Academia.eduAcademia.edu

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA TARAFSIZLIK

impartiality, neutrality, nonpartisanship, tarafsızlık, yansızlık, foreign policy, dış politika, international relations, uluslararası ilişkiler,

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA TARAFSIZLIK Nevzat TEKNECİ İÇİNDEKİLER 1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1.1. Genel Olarak Tarafsızlık 1.2. Tarafsızlık Yerine Kullanılan Kavramlar 1.3. Tarafsızlık Türleri 1.3.1. Geçici (İradi-Basit) Tarafsızlık 1.3.2. Daimi(Sürekli) Tarafsızlık 2. TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA TARAFSIZLIK 2.1. Balkan İttifakı-1934 2.2. Sadabad Paktı-1937 2.3. Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması-1925 TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA TARAFSIZLIK 1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE 1.1. Genel Olarak Tarafsızlık Tarafsızlık kavramının anlaşılabilmesi maksadıyla öncelikle devletlerin dış politika stratejilerinin ortaya konulmasında fayda görülmektedir. Bu stratejileri aşağıdaki başlıklar altında sıralayabiliriz. *Tarafsızlık *İzolasyonizm(Yalnızcılık)  *Bağlantısızlık *İttifak Oluşturma Tarafsızlık, bir devletin ekonomik ve ideolojik bakımdan kesin bir tercihini ifade etmemektedir. Sadece belirli oluşumların, özellikle de savaşın dışında kalma anlamı taşımaktadır. Tarafsız devlet, örneğin AB üyesi, Avrupa Konseyi üyesi ya da Dünya Ticaret Örgütü ile UNESCO üyesi olabilir, ancak NATO ya da BAB üyesi olmaz. Çünkü, NATO ya da BAB türü örgütler, askerî/stratejik tercihlere karşılık gelmekte ve üyesi olan devleti bir "taraf" haline getirmektedir. Çoğunlukla bir uluslararası hukuk terimi ve hukuki bir statü şeklinde değerlendirilen tarafsızlık, devletler tarafından hem savaş zamanlarında hem de savaşın söz konusu olmadığı durumlarda "alliance-free" Türkçe literatürde yaygın olmayan terim, ittifaklardan uzak kalmayı temel alan bir dış politika tercihini ifade etmektedir. bir politika olarak benimsenebilmektedir (Detter, 2005, s. 169). Geleneksel eğilim, tarafsızlığın söz konusu olabilmesi için bir savaşın varlığını zaruri görse de, uluslararası politikada tarafsızlık kavramı-bilhassa Batı Avrupa diplomasisinde - barış zamanında tarafsızlığı benimseyen devletler kapsamında da değerlendirilmektedir (Leonhard, 1988, s. 1). Yaygın düşüncenin bakış açısıyla incelendiğinde; tarihi savaşın tarihi kadar eski olan tarafsızlık, bir dış politika tutumu yada davranışı olarak ele alındığında, literatürde yer alan ve temel nitelik bakımından benzerlikler taşıdıkları halde, aralarında hem teori hem de pratikte belirgin farklılıkların bulunduğu bazı kavramlarla karıştırılmakta ve bazen de bu kavramların yerine kullanılmaktadır (Jessup, 1936, s. 3). 1.2. Tarafsızlık Yerine Kullanılan Kavramlar Daimi tarafsızlık kavramı, devlete yetki bakımından sınırlamalar getirmesi itibariyle benzerlikler taşıdığı bir takım terimlerle karıştırılabilmektedir. Bunların başında da tarafsızcılık (neutralism) gelmektedir. Tarafsızcılık, belirli savaşlara veya ihtilaflara katılmama ve bu savaş ya da ihtilaflara taraf devletlere tarafsız bir biçimde davranma iradesinin beyan edilmesi anlamına gelmektedir (Evans & Newnham, 1998, s. 365). Tarafsız devletler bölgesel örgütlenmelerde yer alabildikleri için, böyle bir politika tüm uluslararası ihtilaf ve çatışmalar için mutlak uygulama gerekliliği taşımamaktadır. Daimi tarafsızlıktan bu noktada ayrılan tarafsızcılık, uluslararası hukuk şemsiyesi altında hak ve yükümlülükler içermemekte ve bir devletin herhangi bir savaşta tarafsız kalırken, bir diğerinde taraf olmasını mümkün kılmaktadır. Örneğin, Hindistan Soğuk Savaş döneminde tarafsızlığını deklare etmiş, ancak bölgesel örgütlenme faaliyetlerini de yoğun biçimde sürdürmüştür (Aron, 2003, s. 5008-509). Tarafsızcılık, genellikle uluslararası sistemin yeni ve nispeten zayıf devletlerinin güvenlik endişelerine hizmet eden fonksiyonel bir politika olarak görülmektedir. Traf tutmamak, iki kutuplu bir dünyada bağımsızlık çıkarını maksimize edebilmekte; iç politikada, karar alıcı elitlere uluslararası bir grubun yada diğerinin aracı olduklarını inkar etmelerini sağlayacak önemli bir koz verebilmekte ve devlet idaresinde hareket serbestisi ve esnekliği sağlayabilmektedir (Anabtawi, 1965, s. 352-353). Bu açıdan bakıldığında tarafsızcılığın, hukuki dayanakları olan daimi tarafsızlığın aksine, daha spesifik ve dönemsel bir politika olduğu görülmektedir. Bu nedenle tarafsızcılık; hem savaşta yer almaktan imtina eden, hem de savaşta taraf olan devletler için hak ve yükümlülükler düzenleyen daimi tarafsızlık ve -en azından teoride- uluslararası gelişmelerden tamamen soyutlanmayı ve belkide ilgisiz kalmayı gerektiren yalnızcılık (isolationalism) politikası ile karıştırılmamalıdır (Evans & Newnham, 1998). Daimi tarafsızlığın yerine kullanılan kavramlardan bir diğeri de tarafsızlandırmadır (neutralization). devletler arasında patlak verecek bir savaşta bazı ülkelerin ya da bir ülkenin belirli bir bölgesinin yada toprak parçasının savaş alanının dışında tutulmasını ifade eden ve oldukça esnek olan bu kavramın, daimi tarafsızlık ile arasında değerlerine göre farklı bir ilişki mevcuttur. Tarafsızlandırma, bir ülkenin tamamı için söz konusu olduğunda, daimi tarafsız devlet tesis etme anlamına gelmekte ve bu açıdan daimi tarafsızlığa diğer kavramlardan çok daha yakın durmaktadır. Tarafsızlandırma, varlığı bir savaş halini gerektirse de, uygulamada, diplomasinin kaygan zemininde barış zamanı için de anlam taşıyabilmektedir. Ancak, tarafsızlandırılmış devletin hükümetlerarası kuruluşlara -ittifak niteliği taşımasalar bile- üyeliği, tarafsızlandırma ile bağdaşmaz olarak değerlendirilmektedir (Greene, 1953, s. 1042). Tarafsızlandırma, genellikle bazı devletler (genelde garantörler) arasında imzalanan, tarafsızlandırmaya konu olan devlet ile ilgili bir anlaşma sonrası hayata geçirilmektedir. 1955 Avusturya örneğinde olduğu gibi, bazen tek "tek taraflı irade(self-imposed)" ile de söz konusu olabilen tarafsızlandırma için, yine de diğer devletlerin en azından zımnı destekleri gerekmektedir. bu anlamda tarafsızlandırma, karşılıklı hak ve yükümlülüklerin kabulü olarak değerlendirilebilir. büyük güçlerin menfaatleri açısından bakıldığında da, ihtilaflı bir bölgeyi izole etmenin ve diğer devletleri müdahaleden caydırmanın etkili bir yolu olarak görünmektedir (Evans & Newnham, 1998, s. 368). Tarafsızlandırılan ülkenin dış politika yapıcılarına katı kısıtlamalar getirmesi ve uygulamada hükümetler arası kuruluşlara tam üyeliği engelleyebilmesi nedeniyle tarafsızlandırma yöntemi, daha dinamik bir eğilim olan bağlantısızlığın tercih edildiği Üçüncü Dünya'da rağbet görmemiştir. Tarafsızlandırma, ne bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün diğer devletler tarafından teminat altına alınmasını zaruri kılmayan silahsızlandırma ile; ne de tarafsızlandırmanın aksine, belirli sınırlar içinde askeri, diplomatik ve siyasi bağlantılar içerebilen tarafsızcılık ile karıştırılmamalıdır. Yine daimi tarafsızlık kavramı da - diğerlerine göre çok daha yakın olmasına rağmen- istisnasız bir devleti bütünüyle ve her zaman tarafsız kılması itibariyle tarafsızlandırmadan ayrılmaktadır. Tarafsızlandırma, bir ülkenin tamamı için uygulandığında daimi tarafsızlık durumu yaratabilmekte, ancak her tarafsızlandırma daimi tarafsızlık statüsü doğurmamaktadır (Yalçıner, 2007, s. 8). İkinci Dünya Savaşı'nın ardından ortaya çıkan ve hızla yaygınlaşan, 1990 sonrası Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve uluslararası sistemde meydana gelen değişimler ile de bir anlamda teorik temelini kaybeden bağlantısızlık(non-alignment) politikası; bir devletin çatışma ve rekabet halinde bulunan bloklardan hiçbirinin yanında yer almaması ve bunların dışında bloksuz bir politika izlemesidir (Choucri, 1969, s. 58-59). Bağlantısızlık, daimi tarafsızlığın aksine, ekseriyetle bir savaş hali ve hukuki bir statüye bağlı hak ve yükümlülükler öngörmez. Bağlantısız bir devletin savaşa girmesi veya savaşan devletlere destek vermesi, bağlantısızlık politikasını etkileyecek bir unsur değildir. Ayrıca daimi tarafsızlığın tesisi, diğer devletlerin iradelerine bağlı olarak ve uluslararası bağlayıcı anlaşmalar yoluyla sağlanırken, bağlantısızlık, bir devletin tamamen kendi iradesi ile seçtiği ve tek taraflı beyana dayalı bir politikadır (Arı, 2004, s. 228). Daimi tarafsızlık ile arasındaki ayrıma dikkat edilmesi gereken diğer kavram, silahsız duruma getirme veya askerden arındırmadır (demilitarization). Devletler, imzaladıkları anlaşmalar yoluyla, ülkelerinin bir kısmını silahtan arındırabilirler. Bu çeşit bir yetki sınırlaması, ya uluslararası ilişkilerin menfaatine yada iki komşu devlet arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi amacına hizmet edebilir (Meray, 1968, s. 347). Örneğin Lozan Antlaşması'nın 13. maddesi ile Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarının askerden arındırılması gösterilebilir. Bu düzenleme ile adı geçen adaların, iki komşu devlet (Türkiye ve Yunanistan) arasında gerginlik konusu olmasının önüne geçilmek istenmiştir (Beeley, 1978, s. 356-357). Organize askeri güçlerden ve silahlardan mahrumiyeti gerektiren silahsızlandırmanın doğurduğu durum; bu noktada, belirli sınırlar içinde kalmak kaydıyla silahlanma ve askeri güç bulundurma hakkına sahip olan daimi tarafsız devletin konumundan ayrılmaktadır. İki statü de belirli yetki kısıntıları meydana getirmekle birlikte, silahsızlandırmada, devletin ülkesinin belirli bir kısmının tamamen askerden ve silahtan arındırılması söz konusu iken; daimi tarafsızlık için aynı durum söz konusu değildir. Daimi tarafsızlık, yine belirli ölçülerde, silahların ve askeri güçlerin indirimini içerebilir, ancak daima tarafsız bir devletin bütünüyle silahsız bırakılması söz konusu değildir (Yalçıner, 2007, s. 10). 1.3. Tarafsızlık Türleri Tarafsızlık fikri sosyal bilimler gibi sınırları sonsuz bir alanda çok çeşitli biçimlerde söz konusu olabilir. Bunlara; ticari tarafsızlık, yargısal tarafsızlık, mutlak tarafsızlık, ekonomik tarafsızlık, bölgesel tarafsızlık, iletişimsel tarafsızlık gibi örnekler verilebilir (Subedi, 1993, s. 241). Bizim konumuz itibariyle ilgilendiğimiz tarafsızlık ise, uluslararası ilişkiler disiplininde yer alan ve uluslararası politika ve uluslararası hukuku ilgilendiren tarafsızlıktır. Bu anlamda tarafsızlık terimi ve dolayısıyla tarafsız devlet, esas itibariyle 19. yüzyıl Avrupa dengesinin gereklerinden ortaya çıkmıştır. Bir tarafta büyük devletler, mevcut denge sisteminin devamını sağlamak ve savaşa sebebiyet verebilecek mevcut ihtilafların şiddetlenmesini engellemek isterken; diğer tarafta sistemin nispeten küçük devletlerinden bazıları da, büyük devletler arasında tırmanacak gerginliğin doğuracağı bir savaştan uzak kalabilmek niyetindeydiler (Meray, 1968, s. 182). Bu noktada tarafsızlık, söz konusu devletler için benimsenmesinde sonsuz faydalar olan bir politika (ya da statü) idi (Hafner, 1992, s. 166). Tarafsızlığın sınıflandırılması, gerek uluslararası politika, gerekse uluslararası hukukta genellikle tarafsız devletlerin hak ve yükümlülüklerini düzenleyen tarafsızlık hukuku kapsamında, geçici(iradi-basit) tarafsızlık ve daimi (sürekli) tarafsızlık şeklinde yapılmaktadır. Bununla beraber, özellikle 18. yüzyıldan bu yana, uygulamada değişik tarafsızlık biçimleri görülmektedir. Eksik, sınırlı yada gözetici (hayırhah) tarafsızlık şeklinde adlandırılan bu uygulamalar kapsamında, tarafsız devlet, savaşa katılmamasına rağmen, savaşan devletlerden birine doğrudan ya da dolaylı olarak yardımda bulunabiliyordu. Buna rağmen, teorideki genel eğilim, bu şekilde bir yardımın tarafsızlığı ortadan kaldıracağı ve tarafsızlığın ancak geçici ve daimi olarak sınıflandırılabileceği yönündedir (Meray, 1975, s. 579-580). Bu çalışmada tarafsızlık türlerini açıklarken aynı sınıflandırmayı tercih etmekteyiz. 1.3.1. Geçici (İradi-Basit) Tarafsızlık İradi tarafsızlık bir devletin savaş durumunda kendi iradesi ile seçip beyan ettiği ve yine kendi iradesi doğrultusunda değiştirme hürriyetine sahip olduğu bir dış politika tercihini ifade etmektedir (Meray, Devletler Hukukuna Giriş, 1975). tanımdan da anlaşılabileceği gibi bu tarafsızlık şeklinin söz konusu olması bir savaş durumu koşuluna bağlı görülmektedir (Castren, 1954, s. 579-580). Bu dış politika stratejisini benimseyen devlet, tarafsızlığını savaş sırasında veya gerilimin tırmanması ile birlikte savaşan devletlere bildirebileceği gibi, barış esnasında yaptığı bazı anlaşmalar vasıtasıyla da tarafsızlığını beyan etme yoluna gidebilir (Arı, 2004, s. 229-230). Tarafsız devlet için iradi tarafsızlık durumu, savaşan devletlere askeri ve ekonomik yardım ve imtiyazlar sağlamanın ve savaşa taraf olmanın beyan ya da taahhüt edilmesidir. Savaş sırasında ilan edilen bir iradi tarafsızlık, söz konusu devletin iradesine dayandığı için, savaş süresince hüküm ifade etmekte ve geçici olarak tarafsızlık ilanında bulunmuş olan bir devlet, daha sonra yine tek taraflı bir bayanla tarafsızlığı terk ederek savaşa katılabilmektedir. Yani, egemen her devletin iradi olarak alabileceği bir kararı ifade eden bu politika, dolayısıyla süreli ya da süresiz olarak kullanılabilmekte ve diğer devletler için barış zamanında hukuki olarak herhangi bir hak ve yükümlülük ihtiva etmemektedir (Yalçıner, 2007, s. 12). Savaş zamanında ise, tarafsızlık beyanında bulunmuş devlete karşı, başta savaşan devletler olmak üzere diğer devletlerin bazı yükümlülükleri söz konusudur. Tarafsız devletin, savaşan devletlere dolaylı yada doğrudan ekonomik veya askeri bir yardımda bulunmama ve topraklarının askeri amaçlar için kullanımına izin vermeme yükümlülüklerine karşılık; savaşan devletler de, tarafsız devletin ülkesine, karasularına ve hava sahasına tecavüz etmek gibi tarafsızlığın ihlali anlamını taşıyan hareketlerden kaçınmakla yükümlüdürler (Detter, 2005, s. 170-171). Birinci Dünya Savaşı'nda Hollanda'nın, İkinci Dünya Savaşı'nda ise İsviçre ve İrlanda'nın tutumları tarafsızlığa örnek teşkil etmektedir. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, gerek uluslararası sistemin genel yapısı(iki kutuplu) ve gerekse savaş kavramının içeriğindeki(nükleer) belirgin değişiklikler, iradi tarafsızlığın tercih sebebi olmasının önüne geçmeye başlamıştır. Öyle ki, yeni sistemde barış hali ile savaş hali arasındaki çizgi incelmiş ve aldığı yeni biçim itibariyle, çıkması muhtemel bir savaştan, kısa dönemli ve tek taraflı beyana dayanan bir tarafsızlık politikası ile korunmak fazlasıyla iyimser bir fikir halini almıştır. Ayrıca, 195'lerden itibaren, eskiden Avrupa'da temel teşkil eden savaş ilanı teamülü gözetilmez olmuş, bunun yerine "silahlı anlaşmazlıklar" terimi kullanılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla, çatışmalar ve savaşan devletler açık bir biçimde tanımlanamadığından, savaşa mahsus bir iradi tarafsızlığa başvurmak da güçleşmiştir (Yalçıner, 2007, s. 12). 1.3.2.Daimi(Sürekli) Tarafsızlık Daimi tarafsızlık konseptini, ünlü uluslararası hukuk uzmanı Alfred Verdross; "asla savaş başlatmamak, asla diğer devletler arasında patlak vermiş bir savaşta yer almamak, daima topraklarını dış güçlerin ve emrindekilerin saldırılarına karşı savunmak ve asla -barış zamanında bile- kendisini savaşa sürükleyebilecek yükümlülükleri kabul etmemek " olarak açıklamaktadır (Verdross, 1957, s. 189). Bir uluslararası hukuk kurumu olan daimi tarafsızlık, hukuki bir ifadeyle; bir devletin, özgür iradesiyle izlemiş olduğu tarafsızlık politikasının, diğer devletlere uygun bir bildirimde bulunmak ve diğer anlaşma yükümlülüklerini ihlal etmemek koşuluyla, sürekli biçimde izleyeceği bir politika haline gelecek şekilde değişmesidir. Devletler için daimi tarafsızlık, iradi tarafsızlığın aksine, tek taraflı bir beyanla ilan edilip son verilebilecek bir savaş dönemi politikası değildir. Devletler arasında yapılan antlaşmalar yoluyla tesis edilen bu tarafsızlık biçimi, hem tarafsız devlet hem de diğer devletler için, bu anlaşmalardan ve dolayısıyla uluslararası hukuktan doğan hak ve yükümlülükler ihtiva etmektedir. Bu statü altındaki bir devlet, belirli sınırlar içinde ekonomik ilişkilerini devam ettirmek hakkına sahip olmakla birlikte, patlak verecek bir savaşta tarafsız kalma ya da savaşa katılma gibi bir politika tercihi şansına sahip olmayacak, daimi tarafsızlık statüsü gereği mecburi olarak tarafsız kalacaktır (Lutem, 1959, s. 182). Ancak, eğer daimi tarafsızlık politikası iki veya çok taraflı bir anlayış kapsamında benimsenmişse, tarafsız devlet böyle bir anlaşmayı feshetme ya da anlaşma üzerinde uygun bir değişikliğe gitme yolunu arayabilir (Subedi, 1993, s. 242). Daimi tarafsız devlet, bağımsız olmasının yanı sıra bir devletin doğal olarak sahip olduğu tüm yetkilere sahip olmakla birlikte, bazı konularda bu yetkilerinin sınırlandığı devlettir. Savaş açma, üçüncü bir devlet ile birlikte savaşma, başka bir devletin daimi tarafsızlığını garanti etme ve askeri ittifak anlaşmaları yapma gibi yetkilerden yoksun olan ve bu anlamda yetkileri sınırlı olan daimi tarafsız devlet, bu politikasına karşılık, diğer ülkelerden ülkesinin ve bağımsızlığının teminat altına alınmasını bekler (Lutem, 1959, s. 182-184). Askeri tarafsızlık (military neutrality) daimi tarafsızlığın temel niteliğidir ve daimi tarafsız devlet diğer devletler arasında çıkan savaşlara katılmamanın yanı sıra, barış zamanında da ittifak anlaşmalarında yer almamak, kendi savunmasına yetecek miktarın üzerinde silahlanmamak ve diğer devletlere askeri amaçlarla kullanılabilecek üsler vermemekle yükümlüdür (Pazarcı, 1998, s. 102). Buradan, daimi tarafsızlığın barış zamanında da hem tarafsız devlet hem de diğer devletler için hak ve yükümlülükler doğurduğu sonucu çıkarılmaktadır. 19. yüzyılda Avrupa'nın büyük devletlerinin, mevcut güç dengesini muhafaza etmek adına, savaş nedeni olma olasılığı bulunan bazı devletleri çok taraflı anlaşmalar yoluyla daimi tarafsızlık statüsüne koydukları görülmektedir. İsviçre, 1815 Viyana Kongresi'nde; Belçika, 1831 Londra Antlaşması ile ve Lüksemburg, 1867 Londra Milletler Konferansı'nda bu statüye konulmuşlardır (Arı, 2004, s. 231). Daha sonra, Avusturya, 1955 Moskova Memorandumu ve bu Memorandum'un esaslarına uygun olarak yapılan Viyana Antlaşması ile dört büyük devletin toprak bütünlüğünü garanti ettiği bir tarafsızlık beyanı yoluyla daimi tarafsızlık statüsü kazanmıştır (Kunz, 1956, s. 419-423). Fransa'nın Çin-Hindi eski sömürgesinin bir parçası olan Laos ise, 1962'de Cenevre'de toplanan Onüçler Konferansı neticesinde yayınlanan deklarasyon ile daimi tarafsızlık statüsüne kavuşmuştur. En son bu statüyü kazanan devlet ise, Aralık 1995'te BM Genel Kurulu kararıyla daimi tarafsızlığı kabul edilen Türkmenistan olmuştur. Bu devletlerden İsviçre, Avusturya ve Türkmenistan'ın daimi tarafsızlıkları günümüzde devam ederken, Belçika ve Lüksemburg 1914 Alman işgali ve Laos da Vietnam Savaşı sırasında Vietnam'ın topraklarına askeri güçlerini yerleştirmesi ile tarafsızlık statülerini kaybetmişlerdir (Arı, 2004). 2.TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA TARAFSIZLIK Atatürk Türkiye'nin yabancı güçlerle olan ilişkilerinde temel olarak tarafsızlık politikasını uygulamıştır, fakat bu politika değişmez ve sürekli bir ilke olarak düzenlenmemiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönem bitmeden önce, Türkiye tarafsızlığını bir dereceye kadar bırakmaya ve topyekûn teslimiyeti içine almayan bir savunma ittifakı içine girmeye hazırdı. Ancak esasen tarafsızlık politikası hemen hemen yirmi beş yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti politikasının temel taşı olarak kaldı. Birinci Dünya Savaşından sonra, 1945'e kadar Türkiye üç bölgede diğer ülkelerle ilişki içine girdi. Avrupalı güçlerle, özellikle de doğu Akdeniz'le ilgilenen Avrupalı güçlerle, yakın komşuları olan Balkan ve Ortadoğu devletleriyle ve Sovyet Rusya ile İkinci Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre öncesine kadar Türkiye'nin bu ülkelerle olan Atatürk'ün tarafsızlık politikası titizlikle uygulandı. İngiltere, İtalya ve Fransa ile doğru ve dostane ilişkilerin devamı sağlandı ve bu iyi ilişkilerin sonunda Türkiye adı geçen ülkelerle çeşitli ticari anlaşmalar imzaladı. Balkanlarda, bölgenin güvenliğini sağlamak ve Balkan Devletleri arasında dostça ilişkileri muhafaza etmek için, 1934 yılında; Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya ile bir savunma ittifakı yapıldı. Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında 1937'de Ortadoğu'da bölgesel bir pakt olan, anlaşmazlıkların dostane çözümü ve birbirlerinin devlet işlerine karışmama prensibini içeren (Sa'dabad) Paktı imzalandı. 1925'de Rusya ile "Dostluk ve Tarafsızlık" anlaşması imzalandı (1929 ve 1931'de anlaşma maddelerine eklemeler yapılmış ve 1935'te anlaşma on yıl daha uzatılmıştır). Bu anlaşma iki ülkenin birbirlerinin devlet işlerine karışmama, tarafsızlık ve saldırmazlık ilkelerini kapsamaktaydı. 1935'de İtalya'nın Habeşistan'a saldırması ve Doğu Akdeniz'de Mussolini'nin giderek artan saldırgan tavrı, Türkiye'nin 1930'ların sonunda daha kuvvetli bir dış politika benimsemesine sebep oldu. 1936'daki Montrö Konferansı'nda, Türkiye Boğazlarla ilgili olan 1923 anlaşmasının tekrar gözden geçirilmesini ve Çanakkale ve İstanbul Boğazlarında asker bulundurma hakkını istedi. Türkiye'nin talepleri istekleri yerine getirildi. Boğazların savunması ve Türkiye savaşta iken veya savaş tehlikesiyle karşı karşıya iken boğazlardan savaş gemilerinin geçişini kontrol etme hakkını elde etti. 1939'da, Avrupa'daki artan krizle ve Almanya, İtalya ve Japonya'nın aralarında ittifak yapması üzerine, Türkiye de, İngiltere ve Fransa ile ittifak yapma yoluna giderek tarafsızlık politikasını artık bıraktığını gösteren ilk adımı attı. Bu ittifak, Fransa Kuzeybatı Suriye'deki İskenderun Sancağı'nı Türkiye'ye bırakmayı kabul ettikten ve burası Türk toprağı olduktan sonra yapıldı. Bu üç devlet arasında yapılmış olan "Karşılıklı Yardım" anlaşması, Türkiye'nin Avrupalı güçlerle bir anlaşmazlığa düştüğü takdirde İngiltere'nin ve Fransa'nın desteğini almasını ve Akdeniz bölgesinde Fransa'nın ve İngiltere'nin de içinde bulunduğu bir savaş durumunda, Türkiye'nin bu ülkelere ayrı ayrı veya beraberce yardım etmesini öngörmekteydi. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye, kendi taraflarında savaşa girmesi konusunda İtilaf ve İttifak devletlerinin sürekli olarak baskısına maruz kaldı. İngiltere ve Fransa ile olan anlaşmasına rağmen Türkiye, "Akdeniz Bölgesine" kadar uzanmış olan savaşa girmekten kaçındı. 1941'de, Almanya Avrupa'nın tamamını ele geçirmişti ve Mısır'a Süveyş Kanalına doğru ilerlemekteydi, Türkiye Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık anlaşmasını imzalamayı kabul etti. Ancak Türkiye İngiltere ile bağlarını koparmadı ve Almanya ile yaptığı her görüşmeyi detayıyla İngiliz Elçisine bildirdi. Bu anlaşma "her iki tarafın da mevcut anlaşmalar geçerli olmak kaydıyla yapıldı. Türkiye'nin 1935'te Rusya ile yaptığı anlaşma ve 1939'da İngiltere ile yaptığı üçlü anlaşma aynen devam etti. Savaş yılları boyunca, hatta savaşın son zamanlarında Sovyetler Birliği tarafından aşırı baskıya maruz kaldığı zaman bile Türkiye bu dengeyi korudu. Ancak İtilaf Devletleri'nin, San Francisco'daki konferansa katılma şartı olarak tarafsız devletlerden Almanya'ya karşı savaş açmalarını istedikleri tarih olan 01 Mart 1945'ten bir hafta önce Türkiye Almanya'ya savaş ilan etti ve böylece Birleşmiş Milletler üyeliğine seçilmeye hak kazandı (İleri, 2005, s. 376-377). 2.1. Balkan İttifakı-1934 Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra, Osmanlı’dan ayrılan Balkan Devletleri arasında siyasi istikrarın sağlanması oldukça uzun bir zaman almıştır. I. Dünya Savaşı ile büyük ölçüde sınırları çizilen Balkan Devletleri için artık güvenliklerinin sağlanması barış yoluyla mümkündü. Çünkü uzun savaşlardan sonra maddi ve manevi çok büyük kayba uğrayan devletler, barış yoluyla sınırlarının güvenliğini korumak istiyorlardı. Bu nedenle Balkanlarda yavaş yavaş bir yakınlaşma ve birlik oluşturma çabaları göze çarpmaktadır. 1930’lu yıllara gelindiğinde Milli Mücadeleyi başarıyla tamamlayan Türkiye için de Balkanlardaki istikrarın sağlanmasının önemi büyüktü. Bunun için Türkiye Balkanlardaki birlik çalışmalarında büyük çaba gösteren devletlerden olmuştur. Hatta Türkiye ve Yunanistan Balkanlardaki ittifakın öncüsü olmuşlardır. Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya 1934 yılında Balkan İttifakını gerçekleştirmişlerdir (Aydemir, 2007, s. 1). Giriş kesimi ve üç maddeden oluşan Paktın hükümlerinin anlam ve kapsamı ancak ekli bağıtlarla birlikte okunduğunda iyice anlaşılabilmektedir. Metinlerin dağınık durumu, yeterince “sistematize” edilemeyişinden, biraz ivedi davranıştan ve Sovyetler Birliğinin son andaki istemlerinden, biraz da kimi hükümlerin ilkin gizli tutulmak istenilmesinden doğmuş gibi görünmektedir (Soysal, 1985, s. 126). Giriş kesiminde, Bağıtlı Devletlerin, Savaşın ulusal politika aracı olarak kullanılmasından vazgeçilmesine ilişkin Andlaşmanın (1925 Briand-Kellogg Paktı) hazırlanmasındaki ve MC’nin bu Andlaşma ile ilgili kararlarının temelindeki anlaşma ve uzlaşma fikri ile hareket ettikleri belirtildikten sonra, daha önce yapılmış bağıtsal yükümlülüklere bağlılıkları ve kurulu ülkesel düzenin yani o günkü sınırların korunmasına kesinlikle karar verdikleri vurgulanmaktadır (Şükrü, 1934, s. 1). Paktın 1. maddesi, dört devletin, kendi tüm Balkan sınırlarının güvenliğini, karşılıklı olarak, güvence altına alırlar, hükmünü içermektedir. Bu Madde Pakt’ın temel hükmüdür. Güvence altına alınan sınırların hangileri olduğu gizli II sayılı İmza Protokolünde şöylece açıklanmıştır (İleri, 2005, s. 104): “Balkanlarda bugün kurulu ülkesel düzen (Ordre Territorial) deyimi ile Balkan sınırları, başka deyişle, bugünkü Romanya ile Bulgaristan Romanya ile Yugoslavya Arnavutluk ile Yugoslavya, Arnavutluk ile Yunanistan; Yugoslavya ile Bulgaristan; Yunanistan ile Yugoslavya Yunanistan ile Bulgaristan, Yunanistan ile Türkiye ve Bulgaristan ile Türkiye sınırları anlatılır. ” Dört Devletin kendi aralarındaki sınırları birbirlerine karşı korunması söz konusu olmadığına göre, gerçekte dört Devletin Bulgaristan ile sınırlarının güvencesi sağlanıyordu. İmza Protokolünde son anda Arnavutluğun iki komşusu ile sınırları da kapsam içine sokulmuşsa da, Arnavutluk o sırada revizyonist bir Devlet olmadığı için, bu biraz kuramsal kalacaktı. Görülüyor ki Pakt Devletlerinin Balkanlar dışı ülkelerle gelecekteki sınırının güvencesi Pakt’ın kapsamı dışında bırakılmıştı. Bu sınırları değiştirmek, amacını güden bir saldırı, öbür Pakt Devletlerinin harekete geçmesini gerektirmeyecekti (Soysal, 1985, s. 160). Paktın 2. maddesinde şöyle denilmektedir (Soysal, 1985, s. 161): “Bağıtlı Taraflar bu Anlaşmada belirlenmiş olan çıkarlarına zarar verebilecek olasılıklar karşısında alınacak önlemler konusunda birbiriyle görüşmeler yapmağı yükümlenirler. Onlar bu Paktı imzalamamış olan her hangi bir Balkan ülkesine karşı birbirine önceden duyurulmaksızın siyasal hiç bir davranışta bulunmamağı ve öbür Bağıtlı Tarafların izni olmaksızın, başka herhangi bir Balkan Devletine karşı siyasal bir yüküm altına girmemeği yükümlenirler. ” Yürürlük ve katılma koşullarına gelince: Paktın 3. ve son maddesi şöyledir (Soysal, 1985, s. 163): “Bu Anlaşma tüm Bağıtlı Devletlerce imzalanır imzalanmaz yürürlüğe girecektir ve olanaklı olduğunca, ivedilikle onaylanacaktır. Anlaşma, katılması imzacı Devletlerce olumlu bir incelemeye konu olacak her Balkan ülkesine açık bulunacak ve böyle bir katılma imzacı ülkelerin onamlarını bildirmeleri üzerine geçerli sayılacaktır.” 2.2. Sadabad Paktı-1937 Sadabad Paktı; Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında8 Temmuz 1937'de Tahran'da Sadabad Sarayı'nda imzalanan dörtlü saldırmazlık paktıdır. Paktın Sebepleri: Sınır sorunlarının kalıcı şekilde çözülmesi: Pakta üye devletlerin tümünün İran'la sınır sorunu bulunmaktaydı. Ayrıca bu sınır sorunları nedeniyle özellikle Türkiye-Irak-İran üçgeninde Kürt aşiretleri sınır tanımayan isyanlar yapmaktaydı. Bu, paktın imzalanmasının en önemli nedenidir. Ülkelerin bağımsızlıklarını vurgulama istekleri: Sömürge ve yarı sömürge dönemlerinden kısa süre önce kurtulabilen bu devletlerin bağımsızlıklarının vurgulanması son derece önemliydi. İlk defa bu amaçla, 2 Ekim 1935'te Cenevre'de Türkiye, İran ve Irak arasında üçlü bir antlaşma parafe edildi. Buna daha sonraları Afganistan da katıldı. Daha sonra Irak-İran sınır antlaşmazlığının çözümlenmesi (Şattülarap uyuşmazlığı), Türkiye ile İran arasında dostluk çerçevesi içinde sınır sorunu dahil her alanı düzenleyen antlaşmaların akti, 8 Temmuz 1937 tarihli Sadabad Paktı'nın imzalanmasına imkân vermiştir. Taraflar antlaşmada genel olarak birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklarını, ortak çıkarlarını ilgilendiren hususlarda birbirlerine danışacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini taahhüt etmişlerdir. Ancak paktın temel nedeni olan Kürt aşiretleri sorunu, 7. maddenin şu ifadelerinde saklıdır: Bağıtlı taraflardan her biri, kendi sınırları içinde diğer bağıtlı tarafların kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak veya politik rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler veya örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini engellemeyi yükümlenir. II. Dünya Savaşı ortamında antlaşmanın diğer maddeleri işlevsiz kalmış, fakat 7. madde anlaşmanın devamını sağlamıştır. Sadabat Paktı, 1979'da İran'daki İslamî rejim, paktı feshettiğini imâ edene kadar hukuki varlığını sürdürmüştür (Vikipedi, 2016). 2.3. Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması-1925 Büyük ve kuvvetli bir Sovyetler Birliği ile sınır komşuluğu, Türk dış politikasını yönetenlerin her zaman göz önünde bulundurduğu bir olgu olmuştur. İki ülke arasında işbirliği yapılabildiği sürece, bu sınır komşuluğu son derece faydalı olmuştur. Bununla birlikte, tarihi, birbiriyle mücadele etmekle gecen bu iki devletin ve toplumun jeopolitik konumları, sürekli karşı karşıya gelmelerini adeta kaçınılmaz kılmıştır. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki iyi komşuluk ilişkileri, iki dünya savaşı arasındaki dönemde, bir yandan uluslararası durumun etkisi ile öte yandan Türk yöneticilerinin Sovyetleri ürkütmemek için gösterdikleri sürekli dikkat sayesinde hiç bozulmamıştır. Bu dönemde, her şeyden önce kendi ülkesinde kurduğu komünist düzeni koruyup geliştirmekle ilgilenen Sovyetler Birliği de, Türkiye'nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygılı görünmüştür (Gökçen, s. 137). Bu dönemde ilk olarak, TBMM Hükümeti ile RSFC arasında 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Türk-Sovyet Dostluk ve İşbirliği Antlaşması, Türkiye'nin doğu harekatını bitirerek bütün gücünü batıya yöneltmesini sağlamış, 17 Aralık 1925'te imzalanan Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması ise o sırada Musul meselesi yüzünden batılılar ile arası gergin olan Türkiye'ye Şeyh Sait İsyanı'nın hemen ertesinde, hiç değilse doğu sınırlarının güvenliğinden emin olmak yeteneğini kazandırmıştır (Gökçen, s. 138). Osmanlı Devleti döneminde başlayan ilişkiler, Milli Mücadele döneminde karşılıklı yardımlaşma ve emperyalizme karşı işbirliğini esas aldı. Bu süreç içinde iki devlet birbirlerine kuşku ile ve temkinli yaklaşmışlardır. Gelişen dünya olayları çerçevesinde bu dönemden sonra Türk dış politikasına şekil veren faktörler de değişmiştir. Yine bu dönemde, Türkiye ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında 17 Aralık 1925'te, 20 yıl süren ve 1945'te Sovyetler Birliği tarafından tek taraflı olarak feshedilen Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması ve ona bağlı üç protokol, Paris'te imzalandı (Gökçen, s. 117). Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin ve Tevfik Rüştü Aras, Batılı Devletlere karsı Türk-Sovyet dostluğunu göstermek için antlaşmayı Paris’te imzalamıştır. Bu sebeple 1925 Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması’na, Paris Antlaşması da denilmektedir. Antlaşmada alınan önemli kararlar ise su şekildedir. “Birinci maddede: Bağıtlı taraflardan birisine karsı üçüncü bir ya da birkaç devletçe askersel eylemde bulunulduğunda, öteki bağıtlı taraf birincisine karsı tarafsızlığını sürdürmeği yükümlenir. İkinci maddede: Bağıtlı taraflardan her biri ötekine karsı her türlü saldırıdan kaçınmayı yükümlenir. Bağıtlı taraflardan her biri üçüncü bir devlet ya da birkaç devletçe öteki bağıtlı devlete karsı yöneltilen hiçbir ittifaka ya da antlaşmaya katılmamayı yükümlenir. Bundan baksa, bağıtlı taraflardan her biri, üçüncü bir ya da birkaç devletçe öteki bağıtlı devlete karsı yöneltilen hiçbir düşmanca eyleme katılmamayı yükümlenir. Protokollerde ise: tarafsızlık ve saldırmazlık yükümlerinin dışında tarafların diğer devletlerle serbestçe iliksilerde bulunabileceği fakat bağıtlı herhangi bir tarafa karsı parasal ve ekonomik antlaşmalara katılmayacağı kararlaştırılmıştır. Ayrıca taraflar arasında çözümlenemeyen anlaşmazlıkların çözüm yollarını bulmak için görüşmelerin yapılması gerektiğine değinilmiştir.” KAYNAKÇA Anabtawi, S. N. (1965). Neutralists and Neutralism. The Journal of Politics , 27 (2). Arı, T. (2004). Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika. İstanbul: Alfa Yayınları. Aron, R. (2003). Peace and War:A Theory of International Relations . New Brunswick: Transactions Publishers. Aydemir, N. F. (2007). Balkanlarda İttifak Arayışı ve Türkiye(Biirinci Balkan İttifakı). Konya: T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bilim Dalı. Beeley, B. W. (1978). The Greek-Turkish Boundry: Conflict at the Interface. Transactions of the Institute of British Geographers , 3 (3). Castren, E. (1954). The Present Law of War and Neutrality. Helsinki: Academiae Scientiarum Fennicae. Choucri, N. (1969). The Perceptual Base of Nonalignment. The Journal of Conflict Resolution , 13 (1). Detter, I. (2005). The Law Of War. Cambridge: Cambridge University Press. Evans, G., & Newnham, J. (1998). The Penguin Dictionary of International Relations. Londra: Penguin Books. Gökçen, S. (tarih yok). Ankara-Moskova İlişkilerinin Gelişimi ve 1925 Dostluk ve Saldırmazlık Andlaşması. Uluslararası Karadeniz İncelemeleri Dergisi , 117. Greene, F. (1953). Neutralization and Balance of Power. The American Politikal Science Review , 47 (4). Hafner, G. (1992). The Impact of Developments in the East European 'Socialist' States on Austria's Neutrality. The European Neutrals in the 1990s: New Challenges and Opportunities. içinde San Francisco: Westview Press. İleri, İ. (2005). Türkiye'nin Dış Politikası. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi (35-36). Jessup, P. C. (1936). Neutrality: It's History, Economics and Law. New Jersey: Columbia University Press. Kunz, J. L. (1956). Austria's Permanent Neutrality. The American Journal of International Law , 50 (2). Leonhard, A. T. (1988). Introduction, Neutrality: Changing Concepts and Practices. New York: University Press of America. Lutem, İ. (1959). Devletler Hukuku Dersleri: Mahiyet,Gelişme,Kaynaklar,Şahıslar (Cilt 1). Ankara: Balkanoğlu Matbaacılık. Meray, S. L. (1968). Devletler Hukukuna Giriş. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Meray, S. L. (1975). Devletler Hukukuna Giriş (4. Baskı b.). Ankara: Ankara Üniversitesi Siayasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Pazarcı, H. (1998). Uluslararası Hukuk Dersleri (Cilt 2). Ankara: Turhan Kitabevi. Soysal, İ. (1985). Yusuf Hikmet Bayur'a Armağan. Ankara: TTK Yayınları. Subedi, S. P. (1993). Neutrality in a Changing World: European Neutral States and the European Community. The International and Comparative Law Quarterly , 42 (2). Şükrü, A. (1934, Şubat 14). İmzadan Sonra. Milliyet . Verdross, A. (1957). La neutralite dans le cadre de 1'O.N.U., particulierement celle de la Republique d'Autriche. Revne Generale de Droit International Public , 10 (2). Vikipedi. (2016, Mayıs 03). https://tr.wikipedia.org/wiki/Sadabat_Pakt%C4%B1 adresinden alınmıştır Yalçıner, S. (2007). Uluslararsı İlişkilerde Tarafsızlık, Daimi Tarafsızlık ve İsviçre Örneği. Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi.