Academia.eduAcademia.edu

Darwine Cevab Irsadul Gavin Bi Reddi Nazariyeti Feylosof Darwin

Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili Fulya İBANOĞLU* Orcid ID: 0000-0001-8478-2967 Atıf/©: İbanoğlu, Fulya, Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses:“Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili, Artuklu Akademi 2018/5 (2), 271 -340. Öz: Bu makalede, Osmanlı modernleşmesinin temel meselelerinden terakki ve tekâmül fikrini, bunun Darwin nazariyesi ile irtibatını, Hz. Adem’in yaratılış inancıyla insanın maymundan geldiği iddiasının mukayesesini, nihayet Darwinci felsefenin tenkidini ihtiva eden bir yazmanın çevrimyazısı verilecek, yazmanın muhtevası tahlil edilecektir. Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin isimli bu yazmanın müellifi, Osmanlı İstanbulu’nun en mühim tekkelerinden Eyüp Hasîrîzâde Dergâhı’nda 1880’den tekkelerin sırlandığı 1926’ya kadar postnişin olan Mehmed Elif Efendi’dir. Muhtemelen Cumhuriyet’in ilk yıllarında yazılan bu yazmanın, 2016’ya kadar literatürde sadece ismi bilinmektedir. Bu yazma vesilesiyle, Osmanlı’nın son döneminde farklı mahfillerde tartışılan terakki ve tekâmül fikrinin bir tekke müntesibi tarafından nasıl anlaşılıp tahlil edildiği ortaya konulacaktır. Anahtar Kelimeler: Terakki, Tekâmül, Darwin, Hasîrîzâde Dergâhı, Mehmet Elif Efendi The Rising Voice from the lodge of Progress and the Idea of Evolution: Translation and Analysis of the Name of “Darvin’e Cevab: İrşadu’l-Ğâvîn BiReddi Nazariyeti Feylesof Darvin” Citation/©: İbanoğlu, Fulya, The Rising Voice from the lodge of Progress and the Idea of Evolution: Translation and Analysis of the Name of “Darvin’e Cevab: İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin”, Artuklu Akademi 2018/5 (2), 271 -340. Abstract: In this article, the transcription of a manuscript on the main issues of Ottoman modernization, the idea of evolution and evolution, its connection with the Darwinian Theory, the comparison of the claim that man came from ape with the belief of creation and finally the criticism of Darwinian philosophy will be given; the content of the manuscript will be evaluated. The author of this manuscript named Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin is Mehmed Elif Efendi, who was a sheikh from 1980 until the year of 1926, when the lodges were closed in the Eyüp Hasîrîzâde Dergâhı, one of the most important lodges of Ottoman Istanbul. This manuscript, probably written in the early years Gönderim Tarihi: 7 Kasım 2018, Kabul Tarihi: 16 Aralık 2018 271 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 of the Republic, was only the name of this manuscript known until 2016. On the occasion of this manuscript, it will be examined how the concept of evolution and evolution discussed in different circles in the last period of the Ottoman Empire was understood and analyzed by a sufi. Anahtar Kelimeler: Progress, evolution, Darwin, Hasîrîzâde Dergâhı, Mehmet Elif Efendi 272 Giriş 19. yüzyıl genelde İslâm dünyasının, özelde Osmanlı devletinin hem siyasî hem fikrî çalkantıların yaşandığı, Batı düşünce dünyasının ürettiği pek çok mesele ve ıstılahı anlamak, tahlil etmek, çoğu zaman da bunlarla mücadele etmek zorunda kalındığı kritik bir zaman dilimidir. 1 Batı’da 17. yüzyılla başlayan ve fen bilimleri aracılığıyla ortaya çıkan yeni keşifler düşünce dünyasını da şekillendirmiş, insana ve kainata dair yeni bir tasavvur teşekkül etmiştir. Artık kainatın oluşumu, insanın yeryüzünde ortaya çıkışı gibi meseleler Kilise kaynaklı yorumlarla açıklanmayıp biyoloji, jeoloji gibi bilimlerin verileri ışığında yeniden anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu süreç yeni bazı nazariyeleri de tabii olarak peşinden getirmiştir. Bunlardan en önemlilerinden birisi de Darwin nazariyesidir. Diğerlerinde olduğu gibi bu nazariye Müslüman düşünürleri de etkilemiş, ne olduğu hakkında tartışılıp yazılmış, pek çok muarızı ve müdafii olmuştur. Bu makalede meseleye dair, Osmanlı’nın son dönem neslini temsil eden bir şeyhefendinin kaleme aldığı “yarı meçhul” bir risaleyi değerlendirip metnini vereceğiz. 1. Darwin’e Reddiye Yazan Bir Şeyhefendi Müslüman İstanbul’unun en mühim kültür muhitlerinden biri de tekkeleridir. Bu tekkelerden bazılarının kendi bünyelerinde teşekkül eden vakıf kütüphaneleri onların bu yönlerini daha da pekiştirmiş, Osmanlı İstanbul’unun düşünce hayatına katkıda bulunmuşlardır. Tekke kütüphaneleri bazen şeyhefendilerin, bazen müntesip ve muhibbanın vakfettikleri kitaplarla zenginleşmiştir. 2 Makalede ele alacağımız Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin isimli risale de Sütlüce * 1 2 Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi, [email protected]. Batı felsefesinin Osmanlı’ya intikali pek çok eserde ele alınmıştır. Biz burada konumuzla alakalı üç esere dikkat çekeceğiz: Orhan Okay, Beşir Fuad, İlk Türk Pozitivist ve Naturalisti, İstanbul, Dergâh Yay., 2008; Murtaza Korlaelçi, Poztivizmin Türkiye’ye Girişi, İstnabul, İnsan Yay., 1986; Süleyman Hayri Bolay, Türkiye’de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi, İstanbul, Yağmur Yayınevi, 1966. Hususen İstanbul tekke kütüphanelerinin nasıl teşekkül ettiği ve buradaki Farsça eserer hakkında bir eser için bkz. Fulya İbanoğlu, “Osmanlı Coğrafyasında Basılmış Farsça Kitaplara Bir Başka Açıdan Bakmak: 19. yüzyıl İstanbul Tekke Küütphanelerindeki Matbu Farsça Eserler”, Müteferrika, 54, Kış (2018/2), 199-218. Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili Sadî Dergâhı Kütüphanesi’ne kayıtlıdır. 3 Bu kütüphanede o vakte kadar mevcût kitapların muhtemelen büyük çoğunluğu, diğer tekke kütüphaneleri gibi tekkeler sırlandığında peyderpey Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiştir. Ancak söz konusu risalenin Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakli çok daha yenidir. Zira 2016’ya kadar isminden haberdar olunan eserin bu kütüphanede kaydı yoktur. Müellif Şeyh Hasîrîzâde Elif Efendi’nin (18501927) 4 biyografisine dair metinlerde bu Darwin reddiyesini vefatından altı ay önce yani tekkeler sırlandıktan sonra 5 kaleme aldığı belirtilmekle birlikte eserin elimizdeki nüshasındaki 6 ketebe kaydından, oğlu Sa‘diyye’den Abdüsselam Dergâhı Şeyhi Yusuf Zahir Efendi tarafından 1344 (1926) yılı Rebiülevvel ayının başlarında müsveddeden istinsah edildiğini öğreniyoruz. Ancak bu müsvedde o tarihte mi yazılmıştı, yoksa Yusuf Zahir Efendi, babasının daha önceden yazdığı nüshadan mı istinsah etmişti, bu husus kanaatimizce hâlâ belirsizliğini korumaktadır. Osmanlı modernleşmesini yönlendiren ana fikir diyebileceğimiz terakki ve tekâmülün pek çok cephesi vardır; ancak bu makalenin sınırları dahilinde hepsinden bahsetmek mümkün değildir. Bu nedenle ekte çevrimyazısını vereceğimiz risalenin muhtevası çerçevesinde Meşrutiyet devri meşayihinden bir müellifin, insanın yaratılışıyla Darwinci evrim felsefesini hangi noktalarda 273 yakınlaştırıp hangi noktalarda reddettiği, insanın menşeiyle terakki arasında ne türden bir irtibat kurduğu meseleleri ele alınacaktır. Bu mevzular farklı meslek ve meşrepten kimselerce lehte ya da aleyhte kaleme alınmakla birlikte meşayihin -mesela istibdat aleyhtarı yahut bilim taraftarı metinlerine rastlansa da 7- ne biyolojik evrim ne de bunun esaslarının toplum hayatına tatbiki olan tekâmül felsefesine dair bir şey yazdığına rastlanmaz. Halbuki muarızlarca, aklın ve bilimin dolayısıyla terakkinin en büyük engelinin, şeyhefendilerin temsil ettiği tasavvuf ve tarikat geleneği, kültürü olduğu sıklıkla dile 3 4 5 6 7 Hasîrîzâde Mehmed Elif Efendi, Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn bi-reddi Nazariyeti Feylesof Darvin, Süleymaniye Kütüphanesi, Sütlüce Dergâhı, no: “456”. Mehmed Elif Efendi hayatı ve eserleri hakkında geniş bilgi için bkz. Nihat Azamat, “Elif Efendi, Hasîrîzâde”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1995), XI, 38. Hüseyin Kurt, “Hasırîzâde Mehmed Elif Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Ü.S.B.E. Temel İslâm Bilimleri Tasavvuf Anabilimdalı, Ankara 2003), 120-123. Bilindiği üzere tekkeler 30 Kasım 1925’te kabul edilen bir kanunla kapatılmıştır. Dergâhların sırlanmasından sonra buralara ait kitapların Süleymaniye Kütüphanesi’ne 1926-1950 arasında peyderpey nakledildiği biliniyor. İstanbul’daki vakıf kütüphanelerinin bir kısmı da zaten bu tekke kütüphaneleridir. Ancak Hasîrîzâde Dergâhı’nın kitapları 1926’dan sonra diğer tekke kitapları gibi Süleymaniye Kütüphanesi’ne intikal etmemiştir. Daha doğrusu diğer kütüphanelerin devir tarihi bilinmekle birlikte Sütlüce’ninki şimdilik bilinmiyor. Diğer tekke kütüphanelerinin devir tarihleri için bkz. Halit Dener, Süleymaniye Umumi Kütüphanesi, (İstanbul: Maarif Vekâleti, 1957). Eyüb Tanrıverdi, eserin Mustafa Koç’un gayretleriyle 2016’da bulunup Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledildiğini ifade ediyor. bkz. Eyüb Tanrıverdi, “Hasîrîzâde Mehmed Elîf Efendi’nin Muhtâru’l-Enbâ Adlı Eseri”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (SBArD), 14/27, Bahar (2016), 223-224. İsmail Kara, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm, (İstanbul: Dergâh, 2008), 246. Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 getirilmektedir. 8 Meşayihin bu tenkitleri karşılama, tasavvuf cephesini savunma mahiyetinde telif vermemeleri de bahs-i digerdir. Ulema ve meşayih arasında olduğu kadar devlet nezdinde de mühim bir mevkiye sahip Hasîrîzâde Dergâhı’nın son şeyhi Mehmed Elif Efendi ise, tekâmül nazariyesi hakkında yazdığı eserle istisnai bir müelliftir. Onun, Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin isimli Cumhuriyet’in ilânından sonra kaleme aldığı bu küçük risalesi yukarıdan beri özetlemeye çalıştığımız Tanzimat’la başlayan tekâmül-terakki literatüründe tartışılan meselelerin bir muhassılası kabul edilebilir. Elif Efendi’nin Cumhuriyet’in ilanı öncesi telifleri arasında, bu mevzularla uzaktan da olsa irtibatlı bir eserine tesadüf edilmemektedir. Üstelik eser daha önce de ifade ettiğimiz gibi, meselenin hararetle tartışıldığı döneme ait hemen hemen tüm noktalara temas etmiş ve fakat o devirde neşredilmemiş, çok daha sonra gün yüzüne çıkmıştır. 274 Eyüb Sütlüce’de, Sa‘diyyeden Hasîrîzâde Dergâhı’nın 1880’den 1925’e kadar şeyhi olan Mehmed Elif Efendi, tekkeler sırlandığında İstanbul’daki son postnişinlerdendir. Daha sonra hakkında Tenşîtü’l-muhibbîn bi-menâkıb-ı Hoca Hüsâmeddin isimli çok kıymetli bir eser yazdığı Nakşi şeyhi Mesnevihan Hoca Hüsâmeddin Efendi 9 ile Mevlevî Şeyhi Osman Selahaddin Efendi gibi devrin meşahirinin rahle-i tedrisinde ulûm-ı diniye ve ulûm-ı aliyye tahsil eden Elif Efendi, Sadî, Şazilî, Mevlevîlik ile yine Sa‘diyye’den Şeybanî ve Şazelî’nin Medenî şubelerinden icazet alarak uhdesinde bunları birleştirmiştir. Babasının vefatından sonra posta geçtiği Hasîrîzâde Dergâhı’nda pek çok ders ve sohbet vererek talebe yetiştirmiş, Türkçe, Arapça, Farsça lisanlarında tasavvuf, kelam, tefsir ve edebiyat sahalarında eserler telif etmiştir. Elif Efendi’nin kendisinden Mevlevîlik icazeti ve Mesnevi dersleri aldığı Yenikapı Mevlevîhâne’sinde elli küsur sene postnişin olan Osman Selahaddin Dede’nin Tanzimat’ın güçlü devlet adamlarını çevresinde topladığı bilinmektedir. Keçecizade Fuad Paşa, Âli Paşa, Mithat Paşa gibi sadrazamlar, Prens Mustafa Paşa, Mısırlı Kâmil Paşa, Şeyhülislam Sahib Molla, onun sohbetlerine katılmışlardır. Onun siyasetle bu ilişkisi, Tanzimat kadrolarıyla kurduğu yakın temas mevlevîhâneyi modernleşme yanlısı bir müesseseye 8 9 Tasavvufun, tekkelerin müslümanları aklı kullanmaktan uzaklaştıran, her şeyi hisse, rüyaya havale eden, bidatler ve hurafelere teslim olmuş bir kültür olduğu iddiası modernleşme devri tartışmalarının en mühim mevzudur. Tanzimat’tan itibaren bununla ilgili ciddi bir literatür oluşmuştur. Meseleyi tartışan bir metin için bkz. İsmail Kara, Din İle Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, (İstanbul: Dergâh Yay.,2003), s. 358-385. Hür Mahmut Yücer, “Hoca Hüsâmeddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 2016), Ek-1, 560-561. Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili dönüştürmüş, I. Meşrutiyet Anayasası’nın ilk tartışıldığı yer olmuştur. 10 Kısaca ifade ettiğimiz bu ve benzeri irtibatlar Elif Efendi’yi bir tarikat büyüğü olmasının yanı sıra devrinin önde gelen âlimleri arasına katmış, İslâm dünyasının karşılaştığı pek çok meseleyi bu çevrelerde öğrenme ve tartışma imkânı bulmasını sağlamıştır. Okuduğu kitaplar ve kütüphanesi de pek çok kimse tarafından dile getirilmiştir. Ayrıca tekkelerin denetimiyle vazifeli Meclis-i Meşayih reisliğine getirilmesi onun ilmî ve idarî kudretine duyulan emniyetin bir neticesi olsa gerektir. Onun şeyhliği sırasında Sütlüce’deki dergâhta pek çok cemiyet tertib edilmiş, tasavvuf ve sanat sahasının üstadları zikirlere, Mesnevi derslerine ve sohbetlere iştirak etmişlerdir. 11 Netice itibarıyla risalenin telif tarihi her ne kadar Cumhuriyet’in ilanı sonrasına tesadüf ediyorsa da müellifi Elif Efendi Tanzimat’ın ilanından kısa sayılabilecek bir zaman sonra doğmuş (3 Recep 1266/ 9 Mayıs 1850), II. Abdülhamid’in tahtta olduğu yıllarda tahsilini tamamlamış biri olarak memuriyete girmiş, müderrislik yapmış, II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında Meclisi Meşayih reisliği vazifesini, nihayet 1879’dan 1925’e kadar Hasîrîzâde Dergâhı postnişinliğini deruhte etmiş biri olarak İslâm dünyasının ve tabii Osmanlı’nın son üç yüzyılda tartıştığı, halletmeye çalıştığı pek çok meseleden haberdar, 275 bunlar üzerinde kafa yormuş bir zattır. 22 Kasım 1859’da Darwin’in Türlerin Kökeni (On the Origin of Species) yayınlandığında henüz dokuz yaşında, 1871’de İnsanın Türeyişi (The Descent of Man) isimli eseri yayınlandığında da yirmilerin başındadır ve dünyada olduğu gibi Dersaadet’te de muhtemelen bu mesele pek çok mahfilde konuşulup tartışılmaktadır. Dolayısıyla Mehmed Elif Efendi’nin ârif, âlim şeyhzâde-şeyh kimliğiyle Osmanlı’nın modernleşme tarihine şahit biri olarak bu eseri kaleme aldığını ve bu açılardan mühim olduğunu söylemeliyiz. 2. II. Meşrutiyet Devri Terakki ve Tekâmül Fikrine Dair Müellif Şeyh Elif Efendi’nin reddiye yazdığı Darwin nazariyesinin, son dönem Türk düşünce tarihinde başta evolution/evrim/tekâmül ve progress/ilerleme/terakki olmak üzere pek çok meseleyle irtibatı vardır. Risalede de bu meselelerden bir kısmı müellif tarafından ele alınmıştır. Bu 10 11 Osman Selahaddin Dede’nin biyografisi ve bahsi geçen meseleler hakkında bkz. Bayram Ali Kaya, “Osman Selâhaddin Dede”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 2016), Ek-2, 382-383. Baha Tanman, “Hasîrîzâde Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1997), XVI, 384. Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 nedenle risaleye geçmeden önce irtibatlı konulara kısaca değinmek fayda vardır. Malum olduğu üzere, hususen II. Meşrutiyet’in ilanını takiben Osmanlı coğrafyasının hemen hemen her köşesinde, her muhitte terakki konuşuluyordu. Osmanlı ilmiyesi, kalemiyesi ve askeriyesi İslâm dünyasının eski saltanatlı günlerine tekrar dönebilmek için terakki edilmesi gerektiğini, farklı derecelerde de olsa, müşterek bir talep olarak dile getiriyorlardı. Ernest Renan’ın İslam’ı (aslında dini) hedef alarak, dinin terakkiye mani olduğu, insanlığın ancak akıl ve fen/bilim ışığında terakki edeceği/ilerleyebileceği, dinin ise bunların yolunu tıkadığı iddiası Müslüman münevverlerin dinî gayretlerini, hassasiyetlerini tahrik ediyor, İslâm’ın terakkiye mani değil, aksine terakkiye sevk ettiğini ispatlamak için kitaplar, makaleler yazılıyordu. 12 276 Batı’nın İslâm dünyasına siyasî-askerî üstünlüğünün sebebi olarak görülen, fen bilimlerindeki gelişmeler Osmanlı münevverlerini bu sahaya sevk ediyor, naklin yanı sıra akıl ve tecrübenin/deneyin zarureti, bilimin asıl itibarıyla nakille çatışmadığı dile getiriliyordu. Bu hususta bir kısım müellif İslâm dünyasının artık nakille, daha fazla olarak eski ilim anlayışıyla, eski ilmî müktesabatla hayatı tanzim etmeyi bir tarafa bırakıp aklî ilimlere yönelmesi, yahut onlara öncelik vermesi gerektiğini savunuyordu. Diğer bir kısmı da bu ikisinin esas itibarıyla birbirine ters düşmeyeceğini aksine İslâm’da akılla naklin çatışmadığını, tabii ilimlerle Allah’ın kainatın işleyişine koyduğu nizamdaki hikmet (tabiat kanunları ile ilahi kanunlar) arasında bir fark bulunmadığını müdafaa ediyordu. 13 Bunlara göre fen bilimleri Allah’ın kainatın işleyişine koyduğu nizamı keşfetmekte bir vasıtadır. Dolayısıyla ilimle, deney ve akıl aracılığıyla ilahî hikmetin bilinebileceği/bulunabileceği fikri, peşi sıra, bu yolda ne kadar mesafe katedilirse o kadar ilerleneceği inancını getiriyordu. Bilindiği üzere 16. ve 17. yüzyılın bilimsel keşif ve gelişmelerinden sonra fizik bilimlerin şekillendirdiği yeni bir tabiat tasavvuru, bu tasavvurun bir parçası olarak da insana yeni bir bakış ortaya çıkmıştır. Tabiat bilimlerinin kainatta olan biteni açıklamak için başvurduğu “İnsan davranışı, keşfedilebilecek ve doğrulanabilir form içinde açık seçik ifade edilebilecek, ayrıca her zaman ve mekana uygulanabilecek genel yasalara 12 13 Bu tartışmalar ve metinler için bkz. Dücane Cündioğlu, “Ernest Renan ve ‘Reddiyeler’ Bağlamında İslâmBilim Tartışmalarına Bibliyografik Bir Katkı”, Dîvân, 2, (1996), 1-94. Konuyla alakalı pek çok eser mevcûttur. Ancak makalemizin esas meselesi bu olmadığından burada sadece “Din-i İslam’da akıl ve fen haricinde hiçbir şey yoktur” diyen Filibeli Ahmed Hilmi’ye atıfta bulunulacaktır. Sözkonusu ifade için bkz. Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, Tarih-i İslam, (Kostantiniyye: Hikmet Matbaası), Kostantiniyye 1326, c. I, s.101; c. II, s. 610-613. Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili tabidir.” 14 Buna göre “değişen olgular arasında sabit ve kanıtlanmış ilişkiler (kanunlar) arayan bu yeni anlayış başlangıçta ilahî kökenden kopmamıştı” ama zamanla ilahî olanın yerini almıştır. 15 Böylece kainatta mekanik bir düzenin varlığı fikrine ulaşılmış, bu düzen determinizm olarak tabir edilmiş, Meşrutiyet devri münevverlerinin kahir ekserisi de determinizmi sünnetullah/adetullahla bir şekilde uzlaştırmıştır. Yani aslında pozitivist felsefenin tabiat yasalarına dayanarak insan bilimlerini açıklama eğilimi, İslam düşünce dünyasına ait fıtrat, sünnetullah, âdet kavramlarının da tabiat kanunlarıyla aynîleştirilmesi veya ona yakınlaştırılması şeklinde yön değiştirmiştir. Böylece Müslüman-Osmanlı düşünce dünyasında bu mesele bir tür İslâmîleştirme tarikiyle kabullenilmiştir. Buna göre sünnetullah ya da adetullah, Allah’ın hem tabiat hem cemiyet hayatının işleyişine yönelik koyduğu nizamın yani kanunların adıdır. Müslümanlar, fen bilimleriyle meşgul olup tabiatın kanunlarını tespit eden ve bu kanunları toplum hayatına tatbik eden Batılıları dikkate almalıdır. Zira Batılı araştırmacılar aslında, fen bilimleri aracılığıyla Allah’ın yeryüzüne koyduğu kanunları keşfetmişler ve terakki etmişlerdir. Yani terakkinin, içtimai tekamülün kanunları da Allah’ın yeryüzüne koyduğu kanunlardır. 16 Özetlemeye çalıştığımız, tekâmül felsefesi tabir edilen ve biyolojik evrimin istihale, ıstıfa, veraset ve mücadele-i hayat gibi esaslarının cemiyet hayatında da mevcûdiyetini savunan Sosyal Darwinizm son dönem Türk düşüncesinde oldukça etkili olmuştur. Çünkü Batı’nın tekâmülün kanunlarını keşfederek siyasî, askerî, ilmî sahada terakki ettiği adeta bir inanç haline gelmiştir. Terakki ise, insanlığın, dolayısıyla cemiyetin maddi ve manevi hayatının tüm cephelerinde eskisinden, bir öncekinden daha iyiye, kemale doğru tedricen meydana gelen değişimler olarak anlaşılıyordu. 17 Tanzimat’tan itibaren Osmanlı düşünce dünyasını hemen hemen her cepheden kuşatan terakki ve tekâmül fikriyle irtibatlı bir diğer mühim husus da, yeryüzünün yaratılışı, ilk insan, onun mahiyeti ve yeryüzünde ortaya çıkışı meselesidir. Malum olduğu üzere bilimdeki gelişmelerin neticesi Batı’da 14 15 16 17 Immanuel Wallerstein, Jeoplolitik ve Jeokültür, trc. Mustafa Özel, (İstanbul: İz Yayıncılık, 1993), s. 309. Taner Timur, Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, (İstanbul: Yordam Kitap, 2011), s. 78. Sünnetullahla determinizmi “irade” etrafında ele alan bir çalışma için bkz. Rıdvan Özdinç, Akıl, İrade, Hürriyet Son dönem Osmanlı Dinî Düşüncesinde İrade Meselesi, (İstanbul: Dergâh Yay., 2013), 197-213. Terakki fikrinin ne olduğunu, tarihini ele alan devrin en mühim eseri için bkz. Mustafa Şekip [Tunç], Terakki Fikrinin Menşei ve Tekâmülü, İstanbul: Âmedî Matbaası, 1928, s. VI. Ayrıca terakki ve tekâmül meselesinin ne olduğunu Elmalılı Hamdi Yazır örneği üzerinden tahlil eden bir metin için bkz. bir Fulya İbanoğlu, “Mevcûdu Muhafaza Ederek Terakkî Etmek: Elmalılı Hamdi Efendi’de Terakki Fikri”, Elmalılı Hamdi Yazır Sempozyumu-Antalya 2012, edt. Ahmet Ögke, Rıfat Atay, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., (Ankara: 2015), s. 517526. 277 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 Kitab-ı Mukaddes’in sorgulanmasına, özellikle Tevrat’ta mevcut dünyanın beş bin küsür yıllık bir mazisi olduğu ayetinin aksini ispatlayan jeolojik bulguların zamanla ideolojik bir boyut kazanmasına neden olmuştur. Meşrutiyet münevverleri Tevrat’taki bu hükmün aksine Kur’an’da kâinatın yaratılışı hakkındaki ayetlerin bilimsel verilerle örtüştüğünü müdafaa etmektedirler. Aydınlanmacı terakki tasavvuruna göre insanın başlangıçta vahşi, aklen, ruhen hatta bedenen zayıf olduğu, Darwin nazariyesine göre de maymun gibi bir ortak atadan geldiği iddiasını kabul etmezler. Umumiyetle ilk insan Hz. Adem’in peygamberliği sebebiyle vahşi olması mümkün görülmemektedir. 18 278 Son dönem Türk düşüncesinde insanın menşei ve yaratılışı gibi meseleleri muhtemelen ilk ele alan Hayrullah Efendi, Hoca Tahsin ve Ahmed Midhat’tır. 19 Ancak burada onların meseleyi nasıl ele aldıklarına değinilmeyecektir. Yine de şuna dikkat çekmek icap edecektir: İbtidaî insanın varlığı, insanoğlu için başlangıçta bir vahşet, bir bedeviyet (bedevilik) halinin var olduğu inancı Meşrutiyet münevverlerinin hepsi tarafından Hz. Adem ve onun ilk insan/ilk peygamber oluşu hususuyla irtibatlı ele alınmamaktadır. Ancak elbette insanoğlunun hayata vahşi ve zayıf bir varlık olarak başladığı kabulü, arkaplanda ilk insanın mükemmel yaratılışta olmadığını da ima etmektedir. Literatürde mesele çoğunlukla bu şekilde karşımıza çıkmaktadır. Nihayet Osmanlı’nın modernleşme tasavvurunda farklı nispetlerde olsa da terakkiyi bir tür tarih yasası kabul eden geç aydınlanmacılık ve pozitivizm, materyalizm, biyolojik evrim ve sosyal Darwinizm tesir etmiştir. 20 Bu bağlamda Osmanlı münevverleri arasında materyalist evrimcilerin yanı sıra yaratılışçı evrim 21 taraftarları da olmuş, Darwin nazariyesini sadece insanın maymundan geldiği iddiasıyla özdeşleştirmenin yanlış olduğunu, ancak bir 18 19 20 21 Meseleyi Ahmed Hamdi Akseki’nin fikirleri bağlamında tahlil eden bir metin için bkz. Fulya İbanoğlu, “Aksekili’nin Biyolojik ve Sosyal Evrim Yaklaşımı: Beşeriyetin Kaynağı Hz.Adem ise Kemal-i Medeniyet Niçin Muhal Olsun?”, Ahmed Hamdi Akseki Sempozyumu-Antalya 2013, haz. Ahmet Ögke, Sabri Yılmaz, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., (Ankara: 2017), s. 463-468. Emrah Yıldız, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e Osmanlı Tarih Yazımında Dünya Algısının Dönüşümü, (İstanbul: Libra Kitap, 2017), s. 129-139, 174-175; Atilla Doğan, Osmanlı Aydınları ve Sosyal Darwinizm, (İstanbul: Küre Yay., 2012), s. 136-150. Hususen Jöntürklerin modernleşme serüvenleri, mülk ü milletin kurtuluşu için aklın ve bilimin esas alınması istikametindeki fikirler için bkz. M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), (İstanbul: İletişim Yay.), 42-56. Meseleyi ulûm-fünûn açısından ele alan bir metin için bkz. Kara, Din İle Modernleşme Arasında, s. 129-133. Müslüman filozofların yaratılışçı evrim tasavvurları hakkında bkz. Mehmet Bayrakdar, İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi, (Ankara: Kitabiyat, 2001), 122. Evrimin insanın menşei meselesinden çok daha başka ve onu da kuşatan bir olay olduğu vurgusu için bkz. Ş. Teoman Duralı, Hayatın Anatomisi, (İstanbul: Dergâh Yay., 2018), s. 271. Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili tekâmülün her halükârda cereyan ettiğini, her bir tür için basitten gelişmişe doğru değişip gelişen bir terakkiden söz edilebileceğini zikretmişlerdir. 22 3. Yaratılış İnancıyla Tekâmül Felsefesini Telif Eden Bir Darwin Reddiyesi Yirmi dokuz varaktan ibaret bu risalede Şeyh Mehmed Elif Efendi, çok teknik bir bölümlendirme yapmamakla birlikte meseleyi özetleyen bir girişten sonra, “İkinci Devre-i Arz”, “Mevalid-i Selasenin Üçüncüsü Olan Hayvan Enva‘ı”, “Hilkat-i Adem ve İntişar-ı Nev‘-i Beşer”, “Keyfiyet-i Hilkat-i Adem” başlıklarını açmış, nihayet “Hatime”de aşağıda da görüleceği üzere kısa bir sonuç yazmak yerine “İslâmiyet mani-i terakki değildir” meselesini ele almıştır. Elif Efendi, Darwin nazariyesini devrin genel teâmülü istikametinde evrim/tekâmül felsefesi dairesinde ele almıştır. Buna göre kendisinden önceki Müslüman filozoflar gibi tabii olarak Allah’ın kainatın yaratılışını başlattığını ve sonrasında türlerin kendi içlerinde tekâmülünü de koyduğu kanunlarla idare ettiğini dile getirmiştir. Yani materyalist evrimci tasavvuru, insanın maymundan türediği iddiasını reddetmekle birlikte, her şeyin peyderpey 279 tekâmül ettiğini, bunun hikmet-i ilahiyeye muvafık olduğunu ifade etmiştir. Böylece o Meşrutiyet devri İslâmcılarının büyük çoğunluğunda tesadüf edilen bir fikri müdafaa etmiş, kainatta varsayılan tabiat kanunlarını, determinizm ile sünnetullahı bir şekilde uzlaştırmış, bunları naslarla teyid etmeye çalışmıştır. Jeoloji, biyoloji, mineroloji ve botanik bilimlerinin o gün itibarıyla vardığı neticelerle tekâmülü ispat ettiğini kabul ederken, bunların aynı zamanda ayet ve hadislerde bildirildiğini, her birinin Allah’ın tabiata koyduğu nizamın bir tecellisi olduğunu zikretmiştir. Hz. Adem’in yeryüzünde kâmil bir insan olarak zuhurunu yukarıdakine benzer şekilde ele almış, Darwincilerin her şeyi bir asıldan türetme iddiasını reddederek, insanın kendisinden daha hakir bir varlıktan türemesinin aklen ve naklen imkânsızlığına işaret etmiştir. Ayrıca ilk insanın vahşiliğinden bahsedilemeyeceğine zira ilk insan Hz. Adem’in kemal sıfatını haiz bir peygamber olarak yeryüzünde zuhur ettiğine dikkat çekmiştir. Tüm bu meseleleri ele alırken materyalistleri (maddiyyun) ve naturalistleri 22 Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Büchner, Darwin ve Herbert Spencer’in tesirinde, farklı da olsa fikir beyan etmiş Baha Tevfik, İsmail Fenni Ertuğrul, Filibeli Ahmed Hilmi gibi tekâmül felsefecisi isimler için bkz. Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, (İstanbul: Ülken Yay., 1998), 243, 290, 296. Ayrıca Tanzimat aydınları arasında mevzu ve taraflarıyla alakalı bir eser için bkz. Doğan, a.g.e. Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 (tabiiyyun) tenkit etmekle birlikte hiç bir filozofa ya da kitaba atıfta bulunmamış, fikirler üzerinden tahlillerini son derece sade bir şekilde ortaya koymuştur. Nihayet “Din mani-i terakki midir?” gibi devrin en muhataralı meselesine meşrebince cevap veren Elif Efendi risaleyi bu mevzuyla hitama erdirmiştir. Ona göre Darwin nazariyesi karşısında iki muarız taraf vardır ve bu taraflar kanaatleri hakkında taassup sahibidirler. Reddedenler meselenin tüm vechelerini bilmeden reddederken, kabul edenler asrîlik ve terakki namına hiç düşünmeden nazariyenin akla ve hikmete uymayan taraflarını dahi savunmuşlardır, demektedir. İnkâr edenlerin şeriat namına bunu yaptığını, halbuki dinin terakkiye mani olmadığını, nakle ve akla muvafık fikirleri İslâm’ın reddetmeyeceğini ifade etmiştir. 280 Risale tekâmül nazariyesinin, hatta Elif Efendi’nin tabiriyle “tekâmül kazıyye-i müsellemesi”nin akla, hikmete, Kur’an ve Sünnet’e muvafık olduğu fikriyle başlamaktadır. Buna göre kainattaki bütün varlıklar tekâmül kanunlarına tabidir. Eşyanın yaratılışının tekâmül kanunlarına uyması Elif Efendi’ye göre aklen, hikmeten ve naklen sabittir. 23 Elif Efendi’ye göre Darwin’in felsefesi yanlış ya da doğru olduğu kesin olarak ispatlanamaz bir nazariye iken tekâmül bir “kanun”, Allah’ın yeryüzüne koyduğu nizamdır. Ona göre Darwin nazariyesi ile alakalı iki yanlış tutum vardır: Ya toptan reddetmek, ya da kabul etmek. Halbuki nazariyenin akla ve nakle ters düşen ve düşmeyen tarafları vardır. Hususen kainattaki bütün eşyanın, varlıkların tekâmül kanununa göre yaratıldığını ispatlaması sebebiyle reddedilemez, çünkü tekâmül kanunlarının hem hikmet hem şeriatten delilleri vardır. Yani Elif Efendi, Darwin nazariyesinin tekâmül kanununu teyid etmesi sebebiyle reddedilemeyeceğini ifade eder. Tekâmülün Kur’an’daki delili olarak, arzın yedi günde yaratıldığına dair ayeti zikreder ve burada dikkat çekici bir yorum yapar: Allah’ın kudreti her şeyi bir anda yaratmaya elbette yeter. Fakat Allah, tabiat kanunlarına muvafık bir yaratmayı irade ettiği için her şey tedricen zuhur etmiştir. 24 Elif Efendi Darwin felsefesini, âlemde herşeyin tedricen meydana çıkması şeklinde özetleyebileceğimiz tekâmül kanunu ispatladığı, ilahî hikmete muvafık olduğu için tasdik eder. Onun tenkid ve reddettiği mesele Darwin nazariyesinde tekâmülün şekli ve keyfiyetidir. Çünkü bu nazariyeye 23 24 Mehmed Elif Efendi, İrşâdu’l-Gâvîn, vr. 1b. Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 2b. Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili göre “Bir şey tekâmül ede ede bir zaman sonra başka şey olur”. 25 Bunu kabul etmek insanın aslının maymun olup tekâmül ede ede, tedricen insana evrildiğini tasdik etmeye götürür ki akıl ve şeriat açısından böyle bir şey mümkün değildir, der. Tabiat hâlâ aynı tabiattır, maymun da hâlâ aynı maymundur, tarihin bilinen zamanlarında da bir maymunun insana dönüştüğü görülmemiş, işitilmemiştir. 26 Darwin nazariyesinin bu esasının hiç bir dinde yeri olmadığını, aklen de imkânsızlığını dile getirir. Bu noktada ısrarla Darwin’in iddiasının bir nazariye; akıl, hikmet ve şeriate muvafık, tekâmül kanunlarının ise nazariye değil hakikat olduğunu vurgular. 27 Elif Efendi’ye göre yeryüzünün oluşumu, madenlerin, nebatın ve hayvanların çıkışı hep bu tekâmül kanununa tabidir. Yeryüzü ve üzerindekiler tedricen zuhur etmiştir, ama hiç bir şey birbirine dönüşmemiştir. Yeryüzünün esas unsurları olan madenler, hayvanlar ve bitkiler yine bu sırayla zuhur etmiş, her biri kendi türü içinde de tekâmül sürecinden geçmiştir. Yeryüzünün tekâmülünde mevzu bahis olan devirlerden birincisinde madenler teşekkül etmiş, ikinci devrede toprak önce “salsal/kerpiç” halindeyken zamanla bitkilerin yetişmesine müsait bir hale evrilmiştir. Bitkiler de kendi içlerinde tekâmül etmiş ancak, mesela yosun mantar ya da buğday derecesine 281 çıkmamıştır. Bitkilerin tekâmülü de tamamlandıktan sonra artık hayvanların yaşayabileceği bir ortam oluşmuş, hayvanlar da derece derece ortaya çıkmıştır. 28 Fende terakki sözkonusudur, asır terakki asrıdır, fakat kimse akik taşını, yakuta dönüştüremez; bunun istisnası keramet ve mucizedir 29 diyen Elif Efendi, madenlerin, bitkilerin ve hayvanların her birinin tür içinde tekâmül ettiğini, tür dışına çıkmadıklarına dikkat çeker. 30 Elif Efendi, insanın maymundan türediği iddiasının de yine bu nedenle imkânsız olduğunu ifade eder. Eski alimlerden bir kısmının maymunu bazen iki ayak üzerinde yürüyebiliyor ve hissedebiliyor olması sebebiyle tekâmül basamaklarında insan ile hayvan arasında bir kategoride değerlendirmesini tenkit eden Elif Efendi, bu özelliklerin onu insanın ilk hali yapamayacağını ısrarla vurgular. Zira maymun şeklen, bedenî teşkilâtı bakımından insandan tamamen farklıdır. Bu nedenle Elif Efendi, materyalistler ve naturalistlerin yeryüzündeki bütün varlıkların birbirinden çıktığına dair iddialarını mânâsız 25 26 27 28 29 30 Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 3a. Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 3a. Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 4a. Mehmed Elif Efendi, İrşâdu’l-Gâvîn, vr. 5b-8a. Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn,vr. 5a. Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 7a. Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 ve imkânsız görür. Ona göre “tevlid” yani bir şeyin bir şeyden çıkması sahihtir, ancak her şey kendi cinsinden çıkmaktadır. 31 Dolayısıyla, yeryüzü ve üzerindekiler tekemmül edip, insanın yaşayabileceği kıvama gelince ilk insan Hz. Adem müstakil bir varlık olarak yaratılmıştır. Zira âlemin âlim ve âmir birine ihtiyacı vardır. 32 İnsan bu hususiyetleriyle “cinsdir, hayvandan nev’ değil” 33dir. 282 Bundan sonra Elif Efendi Hz. Adem’in nasıl yaratıldığı, Hz. Havva’nın durumu ve bu ikisinin bulunduğu cennetin nerede olduğu sorularına değinmiştir. Adem’in yaratılışıyla alakalı Kur’an-ı Kerim’de toprağın dört aşamasının zikredildiğini, dolayısıyla insanın tabiat kanununa uygun bir biçimde, kendi türü içinde tedricen tekâmül neticesinde zuhur ettiğini anlatır. Buna göre Adem, yeryüzündeki toprağın tedricen dört evre geçirip değişmesinin nihayetinde yaratılmıştır ki bu tekâmül kanunun bir tecellisidir. Buna rağmen Adem akıl, irade, ilim ve nutuk gibi diğer mevcûdattan onu ayıran hususiyetlere haiz bir şekilde ve hatta Allah’ın kendi ruhundan ona üflemesiyle yeryüzünde ortaya çıkmıştır. İşte bunda bir tedriciyet söz konusu değildir, tüm bunlar bir anda oluvermiştir. 34 Bu nedenle Elif Efendi’ye göre, Adem’e ruh üflendikten sonra artık onun zatında, yani bizzat kendisinde bir tekâmül yoktur. Halbuki materyalistler ve naturalistlere göre insan arz üzerinde bir müddet vahşi bir hayvan gibi “vahşet” içinde yaşamış, yavaş yavaş tekâmül edip kendi kendisini idrak ederek insanlık derecesine ulaşmıştır. Yani maddiyyun ve tabiiyyuna göre ilk insan ibtidaîdir. Elif Efendi ise ibtidaîliğin, Hz. Adem’in zatında, yani insaniyette değil, dünya hayatının idamesi için gerekli şeylerde olduğunu söyler. Yaşamak için gerekli eşyalar önce ibtidaî bir halde iken zaman içinde tekâmül ve terakki ederler. Bugün için bunları kemale ulaşmış kabul etsek de terakki daha da devam edecektir. 35 Elif Efendi’nin dikkat çektiği çok mühim bir husus daha vardır: Adem’in vefatından sonra zaman geçtikçe onun bazı evlatları cehalete, delalet seebiyle hayvandan daha aşağı seviyeye düşmüşlerdir. Onların arasından da enbiya çıkmış, ulema ve hukemanın da yol göstermesiyle bazıları tekrar insaniyete yükselmişlerdir. Ancak ona göre bu, esas bahisle alakalı değildir. Netice itibarıyla insanda tekâmüle de tereddiye de istidat vardır. 36 31 32 33 34 35 36 Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 8b-9a. Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 10a. Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 10b. Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 15b. Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 16b Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 17a. Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili Esas itibarıyla Darwin nazariyesine bir reddiye olan bu risalede Elif Efendi, Allah’ın sayısız mahlûk yarattığını, bu meyanda müstakil bir varlık olarak insanı yaratmayıp onu maymundan yaratmasının hiç bir haklı izahının olmadığına işaret eder. İnsan mutlaka bir şeyin mütekâmil halini temsil ediyor ise bu neden maymun olsun diye soran şeyhefendi, insanın bu hakir, sefil hayvanı kendi atası saymasını aklın dahi almadığını, insanın ancak insanlığını unuttuğu takdirde bunu kabul edeceğini dile getirir. 37 Şeyh Elif Efendi risaleyi bitirirken yine akla vurgu yapar ve Kur’an’da akla aykırı bir hükmün bulunmadığını söyler. Ancak henüz yeteri kadar araştırılmadığı için hakikati anlaşılamayan ayetler bulunduğuna dikkat çeker. Aklın ve naklin tasdiklediği tekâmül kanunu inkâr edilemez bir hakikattir. Darwin nazariyesi ise tüm cepheleriyle araştırılıp anlaşılmadan reddedilmemelidir. Çünkü Kur’an’da mevcût olan türlerin kendi içlerinde devirler boyunca değişerek, tekâmül ettiği fikri Darwin felsefesinde mündemiçtir. Aklın ve fennin bugün teyid ettiği bir şeyi İslâm reddetmez, dolayısıyla din mani-i terakki değildir. Buna mukabil çağdaşlık namına Darwin nazariyesinin mühim bir parçası olan insanın maymundan geldiği iddiası da tetkik edilmeden kabul edilmemelidir. Maddiyyun ve tabiiyyun ise 283 buna “asrîlik” namına taraftar olmaktadırlar. Halbuki şeriat aklen ve naklen sabittir ve insanın maymundan gelmesi gibi bir fikri tasdik etmesi mümkün değildir., Dolayısıyla ancak şeriatin kayıtlarından kurtulmak için İslâm’a iftira atılıp “din mani-i terakkidir” denilebilir. Elif Efendi, bu sözü esas itibarıyla kimin, nerede, niçin ve hangi din adına söylediğine dikkat çekerek, kanaatimizce isim vermemekle birlikte Ernest Renan’ı işaret eder. Renan’ın tenkit ettiği dinin İslâm değil, tahrif edilmiş Hıristiyanlık ve Yahudilik olduğunu dile getirir. 38 İslâm’ın hükümlerini sıralayarak bunların hangisinin terakkiye mani olduğunu sorar. Önce yasaklara işaret eder. İçki, faiz, adam öldürme, zina, kumar gibi yasakların mütemeddin, müterakki hiç bir millet tarafından faydalı görülüp tasvip edilmediğini anlatır. Sonra, İslâm’ın emirlerinden emanet, adalet, uhuvvet, vatan sevgisi, vefa, seha, kerem, ulûm ve fünûna rağbet, sıla-i rahimin hangisinin terakkiye mani olabileceğini sorgular. Namaz, temizlik, oruç ve hac gibi ibadetlerin ise hem ruhî hem bedenî hayat açısından faydalarını zikrederek bunların bir milletin terakkisini 37 38 Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 18b. Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 21b-22b. Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 engelleyemeyeceğini dile getirir. Ona göre İslâm maddi-manevi teali ve terakkinin sebebi, insanlığın saadet ve selametidir. 39 284 Sonuç Osmanlı modernleşmesinin mühim mevzularından evrim/tekâmül ve ilerleme/terakki, Tanzimat devrinde doğup Cumhuriyet’in ilanından sonra vefat eden bir şeyhefendinin, Hasîrîzâde Mehmed Elif Efendi tarafından da ele alınmış, hususen Darwin nazariyesine bir reddiye yazmıştır. Elif Efendi Tanzimat’la başlayıp günümüzde de farklı boyutlarıyla devam eden “din mani-i terakki midir” sorusunun hangi maksatla sorulduğu, bu soruyu soranların kasdettiği terakkinin ne olduğu gibi meseleleri tartışmamıştır. Bunun yerine “İslâm terakkiye mani değil, terakkinin âmiridir” şeklinde özetlenebilecek devrin yaygın kanaatini, bir tür savunma refleksi diyebileceğimiz, İslâm dininin akla ve fenne muvafık bir din olduğu, bu nedenle fen bilimlerinin delilleriyle ortaya koyacağı hakikatleri reddetmeyeceğini savunmuştur. Darwin nazariyesini de bu bağlamda ele alan Elif Efendi, nazariyenin bazı noktalarının aklen ve Kur’an açısından münkün olduğunu ifade eder. Hususen Darwin nazariyesinin ortaya koyduğu, âlemde bütün varlıkta gözlenen bir tekâmül sürecinin oluşu hem bir tabiat kanunudur hem de Allah’ın yeryüzüne koyduğu nizamın bir parçasıdır. Her tür kendi içinde tekâmül kanunu gereği gelişmekte, tekemmül etmektedir. Ancak Darwin’in iddia ettiği gibi bir tür zaman içinde başka bir türe evrilmemekte yani dönüşmemektedir. Metindeki fikirler büyük ölçüde müellifinin şahsi kanaatleri olmakla birlikte onun yetiştiği ve yaşadığı muhitin de meseleyi nasıl anladığına dair ipuçları vereceği muhtemeldir. İstanbul’da, tasavvuf geleneğinin temsilcisi mühim bir tekkede yetişmiş müellif şeyhefendinin, Batı felsefesinin bazı meseleleriyle alâkalı bilgi sahibi biri olarak telif verebilmesi; ayrıca Çağdaş İslâm düşüncesinin problemli diyebileceğimiz mevzularında İslâmcılar ve Batıcıların pek çoğuyla aynı kanaatleri taşıması, İslâm’ın Batı dünyasının son bir kaç yüzyılda ürettiği ve dikte ettiği dünya tasavvuruyla ne nispette uyuştuğunu tartışmayıp aksine fen bilimleriyle Kur’an ve Sünnet’in taaruz etmediği, dolayısıyla “İslâm mani-i terakkidir” iddiasını tenkitçi bir tavır yerine savunmacı bir tavırla ele alması, üzerinde düşünülmeyi haketmektedir. 39 Mehmed Elif Efendi, İrşâdü’l-Ğavîn, vr. 22a-26a. Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili Kaynakça Azamat, Nihat, “Elif Efendi, Hasîrîzâde”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1995), XI, 38. Bayrakdar, Mehmet, İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi, Ankara: Kitabiyat, 2001. Cündioğlu, Dücane, “Ernest Renan ve ‘Reddiyeler’ Bağlamında Tartışmalarına Bibliyografik Bir Katkı”, Dîvân, 2, (1996), 1-94. İslâm-Bilim Dener, Halit, Süleymaniye Umumi Kütüphanesi, İstanbul: Maarif Vekâleti, 1957. Doğan, Atilla, Osmanlı Aydınları ve Sosyal Darwinizm, İstanbul: Küre Yay., 2012. Duralı, Ş. Teoman, Hayatın Anatomisi, İstanbul: Dergâh Yay., 2018. Hanioğlu, M. Şükrü, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), İstanbul: İletişim Yay. Hasîrîzâde Mehmed Elif Efendi, Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn bi-reddi Nazariyeti Feylesof Darvin, Süleymaniye Kütüphanesi, Sütlüce Dergâhı, no: “456”. İbanoğlu, Fulya, “Osmanlı Coğrafyasında Basılmış Farsça Kitaplara Bir Başka Açıdan Bakmak: 19. yüzyıl İstanbul Tekke Küütphanelerindeki Matbu Farsça Eserler”, Müteferrika, 54, Kış (2018/2), 199-218. İbanoğlu, Fulya, “Mevcûdu Muhafaza Ederek Terakkî Etmek: Elmalılı Hamdi Efendi’de Terakki Fikri”, Elmalılı Hamdi Yazır Sempozyumu-Antalya 2012, edt. Ahmet Ögke, Rıfat Atay, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., (Ankara: 2015), s. 517526. İbanoğlu, Fulya, “Aksekili’nin Biyolojik ve Sosyal Evrim Yaklaşımı: Beşeriyetin Kaynağı Hz.Adem ise Kemal-i Medeniyet Niçin Muhal Olsun?”, Ahmed Hamdi Akseki Sempozyumu-Antalya 2013, haz. Ahmet Ögke, Sabri Yılmaz, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., (Ankara: 2017), s. 463-468. İbn Ebi Cumhur, Avalili’l-leâli, IV, 98, http://ar.lib.eshia.ir/11013/4/98, erişim tarihi 16.12.2018 Kara, İsmail, Din İle Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, İstanbul: Dergâh Yay., 2003. Kara, İsmail, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm, İstanbul: Dergâh Yay., 2008. Kaya, Bayram Ali, “Osman Selâhaddin Dede”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 2016), Ek-2, 382-383. Kurt, Hüseyin, “Hasırîzâde Mehmed Elif Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri”, Doktora Tezi, Ankara Ü.S.B.E., Ankara 2003. Özdinç, Rıdvan, Akıl, İrade, Hürriyet Son dönem Osmanlı Dinî Düşüncesinde İrade Meselesi, İstanbul: Dergâh Yay., 2013. Tanman, Baha, “Hasîrîzâde Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1997), XVI, 384. 285 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 Tanrıverdi, Eyüb, “Hasîrîzâde Mehmed Elîf Efendi’nin Muhtâru’l-Enbâ Adlı Eseri”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (SBArD), 14/27, Bahar (2016), 223-224. Timur, Taner, Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, İstanbul: Yordam Kitap, 2011. Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul: Ülken Yay., 1998. Wallerstein, Immanuel, Jeoplolitik ve Jeokültür, trc. Mustafa Özel, İstanbul: İz Yayıncılık, 1993. Yıldız, Emrah, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e Osmanlı Tarih Yazımında Dünya Algısının Dönüşümü, İstanbul: Libra Kitap, 2017. Yücer, Hür Mahmut, “Hoca Hüsâmeddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), (İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 2016), Ek-1, 560-561. 286 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili -Metin[1a] Darwin’e Cevap İrşâdü’l- Ğavîn Bi-reddi Nazariyeti Feylesof Darwin li’l-fakir ez-zayıf Mehmed Elif Hasîrî Zâde zadellahu zadehu mim 40 40 Hasîrîzâde Mehmed Elif Efendi’nin, Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn bi-reddi Nazariyeti Feylesof Darvin adlı, Süleymaniye Kütüphanesi, Sütlüce Dergâhı, no: 456 şeklinde kayıtlı risâlesinin olduğu orijinal metnine bu çalışmanın sonunda yer verilmektedir.Metin aynen Latin harflerine aktarılmış, sadeleştirilme yoluna gidilmemiştir. Aktarım esnasında esas itibarıyla mânanın anlaşılması gözetilmiş, okumayı güçleştirecek ve daha çok edebî metinlerin çevrimyazısında tercih edilen klasik transkripsiyon işaretleri tercih edilmemiştir. Mevcût noktalama yetersiz olduğundan, bugünkü şartlara göre tamamlama yoluna gidilmiştir. Okunamayan kelimelerin yanına köşeli parantez içinde soru işareti konulmuştur. Yazmanın sayfa numaraları da bold olarak köşeli parantez içinde gösterilmiştir. Metinde geçen âyet, hadis ve az sayıdaki diğer Arapça metinlerin tercümeleri dipnotlarda tarafımızdan verilmiştir. Hadislerin tahricinde bizden yardımını esirgemeyen Doç. Dr. Aynur Uraler’e teşekkürü bir borç biliriz. 287 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 [1b] Bismillahirrrahmanirrahim Leke’l-hamd ya men “yulkı’r-ruhe min emrihi ‘alâ men yeşâ’u min ibâdihi” 41 ve hüve’l-Alîmu’l-Hakîm. Salli ve sellim ve barik ‘alâ medineti’lilim Seyyidina Muhammedeni’l-Mahmud fi ilmike’l-kadim ve ‘alâ âlihi ve itretihi ve sahabetihi’l-mürşidîn ed-dâllîn ile’d-dini’l-kavim ‘alâ sırat-ı mustakîm. Nezd-i erbab-ı akl-ı selim ve ashab-ı irfan u iz‘anda müsellemattandır ki hilkat-i eşyada, belki âlemde, belki kâffe-i avalimde tekevvün-i mevcûdat tekâmül kavaninine tabidir. Hiç bir akıl tekâmül nazariyesine, nazariyesine değil belki kazıyye-i müsellemesine muhalefet etmez. Tekâmül vâki ve aklen ve hikmeten âsâr-ı meşhûdesiyle sabit olduğu gibi şer‘an da münker değildir. 288 Kitap ve sünnette tekâmülü red ü cerh ve men‘ u inkar eden bir hüküm yoktur; belki sıhhatine delalet eder âyât ve ehadis ve âsâr-ı kesire vardır. Binaenaleyh bu bâbda ehl-i şer‘le ehl-i hikmet ve [2a] ulema-i nazar beyninde asıl itibarıyla hilaf u niza‘ yoktur; hilaf ancak tekâmülün mahall ü keyfiyet ve şekl ü suretindedir. Son zamanlarda tekâmül hakkında Darwin nazariyesi ve buna dair mebahis elsine-i nasta deveran etmeğe başladı ve bu bahiste meydan-ı mücadelede iki cephe peyda oldu. Biri burumadan [bilmeden] redd u inkâr ve kailini tekfirde ısrar; diğeri de kör kürüne kabul ve tasdike mübaderetle reddedenleri techil ve tahmika kadar ictisar ediyor. Lakin her iki taraf da müddealarını gerek aklî, gerek naklî delail-i sahihaya müstenid bu tahkik ve tetkik ve bu bâbda teemmül ve ta‘mik neticesi olarak müdafaa etmiyor belki her iki taraf da taassuba kapılıp meseleyi reddedenler bilateemmül şer‘a muhalif bularak ale’l-ıtlak red ediyor. Ve tasdik ve kabul edenler de mücerred asrîlik ve fenne muvafakat sevdasına kapılarak ale’limya kabul ediyor. Ne red edenin reddi, ne kabul edenin kabulü her ikisi de [2b] bila-delil vâhî bir iddiayı mücerred ve ale’l-imya bir inad mertebesinde kalıyor. Eğer bî-tarafâne ve akl u hikmete müsteniden imal-i fikir edilse tahakkuk eder ki Darwin nazariyesi mutlaka tekevvün-i mevcûdatta tekâmül kanununu isbat ve kabul ettiği için red olunamaz çünkü kanun-ı tekâmül aklen ve hikmeten ve şer‘an sabit ve sahihtir; aklen ve hikmeten sübûtu ehl-i fennin malumudur. Şer‘an sübûtu Kur’an-ı Kerîm ve sair kütüb-i münzelede Cenab-ı Hakk’ın “Allah gökleri ve arzı altı günde yarattığına” 42 dair olan 41 42 Mü’min, 40/15, “ (…) Allah iradesiyle ilgili vahyi kullarından dilediğine indirir (…)” (haz.) A’raf, 7/54; Yunus, 10/3; Hûd, 11/7; Fûrkan, 25/59; Secde, 32/4; Kaf 50/38; Hadîd, 57/4. (haz.) Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili ayetler delaleti iledir. Gerçi Allah’ın kudreti bir anda icadlarına kâfidir, ancak hikmet-i ilahiye her şeyi kanun-ı tabiata tabi kıldığı için icad-ı kainat bi’t-tedric vaki oldu. Ve bu altı gün bizim âlemimizin yirmi dört saate münkasım günleri değil eyyam-ı ilahiyedir, eyyam-ı ilahiye ise asgarîsi bin yıl, vasatîsi elli bin yıldır; azamîsini bize bildirmedi. [3a] İşte bu mealde olan ayetler şerayi‘in tekâmül kanununu isbatına delildir. Ancak Darwin nazariyesinde beyan olunan tekâmülün şekil ve suret ve keyfiyetinden mesela “Bir şey tekâmül ede ede bir zaman sonra bir başka şey olur” neticesi hasıl oluyor. İnsanın aslı maymun olup tekâmül ederek nihayet insan olduğu bahsi gibi ki bu aklen ve hikmeten ve şer‘an münker, merdut ve mecruhtur, hiç bir akl-ı selim sahibi bunu kabul edemez. Eğer bu nazariye sahih olsa hâlâ bu maymunların yetişip yaşadığı araziden ara sıra meçhulu’n-neseb insanlar, hiç olmazsa maymunlar arasından edvar-ı tekâmülünü ikmal edememiş yarı maymun yarı insan bir mahlûk-ı acîbin zuhur etmesi ve bu halin te‘âkubu lazım gelirdi. Zira arz hâlâ o arz, tabiat yine o tabiat, maymun yine o maymundur, âlemde bu asıllar değişmemiştir hususen insan ile [3b] meskûn ve mamur olmayan, elan hâl-i tabiiyyesinde kalmış arazi mevcûddur; âlemi serapa gezip dolaşarak tedkikat 289 icra eden seyyahîn, erbab-ı ilm u fen hiç böyle bir şeye tesadüf etmemiştir. Eğer bu âlemde şimdi o istidad yoktur, kalmamıştır binaenaleyh artık öyle şey beklenemez denirse mânâsızdır. Evet bu cevap sahih olur ancak insan ile meskûn ve mamur olup bi’t-tasarruf daima tebeddül ve tağayyur ederek hâl-i aslîsi üzre kalamayan işlenmiş ve imar edilmiş yerler hakkında söylenir ise… Amma arazi-i hâliye elan hâl-i aslî ve tabiat-ı asliyesi üzerine bakidir. Ve oralarda nev‘ nev‘ maymunlar yaşamaktadır. Bunların arasında ne insan ne de yarı maymun ve yarı insan bir mahlûk-ı nâ-tamam görülüyor. Bu cihetle bu iddia bâtıl ve vâhî ve mecruhtur. [4a] Bir de muma ileyh Darwin’in mezkûr nazariyesi aklen ve hikmeten ve şer‘an münker ve merdud ve mecruhtur demiştik çünkü akıl ve hikmet ve şer‘ nezdinde kalb ve inkılâb-ı a‘yan makul ve mümkün ve caiz değildir. Mecusiyet de dahil olduğu halde kâffe-i edyan bu bâbda müttehiddir. Burhanımız da bunun vukuu şimdiye kadar ma‘hud ve meşhud ve menkul olmamasıdır. Hatta Darwin’in iddiası da bila-beyyine sırf zan ve tahmin üzerine ibtina eden vâhî bir nazariyeden ibaret olup hiç bir suretle yakîn ifade etmez. Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 Akıl ve hikmet ve şer‘in kabul ettiği tekâmül kanununa gelince bu bir nazariye değil bir hakikattir ki inkara mecal yoktur ancak tekâmülün mevaki‘ ve meratib ve suretleri bilinmek lazım gelir. Binaenaleyh bunun beyanına ibtidar edelim, lakin çok yukarıya gitmeyip yalnız üzerinde yaşadığımız alemimizden, arz ve ânda olan eşyadan ve bunların asıllarından başlayalım: [4b] Evvelen arz ve ânda bulunan mevcûdat ki mevâlid-i selase tesmiye edilen maden, nebat, hayvandan ibarettir, bu üç asıl her biri enva‘-ı kesire-i muhtelifeyi şamil birer cinstir. Bu üç aslın tekaddüm ve teahhur itibarıyla meratibi de zikrindeki tertib üzerinedir. Çünkü arzın cismen madde-i asliyesi olmak itibarıyla “maden” mukaddemdir. 290 Zat-ı arz heyet-i asliyesiyle teşekkülünde umûm erbab-ı fünûn indinde müsellem olduğu vechile edvar-ı tekâmül-i evveliyesini ikmal ve itmam ederek madeniyet tahakkuk edince tekâmül nevbeti nefs-i madene geldi; maden kendi zatında vaki olan tekâmül-i edvarında ‘ale’d-derecat enva‘-ı muhtelife-i kesireye inkısam etti. Yahut enva‘-ı muhtelife-i kesire tahaddüs etti, peyda oldu; adi taştan tut yakuta, elmasa kadar; kurşundan tut gümüşe, halis altına kadar. Bu envaın her biri ayrı ayrı birer mevcûd-ı müstakil olarak taayyün etti. Ba‘dema [5a] bunlardan hiç biri tekâmülle ayn-ı âhare tahavvül ve inkılâb edemez. Nitekim şu içinde bulunduğumuz asr-ı terakki ve tefennünde ilm-i kimyanın bu kadar terakkisine ve meadinin tabayi‘ini tetkik hususunda erbab-ı fennin tealisine rağmen şimdiye kadar hiç bir kimsenin akiki yakuta, necefi elmasa tahvil ettiği görülememiştir ve görülemeyecektir de. Çünkü ‘ayan ne inkılâb eder, ne de sanatla ‘ayn-ı âhare kalbedilebilir. Tenbih Kuvve-i kudsiye ile mucize ve keramet kabilinden olanlar sadedimiz haricindedir. Burada onlardan bahsedilemez, onları kabul eden eder, etmeyen etmez. Müteredditler te’vil eder ki o da bir nev‘i adem-i kabuldür. Halbuki erbab-ı keşf olan ulu’l-besair indinde mucize ve keramet kabilinden olanlarda da kalb-i ‘ayan yoktur. Burada bundan da bahs abestir. Çünkü bunu anlamak için bazı şerait vardır ki herkeste [5b] bulunamayacağından herkes o bahisten bir şey anlayamaz. Bu gibi umur-ı ma-fevka’t-tabiadan bahs bila-faide ıtnab-ı mekal olacağından terk edilmiştir. İntiha. Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili Sadede rücû Beyan etmek istediğim mesele budur ki tekâmül zat-ı arza ait olup edvar-ı teşekkülünde tekâmül ile anifen beyan edilen enva‘-ı meadin tehaddüs ve tekevvün etti. Ve her nevi başlı başına bir mevcûd-ı haricî olarak taayün etmekle artık bir aynın bir başka ayne tahavvül ve inkılâb edebilmesi veya bir kimsenin sun‘u tasarrufuyla tahvil ve taklib edilebilmesi emr-i mümteni oldu. Bu zat-ı arzın edvar-ı teşekkülündeki tekâmülat-ı evveliyesi olup bundan sonra arz heyet-i umumiyesiyle ikinci devre-i tekâmülüne girdi ki o da tafsilden sarf-ı nazarla icmalen beyan olunur. İkinci Devre-i Tekâmül-i Arz [6a] Arz edvar-ı teşekkülündeki tekâmülüyle madde-i vücudu olan madende evvelce beyan edildiği üzere enva-ı kesire tehaddüs ve tekevvün ve taayyün ettikten sonra meadin-i mezkûrenin imtidâd-ı zaman ve teâkub-i a‘sar ile ifraz ettiği mevaddın tekessür ve yekdiğeriyle ihtilat ve imtizacından madde-i asliye-i türabiye tehaddüs ve taayyün etti ki buna Arapça “salsal” tesmiye edilebilir ki türabın mertebe-i ulâsıdır. Türkçe “kerpiç” denilebilir. Madde-i mezkûre dahi ehl-i hikmetin bir çok tahminat ve zunûndan 291 mütehassıl nazariyatla bildirdikleri esbab-ı adideden mütehaddis rutubât-ı arziye ve gerek şemsin neşrettiği ziya ve hararet-i hariciye ve gerek merkez-i arzda mevcûd hararet-i dahiliye ve sair tesirat-ı havaiye ile tekâmül ederek kendinde kuvve-i inbatiye tehaddüs etmeye başladı. Bunun mebadisinde tenebbüt-i nebatat-ı gayr-ı bezriye başladı ki yosun kabilinden olanlar bunun mebdei ve mantar gayet-i [6b] kemalidir. Bunların tenebbüt ve inhilal ve infisahı sebebiyle tehaddüs ve teraküm eden bir takım mevaddın türabla ihtilatından madde-i türabiyede kuvve-i inbat artarak nebatat-ı bezriye-i tohumiyye [?] 43 tekevvün etti; bunların da tenebbüt ve inhilal ve infisahından müterakim enkazın madde-i türabiyeye inzimamıyla bir derece daha kuvve-i inbatiye artmakla nebatat zevatu’s-sâk ve sonra eşcar-ı gayr-ı müsmire tekevvün etti; bunların da evrak ve sairesinden arza dökülen şeylerin de keza toprağa inzimamı ve şa‘b u ağsanından arza düşen gölgeliklerle bu derece daha inbat ve tenebbüt istidadı yükselmekle derece derece enva‘-ı eşcar-ı müsmire tekevvün etti. Hatta hükema-yı mütekaddimin indinde nihayetinde gayet-i kemal-i eşcar olan “nahl” yani hurma ağacı bitti ve nebatta bu enva‘ın ferden ferda husulü tamamen arzın tekâmülünden olup 43 ‫ﻧﺟﻣﯾﮫ‬ Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 nebatattan hiç birisi tekâmül ile diğer bir nev‘in derecesine irtifa ile o nev‘e tahavvül [7a] ve inkılâb ederek tenevvü‘ etmedi, yani mebdeinden mesela yosun mantara veyahut yoncaya ve yonca buğdaya ila-gayr-ı zalik tebeddül ve tahavvül etmedi, belki her biri mahallin yani arzın vasıl olduğu mertebe ve kuvvete göre ayrı ayrı ve sırasıyla nebattan birer nev‘ olarak tehaddüs ve tekevvün ve taayyün etti. Şu da münker değildir ki bunlardan her nev‘ kendi nev‘iyeti dahilinde tekâmül eder, fakat daire-i nev‘iyetten çıkmaz. Bu kazıyye mevalid-i selasenin yani enva‘-ı maden ve nebat ve hayvanın umumuna şamildir. Mesela armudun bidayetinde bulunan ahlat dediğimiz yabani armut gerek arzın istidadı, gerek bir kimsenin bazı tedabir ile terbiyesi sebebiyle tekâmül ederek güzel ve leziz, daha iri daneli meyve verecek bir mertebeye gelebilir; yoksa hiç bir zaman meşe ağacı tekâmül ile armuda ve armut kiraz ağacına inkılâb etmez. Bunu meadin bahsinde de söylemiş idik ki aslen akik [7b] yakuta ve necef elmasa tahavvül etmez, ancak her birinin ednası, evsatı ve âlâsı vardır; işte bu da her nev‘in kendi nev‘iyeti dairesinde tekâmül ettiğini isbata kâfidir. 292 Mevalid-i Selasenin Üçüncüsü Olan Hayvan Enva‘ı Ber-vech-i beyan arzın tekâmülüyle enva‘-ı nebat tehaddüs ederek alemimizde hayvan yaşamak kabiliyeti tahakkuk edince berren bazı arazi-i ratibe “tîn-i lâzic” ve “hamain mesnûn” haline gelmekle ânifu’l-beyan dahilî ve haricî hararetin tesiratından bir takım hayvanat ve haşerat-ı araziye tekevvün etti ve derece derece tenevvü‘ ve tekessür eyledi ve böylece müddeti medide geçti ve arz üzerinde bunların fevkinde olan hayvanat taayyüş etmek kabiliyeti tahassül etti. Hayvanat-ı zevatu’l-fikr, sonra hayvanat-ı zevatu’lercel ve zevatu’l-ecniha ‘ale’d-derecat tekevvün ettiler. Ve yine akdemînin kavlince gayet-i kemal-i hayvan olan maymun tekevvün etti ve şeklen [8a] ve halen birbirinden farklı enva‘ı peyda oldu. Kudemadan bazıları indinde bu mahlûk, hayvan-ı gayr-ı âkil ile insan beyninde berzahtı. Çünkü gayr-ı âkil ve gayr-ı natık olduğu ve ekser elleriyle beraber çâr-pâ olarak yürüdüğü için hayvana ve his ve tahassüs cihetiyle diğer hayvana faik ve dilediği vakit iki ayak üzre yürümek ve elleriyle iş görmek ve nef‘ u zarrını diğer hayvandan daha ziyade müdrik olup hile etmeyi bilmek cihetiyle de insana şebih ve karibdir; bu cümle ile beraber hayvandan başka bir şey değildir, gerek şeklen, gerek teşkilat-ı bedeniyesi itibarıyla insana tamamen muvafakatı olmadığı ulema-yı teşrih nezdinde de müsellemdir. Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili Benaberin insanın evveli olmak kabiliyeti maymunda yoktur ve olamaz çünkü insan zatına has olan bir takım evsaf-ı âliye-i mümtazesiyle başka bir mahlûk, maymun zatına [8b] has kâffe-i evsafıyla başka bir mahlûktur. Her şey tekâmül ile başka bir şey olamayacağını ve emsalinin gayr-ı vaki ve gayr-ı meşhud ve Darwin ve mütabi‘lerinden başka kimse söylemediği cihetle gayr-ı menkul olduğunu müdellelen söylemiştik Darwin’in sözü de hemen bir nazariyeden ibaret olmakla sıdk u kizbi muhtemel bir haber makamına bile kaim olamaz. Çünkü istinad ettiği nokta mücerred zandır. Zannın racihi bile yakin ifade etmek şöyle dursun bir ilm-i zaife bile medar-ı istinad olamaz. Ben eminim ki bu ve bunun emsali nazariyatın ashabı bile kendi nazariyelerinden intac ettikleri ilm ile vicdanen mutmain değillerdir. Bu yüzdendir ki ulema ve hukema-i nazar ve bilumum felasife her manasıyla mezheb ve mesleklerinde muzdarib ve ahkâm-ı mezheblerinde teşevvüşlerinden sözleri yekdiğerini nakz ve her biri diğerini tahtie etmekten hâlî kalmadıkları eserlerinde görülüyor, bunun [9a] en celî bir burhanı bazen kendi tilmizleri bile üstadlarının mesleğini istihfaf ile terk ve hilafına kail oluyor ve külliyen zıddı olan bu mesleğe salik olduklarına kendi eserlerinde 293 meşhud olan muarazât ve mücadelât-ı şedideden anlaşılıyor. Sadede avdet Darwin ve bilumum maddiyyûn ve ekser tabiiyyûn mutlaka bilcümle eşyayı birbirinden çıkarmakta ısrar ediyorlar. Ve mebdeden ila-gayr-ı nihaye kâffe-i mevcûdatın müteselsilen birbirini tevlid ederek peyda olduğunu iddia ediyorlar. Evet tevlid sahihtir; tevlid ve tevellüd kanunu caridir. Lakin “Her şey kendi cinsinden, mislinden gayrısını tevlid etmez” kaidesi de usul ve kavaid-i hikmetten bir usuldür. Ve ‘inde’l-hükema mecma‘un-aleyhtir. Hiç bir vakitte inek deve doğurmaz. Ve arslan leylek tevlid etmez. İstidrad [9b] Kısrağın katır doğurması mevzu-i bahs olamaz, çünkü babası olan merkeb dahilî ve haricî teşekkülât-ı bedeniyeleriyle yekdiğerinin min-külli’lvücuh mislidir. Surette bile müşabehet vardır; mea‘-zalik tevlid ettiği şey minvechin kendine müşabih ise de akimdir. Katırda intac yoktur, kendi gibi bir katır, yahud başka bir hayvan doğuramaz. Binaenaleyh katırda silsile-i tevlid Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 ve tevellüd munkatıadır. Bahsimiz ise tevlid ve tevalidin teâkubuyla silsilenin bilâ-inkıta devamındadır yoksa alem zî-ruhdan hâlî kalır. 294 Hilkat-i Adem ve İntişar-ı Nev‘-i Beşer Hülasa arzın tekâmülüyle mevalid-i selaseden nebat ve hayvan madde-i arz olan maden gibi tehaddüs ve tekevvün ederek her biri ayrı ayrı tenevvü‘ ile tekessür etti. Hatta her nev‘ bir cins hükmünü aldı. Çünkü her nev‘ kendi nev‘iyeti dairesinde tekrar [10a] tenevvü‘ ederek bir takım nev‘ü’n-nev‘ler peyda oldu. Evvela nebat cinsi sâklı ve sâksız fasılalara inkısam, keza eşcar-ı gayr-ı müsmire bir takım hasayisle, ve eşcar-ı müsmireden her biri bir gûne faide ve sıfat-ı mümeyyizesiyle tenevvü‘ ederek keza fasîlelere ayrıldı. Bunlar gibi cins-i hayvanda da nev‘ler tekessür etti; yani her nev‘ kendi nev‘iyeti dairesinde tenevvü‘ ile çoğaldı; mesela filin enva‘ı, devenin, atın ve haşerattan hayye ve sairenin bir takım enva‘ı zuhur etti; bunda menatık-ı arzın ahval-i tabiiyesi ve tesirat-ı âb u hava ve sairenin dahli olduğu da erbab-ı ilm u fen beyninde mevzu-i bahs olarak ekser erbab-ı ilim nezdinde teslim edildi. İşte bu suretle arz kendinde ve üzerindeki mevcûdatla tekemmül ederek mamur olup artık insan tekevvün ve taayyüş edebilecek bir hale geldi ve âtiyen beyan edileceği vechile cism-i Adem tekevvün etti. Zira âlem bir hâkim ve zâbit âkilin vücuduna ihtiyaç kesbetti. Binaenaleyh eb-i evvel-i insan [10b] olan Adem bir mahlûk-ı müstakil olarak yaratıldı. Bunun için diyoruz ki insan mahlûk-ı müstakildir. Yani cinstir, hayvandan nev‘ değildir. Keyfiyet-i Hilkat-ı Adem Keyfiyet-i hilkat-i Adem’e gelince bunda da bir çok bahisler vardır. Ezcümle kütüb-i münzele-i ilahiyedeki haberler Adem’in arz üzerinde topraktan halk olunduğunda kati lakin mücmeldir. Bunların mükemmel ve mufassalı bulunan Tevrat’a bir takım İsrailiyat da karıştığından dolayı âyât-ı Tevrat’ı bunlardan tefrik edip bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. Ancak insanın türab-ı arzdan halk olunduğu ve taraf-ı ilahîden kendine ruh nefh edildiği ve cennete idhal olunduğu ve Havva’nın vücud-ı Adem’den iştikakı sarahaten anlaşılıyor. Yalnız Hz. Adem’in idhal olunduğu cennetin cânib-i meşrıkda Aden’de hassaten Cenab-ı Hak tarafından Adem için [11a] gars edildiği kayd oluyorsa da bunun Tevrat müfessirlerinin ilavesi olmak muhtemel görülüyor. Çünkü görebildiğim kütüb-i mukaddesede bu kaydı Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili Tevrat’tan başkasında ben görmedim. Hususen Kur’an-ı Kerim’de ale’l-ıtlak cennet tabiri buyurulmuştur. “Aden” kelimesi, ‘ayn’ın fethi ve dal’ın sükûnuyla [Adn] “mahall-i karar” ve “sükûn” manasına olup uhrevî cennetin de evsafındandır. Lakin Tevrat’taki “canib-i meşrıkta” kaydı bu tevcihe mani teşkil ediyor; binanealeyh dal’ın fethiyle [Aden] maruf beldenin ismi olması zihne tebadür ediyor. İşte bu sebeple kayd-ı mezkûrun Tevrat’ta münderic olmasına ihtimal görülüyor. 44 Kur’an-ı Kerim’de ise “Kulna ya Âdem’üskûn ente ve zevcuke’lcennete” 45 [11b] buyurulmuş, bu ayet-i kerimede “el-cenne” kelime-i kerimesi kaide-i lisan-i arabîye muvafık olarak bazı tevcihatı kabil olduğu zahirdir. Çünkü lam-ı tarif maani-i müteaddide ifade eder. Binaenaleyh Kur’an-ı Kerim’i bi’d-diraye tefsir eden müfessirler vücuh-ı adide beyan ederek her biri bir vechi iltizam etmiştir; ancak bi’r-rivaye tefsiri iltizam eden mütekaddîmin “el-cenne” lafzını ale’z-zahire kabul ile inde’l-müslimin mahud olan cennet olduğuna kail olarak tevil ve tevcih semtine gitmemişler ve bu bâbda bahsi, zuhur-ı ihtilafı düşünerek terk ile sükûtu iltizam etmişlerdir. Müteahhirine gelince bunların zamanlarında bazı muterizler ve melahide peyda olduğu cihetle bundan bahse lüzum görmüşler ve kavaid-i 295 lisaniye dairesinde bazı tevcihat ve tevilatı tecviz eylemişlerdir. Ez‘an-cümle ekser ulema-ı a‘lam bu bâbda varid olan edille-i nakliye müteaddid, [12a] bazen de mütearız bulunduğundan ve her suretin kudret-i ilahiyeye nisbeten mümkün olduğundan bir hükm-i kati verilemeyeceğini derpîş ederek tevkifi tercih etmişler; bununla beraber bazı ulema da “Hz. Adem’in idhal olunduğu cennet arz-ı Filistin’de, yahud Kirman ile Faris beyninde, yahud Yemen’de Adem aleyhisselamı imtihan için yaratılmış bir cennet-i mahsusadır” demişler. Bunlardan Ebu’l-Kasım el-Belhî ile Ebu Müslim el-İsfehanî tahsis-bi’zzikr edilmiştir. Mutezile de bu vechi iltizam etmişlerdir. Bu akvalin hiç biri de Kur’an-ı Kerim’e muhalif ad edilerek erbabı tekfir edilemez. Çünkü Kur’an’da sarahat-i katiye yoktur. Akval-i mezkûrenin her biri de bir vechile nass-ı kerime tatbik edilmeğe muhtemeldir. 44 45 Tevrat’ta Aden’nin canib-i meşrıkta diye mukayyed olmasından da medrec olması ihtimali kuvvet bulur. Çünkü elyevm Aden namıyla maruf olan belde, Tevrat’ın mahall-i nüzûlu olan Mısır ve Tûr-ı Sina’ya nisbeten şarkta değil hatta cenub-ı şarkîde de değil de cenub-ı şarkiye yakıncadır. Yahut kadimde Aden namında başka bir mahal var imiş de şimdi bilinmiyor. Bakara Sûresi, 2/35, “Ey Adem sen ve eşin cennette oturun (…)” (haz.) Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 Hz. Adem’in cisminin keyfiyet-i hilkati bahsine gelince bunda da ulema-i şer‘ ikiye ayrılır ki biri mütekaddimin ve biri müteahhirindir. [12b] Mütekaddimin cennet bahsinde olduğu gibi nusus-ı Kur’aniye ve ehadis-i nebeviye ve âsâr-ı menkuleyi zahiri üzerine kabul edip tevil ve tevcih hususunda mübahase ve mücadeleden tevakkî etmişlerdir. 296 Müteahhirin bu bâbda bazı akval serd ile beraber hükm-i kati vermemişler ise [de] hukema-i İslâmiye bunun keyfiyetinden bazı gûne bahisle bir kaç suret beyan etmişler; bunlar da heman birer nazariye derecesinden ileri geçememiştir. Binaenaleyh vicdana kanaat bahşedecek bir ilim ifade edemezler; maa-haza bunların cümlesi de kaillerini tekfire sebeb olamaz zira bu bâbda da nusus-ı Kur’aniye kavaid-i lisaniye hasebiyle vücûh-ı kesireye tevfik ve tatbik edilmeye mütehammil ve müsaittir. Yalnız şunu ihtara lüzum vardır ki mecmu‘-ı kütüb-i münzele-i sabıka ve ulema-i ümem-i salife ve Kur’an-ı Kerim ve ulema-yı İslamiye, Adem’in topraktan halk olunduğunda müttehiddir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de toprak dört isimle yâd olunmuş olmakla tereddüde düşmek lazım gelmez. [13a] Çünkü esma-i mezkûre bi-hasebi’l-meratib toprağın isimleridir. Binaenaleyh bunda tehalüf ve tenakuz melhuz değildir. Esma-ı mezkûreden biri “haleka’l-insane min salsâlin ke’l-fehhâr” 46 ayetindeki “salsal” lafzı; diğeri “hüve’l-lezi halekaküm min türabin” 47 ayetindeki “türab” lafzı; üçüncü mertebede “hüve’l-lezi halekaküm min tîn” 48 ayetindeki “tîn” lafzı; dördüncüsü de “min hamein mesnûn” 49 kavl-i kerimindeki “hamein mesnûn” kelimesi. Bu dört isim toprağın esna-yı tekâmülünde dört mertebedeki isimleridir. Yani asıl menşe-i cism-i Adem olan toprağın tekevvün-i cism-i Adem’e salih olabilmek için geçirdiği edvar-ı tekâmülünde taayyün eden etvar-ı erbaadaki isimleridir. Şöyle ki: Toprağa “salsal” ismi arzın teşekkül ve tesallübünden sonra soğumağa başladığı halinden kinayettir ki sert kerpiç halinde olup ateşte pişince çömlek gibi sada verecek halidir. [13b] Bundan sonra nice zaman murur ederek “türab” malum haline gelmiş, sonra yağmurlar nüzulünde teraküm eden rutubattan “tîn” haline ve bu halin imtidadıyla “hamein mesnûn” haline girmiştir. 46 47 48 49 Rahman, 55/14, “İnsanı ateşte pişmiş gibi bir kuru çamurdan yarattı.” (haz.) Mü’min, 40/67, “O sizi topraktan yarattı (…)” (haz.) En’am, 6/2, “O sizi çamurdan yarattı (…)” (haz.) Hicr, 15/33, “ (…) kuru bir çamurdan (…)” (haz.) Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili İşte bu mertebe-i ahirede cism-i Adem’in tekevvünü istidadı teheyyü’ etmiştir ki işaret tarikiyle “hammerat tînetü Âdem bi-yedeyy erba‘ine sabahen” 50 hadis-i kudsîsi bunu mübeyyindir. Bu hadis müteşabihat-ı ehadisden olmağla tevcih ve tevil edilir. Zira Cenab-ı Vacibu’l-vücud a‘za ve cevarihten münezzehtir. Bu halde “yedeyn”den murad “iradet ve kudret”dir. “Kırk sabah” kırk gün demektir. Ancak bu günler bizim bu âlemimizin günleri değil eyyam-ı ilahiyedir. Eyyam-ı ilahiye müteaddid ve muhtelif imtidaddadır. Bunların “eyyam-ı Rabb”in “ve inne yevmen ‘inde rabbike ke-elfei senetin mimmâ te‘uddûn” 51 kavl-i keriminde beyan buyurulduğu üzere bir günü [14a] bizim senelerimizle bin yıldır. Bir de “eyyam-ı mearic” vardır ki Sûre-i Mearic’te “fi yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe sene” 52 kavl-i keriminde beyan buyurulduğu üzere bir günü bizim senelerimizle elli bin senedir. Hadis-i kudsîdeki kırk gün bu günlerden hangisidir bilemiyoruz; tekvin-i vücud-ı Adem için bi’t-terbiye tekâmül eden toprağın edvar-ı tekâmülü eyyam-ı mezkûreye göre 40.000 sene, eyyam-ı mearice göre iki milyon sene olur. Bilmem ehl-i fen hangisine muvafakat eder. İntiha. Yalnız bu bâbda rical-i sûfîyeden ehl-i keşf u şuhud olan bazı ulema 297 ilm-i hakikatin beyanatı akıl ve nakil ve hikmete tevfik ve tatbika müsaid ve mükevvin-i kâffe-i mevcûdat olan Sani‘-i alîm-i hakîmin tekvin-i mahlûkatta vaz‘ ettiği kavanin-i kudsiye-i ilahiyeden kanun-ı tabiata muvafık olmağla burada yalnız onu melhuzen ve mücmelen arz ediyorum. Bu hususta arif-i müşarun ileyhin beyan ettiği şeyden anlaşılan şu ki: Hz. Adem’in vücudu [14b] arz üzerinde bir sanatkârın çamurdan desti yapması gibi bir heykel olarak tasvir edilmiş olmayıp evvelce beyan edildiği vechile ber-mukteza-yı kanun-ı tabiat toprağın mebde-i meratibi olan salsaliyetten bi’t-tekâmül hamein mesnûn haline geldikten sonra bu hamein mesnûn içinde tekevvün ve tasavvur etmiştir. Bu tekevvün ve tasavvur bir dane veya çekirdeğin toprağın altında mestur olduğu halde infilak ederek nebat veya şecerin kökü teşekkül ettiği gibidir. Filhakika hilkat-i Adem de bu suretten sonraya muvafıktır. Nitekim Sûre-i Nuh’da Cenab-ı Hak hilkat-i beşerdeki kudret ve hikmet ve sanatı beyan ederek “vallahu enbeteküm mine’l-ardi nebaten” 53 buyurup; “nebaten” “enbaten” manasına olduğu tefasirde tasrih edilmiştir. 50 51 52 53 İbn Ebi Cumhur, Avalili’l-leâli, IV, 98, http://ar.lib.eshia.ir/11013/4/98, erişim tarihi 16.12.2018. “Adem’in toprağı kırk gün bekledi. (Allah onu yarattığı toprağı kırk gün bekletti.) (haz.) Hacc, 22/47, “Şüphesiz Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.” (haz.) Mearic, 70/4, “Miktarı elli bin sene olan bir günde (...)” (haz.) Nuh, 71/17, “Allah sizi yerden nebat bitirir gibi bitirdi.” (haz.) Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 Tercümesinde “Allah sizi yerden bitirmekle bitirdi” denir. Bu tabir Hz. Adem’in kalıbı hamein mesnûn halindeki toprağın altında mestur olarak tekvin buyurulduğunu ifade eder. [15a] Hazret-i müşarun ileyh bu beyanında keyfiyet ve suret-i tekevvün ve teşekkül ve tasavvuru şöyle ifade ediyor ki hulasası toprak enva‘-ı miyahın takriben bir mil murabba‘ı münhat bir mahalde terakümüyle bir müddet kalarak hamein mesnûn haline geldiği vakit derununda vücud-ı Adem’i tekevvün ve teşekkül ve tasavvura başladı, derece derece suret-i tekemmül ederek kabil-i hayat olacak mertebeye yani malum olan cesed-i insanî haline geldi ve ‘uruk u ‘izam teşekkül etti, böylece tekâmül edince hayat seyeran ederek üzerindeki toprak infilak ile vücud-ı Adem zahir oldu; bir müddet bir kimsenin firaş-ı istirahatinde yattığı gibi yattı; sonra hareket başladı ve kalktı. İşte bundan sonra cennete idhal edildi. Arif-i müşarun-ileyh mahall-i tekevvün-i tıynet-i Adem’le tekevvün-i vücud-ı Adem’i vaki olan mahallin arz-ı Şam’da olduğunu ve meratib-i tekâmüldeki müddetleri ve sair bazı ahval-i maneviyeyi de beyan ediyor ise de [15b] bunları herkesin anlayamayacağından beyhude itnab-ı makal edilmemek için zikri terk edildi. 298 Yalnız şurası şayan-ı zikirdir ki ehl-i edyan indinde musaddak olduğu üzere Adem aleyhisselam ba‘de’t-tekevvün arzdan kıyam ettiğinde akıl ve ilim ve iradet ve nutukla muttasıf bir recül-i kâmil olarak kıyam etti. Yani arzda bir cenin gibi tekevvün edip de sonradan bi’t-tedric büyüyerek mertebei reculiyete vasıl olmadı ve bu kemal zat-ı Adem’de “ve nefahtü fihi min ruhî” 54 ayetinde beyan buyurulan ruh-ı izafînin nefhiyle defaten tahakkuk etti; bu hususta tekâmül-i tedricî yoktur, bunu ayette ayrıca beyan edeceğiz. Bazı ulema nazarında “İnnallahe haleka Ademe ‘alâ sûretihi” 55 hadisindeki zamiri Adem’e irca etmesi bu mülahaza üzerinedir ki kavaid-i lisana da muvafık ve makuldür. Cedde-i ulâmız olan Havva’nın vücud-ı Adem’den halk olunmasına [16a] gelince Kur’an-ı Kerim’de “ve haleka minha zevceha” 56 ayetiyle bazı ehadis-i nebeviyenin zahirinden ahz ile elsine-i ulema-i şer‘de Adem’in sol eğesinden halk olunduğuna dair olan beyanat esas itibarıyla doğru fakat gayetü’l-gaye mücmeldir. Tafsili müşarun ileyhanın canib-i eyser-i vücud-ı Adem’den halkı aynı bir ağacın bedeninden şah sürmesi gibidir. Şöyle ki: 54 55 56 Hicr, 15/29, “İçine ruhumdan üflediğim zaman (...)” (haz.) Buhârî, İsti’zan, 1, “Allah Adem’i kendi suretinde yaratmıştır.” (haz.) Nisa, 4/1, “ve ondan eşini yaratan (...)” (haz.) Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili Adem aleyhisselamın sol böğründe bir şiş peyda olarak büyümeye başladı hatta Adem bundan bazı gûne elem de hissetti. Bu şiş büyüyüp bir çıban haline gelerek açıldı ve Havva’nın madde-i vücudu hurma ağacından zuhur edib “Cummar” tesmiye edilen şahm-ı nahleye şebih ve bir insan başı şeklinde zuhur ile Adem’den ayrıldı ve büyüyüp bir kadın oldu ve Adem ânınla istînas etti. Bundan sonra cins-i beşer bunlardan tenasül tarikıyla tekessür etti ve dünyanın sonuna kadar bu suretle devam eder. [16b] Bir de ba‘de nefhı’r-ruh, zat-ı Adem’de tekâmül yoktur demiş idik. Evet, yoktur. Maddîlerin, tabiîlerin zehabı gibi Adem aleyhisselam hilkatinden sonra gerek kendi ve gerek evladı bir zaman arz üzerinde sair hayvanat gibi hal-i vahşet ve behimiyette yaşayıp da yavaş yavaş kendi nefsini idrakle tekâmül ederek insaniyet mertebesini bulmadılar. Bazı ulema-i garbın âsârında “İbtidaî insanlar” gibi tabiratla işaret edilen bu noksandan Adem ve ensal-i karibi müberradırlar. Evet bir ibtidaîlik vardır ve tekâmül de münker değildir. Lakin ibtidailik ve tekâmül, zat-ı Adem’de ve insaniyette değildir; levazım-ı hayat-ı dünyadadır. Yani libas ve taam ve alat ve edevat gibi lazımei hayat olan eşya ve keyfiyet-i taayyüşdedir. Bu bâbdaki tekâmül ve terakki ulema-yı tarih ve sairenin âsarında ve peyderpey keşf edilen ve elyevm 299 edilmekte olan âsâr-ı kadimede re’yu’l-ayn görülüyor. Hatta bu tekâmül ve terakki ve teali devamla bu günkü mertebe-i [17a] kemale gelmiş ve ba‘dema dahi devam edecektir. Yalnız şunu itiraf lazımdır ki vefat-ı Adem’den sonra murur-ı zaman ile umumen değil bazı evlad-ı Ademin bu‘d-i ahd sebebiyle cehl istila ederek evdiye-i dalalete düşmekle hayvan değil belki siba‘ derekesine kadar tenezzül etmiş ve vahşiyetin dereke-i süflasına düşmüş ve vücudları insaniyete ar u ayb olmuşları da vardır. Ancak bunların da aralarında ba‘s olunan enbiya ve yetişen ulema ve hukemanın irşadatıyla kısmen insaniyete avdet edenleri bulunur. İşte bunların nefislerinde tekâmül ve terakki ile teali etmek mülahaza edilebilir ise de bu ba‘de’t-tereddi olmağla bahsimizden hariçtir. İnsanda her bir kemali idrak istidadı gibi maatteessüf pek mühlik bir tereddi istidadı da galiben mevcût ve elyevm âsâr-ı müessifesi meşhuddur. Görüyoruz ki insanlar arasında insan suretinde neler var ve insan ne derekeye kadar düşebilirmiş. [17b] Sadede Rücû Darwin ve mütabi‘ ve muvafıklarını bu garib nazariyeyi icad ve kabule sevk eden şey her ne olursa olsun muma ileyh böyle daire-i akıldan çıkaracak kadar kuvvetli ve nafiz ve böyle bir mütefennin ve mütefekkir feylesofun Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 300 nefsinde icra-yı tesir ile kendi aslını ve nesebini tahkir ve tezlil ve tezyife kadar sevk etmesi ve böyle bir tenezzülü ona kabul ettirmesi tasavvur olunamaz. Ve buna bir zuhul eseri de denilemez. Bu olsa olsa kesret-i iştiğalatı zihniyeden dimağına arız olan bir hastalık ve ihtilal eseri olabilir. Çünkü biz Allah diyoruz -ki ayn-ı hakk u hakikattir- o isterse kudret-i fatıra-i imya desin isterse tabiat desin demek ki mevcûdat için bir hâlik, bir fâtır, bir mevcûdun vücûduna kailiz ki o hâlik, fâtır, mevcûd, bu kadar lâ-yu‘ad ve lâ-yuhsâ eşyayı icadda bir gûne mani ve müşkile tesadüf etmemiş de maymunu [18a] icad ettiği gibi re’sen bir insan icad etmekten ne sebeble aciz olmuş ve ne için insanı maymundan yapmağa mecbur olmuş? Hiç bir akıl ve âkil bunu kabul edebilir mi? Demek ki dimağında tehaddüsüne zahib olduğumuz maraz-ı meçhul kendini, bir hususu etraflıca düşünüp de onun hakkında bir hükm vereceği esnada husus-ı mezkûrun kâffe-i ahval u evsaf ve vücûh-ı mahsusasını nazar-ı itibara alarak vereceği hükmü ona göre vermek iktidarından düşürmüş. Heman bâdiyu’l-emr hatırına gelen şeyi ilk tahattur ettiği vechi üzerine düşünüp vücûh-ı sairesinden gafil olduğu halde i‘ta-yı hükm ediyor. Binaenaleyh böyle akl u hikmet ve tabiata muhalif ve sahibine kendi cinsini ve haseb ve nesebini muhakkır ve zıll-i hevan-ı hakarete mahkum eden bir re’y u hükmü kabul hatiesine düşürüyor. İnsan için her hangi tabaka ve sınıfından bulunursa bulunsun [18b] haline ve derecesine göre bir izzet-i nefs vardır. Ve insan her ne kadar dûn ve süfli bir tabakada bulunursa bulunsun bu haslet üzerine mecbuldür. Herkes ana, baba ve kavm u kabilesiyle öğünür, hatta bunlar şerefsiz ve belki mat‘ûn bulunsa, onlara ne yapıp yapar bir cihet ve suretle bir meziyyet bulmağa çalışır. Bu haslet kâffe-i efrad-ı insanda meşhuddur. Nasıl olur da insan insanlığını unutup da “Ben maymunun torunuyum” demeği intac eden bir felsefeyi kabul eder! Adem mutlak bir şeyin mütekâmilidir demek lazımsa maymun gibi sefil ve mezmum ve nâ-pak, kabîhu’s-sûre[t] bir hayvanın mütekâmilidir diyerek kendini ve mecmu‘-ı nev‘-i insanı tahkir edeceğine ve eğer mutlaka her şeyi bir diğer şeyden çıkarmak kendi usul-i felsefesince lâbüd ise, filhakika keyfiyet-i tekevvün vücud-ı Adem’de bast u beyan edilen surete nisbeten kalb-i ayanın imtinaına mebni baîd belki eb‘ad ise de, Arapça [19a] “yebrûhu’s-sanem” Farisî’de “mürdüm-i kiyah” tesmiye edilen ve avamın “yebrûhu’s-sanem” lafzından tahrifle galat-ı fahiş olarak “Abdüsselam” dediği nebatın kökünden çıkarsaydı daha ehven ve daha akla yakın olur ve bu suretle gerek kendini ve gerek ben-i nev‘ini maymunun torunudur demekle tahkir ve tezlil töhmetinden de kurtulurdu. Çünkü Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili mezmum ve murdar bir hayvana nisbetten pak bir nebata nisbet, nezahat-i asla delalet ettiğinden min-vechin ehven olurdu ve ulema-yı İslamiyeye karşı da “vallahu enbeteküm mine’l-arzi nebaten” ayetiyle ihticac edebilirdi. Müsellemattandır ki bir kimse bir kimseye maymun dese aleyhinde zemm u kadh davası ikame eder. Ve takbih u tahkir edilmek istenilen bir kimseye maymuna benziyor denir. Şimdi düşünelim hangi âkil ve nezihu’t-tab‘ bir kimse [19b] kendi ceddinin maymun olmasına razı olarak kabul ile bunun sıhhat ve vakıa mutabakatını iddia eder; düşünmez ki bu dava bilâ-beyyine sırf mahsul-i zann u tahmin ve hayalat-ı vehimenin îras ettiği infialat-ı nefiseden münbais bir halet-i maraziye-i dimağiyedir. Tebyîn Yebrûhu’s-sanem kökü kâffe-i azası tam olarak insan suretinde teşekkül eden bir nebatın ismidir. Hakim-i maruf Davud Antakî Tezkire’sinde “yebruh” lafzının “zû-ruh” yani ruh sahibi manasına kelime-i Süryaniye olduğunu yazmış. Tafsili, Tezkire-i mezkûrede ve ekser kütüb-i lugatte bilhassa Tercüme-i Kamus ve Burhan-ı Kâtı’da görülür. Ve “yebruhu”n Süryanide “zû-ruh” 301 manasına olması bahsimize münasebeti olmağla şayan-ı teemmüldür. Darwin’in bu nazariyesi ve bu hükmü ve bu akidesi aynıyla [20a] mensup olduğu Türk kavm-i necibinin neşetindeki kuvvetin ve celadet ve şecaati i‘lam ve tasvir ve tesbit edeceğim diye “Türk’ün babası kurttur” diyen ahmakın ibraz-ı fazilet etmesine benzer. Evsaf-ı âliye-i mezkûreyi insanın zatında bulamayıp da kurttan teverrüs ettiğini tasavvur ve iddia ve tefevvüh etmek sade kendini değil de umumen hemcinsini de tahkir ve tezlil olacağı bir emr-i bedihî olduğu halde bunu taakkul edememek bir insan için büyük bir cehl ü hamakattir. İ’tizar Biz müslümanlarla umum ehl-i kitab kâffe-i mevcûdatın hâlik ve mucidi Allah azimuşşan olup mecmu‘unu kendi iradet ve kudretiyle dilediği gibi halk u icad eylediğini mu‘tekid ve bunun üzerinde sabit olduğumuz halde, bu muharrir-i acizin mübahesat esnasında mevcûdatın halk u icad ve tekvin u ihdasını ve söylerken daima “tekevvün” ve [20b] “tehaddüs” gibi tabirlerle ifade ettiğim bir gûne eser-i zuhûl olmayıp kasdîdir. Bunun da sebebi mübahese ve muhatabımız yalnız erbab-ı edyanla olmayıp umumi Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 olmasıdır. Çünkü bazı felasife ile tabiîler ve maddîler ve bunların mütabi‘ ve mukallidleri ilim u irade sahibi fail-i muhtar, vacibu’l-vücud bir hâlik-i kâdirin vücuduna kâil olmadıklarından onların tabirlerini kullanmağla te’nis ve teelüfleri icab-ı maslahattır. Bunda dinî bir mahzur da yoktur. Zira bizim itikadımızda her mütekevvin için bir mükevvin ve her mütehaddis için bir muhdis olmamak muhaldir. Hiç bir şey kendi kendini tekvin ve icad ve ihdas edemez. Çünkü esna-yı keynûnet ve vücûd u hudûsunda kendi henüz yoktur, kim tekvin ve ihdas edecek? Binaenaleyh bizim “tekevvün” tabirimiz de “mükevvin” ve “tehaddüs” tabirimizde “muhdis”in zikri mevcût olmağla tabiratımız mu‘tekidatımızı nâkız [21a] değildir. Şu da ehl-i lisan indinde malumdur ki tekevvün ve tehaddüs, tekvin ve ihdas fiillerinin mutavi‘leridir “kevventehu fe-tekevven, ahdestehü fetehaddese” denir. Bunda yalnız lafz ve kelimenin zahiriyle musahibimizi teneffür ve tevehhüşten vikaye ile te’lif-i kulub kastedilmiştir. 302 Hatime Buraya kadar serd edilen mübahase ve münazarattan tebeyyün eder ki makalemizin evvelinde arz ettiğim vechile tekâmül kanununu ve Darwin nazariyesini red ve kabul hususunda müteşerrilerle maddî ve tabiîlerin bilateemmül red ve kabulleri şayan-ı itibar değildir. Her iki taraf da asabiyete mağlup olarak meseleyi tetkikte itina etmemişler belki bi’l-kasd tetkikten i‘razla reddedenler red hususunda, kabul edenler kabul hususunda bilareviyye ısrar etmişler belki de hâlen ve istikbalen [21b] böylece devam edip gideceklerdir. Acaba her iki taraf da düşünmezler mi ki bu bir kuru inatlar ile yaptıkları şey kendi mezheb ve mesleklerine nusret ve hizmet değil muhakkak ihanetle za‘f u inhizamına sebeb olmaktır; bu hal itiraf-ı acz demektir. İşte buna binaen tarafeyne diyorum ki: Evvela müteşerri‘ler iyi bilmelidirler ki din-i İslâm’ın umde-i metin ve kanun-ı la-yetegayyeri olan Kur’an ve onun âmir olduğu şeriat-i mukaddese-i İslâmiyede, a‘mal-i ubudiyet-i müstesna olmak üzere, akıl ve hikmete muhalif bir hüküm yoktur. Yalnız vech-i tatbikini bilmek için taharri ve taammuk lazımdır. Heman sırf zevahire binaen kat‘î söz söylemek bir âlim-i müteşerria yakışmaz. Saniyen mütefekkir geçinenlerden maddiyyûn tarafından her söylenen söze sırf takliden ittiba‘la bila-tahkik mücerred asrîlik namına onların mezhebini tervic etmeye çalışanlar da bilmelidirler ki [22a] umum kütüb-i münzele ve şerayi‘-ı ilahiye -sözümüz tahrif ve tağyirden masun olanlar Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili hakkındadır- hususen nüzûlu anından beri mahfûziyeti delail-i akliye ve nakliye ile sabit ve sübûtu umûm ehl-i insafın taht-ı tasdikinde bulunan Kur’an ve şeriat-ı İslâmiyede muhalif-i akıl u hikmet görülen ahkâm ve mesail haddizatında akl u hikmete muhalif olduğundan değil, muhakkak noksan-ı bida‘a ve tetkik, tahkikinde tekâsül sebebiyle sû-i tefehhümden neşet eden bir hatîe yahud taassub mezhebi ilcaatıyla li-garazin sû-i tefsir veyahud bazı hevaî-meşreb ve hafif kimselerin heva vü hevesat-ı nefsaniye ve şehevât-ı hayvaniyeleri mukteziyatı ahval u a‘mal ve ef‘al-i mezmumeyi icrada kuyûd-ı şer‘iyeden kurtulup serbest yaşamak için icad edilen bir iftiradır. İşte bu yüzdendir ki setr-i ‘ayb için heman “din mani-i terakkidir” kaziyye-i mecruhası bir hikmet-i baliğa imiş gibi ortaya sürülüyor. Ne diyelim, düşünülmüyor ki bu sözü [22b] evvela kim söylemiş ve nerede söylemiş ve niçin söylemiş ve dinden muradı hangi dindir. Zerre kadar insafı olan kimse bilir ve itiraf eder ki bunu söyleyen kendi dininin bir takım ruhban ve ahbarın tağyirat ve ilavetiyle tamamen değişmiş ve kudsiyet ve nezahat ve ulviyet-i asliyesinden külliyen teba‘üd etmiş olan nasraniyet ve yehudiyet-i hazıranın ihtiva ettiği hurafat-ı bâtılanın tazyikinden usanmış bir frenk ve söylediği mahal de Avrupa biladından biri. Ve böyle 303 söylemesinin illeti de rehabîn ve ahbarın menfeat-ı dünyeviyelerini muhafaza için her şeye fuzuli müdahaleleri, dinden murad da arz ettiğim gibi nasraniyet ve yehudiyet-i hazıradır; bu surette ben de diyorum ve cümle nâsı da işhad ediyorum ki “din mani-i terakkidir”. Lakin elyevm âlâ-aslihi mahfuz ve mevcûd olan din-i mübini Muhammedî değil, evet din-i mübini Muhammedî asla ve katiyen mani-i terakki değil [23a] belki şiddetle terakkiyi âmir ve tarik-i terakkiye saik ve müşevviktir. Bunun aksini iddia edenlere sorarız ki din-i İslâm ve şeriat-ı İslâmiyenin hangi hükmü, hangi şeyde terakkiyi men‘ ediyor, buna cevap yok. Eğer iddiaları bir ilme ve ahkâm-ı Kur’aniye ve mesail-i şer‘iyeye vukuf ve ıttıla‘a müstenid ise niçin bu manileri tayin ve tasrih etmiyorlar. İsteriz ve intizar ederiz ki bu mani ve memnu‘ları bize birer birer vazıhan söylesinler. Yoksa yalnız bir iddia ve mücerred acz ve ahkâm-ı şer‘iyeye adem-i vukuf ve ıttıla‘larını itirafdan başka bir şeye hamledilemez. Yahud bir maksad-ı mahsus üzerine söyleniyor. Eğer bu bâbda dinin tahrim ettiği şeyler mani-i terakki addediliyorsa pek vâhî bir iddiadır. Dinin tahrim ettiği şeylerden ne var ki bugün milel-i mütemeddine ve müterakkiye ânın men‘i çarelerini düşünmüyorlar. Din-i İslâm her neyi men‘ ve tahrim etmiş ise bugün her millet, [23b] her hükûmet Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 kemal-i ihtimam ve itina ile onun men‘ine çalışıyor ve o hususta kanunlar vaz‘ ediyor. Ve milletlerinin ulema ve üdeba ve ukelası müttehiden avam-ı nâsı ondan tahzir için türlü türlü vesayite müracaat ediyorlar. Ve bu yolda cemiyetler teşkil ediyorlar ve bir çok fedakârlık ihtiyar ediyorlar. Amerika en serbest bir memleket olduğu halde men‘-i müskirat için nasıl çalıştıkları cümlenin malumu. Haram olan kumarı hangi hükümet beğeniyor da memleketinde onu serbest bırakıyor? Riba ki murabahacılıktır ve halkı iflasa düşüren bir seyyie-i müdhişedir; hangi millet buna müsade ediyor? Sirkat hangi millet ve memlekette memnu‘ değil? İhtikar nerede mübahtır? Zulüm ve gasb u ğârâtı hangi devlet men‘e çalışmıyor? Zina ve livata hangi kavim indinde memduhtur? Bi-gayri-hakkın müteammiden katl-i nefsi hangi hükümet caiz görüyor? Taarruzla hetk u ırz u namus nerede tecviz ediliyor? Her ne cihetle olursa [24a] olsun âharın hukukuna taarruz nerede mübahtır? Şu mezkûratın men‘ine hangisinde çalışılmıyor? İnsaf. 304 memalik u akvam-ı mütemeddineden Kalıyor memnuât-ı diniyeden âdât-ı kabihe ve ahlâk-ı rezile ve fuhşiyyat ki, millet ve memleketin vakar u haysiyetini ve ismet u iffetini ve hars u mahfuziyet-i ırk u nesebini ihlal ve ifsadın en büyük sebeb-i mucibidir, kim bunları istihsan ediyor? Eğer bunlarda beis yoksa her memlekette niçin birer zabıta-i ahlâkiye teşkilatı yapılıyor? Bunun da adem-i kifayesi görüldüğünden değil mi ki şu günlerde Cenevre’de beynelmilel mugayir-i edeb u haya neşriyatın men‘i kongresi akd olunup bütün milletler tarafından murahhaslar davet ediliyor. Demek ki dinin nehy ile tahrim ve men‘ ettiği şeylerin men‘ ve tahrimi ayn-ı hikmet imiş ve elzem imiş; tahakkuk ediyor ki bu nehy ve men‘ ve tahrim mani-i terakki değil imiş. [24b] Kalıyor dinin evamiri. Din neyi emrediyor? Emanet, istikamet, adalet, sıdk, ahde vefa, gerek kendinin gerek âharın mal ve hukukunu siyanet, iktisad ve kesb u ticaret için berren ve bahren sefer ve bera-yı ibret arzda seyahatle tevsi‘-i marifet ve sıdk-ı uhuvvet, umûr-ı nâfiada tesânüd ve teâvün, yekdigere karşı hüsn-i muamele ve hüsn-i muaşeret, rahm u şefkat, seha, kerem, infak-ı aceze vü fukara, tartı ve teraziyi doğru tutmak, her şeyde rıfk u mülâyemet, ulu’l-emr olan hükûmete itaat u inkıyad, millet ve memleketin düşmanına karşı cihad ve mühimmat-ı levazım-ı harbiye tedarik ve ihzar u idharına itina, muhafaza-i hudud-ı memleket ve sufuf-ı harbde tesanüd ve Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili sebat u metanet ve teallüm-i istimal-i silah ve fünûn-ı askeriye ve harbiyeyi tahsil ve ulûm ve fünûna rağbet ve tahsil-i ilim hususunda her gûne müşkilâtı iktiham ve o yolda ihtiyar-ı külfet, sefer ve seyahat ve milletin efrad-ı muhteremesine ve vâlideynine hürmet ve sıla-i rahim [25a] ve hubb-ı vatan ve umum ibadullaha rahm u şefkat, lalettayin her ferd-i beşere iyilik ve sair meâli-i umûr ve mehasin-i âdât ve ahlâk-ı âliye ki bunlarla ittisaf eden bir millet mutlaka maddi ve manevi meratib-i saadet ve refah-ı selametinin zirve-i a‘lâsına vasıl olacağı müsellemdir, hangi milletten olursa olsun bila-tereddüt teslim eder ki bu evamir mani-i terakki değil bilakis saik ve mürevvic-i terakki ve teali ve maddi ve manevi cemiyet-i beşeriyenin selamet ve saadetini kâfil şeylerdir. Şimdi kaldı evamir-i dinîden ibadet kısmı ki, bunlar feraiz ve vacibat-ı a‘mal-i ubudiyettir. Taharet, oruç, namaz, ömründe bir kere hac, zekat –ki malından kırkda birini fukara-i ümmete vermektir- ve tevhidden ibarettir. Bunlardan hangisi mani-i terakki olabilir bakalım arayalım. Taharet mi? Yok. Çünkü tahareti bugün ilm-i tıb ve hıfzıssıhha uleması en son keşfiyatlarına binaen ittihaz ettikleri kanunlarında [25b] bütün cihanın hayat ve sıhhat ve saadeti için dinli, dinsiz kâffe-i akvam için farz-ı ayn olmak 305 üzere tesbit ediyor. Oruç mu? Yok. Çünkü bunun da fevaidi munsıf olan ehl-i ilm u fen tarafından inkar olunmuyor, maddî, manevi sıhhî faidelerinden bâhis kadim ve hadis âsâr yazılmış. Bir de bu ibadet yılda bir ay yalnız fecirden guruba kadar bir zaman içinde ekl u şurb ve huzuzât-ı nefsaniyeden imsak etmektir. Bu da pir-i fani, marîz, hâmil ve süt emziren kadın müstesna olmak üzere takat ve istitaati olan efrad-ı ümmete farz-ı ayndır. Bunda yalnız me’lufün bir az zaman terki yüzünden bir zahmet varsa da zahmet bir, faide müteaddid olduğundan makul olan bir kaç faide için bir zahmeti ihtiyar etmektir. Bu da yılda bir ay ve günde bir kaç saat olmak ve şer‘-i İslâm’da şeraiti mutedil bulunmak sebebiyle mani-i terakki olacak bir ibadet değildir. Bi’l-farz ve’ttakdir bir gûne tatili bile mucib olsa [26a] milel-i mütemeddine her sınıf halk için yılda bir ay tatili levazım-ı hayattan addediyorlar, bu da mani-i terakki değil demektir. Bir de Adem’den beri hiç bir din yoktur ki onda bu ibadet olmasın hatta Mecusiyette bile vardır. Namaz mı? Yok. Çünkü bu ibadet de gerek haftaî, gerek kasr-ı müddeti itibarıyla bir şeye mani teşkil etmez. Bilhassa taharet ve nezafeti müstelzim ve ehl-i sa‘y u amele velev bir müddet-i kalile istirahat-i zihniyi mucib olmağla Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 hayat ve sıhhate nafidir. Ve harekât ve evda‘-ı malumesiyle de aynıyla terbiyei bedeniye namıyla her yerde yapılması son zamanlarda iltizam edilen harekât gibi atalet-i a‘za ve kuvayı mani olmağla başkaca bir faidesi olduğu da inkar edilemez zannederim. Devamla icrasında bir usret de yoktur. Eğer günde beş defa abdest alıp namaz kılmakta bir güçlük ve külfet görülüyorsa doğru değildir zira bir gûne hades vaki [26b] olmadıkça bir abdestle beş vakit namaz kılınır, her abdestte ayak yıkamak külfeti[ni] de, abdestle giyilen potini meshetmek sünneti, ref’ etmiştir. 57 Eğer işe güce mani olur denirse bu da varid değildir. [27a] Zira evkat-ı salat iş güç vakti değildir; zira sabah namazı vakt-i âsude gider, öyle namazı nısf-ı nehar tatiline, ikindi namazı akşam tatiline tesadüf eder, akşam yatsıda vakt-i âsude gider bu suretle bunda işe bir gûne mani mütesavver değildir. 306 Bu cümle yüsr u suhuletiyle beraber uzun uzadıya yorucu bir amel de değildir; vasatî olarak bir rekat namaz bir dakikada kılınıyor. Evkat-ı hamse sünen-i revatibiyle beraber bir günde nısf saati ancak işgal eder ziyade değil, yirmi dört saat olan bu gün bir gecemizden yirmi üç buçuk saat sa‘y u amel, ekl u şurb, istirahat gibi umur-ı dünyeviye ve levazım-ı beşeriyemize kalıyor. Vücûd-ı vahdaniyet-i Hakk’a iman etmiş bir insan şu yirmi dört saatten yirmi üç buçuğunu kendine bahş ile yalnız otuz dakikasını zat-ı akdesine ibadet ve şükr-i nimetine tahsis ile iktifa eden hâlik ve râzıkına karşı otuz dakika kadar bir zaman-ı kalilin ibadet ve şükr-i nimete sarfını çok görürse pek büyük bir nankörlük [27b] olmaz mı? Hac mı? Yok. Bu ibadet de kudret ve istitaatı olan bir mümin üzerine yalnız ömründe bir kere edası vacib ve bu muhtasarada zikri mümkün olamayan maddî, manevi bir çok fevaidi bulunan bir vazife-i ubudiyettir. Bu da min-vechin belki vücûhla vesile-i terakkidir fakat eğer hakkıyla düşünülür ve tâmik-i efkâr edilirse. Zekat mı? Yok. Zira bu ibadet de hac gibi ibadat-ı maliyeden olmağla bununla yalnız eğnıya mükellef ve fukara-yı ümmet müstefid olurlar. Bu 57 Tazyi‘-i evkat ortaya sürülürse pek gülünç olmaz mı? Bu sözü söylemek için acaba kimde salahiyet vardır? Her gün şurada burada bila-faide gezib duran ve akşamlara kadar kahve, kıraathane ve gazinolarda dama, tabla [tavla], iskambil, bilardo ile imate-i vakt eden, ve “acaba bugün nasıl vakit geçirsem?” diye düşünüb de bila-lüzum kapı kapı ahbab evlerini dolaşarak bir takım kimseleri tacize cüret eden ve çok kere istiskallere maruz kalmak zilletine bile katlanan ve idman namıyla bütün gün kasıkları çıkıncaya kadar tepinen, bu yüzden mühlik illetlere uğrayıb sıhhatini ihlal ve hayatını tehlikeye koyan ve ömrünü ve kıymetli evân-ı şebabını gerek şahsi gerek millet ve memleketi için ekmek ve su kadar elzem olan ulûm ve fünûn ve maarif ve sanayi tahsilini bir yana bırakıp sporculuk, futbolculuk gibi lu‘biyat ve lehviyatla iza‘a edenler mi bu tarizi edecek? Garib şey. İntiha. Minh. Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili cihetle zekat da sa‘y u amele saik bir vesiledir. Çünkü sa‘y u amel ve kesb u kâra müstaid olup da sermaye bulamayan fukara için sermaye olarak minvechin mevrus-i servet olur da memlekette ve millet arasında fakr u zaruret azalır; binaenaleyh hırsızlık, yankesicilik, dolandırıcılık dilencilik pek az kalır ve daha bu gibi bir hayli fevaid ve muhassenatı vardır ki beyan ve izaha hacet yoktur. Ve bu emrin ehemmiyeti ve bu ibadetin [28a] elzemiyeti ve bir heyet-i içtimaiye içinde vücûd ve hükmünün cereyanı ne derece lazım ve vacib olduğu da elyevm medenî milletlerin memalik-i medeniyede teşkil ettikleri cemiyat-ı hayriye ve o hususta ihtiyar ettikleri büyük fedakârlıklar ve külfetlerle sabittir. Başka delil istemez. Vahdaniyet-i Hakk’a imanla tevhid mi? Yok. Zira bu asır ilim ve irfanda her akıl uzun uzun edille-i akliye ile istidlale muhtaç olmaksızın kabul eder ki hiç bir gûne nef‘ u zârrı melhuz olmayan mahlûkat ve cemadâttan menhût ve masnû esnamı ilah ittihaz ederek erbab-ı müteferrika ve müteaddideye ibadet zilleti cehl u hamakatin akbah u müstekrehidir. Hatta hiç bir dinle tekayyüd etmeyen bazı hukema ve felasife bile tevhid-i Bâride müttehiddir. Buraya kadar saded haricinde ıtnab olduysa da arz u beyan edilen mebahis ve mesail için din-i İslâm’ın [28b] mani-i terakki değil, mûcib u saik u 307 mürevvic-i terakki olduğunu isbat için ihtiyar edildi. Fakat teessüf edilir ki edyan-ı muharrefe hakkında söylenilen bir söz ahkâm-ı İslâmiyeyi bila-tetkik sırf taklid olarak söylenilir ve ısrar edilir. Ve bu eser-i gaflet olan hatîe asrîlik ve terakki ve teceddüdperverlik ve efkar-ı münevvere addediliyor. İşte “insanın aslı maymundur, tekâmül ile insan olmuştur” demek fazihası ve bu çürük ve gülünç nazariyeyi mukallidâne kabul [ve] bilâ-teemmül tasdikiyle tervicine sa‘y u kûşiş; kendine itaat ve inkıyad ile ibadet edilmeye müstehak bir Hallâk-ı âlim ve sani‘-i hakîm ve bâri-i müdebbir ve mürid-i kadimin vücûdunu kabul etmeyip inkarla şerayi‘in de aslı olmadığını isbata cüretle kendini her türlü tekalif-i şer‘iye ve icâbat-ı insaniyeden azade kılmak ve irtikab edeceği rezail ve fezayihden dolayı halkın muaheze ve düşnâmından da bu suretle [29a] halas olmak maksadına mübtenidir. Yoksa taharri-i hak ve tetebbu‘ neticesinde tebeyyün ettiğinden değildir. Bu da tavşanın avcı beni görmesin diye gözünü kapaması kabilindendir. Ne diyelim Cenab-ı Hak cümlemize akıl ve insaf ihsan eyliye. Amin. İstinsahaha’l-fakir ilallahi’l-meliki’l-kâdir Yusuf Zahir bin eş-Şeyh müellif el-üstaz Mehmed Elif Efendi eş-şehîr bi-Hasîrîzâde mütemennen Allahu Teala bi-tulî hayatihi ve ekremehu bi’l-‘izzi ve saadeti min- Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 müsveddetihi bi-hattihi fi gurreti şehri Rebiulevvel li-seneti er-rabiati ve erbaine ba‘de selase mie ve elf hicriyye. 308 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 310 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 311 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 312 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 313 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 314 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 315 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 316 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 317 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 318 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 319 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 320 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 321 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 322 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 323 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 324 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 325 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 326 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 327 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 328 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 329 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 330 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 331 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 332 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 333 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 334 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 335 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 336 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 337 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 338 Fulya İbanoğlu | Terakki ve Tekâmül Meselesine Tekkeden Yükselen Bir Ses: “Darvin’e Cevab İrşadu’l-Ğâvîn Bi-Reddi Nazariyeti Feylesof Darvin” İsimli Risalenin Çeviri Yazısı ve Tahlili 339 Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 5 (2) 2018 340