ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
HEİDEGGER, MODERN BİLİM VE SANAT
Tuğba Genç*
ÖZET
Bu çalışma, Heidegger’in modern özneye, modern bilime yaklaşımını, getirdiği eleştirileri ve
kurtarıcı olarak gördüğü sanatın işlevini anlatmaktadır. Heidegger’in modern bilim ve teknik
üzerine eleştirileri, çözüm olarak sunduğu yaklaşımlar da burada tanımlamaktadır. Sanatın
kurtarıcılığı savı özelllikle şiir üzerinden temellendirilmektedir. Bu çalışma, yaşadığımız
yüzyılda Heidegger’in öngörüleri ve eleştirilerinin taşıdığı önemi bir ölçüde
fark ettirmeyi amaçlamaktadır.
Anahtar kelimeler: Tekhne, Özne, Real Olan, Teori, Varlık, Physis, Poiesis, Teknik, Alethia,
Çerçeveleme, Koruyucu Güç, Sanat, Şiir, Dil, Hakikat
ABSTRACT
This article is based on Heidegger’s approach and critical looking in to modern subject and
modern science as well as function of the art which was seemed as possibility of salvation by
him. Heidegger’s critique about modern science and technique and his offer can be seen as
artistic creation and especially poetry. It is obvious that Heidegger’s prudence and critique
stand for a big importance in our century and this article intends to familiarize you with this
importance.
Key words: Tekhne, Subject, Reality, Theory, Being, Physis, Poiesis, Tecnique, Alethia,
Framing, Protective Forces, Art, Poetry, Language, The Truth
*
Yüksek Lisans Öğrencisi (mezun) / Felsefe Bölümü/ Akdeniz Üniversitesi /
[email protected]
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
1
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
HEIDEGGER
MODERN BİLİM VE SANAT
Heidegger ve Modern Bilim
Heidegger’in Batı metafiziği, bilim ve teknolojiye dayalı öznecilik eleştirisi yaşadığı çağa da
farklı şekilde yaklaşmasına yol açmıştır. Kendi çağı içerisindeki modern özne-insan
yaklaşımını da eleştirmiştir. Eleştirisini modern bilimin kesinliği ve her şeyi bilimle
temellendiren modern özne üzerine kurmuştur.
Heidegger’in teknoloji üzerine düşünceleri modern bilimin teknik kavramı
eleştirisine ve Antik Yunan’ın tekhne kavramına dayanmaktadır. Descartes’le
başlayan modern özne temelli felsefelerin amacı, doğaya egemen olarak onda
mevcut olan yasaları bilmekti. Doğaya egemen olma ve onun yasalarını bilme
isteği öznenin kendini apaçık bilmesi üzerine temellendi… Cogito her şeyi
kendi tasarımı olarak ortaya çıkarmaktadır. Modern felsefe ve bilim öznenin
her şeyi kendisine göründüğü gibi inşa etmesi üzerine kurulmuştur. (ÇÜÇEN
2003, s.175)
Bu hali ile de özne olanaklılık koşulu olmak üzere, bilgi ve bilim her şeyi bilen açıklayan
konumuna yükselmiştir. Bu şekilde her şey özne metafiziği ve özne merkeziyetçiliği ile
açıklanmaktadır. Oysa Heidegger’de özne, transendental yapısından kurtularak, uygulayıcı bir
aktör haline gelir. Bu bilme, ol anlamına gelir. Çünkü Heidegger’in edilgen öznesi nesne ile
ontolojik ilişki içerisindedir.
Modern bilim Heidegger’e göre metafiziğin son halidir. İnsan yaşantısındaki her türlü
yaklaşım, sanat, eğitim, siyaset, sanayi her şey bilim ile temellendirilmeye çalışılmakta, her
alan bilimin kesinliğine dayandırılmaktadır. Bu da metafizik yaklaşımın farklı bir halidir.
Oysa Antik Yunan’da ve Ortaçağ’da bilim yaklaşımı farklıdır. Yunan’da bilim doğanın
gözlemlenmesidir, kesinlik arayışı yoktur. Yunan episteme’sinde insan nesneye sahip değildir.
Yalnızca nesneyi gözlemler ve onun hakkında bilgi sahibi olur; karşısına çıkan şeyi olduğu
gibi, açık bir şekilde kavrar. Antik Yunan’da hypokaimenon anlamında özne, insanın
karşısında mevcut olandır; var olan şey, gerçekliktir. İnsan da bu mevcut olan ile birlikte
varolur, bağımsız bir varoluşa sahip değildir. Antik Yunan’da karşılaşılan her şey mevcutolandır.
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
2
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
Ortaçağ’da ise Hıristiyanlığın etkisi bilimde de kendini gösterir. Bilim inanç tarafından
şekillendirilmektedir. Modern bilim ise matematik ile doğanın bilgisinin araştırılması ve
dönüştürülmesini içermektedir. Modern bilim kesinlik iddiası ile Ortaçağ’ın dinsel
düşüncesinin yerini almış; iktidar olmuştur.
Heidegger’e göre bilim “var olan her şeyin bize kendisini sunduğu bir yoldur ve aslında tayin
edici bir yoldur. Bilim real-olanın teorisidir.” (HEIDEGGER 1998, s.14)Burada tanımlanan
bilim modern çağın bilimidir. Ne kadar faklı olsa da modern bilim Platon’dan beri süregelen
Grek felsefi düşüncesinde temellenir.
Real olan (das wirkliche) çalışmanın (des wirkenden), çalışan (wirkf) şeyin
alanını gerçekleşime çıkarır… Çalışmak yapmak (tun) anlamına gelir. Peki,
yapmak ne anlama gelir? Bu sözcük “dhe” kökünden gelir; Grek dilindeki
“thesis” de bu kökten gelir. Bununla birlikte, yapmak sadece insan etkinliği
anlamına gelmez; her şeyden önce eylem ve fail-olma anlamında etkinlik
anlamına gelmez. Gelişip-büyüme de, yani doğanın (physis) hüküm sürmesi de
bir yapmadır. Ancak daha sonraki bir zamanda physis ve thesis sözcükleri karşıt
hale gelirler ki bu da ancak onları aynılık belirlediği için, sırası geldiğinde
mümkün hale gelen bir şeydir. Physis, thesis’tir: kendisinden hareketle öne bir
şeyi koyma, buraya bir şey yerleştirmek, bir şeyi buraya ve öne çıkarmak, yani
mevcudolmaya çıkarmak. (1998, s.17)
Burada söylenmeye çalışılan şey, real aslında çalışma sürecidir, yalnızca ortaya çıkan sonuç
demek değildir. Aristoteles’te bu süreç energeia kelimesi ile anlatılır, çalışma içinde
süregitme anlamına gelir. Oysa Roma’da bu kelime actio olarak değişir; fakat actio bir
sonuçtur, bir süreçten sonra ortaya çıkandır, öne çıkarılmış olandır. O artık real olan’dır.
Real, real olan- nesne olarak, karşıda duran şey haline gelir. Bu onu yalnızca sonuç olarak ele
almak, nesnelik alanına atmak ve yapan, edenden ayırmaktır. Başka bir şekilde ise real olan
olgusal olan haline gelmiştir. Olgusal olan modern bilimde olgusallık, kesinlik halini almıştır.
“Bilim real-olanın teorisidir.” tanımı içerisinde real olandan bahsettik. Peki, burada teori ne
anlama gelmektedir?
Teori, sözcüğü Grek dilindeki theorin fiilinden gelir. Bu fiile ait olan isim
theoria dır… Theorein fiili, iki kök sözcüğün thea’nın ve horao’nun biraraya
gelmesinden çıktı. Thea, bir şeyin kendisini gösterdiği dış görüntü, veçhedir. Bir
şeyin kendisini sunduğu dış görünüştür... Horao şu anlama gelir: bir şeye
dikkatlice bakmak, onu gözden geçirmek, ona yakından bakmak. Böylelikle
bundan şu çıkar ki, theorin, thean horan’dır; mevcudolan şeyin görülebilir hale
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
3
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
geldiği dış görünüşe dikkatlice bakmak ve böyle bir görüş-görme-sayesinde
ondan gözlerini ayıramamaktır… İki sözcük Thea ve horao, thea ve ora şeklinde
okunabilir. Thea tanrıçadır… Grek dilinde ora sözcüğü, bizim sahip olduğumuz
itibarı, bizim bahşettiğimiz şerefi ve saygıyı imler… Bu durumda theoria
mevcudolan şeyin gizinden-çıkmasına saygı dolu bir kulak kabartma olur.
(1998, s.23)
Theoria sözcüğü bu anlamı ile kendini açığa koyana saygı anlamına gelir. Bu Grek teorisinin
tanımıdır.
Greklerden gelen teori ile modern zamanda kullanılan teori kavramları arasında fark vardır;
fakat Grek teori’si modern zaman teorisi içerisinde gizli kalmıştır.
Romalılar
theoria
kelimesini
contemplatio
kelimesine
Greklerden sonra
dönüştürmüşlerdir.
Böylece
Greklerdeki kelimenin özü yok olup gitmiştir. Romalıların contemplari’si şu anlama
gelmektedir: “bir şeyi ayrı bir dilim halinde bölmek ve onu orada kapatmak.”(1998, s.25)
Modern bilimde de görelilik teorisi, evrim teorisi gibi kullanımlar contemplatio’nun izlerini
taşımaktadır. Almancada contemplatio sözcüğü betrachtung olarak çevrilmiştir ve manipüle
etmek, bir şeyin üzerinde çalışarak ondan emin olmak, sabitlemek anlamına gelmektedir.
Buna göre modern bilimde teori, real olanın manipüle edilerek sabitlenmesi, nesneleştirmesi
anlamına gelmektedir. Belli alanlarda nesneleri sınıflandırmak, bunlar üzerine grup grup
eğilmek bilimde “uzmanlaşma” dediğimiz şeydir. Uzmanlaşma modern bilimin disiplinler
olarak ayrılması anlamına gelmektedir.
Heidegger’e göre modern bilimin bu yaklaşımı bilimin özüne ters düşmektedir. Bilim real
olanın manipüle edilmesine karşı çıkmaktadır. Bilim tersine real olanın saf haliyle
kavranmasını savunur. Bilim real olana onu değiştirmek maksadıyla yaklaşmamalıdır. Oysa
Heidegger’e göre modern bilim real olana saldırır. Real olanı düzenleyerek, onu incelenebilir
ve takip edilir bir hale getirir. Modern bilim adamı şeylerin olduğu gibi mevcut-olmalarına
izin vermemektedir. O, şeyleri ele geçirir, nesneleştirir ve karşısına koyup kendine göre şekil
vermektedir. Mevcut-olan karşıda-duran haline gelmiştir.
Modern bilimin bu yaklaşımı, insanın doğayı karşısına alması anlamında gelmektedir. Artık
insan doğanın içinde olmayıp, onu karşısına almıştır. Özellikle Modern dönemin kurucusu
sayılan Descartes ile birlikte insan karşısında duranı, gerçekliği kendisine göre tasarımlamaya
başlamıştır.
Bu, insanın kendisi ve dış dünya ayrımı yapması demektir. Böylece insan,
gerçekliği kendisine göründüğü şekliyle, düşünme nesnesi olarak karşısına alarak
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
4
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
tanımlamaktadır; özne metafiziği başlamıştır. Böylece Greklerin öznesi nesne haline gelmiş,
Greklerde gerçekliğin içerisinde olan insan ise özne olmuştur. Subject ve object’in yeri
değişmiştir. Modern insan sahip rolünü oynarken, hesaplanabilir, denetlenebilir dünya da
insanın karşısında duran bir resim haline gelmiştir. Modern bilim nesne ve özne arasındaki bu
derin kopukluk üzerine inşa edilmiştir.
Modern bilim Heidegger’e göre bu anlamda özne olan insanın eseridir. Modern teknik de bu
alana aittir ve her şeyi nesnellikle ele almaktadır. Peki, Heidegger’e göre teknik ne anlama
gelmektedir? Modern dönem insanı olarak her yerde özgürlükten yoksun olarak tekniğe
bağlanmış durumdayız. Bizi bu şekilde bağlayan teknik ve tekniğin özü nedir? Heidegger’e
göre teknik ve tekniğin özü aynı şey değildir.
Yunanlılar Varlık’ı (Being) doğrudan kavramayı başarabilmişlerdir. Bu şekilde Varlık onlar
için açığa çıkmanın bir tarzı, mevcut olanın kendini göstermesi, öne çıkmasıdır. Açığa çıkma
physis’tir. Physis’in açığa çıkması üstü örtük olanın, gizli olanın kendisini açmasıdır. Açık
olmayandan veya üstü kapalı olandan açık hale geçme poiesis’tir. Physis ve poiesis’in kendini
öne çıkarma tarzlarından birisi tekhne’dir. Bu kavram bir yandan el becerisi, sanatlar, diğer
yandan düşünme anlamına gelir. “Düşünme olarak tekhne, Varlık’ın açık olmayan durumdan
açık olan duruma, mevcut olmayan durumdan mevcut olana, gizemli olandan açık olana
yükselme tarzıdır.”(ÇÜÇEN 2003, s.176)
Peki, modern bilim içerisinde teknik dediğimiz şey nedir? Teknik, tekniğin özü ile aynı şey
değildir. Teknik amaçlara ulaşmak için bir araç mıdır? Bu şekilde tanımlanabilir fakat bu
tanım bize tekniğin özünü vermez. Teknik sözcüğü Grek dilinden gelir ve bu kültür için çok
önemli bir kavramdır.
Tekhnikon, Tekhne’ye ait olan anlamına gelir. Bu sözcüğün anlamı bakımında
iki şeye dikkat etmeliyiz. Birincisi, tekhne’nin yalnızca el becerisine dayalı
etkinlikler ve hünerler için değil, aynı zamanda zihin sanatları ve güzel sanatlar
için de kullanılan bir ad olmasıdır. Tekhne sözcüğüne ilişkin olarak dikkat
edilmesi gereken diğer husus daha önemlidir. Tekhne sözcüğünün pek erken
zamanlardan Platon’un zamanına kadar episteme sözcüğü ile bağı vardır…
Onlar bir şeyde bütünüyle yurdunda olmak, bir şeyi anlamak ve bir şeyde yeterli
olmak anlamlarına gelirler. Böyle bir bilme, açılma sağlar. Açılma olarak bilme,
gizini-açmadır… Aristoteles’e göre Tekhne, aletheia’in bir tarzıdır. Aletheia,
kendini öne çıkarmayan ve henüz önümüzde burada durmayan, bir an öyle bir
an böyle görünüp beklenmedik bir şekilde vuku bulabilen her şeyin gizini
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
5
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
açar… tekhne’de belirleyici olan şey, yapmada, elle işlemede veya araç
kullanmada değil, ama daha çok yukarıda anılan gizini açmada yatar. Tekhne
imal etme olarak değil, gizini-açma olarak bir öne çıkmadır.(- 1998, s.54)
Aletheia kavramı varlığa getirme anlamına gelir, bu gizli olanın açığa çıkması anlamında
varlığa getirmedir. Bu anlamda tekniğin özü aletheia ile tam bir bütünlük içerisindedir. Çünkü
varlığa getirmenin temeli açığa çıkarmada yatar. Demek ki, teknik yalnızca bir araç değil, bir
açığa çıkarma biçimidir. “Teknik, açığa çıkartma ile aşikârlığın, aletheia’nın yani hakikatin
gerçekleştiği bölgede ortaya çıkar.” (- -1998, s.19)
Bu tanım modern teknik için de geçerlidir. Modern teknik de bir gizini açmadır. Fakat farklı
olan bir şey vardır ki, modern teknik olarak gizini açma, poesis anlamında bir öne çıkma
değildir. Poesis anlamında öne çıkma tekhne ile ilgilidir. Oysa modern teknik olarak gizini
açma praksis’tir. Hâkim olan gizini açma modern bilim yaklaşımında olduğu gibi doğaya
meydan okumaktır, ona hâkim olmak, depolamak demektir. Modern teknik tarafından doğa
el-altında-duran haline getirilir, nesneleştirilir. Modern teknik varolanı açığa çıkartmak
yerine, onu denetlemeyi ve belirlemeyi seçer. Doğanın enerjilerine meydan okuyan bu
yükümlü kılış çözmek ve dışarı çıkartmak anlamında zorlamadır. Ren Nehri üzerindeki
hidroelektrik santrali, nehri su basıncı sağlamakla yükümlü kılar. Ren Nehri bir emir kulu
haline getirilir. Sanki nehir santral için var hale gelir. İki farklı yaklaşımla bakarsak, bir
elektrik santrali için Ren Nehri ve Hölderlin’in şiirinde adı geçen Ren Nehri arasındaki farkı
görebiliriz. Diğer yandan görmek için Ren Nehrinin gezilmesi de yalnızca nesneleştirilmesi
anlamına gelmektedir.
Heidegger, “kendi gizini açanı el-altında-duran olarak düzenlemek için oraya toplayan
meydan okuyucu talebi, çerçeveleme (Ge-stell)” (-1998, s.62) olarak adlandırıyor. Ona göre
teknolojinin esası, modern tekniğin özü çerçeveleme’dir. Modern teknoloji, varolanın
çerçevelenmesi olarak varolanın üstünü örtmektedir. Çerçeveleme insanı nesneyi emrinde
görmeye iter, ona dünyanın efendisi olduğu dürtüsünü yaşatır. Yani Varlık’ı özne metafiziği
içinde yoğurup, her şeyin merkezine insanı ve onun bilgisini koyarak Varlık’ı insanın ürünü
ve yaratısı haline getirir. Varlık insanın belirlediği, bildiği bir nesne haline gelir. Yunanlıların
hypokaimenon’u subjectum, tekhne’si çerçeveleme haline gelmiştir. Çerçeveleme, varolanın
el-altında-duran olarak kendisinin gizini açma tarzıdır ve insan çerçevelemenin özsel alanı
içerisinde durur.
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
6
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
Çerçeveleme, tekniğin özüdür. Varolanları el altında, hazır olan olarak çerçeveler ve bu
şekilde nesneleri düzenler, sistemleştirir, kategorik bir düzene sokar. Bu bir şekilde günümüz
düzeninde varolan sistem, düzen vs. gibi kavramlara da yol açmaktadır. Çerçevelemenin ötesi
bu şekilde insanın de nesne haline gelmesidir. Varlık’a yabancılaşan insan, kendisini de
çerçevelemenin içinde bulur ve özünden uzaklaşır. Çerçevelemenin en tehlikeli hali şudur ki,
“gizinden çıkmış olan şey, insanı nesne olarak değil de, daha çok münhasıran el altında olan
olarak ilgilendirir ilgilendirmez ve insan nesnesizliğin ortasında yalnızca el-altında-duranın
düzenleyicisi olur olmaz, aynı andan insan düşüşün en uç noktasına iner; yani insan
kendisinin el-altında-duran olarak ele alınacağı noktaya iner.”(-1998, s.71) Nesnelerin
efendisi olan insan, her şeyin kendi ürünü olduğu yanılgısına düşerken her yerde kendisi ile
karşılaşmaya başlar. Diğer yandan çerçeveleme’yi kavrayamayan, kendi varlığının farkında
olmayan insan hiçbir zaman kendisi ile karşılaşamaz. Çerçeveleme insanın hakikate
ulaşmasını engeller. Bu insan için tehlikedir. Özne insan çerçevelemenin tehlikesinden
kaçamayacaktır. İnsan da el-altında-duran haline gelmektedir. “İnsan Kaynakları” kavramı
bunu göstermez mi, insan da bir kaynak haline getirilmiştir.
Çağımız insanı bu çerçevelemeden kurtularak kendi varlığına ve Varlık’a dönmelidir. Kendi
varlığına dönmenin yolu da otantik Dasein’a ulaşmaktır. Varlık’ı özgürleştirebilmektir. Nasıl
özgürleşebilir Varlık? Bunun yolu yine modern teknik içerisinde gizlidir. Hem tehlike hem de
koruyucu güç ondadır. Tekniğin özüne ulaşmak gerekir. İnsan tekniğin özündeki tehlikeyi
görebildiği gibi kurtarıcı gücü de bulabilir.
“Bütün bunlara ulaşabilmenin yolu, görünürde hep öncelikli ve acilmiş gibi duran ‘Ne
yapmalıyız?’ sorusundan önce ‘Nasıl düşünmeliyiz?’ sorusunu sormaktan geçer. Çünkü
düşünme, asıl ele alıştır. Ele alış ise varlığın özüne eli uzatmak demektir.”(--1998, s.50)
Düşünmek ise dil’de olur.
Heidegger tehlikeden kurtuluşla ilgili olarak Hölderlin’in bir şiirinden yola çıkıyor.
“Was das Gefahr ist, wachst
Das Rettende auch.”
“Tehlikenin olduğu yerde
Koruyucu güç de serpilip gelişir.” Hölderlin.
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
7
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
Heidegger Ve Sanat
“Anlamı açığa vuran her düşünce şiirdir.” M. Heidegger (HEIDEGGER 2008, s.101)
Heidegger’in Hölderlin’den alıntıladığı bu dizeler ne anlama gelmektedir? “Koruyucu güç”
nedir? Bu sorunun cevabı Heidegger’in teknoloji ve sanata bakış açısında gizlidir.
Heidegger’in sanatı temel alarak cevaplayacağı bu soruda sanat, Antik Yunan sanatıdır.
Modern sanat anlayışı bize bu sorunun cevabını vermez. Koruyucu güce ulaşmanın yolu
Antik Yunan sanatında ve tekhne-alethia kavramında gizlidir. Çünkü burada sanat eserini
nesne, şey olarak gören modern anlayıştan bir kopuş vardır. Sanat eseri nesne olmayarak ayrı
bir yerde durur.
Şimdi Hölderlin’in dizelerine kulak verirsek, koruyucu gücü ortaya çıkaran tehlike
çerçevelemedir ve tehlikenin tehlike olarak durduğu yerde çare bulunur. Koruyucu gücün
ortaya çıkması, serpilip gelişmesi ne anlama gelir? Bu sorunun cevabı tabii ki tehlikenin
kendisinde gizlidir. Şöyle ki, tehlikenin getirecekleri yani dünyanın dünya olarak olup bitecek
olması, şeyin şeyleşecek olması varlığın özünün ortaya çıkışının yaklaşması demektir. Çünkü
Hölderlin’in dediği gibi koruyucu güç tehlikenin, yani tekniğin özü olan çerçevelemenin
içinde gelişir. Yani tekniğin mevcudiyete çıkması koruyucu gücün ortaya çıkışını da içinde
barındırır. Bu durumda, koruyucu gücü yakalayabilmek şuna bağlıdır: tekniğin ortaya çıkışını
düşünüp, tartmak, sürecin farkında olmak. Tekniğin gizini açmasından pay alan insan, sürecin
farkına varan insan olacaktır. İnsanın hakikatin mevcudiyete çıkmasındaki rolü bu paydır.
İnsanın özü, içe bakış yolu ile ontik* varlığından sıyrılarak, kendisinden uzaklaşarak içindeki
hakikatin özü ile birleşmiş olur. Bu rolü gerçekleştiren insan, koruyucu gücün ortaya
çıkmasını da görünür hale getirmiş olur. Tekniğin özü aydınlanır, bu durumda insan Varlık’ın
hakikatinin reddedilmekte olduğunu anlar. Fakat tek başına insan bu şekilde tehlikeyi bertaraf
edemez, yine de insani düşünüm koruyucu gücün daha yüksek bir öze sahip olması
gerektiğini kavrayabilir. İnsan olanı düşünüp deneyimlemediği sürece olacak olana asla ait
olamaz. İnsanın sorması gereken soru, tekniğe ilişkin olarak gizini açmaya ve gizinden
çıkmaya, yani hakikatin mevcudiyete çıkmasına ilişkin sorudur. Bu da sanat ve tekhne
kavramları ile ilgilidir.
*
Heidegger’e göre Dasein’ın ontik ve ontolojik iki varoluşu vardır. Ontik varoluş günübirlik yaşam içerisindeki
insanın nesne olarak varoluşudur. Ontolojik varoluş ise Heidegger’in olması gerektiğini savunduğu varoluş tarzı
olup, Varlık’ın açığa çıkmasını sağlayandır. Ontolojik Dasein nesnelerle ilişki içerisinde Varlık’ın gizinin açığa
çıkmasını sağlar ve bunun farkına varabilir.
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
8
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
Antik Yunan’da tekhne dediğimiz şey yalnızca teknik olarak tanımlanmazdı. “…hakikati pırıl
pırıl görmenin görkemi içerisinde öne çıkaran gizini-açmaya da tekhne adı verilirdi… Hakikat
olanın güzel olan içerisinde görünüşe çıkması tekhne diye adlandırılırdı. Güzel sanatların
poiesis’ine de tekhne adı verilirdi.”(-1998, s.79) Grekler gerçek anlamıyla sanatla uğraşarak
gizini açmanın doğruna çıktılar. Onların sanatı yalnızca tekhne olarak adlandırılıyordu. Sanat
gizini açma olarak hakikate (alethia) ulaşmaktı; hakikatin hüküm sürmesini ve güvencede
tutulmasını sağlayandı. Gizini açma olarak sanat güzel sanatlarda, şiirde ve asıl olarak poetik
olan her şeyde hüküm sürüyordu. Heidegger’e göre ‘poetik olan hakikat olanı içinde taşır.’
Diğer bir mitolojik yaklaşım ise Antik Yunan sanatının tanrıçası Athena ile ilgilidir. Atina’da,
kentin ve Attika topraklarının koruyucusu savaş ve akıl tanrıçası Athena. “Homeros Athena
için polümetis, yani çok bilir ve çok yönü öğüt veren sıfatını kullanır.”(HEIDEGGER 1997,
s.12) Bu mitolojik olarak şu anlama gelmektedir: insanların bir şey oluşturduğu,
dönüştürdüğü, ürettiği her yerde Athena vardır. Bu eylemlerin içerisinde beceri, zanaat,
yetenek vb. kavramlar saklıdır. “Becerisini, davranışını ortaya koyabilen, yaptığı işi bilen
herkes bir tekhnites’dir. Bu adlandırmayı elişçisi olarak çevirirsek anlamı sınırlandırmış
oluruz. Yapı ve biçim, yontu üretenlere de Techniten diyoruz. Böyle diyoruz, çünkü onların
uğraşları da tekhne denilen anlayış tarafından yönetilmektedir.”(1997, s.13) Daha önce de
gördüğümüz gibi tekhne bir bilme biçimidir. Burada da insanın yapacağı çalışmayı
biçimlendirmeden önce görebilmesini, gözünde canlandırması anlatmaktadır. Bu çalışma
bilim, şiir, felsefe vs. olabilir. Sanat da tekhne’dir fakat teknoloji değildir.
Sanat tekhne olarak bir bilgi alanı içinde bulunmakla birlikte, henüz varolmayanı, görülmemiş
olanı görmek, gördüğünü algılanır duruma getirmek anlamına gelir; bu anlamıyla tekhne’dir.
Bu durum, sanat ve sanatçı, el sanatı ve zanaatçı için de kullanılabilir ve ayrıntılı bir biçimde
bilmek görebilmek hakikat-alethia içinde olabilmek anlamına gelir. “Yunancada açıktaki her
şeye, özgür olanın süregiden özgürleşimine alethia, yani açılış denir.”(1997, s.27) “a”
olumsuz ekinin “lath” örtük kalan, saklı kalan anlamındaki Yunanca sözcüğe eklenmesiyle
oluşan alethia oluş olarak oluş, örtük olanın açığa çıkışı, anlamına geliyor. O bir esin
gerektirir ve bu esin de tanrıça Athena’dan gelmektedir. Athena insanın ortaya koyacağı şeyi
önceden görür, yunanlılar buna physis demektedir. Daha sonra bu kavram Romalılarda ve
modern zamana değin natura olarak adlandırılarak değişmiş ve eski anlamını yitirmiştir.
Oysa Antik Yunan sanatı physis ve tekhne’yi içinde barındırmaktadır.
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
9
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
Heidegger sanat işini physis ve tekhne çatışması içerisine yerleştirir. Grekler
physis’i sadece güneşin doğuşu, denizin dalgalanması, bitkilerin büyümesi,
insanın ya da hayvanın doğması gibi doğal olayların toplamı olarak değil, bütün
bunları ortaya çıkaran, görünebilir kılan Varlığın kendisi olarak yaşamışlar;
Varlığı da doğal olgulardan değil, temel şiirsel ve düşünsel yaşantılarından
geçerek öğrenmişlerdir. Bu yüzden Varlık hem yeryüzünü hem cenneti, hem
taşı hem bitkiyi, hem hayvanı hem insanı ve insan tanrıların üreticisi olarak
tarihi de içerir. Physis bütün bunları ortaya çıkaran bir güç ve bu gücün etkisiyle
süregiden bir oluştur. (1997, s143)
İnsan da bu dünyadaki varlığına yine Varlık tarafından atılmış olup, yaptığı her şeyde
Varlık’a doğru yol alır. İnsan inşa etme, yapma etme süreçleri sonunda kendine açılan
şeylerden gelenlerle Varlık’a ulaşmalı, kendisini bulabilmeli, kendisini bilmelidir. “Bütün
bunlar belirli bir alanda verili olanın ötesine götüren, physis içinde ve ona uygun şekilde
ortaya çıkarmanın (poiesis) bir türü olan bilgi anlamındaki tekhne içinde toplanır.” (1997,
s.144) Fakat tekhne’deki bu öne çıkmanın temeli insanda yatar. İnsan tekhne’de bir şeyin
ortaya çıkmasında yardımcı olan diğer öğelerle birlikte etkindir. Sanat yapıtında da birlikte
etkin olma geçerlidir.
Ayrıca sanat yapıtının en önemli özelliği yaratılmış olmasıdır. Bir yapma-etme sürecidir, fakat
farklı bir süreçtir. Yaratımın içinde ortaya çıkarma poiesis olarak yaratıcılık vardır. Hakikatin
ortaya çıkması yaratımın doğası ile birlikte düşünülerek anlaşılabilir.
“Hakikati ortaya çıkaran şiirsel olandır.
Özünde esin olan bütün yaratılar insanın yeryüzünde tutunmasına tanıklık
edebilmemizi sağlayan biçimlerdir... Çünkü esin (poesie) en geniş anlamı ile
yani şeylerin dil ve sözcüklerle içsel ilişkisi olarak düşünülürse, varolanların
kendilerini ilk kez ne iseler öyle gösterdikleri açık bir yer yaratır. Dil ki, özünde
şiirdir, varolanları adlandırdığında onları hemen söze ve Varlık’a kavuşturur.
Şeyleri varlıklarından çağırarak, varlıkları adına görevlendirir. Burada, hakikati
gören yazgı olarak Varlık örtülü de kalsa, şiir dünyanın yazgısının habercisidir.
(1997, s.145-146)
Heidegger sanatı physis ve tekhne çatışması içine yerleştirirken, yeryüzü ve dünya
çatışmasına işaret etmektedir. “dünya ve yeryüzü varlık açısından birbirinden farklıdır ama
asla birbirinden ayrılmazlar. Dünya kendini yeryüzünde kurar, yeryüzü de dünyada
yükselir.”(HEIDEGGER 2007, s.39) Bu özünde tamamen hakikat olmayan ile örtülmüş
hakikat çatışmasıdır. Hakikat bu çatışma içinde kendini gösterir. Hakikat aydınlık ve
gizlenmenin kavgası içerisinde kendini gösterirken yeryüzü de dünyadan yükselerek açığa
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
10
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
çıkar. Logos, Latince çevirisi olan ‘animal rationale’den kurtulur ve yeniden physis egemen
olur. Sanatın bu çatışma içinden varolması da dünya ile ilgili olmasından kaynaklanır. Sanat
dünya içinde kurulur. Dünya ile ilişki kurar, onu ifade eder ve bunu yayar. Sanat yeryüzünü
yeryüzü olarak bırakır, olduğu gibi açığa çıkarır, onu olduğu gibi tanımlar, yok etmez. Bu
yeryüzünün özgürleşmesidir. Sanat eseri bir dünya kurarak ve yeryüzü üreterek, bütünde
varolanın açıklığını yani hakikati gözler önüne serer.
Sanat yapıtı yalnızca yaratıcılıkla anılması gerekendir, birisine ait olan değil. Ayrıca sanat
yapıtı izleyicisi, alıcısı da burada isimsiz olmalıdır. O yalnızca, açığa çıkana tanıklık etmeli,
açığa çıkışın içinde yer almalıdır. Bütün bunlar öznenin olmadığı bir anlayışı
tanımlamaktadır. Sanat yapıtı öznesiz bir şekilde, varoluşla, tarihle ilişki kurar. Sanat yapıtları
dâhil, insan elinden çıkan tüm yapıtlar bu anlamda bize bilgi verir.
Örneğin, VanGogh’un ‘eski pabuçları’ şeyin şey, aracın araç, işin iş oluşunu
taşır ve anlatır. Yani pabuçlar, hakikatte oldukları gibi, Varlıklarının hem
bütün açıklığı hem de örtüklüğü ile varolurlar. Eski pabuçları giydiği öne
sürülen köylü kadına göre, pabuçlar kullanıldıkları için vardırlar. Fakat resme
bakan biri, köylü kadının içinde bulunduğu ve ilişkide olduğu dünyasını,
kaygılarını, mutluluklarını görebilir. Ve resimde varolanın Varlığı sürekliliğe,
sarsılmazlığa, ışıltıya ulaşır. Heidegger’e göre sanat işi böyle görüldüğünde
nesne olmaktan uzaklaşır; özneler önünde de hiçbir şekilde emre amade hale
gelmeyen, nesneleşmeyen bir dünya kurar. Bunları öznel bir tanımlama ya da
resmi öznel bir yansıtma olarak düşünmek en kötüsünden kendini
yanıltmaktır. (HEIDEGGER 1997, s.147)
Günümüz modern sanatı bu birlikteliği içinde barındırmakta mıdır? Modern sanat küresel
dünyanın özelliklerini taşımakla birlikte, teknoloji tarafından yönlendirilmektedir. Bilimsellik
anlayışı sanatı da etkisine almıştır. Modern özne de bu anlayışın merkezinde yer almaktadır ki
endüstri toplumunun temeli öznelliktir. İnsanın bütünüyle kendi çevresinde döndürdüğü bu
dünyanın kapanına kısıldığını fark etmesi nasıl sağlanabilir? Bize yeniden bir Athena mı
gereklidir?
Heidegger hakikati sanatın alanına ait görmektedir. Ve bunu, hakikatin Grek şiir ve
trajedilerinde apaçık olduğunu söyleyerek destekler. Olması gereken sanat eseri ise bize yeni
bir dünya kuran ve bunu kalıcı hale getirendir. Taş parçasından yapılan bir balta ve bir mabet
düşünelim. Bu ikisi arasındaki fark baltanın kullanım olarak, yapıldığı malzemeyi hizmete
sunmasıdır. Öte yandan mabede baktığımızda sürekli olarak yapıldığı malzemeyi bir ortaya
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
11
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
çıkarış görünmektedir. Mabet kendini ortaya koyarak, taşın tüm özelliklerini gözler önüne
sermektedir. Bu eserin “dünya teşkil ederek dünyayı üretmesidir… Eser ortaya çıkar ve
yeryüzünü bir dünyanın açılımına götürür. Eser yeryüzünü yeryüzü kılar.” (HEIDEGGER
2007, s.37) Yeryüzünü değiştirme, el altında bulundurma çabası gütmez; doğayı olduğu gibi
bırakır. Sanat doğada gizil duranın, örneğin bir taşın içindekinin gizinden çıkarılmasıdır, bir
mabede dönüştürülmesidir. İşte bu alethia’dır. Heykeltıraşın taşı tüketmemesi, şairlerin
sözcükleri değiştirmemesi ya da ressamın renkleri yok etmemesidir bu; tersine onlar olanın
olması gerektiği gibi kalması için çabalarlar.
Özne ve öznelliğin getirdiği bencillik içerisinde bu anlamıyla sanattan bahsetmek zordur. Eski
bir sanat eserinden bahsedelim, bu eser günümüzde tabii ki üzerinde sanat uzmanları
tarafından uğraşılan bir şeydir. Fakat bütün yapılanlar eserin nesne anlamında kullanımı
üzerine gerçekleşmektedir. Fakat bu yapılanlar eserin varlığını oluşturanlar değildirler.
Gerçek anlamıyla eserin varlığı Heidegger’in bahsettiği hakikate ulaşmayı sağlamaktadır.
Hakikate yeniden ulaşmanın yolu düşünce ve düşünümdür fakat bu öznelci bir düşünme
olmamalıdır. Özne ve nesneyi birbirinden ayıran modern zaman yaklaşımı hakikate ulaşmak
için özne ve nesneyi tekrar birleştirmelidir. Çünkü sanat eseri bir nesne olmayıp, dünyasız ve
yurtsuzdur.
Sanat nasıl kurtarıcı olabilir? Sanat yapıtı ortaya koymak, yeni bir şey kurmak demektir.
Ortaya konan modern dünya insanın her şeyi nesneleştirdiği gibi bir nesne olamaz. Bu bir
sorgulama, bir farkına varma sonucu ortaya konandır. Bir yapma, ortaya koyma olarak şeyi
tüketmek üzere değil, varoluşuna uygun olarak kullanma anlamına gelir. Sanat dünyayı
tüketmez, olduğu gibi bırakarak ortaya koyar.
Hakikatin okunması nasıl gerçekleşmektedir? Bunu sağlayan dil’dir. Bütün sanatlar dil
sanatının bir çeşididir. Fakat sanat olarak, varolanın aydınlanması ve gizlenmesi hakikat,
şiirleştirilerek gerçekleşir. Heidegger’e göre dil eseri yani bir anlamda edebiyat, sanatların
bütünü içerisinde özel bir yerdedir. Bunun için gerekli olan ise dilin doğru kavramlarının
kullanılmasıdır. Doğru kavramları kullanmak daha önce de bahsettiğimiz gibi, bizi bir varolan
olarak varolanı açığa çıkarır. Dilin olmadığı yerde varolanın açığa çıkması mümkün değildir.
“ Dil esas olarak varolanı adlandırır, bu adlandırma varolanı dile getirir ve onu görünür kılar.
Adlandırma varolanı varlıktaki oluşa atar. Böyle söylemek aydınlatmanın bir tasarımıdır.”
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
12
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
(2007, s.64) Bu şekilde söylemek de edebiyattır. Şiir ise dar anlamda edebiyat, daha da ötesi
edebiyatın kökenidir. Eserin yaratımı ve korunması şiirseldir.
Heidegger’in alternatif hümanizmin dilin açılışı ile de ilgilidir. Dilin kendisinin bizi etkilediği
bir açılımdır, dilin açılışı. Çünkü dil Varlıkla ilgilidir, varolanlara Varlık isim koymuş gibidir.
Ama bu insanların verdiği isimler gibi değildir. Biz dili kullanma aracılığına sahip değiliz.
Dil bizi kullanmaktadır ve dilden pay alarak özgürleşebiliyoruz. Çünkü dil Varlığın açığa
çıkmasını sağlayandır. Ve Varlığın açığa çıkması hakikate ulaşmaktır. Ve Heidegger’e göre
bunu en iyi şiirde anlayabiliriz. Şiir, Varlık’ın kelimelerden taşarak gizini açmasını sağlar.
Varlık gizini açtığı anda bir yandan da kendini gizler. İşte Valık’ın kendini açışı Dasein için
an’dır. İnsan o an’da Dasein olur.
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
13
ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Ekim 2008 // Sayı: 2/4
KAYNAKÇA
Çüçen, K. (2003), Heidegger’de Varlık ve Zaman, Asa Yayınları
Heidegger, M. (2007) Sanat Eserinin Kökeni, De Ki Basım Yayın
Heidegger, M.(1998) Tekniğe İlişkin Soruşturma, Paradigma Yayınları
Heidegger, M.(1998) Teknik ve Dönüş, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları
Heidegger, M.(1998), Bilim Üzerine İki Ders, Paradigma Yayınları
Nalbantoğlu, H.Ü. (1997) Patikalar Martin Heidegger ve Modern Çağ, İmge Kitabevi
Towarnicki, F.(2008) Anılar ve Günlükler Martin Heidegger, İstanbul: YKY
ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences // October 2008 // Volume 2/4
14