DİASPORA VE KİMLİK
Kömen Yayınları 141
1. Baskı
Ekim 2015
ISBN: 978‐605‐5184‐56‐8
Kömen Yayınları
Kürkçü Mah. Rampalı Çarşı Zemin Kat Nu: 11
Konya
eposta:
[email protected]
Tel: 0332 3534715
T.C. Kültür Bakanlığı Sertifika Nu: 31019
Baskı
Şelale ofset
Fevzi Çakmak Mah Hacı Bayram Cad. Nu.: 22
Konya
Matbaa Sertifika Nu.:13361
Editör: Mehmet Ali YOLCU
DİASPORA VE KİMLİK
Kömen Yayınları
Bu kitap, TÜBİTAK tarafından 114K112 Numaralı
“Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması
Bağlamında Kırım Tatar Geleneksel Halk Kültürünün
Tespiti ve İncelenmesi: Eskişehir Örneği” adlı TÜBİTAKSOBAG 1001 Projesi kapsamında desteklenmiştir.
İÇİNDEKİLER
Önsöz ............................................................................. 3
Diasporalar ........................................................................... 5
James Clifford / Çev.: Dr. Mehmet Ali Yolcu
Diasporalar, Uluslar Ötesi Mekânlar ve Topluluklar ... 71
Michel Bruneau / Çev.: Erdem Tazegül
Diasporaların Karşılaştırılması ve Yapısal
Çözümlemesi ....................................................................... 95
William Safran / Çev.: Mehmet Emin Dede
Kültürel Kimlik ve Diaspora ............................................. 133
Stuart Hall / Çev.: Tuğba Gönel Sönmez
Kültürel Kimlik Üzerine Diasporik Kuramsallaştırma
Paradigması........................................................................... 153
Chih-Yun Chiang / Çev.: Serkan Köse
Birleşen Topluluklar: Kimlik, Dil ve Diaspora ............. 187
Jean Mills / Çev.: Erdem Tazegül
Etnik Kimlik: Etnisiteye Bütüncül Bir Evrimsel Bakış . 223
Kevin Macdonald / Çev.: M. Emin Yıldızlı
Kimliğin Sanatları, Yapıtları ve Zanaatları ..................... 269
Elliott Oring / Çev.: Dr. Tuğrul Balaban
Etno-Tarih ve Etnik Folklor ............................................... 313
Richard M. Dorson / Çev.: Yıldız Erol
1
2
ÖNSÖZ
Diaspora kavramı, son on yıla kadar sosyoloji, antropoloji, uluslararası ilişkiler ve tarih gibi disiplinlerin ilgi
alanı olarak görülmüş, ancak daha sonra bu kavramın kapsamında meydana gelen esneklik ve genişleme, ulus-ötesi
toplulukların incelenmesi bağlamında terim üzerinde yeni
bir perspektifin oluşmasını sağlamıştır. Bu konuda Batı’da
yapılan akademik tartışmalar henüz ülkemizde yeteri kadar
anlaşılamamış, dahası diasporik topluluklar üzerinde yapılan incelemeler daha önce çizilen klasik çerçevenin dışına
çıkamamıştır. Küreselleşen dünyada diaspora topluluklarının aidiyet duygularını, kimliklerini, kültürel birikimlerini
anavatanlarından taşıdıkları folklorik ürünler yoluyla sürdürmeye çalıştıkları bir gerçektir. Bu noktada folklor disiplininin diaspora çalışmalarında geç kaldığı söylenebilir.
Bu kitap düşüncesi, ilk olarak 2014 yılında başlayan
TÜBİTAK projesi kapsamında Eskişehir’de yaşayan Kırım
Tatarlarının geleneksel halk kültürü üzerine yapılan alan
araştırmasında bu topluluğun kendilerini bir “diaspora”
olarak tanımladıkları, kendi kültür ve kimliklerinin sürdürülmesinde somut olmayan kültürel mirasın kadrolarından
yararlandıkları, bu çerçevede çeşitli festival, şenlik ve toplantı düzenledikleri, böylece genç kuşaklara Kırım Tatar
kimliğinin temel taşıyıcılarını ve belirleyicilerini aktardıklarının gözlemlenmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Nitekim topluluk kimliğini oluşturan ortak geçmiş ve ortak bellek, vatandan kopuş anıları vb. öğeler, diasporanın niteliklerini
belirlemede etkilidir. Eskişehir’de yaşayan Kırım Tatarları,
diaspora kimliğinin tipik özelliklerini taşıyan bir topluluk
3
olmakla birlikte, ulus-devlete eklemlenmiş yapısıyla da
dikkat çekmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Kırım
Tatarlarının klasik diasporaların dışında kaldığı, yeni bir
diasporik topluluk formu olarak ortaya çıktığı da söylenebilir. Türkiye’deki akademik dünyada diaspora ve kültürel
kimlik ilişkisinin görülmesini sağlamak amacıyla hazırlanan elinizdeki bu kitap, diaspora kavramıyla birlikte kültürel kimlik ve etnisiteye yönelik kuramsal bir bakışın oluşmasına katkı sağlayan çeviri makalelerden oluşmuştur.
Kitaptaki makaleler, diaspora kuramlarının yanı sıra etnik
ve kültürel kimlik, etnik folklor ve sözlü tarih konularını da
içermektedir. Ayrıca bu çalışmanın Kırım Tatar topluluğu
özelinde yukarıda sözü edilen kavramsallaştırma problemlerinin çözümünde bir nebze olsun katkı sağlayabileceği
öngörülmektedir.
Kitapta yer alan makaleler, sırasıyla şunlardır: “James
Clifford: Diasporalar”, Michel Bruneau: Diasporalar, Uluslar Ötesi Mekânlar ve Topluluklar”, “William Safran: Diasporaların Karşılaştırılması ve Yapısal Çözümlemesi”,
“Stuart Hall: Kültürel Kimlik ve Diaspora”, Chih-Yun
Chiang: Kültürel Kimlik Üzerine Diasporik Kuramsallaştırma Paradigması”, “Jean Mills: Birleşen Topluluklar: Kimlik, Dil ve Diaspora”, “Kevin Macdonald: Etnik Kimlik:
Etnisiteye Bütüncül Bir Evrimsel Bakış”, “Elliott Oring:
Kimliğin Sanatları, Yapıtları ve Zanaatları”, “Richard M.
Dorson: Etno-Tarih ve Etnik Folklor”.
Bu çalışmada yer alan makalelerin değerli yazarlarına
ve makaleleri Türkçeye kazandıran genç akademisyen arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Dr. Mehmet Ali YOLCU
Nevşehir / 2015
4
ETNİK KİMLİK: ETNİSİTEYE BÜTÜNCÜL BİR
EVRİMSEL BAKIŞ ∗
Kevin MACDONALD
Çev.: Muhammed Emin YILDIZLI
Bu yazı, birkaç farklı, fakat ortak noktaları olan uyumlu evrimsel etnisite yaklaşımlarını (genetik benzerlik teorisi,
toplumsal kimlik teorisi, bireyselcilik ve kolektivizm, geliştirilmiş -evrimleşmiş- ırksal/etnik bir insani-beşeri- türler
modülü ve etki alanı, genel bilişsel mekanizmalara dayalı
rasyonel seçim mekanizmaları) bir araya getirmektedir. Bu
teoriler, birbiriyle uyumlu olup, belirsiz, alışılmışın dışında
yeni olan çevrelerde uyumlayıcı stratejileri seçebilen rasyonel seçim mekanizmalarıyla geliştirilmiş bilişsel ve
güdüleyici sistemlerin karşılıklı etkileşimini resmetmektedir. Bu makale, etnik gruplar arasında etno-merkezciliğin,
etnik kimliğin ve ilişkilerin temelini oluşturan teorilerin
çoğulcu bir anlatımını geliştirmeyi hedeflemektedir. Teorik
çoğulculuğu çağrıştırmada etnisite tek başına yeterli değildir. Aynı adaptif problem çözümüne yönelik mekanizmaların çoğulculuğu yaygın olup bilhassa organizma için çok
yüksek potansiyel maliyetlere ve faydalara sahip sorunları
çözmek üzere tasarlanmış sistemler için önerilmektedir.
Örneğin, saldırganlığa dair uygun teori, ihanete dair işaretlerin tetiklediği cinsel kıskançlık, ortak bir çıkarı ya da hedefi paylaşan bir gruba tehdit, belli kaçınmalı dürtü türleri
∗
Macdonald, Kevin. (2001). “An Integrative Evolutionary Perspective on
Ethnicity”. Politics and the Life Sciences, 20/1: 67-80.
223
gibi spesifik ortamlarda harekete geçen evrensel adaptasyonları kapsamalıdır (Berkowitz 1982; Buss 1999). Bununla
birlikte, saldırganlıkta cinsel ve bireysel farklılıkları ve grup
farklılıklarını göz önünde bulunduran teorilere de gereksinim duyulmaktadır. Bu saldırganlıkla bağlantılı davranışsal
yaklaşım sistemlerinin, heyecan arama, dürtülerine hâkim
olamama ve toplumsal baskınlık vb. mizaç/kişilik farklılıkları da dâhil olmak üzere, çeşitli evrimleşmiş sistemler üzerinde genetik ve çevresel etkilerinin önemini anlatmaktadır.
Yine ilişkili olanlar, saldırganlık ve sosyopatlığın temel bir
duygusu olan öfkeyi gösterme eğilimindeki değişkenliği
içeren empati, sempati ve sevgiyle ilgili karşıt hislere dair
duygusallıktaki farklılıklardır (MacDonald 1995). Son olarak, başarılı ve başarısız modellere maruz bırakılma, olumsuz pekiştirme ve bilişsel mekanizmalar (örneğin gereğinden fazla niteleyici düşmanca eğilimler) gibi öğrenme mekanizmaları da saldırganlık bakımından kapsama dâhil
edilmektedir (Coie ve Dodge 1998). Cinsiyet farklılaşması,
kişilik sistemlerinin (davranışsal ketleme sistemi, duygusallık) önemli korku kaynaklarına (yılanlar, örümcekler) gelişimsel açıdan yani evrimsel olarak karşılık vermek için tasarlanan alana özgü modüllerin, değişik korku kaynaklarına yanıt verebilecek klasik koşullanma gibi genel öğrenme
sistemlerinin korku kaynaklarından kaçmak için geliştirilebilecek genel zekânın bulunduğu yerlerde benzer durum,
korku sistemiyle birlikte edinilir (Gray ve McNaughton
2000; Le Doux 1996; MacDonald ve Chiappe 2002; Ohmann
ve Mineka 2001). Aşağıda, etnik kimlik fenomeninin temelini oluşturan beş sistem, yani genetik benzerlik teorisi,
ırksal/etnik bir insani türler modülü, sosyal kimlik mekanizmaları, bireyselcilik ile kolektivizm ve genel problem
çözme mekanizmaları anlatılmaktadır.
224
Genetik Benzerlik Teorisi (GST)
Genetik benzerlik teorisi, genetik benzerliğe yönelik
bir belirteç olarak fenotipik benzerliğin değerlendirmesini yapan mekanizmaları önererek kan bağına dayanan
kapsayıcı seçilim değeri (uyum başarısı, uyum gücü)
mekanizmalarının ötesine uzanır (Rushton 1989). Bu
önerilen mekanizmalar benzerlerine göre pozitif tutumları,
daha büyük işbirliğini ve fedakârlığa yönelik daha düşük
bir alt sınırı teşvik eder. Rushton’dan (1989-1999) derlenen
veriler, insanların yalnızca çok geniş özellikler açısından
tasnif edilmediğini, aynı zamanda mirasla aktarılabilen
özelliklere göre de insanların tasnif edilmesinin oldukça
muhtemel olduğunu göstermektedir. GST (Genetik Benzerlik Teorisi), çeşitli hayvanlarda ve bitkilerde doğrudan soy tanıma mekanizmalarına yönelik somut kanıtla
oldukça uyumludur (Pfennig ve Sherman 1995; Rushton
1989). GST, şu üç kritik ampirik bulgu açısından en makul yorumdur: sınıflandırıcı çiftleşme (eş seçimi), psikolojik araştırmada benzerliğin güçlü etkisi ve insanların
daha çok mirasla aktarılabilen özellikler üzerinden diğerleriyle uyum sağlamaya eğilimli olmaları gerçeği.
GST, etno-merkezcilik teorilerine yönelik önemli çıkarımlara sahiptir. GST, fenotipik ve genetik benzersizliğe kadar bir sürekliliğin hoşlanma, arkadaşlık, evlilik ve
daha büyük fenotipik ve genetik benzerlikten faydalanan
evlenme yoluyla edinilen akrabalık oluşumuyla, etkili bir
süreklilik işlevi gördüğünü ima eder. Bu, dolayısıyla
grupların teorisinden bağımsız olan -bu sistemden faydalanan diğerlerinin hoşlanmasının veya hoşlanmamasının sosyal olarak belirlenmiş bir iç-grup veya dışgruptan bağımsız olduğu- yabancı korkusu (xenophobia)
için genetik bir temel ortaya koyar. Benzerlik ve kalıtım
225
yoluyla geçebilirlik arasındaki ilişkinin kategori içerisinde oluştuğunu kaydederek bu bilgileri vasıflandırmak önemlidir. Örneğin, bilişsel yetenekler alanı
içerisinde, çiftler ve arkadaşlar arasında genel zekaya
(h=8) yönelik benzerlik, spesifik bilişsel yeteneklere
(h=5) yönelik olandan daha büyüktür. Bu veriler evlilik ile yakın arkadaşlık ilişkilerindeki kaynak (olanak)
mütekabiliyetinin önemini de destekler. Örneğin, çiftler ve yakın arkadaşlar yaş, tutumlar ve din bakımından fiziksel özelliklere göre olduklarından daha benzerdirler, ikincisi kalıtsal olarak daha çok geçebilir
olsa da yaş, kalıtım yoluyla geçebilir değildir. Bu şekilde benzer olan diğerleri benliğe daha fazla psikolojik ödüllendirme sağlarlar; örneğin, benzer ilgiler yani
çıkarlar ve tutumlar karşılıklı çekimin temelini oluşturur ve heyecan arama gibi benzer kişilik özellikleri,
ortak ilgileri ve çıkarları destekler. Gelişim literatürüyle ilgili yaygın bir bulgu, arkadaşların ortak bir payda
oluşturmasıdır. Çok farklı ilgi ve tutumlara sahip olan
çocuklar, aslında arkadaş olmak üzere hiçbir şeye sahip değildirler. Arkadaşlık, evlilik ve diğer bağlılıklar,
temel olarak değerli kaynakların (olanakların) mütekabiliyet ilişkileridir (MacDonald 1996).
Bu bağlamda insan ilişkilerindeki benzerliğe dair
iki tane birbirini tamamlayıcı evrimsel teori vardır:
diğerlerindeki genetik ortaklık çekiciliğine (örneğin,
sınıflandırıcı bir biçimde zekâ için evlenme ve çok
çeşitli genetik olarak etki eden diğer özellikler) dayalı
olan bir teori ve diğerlerinin kaynak değerindeki mütekabiliyete (farklı bir etnik gruptan varlıklı yaşlı bir
adamla evlenen genç, güzel bir kadın) dayalı olan bir
teori (Lusk, MacDonald ve Newman 1998). GST’nin
226
kastettiği benzerliği saptayıcı mekanizmalar düşük genetik akrabalık seviyelerini değerlendirdiği için, bu mekanizmaların diğerlerine karşılıksız kaynakların (fedakârlık) sağlanmasıyla ilgili saptanabilir düzeyleri oluşturmaları beklenmeyecektir; fakat çıkarcı davranışın maliyet/fayda yapısına etki etmeleri beklenecektir. Arkadaşlık, evlilik ve bağlılıklarla ilgili ilişkilerde akrabadan hoşlanma tipik olarak bu tür fedakârlığı kapsar. Hakikaten,
De Bruine (2002), eğer diğer kişinin yüzü kendilerine ait
olana benzerse, deneklerin iki kişilik bir güven oyununda diğerlerine daha çok güven gösterdiklerini bulmuştur. Bununla beraber, fenotipsel olarak benzer bir diğerine daha çok güvene karşın fenotipsel benzerliğin partnerin misilleme yapamadığı bir durumda partnerin güveninin bencilce kötüye kullanılmasına herhangi bir etkisi
yoktur.
Evlilik, arkadaşlık ve etnik grup mensubiyeti ilişkileri temel olarak mütekabiliyeti kapsar ve kişisel çıkar bu
ilişkilerin tamamının açık bir bileşenidir: sınıflandırıcı
çiftleşme çocuklarla bağlantılılığı artırır, o kadar ki bir
kimse aynı ebeveynlik çabası için daha büyük bir genetik
karşılık elde eder. Eğer siz başardığınızda genetik olarak
benzer olan diğerleri de başarırsa, başarılı birliktelikler
(ittifaklar, bağlılıklar) ve arkadaşlıklar benlikte daha büyük bir karşılığa sahip olur. Herhangi bir türün genetik
olarak benzer diğerleri ile başarılı birliktelikleri güvene
dair daha düşük bir eşiğe (De Bruine 2002) ve saptamaya
dair daha yüksek bir eşiğe sahiptirler. Diğer çıkarcı fırsatlar karşısında birlikteliği sürdürmeye ısrarla devam
etmek bir kişinin bireysel çıkarınadır. Bu hususlar, etnik
grupların genetik çıkarcılığın seyreltilmiş rezervuarlarını
227
sunduklarına dair görüşlere tam olarak uyar (Johnson
1997; Salter 2002; Van den Berghe 1999).
Bir “İnsani Türler (Beşeriyet)” Modülünün İşlediği
Etnik Gruplar
Gil-White (2001), insan beyninin etnik ve ırksal
grupları biyolojik türler olarak görmeye karşı önyargılı
davrandığını ileri sürer; çünkü onlar görünüşte hayvan
türlerine benzerler. Bu eğilim, evrimsel bir rastlantı, bir
eksaptasyondur. Etnik grupları veya ırkları biyolojik
türler olarak görmek için herhangi bir doğal seleksiyon
yoktur, fakat beyin farklı etnik grupların ve ırkların biyolojik türler olduklarını varsayar. Çünkü kuralcı endogami, soy temelli üyelik ve etnik grupları farklı bir tür olarak görünmesi için farklılaştıran kültürel olarak yaratılan
deri ve kıyafet biçimleri gibi fenotipik belirteçlerin varlığı dâhil olmak üzere, etnik gruplar ve ırklar doğal türlere
birkaç biçimde benzer. Etnisiteye dair herhangi bir biyolojik gerçeklikten dolayı değil, fakat farklı etnik gruplara
özgü kültürel belirteçler grup içerisindeki karşılıklı etkileşimlerin bedelini düşürdüğü için geçerli çıkarımları
destekleyen etnik gruplar yararlı bir özcü kategori olur.
Hirschfeld (1994, 1996), beşeri sosyal kategorilerin
naif biyolojik kategorilerle karşılaştırıldığı bu tür analojik
aktarım modellerine karşılık birkaç argüman sağlar (GilWhite 2001). Hirschfeld, gelişimsel verilerin analojik aktarım modeliyle öngörüldüğü üzere, ırka dair bilginin
hayvan türlerine dair bilgiyle koordinasyon halinde gelişmediğini gösterdiğini kaydetmektedir. Hirschfeld,
beşeri sosyal türlere özgü olan, alana özel bir modülü
savunur. “Türlü gerçeklikleri ve çocuğun özel kültürel çevresinde sağlamlaştırılan doğuştan gömülü ortaklıkları keşfetmeyle ilgili bilgiye dair çocuğun ilgisine rehberlik eden bir grup
228
soyut prensiplerle şekillendirilen gruplara çocukların doğal bir
merakı vardır” (1996: 193) demektedir. Hirschfeld, buradan hareketle, ırkın yaradılıştan insanoğlu türü olduğunu belirtir ve kalıtsal ve diğer dış fiziksel karakteristik
özelliklerinden bile daha fazla olmak kaydıyla, bunun
kimlikle son derece ilgili olduğuna dair kültürel bilgi ile
insan türlerine özgü bir modül arasında bir etkileşimi
önerir. İnsanlar, bu tür bir sosyal kategoriye gönüllü
olarak giremezler veya onu terk edemezler. Dört yaşındaki çocuklar bile ırksal kategorileri içselleştirilmiş ya da
doğal olarak görürler: “Küçük çocukların ırkla ilgili düşüncesi, teori benzeri kavramsal sistemleri, yani bir ontolojiyi,
alana özgü nedenselliği ve kavramların farklılaşmasını kapsar”
(1996: 88). “Fakat ırksal türler, doğal türler değildir (en azından, klasik biçimde düşünüldükleri gibi değil) ve onlar kesinlikle varlığı dış gerçeklikle başlatılan türler değildir” (1996:
197). Üçüncü bir olasılık, insanları yalnızca basit bir biçimde özcü anlamda kategorize etmek üzere değil, aynı
zamanda özcü bir biçimde, kimlikle ilgili ve kişi tarafından değiştirilemeyen farklı ırksal/etnik gruplar bakımından insanları özellikle kategorize etmek üzere tasarlanmış bir insani türler modülüne sahip olmasıdır.
Hirschfeld’in sonuçları, bu tür bir modelle uyumludur,
çünkü bu sonuçlar, ırkla ilgili bilginin kültürle sağlandığına dair görüşüyle uyumlu da olsalar, çok erken yaşlarda bile çocukların ırkı gerek vücut yapısı gerekse uğraşıdan daha özcü anlamda gördüklerini göstermektedir.
Moğol halkının psikolojik olarak diğer yakın etnik
gruplardan farklı göründüğü ve onların başka bir grubun kültürünü benimsemiş olsalar bile farklı görünmeye
devam edecekleri manidardır. Dolayısıyla, Gil-White’ın
denekleri bir Moğol ailesi tarafından evlat edinilen bir
229
Kazak çocuğunun, bir Moğol kültürü içerisinde yetiştirilmesine karşın bir Moğol gibi görünmeyeceğini veya
hiçbir şekilde bir Moğol gibi davranmayacağını (GilWhite 2001: 523) varsayarlar. Denekler, dış-grupta çevresindeki kültürü kabullenmeye karşın onları dışgruplardan farklılaştıran “içeride” bir şeyin olduğunu
varsayar. Bu gruplardan bireyler başka bir kültürde yetiştirilmiş olsalar bile, etnik gruplar arasında fiziksel ve
hatta davranışsal farklılıkların (örneğin, pigmelerle pigme olmayanlar veya şiddete ya da zekâya yönelik bir
saygı) oluşacağına dair, Gil-White’ın denekleri haklı olabilirler. Onların özcüleşme eğilimleri gruplar arasındaki
genetik bakımdan etkilenen gerçek farklılıklara hassas
bir uyumu, genetik olarak etkilenen özellikleri gözlenebilir şekilde farklılaşan diğer insan gruplarıyla tekrarlayan
karşılaşmalara adaptif (uyumlayıcı) bir tepkiyi yansıtabilir. Bu perspektiften, bir kimsenin kendi grubundan yalnızca kültürel olarak farklılaşan özselleştirici gruplarla
ilgili süreç, gruplar arasındaki gerçek genetik farklılıklara tepki olarak tasarlanan adaptif bir mekanizmanın yer
almasıdır.
Etnik dış-gruplara özgü bir adaptasyona yönelik argüman, Gil-White’ın analizinden yoksun özellikler olan
bilgi kapsüllemesini (özel bilgi türleriyle sınırlandırma),
hızı, bilinçdışı işlemeyi ve otomatikliği gösteren kanıtla
güçlendirilir (Rothbart ve Taylor 2001). Sosyal psikoloji
deneyleri, ırksal iç ve dış gruplara ait yüzlere deneklerin
farklı tepkiler verdiklerini göstermektedir (Fiske 1998).
Örneğin denekler, ırksal iç-grup üyelerinin yüzlerini
daha iyi hatırlayabilmektedirler (Platz ve Hosch 1988;
Bothwell, Brigham ve Malpass 1989). Hart ve diğerleri
(2000), Beyazlar ile Siyahların, işlevsel manyetik rezo230
nans görüntüleme kayıtlarıyla değerlendirildiği üzere,
ırksal iç-grup ve dış-grup üyelerinin fotoğraflarına diferansiyel “amigdala” tepkileri gösterdiklerini bulmuşlardır. Amigdala, korkuya ve yılanlar ile örümcekler gibi
korkuyla ilgili gelişimsel olarak hazırlanan korku kaynaklarına dair yüz ifadelerine bilinçaltında tepki vermek
olarak bilinir (Le Doux 1996; Ohmann ve Mineka 2001;
Whalen vd. 1998). Hart ve arkadaşlarının (2000) işaret
ettiği dış-grup yüzlerinde daha çok amigdala aktivasyonu, daha sonraki uyarıcı sunumları sırasında oluşmuştur; denekler dış-grup yüzlerinin değil iç-grup yüzlerinin
yinelenen sunumlarına alışkanlık göstermiştir. Bu bulgular; amigdalanın potansiyel olarak tehdit edici uyarıcılar
için ortamı gözetleyen ve uyarıcı artık tehdit edici olarak
görülmediğinde tepki vermeye başlayan bir teyakkuz
sistemi işlevi gördüğüne dair Whalen’in (1998) önermesiyle uyumludur. Bu sonuçların, Gil White (2001) tarafından vurgulanan kültürel olarak empoze edilmiş içgrup/dış-grup belirteçlerinden daha ziyade yüzsel özelliklere özgü olduklarına dikkat edilmelidir. Yukarıda
işaret edildiği üzere, De Bruine (2002) eğer diğer kişinin
yüzü kendilerine ait olana benzer ise iki kişilik bir güven
oyununda o kişinin diğerlerine daha çok güven gösterdiğini bulmuştur. Benzer biçimde Hesch (1993), Sovyetler Birliği’ndeki politikacıları eğer parti liderine sima
olarak benzerlik göstermişler ise deneklerin söz konusu
lidere destek vermelerinin daha muhtemel olduğunu
bulmuştur. Bu sonuçlar, insanların genetik benzerliğe
yönelik bir belirteç olarak yüzsel benzerliğine karşı hassas olduklarını ortaya koymaktadır.
Örtülü, bilinçdışı ve hızlı işleme, zaman içinde gelişen bilişsel modüllerin ayırıcı özellikleridir (Tooby ve
231
Cosmides 1992). Hart ve arkadaşlarının denekleri, ırksal
iç-gruplara veya dış-gruplara duygusal tepkide herhangi
bir bilinçli farklılık bildirmemiştir. Üstelik denekler ırksal iç-grup üyelerine göre dış-grup üyelerinin resimlerini
sınıflandırmada daha hızlıdırlar (Levin 1996; Valentine
ve Endo 1992). Yine de, çapraz-kültürel örneklerden ve
çok daha yakın (yakın akraba), fakat farklı görünen etnik
gruplardan benzer veriler olmadan özcü bir anlamda
insanları farklı ırksal/etnik gruplarda kategorize etmek
amacıyla tasarlanan alana özgü geliştirilmiş bir modülün
olduğu sonucuna varmak için erkendir. Bir uyarıcıdan
oluşan eksik deneyin daha çok belirsizlikle sonuçlanması
bekleneceğinden ve dolayısıyla amigdala teyakkuz sistemiyle gözlenme artırılacağından, Hart ve arkadaşlarının (2000) sonuçları, ırksal dış-grupla yapılan düşük
düzeyli bir deneyle de açıklanabilir (Whalen 1998). Bilinçli inanç ve tutumların da ırksal ve etnik dış-gruplara
tepki vereceğinden dolayı, bu sistem kısa ve öz biçimde
açıklanamaz (Van den Berghe 1981). Benzer biçimde,
amigdalanın modüler, alana özgü bir şekilde gelişimsel
açıdan önemli korku kaynaklarına reaksiyon gösterdiğinin bilinmesinin aynı zamanda öğrenilmiş korkular vakasında olduğu gibi, deneysel etkilere karşılık verdiği de
bilinmektedir (Le Doux 1996; Ohmann ve Mineka 2001).
İnsanların, salt genetik açıdan etkilenen fiziksel özelliklere dayalı olan içsel (yaradılıştan) doğal türler şeklindeki ırka ve etnisiteye yönelik bir modüle sahip olduğuna dair argümanların “Evrimsel Uyum Çevresi”nde insan gruplarının genetik açıdan etkilenen fiziki özelliklerinden ayrılarak diğer ırklar ve etnik gruplarla etkileşimi
yinelemiş olması gerekmektedir. Bu tür argümanlar,
genetik açıdan etkilenmiş bir kategori olarak özcü bir
232
yapıya özgü, ırk veya etnisite için seçilmiş olabilecek
ırklar ve etnik gruplar hususunda geçerli çıkarımlarda
bulunmasını ve etnik gruplarla ırklara dair çıkarımların
EEA’da seçilim değeri (uyum başarısı-uyum gücü) sonuçlarına sahip olmasını da gerektirmektedir (Barrett
2001: 12). İlk hususla ilgili olarak Harpending (2002),
uzun mesafeli göçlerin yaya olarak ve birkaç kuşak boyunca kolaylıkla oluştuğunu ve genetik nedenlerden
ötürü farklı görünen insanları birbirleriyle temas kurma
noktasına getirdiğini kaydeder. Bununla ilgili örnekler,
Khoisanlara yakın yaşayan Güney Afrika’daki Bantuları
ya da Pigme olmayanlara yakın yaşayan Pigmeleri içerir.
Ruanda ve Burundi’deki çeşitli gruplar oldukça farklı
görünürler ve birbirleriyle yaya olarak temas kurma mirasına sahiptirler. Harpending, genetik nedenlerden ötürü farklı görünen insanlar arasında bu tür karşılaşmaların son kırk bin yıllık insanlık tarihi açısından yaygın
olmasının “çok muhtemel” olduğunu kaydeder; insanların çoğunlukla durağan oldukları ve statik bir taşıma
kapasitesinde yaşadıkları görüşü tarih ve arkeoloji tarafından yalanlanmaktadır. Harpending, buna karşılık,
“yıldız yağmurlarından oluşan popülasyon genişlemesi”ne dikkati çeker. Örneğin İnuitler, Kuzey Kutup Bölgesine yerleşmişler ve birkaç yüzyıl içinde Dorsetleri yok
etmişlerdir; Orta ve Güney Afrika’ya Bantu yayılması,
Afrika’nın çoğunlukla kara kıta değil de sarı (yani
Khoisan) olması öncesinde, bir binyılda veya daha az
zamanda olmuştur. Diğer örnekler, Çin’de Han etnik
grubu yayılmasını, Kuzey Afrika’da Numik yayılmasını,
son birkaç yüzyılda Güney Afrika’da Zulu yayılmasını
ve Güney Amerika’da günümüzün Yanomamö yayılmasını içerir. Yıldız yağmuru dünyasında insanlar çok farklı
görünen insanlarla pek çok ilişki kurarlardı (Harpending
233
2002). Son olarak, Neandertallere ve modern insanlara
gelince, insan evrimi sırasında çeşitli Homo türler arasında hatırı sayılır kesişme vardır (Noble ve Davidson
1996).
Bu tür bir mekanizma EEA’da uyum başarısı sonuçlarına sahip olur mu? Popülasyon genetiği çalışmaları,
İngilizler ve Danimarkalılar arasında olduğu gibi, yakından bağlantılı (yakın akraba olan) gruplar arasında bile
ölçülebilir genetik mesafe göstermektedir (Salter 2002).
Bireyler, kendi kabile ve etnik gruplarında dış-gruplara
göre daha büyük bir çıkara sahiptirler ve iç-gruplar ile
dış-gruplar arasındaki ayrımı büyüten mekanizmalardan
faydalanacaklardır. Sosyal kimlik teorisinin temelini
oluşturan aynı evrimsel mantık ya da aslında GilWhite’ın eksaptasyon modeli gibi. Varsayımsal evrimleşmiş bir insan türleri modülünün gruplar arasında
güvensizliği ve düşmanlığı şiddetlendirmesi beklenecektir, çünkü dış-gruplar aslen ve esasen farklı olan insanlardan oluşmuş olarak görüleceklerdir (Hogg ve Abrams
1987). Sosyal kimlik araştırması, sosyal hareketliliğin
(geçirgen grup sınırlarının kapsamı) iç-grup/dış-grup
tutumlarına etki ettiğini göstermektedir. Geçirgenliğin
algılanması çıkar çatışması algısını azaltır ve geçirimsizlik algılamaları diğer grupla rekabete ve dış-grubun
olumsuz değerlendirmelerini içeren grup stratejilerine
yol açarken, diğer grubun kolektif bir şekilde hareket
etme yeteneğini azaltır. Etnik gruplar, kendi farklılıklarını, tahminen atfedici olan ve dolayısıyla değiştirmesi zor
ya da imkânsız olan ilişkilere bağlarlar (Horowitz 1985:
147). İnsanlar dış-gruptakileri “farklı bir türden” olarak
görmeye meyillidirler ve dolayısıyla aynı bir grubun
234
potansiyel üyeleri değildirler, ki bu gruplar arasında
daha çok çatışmaya yol açar.
Sosyal Kimlik Teorisi
Genetik benzerlik teorisi gibi fenotipik benzerlik temelli teoriler, ayrımcı mekanizmaların kültürel manipülasyonunun can alıcı önemini etno-merkezci grupların temel
karakteristik özelliği olarak irdelemezler. İç-grup üyeliğinin
tüm ilişkiler için kritik öneme sahip olduğu sonucuyla birlikte grupların ayrımcı kültürel uygulamaları geliştirmeleri
yaygındır. Örneğin, Anabaptist gruplar (Amişler ve
Hutteritler) ile onu çevreleyen toplum arasında kıyafet biçimleri, daha geniş kitle iletişim araçları kültürüne aşinalık,
dinsel inanışlar ve örgütsel yapılar dâhil olmak üzere, geniş
kültürel engeller bulunmaktadır (MacDonald 1994/2002).
Sonuç olarak, geniş özellikler kapsamında Anabaptisler ile
Anabaptist olmayanlar arasındaki fenotipik ve genetik benzerlik, grup dışındakilerle arkadaşlığın, iş ittifaklarının ve
evliliğin teşvik edilmesine yönelik bir mekanizma şeklinde
etkin biçimde engellenmiştir ve dinsel/etnik bağın (grup
üyeliği) bir sınıflandırma kriteri olarak önemine dair yöndeş bir aşırı büyüme (hipertrofi) vardır. Üstelik benzer olmayan diğerlerine yönelik genelleştirilmiş olumsuz tavırlar,
onların grup üyeliği nedeniyle, bireylere karşı yöneltilen
düşmanlığı hesaba katmada yetersiz görünür. Genetik Benzerlik Teorisi ya da yabancı düşmanlığıyla ilgili önerilen
mekanizmalar, her bir bireyin diğerlerini çok benzer olandan çok benzersiz olana kadar değişen bir uzay-zamanda
değerlendirdiğini öne sürer. Bununla birlikte, etnik rekabetin önemli bir özelliği, etnik bölücülük ve bir benzerlik kriteri olarak dinsel/etnik statünün uyumlu aşırı büyümesiyle
yaratılan süreksizliklerin bulunmasıdır. Temel olarak ihtiyaç duyulan şey, bireyin diğer fenotipik karakteristiklerin235
den daha ziyade, grup üyeliğinin başlı başına gruplar arasındaki düşmanlığın oluşmasında karar verici öneme sahip
olduğu teorik bir bakış açısıdır.
Sosyal kimlik teorisi, gruplara dair gelecek vaat eden
bir evrimsel teori sunmaktadır (MacDonald 1998; Tullberg
ve Tullberg 1997; Van der Dennen 1999). Sosyal kimlik teorisinin erken bir biçimi William Graham Summer tarafından
belirtilmiştir ki o, şöyle bir sonuca varmıştır: Gruba bağlılık,
onun için kurban olma, grup dışındakilere yönelik nefret ve
aşağılama, içeride kardeşlik, dışarıda kavgacılık hepsi birlikte gelişen aynı durumun ortak ürünleridir. Bir diğerlerinin grubundan erkekler, atalarının bizim atalarımıza savaş
açtığı grup dışındaki kimselerdir. Her bir grup kendisine ait
gurur ve kibri besler, kendi üstünlüğünü över, kendine ait
ilahilikleri göklere çıkartır ve grubun dışında olanlara küçümsemeyle bakar. Her bir grup kendisine ait adetleri tek
doğru adetler olarak düşünür ve diğer grupların diğer adetlere sahip olduğunu gözlemlerse, bunlar kendisinin küçümsemesini harekete geçirir. (Summer 1906: 13). Sherif ve arkadaşlarının (1961) klasik çalışması ise, gruplar arası rekabetle iştigal eden çocukların grupları rastgele seçildiği zaman gruplar arasında sistematik genetik veya fenotipik
farkların yokluğuna karşın grup üyeliğinin kişisel kimliğin
önemli bir yanı olduğunu bulmuştur. Gruplar birbirinin
olumsuz kalıp yargılarını (sterotipler) geliştirmiş ve “kötü
huylu, dengesiz, kötü niyetli” çocuklardan oluşan gruplara
dönüşmüşlerdir (Sherif 1966: 85). Yabancılardan korkma ve
hoşlanmama kolayca oluşturulur, bilhassa deri rengi gibi
bariz fiziksel farklılıklarla belirtildiği zaman grup farklılıkları çabucak bilince kaydedilir (Hebb ve Thompson 1964).
Levine ve Campbell (1972) iç-gruplara karşı olumlu algıların ve davranışın, dış-gruplara karşı olumsuz algıların ve
236
davranışın “etno-merkezci sendrom” ile ilgili teorileri ve
antropolojik kanıtları değerlendirmişlerdir.
Sosyal kimlik araştırması, insanların kendilerini gruplarla özdeşleştirmeye eğilimli olduklarını göstermektedir.
Hem iç-grupları hem de bilhassa dış-grupları aslında olduklarından daha homojen olarak kavramsallaştırmaya
dair bir eğilim vardır. İç-grubunun basmakalıp tutum ve
davranışları pozitif olarak değerlendirilirken, dış-grubun
tutum ve davranışları ise negatif olarak değerlendirilir
(Brewer ve Brown 1998; Fiske 1998; Abrams ve Hogg 1990;
Hogg ve Abrams 1987). Dış-grup üyelerine karşı olumsuz
tutum ve davranışlar, zarar gören ve zarar veren dış-grup
üyelerine karşı normatif yasaklarla yumuşatılırken
(Hewstone, Rubin ve Willis 2002), bu tür normlar birçok
toplumda yürürlükte değildir; o kadar ki, birbiri ardınca
ülkede, diğer etnik gruplar övücü olmayan ve aşağılayıcı
terimlerle tanımlanırlar (Horowitz 1985: 7). Bu kategorileştirme süreçlerinin sonucu, iç-grup lehine ayrımı kapsayan
davranış, iç-grubun üstünlüğüne ve dış-grubun düşüklüğüne dair inanışlar ve iç-grup için pozitif duyuşsal tercihle
dış-gruba yöneltilen negatif duygudur. İç-grup kaynaşmasına ve dış grubun değerinin düşürülmesine yönelik bu
eğilimler, gruplar arasındaki asıl çıkar çatışmalarıyla şiddetlenir (Triandis 1990: 96). Yine de, iç-grup kayırmacılığı
ve dış-gruplara karşı ayrımcılık, sözde minimal grup deneylerinde, yani grupların herhangi bir çıkar çatışması veya
aslında hiç de herhangi bir sosyal etkileşimle oluşturulmadığı deneylerde bile oluşur. Hatta deney denekleri grupların rastgele oluştuğunun farkında oldukları zaman bile söz
konusu denekler, iç-grup ile dış-grup arasındaki farkı maksimuma çıkarmaya çalışırlar, hatta bu tür bir strateji onların
kendilerine ait grubun ödüllerini maksimuma çıkarmaya237
cakları anlamına geldiği zaman bile durum aynıdır. Burada
önemli olan amaç, diğer grubu yenmek olarak görülür.
Minimal grup deneylerini son derece yapay durumu nedeniyle anlamlı olmayan şeklinde reddetmekten daha ziyade,
bu çalışmalar insan beynindeki “gruptaşlık” en rastgele
biçimde oluşturulan gruplar açısından bile dış-gruplara
karşı açıkça ayrımcılık eğilimi gücüne işaret eder.
Sosyal kimlik araştırmasının ampirik sonuçları, sosyal
kimlik süreçlerinin gruplar arası rekabet için tasarlanmış
psikolojik bir adaptasyon olduğunun farz edilmesiyle son
derece uyumludur. Mevcut kanıt, minimal grup bulgularının farklı yaşlarda, farklı milliyetlere, farklı toplumsal sınıflara sahip denekler ve çok sayıda bağımlı değişken boyunca
genelleştirilebileceğini gösterir (Bourhis 1994). Antropolojik
kanıt, bir kimsenin kendi grubunu üstün olarak görme eğiliminin evrenselliğini göstermektedir (Vine 1987). İçgrupların lehine önyargılara yönelik eğilim, minimal grup
deneylerinde bile (Otten ve Wentura 1999) otomatik ve
dolaylı olarak, başka bir deyişle, bilinçli farkındalık olmaksızın doğar; bu nitelikler diğer nedenlerden ötürü doğabilmelerine rağmen, otomatiklik ve dolaylı bilinçdışı işleme,
EEA’da yineleyen sorunlara adaptasyonlar şeklinde tasarlanan alana özgü geliştirilmiş modüllerin karakteristik özellikleridir (Tooby ve Cosmides 1992). Üstelik toplumsal kimlik süreçleri, dış-grupla ilgili açık bilgi öncesinde, yaşamda
çok erken oluşur. Onlar, bazı hayvan türleri arasında da
oluşmaktadır. Russell (1993: 111), insanlar gibi, şempanzelerin dünyayı “bize” karşı “onlara” böldüklerini kaydeder ve
Van der Dennen (1991: 237), insan ile hayvan çatışması üzerine literatüre dair kendi görüşü temelinde, gelişmiş türlerin duygusal mekanizmalarına dayalı olarak güçlü grup
sınırlandırmalarına sahip olduklarını öne sürmektedir.
238
Grup etkileşimleriyle ilgili bilişsel mekanizmaların adaptif
amacını belirten, Rutherford ve arkadaşları (1997), rasyonel
seçim teorisiyle uyumlu olmayan fakat rekabet eden grupların ortamında son derece uyumlu olabilecek adaptif bir
durumda insanların bireysel/grup maliyet/fayda bedellerini
tarttıklarını bulmuşlardır. Yine, ilgili kanıt iç-grupların ve
dış-grupların algılarının uyarlanabilir amacın sonucu olduğunu ve gruplar arası rekabetin evrimsel uyuma dair beşeri
çevrenin bir gerçekliği olduğunu göstermektedir.
Sosyal kimlik süreçlerinin güçlü duygusal bileşenlerini
insan beyninin evrimleşmiş mekanizmasının bir yönü olması haricinde izah etmesi çok zordur. İç-grup, pozitif bir
farklılık, pozitif bir sosyal kimlik geliştirir ve bu sürecin bir
sonucu olarak özsaygıyı artırır (Aberson, Healy ve Romero
2000; Rubin ve Hewstone 1998). Grup içerisinde pek çok
bağlayıcılık, pozitif duygusal önemseme ve yakınlık varken
grup dışındaki ilişkiler düşmanca ve kuşkucu olabilir. Hogg
ve Abrams’ın (1987: 73) kaydettiği üzere, iç-grup özdeşleşmesinin duygusal sonuçları sadece bilişsel süreçlerle açıklanamaz ve bir öğrenme teorisi ümitsiz bir şekilde geçici ve
gereksiz görünebilir. İnsanların kendilerini sosyal kategorilere yerleştirme ve bu kategorileri güçlü duygusal ve değerlendirici üst tonlar (suç, empati, özsaygı, bir grup kimliğini
güvene alma rahatlığı, onu kaybetme endişesi) olarak varsayma eğilimleri sosyal kimlik süreçlerinin biyolojik desteklemesine yönelik en iyi adaylarıdır. Açıkçası, insanların
gruplara kategorize edilmesi, genel insan sınıflandırma
sürecinin basit bir örneğinden çok daha fazlasıdır.
Sosyal kimlik süreçleri, kaynak rekabeti ya da diğer algılanan tehdit kaynakları zamanlarında da şiddetlenir
(Hogg ve Abrams 1987; Hewstone, Rubin ve Willis 2002), ki
bunun gruplar arası çatışmaya yönelik bir adaptasyon ol239
duğu varsayılır. Yaygın bir etnik çekişme kaynağı, yabancılar tarafından hükmedilme korkusudur (Horowitz 1985:
188). Keeley (1996: 129, 138-14l), devlet-öncesi toplumlar
arasında, “zor zamanların” ve genişleyen popülasyonların
sıklıkla savaş durumuyla ilişkili olduklarını bulmuştur.
Alexander (1979) ile Johnson (1995) tarafından vurgulandığı
üzere, dış tehdit iç bölünmeleri azaltma eğilimindedir ve içgrup üyeleri arasındaki ortak çıkar algılarını maksimuma
çıkartır. Bu bulgulara dair evrimsel bir yorum, sosyal kimlik
süreçlerinin, şempanzeler gibi gelişmiş hayvan türleri arasında da oluştuğunu gösteren sonuçlarla da desteklenir
(Van den Dennen 199l). Sosyal kimlik süreçlerinin güçlü
duygusal bileşenlerini, insan beyninin evrimleşmiş mekanizmasının bir yönü olması haricinde açıklamak çok zordur. İnsanların kendilerini sosyal kategorilere yerleştirme
ve bu kategorileri güçlü duygusal ve değerlendirici üst
tonlar olarak varsayma eğilimleri son derece uyum sağlayan kolektivist gruplara katılımın biyolojik alttan desteklemesine yönelik en iyi adaylarıdır.
Sosyal kimlik teorisinin sonuçları, insanların bireylerden oluşan kümeler şeklinde gruplar biçiminde sınıflandırılması bir bilgi verme kaybı formunda uyarlanabilir bir
gerçeklik bozulmasını içermektedir savını desteklemektedir. Sosyal dünyayı iç-grup ile dış-grup (grup içi ve grup
dışı) arasında iki zıt kutba ayrılmış olarak algılama, epey
bilgi kaybına yol açar. Hem iç-grup üyelerinin hem de dışgrup üyelerinin kendi grubunun basmakalıp özelliklerinin
iç-grup üyeleri için pozitif olarak değerlendirilen özellikler
ve dış-grup üyeleri için negatif olarak değerlendirilen özelliklerle karakterize edilmiş olması sonucu, iç-gruplardaki
insanların grup içerisinde bireysel farklılıklarla ilgilenememeleri oldukça muhtemeldir (Hogg ve Abrams 1987). Bu
240
kayıp bilgi verme, grup sınıflarını keskinleştirme, iç-grup
hakkında pozitif duyguları ve dış-grup hakkında negatif
duyguları pekiştirme ve iç-grup lehine ve dış-grup aleyhine
ayrım yapma sonucunu doğurur. Pozitif bir öz imaj oluşturmak amacıyla gruplar da türetirler; yani icat ederler. En
azından diğer gruplardan farklılık gösterecekleri öznitelikleri seçerler: “Eğer bir grup, başarı güdülenmesi boyutunda
haksız karşılaştırmayla zarara uğrarsa, her şeye rağmen,
göreceli grup değerlendirmesi için alternatif bir altyapı
sağlayan vatan ile özel bir bağlantıya sahip olabilir”
(Horowitz 1985: 186).
Sosyal kimlik teorisinden elde edilen ampirik veriler,
iç-grup ve dış-grup anlayışlarının, doğal seleksiyonun odağı olduğunu göstermektedir, başka bir deyişle, bireylerin
art arda bağlanmalarından daha çok iç-grupların ve dışgrupların grup olarak algılanmalarının uyarlanabilir olduğu durumlara insanlar tekrar tekrar maruz kaldığı için söz
konusu mekanizma evrimleşmiştir. Sosyal kimlik araştırması, tehdit altındaki gruplarda bulunan insanların ortak
bir psikolojik kader duygusu geliştirdiklerini göstermektedir (Rabbie ve Wilkins 197l). Sosyal kimlik mekanizmalarının gruba yönelik dış tehdidin varlığına karşı oldukça hassas olarak görünmesi, insanların bireysel çıkarını takip etmeyi sürdürdükleri varsayımıyla uyumludur; tehdit olmadığında insanlar daha bireyselcidir ve tehdit anlarında ise,
grup ile bireysel çıkarlar gittikçe artan oranda örtüşür ve
grup üyeleri gittikçe ortak bir kadere sahip olurlar. Ayrılmanın bireysel olarak avantajlı olmadığı veya hiç de iyi bir
seçenek olmadığı gruplar arası yoğun rekabet örnekleri ve
askeri çatışmalar gibi durumlarda insan gruplarında ortak
kaderin oluşması muhtemeldir. Savaş, bu durumları karşılayacak en muhtemel adaydır. Savaş, devlet-öncesi toplum241
lar arasında yineleyen bir fenomen olmuş görünmektedir.
Araştırmalar, toplumların %90’ından fazlasının savaşla
iştigal ettiğini, büyük çoğunluğunun en azından yılda bir
defa askeri faaliyetlerde bulunduğunu göstermektedir
(Keeley 1996: 27-32). Üstelik her ne zaman modern insanlar
sahneye çıktılarsa, öldürücü şiddetin nihai kanıtı, yeterli
sayıda ölü gömme göz önünde bulundurulduğunda daha
yaygın olur (Keeley 1996: 37). Sıklığından dolayı ve sonuçlarının ciddiyetinden ötürü ilkel savaş, uygar savaştan daha
ölümcüldür. İlkel ve prehistorik toplumlardaki çoğu yetişkin erkek savaş ile uğraşmıştır ve bir ömür boyunca defalarca çatışma görmüştür (Keeley 1996: 174).
Ortak kader, olasılıkla potansiyel firarilerin iç-grup tarafından derhal idam edildikleri veya şiddetle cezalandırıldıkları durumlarda veya hayatta kalanların galip gelen bir
dış-grup tarafından derhal idam edildikleri veya kadınlara
ve diğer kaynaklara erişimin boşa gittiği durumlarda söz
konusu olacaktır. En azından bazı durumlarda devletöncesi savaşta disiplin ve zorlamanın yüksek düzeylerine
ilişkin az kanıt vardır (Tumey-High 1971). Yine de, korkaklar sık sık utandırılmış ve cesaret ise son derece değerli bir
özellik olmuştur (Keeley 1996: 42-44; Tumey-High, 1971),
hatta gerçekten savaş grubundan kaçışın sosyal baskının bir
sonucu olarak bazı bedelleri vardır. Daha önemlisi, belki de
ele geçirilen insanların, bilhassa erkeklerin katledilmesi
savaş halinin kalıcı bir özelliği olmuş olmasıdır. İktidara
yükseldiklerinde Aztekler, muhtemelen tüm fethedenlerin
her zaman yaptığı gibi, kendilerine karşı olanları katletmişlerdir (Keegan (1993: 114). Devlet-öncesi savaşta, kadınlar
sıklıkla savaş ödülü sayılırken derhal ölüm kadınların ve
çocukların kaderiydi ve yetişkin erkek tutsakların ise mutlak kaderiydi. Silahlı ya da silahsız erkekler, ilkel toplumla242
rın büyük çoğunluğunda savaşlarda, baskınlarda veya savaş sonrası bozgunlarda çekinmeden öldürülmüşlerdir.
Teslim olmak, kabilenin yetişkin erkekleri için pratik bir
seçenek değildi, çünkü ele geçirilme sonrası hayatta kalmak
imkânsızdı (Keeley 1996: 84). Dolayısıyla, gruplar arasındaki yoğun çatışma durumlarının tekrar tekrar ortak kader
durumuna sebep olduğunu düşünmemiz için birkaç neden
vardır. Üstelik Boehm (1997), avcı-toplayıcı insan gruplarının evrimsel açıdan uzun bir zaman boyunca hem genetik
hem de kültürel evrime etki etmiş olan bir “eşitlikçi ahlak”
ile karakterize edildiklerini göstermektedir. Eşitlikçi ahlak,
et ve diğer önemli kaynakların tüm grup tarafından paylaşıldığını, liderlerin gücünün sınırlandırıldığını, başına buyruk liderlerin cezalandırıldığını ve hemen hemen tüm
önemli kararların bir uzlaşma süreciyle alındığını ifade
eder. Eşitlikçi ahlak, bu nedenle bireylerin, aynı gruptaki
diğer bireylerin pahasına kendilerinin seçilim değerini artırmalarını zorlaştırarak grup içerisinde nispeten davranışsal tekdüzeliğe ve zayıf seçilim baskılarına yol açar. Dedikodu ve sosyal yardımları kısıtlama gibi sosyal kontrolün
hafif biçimleri, sözde başat karakterleri kontrol etmek için
genellikle yeterlidir, fakat sürgün etme ve infaz etme gibi
aşırı tedbirler, etnografik literatürde kayıtlıdır. Boehm, grup
içerisindeki davranışsal farklılıkları kontrol etmesi ve gruplar arasındaki davranışsal farklılıkları artırmasıyla, eşitlikçi
ahlakın seçilim düzeyleri arasındaki dengeyi değiştirdiğini
ve gruplar arasındaki seçilimi insan evriminde önemli bir
güç haline getirdiğini ileri sürer.
Bireyselcilikte/Kolektivizmde Bireysel ve Grupsal
Farklılıklar
Harry Triandis’in (1990, 1995) geliştirdiği bireyselcilik/kolektivizm teorisi, sosyal kimlik teorisinin ele aldığı
243
aynı eğilimlerin çoğundaki bireysel farklılıklara ve kültürler
arası farklılıklara vurgu yapar. Bireyselcilik/kolektivizm
teorisi, bireysel hak ve çıkarlardan daha çok iç-grubun amaç
ve ihtiyaçlarına önem verildiği oranda kültürler arası farklılıkları tanımlar. İç-grup normları, işbirliği yapma ve bireysel amaçları grubun ihtiyaçlarına göre ikinci derecede
önemli sayma görevi, kolektivizme son derece yatkın olan
bireyler için önceliklidir. Kolektivist kültürler, geniş çaplı
bir akrabalık ilişkileri ağında sosyal iç içe geçme ve gömülmüşlükle karakterize edilir. Bu tür kültürler, iç-grup normlarının evrensel olarak kabul görmüş bir etno-merkezcilik
biçimi olduğu algısını, iç-grup otoritelerine otomatik itaat
(otoritercilik) ve iç-grup için savaşma ve ölme isteği dâhil
olmak üzere, iç-gruba bir “sorgusuz bağlılık” geliştirir
(Triandis 1990: 55). Kolektivist kültürler iç-grup önyargılarına daha yatkındır (Heine ve Lehman 1997; Triandis ve
Trafimow 2001). Sosyal kimlik süreçleri gibi, kolektivizme
yönelik eğilimler dış tehdit anlarında şiddetlenmekte ve
yine kolektivizme yönelik eğilimin gruplar arası çatışmaya
ilişkin bir mekanizma olarak gelişen ihtiyari bir karşılık
olduğu öne sürülmektedir.
Eğer ortak bir kader duygusunun geliştirilmesiyle ilgili
psikolojik mekanizmalarda önemli bireysel farklılıklar varsa, bazı bireylerin ortak bir kader duygusuna son derece
yatkın olduğu ve gruptan ayrılmanın psikolojik olarak var
olan bir seçenek olmadığı tam yerinde olacaktır. Aslında,
bu tür insanlara ilişkin örnekler mevcuttur. Bilhassa dikkat
çeken nokta, grubu terk etmektense ölüme veya toplu katliama maruz kalan bireyler fenomeni olmuştur. Modern zamanlarda periyodik olarak bu tür örnekleri görmekteyiz ve
antik çağlardaki Hıristiyan şehitlerinden iki bin yıllık bir
dönemden daha fazla zamandır birçok Yahudi şehit örnek244
lerine kadar değişen birçok tarihsel örnek de vardır. Son
derece kolektivist grupların işkencesi, tipik olarak ayrılmalarla sonuçlanmaz, daha çok kolektivist eğilimlerde bir artışla sonuçlanır. Örneğin Peter (1987), Hutterit kolektivizminin en yüksek noktasının 17. yüzyıl dini işkenceleri sırasında olduğunu belirtir. Başka hiçbir ulusun kendine ait
yaşam tarzını savunurken savaştığı gösterilemez ve kendi
nedeni için Yahudilerin ölmeye hazır olması örneklerle
ispat edilmektedir (Sanders 1992: 239).
Şehitlik örnekleri teorik açıdan önemlidir, çünkü bu tür
insanların süren grup üyeliğinin öngörülen faydalarıyla
grubu terk etme eğilimini dengeleyerek bireysel seçilim
bedellerini hesap eden bir algoritmaya sahip olduklarını
varsaymak çok zordur. Bu tür bir fenomene ilişkin net yorum, bu insanların, her ne olursa olsun, grupta kalmalarına
zorlanmalarıdır. Böylesi örnekler, bu tür insanların grubu
terk etmelerine, kendi yollarına gitmelerine ve dış-grubu
benimsemelerine neden olacak hiçbir akla gelebilir koşulun
bulunmadığını ortaya koymaktadır. Kendini kurban etmeye
dair bu tür bir uç örneğin bir insanın psikolojik adaptasyonu olduğunu sanmıyorum. Diğer birçok psikolojik adaptasyon vakasında olduğu gibi, önemli bireysel farklılıklar bulunmaktadır (MacDonald 1991, 1995; Wilson 1994). Kavramsal olarak, sosyal kimlik ve bireyselcilik ve kolektivizmle ilgili kişilik sistemlerindeki ve mekanizmalarındaki bu
bireysel farklılıklar, kapsamı uygulanabilir stratejilerin bir
dağılımını eşleştiren daimi bir fenotipler dağılımının temsil
edilmesi olarak görülebilir. Bu varyasyonun aşırı bir ucunda, grup üyeliğinin bireysel bedellerini hesaba katmadıkları
ve gruptan ayrılmaktansa canı gönülden ölümü göze aldıkları ortak bir kader duygusunu geliştirmeye son derece
245
yatkın olan önemli miktarda bir insanın bulunduğu görülür.
Gruptan ayrılmanın psikolojik olarak mevcut bir seçenek olmadığı, önemli miktarda insanın var olmasının gruplar arası seçilimin insanlar arasında meydana gelmiş olduğunun varsayılması gerektiğini gösterdiği de kaydedilmelidir. Bununla beraber, bu tür insanların var olması, grupların bir seçilim aracı olmasının bir koşulu değildir. Tüm insanlar tamamen fırsatçı olsalar ve kendi grup ilişkilerinde
dönek olsalar bile, hatta o kadar ki grup üyeliği daima bireysel çıkara bağlı olmuş olsa bile, bir seçilim aracı olarak
gruplar yine de koordineli grupların davranışını anlamayı
gerektirecektir (Wilson ve Sober 1998). İnsanların kalıcı,
sınırlandırılmış, ayrık toplanmalarının çoğu insan için sosyal çevrenin yaygın bir özelliği olması muhtemeldir (Levine
ve Campbell 1972). Söz konusu fenomen önemlidir, çünkü
bir hayli insanın, iç-grup ve dış-grup statüsünün psikolojik
olarak son derece dikkat çekici olduğu grup yapılı popülasyonlarda fiilen yaşadığı anlamına gelecektir (Palmer,
Fredrickson ve Tilley 1997). Örnekler, Çingeneleri,
Anabaptist dini grupları (Amişler, Hutteritler), 17. yüzyıl
Kalvinistlerini ve püritenlerini ve dünyanın birkaç kısmında oluşan denizaşırı Çinli grupları kapsar (MacDonald
1994, 2002).
Bazı kültür grupları dikkat çekici biçimde diğerlerinden daha da kolektivisttir. Çin’den Kuzey Afrika’ya kadar
olmak üzere, Eski Orta Dünya kültürel alanı; geniş çaplı
akraba grupları, güçlü ataerkil sosyal yapısı, akraba evliliği,
etno-merkezcilik ve yabancı düşmanlığı ile kolektivizme
eğilimlidir (Burton ve diğerleri 1996). Toplum, gruplar arası
çatışmanın kendilerinin evrimsel tarihinin önemli bir bileşeni olduğunu ortaya koyan, sürüleri korumak üzere askeri
246
birlikler işlevi gören erkek-egemen gruplar çevresinde merkezlidir. Askeri gücü arttırmak amacıyla daha geniş gruplar
oluşturmak için epey bir baskı vardır ve bu başlık parası
aracılığıyla ekstra kadın alınarak kısmen yapılır. Orta Doğulu toplumlar, antropologlar tarafından nispeten geçirimsiz gruplar içerisinde örgütlenen “parçalı toplumlar” olarak
karakterize edilir (Coon 1958: 153; Eickelman 1981: 157-174).
Bu toplumlardaki bireyler, sıklıkla saç stili veya giyinme
gibi dış belirteçlerle birlikte güçlü bir grup kimliği ve grup
sınırları duygusuna sahiptirler ve keza homojen grupların
yanı sıra kendilerinin homojenliğini muhafaza ettikleri yerde farklı gruplar farklı alanlara yerleşir. Carlton Coon’un
(1958) Orta Doğulu toplumlara dair şu tanımını lütfen dikkate alın: “Oradaki düşünce, bir ülkenin vatandaşlarını bir bütün olarak tekdüze vurgulamak değil, her bir özel segment içerisinde tekdüzeliği ve segmentler arasında mümkün olan en büyük
aykırılığı vurgulamaktı. Her bir etnik birimin üyeleri bazı sembol
figürasyonlarıyla kendilerini tanımlama ihtiyacı hissederler. Eğer
kendilerinin tarihi nedeniyle bazı ırksal özelliklere sahip olurlarsa,
onlar özel saç kesimleriyle bu kadar gelişecekler; her halükarda
ayırt edici kıyafetler giyecekler ve farklı bir şekilde davranacaklardır” (Coon 1958: 153).
Batılı toplumlar, bireyselciliğe, geniş aile yapısından
daha sade ve geniş çaplı akrabalık bağlarına ve iç-grup
ilişkilerine göreceli vurguya daha yatkındırlar (Horowitz
1985; Triandis 1995; MacDonald 1998, 2002). Batılı toplumlarda etnik çatışma, buna bağlı olarak kolektivist toplumların olağan olduğu Afrika ve Asya’dan daha az yoğundur.
Batı’nın bölünmüş toplumlarında, Asya ile Afrika’dan genel
olarak daha kompleks bir grup sadakat yapısı vardır. Karışık parti sistemlerine ve kompleks meseleler konfigürasyonlarına yansıtılan, politik açıdan önemli bir dizi başka
247
bağlılıklarla tamamlandıkları için etnik bağlılıklar daha az
kapsamlıdır. “Eğer bireyci düşüncenin yaygın önemi olmasaydı,
etnik ilişkiler dünyası oldukça farklı olurdu ve inanıyorum ki
halihazırda olduğundan daha az sivil olurdu” (Horowitz 1985:
89).
Rasyonel Seçim Mekanizmaları
İnsanlar yeni ortamlarda evrimsel (gelişimsel) hedefleri uyumlu bir biçimde edinmeyi amaçlayan maliyet/fayda
hesaplamalarını yapan rasyonel seçim mekanizmalarına
sahiptirler. Psikolojik terminolojide bunlar, yeni, kompleks
ve nispeten öngörülemeyen ortamlarda insanların rasyonel,
adaptif seçimler yapmasına olanak sağlayan, zeka testleri gfaktörü, klasik koşullanma ve sosyal öğrenme gibi, genel
mekanizmalardır. (MacDonald 1991). Grup üyeliği meselesine uygulanan bu tür mekanizmalar, bireylerin acil maliyet/fayda hesaplamalarına bağlı olarak fırsatçı bir şekilde
gruplara katılmalarına veya gruplardan ayrılmalarına
(Goetze 1998), çaba sarf etmeden elde etmekten kaçınmak
için grup sınırlarını etkili bir biçimde gözlemlemelerine ve
dış-gruplarla ilişkileri düzenlemelerine olanak sağlar
(MacDonald 1994, 2002). Örneğin, ekonomik mükâfatlar
sözü bir kişinin bir gruptan bir başka grup için ayrılmasına
neden olur. Yahudi dinsel hukuku, diğer Yahudileri ele
veren veya diğer Yahudilerin hayatlarını tehlikeye atan
Yahudilerle ilgili düzenlemeleri son derece detaylandırmıştır; sıklıkla kişisel çıkar için Yahudilere ihanet eden Yahudilere karşı sabit bir vakalar akışına başvurulmuştur (Shahak
ve Mezvinsky 1999). Rasyonel seçim mekanizmaları, örneğin modern çok kültürlü demokrasilerin kurumsal yapısının gezinilmesinde, devamlı olarak değişen ortamlarda
grup çıkarlarını tanımlamanın ve gözetmenin temelini oluşturur. Genel zekâ tartışmaları, zekânın alışılmadık problem248
lerin çözümünde faydalı olduğunu vurgular. Evrimsel bir
bakış açısından, minimal bir ön bilgi miktarıyla karakterize
edilen alışılmadık ve yeni koşullarda evrimsel amaçlara
ulaşılması, kritik bir fonksiyondur. Akışkan zeka, akıl yürütme becerileri yeni sorunlarla uğraşmada, ilişki sonuçları
çıkarmada ve tümevarımsal, tümdengelimsel ve bütünleştirici akıl yürütme işlerini çözmede kullanılması gereken
otomatikleştirilmiş sistemlerden, stratejilerden ve kestirme
yollardan oluşur (Horn ve Hofer 1992: 88). Zekâ üzerine
yapılan araştırmalar devamlı olarak daha zeki insanların
minimal bir ön bilgi miktarıyla karakterize edilen alışılmadık ve yeni koşullarda hedeflere ulaşmada daha iyi olduklarını ortaya koymaktadır. Zekâ, “ne yapacağını bilmediğin
zaman ne kullandığındır” (Bereiter 1998: 111).
Genel model, bir dizi mekanizmayla elde edilebilen
güdü yatkınlıklarını insanın evrimleştirdiğidir. İnsanların
genelleştirilmiş seçilim değerini maksimuma ulaştırmakla
adaptasyonların geçmiş ortamlarda spesifik sorunları çözmek üzere yaratıldığı şeklinde tasarlanmadıkları evrim
psikologları tarafından sık sık kaydedilmektedir (Tooby ve
Cosmides 1992). Bununla birlikte yeni, öngörülemeyen
ortamlarda gelişimsel hedeflere ulaşmayı amaçlayan genel
mekanizmalar modeli oldukça farklı çıkarımlara sahiptir.
İnsanlar gelişimsel hedefler arayışında potansiyel açıdan
esnek
stratejistler
olarak
kavramsallaştırılmaktadır
(Alexander 1979). Bu perspektiften bireyler, etnik grupların
rasyonel egoistler biçiminde üyesidirler (Tullberg ve
Tullberg 1997) ve etnik grupların kendileri de rasyonel egoistler biçiminde davranış gösterir. Örneğin, Asya ve Afrika’nın etnik olarak bölünmüş toplumları mevcut kurumsal
yapı içerisinde kendi çıkarlarını genişletmek amacıyla siyasal partiler kurarlar (Horowitz 1985: 293). Bu kurumsal
249
yapıda uyumlu bir biçimde davranma, genel problem çözme mekanizmalarını gerektirir. Bu mekanizmalar mevcut
durumların değerlendirilmesine, ittifaklar kurulmasına, içgrup üyelerini toplamaya ve kaynakların elde edilmesine
dayalı olan açık planlar oluştururlar. Benzer biçimde, çağdaş Batılı toplumlardaki azınlık gruplarının çıkarları siyasal
ve hukuksal süreç birikimleri yoluyla tipik olarak geliştirilir: para toplamak için mekanizmaların geliştirilmesi; medya mesajlarına etki etmek için sosyal bilim araştırmalarından yararlanma ve onları oluşturma; iç-grup üyelerini toplama ve iç-grup ile dış-grup üyelerini manipüle etme; internetten faydalanma vs. Diğer bir genel mekanizma olan klasik koşullanma (MacDonald ve Chiappe 2002) da önemli
olabilir. Johnson (1997), akrabalık terimlerinin iç-gruplara
bağlılığı artırma manipülasyonunun duygusal gücü akrabalık tanıma mekanizmalarında (örneğin anavatan, kardeşlik)
kökleşmesinden türeyen ilişkilere dair klasik koşullanmaya
dayalı olduğunu öne sürer.
IQ ile ekonomik başarı arasındaki bağlantıdan dolayı
(Gottfredson 1997; Lynn ve Vanhanen, 2002), nispeten yüksek bir IQ’ya sahip deniz aşırı Çinliler ve Diaspora Yahudileri gibi gruplar, yüksek düzeylerde ekonomik başarıya
ulaşabilmektedirler; dolayısıyla bu gruplar, etkili etnik çıkar
örgütlerini destekleyen kaynaklara sahiptirler ve politik
sürece etki ederler. Sürekli olarak değişen ortamlarda yeni
problemleri çözmek amacıyla geliştirilen genel yetenekler
kadim amaçları evrimsel olarak geliştirmek için kullanılmaktadır. Birkaç teorisyen, etnik grupların doğal varlıklar,
yani oluşumlar olmadıklarını, fakat tipik olarak etnik liderlerin politik ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla sosyal olarak oluşturulan varlıklar olduklarını vurgulamışlardır. Bu perspektif burada geliştirilen genel bakış
250
açısına tam anlamıyla uyar. Doğrusunu söylemek gerekirse,
etnikler, yani etnik gruplar ortaya çıkarlar ve ortadan kaybolurlar; bütünleşirler ve bölünürler ve de akrabalık ilişkileri kendine hizmet edici bir şekilde manipüle edilebilir
(Anderson 1983; Horowitz 1985). Her zaman gerçekliği
olmasa da, bir ortak ata inanışı vardır. Yine de, kaynaşma
ve yayılmanın sıklıkla evrimsel açıdan anlaşılabilir çıkarları
yansıttığını düşünmek için bir neden vardır. Van den
Berghe’nin (1999: 23) kaydettiği üzere, etnik ilişkiler, daima
biyolojik atanın objektif gerçekliğiyle o objektif gerçekliğin
sübjektif algı, tanım ve manipülasyonunun karşılıklı etkileşimini içermektedir. İnsan çıkarlarını anlamak için biyolojik
atanın önemini ve bu çıkarları gerçekleştirmek için genel
mekanizmaların sağladığı esnekliği göz önünde bulundurursak, bizler, yüz milyonlarca insana ve bir hayli sayıda
genetik fay hattına sahip geniş durumların evrimsel açıdan
yeni çevresini hesaba katarak, bir insanın genel olarak biyolojik bakımdan nasıl bir adaptif etnik grubu geliştirdiğini
sorabiliriz. Adaptif stratejilerin planlanması yeni bir şey
değildir. Diğer şeyler arasında Eski Ahit, iç-grubun ekonomik bütünlüğünü sürdürürken varlığını sürdürmek ve
ekonomik bakımdan zenginleşmek ve bilhassa ekonomik
işlerde uzmanlaşmak için net bir biçimde söylenmiş bir
strateji sağlar. Spartalılar (MacDonald 1988, 1994, 2002), ve
Eski Ahit teamüllerine öykünen birkaç Hıristiyan grubu
(Prütenler, Mormonlar, Anabaptistler) (Miele 2000;
MacDonald 1994, 2002; Wilson 2002) dâhil olmak üzere
çeşitli örnekler vardır.
Rasyonel kişisel çıkar algılarını yansıtan diğer bir yaygın yapı, etnik grupların post-kolonyal çağda yaratılan çoketnikli bir ortamda kendi gücünü artırmak amacıyla, yakından ilişkili (yakından akraba) gruplar ile asimilasyon strate251
jilerini izlemeleri olmuştur. Örneğin, Gabon’un Fangları,
politik bir çatışmada, kendilerinin klanının ve dialekt bölgelerinin bir dezavantaj olduğunu hissetmişler ve kendilerinin
önceki bütünlüğünü yeniden oluşturmaya koyulmuşlardır.
Fangların yeniden canlanmasının göze çarpan bir rolü yaygın bir köken ve göç efsanesiyle oynanmıştır ki bu yalnızca
özgün şecerelere dayalı olmamış, aynı zamanda kesin olmayan tarihsel doğruluğun yeni öğelerini de içermiştir
(Horowitz 1985: 70). Çağdaş dünyada bireysel genetik çıkarları maksimuma çıkarmaya yönelik açık bir strateji, kendilerinin özbenlikten genetik mesafesine bağlı olarak, diğerleriyle ideal işbirliği yapılarını keşfetmek amacıyla genel
problem çözme mekanizmalarını kullanmak olacaktır. Etnik
gruplar, üreme popülasyonları olup, diğer etnik gruplara
göre kendilerine ait etnik grupta daha büyük bir kapsayıcı
seçilim değeri yoğunluğu nedeniyle bireylerin etnik gruplarda genetik çıkarları vardır (Salter 2002). Örneğin, popülasyon genetik çalışmaları, çeşitli Avrupalı popülasyonların
kıtasal olarak ayrılmış ırklardan çok daha yakın, yani yakın
akraba olduklarını (Cavalli-Sforza ve diğerleri 1994), ve bu
popülasyonlar arasındaki mesafelerin yaklaşık olarak, iyi
eğitimli makul bir tarihçinin, nüfus bilimcinin veya bir turistin bekleyeceği şeye tekabül ettiğini göstermektedir. Her
şeyleri eşit olan İskandinavlar, diğer Avrupalılara göre diğer İskandinavların genetik çıkarlarıyla daha çok kesişmeye
ve Avrupalılar da Afrikalılara göre diğer Avrupalılarla
daha çok genetik çıkara sahiptir (bk. Şekil 1 ve 2).
Genetik mesafeleri karakterize eden belirsizlik her ne
olursa olsun, burada önemli olan nokta, mevcut ortamda
insanların kendi genetik çıkarlarını desteklemek için nasıl
en iyi biçimde strateji oluşturmalarına yaratıcı bir şekilde
karar verebildikleridir Salter’in (2002) genetik etnik çıkarla252
rın geliştirilmesine yönelik stratejilerin kavramsal tipolojisi
buna örnektir. Çağdaş dünyada mevcut yeni ortamlarda
adaptif, yani uyumlayıcı etnik grupların yaratılmasıyla ilgili
akıl yürütme, genel mekanizmalarla çözülebilen bir sorundur. Örneğin, Goetze (1997), politik bir birimin optimal
boyutunun bir içerik fonksiyonu olarak değişkenlik gösterdiğini kaydeder; küçük devletler bir düşman imparatorluklar dünyasında var olamazlar ve hatta modern dünyada
bile, küçük devletler elverişsiz bölgesel çevrelerin kurbanları olabilirler. Etnik bir stratejist, Avrupa genetik mesafeler
haritasına bakabilir ve kendisine en yakın genetik gruplama
hareketlerini destekleyebilir, düzenleyebilir ve onlarla özdeşleşebilir. Böylece, bir İsveçli, İsveç ve Norveç gen havuzunun gelişmesini tercih edebilir veya bir Yugoslav, Yugoslav ve Yunan gen havuzlarını yeğleyebilir. Hatta bu tür bir
kişi daha büyük bir haritaya bakabilir ve Beyaz ırk grubunu
teşvik edebilir, düzenleyebilir ve bu beyaz ırk grubuyla
özdeşleşebilir ya da Beyaz ırklılar ile Kuzeydoğu Asyalılar
arasındaki bir ittifakı teşvik edebilir, düzenleyebilir ve bu
ittifakla özdeşleşebilir. Bir kimsenin bu hususlara nasıl karar verdiği, bağlamından ayrı incelemenin ve soyutlamanın
genel mekanizmalar özelliği işlevi görmesi yoluyla uzunvadeli evrimsel çıkarları optimize etmenin en iyi gerçekleştirilmesini içeren pragmatik bir meseledir.
İnsan genetik mesafeleri ve insan davranışı ile ilgili
mevcut bilgilerinin yanında dünya sahnesinde etkili bir
şekilde rolünü oynayabilecek güçlü ittifakları pekiştirme
ihtiyacını da göz önünde bulundurduğumuzda, bazı seçimler açık bir şekilde diğerlerinden daha iyidir. Örneğin, bir
İskandinav-Amerikalı birisinin İskandinav-Amerikan çıkarlarını daha geniş grupların dışına doğru koruması aptallık
olacaktır, çünkü daha geniş gruplaşmalar bilhassa Birleşik
253
Devletler gibi çok-etnikli bir ortamda, daha çok siyasal nüfuz demek olacaktır. Sanırım en iyi strateji, insanların etnik
gruba bir genetik mesafe fonksiyonu olarak katıldıkları
kapsayıcı seçilim değerli modele sahip bir analoji olacaktır.
Birisinin enerjisini yönlendirmenin rasyonel olduğu bu
genetik manzarada hiçbir doğal yer bulunmadığına dikkat
edilmelidir. Farklı ortamlar farklı tepkileri gerektirir ve bir
kimsenin en iyi seçimleri bile belirsizlik altında yapılır. Kosova’da yaşayan bir Sırp’ın etkin bir tepkisi Birleşik Devletler’de yaşayan bir Sırp’ın etkin bir tepkisinden oldukça
farklı olabilir. Avrupalı etnik/dinsel grup (Arnavutlar) tarafından tehdit edildiğini hisseden ilki dar ve nispeten homojen bir etnik grupla özdeşleşmeyi seçebilir. Çok dilli birçok
farklı etnik ve ırksal grupla karşı karşıya bırakıldığını hisseden ikincisi ise, ABD’deki Avrupa kökenli insanların daha geniş kısımları ile özdeşleşmeyi seçebilir. Fakat her ne
seçim yapılırsa yapılsın, genel problem çözümü seçimlerin
yapılmasında kritiktir.
Sonuç
Burada tartışılan mekanizmalardan sadece GST (Genetik Benzerlik Teorisi) ve varsayımsal evrimleşmiş beşeri
ırksal/etnik türler modülü, genetik mesafenin genetik temelli bir değerlendirmesini ifade eder. Sosyal kimlik mekanizmaları, dış-grubun farklı bir etnik veya ırk grubu olduğu
zaman, yanında, futbol oyunlarında ve hatta rastgele oluşturulan gruplarda bile, karşıt taraflardaki etnik olarak özdeş
insan kalabalıklarıyla tetiklenir. Hirschfeld ile Gil-White’a
göre, ırk ve etnisite hususunda özcü düşünme, gerçek, genetik açıdan etki edilmiş ırksal veya etnik farklılıkların sonucu değildir ve de genel rasyonel seçim mekanizmalarından, genetik benzerlikle ilgili mevcut bilimsel tahminlere
dayalı olarak optimal koalisyonlar oluşturarak genetik çı254
karları maksimize etmeye ilaveten, çok sayıda beşeri amaca
(örneğin sosyal statü) ulaşma hizmetinde yararlanılabilir.
Sosyal kimlik mekanizmalarının EEA’da adaptif olduğu
ileri sürülmektedir. Çünkü önemli bir dış-gruplar kümesi,
iç-gruplardan daha az genetik olarak benzer ortalamada
olmasına rağmen görünüşte saptanabilir fiziksel farklılıklar
göstermeyen alanların yakınında yaşayan gruplardır. Belli
bir kabilenin veya grubun üyeleri, fiziksel görünüş olarak
herhangi bir saptanabilir farklılık olmasa bile, diğer kabileler ve gruplarla olduklarından kendi iç-grubunun diğer
üyeleriyle çok daha yakından ilişkili (yakın akraba) idiler.
Sonuç olarak, iç-gruplar lehine ve dış-gruplar aleyhine ayrımcılıkla sonuçlanan mekanizmalar insanlardan genetik
olarak istifade etme eğilimi içerisinde de olacaktır. Açık
biçimde, çok-ırklı, çok etnik-yapılı devletlerde, sosyal kimlik mekanizmaları sıklıkla uyumsuz davranışa yol açabilir,
çünkü iç-gruplar ve dış-gruplar, medya, etnik liderler ve
diğer elitler tarafından manipüle edilebilirler.
Genetik mesafeyi değerlendirmeye almayan mekanizmalar dünyanın birçok kısmındaki etnik bilincin olağanüstü
inatçılığını hesaba katamamış görünmektedir. Van den
Berghe’nin (1993: 31) kaydettiği üzere, çoğu etnik gruplaşmalar önemli biçimde sabittirler, örneğin Belçika’nın
Flemenkleri ve Valonları, Jül Sezar’ın “De Bello Gallica”yı
yazdığı zaman ki atalarının nerdeyse tam olarak bulunduğu
yerdedirler. Bu mekanizmaların gelişigüzel gruplar oluşturulduğunda bile tetiklendiği göz önüne alınırsa, sosyal kimlik mekanizmalarının bu tür stabiliteyi nasıl oluşturabildiğini hayal etmek zordur. GST tarafından önerildiği ve varsayımsal ırksal/etnik beşeri türler modülü içerisinde oluşturulduğu üzere, genetik benzerliğin değerlendirilmesine
yönelik mekanizmalar, etnik fenomenin sürekliliği için en
255
makul adaylardır. Yukarıda işaret edildiği gibi, çeşitli hayvanlarda ve bitkilerdeki doğrudan soy tanıma mekanizmalarına yönelik somut kanıt bulunmaktadır (Pfennig ve
Sherman 1995). Bu genetik duyarlılık süreçlerinin etnik
çatışma bakımından önemli olduğu ölçüde değerlendirilmesi zordur, çünkü gerçek durumlarda, etnik farklılıklar,
sosyal kimlik mekanizmalarını tetiklemesi beklenecek dil ve
din gibi çeşitli kültürel belirteçlere denk düşer. Sonuç olarak, genetik mesafe yargılarının bir etnik grubun parçası
olma duygusuyla gerçekte ilgili olduğu ölçüyü bilmesi zordur.
Bir kişi, insanların bilinçli olarak tutulan grup kimliklerinden tam olarak soyutlandığı ve ardından insanların
genetik mesafe temelinde tasnif edildiği ölçü değerlendirmesinin takip edildiği bir düşünce deneyini hayal edebilir.
GST araştırması sonuçları, genetik olarak benzer olanların
eşler, arkadaşlar ve ittifaklardaki partnerler olarak tercih
edeceğini göstermektedir. Böylesi bir dünya atomistik bir
dünyadır; bununla beraber etnik grupları yaratmak kendi
başına yetersizdir. Bunu başarmak için, grup sınıflarının
oluşturulması ve sürdürülmesini kapsayan sosyal kimlik
mekanizmaları gereklidir. Sosyal kimlik araştırmasının
sonuçları, sınırların gelişigüzel bir şekilde çizilebildiğini ve
bunun yine de iç-grup kayırmacılığına ve dış-gruplara karşı
ayrımcılığa neden olabildiğini göstermektedir. Bununla
birlikte GST sonuçları, bu tür grupların aralarında yaşıyor
oldukları dış-gruplara kıyasla genetik açıdan daha benzer
olan iç-grupların uyum ve kaynaşmasından yoksun olacaklarını tahmin etmektedir. Benzer görünümlü insanlardan
oluşan genetik açıdan benzer gruplar varsayımsal ırksal/etnik beşeri türleri modülünü de tetikleyecekler ve dolayısıyla bu doğal bir “bizlik” duygusuna yol açacaktır. Bu
256
ölçüde, genetik olarak benzer olanlardan oluşan etnik gruplar aslında doğal gruplardır ve etnisitenin dayanma gücünü
bir beşeri gruplaşma olarak son derece hesaba katan genetik
benzerlik mekanizmaları ve muhtemelen ırksal/etnik bir
beşeri türler modülüdür.
Kaynakça
Aberson, C. L., M. Healy ve V. Romero. (2000). “Ingroup Bias and
Self-Esteem: A Meta-Analysis”. Personality and Social
Psychology Review, 4: 157-173.
Abrams, D. ve M. A. Hogg (1990). Social Identity Theory:
Constructive and Critical Advances. New York: SpringerVerlag.
Alexander, R. (1979). Darwinism and Human Affairs. Seattle:
University of Washington Press.
Altemeyer, B. (1994). “Reducing Prejudice in Right-Wing
Authoritarians”. M. P. Zanna ve J. M. Olson (Ed.). The
Psychology of Prejudice: The Ontario Symposium. Hillsdale, NJ:
Erlbaum.
Anderson, B. (1983). Imagined Communities. London: Verso.
Barrett, H. C. (2001). “On the Functional Origins of Essentialism”.
Mind and Society, 2: 1-30.
Berkowitz, L. (1982). “Aversive Conditions as Stimuli to
Aggression”. L. Berkowitz (Ed.). Advances in Experimental
Social Psychology 15. New York: Academic Press.
Boehm, C. (1997). “Impact of the Human Egalitarian Syndrome on
Darwinian Selection Mechanics.” American Naturalist, 150:
106-121.
Bothwell, R. K., J. C. Brigham ve R. S. Malpass. (1989). “Personality
and Social Psychology”. Bulletin, 15: 19-25.
257
Bourhis, R. Y. (1994). “Power, Gender, and Intergroup
Discrimination: Some Minimal Group Experiments”. M. P.
Zanna ve J. M. Olson (Ed.). The Psychology of Prejudice: The
Ontario Symposium 7. Hillsdale, NJ: Erlbaum.
Brewer, M. B. ve R. J. Brown. (1998). “Intergroup Relations”. D. T.
Gilbert, S. T. Fiske ve G. Lindzey (Ed.). The Handbook of Social
Psychology II. Boston, MA: McGraw Hill.
Burton, M. L., C. C. Moore, J. W. M. Whiting ve A. K. Romney.
(1996). “Regions Based on Social Structure”. Current
Anthropology, 37: 87-123.
Buss, D. M. (1999). Evolutionary Psychology. Boston: Allyn and
Bacon.
Cavalli-Sforza, L. L., P. Menozzi, ve A. Piazza. (1994). The History
and Geography of Human Genes. Princeton, NJ: Princeton
University Press.
Coie, J. D. ve K. A. Dodge. (1998). “Aggression and Antisocial
Behavior.” N. Eisenberg (Ed.). Handbook of Child Psychology
III: Social, Emotional, and Personality Development. New York:
Wiley.
Coon, C. (1958). Caravan: The Story of the Middle East. New York:
Holt, Rinehart, and Winston.
DeBruine, L. M. (2002). “Facial Resemblance Enhances Trust”.
Proceedings of the Royal Society B, 269 (1498): 1307-1312.
Eickleman, D. F. (1981). The Middle East: An Anthropological
Approach. Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.
Fiske, S. T. (1998). “Stereotyping, Prejudice, and Discrimination”.
D. T. Gilbert, S. T. Fiske ve G. Lindzey (Ed.). The Handbook of
Social Psychology II. Boston, MA: McGraw-Hill.
Gil-W hite, F. J. (2001). “Are Ethnic Groups Biological ‘Species’ to
the Human Brain?: Essentialism in Our Cognition of Some
Social Categories”. Current Anthropology, 42: 515-554.
258
Goetze, D. (1997). “How Special Is Ethnic Separation as a Strategy
for Resolving Conflict?” Politics and the Life Sciences, 16: 26465.
Goetze, D. (1998). “Evolution, Mobility, and Ethnic Group
Formation”. Politics and the Life Sciences, 17: 59-71.
Gottfredson, L. S. (1997). “Why G Matters: The Complexity of
Everyday Life”. Intelligence, 24: 79-132.
Gray, J. A. ve N. McNaughton. (2000). The Neuropsychology of
Anxiety: An Enquiry into the Function of the Septo-hippocam- pal
System. New York: Oxford University Press.
Harpending, H. C. (2002). Personal Communication, June 28.
Department of Anthropology, University of Utah.
Hart, A. J., P. J. Whalen, L. M. Shin, S. C. Mclnerney, H. Fischer ve
S. L. Rauch. (2000). “Differential Response in the Human
Amygdala to Racial Outgroup vs. Ingroup Face Stimuli”.
Neuro Report, 11: 2351-2355.
Hebb, D. O. ve W. R. Thompson. (1964). “Emotion and Society.” L.
Bramson ve G. W. Goethals (Ed.). War. New York: Basic
Books.
Heine, S. J. ve D. R. Lehman. (1997). “The Cultural Construction of
Self-Enhancement: An Examination of Group Serving
Biases”. Journal of Personality and Social Psychology, 72: 12681281.
Heschl, A. (1993). “Physiognomic Similarity and Political
Cooperation.” Politics and the Life Sciences, 12: 61-68.
Hewstone, M., M. Rubin ve H. Willis. (2002). “Intergroup Bias”.
Annual Review of Psychology, 53: 575-604.
Hirschfeld, L. A. (1994). “Is the Acquisition of Social Categories
Based on Domain-Specific Competence or on Knowledge
Transfer?” S. Gelman ve L. A. Hirschfeld (Ed.). Mapping the
Mind: Domain Specificity in Cognition and Culture. New York:
Cambridge University Press.
259
Hirschfeld, L. A. (1996). Race in the Making: Cognition, Culture, and
the Child’s Construction of Human Kinds. Cambridge, MA: MIT
Press.
Hogg, M. A. ve D. Abrams. (1987). Social Identifications. New York:
Routledge.
Horn, J. L. ve S. M. Hofer. (1992). “Major Abilities and
Development in the Adult Period”. R. J. Sternberg ve C. A.
Berg (Ed.). Intellectual Development. New York: Cambridge
University Press.
Horowitz, D. L. (1985). Ethnic Groups in Conflict. Berkeley, CA:
University of California Press.
Jensen, A. R. (1998). The G Factor: The Science of Mental Ability.
Westport, CT: Praeger.
Johnson, G. (1995). “The Evolutionary Origins of Government and
Politics”. J. Losco ve A. Somit (Ed.). Human Nature and
Politics. Greenwich: CT: JAI Press.
Johnson, G. (1997). “The Architecture of Ethnic Identity”. Politics
and the Life Sciences, 16: 257-262.
Keegan, J. (1993). A History of Warfare. New York: Knopf.
Keeley, L. (1996). War before Civilization. New York: Oxford
University Press.
Le Doux, J. E. (1996). The Emotional Brain. New York: Simon and
Schuster.
Levin, D. T. (1996). “Classifying Faces by Race: The Structure of
Face Categories”. Journal of Experimental Psychology: Learning,
Memory, and Cognition, 22: 1364-1382.
Levine, R. A. ve D. T. Campbell. (1972). Ethnocentrism: Theories of
Conflict, Ethnic Attitudes and Group Behavior. New York:
Wiley.
Lusk, J., K. MacDonald ve J. R. Newman. (1998). “Resource
Appraisals among Self, Friend and Leader: Implications for
260
an Evolutionary Perspective on Individual Differences and a
Resource/Reciprocity Perspective on Friendship”. Personality
and Individual Differences, 24: 685-700.
Lynn, R. ve T. Vanhanen (2002). IQ and the Wealth of Nations.
Westport, CT: Praeger.
MacDonald, K. B. (1988). Social and Personality Development: An
Evolutionary Synthesis. New York: Plenum.
MacDonald, K. B. (1991). “A Perspective on Darwinian
Psychology:
The
Importance
of
Domain-General
Mechanisms, Plasticity, and Individual Differences”. Ethology
and Sociobiology, 12: 449-480.
MacDonald, K. B. (1994, 2002). A People that Shall Dwell Alone:
Judaism as a Group Evolutionary Strategy, with Diaspora Peoples.
Lincoln, NE: Universe.
MacDonald, K. B. (1995). “Evolution, the Five Factor Model, and
Levels of Personality”. Journal of Personality, 63: 525-567.
MacDonald, K. B. (1996). “W aht Do Children Want? An
Evolutionary Perspective on Children’s Motivation in the
Peer Group”. International Journal of Behavioral Development,
19 (1): 53-73.
MacDonald, K. (1998). Separation and Its Discontents: Toward an
Evolutionary Theory of Anti-Semitism. Westport, CT: Praeger.
MacDonald, K. (1998, 2002). The Culture of Critique. Bloomington,
IN: Istbooks Library.
Miele, F. (2000). “To Rule Is to Populate: Puritanism as a Group
Evolutionary Strategy, the Rise (and Fall?) of Anglo-America,
and the Unifying or Fragging of Knowledge”. American
Political Science Association Annual Meeting. Washington DC,
September 2.
Noble, W. ve I. Davidson. (1996). Human Evolution, Language, and
Mind: A Psychological and Archaeological Inquiry. New York:
Cambridge University Press.
261
Ohman, A. ve S. Mineka. (2001). “Fears, Phobias, and
Preparedness: Toward an Evolved Module of Fear and Fear
Learning”. Psychological Review, 108: 483-522.
Otten, S. ve D. Wentura. (1999). “About the Impact of
Automaticity in the Minimal Group Paradigm: Evidence
from the Affective Priming Tasks”. European Journal of Social
Psychology, 29: 1049-71.
Palmer, C. T., E. Fredrickson ve C. F. Tilley. (1997). “Categories
and Gatherings: Group Selection and the Mythology of
Cultural Anthropology”. Evolution and Human Behavior, 18:
291-308.
Peter, K. A. (1987). The Dynamics of Hutterite Society: An Analytical
Approach. Edmonton: University of Alberta Press.
Pfennig, D. W . ve P. W . Sherman. (1995). “Kin Recognition.”
Scientific American, 272: 98-103.
Platz, S. G. ve H. M. Hosch. (1988). Journal of Applied Social
Psychology, 13: 972-984.
Rabbie, J. M. ve G. W ilkins. (1971). “Intergroup Competition and
Its Effect on Intragroup and Intergroup Relations”. European
Journal of Social Psychology, 1: 215-34.
Rothbart, M. ve M. Taylor. (2001). “Commentary on Gil-White’s
‘Are Ethnic Groups Biological Species to the Human Brain?’
Essentialism in Our Cognition of Some Social Categories”.
Current Anthropology, 42: 544-545.
Rubin, M. ve M. Hewstone. (1998). “Social Identity Theory’s Self
Esteem Hypothesis: A Review and Some Suggestions for
Clarification”. Personality and Social Psychology Review, 2: 4062.
Rushton, J. P. (1989). “Genetic Similarity, Human Altruism, and
Group Selection”. Behavioral and Brain Sciences, 12: 503-559.
Rushton, J. P. (1997). “Race, Intelligence and the Brain: The Errors
and Omissions of the ‘Revised’ Edition of S. J. Gould’s The
262
Mismeasure of Man”. Personality and Individual Differences, 23:
169-180.
Rushton, J. P. (1999). “Genetic Similarity Theory and the Nature of
Ethnocentrism”. K. Thienpontand ve R. Cliquet (Ed.). Ingroup/Out-group Behavior in Modern Societies: An Evolutionary
Perspective. The Netherlands: Vlaamse Gemeeschap/CBGS.
Russell, R. J. (1993). The Lemur's Legacy: The Evolution of Power, Sex,
and Love. New York: Tarcher/Putnam.
Rutherford, M. D., R. Kurzban, J. Tooby ve L. Cosmides. (1997).
“Cooperation and Punishment in Groups: Economic Trade
Offs”. Human Behavior and Evolution Society. Tucson, AZ, June
5.
Salter, F. K. (2002). “Estimating Ethnic Genetic Interests: Is It
Adaptive to Resist Replacement Migration?” Population and
Environment, 24 (2): 111-140.
Sanders, E. P. (1992). Judaism: Practice and Belief 63 BCE-66 CE.
London: SCM Press.
Shahak, I. ve N. Mezvinsky. (1999). Jewish Fundamentalism in Israel.
London: Pluto Press.
Sherif, M. (1966). In Common Predicament: The Social Psychology of
Intergroup Conflict. Boston: Houghton-Mifflin.
Sherif, M., O. Harvey, B. J. White, W. R. Hood ve C. Sherif. (1961).
Intergroup Conflict and Cooperation: The Robbers’ Cave
Experiment. Norman, OK: University of Oklahoma Press.
Sumner, W. G. (1906). Folkways. New York: Ginn.
Tooby, J. ve L. Cosmides. (1992). “The Psychological Foundations
of Culture”. G. Barkow, L. Cosmides ve J. Tooby (Ed.). The
Adapted Mind: Evolutionary Psychology and the Generation of
Culture. New York: Oxford University Press.
Triandis, H. C. (1990). “Cross-Cultural Studies of Individualism
and Collectivism”. Nebraska Symposium on Motivation 1989:
263
Cross Cultural Perspectives. Lincoln, NE: University of
Nebraska Press.
Triandis, H. C. (1995). Individualism and Collectivism. Boulder, CO:
Westview Press.
Triandis, H. C. ve D. Trafimow. (2001). “Culture and Its
Implications for Intergroup Behavior”. R. Brown ve S.
Gaertner (Ed.). Blackwell Handbook of Social Psychology:
Intergroup Processes. Malden, MA: Blackwell.
Tullberg, J. ve B. S. Tullberg. (1997). “Separation or Unity? A Model for Solving Ethnic Conflicts”. Politics and the Life Sciences,
16: 237-248.
Turney-High, H. (1971). Primitive War: Its Practice and Concepts.
Columbia, SC: University of South Carolina Press.
Valentine, T. ve M. Endo. (1992). ‘Towards an Exemplar Model of
Face Processing: The Effects of Race and Distinctiveness”.
Quarterly Journal of Experimental Psychology, 44A: 671-703.
Van den Berghe, P. L. (1981). The Ethnic Phenomenon. New York:
Elsevier.
Van den Berghe, P. L. (1999). “Racism, Ethnocentrism, and
Xenophobia: In Our Genes or in Our Memes?” K. Thienpont
ve R. Cliquet (Ed.). In-group/Out-group Behavior in Modern
Societies. The Netherlands: NIDI CBGS Publications.
Van der Dennen, J. M. G. (1991). “Studies of Conflict”. M. Maxwell
(Ed.). The Sociobiological Imagination. Albany, NY: The State
University of New York Press.
Van der Dennen, J. M. G. (1999). “Of Badges, Bonds, and
Boundaries: In-Group/Out-Group Differentiation and
Ethnocentrism Revisited”. K. Thienpont ve R. Cliquet (Ed.).
In-group/Out¬group Behavior in Modern Societies: An
Evolutionary Perspective. The Netherlands: Vlaamse
Gemeeschap/CBGS.
264
Vine, I. (1987). “Inclusive Fitness and the Self-System. The Roles of
Human Nature and Sociocultural Processes in Intergroup
Discrimination”. V. Reynolds, V. Falger ve I. Vine (Ed.). The
Sociobiology of Ethnocentrism. Athens, GA: The University of
Georgia Press.
Whalen, P. J. (1998). “Fear, Vigilance, and Ambiguity: Initial
Neroimaging Studies of the Human Amygdala”. Current
Directions in Psychological Science, 7 (6): 177-188.
Whalen, P. J., S. L. Rauch, J. L. Etcoff, S. Nclnerney, M. B. Lee ve
M. A. Jenike. (1998). “Masked Presentations of Emotional
Facial Expressions Modulate Amygdala Activity without
Explicit Knowledge”. Journal of Neuroscience, 18: 411-418.
Wilson, D. S. (1994). “Adaptive Genetic Variation and Human
Evolutionary Psychology”. Ethology and Sociobiology, 15: 219235.
Wilson, D. S. (2002). Darwin’s Cathedral: Evolution, Religion, and the
Nature of Society. Chicago: University of Chicago Press.
Wilson, D. S. ve E. Sober. (1998). Unto Others: The Evolution and
Psychology of Unselfish Behavior. Cambridge, MA: Harvard
University Press.
265
Şekiller
Şekil 1. 88 Genin Ortalamasından Tahmin Edilen
FST (Fiksasyon İndeksi) Ölçümlerine Dayalı 26
Avrupa Popülasyonunun Genetik Ağacı
266
Şekil 2. Yedi Temel Popülasyon Grubu Arasındaki Genetik
Mesafeler
267