Academia.eduAcademia.edu

MUHTELİF BİLİMLER VE HUKUKA YANSIMALARI

İÇİNDEKİLER Sayfa FELSEFE VE HUKUK FELSEFESİ………………………………………………………… i SOSYOLOJİ VE HUKUK SOSYOLOJİSİ..…………………………… ……....................... ii MANTIK VE HUKUK MANTIĞI ..…………………………………… ………………….. iii METODOLOJİ VE HUKUK METODOLİJİSİ ..………………… ………………………… iv PARADİGMA VE HUKUK PARADİGMASI ..………………… ……………. …………...v 1.FELSEFE VE HUKUK FELSEFESİ ………………………… ………….…................. 2 FELSEFE …..…………………………………………… … …………………………..2 HUKUK FELSEFESİ…………………………………… ……………………………. 3 2. SOSYOLOJİ VE HUKUK SOSYOLOJİSİ.……………………………… …………..4 2.1 SOSYOLOJİ…………...………………………………………………………………. 4 2.2 HUKUK SOSYOLOJİSİ.……………………………………………………………….5 3. MANTIK VE HUKUK MANTIĞI ....………………………………………………… 6 3.1 MANTIK.…………….………………………………………………………………… 6 3.2 HUKUK MANTIĞI……………………………………………………………………. 7 4. METODOLOJİ VE HUKUK METODOLOJİSİ……………………………………...8 4.1 METODOLOJİ……….………………………………………………………………… 8 4.2 HUKUK METODOLOJİSİ……………………………………………………………. 9 5. PARADİGMA VE HUKUK PARADİGMASI..……………………………………….10 5.1 PARADİGMA ……….………………………………………………………………… 10 5.2 HUKUK PARADİGMASI ……………………………………………………………. 11 5. SONUÇ ……………………………………………………………………...................12 1.FELSEFE VE HUKUK FELSEFESİ 1.1. FELSEFE Felsefe(philosphia) terimi ilk defa, İlk Çağ’ın ünlü Yunan matematikçisi Pythagoras (Pisagor), (MÖ. 580-500) tarafından kullanılmıştır. Buna göre felsefe kelime anlamı olarak bilgelik sevgisi ya da hikmet arayışı demektir. Bilgelik ise varlık, bilgi ve değer üzerine tam ve bütün bir bilginin ortaya çıkması veya bir insanın böyle bir bilgiye sahip olabilecek ölçüde olgunluğa ermesi halidir. Felsefe insanı, evreni, doğayı anlamak amacıyla sürdürülen araştırma gayesidir. Felsefe doğruyu ve gerçeği aramaktır. Felsefe temel işlev olarak kavramlarla ilgilenir. Ancak bu kavramlar insanların dış dünyayı metotlu ve metotsuz, ancak deneyim ışığında-sezgi yoluyla- gözlemlemesiyle üretilir. Ancak felsefede amaç, belli bir dışsal objenin nesnelliğine uygun göreceli bir bilgisini çıkarmak değil, aksine dış dünyaya yöneldiğinde onun sezgisel ve sistematik mahiyetli kavramsal ve analitik bilgisini kurgulamaktır. Felsefenin konular; genel olarak varlık, bir bütün olarak evrenin kendisi ve insanın eylemlerini, yaşamını ve yazgısını en temel bir biçimde etkileyen şeylerdir. Bilim bilgi verir, felsefe ise bilginin ne olduğunu, neyi ve nasıl bilebileceğimizi araştırır. Bilimlerin ayrı ayrı ele aldığı konuları felsefe, bir bütün olarak ele alır ve bu bağlamda en genel ilkelere ulaşmaya çalışır. Felsefede bilgi analitik önermelere dayanır ve bu önermelerin soyut ve genel olmasından-bilim dallarının sentetik önermelerinden farklı olarak- bunlar doğrulanabilir veya yanlışlanabilir değildir. Felsefeci kendi döneminin bilimsel bilgi düzeyini izleyebilir, hatta bilimsel bilgilere aykırı önermeler formüllendirmekten özellikle kaçınabilir, ancak onun sorunu, ortaya koyduğu bilgiyi analitik bir bütün haline getirmektir. Bu yönüyle felsefenin toplumsal düzeni sürdürme yönünde bir hedefinin mutlaka bulunması gerekmediği hatırda tutularak hukuk bilimiyle arasında benzerlik kurulabilir. Sözer,2002, ss. 83, Felsefe hem sorun hem de sorunların çözümü hakkındaki kuramlardır: Felsefe köken olarak bilgiyi ve bilgeliği sevmek, doğruluğu araştırmak, özgür düşünce ve eleştiriyle sağlam bilgilere ulaşıp yaşamı buna göre düzenlemeyi amaçlar. Kant’ın dediği gibi “Öğrenilecek felsefe yoktur; ancak felsefe yapmak, felsefi düşünmek vardır.” Bu yönüyle felsefe sürekli arayışı ifade etmektedir. Şişman, 2000, ss.87-88, Buna rağmen felsefenin genel tanımı yapılamamakta, bu alanda iki farklı görüş bulunmaktadır. Birinci görüş felsefeye analiz yoluyla tüm sözcük ve kavramları açıklama işlevi yüklemektedir. Diğer görüş ise felsefenin tüm yaşama ilişkin deneyimleri aydınlatmak ve açıklamak görevi bulunduğunu ileri sürmüştür. Tozlu, 2003, ss. 8, Yani felsefe değişik bilim ve çalışma alanlarının düşünce ve sonuçlarını alarak daha bütüncül olana evrensele yaklaşır. Felsefe ile hukuk bilimi arasındaki temel benzerlik ikisinin de aklın ürünü olmasıdır. 1.2. HUKUK FELSEFESİ Aristoteles’in deyimiyle toplumsal bir hayvan olan insanoğlu toplum içinde yaşamak zorundadır. Toplum insan varlığının sürdürülmesi açısından kaçınılmaz bir olgudur, aksi takdirde birey yok olur. Gene Aristoteles’e göre insanoğlu akıllı bir varlık olması dolayısıyla aklını dili aracılığıyla ifade eder ve bulunduğu toplum içerisinde gerek sosyal düzeni kurmak gerekse bu düzene uyum sağlamak maksadıyla aklını ve dilini kullanır. ÖKTEM, Niyazi, 1991, Hukuk Felsefesi ve Anayasa Yargısı, Anayasa Yargısı Dergisi, C.8, Toplum içinde yaşarken insanlar birbirleriyle olan ilişkilerini belli kurallara bağlarlar. Kurallar düzen kurulmasının gereğidir, düzensiz toplumlarda kargaşa doğar, toplum yok olur. Kurallar genelde din, örf ve adet, ahlak ve hukuk biçiminde günümüze gelmiştir. Hukuk felsefesinin tarihi "Adil bir hukuk sistemi nasıl olmalıdır?" sorusuna verilen yanıtların tarihi olarak görülebilir. Bu açıdan bakıldığında, hukuk felsefesinin temel kavramları arasında yer alan hukuk ve adalet kavramları üzerine her devirde düşünüldüğü ortaya çıkar. Hukuk felsefesinin temel kavramı olan "hak", bireylerin birbirleriyle ve devletle ilişkilerini düzenleyen hukuk sistemlerinin özünü belirler. Bu ilişkilere farklı açılardan bakılması ve farklı değerlendirmeler yapılması sonucunda çeşitli hukuk felsefesi görüşleri gelişmiştir. Örneğin, birey ile hukuk ilişkisinde bireye ağırlık veren görüşlerin en ucunda hiçbir hukuksal düzenleme tanımayan anarşizm, hukuka ağırlık veren görüşlerin en ucunda da bireyin geçerli hukuk düzenine mutlak boyun eğişini öngören totaliterlik vardır. Bu iki uç arasında, bireyin hukuk karşısındaki durumunu "özgürlük", hukukun birey üzerindeki yetkesini de "ödev" kavramı açısından sınırlandırmaya yönelik görüşler yer alır. Pozitif hukuk açısından adil olan bir şeyin ya da bir durumun doğal hukuk açısından da adil olup olmadığı sorununu ilk kez sofistler tartıştılar. Sokrates ise, tek kişiden yola çıkıp toplumsal bir kurum olarak adaletin ne olduğu sorusu üzerinde durdu. Öğrencisi Platon ve onun ardından da Aristoteles, aynı geleneği sürdürerek, kişi ile devlet ilişkisine ağırlık verdiler ve bu ilişkilerin çerçevesi içinde vatandaş hakları açısından adaletin ne olduğunu araştırdılar. Her ikisi de devletin temel işlevinin adaleti sağlamak olduğunu vurguladı. Bu tür bir felsefe görüşünün temelinde yatan kent-devletinin (polis) zamanla kendine yeterli olmaktan çıkması ve Büyük İskender'in geniş bir imparatorluk kurmasıyla, insanların daha geniş bir dünya görüşü edinmesini sağlayan felsefe sistemleri ortaya çıktı. Böylece, evrensel bir imparatorluğun vatandaşı olan insanlann haklan ve bu bağlam içinde adalet kavramı tartışılmaya başladı. Bu görüşün başlıca temsilcileri stoacılar ve Epikurosçular oldu. Doğaya uygun yaşamayı öneren stoacılar bu görüşün sonucu olarak dünya vatandaşlığı kavramım getirdiler. Böylece dar sınırlan olan bir devlet egemenliğine son verdiler. Epikurosçular ise yarar ilkesinden yola çıkarak hukukun temeline bu ilkeyi koydular. Bir anlamda bu görüş sözleşme düşüncesinin ilk örneği olarak görülebilir.  Hans Kelsen’e göre bir hukukçu hukuk bilimi yapmak istiyorsa, öz ve esas araştırmalarından uzaklaşmalı, hukuk tekniğiyle, pozitif hukuk metinleriyle uğraşmalıdır. Bunun dışın çıkmak hukuk bilimini zedeler, hukukçuyu politikaya iter. Bu nedenle her bilimin konu alanı nasıl belirgin ise, hukukun da konu alanı normlardır. Bu düşünce tarzına göre, hukuk metajüridik olan sosyolojik ve filozofik kavramlardan uzak tutulabildiği ölçüde bilimsel olur. https://www.academia.edu/9965412/Hukuk_Felsefesi_ve_Anayasa_Yarg%C4%B1s%C4%B1_Anayasa_Yarg%C4%B1s%C4%B1_Dergisi_C._8_1991_ Hukukçu hukukun pozitif normatif yapısını ele alıp inceleyerek uygulamaya sokarken, hukukun iyi veya kötü olduğuna bakmamalı, geçerli ve etkili olup olmadığına bakmalıdır. Yani hukuk kuralı ahlak kuralı değildir. Ahlak kuralı kesin bir buyrukken hukuk normları varsayımsal buyruklardır. Hukukta belli bir olayın varlığında, belli koşulların, olayların ortaya çıkışında kural uygulanır. Hukukçu olayları saptayacak, arkasından olaya ilişkin normu uygulamaya koyacaktır. SOSYOLOJİ VE HUKUK SOSYOLOJİSİ 2.1. SOSYOLOJİ Sosyoloji denilince, kendi inceleme nesnesi olan özgün bir disiplin ve bu disiplinin sahip olduğu sistematik bilgi, özgül metodoloji ve kavramsal çerçeve külliyatı kastedilmektedir. Swingewood, 1998, ss. 21, Sosyoloji, kendi özgünlüğü içinde toplumsal dünyayı anlamaya ve açıklamaya yönelmiş önemli bir sosyal bilimdir. Sosyoloji, güçlü teorik gelenek yanında, sosyal gerçekliklere ilişkin açıklamalarında nesnel dayanaklarını edindiği metodolojik yönelimlere de sahiptir. Sosyolojinin metodolojik yönelimleri, onu bilimsellik sınırlarına taşırken, aynı zamanda sosyolojik bilgiyi sıradan gündelik bilgiden ayırmaktadır. Sosyoloji, insanın diğer zihinsel çabalarından farklı bir biçimde işleyen, disiplinli bir imgelemden (hayal gücü, tasarım) faydalanmaktadır. Sosyolog, bu imgelemi kendisini içinde bulunduğu andan uzaklaştırarak, geçmişte toplumun ne türden değişimler geçirdiğini ve gelecekte hangi türden değişimlere uğrayacağını kavrayabilmek için kullanır. Örneğin, günümüzün toplumunda boşanma oranlarının yüksek olduğunu herkesin bilmesinin temelinde, ister resmî araştırmacılar ister akademisyen sosyologlar tarafından yürütülmüş olsun, düzenli sosyolojik araştırmalar vardır. Sosyolojinin aslında ne olduğunu anlamakla, insanların gündelik yaşamdaki eylemlerinin nedenleri ve sonuçları üzerine düşünmek arasında önemli bağlantılar vardır. Elinizde, sözgelimi, kadına yönelik şiddet sorununu çözecek bir reçeteniz var mı? Suçun tanımını kim yapar mesela? Ve bazı insanlar neden suç işler? Bu soruları olabildiğince çoğaltabiliriz. Önemli olan insanı ve toplumu ilgilendiren, gelecekteki yaşam koşullarını belirleyecek olan sorulara nesnel ve bilimsel cevaplar bulabilmektir. Sosyoloji, sıradan tanımın ötesinde işte bu türden ve daha pek çok soruya bilimsel dayanaklarıyla cevap arayan bir disiplindir. Toplumsal yaşam bir bulmacadır ve sosyoloji, bu bulmacayı çözmeye, toplumu anlamaya çalışmaktadır. Sosyoloji, kendi özgün konu alanı içinde kendi anlamlarını üreten bir dünyaya, sosyal dünyaya yönelmiştir. Doğal dünyadaki nesneler, insanların onlar hakkındaki yorumlarına bakılmaksızın var olabilirler. Ancak, sosyal dünyadaki olgular için aynı şey söylenemez. Sözgelimi, suç ve aşk gibi kavramlar tamamen insanlar tarafından yaratılmıştır, varoluşları tümüyle insanların algı ve yorumlarına, onlara yükledikleri anlamlara bağlıdır. Slattery, 2007, ss. 232, İnsanların yarattığı dünyadaki anlamlar ise, sürekli değişime açıktır. Dolayısıyla, bu anlamların çözümlenmesi, zor bir bulmacanın parçalarını bir araya getirmek gibidir. Sosyolojik bilgi bize, toplumların farklı şekillerde yapılandırıldığını, değişim ve dönüşümün insan yaşamının bir parçası olduğunu göstermektedir. Sosyoloji bizim bunu anlamamıza ve daha iyi bir toplum inşa etmemize imkân verecek koşulları betimler. Bilton vd, 2009, ss. 5, Bu dünya nasıl ortaya çıktı? Bizim yaşam koşullarımız, anne babalarımız ile dedelerimizin yaşam koşullarından neden böylesine farklı? Gelecekte değişmenin alacağı yön ne olacak? Bu sorular, çağcıl entelektüel kültürde oynayacak birincil rolü bulunan bir inceleme alanı olan sosyolojinin temel konularıdır.”. HUKUK SOSYOLOJİSİ Hukuk düzeni, insan ilişkilerinin her alanıyla ilgilidir; dolayısıyla, kişinin doğumundan ölümüne kadar diğer insanlarla girebileceği tekil, grupsal, tek taraflı veya çok taraflı ilişkiler, hatta bunlara ek olarak mensubu olduğu toplumu yöneten iktidar sistemleri ile her türden ilişkisi hukukun düzenleme iddiası içinde yer alır. Toplumsal olarak bir arada yaşama ihtiyacı güden insanlar arasında bir düzenin olmaması anarşiye, dolayısıyla da toplumun bozulmasına yol açar. Bu sebeple hukuk düzeni devletin hukuku yaptırımlandırmasıyla güvence alına alınmıştır. Yalnızca hukuk kurallarına dayalı bir toplum düzeni olamayacağı gibi sadece toplum nezdinde varoluşlara göre bir düzen de olmayacaktır. Yalnızca hukuk kurallarına dayalı devlet bir süre sonra Otokrasiye, yalnızca toplumun isteklerine dayalı bir devlet ise bir süre sonra Anarşiye neden olur. Hukuk düzeni toplumsal gerçeği dikkate almalı, toplumsal gerçekliğin zorlayıcılığı ile hukukun zorlayıcılığı arasındaki gerilimi dikkate almalıdır. Hukuk, iyi tasarlanmış toplum düzenini hedeflerken hukuk sosyolojisi ise toplumsal gerçeklik ile bunu düzenlediği iddiasındaki hukuku birlikte inceler. ÖZCAN, Hukuk Sosyolojisine Giriş, 2011, ss.7, Hukuk toplumsal yaşam içinde yer alan insan ilişkilerini düzenleme iddiasıyla ortaya çıkarken, bunu normatif şekilde ortaya koyar. Hukuk bilimi, hukukun boşluksuz olması gerektiğini ileri sürdüğünden yargıç, organik bakımdan hukuku uygulamakla görevli olsa da, muhtelif durumlarda işlevsel olarak hukuk yaratan konumuna da gelir. Objesi tasarım olan hukuk bilimi ideografik bir bilimdir. Bunun yanında objesi toplumsal olgular olan hukuk sosyolojisi nomografik bir bilimdir. Hukuk biliminde olayları gözlem yoluyla test etmek olanağı mevcut değildir. Ayrıca hukuk sosyolojisinin aksine, hukuk biliminde bilgi yanlışlanabilir değildir; objesine uygunluk yerine iç tutarlılık esas alınır. Hukuk sosyolojisi bilgisi betimleyici veya açıklayıcı, oysa diğerininki normatif, yani düzenleyicidir. Hukuk sosyolojisi, hukuk felsefesinin bağrından çıkıp bağımsızlaşmıştır. Hukuk düzeni, hukuk sosyolojisinden daha eski bir uygulama ve kuramlaştırma tarihine dayanır. Bu açıdan, olağan koşullarda hukuk uygulaması için hukuk sosyolojisi mutlak bir gereklilik değildir. Hukuk sosyolojisi, genel sosyolojinin metot ve tekniklerini kullanır. ÖZCAN, Hukuk Sosyolojisine Giriş, 2011, ss.17, Özetle ilk aşamada, bilim öncesi bir kültür birikimiyle yahut başka bilimsel bilgileri dolaylı şekilde kullanarak bir kuramsal bakış açısı oluşturur. İkinci aşamada, bu kuramsal bakış açısından hareketle, olgu ve süreçlerin gözlem yoluyla test edilmesine olanak verecek elverişlilikte ön varsayımlar elde edilir. Üçüncü aşamada, belirtilen ön varsayımlar gözlem ve deney yoluyla test edilir. Nihayet son aşamada, ön varsayımlar gözlem ve deney sürecinde doğrulandığı veya yanlışlanmadığı ölçüde araştırma tamamlanarak bilimsel bilgi ortaya konur. Hukuk sosyolojisinin bilgisi, ilgili olgular, süreçler ve araştırma tekniklerinin başarılı kullanılmasına uygun göreceli olan bir bilgidir, kesin doğru değildir. MANTIK VE HUKUK MANTIĞI 3.1. MANTIK “Nutuk” kavramından, yani konuşmak’ tan türeyen bir kavramdır. Farabi için bu iç ve dış konuşma biçiminde gerçekleşir. Tüm bilimlerin genel yöntemi olarak, mantık kabul edilir. Mantık, Aristoteles ile beraber bilim haline gelmiştir. Mantık, bilinenden yola çıkarak bilinmeyenin bilgisine ulaşmaya vasıta bir bilim ya da kurallarına uyulduğu takdirde zihni hataya düşmekten alıkoyan bir disiplindir. Dolayısıyla doğru düşünmeyi hedefleyen kurallar sistemidir. Mantık, formel yani biçimsel bir bilimdir. Dış dünyadaki somut olaylarla ilgili değildir. Bu anlamda matematik ve geometriye benzer. Mantık kelimesi hem bir bilime ad olarak hem de bir düşünme tarzını belirtmek için kullanılır. Herhangi bir söz ve yazı karşısında mantıklı veya mantıksız deyimlerini kullanırken kastedilen mantık bilimi değildir. İnsan mantık bilimini öğrenmeden de mantıklı düşünür. İnsan yaratılışından beri mantıklı düşünebildiği halde, mantık biliminin kuruluşu daha çok sonraları ortaya çıkmıştır. Mantık bilimi, mantıklı düşünme tarzının düzenli olarak tespitidir. Tutarlı düşünce, akıl yürütmenin akıl ilkeleri denen ilkelere uygun olarak yapılması ile mümkün olur. Akıl ilkelerinden bazıları ise, Özdeşlik İlkesi, Çelişmezlik İlkesi, Üçüncü Şıkkın İmkansızlığı İlkesi gibi ilkelerdir. http://felsefeforumu.blogcu.com/mantik-kiyas-hatali-mantik-safsata-nedir/6519152 Mantık, doğa bilimleri gibi deney ve gözlem yaparak bilginin doğruluğunu araştırmaz. Mantığın amacı, akıl ilkelerinden hareketle akli doğruya ulaşmaktır. Mantık, kıyas denilen düşünme yöntemini kullanır. Bu düşünce biçimi bütün ortaçağ boyunca hakim olan Skolastik düşünce biçimiydi. Ortaçağ Hristiyan düşüncesi elindeki dogmalardan hareket ederek Aristo’nun formel mantık ilkeleri ile meleklerin cinsiyeti dahil pek çok akla gelmeyecek konuları tartışarak vakit geçirmişlerdir. Böyle bir dönem de kıyas yönteminin öncüsü Aristoteles olmuştur. 3.2. HUKUK MANTIĞI Hukuk Mantığı terimi ilk kez SCHICCARDUS’un 1615 yılında yayınladığı Logica Juridica’sıyla kullanılmaya başlanmıştır. KALINOWSKI, La Logique Juridique et son Historie, APD 27, ss.275, Hukuk Mantığı, yani yasaların yorum ve tümevarım yolu ile gerekçelendirme tarz, ilke ve kuralları; yasaların gerek metinlerinin ötesine gerekse yasa koyucu tarafından açıkça verilmiş tanımların ötesine geçerek yorumlanmasından ibaret bulunan bir hukuk dalıdır. LEIBNIZ, Hukuk Mantığı’nı, Koşullar Öğretisi, Kazuistik ve Çatışkı Kuramı olmak üzere üç bölüme ayırır. Koşullar Öğretisi, hukuksal koşulların nasıl yorumlanması gerektiğine ilişkin ilkeler geliştirmeyi amaçlar. Örneğin “Herhangi bir sözleşmenin geçerliliğinin kendilerine bağlı kılındığı koşullar, daraltıcı tarzda yorumlanır.” gibi… Olay (Kazuistik) Kuramı, hukukun yeni kavram oluşturma ve alt ayrımlara gitme, tanım getirme ve somut olay çözümü yollarıyla uygulanmasıdır. Nihayet, Çatışkı (Anatomik) Kuramı ise, yorumlamanın konusunu oluşturan eş düzeydeki metinler arasındaki çatışkıları giderme yol ve yöntemlerini inceler. LEIBNIZ, Hukuk Mantığını temelde hukuku yorumlamaya yarayan kurallar bütünü olarak tanımlamış, yorumlamanın ise bu kurallarca yapıldığını belirtmiştir. 20. yy. da bir çok mantıkçı, deontik önerme tiplerini kiplik mantığına örnekseyerek ifade etmiştir. SICHES’e göre hukuk ve mantık ilişkileri söz konusu olduğunda iki nokta birbirinden ayırt edilmelidir. Mantığın saf hukuksal kavramların kurumsal incelenişinde kullanımı ile hukuk uygulaması; yani yorumlama, normların içeriklerinin bireyselleştirilmesi vb… İlkinde Formel mantık kullanımı kaçınılmaz iken, ikincisinde kullanılan mantık ‘Materyel’ mantıktır. Yani bu mantık ussalın değil, usa yatkın’ın yani insanın niyetli eyleminin mantığıdır. “ Haklar, yasa koyucunun korumayı uygun gördüğü çıkarlarla ilgili olup, buna ilaveten, gelenek ve göreneklerin belirlediği moral haklar mı eklenecektir, yoksa insanın doğasından gelen özelliklerin, korunmasını zorunlu kıldığı bir takım haklar da var mıdır?” HACIKADİROĞLU, “Haklar ve Ödevler” ss. 160, Bu konuda öğretide iki farklı görüş bulunmaktadır. İlki, insanı temele alan Tabii Hukuk görüşü, ikincisi insanı, kişi olarak gören Kişisel Haklar görüşüdür. METODOLOJİ VE HUKUK METODOLOJİSİ METODOLOJİ Bilimsel gerçeklere ulaşabilmek için izlenmesi gerekli yöntemleri, tecrübe ve tatbikattan elde edilen sonuçlara dayanarak araştıran bilim dalıdır. Yunanca kelimesi, bir amaca ulaşabilme çabasını, bir şeyi izlemeyi ifade etmektedir. Metod kelimesine eklenen loji ise Yunancadaki “logos” kelimesinden gelmekte ve ilimleri belirtmektedir. Metodoloji ilminin gelişmesine büyük katkıda bulunan ikinci filozof Fransız Rene Decartes’ tir. Metod Üzerine Konuşma ismini taşıyan meşhur kitabında sağduyunun insanları hayvanlardan ayırdığını ve bunun bütün insanlarda yaratılıştan eşit olduğunu açıklayan Descartes’e göre doğruluğu kesinlikle bilinmeyen bir şey hakkında peşin hüküm vermemek, incelenen konuyu çözebilmek için bölümlere ayırmak, bilinmesi en kolaydan başlayarak yavaş yavaş güç konolafa geçmek ve nihayet unutulan bir husus olup olmayacağını kontrol etmek gerekmektedir. Bir diğer ünlü kişi Auguste Comte’ dir. İnsanlığın sürekli bir ilerleme içinde bulunduğunu kabul eden Comte bunu Üç Hat Kanunu ile açıklamıştır. İnsanların olayları teolojik sebeplere bağladıkları bir devirden sonra, metafizik bir devre geçilmiş, nihayet olayların gene olaylar yardımıyla açıklandığı pozitif devre ulaşılmıştır. Comte, her ilimin kendisinden bir önce gelene dayandığını ve en genelden en özele doğru bir tasnifin yapışabileceğini ileri sürmüştür. Bacon’un var levhası, yok levhası ve derece levhasını değişik isimlerle açıklayan Stuart MİH, bunlara bir de tortu kuralım eklemektedir. Buna göre ilk üç kurala uyan olaylar ayrıldıktan sonra geriye kalan olaylar arasında illiyet bağının kurulması mümkün olacaktır. Karl Marx, Diyalektik metodu geliştirmiştir. Devamlı değişme içinde bulunan kainatta, birbirine karşıt güçlerin bitmez tükenmez savaşına şahit olmaktayız. Bu esastan hareket eden Diyalektik Metod, tez, antitez, sentez olmak üzere üç kısımdan meydana gelmektedir. Hegel’e göre bütün varlığın gelişmesi idenin gelişmesine bağlıdır. Marx idenin yerine maddeyi koymak suretiyle fikirlerin değişmesine maddedeki değişmelerin yol açtığını ileri sürmüştür. Ona göre iktisadi neden sosyal sınıf mücadelesinin esasını teşkil etmekte, sosyal sınıflar arasındaki bu mücadele de fikirleri ve manevi değerleri tayin etmektedirler. Descartes’in ve Bacon’un ileri sürdükleri önyargılardan kurtulma gereğini tekrarlayan Durkheim ilmi araştırmada yapılacak ilk işin tetkik edikecek konunun tarif edilmesi olduğunu ve sosyal vakıanın kendinden önceki sosyal vakıa ile açıklanmasının mümkün bulunduğunu ileri sürmektedir. HUKUK METODOLOJİSİ Bilimsel etkinlik söz konusu olunca, onun yöntemi mutlaka bilimsel olmak zorundadır. Yöntembilime uymayan çalışma bilimsel çalışma sayılamaz. Nitekim, ilginç bir olgudur, bilimselliğinden kuşku duyulan normatif, dogmatik hukuku bilimsel kılan da en başta normatif, dogmatik hukukun izlediği yöntemin bilimselliğidir. SEROZAN, Hukukta Yöntembilimi(Metodoloji), ss. 2425, Özel olarak hukuk bilimi açısından yöntem, akılcı, sorgulanabilir, denetlenebilir ve aynı zamanda adaletli çözümler üretmenin mantıksal yolunu, hukuksal akıl yürütmenin (argümantasyonun) teknik enstrümanlarını gösteren bilimdir. Hukukta yöntembilimin özelliği hukuk biliminin özelliğinde, onun adalet değeri odaklı bir normatif bilim oluşturmasında gün ışığına çıkar. Şöyle ki normatif bir bilim olarak hukukta pozitif bilimlerde rastlanan deney ve gözlem yollarına ve neden-sonuç (causalite) mantığına yer verilmez; buna karşılık, pozitif bilimlerde pek rastlanmayan varsayımlara, ilksavlara ve amaçsallığa yer verilir. Yalnız şu olgu gözden kaçırılmamalıdır: Değişik hukuk uğraşlarında değişik yöntemler izlenir. Bu saptamayı açalım: Dogmatik ve normatif hukukçuluk a) uyuşmazlık önleyici hukukçuluk bağlamında yasa ve sözleşme hazırlar ve böylece uyuşmazlıkları baştan önler veya b) hüküm hukukçuluğu bağlamında çıkmış uyuşmazlık konusunda rapor ve karar verir. SEROZAN, Hukukta Yöntembilimi(Metodoloji), ss. 2426, Yasa ve sözleşme hazırlayan uyuşmazlık önleyici hukukçu kural koyarken genelde tüme varım yolunu izler; tikelden ve özelden yola çıkarak genel kuralı türetir. Örneğin, o, kişiler sıkça borca aykırılık etmişlerse, borca aykırılığı yaptırıma bağlayan soyut ve genel bir kural üretir. Rapor ve hüküm hukukçusuna gelince: O, hukuk kuralını uygularken, genelde tümden gelim yolunu izler; soyuttan somuta, genelden özele ve tikele iner. Örneğin, o, genel ve soyut kurala göre borca aykırılık eden tazminat ödemeliyse, somut olayda borca aykırılık etmiş olan kişi de tazminat ödemelidir yargısına ulaşır. Hukukçuluğun değişik bir uğraş alanı daha vardır. O da deskriptif, ampirik ve pozitif nitelikte hukuk tarihi, hukuk antropolojisi, hukuk sosyolojisi, adli tıp ve karşılaştırmalı hukuk alanlarındaki uğraştır. Bu alanlarda hukuk bilimcisi klasik, beylik bilimsel yöntemlerle çalışır; sınanabilir olgulara, somut verilere, gözlemlere, deneylere ve nedensellik mantığına dayanır. Yoksa nor- matif ve dogmatik hukuk bilimindeki gibi varsayımlarla, ilksavlarla (postulat’larla), belitlerle iş görmez; amaçsallığa dayanmaz. Aslında normatif hukuk dallarında çalışan her hukukçunun kendi uzmanlık alanında izlediği yöntemler de farklı olur. Sözgelişi, ceza, idare ve vergi hukukunda yurttaş zararına örnekseme yöntemine başvurulamaz. Ceza Muhakemesi Hukukunda “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesi işler. PARADİGMA VE HUKUK PARADİGMASI 5.1. PARADİGMA Terim olarak Thomas Samuel Kuhn‘un kullanmasından önce Herodotos, Platon, Aristoteles’de geçer. Ancak bilinen kesin anlamına ve bilim felsefesindeki tartışmasız konumuna Kuhn ile ulaşmıştır. Terimin amacı geniş bir düşünsel çerçevedir. Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabında 21 farklı anlamda kullanılır. Esas olarak, bir bilim çevresine belli bir süre için egemen olan model, anlamını verir. Bir paradigma herkes tarafından paylaşılan görüş tarzıdır. Paradigmalar çevremizdeki sosyal ve bilimsel yapının ne olduğu ve nasıl çalıştığı konusunda standart bilgiler verir ve onlar hakkında tahminler yapma olanağı sunar. Yani paradigmalar, çevremizi algılama, yorumlama, verilen değer gereğine göre davranma konusundaki temel yapı taşlarıdır. Kuhn’a göre paradigma bilimsel sorgulamanın temeli idi ve bir konu hakkında bilim adamlarının ortaklaşa ortaya koydukları modelin içinde paradigma kavramı yatıyordu. Kuhn’a göre “Bir konuda zihinsel veya kavramsal modele sahip olmak demek o konuda bir paradigmaya sahip olmak demektir. Bilim adamlarının hangi deneyleri nasıl yapacaklarını, hangi sorunları öncelikli kabul edeceklerini, hangi soruları soracaklarını belirleyen şey sahip oldukları paradigmalardır. Belirli bir paradigmaya sahip olmayan bir bilim adamı olguları bir araya bile getiremez, çünkü paradigmanın olmadığı yerde bilimin gelişmesini sağlayan tüm olgular eşit derecede önceliklidir. Bir olgu diğerlerinin içinden seçilmiş ise bu paradigma sayesinde olur.” Paradigmalar, bireylerin çevreye uyumunu kolaylaştırdığı gibi bazı sorunların da ortaya çıkmasına sebep olurlar. Köy veya kasabalarda yaşanan sıkı komşuluk ilişkileri, bireylerin çevrelerinde ihtiyaç duyduğu ve ona göre davrandığı bir paradigma türüdür. Ancak bu davranış büyük şehirlerde yalnızlaşan insan için sıkıcı, özgürlüğü engelleyici, zamanı boşa harcama olarak görülebilir. Paradigmalar bir tür algılama kalıpları olduğundan, değişen bazı ilişkilerin anlam ve önemini kavranmasını güçleştirebilirler. DURSUN, TBB Dergisi, Sayı 64, ss. 281 Havaalanında aktarma yapmak isteyen yaşlı bir hanım, uçağının 2 saat gecikmeli olduğunu öğrenince, dergiler ve bir kutu kurabiye alarak bekleme salonuna geçmiş. Yanındaki sehpaya da dergileri ve kurabiye kutusunu bırakarak, okumaya dalmış. Bir ara bakmış ki, yanındaki koltuğu oturan bir adam, sehpadaki kurabiye paketini açıyor ve yemeye başlıyor. Kurabiyelerin kendisine ait olduğunu hissettirmek isteyen kadın, adama dik dik bakmış. Hatta canı o an istemediği halde, kutudan bir kurabiyeyi ağzına atmış. Her halde kurabiyelerin sahibinin kim olduğunu artık anlamıştır diye düşünürken, adam bir tane daha ağzına atmaz mı? Hemen kadın da bir tane daha atmış ve bir yarışma başlamış, adam bir tane, kadın bir tane. Sonuçta kutuda tek kurabiye kalmış, adam onu hızlıca kaparak ortadan bölmüş ve gülerek kadına ikram etmiş. O sırada, kadının uçağının alana indiği anonsu duyulmuş ve işlemler için kadın bankoya gitmiş. Pasaportunu çıkartmak için çantasını açtığında, ne görsün ; kendi kurabiye paketi, hiç açılmamış olarak çantasında durmuyor mu?Meğer, bunca zamandır adamın kurabiyesini yiyormuş. Tabii çok utanmış ama, artık iş işten çoktan geçmiş. Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz. 5.2. HUKUK PARADİGMASI İnsanın doğduğunda anlam dünyası ve zihin haritası boş durumdadır. Zaman içinde annesi, babası başta olmak üzere, içinde yaşadığı kültür ve eğitim ortamı bu haritanın temel hatlarını oluşturur. Paradigma bir haritaya benzetilirse, o harita temsil ettiği bir yeri, bölgeyi ne kadar gerçeğe yakın olarak yansıtırsa o derecede değer kazanır. Paradigmalar beyinde bir harita gibi insanoğlunun kendi gerçeğinin küçük bir modelini oluşturur. Geçmiş yaşantılar, kültür, eğitim, beklenti ve diğer olasılıklar insanın algılamasını etkileyen nedenlerdir. Her bireyin algısı bireyin gerçeğini oluşturur. Örneğin, bireyde küçük yaştan itibaren bir çevre bilinci oluşturmak mümkün olabilir. Bu çevre bilinci küçük yaştan itibaren bireyin zihinsel haritasına teori ve pratikle birlikte aktarılarak oluşur. Çocuk, doğayı koruyan, yerlere çöp atmayan, yeşile zarar vermeyen, hayvanları seven bir çevreye sahipse gelecekte muhtemelen çevresine benzer yapı sergileyecektir. Bireyin yaşadığı hayatla sahip olduğu düşünce sistemi arasında genellikle sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Bu anlamda varolan düşünce sistemi bireyin yaşam haritasıdır. Örneğin, her gün insanları yakından ilgilendiren trafikle ilgili olaylar: Türkiye sınırları içinde trafik kuralları, bireylerin paradigmalarında genel anlamda çok fazla bir şey ifade etmiyorsa, yasalar veya kanunlarla yaşanan trafik problemlerini önlemek mümkün olamamaktadır. Şimdiye kadar görülen odur ki sadece yasaklarla, cezalarla yani dıştan yaptırımlarla olumsuz düşünce kalıplarının ve bunun sonucunda ortaya çıkan davranışların önüne geçilememektedir. Mart 2005’te bir gazete haberi; “Aile içi şiddet yeni kanunla tarih oluyor!” "1 Nisan ’da yürürlüğe girmiş olan yeni Türk Ceza Kanunu ile, aile içi şiddetin son bulmasını bekleyenlerin büyük hayal kırıklığına uğradılar. Bu konuda anneler, babalar, vs. yeterli eğitimi almadığı sürece eski sistem, yeni yasa yan yana birlikte varlığını sürdürebilirler. Eğitim ortak paradigmaların oluşturulması açısından işe koşulmalı veya daha etkin hale getirilmelidir. Bireylerin ortak, toplumsal düşünceleri anlaması, algılaması ve davranışa aktarmasıyla istenen ortak paradigma gerçekleşebilir. Cüceloğlu, D ,1995, İyi Düşün Doğru Karar Ver. Sistem Yayıncılık Dolayısıyla hukuk paradigmasında aslolan topluma normative düzenlemelerle suç ve bunun karşılığında yaptırım olarak cezalar getirilmiş olması değil, eğitim-öğretim yoluyla insanlarda suç işlemenin toplumun geri kalan kısmına zarar verebileceğini veya verdiğini benimsetmektir. SONUÇ Yukarıda hukuku daha ileriye taşımak için faydalanılan yöntem ve bilim dallarından bazılarını kısa ve öz şekilde anlatmaya çalıştık. Tekrardan kısaca açıklamak gerekirse; Hukuk Felsefesi, hukukun varoluş mantığını, gerekliliğini ve nasıl olması gerektiğini açıklamamıza yardımcı olurken aynı zamanda hak, adalet, özgürlük gibi kavramları açıklamaktadır. Hukuk Sosyolojisi, toplumun bir nevi alışkanlıkları haline gelmiş olan, yani var olan düzeni aslında bilindiği zannedilen sebep-sonuç ilişkisinden daha farklı olarak açıklamaktadır. Yani Hukuk felsefe yoluyla tanımlanır iken kuralları da aynı zaman Sosyoloji bilimi kullanılarak dışsal gerçeğe, toplum düzeni kayıtsız kalmamış olur. Hukuk biliminin amacı; bütün durumlarda ortak öğeleri bulunan hukuksal davranışlar hakkında doğru önermelerde bulunmaktır. Hukuk önermelerde bulunurken onların mantıki bir sistem içerisinde sunulmasına dikkate eder. Hukuk normlarının olaya uygulanması işleminde mantıki doğruluk sağlandığı takdirde ve hukuk normu adil ise olayda adalet gerçekleşmiş olur. Ancak kimi durumlarda sadece mantıki doğruluğun sağlanması yeterli değildir, olayın özelliklerinin göz önüne alınarak hakkaniyetin de sağlanması gerekir. Bu çerçevede hukuk alanında iki doğruluğun sağlanması gerekmektedir. Bunlar; mantıki ve etik doğruluklardır. Mantıki ve etik doğruluğun sadece normların olaya uygulanmasında değil, normların hazırlanması aşamasında da dikkate alınması gerekir. Hukukta normative düzenlemeler yapılırken faydalanılan en önemli bilimlerden biriside metodolojidir. Öncelikle, yasa koyucu metodolojiyi kullanarak ortaya bir sentez çıkarır. Hukuk Mantığı ise, ortaya çıkarılmak istenen bu normatif düzenlemelerin hangi akılla ortaya çıkarılması ve hangi akıl ilkelerine uygun olması gerekliliğini belirtir. Çünkü doğru akılla ortaya çıkarılmayan yasalar ile toplum düzeninin sağlanması beklenemez. Bütün bu bilimlerden faydalandıktan sonra ortaya çıkarılan normative düzenlemelere rağmen muhtelif toplumlarda suç işleme oranları değişmekte ve ağır yaptırımlara rağmen suç oranları düşmemektedir. Örneğin, hırsızlık yapanın elini kesileceğini düzenleyen kanuna rağmen hala hırsızlık yapılmaya devam edilmektedir. Bu bize suç ve ceza biliminde yararlanılması gereken bir diğer bilim dalı olan Hukuk Paradigmasının önemini göstermektedir. Yani toplum düzenini sağlaması için kanunlar çıkarılmalı fakat bu kanunlara uyacak bir toplum da eğitim ve öğretim yoluyla yetiştirilmelidir. Yapmış olduğumuz bu çalışmanın faydalı olması dileğiyle… 1 AV.HÜSEYİN ACAR