Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
…
10 pages
1 file
In the post-Cold war era, there has been a growing tendency to suggest the classification of 'new' wars, since the perception of the threat has changed. Since threats coming from within states have recently become dominant, many scholars have studied this development. The consensus they have reached is that this type of threat represents a different kind of war. Kalevi Holsti has named it a third kind of war (1996); Martin van Creveld has named it 'Low-Intensity Conflict' (1991); and Mary Kaldor has named it 'new war' (1999). This article will embrace Mary Kaldor's 'new war' concept and use it to analyse and describe this different kind of war and compare it with old wars. In contrast to these aforementioned arguments, some scholars, such as Edward Newman and Stathis N. Kalyvas, have argued that there are no new wars in the contemporary world. According to them, many features of the so-called new wars can be seen in old wars. This paper also aims to unfold whether the new wars are in fact new or not. To better observe this, first the characteristics of new wars and old wars will be considered and then they will be compared to find out what is distinctively new about so-called new wars. Öz Soğuk Savaş sonrası dönemde tehdit algısı değişmiş olduğundan ötürü savaşlarla ilgili 'yeni' sınıflandırmaların ortaya atılması yönünde eğilimler ortaya çıkmıştır. Devletlerin içinden gelen bu tehdit yaygınlaştıkça birçok akademisyen bu tehdit üzerine çalışma yapmaya başlamıştır. Genel olarak ulaşılan konsensüs bunun farklı bir tür savaş olduğudur. Bununla birlikte, Kalevi Holsti (1996) bunu üçüncü tür savaş olarak adlandırırken; Martin Van Creveld (1991) Düşük-yoğunluklu Çatışma olarak nitelendirmiş ve Mary Kaldor (1999) yeni savaş kullanımını tercih etmiştir. Bu makale Mary Kaldor'un 'yeni savaş' konseptini temel alarak bu yeni tehdidin eski savaşlardan farklarını açıklamaya çalışacaktır. Diğer taraftan, Edward Newman ve Stathis N. Kalyvas gibi bazı akademisyenler de modern dünyada yeni savaşların olmadığını savunmaktadırlar. Onlara göre yeni olduğu iddia edilen özellikler aslında eski savaşların özellikleridir. Bu noktada, bu makale yeni savaşların gerçekten yeni olup olmadığını sorgulayacaktır. Bu bağlamda ilk olarak eski ve yeni savaşların özellikleri incelenecek ve bu özellikler karşılaştırılarak 'yeni savaş'ların ayırt edici özelliklerinin var olup var olmadığına bakılacaktır.
International Conference on Globalization and International Relations-III, 2019
Savaşı basit bir şekilde, çeşitli amaçlar uğruna karşıt gruplar arasında verilen mücadele olarak tanımlamak mümkündür. Geleneksel olarak savaşlar birbirinin varlığından haberdar olan ve sınırları büyük oranda belirli bir savaş sahasında karşılaşan düşmanlar arasında kestirilebilir stratejiler ve konvansiyonel silahlar çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Günümüze gelen süreç içerisinde ise yeni bir anlayış ortaya çıkmış ve savaş ilanından ittifak ilişkilerine, muharebe sahasından kullanılan araçlara kadar savaşla ilgili pek çok özellik değişmiştir. Diğer tüm alanlarda olduğu gibi küreselleşme “savaş” üzerinde de pek çok etki yaratmıştır. Bu kapsamdaki etkiler yeni savaş anlayışının da köklerini oluşturmaktadır. Küreselleşme sürecinin çıktıları olarak görülen bilginin ve teknolojinin yayılması, bilimsel keşiflerin çoğalması, her türden dolaşımın artması, iletişim ve ulaşım imkanlarının gelişmesi, ticaretin başta olduğu karşılıklı bağımlılık ağlarının genişlemesi gibi başlıkların doğrudan savaş sahasında da radikal sonuçlar doğurduğu gözlenmektedir. Tarafların siyasi, ekonomik, askeri ve demografik çıkarları bağlamında gerçekleşen savaş gerçeği değişmese de çatışmaların tarafları, çatışma yöntemleri, muharebe süresi ve sahası, kullanılan strateji, araç ve silahlar geleneksel savaş mantığındakilerden oldukça farklıdır. Bu çalışmada küreselleşmenin savaş anlayışı üzerindeki etkisi incelenmeye çalışılacaktır. Küreselleşme hem savunma hem de saldırı bağlamında savaşan taraflar açısından olumlu ve olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Küreselleşmenin istihbarat örgütlerinin ulaştığı teknolojik yeterlilik seviyesinden çok uluslu şirketlerin ulaştığı silah ticareti rakamlarına, ilgili alandaki akademik çalışmalardaki artıştan kimlik ve mezhep tartışmaları üzerinden patlak veren iç savaşlara kadar savaşın pek çok alanıyla yakın ilişkisi vardır. Çalışmada öncelikle savaşın değişen doğasına ve yeni savaş anlayışına değinilecektir. Daha sonra da küreselleşme olgusunun meydana getirdiği etkilerin savaş sahası, savaş süresi, savaşan taraflar, savunma sanayi gibi alanlardaki yansıması incelenecektir. Sonuçta ise küreselleşmenin yeni savaş anlayışını hangi açılardan değiştirmeye devam edebileceği yönünde çıkarımlarda bulunulacaktır. Anahtar Kelimeler: Savaş, Küreselleşme, Yeni Savaş Anlayışı, Uluslararası Politika, Savaşın Doğası
Social Transformations and Globalization, 2019
Küreselleşme olgusu yaşamın her yönünde olduğu gibi savaş üzerinde de doğrudan ve dolaylı etkiler yaratmaktadır. Bu etkiler insanlık tarihiyle özdeşleşmiş olan “mücadele” anlayışında da köklü değişimler oluşturmaktadır. Küreselleşmenin dalga dalga yayıldığı bir dönem içerisinde savaşların meydana gelmesi, yürütülmesi ve sona ermesi gibi süreçlerin de ciddi bir şekilde farklılaştığını ifade etmek gerekmektedir. Tanımlı ordular arasında sınırları belirli meydanlarında gerçekleşen savaşlar bağlamında gelişen geleneksel savaş anlayışı, günün şartlarında giderek yerini bambaşka boyutları olan yeni bir anlayışa bırakmaktadır. Yeni savaş anlayışı üzerinde küreselleşmenin olumlu ve olumsuz çıktılarının oluşturduğu etki önemli bir konuyu oluşturmaktadır.
TUHED, 2021
Bu çalışma 1930’lardan günümüze Osmanlı tarihçilerinin tedavülünde olan ve Osmanlı tarihinin “altın madeni” olarak değerlendirilen şer‘i mahkeme kayıtları ya da şer‘iyye sicillerinin hangi metodolojik ve teorik çerçeveler dâhilinde kullandıklarının kritik bir değerlendirmesini yapmayı amaçlamaktadır. Gerek alanda itibar görmüş şer‘iyye sicilli temelli çalışmalar gerekse 1990’lı yıllardan itibaren bu çalışmalar üzerine kaleme alınan tarihyazınsal değerlendirmeler bize şer‘iyye sicillerinin şimdiye kadar belli başlı üç yaklaşımla ele alındığını gösterirler. 1) Yapısalcı yaklaşımda, sicillerde bulunan mebzul miktarda veriler, sosyal ve ekonomik yapıları değerlendirmek için yorumlanır. 1960’larda başlayıp 1990’ların ortalarına kadar devam eden bu aşamada, kadı sicilleri toplum ve ekonomideki uzun vadeli yapısal örüntüleri incelemek ve çeşitli bölgelerin, eyaletlerin ve şehirlerin bütüncül tarihini yazmak için kullanılmıştır. 2) 1990’ların ortalarından itibaren ise, sicil temelli tarih yazımında post yapısalcı okumalarda geliştirilen soruların ve yaklaşımların bazılarının dikkate alınıp eleştirel bir şekilde benimsenmesi yoluyla kademeli olarak “kültüre yöneliş” gerçekleşmiştir. 3) Yirmi birinci yüzyılın başlarına gelindiğinde, “kültüre yöneliş” hâlâ devam etmekle beraber bazı Osmanlı tarihçileri kadı sicillerini “sosyo- hukuki (socio-legal)” bir gözlükle okumaya başlamıştır. Kadı sicillerinin sosyo-hukuki perspektiften okunması kültürel yaklaşımlardan ve söylem analizinden büyük ölçüde beslenmekle beraber, sayısal analiz kullandığı için farklıdır. Bu çalışmada yukarıda bahsedilen yaklaşımlar daha ayrıntılı bir şekilde açıklanmakta, ayrıca alandaki bazı dönüm noktaları ve Osmanlı tarih yazımını nasıl şekillendirdikleri ele alınmaktadır. Anahtar Kelimeler: Osmanlı mahkeme kayıtları, şer‘iyye sicilleri, tarihyazımı, yapısalcılık, postmodernizm
Social Sciences Studies Journal
Timur tarih sahnesinde belirmeye başladığı zaman diliminden günümüze kadar geçen sürede, kazandığı zaferler ile benzersiz bir hükümdar olmuştur. 1360 yılında Türkistan'da başladığı hakimiyet mücadelelerini başarı ile sonuçlandırmıştır. Sınırlarını İran, Afganistan, Hindistan ve kuzeyde Altınorda'ya kadar genişletmiştir. XIII. yüzyılın ortalarından itibaren zayıflayan Anadolu Selçuklu gücünün tersine Osmanlılar Anadolu'daki buhran devrinden istifade etmesini bilmiş ve siyasi nüfuz sahasını Timur'a benzer bir şekilde genişletmeyi başarmıştır. Bu dönemde Osmanlı Devletinin başında Yıldırım Bayezid bulunmaktaydı. Yıldırım Bayezid'in Bitinya Bölgesi'nde faaliyetlerde bulunduğu sırada Timur'un sınırları Anadolu topraklarına kadar uzanmaktaydı. Elbette bu durum, cihan hâkimiyeti iddiası ile yola çıkmış olan bu iki Türk hükümdarını karşı karşıya getirmiştir. Bu hesaplaşma Türk Tarihi açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Anadolu'da Osmanlı ile tekrar sağlanan Türk otoritesi bozulmuş, hanedan üyeleri arasında taht mücadelesi yaşanmıştır. Bu mücadeleler, tarih kroniklerine "fetret dönemi" olarak geçmiştir. Bu dönem, rakamsal olarak 11 yıl sürmüş olsa da siyasi ve sosyal etkisi uzun yıllar devam etmiştir. Ankara Savaşı ve sonrasında yaşanan dönemin tarafların kroniklerine bazı konularda farklı şekilde yansımış olması, savaş sonrası ortaya çıkan durum itibariyle doğaldır.
1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi, 2010
Bir zamanlar modernlik yalnızca Batı medeniyeti ile özdeşleştirilen bir kavramdı. Oysa günümüzde Batı dışı modernliklerin de varlığı kabul edilmiştir. Öncelikle felsefi bir konu olan Batı modernliği, Avrupa'da cereyan etmiş tarihi olayların kronolojik sıralamasının çok ötesinde bir meseledir. Bununla birlikte Batı modernliğinin pratikteki tezahürünü hazırlayan bir dizi tarihi olay da görmezden gelinemez. Örneğin Cemal Bali Akal, Modern 1 Düşüncenin Doğuşu İspanyol Altın Çağı adlı kitabında Batı modernliğini hazırlayan gelişmelerin ispanya ayağını başarılı bir biçimde incelemiştir. Biz de bir tarihçi olarak bu yazımızda Avrupa modernliğini düşünsel tarafıy la olmasa da tarihi tarafıyla, daha doğrusu Osmanlı tarihi ile ilgili olan tarafıy la ele aldık. Tıpkı Amerika kıtasından Avrupa'ya altın taşıyan İspanyol gemilerinin hikayelerinin Batı modernliği ile doğrudan ilgili olması gibi, Osmanlı'nın Avrupa'daki diplomatik girişimleri ve askeri harekatları da bu konunun doğru dan bir parçasıdır. Osmanlı İmparatorluğu, her şeyiyle tarih olmuş, gitmiş; THE ROLE OF THE OTTOMAN EMPIRE iN THE FORMATION OF MODERN EUROPE Asist. Prof. Erhan AFYONCU* Ata certain point in time, modernity was a concept associated with Western civilization. Today, however, the existence of modernity outside the realm of the West has become accepted. Western modernity, which is first and foremost a philosophical matter, is a matter that goes far beyond the scope of the chrono/ogicalorder of historica/ events which took place in Europe. However, the practica/ manifestation of Western modernity has a/so ignored a series of historical events. For exGmple, Cemal Bali Aka/, in his book entit/ed, Modern Düşüncenin Doğuşu-fspanyol Altın Çağı, (The Birth of Modern Thought: the Spanish Golden Age), successfully examined the Spanish phase of the developments which took place in preparation for Western modernity. in this particular piece, Western modernity is examined-not in terms of its. inte/-/ectua/ composition, but in terms of its history, particularly that pertaining to the history of the Ottoman Em pire. Just as the stories of Spanish ships carrying gold from America-to Europe are direct/y related to Western kendisinden günümüze bir şey kalmamış gibi düşünü lür. Ancak 600 yıldan fazla bir süre dünyanın en önemli coğrafyasında hakimiyet kuran ve üç büyük imparatorluktan birisi olan Osmanlı imparatorluğu bugünkü dünyanın oluşmasındaki en önemli aktörler arasındadır.
OTAM(Ankara, 2017
Kökeni Eski Yunan ve Roma hukukuna dayanan dava zamanaşımı, İslam hukukçularınca da kabul görmüş ve uzunca süre İslam hukukunda yürürlükte kalmış bir uygulamadır. Bunun Osmanlı Devleti'nde sıklıkla uygulandığı, kadı defterleri ve fetva koleksiyonlarında yer edindiği bilinmektedir. Çalışmanın amacı 17. ve 18. yüzyıllarda Amid mahkemesine yansıyan davalar arasında 10-15 yılın üstündeki davaların neler oldukları ve bunların zamanaşımı olgusu/karinesi ile ilişkisini irdelemektir. Çalışmanın amaç edindiği ikinci bir husus ise genelleme problemidir. Tarihe özgü çalışmalarda sıklıkla karşılaşılan bu yanılgı/sapma zamanaşımı hususunda da görülmektedir. Hukukta zamanaşımı olgusunun/karinesinin varlığına rağmen, bu karinenin her zaman ve her yerde aynı şekilde uygulanmadığı düşünülmektedir. Bundan hareketle, bu çalışmada, zamanaşımı hakkında kesin ve mutlak yargılar koymanın araştırmacılar için bir problem oluşturduğuna dikkat çekilmektir.
Arkeolojik Küçük Buluntular Pişmiş Toprak, Metal, Kemik, Cam ve Taş Eserler Archeological Small Artifacts: Terracotta, Metal, Bone, Glass and Stone Artifacts, 2021
Su mermeri kalsiyum karbonat bileşiğidir. Bu taş cinsi düşük sertlikteki yapısından dolayı kırılmadan kolayca yontulmaya ve şekil verilmeye uygundur. Bu nedenle çeşitli kapların yapımında MÖ 3. binlerden itibaren kullanılmıştır. Taşın kendisi krem veya bal rengindedir. Tabaka halinde oluşan kalsit çökelti, çoğu zaman taşın yapısında açıklı koyulu renkte damarlar oluşturur. Böylece bu taştan işlenen kaplarda damarların oluşturduğu doğal bir süsleme meydana gelir. Mısır’daki zengin su mermeri ocaklarının varlığı, taştan çeşitli kapların yapımını arttırmıştır. Bu taştan üretilen kaplardan biri alabastronlardır. Alabastronlar, içinde kokulu yağ ve merhemlerin saklandığı şişelerdir. İnce bir işçilikle yontulan bu şişeler, politik ilişkilerde Krallara sunulan prestij hediyeleri arasındadır. Öte yandan bu kapların MÖ 7.- 6. yüzyıllarda tüm Akdeniz’de yaygınlaşması ile birlikte elitlerin mezarlarına ölü hediyesi olarak bırakıldıkları bilinmektedir. Alabastronlar, Anadolu’da başta Lydia tümülüsleri olmak üzere bir çok mezara prestij nesnesi olarak bırakılmışlardır. Batı Anadolu’da Akhaemenid egemenliği ile birlikte su mermeri alabastron geleneğinin yaygınlaşması, bölgedeki zengin su mermeri yataklarının da kullanılmasıyla üretimlerinde belirgin bir artışı doğurmuş olmalıdır. Hellenistik Dönem’den sonra ise alabastronların daha çok camdan üretildikleri görülmektedir.
International Symposium on Family Contemporary Opportunities / Threats Towards the Sustainability of Family Institution, 2020
Aile kurumunun bekası, ailenin, özel olarak gözetilmesi gereken üyesi çocuğun bekasından ayrı düşünülemez. Çocuğun ‘çocuk’ olmaktan kaynaklı korunması gereken çıkarları vardır. Bunun temelinde çocuk bireylerin fiziksel ve bilişsel kapasitelerinin bir yetişkine kıyasen geride olması gerçeği yer alır. Bu vakıa uluslararası hukuk tarafından da kabul görmüş ve düzenlenmiştir. ‘Çocuğun üstün yararı’ kavramı ilk defa 1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 3. maddesi ile ortaya çıkmış, ancak o zamandan beri kavramın kapsamı ve içeriği ile ilgili tartışmalar süregelmiştir. Daha sonra 1996 Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin 1/2 maddesi ile de teyit olunan bu kavram üzerinde mutabık olunan husus ise kavramın yeterince somutlaştırılamamış ve detaylı biçimde tanımlanamamış olduğudur. Tanımın netleştirilmemiş olması hukuki öngörülebilirliği ve dolayısıyla kimi zaman hukuki güvenceyi azaltmasına rağmen, olay bazında etkin kılınacak bir formül olarak kavramın esnekliğini ve dinamikliğini sağlamaktadır. Böylece çocuğun menfaatini gözetmenin gerekli olabileceği her durumda yasama organları, kamu ya da özel kurumlar, uygulayıcılar ve mahkemeler yapacakları işlemlerde bu menfaati göz önünde bulundurmakla yükümlü kılınmışlardır. Buna rağmen ulusal hukuklardaki uygulamalarda bu hükmün çocukların uluslararası antlaşmalar ile güvence altına alınan çıkarlarının korunması noktasında yeterliliği şüphelidir. Bu nedenle bu çalışma, sözü edilen kavramın hukuki olarak bir ‘temel ilke’ haline gelmiş olduğu kabulünden hareketle, kavramın derinlemesine incelenerek uygulamacılara ışık tutacak şekilde netleştirilmesini amaçlamaktadır. Bu minvalde kavramın maddi hukuka ilişkin bir içerik sağlamaktan ziyade bir ‘temel ölçüt’ işlevi yerine getirdiği söylenebilir. Dolayısıyla yetişkin bireylerin çocuk bireyler hakkında karar verirken ya da onlar adına herhangi bir işlemde bulunurken göz önünde bulundurmakla yükümlü oldukları usulî bir kuraldır.
Dünyada Tarihçiliğin Gündemi , 2020
Bu kitapta dünyadaki tarihçiliğin son yirmi yılı, köklü tarihçilik geleneklerine sahip olan, günümüz dünya tarihçiliğine de katkı sağladığı söylenebilecek ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, Mısır, İran, Çin, Japonya ve Rusya gibi ülkeler üzerinden inceleniyor. On ayrı ülkedeki tarihçiliğin son yirmi yılını inceleyen bu çalışmadaki her bir tarihçi yazarımız, ilgili ülkelerde doktora ya da post doktorasını yapmış akademisyenlerdir. Böylelikle ilgili ülkenin dili ve kültürüne nüfuz etmiş tarihçilerin incelemeleriyle, bir anlamda dünyada tarihçilik adına nelerin tartışıldığı, konuşulduğu ve gündem oluşturduğunu okuma imkânına erişiyoruz. Dünyada Tarihçiliğin Gündemi, günümüz Türkiye’sinde, dünyadan farklı ülkeleri yakından takip eden önemli bir tarihçi potansiyelinin varlığına işaret etmesi bakımından da önemlidir. Maksadımız, Türkiye’deki tarihçilerin, dünyada tarihçilik adına nelerin konu edildiğinden haberdar olmalarını sağlamak ve bundan ilham almalarına vesile olmaktır.
Istanbul University - DergiPark, 2022
Öz 19. yüzyıl, endüstri devrimi ve makineleşmenin hız kazanmasının yanı sıra, barındırdığı savaşlar sebebiyle tüm dünya için hem ciddi bir yıkım süreci hem de aynı ciddiyette bir yapım ihtiyacının ortaya çıktığı bir dönem olarak adlandırılabilir. Üretimin endüstriyel hale gelmesiyle birlikte bu yapım süreci; tasarımın her alanında olduğu gibi mimaride de kendi dinamiklerini oluşturmuştur. Dönemin yenilikçi mimarlarından biri olan Le Corbusier; bu çerçevede işlevsel, ekonomik, estetik, ergonomik yapılar gerçekleştirmek için bu dinamikleri kendi bakış açısıyla yeni bir üsluba dönüştürme arayışında olmuştur. Bu prensipleri dönemin ihtiyaçlarına ve değişen dünyanın estetik algısına uygun şekilde kategorize ederek; sadelik, hız, fonksiyonellik gibi bugün bile mimari tasarımda hala etkisini sürdüren prensipler haline getirmeyi amaçlamıştır. Mimar, Doğu ve Batı mimarisindeki biçimsel standartları ve bunun mimari tasarımdaki yansımalarını detaylı bir şekilde analiz edip, kendi zamanının modern mimarlığının beş ilkesi olarak bilinen standartlar dizisini oluşturmuştur. Bununla berber, Le Corbusier'in kendisinin bile bu ilkeleri tasarımın olmazsa olmaz unsurları olarak dikte etmediği, aksine kendi ortaya koyduğu tasarımlarda bağlama, fonksiyona, inşa metodolojisine göre zaman zaman bu kriterlerin dışına çıktığı görülmektedir. Çalışma Le Corbusier'in oluşturduğu standartlar dizisini, Corbusier'in dünya kültür mirasına giren konut yapılarından 7 tanesi ve 1930-1950 tarihleri arasında Türkiye'de önde gelen Türk mimarlar tarafından inşa edilen 5 adet konut yapısı üzerinden incelemektedir. Çalışma sonucunda incelenen yapılarda modernist yaklaşımın etkisini görmek mümkündür ancak tam anlamıyla ilkeleri barındıran mimari yapıya rastlanmamıştır.
Academia Quantum, 2024
SAGE Open, 2020
2007
English Language Teaching, 2009
KnE Life Sciences, 2022
Multiagent Systems, Artificial Societies, and Simulated Organizations
Frontiers in Cell and Developmental Biology, 2022
Hydrobiologia, 2015
Journal of Allergy and Clinical Immunology, 2003
Differentiation, 1994
Annals of Emergency Medicine, 1999
Swarm and Evolutionary Computation, 2019
Energy Conversion and Management, 2008
Stroke Research and Treatment, 2011