephede
başarılı olamayacağını anlamıştır.712 Mustafa Kemal,
10 Aralık 1915 tarihinde bu cepheden ayrılmıştır.713
Savaşın Sona Ermesi
Düşman özellikle Anafartalar’da uğradığı başarısızlık üzerine başarılı olamayacağını anladıktan
sonra geri çekilmeye mecbur kalmıştır.714 Nitekim
Kasım ayı başında General Sir Ian Hamilton görevden alınmış ve yerine General Charles Monro
atanmıştır. En son düşman kuvvetleri 19-20 Aralık
1915’te Arıburnu’ndan ve Anafartalar’dan olmak
üzere Gelibolu yarımadasının kuzey bölümünü;
8-9 Ocak 1916’da da Seddülbahir’den çekilerek de
Gelibolu yarımadasının güney bölümünü tahliye
ederek Çanakkale’yi tamamen boşalmıştır.715
Böylece 8,5 ay süren kara savaşları bu tahliye
ile son bulmuştur. İtilaf Devletleri’nin yegâne askerî başarısı, çıkarma yaptıkları karasal alanda, bu
süre boyunca tutunabilmek olmuştur. Çanakkale
Tuncer Baykara, 1999, s. 55-56.
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 92.
713
Murat Karataş, 2012, s. 45.
714
Tuncer Baykara, 1999, s. 56.
715
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 92-93; Refik Turan ve bşk.
2011, s. 55; Temuçin Faik Ertan ve bşk. 2011, s. 65.
711
712
515
Dr. Yenal Ünal
Savaşları’nda İngilizler 205.000, Fransızlar 47.000
kişi olmak üzere toplam 252.000 zayiat vermişlerdir.
Osmanlı askerî birliklerinin zayiatı ise 207.516’dır.
Bu sadece cephenin insani kayıplarıdır. Bu kayıplara yaklaşık 15 ay boyunca her iki tarafın askerî,
sıhhi ve geri hizmet gibi birçok teçhizat giderleri eklendiğinde savaşın yarattığı tahribat daha iyi anlaşılabilir.716
Savaşın Sonucu ve Etkileri
I. Dünya Savaşı’nda Türk ordusunun kahraman mücadelesine sahne olan Çanakkale Savaşları
şehit ve yaralı yaklaşık 207.000 civarında vatan
evladının mücadelesiyle kazanılmıştır. İngiliz ve
Fransızların mukabil kayıpları 252.000 civarındadır.
Bununla birlikte İtilaf Devletleri, cepheye sürdüğü
askerlerin çok büyük bir bölümünü sömürgelerinden getirdiği için özellikle asker kayıplarından pek
fazla etkilenmemiştir.
Ancak Osmanlı Devleti açısından manzara
aynı değildir. Osmanlı Devleti bu savaşta verdiği kayıpları telafi edememiştir. Bunun en büyük etkisi ise
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu aşamasında görülmüştür. Zira Çanakkale’deki kayıpların içinde çok
sayıda yükseköğrenim görmüş insan bulunmaktaydı. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarında yetişmiş
eleman sıkıntısı had safhaya ulaşmıştır.717 Etkileri
ve tesirleri bakımdan I. Dünya Savaşı’nın en önemli
cephelerinden biri olan Çanakkale Cephesi, savaşın
seyrini kökten değişmiş bir muharebeler toplamıdır.
Bununla birlikte İtilaf Devletleri, Çanakkale
harekâtını zafer olarak değerlendirmemekle birlikte
bu harekâtın başarıya ulaştığını bildirerek savaşın
sonuna doğru askerlerini geri çekerken yaptıkları
716
717
Murat Karataş, 2010, s. 139.
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 93-94.
516
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
askerî faaliyetleri de başarılı birer manevra olarak
kabul etmişlerdir.
Onlara göre Çanakkale harekâtı, Osmanlı birliklerinin doğuya doğru yönelmesini engellemiş ve
askerî birliklerini sekiz buçuk ay boyunca büyük
oranda Gelibolu yarımadasında tutmuştur. Böylece
Osmanlı askerî birlikleri, Rusya üzerine gidememiş,
güneyde de Arap coğrafyasında etkili bir faaliyet
gösterememiştir.718 Genel itibariyle baktığımızda
Çanakkale Savaşı’nın birçok önemli neticesi bulunmaktadır. Bunları şu şekilde analiz edebiliriz.
Birinci Dünya Savaşı’nın Genel Seyrine Olan
Etkileri
1) Çanakkale Savaşı, insan kayıpları göz önünde alındığında dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biridir. Yaklaşık olarak 207.000 Türk ve 252.000
yabancı olmak üzere yaklaşık 500.000 insan kaybıyla kanlı bir savaş olarak tarihe adını yazdırmıştır.
Savaşın etkileri günümüzde dahi hissedilmektedir.
Bütün Osmanlı ülkesinde her vilayetten her şehirden
yurttaşlar Çanakkale’de hayatlarını, vatan uğruna
feda etmişlerdir.719
2) Bu savaşta Türk ordusunun hesaba katılmayan savaş gücü, direnme azmi ve nihayet zaferi, I.
Dünya Savaşı’nın 3 yıl uzanmasına sebep olmuştur.
Nitekim bu husus İngiliz belgelerinde de yer almıştır. İtilaf Devletleri savaşın uzaması neticesinde genel
harbin yıkıcı etkilerini, en az mağlup olan devletler
kadar hissetmişlerdir.720
3) İtilaf Devletleri Rus tahılından istifade edememişlerdir. İngiltere bilhassa sömürgelerinde büMurat Karataş, 2010, s. 145.
Refik Turan ve bşk. 2011, s. 55.
720
Refik Turan ve bşk. 2011, s. 55; Murat Karataş, 2010, s. 150.
718
719
517
Dr. Yenal Ünal
yük nüfuz kaybına uğrarken, uzayan savaşla birlikte 1.600.000’den fazla insan kaybına uğramıştır.
Fransa’nın kaybı da az değildir. Çanakkale Savaşı,
İtilaf Devletleri için çok pahalıya mal olmuştur. Kısa
sürede savaşı bitirmek için açtıkları bu cephede
maddi ve manevi anlamda oldukça büyük kayıplara
uğramak zorunda kalmışlardır.721
4) Çanakkale Savaşı’nda Türklerin başarılı olması sayesinde Almanya ve Avusturya birlikleri Sırp
birliklerini mağlup etmiştir.722
5) Çanakkale Savaşları, özellikle Avustralya
ve Yeni Zelanda gibi ülkeleri derinden tesiri altına almıştır. Bu savaştan önce Büyük Britanya
İmparatorluğu’nun yenilmez üstünlüğüne inanan bu
ülkeler, güçlü Britanya İmparatorluğu’nun da mağlup edilebileceğini kendi gözleriyle görmüşlerdir.
Çanakkale Savaşı, onların Britanya İmparatorluğu’na
olan büyük güvenini derinden sarsmıştır. 1 Ocak
1901’de Avustralya Federasyonu’nun kurulmasıyla
Britanya İmparatorluğu’nun altında bir Avustralya
Devleti doğmuştu. Günümüzde Avustralya’nın
kuruluşu bu olayla başlatılmakla birlikte, bu ülkenin gerçek anlamda bütün psikolojik boyutlarıyla siyasi bir teşekkül hâline gelebilmesi Çanakkale
Savaşları’yla mümkün olabilmiştir.
Türk Tarihinin Gelişimi Üzerine Etkileri
1) Çanakkale Savaşı, İstanbul’un ve Boğazları
maruz kalacağı büyük bir istiladan korumuştur.
Dolayısıyla bu zafer, bütün Türk vatanını karşılaşması muhtemel erken bir istiladan kurtarmıştır. Bu
savaşın kaybedilmesi durumunda devletin karşılaşacağı akıbetin hiç de parlak olmayacağını rahat721
722
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 94.
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 94.
518
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
lıkla ifade edebiliriz.723 Kaldı ki uzun yıllardan beri
ekonomik nüfuz bölgesi ve hammadde sahası olarak
görülen Osmanlı Devleti’nin, İtilaf Devletleri için sadece sınırları ve stratejik önemi dışında yer altı ve yer
üstü kaynakları da çok önemliydi. Dolayısıyla İtilaf
Devletleri, Osmanlı Devleti’ni mağlup ettikten sonra
bütün kaynaklarına da sahip olabileceklerini hesap
etmişlerdir. Ancak hesapları bu savaşlarda boşa çıkmıştır.724
2) Çanakkale Savaşı, Türk milletine en büyük kuvvetler karşısında dahi zafer kazanabileceği
noktasında direnme gücü, tarihî özgüven ve savaş
kazanma azmi aşılamıştır. Bu noktada Çanakkale
Savaşı, Millî Mücadele’nin hem maddi hem de manevi kaynağı olarak hizmet görmüştür. Bu savaş Millî
Mücadele’nin en önemli moral kaynağı olmuştur.725
3) Çanakkale Savaşı’nda şuurlu bir biçimde yeni Türk devletinin temelleri atılmıştır. Millî
Mücadele’nin Başkomutanı ve lideri Mustafa
Kemal, bu savaşlar sırasında gösterdiği fevkalade yararlılıkları ile adından söz ettirmiştir. O, Türk
milleti içindeki haklı saygınlığını ve nüfuzunu
Çanakkale Savaşları’nda elde etmiştir. Çanakkale
Savaşı, Mustafa Kemal adlı Türk subayının ilk fevkalade önemli askerî başarısı olup sonraki süreçte
Anafartalar kahramanı olarak anılmasında etkilidir.726
4) Çanakkale Savaşı’nın bütün hararetiyle
başlamadığı sıralarda 2 Şubat 1915’te Cemal Paşa
Komutasındaki birliklerle düzenlenen Süveyş Kanalı
Refik Turan ve bşk. 2011, s. 55; Murat Karataş, 2010, s. 141.
Murat Karataş, 2010, s. 143.
725
Refik Turan ve bşk. 2011, s. 56; Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004,
s. 94.
726
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 94; Tuncer Baykara, 1999, s.
55; Refik Turan ve bşk. 2011, s. 56.
723
724
519
Dr. Yenal Ünal
harekâtında ilk defa belirgin bir biçimde görülmekle
birlikle yine Çanakkale Savaşları sırasında Padişah
ve aynı zamanda olan Halife V. Mehmet Reşat tarafından 11 Kasım 1914 tarihinde ilan edilen “Cihad-ı
Ekber”in Müslüman ülkelerinde tam anlamıyla bir
karşılık bulmadığı da görülmüştür.727
5) Çanakkale Savaşları, İtilaf Devletleri’nin
İstanbul’u ele geçirmesine mani olduğu gibi bu devletlerin Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu her türlü
ulaşım ve haberleşme araç gerecine, telefon, telgraf
ve elektrik hatlarına yine her türlü ulaşım güzergâhına, demiryolu ve karayolu ağlarına sahip olmasını
da engellemiştir.728
6) Osmanlı Devleti, yaklaşık 8,5 ay boyunca
üstün İngiliz ve Fransız birliklerini deniz ve kara
savaşlarında üstüne çekmiş bu sayede Almanya,
Avrupa’da ciddi manada bir rahatlama içine girmiştir. Burada açıkça ifade edilmelidir ki bu savaşlarda
Türk askerî, bir anlamda Alman askerinin rahatlatılması amacıyla kullanılmıştır.729
7) Osmanlı askerî erkânı açısından bakıldığında Çanakkale Savaşları, Balkan Savaşları’nın orduda
yarattığı özgüven tahribatının yeniden kazanılmasında ve ordunun moralinin yüksek tutulmasında
çok önemli bir görev üstlenmiştir.730
8) Çanakkale Savaşları’nın, I. Dünya Savaşı’nı
3 yıl uzatması ve uzayan savaşta mağlup olan devletler kadar zarara uğrayan İngiltere ve Fransa
gibi ülkeler bunun bedelini 30 Ekim 1918 tarihli
Mondros Mütarekesi ve 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr
Antlaşması ile Türkiye’ye ödetmeye çalışmışlardır.731
Murat Karataş, 2010, s. 142.
Murat Karataş, 2010, s. 143.
729
Murat Karataş, 2010, s. 145.
730
Murat Karataş, 2010, s. 147.
731
Murat Karataş, 2010, s. 150.
727
728
520
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Rusya İçin Etkileri
1) Rusya’nın müttefiklerinden silah ve cephane
yardımı alamaması Rusya’daki sefaleti, açlığı arttırmış ve ihtilalin zeminin hazırlamıştır. Nitekim 1917
yılında ortaya çıkan Bolşevik İhtilali başarıya ulaşmış
dolayısıyla Rusya kendi iç işleriyle uğraşmak üzere
savaştan çekilmek zorunda kalmıştır.732 Savaştan önceki dönemde Rusya tahıl ihracatının % 90’ını, tüm
ihracatının % 50’sini İstanbul ve Çanakkale Boğazları
vasıtasıyla yapmaktaydı. Boğazların kapalı olması
ve İtilaf Devletleri’nin bunları açamaması nedeniyle
Rusya’nın ekonomisi çökmüştür.733
2) Rusya’nın, I. Dünya Savaş’ından çekilmesiyle Türkiye 1877-1878 tarihinde kaybettiği Kars,
Ardahan ve Batum’u geri alma imkânı bulmuştur.
3) Yine Rusya’nın savaştan çekilmesiyle
Almanya doğu cephesini başarıyla kapatmış ve birliklerini Batı Avrupa’ya kaydırma imkânı yakalamıştır.734
4) Rusya’da iktidara gelen Bolşevikler, bir iyi
niyet gösterisi ve barışsever bir tutum sergileyerek
savaş yıllarında İtilaf Devletleri’nin kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmaları dünya kamuoyuna
açıklamıştır. Ki bu ilerleyen yıllarda Millî mücadele liderlerinin İtilaf Devletleri’nin gerçek niyetlerini
bilerek askerî ve siyasi manevralarda bulunmasına
katkı sağlamıştır.735
5) İlerleyen yıllarda iktidarı ele geçiren
Bolşevikler, Türk Millî Mücadelesini desteklemişler,
Türkiye’ye silah ve cephane yardımında bulunmuşlardır. Bolşevik Rusya böyle bir tutumda bulunmaMustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 94.
Murat Karataş, 2010, s. 140.
734
Murat Karataş, 2010, s. 140.
735
Refik Turan ve bşk. 2011, s. 55; Murat Karataş, 2010, s. 150.
732
733
521
Dr. Yenal Ünal
mış olsaydı bile Türkiye üzerinde emperyalist emelleri olan Çarlık Rusya’sının yıkılmasında Çanakkale
Savaşları’nın etkisi asla yadsınamaz.736
Balkan Ülkeleri İçin Etkileri
1) Çanakkale Savaşı sayesinde Balkan ülkelerinin İtilaf Devletleri’nin nüfuzu altına girmesinin önüne geçilmiştir. Hatta İtilaf Devletleri’nin bu cephede
başarılı olamaması nedeniyle Bulgaristan II. Balkan
Savaşı’nda kaybettiği toprakları ele geçirerek Büyük
Bulgaristan’ı kurabilmek maksadıyla 6 Eylül 1915 tarihinde Almanya, Avusturya ve Osmanlı Devleti’nin
olduğu bloğa dâhil olmuştur. Bulgaristan 12 Ekim
1915 tarihinde Sırbistan’a savaşa ilan etmiştir.737
2) Bulgaristan’ın, İttifak Devletleri’nin yanında
savaşa girmesiyle Osmanlı Devleti, kara ve demiryolu vasıtasıyla doğrudan doğruya Almanya’dan yardım alma imkânına kavuşmuştur.738
En genel ifadelerle belirtmeye çalışırsak
Çanakkale Savaşları, hem I. Dünya Savaşı’nın gelişmeleri ve sonucu hem de harp sonrası devrin rengi ve gelişmeleri üstüne kader tayin edici mahiyette
damgasını vurmuş bir tarihî hadisedir.
Tabi burada yapmış olduğumuz değerlendirmeler Çanakkale Savaşları’nı sadece ana hatlarıyla
irdelemektedir. Öyle ki Çanakkale Savaşı anlattıklarımızdan çok daha fazla derin, çok daha fazla etkili
ve çok daha mühim tesirleri bünyesinde barındıran
bir insanlık hadisesidir.
Murat Karataş, 2010, s. 149-150.
Mustafa Balcıoğlu ve bşk. 2004, s. 94; Temuçin Faik Ertan ve
bşk. 2011, s. 65.
738
Temuçin Faik Ertan ve bşk. 2011, s. 65.
736
737
522
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
BİBLİYOGRAFYA
BALCIOĞLU 2004Mustafa Balcıoğlu ve bşk. Türkiye
Cumhuriyeti Tarihi I, 3. Bs. Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, Ankara, 2004.
BAYKARA 1999Tuncer Baykara, Atatürk İlkeleri ve İnkılap
Tarihi, 6. Bs. Akademi Kitabevi Yayınları, İzmir,
1999.
ERTAN 2011 Temuçin Faik Ertan ve bşk. Başlangıcından
Günümüze Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal
Kitabevi Yayınları, Ankara, 2011.
KARATAŞ 2010Murat Karataş, “Türk Tarihinin Seyrine
Bir İşaret Levhası: Çanakkale Savaşları”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XXVI, Sayı 76,
Ankara, 2010, s. 133-153.
KARATAŞ 2012Murat Karataş, “Çanakkale Savaşları’nda
Mustafa Kemal”, Genç Akademisyenlerin Gözüyle Tek
Adam: Mustafa Kemal Atatürk, Türk İnkılap Tarihi
Enstitüsü Yayın, Ankara, 2012, s. 41-56.
TURAN 2011 Refik Turan ve bşk. Atatürk İlkeleri ve İnkılap
Tarihi, 18. Bs. Ankara, 2011.
523
2) REFİK HALİT KARAY’IN KALEMİNDEN
I. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA SURİYE’NİN
SİYASİ VE SOSYAL VAZİYETİ739
GİRİŞ
“Refik Halid Karay’ın Kaleminden I. Dünya Savaşı
Sonrasında Suriye’nin Siyasi ve Sosyal Vaziyeti”nin
değerlendirilmesi amacıyla ortaya konulan bu çalışmada, 9 Kasım 1922 tarihinden, 1938 yılına kadar olan süreçte önce Lübnan ve daha sonra Suriye
coğrafyasında sürgün hayatı yaşamış olan Refik
Halid Karay’ın, bu ülkelerde gerçekleştirdiği siyasi
ve kültürel faaliyetler incelenmiştir. Yine onun gözlemlerinden yola çıkarak Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını müteakip ortaya çıkan Arap Devletleri’nin
Türkiye’ye bakış açıları, Suriye ve Lübnan’ın siyasal,
sosyal, dini ve kültürel yapısıyla Arap yarımadasından Arjantin’e yapılan göç gibi hususlarda bir takım
saptamalarda bulunulmaya çalışılmıştır.
Refik Halid Karay’ın edebi şahsiyetinin yanında bir de politik ve tarihi kişiliği mevcuttur. Başta II.
739
İlk defa Türk Tarihi Kurumu tarafından 4 Kasım 2016 tarihinde
Ankara’da düzenlenen Uluslararası Suriye: Politik Süreç ve İnsani
Krizler (1914-2016) Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmuştur.
Dr. Yenal Ünal
Meşrutiyet ve Mütareke dönemi siyasi hayatı olmak
üzere dil, edebiyat, Türkiye’nin sosyo-ekonomik tarihi konuları üzerinde düşünmüş ve düşündüklerini
okuyucuyla paylaşmış oldukça üretken bir yazardır.
Mütareke döneminde politikayla uğraşmış, tarihle
edebiyatı kaynaştırmak suretiyle birçok önemli eser
kaleme almıştır. Nitekim bu çalışmayla, Refik Halid
Karay’ın eserlerinde verdiği bilgilerden yola çıkarak
1922-1938 yılları arasında;
1) Karay’ın Suriye ve Lübnan’da Gerçekleştirdiği
Siyasi ve Kültürel Faaliyetler,
2) Suriye ve Lübnan’ın, I. Dünya Savaşı’ndan
Sonra Siyasi Durumu ve Türkiye’yle Olan İlişkilerini
Etkileyen Önemli Konular,
3) Suriye ve Lübnan’da Yaşayan Halkın Sosyal
Vaziyeti, Gelenekleri, Dini İnanışları, Osmanlı
Devleti’nden Ayrıldıktan Sonraki Yaşantıları ve Arap
Yarımadasından Arjantin’e Yapılan Göç gibi hususlar
değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
15 Mart 1889 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelen Refik Halid, oldukça genç yaşlarda yazın hayatına girmiştir. II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte süratli
bir şekilde gazetecilik hayatına başlayan Refik Halid
aynı zamanda edebiyat alanında da çalışmalarının
ilk nüvesini oluşturmaya başlamıştır. Buna paralel
olarak kısa sürede siyasetle de yakından ilgilenmiş,
azılı bir İttihat ve Terakki muhalifi olmuş, bu nedenle 1913-1918 yılları arasında Anadolu’da birinci sürgün devrini yaşamıştır. Damat Ferit Paşa Hükümeti
döneminde Posta-Telgraf Umum Müdürü sıfatıyla
Millî Mücadele hareketi karşısında gerçekleştirdiği
eylemlere ilave olarak Alemdâr, Sabah, Peyam-ı Sabah,
Aydede gibi basın-yayın organlarında Kirpi ve Aydede
müstear adlarıyla yazdığı muhalif makalelerinden
dolayı ikinci sürgün devrini de yaşamak zorunda
526
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
kalmıştır. Yazar bunların yanında, Hürriyet ve İtilaf
Fırkası ile Wilson Prensipleri Cemiyeti üyesidir. Bu
örgütler de o dönemde Millî Mücadele karşıtı tutum sergileyen siyasal yapılar arasındadır. Nitekim
Peyam-ı Sabah’ın, Millî Mücadele muhalifi yazarı Ali
Kemal Bey’in İzmit’te 6 Kasım 1922 tarihinde linç
edilmesi üzerine diğer muhalifler gibi Refik Halid de
büyük bir dehşete kapılmış, “Piyer Loti” adlı vapurla 9 Kasım 1922 Perşembe günü eşi Nazıma Hanım
ve oğlu Ender Bey’le birlikte İstanbul’dan ayrılarak
Beyrut’a ulaşmıştır. Böylece Karay’ın 1938’e kadar
sürecek olan ikinci ve daha uzun sürgün dönemi de
başlamıştır. Refik Halid, Beyrut’a geldiği zaman cüzdanında yalnızca VI. Mehmet Vahdettin’in, Aydede’ye
abone bedeli olarak gönderdiği iki yüz Türk lirası
vardır ki İstanbul’u terk ederken vapur biletini dahi
padişahın verdiği bu banknotla tedarik etmiştir. Bu
nedenle Beyrut’ta ilk zamanlar büyük bir maddi sıkıntı çekmiştir.740
I. KARAY’IN SURİYE VE LÜBNAN’DA
GERÇEKLEŞTİRDİĞİ SİYASİ VE KÜLTÜREL
FAALİYETLER
Refik Halid Karay’ın, gelişini, Beyrut gazeteleri önemli bir haber olarak “büyük ve meşhur Türk
muharriri Beyrut’ta” diye bildirmişlerdir.741 Karay,
Beyrut’a742 geldiğinde şehrin mühim bir şahsiyeti
kendisini otelde ziyarete gelmiştir. Bu kişi, Sultan
Abdülhamit Han’ın sabık damadı Ahmet Nami
Bey’dir. Ahmet Nami Bey bir müddet sonra iç savaş
ve ihtilal ortamında karmakarışık bir dönem yaşaRefik Halid Karay, Minelbab İlelmihrab, 2. bs. İstanbul, İnkılap
Yayınevi, 1992, s. 260.
741
Nihat Karaer, Tam Bir Muhalif Refik Halid Karay, Temel
Yayınları, İstanbul, 1998, s. 98.
742
Refik Halid Karay, Sürgün, 7. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul,
1998, s. 11, 12.
740
527
Dr. Yenal Ünal
yan Suriye’ye Cumhurbaşkanı olmuştur.743 Adı geçen kişi, Suriye Devlet Başkanı olduktan sonra Refik
Halid’i Suriye’ye davet etmiş ve maiyetine almıştır.
Bu sayede Karay, sürgünde daha müreffeh bir hayat
yaşamaya başlamıştır.744 Bununla birlikte; Beyrut’ta
bir müddet pahalı otellerde kalan Refik Halid maddi
bakımdan zor duruma düşünce bu şehrin kuzeyinde,
deniz kıyısında küçük yerleşim birimi olan Cünye’de
bir ev kiralayarak orada ailesiyle birlikte yaşamaya
başlamış, 1927 yılına kadar da burada kalmıştır.745
Refik Halid’in yurt dışına çıktığında Ankara
Hükümeti, Lozan Barış Konferansı’na hazırlanıyordu. Nitekim yeni Türk Devleti, 24 Temmuz 1923’te
Lozan’da imzaladığı barış antlaşmasında ülkesinde
150 kişi746 istisna tutulmak şartıyla genel bir af çıkarmayı kabul etmiştir.747 1 Haziran 1924 tarihinde
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in başkanlığında
yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında bu liste bir
kararname hâline getirilmiştir.748 Millî Mücadele yıllarında yaptığı faaliyetlerden dolayı 150 kişilik listeye dahil olanlardan biri de Refik Halid’ti ki bunlar
1927 yılında vatandaşlıktan da çıkarılmışlardır.749
Karay, Ahmet Nami Bey’in başarılı ve kültürlü birisi olduğunu ancak Suriye Devlet Başkanı olduktan sonra etrafına liyakatsiz insanları topladığını belirtmiştir. Bk. Refik Halid Karay, Bir
Ömür Boyunca, 2. Bs. İletişim Yayınları, İstanbul, 1996, s. 252.
744
R. H. Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 49, 50, 249.
745
Mehmet Nuri Yardım, Refik Halid Karay Hayatı, Sanatı, Eserleri
ve Eserlerinden Seçmeler, Hikmet Neşriyat, İstanbul, 2002, s. 18.
746
Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı III, 11. Bs. Türk Edebiyatı Vakfı
Yayınları, İstanbul, 2002, s. 777.
747
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Bakanlar Kurulu Kararlar
Kataloğu, 30.18.1.1/9.27.1.
748
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Bakanlar Kurulu Kararlar
Kataloğu, 30.16.1.1/15.54.10; 30.18.1.1/11.43.16.
749
Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt 2. Millî
Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s. 1206.
743
528
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Karay, Cünye’de yaşantısına devam ederken
yüzellilikler arasında yer alan Gaziantepli Celal
Kadri, Halep’te Doğru Yol adında bir Türkçe gazete
çıkarmak istediğini bildirerek Refik Halid’ten yardım istedi.750 Refik Halid bunun üzerine gazeteye
iki yazı gönderdi. Yazarın bu gazetede yayımladığı ilk yazılar Türkiye’deki yeni rejim aleyhindeydi.
Yazar, Cünye’de iken gazete için Doğru Yol’da yazılarını yayımladığı için sık sık Halep’e gitmiştir. Bu
gidiş gelişler esnasında Halep’teki Türklerle tanışmıştır.751 Refik Halid, Halep’te iken bir aralık Doğru
Yol gazetesine yazdığı yazıların Ankara Hükümet
erkanını rahatsız edici mahiyetinden dolayı sınır
dışı edilmek istenmiş fakat bu talep Fransız Yüksek
Komiserliğince geçiştirilmiştir.752 Bir süre sonra ikinci ve kesin bir talepte daha bulunulmuştur. Bu durumu yerli bir komiser gazete idarehanesine gelerek bizzat Refik Halid’e bildirmiş, birkaç saat içinde
Suriye tabiiyetinden olduğunu bildiren bir belgeyi
yüksek komiserliğin, Halep mümessilliğine göndermediği takdirde derhal sınır dışı edileceğini söylemiştir. İstediği takdirde muamelelerin çabuklaştıracağını da ilave etmiştir. Bunun üzerine Refik Halid
hiç istemediği hâlde Suriye vatandaşlığına geçmiştir. Hâlbuki Lozan muahedesi gereğince mülteciler
Suriye ve Lübnan vatandaşlıklarına geçebiliyor, hatta oralarda memuriyete bile girebiliyorlardı. Suriye
vatandaşlığına geçen Refik Halid’e bir de soy isim
verilmişti. Öyle ki bu tarihten itibaren yazarın resmi
adı Refik Halid Âli Karakayış olmuştur.753
750
Hikmet Münür Ebcioğlu, Kendi Yazıları ile Refik Halid, Semih
Lütfi Kitabevi, İstanbul, 1943, s. 58; Osman Nuri Ekiz, Refik Halid
Karay Hayatı ve Eserleri, Gökşin Yayınları, İstanbul, 1984, s. 17.
751
R. H. Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 51.
752
N. Karaer, a.g.e., s. 105.
753
R. H. Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 209, 212.
529
Dr. Yenal Ünal
Refik Halid, Nisan 1923’te, kendi ifadesiyle
“geçmişi yeniden canlandırmak” maksadıyla Minelbab
İlelmihrab’ı yazmaya girişmiştir. Yazarın hatıratı,
Akşam gazetesinde 1924 yılında yayımlanmaya başlamıştır.754 Ancak bu gazetede yazarın hatıratının
yayımlanacağı ilan edilir edilmez basında ciddi münakaşalar başlamış, Dahiliye Vekili Ahmet Ferit’in
verdiği bir emirle de neşir men edilmişti.755 Refik
Halid de geçim sıkıntısı nedeniyle ailesini İstanbul’a
gönderdikten sonra Halep’te Doğru Yol gazetesini756
çıkaran Celal Kadri ve Hasan Sadık’ın talebi doğrultusunda bu şehre gidip yerleşmiştir.757 Yazar bu
gazetede muntazam yazılar kaleme almıştır. Hatta
İstanbul’da Vakit gazetesi “Ayşegül” adlı yazısını iktibas etmiştir. Sonradan İstanbul gazeteleri yazılarını
adeta kapışmaya başlamışlardır.758
Refik Halid, 1926 senesine kadar yayın felsefesini beğenmemekle beraber geçimini temin için
Doğru Yol gazetesine yazılar yazmıştır. Fakat bu yazılar daha çok edebî konuları ihtiva etmektedir.759
Karay, Beyrut’ta yalnız kaldığı bu dönemde 1927
R. H. Karay, Minelbab İlelmihrab, s. 7, 8; Şükran Kurdakul,
Çağdaş Türk Edebiyatı II, Meşrutiyet Dönemi, 4. Bs. Bilgi Yayınları,
Ankara, 1994, s. 55.
755
H. M. Ebcioğlu, a.g.e., s. 59.
756
Hüseyin Engin, Refik Halid Karay, Engin Yayıncılık, İstanbul,
1997, s. 42.
757
R. H. Karay, Minelbab İlelmihrab, s. 28.
758
N. Karaer, a.g.e., s. 99; M. N. Yardım, a.g.e., s. 18.
759
H. M. Ebcioğlu, a.g.e., s. 59; Yazarın bu gazetede yayımladığı
“Bir İçim Su”, “Ayşegül”, “Türk Mezarı”, “Caber Kalesi”, “Amuk
Ovası”, “Kır Kahvesi” adlı yazıları Türk Edebiyatının en nadide
eserleri arasına giren ve Türkçenin zirveye ulaştığı “Bir İçim Su”
adlı kitabında toplanmıştır. Bk. Refik Halid Karay, Bir İçim Su,
İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2005.
754
530
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yılında ikinci defa760 evlenmiştir.761 İkinci evliliğini
Nihal Hanım’la yapan Refik Halid, Halep’e gitmekten vazgeçmiş yeni eşi ile birlikte Cünye’de oturmaya
başlamıştır. Lakin bu inziva hayatı uzun sürmemiş,
Halep’ten gelen bir mektupla sona ermiştir. Mektubu
yazan Nuri Genç,762 Halep’te milliyetçi bir gazete çıkaracağını ve bu gazetenin de Refik Halid tarafından
idare edilmesini istemiştir. Karay, bu isteğe sıcak
bakmıştır. 18 Mayıs 1928 tarihinde yayımlanmaya
başlayan bu gazeteye Vahdet adını vermişlerdir.763
Edebî müdürlüğünü Refik Halid’in764 yaptığı gazetede Türk inkılabı lehine yazılar yazılmıştır. Bunu
neticesinde gazete, Ankara’dan önemli sayılabilecek
bir destek görmüştür. Refik Halid, artık eşi Nihal
Hanımın da tesiriyle yeni rejime açıktan açığa taraftar yazılar yazmaya başlamıştır. Görünen gerçek oku
ki, 1928 yılından itibaren yazarın, Türkiye’nin yeni
rejimine ve liderlerine bakışında çok keskin bir değişim olmuştur. Karay, artık Cumhuriyet rejimini
kabullenmiştir.765 Hatta 1 Kasım 1928 tarihinde gerçekleşen harf inkilabını, Türkçeye ve Türk edebiyatına büyük yenilikler getireceği düşüncesiyle yürekten
desteklemiştir.766
Refik Halid, Halep’te otururken, o dönemde buranın bir sayfiyesi durumunda bulunan
O. N. Ekiz, a.g.e., s. 17; N. Karaer, a.g.e., s. 99, 100.
M. N. Yardım, a.g.e., s. 18.
762
Şerif Aktaş, Refik Halid Karay, Akçağ Yayınevi, Ankara, 2004,
s. 52.
763
Ali İmren, Refik Halid Karay (Hayatı ve Eserleri), Yeryüzü
Yayınevi, Ankara, 2002, s. 9.
764
Bayram Arslantaş, Refik Halid ve Millî Mücadele, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisan Tezi),
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 2003, s. 88.
765
H. M. Ebcioğlu, a.g.e., s. 67, 68.
766
Refik Halid Karay, Deli-Ankara, 4. Bs. İnkılap Yayınevi,
İstanbul, [t.y.], s. 38, 39.
760
761
531
Dr. Yenal Ünal
Antakya’ya767sık sık gidip gelmiştir. Orada görüştüğü Antakyalı gençlerden768 bir grup da, memleketlerinin Türklük davasını gütmek ve fikirlerini yaymak
için önce Yeni Mecmua daha sonra bu gazetenin yerine Yeni Gün adlı bir gazeteyi çıkarmaktaydılar. Refik
Halid, Türkiye ile irtibatı olan bu Kemalist gençlerle samimi münasebetlerde769 bulunmakta ve dava
hakkında, onların heveslerini artırıcı bir yol izlemekteydi.770 Karay, Hatay davası hakkında farkındalık yaratmaya çalışan yazılarını, Fransızları kuşkulandırmayacak bir şekilde Vahdet gazetesinde yayımlıyordu.771 Yazara göre “Atatürk’ün arzuladığı büyük
Hatay, engel olanlar çıkmasaydı belki hakikat olabilirdi.
Zira Halep’in şimali Türklerle meskûndu. Halep coğrafi ve
iktisadi vaziyeti icabı Türkiye’ye bağlıydı. Halkın çoğunluğu bu şehirde gizlice Türk bayraklarını hazırlamış, hudutlardan Türk ordusunun girişini bekliyordu.”772 Ancak bu
durum gerçekleşmedi. Bununla birlikte Karay’a göre
şartlar elverişli olsaydı bugünkü Hatay’dan çok daha
büyük bir kara parçası, Kuzey Suriye’nin tamamının
Türkiye’ye bağlanması mümkün olabilirdi. Bu proje
O. N. Ekiz, a.g.e., s. 17.
Bu gençler, gizli bir toplantıda kendilerine katkılarından dolayı üstünde “Antakya gençliğinden üstad Refik Halid’e. Tarih 1930”
yazılı altın stilo kalemi hediye etmişler ve onun yönlendirmelerini dikkate almışlardır. Ayrıntılı bilgi için bk. R. H. Karay,
Minelbab İlelmihrab, s. 33.
769
Ş. Aktaş, a.g.e., s. 53.
770
N. Karaer, a.g.e., s. 101, 103.
771
Yazarın bu gazetede Antakya ile ilgili olarak kaleme aldığı yazıların bir kısmı daha sonradan bazı eserlerine de eklenmiştir. Örneğin “Hatay’ı Hulasa”, “Hatay’ın Dört Kapısı”,
“Fransız Edebiyatında Antakya”, “Tarihe Gömülü Antakya”, “Hatay
Yaylalarında” adlı yazılar Sakın Aldanma İnanma Kanma isimli eseri oluşturan en önemli kalem tecrübelerindendir. Ayrıntılı bilgi
için bk. Refik Halid Karay, Sakın Aldanma, İnanma, Kanma, 2. Bs.
Semih Lütfi Yayınevi, İstanbul, [t.y.], s. 82, 142.
772
R. H. Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 298.
767
768
532
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
yazar tarafından “Büyük Hatay” olarak adlandırılmıştır. Karay’a göre Hatay hiçbir surette Türkiye’den
ayrı düşünülemez. Hem coğrafya hem tarih hem de
sosyal yapı bunu kabul etmez. Nitekim Refik Halid,
Türkiye’den ayrı olduğu dönemde bile Hatay ahalisinin ülkede meydana gelen gelişmeleri yakından
takip ettiğini bildirmektedir. 2000 Yılın Sevgilisi adlı
yapıtında “…Anavatanda sadece inkılaba ayak uydurmaktan ibaret, yarı zoraki hareket Hatay’da bir vatanseverlik mahiyetini almıştı”773 şeklinde bir pasaj geçmektedir. Yazar Hataylıların, Türkiye’deki ahaliden daha
ateşli bir şekilde Atatürk’ün yapmaya çalıştığı inkılap hareketlerini takip ettiğini bildirmektedir.
Karay’ın, Suriye’de iken vatan hasretine tercüman olan Türk Mezarı774 adlı yazısı, millî his yönünden çok önemlidir. Muharrir, Hicri 626 senesinde
Halep yakınlarında Fırat nehri sularında boğularak,
o civara gömülen Süleyman Şah’ın mezarının harap
vaziyetinden bahseden bir yazı yazmıştır. Büyük bir
üzüntüyle yazdığı yazının Vahdet’te yayımlanması
üzerine, Ankara Hükümeti, Halep Konsolosluğu’na
tahsisat göndererek, derhal burayı tamir ettirmiştir.
775
Atatürk, Refik Halid’in Vahdet gazetesinde yayımladığı yazıları ve Hatay’ın Anavatan’a katılması
için gösterdiği gayretleri yakından takip etmiştir.
Halep Konsolosluğu’na, gazetenin bütün sayılarının Ankara’ya gönderilmesi için emir verilmiştir.776
Nitekim Refik Halid, yazılarının Atatürk tarafından
sevilerek ve beğenilerek okunduğunu belirtmektedir.777 Öyle ki bir arkadaşı Refik Halid’e, Atatürk’ün
Refik Halid Karay, 2000 Yılın Sevgilisi, İnkılap ve Aka Yayınevi,
İstanbul, 1972, s. 6.
774
R. H. Karay, Bir İçim Su, s. 46, 50; Vahdet, 18 Mart 1929.
775
N. Karaer, a.g.e., s. 102.
776
H. M. Ebcioğlu, a.g.e., s. 77.
777
R. H. Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 50; Yakup Kadri
773
533
Dr. Yenal Ünal
kendisi hakkında “Refik Halid orada Türk kültürüne
daima hizmet etti”778 şeklinde bir cümle kurduğunu
bildirmiştir.
II. SURİYE VE LÜBNAN’IN I. DÜNYA
SAVAŞI’NDAN SONRA SİYASİ DURUMU VE
TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİ
Refik Halid Karay, eserlerinde Türkiye’de ayrıldıktan sonra Arap ülkeleri ve Arap halklarının
vaziyeti hakkında ısrarla durmuş bir yazardır. İkinci
sürgün hayatının tamamını Lübnan ve Suriye’nin çeşitli şehirlerinde geçiren yazar, bu ülkelerde yaşanan
gelişmelerle alakalı olarak birçok saptamada bulunmuştur. Evlatlarının belirttiği üzere Araplara karşı
ciddi bir beğeni duygusu beslemeyen Karay, 16 yıl
Araplarla birlikte yaşadığı hâlde Arapçayı tam manasıyla öğrenmek istememiş, bu dili konuşmamış ve
yazmamıştır. Üstelik çocuklarının Arapça öğrenmelerini de arzulamamıştır.779
Karay, eserlerinde bu yörelerin siyasi vaziyeti
hakkında bilgi verirken öncelikle önemli bir detayı ön
plana çıkarmaktadır. Yazara göre Umumi Harp’ten
sonra Suriye büyük bir karşılıklığa sürüklenmiş ve
kabile savaşlarına sahne olmuştur. Ülkede adeta bir
iç savaş ortamı yaşanmıştır. Bir Ömür Boyunca adlı
eserinde konuyla ilgili olarak şu bilgileri vermiştir:
“Zaten Suriye’de bu sırada ihtilal olmuş, memleket iç harbe sürüklenmiş, Şam topa tutulmuş, tel örgülerle çevrilmiş fakat buna rağmen geceleri birçok çete şehre hücum
etmeye devam etmiştir.”780 Bu cümlelerden anlaşıldığına göre 9 Kasım 1922 tarihinde Beyrut’a giden yazar
Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, haz. Atilla
Özkırımlı, 2. Bs. İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, s. 72.
778
R. H. Karay, Minelbab İlelmihrab, s. 33.
779
N. Karaer, a.g.e., s. 119.
780
R. H. Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 50.
534
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Fransız mandası altındaki Suriye’nin 1920’li yıllarda
oldukça karışık bir dönemdem geçtiği beyan etmektedir. Karay’a göre oturmamış bir devlet sisteminin,
devlet otoritesini tanımayan çetelerin, bu manzara
karşısında ne yapacağını bilmeyen büyük bir halk
kitlesinin elinde Suriye’nin karanlık bir döneme girdiğini ifade etmektedir. Bölgede Dürziler, Aleviler,
Sunniler, Hristiyan Araplar ve Tükler arasında çeşitli
anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Fransızlar, Suriye’yi
muhtelif bölgelere ayırmak suretiyle yönetmenin
daha kolay olduğunu anladıktan sonra bu grupların her birine yönelik ayrı birer yönetim sahası teşkil
etmişlerdir. Kısacası Suriye’deki istikrarsızlık bir anlamda Fransa’yı memnun etmiştir.781
Yazarın siyasi bahis manasında üzerinde
durduğu diğer bir önemli konu Suriye’yi mandası altına alan Fransa’nın, Türkiye’ye bakışı ve
Türklere karşı geliştirdiği politikalardır. Fransızlar,
20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’yla Ankara
Hükümeti’yle barış yapmasına rağmen, Lozan Barış
Antlaşması’ndan sonra bile Türkiye’ye kuşkuyla
bakmışlardır. Türkiye’de yaşanan gelişmeler hakkında sürekli bilgi toplayan Fransızlar, sınır bölgelerinde istihbarat çalışmalarında da bulunmuşlardır.
Nitekim eski dönemlerde Ceziretü’l-İbnü’l-Ömer
olarak anılan bugünkü Cizre’nin hemen güney kesiminde, Türk topraklarına adeta bir burun gibi sokulan toprak parçası o dönemlerde “Ördekgagası”
olarak nitelendirilmiştir. Bu tarihlerde Fransızlar,
Türkiye hakkında istihbarat toplamak için bu alanı
üs bölgesi olarak kullanmışlardır. Karay, Yezidin Kızı
adlı eserinde bu hususla ilgili olarak şöyle bir pasaja yer vermiştir: “…Ördekgagası haberalma şefidir dedi
ve sonra anlamadığımı görünce ekledi, yukarı Cezire’nin
781
Özgür Sarı, Suriye’de Liberalleşme Hareketleri ve Sivil Toplum
Örgütleri, Çizgi Kitabevi, Konya, 2011, s. 25, 26.
535
Dr. Yenal Ünal
Türkiye-Irak arasına sıkışmış bir parçası… Şeklinden, kinaye bu adı vermişlerdi; son anlaşmada bize… Pardon,
Suriye’ye terkettiniz.”782
Refik Halid’in, I. Dünya Savaşı sonrasında
Suriye’deki siyasi yapı hakkında üzerinde durduğu
bir başka mühim konu, Suriye ve Lübnan’ı bu dönemlerde yöneten şahıslardır. I. Dünya Savaşı’nın
sonunda Türkiye’den ayrılan bu topraklarda her
ne kadar Fransız ve İngiliz mandası kurulmuş olsa
da yönetim kademesindeki kişilerin çoğunu, eski
dönemlerde Osmanlı bürokrasinden yetişmiş ve I.
Dünya Savaşı’ndan sonra mensubu bulundukları ülkelere giderek buralarda çok önemli siyasi görevler
üstlenen devlet adamları oluşturmaktaydı. Nitekim
muharrir, bu hususlar hakkında eserlerinde bol
miktarda bilgi vermektedir. Bir Ömür Oyunca adlı
yapıtında bu hususa ilişkin olarak oldukça önemli
bir örnek vermektedir. Sultan Abdülhamid’in eski
damadı Ahmet Nami Bey daha sonradan Suriye
Devlet Reisi olmuştu. Suriye’nin önde gelen ailelerinden birinin çocuğu olan Ahmed Nami Bey 1873’te
Beyrut’ta doğmuş, Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş ve
9 Ağustos 1911’de Bebek’te Sultan Abdülhamid’in
kızlarından Ayşe Sultan ile evlenmişti. Bu evlilikten
Ömer ve Osman isminde iki oğlu olan Ahmed Nami
Bey, 1919’da Ayşe Sultan’dan boşanmıştır. Daha sonra Türkiye’den ayrılıp, Şam’a yerleşen Ahmet Nami
Bey, 28 Nisan 1926 ile 15 Şubat 1928 tarihleri arasında
Suriye’de Cumhurbaşkanlığı yapmıştır.783 Karay’ın
Refik Halid Karay, Yezidin Kızı, İnkılap Kitabevi, İstanbul,
1992, s. 18.
783
Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı Sultan Vahdeddin,
sürgünde yaşadığı İtalya’nın San Remo kasabasında 16 Mayıs
1926 tarihinde vefat etmiştir. Cenazeyi Suriye Cumhurbaşkanı
Ahmed Nami Bey, Suriye’ye kabul etmiştir. Cenaze, Haziran
ayının son günlerinde, Şam’daki Selimiye Camii’nin avlusuna
defnedilmiştir. Abdülhamid’in kardeşi Sultan Vahdeddin’in ce782
536
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
ifadesine göre Ahmet Nami Bey, “Osmanlı döneminde
İstanbul’da Harbiye Mektebi’nde bulunmuş, matematiğe
meraklı, kültürlü bir zattı. Tabiatıyla Türkçe’yi mükemmel
konuşuyordu.”784 Görünek gerçek o ki Osmanlı Devleti
döneminde Türkiye’de eğitim alan ve daha sonradan
Abdülhamid’in kızıyla evlenen bu zat, Suriye’de
1926-1928 yılları arasında en yüksek yönetici pozisyonuna ulaşmıştır. Yine Bir Ömür Boyunca adlı eserinde Osmanlı bürokrasisinde en üst mertebelerden
birine ulaşıp daha sonradan Arap ülkerinde faaliyet
gösteren bir başka ünlü devlet adamı hakkında daha
malumat verilmiştir. Yazar söz konusu eserinde
Semih Mümtaz Bey hakkında yazdığı bir metinde
Arap İzzet Paşa adında bir zattan bahsetmektedir:
“…Fakat hepsinden önemlisi, Abdülhamit’in meşhur
Arap İzzet denilen en yakını, milyoner Şamlı’nın damadı
olmasıydı.”785 Hakikaten söz konusu Arap İzzet Paşa,
II. Abdülhamid’in iktidar yıllarında, padişahın sırdaşı ve önde gelen devlet adamlarından birisiydi. O
dönemde İzzet Holo Paşa olarak da tanınmaktaydı.
Paşa’nın büyük oğlu Mehmed Ali Bey, 1967’de Şam’da
doğmuştu. Babasının İstanbul’a gelip Abdülhamid’in
hizmetine girmesinden sonra Galatasaray Lisesi’ni
bitirmiş, Paris’te hukuk fakültesinden mezun olmuş
ve bir ara Osmanlı İmparatorluğu’nun Washington
Büyükelçiliği’ni yapmıştı. Ailesinin Türkiye’den ayrılmasından sonra Suriye’ye gidip oranın vatandaşlığına geçmişti. Burada önce maliye bakanı oldu. 11
Haziran 1932’de de Cumhurbaşkanı seçildi. Mehmed
Ali Bey, Şam’da o dönemde Muhammed Ali el-Âbid
nazesini merasimle kaldırmak, 1962’de Beyrut’ta vefat eden hanedanın eski damadı Ahmed Nami Bey’e düşmüştür. Bk. Murat
Bardakçı, “Beşar’ın Koltuğunun İlk Sahipleri, Yıldız Sarayından
Yetişmiş Bu İki Osmanlı İdi”, Habertürk, 01.07.2012.
784
R. H. Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 252.
785
R. H. Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 324; R. H. Karay, Sürgün, s.
202.
537
Dr. Yenal Ünal
ismiyle anılıyordu. 21 Aralık 1936 tarihine kadar
Suriye’nin, Cumhurbaşkanlığını yaptı.786 Osmanlı
bürokrasisinde yetişen Ahmet Nami Bey ve Mehmet
Ali Bey, ilerleyen yıllarda Suriye’ye, farklı tarihlerde Cumhurbaşkanı olmuşlardır. Zaten bu dönemde
Fransız mandası altında Suriye, Osmanlı döneminden kalma siyasi elitler vasıtasıyla yönetiliyordu.
Bu bir anlamda Suriye’de Türk yönetim geleneğinin
devam etmesine vesile olmuştur. Çünkü bu şahıslar
Türk eğitim sisteminden geçmişler ve Türk idare
geleneği hamurunda yoğrulmuşlardır. Dolayısıyla
Suriye’de, I. Dünya Savaşı’ndan sonra en az 15-20
yıl boyunca Türk idare geleneğinin yaşadığını ifade edebiliriz.787 Refik Halid, Dört Yapraklı Yonca adlı
eserinde yine bu konuyla ilgili olarak şu pasaja yer
vermiştir: “Böyle söyleyen zat Irak ayan azasından ve sabık vezirlerinden Faiz Taib Bey’dir; Osmanlı Devleti ayanından, evvelce Kassam-ı Askerî Hoca Erbilli Abdüllatif
Taib Efendi’nin torunu.”788 Görüldüğü üzere Irak ayan
üyelerinden ve eski vezirlerinden Faiz Taib Bey, eski
devirlerde Osmanlı Devleti’nde çok önemli görevler
almış bir zatın torunudur. Dolayısıyla bir anlamda
Irak’ta, Osmanlı yönetim geleneğinin yaşamasına vesile olmuştur. Karay, bir başka eseri olan Dişi
Örümcek’te savaştan önce Osmanlı Devleti’nin çeşitli
kademelerinde görevler alıp I. Dünya Savaşı’ndan
sonra yeni kurulan Arap ülkelerine giderek önemli
görevler üstlenen şahıslardan şöyle bahsetmektedir:
“Ebu Ali henüz çıkmıştı ki odaya Zahir Bey Elabuci girdi.
Memleketin eşrafından, vaktiyle Birinci Osmanlı Mebusan
Meclisi’nde bulunmuş, oğullarını mülkiye mektebinde
okutarak vilayet maiyet memurluklarına tayin ettirmiş bir
M. Bardakçı, a.g.m., 01.07.2012.
Ö. Sarı, a.g.e., s. 26.
788
Refik Halid Karay, Dört Yapraklı Gonca, İnkılap Yayınevi,
İstanbul, 2005, s. 127.
786
787
538
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
zatın torunu idi; düzgün Türkçe konuşur, Türklerle düşer kalkar, bilhassa şehre gelen Türk artistlerinin peşinden
ayrılmaz, ikide bir konsoloshaneye uğrayıp memurlarla
gevezelik etmeyi de unutmazdı. Her yıl İstanbul’a gider
aylarca kalırdı.”789 Bu eserinde de yazar yine kadim
devirlerde Osmanlı yönetim sistemi içinde bulunup,
devletin yıkılmasından sonra kendi memleketlerine
dönüp oralarda önemli mevkiilere gelmiş şahıslar
hakkında bilgi vermiştir. Bir Ömür Boyunca adlı yapıtında yine İstanbul’da bir dönem talebelik yapmış
olan bir zatın savaştan sonra Beyrut’un bir sayfiyesi
konumunda bulunan Cünye’ye, Kaymakam olduğu bilgisi verilmiştir. Söz konusu zat, Karay’ın bu
topraklara geldiği ilk sıralarda bir pavyonda başına
gelen hadise neticesinde karakola düşmesi üzerine
ona ciddi bir yardımda bulunarak hapisten kurtarmıştır. İstanbul’da, Mülkiye Mektebi’nde okuyan ve
o yıllarda Refik Halid’i büyük bir beğeniyle takip
eden bu kişi öğrencilik yıllarında bir sabah vapurda
Refik Halid, Falih Rıfkı, Necmettin Sadak ve Yakup
Kadri ile karşılaşmış Refik Halid’in davetiyle onların sohbetine katılmıştır. İşte bu kişi, yıllar sonra
Karay’ın karşısına Cünye’de çıkmış ve onu müşkül
bir durumdan kurtarmıştır.790 Görüldüğü üzere kozmopolitik bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti dağıldıktan sonra etnik köken temelinde birçok insan
kendi memleketlerine dönmüş, buralarda yeni vazifeler almışlardır. Bununla birlikte almış oldukları
bu görevleri uygularken imparatorluk kültüründen
edindikleri gelenekleri aynı şekilde bu ülkelerde de
uygulamaya çalışmışlardır. Bu da bir anlamda Türk
idare kültürünün bu ülkelerde yaşatılmasına katkı
sunmuştur.
Refik Halid Karay, Dişi Örümcek, İnkılap ve Aka Yayınevi,
İstanbul, 1974, s. 43.
790
R. H. Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 17, 21.
789
539
Dr. Yenal Ünal
Karay’ın büyük savaş sonrasında Suriye’deki
siyasi yapı hakkında üzerinde durduğu mühim
konulardan biri de Suriye’deki politik gruplardır.
Karay, Yezidin Kızı adlı eserinde I. Dünya Savaşı’ndan
sonra Suriye’de birbirinden farklı amaçlar doğrultusunda hareket eden birçok siyasi grubun olduğunu
ve bu grupların büyük bir bölümünün de Türkiye’de
kurulan yeni rejime karşı muhalif tutum sergileyerek
Türkiye aleyhinde faaliyet gösterdiğini bildirmiştir.
Söz konusu eserde yazar konuyla ilgili olarak şu
bilgilere yer vermiştir: “Suriye’de gene bilmiyorum ki,
yeni Türk rejimine muhalif ve onun devrilmesini isteyen
şekil şekil gruplar vardı. Bunlardan bir kısmı yabancıydı.
Kilikya’dan çekilmelerini unutamayan bir kısım subaylar
ve onların elemanları... Sonra kuvvetli bir Türkiye’yi Arap
birliği için tehlikeli gören nasyonalistler... Daha sonra,
ancak Cumhuriyet’in yıkılmasıyla vatanlarına dönebileceklerini sanan Osmanlı hanedanı üyeleri ve yüzellilikler... Ermeni ve Kürd bağımsızlığını tasarlayan komiteleri
de bunlara eklersek Suriye, her türlü düşmanlık hareketine uygun bir geniş meydandı.”791 Görünen gerçek o
ki Türkiye’de kurulan Cumhuriyet rejimi Suriye’de
ciddi bir rahatsızlık oluşturmuştur. Millî Mücadele
yıllarında Anadolu’nun güneyini işgal eden ve 20
Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’yla geri çekilmek zorunda kalan Fransız subaylar, Arap birliği
oluşturmak isteyen milliyetçiler, Halifeliğin kaldırılmasından sonra yurt dışına gönderilen Osmanlı
hanedanı üyeleri, yüzellilikler, Ermeni ve Kürd komiteleri yeni Türk Devleti’ne karşı hasmane tavırlar
takınmışlardır. Kimi zaman bu tavırlarını eyleme
dökerek Türkiye aleyhinde bir takım eylemlere girişmişlerdir.792 Nitekim bu politik gruplardan birkaçı
R. H. Karay, Yezidin Kızı, s. 13, 14.
Karay eserlerinde Suriye’deki Fransız askeri varlığına da
sıkı sık temas etmektedir. Örneğin Yezidin Kızı adlı eserinde
791
792
540
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
İngilizler tarafından Türkiye aleyhine yönlendirilmişler ve Türkiye zararına eyleme geçirilmişlerdir.
Öyle ki İngilizler bazı Kürd ve Ermeni şahısların iştirakıyla Hoybun adında bir cemiyet kurmuşlardır.
Bu cemiyet Türkiye’ye karşı bazı silahlı faaliyetler
gerçekleştirmiştir. Hoybun Cemiyeti’ni bir anlamda
bugünkü PKK terör örgütüne benzetebiliriz. Karay,
bu çok önemli hususla ilgili olarak Yezidin Kızı adlı
yapıtında şu fevkalade önemli bilgileri vermektedir:
“Bu rolün memleketimle ilişkili olması kuşkusuyla birden
kan başıma çıktı. İngiliz yüzbaşısı Mod-Fold’un yedi sene
evvel Bağdat’ta Kürd ve Ermenilerden bazılarını toplayarak Hoybun isminde bir cemiyet kurduğunu, bu komitenin
Şeyh Said ve Ağrı Dağı isyanlarıyla bizi yorduğunu, hâlâ
da emniyet teşkilatımızı meşgul ettiğini mebusken öğrenmiştim.”793 Bu bilgilerden yola çıkarak Refik Halid’in,
Türkiye aleyhine faaliyet gösteren İngiliz destekli
Hoybun adlı siyasi ve askeri hareketi oldukça yakından takip ettiğini ifade edebiliriz.794
Karay’ın eserlerinde bu coğrafyada yaşayan
Ermeniler hakkında da bilgi verdiği görülmektedir. Yazara göre Suriye’de ve özellikle Lübnan’da
azımsanamayacak sayıda Ermeni göçmen yaşamaktadır. Bunların büyük bir bölümü I. Dünya
Savaşı sırasındaki techir hareketiyle bu topraklara
gelmişti.795 Buna ilave olarak Fransızların, Ankara
“Vapurda daha birçok Fransız subayı var, izinlerini bitirip yaz sonu
gene Suriye’ye dönen subaylar…” şekline bir bahis geçmektedir.
Bk. R. H. Karay, Yezidin Kızı, s. 17.
793
R. H. Karay, Yezidin Kızı, s. 12.
794
Hoybun Cemiyeti hakkında daha fazla bilgi için bk. Oğuz
Aytepe, “Yeni Belgelerin Işığında Hoybun Cemiyeti”, Toplumsal
Tarih Dergisi, Sayı 58, Ekim 1998, s. 50-55.
795
Refik Halid, Ermenilerin tehcir edilmesinin sebebi olarak şu
düşünceleri ileri sürmüştür: “…Halbuki bizde tehcire tabi tutulan
cemaat, cinsdaşlarımızı imha hareketine girişmişler ve düşmana öncülük etmişlerdi” Ayrıntılı bilgi için bk. R. H. Karay, Bir Ömür
541
Dr. Yenal Ünal
Antlaşması’na binaen Türkiye’nin güney bölgelerini boşaltmasıyla birlikte bölgedeki Ermeniler de
Suriye’ye ve Lübnan’a göç etmişlerdi.796 Çünkü Millî
Mücadele yılları boyunca özellikle Çukurova yöresinde Fransızlarla işbirliği yaparak, onlara yardım
ettikleri gibi çok sayıda Türk’ü de katletmişlerdi.
Bu nedenle 1921 sonlarında Anadolu’dan, Suriye’ye
ve Lübnan’a kısmi bir Ermeni göçü yaşanmıştır.797
Suriye’de ve Lübnan’da yaşayan bu Ermenilerin bir
bölümü daha sonradan Güney Amerika ülkeleriyle
Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşmişlerdir.798
Refik Halid, Lübnan’ın yeni bir siyasi teşekkül olarak Suriye’nin içerisinden çıkıp bağımsız bir
devlet konumuna geçmesine de eserlerinde yer vermiştir. Karay’a göre Lübnan, Fransızlar tarafından
Suriye’nin aleyhine olacak şekilde büyütülmüştür.
Yezidin Kızı adlı eserinde konuyla alakalı olarak
şu önemli bilgiyi vermiştir: “…Biliyorum Lübnan,
Suriye’nin zararına büyütülmüştür. Aleviler ve Dürziler
için ayrı birer hükümet kurulmuştur. Fakat bu hükümet
cüceleri Beyrut’taki, Yüce Komiserin ve delegelerinin
kayıtsız şartsız nüfuzu altında birer sömürge durumundadır.”799 Görüldüğü üzere Suriye toprakları parçalanarak Lübnan adında yeni bir yönetim alanı teşkil
edilmiş, buradaki Alevi ve Dürzi kitleleri için birer
hükümet oluşturulmuştur. Fakat bu hükümetler bağımsız değil; Fransız yöneticlerinin kontrolü altındadır. Yani yeni yönetim de bir anlamda manda yönetimi altındadır. Nitekim Fransızlar, Suriyeliler’in
Boyunca, s. 219.
796
R. H. Karay, Sürgün, s. 43, 44, 55, 59.
797
Refik Halid Karay, Çete, 3. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul, [t.y.],
s. 17.
798
Refik Halid Karay, Bugünün Saraylısı, İnkılap Yayınevi,
İstanbul, 2002, s. 149.
799
R. H. Karay, Yezidin Kızı, s. 9.
542
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
kendi toprakları olarak gördükleri Lübnan’ı, ayrı
bir devlet yapmak için 23 Mayıs 1926 tarihinde bir
anayasa hazırladılar. Lübnan, bu anayasaya göre
Fransız idaresinden sonra artık bağımsız bir devlet
olacaktı. Fakat alınan bu karar Suriye’yi karıştırdı.
Bununla birlikte Fransa’nın, Lübnan Devleti’ni kurma hayalini eyleme döken kişi Arap İzzet Paşa’nın
oğlu Mehmed Ali Bey olmuştur. Mehmet Ali Bey,
1934 yılında Fransızlarla hürriyet meselesini görüşmeye başladığında Suriye’nin bağımsızlığına karşılık Lübnan’ın Suriye’den ayrılmasını kabul etmiştir.
Ortadoğu’da asırlar boyunca Lübnan diye bir ülke,
Lübnanlı diye bir ulus olmamıştı. 1926 ve 1934 yıllarında çeşitli vesilelerle temeli atılan Lübnan, 1943 yılında Suriye’den ayrılarak resmen bağımsız bir ülke
hâline gelmiştir.800
Karay’ın eserlerinde Suriye ve Lübnan coğrafyalarının siyasi vaziyeti hakkında verdiği bir
diğer ilginç bilgi de Cemal Paşa’nın, Suriye’den ve
Lübnan’dan Dürzileri, Anadolu içlerine göç ettirmesidir. Yazarın, Deli-Ankara adlı eserinde “Cemal
Paşa’nın Anadolu’ya, Suriye ve Lübnanlıları tehcir etmesi
de aynı seneye rast gelir. Allah rahmet etsin, Paşa elimizdeki avucumuzdaki altınları Arap illerine çeker, yerine
dili dilimize huyu huyumuza uymaz, burnuzlu maşlahlı
sıcak iklim mahlûkatı yollardı”801 şeklinde bir pasaja yer
verilmiştir. Yine Çete adlı yapıtında “Cemal Paşa’nın,
Suriye yer değiştiriminde Lüban’dan Anadolu içlerine sürülen bu Dürzi tuhaf rastlantılarla Rusya’ya geçmiş…”802
şeklinde bir cümle yer almıştır. Kuvvetle muhtemel
Cemal Paşa bu bölgede karışıklık çıkarıp, düzeni
bozan bazı yerel grupları Anadolu’ya göndermek
suretiyle bölgede sukuneti sağlama gayreti içerisine
M. Bardakçı, a.g.m., 01.07.2012.
R. H. Karay, Deli-Ankara, s. 56.
802
R. H. Karay, Çete, s. 76.
800
801
543
Dr. Yenal Ünal
girmiştir. Çünkü bölgede etnik ve dini temelli biribirinden farklı birçok grup bulunmaktadır. Bunların
büyük bir bölümü de birbirleriyle çatışma hâlindedir.
III. SURİYE VE LÜBNAN’DA YAŞAYAN
HALKIN SOSYAL VAZİYETİ
Refik Halid Karay, eserlerinde 16 yıl sürgünde kaldığı Suriye ve Lübnan bölgeleri ağırlıklı olmak
üzere bütün Arap memleketlerinde yaşayan halkların sosyal durumu hakkında oldukça önemli bilgiler
vermiştir. 1922 yılında Beyrut’a geldiğinde, bu toprakların artık Türk hâkimiyetinden çıkmış olmasına
rağmen Türk kültürünün hâlâ yaşadığına tanık olmuştur. Yazar, Suriye’nin, Türkiye’den siyasal manada ayrılmasına rağmen bu topraklarda her alanda
Türk etkisinin devam ettiğini belirtmiştir. Örneğin
Deli-Ankara adlı yapıtında 1937-1938’lere kadar
Osmanlı paralarının bu topraklarda halen tedavülde olduğunu belirtmiştir. Yazar, Osmanlı paralarıyla
bu topraklarda çok rahat bir şekilde alışveriş yapabildiklerini, günlük ihtiyaçlarını giderebildiklerini
beyan etmiştir. Söz konusu eserde konuyla alakalı
olarak şu bilgilere verilmiştir: “…Son senelere kadar,
biz Halep’te altın liralarımızla, gümüş mecidiye ve çeyreklerimizle alışveriş ederdik. Sonunda madeni Osmanlı
sikkesi piyasadan çekildi; Fransız tabiiyetine girip Fransız
Bankası’na yerleşti. Metropol Fransa onları da sömürüvermişti.”803 Dolayısıyla siyasi antlaşmalarla sınırların yeniden belirlenmesine ve eski Osmanlı topraklarında yeni devletler çıkmasına rağmen sosyal,
kültürel ve ekonomik geleneklerin bir anda ortadan
kaybolmadığını düşünmüştür.
803
R. H. Karay, Deli-Ankara, s. 56; R. H. Karay, Sürgün, s. 134.
544
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Arap halkının Türklere bakışını, bu milletin
Türkler hakkında neler düşündüğünü merak eden
Refik Halid, yapıtlarında bu hususlarla ilgili gözlemlerine de yer vermiştir. Karay’a göre Arapların
Türklere bakışı kimi zaman eskiye dönük geleneklerin de verdiği tesirle bir hayranlık hâlini almış;
ancak çoğu zaman yaşanan çeşitli siyasi, askeri olaylar nedeniyle düşmanlık ve kıskançlık raddesine
varmıştır. Karay, özellikle Hatay meselesi sebebiyle
Suriyeliler’in Türkiye’ye büyük bir husumet beslediğini düşünmüştür. Ona göre İngiliz politikaları
sonucu Osmanlı Devleti’ne büyük bir ihanet girişimi içinde yer alan Arap liderleri, savaştan sonra
da Türkiye ve Türklerin ilerde kurulacak bir Arap
Birliği’ne düşman olacağını ön görmüşlerdir. Yazar
Arapların Türklere karşı olan hayranlığı hakkında
Gurbet Hikâyeleri adlı eserinde şu pasaja yer vermiştir: “Paşa dediği benim... Daha o zaman teğmendim. Fakat
bedevinin gözünde bir Türk subayı her zaman paşadır!”804
Bununla birlikte yine Türklere karşı olan hasmane tutumlarına ilişkin olarak şu bilgiyi vermiştir:
“Suriye’de gene bilmiyorum ki, yeni Türk rejimine muhalif ve onun devrilmesini isteyen şekil şekil gruplar vardı.
Bunlardan bir kısmı yabancıydı.”805 Bu bilgilerden yola
çıkarak şunu ifade edebiliriz ki Araplar yüzyıllardır
idaresi altında bulundukları Türklere karşı büyük
bir hayranlık içerisindedir. Fakat bu duyguya muhalif olarak Türklere karşı bir de kin ve nefret duygusunu beslemişlerdir. Öyle ki bu kin ve nefret duygusu
başta İngilizler olmak üzere bazı Batılı güçlerin kışkırtmasıyla eyleme dönüşmüş, Türk idaresine karşı
isyana kalkışılmış ve I. Dünya Savaşı’nda bu coğrafyada açılan cephelerde çoğunlukla İngilizler destek804
Refik Halid Karay, “Yara”, Gurbet Hikâyeleri, 15. Bs. İnkılap
Yayınevi, İstanbul, [t.y.], s. 9.
805
R. H. Karay, Yezidin Kızı, s. 13.
545
Dr. Yenal Ünal
lenmiştir. Arap liderleri, İngiliz vaatleriyle Türkleri
bu topraklardan çıkarmak istemişlerdir.
Refik Halid, iyi gözlemleyen, gördüğünü analiz eden ve bu analizleri mükemmele varan bir üslupla okuyucuya aktarmasını bilen bir yazardır. I.
Dünya Savaşı’ndan sonra gittiği Arap ülkelerinde
gezdiği şehirler dışında gezintiler yapmıştır. Bu gezintilerde özellikle kırsal kesim hayatıyla ilgili birçok gözlemde bulunmuştur. Gurbet Hikâyeleri adlı
yapıtında “Beni Hamra aşiretinden Ebu Ali, o gün emrinde ilk defa olarak 47 yaşında bir kasaba yüzü görmüştü; Rakka’ya gelmişti. Çarşı ortasında şaşırıp kalmıştı”806
şeklinde bir pasaja yer vermiştir. Karay’a göre kırsal
Arap yaşantısı şehir hayatından oldukça farklıdır.
Daha zor yaşam koşullarına sahip olan kırsal kesim
halkı çok daha sert ve saldırgan bir mizaca sahiptir.
Dolayısıyla Arap memleketlerinde özellikle kırsal
kesimde yaşayıp ve şehirle hiçbir bağlantısı olmayan
insanlar bulunabilmektedir.
Refik Halid’in Suriye ve Lübnan başta olmak üzere Kuzey Irak ve Ürdün bölgelerinde yaşayan etnik ve dini grupları da yakınen gözlemlediği eserlerinden anlaşılmaktadır. Çünkü başta
Yezidiler, Dürziler, Nesturiler, Maruniler, Asurlular,
Museviler, Hristiyanlar ve Müslümanlar olmak üzere birçok etnik ve dini yapıyla bunların dini inançları,
gelenekleri ve sosyal yaşantıları üzerinde hassasiyetle durmuştur. Arap topraklarında yaşadığı dönemde
elde ettiği bilgi ve gözlemlerden yola çıkarak, örneğin bu coğrafyada varlığını sürdüren ve uğradıkları baskılardan dolayı Güney Amerika’ya göç eden
Yezidilerin tarihi hakkında Yezidin Kızı adlı eserinde
şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “…Biz Hazar
denizinin kıyılarında yaşamış bir ırktanız; belki bu ırkı
şimdilik İranlı, Türk veya Kürt diye belirtemeyiz muhak806
R. H. Karay, “Fener”, Gurbet Hikâyeleri, s. 25.
546
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
kak olan taraf petrol kaynaklarının çocuklarıydık, onun
için de ateşe tapardık. İstila sarsıntılarıyla yerimizden koparak güneye kaydık, fakat öyle bir yere geldik ki, geçtiğimiz toprakların altından gene ateşin kılavuzluk ettiğine
hükmedilebilir. Yerleştiğimiz yer gene bir petrol sahası
oldu.”807 Yine Yezidilerin inanç sistemleri hakkında
aynı eserde şu bilgileri vermiştir: “Yezidi de bir tanrıya
inanır; fakat altında bir ikinci tanrı daha vardır; bu bir
üçlemedir… Bu üçlemeyi Tavus, Şeyh Âadî ve Yezid teşkil ederler. Yezid, Tavus’un oğludur, bildiğimiz şekilde bir
insandı, İsa gibi insanlar içinde yaşadı, Rabbin kanunlarını tanıttı, nihayet Allah’ın yanına erişti ve üçlemenin iki
organı arasında yerini aldı.”808 Yezidilerin birçok küçük
Ortadoğu milleti gibi 19. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar Güney Amerika’ya yaptıkları göçler hakkında da şu bilgiyi vermiştir: “… Lübnan ve Suriye’den
binlerce göçmen Güney Amerika’ya, özellikle Arjantin’e
yerleşmişler, zengin olmuşlardı; Arapça gazeteler ve kitaplar çıkarıyorlardı.”809 Nitekim Osmanlı Devleti’nin,
özellikle Kuzey Irak, Suriye ve Lübnan bölgelerinden Arjantin ve Brezilya’ya 1850’lerden itibaren yoğun bir göç yaşanmıştır. Brezilya ve Arjantin’in iş
gücü açığını kapatmak için çıkardıkları yasalardan
yararlanmak isteyen Osmanlı tebaası bu ülkelere
yoğun bir göç hareketi başlatmıştır. Osmanlı topraklarından göçün en fazla yaşandığı bölgeler Cebel-i
Lübnan ve Suriye bölgeleridir. Bu bölgede yaşayan
gayr-ı müslim halk göç etmeye özellikle meyilliydi.
Bunda siyasi, dini, ekonomik ve sosyal etkenler ön
plandaydı. İşte bu dönemlerde Arjantin’e, Suriye,
Lübnan ve Irak bölgesinden göç eden halklardan biri
de Yezidilerdir.810
R. H. Karay, Yezidin Kızı, s. 51.
R. H. Karay, Yezidin Kızı, s. 51, 52
809
R. H. Karay, Yezidin Kızı, s. 8.
810
Hamdi Genç, İ. Murat Bozkurt, “Osmanlı’dan Brezilya
ve Arjantin’e Emek Göçü ve Göçmenlerin Sosyo-Ekonomik
807
808
547
Dr. Yenal Ünal
Karay, Dürziler hakkında da önemli değerlendirmelerde bulunmuş ve bunları okuyucusuyla paylaşmıştır. Yer Altında Dünya Var adlı yapıtında İslam
ve Hristiyanlık dışı bir inanışa sahip olan Dürzi halkı
hakkında şu tasvirlerde bulunmuştur: “Dürzîler hakkında bilgimiz, o kadar zaman idaremiz altında yaşadıkları ve bize çoğa mal oldukları hâlde, ne kadar yetersizdir. Onlara Müslümanlar, hatır için Müslüman imişler
gibi davranırlar ama aslında Müslüman sayılmazlar.
Hristiyanlar da çok az benimsemişlerdir. Kendileri ise her
iki tarafa da görünüşte uysal davranarak gizli dinlerinden
kimseye sır vermezler.”811 Karay’a göre ağırlıklı olarak
Lübnan ve Suriye’nin batı kesimlerinde yaşayan, diğer unsurlara göre daha küçük bir etnik ve dini grup
olan Dürziler, sosyal hayatta ayakta kalabilmek için
Müslümanlar ve Hristiyanlarla iyi geçinmeye, onlarla sürtüşmemeye çalışmışlardır.
Karay’ın, Suriye topraklarında en çok gezdiği
ve sosyal hayatı hakkında en fazla malumat verdiği şehirlerin başında hiç şüphe yok ki Halep şehri
gelmektedir. Cünye’deki yaşantısından sonra ikinci
sürgün döneminde ağırlıklı olarak kaldığı bu kentin sosyal hayatı Karay’ın ilgisini çekmiştir. Aslında
Refik Halid, eserlerinde kısmen sürgün psikolojisinin
de etkisiyle Suriye ve Lübnan coğrafyası hakkında
olumlu düşünen bir yazar değildir.812 Ancak bunun
istisnai durumları da vardır. Örneğin Halep şehri ve
bu şehrin sosyal hayatıyla alakalı olumlu düşüncelere sahiptir. Sürgün adlı yapıtında yazar Halep’i şu
şekilde tasvir etmiştir: “Hanlar, kervanlar, kervansaraylar ülkesi olan çarşı ve pazarlarından alış veriş, geliş
Durumu (1850-1915)”, Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler
Dergisi, Cilt 28, Sayı 1, İstanbul, 2010, s. 71, 76.
811
Refik Halid Karay, Yer Altında Dünya Var, 15. Bs. İnkılap
Yayınevi, İstanbul, [t.y.], s. 163.
812
R. H. Karay, “Eskici”, Gurbet Hikâyeleri, s. 13.
548
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
gidiş, kalabalık ve yaygara bir büyük şehir sanılan ticaret
ve eğlence memleketi koca Halep, meşhur Halep, saz şairi
Türk’e ‘İşte geldim, gidiyorum/Şen olasın Halep şehri dedirtmiştir’… Burada sabahlara kadar gezen, eğlenen bol
paralı, safa düşkünü bir Halep, daha doğrusu Halep geceleri var. Başka doğu memleketlerindeki genel savaş ve
ateşkes devirlerinin kan akıtan veya kan kurutan acılarından kurtulup Halep’e canını atabilenler, birdenbire şehrin
şen burgacında şaşkınlığa uğruyorlar. Havada sürekli zil
ve saz sesi çalkalanıyor, her ışık kümesi altında bir eğlenti
meclisi kurulmuş, ziller titriyor, teller inliyor.”813 Halep
şehri eskiden beri eğlencenin, sazın, sözün kendine mekân bulduğu bir şehir olmuştur. Karay da bu
yerleşim biriminin sosyal yapısının insanlara pozitif
yansımalarının olduğunu düşünmüştür. Ona göre
Halep’te sosyal hayat son derece gelişmiştir.814
SONUÇ
Yüzyılların mirası büyük Osmanlı İmparatorluğu gerek iç gerek dış etkenlerin tesiri sonucunda 18.
yüzyıldan itibaren uzun bir gerileme dönemi yaşamıştır. Başta kapitülasyonlar olmak üzere birçok sebebin bir araya gelmesi sonucunda devlet 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde son derece zayıflamıştır.
İmparatorluğun çöküş sürecine girdiğini gören padişahlar bu durumun önüne geçilebilmesi için çeşitli dönemlerde ıslahat hareketlerine girişmişlerdir.
Ancak özellikle III. Selim ve II. Mahmud zamanlarında oldukça geniş kapsamlı bir hâle getirilen bu
ıslahat hareketleri devletin gerileyişini önleyememiş; sadece çöküş sürecini uzatmıştır. 19. yüzyılda
bir taraftan büyük bir gerileme yaşanırken diğer taraftan Fransız İhtilali’nin getirdiği ulusal bağımsızlık ve hürriyet fikirleri Osmanlı İmparatorluğu’nun
813
814
R. H. Karay, Sürgün, s. 115, 134.
R. H. Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 100.
549
Dr. Yenal Ünal
önce Balkan topraklarını daha sonra Arap coğrafyasını derinden etkiledi ve bağımsızlık isteklerini
kamçıladı. Sırp, Yunan, Karadağ, Bulgar ve Arap isyanları devletin iç bünyesini oldukça sarstı. Nitekim
20. yüzyılın başlarında İttihat ve Terakki’nin üç
güçlü adamı Enver, Talat ve Cemal Paşaların yönetiminde 1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı’na,
Osmanlı Devleti de iştirak etti. Bu büyük savaştan
çok ağır kayıplarla çıkarak 30 Ekim 1918 tarihinde
Mondros Mütarekesi’ni imzalamak suretiyle İtilaf
Devletleri’ne kayıtsız şartsız teslim oldu. Zaten savaş
yıllarında Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya, Osmanlı
Devleti topraklarını kendi aralarında pay etmişlerdi.
İtilaf Devletleri, yapmış oldukları bu plan çerçevesinde 1918’den sonraki süreçte Arap toprakları olarak adlandırılan Anadolu’nun güney kesimindeki
coğrafyayı kendi denetimleri altına almışlardı. 1517
tarihinden bu yana Osmanlı toprakları içerisinde yer
alan bu bölgeler artık Batılı güçlerin denetimine girmiş bulunuyordu.
Mütareke döneminde yapmış olduğu siyasi ve
kültürel faaliyetleri sonucu 9 Kasım 1922 tarihinde
Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan Refik Halid
Karay, ikinci sürgünlük devrini işte bu Arap topraklarında yaşamıştır. Bununla birlikte basın-yayın
ve kültür faaliyetlerine Suriye ve Lübnan’da da devam eden Refik Halid, Türkiye’den ayrıldıktan sonra bu topraklarda cereyan eden siyasi, askeri, sosyal
ve kültürel gelişmeleri titizlikle gözlemlemiştir. Söz
konusu gözlemlerini kitaplarında ve makalelerinde
oldukça etkili bir üslupla okuyucusuyla paylaşmıştır. Doğru Yol ve Vahdet adlı iki gazetenin neşrinde
önemli görevler alan Karay aynı zamanda bu gazetelerde günümüz tarih ve edebiyat araştırmacıları için
son derece önemli olan makalelerini kaleme almıştır.
Örneğin Vahdet gazetesinde yayımladığı yazılarında
Hatay’ın, Anavatan’a katılabilmesi için olağanüstü
550
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
bir çaba harcamıştır. Refik Halid, ikinci sürgünlüğü
döneminde bir taraftan Arap milletinin sosyolojisini
anlamaya gayret sarf ederken diğer taraftan bölgede
meydana siyasi gelişmeleri yakından takip etmiştir.
Bunlara ilave olarak o dönemde memleket dışında
bulunan Türklerin hayat tarzları, ruhsal yapıları
yine onun edebi eserlerine ve hatıralarına malzeme
olarak girmiştir. Karay’ın, burada edindiği gözlem
ve tecrübelerden istifade ederek kaleme aldığı metinler bu dönem adına, Arap ülkelerindeki sosyolojik yapı üzerine neşredilmiş en mütekamil eserler
arasında yer almaktadır. Bir sürgün olarak 1922 yılı
sonlarında Beyrut’a giden Refik Halid, ilk dönemlerde, mütareke devrinde karşısına aldığı Anadolu
Hareketi’ne karşı olan muhalif tutumunu sürdürmüştür. Mustafa Kemal önderliğindeki Türk milletinin kurduğu Cumhuriyet rejimini ilk dönemlerde
kabullenmeyen entelektüellerden biri olan Karay,
daha sonradan kendi ifadesiyle “hatadan dönerek” bu
rejimin önemini kavramıştır. Hatta Şapka inkılabı
başta olmak üzere Latin alfabesinin kabulünü yürekten desteklemiş, bunları eski Türkiye’yi medeni
dünyaya taşıyacak birer unsur olarak telakki etmiştir. Yazar özellikle 1928’lerden sonra modernleşen
Türkiye’nin büyük gelişmeler kaydederek dünyada saygı gören bir ülke hâline geldiğini gördükten
sonra fikrini değiştirmiştir. Bundan sonra ateşli bir
Atatürkçü kesilen muharrir ölümüne kadar da bu
fikrini değiştirmemiştir. Osmanlı Devleti’nden ayrıldıktan sonra Suriye ve Lübnan’ın siyasi ve sosyal
vaziyeti hakkında tarihi kaynaklarda bulamadığımız
birçok önemli bilgiyi eserlerinde okuyucusuyla buluşturan Refik Halid’in vermiş olduğu bilgilerden ve
yaptığımız araştırmalardan yola çıkarak hazırladığımız “Refik Halid Karay’ın Kaleminden I. Dünya Savaşı
Sonrasında Suriye’nin Siyasi ve Sosyal Vaziyeti” başlıklı
bu metinde şu sonuçlara ulaşılmıştır:
551
Dr. Yenal Ünal
1) Başta Refik Halid Karay, Rıza Tevfik
Bölükbaşı, Celal Kadri olmak üzere birçok
Cumhuriyet rejimi muhalifinin ve 150’liklerin
Türkiye’den ayrıldıktan sonra gittikleri ülkelerden birisi de Suriye olmuştur. Suriye ve Lübnan,
1920’li ve 1930’lu yıllarda Cumhuriyet rejimi ve
Mustafa Kemal karşıtı birçok muhalife ev sahipliği
yapmıştır. Refik Halid’e göre büyük savaştan sonra
Anadolu’nun güney topraklarını işgal eden ve 20
Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’yla geri çekilmek zorunda kalan Fransız subaylar, Arap Birliği’ni
kurmak isteyen Arap milliyetçileri, Osmanlı hanedanı üyeleri, Ermeni ve Kürd komiteleri bir anlamda
Suriye’yi üs olarak kullanmışlardır. Öyle ki bu gruplardan Ermeni ve Kürd komiteler, İngilizler tarafından Türkiye aleyhine kullanılmıştır. İngilizler kimi
Kürd ve Ermeni etnik kökenli kişileri bir araya getirerek Hoybun adında bir cemiyet kurdurmuşlardır.
Bu cemiyet Türkiye’ye karşı silahlı eylemlere girişmiştir.
2) Suriye’deki bu muhaliflerin bazıları siyasetle
uğraşmak suretiyle Türkiye’ye karşı tavır takınırken
bazıları da kültürel faaliyetlere girişerek Türkiye’deki
yeni rejimi tenkit etmeye çalışmışlardır. Doğru Yol
gazetesi buna en güzel örneklerden biridir. Bu gazeteyi çıkaran Celal Kadri, Millî Mücadele’ye muhalif
tutum takınıp daha sonradan Suriye’ye kaçanlardan
biridir. Söz konusu gazetede Refik Halid de makaleler yazarak 1928’lere kadar yeni rejimi eleştirmiştir.
3) Refik Halid, 1920’li yıllarda her geçen gün
çağdaşlaşan Türkiye’nin mühim gelişmeler kaydederek dünyada saygınlığını arttırmasını müteakip
Cumhuriyet rejimini kabullenmiş, başta şapka ve
harf inkılabı olmak üzere bir bütün hâlinde Türk
inkılabını destekleyen yazılar kaleme almıştır. Yine
1930’lu yıllarda büyük bir siyasi sorun hâline gelen
552
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Hatay sorununun Türkiye lehine çözülebilmesi için
gerek gazete makaleleriyle gerek Hataylı gençleri
teşvik etmek suretiyle çaba sarf etmiştir.
4) I. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız mandası
altında Suriye, büyük bir karışıklığa sürüklenmiş, ülkede adeta kabile savaşları yaşanmıştır. Bu dönemde
büyük bir istikrarsızlık bu topraklara hâkim olmuştur.
5) Suriye’yi mandası altında bulunduran
Fransa, Ankara ve Lozan Antlaşması’na rağmen
1920’li yıllarda Türkiye’de tesis edilmeye çalışılan
yeni yönetime kuşkuyla bakmış ve Türkiye hakkında istihbarat toplamaya çalışmıştır.
6) I. Dünya Savaşı’ndan sonra Arap topraklarının Türk denetiminden çıkmasına rağmen Türk
yönetim kültürü bu topraklarda yaşatılmaya devam
etmiştir. Çünkü Fransa denetimindeki ülkede 19261928 yılları arasında Ahmet Nami Bey, 1932-1936 tarihleri arasında Mehmet Ali Bey, Cumhurbaşkanlığı
vazifesini yürütmüşlerdir. Her iki zat da kadim dönemlerde Osmanlı eğitim sisteminden geçmişler
ve Türk gelenekleriyle yetişmişlerdir. Dolayısıyla
Cumhurbaşkanlıkları devrinde Suriye’de, Türk idare geleneğini yaşatmışlardır. Yine eski devirlerde
İstanbul’da önemli vazifeler almış bazı şahısların
Osmanlı Devleti’nin dağılmasından sonra diğer
Arap topraklarına giderek yöneticilik yaptığı ve bir
anlamda eski gelenekleri yaşattıkları bilinmektedir.
7) Başlangıçta yapay bir devlet olarak
Lübnan’ın temeli Fransızlar tarafından Suriye aleyhine atılmıştır. Öyle ki Lübnan Devleti’ni kurma fikri daha sonradan gelişim kaydetmiştir. Fransızlar,
Suriye’nin bağımsızlığına karşılık, kurulması planlanan Lübnan Devleti’ni bir şantaj malzemesi olarak kullanmıştır. Suriye’den bağımsızlığına karşılık
Lübnan’ı tanıması istenmiştir. Nitekim 1926 ve 1934
553
Dr. Yenal Ünal
yılında temeli atılan Lübnan, 1943 yılında resmen
kurulmuştur.
8) Osmanlı Devleti’nin çökmesine ve Suriye’nin
Türkiye’den ayrılmasına rağmen Türk kültürünün
Suriye’deki etkinliği 1920’li ve 1930’lu yıllarda hâlâ
devam etmiştir. Osmanlı altın paraları 1938’lere kadar bu topraklarda ticari faaliyetlerde itibar edilen
paralardan biri olmuştur. Özellikle Halep şehri ve
civarında Türk örf, adet ve eğlence gelenekleri ciddi
bir şekilde yaşatılmıştır.
9) Arapların, Türkler hakkındaki kanaatleri
eskiye dönük geleneklerin verdiği tesirle kimi zaman bir hayranlık hâlini almış fakat çoğunlukla
düşmanlık ve kıskançlık hüviyetine bürünmüştür.
Bunda Hatay meselesi başta olmak üzere İngiliz
ve Fransızların Arap memleketlerinde Türkiye ve
Türkler aleyhinde yaptıkları propagandanın tesirini
aramak gerekmektedir.
10) Suriye ve Lübnan toprakları etnik ve dini temelli kimlik taşıyan birçok kavimden oluşan kozmopolitik bir cennettir. Çünkü başta Yezidiler, Dürziler,
Nesturiler, Asurlular, Maruniler, Museviler,
Hristiyanlar ve Müslümanlar olmak üzere bölgede
birçok etnik grup bulunmaktadır. Bunların çoğunluğu birbiriyle problem yaşamaktadır. Nitekim bu
gruplardan bazıları ortaya çıkan siyasi, askeri ve
ekonomik sıkıntıların da etkisiyle Osmanlı devrinden itibaren göçmen kabul eden Güney Amerika ülkelerine gidip yerleşmişlerdir.
554
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
BİBLİYOGRAFYA
1) Arşiv Kaynakları:
a) Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Bakanlar Kurulu
Kararlar Kataloğu (BKKK).
BKKK/30.18.1.1/9.27.1.
BKKK/30.16.1.1/15.54.10.
BKKK/30.18.1.1/11.43.16.
2) Taranan Gazeteler:
Vahdet, 18 Mart 1929.
3) Ansiklopediler:
Banarlı, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt 2.
Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s.
1206.
4) Kitaplar
Aktaş, Şerif, Refik Halid Karay, Akçağ Yayınları, Ankara,
2004.
Ebcioğlu, Hikmet Münür, Kendi Yazılarıyla Refik Halid,
Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul, 1943.
Ekiz, Osman Nuri, Refik Halid Karay (Hayatı ve Eserleri),
Gökşin Yayınları, İstanbul, 1984.
Engin, H. Hüseyin, Refik Halid Karay, Engin Yayıncılık,
İstanbul, 1997.
Genç, Hamdi; İ. Murat Bozkurt, “Osmanlı’dan Brezilya
ve Arjantin’e Emek Göçü ve Göçmenlerin SosyoEkonomik
Durumu
(1850-1915)”,
Marmara
Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Dergisi, Cilt 28, Sayı
1, İstanbul, 2010.
İmren, Ali, Refik Halid Karay (Hayatı ve Eserleri), Yeryüzü
Yayınevi, Ankara, 2002.
Kabaklı, Ahmet, Türk Edebiyatı III, 11. Bs. Türk Edebiyatı
Vakfı Yayınları, İstanbul, 2002.
Karaer, Nihat, Tam Bir Muhalif Refik Halid Karay, Temel
Yayınları, İstanbul, 1998.
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Gençlik ve Edebiyat
Hatıraları, haz. Atilla Özkırımlı, 2. Bs. İletişim
Yayınları, İstanbul, 1990.
Karay, Refik Halid, 2000 Yılın Sevgilisi, İstanbul, İnkılap ve
Aka Yayınevi, 1972.
________, Bir İçim Su, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2005.
555
Dr. Yenal Ünal
________, Bir Ömür Boyunca, 2. Bs. İletişim Yayınevi,
İstanbul, 1996.
________, Bugünün Saraylısı, İstanbul, İnkılap Yayınevi,
2002.
________, Çete, 3. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul, [t.y.].
________, Deli, 4. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul, [t.y.].
________, Dişi Örümcek, İnkılap ve Aka Yayınevi, İstanbul,
1974.
________, Dört Yapraklı Gonca, İnkılap Yayınevi, İstanbul,
2005.
________, Gurbet Hikâyeleri, 15. Bs, İnkılap Yayınevi,
İstanbul, [t.y.].
________, Minelbab İlelmihrab (Mütareke Devri Anıları), 2.
Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1992.
________, Sakın Aldanma, İnanma, Kanma, 2. Bs. Semih Lütfi
Yayınevi, İstanbul, [t.y.].
________, Sürgün, 7. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1998.
________, Yer Altında Dünya Var, 15. Bs. İnkılap Yayınevi,
İstanbul, [t.y.].
________, Yezidin Kızı, 2. Bs. İnkılap Yayınevi, İstanbul,
1992.
Kurdakul, Şükran, Çağdaş Türk Edebiyatı II, 4. Bs. Bilgi
Yayınları, Ankara, 1994.
Sarı, Özgür, Suriye’de Liberalleşme Hareketleri ve Sivil Toplum
Örgütleri, Çizgi Kitabevi, Konya, 2011.
Yardım, Mehmet Nuri, Refik Halid Karay (Hayatı, Sanatı,
Eserleri ve Eserlerinden Seçmeler), Hikmet Neşriyat,
İstanbul, 2002.
5) Makaleler
Aytepe, Oğuz, “Yeni Belgelerin Işığında Hoybun
Cemiyeti”, Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı 58, Ekim
1998.
Bardakçı, Murat, “Beşşar’ın Koltuğunun İlk Sahipleri,
Yıldız Sarayından Yetişmiş Bu İki Osmanlı İdi”,
Habertürk, 01.07.2012.
6) Tezler
Arslantaş, Bayram, Refik Halid ve Millî Mücadele, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap
Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 2003.
556
3) I. ULUSLARARASI AVRASYA TÜRK
DÜNYASI ÇOCUK EDEBİYATI
SEMPOZYUMU815
“Uluslararası
Türk
Kültür
Teşkilatı”
(TÜRKSOY) 12 Temmuz 1993 tarihinde Kazakistan’ın
Almatı şehrinde yapılan Türk Dili Konuşan Ülkeler
Devlet Başkanları Zirvesi’nde teşekkül etmiş bir
kurumdur. Kurumun oluşumunda Azerbaycan,
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye ve
Türkmenistan’ın Kültür Bakanlarının 1992 yılında
İstanbul ve Bakü’de bir araya gelerek kültürel alanda
işbirliği yapmayı kararlaştırmalarının oldukça önemli bir payı vardır. Bu ülkelerin Kültür Bakanları 12
Temmuz 1993 tarihinde Almatı’da yaptıkları toplantıda da TÜRKSOY’un Kuruluşu ve Faaliyet İlkeleri
Hakkında Anlaşma’yı imzalamak suretiyle Türk
Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi’ni kurmuşlardır.
Bu anlaşmayla oluşturulan TÜRKSOY teşkilatına daha sonra gözlemci üye ülke statüsüyle
Rusya Federasyonu’na bağlı Altay Cumhuriyeti,
Başkurdistan Cumhuriyeti, Hakas Cumhuriyeti,
815
İlk defa Tarih Okulu Dergisi’nin 18. sayısında yayımlanmıştır.
Dr. Yenal Ünal
Saha (Yakut) Cumhuriyeti, Tataristan Cumhuriyeti,
Tuva Cumhuriyeti ile Moldova Cumhuriyeti’ne bağlı Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti de katıldı.
TÜRKSOY, Türk dili konuşan ülkelerin kültür
ve sanat alanlarında işbirliğini sağlayan üye ülkelerin yönetimine, iç ve dış politikalarına karışmayan
uluslararası bir teşkilattır. Teşkilatın ev sahibi ülkesi Türkiye, resmî dili Türkçe ve yönetim merkezi
Ankara’dır.
Azerbaycan’ın
başkenti
Bakü’de
16-17
Ekim 2009 tarihlerinde düzenlenen 26. Dönem
Toplantısında TÜRKSOY’un açılımı “Uluslararası
Türk Kültürü Teşkilatı” olarak değiştirilmiştir.
Teşkilatta üye ve gözlemci üyeler çalışmalarda
eşit haklara sahiptir. Teşkilatın uluslararası ilişkileri
sadece Türk dilinin konuşulduğu coğrafya ile sınırlı değildir. TÜRKSOY faaliyetlerinde ve uluslararası
ilişkilerinde temel insan hak ve özgürlüklerinin korunmasını esas alan bütün resmî ve gayri resmî kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmaktadır. Amaçları,
görevleri ve çalışma alanları itibarıyla Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonu
(UNESCO) ile örtüşen TÜRKSOY, kendi coğrafî alanında UNESCO işlevini yürütmektedir. Bu durum
Türk dili konuşan ülkelerin millî dirilişine, devlet
yapılanmasına ve demokratikleşme sürecine olanak
vermektedir.
3 Ekim 2009 tarihinde, Nahçıvan’da
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’nin
imzaladığı çok taraflı uluslararası anlaşma ile Türk
Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi kurulmuştur.
“Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı”nın
teklifi üzerine 16 Eylül 2010 tarihinde yapılan 10.
Devlet Başkanları Zirvesi ile “Türk Dünyası Kültür
558
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Başkenti” uygulaması başlatılarak kültürel alanda
Türk dünyasının daha sıcak ilişkiler kurması, çeşitli
etkinlikler düzenlenerek kültürel diyaloğun olabildiğince pekiştirilmesi, bilim, sanat ve kültür alanlarında işbirliğine gidilmesi hedeflenmiştir.
Bu kapsamda 2012 yılında Kazakistan’ın
Başkenti Astana şehri Türk Dünyası Kültür Başkenti
olarak kabul edilmiş ve bu çerçevede Astana’da Türk
dünyasını kapsayan bilim, kültür ve sanat faaliyetleri gerçekleştirilmiştir.
21 Ekim 2011 tarihinde, Almatı’da yapılan
Türk Konseyi Birinci Zirvesi’nde, TÜRKSOY’un teklifi üzerine Türkiye’nin Eskişehir kenti, 2013 yılında
Türk Dünyası Kültür Başkenti olarak belirlenmiştir.
Bu çerçevede Eskişehir’de bir dizi bilim, kültür ve sanat faaliyeti gerçekleştirilmiştir. Söz konusu faaliyetler 2014 yılında da sürdürülmektedir.
2014 yılında Eskişehir Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Avrasya Kütüphaneciler Birliği
Derneği ile Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür
Başkenti Ajansının ortak organizasyonu olarak düzenlenen “I. Uluslararası Avrasya Türk Dünyası
Çocuk Edebiyatı Yayıncılığı Sempozyumu”, 14-17
Nisan 2014 tarihleri arasında Eskişehir’de gerçekleştirilmiştir.
Anadolu Üniversitesi yerleşkesindeki kongre
ana salonunda yapılan etkinliğe Türkiye başta olmak
üzere 21 ülkeden 34’ü yurt dışından olmak üzere
toplam 160 katılımcı iştirak etmiştir.
Ana teması çocuk edebiyatı, çocuk edebiyatı
yayıncılığı olan sempozyumda Türk Dünyasında çocuk edebiyatı ve çocuk edebiyatı yayıncılığı alanında
faaliyet gösteren yazar ve yayıncıların karşılıklı görüş alışverişinde bulunmaları ile yaşadıkları sorunları paylaşmaları mümkün olabilmiştir. Bununla be559
Dr. Yenal Ünal
raber sempozyumun ana teması olarak çocuk edebiyatının tespit edilmesi oldukça yerinde bir karardır.
Birincisi düzenlenen ve Türk dünyasında
çocuk edebiyatı alanında faaliyet gösteren birçok
yazar ve yayıncıyı Eskişehir’de bir araya getiren
bu sempozyum etkinliğine Türkiye’den de yoğun
bir katılım sağlanmıştır. Sempozyuma, aralarında Türkiye, Özbekistan, Azerbaycan, Romanya,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kosova, Irak,
Kazakistan, Kırgızistan, Bosna-Hersek, Bulgaristan,
Türkmenistan gibi ülkelerin yanı sıra Rusya’ya
bağlı Türk bölgelerinden Çuvaş, Kırım, Şor, Altay,
Tataristan, Başkurdistan, Kabartay-Balkar ve
Tuva’dan da katılımcı iştirak etmiştir.
Eskişehir’de 14–17 Nisan 2014 tarihleri arasında, Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti
Ajansı ve Avrasya Kütüphaneciler Birliği Derneği’nin
ortak organizasyonu ile 4 günde 8 oturum olarak gerçekleştirilen “I. Uluslararası Avrasya Türk Dünyası
Çocuk Edebiyatı Yayıncılığı Sempozyumu”nda toplanan oturumların ana başlıkları şu şekilde oluşmuştur:
1. Oturum: Türk Dünyasında Yayımlanan
Çocuk Kitapları Üzerine Bir Değerlendirme I-II.
2. Oturum: Çocuk Edebiyatı I-II.
3. Oturum: Türk Dünyası Çocuk Edebiyatı:
Kitap Dışı Materyaller.
4. Oturum: Türk Dünyasında
Kütüphaneleri ve Koleksiyonları.
Çocuk
5. Oturum: Türk Dünyası Çocuk Edebiyatında
Süreli Yayınların Gelişim Süreci.
6. Oturum: Türk Dünyası Çocuk Edebiyatı
Yayınlarında Mizanpaj, Grafik ve Tasarım.
560
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
7. Oturum: Türk Dünyası Çocuk Edebiyatı
Yayıncılığı Sorunları I-II.
8. Oturum: Türk Dünyası Çocuk Edebiyatı
Yayıncılığına Genel Bakış.
Sempozyum 14 Nisan 2014 Pazartesi günü ilgililere kapılarını açmıştır. Çeşitli protokol konuşmalarının akabinde kongre binasının girişinde açılan
Osmanlı Çocuk Süreli Yayınları Sergisi ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel
Müdürlüğü Sergisi katılımcılar tarafından gezilmiştir. Daha sonra Ankara Üniversitesi Çocuk ve
Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi
(ÇOGEM) Müdürü Prof. Dr. Sedat Sever tarafından
bir açılış konferansı verilmiştir.
Ana konusu çocuk edebiyatı ve çocuk edebiyatı yayıncılığı olan sempozyumun birinci oturumunda hem sempozyuma hem de Türk dünyasında
yayımlanan çocuk kitapları üzerine yapılan genel
değerlendirmelere giriş niteliği taşıyan tebliğler sunulmuştur. İkinci oturumda çocuk edebiyatı olgusu
masaya yatırılmış ve her geçen gün gelişim kaydeden çocuk edebiyatçılığının önemi üzerinde durulmuştur. Üçüncü oturumda çocuk edebiyatçılığında
kitaplar dışında ehemmiyeti bulunan araç gereçler
üzerine yorumlar yapılmıştır. Dördüncü oturumda
çocuk kütüphaneleri ve bu kütüphanelerde toplanan
koleksiyonlar üzerine değişik bakış açılarıyla değerlendirmelerde bulunulmuştur. Beşinci oturumda
çocuk edebiyatı yayıncılığında süreli yayınların önemi tartışılmıştır. Altıncı oturumda çocuk edebiyatı
yayınlarında kullanılan mizanpaj, grafik ve tasarım
kavramları üzerinde durulmuştur. Yedinci oturumda bütün Türk dünyasında çocuk edebiyatı alanında
yaşanan sıkıntılar, Batılı ülkelerin oldukça gerisinde
takip edilen yayıncılık politikaları eleştirel gözle müşahede altına alınmıştır. Sekizinci oturumda daha
561
Dr. Yenal Ünal
önceki oturumlarda ele alınan konular üzerine neticeye varıcı nitelikte genel değerlendirmeler yapılmak suretiyle gelecek yıllarda Türk dünyasında hangi konularda ne gibi projeler üretilebilir hususunda
görüş alışverişinde bulunulmuştur.
Bu ana başlıklar altında sempozyuma katılan
tebliğciler ortalama 10’ar dakika süreyle hazırladıkları bildirileri izleyicilere sunmuşlar; tebliğlerin bitirilmesinden sonra her oturum sonunda on beşer dakikalık sürelerle tartışma bölümleri oluşturulmuş ve
sunulan tebliğler tenkide tabi tutulmuştur.
Sempozyum boyunca bu sistem takip edilmekle birlikte oturumlarda ortalama 8 tebliğciye yer
verilmesi sistemsel birtakım sıkıntılara yol açmıştır.
Her bir oturumda ortalama 8 katılımcının söz alması,
onlara tebliğlerini sunmaları için zoraki olarak azamî
10 dakikalık bir süre verilmesi usulünü beraberinde
getirmiştir.
Yukarıdaki satırlarda ifade etmeye çalıştığımız üzere sahip olduğu bilgi birikimini diğer Türk
dünyası katılımcıları ile paylaşmak için Rusya’nın
en ücra köşelerinden, binlerce kilometre yolu kat
ederek Eskişehir’e gelen bir tebliğcinin kendini ifade
edebilmesi için sadece 10 dakikalık süreye sahip olması etkinlik adına yapılacak en yerinde ve en önemli eleştiri olarak gün yüzüne çıkmaktadır.
Birincisi düzenlenen bu sempozyumda ortaya
çıkan bu büyük sıkıntı daha sonraki sempozyumlarda kesinlikle tekrar edilmemelidir. Bu kapsamda
bu sempozyumun ikincisinde her bir oturum için
en fazla 4 tebliğciye yer verilmesi ve her bir tebliğci
için de en az 15 dakika süre tanınması hem bildiriyi
sunan kişiyi hem de dinleyici kitlesini tatmin edebilecek ve bu vesile ile daha doyurucu ve yoğun bir
entelektüel ortam yaratılabilir.
562
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Mevcut durumda bir bildiriciye 10 dakikalık
süre tanınması, bu sürenin çoğu zaman aşılması,
oturumun zamanında bitirilemeyerek bir sonraki
oturumda sarkmalara neden olması, dinleyicinin 7-8
tebliğciyi bir oturumda dinlemek zorunda kalıp dikkatini kaybetmesi bazı sıkıntılara yol açmaktadır.
Ancak birinci sempozyumdan ders alınarak
daha sonraki süreçte bu sorunların yaşanmayacağı
kanaatindeyiz. Bunlara ilave olarak söz konusu sempozyum etkinliğinde oturum başkanı olarak görev
yapan kişilerin genel itibariyle sevk ve idareyi yerinde sağladığını söyleyebilmekle birlikte bu alanda ilerleyen dönemlerde daha otoriter ve akademik
kimliği daha fazla ön plana çıkmış kişilerin tercih
edilmesi yine atılacak olumlu bir adım olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu
sempozyum
etkinliği
kapsamında
Eskişehir’in çeşitli okullarında 21 çocuk kitabı yazarına imza günü düzenlenerek 13.000 çocuk kitabının
dağıtımı yapılmıştır. Ayrıca, gölge oyunu HacivatKaragöz gösterisi ile birlikte 9.000 Hacivat-Karagöz
oyun seti dağıtılmıştır.
Sempozyum etkinlikleri çerçevesinde Ankara
Radyosu Çocuk Korosu ve Türk Dünyası Kültür
Başkenti Türk Halk Müziği Çocuk Korosu, 15 Nisan
2014 tarihinde bir konser vermiştir.
Sempozyum içerisinde 180 çocukla gerçekleştirilen beyin fırtınası etkinliği (Çocuk gözüyle kitap-çocuk gözüyle kütüphanede) katılımcılardan
olumlu not almıştır.
Sempozyum sırasında kongre binası girişinde düzenlenen Eski Harfli Çocuk Süreli Yayınları
Sergisi, sempozyumun ilgi odağı olurken Sarıcakaya
İlçesi’nde 11 yazarla düzenlenen imza günü ilçe tarihinde gerçekleştirilen önemli kültürel faaliyetler arasındaki yerini almıştır.
563
Dr. Yenal Ünal
Sempozyumun ilk oturumu iki farklı grup
hâlinde gerçekleştirilmiştir. “Türk Dünyasında
Yayımlanan
Çocuk
Kitapları
Üzerine
Bir
Değerlendirme I-II” genel başlığını taşıyan bu oturumda sunulan tebliğlerde genel olarak çocuk edebiyatının ne olduğu, bu alanda Türk dünyası coğrafyasında yapılan yayınlar ve çocuk edebiyatının Türk
dünyasının kültürel etkileşimi üzerinde oynayacağı
roller üzerinde değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Bu oturumda tartışılan diğer önemli konuları
şu şekilde sıralamak mümkündür: Türk dünyasının ortak değerlerinin Türkiye’de yayımlanan çocuk
edebiyatı ürünlerine yansıması, Özbekistan’daki çocuk edebiyatı yayınları, Türkiyat coğrafyasında yayımlanan çocuk kitaplarının özellikleri, çocuk kitaplarındaki dil sorunları, Çuvaşlar’da çocuk öykü yayıncılığının özellikleri, Orta Asya Türk dünyasında
ilim, sanat ve devlet idaresinde isim yapmış önemli
şahıslar üzerine yorumlar, Kıbrıs’ta çocuk edebiyatı
ve yayıncılığı üzerine değerlendirmeler, Romanya’da
yayınlanan çocuk kitapları, çocuk-kültür-kitap ilişkisi, çeviri çocuk klasiklerinde eğitici iletiler…
Bu konu başlıkları altında tebliğciler alana katkı
sağlayıcı yeni bilgiler sunmuşlardır. Sempozyumun
ilk oturumu olması dolayısıyla bu ilk oturumda ele
alınan temalar diğer oturumlarda ele alınacak konulara kaynaklık teşkil etmiştir.
Sempozyumun ikinci oturumu da ilk oturumda olduğu gibi iki farklı grup hâlinde gerçekleştirilmiştir. Bu oturumda tartışılan önemli konular şunlardır: Tatar dilini öğrenmede çocuk edebiyatının
önemi ve Tatar çocuk edebiyatının bugünkü durumu,
Şor çocuk edebiyatı, Altay çocuk edebiyatının gelişimi, okuma alışkanlığının ediniminde çocuk edebiyatının rolü, Necati Zekeriya ve Samet Behrengi’nin
eserlerinde vatandaş olarak çocuk, Kosova’da Türk
564
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
çocuk edebiyatının tenkitli bibliyografyası, Türkmen
çocuk edebiyatı, Tatar edebiyatında masal ve hikâye, Başkurdistan’ın çocuklar ve gençler için çalışan
Tamır Kanalı’nın millî edebiyatı geliştirme ve halka tanıtmadaki vazifesi, Başkurt çocuk edebiyatı ve
onun gelişim sürecinin kaynakları, Azerbaycan çocuk edebiyatı… Bu genel konu başlıkları altında oldukça ilginç bilgiler dinleyici kitlesi ile paylaşılmıştır.
“Çocuk Edebiyatı I-II” genel başlığını taşıyan bu oturumda daha çok Türki Cumhuriyetler
ile Rusya’ya bağlı Türk bölgelerinde çocuk edebiyatı alanında gerçekleştirilen kültür faaliyetleri ve bu
faaliyetler sırasında karşılaşılan sıkıntılar müşahede
altına alınmıştır. Oldukça verimli geçen bu oturum
sırasında özellikle Türk yazar ve yayıncıların Orta
Asya ve Rusya bölgelerinde çocuk edebiyatı alanında faaliyet gösteren yazar ve yayıncılarla kültürel
diyaloğa girme imkânı yakaladığı gözlemlenmiştir.
Sempozyumun üçüncü oturumu “Türk
Dünyası Çocuk Edebiyatı: Kitap Dışı Materyaller”
genel başlığını taşımaktadır. Bu oturumda tartışılan
önemli konu başlıklarını şu şekilde sıralandırabiliriz: Kitap dışı materyaller üzerine değerlendirmeler,
çocuk edebiyatında filatelik materyaller, çocukların kütüphane kullanma alışkanlığı kazanmasında
oyuncak kütüphanelerin rolü, Türk zekâ oyunları,
çocuk yaşamında yeni okuma alanları, Kazak çocuk
edebiyatında kitap dışı materyaller…
Bu oturumda çocuk edebiyatı olgusunu oluşturan yan etmenlerden yani kitap dışı materyallerden
söz edilmiştir. Hiç kuşku yoktur ki çocuk edebiyatı
etkinliğinin ana unsurunu kitap ve dergiler oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra kitap dışındaki araç gereçler de çocuk edebiyatına yardımcı niteliğinde katkı
sağlamaktadır. Dolayısıyla yerinde bir kararla sem565
Dr. Yenal Ünal
pozyumun bir oturumu da bu konunun tartışılması
için ayrılmıştır.
Sempozyumun dördüncü oturumu “Türk
Dünyasında Çocuk Kütüphaneleri ve Koleksiyonları”
genel başlığını taşımaktadır. Bu oturumda tartışılan
önemli konu başlıklarını şu şekilde sıralandırabiliriz:
Türk dünyasında çocuk kütüphaneleri ve koleksiyonları, Azerbaycan çocuk ve gençlik kütüphanesi
üzerine değerlendirmeler, Türk dünyası çocuk kütüphaneleri arasında işbirliği imkânları…
Bu oturumda çocuk kütüphaneleri, kütüphane
koleksiyonları, Türkiyat coğrafyasında çocuk kütüphaneciliği alanında işbirliği imkânları ve çocuklara
yönelik kütüphane hizmetlerinin geliştirilmesi konuları ele alınmıştır.
Sempozyumun beşinci oturumu “Türk
Dünyası Çocuk Edebiyatında Süreli Yayınların
Gelişim Süreci” genel başlığını taşımaktadır.
Adından da anlaşılacağı üzere sempozyumun bu
oturumu süreli yayınlar ile çocuk edebiyatı yayıncılığı arasındaki ilişkiye ayrılmıştır. Bu oturumda
gündeme gelen önemli konu başlıklarını şu şekilde
oluşturabiliriz. Kosova Türk çocuk edebiyatında basın-yayın faaliyetleri, Türk dünyası çocuk edebiyatı dergisi, şiire ayırdıkları yer yönüyle 1980 sonrası
Türkiye’de çocuk dergileri, tarih boyunca Rumeli’de
Türk dilinde yayımlanan çocuk dergileri, Türkçem
dergisi ve Türk dünyası, Kazakistan’da yayınlanan
üç dergi üzerinden Kazakistan çocuk edebiyatının
bugünkü ahvalinin tespiti…
Edebiyat etkinliklerinin oluşumunda en az
kitaplar kadar önemli yere sahip olduğunu düşündüğümüz süreli yayınlar adına, zaten bir oturum
yapılması gerekmekteydi. Bu oturumda Türkiyat
coğrafyasının değişik yerlerinde neşredilen çocuk
566
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
dergileri ve çocuk dergiciliğinin sorunları üzerinde
durulmuştur. Yine dergilerde yer alan şiir, hikâye,
masal ve fıkra türünde verilen eserlerin mahiyetinin
geçmişten günümüze değişimi gündeme gelen diğer
konular arasındadır.
Sempozyumun altıncı oturumu “Türk Dünyası
Çocuk Edebiyatı Yayınlarında Mizanpaj, Grafik ve
Tasarım” genel başlığını taşımaktadır. Bu oturumda
gündeme gelen önemli konu başlıklarını şu şekilde
sıralayabiliriz: Çocuk e-kitap ve etkileşimli uygulamalarında grafik tasarım unsurları, çocuk kitaplarında resimleme, metin, tasarım ve bunların önemi,
okul öncesi çocuk kitabı resimlemeleri, çocuk kitaplarında görsellik…
Burada hemen ifade etmeliyiz ki bu altıncı
oturum sempozyumun genel görünümü hakkında
oldukça önemli ipuçları sunan bir oturumdur. Keza
Türkiye’de, çocuk edebiyatı alanında 8 oturumdan
oluşan ve bütün Türk dünyasından katılımcıların
iştirakiyle gerçekleştirilen bu sempozyumun profesyonel bir takımla vücut bulduğunu belirtmeliyiz.
Çocuk edebiyatı, yayıncılığı, bu alanda neşredilen kitap ve dergiler ile eğitici yönü ön plana çıkan oyuncakların oluşumunda en temel unsurlardan
olan mizanpaj, grafik ve tasarım kavramları adına içi
dolu bir oturum teşekkül etmesi sempozyumda her
türlü ince ayrıntının düşünüldüğünü ve profesyonel bir iş yapıldığını göstermektedir. Sempozyumun
bu oturumunda, çocuk edebiyatı ve yayıncılığında
oldukça büyük bir önemi üzerinde bulunduran mizanpaj, grafik ve tasarım konuları üzerinde durulmuştur.
Sempozyumun yedinci oturumu iki farklı grup
hâlinde gerçekleştirilmiştir. “Türk Dünyası Çocuk
Edebiyatı Yayıncılığı Sorunları I-II” genel başlığını
567
Dr. Yenal Ünal
taşıyan bu oturumda çocuk edebiyatı alanında yaşanan yayıncılık meseleleri masaya yatırılmıştır. Bu
oturumda gündeme gelen önemli konu başlıkları
şunlardır: 1990-2013 yıllarda arasındaki Özbek çocuk edebiyatı yayınları ve meseleleri, Türk dünyası
çocuk edebiyatı yayıncılığı sorunları, Azerbaycan
çocuk edebiyatında meseleler, Balkar şair Muradin
Ölmezov’un eserlerinin özellikleri ve eserlerdeki
problematik konular, Türk yurtlarından kardeş masallar, dünya masalları ve bunların çocuk kişiliği
üzerindeki olumsuz etkileri, Çin ve Moğolistan’daki
Tuvaların çocuk edebiyatı alanında yaşadıkları sorunlar...
Çocuk edebiyatı yayıncılığı Türkiye’de gelişim
hâlinde olan bir kültür koludur ve akademik alanda yeterince ilgiye mazhar olamamıştır. Bir milletin
geleceği olan bugünün çocukları için oldukça büyük bir öneme sahip olan çocuk edebiyatı yayıncılığı, üniversitelerin edebiyatla ilgili bölümlerinde de
mutlaka önemsenmelidir.
Okul öncesi eğitimi bölümlerine sıkışıp kalan
bu hayatî kültür koluna, bazı psikologları hariç tutarsak akademik düzeyde araştırma yapan birçok
araştırmacının ilgi göstermediğini rahatlıkla ifade
edebiliriz. Hâlbuki çocuk candır. Gelecektir. En iyi
yatırımın hak eden kitledir. Onu ciddiye alıp gereken ilgiyi göstermek lazımdır. Aksi hiçbir surette
düşünülemez. Bu durumda Türkiye’de herhangi bir
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü kendi bünyesinde bir
“Çocuk Edebiyatı Anabilim Dalı” oluşturacak mıdır?
Şimdilik bu soruya olumlu yanıt vermek pek
mümkün görünmüyor. Ancak Türkiye’de bu alanda
cılız da olsa bir kıpırdanma gözlemlenebiliyor ya da
daha doğrucu bir ifadeyle edebiyatçı olarak tanımlanan kimselerin çocuk edebiyatı alanında da bir şeyler bilmekle mükellef olduğu gerçeği toplumda her
geçen gün daha çok kabul görüyor.
568
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
Sempozyumun bu oturumunda ayrıca
Türkiyat sahasındaki çocuk edebiyatı yazarlarının
ve yayıncılarının yaşadıkları önemli sorunları diğer
meslektaşlarıyla paylaştıkları görülmüştür.
Sempozyumun sekizinci oturumu “Türk
Dünyası Çocuk Edebiyatı Yayıncılığına Genel Bakış”
başlığını taşımaktadır. Bu oturumda gündeme gelen önemli konu başlıklarını şu şekilde oluşturabiliriz: Boşnak çocuk edebiyatı üzerine yorumlar,
Bulgaristan Türk çocuk edebiyatı yayınları, Başkurt
çocuk edebiyatında şiirlerin geçmişi ve bugünü, çocuklar için okuma-yazma atölyeleri, Türkmen çocuk
edebiyatında anane ve yenilikçi arayış…
Bu son oturumda Türk dünyasının muhtelif coğrafyalarında çocuk edebiyatı alanında kültürel faaliyet
gösteren araştırmacılar tarafından genel mütalaalar
yapılmıştır. Bu son oturum bir bakıma diğer oturumlarda üzerinde durulan temalar hakkında da umumî
değerlendirmeler mahiyetinde gerçekleşmiştir.
Eskişehir’de, 14-17 Nisan 2014 tarihleri arasında gerçekleştirilen “I. Uluslararası Avrasya Türk
Dünyası Çocuk Edebiyatı Yayıncılığı Sempozyumu”
oldukça zengin içerikli tebliğlerden oluşturulmuş,
oldukça geniş bir katılımcı ve dinleyici kitlesiyle birlikte gerçekleştirilmiştir.
Sempozyumda birbirinden ilginç konular üzerine yapılan araştırmaların neticeleri dinleyicilerle
paylaşılmıştır. Türkiye’nin ve Türkiyat dünyasının aç
olduğu konulardan biri olan çocuk edebiyatı ve yayıncılığını her yönüyle ele alan bu sempozyumun bilgiye
susamış kitlelerin doyurulmasında bir büyük boşluğu doldurduğunu ifade etmeliyiz. Bu yönüyle sempozyumun fevkalade başarılı geçtiğini söylemeliyiz.
Bununla birlikte gerçekleştirilen bu önemli etkinliğin devamının getirilmesinin büyük bir ehemmiyeti vardır. Şayet bu etkinliğin devamı getirilmez569
Dr. Yenal Ünal
se bu sempozyum başarısından herhangi bir şey
kaybetmez; ancak sempozyumda belirlenen en genel
hedefler kesinlikle ıskalanmış olur. Türk dünyasında
Türkçe’nin ortak dil olarak benimsenmesi ve bu dilin
bütün Türkiyat coğrafyasında daha aktif kullanımı,
yeni çocuk edebiyatı neşirlerinde Türkçenin ön plana
çıkarılması, yeni ortak paydaların belirlenmesi, çok
geniş bir coğrafya olmasına rağmen Türk dünyasında kitle iletişim araçları vasıtasıyla kültürel diyaloğun en üst seviyeye taşınması, daha çok işbirliğinin
daha çok paylaşımın sağlanması, Türk tarihindeki
önemli kahramanların bütün Türk dünyası çocuk
edebiyatı yayıncılığında ön plana çıkarılması kısacası Türk dili ve edebiyatının, Türk dünyasının üzerini
bir büyük kubbeye çevirerek herkesi kapsaması sempozyumda belirlenen ana hedefler olarak karşımıza
çıkmaktadır.
“I. Uluslararası Avrasya Türk Dünyası Çocuk
Edebiyatı Yayıncılığı Sempozyumu” bütün Türk
dünyası için atılan bir dev adımdır. Seçilen konu ise
can alıcıdır. Çünkü bütün Türk dünyasını özellikle
Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı Başkanlığı (TİKA)
kanalıyla kültürel manada birbirine bağlama hedefinde olan Türkiye’nin bundan 50 yıl sonrasını da
düşünmesi gerekmektedir. Dolayısıyla şimdiden
Türkiyat sahasındaki çocuklara yönelik projeler üretilmesi ve bu projelerin de bihakkın tetebbu mahsulü
olması durumunda bütün Türk dünyasının zenginleşeceğini ve her geçen daha fazla güçleneceği belirtmeye gerek yoktur.
Bundan sonraki süreçte bu sempozyumda görülen eksikliklerin yinelenmemesi için gerekli tedbirlerin alınması, sempozyum etkinliklerinden çok
daha önce tebliğci olarak katılacak bilim adamı ve
yazarların titiz bir çalışmayla tespit edilmesi ve daha
başarılı bir etkinliğin vücuda getirilmesi Türk dünyasının kazanımı olacaktır.
570
4) V. DİNİ YAYINLAR KONGRESİ816
Diyanet İşleri Başkanlığı’nca Ankara’da düzenlenen 5. Dinî Yayınlar Kongresi 02-04 Aralık
2011 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Dedeman
Oteli ana salonunda yapılan etkinliğe, Diyanet İşleri
Başkanlığı, üniversiteler, yayınevleri ve gazetelerden
aralarında Prof. Dr. Ali Birinci, Ahmet Turan Alkan,
Ayşe Böhürler, Fatma Barbarosoğlu, Afet Ilgaz’ın da
bulunduğu çok sayıda editör, yazar, araştırmacı ve
akademisyen katılmıştır.
Ana teması kadın konulu yayınlar olan kongre
toplam altı oturumla gerçekleştirilmiştir. Kongrenin
birinci oturumunda “Kadın Konulu Yayınların
Tarihsel Süreci”, ikinci oturumda “Kadın Konulu
Dinî Neşriyat”, üçüncü bölümde “Kadın Konulu
Dinî Yayımlardaki Sorunlar”, dördüncü oturumda “Kadın Konulu Dinî Yayıncılıkta Gelecek İçin
Perspektifler” konuları üzerinde durulmuş; beşinci
oturumda “Katılımcı Değerlendirmeleri” ve altıncı oturumda “Genel Değerlendirmeler” yapılarak
kongre bitirilmiştir.
816
İlk defa Kelam Araştırmaları Dergisi’nin 11. cildinin 1. sayısında
yayımlanmıştır.
Dr. Yenal Ünal
Bu ana başlıklar altında kongreye katılan tebliğciler ortalama on beşer dakika süreyle hazırladıkları çalışmaları izleyicilere sunmuşlar; tebliğlerin bitirilmesinden sonra her oturum sonunda ilgili konulara göre seçilmiş müzakereciler beşer dakika süreyle
sunulan tebliğleri değerlendirmişlerdir.
Kongre boyunca bu sistem takip edilmekle
birlikte birçok müzakereci kendilerine tanınan beşer
dakika konuşma süresini oldukça aşarak kimi zaman tebliği sunan araştırmacılardan daha fazla zaman kullanmışlardır ki bu da kongrenin eleştirilmesi
gereken en önemli noktalarından biridir. Oturumları
yöneten oturum başkanları sevk ve idareyi yerinde
sağlayamamışlardır.
Kongrenin ilk oturumunda en genel hatlarıyla İslamiyet’in ilk yıllarından Cumhuriyet dönemine kadar, İslam kültürü açısından kadının anlam ve
öneminden bahsedilmiştir. Bu oturumda Arap, Fars
ve Türk edebiyatında kadın imgesinin oldukça zengin bir birikime sahip olduğu belirtilerek, Osmanlı
ve daha önceki dönemlerde İslamî kadın yazınının;
o dönemde Batı dünyasındaki kadın edebiyatından
çok daha zengin olduğu konusunda uzlaşıya varılmıştır.
Osmanlı dönemi adına Ahmet Cevdet Paşa’nın
kızı ve 19. yüzyılın önemli simalarından biri olan
Fatma Aliye Hanım’ın düşünce ve edebiyat dünyası
üzerinde durulmuştur.
Üzerinde ağırlıklı olarak durulan konulardan
biri de 20. yüzyıla kadar olan dönemde İslam kültür ve medeniyeti çevresinde yetişen kadın ve erkek
şairlerin neden romana değil de şiire önem verdiği
hususudur. Tartışmacılar bu konuyu şöyle değerlendirmişlerdir: “Müslümanların kutsal kitabı Kur’an-ı
Kerim gerçek ve ebedi dünyayı zaten Müslümanlara
572
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
anlatmaktadır. Dolayısıyla şair ve yazarlar roman
edebi türüne yönelerek yeni bir alternatif dünya
kurma ihtiyacını hissetmemişlerdir. Çünkü Kur’an-ı
Kerim’de Allah’ın kurduğu ve şekillendirdiği dünya
zaten her şeyin aslı ve özetidir.”
Oturumun en önemli konularından biri de 19.
yüzyıla kadar olan süreçte fıkıh, tefsir ve hadis kaynaklarına göre İslam kültüründe kadın imgesinin
değerlendirilmesidir. Yine bu bölümün son tebliğinde Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçişte kadının sosyolojik gelişimi tartışılmıştır. Ancak
bu oturumun hemen hemen hiçbir bölümünde kadın
konulu dinî yayınlara değinilmemiştir.
“Kadın Konulu Dinî Neşriyat” adlı ikinci oturumda birinci oturuma nazaran yayıncılık sektörü
üzerinde daha fazla durulmuştur. Özellikle 1970’lerden sonra popüler hâle gelen hidayet romanları ve
bu romanların öncülerinden Hekimoğlu İsmail, Şule
Yüksel Şenler ve Emine Şenlikoğlu’nun Türk edebiyatına etkileri irdelenmiştir. Yine bu oturumda “Türk
Sinemasında Anadolu Kadını” adlı bir tebliğ sunulmuş ve özellikle kırsal kesim kadının Türk sinemasına girişi hakkında değerlendirmeler yapılmıştır. Bir
başka tebliğde de dinî kıssa ve hisselerden kadın konusunun açıklanabilmesi için örnekler sunulmuştur.
Üçüncü oturumda kadın ve edebiyat, Batıda
yapılan yayımların Müslüman kadın algısına etkileri, kadın yayınlarında popüler dil ve Kemalizm’in
Türk kadınına bakışı tartışılmıştır.
“Kadın Konulu Dinî Yayıncılıkta Gelecek İçin
Perspektifler” başlıklı dördüncü oturum, kongrenin genel amacına uygun olarak gerçekleştirilen en
önemli bölümüdür. Bu oturumda son yıllarda yayıncılık sektörünün gelişimi, kat ettiği önemli aşamalar,
kadınlar üzerine yapılan yayınların gelişimi ve bu
573
Dr. Yenal Ünal
çeşit yayınları geleceği, İslamî nitelikli kadın dergiler ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kadınlar üzerine
yaptığı yayınlar gündeme gelmiştir.
Bu oturumda Editör Esra Ürkmez tarafından
sunulan “Kadın Okuyucu Profili ve Kadın Yayınların
Arz Talep İlişkisi” adlı tebliğde son yıllarda Kültür
ve Turizm Bakanlığı (Kütüphaneler ve Yayımlar
Genel Müdürlüğü) öncülüğünde uygulanan yayın
politikaları sayesinde yayıncılık sektörünün hızla ileriye gittiği belirtilmiştir. Esra Ürkmez’e göre Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nın yapmış olduğu “Türkiye
Okuma Haritası” adlı proje ile Türk okuyucu profili
gün yüzüne çıkarılmıştır. Tebliğde ayrıca okuyucuların halk kütüphanelerini çok az kullandığı ya da bu
kütüphanelerin varlığından hiç haberdar olmadığı
tespitinde bulunulmuştur. Sayın Ürkmez’in yapmış
olduğu en ilginç tespitlerden biri de İslamî nitelikli
yayınlara ilgi duyan kitle içerisinde en çok kitap satın alan kesimin ilkokul mezunlarının olduğu; üniversite mezunlarının kitap satın alımı yüzdelerinin
oldukça düşük olduğu tespitidir.
Editör-Yazar Emine Eroğlu da sunduğu tebliğde küreselleşen dünyada Türkiye’nin yayıncılık
alanında kendini gösterebilmesi için kitap fuarlarına
daha fazla önem vermesi gerektiği ve son yıllarda da
bu amacın gerçekleşmeye başladığı konusunda değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu oturumda yine
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kadın ve aile kavramları üzerine yaptığı yayınlar tanıtılmıştır.
Kongrenin beşinci ve altıncı bölümlerinde katılımcı görüşleri ve genel değerlendirmelerde bulunulmuştur. Yazar ve akademisyen çevrelerinden
kongreye katılan kişilerin yaptığı genel tespitlerin
ardından kongre bitirilmiştir.
5. Dinî Yayınlar Kongresi oldukça zengin içerikli tebliğlerden oluşturulmuş ve küçümsenemeye574
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Araştırmaları
cek bir katılımcı ve dinleyici kitlesiyle birlikte gerçekleştirilmiştir. Kongrede birbirinden ilginç konular üzerine yapılan araştırma sonuçları sunulmuştur.
Bu yönüyle kongrenin verimli geçtiği söylenebilir.
Ancak tebliğlerde zaman zaman kongrenin
ana konusuyla ilgili olmayan birçok konu üzerinde
de durulduğu görülmüştür. Kongreye müzakereci olarak katılanların yaptığı birçok gözlem, inceleme ve değerlendirmenin tebliğ sunanlarınkinden
çok daha titiz araştırmalar olduğu gözlemlenmiştir.
Dolayısıyla bu tür kongrelere tebliğci olarak katılacak bilim adamı ve yazarların önceden daha ince bir
çalışmayla tespit edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
575