Academia.eduAcademia.edu

Diaspora

DİASPORA VE KİMLİK Kömen Yayınları 141 1. Baskı Ekim 2015 ISBN: 978‐605‐5184‐56‐8 Kömen Yayınları Kürkçü Mah. Rampalı Çarşı Zemin Kat Nu: 11 Konya eposta:[email protected] Tel: 0332 3534715 T.C. Kültür Bakanlığı Sertifika Nu: 31019 Baskı Şelale ofset Fevzi Çakmak Mah Hacı Bayram Cad. Nu.: 22 Konya Matbaa Sertifika Nu.:13361 Editör: Mehmet Ali YOLCU DİASPORA VE KİMLİK Kömen Yayınları Bu kitap, TÜBİTAK tarafından 114K112 Numaralı “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Bağlamında Kırım Tatar Geleneksel Halk Kültürünün Tespiti ve İncelenmesi: Eskişehir Örneği” adlı TÜBİTAKSOBAG 1001 Projesi kapsamında desteklenmiştir. İÇİNDEKİLER Önsöz ............................................................................. 3 Diasporalar ........................................................................... 5 James Clifford / Çev.: Dr. Mehmet Ali Yolcu Diasporalar, Uluslar Ötesi Mekânlar ve Topluluklar ... 71 Michel Bruneau / Çev.: Erdem Tazegül Diasporaların Karşılaştırılması ve Yapısal Çözümlemesi ....................................................................... 95 William Safran / Çev.: Mehmet Emin Dede Kültürel Kimlik ve Diaspora ............................................. 133 Stuart Hall / Çev.: Tuğba Gönel Sönmez Kültürel Kimlik Üzerine Diasporik Kuramsallaştırma Paradigması........................................................................... 153 Chih-Yun Chiang / Çev.: Serkan Köse Birleşen Topluluklar: Kimlik, Dil ve Diaspora ............. 187 Jean Mills / Çev.: Erdem Tazegül Etnik Kimlik: Etnisiteye Bütüncül Bir Evrimsel Bakış . 223 Kevin Macdonald / Çev.: M. Emin Yıldızlı Kimliğin Sanatları, Yapıtları ve Zanaatları ..................... 269 Elliott Oring / Çev.: Dr. Tuğrul Balaban Etno-Tarih ve Etnik Folklor ............................................... 313 Richard M. Dorson / Çev.: Yıldız Erol 1 2 ÖNSÖZ Diaspora kavramı, son on yıla kadar sosyoloji, antropoloji, uluslararası ilişkiler ve tarih gibi disiplinlerin ilgi alanı olarak görülmüş, ancak daha sonra bu kavramın kapsamında meydana gelen esneklik ve genişleme, ulus-ötesi toplulukların incelenmesi bağlamında terim üzerinde yeni bir perspektifin oluşmasını sağlamıştır. Bu konuda Batı’da yapılan akademik tartışmalar henüz ülkemizde yeteri kadar anlaşılamamış, dahası diasporik topluluklar üzerinde yapılan incelemeler daha önce çizilen klasik çerçevenin dışına çıkamamıştır. Küreselleşen dünyada diaspora topluluklarının aidiyet duygularını, kimliklerini, kültürel birikimlerini anavatanlarından taşıdıkları folklorik ürünler yoluyla sürdürmeye çalıştıkları bir gerçektir. Bu noktada folklor disiplininin diaspora çalışmalarında geç kaldığı söylenebilir. Bu kitap düşüncesi, ilk olarak 2014 yılında başlayan TÜBİTAK projesi kapsamında Eskişehir’de yaşayan Kırım Tatarlarının geleneksel halk kültürü üzerine yapılan alan araştırmasında bu topluluğun kendilerini bir “diaspora” olarak tanımladıkları, kendi kültür ve kimliklerinin sürdürülmesinde somut olmayan kültürel mirasın kadrolarından yararlandıkları, bu çerçevede çeşitli festival, şenlik ve toplantı düzenledikleri, böylece genç kuşaklara Kırım Tatar kimliğinin temel taşıyıcılarını ve belirleyicilerini aktardıklarının gözlemlenmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Nitekim topluluk kimliğini oluşturan ortak geçmiş ve ortak bellek, vatandan kopuş anıları vb. öğeler, diasporanın niteliklerini belirlemede etkilidir. Eskişehir’de yaşayan Kırım Tatarları, diaspora kimliğinin tipik özelliklerini taşıyan bir topluluk 3 olmakla birlikte, ulus-devlete eklemlenmiş yapısıyla da dikkat çekmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Kırım Tatarlarının klasik diasporaların dışında kaldığı, yeni bir diasporik topluluk formu olarak ortaya çıktığı da söylenebilir. Türkiye’deki akademik dünyada diaspora ve kültürel kimlik ilişkisinin görülmesini sağlamak amacıyla hazırlanan elinizdeki bu kitap, diaspora kavramıyla birlikte kültürel kimlik ve etnisiteye yönelik kuramsal bir bakışın oluşmasına katkı sağlayan çeviri makalelerden oluşmuştur. Kitaptaki makaleler, diaspora kuramlarının yanı sıra etnik ve kültürel kimlik, etnik folklor ve sözlü tarih konularını da içermektedir. Ayrıca bu çalışmanın Kırım Tatar topluluğu özelinde yukarıda sözü edilen kavramsallaştırma problemlerinin çözümünde bir nebze olsun katkı sağlayabileceği öngörülmektedir. Kitapta yer alan makaleler, sırasıyla şunlardır: “James Clifford: Diasporalar”, Michel Bruneau: Diasporalar, Uluslar Ötesi Mekânlar ve Topluluklar”, “William Safran: Diasporaların Karşılaştırılması ve Yapısal Çözümlemesi”, “Stuart Hall: Kültürel Kimlik ve Diaspora”, Chih-Yun Chiang: Kültürel Kimlik Üzerine Diasporik Kuramsallaştırma Paradigması”, “Jean Mills: Birleşen Topluluklar: Kimlik, Dil ve Diaspora”, “Kevin Macdonald: Etnik Kimlik: Etnisiteye Bütüncül Bir Evrimsel Bakış”, “Elliott Oring: Kimliğin Sanatları, Yapıtları ve Zanaatları”, “Richard M. Dorson: Etno-Tarih ve Etnik Folklor”. Bu çalışmada yer alan makalelerin değerli yazarlarına ve makaleleri Türkçeye kazandıran genç akademisyen arkadaşlarıma teşekkür ederim. Dr. Mehmet Ali YOLCU Nevşehir / 2015 4 ETNİK KİMLİK: ETNİSİTEYE BÜTÜNCÜL BİR EVRİMSEL BAKIŞ ∗ Kevin MACDONALD Çev.: Muhammed Emin YILDIZLI Bu yazı, birkaç farklı, fakat ortak noktaları olan uyumlu evrimsel etnisite yaklaşımlarını (genetik benzerlik teorisi, toplumsal kimlik teorisi, bireyselcilik ve kolektivizm, geliştirilmiş -evrimleşmiş- ırksal/etnik bir insani-beşeri- türler modülü ve etki alanı, genel bilişsel mekanizmalara dayalı rasyonel seçim mekanizmaları) bir araya getirmektedir. Bu teoriler, birbiriyle uyumlu olup, belirsiz, alışılmışın dışında yeni olan çevrelerde uyumlayıcı stratejileri seçebilen rasyonel seçim mekanizmalarıyla geliştirilmiş bilişsel ve güdüleyici sistemlerin karşılıklı etkileşimini resmetmektedir. Bu makale, etnik gruplar arasında etno-merkezciliğin, etnik kimliğin ve ilişkilerin temelini oluşturan teorilerin çoğulcu bir anlatımını geliştirmeyi hedeflemektedir. Teorik çoğulculuğu çağrıştırmada etnisite tek başına yeterli değildir. Aynı adaptif problem çözümüne yönelik mekanizmaların çoğulculuğu yaygın olup bilhassa organizma için çok yüksek potansiyel maliyetlere ve faydalara sahip sorunları çözmek üzere tasarlanmış sistemler için önerilmektedir. Örneğin, saldırganlığa dair uygun teori, ihanete dair işaretlerin tetiklediği cinsel kıskançlık, ortak bir çıkarı ya da hedefi paylaşan bir gruba tehdit, belli kaçınmalı dürtü türleri ∗ Macdonald, Kevin. (2001). “An Integrative Evolutionary Perspective on Ethnicity”. Politics and the Life Sciences, 20/1: 67-80. 223 gibi spesifik ortamlarda harekete geçen evrensel adaptasyonları kapsamalıdır (Berkowitz 1982; Buss 1999). Bununla birlikte, saldırganlıkta cinsel ve bireysel farklılıkları ve grup farklılıklarını göz önünde bulunduran teorilere de gereksinim duyulmaktadır. Bu saldırganlıkla bağlantılı davranışsal yaklaşım sistemlerinin, heyecan arama, dürtülerine hâkim olamama ve toplumsal baskınlık vb. mizaç/kişilik farklılıkları da dâhil olmak üzere, çeşitli evrimleşmiş sistemler üzerinde genetik ve çevresel etkilerinin önemini anlatmaktadır. Yine ilişkili olanlar, saldırganlık ve sosyopatlığın temel bir duygusu olan öfkeyi gösterme eğilimindeki değişkenliği içeren empati, sempati ve sevgiyle ilgili karşıt hislere dair duygusallıktaki farklılıklardır (MacDonald 1995). Son olarak, başarılı ve başarısız modellere maruz bırakılma, olumsuz pekiştirme ve bilişsel mekanizmalar (örneğin gereğinden fazla niteleyici düşmanca eğilimler) gibi öğrenme mekanizmaları da saldırganlık bakımından kapsama dâhil edilmektedir (Coie ve Dodge 1998). Cinsiyet farklılaşması, kişilik sistemlerinin (davranışsal ketleme sistemi, duygusallık) önemli korku kaynaklarına (yılanlar, örümcekler) gelişimsel açıdan yani evrimsel olarak karşılık vermek için tasarlanan alana özgü modüllerin, değişik korku kaynaklarına yanıt verebilecek klasik koşullanma gibi genel öğrenme sistemlerinin korku kaynaklarından kaçmak için geliştirilebilecek genel zekânın bulunduğu yerlerde benzer durum, korku sistemiyle birlikte edinilir (Gray ve McNaughton 2000; Le Doux 1996; MacDonald ve Chiappe 2002; Ohmann ve Mineka 2001). Aşağıda, etnik kimlik fenomeninin temelini oluşturan beş sistem, yani genetik benzerlik teorisi, ırksal/etnik bir insani türler modülü, sosyal kimlik mekanizmaları, bireyselcilik ile kolektivizm ve genel problem çözme mekanizmaları anlatılmaktadır. 224 Genetik Benzerlik Teorisi (GST) Genetik benzerlik teorisi, genetik benzerliğe yönelik bir belirteç olarak fenotipik benzerliğin değerlendirmesini yapan mekanizmaları önererek kan bağına dayanan kapsayıcı seçilim değeri (uyum başarısı, uyum gücü) mekanizmalarının ötesine uzanır (Rushton 1989). Bu önerilen mekanizmalar benzerlerine göre pozitif tutumları, daha büyük işbirliğini ve fedakârlığa yönelik daha düşük bir alt sınırı teşvik eder. Rushton’dan (1989-1999) derlenen veriler, insanların yalnızca çok geniş özellikler açısından tasnif edilmediğini, aynı zamanda mirasla aktarılabilen özelliklere göre de insanların tasnif edilmesinin oldukça muhtemel olduğunu göstermektedir. GST (Genetik Benzerlik Teorisi), çeşitli hayvanlarda ve bitkilerde doğrudan soy tanıma mekanizmalarına yönelik somut kanıtla oldukça uyumludur (Pfennig ve Sherman 1995; Rushton 1989). GST, şu üç kritik ampirik bulgu açısından en makul yorumdur: sınıflandırıcı çiftleşme (eş seçimi), psikolojik araştırmada benzerliğin güçlü etkisi ve insanların daha çok mirasla aktarılabilen özellikler üzerinden diğerleriyle uyum sağlamaya eğilimli olmaları gerçeği. GST, etno-merkezcilik teorilerine yönelik önemli çıkarımlara sahiptir. GST, fenotipik ve genetik benzersizliğe kadar bir sürekliliğin hoşlanma, arkadaşlık, evlilik ve daha büyük fenotipik ve genetik benzerlikten faydalanan evlenme yoluyla edinilen akrabalık oluşumuyla, etkili bir süreklilik işlevi gördüğünü ima eder. Bu, dolayısıyla grupların teorisinden bağımsız olan -bu sistemden faydalanan diğerlerinin hoşlanmasının veya hoşlanmamasının sosyal olarak belirlenmiş bir iç-grup veya dışgruptan bağımsız olduğu- yabancı korkusu (xenophobia) için genetik bir temel ortaya koyar. Benzerlik ve kalıtım 225 yoluyla geçebilirlik arasındaki ilişkinin kategori içerisinde oluştuğunu kaydederek bu bilgileri vasıflandırmak önemlidir. Örneğin, bilişsel yetenekler alanı içerisinde, çiftler ve arkadaşlar arasında genel zekaya (h=8) yönelik benzerlik, spesifik bilişsel yeteneklere (h=5) yönelik olandan daha büyüktür. Bu veriler evlilik ile yakın arkadaşlık ilişkilerindeki kaynak (olanak) mütekabiliyetinin önemini de destekler. Örneğin, çiftler ve yakın arkadaşlar yaş, tutumlar ve din bakımından fiziksel özelliklere göre olduklarından daha benzerdirler, ikincisi kalıtsal olarak daha çok geçebilir olsa da yaş, kalıtım yoluyla geçebilir değildir. Bu şekilde benzer olan diğerleri benliğe daha fazla psikolojik ödüllendirme sağlarlar; örneğin, benzer ilgiler yani çıkarlar ve tutumlar karşılıklı çekimin temelini oluşturur ve heyecan arama gibi benzer kişilik özellikleri, ortak ilgileri ve çıkarları destekler. Gelişim literatürüyle ilgili yaygın bir bulgu, arkadaşların ortak bir payda oluşturmasıdır. Çok farklı ilgi ve tutumlara sahip olan çocuklar, aslında arkadaş olmak üzere hiçbir şeye sahip değildirler. Arkadaşlık, evlilik ve diğer bağlılıklar, temel olarak değerli kaynakların (olanakların) mütekabiliyet ilişkileridir (MacDonald 1996). Bu bağlamda insan ilişkilerindeki benzerliğe dair iki tane birbirini tamamlayıcı evrimsel teori vardır: diğerlerindeki genetik ortaklık çekiciliğine (örneğin, sınıflandırıcı bir biçimde zekâ için evlenme ve çok çeşitli genetik olarak etki eden diğer özellikler) dayalı olan bir teori ve diğerlerinin kaynak değerindeki mütekabiliyete (farklı bir etnik gruptan varlıklı yaşlı bir adamla evlenen genç, güzel bir kadın) dayalı olan bir teori (Lusk, MacDonald ve Newman 1998). GST’nin 226 kastettiği benzerliği saptayıcı mekanizmalar düşük genetik akrabalık seviyelerini değerlendirdiği için, bu mekanizmaların diğerlerine karşılıksız kaynakların (fedakârlık) sağlanmasıyla ilgili saptanabilir düzeyleri oluşturmaları beklenmeyecektir; fakat çıkarcı davranışın maliyet/fayda yapısına etki etmeleri beklenecektir. Arkadaşlık, evlilik ve bağlılıklarla ilgili ilişkilerde akrabadan hoşlanma tipik olarak bu tür fedakârlığı kapsar. Hakikaten, De Bruine (2002), eğer diğer kişinin yüzü kendilerine ait olana benzerse, deneklerin iki kişilik bir güven oyununda diğerlerine daha çok güven gösterdiklerini bulmuştur. Bununla beraber, fenotipsel olarak benzer bir diğerine daha çok güvene karşın fenotipsel benzerliğin partnerin misilleme yapamadığı bir durumda partnerin güveninin bencilce kötüye kullanılmasına herhangi bir etkisi yoktur. Evlilik, arkadaşlık ve etnik grup mensubiyeti ilişkileri temel olarak mütekabiliyeti kapsar ve kişisel çıkar bu ilişkilerin tamamının açık bir bileşenidir: sınıflandırıcı çiftleşme çocuklarla bağlantılılığı artırır, o kadar ki bir kimse aynı ebeveynlik çabası için daha büyük bir genetik karşılık elde eder. Eğer siz başardığınızda genetik olarak benzer olan diğerleri de başarırsa, başarılı birliktelikler (ittifaklar, bağlılıklar) ve arkadaşlıklar benlikte daha büyük bir karşılığa sahip olur. Herhangi bir türün genetik olarak benzer diğerleri ile başarılı birliktelikleri güvene dair daha düşük bir eşiğe (De Bruine 2002) ve saptamaya dair daha yüksek bir eşiğe sahiptirler. Diğer çıkarcı fırsatlar karşısında birlikteliği sürdürmeye ısrarla devam etmek bir kişinin bireysel çıkarınadır. Bu hususlar, etnik grupların genetik çıkarcılığın seyreltilmiş rezervuarlarını 227 sunduklarına dair görüşlere tam olarak uyar (Johnson 1997; Salter 2002; Van den Berghe 1999). Bir “İnsani Türler (Beşeriyet)” Modülünün İşlediği Etnik Gruplar Gil-White (2001), insan beyninin etnik ve ırksal grupları biyolojik türler olarak görmeye karşı önyargılı davrandığını ileri sürer; çünkü onlar görünüşte hayvan türlerine benzerler. Bu eğilim, evrimsel bir rastlantı, bir eksaptasyondur. Etnik grupları veya ırkları biyolojik türler olarak görmek için herhangi bir doğal seleksiyon yoktur, fakat beyin farklı etnik grupların ve ırkların biyolojik türler olduklarını varsayar. Çünkü kuralcı endogami, soy temelli üyelik ve etnik grupları farklı bir tür olarak görünmesi için farklılaştıran kültürel olarak yaratılan deri ve kıyafet biçimleri gibi fenotipik belirteçlerin varlığı dâhil olmak üzere, etnik gruplar ve ırklar doğal türlere birkaç biçimde benzer. Etnisiteye dair herhangi bir biyolojik gerçeklikten dolayı değil, fakat farklı etnik gruplara özgü kültürel belirteçler grup içerisindeki karşılıklı etkileşimlerin bedelini düşürdüğü için geçerli çıkarımları destekleyen etnik gruplar yararlı bir özcü kategori olur. Hirschfeld (1994, 1996), beşeri sosyal kategorilerin naif biyolojik kategorilerle karşılaştırıldığı bu tür analojik aktarım modellerine karşılık birkaç argüman sağlar (GilWhite 2001). Hirschfeld, gelişimsel verilerin analojik aktarım modeliyle öngörüldüğü üzere, ırka dair bilginin hayvan türlerine dair bilgiyle koordinasyon halinde gelişmediğini gösterdiğini kaydetmektedir. Hirschfeld, beşeri sosyal türlere özgü olan, alana özel bir modülü savunur. “Türlü gerçeklikleri ve çocuğun özel kültürel çevresinde sağlamlaştırılan doğuştan gömülü ortaklıkları keşfetmeyle ilgili bilgiye dair çocuğun ilgisine rehberlik eden bir grup 228 soyut prensiplerle şekillendirilen gruplara çocukların doğal bir merakı vardır” (1996: 193) demektedir. Hirschfeld, buradan hareketle, ırkın yaradılıştan insanoğlu türü olduğunu belirtir ve kalıtsal ve diğer dış fiziksel karakteristik özelliklerinden bile daha fazla olmak kaydıyla, bunun kimlikle son derece ilgili olduğuna dair kültürel bilgi ile insan türlerine özgü bir modül arasında bir etkileşimi önerir. İnsanlar, bu tür bir sosyal kategoriye gönüllü olarak giremezler veya onu terk edemezler. Dört yaşındaki çocuklar bile ırksal kategorileri içselleştirilmiş ya da doğal olarak görürler: “Küçük çocukların ırkla ilgili düşüncesi, teori benzeri kavramsal sistemleri, yani bir ontolojiyi, alana özgü nedenselliği ve kavramların farklılaşmasını kapsar” (1996: 88). “Fakat ırksal türler, doğal türler değildir (en azından, klasik biçimde düşünüldükleri gibi değil) ve onlar kesinlikle varlığı dış gerçeklikle başlatılan türler değildir” (1996: 197). Üçüncü bir olasılık, insanları yalnızca basit bir biçimde özcü anlamda kategorize etmek üzere değil, aynı zamanda özcü bir biçimde, kimlikle ilgili ve kişi tarafından değiştirilemeyen farklı ırksal/etnik gruplar bakımından insanları özellikle kategorize etmek üzere tasarlanmış bir insani türler modülüne sahip olmasıdır. Hirschfeld’in sonuçları, bu tür bir modelle uyumludur, çünkü bu sonuçlar, ırkla ilgili bilginin kültürle sağlandığına dair görüşüyle uyumlu da olsalar, çok erken yaşlarda bile çocukların ırkı gerek vücut yapısı gerekse uğraşıdan daha özcü anlamda gördüklerini göstermektedir. Moğol halkının psikolojik olarak diğer yakın etnik gruplardan farklı göründüğü ve onların başka bir grubun kültürünü benimsemiş olsalar bile farklı görünmeye devam edecekleri manidardır. Dolayısıyla, Gil-White’ın denekleri bir Moğol ailesi tarafından evlat edinilen bir 229 Kazak çocuğunun, bir Moğol kültürü içerisinde yetiştirilmesine karşın bir Moğol gibi görünmeyeceğini veya hiçbir şekilde bir Moğol gibi davranmayacağını (GilWhite 2001: 523) varsayarlar. Denekler, dış-grupta çevresindeki kültürü kabullenmeye karşın onları dışgruplardan farklılaştıran “içeride” bir şeyin olduğunu varsayar. Bu gruplardan bireyler başka bir kültürde yetiştirilmiş olsalar bile, etnik gruplar arasında fiziksel ve hatta davranışsal farklılıkların (örneğin, pigmelerle pigme olmayanlar veya şiddete ya da zekâya yönelik bir saygı) oluşacağına dair, Gil-White’ın denekleri haklı olabilirler. Onların özcüleşme eğilimleri gruplar arasındaki genetik bakımdan etkilenen gerçek farklılıklara hassas bir uyumu, genetik olarak etkilenen özellikleri gözlenebilir şekilde farklılaşan diğer insan gruplarıyla tekrarlayan karşılaşmalara adaptif (uyumlayıcı) bir tepkiyi yansıtabilir. Bu perspektiften, bir kimsenin kendi grubundan yalnızca kültürel olarak farklılaşan özselleştirici gruplarla ilgili süreç, gruplar arasındaki gerçek genetik farklılıklara tepki olarak tasarlanan adaptif bir mekanizmanın yer almasıdır. Etnik dış-gruplara özgü bir adaptasyona yönelik argüman, Gil-White’ın analizinden yoksun özellikler olan bilgi kapsüllemesini (özel bilgi türleriyle sınırlandırma), hızı, bilinçdışı işlemeyi ve otomatikliği gösteren kanıtla güçlendirilir (Rothbart ve Taylor 2001). Sosyal psikoloji deneyleri, ırksal iç ve dış gruplara ait yüzlere deneklerin farklı tepkiler verdiklerini göstermektedir (Fiske 1998). Örneğin denekler, ırksal iç-grup üyelerinin yüzlerini daha iyi hatırlayabilmektedirler (Platz ve Hosch 1988; Bothwell, Brigham ve Malpass 1989). Hart ve diğerleri (2000), Beyazlar ile Siyahların, işlevsel manyetik rezo230 nans görüntüleme kayıtlarıyla değerlendirildiği üzere, ırksal iç-grup ve dış-grup üyelerinin fotoğraflarına diferansiyel “amigdala” tepkileri gösterdiklerini bulmuşlardır. Amigdala, korkuya ve yılanlar ile örümcekler gibi korkuyla ilgili gelişimsel olarak hazırlanan korku kaynaklarına dair yüz ifadelerine bilinçaltında tepki vermek olarak bilinir (Le Doux 1996; Ohmann ve Mineka 2001; Whalen vd. 1998). Hart ve arkadaşlarının (2000) işaret ettiği dış-grup yüzlerinde daha çok amigdala aktivasyonu, daha sonraki uyarıcı sunumları sırasında oluşmuştur; denekler dış-grup yüzlerinin değil iç-grup yüzlerinin yinelenen sunumlarına alışkanlık göstermiştir. Bu bulgular; amigdalanın potansiyel olarak tehdit edici uyarıcılar için ortamı gözetleyen ve uyarıcı artık tehdit edici olarak görülmediğinde tepki vermeye başlayan bir teyakkuz sistemi işlevi gördüğüne dair Whalen’in (1998) önermesiyle uyumludur. Bu sonuçların, Gil White (2001) tarafından vurgulanan kültürel olarak empoze edilmiş içgrup/dış-grup belirteçlerinden daha ziyade yüzsel özelliklere özgü olduklarına dikkat edilmelidir. Yukarıda işaret edildiği üzere, De Bruine (2002) eğer diğer kişinin yüzü kendilerine ait olana benzer ise iki kişilik bir güven oyununda o kişinin diğerlerine daha çok güven gösterdiğini bulmuştur. Benzer biçimde Hesch (1993), Sovyetler Birliği’ndeki politikacıları eğer parti liderine sima olarak benzerlik göstermişler ise deneklerin söz konusu lidere destek vermelerinin daha muhtemel olduğunu bulmuştur. Bu sonuçlar, insanların genetik benzerliğe yönelik bir belirteç olarak yüzsel benzerliğine karşı hassas olduklarını ortaya koymaktadır. Örtülü, bilinçdışı ve hızlı işleme, zaman içinde gelişen bilişsel modüllerin ayırıcı özellikleridir (Tooby ve 231 Cosmides 1992). Hart ve arkadaşlarının denekleri, ırksal iç-gruplara veya dış-gruplara duygusal tepkide herhangi bir bilinçli farklılık bildirmemiştir. Üstelik denekler ırksal iç-grup üyelerine göre dış-grup üyelerinin resimlerini sınıflandırmada daha hızlıdırlar (Levin 1996; Valentine ve Endo 1992). Yine de, çapraz-kültürel örneklerden ve çok daha yakın (yakın akraba), fakat farklı görünen etnik gruplardan benzer veriler olmadan özcü bir anlamda insanları farklı ırksal/etnik gruplarda kategorize etmek amacıyla tasarlanan alana özgü geliştirilmiş bir modülün olduğu sonucuna varmak için erkendir. Bir uyarıcıdan oluşan eksik deneyin daha çok belirsizlikle sonuçlanması bekleneceğinden ve dolayısıyla amigdala teyakkuz sistemiyle gözlenme artırılacağından, Hart ve arkadaşlarının (2000) sonuçları, ırksal dış-grupla yapılan düşük düzeyli bir deneyle de açıklanabilir (Whalen 1998). Bilinçli inanç ve tutumların da ırksal ve etnik dış-gruplara tepki vereceğinden dolayı, bu sistem kısa ve öz biçimde açıklanamaz (Van den Berghe 1981). Benzer biçimde, amigdalanın modüler, alana özgü bir şekilde gelişimsel açıdan önemli korku kaynaklarına reaksiyon gösterdiğinin bilinmesinin aynı zamanda öğrenilmiş korkular vakasında olduğu gibi, deneysel etkilere karşılık verdiği de bilinmektedir (Le Doux 1996; Ohmann ve Mineka 2001). İnsanların, salt genetik açıdan etkilenen fiziksel özelliklere dayalı olan içsel (yaradılıştan) doğal türler şeklindeki ırka ve etnisiteye yönelik bir modüle sahip olduğuna dair argümanların “Evrimsel Uyum Çevresi”nde insan gruplarının genetik açıdan etkilenen fiziki özelliklerinden ayrılarak diğer ırklar ve etnik gruplarla etkileşimi yinelemiş olması gerekmektedir. Bu tür argümanlar, genetik açıdan etkilenmiş bir kategori olarak özcü bir 232 yapıya özgü, ırk veya etnisite için seçilmiş olabilecek ırklar ve etnik gruplar hususunda geçerli çıkarımlarda bulunmasını ve etnik gruplarla ırklara dair çıkarımların EEA’da seçilim değeri (uyum başarısı-uyum gücü) sonuçlarına sahip olmasını da gerektirmektedir (Barrett 2001: 12). İlk hususla ilgili olarak Harpending (2002), uzun mesafeli göçlerin yaya olarak ve birkaç kuşak boyunca kolaylıkla oluştuğunu ve genetik nedenlerden ötürü farklı görünen insanları birbirleriyle temas kurma noktasına getirdiğini kaydeder. Bununla ilgili örnekler, Khoisanlara yakın yaşayan Güney Afrika’daki Bantuları ya da Pigme olmayanlara yakın yaşayan Pigmeleri içerir. Ruanda ve Burundi’deki çeşitli gruplar oldukça farklı görünürler ve birbirleriyle yaya olarak temas kurma mirasına sahiptirler. Harpending, genetik nedenlerden ötürü farklı görünen insanlar arasında bu tür karşılaşmaların son kırk bin yıllık insanlık tarihi açısından yaygın olmasının “çok muhtemel” olduğunu kaydeder; insanların çoğunlukla durağan oldukları ve statik bir taşıma kapasitesinde yaşadıkları görüşü tarih ve arkeoloji tarafından yalanlanmaktadır. Harpending, buna karşılık, “yıldız yağmurlarından oluşan popülasyon genişlemesi”ne dikkati çeker. Örneğin İnuitler, Kuzey Kutup Bölgesine yerleşmişler ve birkaç yüzyıl içinde Dorsetleri yok etmişlerdir; Orta ve Güney Afrika’ya Bantu yayılması, Afrika’nın çoğunlukla kara kıta değil de sarı (yani Khoisan) olması öncesinde, bir binyılda veya daha az zamanda olmuştur. Diğer örnekler, Çin’de Han etnik grubu yayılmasını, Kuzey Afrika’da Numik yayılmasını, son birkaç yüzyılda Güney Afrika’da Zulu yayılmasını ve Güney Amerika’da günümüzün Yanomamö yayılmasını içerir. Yıldız yağmuru dünyasında insanlar çok farklı görünen insanlarla pek çok ilişki kurarlardı (Harpending 233 2002). Son olarak, Neandertallere ve modern insanlara gelince, insan evrimi sırasında çeşitli Homo türler arasında hatırı sayılır kesişme vardır (Noble ve Davidson 1996). Bu tür bir mekanizma EEA’da uyum başarısı sonuçlarına sahip olur mu? Popülasyon genetiği çalışmaları, İngilizler ve Danimarkalılar arasında olduğu gibi, yakından bağlantılı (yakın akraba olan) gruplar arasında bile ölçülebilir genetik mesafe göstermektedir (Salter 2002). Bireyler, kendi kabile ve etnik gruplarında dış-gruplara göre daha büyük bir çıkara sahiptirler ve iç-gruplar ile dış-gruplar arasındaki ayrımı büyüten mekanizmalardan faydalanacaklardır. Sosyal kimlik teorisinin temelini oluşturan aynı evrimsel mantık ya da aslında GilWhite’ın eksaptasyon modeli gibi. Varsayımsal evrimleşmiş bir insan türleri modülünün gruplar arasında güvensizliği ve düşmanlığı şiddetlendirmesi beklenecektir, çünkü dış-gruplar aslen ve esasen farklı olan insanlardan oluşmuş olarak görüleceklerdir (Hogg ve Abrams 1987). Sosyal kimlik araştırması, sosyal hareketliliğin (geçirgen grup sınırlarının kapsamı) iç-grup/dış-grup tutumlarına etki ettiğini göstermektedir. Geçirgenliğin algılanması çıkar çatışması algısını azaltır ve geçirimsizlik algılamaları diğer grupla rekabete ve dış-grubun olumsuz değerlendirmelerini içeren grup stratejilerine yol açarken, diğer grubun kolektif bir şekilde hareket etme yeteneğini azaltır. Etnik gruplar, kendi farklılıklarını, tahminen atfedici olan ve dolayısıyla değiştirmesi zor ya da imkânsız olan ilişkilere bağlarlar (Horowitz 1985: 147). İnsanlar dış-gruptakileri “farklı bir türden” olarak görmeye meyillidirler ve dolayısıyla aynı bir grubun 234 potansiyel üyeleri değildirler, ki bu gruplar arasında daha çok çatışmaya yol açar. Sosyal Kimlik Teorisi Genetik benzerlik teorisi gibi fenotipik benzerlik temelli teoriler, ayrımcı mekanizmaların kültürel manipülasyonunun can alıcı önemini etno-merkezci grupların temel karakteristik özelliği olarak irdelemezler. İç-grup üyeliğinin tüm ilişkiler için kritik öneme sahip olduğu sonucuyla birlikte grupların ayrımcı kültürel uygulamaları geliştirmeleri yaygındır. Örneğin, Anabaptist gruplar (Amişler ve Hutteritler) ile onu çevreleyen toplum arasında kıyafet biçimleri, daha geniş kitle iletişim araçları kültürüne aşinalık, dinsel inanışlar ve örgütsel yapılar dâhil olmak üzere, geniş kültürel engeller bulunmaktadır (MacDonald 1994/2002). Sonuç olarak, geniş özellikler kapsamında Anabaptisler ile Anabaptist olmayanlar arasındaki fenotipik ve genetik benzerlik, grup dışındakilerle arkadaşlığın, iş ittifaklarının ve evliliğin teşvik edilmesine yönelik bir mekanizma şeklinde etkin biçimde engellenmiştir ve dinsel/etnik bağın (grup üyeliği) bir sınıflandırma kriteri olarak önemine dair yöndeş bir aşırı büyüme (hipertrofi) vardır. Üstelik benzer olmayan diğerlerine yönelik genelleştirilmiş olumsuz tavırlar, onların grup üyeliği nedeniyle, bireylere karşı yöneltilen düşmanlığı hesaba katmada yetersiz görünür. Genetik Benzerlik Teorisi ya da yabancı düşmanlığıyla ilgili önerilen mekanizmalar, her bir bireyin diğerlerini çok benzer olandan çok benzersiz olana kadar değişen bir uzay-zamanda değerlendirdiğini öne sürer. Bununla birlikte, etnik rekabetin önemli bir özelliği, etnik bölücülük ve bir benzerlik kriteri olarak dinsel/etnik statünün uyumlu aşırı büyümesiyle yaratılan süreksizliklerin bulunmasıdır. Temel olarak ihtiyaç duyulan şey, bireyin diğer fenotipik karakteristiklerin235 den daha ziyade, grup üyeliğinin başlı başına gruplar arasındaki düşmanlığın oluşmasında karar verici öneme sahip olduğu teorik bir bakış açısıdır. Sosyal kimlik teorisi, gruplara dair gelecek vaat eden bir evrimsel teori sunmaktadır (MacDonald 1998; Tullberg ve Tullberg 1997; Van der Dennen 1999). Sosyal kimlik teorisinin erken bir biçimi William Graham Summer tarafından belirtilmiştir ki o, şöyle bir sonuca varmıştır: Gruba bağlılık, onun için kurban olma, grup dışındakilere yönelik nefret ve aşağılama, içeride kardeşlik, dışarıda kavgacılık hepsi birlikte gelişen aynı durumun ortak ürünleridir. Bir diğerlerinin grubundan erkekler, atalarının bizim atalarımıza savaş açtığı grup dışındaki kimselerdir. Her bir grup kendisine ait gurur ve kibri besler, kendi üstünlüğünü över, kendine ait ilahilikleri göklere çıkartır ve grubun dışında olanlara küçümsemeyle bakar. Her bir grup kendisine ait adetleri tek doğru adetler olarak düşünür ve diğer grupların diğer adetlere sahip olduğunu gözlemlerse, bunlar kendisinin küçümsemesini harekete geçirir. (Summer 1906: 13). Sherif ve arkadaşlarının (1961) klasik çalışması ise, gruplar arası rekabetle iştigal eden çocukların grupları rastgele seçildiği zaman gruplar arasında sistematik genetik veya fenotipik farkların yokluğuna karşın grup üyeliğinin kişisel kimliğin önemli bir yanı olduğunu bulmuştur. Gruplar birbirinin olumsuz kalıp yargılarını (sterotipler) geliştirmiş ve “kötü huylu, dengesiz, kötü niyetli” çocuklardan oluşan gruplara dönüşmüşlerdir (Sherif 1966: 85). Yabancılardan korkma ve hoşlanmama kolayca oluşturulur, bilhassa deri rengi gibi bariz fiziksel farklılıklarla belirtildiği zaman grup farklılıkları çabucak bilince kaydedilir (Hebb ve Thompson 1964). Levine ve Campbell (1972) iç-gruplara karşı olumlu algıların ve davranışın, dış-gruplara karşı olumsuz algıların ve 236 davranışın “etno-merkezci sendrom” ile ilgili teorileri ve antropolojik kanıtları değerlendirmişlerdir. Sosyal kimlik araştırması, insanların kendilerini gruplarla özdeşleştirmeye eğilimli olduklarını göstermektedir. Hem iç-grupları hem de bilhassa dış-grupları aslında olduklarından daha homojen olarak kavramsallaştırmaya dair bir eğilim vardır. İç-grubunun basmakalıp tutum ve davranışları pozitif olarak değerlendirilirken, dış-grubun tutum ve davranışları ise negatif olarak değerlendirilir (Brewer ve Brown 1998; Fiske 1998; Abrams ve Hogg 1990; Hogg ve Abrams 1987). Dış-grup üyelerine karşı olumsuz tutum ve davranışlar, zarar gören ve zarar veren dış-grup üyelerine karşı normatif yasaklarla yumuşatılırken (Hewstone, Rubin ve Willis 2002), bu tür normlar birçok toplumda yürürlükte değildir; o kadar ki, birbiri ardınca ülkede, diğer etnik gruplar övücü olmayan ve aşağılayıcı terimlerle tanımlanırlar (Horowitz 1985: 7). Bu kategorileştirme süreçlerinin sonucu, iç-grup lehine ayrımı kapsayan davranış, iç-grubun üstünlüğüne ve dış-grubun düşüklüğüne dair inanışlar ve iç-grup için pozitif duyuşsal tercihle dış-gruba yöneltilen negatif duygudur. İç-grup kaynaşmasına ve dış grubun değerinin düşürülmesine yönelik bu eğilimler, gruplar arasındaki asıl çıkar çatışmalarıyla şiddetlenir (Triandis 1990: 96). Yine de, iç-grup kayırmacılığı ve dış-gruplara karşı ayrımcılık, sözde minimal grup deneylerinde, yani grupların herhangi bir çıkar çatışması veya aslında hiç de herhangi bir sosyal etkileşimle oluşturulmadığı deneylerde bile oluşur. Hatta deney denekleri grupların rastgele oluştuğunun farkında oldukları zaman bile söz konusu denekler, iç-grup ile dış-grup arasındaki farkı maksimuma çıkarmaya çalışırlar, hatta bu tür bir strateji onların kendilerine ait grubun ödüllerini maksimuma çıkarmaya237 cakları anlamına geldiği zaman bile durum aynıdır. Burada önemli olan amaç, diğer grubu yenmek olarak görülür. Minimal grup deneylerini son derece yapay durumu nedeniyle anlamlı olmayan şeklinde reddetmekten daha ziyade, bu çalışmalar insan beynindeki “gruptaşlık” en rastgele biçimde oluşturulan gruplar açısından bile dış-gruplara karşı açıkça ayrımcılık eğilimi gücüne işaret eder. Sosyal kimlik araştırmasının ampirik sonuçları, sosyal kimlik süreçlerinin gruplar arası rekabet için tasarlanmış psikolojik bir adaptasyon olduğunun farz edilmesiyle son derece uyumludur. Mevcut kanıt, minimal grup bulgularının farklı yaşlarda, farklı milliyetlere, farklı toplumsal sınıflara sahip denekler ve çok sayıda bağımlı değişken boyunca genelleştirilebileceğini gösterir (Bourhis 1994). Antropolojik kanıt, bir kimsenin kendi grubunu üstün olarak görme eğiliminin evrenselliğini göstermektedir (Vine 1987). İçgrupların lehine önyargılara yönelik eğilim, minimal grup deneylerinde bile (Otten ve Wentura 1999) otomatik ve dolaylı olarak, başka bir deyişle, bilinçli farkındalık olmaksızın doğar; bu nitelikler diğer nedenlerden ötürü doğabilmelerine rağmen, otomatiklik ve dolaylı bilinçdışı işleme, EEA’da yineleyen sorunlara adaptasyonlar şeklinde tasarlanan alana özgü geliştirilmiş modüllerin karakteristik özellikleridir (Tooby ve Cosmides 1992). Üstelik toplumsal kimlik süreçleri, dış-grupla ilgili açık bilgi öncesinde, yaşamda çok erken oluşur. Onlar, bazı hayvan türleri arasında da oluşmaktadır. Russell (1993: 111), insanlar gibi, şempanzelerin dünyayı “bize” karşı “onlara” böldüklerini kaydeder ve Van der Dennen (1991: 237), insan ile hayvan çatışması üzerine literatüre dair kendi görüşü temelinde, gelişmiş türlerin duygusal mekanizmalarına dayalı olarak güçlü grup sınırlandırmalarına sahip olduklarını öne sürmektedir. 238 Grup etkileşimleriyle ilgili bilişsel mekanizmaların adaptif amacını belirten, Rutherford ve arkadaşları (1997), rasyonel seçim teorisiyle uyumlu olmayan fakat rekabet eden grupların ortamında son derece uyumlu olabilecek adaptif bir durumda insanların bireysel/grup maliyet/fayda bedellerini tarttıklarını bulmuşlardır. Yine, ilgili kanıt iç-grupların ve dış-grupların algılarının uyarlanabilir amacın sonucu olduğunu ve gruplar arası rekabetin evrimsel uyuma dair beşeri çevrenin bir gerçekliği olduğunu göstermektedir. Sosyal kimlik süreçlerinin güçlü duygusal bileşenlerini insan beyninin evrimleşmiş mekanizmasının bir yönü olması haricinde izah etmesi çok zordur. İç-grup, pozitif bir farklılık, pozitif bir sosyal kimlik geliştirir ve bu sürecin bir sonucu olarak özsaygıyı artırır (Aberson, Healy ve Romero 2000; Rubin ve Hewstone 1998). Grup içerisinde pek çok bağlayıcılık, pozitif duygusal önemseme ve yakınlık varken grup dışındaki ilişkiler düşmanca ve kuşkucu olabilir. Hogg ve Abrams’ın (1987: 73) kaydettiği üzere, iç-grup özdeşleşmesinin duygusal sonuçları sadece bilişsel süreçlerle açıklanamaz ve bir öğrenme teorisi ümitsiz bir şekilde geçici ve gereksiz görünebilir. İnsanların kendilerini sosyal kategorilere yerleştirme ve bu kategorileri güçlü duygusal ve değerlendirici üst tonlar (suç, empati, özsaygı, bir grup kimliğini güvene alma rahatlığı, onu kaybetme endişesi) olarak varsayma eğilimleri sosyal kimlik süreçlerinin biyolojik desteklemesine yönelik en iyi adaylarıdır. Açıkçası, insanların gruplara kategorize edilmesi, genel insan sınıflandırma sürecinin basit bir örneğinden çok daha fazlasıdır. Sosyal kimlik süreçleri, kaynak rekabeti ya da diğer algılanan tehdit kaynakları zamanlarında da şiddetlenir (Hogg ve Abrams 1987; Hewstone, Rubin ve Willis 2002), ki bunun gruplar arası çatışmaya yönelik bir adaptasyon ol239 duğu varsayılır. Yaygın bir etnik çekişme kaynağı, yabancılar tarafından hükmedilme korkusudur (Horowitz 1985: 188). Keeley (1996: 129, 138-14l), devlet-öncesi toplumlar arasında, “zor zamanların” ve genişleyen popülasyonların sıklıkla savaş durumuyla ilişkili olduklarını bulmuştur. Alexander (1979) ile Johnson (1995) tarafından vurgulandığı üzere, dış tehdit iç bölünmeleri azaltma eğilimindedir ve içgrup üyeleri arasındaki ortak çıkar algılarını maksimuma çıkartır. Bu bulgulara dair evrimsel bir yorum, sosyal kimlik süreçlerinin, şempanzeler gibi gelişmiş hayvan türleri arasında da oluştuğunu gösteren sonuçlarla da desteklenir (Van den Dennen 199l). Sosyal kimlik süreçlerinin güçlü duygusal bileşenlerini, insan beyninin evrimleşmiş mekanizmasının bir yönü olması haricinde açıklamak çok zordur. İnsanların kendilerini sosyal kategorilere yerleştirme ve bu kategorileri güçlü duygusal ve değerlendirici üst tonlar olarak varsayma eğilimleri son derece uyum sağlayan kolektivist gruplara katılımın biyolojik alttan desteklemesine yönelik en iyi adaylarıdır. Sosyal kimlik teorisinin sonuçları, insanların bireylerden oluşan kümeler şeklinde gruplar biçiminde sınıflandırılması bir bilgi verme kaybı formunda uyarlanabilir bir gerçeklik bozulmasını içermektedir savını desteklemektedir. Sosyal dünyayı iç-grup ile dış-grup (grup içi ve grup dışı) arasında iki zıt kutba ayrılmış olarak algılama, epey bilgi kaybına yol açar. Hem iç-grup üyelerinin hem de dışgrup üyelerinin kendi grubunun basmakalıp özelliklerinin iç-grup üyeleri için pozitif olarak değerlendirilen özellikler ve dış-grup üyeleri için negatif olarak değerlendirilen özelliklerle karakterize edilmiş olması sonucu, iç-gruplardaki insanların grup içerisinde bireysel farklılıklarla ilgilenememeleri oldukça muhtemeldir (Hogg ve Abrams 1987). Bu 240 kayıp bilgi verme, grup sınıflarını keskinleştirme, iç-grup hakkında pozitif duyguları ve dış-grup hakkında negatif duyguları pekiştirme ve iç-grup lehine ve dış-grup aleyhine ayrım yapma sonucunu doğurur. Pozitif bir öz imaj oluşturmak amacıyla gruplar da türetirler; yani icat ederler. En azından diğer gruplardan farklılık gösterecekleri öznitelikleri seçerler: “Eğer bir grup, başarı güdülenmesi boyutunda haksız karşılaştırmayla zarara uğrarsa, her şeye rağmen, göreceli grup değerlendirmesi için alternatif bir altyapı sağlayan vatan ile özel bir bağlantıya sahip olabilir” (Horowitz 1985: 186). Sosyal kimlik teorisinden elde edilen ampirik veriler, iç-grup ve dış-grup anlayışlarının, doğal seleksiyonun odağı olduğunu göstermektedir, başka bir deyişle, bireylerin art arda bağlanmalarından daha çok iç-grupların ve dışgrupların grup olarak algılanmalarının uyarlanabilir olduğu durumlara insanlar tekrar tekrar maruz kaldığı için söz konusu mekanizma evrimleşmiştir. Sosyal kimlik araştırması, tehdit altındaki gruplarda bulunan insanların ortak bir psikolojik kader duygusu geliştirdiklerini göstermektedir (Rabbie ve Wilkins 197l). Sosyal kimlik mekanizmalarının gruba yönelik dış tehdidin varlığına karşı oldukça hassas olarak görünmesi, insanların bireysel çıkarını takip etmeyi sürdürdükleri varsayımıyla uyumludur; tehdit olmadığında insanlar daha bireyselcidir ve tehdit anlarında ise, grup ile bireysel çıkarlar gittikçe artan oranda örtüşür ve grup üyeleri gittikçe ortak bir kadere sahip olurlar. Ayrılmanın bireysel olarak avantajlı olmadığı veya hiç de iyi bir seçenek olmadığı gruplar arası yoğun rekabet örnekleri ve askeri çatışmalar gibi durumlarda insan gruplarında ortak kaderin oluşması muhtemeldir. Savaş, bu durumları karşılayacak en muhtemel adaydır. Savaş, devlet-öncesi toplum241 lar arasında yineleyen bir fenomen olmuş görünmektedir. Araştırmalar, toplumların %90’ından fazlasının savaşla iştigal ettiğini, büyük çoğunluğunun en azından yılda bir defa askeri faaliyetlerde bulunduğunu göstermektedir (Keeley 1996: 27-32). Üstelik her ne zaman modern insanlar sahneye çıktılarsa, öldürücü şiddetin nihai kanıtı, yeterli sayıda ölü gömme göz önünde bulundurulduğunda daha yaygın olur (Keeley 1996: 37). Sıklığından dolayı ve sonuçlarının ciddiyetinden ötürü ilkel savaş, uygar savaştan daha ölümcüldür. İlkel ve prehistorik toplumlardaki çoğu yetişkin erkek savaş ile uğraşmıştır ve bir ömür boyunca defalarca çatışma görmüştür (Keeley 1996: 174). Ortak kader, olasılıkla potansiyel firarilerin iç-grup tarafından derhal idam edildikleri veya şiddetle cezalandırıldıkları durumlarda veya hayatta kalanların galip gelen bir dış-grup tarafından derhal idam edildikleri veya kadınlara ve diğer kaynaklara erişimin boşa gittiği durumlarda söz konusu olacaktır. En azından bazı durumlarda devletöncesi savaşta disiplin ve zorlamanın yüksek düzeylerine ilişkin az kanıt vardır (Tumey-High 1971). Yine de, korkaklar sık sık utandırılmış ve cesaret ise son derece değerli bir özellik olmuştur (Keeley 1996: 42-44; Tumey-High, 1971), hatta gerçekten savaş grubundan kaçışın sosyal baskının bir sonucu olarak bazı bedelleri vardır. Daha önemlisi, belki de ele geçirilen insanların, bilhassa erkeklerin katledilmesi savaş halinin kalıcı bir özelliği olmuş olmasıdır. İktidara yükseldiklerinde Aztekler, muhtemelen tüm fethedenlerin her zaman yaptığı gibi, kendilerine karşı olanları katletmişlerdir (Keegan (1993: 114). Devlet-öncesi savaşta, kadınlar sıklıkla savaş ödülü sayılırken derhal ölüm kadınların ve çocukların kaderiydi ve yetişkin erkek tutsakların ise mutlak kaderiydi. Silahlı ya da silahsız erkekler, ilkel toplumla242 rın büyük çoğunluğunda savaşlarda, baskınlarda veya savaş sonrası bozgunlarda çekinmeden öldürülmüşlerdir. Teslim olmak, kabilenin yetişkin erkekleri için pratik bir seçenek değildi, çünkü ele geçirilme sonrası hayatta kalmak imkânsızdı (Keeley 1996: 84). Dolayısıyla, gruplar arasındaki yoğun çatışma durumlarının tekrar tekrar ortak kader durumuna sebep olduğunu düşünmemiz için birkaç neden vardır. Üstelik Boehm (1997), avcı-toplayıcı insan gruplarının evrimsel açıdan uzun bir zaman boyunca hem genetik hem de kültürel evrime etki etmiş olan bir “eşitlikçi ahlak” ile karakterize edildiklerini göstermektedir. Eşitlikçi ahlak, et ve diğer önemli kaynakların tüm grup tarafından paylaşıldığını, liderlerin gücünün sınırlandırıldığını, başına buyruk liderlerin cezalandırıldığını ve hemen hemen tüm önemli kararların bir uzlaşma süreciyle alındığını ifade eder. Eşitlikçi ahlak, bu nedenle bireylerin, aynı gruptaki diğer bireylerin pahasına kendilerinin seçilim değerini artırmalarını zorlaştırarak grup içerisinde nispeten davranışsal tekdüzeliğe ve zayıf seçilim baskılarına yol açar. Dedikodu ve sosyal yardımları kısıtlama gibi sosyal kontrolün hafif biçimleri, sözde başat karakterleri kontrol etmek için genellikle yeterlidir, fakat sürgün etme ve infaz etme gibi aşırı tedbirler, etnografik literatürde kayıtlıdır. Boehm, grup içerisindeki davranışsal farklılıkları kontrol etmesi ve gruplar arasındaki davranışsal farklılıkları artırmasıyla, eşitlikçi ahlakın seçilim düzeyleri arasındaki dengeyi değiştirdiğini ve gruplar arasındaki seçilimi insan evriminde önemli bir güç haline getirdiğini ileri sürer. Bireyselcilikte/Kolektivizmde Bireysel ve Grupsal Farklılıklar Harry Triandis’in (1990, 1995) geliştirdiği bireyselcilik/kolektivizm teorisi, sosyal kimlik teorisinin ele aldığı 243 aynı eğilimlerin çoğundaki bireysel farklılıklara ve kültürler arası farklılıklara vurgu yapar. Bireyselcilik/kolektivizm teorisi, bireysel hak ve çıkarlardan daha çok iç-grubun amaç ve ihtiyaçlarına önem verildiği oranda kültürler arası farklılıkları tanımlar. İç-grup normları, işbirliği yapma ve bireysel amaçları grubun ihtiyaçlarına göre ikinci derecede önemli sayma görevi, kolektivizme son derece yatkın olan bireyler için önceliklidir. Kolektivist kültürler, geniş çaplı bir akrabalık ilişkileri ağında sosyal iç içe geçme ve gömülmüşlükle karakterize edilir. Bu tür kültürler, iç-grup normlarının evrensel olarak kabul görmüş bir etno-merkezcilik biçimi olduğu algısını, iç-grup otoritelerine otomatik itaat (otoritercilik) ve iç-grup için savaşma ve ölme isteği dâhil olmak üzere, iç-gruba bir “sorgusuz bağlılık” geliştirir (Triandis 1990: 55). Kolektivist kültürler iç-grup önyargılarına daha yatkındır (Heine ve Lehman 1997; Triandis ve Trafimow 2001). Sosyal kimlik süreçleri gibi, kolektivizme yönelik eğilimler dış tehdit anlarında şiddetlenmekte ve yine kolektivizme yönelik eğilimin gruplar arası çatışmaya ilişkin bir mekanizma olarak gelişen ihtiyari bir karşılık olduğu öne sürülmektedir. Eğer ortak bir kader duygusunun geliştirilmesiyle ilgili psikolojik mekanizmalarda önemli bireysel farklılıklar varsa, bazı bireylerin ortak bir kader duygusuna son derece yatkın olduğu ve gruptan ayrılmanın psikolojik olarak var olan bir seçenek olmadığı tam yerinde olacaktır. Aslında, bu tür insanlara ilişkin örnekler mevcuttur. Bilhassa dikkat çeken nokta, grubu terk etmektense ölüme veya toplu katliama maruz kalan bireyler fenomeni olmuştur. Modern zamanlarda periyodik olarak bu tür örnekleri görmekteyiz ve antik çağlardaki Hıristiyan şehitlerinden iki bin yıllık bir dönemden daha fazla zamandır birçok Yahudi şehit örnek244 lerine kadar değişen birçok tarihsel örnek de vardır. Son derece kolektivist grupların işkencesi, tipik olarak ayrılmalarla sonuçlanmaz, daha çok kolektivist eğilimlerde bir artışla sonuçlanır. Örneğin Peter (1987), Hutterit kolektivizminin en yüksek noktasının 17. yüzyıl dini işkenceleri sırasında olduğunu belirtir. Başka hiçbir ulusun kendine ait yaşam tarzını savunurken savaştığı gösterilemez ve kendi nedeni için Yahudilerin ölmeye hazır olması örneklerle ispat edilmektedir (Sanders 1992: 239). Şehitlik örnekleri teorik açıdan önemlidir, çünkü bu tür insanların süren grup üyeliğinin öngörülen faydalarıyla grubu terk etme eğilimini dengeleyerek bireysel seçilim bedellerini hesap eden bir algoritmaya sahip olduklarını varsaymak çok zordur. Bu tür bir fenomene ilişkin net yorum, bu insanların, her ne olursa olsun, grupta kalmalarına zorlanmalarıdır. Böylesi örnekler, bu tür insanların grubu terk etmelerine, kendi yollarına gitmelerine ve dış-grubu benimsemelerine neden olacak hiçbir akla gelebilir koşulun bulunmadığını ortaya koymaktadır. Kendini kurban etmeye dair bu tür bir uç örneğin bir insanın psikolojik adaptasyonu olduğunu sanmıyorum. Diğer birçok psikolojik adaptasyon vakasında olduğu gibi, önemli bireysel farklılıklar bulunmaktadır (MacDonald 1991, 1995; Wilson 1994). Kavramsal olarak, sosyal kimlik ve bireyselcilik ve kolektivizmle ilgili kişilik sistemlerindeki ve mekanizmalarındaki bu bireysel farklılıklar, kapsamı uygulanabilir stratejilerin bir dağılımını eşleştiren daimi bir fenotipler dağılımının temsil edilmesi olarak görülebilir. Bu varyasyonun aşırı bir ucunda, grup üyeliğinin bireysel bedellerini hesaba katmadıkları ve gruptan ayrılmaktansa canı gönülden ölümü göze aldıkları ortak bir kader duygusunu geliştirmeye son derece 245 yatkın olan önemli miktarda bir insanın bulunduğu görülür. Gruptan ayrılmanın psikolojik olarak mevcut bir seçenek olmadığı, önemli miktarda insanın var olmasının gruplar arası seçilimin insanlar arasında meydana gelmiş olduğunun varsayılması gerektiğini gösterdiği de kaydedilmelidir. Bununla beraber, bu tür insanların var olması, grupların bir seçilim aracı olmasının bir koşulu değildir. Tüm insanlar tamamen fırsatçı olsalar ve kendi grup ilişkilerinde dönek olsalar bile, hatta o kadar ki grup üyeliği daima bireysel çıkara bağlı olmuş olsa bile, bir seçilim aracı olarak gruplar yine de koordineli grupların davranışını anlamayı gerektirecektir (Wilson ve Sober 1998). İnsanların kalıcı, sınırlandırılmış, ayrık toplanmalarının çoğu insan için sosyal çevrenin yaygın bir özelliği olması muhtemeldir (Levine ve Campbell 1972). Söz konusu fenomen önemlidir, çünkü bir hayli insanın, iç-grup ve dış-grup statüsünün psikolojik olarak son derece dikkat çekici olduğu grup yapılı popülasyonlarda fiilen yaşadığı anlamına gelecektir (Palmer, Fredrickson ve Tilley 1997). Örnekler, Çingeneleri, Anabaptist dini grupları (Amişler, Hutteritler), 17. yüzyıl Kalvinistlerini ve püritenlerini ve dünyanın birkaç kısmında oluşan denizaşırı Çinli grupları kapsar (MacDonald 1994, 2002). Bazı kültür grupları dikkat çekici biçimde diğerlerinden daha da kolektivisttir. Çin’den Kuzey Afrika’ya kadar olmak üzere, Eski Orta Dünya kültürel alanı; geniş çaplı akraba grupları, güçlü ataerkil sosyal yapısı, akraba evliliği, etno-merkezcilik ve yabancı düşmanlığı ile kolektivizme eğilimlidir (Burton ve diğerleri 1996). Toplum, gruplar arası çatışmanın kendilerinin evrimsel tarihinin önemli bir bileşeni olduğunu ortaya koyan, sürüleri korumak üzere askeri 246 birlikler işlevi gören erkek-egemen gruplar çevresinde merkezlidir. Askeri gücü arttırmak amacıyla daha geniş gruplar oluşturmak için epey bir baskı vardır ve bu başlık parası aracılığıyla ekstra kadın alınarak kısmen yapılır. Orta Doğulu toplumlar, antropologlar tarafından nispeten geçirimsiz gruplar içerisinde örgütlenen “parçalı toplumlar” olarak karakterize edilir (Coon 1958: 153; Eickelman 1981: 157-174). Bu toplumlardaki bireyler, sıklıkla saç stili veya giyinme gibi dış belirteçlerle birlikte güçlü bir grup kimliği ve grup sınırları duygusuna sahiptirler ve keza homojen grupların yanı sıra kendilerinin homojenliğini muhafaza ettikleri yerde farklı gruplar farklı alanlara yerleşir. Carlton Coon’un (1958) Orta Doğulu toplumlara dair şu tanımını lütfen dikkate alın: “Oradaki düşünce, bir ülkenin vatandaşlarını bir bütün olarak tekdüze vurgulamak değil, her bir özel segment içerisinde tekdüzeliği ve segmentler arasında mümkün olan en büyük aykırılığı vurgulamaktı. Her bir etnik birimin üyeleri bazı sembol figürasyonlarıyla kendilerini tanımlama ihtiyacı hissederler. Eğer kendilerinin tarihi nedeniyle bazı ırksal özelliklere sahip olurlarsa, onlar özel saç kesimleriyle bu kadar gelişecekler; her halükarda ayırt edici kıyafetler giyecekler ve farklı bir şekilde davranacaklardır” (Coon 1958: 153). Batılı toplumlar, bireyselciliğe, geniş aile yapısından daha sade ve geniş çaplı akrabalık bağlarına ve iç-grup ilişkilerine göreceli vurguya daha yatkındırlar (Horowitz 1985; Triandis 1995; MacDonald 1998, 2002). Batılı toplumlarda etnik çatışma, buna bağlı olarak kolektivist toplumların olağan olduğu Afrika ve Asya’dan daha az yoğundur. Batı’nın bölünmüş toplumlarında, Asya ile Afrika’dan genel olarak daha kompleks bir grup sadakat yapısı vardır. Karışık parti sistemlerine ve kompleks meseleler konfigürasyonlarına yansıtılan, politik açıdan önemli bir dizi başka 247 bağlılıklarla tamamlandıkları için etnik bağlılıklar daha az kapsamlıdır. “Eğer bireyci düşüncenin yaygın önemi olmasaydı, etnik ilişkiler dünyası oldukça farklı olurdu ve inanıyorum ki halihazırda olduğundan daha az sivil olurdu” (Horowitz 1985: 89). Rasyonel Seçim Mekanizmaları İnsanlar yeni ortamlarda evrimsel (gelişimsel) hedefleri uyumlu bir biçimde edinmeyi amaçlayan maliyet/fayda hesaplamalarını yapan rasyonel seçim mekanizmalarına sahiptirler. Psikolojik terminolojide bunlar, yeni, kompleks ve nispeten öngörülemeyen ortamlarda insanların rasyonel, adaptif seçimler yapmasına olanak sağlayan, zeka testleri gfaktörü, klasik koşullanma ve sosyal öğrenme gibi, genel mekanizmalardır. (MacDonald 1991). Grup üyeliği meselesine uygulanan bu tür mekanizmalar, bireylerin acil maliyet/fayda hesaplamalarına bağlı olarak fırsatçı bir şekilde gruplara katılmalarına veya gruplardan ayrılmalarına (Goetze 1998), çaba sarf etmeden elde etmekten kaçınmak için grup sınırlarını etkili bir biçimde gözlemlemelerine ve dış-gruplarla ilişkileri düzenlemelerine olanak sağlar (MacDonald 1994, 2002). Örneğin, ekonomik mükâfatlar sözü bir kişinin bir gruptan bir başka grup için ayrılmasına neden olur. Yahudi dinsel hukuku, diğer Yahudileri ele veren veya diğer Yahudilerin hayatlarını tehlikeye atan Yahudilerle ilgili düzenlemeleri son derece detaylandırmıştır; sıklıkla kişisel çıkar için Yahudilere ihanet eden Yahudilere karşı sabit bir vakalar akışına başvurulmuştur (Shahak ve Mezvinsky 1999). Rasyonel seçim mekanizmaları, örneğin modern çok kültürlü demokrasilerin kurumsal yapısının gezinilmesinde, devamlı olarak değişen ortamlarda grup çıkarlarını tanımlamanın ve gözetmenin temelini oluşturur. Genel zekâ tartışmaları, zekânın alışılmadık problem248 lerin çözümünde faydalı olduğunu vurgular. Evrimsel bir bakış açısından, minimal bir ön bilgi miktarıyla karakterize edilen alışılmadık ve yeni koşullarda evrimsel amaçlara ulaşılması, kritik bir fonksiyondur. Akışkan zeka, akıl yürütme becerileri yeni sorunlarla uğraşmada, ilişki sonuçları çıkarmada ve tümevarımsal, tümdengelimsel ve bütünleştirici akıl yürütme işlerini çözmede kullanılması gereken otomatikleştirilmiş sistemlerden, stratejilerden ve kestirme yollardan oluşur (Horn ve Hofer 1992: 88). Zekâ üzerine yapılan araştırmalar devamlı olarak daha zeki insanların minimal bir ön bilgi miktarıyla karakterize edilen alışılmadık ve yeni koşullarda hedeflere ulaşmada daha iyi olduklarını ortaya koymaktadır. Zekâ, “ne yapacağını bilmediğin zaman ne kullandığındır” (Bereiter 1998: 111). Genel model, bir dizi mekanizmayla elde edilebilen güdü yatkınlıklarını insanın evrimleştirdiğidir. İnsanların genelleştirilmiş seçilim değerini maksimuma ulaştırmakla adaptasyonların geçmiş ortamlarda spesifik sorunları çözmek üzere yaratıldığı şeklinde tasarlanmadıkları evrim psikologları tarafından sık sık kaydedilmektedir (Tooby ve Cosmides 1992). Bununla birlikte yeni, öngörülemeyen ortamlarda gelişimsel hedeflere ulaşmayı amaçlayan genel mekanizmalar modeli oldukça farklı çıkarımlara sahiptir. İnsanlar gelişimsel hedefler arayışında potansiyel açıdan esnek stratejistler olarak kavramsallaştırılmaktadır (Alexander 1979). Bu perspektiften bireyler, etnik grupların rasyonel egoistler biçiminde üyesidirler (Tullberg ve Tullberg 1997) ve etnik grupların kendileri de rasyonel egoistler biçiminde davranış gösterir. Örneğin, Asya ve Afrika’nın etnik olarak bölünmüş toplumları mevcut kurumsal yapı içerisinde kendi çıkarlarını genişletmek amacıyla siyasal partiler kurarlar (Horowitz 1985: 293). Bu kurumsal 249 yapıda uyumlu bir biçimde davranma, genel problem çözme mekanizmalarını gerektirir. Bu mekanizmalar mevcut durumların değerlendirilmesine, ittifaklar kurulmasına, içgrup üyelerini toplamaya ve kaynakların elde edilmesine dayalı olan açık planlar oluştururlar. Benzer biçimde, çağdaş Batılı toplumlardaki azınlık gruplarının çıkarları siyasal ve hukuksal süreç birikimleri yoluyla tipik olarak geliştirilir: para toplamak için mekanizmaların geliştirilmesi; medya mesajlarına etki etmek için sosyal bilim araştırmalarından yararlanma ve onları oluşturma; iç-grup üyelerini toplama ve iç-grup ile dış-grup üyelerini manipüle etme; internetten faydalanma vs. Diğer bir genel mekanizma olan klasik koşullanma (MacDonald ve Chiappe 2002) da önemli olabilir. Johnson (1997), akrabalık terimlerinin iç-gruplara bağlılığı artırma manipülasyonunun duygusal gücü akrabalık tanıma mekanizmalarında (örneğin anavatan, kardeşlik) kökleşmesinden türeyen ilişkilere dair klasik koşullanmaya dayalı olduğunu öne sürer. IQ ile ekonomik başarı arasındaki bağlantıdan dolayı (Gottfredson 1997; Lynn ve Vanhanen, 2002), nispeten yüksek bir IQ’ya sahip deniz aşırı Çinliler ve Diaspora Yahudileri gibi gruplar, yüksek düzeylerde ekonomik başarıya ulaşabilmektedirler; dolayısıyla bu gruplar, etkili etnik çıkar örgütlerini destekleyen kaynaklara sahiptirler ve politik sürece etki ederler. Sürekli olarak değişen ortamlarda yeni problemleri çözmek amacıyla geliştirilen genel yetenekler kadim amaçları evrimsel olarak geliştirmek için kullanılmaktadır. Birkaç teorisyen, etnik grupların doğal varlıklar, yani oluşumlar olmadıklarını, fakat tipik olarak etnik liderlerin politik ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla sosyal olarak oluşturulan varlıklar olduklarını vurgulamışlardır. Bu perspektif burada geliştirilen genel bakış 250 açısına tam anlamıyla uyar. Doğrusunu söylemek gerekirse, etnikler, yani etnik gruplar ortaya çıkarlar ve ortadan kaybolurlar; bütünleşirler ve bölünürler ve de akrabalık ilişkileri kendine hizmet edici bir şekilde manipüle edilebilir (Anderson 1983; Horowitz 1985). Her zaman gerçekliği olmasa da, bir ortak ata inanışı vardır. Yine de, kaynaşma ve yayılmanın sıklıkla evrimsel açıdan anlaşılabilir çıkarları yansıttığını düşünmek için bir neden vardır. Van den Berghe’nin (1999: 23) kaydettiği üzere, etnik ilişkiler, daima biyolojik atanın objektif gerçekliğiyle o objektif gerçekliğin sübjektif algı, tanım ve manipülasyonunun karşılıklı etkileşimini içermektedir. İnsan çıkarlarını anlamak için biyolojik atanın önemini ve bu çıkarları gerçekleştirmek için genel mekanizmaların sağladığı esnekliği göz önünde bulundurursak, bizler, yüz milyonlarca insana ve bir hayli sayıda genetik fay hattına sahip geniş durumların evrimsel açıdan yeni çevresini hesaba katarak, bir insanın genel olarak biyolojik bakımdan nasıl bir adaptif etnik grubu geliştirdiğini sorabiliriz. Adaptif stratejilerin planlanması yeni bir şey değildir. Diğer şeyler arasında Eski Ahit, iç-grubun ekonomik bütünlüğünü sürdürürken varlığını sürdürmek ve ekonomik bakımdan zenginleşmek ve bilhassa ekonomik işlerde uzmanlaşmak için net bir biçimde söylenmiş bir strateji sağlar. Spartalılar (MacDonald 1988, 1994, 2002), ve Eski Ahit teamüllerine öykünen birkaç Hıristiyan grubu (Prütenler, Mormonlar, Anabaptistler) (Miele 2000; MacDonald 1994, 2002; Wilson 2002) dâhil olmak üzere çeşitli örnekler vardır. Rasyonel kişisel çıkar algılarını yansıtan diğer bir yaygın yapı, etnik grupların post-kolonyal çağda yaratılan çoketnikli bir ortamda kendi gücünü artırmak amacıyla, yakından ilişkili (yakından akraba) gruplar ile asimilasyon strate251 jilerini izlemeleri olmuştur. Örneğin, Gabon’un Fangları, politik bir çatışmada, kendilerinin klanının ve dialekt bölgelerinin bir dezavantaj olduğunu hissetmişler ve kendilerinin önceki bütünlüğünü yeniden oluşturmaya koyulmuşlardır. Fangların yeniden canlanmasının göze çarpan bir rolü yaygın bir köken ve göç efsanesiyle oynanmıştır ki bu yalnızca özgün şecerelere dayalı olmamış, aynı zamanda kesin olmayan tarihsel doğruluğun yeni öğelerini de içermiştir (Horowitz 1985: 70). Çağdaş dünyada bireysel genetik çıkarları maksimuma çıkarmaya yönelik açık bir strateji, kendilerinin özbenlikten genetik mesafesine bağlı olarak, diğerleriyle ideal işbirliği yapılarını keşfetmek amacıyla genel problem çözme mekanizmalarını kullanmak olacaktır. Etnik gruplar, üreme popülasyonları olup, diğer etnik gruplara göre kendilerine ait etnik grupta daha büyük bir kapsayıcı seçilim değeri yoğunluğu nedeniyle bireylerin etnik gruplarda genetik çıkarları vardır (Salter 2002). Örneğin, popülasyon genetik çalışmaları, çeşitli Avrupalı popülasyonların kıtasal olarak ayrılmış ırklardan çok daha yakın, yani yakın akraba olduklarını (Cavalli-Sforza ve diğerleri 1994), ve bu popülasyonlar arasındaki mesafelerin yaklaşık olarak, iyi eğitimli makul bir tarihçinin, nüfus bilimcinin veya bir turistin bekleyeceği şeye tekabül ettiğini göstermektedir. Her şeyleri eşit olan İskandinavlar, diğer Avrupalılara göre diğer İskandinavların genetik çıkarlarıyla daha çok kesişmeye ve Avrupalılar da Afrikalılara göre diğer Avrupalılarla daha çok genetik çıkara sahiptir (bk. Şekil 1 ve 2). Genetik mesafeleri karakterize eden belirsizlik her ne olursa olsun, burada önemli olan nokta, mevcut ortamda insanların kendi genetik çıkarlarını desteklemek için nasıl en iyi biçimde strateji oluşturmalarına yaratıcı bir şekilde karar verebildikleridir Salter’in (2002) genetik etnik çıkarla252 rın geliştirilmesine yönelik stratejilerin kavramsal tipolojisi buna örnektir. Çağdaş dünyada mevcut yeni ortamlarda adaptif, yani uyumlayıcı etnik grupların yaratılmasıyla ilgili akıl yürütme, genel mekanizmalarla çözülebilen bir sorundur. Örneğin, Goetze (1997), politik bir birimin optimal boyutunun bir içerik fonksiyonu olarak değişkenlik gösterdiğini kaydeder; küçük devletler bir düşman imparatorluklar dünyasında var olamazlar ve hatta modern dünyada bile, küçük devletler elverişsiz bölgesel çevrelerin kurbanları olabilirler. Etnik bir stratejist, Avrupa genetik mesafeler haritasına bakabilir ve kendisine en yakın genetik gruplama hareketlerini destekleyebilir, düzenleyebilir ve onlarla özdeşleşebilir. Böylece, bir İsveçli, İsveç ve Norveç gen havuzunun gelişmesini tercih edebilir veya bir Yugoslav, Yugoslav ve Yunan gen havuzlarını yeğleyebilir. Hatta bu tür bir kişi daha büyük bir haritaya bakabilir ve Beyaz ırk grubunu teşvik edebilir, düzenleyebilir ve bu beyaz ırk grubuyla özdeşleşebilir ya da Beyaz ırklılar ile Kuzeydoğu Asyalılar arasındaki bir ittifakı teşvik edebilir, düzenleyebilir ve bu ittifakla özdeşleşebilir. Bir kimsenin bu hususlara nasıl karar verdiği, bağlamından ayrı incelemenin ve soyutlamanın genel mekanizmalar özelliği işlevi görmesi yoluyla uzunvadeli evrimsel çıkarları optimize etmenin en iyi gerçekleştirilmesini içeren pragmatik bir meseledir. İnsan genetik mesafeleri ve insan davranışı ile ilgili mevcut bilgilerinin yanında dünya sahnesinde etkili bir şekilde rolünü oynayabilecek güçlü ittifakları pekiştirme ihtiyacını da göz önünde bulundurduğumuzda, bazı seçimler açık bir şekilde diğerlerinden daha iyidir. Örneğin, bir İskandinav-Amerikalı birisinin İskandinav-Amerikan çıkarlarını daha geniş grupların dışına doğru koruması aptallık olacaktır, çünkü daha geniş gruplaşmalar bilhassa Birleşik 253 Devletler gibi çok-etnikli bir ortamda, daha çok siyasal nüfuz demek olacaktır. Sanırım en iyi strateji, insanların etnik gruba bir genetik mesafe fonksiyonu olarak katıldıkları kapsayıcı seçilim değerli modele sahip bir analoji olacaktır. Birisinin enerjisini yönlendirmenin rasyonel olduğu bu genetik manzarada hiçbir doğal yer bulunmadığına dikkat edilmelidir. Farklı ortamlar farklı tepkileri gerektirir ve bir kimsenin en iyi seçimleri bile belirsizlik altında yapılır. Kosova’da yaşayan bir Sırp’ın etkin bir tepkisi Birleşik Devletler’de yaşayan bir Sırp’ın etkin bir tepkisinden oldukça farklı olabilir. Avrupalı etnik/dinsel grup (Arnavutlar) tarafından tehdit edildiğini hisseden ilki dar ve nispeten homojen bir etnik grupla özdeşleşmeyi seçebilir. Çok dilli birçok farklı etnik ve ırksal grupla karşı karşıya bırakıldığını hisseden ikincisi ise, ABD’deki Avrupa kökenli insanların daha geniş kısımları ile özdeşleşmeyi seçebilir. Fakat her ne seçim yapılırsa yapılsın, genel problem çözümü seçimlerin yapılmasında kritiktir. Sonuç Burada tartışılan mekanizmalardan sadece GST (Genetik Benzerlik Teorisi) ve varsayımsal evrimleşmiş beşeri ırksal/etnik türler modülü, genetik mesafenin genetik temelli bir değerlendirmesini ifade eder. Sosyal kimlik mekanizmaları, dış-grubun farklı bir etnik veya ırk grubu olduğu zaman, yanında, futbol oyunlarında ve hatta rastgele oluşturulan gruplarda bile, karşıt taraflardaki etnik olarak özdeş insan kalabalıklarıyla tetiklenir. Hirschfeld ile Gil-White’a göre, ırk ve etnisite hususunda özcü düşünme, gerçek, genetik açıdan etki edilmiş ırksal veya etnik farklılıkların sonucu değildir ve de genel rasyonel seçim mekanizmalarından, genetik benzerlikle ilgili mevcut bilimsel tahminlere dayalı olarak optimal koalisyonlar oluşturarak genetik çı254 karları maksimize etmeye ilaveten, çok sayıda beşeri amaca (örneğin sosyal statü) ulaşma hizmetinde yararlanılabilir. Sosyal kimlik mekanizmalarının EEA’da adaptif olduğu ileri sürülmektedir. Çünkü önemli bir dış-gruplar kümesi, iç-gruplardan daha az genetik olarak benzer ortalamada olmasına rağmen görünüşte saptanabilir fiziksel farklılıklar göstermeyen alanların yakınında yaşayan gruplardır. Belli bir kabilenin veya grubun üyeleri, fiziksel görünüş olarak herhangi bir saptanabilir farklılık olmasa bile, diğer kabileler ve gruplarla olduklarından kendi iç-grubunun diğer üyeleriyle çok daha yakından ilişkili (yakın akraba) idiler. Sonuç olarak, iç-gruplar lehine ve dış-gruplar aleyhine ayrımcılıkla sonuçlanan mekanizmalar insanlardan genetik olarak istifade etme eğilimi içerisinde de olacaktır. Açık biçimde, çok-ırklı, çok etnik-yapılı devletlerde, sosyal kimlik mekanizmaları sıklıkla uyumsuz davranışa yol açabilir, çünkü iç-gruplar ve dış-gruplar, medya, etnik liderler ve diğer elitler tarafından manipüle edilebilirler. Genetik mesafeyi değerlendirmeye almayan mekanizmalar dünyanın birçok kısmındaki etnik bilincin olağanüstü inatçılığını hesaba katamamış görünmektedir. Van den Berghe’nin (1993: 31) kaydettiği üzere, çoğu etnik gruplaşmalar önemli biçimde sabittirler, örneğin Belçika’nın Flemenkleri ve Valonları, Jül Sezar’ın “De Bello Gallica”yı yazdığı zaman ki atalarının nerdeyse tam olarak bulunduğu yerdedirler. Bu mekanizmaların gelişigüzel gruplar oluşturulduğunda bile tetiklendiği göz önüne alınırsa, sosyal kimlik mekanizmalarının bu tür stabiliteyi nasıl oluşturabildiğini hayal etmek zordur. GST tarafından önerildiği ve varsayımsal ırksal/etnik beşeri türler modülü içerisinde oluşturulduğu üzere, genetik benzerliğin değerlendirilmesine yönelik mekanizmalar, etnik fenomenin sürekliliği için en 255 makul adaylardır. Yukarıda işaret edildiği gibi, çeşitli hayvanlarda ve bitkilerdeki doğrudan soy tanıma mekanizmalarına yönelik somut kanıt bulunmaktadır (Pfennig ve Sherman 1995). Bu genetik duyarlılık süreçlerinin etnik çatışma bakımından önemli olduğu ölçüde değerlendirilmesi zordur, çünkü gerçek durumlarda, etnik farklılıklar, sosyal kimlik mekanizmalarını tetiklemesi beklenecek dil ve din gibi çeşitli kültürel belirteçlere denk düşer. Sonuç olarak, genetik mesafe yargılarının bir etnik grubun parçası olma duygusuyla gerçekte ilgili olduğu ölçüyü bilmesi zordur. Bir kişi, insanların bilinçli olarak tutulan grup kimliklerinden tam olarak soyutlandığı ve ardından insanların genetik mesafe temelinde tasnif edildiği ölçü değerlendirmesinin takip edildiği bir düşünce deneyini hayal edebilir. GST araştırması sonuçları, genetik olarak benzer olanların eşler, arkadaşlar ve ittifaklardaki partnerler olarak tercih edeceğini göstermektedir. Böylesi bir dünya atomistik bir dünyadır; bununla beraber etnik grupları yaratmak kendi başına yetersizdir. Bunu başarmak için, grup sınıflarının oluşturulması ve sürdürülmesini kapsayan sosyal kimlik mekanizmaları gereklidir. Sosyal kimlik araştırmasının sonuçları, sınırların gelişigüzel bir şekilde çizilebildiğini ve bunun yine de iç-grup kayırmacılığına ve dış-gruplara karşı ayrımcılığa neden olabildiğini göstermektedir. Bununla birlikte GST sonuçları, bu tür grupların aralarında yaşıyor oldukları dış-gruplara kıyasla genetik açıdan daha benzer olan iç-grupların uyum ve kaynaşmasından yoksun olacaklarını tahmin etmektedir. Benzer görünümlü insanlardan oluşan genetik açıdan benzer gruplar varsayımsal ırksal/etnik beşeri türleri modülünü de tetikleyecekler ve dolayısıyla bu doğal bir “bizlik” duygusuna yol açacaktır. Bu 256 ölçüde, genetik olarak benzer olanlardan oluşan etnik gruplar aslında doğal gruplardır ve etnisitenin dayanma gücünü bir beşeri gruplaşma olarak son derece hesaba katan genetik benzerlik mekanizmaları ve muhtemelen ırksal/etnik bir beşeri türler modülüdür. Kaynakça Aberson, C. L., M. Healy ve V. Romero. (2000). “Ingroup Bias and Self-Esteem: A Meta-Analysis”. Personality and Social Psychology Review, 4: 157-173. Abrams, D. ve M. A. Hogg (1990). Social Identity Theory: Constructive and Critical Advances. New York: SpringerVerlag. Alexander, R. (1979). Darwinism and Human Affairs. Seattle: University of Washington Press. Altemeyer, B. (1994). “Reducing Prejudice in Right-Wing Authoritarians”. M. P. Zanna ve J. M. Olson (Ed.). The Psychology of Prejudice: The Ontario Symposium. Hillsdale, NJ: Erlbaum. Anderson, B. (1983). Imagined Communities. London: Verso. Barrett, H. C. (2001). “On the Functional Origins of Essentialism”. Mind and Society, 2: 1-30. Berkowitz, L. (1982). “Aversive Conditions as Stimuli to Aggression”. L. Berkowitz (Ed.). Advances in Experimental Social Psychology 15. New York: Academic Press. Boehm, C. (1997). “Impact of the Human Egalitarian Syndrome on Darwinian Selection Mechanics.” American Naturalist, 150: 106-121. Bothwell, R. K., J. C. Brigham ve R. S. Malpass. (1989). “Personality and Social Psychology”. Bulletin, 15: 19-25. 257 Bourhis, R. Y. (1994). “Power, Gender, and Intergroup Discrimination: Some Minimal Group Experiments”. M. P. Zanna ve J. M. Olson (Ed.). The Psychology of Prejudice: The Ontario Symposium 7. Hillsdale, NJ: Erlbaum. Brewer, M. B. ve R. J. Brown. (1998). “Intergroup Relations”. D. T. Gilbert, S. T. Fiske ve G. Lindzey (Ed.). The Handbook of Social Psychology II. Boston, MA: McGraw Hill. Burton, M. L., C. C. Moore, J. W. M. Whiting ve A. K. Romney. (1996). “Regions Based on Social Structure”. Current Anthropology, 37: 87-123. Buss, D. M. (1999). Evolutionary Psychology. Boston: Allyn and Bacon. Cavalli-Sforza, L. L., P. Menozzi, ve A. Piazza. (1994). The History and Geography of Human Genes. Princeton, NJ: Princeton University Press. Coie, J. D. ve K. A. Dodge. (1998). “Aggression and Antisocial Behavior.” N. Eisenberg (Ed.). Handbook of Child Psychology III: Social, Emotional, and Personality Development. New York: Wiley. Coon, C. (1958). Caravan: The Story of the Middle East. New York: Holt, Rinehart, and Winston. DeBruine, L. M. (2002). “Facial Resemblance Enhances Trust”. Proceedings of the Royal Society B, 269 (1498): 1307-1312. Eickleman, D. F. (1981). The Middle East: An Anthropological Approach. Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall. Fiske, S. T. (1998). “Stereotyping, Prejudice, and Discrimination”. D. T. Gilbert, S. T. Fiske ve G. Lindzey (Ed.). The Handbook of Social Psychology II. Boston, MA: McGraw-Hill. Gil-W hite, F. J. (2001). “Are Ethnic Groups Biological ‘Species’ to the Human Brain?: Essentialism in Our Cognition of Some Social Categories”. Current Anthropology, 42: 515-554. 258 Goetze, D. (1997). “How Special Is Ethnic Separation as a Strategy for Resolving Conflict?” Politics and the Life Sciences, 16: 26465. Goetze, D. (1998). “Evolution, Mobility, and Ethnic Group Formation”. Politics and the Life Sciences, 17: 59-71. Gottfredson, L. S. (1997). “Why G Matters: The Complexity of Everyday Life”. Intelligence, 24: 79-132. Gray, J. A. ve N. McNaughton. (2000). The Neuropsychology of Anxiety: An Enquiry into the Function of the Septo-hippocam- pal System. New York: Oxford University Press. Harpending, H. C. (2002). Personal Communication, June 28. Department of Anthropology, University of Utah. Hart, A. J., P. J. Whalen, L. M. Shin, S. C. Mclnerney, H. Fischer ve S. L. Rauch. (2000). “Differential Response in the Human Amygdala to Racial Outgroup vs. Ingroup Face Stimuli”. Neuro Report, 11: 2351-2355. Hebb, D. O. ve W. R. Thompson. (1964). “Emotion and Society.” L. Bramson ve G. W. Goethals (Ed.). War. New York: Basic Books. Heine, S. J. ve D. R. Lehman. (1997). “The Cultural Construction of Self-Enhancement: An Examination of Group Serving Biases”. Journal of Personality and Social Psychology, 72: 12681281. Heschl, A. (1993). “Physiognomic Similarity and Political Cooperation.” Politics and the Life Sciences, 12: 61-68. Hewstone, M., M. Rubin ve H. Willis. (2002). “Intergroup Bias”. Annual Review of Psychology, 53: 575-604. Hirschfeld, L. A. (1994). “Is the Acquisition of Social Categories Based on Domain-Specific Competence or on Knowledge Transfer?” S. Gelman ve L. A. Hirschfeld (Ed.). Mapping the Mind: Domain Specificity in Cognition and Culture. New York: Cambridge University Press. 259 Hirschfeld, L. A. (1996). Race in the Making: Cognition, Culture, and the Child’s Construction of Human Kinds. Cambridge, MA: MIT Press. Hogg, M. A. ve D. Abrams. (1987). Social Identifications. New York: Routledge. Horn, J. L. ve S. M. Hofer. (1992). “Major Abilities and Development in the Adult Period”. R. J. Sternberg ve C. A. Berg (Ed.). Intellectual Development. New York: Cambridge University Press. Horowitz, D. L. (1985). Ethnic Groups in Conflict. Berkeley, CA: University of California Press. Jensen, A. R. (1998). The G Factor: The Science of Mental Ability. Westport, CT: Praeger. Johnson, G. (1995). “The Evolutionary Origins of Government and Politics”. J. Losco ve A. Somit (Ed.). Human Nature and Politics. Greenwich: CT: JAI Press. Johnson, G. (1997). “The Architecture of Ethnic Identity”. Politics and the Life Sciences, 16: 257-262. Keegan, J. (1993). A History of Warfare. New York: Knopf. Keeley, L. (1996). War before Civilization. New York: Oxford University Press. Le Doux, J. E. (1996). The Emotional Brain. New York: Simon and Schuster. Levin, D. T. (1996). “Classifying Faces by Race: The Structure of Face Categories”. Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition, 22: 1364-1382. Levine, R. A. ve D. T. Campbell. (1972). Ethnocentrism: Theories of Conflict, Ethnic Attitudes and Group Behavior. New York: Wiley. Lusk, J., K. MacDonald ve J. R. Newman. (1998). “Resource Appraisals among Self, Friend and Leader: Implications for 260 an Evolutionary Perspective on Individual Differences and a Resource/Reciprocity Perspective on Friendship”. Personality and Individual Differences, 24: 685-700. Lynn, R. ve T. Vanhanen (2002). IQ and the Wealth of Nations. Westport, CT: Praeger. MacDonald, K. B. (1988). Social and Personality Development: An Evolutionary Synthesis. New York: Plenum. MacDonald, K. B. (1991). “A Perspective on Darwinian Psychology: The Importance of Domain-General Mechanisms, Plasticity, and Individual Differences”. Ethology and Sociobiology, 12: 449-480. MacDonald, K. B. (1994, 2002). A People that Shall Dwell Alone: Judaism as a Group Evolutionary Strategy, with Diaspora Peoples. Lincoln, NE: Universe. MacDonald, K. B. (1995). “Evolution, the Five Factor Model, and Levels of Personality”. Journal of Personality, 63: 525-567. MacDonald, K. B. (1996). “W aht Do Children Want? An Evolutionary Perspective on Children’s Motivation in the Peer Group”. International Journal of Behavioral Development, 19 (1): 53-73. MacDonald, K. (1998). Separation and Its Discontents: Toward an Evolutionary Theory of Anti-Semitism. Westport, CT: Praeger. MacDonald, K. (1998, 2002). The Culture of Critique. Bloomington, IN: Istbooks Library. Miele, F. (2000). “To Rule Is to Populate: Puritanism as a Group Evolutionary Strategy, the Rise (and Fall?) of Anglo-America, and the Unifying or Fragging of Knowledge”. American Political Science Association Annual Meeting. Washington DC, September 2. Noble, W. ve I. Davidson. (1996). Human Evolution, Language, and Mind: A Psychological and Archaeological Inquiry. New York: Cambridge University Press. 261 Ohman, A. ve S. Mineka. (2001). “Fears, Phobias, and Preparedness: Toward an Evolved Module of Fear and Fear Learning”. Psychological Review, 108: 483-522. Otten, S. ve D. Wentura. (1999). “About the Impact of Automaticity in the Minimal Group Paradigm: Evidence from the Affective Priming Tasks”. European Journal of Social Psychology, 29: 1049-71. Palmer, C. T., E. Fredrickson ve C. F. Tilley. (1997). “Categories and Gatherings: Group Selection and the Mythology of Cultural Anthropology”. Evolution and Human Behavior, 18: 291-308. Peter, K. A. (1987). The Dynamics of Hutterite Society: An Analytical Approach. Edmonton: University of Alberta Press. Pfennig, D. W . ve P. W . Sherman. (1995). “Kin Recognition.” Scientific American, 272: 98-103. Platz, S. G. ve H. M. Hosch. (1988). Journal of Applied Social Psychology, 13: 972-984. Rabbie, J. M. ve G. W ilkins. (1971). “Intergroup Competition and Its Effect on Intragroup and Intergroup Relations”. European Journal of Social Psychology, 1: 215-34. Rothbart, M. ve M. Taylor. (2001). “Commentary on Gil-White’s ‘Are Ethnic Groups Biological Species to the Human Brain?’ Essentialism in Our Cognition of Some Social Categories”. Current Anthropology, 42: 544-545. Rubin, M. ve M. Hewstone. (1998). “Social Identity Theory’s Self Esteem Hypothesis: A Review and Some Suggestions for Clarification”. Personality and Social Psychology Review, 2: 4062. Rushton, J. P. (1989). “Genetic Similarity, Human Altruism, and Group Selection”. Behavioral and Brain Sciences, 12: 503-559. Rushton, J. P. (1997). “Race, Intelligence and the Brain: The Errors and Omissions of the ‘Revised’ Edition of S. J. Gould’s The 262 Mismeasure of Man”. Personality and Individual Differences, 23: 169-180. Rushton, J. P. (1999). “Genetic Similarity Theory and the Nature of Ethnocentrism”. K. Thienpontand ve R. Cliquet (Ed.). Ingroup/Out-group Behavior in Modern Societies: An Evolutionary Perspective. The Netherlands: Vlaamse Gemeeschap/CBGS. Russell, R. J. (1993). The Lemur's Legacy: The Evolution of Power, Sex, and Love. New York: Tarcher/Putnam. Rutherford, M. D., R. Kurzban, J. Tooby ve L. Cosmides. (1997). “Cooperation and Punishment in Groups: Economic Trade Offs”. Human Behavior and Evolution Society. Tucson, AZ, June 5. Salter, F. K. (2002). “Estimating Ethnic Genetic Interests: Is It Adaptive to Resist Replacement Migration?” Population and Environment, 24 (2): 111-140. Sanders, E. P. (1992). Judaism: Practice and Belief 63 BCE-66 CE. London: SCM Press. Shahak, I. ve N. Mezvinsky. (1999). Jewish Fundamentalism in Israel. London: Pluto Press. Sherif, M. (1966). In Common Predicament: The Social Psychology of Intergroup Conflict. Boston: Houghton-Mifflin. Sherif, M., O. Harvey, B. J. White, W. R. Hood ve C. Sherif. (1961). Intergroup Conflict and Cooperation: The Robbers’ Cave Experiment. Norman, OK: University of Oklahoma Press. Sumner, W. G. (1906). Folkways. New York: Ginn. Tooby, J. ve L. Cosmides. (1992). “The Psychological Foundations of Culture”. G. Barkow, L. Cosmides ve J. Tooby (Ed.). The Adapted Mind: Evolutionary Psychology and the Generation of Culture. New York: Oxford University Press. Triandis, H. C. (1990). “Cross-Cultural Studies of Individualism and Collectivism”. Nebraska Symposium on Motivation 1989: 263 Cross Cultural Perspectives. Lincoln, NE: University of Nebraska Press. Triandis, H. C. (1995). Individualism and Collectivism. Boulder, CO: Westview Press. Triandis, H. C. ve D. Trafimow. (2001). “Culture and Its Implications for Intergroup Behavior”. R. Brown ve S. Gaertner (Ed.). Blackwell Handbook of Social Psychology: Intergroup Processes. Malden, MA: Blackwell. Tullberg, J. ve B. S. Tullberg. (1997). “Separation or Unity? A Model for Solving Ethnic Conflicts”. Politics and the Life Sciences, 16: 237-248. Turney-High, H. (1971). Primitive War: Its Practice and Concepts. Columbia, SC: University of South Carolina Press. Valentine, T. ve M. Endo. (1992). ‘Towards an Exemplar Model of Face Processing: The Effects of Race and Distinctiveness”. Quarterly Journal of Experimental Psychology, 44A: 671-703. Van den Berghe, P. L. (1981). The Ethnic Phenomenon. New York: Elsevier. Van den Berghe, P. L. (1999). “Racism, Ethnocentrism, and Xenophobia: In Our Genes or in Our Memes?” K. Thienpont ve R. Cliquet (Ed.). In-group/Out-group Behavior in Modern Societies. The Netherlands: NIDI CBGS Publications. Van der Dennen, J. M. G. (1991). “Studies of Conflict”. M. Maxwell (Ed.). The Sociobiological Imagination. Albany, NY: The State University of New York Press. Van der Dennen, J. M. G. (1999). “Of Badges, Bonds, and Boundaries: In-Group/Out-Group Differentiation and Ethnocentrism Revisited”. K. Thienpont ve R. Cliquet (Ed.). In-group/Out¬group Behavior in Modern Societies: An Evolutionary Perspective. The Netherlands: Vlaamse Gemeeschap/CBGS. 264 Vine, I. (1987). “Inclusive Fitness and the Self-System. The Roles of Human Nature and Sociocultural Processes in Intergroup Discrimination”. V. Reynolds, V. Falger ve I. Vine (Ed.). The Sociobiology of Ethnocentrism. Athens, GA: The University of Georgia Press. Whalen, P. J. (1998). “Fear, Vigilance, and Ambiguity: Initial Neroimaging Studies of the Human Amygdala”. Current Directions in Psychological Science, 7 (6): 177-188. Whalen, P. J., S. L. Rauch, J. L. Etcoff, S. Nclnerney, M. B. Lee ve M. A. Jenike. (1998). “Masked Presentations of Emotional Facial Expressions Modulate Amygdala Activity without Explicit Knowledge”. Journal of Neuroscience, 18: 411-418. Wilson, D. S. (1994). “Adaptive Genetic Variation and Human Evolutionary Psychology”. Ethology and Sociobiology, 15: 219235. Wilson, D. S. (2002). Darwin’s Cathedral: Evolution, Religion, and the Nature of Society. Chicago: University of Chicago Press. Wilson, D. S. ve E. Sober. (1998). Unto Others: The Evolution and Psychology of Unselfish Behavior. Cambridge, MA: Harvard University Press. 265 Şekiller Şekil 1. 88 Genin Ortalamasından Tahmin Edilen FST (Fiksasyon İndeksi) Ölçümlerine Dayalı 26 Avrupa Popülasyonunun Genetik Ağacı 266 Şekil 2. Yedi Temel Popülasyon Grubu Arasındaki Genetik Mesafeler 267