SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ
YAYINLARI: 7
ŞEHİRLERİN SEVDALISI
İBRAHİM HAKKI KONYALI
ARMAĞANI
Konya 2015
SÜ TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ, 2015 Konya
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nün 17.09.2015 tarih ve 2015/6-1 sayılı kararı ile bastırılmıştır.
Editör
Prof. Dr. Hasan BAHAR
Editör Yardımcıları
Yrd. Doç. Dr. Hakan KUYUMCU
Yrd. Doç. Dr. Çağatay BENHÜR
Dr. Hatice Gül KÜÇÜKBEZCİ
Arş. Gör. Fatih Numan KÜÇÜKBALLI
Arş. Gör. Tuğba AKTAŞ ÖZKAN
Arş. Gör. Murat TURGUT
İnceleyenler
Prof. Dr. Âlim GÜR
Prof. Dr. Yılmaz KOÇ
Prof. Dr. Özdemir KOÇAK
Sekreterya
Mustafa ÜLÜK
ISBN
978-975-448-209-6
Baskı
Selçuk Üniversitesi Matbaası
Tel: 0 332 241 18 47
Ekim 2015
Kitapta yer alan yazıların dil ve bilim sorumluluğu yazara aittir.
ŞEHİRLERİN SEVDALISI
İBRAHİM HAKKI KONYALI
ARMAĞANI
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
SUNUŞ
Üniversitemiz, bünyesinde bulundurduğu akademik birimlerde deneyimli eğitici
kadrosu ile eğitimli, üretken ve gelişimi isteyen bireyler yetiştirmek maksadıyla ülke
kalkınmasında üzerine düşen görevi başarıyla sürdürmektedir. Bu amaca hizmet
etmek üzere Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü de Atatürk’ün hedef
gösterdiği çizgide Türk tarihi, dili, edebiyatı, sanatı ve kültürü üzerine yayınlar
yapmaktadır. Enstitümüzün bu alandaki müstakil kitap yayınları yanında, Güz ve
Bahar sayıları olmak üzere yılda iki defa çıkardığı uluslararası Türkiyat Araştırmaları
Dergisiyle (Journal of Studies in Turkology) ülkemizde sosyal bilimler alanında
Üniversitemizin yüz akları arasına girmesi bizi mutlu etmektedir.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü ayrıca gelenek hâline getirmeye çalıştığı, “Türk
tarihi, dili, edebiyatı ve kültürüne hizmet etmiş yerli ve yabancı önemli bilim
adamları adına armağan kitaplar” yayınlayarak sosyal bilimler alanındaki geçmiş
birikimleri ve tecrübeleri gençlerin önüne koyup geleceğin ilim adamlarına yol
göstermekle de önemli bir iş yapmaktadır.
Bu vesileyle, “Şehirlerin Sevdalısı İbrahim Hakkı KONYALI Armağanı” kitabına
yazılarıyla katkıda bulunan bilim insanlarımıza ve eserin hazırlanıp basılması
aşamasına kadar olan süreçte emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum
Prof. Dr. Hakkı GÖKBEL
Selçuk Üniversitesi Rektörü
v
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
vi
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ÖN SÖZ
Atatürk’ün direktifiyle kurulan Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumuna benzer
olarak; Türkiyat Enstitüleri de Türk tarihi, dili, edebiyatı ve kültürü üzerinde
araştırmalar, yayınlar yapmak üzere üniversiteler bünyesinde kurulmuş kurumlardır.
Selçuk üniversitesi bünyesinde kurulan Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü de
kurulduğu 24 Ocak 1991 tarihinden itibaren bu amaçlar doğrultusunda panel, bilgi
şöleni, seminer, konferans vb. etkinlikler düzenlemiştir. Dergimiz yılda iki defa güz
ve bahar sayıları olmak üzere düzenli olarak bugüne kadar yayınlanmış, 32. sayıdan
itibaren
MLA
(Modern
Language
Association)
International
Bibliography,
Newyork/ABD, Tübitak/Ulakbim SBVT tarafından dizinlenmeye başlanmış ve
uluslararası hale gelmiştir. Dergimiz, gerekli şartları yerine getirdiğinden ISIWos/A&HCI (Arts & Humanities Citation Index)-(Thomson Reuters)’e dizinlenmesi
için müracaat edilmiştir. Yazışmalar sonuçlandığında Tübitak tarafından kabul edilen
sosyal bilgiler alanında B grubu kategorisine dâhil edilebilecektir. Ayrıca dergimiz
ASSOS INDEX, EBSCO tarafından da taranmaktadır.
Enstitümüz, Türkiyat dergisini sosyal bilimler alanında üniversitemizin yüz akı
hâline getirmeye çalışırken, Türk tarihi, dili, edebiyatı ve kültürüne hizmet etmiş yerli
ve yabancı önemli bilim adamları adına armağan kitaplar çıkarmayı geleneksel hâle
getirmiştir. Böylece bu şahsiyetlerin hayatı, eserleri, metodu, Türk tarihine, diline,
edebiyatına, kültürüne sağladığı katkılar ortaya konularak, bundan sonra yapılması
gereken çalışmaların neler olduğu özellikle gençlere daha isabetli bir şekilde
gösterilmiş olacaktır. Bunun için ilk olarak 1999 yılında “Prof. Dr. Erol GÜNGÖR’ün
Anısına Armağan” kitabı çıkarılmış idi. 2003 yılında dergimizin XIII. sayısı Prof. Dr.
Ahmet Bican ERCİLASUN’a armağan sayısı olarak yayınlanmıştır. 2011 yılında ise
“Büyük Selçuklu’dan Türkiye Selçuklu Devletine Prof. Dr. Mehmet Altay KÖYMEN’e
Armağan” kitabı yayınlanmış, bu geleneğin bir devamı olarak da üniversitemiz de
sosyal bilimler alanında birçok bilim adamı yetişmesinde emeği olan Prof. Dr. Nejat
GÖYÜNÇ Hocamız anısına “Tarihçiliğe Adanmış Bir Ömür: Prof. Dr. Nejat
GÖYÜNÇ’e Armağan” adıyla bir kitap yayınlamış bulunuyoruz. Bu geleneğe binaen
Türk tarihi, kültürüne hizmet etmiş, özellikle kentlerimiz üzerine çalışmalarıyla
bilinen tarihçi İ. Hakkı Konyalı adına bir armağan kitabı çıkarmanın mutluluğunu
vii
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yaşamaktayız.
“Şehirlerin Sevdalısı İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI” kitabının
yayınlanmasında yardımlarını gördüğümüz Enstitümüz Müdür Yardımcıları Yrd.
Doç. Dr. Hakan KUYUMCU, Yrd. Doç. Dr. Çağatay BENHÜR’e; Dergimizin editör
yardımcıları Dr. Hatice Gül KÜÇÜKBEZCİ, Arş. Gör. Fatih Numan KÜÇÜKBALLI,
Arş. Gör. Murat TURGUT’a; kitabımızın tashih aşamasında yardımını gördüğümüz,
enstitümüz Arş. Gör. Tuğba AKTAŞ ÖZKAN’a, Enstitü sekreterimiz Cengiz ATEŞ,
Personelimiz Mustafa ÜLÜK ve Özkan YORGANCILAR’a teşekkürlerimi bildiririm.
Prof. Dr. Hasan BAHAR
SÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdürü
viii
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İÇİNDEKİLER
Sunuş………………………………………….
Ön Söz…………………………..…………….
Ahmet Ali BAYHAN Eserlere Adanmış Bir Hayat: İbrahim Hakkı
M. Zahir ERTEKİN Konyalı Hayatı ve Eserleri……………………
Erdem YÜCEL İbrahim Hakkı Konyalı (Atis)………………...
v
vii
1
99
Mustafa ÖZDAMAR Şehirlerin Tarihini Yazan Adam……………...
117
Nurullah TABAKÇI İbrahim Hakkı Konyalı İle Bir Röportaj………
125
Yaşar SEMİZ İbrahim Hakkı Konyalı (1896 - 1984)………..
133
Doğan YÖRÜK İbrahim Hakkı Konyalı’nın İzinde……………
161
Zekai ERDAL İbrahim Hakkı Konyalı’nın “Abideleri ve
Kitabeleri ile Aksaray Tarihi” İsimli Eserine
Eleştirel Bir Bakış……………………………..
167
Hüseyin MUŞMAL İbrahim Hakkı Konyalı'nın Beyşehir ile İlgili
Merve SÖNMEZ Çalışmaları……………………………………
201
Mustafa YILMAZ İbrahim Hakkı Konyalı ve Arkeoloji…………..
213
Mustafa ARSLAN İbrahim Hakkı Konyalı’nın Akşehir ve
Beyşehir Çevresinde Tespit Ettiği Eskiçağ
Malzemeleri ve Bunların Günümüzdeki
Durumları……………………………………..
217
Murat TURGUT İbrahim Hakkı Konyalı’nın Çalışmalarında
Geçen Eskiçağ Tanrıları………………………
255
Hasan BAHAR Eskiçağ’da Konya……………………………...
271
ix
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bayram ÜREKLİ Konya Tarihi…………………………………..
299
Koray ÖZCAN Anadolu Selçuklu Kenti
“Mekânsal Bildirge"…………………………..
307
Ayşe ÖZDEMİR Anadolu’da Selçuklu Dönemi Türk Bahçe
Kültürü…..........................................................
319
Ensar KÖSE İçel’de Bir Ulu Çınar:
Şeyh Ali Semerkandî ve Nesli…………………
335
Hava SELÇUK Şer’iyye Sicillerinin Şehir Tarihi Açısından
Önemi (Kayseri Örneği)………………………
361
İbrahim SOLAK 51 Numaralı Konya Şer’iye Sicili (H. 11401141/ M. 1727-1729)………………………….
381
Metin AKİS İ. Hakkı Konyalı Armağanına Katkı: Kilis
Sancağında Canbolat Oğulları Ailesinin
391
Yönetimi……………………………………….
Alpay BİZBİRLİK H. 1056/57 Tarihli Marmara Kazâsı Avârız
Defteri…………………………………………
405
Çetin AKYURT III. Selim’in Fikrî Yapısı………………………
439
Selim Hilmi ÖZKAN XIX. Yüzyılın Sonlarında Alâiyeli
Memurların Sosyo-Ekonomik Durumları…….
449
Özgür YILMAZ Tanzimat Dönemi Şehir Tarihi Çalışmaları
Üzerine Bir Deneme…………………………..
471
Necat ÇETİN Üsküdar Bulgurlu Mahallesinde 1906 Tarihli
Son Osmanlı Nüfus Tahriri (Sayımı)………...
505
x
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Ali Rıza GÖNÜLLÜ Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Alanya’nın İdari
Yapısı (1831-2014)……………………………
515
Necmi UYANIK Mehmet Akif’te Çağdaşlaşma Anlayışı ve Bu
Eksende Bazı Meselelere Bakışı……………….. 535
Mithat DİREK Meram Bağlarının Ardındaki Sır: Su Kültürü
D. Ali ARSLAN Halk, İktidar ve İktidar Seçkinleri:
Gülten ARSLAN Mersin Araştırması…………………………
xi
561
573
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
xii
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ESERLERE ADANMIŞ BİR HAYAT: İBRAHİM HAKKI
KONYALI HAYATI VE ESERLERİ*
Ahmet AliBAYHAN**
M. Zahir ERTEKİN***
Özet
İbrahim Hakkı Konyalı, hayatı ve eserleri hakkında derli toplu bilginin çok az olduğu
önemli ilim şahsiyetlerinden biridir. Cumhuriyetin kültür, tarih ve sanat hayatını inceleyen
herkesin yolunu mutlaka düşürmesi gereken önemli bir duraktır Konyalı. Özelde İstanbul ve
Konya, genelde memleketin neredeyse bütünü hakkında kalem oynatmış, karalamış, yayınlamış
büyük araştırmacı olarak Konyalı, ne yazık ki bu yönüyle yeterince incelenmemiş ve hak ettiği
yere bir türlü oturtulmamıştır. Tarih, sanat tarihi, arşivcilik ve epigrafi başta olmak üzere
sosyal bilimlerin pek çok alanında verdiği eserlerle uzman kimliğini ispatlamış nadir
şahsiyetlerdendir. Eskiçağ Anadolu tarihinden Osmanlı tarihine, sanattan estetiğe, mimariden
hat’a, ebrudan müzeciliğe, kılıçtan topa, haritadan arşiv vesikalarına, kitabelerden el
sanatlarına; Osmanlı Sanatı’ndan Selçuklu Sanatı’na, meskûkâttan arşivciliğe, edebiyattan
günün sosyal ve siyasal meselelerine kadar geniş bir yelpazede baş döndüren bir yekûnu teşkil
edecek büyüklükte bir külliyatı bulunmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan önce başladığı
yayın ve gazetecilik hayatına ömrünün sonuna kadar devam eden Konyalı, pek çok eserini de
yayınlamadan bu dünyadan göçmüştür. Ancak ne yazık ki bu güne kadar eserlerinin tasnifi,
sayısı ve tanıtımı konusunda bir netlik ortaya konmamıştır. Bu çalışmamızın birinci
bölümünde Konyalı’nın hayatı ele alınmıştır. İkinci bölümde ise eserlerine yer verilmiştir.
Kategorilere ayrılarak incelenen eserleri sayesinde de onun yayın hayatı net bir şekilde ortaya
konmuştur.
•
Anahtar Kelimeler
İbrahim Hakkı Konyalı, Konya, İstanbul, Sanat Tarihi, Edebiyat, Tarih, Gazetecilik,
Dergi, Arşiv, Epigrafi, Cami, Medrese, Osmanlı Mimarisi, Anadolu Selçuklu Devleti,
Müzecilik, Sikke.
•
Bu makale “İbrahim Hakkı Konyalı ve Eserlerinde Sanat Tarihi” başlıklı doktora tezinin ilgili bölümünden
derlenerek ve yeniden gözden geçirilerek hazırlanmıştır.
** Prof. Dr., Ordu Üniversitesi. Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
*** Dr. Bingöl Ünv. İlahiyat Fakültesi, Türk-İslam Sanatları Anabilim Dalı.
[email protected]
*
1
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
A LIFE DEDICATED TO CREATION: IBRAHIM HAKKI
KONYALIHIS LIFE AND OEUVRES
Abstract
İbrahim Hakkı Konyalı is an important scientific personality whose life and work are little
known and few literature exist about him. He is an important attraction, which should be
visited by all who wants to research the cultural and artistic life and history of the Turkish
Republic. Konyalı, who cooked and published several books especially on Istanbul, Konya and
the rest of the country, unfortunately didn’t get the attention he deserved and his writings
were almost never researched. He is an exceptional personality who has demonstrated himself
with his work on history, art history, record keeping and epigraphs among many other
subjects. His oeuvres include books from Prehistoric Anatolian history to Ottoman history,
arts to aesthetic, architecture to calligraphy, marbling to museology, swords to cannons,
mapping to archived documents, tablets to handicrafts, literature to social and political issues
of his day, his volumes reaching to an enormous number. Konyalı who started publishing and
journalism before the republic was founded, continued his professional life until his death. He
died before even publishing all his work. Thus, there is no clear classification, information
about the number of and publicity on his work unfortunately until now. First section of this
study is dedicated to Konyalı’s life. The second part examines his work. This study aims to
describe and document his life in publishing by examining his work in separate categories.
•
Keywords
Ibrahim Hakki Konyali, Konya, Istanbul, Art History, Literature, History, Journalism,
Journal, Archives, Epigraphy, Mosque, Madrasa, Ottoman Architecture, Anatolian Seljuk
Sultanate, Museology, Coins
2
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
1. HAYATI
1.1. Doğumu ve Kişiliği
İbrahim Hakkı Konyalı’nın doğum yılı konusunda uzun süre net bir tarih
ortaya çıkarılamamıştır. Bu nedenle farklı kaynaklarda farklı rivayetler
mevcuttur. Kendisi de hal tercümelerinde Miladi, Rumi ve Hicri ayların
karışıklığından şikâyet ederek doğum tarihinin çok net olmadığını yazmaktadır.
Ancak onun vefat ettiği tarihten iki gün sonra yani 22.08.1984 tarihinde kendi
adıyla İstanbul Üsküdar’da kurulan kütüphanede bulunan ve Ethem Ruhi
Balkan’a ait olan “İbrahim Hakkı Konyalı ve Eserleri” adlı kitabın son sayfasında,
Mustafa Özdamar imzalı el yazısında Konyalı’nın doğum ve ölüm tarihi şöyle
izah edilmiştir:
“Doğum tarihinin miladiye çevrilmiş şeklini bizzat kendisi (İbrahim Hakkı
Konyalı) 1896 olarak değiştirmiştir. Bu duruma göre hocanın doğum ve ölüm
tarihleri şöyle yazılmalıdır: 1896-1984.”
Konyalı, 1312 Rumi ve 1896 Miladi yılında Konya’da Akıncılar-Mihmandar
Mahallesi’nde dünyaya gelmiştir1. Hal tercümesinde bu konuda şu bilgileri
vermektedir: “Konya’da Selçuk sarayının Akıncı kapısının yol aşırı 20 metre
kadar doğusundaki tarihi evimizde doğdum. Babam Mustafa Efendi, Takva
Hoca’dan icazet almış bir ilim adamıdır. Dedem Hacı Mustafa Ağa’dır. Ninem
Fatma Hanım’ın çocukları öldüğü için babama dedemin adını vermişler. Büyük
dedem Hacı Mehmet, onun babası yine Mustafa’dır. Soyadımız Nalbantzade’dir2.
Dedelerim Selçuklu Akıncılarının Baytar nalbantları idiler3.”
Konyalı, gelecekte tarih ve sanata olan yatkınlığının ve enginliğinin ilk
göstergesi olan ve çocukluğunu da geçirdiği ev ve mahalleyi ise şöyle tasvir
etmektedir:
Mustafa Özdamar, a.g.e., 1997, s. 8; Erdem Yücel, “Tarihçi ve Yazar İbrahim Hakkı Konyalı ile Bir
Konuşma”,Hayat Tarih Mecmuası, S. 1, İstanbul, 1976, s.25; Necmeddin Şahiner, Yeni Asya Gazetesi,
Ankara, 27 Şubat 1976, s. 5.
2Nalbant sözcüğü bugünkü manada atların nallarını yapan anlamında kullanılmamıştır. Bu sözcük
Selçuklular ve Osmanlılar zamanında veteriner anlamında kullanılmaktaydı.
3 İbrahim Hakkı Konyalı Arşivi, “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi”, Belge No: 5397, s. 2.
1
3
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
“Sarayın akıncı kapısı köşkün solunda idi. Harap halini bilirim. Evimiz bu
kapının karşısında Şehitler Çeşmesi’ni4 içine alan üçgen şekilli parseldedir5.”
Annesi Hatice Hanım da meşhur Atazade İbrahim Ağa’nın kızıdır 6. İbrahim
Hakkı Konyalı, ailesinin baba tarafından Anadolu Selçuklularına ulaştığından,
nalbant sözünün ise günümüzün veteriner hekimine eş olduğundan söz
etmektedir. I. Sultan Alâeddin Keykubad zamanında ordu atlarını tedavi eden
dedelerine ait aletleri küçüklüğünde evlerinde gördüğünü de ifade etmektedir7.
“Islah-ı Medaris-i İslamiye” mektebinin seçkin ve parlak öğrencilerindendi.
Çok iyi Arapça bilgisine sahipti. Bu özelliği sonraki yıllarda onu çağımızın eski
kitabeleri en iyi okuyan nadir uzmanlarından biri yapacaktır. Rüşdiye’de
okumaya devam ederken Hasankaleli büyük âlim ve mutasavvıf Erzurumlu
İbrahim Hakkı’nın Marifetname adlı eserini okudu. Çok beğendiği bu eserden
dolayı yazarının ismi olan ‘Hakkı’ yı kendisi için de kullanmaya başladı 8. Böylece
resmiyetteki İbrahim Atis, artık İbrahim Hakkı Konyalı oldu.
Konyalı, hal tercemesinde mahallesi ve çocukluk anılarıyla ilgili şunları
kaydeder: “Bizim mahallenin adı Akıncı Mahallesi idi. Sonra Mihmandar
Mahallesi adını aldı. Mahallemizde Selçuklu eserleri iç içe girmiş, yan yana
sıralanmış gibiydi. Karatayi’nin kardeşi, Kemaleddin Turumtaş’ın ve Seyfeddin
Karasungur’un medrese ve türbeleri, Akıncı ve Kınacı mescitleri, Mevlana’nın
gühertaş medresesi, Kadı İzzettin medrese ve mescit ve türbesi, Hatuniye (Kütük
Minare) manzumesi, Ruzbe Mescidi burada idiler. Baba tarafından ilk dedem
buradakilerin komşuları idiler. Gühertaş tarafından yaptırılan medresesi kız
öğretmen okulunun karşısında idi. Mevlana, yetiştirmesi Simya’yı mürşidi Şemsi
Tebrizi’ye bu medresede nikâhlamış ve burada oturmalarını sağlamıştır. Mevlana
ve mürşidi namazlarını imamlığını yaptığım Akıncı mescidinde kılarlardı. Ben o
vakit bilmeyerek dedemin ve mürşidinin mescidinde imamlık yapmak şerefine
erdim. Mescidin sağındaki onların suyunu içtiği çeşmenin suyunu içtim. Bu
mescidin yanında Konya’da valilik yapan Osmanlı şehzadelerinin kışlık sarayları
Adı geçen bu çeşme bugün mevcut değildir.
İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi Arşivi, “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi”, Belge No:
5397, s. 3.
6Yücel, a.g.m., s. 25; İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi, C.1, İstanbul
1974, s. 320.
7Yücel, a.g.m., s. 25.
8Yücel, a.g.m., s. 25.
4
5
4
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
vardı. Evimizin
selamlaşırdık9.”
balkonundan
ve
penceresinden
Karatayi’nin
eviyle
Konyalı, kişilik olarak meraklı, sorgulayan ve incelemeyi seven bir yapıya
sahiptir. Makalelerinin satır aralarında, onu tanıyan şahısların anlattıklarında ve
kendi yazdığı hal tercümelerinde bunu görmek mümkündür. Ayrıca başarılarıyla
tanınan genç bir öğrenci olan Konyalı, iş hayatının her safhasında ve çalıştığı her
yerde tarihi araştırmalar yapar, ilmi incelemelerde bulunur ve bunları kayıt altına
alırdı. Bu konu ile ilgili hal tercümesinde şunlar kayıtlıdır:
“Bütün hizmetlerim sırasında tarihi ve ilmi incelemeler yaptım. Tetkiklerimi
defterlerime yazdım. Kütüphane ve arşivimi eşsiz ve kıymetli eserlerle
zenginleştirdim10.” Bahsettiği defterlerin birçoğu halen kendi adıyla kurulan
kütüphanede muhafaza edilmektedir.
Avukat ve gazeteci Ethem Ruhi Balkan, İbrahim Hakkı Konyalı hayattayken,
yani daha o, hararetli bir şekilde tarih ve sanat çalışmaları ile yazı ve gazetecilik
yaptığı zamanlarda (1941 yılında) küçük bir kitapçık şeklinde yayınladığı
hayatında şunları aktarmaktadır:
“İbrahim Hakkı Konyalı, her mektepten birincilikle çıkmıştır. Onun nezaheti
ve ateşli zekâsı daha mektep sıralarında muhitine ve memleketine birçok şeyler
vaat ediyordu. O, talebe iken mektep idarelerinin kendinden sonraki sınıflara
hocalık yapardı. Daha talebe iken Konyalılar bu değerli çocuklarını hitabet
kürsülerinde dinlemekten büyük bir zevk duyarlardı 11.”
Konyalı’nın eski medrese eğitim sistemini benimsemeyen, kör taassuba karşı
ve taassupla mücadele eden bir yapısı vardır. Genelde neşriyat ve ilim ile uğraşır
siyasetle hiç meşgul olmazdı.
Adeta bir öz donanımla dünyaya gelen Konyalı, hayatının çeşitli yıllarında
meraklarıyla kendini ortaya koymuştur. Bütün okul aşamalarını derece ile
bitirmiş olması bunun ispatı hükmündedir. Dil öğrenmek için çabası, kitabe
okuma merakı, arşivleri tetkik yeteneği ve sabrı onu ayıran önemli
özelliklerindendir. Çok yönlü ve çok çalışkan, aynı zamanda duyarlı ve detaycı,
mücadeleci, azimli, zorluklara dayanıklı, kaderci bir kişiliğe sahiptir.
9İHKA,
İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi, Belge No: 3049, s. 1.
İHKA, “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi”, Belge No: 3049, s. 3.
11 Balkan, a.g.e., s. 6.
10
5
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Onun iyi bir meskûkât uzmanı olduğunu söylemek gerekmektedir. Birçok
kez dile getirdiği ve Batılı bir yazara ait olan “Bana bir avuç eski para veriniz size
tarihçi yetiştireyim.” sözünün hakikat olduğunu ve tarih ilminin olmazsa
olmazlarından birinin meskûkât ilmi olduğunu dile getirmektedir. Konyalı, 4 yıl
boyunca dönemin Maarif Umumi Müfettişlerinden ve hem doğu hem de batı
âleminin meskûkât ilminin büyük âlimlerinden Ahmet Tevhit Bey’den meskûkât
dersi almıştır. Hatta Ahmet Tevhit Bey bazen Konyalı’nın kendisini geçtiğini
sevinerek anlatırdı12.
İbrahim Hakkı Konyalı’nın, araştırmaya çok fazla merakı vardı.
Küçüklüğünden beri gazeteci ve yazar olmayı düşlemektedir. 19 yaşında iken
Konya’da çıkardığı Hakyolu dergisi bunun delilidir. Bu dergi 4 sayı çıkar ve
Konyalı, yazarlık ve gazetecilik için İstanbul’a gelir. İşte onun asıl çalışmaları,
araştırmaları burada başlar. Onu tarihçi ve sanat tarihçisi yapacak kişiliği burada
şekillenecek. Onu bir İstanbullu, bir Üsküdarlı yapacak olan da bu devirdir.
Zaten hayatının sonuna kadar da İstanbul’dan ayrılmayacaktır.
Bir mimari eseri anlatırken sinirlerine hâkim olamadan küfür ettiği olur.
Yazılarında bunu fark etmek mümkündür. Saha araştırmalarında karşılaştığı
tahribat manzaraları onun hassasiyetini arttırır ve onu gergin bir hale sokardı.
Çünkü o, bu memleketin en ufak sanat eserinin bile ciddi bir şekilde korunması
gerektiğine inanırdı. Zaten hayatta iken yaptığı çalışmalara baktığımızda onun bu
duyarlılığı bizzat yaşadığı görülmektedir. Aşırı duyarlılığından ötürü nasihat,
telkin ve tekliflerde bulunur. Hüzünlenir ve yer yer yapı için yas tutar13. Bu tür
ifadeler anlatımın içine serpiştirilir. Anlatım yönteminde bu vardır. Aklına o anda
ne gelirse onu oraya yazar. Belki daha sonra düzeltmeyi de düşünmezdi.
Eserlerinin çoğaltılmasını ve kendisinden izinsiz olarak basılmasını katiyen
istemezdi. Kaybettiği notların ve kitaplarının takibini yapardı. En küçük not ve
karalamayı dahi atmamış ve bunların tamamını arşivine kaldırmıştır. Arşivcilik
ruhu olağanüstü gelişkindir.
Konyalı, çok farklı alanlarda yazı ve kitaplar neşretmiştir. Biyografi türünden
kitapları olduğu gibi sadece tarih, sadece Sanat Tarihi veya tarih ve Sanat Tarihi
birlikte yayımladığı ve yayımlayamadığı kitapları da vardır. Ayrıca Arapça ve
Farsçadan çevirilerini kapsayan kitapları bulunmaktadır. Kısaca kültür, sanat ve
edebiyat kapsamına girebilecek bütün sosyal bilimlerde söz sahibidir.
12
13
Balkan, a.g.e., s. 11.
İbrahim Hakkı Konyalı, İstanbul Abideleri, İstanbul, 1947, s.72.
6
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İbrahim Hakkı Konyalı ile beraber kütüphanede yaklaşık 4 sene çalışan yazar
Mustafa Özdamar, onunla alakalı şunları aktarır 14:
“Bizim üç buçuk-dört senemiz geçti. Ben 1981’de kütüphaneye geldim rahmetli
İbrahim Hakkı Konyalı 1984 Ağustos’unda hakka yürüdü. 3-3,5-4 yıl gibi bir
birlikteliğimiz oldu. Bu sürede hocayla bir sürü hatıra yaşadık. Tersinden düzünden bu
nehrin hem baharını hem güzünü görmüşüz. Çok hoş anılarımız da oldu, bazen boş,
gürültülü anlarımız da oldu. Öyle ki zaman zaman ben hocanın makbul Mustafa’sı
oldum, bazen de maktulü oldum. Hâsılı her şeye rağmen her anımız tatlıydı 15.”
Konyalı’nın, hem yaşı hem de yaratılışı hem de keskin mizacı itibariyle
huysuzluğa varan aşırı bir hassasiyeti vardı. Bu durum kendisiyle beraber
çalışanlar için zor bir durumdu ama ona da yakışan bir durumdu. Hoca, nerdeyse
bir asırlık ömründe sürekli çalışan bir insan, aktivitesini sürekli koruyan bir
insandı. Her konuda titiz olan Konyalı, sağlığında Karacaahmet’te yaptırdığı
kabri konusunda da titizlik gösterir ve zaman zaman kütüphane çalışanlarını
yanına alarak mezarının üstünü ve çevresini temizletirdi. Ben pis mezarda
yatmam efem! der, ölüm ve öte dünya ile ilgili yorumsuz teslimiyetini dile
getirirdi:
“Efendim, rahmetli anneciğim derdi ki: Üç gün yatak, dördüncü gün toprak!. Ben de
bunu istiyorum Cenab-ı Hak’tan. El ayak muhtaç kalmadan; ona buna yük olmadan, üç
gün yatak, dördüncü gün toprakta olmak istiyorum! Ben hayrımı hasenatımı yaptım.
Fatiha’dan başka bir şey beklemiyorum. Ölmekten korkmuyorum. Kabre girip de toprağa
14TRT’de
yayınlanmak üzere Bey Yapım, 2012 yılı içerisinde İbrahim Hakkı Konyalı Belgeseli
hazırlamak için bir çalışma gerçekleştirdi. Bu çalışmada İbrahim Hakkı Konyalı’yı tanıyan ilim
adamları, kütüphaneci ve aile dostlarından oluşan bir grup insanla röportajlar gerçekleştirdi. Bey
Yapım’ın üstendiği bu projeyi Başak Özyılmaz’ın Yapım Yayın Koordinatörlüğünde Hakan Pelit
gerçekleştirdi. Yaklaşık 8 saatten oluşan söyleşiler daha sonra 28 dakikaya indirgenen bir
belgesele dönüştürüldü. Belgesel “Eserlere Adanmış Bir Hayat” olarak 2013’te TRT’nin uygun
göreceği bir tarihte yayınlanmak üzere yayına hazırlandı. Bu programda şu kişiler ile röportaj
yapılmıştır. Erdem Yücel (Araştırmacı-Yazar), İsmail Hakkı Avcı (Emekli Öğretmen-Tarihçi),
Saadettin Parlak (Vakıflar İstanbul 2.Bölge Şube Müdürü), Fevzi Karabörk (Kütüphaneci), Belkıs
İbrahimhakkıoğlu (Aile Dostu-Eski Edebiyat Vakfı Başkanı), Mehmet Nuri Yardım, Mustafa
Özdamar (İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi’nin ilk müdürü ve Konyalı’nın mesai arkadaşı).
Biz bu cd’lerde yer alan ve yaklaşık 8 saat süren söyleşi konuşmalarını deşifre ettik ve tezimiz için
istifade ettik. İstifade ettiğimiz konuların çoğu onun hayatıyla alakalı olduğu için daha çok bu
bölüme aldık.
15 Özdamar, 16.08.2012 tarihli TRT için hazırlanan İbrahim Hakkı Konyalı Belgeseli Konuşmasından.
7
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
uzanınca, sanki bir asırlık yorgunluktan kurtulup dinlenecekmişim gibime geliyor.
Cenab-ı Hakk’ın rahmetine ve Hazreti Peygamber’in şefaatine güveniyorum… ” derdi16.
Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet tarihleri boyunca üç padişah, son
halife ve yedi cumhurbaşkanı devirlerinin her türlü politik, ekonomik ve sosyal
çalkantılarını içine alan ve kendi tabiriyle “hükümetler yapan, hükümetler yıkan”
“roman”lık bir hayat hikâyesi vardır17.
Kendi alanında en iyi biri olduğu halde kendisine bilim adamı ya da âlim
sıfatını yakıştırmazdı. O, “Ben ilim adamı değilim, ilim hadimiyim, ilim âşıklarına
hizmet eden bir insanım.” derdi. Hocanın böyle mütevazı bir tarafı vardı18.
“Şeyhül muharririn19 Burhan Felek20 ölmüştü. Konyalı:
“Burhan Felek’ten sonra yaşayan en yaşlı muharrir benim. E şeyh de yaşlı demektir
zaten… Şeyhul Muharririnlik payesini almak için Gazeteciler Cemiyetini bekleyecek
değilim!” dedi ve öyle imza atmaya başladı. Hatta buna bazen profesörlük eklediği de
olurdu21.” Bize dedi ki, “Şu şu şu lügatleri getirin.” Osmanlıca sözlükleri istiyordu.
Bilmediği bir şeye bakmak için değil, bize göstermeye çalışıyor. “Çocuklar bana bu
lügatlerde ‘şeyh’ kelimesini bulun.” Biz de sözlüklerde bu kelimeyi bulduk. Bize ne
anlama geliyormuş, diye sordu. Biz de, yaşlı insan, olgun insan anlamına geliyor, diye
cevap verdik. Peki, Şeyhül Muharririn Burhan Felek öldü. Ondan sonra en yaşlı Şeyhül
Muharririn benim. Onların bize Şeyhül Muharririnlik sıfatı vermesini beklemeyelim. Biz
şimdiden itibaren imzamızı Şeyhül Muharririn İbrahim Hakkı Konyalı olarak atalım,
Mustafa Özdamar ile 16.08.2012 tarihinde yapılan görüşmeden.; Mustafa Özdamar, a.g.e., s.14;
Mustafa Özdamar, “Şehirlerin Tarihini Yazan Adam”, Türkiye Gazetesi, İstanbul 22 Ağustos 1991,
s.7.
17 Özdamar, a.g.e., s.14; Özdamar, a.g.m., s.7.
18 Mustafa Özdamar ile 16.08.2012 tarihinde yapılan görüşmeden.
19 Usta gazeteci veya en yaşlı ve en tecrübeli gazeteci anlamında bir unvandır.
20 Burhan Felek: İbrahim Hakkı Konyalı’dan önceki Şeyhul Muharririn.1889 yılında İstanbul'da
doğdu. Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Evkaf İnşaat Başkâtipliği ve Ticaret Bakanlığı Müşavirliği
yaptı. 1907'de Anadolu Futbol Kulübü’nü kurdu. 1918 yılında Tasvir-i Efkâr gazetesinde spor ve
foto muhabiri olarak çalışmaya başladı. 1922'de Ali Sami Yen ve Yusuf Ziya Öniş ile birlikte
TİCİ'nin kuruluşunu gerçekleştirdi. Atletizm Federasyonu Başkanlığı'na seçildi ve 1936'ya kadar
bu görevi sürdürdü. 1924 ve 1928 Olimpiyat Oyunları'na yönetici olarak katıldı. Balkan ve
Akdeniz Oyunları kurucularındandır. 1924 yılında kurulan TMOK'nin kurucuları arasında yer
aldı. 1938-1952 yılları arasında TMOK Genel Sekreterliği, 1960-1964 ve 1965-1982 arası 21 yıl
süreyle TMOK Başkanlığı görevlerini üstlendi. TOC Olimpik Liyakat Diploması ile ödüllendirildi.
1982'de vefat etti.
21 Özdamar, a.g.e., s. 17-18.
16
8
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
dedi. Hakikaten o tarihten sonra hocanın belediyelere veya başka kurumlara yazdığı
mektuplarda çok ilginç ifadeler vardı.
Son zamanlarında şu ifadeyi sıkça yazardı: “92 yaşındayım, rahmet-i rahman
denizinin kenarındayım, kandilde yağ bitmek üzere.” diye bitirirdi. Her mektubundan
sonra ona sorardık, hocam bugün hangi sıfatınızı kullanalım, diye sorardık.
Bazen İbrahim Hakkı Konyalı müellif, muharrir diye imza atardı. Bazen Selçuk
Üniversitesi’nin hocaya vermiş olduğu fahri doktora unvanını kullanırdı. Bazen
Şeyhül Muharririn Dr. İbrahim Hakkı Konyalı olarak imza atardı 22.”
“Uzun ve sağlıklı bir ömür süren Konyalı, son yıllarında gözleri görmez hale
gelince:
“Siz boş durmazsınız, beraber olmadığımız zamanlarda neler yapıyorsunuz hocam?”
diye sorduğum zaman:
“Aman efendim aman!.. Neler yapmıyorum ki… Eskiden yazdıklarımı bu perdeli
gözlerle büyüteç yardımıyla şöyle bir gözden geçiriyorum da… Neler neler yazmışım!...
Onları nasıl yazdığıma hayret ediyorum! Kitapları hakkıyla tekrar tetkik ve tashih etmem
gerekiyordu, yapamadım. Vakit bulamadım, ona üzülüyorum…” derdi23.”
İsmail Hakkı Avcı, Yeni Asya gazetesinde çalıştığı zamanlarda sık sık
Konyalı’nın evine gittiğini ve ona gazete götürdüğünü ifade ederek şunları
aktarmaktadır: “Zili çaldığımda kapıyı açtığım zaman eski bir Osmanlı beyefendiliği
içerisinde bizi mütevazı bir şekilde içeri alır. Topkapı Sarayı’na, Sultan Ahmet ve
Ayasofya Camii’ne nazır salonda otururuz. Eşine ‘Şefikacığım!’ diye seslenir, kahvemizi
söyler, biz bu arada sohbetlerimizi ederdik. Mevcut yazılarını alır, verilmesi gereken
ücretini takdim ederdik. Bazı mevzularda benim merak ettiğim sorular sorardık ve büyük
bir ciddiyetle ve derin bilgisiyle anlatmaya başlardı24.”
“Son derece ikramperver ve misafirperver bir insandı. Evine gittiğimiz zaman o yaşlı
halleriyle Eşi Şefika Hanım, İbrahim Hakkı Konyalı’ya çalışmalarında çok büyük destek
vermiş bir hanımefendiydi. Bunlar, biliyorsunuz, gizli kahramanlar yani eşlerinin
çalışmalarını gün yüzüne çıkaran hanımlar. Çünkü Şefika Hanım Osmanlıcayı iyi bilirdi.
Belgeleri okumada, tasnifte İbrahim Hakkı Konyalı’ya çok büyük yardımları olurdu. Evine
gittiğimiz zaman günlük hadiselerden de konuşurdu tabii ki, ama çok saygılıydık. Onların
Mustafa Özdamar ile 16.08.2012 tarihinde yapılan görüşmeden.
Mustafa Özdamar ile 16.04.2012 tarihinde yapılan görüşmeden; Özdamar, a.g.e., s. 16-17.
24 İsmail Hakkı Avcı ile 16.04.2012 tarihinde yapılan röportajdan.
22
23
9
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ilham ettiği de buydu karşıdaki insana. Yani onların karşısında saygısız olamazdık.
Çünkü kendileri öylesine hürmetli, o kadar saygılı insanlardı ki karşıdakini de derleyip
toparlanmaya davet eden bir saygıydı bu. Gittiğimizde hem günlük hadiselerden,
siyasetten mesela ahvalin olumlu olumsuz taraflarından konuşulduğu gibi söz dönüp
dolaşıp mutlaka tarihe gelirdi. Çünkü o bir tarihçiydi. İkisi de sessiz insanlardı. Telaşlı
değillerdi. Onun tıpkı bir alamet-i farikası olan meşhur bastonu ve beresi vardı. O zaten
bizlere gelişinde de yani sokağa her çıkışında bastonunu eline alırdı. O kolunda Şefika
Hanım ile beraber yürürkenki halleri bugün gibi gözlerimin önündedir.
O ikilinin sakin ve dingil yürüyüşlerini unutamıyorum. Hasılı güzel insanlardı.
Allah gani gani rahmet etsin. Hayırla yâd edilecek insanlardır. Rabbim mekânlarını
cennet etsin. Bir fani için herhalde bundan daha güzel bir şey olamaz25.”
Son yıllarında gözleri görmez derecede iyiden iyiye ağırlaştığı ve ancak
büyüteçle okuyabildiği halde, “hırs-ı pirî” (yaşlılık hırsı) tabir edilen taşkınlığa
varan bir coşkunlukla çalışmalarını sürdüren ve kendisini ziyarete gelen ilim
âşıklarına: “Ölmeye fırsat bulamıyorum!” diye başlayarak kendine has jest ve
mimiklerle, ayakta ise elinden hiç düşürmediği bastonunu yere vurarak, eğer
oturuyorsa masa ya da koltuk kenarlarını yumruklayarak: “Yoruldum efendim,
çok yoruldum ammaaaa… Ölüme bile vakitim yok!” gibi cümlelerle devam eden
sohbetlerinde Konyalı’nın bu dört elif miktarı uzayan ‘ammaaaa..’ ları pek
meşhurdu.
“Bazen ‘ilim yankesicileri’ olarak nitelediği sahte tarih yazarları söz konusu
olunca, bu tatlı taşkınlığı daha da artar ve söz yumağının ucunu ‘ölüm’ le
ilmekleyerek: ‘Tarih yağmacıları benim ölmemi bekliyorlar!. Yağmalarına yağ
sürmek ve sahtekarlıklarını sürdürmek için benim ölmemi bekliyorlar ammaaaa...
Ölmeyeceğim efendim, inşallah daha ölmeyeceğim… Ben öldüğüm zaman,
göreceksiniz, bu ilim yankesicileri, bu tarih yağmacıları benim cenazeme,
cenazeme bile gelmeyeceklerdir. Hepsi de benim ölmemi bekliyorlar, ziraaaaa…
ben ölünce, köpeksiz köyde değneksiz dolaşacaklar…’ der ve hemen ardından,
hafif tonda kahkaha kopararak: ‘Köpek de biz oluyoruz galiba efem!..’ derdi. ‘hoh
hoh’ layarak26.”
Konyalı’nın şiire ve edebiyata karşı fazla merakı yoktu. Tarihçiliği daha ağır
basıyordu. Ancak iyi şiiri sever ve bu konuda hep şunu söylerdi: “Şiir yazmak
25
26
Belkıs İbrahim hakkıoğlu ile 22.04.2012 tarihinde yapılan görüşmeden.
Özdamar, a.g.e., s. 10.
10
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
için hep çocuk kalmak lazımdır. Yahya Kemal Beyatlı ömrü boyunca hep çocuk
kalabildiği için iyi şiirler yazmıştır27’’ derdi.
Hayatının büyük bir bölümü İstanbul’da geçmesine rağmen Konyalılık
duygusunu hep güçlü tutmayı başarmıştır. Zaten “Konyalı” soyadıyla meşhur
olmuş ve tüm eserlerinde de bunu kullanmaktan mutluluk duymuştur. Mustafa
Özdamar onu katıksız bir Konyalı olarak tarif eder ve şöyle der:
“Rahmetli Hoca, İstanbul’un toprağından ve ikliminden söz ederken: ‘Bu
iklime kan ekseniz can biter! Çöp dikseniz çınar olur!..’ derdi 28.”
Konyalı’nın şüphesiz en önemli özelliklerinden biri iyi bir kitabe okuyucusu
olmasıdır. Kitabe okumaya adeta bir ömür harcamıştır. Bu konuda bir gazetede
çıkan röportajında şunları kaydetmektedir:
“Ben görmeden yazmam, yazacağım konuyu mutlaka görmem lazım.
Allah’ın lütfu ile elli senedir Anadolu’da okumadığım kitabe kalmadı. 50-60
senedir dünyada kitabe okumayan kalmadı, yalnız biz kaldık. Son zamanlarda
gözlerim rahatsızlandı. Allah nur-u basarı elimden almasın yeter. Bizdeki ilim
adamlarını arşive davet ettim, kitabe okuyabilmeleri için. Onları imtihana davet
ediyorum. Bu davete hiçbiri gelemedi. Bunu ben Yeni Asya’da yazdım. Henüz
hiç kimse cesaret edip de bu imtihana gelmedi 29.”
Aynı röportajında mezar taşlarını okuma konusunda da şunları
aktarmaktadır: “Konya’nın eski bir gazetesi olan ‘Babalık’ta Kristof Kolomb’un
haritası yeniçeriler müzesindeymiş, diye küçük küçük bir haber okumuştum. Bu
haber üzerine Askeri Müze’de günlerce çalıştım, aradım, taradım fakat
bulamadım. Daha sonra Topkapı Sarayı’nda da araştırma yaptım. İşte Piri Reis’in
haritasını burada buldum. Nedim’in mezarına gelince, 42 sene evveldi. Mezar
taşlarını okuyordum. Yüzlerce taş elimden geçti, bu işle uğraşırken yıkılmış bir
taş buldum. Bunu kaldırıp okuyunca, bu taşın Lale Devri’nin meşhur şairi
Nedim’e ait olduğunu hayret ve sevinçle gördüm30.”
Konyalı’nın kitabe okuma serüveni ve sevdası elbette bunlarla sınırlı değildir.
Basılmış tüm kitaplarında yüzlerce kitabe metninin okunmuş hali bulunmaktadır.
Özdamar, a.g.e. ,s. 12.
Özdamar, a.g.e., s. 18.
29 Şahiner, a.g.m., s. 5.
30 Şahiner, a.g.m., s. 5.
27
28
11
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Kitabe okuma konusunda kendisine çok güvenen ve birçok yapının kitabesini ilk
defa okuyan kişi olarak Konyalı’nın kendisini yer yer bu yeteneğiyle övdüğü ve
bazen de meydan okuduğu görülmektedir. Bu konuyu geniş bir biçimde
örnekleriyle açıklayan yazılar da yayımlamıştır31.
Yazar, Çinili Köşk’ün kitabesiyle ilgili anlattıkları konuyu biraz daha
açıklamaktadır. Bu eserin Fatih devrinin bütün özelliklerini üzerinde barındırarak
günümüze gelebilen en kıymetli eser olduğunu yazmaktadır. Asar-ı Atika
Müzesi’nin karşısındadır. Konyalı, bu yapının kitabesi ile ilgili şunları
aktarmaktadır:
“Kapısının üstünde ve yanlarında dolaşan kitabeyi okuyalım. Hakikatte iki
satır halinde iken üç ve daha fazla satır halinde görülen bu sarmaşık ve girift
satırlar önünde ben tam üç buçuk sene çalıştım ve tam 467 yılın okuyamadığı bu
yazıyı okudum. Şimdi dört buçuk asrın düğümlerini üstünde taşıyan bir sırrı
çözmüş olmanın zevki içindeyim. Altı satırın önünde 4,5 asrın âlimleri, tarihçileri
durdular, şarkın yüksek bilginleri, garbın derin müsteşrakları (müsteşrikleri)
Çinili Köşk’ün eşiğini aşındırdılar. Kafalarının bütün ışığını, gözlerinin bütün
nurunu bu kitabe önünde tükettiler fakat bu tılsımı çözemediler. Fatih’in kitabesi
konuşturulmadı. Üç buçuk senelik sabır aşındıran ve yoran çalışma ile elde
ettiğim bu muvaffakiyetli neticeden sonra şu kanaate vardım ki; bu Farsça
mozaik kitabeyi bir hazırlayan âlim, bir istif eden hattat, bir de kasrın banisi
İkinci Sultan Mehmet doğru okumuşlardı. Hattat tezyin zaruretine inzimam eden
yersizlik endişesi ile bu güzel tarih kitabesinin kelimelerini öyle birbirine
karıştırmış ve öyle istif etmiştir ki, kendinden sonra onu bir daha kimse
okuyamamıştır. Bütün tarih kitaplarını karıştırdım. Fatih ve Beyazıt devri
şairlerinin ve ediplerinin bize kadar gelebilen manzum ve mensur bütün
eserlerini okudum. Bu kitabeye rastlayamadım, rastlayamazdım… Çünkü bu
kitabe çini üzerine geçtikten sonra bir daha kimse tarafından okunamamıştır ki,
bir tarihçi veyahut âlim onu nakletsin32.”
Konyalı bu kitabenin Veliyettin Efendizade Bursalı Ahmet Paşa’nın
kaleminden çıktığını düşünmektedir.
Kitabeye göre Çinili Köşk 1472 yılında yapılmıştır. Bu kitabe aynı zamanda
köşkün tam bir ifadesi ve tasviridir.
Bkz. İbrahim Hakkı Konyalı, “Kütüphanelerimizden Çalınan Kitaplar”, Yeni Asya, 29-30 Haziran/ 12-3-4-5-6 Temmuz 1976, s. 4.
32 Konyalı, İstanbul Abideleri, s. 29-30.
31
12
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Mustafa Özdamar onun kitabe ilmindeki uzmanlığını şöyle izah etmektedir:
“Kendisi kitabe deşifre etmede, vakfiyeleri okumada, eski yazıları okumada
uzman bir insandı. Zaten yazdığı kitaplar da Sanat Tarihi ile ilgili şeylerdi, şehir
tarihleri ile ilgili şeylerdi. İnsanı çok yoran çalışmalardır 33.” İbrahim Hakkı
Konyalı’nın arşivinde yer alan fotoğraflar arasında onun sahada mimari eserleri
incelerken çekilmiş birçok resmi bulunmaktadır (Resim 17-19-21-22). Bunlardan
bir kısmı merdivene dayayarak veya uzanarak veya eğilerek okuduğu yapı
kitabeleri veya mezar taşı kitabelerinden oluşmaktadır. Bu işi o kadar çok yapmış
ki, gittiği yerlere birçok defa eşini de götürmüş ve zaten tahsili olan Refika Hanım
bile kitabe okuma yeteneğini elde etmiştir (Resim 38-40-48). Onun yayımlanmış
kitaplarına baktığımızda, incelediği eserlerin varsa, mutlaka kitabesini
çözümlediğini ve Latinceye çevirerek yayımladığını görmekteyiz.
1.2. Eğitim Hayatı
İbrahim Hakkı Konyalı, ilk tahsilini Konya’da “Yıkık Mahalle” mektebinde
tamamladı. Ortaokul eğitimine tekabül eden rüştiye eğitimini yine Konya’da
“Füyuzat-ı Hamidiyye” mektebinde yaptı. Bundan sonra da yüksek tahsil
diyebileceğimiz ve lise ve üniversiteye denk düşen asıl eğitimini de, medreselerin
ıslahı için Konya’da Sami Bekir başkanlığında açılan “Islah-ı Medaris-i İslamiye”
mektebinde 12 yıllık ciddi bir eğitimin sonunda tamamlamıştır. Bu okulda iyi
derecede Arapça ve Farsça da öğrendi. Bu okul, nev-i şahsına münhasır bir
yapıya sahip olup din ilimlerinin yanı sıra fen ilimlerinin de öğretildiği bir
kurumdu. Birinci Dünya Savaşının başladığı yıllarda, devam etmekte olduğu
Konya’daki Islah-ı Medaris-i İslamiye Üniversitesi kapanınca, İzmir’deki
Amerikan Şimendifer Mektebine kaydını yaptırdı34(Resim 3).
Konyalı, kendi el yazmasında bu tahsil hayatı ile ilgili şunları aktarır: “İlk
tahsilimi kışın “Yıkık Mahalle” mektebinde yazın hergele başındaki camiin son
cemaat yerindeki mektepte bitirdim. Hocaları aynı idi. Rüştiye tahsilime
Konya’da Seb’i Han Mahallesi’nde Emir Nurettin Türbesi çıkmazı içindeki bir
evde Sarı Ali Efendi’nin açtığı “Fuyuzat-ı Hamidiye” mektebinde başladım.
Sonra mektep “Akif Paşa” mektebine taşındığı için burada 1910 yılında
tamamladım. İdadiye devam ettim. Konyalı, hal tercümesinde adı geçen okulun
kuruluşu ve programı hakkında şunları anlatmaktadır: “Vakıf ile medresenin
İslam medeniyetinin oluşunda aslan payı vardır35.
Mustafa Özdamar ile 16.08.2012 tarihinde yapılan görüşmeden.
Özdamar, a.g.e., s. 9.; Balkan, a.g.e., s.3.
35 İbrahim Hakkı Konyalı, “Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Anlatıyor”, Yeni Nesil, 19 Ocak
1981, s. 4.
33
34
13
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Dejenereleşen bu iki müessese Müslümanları zelil ve hakir etmiştir. Konyalı
ilim adamları, hayırseverleri eski medresenin düşmanı (Islah-ı Medaris-i
İslamiye) adlı bir İslam darülfünunu kurdular. Bu medresede İslam’ın istediği
çapta madde ilimleri ile mana ilimleri kucaklaştırılarak okutulurdu. Programında
Japonya’da İslami neşir de vardı36.” İbrahim Hakkı Konyalı, 17 Ağustos 1331/1913
yılında Islah-ı Medaris-i İslamiye mektebinden diplomasını alarak mezun
olmuştur. Konyalı, 1332/1914 yılında Konya Sanayi Mektebinde kısa bir müddet
hocalık yapmıştır.
Konyalı 1333/1915 yılında İzmir’de açılan ve bir ihtisas ve meslek okulu olan
Şimendifer Mektebi’nden yüksek derece ile mezun olmuştur. Almanların
idaresindeki Anadolu-Bağdat demiryollarının Geyve ve Bozüyük istasyonunda
staj gördü.37 Kendisi ile yapılan bir röportajda Konyalı, “Islah-ı Medaris-i
İslamiye” medresesinden bahis açılınca o günü yaşıyorcasına heyecanlandığını
ifade ederek şunları kaydeder: “İslam’ın düşmanı olduğu taassup bu
üniversitenin kapısından içeri girmemiştir. Bu medrese maddi ve manevi ilimleri
toplayan ve o vakte kadar geniş sınırları olan Osmanlı İmparatorluğunda bir eşi
daha olmayan öğretim müessesi idi. Öğrenim süresi on iki yıldı. Buradan çıkanlar
maddi ve manevi ilimlerle kendilerini cihazlandırıyorlar, doğu ve uzak doğu
ülkelerinden birinin dilini öğreniyorlardı. Onlara doğu ve uzak doğu ülkelerinde
İslamiyet’i yaşatma görevi verilmesi düşünülmüş, planlanmıştı 38 (Resim 5-8-9).”
1.3. Hocaları
Konya hukuk mektebi müdürü Refik, Şeyhülislam Mustafa Sabri, Konya
Mebusu Elmalılı Tefsirinin sahibi Küçük Hamdi (Elmalılı Hamdi Yazır), Ayan
azasından Şeyhzade Zeynel Abidin39, kardeşleri Rıfat ve Ziya, Ahmet Tevhit40,
Hacı Üveyszade Mustafa, Konya Müftüsü Ömer Lütfi ve Fahrettin efendiler 41.
Konyalı, Fransızca hocasının ise bir Ermeni olduğunu söylemekte ancak ismini
zikretmemektedir.
1.4. Ailesi
İbrahim Hakkı Konyalı’nın evliliği ve ev hayatı hakkında çok fazla bilgi
bulunmamaktadır. Mevcut bilgiler de henüz herhangi bir yerde yayımlanmamış
İHKA, “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi”, Belge No: 3049, s. 2.
İHKA, “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi”, Belge No: 3049, s. 2.
38 Yücel, a.g.m., s. 25.
39 Konyalı, hocası Zeynelabidin hakkında bir yazısında detaylı bilgi vermektedir. Bkz. Konyalı,
İbrahim Ağa’nın Bulduğu Lahit, Yeni Asya, 1 Ağustos 1972, s. 4.
40 Konyalı, “Eski Paralar”, Yeni Asya, 23 Ağustos 1977, s. 4.
41 Konyalı, “ Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Anlatıyor”, Yeni Nesil, 8 Ağustos 1981, s. 4.
36
37
14
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bilgilerdir. İbrahim Hakkı Konyalı ile ilgili Konya’da düzenlenen bir konferansta
onun torunu Didem Atiş Özhekim, dedesinin ailevi hayatı ve evlilikleri ile ilgili
şunları söylemektedir:
“Dedemle ilgili aile anılarım ancak babaannemle tanışmalarına kadar geri
gidebiliyor. Dedem 17 yaşında iken, İstanbul’dan Konya’ya ziyarete gelen
Mediha’yı 13 yaşında ilk kez görür. Bir sene birbirlerine şiirler, mektuplar
yazarlar. Babaannem 14, dedemse 18 yaşında bir öğrenciyken de evlenirler. İlk
çocukları Yıldız kısa bir süre sonra dünyaya gelir. Yedi sene sonra ise oğulları
yani babam Ayhan… Babamın liseyi bitirdiği sene ailelerine ikinci halam
Mukadder katılmış. Hatırlıyorum da, küçükken adını söyleyemediğim için
“Muku hala” derdim. Bu süreç içinde Konya’dan İstanbul’a taşınmışlar.
Babaannem bahçeyi ve çiçekleri çok sevdiği için dedem ona bahçeli bir ev tutmuş.
Yıldız halam Ankara’da Nigthingale Hemşirelik Okulu’nda okuduğundan,
dedem de evden uzakta olduğundan, babam evin reisi gibiymiş. O da İstanbul
Teknik Üniversitesi’ndeki eğitimine başlamış. Babaannem ve babamın en büyük
zevkleri evlerinin arka bahçesinde çiçek yetiştirmek ve sabah kahvelerini ana
oğul bu bahçede beraber içmekmiş. Yine böyle bir sabah keyfi sırasında,
babaannem fenalaşmış ve doktor gelene kadar o çok sevdiği bahçesinde daha 38
yaşında iken, beyin kanamasından ölmüş. Ne yazık ki; dedem o sırada araştırma
gezilerinden birinde imiş. O dönemin ulaşım koşulları nedeniyle yetişememiş
karısının cenazesine…” Özhekim, aynı konferansta Konyalı’nın ikinci evliliği
hakkında da bilgiler vermektedir:
“Aradan çok kısa bir süre geçmesine rağmen, annesinin baskısı ile dedem
ikinci evliliğini yapmış. İkinci eşi, en büyüğü 22, en küçüğü 3 yaşında olan üç
çocuğu istememiş evinde42. Böylece üç kardeşin babalarıyla ilişkileri kopmuş.
Yıldız halam evlenmiş ve küçük halamı yanına almış. Bir süre sonra da halam
sayesinde annemle babam tanışmışlar. Babam 31, annem de 26 yaşında iken
evlenmişler. Bir sene sonra da ben doğmuşum. Dedem Üsküdar Tarihi’nin 2.
Cildini yazarken geçirdiği trafik kazasına kadar, aile birbiriyle hiç görüşmemiş.
Arabanın çarpma ve fırlatma şiddeti ile dedemin kalça, omuz, kol; kısaca
neredeyse kırılmadık kemiği kalmamış. Babam ve halalarım hemen hastaneye
42Burada
Konyalı’nın eski eşinden 3 çocuktan bahsedilmektedir. Ancak 1974 tarihli bir gazetede
Konyalı Melih veya Melik (çünkü yazının bir yerinde Melih diğer sayfasında da Melik olarak
geçmektedir.) adında bir çocuğundan da bahsetmektedir. Hatta bu çocuğunun eşi ile beraber
Konya’da Sadrettin Konevi kabristanına defnedildiğini yazmaktadır. Bu bilgiye göre eski eşinden
2’si kız 2’si erkek olmak üzere 4 çocuğunun olması icab etmektedir. Bkz. Konyalı, “20. Asır İçinde
Konya’da ve Karaman’da Yıktırılan, Yok Edilen Tarihi Abidelerimiz ve Eski Eserler”, Yeni Asya,
18 Ocak 1974. s. 4.
15
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
koşmuşlar. Onların anlattığına göre, bir sene hastanede yatmış. Vücudunda
hareketsizlikten yaralar açılmasın diye darı yatak ve yastıklar dikilmiş. O
zamanlar babam da beni hastaneye götürmüş. İşte ben dedemle ilk defa o zaman
tanışmışım ve sargılar içindeki dedeme hemen bir isim bulmuşum: ‘Uf dede’.”
İbrahim Hakkı Konyalı’nın birinci hanımından olan tek oğlu Ayhan, aynı
zamanda Didem Atiş Özhekim’in de babasıdır. Özhekim, genç yaşta yitirdiği
babasının ölümü hakkında ise şunları anlatır:
“Aradan kopuk bir iki sene daha geçmiş ve babam 35 yaşındayken
hastalanmış ve halamın çalıştığı Amerikan Hastanesi’ne yatırılmış. Dedem de
hemen hastaneye gelmiş. Oğlu ile kendi duygularını, karakterini ortaya koyan bir
konuşma yapmış: “Bak oğlum, bir yavrun var, ikincisi de geliyor. Güçlü
olmalısın. Ben bir sene yattım, ne acılar çektim ama kalktım. Sen de kalkacaksın.”
Ardından yine bir araştırma gezisi… Ama sürekli hastaneye telefon açıp,
babamın durumunu sorarmış. Hastaneye telefon açtığı bir gün, kulakları ağır
işitmeye başladığından, ne yazık ki telefondakinin hemşire değil de annem
olduğunu duyamamış ve ağlayarak sormuş: “Hemşire hanım, oğluma kanser
diyorlar, doğru mu?” Birkaç gün sonra da bir baba için en büyük olabilecek acıyı
yaşamış dedem. Yıl: 1971. 35 yaşındaki oğlu kansere yenik düşmüş. Gidememiş
cenazesine ve Mehter Takımı’nı göndermiş43.”
Torunu Didem Atiş Özhekim, dedesiyle görüşme anını ve sonraki yıllara ait
anılarını şöyle anlatır: “Yıllar sonra Salacak Karlık Apartmanı’ndaki evine
gittiğimde bilinçli olarak ilk defa dedemi gördüm. Yaşlı ve güler yüzlü bir adam.
Beni ve erkek kardeşimi gördüğü ilk andan öldüğü ana kadar hiçbir zaman bize
isimlerimizle hitap etmedi. Ben Mediha idim, kardeşim ise Ayhan… Bizi hep
babaannem ve babamın isimleriyle çağırdı. Onlara çok benzediğimizi söylerdi.
Sanırım bu benzerliklerimiz ona hep acı verdi. Bizi deniz manzaralı çalışma
odasına aldı. Eski kitapların güzel kokusunun sindiği bir oda. Deniz tarafındaki
pencerenin önü hariç, odanın her tarafı yerden tavana kadar kitaplarla dolu idi.
Kardeşimle dedemin gösterdiği koltuğa oturduk. Şimdi düşünüyorum da; ne
kadar çok incelemişim dedemi. Beyaz arkaya taralı saçlar, hafif pembemsi bir ten,
43Didem
Atis Özhekim, “Dedem İbrahim Hakkı Konyalı”, Yayımlanmamış Panel Metninden, Konya 1
Nisan 1999. Konya Büyükşehir Belediyesi Koyunoğlu Müzesi’nde düzenlenen ve Prof. Dr. Yusuf
Küçükdağ, Yard. Doç. Dr. Didem Atiş Özhekim, Yard. Doç. Dr. Caner Arabacı, Araştırmacı-Yazar
M. Ali Uz ile İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi Müdürü Mustafa Özdamar’ın konuşmacı
olduğu bir paneldir. Bu panelin konuşma metinleri yayımlanmamıştır. Ancak biz yazarlara ulaşıp
metinlerini temin etmeye çalıştık.
16
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
tertemiz kokan bir tıraş losyonu. Fakat en önemlisi gözlerdi. Hafif nemlenmişti
gözleri, belki yaşlılıktan, belki de bizden. Üstünde takım elbise vardı. Bunu çok
garipsemiştim. Evinde oturan bir insan niye kravat ve takım elbise ile oturuyordu
ki? Daha sonra onu tanıdıkça anladım. Bu durum onun prensibi idi. Her sabah
kalktığında önce tıraşını olur sonra takım elbisesini giyer, ardından kahvaltı
masasına otururdu.”
Her gidişimizde bize nerede ve kaçıncı sınıfta okuduğumuzu sorardı.
Ziyarete gittiğim başka bir gün bana yine sordu: “Mediha kaçıncı sınıftasın? Ne
dersler görüyorsun?” Pencerenin önündeki berjer koltukta oturuyordu. Ben de
koltuğun kenarına oturmuştum. “Ortaokul 3. sınıftayım, dede. Türkçe, İngilizce,
matematik, fen gibi dersler var”.
Dedem kısa bir süre düşündü: “Bak Mediha. Osmanlıca öğren. Seni
kütüphanemin müdiresi yapayım”.
Bana bu düşünce çok garip gelmişti. Kendi kendime düşündüğümü
hatırlıyorum. İngilizce, Fransızca, Almanca gibi diller varken, niye Osmanlıca
öğreneyim ki…
Yıllar dedemin ileri görüşlülüğünü bana kanıtladı. Marmara Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü’nü
kazandığımda, girdiğim ilk ders neydi biliyor musunuz? Eski Türkçe. Bunu
dedeme söyleyebilmeyi hep çok istedim. Ama biraz geç kalmıştım. Daha doğrusu
zamanlama hatası vardı; 10 gün önce ölmüştü. Biraz daha yaşayıp, Eski Türkçe
öğrendiğimi, fakültemde bir öğretim üyesi olduğumu ve onun gibi ülkeme
yararlı bir insan olmaya çalıştığımı görmesini çok isterdim44(Resim 2-11-12-13). ”
Konyalı’nın neneleri ve dedeleri hakkında pek bir malumat yoktur. Ancak bir
yazısında babaannesinden bahsederken 1915 yılında Konya’da vefat ettiğini ve
isminin de Fatma olduğunu nakletmektedir45.
1.5. Memuriyet Hayatı
18 Mayıs 1916 yılında Kafkas Demiryolları işletme memurluğuna atanmıştır.
Topal İsmail Hakkı Paşa, Aydın, kasaba demiryolları umumi müdürü Miralay Ali
Hikmet ve Nafia Nazareti müsteşarı Muhtar beylerden müteşekkil bir heyetle
beraber Gence’ye kadar bir tetkik seyahati yapan heyete şimendiferci mütehassıs
44
45
Özhekim, a.g.p., s.2.
Konyalı, “Ayazma Camii’nin Sıvası Yumurta ve Balla Yapıldı”, Yeni Asya, 5 Mart 1971, s. 4.
17
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
(uzman tirenci)
bulunmuştur.
sıfatıyla
katılmış
ve
Kafkasya’da
tarihi
incelemelerde
1917 yılında İstanbul polis müdüriyeti dördüncü şube memurluğuna atanmış
ve bu görevinden 1921 yılında ayrılmıştır.
İlk Türk şimendifercilerinden biri olan Konyalı, 1916 yılında Batum’da
istasyon müdürlüğü yapmıştır. Bunu Konya Sanayi Mektebinde Türkçe
öğretmenliği, 1918 yılında kısa bir müddet İstanbul Meşîhat Dairesinde ders
vekâleti hulefâlığında tetkik ve araştırmacılığı izledi ve ardından Başbakanlık
Arşivinde uzman olarak çalıştı.
İki defa Şeyhulislamlık Ders Vekâleti Halifeliğinde, Medreseler
Müfettişliğinde ve İstiklal Savaşı sırasında Anadolu-Bağdat Demiryollarının
Konya Bağdat Otelinde kurulan Teftiş Dairesinde uzman olarak çalıştı.
Konyalı devlet dairelerinde ayrıca Askeri Müze ve Vakfılar Genel
Müdürlüğü’nde de uzman olarak görev yapmıştır.
1.6. Üsküdar’daki Evi
Tarihçi ve Öğretmen İsmail Hakkı Avcı, Konyalı’nın Üsküdar’daki evi
hakkında şunları aktarır: “Fakülteye girdiğim sene Yeni Asya gazetesinde
çalışmaya başladım. İbrahim Hakkı Konyalı gazeteye de yazıyordu. ÜsküdarHarem’de Selimiye’de otururdu. Yaşlı olduğu için yazılarını getiremiyordu. Biz
gider alırdık. Çoğu zaman ben giderdim. Hem yazıyı almaya hem de cüzi ücretini
vermeye Harem’deki evine çok gitmişimdir. Harem İskele Caddesi 90 Numara
Karlık Apartmanı Daire 8’de otururdu46(Resim 69-70).
Belkıs İbrahimhakkıoğlu, Konyalı’nın Üsküdar’daki evinin Türk Edebiyatı
Vakfına vakfedilmesi ile ilgili şu bilgileri aktarmaktadır: “Konyalı, ilim ve sanat
insanları için bir çalışma yeri olsun diye Üsküdar’daki evini Türk Edebiyatı Vakfına
bağışladı. Vakfın ismi altında kendi isminin de yaşamasını arzu ediyordu. Maalesef onun
vefatından sonra Türk Edebiyat Vakfı imkânsızlıklar yüzünden bu eve ciddi olarak sahip
çıkamadı. Tabi bir kişinin kararıyla da bu işler yürümezdi. Vakfın mütevelli heyeti, yani
yönetim boyutu var. Bu ev uzun süre kiraya da verilmedi. Boş kaldığı için de çok
yıprandı. Bir iki kere Vakıf olarak hâlihazırdaki Üsküdar Belediyesine başvurmamıza
rağmen ancak henüz bir cevap almış değiliz. Biz bu başvurumuzda bu evin bir kültür evi
46
İsmail Hakkı Avcı ile (TRT için)16.04.2012 tarihinde yapılan röportajdan.
18
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
olmasını diledik. Rahmetlinin vasiyetini yerine getiremediğimiz için de ben şahsen vicdan
azabı çekiyorum47.”
1.7. Üsküdar’daki Kütüphanesi
1979 yılından beri, Üsküdar Selimiye Camii Hünkâr Kasrı’nda, Vakıflar
Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak hizmet veren ve İbrahim Hakkı Konyalı’nın
adını taşıyan bir kütüphanedir(Resim 4).
Kütüphane, İbrahim Hakkı Konyalı’nın vakfettiği kitap ve arşiv malzemeleri
ile kurulduğu için İbrahim Hakkı Konyalı Vakıf Kütüphane ve Arşivi adını
almıştır. İki salon, iki oda ve bir depodan oluşan kütüphane toplam 210 m 2
kullanım alanına sahiptir. Aynı anda 80 kişiye hizmet verebilme kapasitesi
bulunan kütüphane,
Dört bölümden oluşmaktadır (Resim 26-27).
Yazmalar Bölümü: 705 adet yazma eser bulunmaktadır.
Osmanlı Dönemi Kitapları Bölümü: Arapça, Farsça ve Osmanlıca kitaplardan
oluşan 2842 eser bulunmaktadır (Resim 28-29).
Cumhuriyet Dönemi Kitapları Bölümü: Cumhuriyet dönemi kitapları bu
bölümde bulunmaktadır. Toplam 5018 adet matbu eserden oluşmaktadır.
Arşiv Bölümü: İbrahim Hakkı Konyalı’nın çeşitli konulardaki notlarından,
gazete küpürlerinden ve fotoğraflardan oluşan arşiv bölümünde 5410 adet
doküman vardır48. Bu belgelerin pek çoğu Konyalı’nın notlarından ve
yazılarından oluşmaktadır (Resim 30-31).
1.8. III. Selim Camii Hünkâr Kasrı
Mahfil, büyük camilerde hükümdar veya müezzinler için ayrılmış, taş ya da
tahta parmaklıkla çevrili yüksekçe bölüm anlamına gelmektedir. Hünkâr Mahfili
ise, büyük camilerde padişahın halktan ayrı olarak namaz kılması için yapılmış,
özel kapısı ve merdiveni olan, parmaklıklı ve maksure şeklindeki yüksekçe yer
manasındadır49.
İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi olarak kullanılan Selimiye Camii
Hünkâr Kasrı, camiyle birlikte III. Selim tarafından yaptırılmıştır. Ana giriş
kapısının alınlığında: “Rabbi enzilni münzelen mübaraken ve ente hayrul münzilin
(Mu’minun-29)” ayeti yer almaktadır. Şu anda kapalı tutulan ve kıbleye bakan
Belkıs İbrahimhakkıoğlu ile (TRT için) 22.04.2012 tarihinde yapılan röportajdan.
http://www.vgm.gov.tr/icerikdetay.aspx?Id=4, (09.03.2013).
49 Doğan Hasol, Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, Yapı- Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul, 1988, s. 209.
47
48
19
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kapının üzerinde ise: “ Selamün aleyküm ketebe rabbukum ala nefsihirrahme”
(En’am-54) ayeti yer almaktadır.
Yirmi iki basamaklı merdivenden yukarı çıkıldığında araştırma salonuna
girilir. Burası hünkâr kasrının sofasıdır. Burada şu anda arşiv kitaplarının
bulunduğu bölümün kapısının üzerinde: “Elhamdulillahi hamden kesiren tayyiben
mübareken fih” hadisi şerifi bulunmaktadır. Hünkâr mahfiline açılan kapının
üstünde de: “Elhamdullahi ve selamün ala ibadillahillezine’stafa” (Neml-59) ayeti
bulunmaktadır. Aynı kapının mahfele bakan iç yüzünde ise: “ Selamün kavlen min
rabbirrahim” (Yasin-58) ayeti yer almaktadır.
Konyalı kütüphane arşiviyle ilgili şu bilgileri vermektedir: “On beş yaşımdan
beri yetmiş dört yıl içinde toplandığım yazma ve basma kitapların çoğu ilim
güneşi görmemiş, eşsiz ve nadir vesikalarımın, yurdun yarısından fazla
topraklarında bulunan İslami ve gayri İslami tarihi eserler hakkında
incelemelerimi içine alan defterlerimi Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne yedi sene
evvel hibe ettim. Üsküdar’da Selimiye Camii’nin bitişiğindeki Sultan III. Selim’in
muhteşem kasrı kütüphane ve arşivime tahsis edildi. Adı İbrahim Hakkı Konyalı
Kütüphanesi ve Arşivi’dir. Kitaplarımın, arşiv vesikalarının, resim ve
fotoğrafların sayısı yirmi bini aşkındır. Hiçbir halife, sultan, padişah ve
Müslüman zengini bu kadar sayıda kitap ve belge vakfetmemiştir 50.”
1.9. Aldığı Ödüller Ve Unvanlar
Aldığı ödüller ve unvanları hakkında kendi hal tercemesinde şunları
kaydetmektedir.
1. Gazetecilik şeref kartım vardır. En yaşlı gazeteciyim. Eskiden bir mesleğin
en yaşlısına (şeyh) derlerdi buna göre ben Şeyh-ül Muharririm (Resim 6-7).
2. Konya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, doktorluk ve profesörlük paye ve
unvanı verdi (Resim 16-33).
Kaynaklarda Konyalı’nın profesörlük unvanını aldığına rastlamıyoruz.
Doktora ünvanı hakkında bir kuşku yoktur. Çünkü hem belgesi bulunmaktadır
hem de bu belgeyi aldığı zamanki törenin resimleri mevcuttur. Ancak profesörlük
için böyle bir kaynak mevcut değildir. Yalnız bir dergide yaptığı söyleşide bizzat
kendisi bu unvanı aldığını dile getirmektedir51.
50Konyalı,
51
“Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Anlatıyor”, Yeni Nesil Gazetesi, 17 Ocak 1981, s. 4.
Konyalı, "Tarih yağmacılığı ile asırlık mücadele", Köprü Dergisi, S. 17, Kasım 1982, s. 57.
20
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
3. Altı il ve ilçenin fahri hemşerisiyim.
4. Kütüphane ve arşivimi vakfederken, Devlet Bakanı Enver Akova bana şilt
verdi.
5. Akşehir Belediyesi, Nasrettin Hoca şilti verdi (Resim 27).
6. Kültür ve Turizm Bakanlığı Armağanı
7. Konya Turizm Derneği şilti.
8. 1982 Konya’da yapılan Mevlana bilimsel toplantısı şilti.
9. Konya Gazetecilik Cemiyetinin onur belgesi.
1.10. Arşivi
İbrahim Hakkı Konyalı’nın uzun yıllar ve büyük emeklerle oluşturduğu
büyük bir arşivi bulunmaktadır. Bu arşiv kendi adıyla kurulan Üsküdar’daki
kütüphanesindedir. Konyalı, kendi çabası ile konu bütünlüğüne de riayet ederek
toplam 5410 sarı zarf içine yerleştirdiği binlerce arşiv belgesi hazırlamıştır. Her
zarfın üstüne de kendi mührünü ve imzasını basmıştır. Bunlar hibe olarak
Vakıflar Bölge Müdürlüğü bünyesinde açılan İ.H. Konyalı Kütüphanesine
bağışlanınca, her zarf Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kaşesiyle kayıt altına
alınmıştır. Tezimizin özellikle “Dergi Makalelerinde Sanat Tarihi” ve “Gazete
Köşe Yazılarında Sanat Tarihi” bölümleri bu arşivde bulunan bilgi, belge ve
dokümanlar sayesinde oluşturulmuştur. Öyle ki Konyalı, kibrit kutusuna bile
yazdığı bir notu atmamış ve ilgili zarfın içinde saklamıştır. Kaldı ki bu zarfların
içinde pek çok vesika, berat, hüccet, harita, resim, gazete ve dergi kupürleri gibi
pek çok arşiv dokümanı bulunmaktadır.
1.11. Eserlerinde Kullandığı Müstear İsimler
İlk yazısı Konya’da Şerafettin Camii’nin karşısında muallimhanenin
sağındaki matbaada basılan Meşrik-i İrfan gazetesinde yayımlanmıştır. Bu yazı 17
yaşında iken yayımlanmıştır. Bu yazı meşhur Arap hatibi Kus bin Saide’ni Ukaz
Panayırı’nda kırmızı deve üzerinde jüri huzurunda yaptığı konuşmanın Türkçe
çevirisiydi. Bu ilk yazısının başlığı şöyledir:
“Kâbe-i Muazzama’da Son Asılı Olanlardan Kus İbn-i Sâib’in Tercümesi”.
Yine öğrenci iken bazı makaleleri Mısır’ın Arapça yayın gazetelerinde yer bulacak
kadar kuvvetli idi.
Mütarekeden sonra Batum’dan Konya’ya dönen İbrahim Hakkı Konyalı,
kendisini tamamen ilim ve araştırmaya verir. Ayrıca Hak Yolu isimli ilk dergisini
de bu dönemde çıkarır. Ethem Ruhî Balkan bu dergi için “O vakit İstanbul’da bile
benzerine rastlanmayan bu ağır başlı ve ciddi mecmua bugün bile istifade
21
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
edilebilen kıymetli bir mecelledir.” şeklinde övgüler yağdırmaktadır. İntibah'ta
başyazarlık yaptığı gibi Mütareke yıllarında Tercümân-ı Hakikat’te daha çok
tarihî konuları ele alan makaleler yazdı52.
İbrahim Hakkı Konyalı, el yazısıyla yazdığı hal tercümesinde bu hususu
şöyle izah eder: “1919 yılında Konya’da Hak Yolu adlı bir mecmua çıkardım. Yine
Konya’da çıkan İntibah gazetesinde başmuharrirlik yaptım. Babalık, Konya ve
Yeni Meram gazetelerine yazılar yazdım. Konya mecmuasında birçok tarihi
yazılarım çıktı. Konya’da din ve mezhep avcılığı perdesi arkasında Ermenilere
memleketi parçalayacak sözde milliyet aşkı aşılamak için Amerikalıların ve
Fransızların mektepleri ve Fransızların ayrıca kiliseleri de vardı. Amerikalıların
son mümessili Dr. Dat idi. Onun müesseselerini Konya’dan atma mücadelemi
Babalık gazetesinde yapmış ve muvaffak da olmuştum.”
İstanbul'a geldiği yıllarda Zekeriya Sertel, Halil Lütfi Dördüncü, Selim Ragıp
Emeç ve Ali Ekrem Uşaklıgil'in çıkardığı Son Posta'da çalıştı. Gazetenin
kapatılması üzerine Tan gazetesinde yazmaya başladı53.
İlk eseri 1936 yılında 40 yaşında iken yazmış ve yayınlamıştır. Ancak ilk
yazısı çok daha eskilere dayanmaktadır. İyi bir arşiv ve çalışma, araştırma
disipline sahip olan Konyalı, eserlerini uzun çalışma ve tetkiklerden sonra
baskıya vermektedir. Kendi tabiriyle en kıymetli eseri olan Aksaray Tarihini 28
senede yazmıştır ve en hacimli eseridir54.
İbrahim Hakkı Konyalı imzasını taşıyan kitaplar dışında on sekiz ayrı isimle
çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazdı. Konyalı, ‘İbrahim Hakkı Konyalı’
isminin dışında aşağıdaki isimleri de yazılarında ve makalelerinde kullanmıştır.
Bu isimleri en çok ve tamamını kendisinin çıkarıp yönetimini yaptığı Tarih
Hazinesi dergisinde kullanmıştır. Kullandığı müstear isimler şunlardır.
Amber Reisoğlu, Ayhan Atis55, Ayhan Nalbantoğlu, A. Nalbantoğlu, H.
Nalbantoğlu, Nalbantzade İbrahim Hakkı, İbrahim Atis56, Derviş Karamanoğlu,
Hakkı Arayan, İbrahim Cimcoz, İbrahim Hakkı, İ. Atis, Ömer Ataoğlu, Mediha
Atis57, Vakanüvis, M. Atis, Yeni Evliya Çelebi58 ve Şefika Özdöl59.
Konyalı, “Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Anlatıyor”, Yeni Nesil, 8 Ağustos 1981, s. 4.
Erdem Yücel, a.g.m., s.196.
54 Şahiner, a.g.m., s. 5.
55 Ayhan, oğlunun ismidir.
56 İbrahim Atis, Konyalı’nın orijinal adı ve soyadıdır.
57 Mediha ilk eşinin ismidir. İkinci eşinin ismi ise Şefika’dır.
52
53
22
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
1.12.Vasiyeti
Konyalı, tüm kitaplarını ve diğer vesikalarını bağışlayarak kendi adına bir
kütüphane açtırmıştır. Halen Üsküdar III. Selim Camii’nin hünkâr mahfilinde
bulunan bu kütüphane, nadir uğrayan araştırmacılara hizmet etmektedir. Ancak
Konyalı, vakfettiği kitapları ve arşivi ile ilgili bildiri mahiyetinde şöyle bir vasiyet
yayımlamıştır:
“On beş yaşımdan beri yetmiş dört yıl içinde topladığım yazma ve basma
kitapların çoğu ilim güneşi görmemiş, eşsiz ve nadir vesikalarımı yurdun
yarısından fazla topraklarında bulunan İslami ve gayri İslami tarihi eserler
hakkındaki incelemelerimi içine alan defterimi Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne
yedi sene evvel hibe ettim. Üsküdar’da Selimiye Camii’nin muhteşem kasrı,
kütüphane ve arşivime tahsis edildi. Adı: İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphane ve
Arşivi’dir. Kitaplarımın, arşiv vesikalarımın, resim ve fotoğrafların sayısı yirmi
bini aşkındır. Hiçbir halife, sultan, padişah ve Müslüman zengini bu kadar sayıda
kitap ve belge vakfetmemiştir. Vakıflar İdaresi şartlarını yerine getirmemiştir.
Hibeden dönülebilir. Bu hususta teşebbüse geçmiş bulunuyorum. Muvaffak
olursam, bunları Konya Selçuk Üniversitesine vakfedeceğim. Kütüphane
arşivimde bulunan yazma ve basma kitaplarımın ve arşiv vesikalarımın basma ve
yayma haklarını yalnız Konya’nın Selçuk Üniversitesine veriyorum. Refikam ve
varisim Şefika Konyalı’nın müsaadesi alınarak istedikleri gibi tasarruf
edebileceklerdir60.”
1.13.Vefatı
İbrahim Hakkı Konyalı,20 Ağustos 1984 tarihinde Konya Akşehir'de vefat
etti, cenazesi İstanbul'a getirilerek 21 Ağustos'ta Karacaahmet Mezarlığı'na
defnedildi61(Resim 72).”
Konyalı’nın bu ismini sadece bir makalesinden yola çıkarak tespit ettik. O da 1590 numaralı arşiv
belgesinde İstanbul’u anlatan köşe yazıların birinde geçmektedir. Konyalı bu yazısında yaklaşık
20 yıl önce bu isimle Son Posta gazetesinde İstanbul’u anlatan yazılar yazdığını belirtir. Bu da
yaklaşık 1937 yılına tekabül etmektedir. Bkz. Konyalı, “Tarih Boyunca İstanbul’u İmar Dâvası,
Hareketleri” Her Gün, 15 Şubat 1957, s.2. 1590.
59 İbrahim Hakkı Konyalı’nın bu ismine sadece bir köşe yazısında rastlamaktayız. Bkz. Konyalı,
“Büyük Mimar Sinan ve Üsküdar’daki Şah Eserleri”, Hergün, 17 Mart 1956. S. 6. soyadı hakkında
bir malumatımız yoktur ancak ‘Şefika’ onun ikinci eşinin ismidir. ‘Özdöl’ ise eşinin kızlık
soyadıdır.
60 Konyalı, “Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Anlatıyor”, Yeni Nesil, 17 Ocak 1981, s.4; İHKA,
İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi, Belge No: 3049, s. 13.
61 Erdem Yücel, a.g.m., s. 196; Özdamar, a.g.e., s. 15.
58
23
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
1984 yılının Ağustos ayı idi. Akşehir belediyesinden bir davet almıştı.
Davetin sebebi “Akşehir Tarihi” kitabının yeniden basılmasıydı. Onu görüşüp
karara bağlayacaklardı. Konyalı 19 Ağustos 1984 günü İstanbul’dan hareket etti
20’sinde Akşehir’e ulaştı.
Konyalı’nın temennilerine uygun düşen ilginç ölümünü eşi Şefika Konyalı,
kütüphane personeline şöyle anlatmıştır.
“Buradan (İstanbul’dan) gittik. Önceden bizim için ayrılan otel odamıza
indik. İstirahatımızı yaptık. Ertesi gün sabahı kalktık. İbrahim Bey tıraşını oldu,
temizliğini yaptı, üstünü başını giydi kuşandı. Kahvaltımızı yaptık. Az sonra,
belediye başkanı bizi aldırmak için makam arabasını göndermiş, araba geldi. Ben
biraz keyifsizdim. İbrahim Bey’e: “Sen git, ben biraz istirahat edeyim” dedim. O
gitti… Aslanlar gibiydi… Hasta filan değildi.”
Olayın bundan sonrasını o dönemin Akşehir belediye başkanı anlatıyor:
“Biz hocayı makam arabamızla otelden aldık. Ben belediye başkanlığında
hocayı bekliyorum. Hoca geldi, gayet iyiydi, keyifliydi. Bize iltifatlar etti… Ben
elini öptüm… Onu içeriye davet ettim, başkanlık koltuğuna oturttum. Hoca böyle
bir yaslandı, yorgunluk ifadesi olsa gerek, hafif bir ooohh çekti ve rengi
uçuverdi.62 Ben bayıldı sandım. Görevli arkadaşları çağırdım. Geldiler baktılar:
Ölmüş efendim, dediler, sizlere ömür… İnanın inanmadım. Yüzü sarardı, biz
bayıldı filan sandık. Sonra kısa bir süre geçti hoca hakka yürümüş 63.
2.
KİTAPLARI
Konyalı, yayın hayatına dair bazı bilgiler ve gazetelerde yayımladığı bazı
önemli konular hakkında şunları kaydeder: “İstanbul’da Tercüman-ı Hakikat ve
İleri gibi gazetelerde, Süleyman Nazif gibi büyük üstatlarla çalıştım. Refet Paşa,
İstanbul’a geldiğinde Tercüman-ı Hakikat gazetesinin hazırlattığı altınlı kılıcı, en
genç muharrir sıfatıyla, kendisine sundum. Bu kılıç, şimdi eşinin elindedir.
Türkiye’nin en çok satılan ve ilk defa Türkiye’ye gazete makinesi getiren Son
Posta gazetesinin kuruluşundan itibaren muhbirliğini, tarihi ve fıkra yazarlığını
yaptım. Sonra, Tan ve Vatan gazetelerinde çalıştım. İstanbul’da ve İzmir’de çıkan
bütün büyük gazete ve mecmualarda tarihi yazılar yazdım. Şimdi yazı yazdığım
Hocanın o ohları meşhurdur o burada (İstanbul) ya da geldikten sonra sırtını sandalyeye yaslandığı
zaman derinden bir oohh çekerdi. O son “oh” u orada çekmiş. (Mustafa Özdamar ile 16.08.2012
tarihinde yapılan görüşmeden.)
63 Mustafa Özdamar ile 16.08.2012 tarihinde yapılan görüşmeden.
62
24
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gazete ve mecmuaların adlarını hatırlamıyorum. Yazılarımda, kütüphane, müze
ve arşivlerimizde henüz ilim güneşi görmemiş eserleri konu yaptım. Atatürk ile
Mareşal Fevzi Çakmak, iki büyük okuyucularımdı 64.”
Mustafa Özdamar onun eserleri ile alakalı bizzat kendisinden dinlediklerini
şöyle aktarır: “Şimdi kendisi kisve-î tab‘a bürünmüş 30 adet kitabın sahibidir. İbrahim
Hakkı Konyalı’nın basılmış 30 adet kitabı var ama basılmayanlarla birlikte onun her biri
ayrı bir risale, ayrı bir kitapçık özelliğindeki makalelerini de dikkate alırsak, onun tabiri
ile, 100 kitap yazdım, derdi.
Hocanın bütün makaleleri dikkate alındığı zaman o not aldığı defterleri vardır. Arşiv
tarafımızda hoca efendi sarı (t)efterlerim sarı (t)efterlerim der dururdu. Defterlerim değil
(t)efterlerim derdi. Ben onları karda, yağmurda, kışta, baharda, şurada, burada yağmur
altında not aldığı günler olur, hocanın böyle gittiği bir yerde tarihi eserin kitabesini not
alıyor. O anda yağmur yağmış, üzerinde çiselemiş, onların dahi izleri var. Bazılarında, o
sarı defterlerinde, şehirlerin tarihi ile ilgili kitabeler ve notlar var. Hocanın onların
hepsini hesap ettiğin zaman evet, hocanın arşivde o sarı meşhur defterleri ve gazetede
çıkan makaleleri dikkate alındığı zaman hakikaten kabarık bir kitap çıkar. Hoca için
“kisve-î tab‘a bürünmüş” 30 adet kitabı var dedim. Bazılarına az gelebilir hiç az değildir,
hepsi de çok hacimli kitaplardır65.”
2.1. Basılmış Kitapları
İbrahim Hakkı Konyalı’nın hayatta iken toplam 29 adet kitabı
yayımlanmıştır. 2 tanesi de vefatından sonra basılmıştır. Toplam 31 adet kitabını
“Basılmış Kitapları” başlığı altında tanıtmayı uygun bulduk. Bu eserleri bu
bölümde kategorilere ayırmadık. Ancak basım yılına göre ilk basılanda son
basılana göre bir kronolojiyi takip ederek tanıttık. Elbette bu eserler konu
itibariyle çeşitlilik arz etmektedir. Edebiyattan sanata, filolojiden meskûkâta,
Satan Tarihi’nden tarihe ve arşivciliğe kadar uzanan pek çok alan bu kitapların
konusunu teşkil etmektedir.
2.1.1. Topkapı Sarayı’nda Deri Üzerine Yapılmış Eski Haritalar
1936yılında İstanbul Ülkü Basımevinde Zaman Kitaphanesi tarafından
bastırılmıştır. El yazıyla bu kitaphanenin sahibi tarafından İ. H. Konyalı’ya
hediye edilen nüsha olması hasebiyle bir takdim notu yer almaktadır. Kitabın
içinde 10 tarihi harita, 182 renkli bayrak, bir fetva sureti, İnebahtı Kalesi’nin planı,
Türk Ongun resimleri ve birçok tarihi vesika yer almaktadır. Kitap, tashih için
64
65
İHKA, “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi”, Belge No: 3049, s. 8.
Mustafa Özdamar ile 16.04.2012 tarihinde yapılan görüşmeden.
25
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gözden geçirilmiş ve yazar bu tashih sırasından sayfaların kenarlarına notlar
almıştır. Ekler hariç 266 sayfadan müteşekkildir. Kitap, önsözden sonra Piri Reis
haritaları hakkında verilen bilgiler ile başlamaktadır. Kitabın sonunda
bibliyografya, fihrist, rica, düzletme cetveli, harita resimleri ve müellifin çıkacak
kitaplarıyla ilgili tanıtım sayfası yer almaktadır. Ayrıca kitaba ek olarak kuşe
kâğıda basılmış A3 ebadında renkli Piri Reis haritası yer bulunmaktadır.
Kitabın girişinde kendi el yazısıyla (rika) şu satırlar mevcuttur: “Bu kitap,
müellif İbrahim Hakkı Konyalı tarafından yapılmıştır. Kitap basılırken tashihi
bizzat yapamamıştır. Bu yüzden birçok tertip hataları olmuştur. Latin harflerinin
imla kaidelerinin kurulmamış olmasının da hataların oluşmasında müessir
olduğu muhakkaktır. Kitap az zamanda kapışılırcasına satılmıştır. Eğer Allah
ikinci tab’ını yapmak imkânını verirse bütün hatalar ve kusurlar giderilecektir.”
2.1.2. Tarihi Afrodit
“Esatirin bu güzel ilahesi hakkında Şark Garp kaynaklarına, kütüphane ve
müzelere dayanılarak hazırlanan tarihi tetkikleri” yan başlığıyla takdim edilen bir
kitaptır. Kitabın içinde 10 tablo ve 30 tarihi resim mevcuttur. Kitap 1940 yılında
İstanbul Numune Matbaası’nda basılmış ve 80 sayfadan oluşmaktadır.
Kitabın son sayfasında: “ Bu konuda Konyalı Kütüphanesi arşiv bölümü 4271
numaralı zarflara da bakılabilir.” denmektedir. Mustafa Özdamar imzasını
taşıyan bu not 2005 tarihlidir. Bahsi geçen zarfta konuya ilişkin tarihli Yeni Asya
gazetesindeki Tarihi Sohbetler köşesinde İbrahim Hakkı Konyalı, Afrodit’e dair
birbirinden farklı başlıklar ve içeriklerde 5 köşe yazısı yayımlamıştır 66.
2.1.3. Harun Reşid
Harun Reşid devrinde yaşanan bazı tarihi olayları anlatan bu eser, Tarihi
Şaheserler Serisi başlığı altında 1941 yılında İstanbul Numune Matbaası’nda
basılmıştır ve 32 sayfadan müteşekkildir. Eser, san’atkâr Münif Fehim’in renkli
tablolarıyla süslenmiştir.
2.1.4. İstanbul Sarayları
Önsöz, içindekiler ve ekler hariç 300 sayfadan oluşan eser sadece bir defa
basılmıştır. Diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da birçok düzeltme, ilave ve
muhtelif notlar yer almaktadır. Notlar Osmanlıca yazıyla alınmıştır. En son
sayfadaki özür yazısında Konyalı şunları kaydeder: “Umumi harp en kuvvetli
darbelerinden birisini de neşir hayatına vurmuştur. Kitabımızın başında da
66
Bkz. Konyalı, “Afrodit”, Yeni Asya, 21-22-23-24- 25 Nisan 1975. s. 4.
26
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
söylediğimiz gibi hiçbir yerden yardım görmeyerek neşrine çalıştığımız ‘İstanbul
Abideleri’ birinci cildini kâğıtsızlık yüzünden burada kesmeye mecbur oluyoruz.
İkinci cildin klişeleri de tamamen yaptırılmış bulunduğu için kâğıt buhranı
geçer geçmez ikinci ve mütebaki ciltleri de neşredeceğiz. Bütün titizliğimize
rağmen kitabımızda birçok tertip hataları olmuştur. Düzeltme cetvelini endeksi
ile beraber ikinci ciltte vereceğimiz için okuyucularımızdan özür dileriz.”
2.1.5. İstanbul Abideleri
Kitap 1943 yılında İstanbul’da Yedigün Neşriyat tarafından basılmıştır. Bu
baskı kitabın hem ilk hem de son baskısıdır.
Konyalı’nın bu kitapta bir önsüzü bulunmamaktadır. Sadece yayınevinin
“Başlarken” başlıklı bir takdim yazısı yer almaktadır. Burada İstanbul’un en az 26
asırlık bir tarihinin olduğu vurgulanmaktadır. İstanbul ile ilgili şu anekdot
bilgiler yer almaktadır: “Bir efsaneye göre Jüpiter Sarayburnu’nda dolaşan
Vizas’ın kulağına eğilerek, şehri buraya kur demiş ve Vizas, ilahın bu sözü
üzerine, kendi ismine izafeten sonradan Bizans denen şehri burada kurmuştur.
Tarihçi Pelin, milattan 9 asır evvel Haliç’le Marmara’nın kucaklaştığı köşede
Ligos şehrinin bulunduğunu söylemektedir. Yer altı araştırmaları ilerledikçe, yeni
tarihi vesikalar ele geçtikçe İstanbul’un mazisi biraz daha aydınlanıyor, bu şehre
ait bilgilerimizi biraz daha geriye götürebiliyoruz.
İbrahim Hakkı Konyalı tarafından hazırlanan bu eserde İstanbul’un belli başlı
ve gerek sanat gerek tarihi bakımından en değerli abideleri toplanılmak
istenmiştir. Konyalı’nın yayımlanmış tüm kitaplarını bir bütünün parçaları olarak
okumak lazımdır. Çünkü her birinin diğeriyle alakası vardır. Bir kitap bir başka
kitabın yazılmasına vesile olmuş veya biri diğerinin devamı veya bir parçasıdır.
Bu açıdan her kitabın konusu farklı olsa da birbiriyle ilintili olduğu konuları da
vardır. Bu da çalışmamızı bütüncül bir bakışla ele almamızı zorunlu kılmaktadır.
2.1.6.
Ankara Abidelerinden Karacabey Mamuresi (Vakfiyesi, Tarihi ve
Diğer Eserleri
İstanbul Numune Matbaası’nda İzzet Karacabey tarafından 1943 yılında
basılmıştır. Kitabın önsözü, sonsözü ve içindekiler bölümü bulunmamaktadır.
Konyalı, hemen hemen bu kitaba herhangi bir müdahalede bulunamamıştır. En
azından elimizdeki nüsha bu şekildedir. Sadece giriş sayfasında bir bölüm özenle
yırtılmış, el yazısıyla isim, tarih ve imza yer almıştır. Kitap 176 sayfadan
oluşmaktadır. Kitabın sonuna uzunca bir şecere eklenmiştir. Bu şecere Karacabey
27
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ailesine aittir. İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesinin Cumhuriyet Dönemi
Eserleri arasında 1495 numarada kayıtlıdır.
2.1.7. Nasrettin Hocanın Şehri Akşehir (Tarihi-Turistik Kılavuz)
Kitabın sırtında ismi şu şekilde yazılmıştır: Nasrettin Hocanın Şehri Akşehir.
Kitap,
Ankara Caddesi Aşir Efendi Sokak No: 7’de bulunan Vatan
Mücellithanesi’nde ciltlettirilmiştir. 1945 tarihli bu baskı kitabın ilk baskısı olup
İstanbul Numune Matbaasında bastırılmıştı. Konyalı, kitabını Akşehir’in Tarihi,
Turistik Kılavuzu olarak girişte resmetmiştir ve şöyle bir not düşmüştür. “İçinde
şimdiye kadar hiçbir yerde neşredilmeyen 250 kadar tarihi resim ve arşiv vesikası
vardır.” Kitabın içindekiler kısmı “fihrist” adıyla sona yerleştirilmiştir. Yine
kitabın sonunda düzeltme cetveli ve Akşehir ilçesinin bucak ve köylerini gösterir
bir harita ve belediye sınırlarını gösterir ikinci bir harita yer almaktadır. Kitap 856
sayfadan oluşmaktadır. Kitabın muhtelif yerlerinde yazara ait el yazması
düzeltmeler dikkat çekmektedir. Girişte konuyla alakalı bazı gazete küpürleri yer
almaktadır. Bunlar, ikinci baskı için eklenecekler ve düzeltilecekler olmalıdır.
Önsözden önce yazar kendi el yazısıyla (Arap harfleriyle) 1945 tarihli bir not
düşmüştür. Bu notun latinize edilmiş hali şöyledir: “ Bütün kitaplarım gibi bunu
da birçok zahmetler içinde yazdım ve bastırdım. Bütün kitaplarım gibi bu
kitabım da daha iyi yazılır ve daha iyi basılırdı. Fakat zamanın zulmü ve
kadirbilmezliği ancak bu kadar basma imkânı verdi. Kitabım istediğim gibi değil,
tabi’lerin istediği gibi yazıldı ve basıldı. Bu kitap yazılır ve basılırken İkinci
Dünya Harbi bütün şiddetiyle devam ediyordu. Memlekette kâğıt buhranı vardı.
İlim ve kitap neşri tabi …………... 67 hurdebin ve cahil bir teşkilatın inhisarında
idi. Hakiki ilim adamları perde arkasında mahrumiyet içinde yaşıyorlardı. Benim
pek kıymetli ve cefakâr refikam Mediha Konyalı! İşte böyle bir devirde basılan
eser-i naçiz kitabımı sana ve kızım Yıldız ile oğlum Ayhan’a ithaf ediyorum. Eğer
sizi mesut edemediysem kabahat benim değil ilme, ihtisasa kıymet vermeyen
zamanındır. Allah bu zalim ve kahir idareyi kahretsin. 2 Mayıs 1945”
2.1.8. Alanya (Alaiyye)
1946 yılında İstanbul Ayaydın Basımevinde yayımlanmıştır. İç kapakta
“İçinde şimdiye kadar hiçbir yerde yayımlanmayan birçok tarihi vesika ve
fotoğraf vardır.” şeklinde bir not yer almaktadır. Kitabı yayına hazırlayan M. Ali
Kemaloğlu’dur. Kitap 542 sayfadan oluşmaktadır. Geçmişten günümüze kültür,
67
Bu kısmı okunamadı.
28
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
sanat ve tarih açısından incelenen şehrin tarihi ve turistik bir rehberi şeklinde
hazırlanan kitabın sonunda Alanya’ya ait bir de harita yer almaktadır.
İbrahim Hakkı Konyalı kitabın önsözünde Alanya’yı şöyle tarif etmektedir:
“Alanya yalnız Türklerin değil, bütün dünyanın en büyük hükümdarı Konya
Selçuklu sultanlarından Birinci Alaüddin Keykubat tarafından kurulmuş ve
adlandırılmıştır. Şehri bir tesadüf var etmiş değildir. Anadolu denilen büyük
yarımadayı milli yapmak ve Türk hâkimiyetini buralarda ebedi kılmak için
bilinerek ve özenilerek kurulmuştur. Dün Konya, bugün Ankara Anadolu’nun
başı olmuştur. Fakat Alanya bu büyük gövdenin daima ciğeridir.”
2.1.9. Eski ve İslami Paralar
Kitabın orijinal adı “Kitabü’n-Nukud el-Kadime ve’l-İslamiyye” dir. Yazarı
Takiyuddin Ahmet el-Makrizi’dir. İbrahim Hakkı Konyalı kitabı Arapçadan
Türkçeye çevirmiş ve İstanbul’da Gavsi Ozansoy Basımevinde 1946 yılında
neşretmiştir. 96 sayfadan oluşan kitap eski İslami paraların tarihini, örneklerle ve
dönemlerine göre izah etmiştir. Konyalı kitabın önsözünde eski paraların tarihin
en kuvvetli temel taşları ve ana materyalleri olduğunu yazmaktadır. Yapıların ve
kitabelerin zamanla harap olabileceğini ancak binlerce eski paranın tarihi
aydınlatmada çok önemli rol oynadığını ve paraların bozulmadan kalabildiğini
bunun tarih ilmi için büyük bir kaynak olduğunu ifade eder. Uzun bir önsözden
sonra Konyalı, kitabın yazarı Makrizi’nin kısa hayatını naklettikten sonra kitabın
asıl konularına geçer. Kitap İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanes’inde 542
numarada kayıtlıdır.
2.1.10. Mimar Koca Sinan (Vakfiyesi, Hayır Eserleri, Hayatı)
Kitap, 1948 yılında İstanbul’da basılmıştır. Kitabı neşreden Nihat
Topçubaşı’dır. İçindekiler, düzeltme cetveli sayfaları ve müellifin çıkacak
kitaplarının tanıtım sayfası hariç kitap 162 sayfadır. Diğer kitaplarda olduğu gibi
bu kitabın da birçok sayfasına notlar düşülmüştür. İkinci baskı hayali, yazar için
her zaman umut olmuşsa da buna muvaffak olamamıştır. Bunun en büyük
sebebinin de ülkenin kâğıt sıkıntısı çekmesi olduğunu yazar önsözlerde sık sık
ifade etmektedir.
Konyalı’nın bu eserinin iç sayfasında kitabın adı “Mimar Koca Sinan” olarak
yazılmış ve ismin altında da “Vakfiyeleri, hayır eserleri, hayatı, padişaha vekâleti,
azatlık kâğıdı, alım-satım hüccetleri” yazılıdır. Bu da Mimar Sinan hakkında
detaylı bir çalışma olduğunun göstergesidir.
29
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Kitabın önsözünden önce bir takdim yazısı yer almaktadır. Bu takdim
yazısının başlığı “Bu kitabın menfaatini Şişli Camii’ne bırakıyoruz” şeklindedir.
Burada Mimar Sinan hakkında sitayişkâr ifadeler yer almaktadır. Önsözün
üstünde yazarın kendi el yazısıyla bir not yer almaktadır. Kütüphanenin
Cumhuriyet Dönemi Eserleri arasında 1496numarada kayıtlıdır.
2.1.11. Mimar Sinan’ın Eserleri, (İstanbul’da Yaptığı Camiler)
İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi’nin Cumhuriyet Devri Eserleri 1497
numarada kayıtlı olan bu kitabın yayın yılı ve yayın yeri belli değildir.
Zindankapı’daki Ahi Çelebi ve Topkapı’da Ahmet Paşa Camileri anlatılmaktadır.
Bu iki yapı hakkında geniş bilgi bulunmakta ve muhtemelen baskı hatasından
olacak ki, 16 sayfadan oluşan kitap 6 defa basılarak kitap haline getirilmiştir.
2.1.12. Tevarih-i Salatin-i Osmaniye (Osmanlı Sultanları Tarihi)
Karamanlı Nişancı Mehmet Paşa, Osmanlı Dönemi tarihi yazıcılığında
önemli bir isimdir. Fatih Sultan Mehmet döneminde göstermiş olduğu başarı
üzerine nişancı olarak görev almıştır68. Bu nedenle şiirlerinde “Nişancı” mahlasını
kullanmıştır. Nişancı Mehmet Paşa’nın Tevârîhü’s-Selâtîni’l-Osmâniye (Osmanlı
Sultanları Tarihi ) isimli eseri Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1480 yılına
kadar gelen olayları anlatmaktadır. Bütünüyle Osmanlı tarihini ele alması
bakımından önemlidir. Arapça olarak yazılmış bu eser “risale” adını taşıyan iki
bölümden oluşmaktadır.
Birinci risâle, (Risâle fi Tevârîhi’s-Selâtîni’l-Osmâniyye), Osmanlı Devleti’nin
kuruluşundan Fatih Sultan Mehmed’in tahta çıkışına (1451) kadar geçen olayları;
ikinci risale, (Risâle fi Târîh-i Sultan Muhammed İbn-i Sultan Murâd Han min Âli Osmân), Fatih Sultan Mehmet dönemindeki olayları anlatmaktadır. Fatih’e
sunulan bu kıymetli tarih kaynağından Edirneli Ruhî Çelebi, Kemal Paşazade (ö.
1534) ve Müneccimbaşı (ö. 1702) yararlanmıştır 69.
Karamanlı Nişancı Mehmet Paşa: Karaman'da 13 Eylül 1458'de doğmuştur. Okumak için İstanbul'a
gidip Veli Mahmut Paşa tarafından inşa edilmiş medresede eğitim gördü. Daha sonra medresede
bir müderris olarak çalıştı. İlmiye sınıfının yüksek kısmında olduğu için Fatih Sultan Mehmet'e
danışmanlık yaptı. Çok geçmeden Nişancı görevine atandı. Karamanlı Mehmet Paşa'nın 3 küsür
yıl süren sadrazamlığı döneminde Osmanlı Devleti'nin iç idaresinin reformları ile uğraştığı
bilinmektedir. Yeniçeriler tarafından 4 Mayıs 1481’de öldürüldü. Geniş bilgi için bkz.Yusuf
Küçükdağ, “Karamanî Mehmed Paşa”, DİA, C 24, İstanbul 2001, s. 450.
69 Cihan Çimen, Anonim “Tevârîh-i Âl-i Osmân”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara
Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı, s.
18, İstanbul 2006, s.28.
68
30
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bu eserin bir diğer önemli özelliği de müstakil olarak Osmanlı tarihine ele
alan ilk tarih kitabı olmasıdır70.
İbrahim Hakkı Konyalı, bu eseri Türkçeye çevirmiş ve 1949 yılında
İstanbul’da Türkiye Yayınevine bastırmıştır. Konyalı çevirisinin önsözünde
kitabın içeriği hakkında detaylı bilgi vermektedir. Kitap 400 sayfadan
oluşmaktadır ve ikinci baskısı yapılmamıştır.
Nişancı Mehmet Paşa’nın ‘Osmanlı Sultanları Tarihi’nin birinci cildinin
tercümesidir.
2.1.13. Fatih’in Mimarlarından Azadlı Sînan (Sinân-ı Atik ) Vakfiyeleri,
Eserleri, Hayatı, Mezarı
1953yılında İstanbul Halk Basımevi tarafından basılmıştır. Kitabın isimlik
sayfasında Konyalı kendi el yazısıyla bu kitabı “sevgili ve aziz eşim Şefika Hanim
efendiye” diyerek eşine hediye ve ithaf ettiğini yazmaktadır. Kitabın önsözü
bulunmamaktadır ve Mimar Azadlı Sinan’ın Vakfiyeleri başlığıyla kitaba giriş
yapmıştır. Ekler, indeks, içindekiler, düzeltmeler hariç 110 sayfadan
müteşekkildir. En son sayfada 21.11.1982 tarihli kütüphane müdürü Mustafa
Özdamar hoca imzalı: “ 63, 64 ve 65. sayfalarda anlatılan duruşmanın kadısının
isminin, Nasreddin Hocanın torunlarından olan ve İstanbul’un ilk kadısı Hızır
bey Çelebi olduğunu İbrahim Hakkı Konyalı hocamız bize özel bir sohbetinde
anlatmıştır. Tarihe ve tetkikatçılara tevdi olunur” şeklinde bir not yer almaktadır.
2.1.14. Söğüt ve Ertuğrul Gazi Türbesi ve İhtifali
Kitap 1959 yılında İstanbul Sinan Matbaası’nda basılmıştır. 63 sayfadan
oluşan kitaba Ertuğrul Gazi’nin hayatı ile Söğüt’ün tarihçesi verilerek giriş
yapılmıştır. Söğüt’teki mimari eserler ve bir anma programı hakkındaki
notlardan ibarettir.
2.1.15. Abideleri ve Kitabeleri ile Erzurum Tarihi
Kitap Erzurum Tarihini Araştırma ve Tanıtma Derneği tarafından 1960
yılında İstanbul Ercan Matbaasında basılmıştır. Derneğin başkanı Dr. Zeki Başar
kitabı tanıtım yazısının bir yerinde Konyalı ve kitap hakkında şunları kaydeder:
“65 yılın yorgunluğunu, boş geçmeyen günlerin sağladığı olgunlukla
yoğurup yok etmesini bilen İbrahim Hakkı Konyalı’nın yükselen tansiyonuna
rağmen kendisini, aşağı yukarı 2000 rakımlı bir şehrin irfan tarihini aydınlatacak
70
Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih Coğrafya Yazıcılığı, Israr Yayınları, İstanbul 1998, s. 486.
31
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
problemlerin halline vermiş olmasını, bunu yaparken de bazen Mecidiye,
Aziziye, Sivişli, Uzunahmet ve Höyükler tabyalarında olduğu gibi, çok daha
yükseklere çıkmasını, bazen Tortumkale’de olduğu gibi, şahikalarla boy ölçüşen
kalelere tırmanmış olmasını sadece tetkik severlikle, tarih severlikle ve nihayet
vatanseverlikle izah edebiliyoruz. Eser, hiç şüphesiz ki, ilgisi ve bilgisiyle mevzuu
ele alan imza sahibinindir. Bizler sadece vücuda gelmesine zemin hazırlamakla,
çok sevdiğimiz memleketimizin sanat, kültür ve mabet tarihine bu şekilde hizmet
saadetine ermiş olmakla seviniyoruz. Erzurum tarihini araştırma ve tanıtma
derneği olarak amaçlarımızın gerçekleşme yoluna girmiş olmasının ve imanla ele
alınan bir işin böyle kısa zamanda hayırlı bir neticeye varmış olmasını görmenin
huzurunu duyuyoruz…”
Erzurum’un tarihini ve mimarisini konu alan bu kitap 594 sayfadan
oluşmaktadır.
2.1.16. Mesnevi
35 x 26 cm ebatlarında, 384 sayfadan oluşan kitap Mevlana Celaleddin-i
Rumî’nin Mesnevi adlı eserinin Türkçeye çevrilmiş halidir. Kütüphanenin
Cumhuriyet Dönemi Eserleri arasında 1171 numarada kayıtlıdır. İç sayfada
bugünkü dilimize nazmen çevirisini yapanın M. Faruk Gürtunca olduğu
yazılıdır. Yine bu sayfada “Seçilen en güzel çeviri ve açıklamaları bugünkü
Türkçe’ye uygulayan Ülkü Yayınevi Edebi Kurulunun Yöneticisi İbrahim Hakkı
Konyalı” denilmektedir. Yine bu sayfada Mesnevi’yi en güzel şekilde Türkçeye
çevirenlerin alfabetik sıraya göre isim listeleri verilmiştir. Kitap 1963 yılında
İstanbul Ülkü Matbaası’nda basılmıştır.
Birinci cilt olarak basılan bu kitabın diğer ciltlerinin de çıkacağı dile
getirilmiştir. Ancak diğer ciltler yayımlanmamıştır. Bu ilk ciltte Mevlana
Celaleddin Rumî’nin Mesnevi kitabının ilk 213 beyitinin orijinali, çevirisi ve şerhi
yer almaktadır.
2.1.17. Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi
İbrahim Hakkı Konyalı’nın bu eseri diğerlerine nazaran daha şanslı sayılır.
Çünkü bugüne kadar farklı yayınevleri tarafından üç sefer basılmıştır. Birinci
baskısı Konyalı hayattayken 1964 yılında Konya Yeni Kitap Basımevi tarafından
yapılmıştır. Bu ilk baskıda kitabın sayfa sayısı 1213’tır. İkinci baskı 1997 yılında
Konya’da Enes Kitap Basım tarafından basılmış ve 840 sayfadan ibarettir. Üçüncü
baskısı Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından 2007 yılında, 119. Büyükşehir
Belediyesi Kültür Yayını olarak basılmış ve 765 sayfadır.
32
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
1213 sayfalı ilk baskısının tanıtımı için Konyalı şunları yazmaktadır:
“Konya İslami ve gayri İslami devirlerin bir tarih ummanıdır. Gelip geçen
Türk milletlerinin en medenisi olan, Seçukiler’in başkenti Konya, 1213 sahifelik
bu kitapta bütün abideleri ve kitabeleri ile dile getirilmiştir. Kitabın mühim
kısımları İngilizce ve Almancaya çevrilmiştir. Dünyanın değerli tarih ve arkeoloji
kitaplarına kaynak olmuştur. Kitapta bütün abidelerin fotoğrafları da vardır 71.”
Kitabın önsöz ve sonsözü bir arada yazılmıştır. Kitabın serüveni hakkında bu
başlangıç yazısında Konyalı kitap hakkında şunları ifade eder:
“Bu kitap Konya Belediyesinin isteğine uyularak 1944 yılında hazırlanmış ve
basılmak üzere Belediye Başkanlığı’na verilmiştir. Belediye kâğıdını hazırlamış,
bir kısım klişelerini de yaptırmıştır. Nihayet 1963 yılında basılmasına başlanılmış
ve 1964 de baskısı tamamlanmıştır.
Çeyrek asra yakın bir zaman içinde kütüphanelerimizde, müze ve
arşivlerimizde yeni vesikalar bulunmuş, muhtelif dillerdeki tek ve nadir nüsha
yazmalardan bazıları basılmış, bazıları da dilimize çevrilmiştir. Şikari gibi bazı
tarihlerin sakatlığı ortaya çıkmıştır. Kitap hazırlanırken Konya sokakları numaralı
idi, sonra adlandırılmıştır. Bazı abideler sonradan yıkılmış veya yıktırılmış,
bazıları da tamir ettirilmiştir. Bütün bunlar dikkate alınarak kitabın yeniden
yazılması gerekmektedir. Buna da imkân yoktu. Bazı notlarla yetindim, bazı
küçük gözlemler yapılabildi.”
Kitabın ilk baskısından bir yıl sonra kitabı tanıtan bir yazı yayımlanmıştır.
Yazıda şunlar dile getirilmektedir. “Konyalıların, geniş ilim aleminin senelerden
beri beklediği, Belediyemizin titiz bir itina ile bastırdığı Tarihçi Üstad İbrahim
Hakkı Konyalı’nın Konya Tarihi çıkmıştır. Kitap tam yarım asırlık bir mesai
harcanarak tamamlanmıştır…
Kitapta Konya’nın İslami ve gayri İslami bütün devirleri şimdiye kadar ilim
güneşi görmeyen, bilinmeyen vesikalar, kimse tarafından okunmayan,
okunamayan kitabeler, müze ve arşiv vesikaları, vakfiyeler, tedavül kayıtları
birer birer görülerek, okunarak hazırlanmıştır. Öyle denebilir ki –Allah korusunKonya yer yuvarlağının üstünden kalksa, yok olsa bu 79 formalık 1750 sayfalık
resimli büyük eserle yepyeni bir Konya kurulabilir.
Evet renkleriyle, abideleriyle, havasıyla, bütün muhteşem tarihiyle bir Konya
yapılabilir. Herkes mahallesindeki mescitten, türbeden, çeşmeden ve nihayet
71
Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi, s. 695.
33
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
şehirdeki diğer irili ufaklı abidelerden başlayarak bu kitapta her istediğini, her
aklından geçeni bulabilir. Şimdiye kadar Konya hakkında yazılan kitapların ve
makalelerin korkunç yanlışları da bu kitapta düzeltilmiştir… Kitap hiçbir kitaba
nasip olmayan bir şekilde yağmalanırcasına satılıyor… Kitap her Konyalı’nın
evinde mukaddes bir eser gibi bulunduracağı bir tarih şaheseridir. Bunu candan
tavsiye etmeyi bir hemşerili borcu biliriz72.”
2.1.18. Türk Askeri Müzesi (Bütün Tarihi İle)
1964 yılında İstanbul Ülkü Matbaası’nda basılan kitap A5 formatında 56
sayfadan oluşmaktadır. Askeri Müze’nin tarihi ve geçirdiği aşamaları
anlatmaktadır. İçindekiler, önsöz, kaynakça ve sonuç bölümü bulunmamaktadır.
2.1.19. Atatürk
İbrahim Hakkı Konyalı bu kitabını Atatürk’ün şahsi yetenekleri ve
icraatlarına ayırmıştır. Atatürk’ü “Beşeriyetin emsalini görmediği bir askeri
deha” olarak tanıtmaktadır. İç sayfada bu sözünü delillendirmek için de şunu
söylemektedir; “Çünkü o dehasını yalnız vatanını kurtarmak ve milletini
yükseltmekte kullandı. Cihangirlik davasına kalkışmadı ve arkasında payidar bir
ülke bıraktı.” Kitap İstanbul’da 1964 yılında Ülkü Matbaası’nda basılmıştır ve 16
sayfadan oluşmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi’nin Cumhuriyet
Dönemi Eserler Bölümünde 698 numarada kayıtlıdır. Kitapta ayrıca Atatürk’ün
öldüğü gün Konyalı tarafından yazılan ve 13 Kasım 1938 tarihli Tan gazetesinde
yayımlanan “Atatürk” başlıklı yazı da bulunmaktadır.
2.1.20. Abideleri ve Kitabeleri ile Karaman Tarihi, Ermenek ve Mut
Abideleri
İstanbul Baha Matbaası’nda 1967 yılında basılmıştır. Kitabın basım
masraflarını Karaman Belediyesi üstlenmiştir. Kitap 800 sayfadan oluşmaktadır.
Kitabın 655 sayfası Karaman tarihi ve tarihi eserlerinden oluşmaktadır. Abideleri
ve tarihi ile Ermenek, 655 ten 730’a kadar olan bölümü teşkil etmektedir. 733’ten
800’e kadar olan sayfalar ise Mut abideleri ve kitabelerinden oluşmaktadır. Bu
şekilde bir kitapta üç ayrı şehir incelenmiş ve aslında üç ayrı kitabı tek kitapta ve
tek ciltte toplamış bulunmaktadır.
2.1.21. Abideleri ve Kitabeleri ile Kilis Tarihi
1968 yılında İstanbul’da Fatih Matbaası’nda basılmıştır. Kitap 736 sayfadan
oluşmaktadır. Dönemin Kilis Belediye Başkanı Celal Varış kitabın girişinde: “Kilis
72
Derviş Karamanoğlu, “Konya Tarihi”, Yeni Konya Gazetesi, 29 Eylül 1965, s. 6-7.
34
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
tarihi niçin ve nasıl yazılmıştır” başlığı altında kitabın yazılma serüveni hakkında
şunları ifade etmektedir:
“... Kilis Belediye Meclisinin 1/1966 tarih ve 2 sayılı kararı ile yazdırılması bir
vazife haline gelen Kilis Tarihi’nin ehil ve tecrübeli bir kimseye yazdırılması
başkanlığın daha önceden vazedilmiş bir prensibi olarak tatbik sahasına
konulmuştur. Bu maksatla tarihle ilgili profesörlere, tanınmış idareci ve tarih
otoritelerine anket şeklinde iki yüzün üstünde mektup yazılmış ve gelen cevaplar
bizim düşündüğümüz prensibi teyit etmiştir. Sayın Başbakanlık Arşiv Genel
Müdürü Mithat Sertoğlu bu işle ileriden beri meşgul, Farsça ve Arapçayı çok iyi
bilen 40’ın üzerinde tarih konusunda eser veren kıymetli İbrahim Hakkı Konyalı
(Atis) yı bize tavsiye etmiş ve bu tavsiyeye uyularak Kilis Tarihi’nin yazdırılması
üstada verilmiştir. Sayın Mithat Sertoğlu’nun Kilis için yaptığı hizmetten dolayı
kendisine, belediyeyi temsil eden bir insan olarak teşekkürü borç bilirim.” Kitabın
bir yıl içinde hazırlandığını da yine bu yazının devamından öğrenmekteyiz.
Kitapta ayrıca Konyalı’nın da kitabı tanıtan bir giriş yazısı bulunmaktadır.
2.1.22. Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi
İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi’nin 1490 numarasında bulunan kitap 25
x 18 cm. ölçülerinde ve 960 sayfadan oluşmaktadır. 1970 yılında İstanbulNuruosmaniye’de bulunan Fatih Matbaası’nda basılmıştır. Kitabın son sayfasında
‘sonsöz’ün sonsöz’ü’ başlıklı özür notunda Konyalı şunları yazmaktadır:
“Bu kitabın tertibi bittikten sonra Ramazan’ın 25. günü (6 Aralık 1969) büyük
bir trafik kazası geçirdim. Bir et-kemik külçesi haline geldim. Sosyal Sigortalar
İstanbul Hastanesinde 36 gündür yatıyorum. Kolum, havsalam kırık
durumdadır. Bütün titizliğimize rağmen bazı tertip hataları olabilir. Bunların bir
cetvelini ve kitabımın tarihi kaynaklarda Konya Ereğlisi tercümelerini yapacak
idim. Geçirdiğim felaket buna mani olmuştur. Muhterem okuyucularımın
özrümü kabul etmelerini can û gönülden dilerim.” Edebiyatçı yazar Ahmet
Kabaklı bu kitap için şunları anlatır:
“Şimdi önümde cilt cilt eserlerine ilave yeni bir kitabı var Konyalı’nın. Konya
Ereğilisi Tarihi. Fatih Matbaası’nda basılmış bu eser, büyük hacimde ve bin
sayfadır. Müellif, bunu 29 yılda hazırladığını söylemektedir. Yalnız Ereğli’nin
değil, hemen bütün Anadolu’nun Prehistorik, Yunan, Roma, Bizans, Beylikler,
Selçuk, Osmanlı devirlerini içine almakta, Ereğli etrafında Türk tarihinin bir geçit
resmini vermektedir. Şehirleri için şimdi birçok yıllıklar çıkıyor. Birçok amatörler,
bulundukları bölgelerin tarihlerini kaleme almak istiyorlar. İşte bütün bunlar,
Konyalı Hoca’nın Ereğli Tarihi’nde kullandığı metodu örnek tutmalıdır. Milli
35
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Eğitim, İçişler Bakanlığı, müzeler, üniversiteler ve başka teşekküller, bu değerli
eseri okuyuculara ulaştırmanın yollarını bulmalıdırlar73.”
2.1.23. Abideleri ve Kitabeleriyle Şereflikoçhisar Tarihi
Abideleri ve Kitabeleriyle Şereflikoçhisar Tarihi, 1971 yılında İstanbul Fatih
Matbaasında basılmıştır. Kitabın önsözünü de yazan dönemin Şereflikoçhisar
Belediye Başkanı Mehmet Aktaş, kitabın İbrahim Hakkı Konyalı’ya yazdırılması
ile ilgili şunları aktarmaktadır: “Şereflikoçhisar Belediye Meclisinin 3 Şubat 1969
tarih ve I sayılı kararı ile yazdırılması bir vazife haline gelen Şereflikoçhisar
tarihinin ehil ve tecrübeli bir kimseye yazdırılması başkanlığın daha önceden vaz
edilmiş bir prensibi olarak tatbik sahasına konulmuştur. Bu maksatla tarihle ilgili
kişiler ve tanınmış idarecilerle yapmış olduğumuz temaslar bizim
düşündüğümüz prensibi teyit etmiştir. Sayın Başbakanlık Arşiv Genel Müdürü
Mithat Sertoğlu bu işle ileriden beri meşgul, Farsça ve Arapçayı çok iyi bilen,
kırkın üstünde tarih konusunda eser vermiş, kıymetli İbrahim Hakkı Konyalı’yı
bize tavsiye etmiş, bu tavsiyeye uyularak Şereflikoçhisar tarihinin yazdırılması
üstada verilmiştir.”
Mehmet Aktaş yazısının sonunda da bir yıl içinde büyük gayret ve çalışmalar
sonucunda hazırlandığını ifade etmektedir. 696 sayfadan oluşmaktadır.
2.1.24. Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi -IAbideleri ve Kitabeleri İle Aksaray Tarihi, 1974 yılında İstanbul’da
basılmıştır. Konyalı, eserin önsözünde belirttiği üzere 28 yıllık bir araştırma
sonucunda Aksaray’la ilgili bu üç kitabı meydana getirmiştir. Dönemin Aksaray
belediye başkanı, yazarı, Aksaray’ın tarihi, kitabeleri ve tarihi eserlerini kapsayan
bir eser meydana getirmesi için davet etmiştir. Bunun üzerine Konyalı, Aksaray’a
bağlı tüm köyleri, kasabaları, mezraları, harabe yerleri, terk edilmiş köyleri, eski,
yeni tüm tarihi eserlerini ayırım yapmaksızın incelemiştir. Bu bağlamda dönemin
belediye başkanı Mehmet Dalkılıç ve sonrasında başkan seçilen Taki Tatlıpınar
yazara gerekli araştırmaların yapılmasında maddi ve manevi desteklerini
esirgememişlerdir.
Konyalı, Aksaray ve Ortaköy’e bağlı kasaba ve köyleri gezerken, 8 yıl
milletvekilliği yapmış Aksaraylı Oğuz Demir Tüzün kendisine bizatihi eşlik
etmiştir. Yazar bu araştırmaları yaparken ciddi bir trafik kazası geçirmiş ve bir
73
Ahmet Kabaklı, “Konya Ereğlisi”, Tercüman Gazetesi, 6 Mart 1970, İstanbul. s. 4.
36
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
hastalığa maruz kalmış ve bu nedenle de eserindeki eksiklik ve kusurların
kendisine ait olduğunu da belirtmiştir.
Konyalı’nın ‘Abideleri ve Kitabeleri ile Şereflikoçhisar Tarihi’ isimli eserinin
sonlarında bu kitap ile ilgili şöyle bir tanıtım yazısı yayımlanmıştır:
“Aksaray, tarihi ve tarihi abideleri bakımından Kapadokya’nın en zengin bir
bölgesidir. Burada gelip geçen birçok kavimlerin, milletlerin, devletlerin iç içe
girmiş, üst üste yığılmış çok zengin eserleri vardır. Aksaray ve bölgesi bakir
konularla doludur.
İbrahim Hakkı Konyalı, tam 28 yıl çalışarak bu büyük kitabını hazırlamıştır.
Aksaray’ın sınırları içindeki bütün köyleri, tarih kalıntısı yeraltı ve yerüstü eski
eserleri teker teker, adım adım incelemiş, arşivlerde ve müzelerdeki henüz ilim
güneşi görmemiş belgeleri bulmuş, bunları bu kitapla geniş bir muhite
sunulmaya hazırlamıştır. Bu kitap yalnız Aksaraylıları, Aksaray’ı, Türkiye’yi
değil, bütün ilim âlemini ilgilendirecek, şimdiye kadar bilinmeyen vesikalarla
dolu olarak dolgun ve olgun bir büyük cilt halinde hemen şu günlerde matbaaya
verilecektir. Bu kitabın hazırlanmasında büyük, küçük bütün Aksaraylıların
büyük yardımları görülmüştür. Bu muazzam cildi çok ölçüde fotoğraflar ve
resimler beslemektedir74.”
2.1.25. Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi -IISerinin bu ikinci kitabı birincisinin devamı olarak hem de sayfa numaraları
da devam ettirilerek sürdürülmüştür. Bu kitap da 1974 yılında bastırılmıştır.
2.1.26. Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Ortaköy Tarihi -IIISerinin üçüncü kitabıdır. Ortaköy merkezli bir çalışmadır. Bir önceki kitabın
direkt devamı olduğu için önsöz veya takdim yazısı bulunmamaktadır. Genel
olarak Ortaköy’deki dini ve sivil mimari eserler üzerinde durulmaktadır. Kitabın
sonunda uzun bir indeks bölümü ve düzeltme cetveli bulunmaktadır. Kitap 1975
yılında bastırılmıştır.
2.1.27. Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi I-II
İki cilt halinden yayımlanan bu kitabın ilk cildi, İbrahim Hakkı Konyalı
Kütüphanesi’nin Cumhuriyet Dönemi Eserleri arasında 1493 numarada kayıtlıdır.
İstanbul Türkiye Yeşilay Cemiyeti tarafından Ahmet Sait Matbaası’nda 1976
yılında bastırılmıştır. Kitap 459 sayfadan oluşmaktadır.
74
Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Aksaray Tarihi, Fatih Yayınevi Matbaası, C. 1, İstanbul 1974, s. 689.
37
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
2.1.28. Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi I-II
Kitap 1977 yılında yine Türkiye Yeşilay Cemiyeti tarafından yayımlanmıştır.
Kitap 548 sayfadan oluşmaktadır.
2.1.29. Ankara Camileri
Bu kitap Konyalı’ kayıp üç kitabından biri olan Ankara Abidelerinin bir
parçasıdır. Kültür Matbaacılık tarafından 1978 yılında Ankara’da basılmıştır.
Kitap 119 sayfadan oluşmaktadır. Müellif, Konyalı, 1941 yılında Abideleri ve
Kitabeleriyle Ankara Tarihi adlı eserini tamamlayarak Müzeler ve Antikiteler
Müdür Yardımcısı Nurettin Can’a, istemesi üzerine, teslim etmiş. Ancak bu tek
nüsha ilgili şahıs tarafından kaybedilmiş veya çalınmış. Sadece “Ankara Cami ve
Mescidleri”ni Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne basılması için vermiş. Ancak bu
kitap basılırken bazı kitabeler yanlış yazılmış ve Konyalı tarafından tashih
edilmesi için fotokopileri verilmiş. Bazılarını düzeltmiş, bazı düzeltmeleri ise
kitabın ilgili yerlerinden Osmanlı Türkçesi ile notlar düşerek yapmıştır. Metnin
sonunda ise Osmanlı Türkçesi ile “ben bu kitabı 1941 tarihinde yazmıştım”
şeklinde kayıt düşerek imzalamıştır75.
2.1.30. Abideleri ve Kitabeleri ile Beyşehir Tarihi
Beyşehir Tarihi, Konyalı’nın hayattayken bastıramadığı kitaplarından biridir.
Ancak Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi tarafından 1991 yılında
Erzurum’da Prof. Dr. Ahmet Savran’ın editörlüğünde yayımlanmıştır. Diğer şehir
tarihlerini anlatan kitapları gibi bunda da önce şehrin tarihi anlatılmış sonraki
bölümlerde şehrin, ilçelerinin ve köylerinin mimari yapıları hakkında bilgiler
verilmiştir.
1967 yılında basılmak üzere Konyalı tarafında Beyşehir Belediyesi’ne
gönderilen ancak 1991 yılına kadar kaderine terk edilen bu kitabın basımında en
çok emeği geçen Prof. Dr. Ahmet Savran kitapla alakalı yazdığı giriş yazısında
şunları yazmaktadır:
“Merhum bilim adamı İbrahim Hakkı Konyalı’nın değerli çalışmaları
arasında yer alan ve Türk tarihinde önemli bir boşluğu dolduracak olan ve
okuyucuların hizmetine sunulan Abideleri ve Kitabeleri ile Beyşehir Tarihi
yorucu ve ilmi bir çalışmanın mahsulüdür. Müellif, çeşitli kaynak, kitabe ve arşiv
belgelerinin ışığında Beyşehir’i tarihin derinliklerinden ele alıp günümüze kadar
getirmiştir. Bugün Beyşehir ve çevresinde zamana karşı adeta direnen uzak ve
75
İbrahim Hakkı Konyalı, Ankara Camileri, Kültür Matbaacılık, Ankara 1978, Kapak Sayfası.
38
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yakın geçmişimizin acı ve tatlı hatıralarını bünyesinde taşıyan pek çok eser
bulunmaktadır. İbrahim Hakkı’nın bu çalışması sayesinde yok olmaya yüz
tutmuş birçok kitabe, cami, mescit ve türbeler ebedileştirildiği gibi arşivde
bulunan Beyşehir’le ilgili belgeler de okuyucuların hizmetine sunulmuştur.
Bu değerli âlimin Beyşehir Tarihi ilk bakışta biraz karmaşık gibi görünse de
kusursuz bir ziyafet sofrası gibidir. İsteyen istediği şekilde kendisini içinde
bulabilir. Çünkü Beyşehir ile ilgili hemen hemen her türlü malzeme ortaya
konulmuştur. Bu bakımdan eser, okuyucularını Beyşehir konusunda
aydınlatacağı gibi derlenen malzemeler de bundan sonra gelen araştırmacıların
emrine amade kılınmış durumdadır.”
Savran, kitabın yayıma hazırlanmasına vesile olan olayı da şöyle izah
etmektedir: “1990 yılı Temmuz ayı başlarında Beyşehir’de bulunduğum sırada
bilimsel araştırmayı seven Beyşehir Lisesi Edebiyat öğretmeni değerli dostum
Mehmet Koç bu eserin varlığını, İbrahim Hakkı’nın 1967 yılında basılması için
onu Belediye’ye teslim ettiğini, fakat bugüne kadar bastırılmadığını ifade etti.
Bunun üzerine Lise Müdürü Yusuf Erçoban da olmak üzere birlikte Belediye
Başkanı Sayın Adil Bayındır’la bu durumu görüştük. Belediye hizmetlerinde
olduğu kadar Beyşehir’in kültür hazinesinin de korunmasını ve araştırılmasını
kendisine şiar edinen başkan, eserin neşredilmesi için bütün imkânlarını
kullanarak gerekli desteği sağlayacaklarını canı gönülden vaat etmesi üzerine
mensubu bulunduğum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Ofset
tesislerinde bu eseri bastırabileceğimizi ifade ettim. Muhtevasından anlaşılacağı
üzere eserde Arapça, Farsça ve Osmanlıca belgelerin çokça yer alması sebebiyle
basılması özel bir ihtisas gerektirmekteydi. Bu bakımdan memleketim Beyşehir
için bu vazifeyi bir hizmet borcu addederek üzerime aldım.”
Abideleri ve Kitabeleri ile Beyşehir Tarihi kitabı ek bölümündeki resimlerle
beraber 445 sayfadan ibarettir ve bu ilk baskısından başka basılmamıştır.
Konyalı’nın ‘Abideleri ve Kitabeleri ile Şereflikoçhisar Tarihi’ isimli eserinin
sonlarında bu kitap ile ilgili şöyle bir tanıtım yazısı yayımlanmıştır:
“Beyşehir’in çok engin bir tarihi vardır. Müellif bu kitabında Eşrefoğulları’nın
başkenti Beyşehir’i ve tarihin en meşhur şehri Gurğurum’u ve ilk defa yerini
bulma ve geniş muhite tanıtma zevkini tattığı Büyük Selçuk Hükümdarı I.
Alâeddin Keykubad’ın sarayını, dünyanın en güzel gölü olan Beyşehir Gölü’nü,
Kız Kulesi’ni, dünyada nesilleri kalmayan deniz kuşlarını, resimleriyle ve arşiv
vesikaları ile tanıtacaktır. Kitabı Beyşehir Belediyesi ve Turizm Derneği
39
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bastırıyor76.” Oysa yukarıda da belirtildiği üzere kitap, Konyalı hayatta iken
basılmamıştır.
2.1.31. Abideleri ve Kitabeleri ile Manavgat Tarihi
İbrahim Hakkı Konyalı tarafından 1972 yılında yazımı tamamlanan bu kitap,
daktilo halinde kalmış ve yazar, hayattayken basma imkânı bulamamıştır. Kendi
kütüphanesinde Cumhuriyet dönemi eserleri 1516 numarada kayıtlı olan bu eser
A4 ebadında 158 sayfadan ibarettir. Kitap 2010 tarihinde Ali Yıldız tarafından
yeniden gözden geçirilmiş ve kendi ilaveleriyle 436 sayfa halinde Manavgat
Ticaret ve Sanayi Odası tarafından yayımlamıştır. Kitabın kapağında “Yazanlar: İ.
Hakkı Konyalı 1972 ve Ali Yıldız 2010” yazılıdır. Yıldız kitabın takdim yazısında
şunları yazmaktadır:
“…İ. Hakkı Konyalı’nın 1972 yılında yazdığı Abideleri ve Kitabeleri ile
Manavgat Tarihi isimli eseri vesilesiyle kentteki bu gelişmeleri de insanlık
alemine tanıtmak imkanını bulduk. Elinizdeki bu eserin müellifi 1972 yılında 40
civarındaki köyde ve beldede çok değerli incelemeler yaparak gerek merkezi
yönetim gerekse yerel yönetimde yapılabilecek işler ve atılacak adımları ortaya
koyarken genelde yol, su, okul, sorunları ön planda idi. Geleneksel üretim tarzı
devam ettiği için iş konusundaki talepler sınırlı idi. Bu gün ise aktif ve genç nüfus
1972’deki sorunların çok ötesinde talepleri ortaya koymaktadır 77.”
2.2. Basılmamış Kitapları
Konyalı’nın hayatta iken yayımlama imkânı bulamadığı ancak basılması için
hazır sayılabilen toplam 23 adet kitabı bulunmaktadır. Bu kitapların tamamı
Üsküdar’daki İHKK’de muhafaza edilmektedir. Birbirinden farklı alanlarda
yazılan bu kitapların çoğu araştırma ağırlıklı kitaplardır. Pek çoğu da çeviri
eserleridir. Konyalı çevirileri Arapçadan yapmıştır.
2.2.1. Mimar Sinan’ın Vakfiyesi
Yeni Nesil gazetesinde 1981 yılında yayımlanan bir yazı dizisinden
oluşmaktadır. 71 köşe yazısından oluşan yazıların tamamı Mimar Sinan
hakkındadır. Bir kitap olarak yazılan bu köşe yazıları kitap basılmayınca
gazetede yayımlanmıştır. Bu çalışmada Mimar Sinan ile ilgili pek çok konu,
çalışma ve değerlendirmeler bulunmaktadır. 18 x 22 cm ebadında karton kapağın
içine alınan yazılar daha sonra kitap olarak basılmamıştır. İbrahim Hakkı Konyalı
76
77
Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Şereflikoçhisar Tarihi, s. 689.
İbrahim Hakkı Konyalı, Ali Yıldız, Abideleri ve Kitabeleri ile Manavgat Tarihi, Manavgat Ticaret ve
Sanayi Odası, Antalya 2010, s.3.
40
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Kütüphanesi’nin
bulunmaktadır.
Cumhuriyet
Devri
Eserleri
1498
numarada
kayıtlı
2.2.2. Türk Çadırları
“Türk Çadırları” isminde İbrahim Hakkı Konyalı’nın müstakil bir kitabı
yoktur. Ancak Konyalı’nın çadır konusunda 1981 yılında Yeni Nesil gazetesinde
neşretmiş olduğu 24 ayrı köşe yazısını belirli bir tarih sıralamasına göre bir araya
getirdikten sonra 30 x 16 cm ebadında karton kapak içine aldığı ve belki de fırsat
bulduğunda yayımlamayı düşündüğü bir çalışmasından ibarettir. İ. Hakkı
Konyalı Kütüphanesi’nin Cumhuriyet Dönemi Eserler Bölümünde 1510
numarada kayıtlıdır.
2.2.3. Tarih Sohbetleri
İbrahim Hakkı Konyalı’nın “Türk Çadırları” çalışması gibi “Tarih Sohbetleri”
isminde de yayımlanmış bir kitabı yoktur. Tarih Sohbetleri Konyalı’nın uzun
yıllar Yeni Nesil gazetesinde yazı yazdığı köşesinin genel adıdır. Bu köşede
Konyalı, uzun süre boyunca tarih, Sanat Tarihi, arkeoloji, sosyoloji, edebiyat ve
daha birçok kültürel konuda yazılar yazmıştır.
Konyalı, bu çalışmasında 1981 yılında Yeni Nesil gazetesinde neşretmiş
olduğu 24 ayrı köşe yazısını belirli bir tarih sıralamasına göre bir araya getirmiş
ve daha sonra 30 x 16 cm ebadında karton kapak içine almış ve belki de fırsat
bulduğunda yayımlamayı düşünmüştür. Bu konulardan bazıları şunlardır:
“Mehter, Davul’un Tarihçesi, Futbolun Ortaya Çıkışı, Taç ve Taht, Piri Reis
Haritaları v.s.” İ. Hakkı Konyalı Kütüphanesi’nin Cumhuriyet Dönemi Eserler
Bölümünde 1511 numarada kayıtlıdır.
2.2.4. Kılıcın ve Başka Kabzalı Kesici Silahların Tarihi
İHKK’nin Cumhuriyet Dönemi Eserlerinin 1512 ve 1513 numaralarda “Kılıcın
ve Başka Kesicilerin Tarihi” isminde iki nüsha bulunmaktadır. Her iki nüsha da
aynıdır. Ancak 1513 numarada kayıtlı olan daha düzgün ve tashih görmüş
nüshadır. Anlaşıldığı kadarıyla 1512 numaradaki nüsha kitabın ilk nüshası yani
müsveddeden kurtulmuş ilk halidir. Biz de kitabın tanıtımını 1513 numaralı daha
düzgün olan nüsha üzerinden yapmaya çalışacağız.
Bu kitap Konyalı’nın yayımlanmamış nadir eserlerindendir. Kitap A4
abadında227sayfa ve 90 başlıktan oluşmaktadır. Kitap genel olarak kılıcın
tarihçesinden başlayıp, Türklerin tarih sahnesinde kılıcı ilk kullanımına ve kılıç
çeşitleri, süslemeleri ve boylarına kadar birçok tarihi bilgi ve belge içermektedir.
41
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
2.2.5. Türk Tophaneleri
Kütüphanenin Cumhuriyet Dönemi Eserlerinin 2560 numarasında
bulunmaktadır. Bu kitap Konyalı’nın yayımlanmamış nadir eserlerindendir.
Kitap A4 abadında iki kapak arasına alınmış daktilo yazısı halinde 67 sayfadan
oluşmaktadır.
2.2.6. Akçakoca
Yeni Nesil gazetesinde yayımlanan ve 35 bölümden oluşan bir yazı dizisidir.
Kitap, Akçakoca ile ilgili tarihi bilgilerden oluşmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı
“Akçakoca” isminde yazmış olduğu bu kitabı önsözü ve sonsözüyle birlikte
gazete köşelerinde yayımlamıştır. Daha sonra bu çalışmasını 22 x 18 cm ebadında
mukavva bir ciltle kitap formatına dönüştürmüştür.
Kitap, İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi’nin Cumhuriyet Dönemi Eserler
Bölümünde 44 numarada kayıtlıdır. Ancak bu çalışma bir kitap olarak
basılmamıştır.
İlk yazı 22 Haziran 1981 tarihinde yayımlanmıştır. Son yazının tarihi ise 26
Temmuz 1981’dir. Kitabın önsözünde Konyalı şunları kaydetmektedir: “Orhan
Gazi zamanında Üsküdar Doğancılar’dan Kuzguncuk’a çekilen mevhum bir
hattın ancak batı tarafı Bizanslıların elindeydi. Orhan Gazi, kayınbabası Bizans
İmparatorunu ziyarete geldiği zaman otağını Doğancılara kurmuştu. Donanması
da Kızkulesi önlerindeydi. Yalnız karısını babasına göndermiş, kendisi
yanındakilerle beraber Doğancılarda kalmıştı. Bunların arasında Akçakoca da
vardı. Orhan Gazi zamanında Anadolu’nun yalnız Batı kıyısında Bizans
hâkimiyeti kalmıştı. İzmit’ten Üsküdar’a kadar Bizans şehir, kasaba ve köyleri
Türk akıncılarının eline geçiyordu. Bunların arasında adı şimdi bir ilimiz de
yaşayan (Kocaeli) Akçakoca da vardı. Akçakoca büyük bir Türk kahramanıydı.
Bu yazılarımızda bütün Yönleriyle Akçakoca’yı inceleyeceğim.”
Yazı dizisi boyunca Akçakoca’nın hayatı, kişiliği, komutanlığı, başarıları ve
fethettiği yerler hakkında geniş bilgilere yer verilmektedir. Osmanlı Devleti’nin
kuruluş dönemindeki bu önemli komutanın devlete olan katkıları
anlatılmaktadır.
2.2.7. Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Anlatıyor
Bu çalışma iki kapak arasına alınmış gazete yazılarından oluşmaktadır.
Kütüphanede 810 numaralı kitabın girişinde kendi el yazısıyla “İbrahim Hakkı
42
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konyalı Hal Tercemesi” ibaresi yer almaktadır. Arka sayfada daktilo yazısıyla şu
not yer almaktadır:
“İbrahim Hakkı Konyalı’nın hal tercemesi, Konya Selçuk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi İbrahim Hakkı Konyalı’ya 8 Haziran 1981 tarihinde fahri
doktorluk unvanını verirken kendisinin konuşması” bu notun altında bu
kitapçığın içinde yer alan yazıların 1981 yılının Ağustos ayının muhtelif
günlerinde Yeni Nesil gazetesinde yayımlandığına dair bir not daha yer
almaktadır. Gazetede köşenin ismi “Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı
Anlatıyor” şeklindedir. Toplam 14 köşe yazısından ibarettir. Eser daha çok
Konyalı’nın hayatına dair bilgilerden oluşmaktadır.
2.2.8. İstanbul Kütüphanelerindeki Tarihi Kitaplar Katalogu
A3 ebadında, daktilo ile yazılmış ve 90 sayfadan oluşan bu çalışma İstanbul
Kütüphanelerinde bulunan ‘tarih’ konulu tüm kitapların katalogu halinde
hazırlanmıştır. Kütüphanenin Cumhuriyet Dönemi Eserleri arasında 1229
numarada kayıtlıdır. 3158 adet kitabın yeri, yazarı, dili, kütüphanesi,
kütüphanedeki numarası, sayfa sayısı, yazma veya basma olup olmadığı, basım
tarihi ve kitap ile ilgili düşünceler yer almaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı bu
çalışmanın girişinde 1 Ocak 1959 tarihinde Askeri Müze Mütehassısı ve Muharrir
imzasıyla şöyle bir not düşmüştür:
“Bir harp tarihi yazmak maksadıyla İstanbul Kütüphane, Müze ve
Arşivlerinde bulunan yazma ve basma tarih kitaplarını toplamıştım. Bunlar
alfabetik sıraya da konmuştu. Daktilo edilirken bazı hatalar işlenmiştir. Bunlar
tashih edilirse bu sahada çalışanlara faideli bir kılavuz olabilir. Bunlar tashih
edildikten sonra tab’ da edilebilir. Bunu gelecek meslektaşlarımdan niyaz
ediyorum. Bu kılavuzu Askeri Müze Kütüphanesine hediye ediyorum.”
2.2.9. Hicri Seneleri Miladiye Tahvil Cetveli
16 sayfadan oluşan ve el yazma olan bu eserin ilk sayfasında müellifin adı
olarak Ahmet Ziya ve Müstensih de İ. Hakkı Konyalı olarak geçmektedir. Baskısı
yapılmamış olan kitap Hicri seneleri Miladiye çevirme yöntemlerini eski yazıyla
izah etmekte ve örneklerle bu konuyu açıklamaktadır.
2.2.10 . Sırasıyla İslami Paraların Basıldığı Yerler (Meskukat-ı İbrahim)
3 defter halinde Osmanlıca el yazısıyla hazırlanan bu eser basılmamış ve
Latinize edilmemiştir. İHKK’inde 667, 668 ve 669 numarada kayıtlıdırlar.
43
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
2.2.11. Üsküdar Okulları
Kitap, Üsküdar Okulları hakkında Konyalı’nın bir çalışmasıdır. 1971 ve 1972
yıllarında hazırlanan bu çalışma Üsküdar Mektepleri Tarihi olarak da
isimlendirilmiştir. Konyalı bu çalışmayı daktilo yazısıyla hazırlamış ve kitap
olarak basmamıştır. Giriş bölümünde Üsküdar İlkokulları başlığı altında
incelediği okulların isim listesini yazmıştır. Konyalı bu çalışmasında toplam 46
okul incelemiştir. Konyalı Üsküdar Kaymakamlığı aracılığıyla okul müdürlerine
okul bilgilerini isteyen yazıların gönderilmesini sağlamıştır. Gelen cevapları
derleyip toparlayan Konyalı bu bilgiler ışığında okulların profilini çıkarmıştır.
Okulların resimleri, tarihçeleri, çalışanları ve mevcut durumları hakkında
bilgilere yer vermiştir. Ayrıca okullarda okuyan öğrenci sayısını, kız-erkek
dağılımına uygun olarak tablolaştırılmıştır. Bu çalışmada ayrıca okulların planları
da bulunmaktadır.
2.2.12. Karaman Vilayeti İç İl Livasının Ermenek, Taşkarı, Gürnar, Mut
Vakıfları
25 x 32 cm ebadında 1982 yılında hazırlanan daktilo yazısıyla A4 sayfasıyla
65 sayfadan oluşan ve hiç yayımlanmamış bir eseridir. 5355 numaralı arşiv
belgesidir.
2.2.13. Özbekiyye Kızı
Yazarı Abdurrrahman olan bu romanı Konyalı Türkçeye çevirmiş ancak Latin
alfabesine çevirmediği gibi yayımlama imkânı da bulmamıştır. El yazmaları
bölümünde 530 numarada el yazması olarak kayıtlı bulunmaktadır. 47 sayfadan
oluşmaktadır.
2.2.14. Kitab-ül İşarat Fi Ma’arifet-iz Ziyarat Hakkında Tetkikler
İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesinin yazmalar bölümünde 663 numarada
kayıtlıdır. Konyalı tetkiklerini Osmanlıca Türkçesiyle yazmış ve bunları daha
sonra basma imkânı bulamamıştır. Konyalı bir köşe yazısında bu kitap için
şunları anlatmaktadır:
“Anadolu Selçuklularının ilk kuruluş zamanları Hicri 560/1165 yıllarında o
gün için bilinen dünyanın meşhur ziyaret yerlerini gezen bir Müslüman alim
gezgin Roma’dan sonra İstanbul’a gelmiştir. Bu kitapta çok kısa fakat özlü olarak
tarihin karanlıklarına ışık tutacak bilgiler bulunmaktadır. Fatih’i, Ayasofya’sı
hakkında da geniş bilgi bulunmaktadır. İstanbul’daki daha birçok tarihi eseri
tanıtan bu eser, dünya kütüphanelerinde az bulunan bir kitaptır ki, Türkiye’de iki
kütüphanede (Bursa’daki Orhan Gazi ve Afyon’daki Gedik Ahmet Paşa
44
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Kitaplıklarında) bir de benim özel kütüphanemde birer yazma nüshaları vardı.
Ben bütün yazma nüshaları tek tek karşılaştırarak mükemmel bir nüsha
hazırladım ve dilimize çevirdim78.”
Konyalı başka bir köşe yazı-dizisinde bahsi geçen kitap ile ilgili şunları
kaydetmektedir: “Ashab-ı Kefh’ten bahseden en eski kaynak Herevi’nin Kitab-ül
İşarat Fi Ma’arifet-iz Ziyarat adlı Arapça kitabıdır. Ebubekir oğlu Ali adını
taşıyan bu kıymetli Konya Selçuklularının ilk kuruluş yıllarında II. Kılıçarslan
zamanında o günkü dünyanın önemli ziyaret yerlerini gezmiş, sonra bu kitabı
hazırlamıştır. Herevi, seyahatini yaparken Bizans tahtında Emanoel Komnen
(1143-1180) ve Konya Selçuklular tahtında II. Kılıçaslan (1156-1192) oturuyordu.
Herevi’nin kitabını yazdığı tarih kesin olarak bilinmiyor amma öldüğü yıl
biliniyor. 1214 yılında Halep’te ölmüş ve şehrin dışında sağlığında yaptırdığı
türbesine gömülmüştür. Herevi; devrinde bilinen dünyanın şöhretli şehirlerinde
ziyaret yerlerini gezmiş ve bu ziyaret yerlerini incelemiştir. Roma’ya gitmiş, sonra
İstanbul’a gelmiş, o vakit Ebu Eyyüb el- Ensari Hazretlerinin türbesi var idi. Onu
ziyaret etmiş ve sonra Anadolu’ya geçmiş. İznik’i görmüş, O İznik’e geldiği
zaman burada İznik Ruhani meclisi toplanmış bulunuyordu. Aldığı kararı
yazmış, sonra Selçuk Bizans sınırı üzerinde bulunan Rumların sıcak su anlamına
gelen “Sirma” ve aynı manaya gelen ‘avgerm’, Sultanönü adlarını taşıyan
Eskişehir’e uğramış, sonra bir tepe üzerinde bulunan Ebu Muhammet Battal Gazi
Türbesini, Amuriye’deki Halife El- Mutesim’in şehit arkadaşlarının kabirlerini
ziyaret etmiş, sonra da Anadolu’nun belli başlı merkezlerini ve yerlerini
görmüştür. Gezdiği yerler arasında Konya, Ankara, Ashab-ı Kefh’in mağaralarını
bulunduğu Elbistan’a, yanındaki Obruk, Elbistan, Malatya, El-Cezire (Cizre),
Erzen-i rum (Erzurum), Ruha (Urfa), Meyafarikin, Amid (Diyarbakır) ve
Nusaybin vardır79…”
2.2.15. Münşeat-ı İbrahim Hakkı Konyalı
Muhyeddin-i Arabî’nin Şeceretu’l Kevn adlı eserinin Türkçe’ye çevirisidir.
178 sayfadan oluşan kitap Osmanlıca ve el yazması olarak hazırlanmış ancak
Latin alfabesine çevrilmediği gibi yayıma da girmemiştir. Kitabın sonunda
Konyalı, “Fatihin En Büyük Emaneti: Ayasofya”, Yeni İstanbul, 21-22-23 Aralık 1966, s. 5; Konyalı,
“Sebillerimiz”, Yeni Asya, 16-17 Ekim, 1977, s. 4. Konyalı, “Tarih Denizi Aksaray İlim Güneşi
Görmemiş Vesikalar”, Yeni Asya, 29-30-31 Temmuz- 1971, s. 4.
79 Konyalı, “Tarih Denizi Aksaray İlim Güneşi Görmemiş Vesikalar”, Yeni Asya, 29-30-31 Temmuz-1-23 Ağustos 1971, s. 4.
78
45
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konyalı’ya ait bazı özel notlar yer aldığı için Münşeat-ı İbrahim Hakkı Konyalı
ismini almıştır80.
2.2.16. Naima Tarihi
Kitabın orijinal adı, ‘Ravzat-ül Hüseyn Fi Hülasat-i Ahbar-il Hafikayn’dir.
Tek cilt halinde yayımlanan kitabın giriş sayfasında ‘Babıalide Sabah gazetesinin
ilavesidir. Kesip saklayınız’ ibaresi yer almaktadır. Kitabın önsöz, sonsöz,
içindekiler, takdim yazısı ve kaynakça bölümü bulunmamaktadır. Aslında
Naima’ya ait olan ve Konyalı’nın sadeleştirdiği eser toplam 212 sayfadan
oluşmakta ve kütüphanenin 3041 numarasında muhafaza edilmektedir.
2.2.17. Fûzûlî’nin Hadikadüssueda Adlı Eseri’nin Çevirisi
1960 yılında seri halinde Hergün gazetesinde 128 bölüm halinde çeviri
şeklinde yayımlanan fakat kitap şeklinden basılmayan bir eserdir. İHKK arşiv
bölümünde 1589 numaralı belgenin içindedir.
2.2.18. Kitâbü Keşfü'l-Hümûm ve'l-Kürab fî Şerhi Âleti't-Tarab Hakkında
Tetkikler
70 sayfadan oluşan kitap Konyalı’nın çevirisidir. Bu çeviri el yazısıyla
yazılmıştır. XIV. yüzyılda Mısır Türk Sultanlığı’nda te'lif edilmiş anonim bir
mûsikî eseridir. El yazması olan bu eserin temel konusu çalgılardır. Kitap
basılmamış ve daktiloya da geçirilmemiştir. Ancak karton bir kapak haline
getirilerek muhafaza edilmiştir.
2.2.19. Kitab-ül Elfaz-il Farisiyyet-il Muarraba Tercümesi
1908 yılında Ürdün’de Arapça olarak basılmıştır. Yazarı El-Seyyad Adi
Sihar’dır. Sözcük ve ıstılah anlamları hakkındadır. Arapçadan Farsça ’ya geçen
sözcükleri irdelemektedir. 70 sayfadan oluşan eserin çevirisi 80 sayfadan
oluşmaktadır. İHKK El Yazma Eserler Bölümü 661 numarada kayıtlıdır.
2.2.20. Kızıl Sultan Dedikleri
İHKK’nin arşiv bölümünde 1238 ve 1336 numaralı belgenin içinde bulunan
Büyük Doğu gazetesinde 16 Mayıs- 19 Eylül 1952 tarihinde yayımlanan 122
makaleden ibarettir81. 1238 numaralı belgede “Abdülhamit Hakkında Tarihi
Makaleler” başlığı bulunmaktadır. Makaleler Necip Fazıl Kısakürek’in
idaresindeki Büyük Doğu gazetesinde yayımlanmıştır. Konyalı’nın böyle bir
Münşeat: Kaleme alınan şeyler, nesir yazılar, mektuplar. Bkz. Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitapevi, Ankara 1988, s.872.
81 Suat Ak, Necip Fazıl Bibliyografyası, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2013, s. 386.
80
46
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kitabı bulunmamaktadır. Daha sonra araştırmacı yazar Tahsin Yıldırım
tarafından bu makaleler derlenerek “Kızıl Sultan Dedikleri” isimli bir kitap haline
getirdi. Kitap, Selis Yayınlarına 2007 yılında basılmak üzere gönderilmesine dizgi
ve tasarımının yapılmasına rağmen basılmadı. Mustafa Özdamar ile yaptığımız
görüşmede kitap ile ilgili şu bilgileri Konyalı’dan aldığını dile getirmiştir:
“Merhum Necip Fazıl Kısakürek, bana şu bizim Abdülhamit ile ilgili bir çalışma yap. Ben
de bunu bir vazife olarak anlayıp çalışmaya koyuldum. Bulduklarımı da ara ara
neşrediyordum. Ancak sonra baktım ki bu konu uçsuz bucaksız bir konudur. Bunun
altından çıkamayacağımı anlayınca vazgeçtim82.”
2.2.21. Ankara Abideleri
Konyalı’nın kayıp üç eserinden biridir. Konyalı bu kitabın kaybolma
serüvenini şöyle anlatmaktadır. Antikiteler ve Eski Eserler Müdürü Hamid
Zübeyr Koşay’ın Yardımcısı Nureddin Can benim basılmak üzere olan (Ankara
Abideleri) adlı kitabımı istemişti. Daktilo edilmiş, tek nüsha olan bu büyük
yazma eserim Ankara’nın Tarihi Abidelerini, eski eserlerini içine alıyordu.
Gönderdim. Kendisine birçok mektuplar yazdım, cevap vermedi. Kitabımı iade
etmedi. Ben Rahmet-i Rahmana kavuştuktan sonra neşredilirse benim olduğu
bilinsin diye bu satırlara yazdım83.
2.2.22. Mimar Sinan’ın İstanbul’da Yaptığı Eserler
Konyalı’nın kayıp üç eserinden biri hatta en kapsamlı ve en önemli olanıdır.
Konyalı bu önemli kitabı için şu detayları aktarmaktadır: “Bu kitabımı kırk sene
evvel büyük masraf ve emekle hazırlamıştım. Bütün eserleri muhtelif poz ve
fotoğraflarını çektirmiştim. İkinci Cihan Harbi sırasında Ankara’ya götürdüm.
Maarif Vekâleti basacaktı. Rahmetli Yahya Kemal mebustu. Kitabı ve albümleri
B. M. M. ne götürdü. Mebuslara takdim etti. Alkışlar, tebrikler ve teşvikler
toplamıştı. Bayram dolayısıyla İstanbul’a gelecektim. Falih Rıfkı’nın Ulus
Matbaasındaki dairesine koymuştum. On gün sonra dönünce, kitabım,
albümlerim yok oldu. Yahya Kemal bu davranışa çok kızmış ve üzülmüştü. Falih
Rıfkı’dan “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Mimar Sinan’ın İstanbul’da yaptığı eserler
hakkındaki kitabı ile albümleri yazıhanemden çalınmıştır, aranıyor” şeklinde
eliyle yazdığı bir kâğıt aldım saklıyorum. Kitap ve albümleri hala yoktur, kitabı
ve albümleri yeniden hazırladım. 1980 yılı araba ile dört ay Sinan’ın bütün
82
83
Mustafa Özdamar ile 11.02.2014 tarihinde yapılan görüşmeden.
Konyalı, “Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Anlatıyor”, Yeni Nesil, 17 Ağustos 1981, s. 4.; İHKA,
“İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi”, Belge No: 3049, s. 13.
47
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
eserlerini, muhtelif poz resimlerini yeniden çektirdim. Dokuz yüz fotoğrafla
kitabım basılmaya yeniden hazırlanmıştır84”.
“Başbakan Süleyman Demirel, Kültür Bakanı Tevfik Koraltan, Müsteşar Dr.
Prof. Emin Bilgiç evime geldiler. Tek nüsha olan kitabımı postaya
veremeyeceğimi söyledim. Bakan ve müsteşarı resmi arabalarına alıp götürdüler.
Basılacaktı. İnkılâp oldu, kitabımın akıbetini öğrenememenin ıstırabı
içindeyim85”.
Aynı eserinin kaybolması ile ilgili başka bir yerde şunları aktarmaktadır:
“… Ben kırk senemi harcayarak onun yaptığı bütün eserleri buldum,
inceledim. Bu eserlerinin kitabelerini aldım ve arşiv vesikalarını tespit ettim.
Kendisinin hayır eserlerini de ayrıca yazdım. Ortaya 800 sahifelik bir kitap çıktı.
Yaptığı eserlerin muhtelif poz resimlerini çıkardım. 1948 yılında kitabımı ve iki
cilt halindeki albümleri Ankara’ya götürdüm. Milli Eğitim Bakanlığı basacaktı.
Büyük şairimiz Yahya Kemal Bey mebustu. Kitabımın albümlerini Büyük Millet
Meclisine götürdü. Mebuslara takdim etti. Takdirler tebrikler teşvikler topladım.
Bayram münasebetiyle İstanbul’a gelecektim. Bunları Falih Rıfkı Atay Bey’in Ulus
Matbaasındaki odasına koymuştum. On gün sonra döndüğümde kitabımın ve
albümlerimin yok olduğunu gördüm. Çalınmıştı. Bulunmadı. Hala da
bulunamadı. Bin müşkülatla kitabı yeniden hazırladım. 1980 yılında iki ayımı
vererek otomobille Sinan’ın yaptığı eserlerin tekrar fotoğraflarını çektirdim. Bu
kitabımla zamanın başbakanı Süleyman Demirel ilgilendi. Kültür Bakanı Tevkif
Koraltan, müsteşarı Prof. Emin Bilgiç ve bakanlığın tanıtma ve yayın müdürü
Melih Haser evimde beni ziyaret ettiler. Basılmak üzere kitabımı istediler. Beni
ikinci ve üçüncü defa da ziyaret ettiler. Birincisi çalındığı için bunu postaya
veremeyeceğimi söyledim. Bakanlığın resmi arabasına alarak götürdüler.
Basılacaktı. 12 Eylül oldu. İlgili daireye müracaat ettim. Kitabımın akıbetini
sordum. Elimde başka nüshası da yoktur.
89 yaşındayım. Rahmet-i Rahman ufkundayım. Kandilin yağı bitmek
üzeredir. Kitabımda İslami harflerle yazılmış kitabeler, Arapça ve Farsça metinler
vardır. Kitabım basılırken tashihini kendim yapmak, yarım asırlık bir didinmenin
boşa gitmemesini, yağmalanmamasını isterim. Sinan’ın vakfiyesini, kendi hayır
eserlerini durumlarını aile şeceresini arşiv vesikalarını bu kitabımda geniş muhite
84
85
Konyalı, “Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Anlatıyor”, Yeni Nesil, 17 Ocak 1981, s. 4.; İHKA,
İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi, Belge No: 3049, s. 13.
Konyalı, “ Mimar Sinan’ın Bir Çok Eseri Yerlere Serilmek Üzeredir”, Yeni Asya, 13 Nisan 1971, s.4;
Konyalı, “Mimar Sinan Vakfiyesi” Yeni Nesil, 13 Nisan 1981, s. 6.
48
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
sunuyorum. 1948 yılında o zaman gelirini Şişli Camii’nin tamirine sarf edilmek
üzere Mimar Koca Sinan adıyla yazdığım kitabımın önsözünü de buraya
koyuyorum. Çünkü durumda hiçbir değişiklik yoktur86.”
2.2.23. Topun Tarihi
Konyalı’nın kayıp üç eserinden biridir. Konyalı bu eserin kaybolma serüveni
ile ilgili şunları anlatmaktadır: “Askeri Müze Müdürlüğü, Eski Eserler Uzmanı
idim. Yurdumuzdaki ve dünya müzelerindeki Türk toplarını inceleyerek
hazırladığım, büyük fotoğraf albümü yaptığım bu eserimle beni sık sık davet ve
misafir eden eski Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel çok ilgilenmişti. Fotoğrafların
arkalarına eliyle yazılmış notlar vardı. Bu kitap basılırsa ilim âlemi yerinden
oynayacak. Bana mühim bir para da ödedi. Fakat şimdi kitap ve albümler yok,
bulunmuyor, yok oldular87”.
Kitap hakkında daha detaylı bir bilgi de
bulunmamaktadır.
İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesinin Arşiv bölümünde 5406 numaralı
belgedir. Top’un resimlerinden oluşan bir defter bulunmaktadır. Ancak Konyalı
resimlerin altına tanıtıcı bilgiler yazmamıştır. Belge 1516 numaralı arşiv belgesiyle
beraber incelenmesi istenmiştir. 1516 numaralı arşiv belgesinde top ve eski
silahlar albümü hakkında 2 adet vesika bulunmaktadır.
2.3. Sadece İsimleri Olan (Baskısı veya Müsveddesi Olmayan) Kitaplar
Konyalı’nın gezip gördüğü yerlerde topladığı bilgi ve belgeler ışığında
yazmayı düşündüğü pek çok kitap bulunmaktadır. Ancak bunları bir araya
getirip yazmaya ömrü vefa etmemiştir. Buna rağmen Konyalı, başta Tarih
Hazinesi isimli dergide olmak üzere, basılı pek çok eserinde yayımlamayı
düşündüğü bu eserlerin tanıtımlarını ve reklamlarını yapmıştır. Yaptığımız
araştırmalar neticesinde bu eserlerin basılmadığı kesindir. Bunun yanı sıra bu
eserler daktilo haline de getirilmediği için bazı eserleri gibi gazete köşelerinde ve
dergi makalelerinde de yayımlanmamıştır.
Hayatının neredeyse tamamını kitap yazmaya adayan Konyalı’nın çok geniş
bir arşive sahip olması ve bu arşivdeki bilgi ve belgelerden hareketle daha pek
çok kitap yazmayı düşünmesi şüphesiz ki çok normaldir. Ancak her zaman
insanın içinden geçen bu tür iddialı ve iyi niyetli çalışmalar gerçek hayattaki
86
Konyalı, “Mimar Sinan’ın Vakfiyesi”, Yeni Nesil, 13 Nisan 1980, s. 4.
87
Konyalı, “Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Anlatıyor”, Yeni Nesil, 17 Ağustos 1981, s. 4.; İHKA,
İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi, Belge No: 3049, s. 13.
49
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
realitelerle örtüşmemekte, imkân ve fırsatlar bunları gerçekleştirmeye
yetmemektedir. Konyalı’nın şüphesiz dile getirmeyip yazmayı ve yayımlamayı
düşündüğü daha pek çok eser bulunmaktadır.
Birçok eserin arka sayfalarında reklamını yaptığı ve yakında çıkacağını haber
verdiği ancak hiç yayımlanmayan kitaplar vardır. Konyalı’nın kitaplarını
Basılmış Kitapları, Basılmamış Kitapları, Çeviri Kitapları ve Kayıp Kitapları
şeklinde kategorize ederken bu kitapları herhangi bir kategoriye dâhil etmedik.
Çünkü bu kitapların cismi olmadığı gibi ortada bunların varlığını gösteren delil
ve ipucu da bulunmamaktadır. El yazma karalamaları dahi olmadığından sadece
kendi ifadeleri doğrultusunda bu eserleri tanıtmakla yetindik.
2.3.1. Abideleri ve Kitabeleri ile Gaziantep Tarihi
Müellif Kilis tarihini yazarken yurdun tarih bakımından çok zengin olan bu
köşesini de esaslı bir şekilde incelemiştir. Bu kitapta Gaziantep’in bütün ilçeleri,
bucakları ve köyleri dile getirilecektir. Kitapta pek çok kıymetli ve eşsiz resimler
ve belgeler bulunacaktır88.
2.3.2. Kanuni Sultan Süleyman’ın Anası Hafsa Sultan’ın Vakfiyeleri
Kitapta şimdiye kadar hiçbir yerde yayımlanmayan eşsiz vakfiyeler yer
almaktadır89.
2.3.3. Çandarlı Hayrettin Paşa’nın Vakfiyeleri
Hayrettin Paşa’nın ve oğullarının, bu aile mensuplarını orijinal vakfiyeleri ile
İznik’teki ve başka yerlerdeki bütün abidelerini resimleriyle beraber içine alan bu
kitap yakında basılacaktır90.
2.3.4. Abideleri ve Kitabeleri ile Kırşehir Tarihi
Kırşehir’de müellifin yaptığı tüm çalışmalar bu kitapta dile getirilmiştir 91.
2.3.5. Abideleri ve Kitabeleri ile Bor Tarihi
Müellif Bor’da uzun incelemeler yapmıştır. Harun Reşid’in ve Me’mun’un
fethettiği tarihi Tuvana şehrinin yanına kurulan bu şehrin bütün tarihi bu kitapta
dile getirilmiştir92.
Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, Fatih Matbaası, İstanbul 1970 s. 955.
Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 955.
90 Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 955.
91 Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 955.
92 Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 956.
88
89
50
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
2.3.6. Abideleri ve Kitabeleri ile Bursa Tarihi
Müellifin 26 seneden beri hazırlamaya çalıştığı bu kitap, çok büyük ve ana bir
eserdir. Kitapta Bursa’nın bütün ilçelerinin, bucaklarının ve köylerinin abideleri,
vakfiyeleri, arşiv vesikaları, cami, mescit ve türbelerdeki kıymetli Kur’anlar,
seccadeler ve şamdanlar fotoğrafları ile beraber yer almıştır 93.
2.3.7. Yeni Çeri Ağaları
Askeri müzeyi yalnız başına kuran İbrahim Hakkı Konyalı 94, Yeniçeri
ağalarının yeni vesikalaradayanan geniş bir tarihini yazmıştır. Bu kitap
tarihçilerin birçok hatalarını düzeltmiştir95.
2.3.8. Ankara Çeşmeleri
Anakara Çeşmeleri ve Suları hakkında müstakil bir eser hazırladık. Yakında
basılacaktır96.
2.3.9. Kitâbü’l Cami’i Beyne’l- İlmi ve’l- Amel
8 asır evvel Diyarbekir’de Artukoğulları’nın Saraylarını makineleştiren,
makine adam yapan, bir düğmesine basılınca ağzından sıcak veya başka bir
düğmeye basınca soğuk su akıtan bir Tavus kuşu vardı. Cizreli Ebul İzz’in eşsiz
resimli ve planlı bu Arapça kitabı Diyarbakırlıların isteği üzerine dilimize
çevrilmiştir. Resimleri ve metinleri ile beraber basılacaktır 97.
2.3.10. Çadır’ın Tarihi
Tarih, çadırı Türklerin icadı ettiğini haber veriyor. Eski Türklerce çadır
mukaddes idi. Ona taparlardı. Bu kitapta binlerce yıl boyu Türk çadırlarının
tarihi dile getirilmiştir. Türklerin saray gibi büyük çadırları vardı. 20 şer metre
uzunluğunda 12,18 direğe dayanan eski çadırlar ve Askeri Müze’de çürütülen
şaheser çadırlar bu kitapta resimleriyle beraber gösterilmiştir98.
Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Kilis Tarihi, s. 739. Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si
Tarihi, s. 956.
94 Bu ifade müellife aittir. Ancak yaptığımız araştırma, Konyalı’nın Askeri Müze’yi tek başına
kurmadığı yönündedir. Konyalı bu müzede çalışmış ancak “Askeri Müzeyi tek başına kuran”
ifadesi mübalağa olarak değerlendirilmelidir.
95 Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 956.
96 Konyalı, Karacabey Mamuresi, s. 61; Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 956.
97 Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 95.
98 Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 95.
93
51
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
2.3.11. Askeri Müze’de Yağlı Boya Tablolar
Askeri Müze’nin yağlı boya tablolarını tasnif eden, bunların hakikileri ile
kopyalarını ayıran müellif buradaki şaheserlerin bir kitabını hazırlamıştır 99.
2.3.12. Askeri Müze’de Şaheserler
Askeri Müze’yi yeni baştan 15 senede kuran ve tasnif eden müellif, müzedeki
şaheser yadigârların bir kitabını yazmıştır. Renkli resimlerle süslenecek bu kitap
için çok büyük emek harcamıştır100.
2.3.13. Ok’un Tarihi
Türk, okun mucididir. Bu kitapta okun eski kaynaklara göre çok geniş bir
tarihi verilmiştir. Türklerin 50 senede hazırladıkları oklar bir camı mavzer
kurşunu gibi, kalın kütükleri bir sabun kalıbı gibi deliyordu. Müzelerimizdeki
eski oklar ok meydanındaki nişan taşları ve şimdiye kadar ilim âleminin
tanımadığı arşiv belgeleri bu kitapta yer almıştır101.
2.3.14. Yazı Sanatları Müzesi
Müellif tarafından şuraya buraya atılan ve çoğu çürümüş olan yazma
Kur’anlar, levhalar, hilyeler, icazetnameler… Senelerce çalışılarak hazırlanan bu
kitapta, ilim âleminin şimdiye kadar tanımadığı birçok vesikalar ve resimler
verilecektir. Bu müze İstanbul’da Vatan Caddesi’nde Kanuni’nin babası adına
yaptırdığı medresede açılmıştır102.
2.3.15. Top’un Tarihi
Türkler dünyanın en mükemmel ve en büyük toplarını dökmüşlerdir. Fatih
yeni toplar ve savaş aletleri icat etmiştir. İçinde binlerce tarihi top resmi ve
vesikaları bulunan bu kitap, bir topçu komutanı olan merhum Cumhurbaşkanı
Gürsel ve Genelkurmayın mütehassısları tarafından takdirle karşılanmıştır.
Yakında basılacaktır103.
2.3.16. Piri Reis
Konyalı bu kitabı neşredeceğini bir kitabında dile getirmekle beraber böyle
bir çalışmayı vücuda getirdiğine dair herhangi bir bulgu bulunmamaktadır 104.
Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 957.
Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 957.
101 Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 957.
102 Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 957.
103 Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, s. 957.
104 Konyalı, Topkapı Sarayı’nda Deri Üzerinde Yapılmış Haritalar, s. 5,4.
99
100
52
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
2.3.17. Surname-i Derviş
Surname-i Derviş adlı yazma eser de ilim ve tarih âlemine ve geniş bir
muhite ilk defa yine İbrahim Hakkı Konyalı tarafından tanıtılmıştır105. İçinde 427
adet minyatür bulunan 432 yapraklık bu yazma eser üzerinde senelerce meşgul
olduğunu ve bu eser hakkında müstakil bir kitap hazırladığını ve mümkün olursa
neşredeceğini yazmaktadır106. Ancak ne arşivinde ne de yaptığımız
araştırmalarda böyle bir çalışmanın ne baskısına ne de müsveddelerine
rastlanılmamıştır.
2.3.18. Cem Sultan ve El Yazısı Mektupları
Konyalı, “Sultan Cem ve El yazısı Mektupları” isminde bir kitap hazırladığını
ve basılmak üzere Maarif Vekâleti tarafından satın alındığını dile getirir107. Ancak
günümüzde bu isim altında Konyalı’nın basılmış veya el yazma nüshası
bulunmamaktadır.
2.3.19. Kara Mustafa Paşa Vakfiyesi
Konyalı, Fatih Sultan Mehmet’in vezirlerinden ve II. Beyazıt’ın damadı Kara
Mustafa Paşa (ö. 1483)’ya ait 882/1472 tarihli vakfiyesi hakkında bir kitap
hazırladığını söylemiştir108.
2.3.20. Aksaraylı Pir Mehmet Paşa Vakfiyeleri
Aksaraylı Pir Mehmet Paşa’nın Vakfiyeleri, Eserleri ve Hayatı hakkında bir
kitabının yakında çıkacağını dile getirmektedir109.
2.3.21. Eşsiz ve Orijinal Türk Vakfiyeleri
Müellifin yazmayı düşündüğünü söylediği ancak yazmadığı kitaplarından
birisi de Eşsiz ve Orijinal Türk Vakfiyeleridir110.
3.
DERGİLERİ
3.1. Hak Yolu
İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesinin yazmalar bölümünde 2363
numarada bulunmaktadır. İmtiyaz sahibi ve yayın yönetmenliğini Konyalı’nın
yaptığı bu dergi aynı zamanda Konyalı’nın çıkarmış olduğu ilk dergidir.
Konyalı, İstanbul Sarayları, s. 25.
Konyalı, İstanbul Sarayları, s. 25.
107 Konyalı, İstanbul Sarayları, s. 85.
108 Konyalı, Karacabey Mamuresi, s.111.
109 Konyalı, Karacabey Mamuresi, s.111.
110 Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Kilis Tarihi, s.740.
105
106
53
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Elimizdeki kaynaklardan yola çıkarak derginin 4 sayıdan ibaret olduğunu
bilmekteyiz. İlk sayının tanıtım yazısının üzerinde derginin fonksiyonu ve çıkış
şekli olarak şu ibareye yer verilmiştir: “Şimdilik on günde bir çıkar, içtimai, fenni,
Edeb-î İslam mecmuasıdır.” 1. sayısı 19 Temmuz 1919 yılında, 2. sayı 30 Temmuz
1919 yılında, 3. sayı 1 Ağustos 1919 ve 4. sayı 25 Ağustos tarihinde
yayımlanmıştır.
3.2. Örnek
1 Mart 1947’de yayımlanmaya başlanmış ve iki sayı çıkmıştır. Yayın
yönetmeni ve sahibi İbrahim Hakkı Konyalıdır111. Tarih, sanat fikir, kültür, iktisat
dergisi olarak sloganını geliştirmiş ve dergide Sanat Tarihi’ne dair herhangi bir
çalışmaya rastlanmamıştır112.
Konyalı bir kitabının takdim sayısında Örnek dergisi ile ilgili şu bilgileri
vermektedir: “ Birinci sayısını 1 Mart 1947’de çıkardığımız Örnek Mecmuası;
İzmit Kâğıt Fabrikası istediğimiz kâğıdı vaktinde vermediği için önlenilmesi
elimizde olmayan bir fetret devresi geçirmiştir. Mecmuamız bundan sonra her üç
ayda bir takdim ettiğimiz şekilde çıkacaktır113.” Aynı kitabın son sayfasının
altında da yine bu derginin tanıtımı yapılmıştır. Burada derginin üç aylık olduğu
ve sahibinin ve fiilen idare edenin İbrahim Hakkı Konyalı olduğu, basıldığı yerin
de Osmanbey Matbaası olduğu ifade edilmektedir114.
3.3. Tarih Dünyası
Konyalı, uzun yıllar Türk’ün tarihine ayna olacak bir mecmua çıkarmayı
düşündüğünü, nihayet “Tarih Dünyası” adlı bir mecmua kurduğunu, önüne
çıkan bir ortağın yaptıklarını idealine uygun bulmadığı için bu mecmuayı altıncı
sayıda bırakarak “Tarih Hazinesi” adlı yeni bir tarih dergisi çıkardığını
anlatmaktadır115.
Ancak derginin ilk sayısının yönetim kadrosunda İbrahim Hakkı Konyalı’nın
ismi yer almamaktadır. İlk sayıda derginin sahibi olarak sadece Niyazi Ahmet
Banoğlu’nun adı geçmektedir. İkinci sayıdan itibaren derginin sahipleri İbrahim
Hakkı Konyalı ve Niyazi Ahmet Banoğlu olarak geçmektedir.
Konyalı, “Asırlık Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı Konyalı Anlatıyor”, Yeni Nesil, 8 Ağustos 1981, s.
4.
112 İHKA, İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemesi, Belge No: 1529, s. 1.
113 Konyalı, Mimar Koca Sinan, Bürhaneddin Matbaası, İstanbul 1948, s. 3.
114 Konyalı, Mimar Koca Sinan, İstanbul 1948, s.161.
115 Konyalı, “Bu Mecmuayı Niçin Çıkarıyoruz”, Tarih Hazinesi, S.1, İstanbul 1951, s. 2.
111
54
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İlk sayısı 15 Nisan 1950 yılında çıkan derginin sahibi ve fiilen idare eden
Niyazi Ahmet Banoğlu’dur. Toplam 38 sayıdan oluşan dergi 116 periyodik olarak
15 günde bir çıkmıştır. İlk altı sayısında İbrahim Hakkı Konyalı’nın yazıları göze
çarparken sonraki sayılarda Konyalı’nın yazıları bulunmamaktadır. Zaten
kendisinin ifadesiyle bu dergiden ayrıldıktan sonra Tarih Hazinesi isimli dergiyi
çıkarmıştır. Dergide, Fatih özel sayısı ile beraber toplam yedi sayı boyunca
İbrahim Hakkı Konyalı’nın aktif olarak çalıştığı görülmektedir.
3.4. Tarih Hazinesi
İlk sayısı 15 Kasım 1950 yılında çıkan dergi “Tarih ve İlim Mecmuası”
sloganıyla yayımlanmıştır. Birinci sayının künye bölümünde “Her ayın 15 ve
30’uncu günlerinde çıkar.” ibaresi bulunmaktadır. Yine künyede sahibi ve yazı
işleri, fiilen idare eden kişi olarak (İbrahim Atis) İbrahim Hakkı Konyalı adı
geçmektedir. “Çıkaran: Ülkü Kitap Yurdu. İdare ve havale yeri: Ankara CaddesiNo. 72 İstanbul.” Dergi toplam 17 sayı çıkmış ve 24 X 18 m ölçülerinde, iki cilt
olarak kütüphanede muhafaza edilmektedir. İbrahim Hakkı Konyalı
Kütüphanesinin arşiv bölümünde 2058 ve 2059 numaralarında muhafaza
edilmektedir.
SONUÇ
Bugüne kadar İbrahim Hakkı Konyalı ile ilgili iki mütevazı çalışmanın
dışında yayımlanmış müstakil bir çalışma bulunmamaktadır. Bu iki çalışma da
onun bütün eserlerini inceleyen eserler olmaktan öte, bir tanıtım broşürü
olmaktan öteye geçememektedir. Bunlardan birincisi Mustafa Özdamar’a 117,
diğeri ise, Ethem Ruhî Balkan’a118 aittir. Ethem Ruhî Balkan’a ait olan ve 1941 gibi
çok erken bir tarihte yayımlanan bu küçük kitapçık, İbrahim Hakkı Konyalı’nın
akademik birikimini ortaya koymaktan çok uzaktır. Zira kitap yayımlandığında
Konyalı henüz 41 yaşındadır ve daha önünde uzun bir çalışma ve araştırma
dönemi bulunmaktadır. Bir de Konyalı, kitap yayımlamaya 40 yaşından sonra
başlayacaktır. Bu açıdan bu eser o dönem için iyi ancak Konyalı’yı tanıtması
yönüyle oldukça yetersizdir. Bu dönemde Konyalı’nın henüz birkaç kitabı ile
birkaç yüz köşe yazısı bulunmaktadır. Oysa onun daha yazılacak binlerce köşe
yazısı, yüzlerce dergi makalesi ve onlarca kitabı vardır.
116http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye'de_yay%C4%B1mlanm%C4%B1%C5%9F_tarih_dergile
ri, (24.06.2013)
Mustafa Özdamar, İbrahim Hakkı Konyalı ve Konyalı Kütüphanesi Yazmaları Katalogu, Kırkkandil
Yayınları, İstanbul 1997.
118 Ethem Ruhi Balkan, İbrahim Hakkı Konyalı ve Eserleri, Kültür Matbaası, İstanbul 1941.
117
55
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konyalı eserlerinde yüzlerce kitabe, şahide ve sikkeden bahsetmiştir. Ancak
bu çalışmada sadece Konyalı’nın gördüğü ve Arapça/Osmanlı Türkçesi olarak
dökümünü verdiği kitabe, şahide ve sikkeler belirtilmiştir.
Türkiye’de alanında uzman olan nadir kişilerden birisi olan yazar; yine
eserlerinde binleri bulan berat, ferman, ilam, hüccet, vakfiye ve defter gibi arşiv
vesikalarından faydalanmıştır.
Konyalı, eserlerinde yüzlerce tarihi eserden bahsetmiştir. Onların bir kısmını
yerinde görme şansı bulmuşken bir kısmı da mevcut olmayıp sadece arşiv
vesikalarına dayanarak zikretmiştir.
Çalışmamızda çok detaya inmeden özellikle Konyalı’nın hayatı ve eserleri
üzerindeki çelişkilerin giderilmesi ve sis perdesinin kalkması için net bilgiler
vermeye çalıştık. Onun tarihçi, sanat tarihçi, müzeci, arşivci, meskûkâtçı v.b.
kimlikleri üzerinde detaylı bir şekilde durmadık. Zaten bu konular ayrı ayrı
incelenmesi gereken konulardır. Tarihçiliği ve tarih alanında ortaya koydukları
ve sanat tarihi dünyasına kazandırdıkları incelenmeye değer başat
konulardandır.
Eserleri halen birinci kaynak olarak başvurulan eserler arasında
bulunmaktadır. Burada öne çıkan önemli bir husus da Konyalı’nın halen
basılmamış eserlerinin olmasıdır. Bu durum en hafif tabiriyle ona karşı bir
hürmetsizliktir. Acil olan yapılması gereken iş bu eserlerin bir an önce
basılmasıdır. Bir enstitü veya bir üniversite bu konuyu pekâlâ üstlenebilmelidir.
Bir diğer önemli husus, Konyalı hayattayken hiçbir eserinin ikinci baskısını
yapamamıştır. İkinci baskıyı yapmak onun en büyük hayallerindendi. Bunun için
kütüphanesinde bulunan kitapların tamamını tashih ederek sayfa kenarlarına
notlar almıştır. Büyük bir sabırla binlerce sayfayı tek tek okuyup düzeltmelerini
ve eklemelerini yapmıştır. Ancak bunları tashih ederek tekrar basılması nasip
olmamıştır. Yapılması gereken acil işlerden biri de bu eserlerin ikinci baskılarını –
kendi kütüphanesindeki nüshalardaki düzeltmelerini de dikkate alarakbasımlarını gerçekleştirmek olmalıdır.
Bir makalenin sınırlarını zorladığı için Konyalı’nın sadece çıkardığı dergiler
hakkında çok kısa bilgiler verdik. Oysa 27 gazetede binlerce köşe yazısı ile 21
dergide yüzlerce makalenin de yazarıdır. Gazete yazıları ve dergi makaleleri de
kitaplarında olduğu gibi yine kültür, sanat, tarih konularını işlemektedir. Onu bir
56
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bütün olarak anlamak için gazete ve dergi yayınları da mutlaka göz önünde
bulundurulmalı. Bu sayede Konyalı’nın yayın ve hayat kronolojisi çıkarılabilir.
57
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Bilgili, İ., “Konya Islah-ı Medaris-i İslamiye Medresesi Müfredatı”, Tefekkür Dergisi, S.
57, Konya 2013, 39-44.
Develioğlu, F., Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitapevi, Ankara 1988.
Eren, B., “İslam Mimarisinde Demokrasi Var”, Zaman Gazetesi Turkuaz Eki Söyleşileri,
İstanbul 04.09.2006.
İHK Kütüphanesi Arşivi, “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Hal Tercemeleri”, Belge No:
3049, 3634, 3885, 4726, 4820, 5360, 5397. İstanbul.
Konyalı, İ. H., ve Yıldız, A., Abideleri ve Kitabeleri ile Manavgat Tarihi, Manavgat Ticaret
ve Sanayi Odası, Antalya 2010.
Konyalı, İ. H., Abideleri ve Kitabeleri ile Şereflikoçhisar Tarihi, İstanbul 1971.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, C. I, İstanbul 1976.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Üsküdar Tarihi, C. II, İstanbul 1977.
-----------, Ankara Abidelerinden: Karacabey Mamuresi Vakfiyesi, Tarihi ve Diğer Eserleri,
Burhaneddin Matbaası, İstanbul 1943.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri İle Konya Tarihi, Burak Matbaası, Ankara 1997.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Karaman Tarihi, Ermenek ve Mut Abideleri, Baha
Matbaası, İstanbul 1967.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli’si Tarihi, Fatih Matbaası, İstanbul 1970.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Kilis Tarihi, Fatih Matbaası, İstanbul 1968.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi, C. I, Fatih Yayınevi Matbaası,
İstanbul 1974.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi, C. I, Fatih Yayınevi Matbaası,
İstanbul 1974.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi (ve Ortaköy Tarihi), C. III, Fatih
Yayınevi Matbaası, İstanbul 1975.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Beyşehir Tarihi, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Ofset Tesisleri, (Yayına Hazırlayan: Ahmet Savran) Erzurum 1991.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Erzurum Tarihi, Ercan Matbaası, İstanbul 1960.
-----------, İstanbul Abideleri, Yedigün Neşriyat, İstanbul 1943.
-----------, İstanbul Sarayları, Burhaneddin Matbaası, İstanbul 1942.
-----------, Fatih’in Mimarlarından AzadlıSînan (Sinân-ı Atik) Vakfiyeleri, Eserleri, Hayatı,
Mezarı, Halk Basımevi, İstanbul 1953.
-----------, Nasrettin Hocanın şehri Akşehir (Tarihi-Turistik Kılavuz), Nümune Matbaası,
İstanbul 1945.
-----------, Mimar Koca Sinan (Vakfiyesi, Hayır Eserleri, Hayatı), Burhaneddin Matbaası,
İstanbul 1948.
-----------, Mimar Sinan’ın Eserleri, (İstanbul’da Yaptığı Camiler), Ülkü Basımevi,
İstanbul 1950.
-----------,Topkapı Sarayı’nda Deri Üzerine Yapılmış Eski Haritalar, Ülkü Basımevi,
İstanbul 1936.
-----------, Tarihi Afrodit, Numune Matbaası, İstanbul 1940.
-----------, Alanya (Alaiyye), Ayaydın Basımevi, İstanbul 1946.
-----------, Ankara Camileri, Kültür Matbaacılık, İstanbul 1978.
58
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
-----------, Türk Askeri Müzesi (Bütün Tarihi İle), Ülkü Matbaası, İstanbul 1964.
-----------, Harun Reşit, Numune Matbaası, İstanbul 1941.
-----------, Söğüt ve Ertuğrul Gazi Türbesi ve İhtifali, Sinan Matbaası, İstanbul 1959.
-----------, Mimar Sinan Vakfiyesi, (Yayımlanmamış Kitap), İHKK Cumhuriyet Devri
Eserleri, nr. 1498.
-----------, Türk Çadırları, (Yayımlanmamış Kitap), İHKK Cumhuriyet Devri Eserleri, nr.
1510.
-----------, Tarih Sohbetleri, (Yayımlanmamış Kitap), İHKK Cumhuriyet Devri Eserleri,
nr. 1511.
-----------, Kılıcın ve Başka Kabzalı Kesici Silahların Tarihi, (Yayımlanmamış Kitap), İHKK
Cumhuriyet Devri Eserleri, nr. 1512.
-----------, Türk Tophaneleri, (Yayımlanmamış Kitap), İHKK Cumhuriyet Devri Eserleri,
nr. 2560.
-----------, Karaman Vilayeti İç İl Livasının Ermenek, Taşkarı, Gürnar, Mut Vakıfları,
(Yayımlanmamış Kitap), İHKK Arşiv Belgeleri, nr. 5355.
-----------, Abideleri ve Kitabeleri ile Manavgat Tarihi, (Yayımlanmamış Kitap), İHKK
Cumhuriyet Devri Eserleri, nr. 1516.
Özdamar, M., “Şehirlerin Tarihini Yazan Adam”, Türkiye Gazetesi, İstanbul 22
Ağustos 1991, 7.
-----------, İbrahim Hakkı Konyalı ve Konyalı Kütüphanesi Yazmaları Katalogu, Kırkkandil
Yayınları, İstanbul 1997.
Ruhi, B. E., İbrahim Hakkı Konyalı ve Eserleri, Kültür Matbaası, İstanbul 1941.
Şahiner, N., “İbrahim Hakkı Konyalı”, Yeni Asya Gazetesi, (27 Şubat 1976), 5.
Taküyüdd-din Ahmed el- Makrizi, Eski ve İslami Paralar, (Çev.: İbrahim Hakkı
Konyalı), Gavsi Ozansoy Basımevi, İstanbul 1946.
Uz, M. A., , Baha Veled'den Günümüze Konya Alimleri ve Velileri,C.1, Sema Yayınlarlı,
Konya 2004.
Uz, M. A., Konya Kültürüne Hizmet Edenler, Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınlar,
Konya 2003.
Yücel, E., “Müze”,TDV İslam Ansiklopedisi, İSAM, İstanbul 2006, 241-242.
-----------, “İbrahim Hakkı Konyalı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.5. İstanbul
1994.
-----------, “İbrahim Konyalı ile Bir Konuşma”, Ankara, Hayat Tarih Mecmuası, S. 1,
İstanbul 1976.
-----------, “Bir İbrahim Konyalı Vardı”, Ortadoğu Gazetesi, İstanbul 31 Ekim 1991, 7.
59
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Ekler
Resim 1. İbrahim Hakkı Konyalı (İHKK Arşivinden)
Resim 2. İ.H. Konyalı eşi ve Çocuklarıyla (İHKK Arşivinden)
60
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 3. İ. H. Konyalı’nın Konya’daki Islah-ı Medarise Üniversitesinden 1331/1913
Tarihinde Aldığı Tasdikname (İHKK Arşivinden)
61
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 4. İ. H. Konyalı’nın Konya Sanayi Mektebinde Muallimlik Yaptığına Dair
Vesika (1332/1914) (İHKK Arşivinden)
62
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 5. İ. Hakkı Konyalı’nın İzmir Şimendifer Mektebinden Aldığı 1333/1915 tarihli
Şahadetname (Diploma) (İHKK Arşivinden)
63
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 6. İ. İ. H. Konyalı’nın Basın Kartlarından (Yedigün Dergisi’nde Çalıştığına Dair
Basın Kartı). (İHKK Arşivinden)
Resim 7. İ. İ. H. Konyalı’nın Basın Kartlarından (Tan Gazetesi’nde Çalıştığına Dair
Basın Kartı). (İHKK Arşivinden)
64
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 8. İ. H. Konyalı Konyalı İzmir Şimendifer Mektebi’nde Öğrenci Arkadaşlarıyla
(İHKK Arşivinden)
Resim 9. İ. H. Konyalı İzmir Şimendifer Mektebi’nde Öğrenci Arkadaşlarıyla (İHKK
Arşivinden)
65
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 10. İ. H. Konyalı İzmir Şimendifer Mektebi’nde Öğrenci Arkadaşlarıyla
(İHKK Arşivinden)
Resim 11. İ. H. Konyalı annesi Hatice Hanım İle (İHKK Arşivinden)
66
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 12. İ. H. Konyalı ve Torunu (Didem ÖZHEKİM (ATİS)’in Arşivinden)
Resim 13. İ. H. Konyalı Ailesi İle (Didem ÖZHEKİM (ATİS)’in Arşivinden)
67
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 14. İ.H. Konyalı İkinci Eşi Şefika Konyalı İle Birlikte (İHKK Arşivinden)
Resim 15. İ.H. Konyalı Derviş Kıyafetiyle (İHKK Arşivinden)
68
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 16. İ. H.Konyalı’nın Selçuk Üniversitesi’nden Aldığı Fahri Doktora Diploması
(İHKK Arşivinden)
69
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 17. İ.H. Konyalı Erzurum’da Çifte Kardeş Mezar Taşını Tetkik Ederken (İHKK
Arşivinden)
Resim 18. İ.H. Konyalı Erzurum Hasankale Kale Burcunda (İHKK Arşivinden)
70
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 19. İ.H. Konyalı Erzurum’da Kars Kapısında Bir Mezar Taşını İnceliyor (İHKK
Arşivinden)
Resim 20. İ.H. Konyalı Erzurum’daki Tarihi Topları Tetkik Eden Heyetin Başında
(İHKK Arşivinden)
71
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 21. İ.H. Konyalı Erzurum Ahi Fahreddin Mezar Taşını Tedkik Ederken (İHKK
Arşivinden)
Resim 22. İ.H. Konyalı Erzurum Hasankale Camii Kitabesini Tetkik Ederken (İHKK
Arşivinden)
72
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 23. İ.H. Konyalı Darphanede Gümüş Paraların Sayımını Kontrol Ederken
(İHKK Arşivinden)
Resim 24. İ.H. Konyalı ve Eşi Şefika Hanım Devlet Bakanı Enver Akova İle (İHKK
Arşivinden)
73
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 25. İ.H. Konyalı Devlet Bakanı Enver Akova Konyalının Elini Öperken (İHKK
Arşivinden)
Resim 26. İ.H. Konyalı Devlet Bakanı Akova Kütüphanesinin Açılışını Yaparken
(İHKK Arşivinden)
74
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 27. İ.H. Konyalı Devlet Bakanı Enver Akova Konyalıya Şilt Verirken (İHKK
Arşivinden)
Resim 28. İ.H. Konyalı ve Vakıflar Başmüdürü Rıdvan Nizamoğlu Kütüphaneye
Girerlerken (İHKK Arşivinden)
75
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 29. İ.H. Konyalı Konyalı Törende Konuşma Yaparken (İHKK Arşivinden)
Resim 30. İ.H. Konyalı Konyalı Törende Misafirlere Eski Eserleri Tanıtırken (İHKK
Arşivinden)
76
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 31. İ.H. Konyalı, Konyalı Kütüphanenin Açılışına Gelen Halk ve Davetliler
(İHKK Arşivinden)
Resim 32. Dönemin Kültür Müsteşarı Prof. Dr. Emin Bilgiç Konyalı’yı Takdim
Ederken (İHKK Arşivinden)
77
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 33. İ.H. Konyalı Konya Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanlığı
Tarafından Fahri Doktora Unvanı Verilirken (İHKK Arşivinden)
Resim 34. İ.H. Konyalı Askeri Müze Önünde (İHKK Arşivinden)
78
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 35. İ.H. Konyalı Konya Ereğli’de Sidemara Lahdini Evinin Bahçesinde Buğday
Kuyusu Kazarken Bulan İbrahim Gündoğdu İle (İHKK Arşivinden)
Resim 36. İ.H. Konyalı Minyatürlü Bir Yazma Eseri İncelerken (İHKK Arşivinden)
79
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 37. İ.H. Konyalı ve Niğde Eski Milletvekillerinden Oğuz Demir Tüzün Ile
Aksaray Ali Baba Türbesi Önünde (İHKK Arşivinden)
Resim 38. İ.H. Konyalı, Aksaray’ın Önemli Tarihçilerinden Mehmet Hamzakadı ve
Ailesi İle (İHKK Arşivinden)
80
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 39. İ.H. Konyalı Bir Toplantıda Konuşma Yaparken (İHKK Arşivinden)
Resim 40. İ.H. Konyalı Nevşehir Yuva Köyü’ndeki Türbenin Önünde (İHKK
Arşivinden)
81
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 41. İ.H. Konyalı İstanbul Zirai Mücadele Kurumu Lokalinde Düzenlenen
Aksaraylılar Toplantısında Sağdan: Prof. Dr. Faruk Zeki Perek, İ. Hakkı Konyalı,
Aksaray Belediye Başkanı Taki Tatlıpınar ve Ferhat Vural (İHKK Arşivinden)
Resim 42. İ.H. Konyalı Bir Yazma Eseri İncelerken (İHKK Arşivinden)
82
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 43. İ.H. Konyalı İ. Hakkı Konyalı Dönemin Milli Saraylar Müdürlüğü
Personelinden Zeki Akmanalp ile 878/1474 tarihli Siyadetname (İHKK
Arşivinden)
Resim 44. İ.H. Konyalı Hattat Hamidullah’ın Mezarını İncelerken (12 Temmuz
1975 Yeni Asya Gazetesi Arşivinden foto: Selahattin Tercan)
83
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 45. İ.H. Konyalı ve Oğuz Demir Tüzün Aksaray Hasan Dede Zaviyesi
Mihrabını İncelerken (İHKK Arşivinden)
Resim 46. İ.H. Konyalı, Yavuz Sultan Selim’in Tarihi Kaftanını Bulup Teşhir Ederken
(İHKK Arşivinden)
84
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 47. İ.H. Konyalı’nın İstanbul Üsküdar’daki Kütüphanesinin Giriş Kapısı
(İHKK Arşivinden)
85
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 48. İ.H. Konyalı, Konya Karaarslan’da Gühertaş Türbesi eşi Mediha Hanım ve
Kızı Yıldız İle (İHKK Arşivinden)
Resim 49. İ.H. Konyalı Şereflikoçhisar’da Hacı Enbiya Türbesi (İHKK Arşivinden)
86
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 50. İ.H. Konyalı Eyüp’te Çinli Çeşme’nin Önünde (İHKK Arşivinden)
Resim 51. İ.H. Konyalı Nasreddin Hoca Mezarı Başında Konuşma Söylerken (İHKK
Arşivinden)
87
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 52. İ.H. Konyalı Nasreddin Hoca Mezarlığında (İHKK Arşivinden)
Resim 53. İ.H. Konyalı Turing Otomobil Kurumu Kütüphanesinde Kulüp Başkanı,
Üsküdar Kaymakamı ile Birlikte (İHKK Arşivinden)
88
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 54. İ.H. Konyalı İ. Konyalı Kurduğu Başvekâlet Arşivinde Mesai Arkadaşları
İle Beraber (İHKK Arşivinden)
Resim 55. İ.H. Konyalı Yakalattığı Bulgarlara Satılan Vesikalarla Kurduğu Başvekâlet
Arşivi (İHKK Arşivinden)
89
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 56. İ.H. Konyalı ve Akşehir Belediye Başkanı Mustafa Şarlak (Konyalı Akşehir
Yılan Yusuf Köprüsünü Beline Bağlanan Bir Halat İle Aşağıya Sarkarak
Köprünün Kitabesini Tetkik Ederken) (İHKK Arşivinden)
Resim 57. İ.H. Konyalı İ. Hakkı Konyalı Konya Takkeli Dağı Kavele Kalesinde Ailesi
İle (İHKK Arşivinden)
90
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 58. İ.H. Konyalı Unkapanı’nda Yol Açılırken Bir Kısmı Yıkılan Eski Baba
Türbesi Önünde (İHKK Arşivinden)
Resim 59. İ.H. Konyalı Tarihi Bir Mezar Taşını İncelerken (İHKK Arşivinden)
91
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 60. İ.H. Konyalı Kırşehir’de Aşık Paşa Türbesi’ni İncelerken (İHKK Arşivinden)
Resim 61. İ.H. Konyalı ve Eşi İstanbul- Üsküdar Şeyh Mustafa Efendi Türbesi’nde
(İHKK Arşivinden)
92
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 62. İ.H. Konyalı Selimiye Kışlası’na Ait Kitabe ve Tuğrası Olan Kitabeyi Denize
Atılırken İnceliyor (İHKK Arşivinden)
Resim 63. İ.H. Konyalı Aksaray Sümrü Yaylası Hasan Dede Camii Önünde (İHKK
Arşivinden)
93
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 64. İ.H. Konyalı Aksaray Sümrü Yaylası Hasan Dede Cami Mihrabını
İncelerken (İHKK Arşivinden)
Resim 65. İ. Hakkı Konyalı ve Aksaray Kaymakamı Yusuf Çetin (1971) (İHKK
Arşivinden)
94
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 66. İ.H. Konyalı Ereğli-İvriz Kalesi Yolunda (İHKK Arşivinden)
Resim 67. İ.H. Konyalı Ereğli Ziya Efendi Mezarı Başında (İHKK Arşivinden)
95
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 68. İ.H. Konyalı, Konya Cedid Abdurrahim Efendi Mezar Taşını Tetkik
Ederken (İHKK Arşivinden)
Resim 69. İ.H. Konyalı’nın Türk Edebiyat Vakfına Bağışladığı Evinin Ekspertiz
Raporu. (Türk Edebiyatı Vakfı Arşivinden)
96
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 70. İ.H. Konyal’ının Türk Edebiyat Vakfına Bağışladığı Evinin Bulunduğu
Binanın DışGörünüşü. (Türk Edebiyatı Vakfı Arşivinden)
Resim 71. İ.H. Konyalı’nın El Yazısı Ve İmzası (Abideleri ve Kitabeleri ile Konya
Ereğli’si Kitabından)
97
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Resim 72. İ. H. Konyalı’nın Karacaahmet’teki Mezarı
98
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İBRAHİM HAKKI KONYALI (ATİS)
Erdem YÜCEL *
Tarihin bilinmeyen yönlerine ışık tutan, geçmiş yılların ünlü araştırmacısı ve
gazetecisi İbrahim Hakkı Konyalı’nın ismini küçük yaşlarımda duymuş, kısa bir
süre sonra da yazılarını okuma olanağını bulmuştum. Bunun nedeni; çevremi
gözlemlemeye başladığım yıllarda tarihe ve gazeteciliğe merak sarmamdan
kaynaklanıyordu. Ortaokul yıllarımda, tarihi konularla çok daha fazla ilgilenmiş,
o yıllarda yayınlanan tarih dergilerini okumaya başlamıştım. Böyle olunca da
İbrahim Hakkı Konyalı’nın yazılarına ilgi duymuştum.
II. Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1950’li yıllarda, tarihe merak saranlar
toplumda çoğalmış, bunun kaçınılmaz sonucu olarak tarih dergileri birbiri ardına
yayınlanmaya başlamıştı. Bunların başında, sonraki yıllarda birlikte çalışma
olanağı bulduğum Niyazi Ahmet Banoğlu’nun Tarih Dünyası, Yeni Tarih
Dünyası, Tarih-Coğrafya Dünyası. Onlardan biraz daha önce Tarihten Sesler,
Servet İskit’in Resimli Tarih Mecmuası, tarih içerikli Aylık Ansiklopedi vardı. O
dergilerin çoğunda yazan İbrahim Hakkı Konyalı, Niyazi Ahmet Banoğlu’nun
Tarih Dünyası’nda araştırmalarını sürdürüyordu. Nedendir bilinmez; her ikisi
açmaza düşmüş, İbrahim Konyalı Tarih Dünyası’ndan ayrılarak kendi başına
Tarih Hazinesi dergisini çıkarmaya başlamıştı. Banoğlu ve Konyalı yakın
dostlarım olmasına rağmen bu ayrılışın nedenini onlara soramadım, kendileri de
bu konuda bir şey söylememişlerdi.
Toplumda tarih merakını uyandıran bu dergilerden bazıları maddi
imkânsızlıklardan ötürü yayınlarına son vermek zorunda kalmışlardı. Onları
izleyen yıllarda Hayat Tarih Dergisi, Hayat Tarih ve Edebiyat Mecmuası, Toplum
ve Tarih, Toplumsal Tarih, Cemal Kutay’ın Tarih Konuşuyor isimli dergisinin
*Ayasofya
Müzesi Eski Müdürü, Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Emekli
Öğretim Görevlisi
99
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yanı sıra tarih içerikli sohbet kitapları, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Belgelerle
Türk Tarihi gibi dergiler bir süre daha yayınlarını sürdürmüşlerdir.
Tarihe merak sardığım öğrencilik yıllarımda İbrahim Hakkı Konyalı’yı
yakından tanıyacağımı, Hayat Tarih Mecmuası’nda kendisiyle röportaj
yapacağımı1, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde “Konyalı İbrahim
Hakkı” maddesini2 yazacağımı, sonra da Edebiyat Vakfı’nda ve Arkepera’da
onunla ilgili söyleşilerde bulunacağımı, TRT Belgesel kanalında da kendisini
anlatacağımı söylemiş olsalardı, güler geçerdim. Oysa yazgı insanın yaşamında
düşünemeyeceği veya ummadığı olayları karşısına çıkarıyor. Şimdi onun
hakkında bunları yazıyorum. Geçmişe bakıyorum da İbrahim Hakkı Konyalı’yı
yakından tanıyan, birlikte çalışan, hayatta kalmış birkaç kişiden biri olmuşum.
İbrahim Hakkı Konyalı ile İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü’nün
Saraçhanebaşı’nda, Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi’nde kurmaya çalıştığı ve
benimde görevli olduğum “Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi”nde3
karşılaşmıştım. Bir gün çalışma odama biraz kilolu, babacan tavırlı, sevecen
görünümlü bir kişi gelmişti. Görür görmez kendisini resimlerinden tanımıştım;
ben daha bir şey söylemeden kendisini tanıtmıştı: “Ben İbrahim Hakkı
Konyalı”… Konyalı kendisini tanıtırken gözümün önünden II. Dünya Savaşı
yıllarında babamın o zamanlar yayınlanan Ulus, Tan gazetelerini evimize
getirişini ve sözünü ettiğim tarih dergilerinden bazıları adeta bir film şeridi gibi
geçip gidiyordu…
İbrahim Hakkı Konyalı’nın Yaşam Öyküsü.
Uzun sohbetlerimiz sırasında bana anlattığına göre; 1896 yılında Konya’da
Alâeddin Köşkü’nün Akıncılar Kapısına 50 metre uzaklıktaki bir evde dünyaya
gelmiştir. Bu yüzden de bazı yazıları dışında gerçek soyadı olan Atis’in yerine
Konyalı’yı kullanmıştır.
Nalbandzâde Mustafa Efendi ile Atâzade İbrahim Ağa’nın kızı Hatice
Hanım’ın oğludur. Babası Nalbantzâde Mustafa Efendi Konya’nın Takva Hoca
1
2
3
Erdem Yücel, “Tarihçi ve Yazar İbrahim Hakkı Konyalı” Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul1976, S.1
(133), s.24-29.
Erdem Yücel,”Konyalı İbrahim Hakkı” mad, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul
2002, C.26, s.196.
Erdem Yücel, “Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi” Vakıflar Bülteni, İstanbul 1970, I, s.57-62; aym
“Türk İnşaat ve sanat Eserleri Müzesi” Arkitekt, İstanbul 1967, S.327, s.117;aym, “Türk İnşaat ve
Sanat Eserleri Müzesi” mad, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı-Kültür
Bakanlığı, İstanbul 1994, C.7, s.313-314.
100
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Medresesinde ilim yaparak icazetname almıştır. Konyalı’nın deyişiyle çevresinde
faziletli, alçak gönüllü bir kişi olarak tanınmıştır. Yine Konyalı ile yaptığım
söyleşilerden birisinde ailesinin baba tarafından Anadolu Selçuklularına kadar
indiğini anlatmıştı. Nalbant sözcüğü ise atların nallanmasıyla ilgili olmayıp
veteriner hekimliği ile eş anlamlı olduğunu söylemişti. Selçuklu hükümdarı I.
Alâeddin Keykubat zamanında (?-1237) ordu atlarını tedavi eden dedelerine ait
alet ve edevatı küçükken evlerinde gördüğünü de sözlerine eklemişti. Sonraki
yıllarda çocukluk yıllarına ait pek çok anıyı da dostluğumuzun ilerlediği, onun
keyifli olduğu günlerde uzun uzun anlatmıştı. Bunlardan birine göre;
“Selçuklu veziri Gühertaş’ın Sultânü’l uleması Mehmed Bahâeddin evladı
için yaptırdığı medrese ile Mevlânâ’nın beş vakit namaz kıldığı mescidin
evimizden uzaklığı 50-60 metreymiş. Aynı zamanda Büyük Selçuklu Veziri
Kartâyi’nin evi de bizimkinden çok uzak değildi. Ben çocukluğumda
Mevlânâ’nın namaz kıldığı camide namaz kıldım. Onun su içtiği çeşmeden de
içtim…”
İbrahim Hakkı Konyalı’nın Çocukluk ve Gençlik yılları:
İbrahim Hakkı Konyalı ilköğrenimini Yıkık Mahalle, Rüştiye-i Fürûzat-ı
Hamidiye okulunda yapmıştır. Bundan sonra Bekir Sami Paşa Medresesinin
yerine yapılan, kütüphanesi, laboratuarları, konferans salonlarıyla batının en
mükemmel ilim kuruluşlarını aratmayan bir öğretim müessesesi olan İslah-ı
Medârisi’l-İslamiye isimli okulda öğrenimini sürdürmüştür. Bu medresede
yaşadığı anılarını yine sohbetleri sırasında şöyle anlatmıştır:
“İslâm’ın düşmanı olduğu taassup bu üniversitenin kapısından içeriye
girmemişti. Bu medrese maddi ve manevi ilimleri toplayan ve o vakte kadar
geniş sınırları olan Osmanlı İmparatorluğu’nda bir eşi daha olmayan bir öğretim
müesseseydi. Öğrenim süresi on iki yıldı. Buradan çıkanlar maddi ve manevi
ilimlerle kendilerini cihazlandırıyorlardı. Onlara Doğu ve Uzak Doğu ülkelerinde
İslamiyet’i yaşatma görevi verilmesi düşünülmüştü…”
İbrahim Hakkı Konyalı İslâh-ı Medâris-i İslâmiye’nin seçkin öğrencilerinden
biri olmuştur. Burada çok iyi Arapça öğrenmiş, bu yüzden de sonraki yıllarda
Selçuklu ve Osmanlı kitabelerini en iyi okuyan tarihçilerden biri olmuştur.
Günümüzde Anadolu Selçuklu ve Osmanlı eserleri üzerinde araştırma ve yayın
yapan sanat tarihçi ve mimarlarımızın çoğu onun okuduğu kitabelerden
yararlanmış ve kaynak olarak yine onu göstermişlerdir. Rüştiye’de okurken
101
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Hasankaleli âlim ve mutasavvıf İbrahim Hakkı’nın Mârifetnâmesini okumuştur.
İlgisini çeken ve aynı zamanda hayran kaldığı bu eserden ötürü yazarın ismi olan
Hakkı’yı kendisine isim olarak seçmiştir. Asıl ismi İbrahim olup soyadı kanundan
sonra da Atis’i almıştır. Buradan da anlaşılacağı gibi gerçek kimliği İbrahim
Atis’tir.
I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de önem kazanan demiryolunun girmesi
ve ona personel yetiştiren bir okulun açılması zorunlu olmuştur. İbrahim Hakkı
da bu okula devam etmiş ve öğrenimini tamamladıktan sonra ilk Osmanlı
demiryolcularından olmuştur. Savaş devam ederken Batum’a istasyon müdürü
olarak atanmış, Batum terk edilinceye kadar o görevi sürdürmüştür. Bir süre
sonra demiryolculuğu bırakarak Konya Sanayi Mektebinde Osmanlıca dersleri
vermeye
başlamıştır.
Ardından
İstanbul
Meşihat
Dairesinde
ders
4
vekâlethulefalığı yapmıştır.
İbrahim Hakkı Konyalı’nın Gazeteciliği:
İbrahim Hakkı Konyalı on yedi yaşında Konya’nın “Meşrik-i İrfan”
gazetesinde “Kâbe-i Muazzama’da son asılı olanlardan Kus İbn-i Sâib’in
tercümesi” isimli ilk yazısını yayınlamıştır. Onun peşi sıra Konya’nın ünlü
gazetelerinden Babalık’da yazmaya başlamış ve bu arada Hak Yolu isimli bir
dergi çıkarmıştır. Konya’da yazılarıyla ünlenince İntibah’da başyazarlık yapmış,
mütareke yıllarında Tercüman-ı Hakikat’de tarihi konuları işlemeyi
sürdürmüştür. Yazılarından bazıları Ermenice yayın yapan Jamanak gazetesinde
izniyle tercüme edilerek yayınlanmıştır.
Gazeteci olarak kendisini daha da geliştirmek isteyince, basının merkezi olan
İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’a geldiğinde Konya’nın dışında ismi duyulmamış
genç bir gazeteciydi. O yıllarda Zekeriya Sertel, Halil Lütfü Dördüncü, Selim
Ragıp Emeç ve Ekrem Uşaklıgil çıkaracakları yeni bir gazetenin hazırlıklarını
yapıyorlardı. Bunun içinde eski Tasvir-i Efkâr gazetesinin yerini kiralayarak
çalışmaya başlamışlardı. İbrahim Hakkı Konyalı’ya, “Bizler biner lira sermaye
koyduk. Sende aynı miktarda para koy ve bizim ortaklığımıza katıl.” demişlerdi.
Ancak Konyalı maddi imkânsızlığından ötürü bu teklife olumlu yanıt verememiş,
gazetede yalnızca yazı yazmakla yetinmiştir. Böylece yayına başlayan Son Posta
devrin siyasi ve gergin ortamı içerisinde Serbest Fırka taraftarı olarak yayınını
sürdürmüştür.
4
Şeyhülislam dairesinde hoca yardımcılığı anlamında bir sözcüktür.
102
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İbrahim Hakkı Konyalı, Son Posta’daki çalışmalarını bir gün bana şöyle
anlatmıştı:
“Önceleri oturacak yerimiz dahi yoktu. Yazı yazarken delik bir iskemleyi sıra
ile aramızda paylaşıyorduk. O zamana kadar yapılmayan bir işi yapmaya
çalışıyorduk. İslam ülkeleri gazetelerinden yararlanarak onlarla ilgili haberleri
gazeteye koymaya başlamıştık. Bir de baktık ki; yaptığımız bu iş çok tuttu ve
gazetenin satışını beklenmedik şekilde arttırdı. Ne var ki, Serbest Fırka’nın
kapanması, Zekeriya Sertel’in Amerika’da yayınlanan ve Hz. Muhammed
hakkındaki bir karikatürü aynen kullanması toplumda gazeteye karşı büyük bir
tepki oluşturdu. Serbest Fırka’nın kapanmasından sonra Ragıp Sırrı Emeç
başmakalesinde “Biz yanılmışız artık onları tutmuyor, desteklemiyoruz” diye
yazmasına rağmen gazetenin satışının düşmesi önlenememişti. Bunun sonucu
olarakda Son Posta kapanmak zorunda kalmıştı.”
Bu olaydan sonra İ. Hakkı Konyalı bir süre yazılarını imzasız veya takma
isimlerle sürdürmek zorunda kalmıştır. 16 Temmuz 1936’da kurulan, fikir
gelişmesinde büyük payı olan Tan Gazetesine yapılan baskın 5 sonucu tahrip
edilerek kapanmak zorunda kalmasından sonra Vatan, Yeni Sabah, Açık Söz,
Hergün, Bugün, Yeni İstanbul, İstiklal ve 1970’lerden sonra Yeni Asya
gazetesinde tarih ağırlıklı konuları yazmıştır. Onların yanı sıra Foto Magazin, 7
Gün, Örnekve Tarih Konuşuyor gibi dergilerde de yazılarını sürdürmüştür.
Yukarıda da değindiğim gibi 1950’li yıllarda Niyazi Ahmet Banoğlu ile birlikte
Tarih Dünyası’nı yayınlamış, ancak aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle bir
süre sonra oradan ayrılarak kendi başına Tarih Hazinesi’ni yayınlamaya
başlamıştır. Bazı yazılarını gerçek ismiyle, İbrahim Atis olarak yazmasına rağmen
Tan Gazetesinin Türkiye politikasında önemli bir yeri olmuştur. Başlangıçta Halil Lütfü Dördüncü
ve Mahmut Soydan tarafından İş Bankasının maddi desteği ile kurulmuş, sonrada Halil Lütfü
Dördüncü, Zekeriya Sertel ve Ahmet Emin Yalman tarafından satın alınmıştır. Birbirinden farklı
görüşlere sahip yazarların köşe yazılarının ardından 1938 yılından sonra gazetede sol görüşün
ağırlık kazandığı görülmüştür. O zamanların tek parti rejimini eleştiren yazıları yayınlayan gazete
II. Dünya Savaşı içerisinde faşist rejimlere karşı cephe almıştır. 4 Aralık 1945’de İstanbul’da bir
gösteri düzenlenmiş, Beyazıt Meydanı’nda toplananlar Cağaloğlu’na doğru yürüyüşe geçmişler,
ABC ile Berrak Kitabevleri, LaTurquie, Görüşler Dergisi, Yeni Dünya Gazetesi ile Tan Gazetesi
yağmalanarak tahrip edilmiştir. O yıllarda Tan Gazetesinde bulunan dönemin en büyük rotatifi
parçalanmış, dizgi makineleri kullanılamaz hâle getirilmiştir. Bu olay üzerine Serteller bir süre
tutuklanmış ve dönemin sıkıyönetimi olayla ilgili bir bildiri yayınlamıştır:
“Dün üniversite öğrencilerinin bir kısmı, iki basımeviyle birkaç kitabevine tecavüz etmişler ve bu
hareketlerine mani olmak isteyen hükümet ve inzibat kuvvetlerini dinlemeyerek tasarladıkları
suçu işlemişlerdir. Bunlar hakkında hadiseye derhâl tatbikata başlanmıştır. Bu çok müessif
hadiseye katiyen müsamaha edilmeyecektir.” Bkz; “Tan Baskını”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, C.1, s.218-219.
5
103
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
okuyucuları onu İbrahim Hakkı Konyalı olarak benimsemişti. Bu arada Vakıflar
Dergisi, Vakıflar Bülteni ve Türk Yurdu dergilerinde de vakıf ve tarih ağırlıklı
yazıları bulunmaktadır.
Afrodit Davası
Yunan Mitolojisinin aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite, pek çok araştırma,
öykülere konu olmuş, onuruna antik çağlarda mabetleri ve heykelleri yapılmıştır.
Mitolojiye göre Zeus ile Okeanus’dan doğan Dione’nin kızı olmasına rağmen
dünyaya gelişiyle ilgili birbirinden farklı mitosları vardır6
Piyer Luis isimli bir Fransız yazarının para ve ün kazanmak (!) amacıyla
yazdığı söylenen Afrodit isimli romanı 1940 yılında Nasuhi Baydar çevirisiyle
Sühulet Kütüphanesi sahibi Semih Lütfü tarafından yayınlanmıştı 7. O günlerde
ayıp ve günah sayılan cinselliğin ortaya konulması toplumda ve yargıda tepkiyle
karşılanmıştı. Piyer Luis’in kitabı Fransa’da tepkilere neden olunca Fransa
yasalarından kurtulabilmek için kitabına bazı mitolojik isimleri de katarak
müstehcenlikten kurtulmaya çalıştığı söylenmiştir. Buna rağmen Fransız
hükümeti Afrodit kitabını mahkemeye vermişti. Türkiye’deki bazı çevreler o
günlerde bu konuyu gündeme taşımışlardı; “Daha çok açık saçık bir heyeti
içtimaiye olan Fransa’nın takbih ettiği ve mahkemeye verdiği bir kitabı eseri sanat
diye nezih Türk ailesinin harimine sokmaya yeltenmek bilmem doğru mudur? 8”
Türkiye’de “Esatir Tarihinde Afrodit’i” yayınlayanlar kanuni takipten
kurtulmak için; bu tercümeyi önce Ulus gazetesinde tefrika ederek romanın bir
sanat şaheseri olduğunu ileri sürmüşlerdi. Buna rağmen İstanbul Cumhuriyet
Müddeiumumîliği (Savcılığı) 1940 yılında halkın ar ve hayâ duygularını rencide
edebilecek mahiyette gördüğü Afrodit tercümesini müstehcen sayarak
Sultanahmet Birinci Sulh Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Konu yargıya
intikal edince İbrahim Konyalı’nın bilirkişi olarak görüşüne başvurulmuştur. Bu
konuda Konyalı;
“Kitabı okudum, kanaatimi mahkemeye bildirdim. İki gün sonra işportaya
düşeceği için beş on kuruş gibi az bir para ile herkesin kolayca tedarik edebileceği
Bk. Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993; AgızzaRosa, Antik Yunan’da
Mitoloji, Arkeoloji ve Sanat yayınları, İstanbul 2001; Erdem Yücel,Mitoloji Tanrıları, Aşkları ve
Gizemleri, Puslu Yayıncılık, İstanbul 2013).
7 İbrahim Hakkı Konyalı, Afrodit, İstanbul 1940.
8 İbrahim Hakkı Konyalı, a.g.e, s.51.
6
104
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bu tercümenin nezih Türk heyeti içtimaiyesine sokulamayacağı neticesine
varıyordum.” diye bilirkişi raporunu yazmıştır9.
O günlerin basınında Afrodit tartışması başlamış, bazıları müstehcen, bazıları
da değil demişlerdi. Basında başlayan bu kavga üzerine İbrahim Hakkı Konyalı
da kendisini suçlayanlara yanıt olarak Afrodit kitabını yayınlamış, çoğu kişinin
bilmediği Esatir Tarihinde Aphrodite (Afrodit), Afrodit ve Çolbo (!), Afrodit’in
Türklüğü, Zeytinyağında eritilen insanlar, Kaldelerde Afrodit, İskandinavların
Afroditi, Piyer Lois’in’in Afroditi, Yunan Esatirinde Afrodit, Afrodit-Adonis
Aşkı, Afroditin Karakteri ve Timsalleri, Afroditin Çocukları, Eros’un aşkı,
Hermafrodit kimdir ve Netice ve Bazı Mütalealar gibi bölümlere yer vererek
mitoloji tanrılarından bazıları ile onların cinselliğinden, başlarından geçtiği farz
edilen olaylardan söz etmiştir.
İ.Hakkı Konyalı’nın bu kitabı, Burhan Toprak’ın Sanat Şaheserleri (1940-1941)
isimli eserinden sonra Türkiye’de yayınlanmış mitoloji kitaplarının eksikleri
olmasına rağmen başlangıcı olduğunu söyleyebiliriz.
İbrahim Hakkı Konyalı da verdiği bilirkişi raporu doğrultusunda kendisini
suçlayanları ağır bir dille eleştirmiştir:
“Şark ve garbın ana kaynaklarına, müze ve kütüphanelere dayanarak
hazırladığım esatir tarihinin Afroditini okuyucularıma verdim, sekiz, on
senedenberi müzelerimizde ve kütüphanelerimizde bulunan Yunan, Roma ve
Arap esatirine ait eserleri tetkik ettiğim ve muazzam bir esere gebe olabilecek
notlar topladığım için; içinden Afroditi ayırarak muhtasar bir hâlde de olsa
derhâl vermekte müşkülat çekmedim. Bu ilaheyi neşretmek niyetinde
bulunduğum Esatir kamusunda daha mufassal yazacağım.Son zamanlarda
münakaşası yapılan Piyer Luis’in mahut Afroditi münasebeti ile uyanan alâka ve
tecessüsü karşılamak için bu hulâsayı neşretmek mecburiyetini duydum.”10
Bunun ardından da İstiklal gazetesinde konuya yeniden eğilmiştir:
“Bu kitapta Afrodit, Diyonizos (Dionysos olmalı) Satir, PanNimf (Nymfe)
gibi üstürevi (efsanevi) bazı şahsiyetler ve bilhassa Yunan Mitolojisinde hüsnü
aşk ilahesi sayılan Venüs; muhayyele yardımıyla romanlaştırılmıştır. Eserin, tarih
9
İbrahim Hakkı Konyalı, a.g,e, s.51.
İbrahim Hakkı Konyalı, a. g.e, s.51.
10
105
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ve ilim cephesinden ziyade şehevi ve behimi hislere hitap eden taraflarını galip
buldum. Bol hayal kitabı talimi ve tarihi mahiyetinden çok uzaklara götürmüştür.
Gerçi bu tarihte fuhşu mukaddes sayan ve Diyonizos ayinlerinde erkeklik
alametinin timsali sayılan Fallus fidanını omuzlarında taşıyan, Apollon ve Zeus
gibi ilahlara genç erkekleri sevdiren bazı rivayetler vardı. Fakat tarihi esatir
bunları kısaca kaydetmiş, cinsi münasebetlerin hurda teferruatına hiçbir vakit
girmemiştir. Müellif şehevi hislere serbestçe hitap edebilmek için kitabına esatir
adları bililtizam karıştırmış gibidir.”11
Devrin
tanınmış
yazarlarından
bazıları
Aphrodite
konusundaki
görüşlerinden ötürü Konyalı’dan yana olanlara karşı çıkanlarda olmuştur.
Nitekim Selami İzzet Sedes:
“Afrodit adlı eserin Müddeiumumîlikçe toplatılması matbuatımızda ani bir
gürültü uyandırdı. Aphrod’un ancak adını bilen arkadaşlar tercümesi olan
Aprodit’in tek yaprağına göz gezdirmeden Adliyenin yanlış hareket ettiğini
haykırdılar ve müellifin ansiklopedilere başvurup müdafaaya kalktılar.
Pierre Louys’ın en büyük meziyeti A. Gide ile P. Valery’nin dostu olmasıdır.
Müddeiumumîliğin toplattığı Afrodit dünyaya bir şöhret kazandırırken cihan
edebiyat tarihine girmeğe namzet bir kıymeti katletmiş eserdir.”12
Afrodit davası ilginç bir dava olup, 1940’lı yıllarda cinsellik anlayışının ne
boyutlarda olduğunu göstermektedir. Devrin yazarlarından Asaf Muammer
Konyalı’yı savunmuştur:
“Mahkeme gibi adil ve hak otağında gazete sütunu gibi irfan ve zarafet
dehlizlerinden müddeialeyhlerle taraftarlarının muhterem arkadaşımız İbrahim
Hakkı Konyalı’ya kabaca seslendiklerini işittik. Hâlbuki İbrahim Hakkı Konyalı
kariler nezdinde meçhul bir şahsiyet değildir. Hakikati olduğu gibi tebarüz
ettirmek lazım ise diyeceğiz ki, bu arkadaşın kariler nezdinde bulduğu itibar ve
hürmet pek az muharrire nasip olmuştur. Onun okuyucular arasındaki hüviyeti
şudur:
İbrahim Hakkı Konyalı, “Afrodit. Ben bu romanı niçin müstehcen buldum” İstiklal Gazetesi
10.1.1940)
12 İbrahim Hakkı Konyalı, a.g, e, s. 67-69.
11
106
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Milliyetine sevgi, ananelerine hürmetle bağlı, ahlakı, mazisi temiz; emelleri
nezih, dini bütün.”13
Cinselliği içeren kitapların ayıp ve günah sayılması, bu türdeki araştırmaların
ve yayınların yapılmasını uzun süre engellemiştir. Buna rağmen cinsellik gizli
kapaklı da olsa, ayıp diye nitelendirilse de yine sürüp gitmiştir. Oysa o günleri
yaşayanlar 1970’li yıllardan sonraki sinema filmlerini, cinsel içerikli kitap ve
dergileri, internetteki porno sitelerini görmüş olsalardı acaba ne düşünürlerdi?
Bilemeyiz!..
İbrahim Hakkı Konyalı’nın Piri Reis Haritasını Bulması:
İbrahim Hakkı Konyalı tarihçiliğinin yanı sıra iyi bir araştırmacı, arşiv
uzmanı olduğundan Piri Reis’in haritasını bulmuştur. Denizcilik tarihi yönünden
son derece önemli olan bu haritayı nasıl bulduğunu bir gün bana şöyle anlatmıştı:
“Konya Babalık Gazetesinde yeniçerilerle ilgili bir yazı yazarken, bazı
kaynaklarda rastladığım Piri Reis’in haritası sözü dikkatimi çekmişti. O zamana
kadar nerede olduğu bilinmeyen bu haritayı bulmayı kafama koymuştum. Bunun
için önce İstanbul’daki Askerî Müzenin arşivini taramaya başladım. İki yüz elli
bin belge arasından ceylan derisi üzerine yapılmış haritayı buldum. Arşiv
araştırmam sırasında Kristof Kolomb’un gemisini Amerika’ya Piri Reis’in amcası
Kemal Reis’in götürdüğünü öğrendim. Belgelerde “Bu haritayı amcam tarafından
esir edilen kâşiflerden aldığı” konusunda Piri Reis’in bir notuna rastladım.”
İbrahim Hakkı Konyalı’nın bazı araştırmalarında biraz hayali olduğu dikkate
alınacak olursa bu sözünün doğruluk derecesi tartışılır.
Piri Reis’in 513 yılında çizdiği ilk dünya haritasından günümüze yalnızca
Güneybatı Avrupa, Kuzeybatı Afrika, Orta ve Güney Amerika’nın kıyılarını
gösteren bir parçası günümüze gelebilmiştir. Renkli olan haritanın bir bölümü
resimli olup her bölümünde bağımsız metinlere yer verilmiştir. Batılı
araştırmacılara göre bu harita Kristof Kolomb’un 1498’de çizdiği harita ile
Portekizli ve Müslüman coğrafyacıların haritalarından yararlanılarak çizilmiştir.
Bu harita Piri Reis Haritası ismiyle 1935’de Türkçe, Almanca, İngilizce ve
Fransızca açıklamalı olarak, daha sonra da 1966, 1981’de tıpkıbasım olarak
yeniden yayınlanmıştır. Piri Reis’in 1528’de Gelibolu’da çizdiği ikinci dünya
haritasından da günümüze 68x69 cm. ölçülerinde ikinci bir haritasından bir
13
Asaf Muammer, “Mesleki Terbiye” İstiklal Gazetesi (24.1.1940)
107
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
parçası gelebilmiştir. Bu harita Atlas Okyanus’un kuzeyi ile Kuzey ve Orta
Amerika’nın o yıllarda keşfedilmiş kıyıları ile Grönland’tan Florida kıyılarına
kadar uzanan bölümü çizilmiştir14.
Piri Reis Haritası 9 Kasım 1929’da Topkapı Sarayı’nın müzeye
dönüştürülmesi sırasında yapılan arşiv çalışmaları sırasında rastlantı sonucu
bulunmuştur. Alman bilim adamı Adolf Deismann (1866-1937), dönemin Milli
Müzeler Müdürü Halil Ethem Eldem’in kendisine verdiği arşiv malzemesini
tasnif ederken rastlantı sonucu rulo olarak harita ortaya çıkmıştır. Adolf Desman
Osmanlı denizciliği konusunda uzman olan Alman Prof. Paul Kahle’ye haritayı
inceletmiş ve bu rulonun Piri Reis’in haritası olduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine
Prof. Kahle 1931 yılında düzenlenen 18. Doğu Bilimler Kongresine bu haritayı
tebliğ olarak sunmuştur. Bu arada harita üzerindeki metinleri ve notlar Hasan
Fehmi Bey tarafından okunmuştur. Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Akçura
tarafından 1937 yılında “Piri Reis Haritası” ismiyle yayınlanmıştır. Bunun üzerine
tarihe yakın ilgisi olan Atatürk haritayı Ankara’ya getirterek incelemiş ve devlet
matbaasında çoğaltılmasını sağlamıştır. Bunun ardından haritanın kayıp olan
parçaları aranmış ve Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin Öz de15 Piri Reis’e
ait olduğu sanılan bir başka haritayı daha ortaya koymuştur.
İbrahim Hakkı Konyalı Piri Reis Haritası’nın kendisi tarafından
bulunduğunu ileri sürmüştür. Turhan Tan, Konyalı’nın “Topkapı Sarayında deri
üzerine yapılmış eski haritalar” kitabından söz ederken bu konuya değinmiştir;
“İbrahim Hakkı’nın bu çok önemli
hadiseler hakkında çok hassas olan
alakalandığı kitapta izah edilmiştir.
kaleminden dinlemeleri daha değerli
edeceğim.”16
haritayı nasıl keşfettiği; ilmi ve harşi
hükümetimizin o keşifle ne suretle
Okuyucuların vâkayı bizzat kâşifin
olur. Bu sebeple eseri tahlille iktifa
Büyük olasılıkla İbrahim Hakkı Konyalı’nın bulduğu haritada onun
kopyalarından biri olmalıdır.
Bkz. Yavuz Senemoğlu, Kitab-ı Bahriye; Piri Reis mad. AnaBritannica, İstanbul 1989, C.17,
s.627;Prof.Afet İnan, Pirî Reis’in Hayatı ve Eserleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1983.
15 Erdem Yücel, Anılarıyla Tahsin Öz, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2009.
16 İbrahim Hakkı Konyalı, a.g.e, s.57-58.
14
108
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İbrahim Hakkı Konyalı’nın Kaybolan Eserleri.
Mimar Sinan Kitabı
İbrahim Hakkı Konyalı yazmış olduğu kitaplarının, yayınlanan veya
yayınlanmayanların sayısını tam olarak bilmek oldukça zordur. Bununla beraber
kendi ismiyle veya imzasız yazmış olduklarının sayısının yüze yaklaştığı sanılır.
Bazıları da yayınlanmadan kaybolmuştur. Kaybolan kitapları arasında Mimar
Sinan ile ilgili olarak yapmış olduğu bir araştırmadan ve o kitabın başına
gelenlerden söz etmişti. Kendi deyişiyle çalınmış olan bu kitabı için, “Benim
ölümümü bekliyorlar.” demişti. Ancak ortadan yok olan bu kitabının acısını bir
türlü üzerinden atamadığını da çoğu kez dile getirmişti.
II. Dünya Savaşı yıllarında kaynak olmadan kitap yayınlayabilmek son
derece zordu. Fotoğraf malzemesi ve kâğıt elde edebilmek başlı başına sorundu.
Mimar Sinan ve eserlerini içeren bir kitabı o günün koşullarında hazırlamış,
ancak resimlemede güçlükle karşılaşmıştı. O günlerin Müddeiumumîsi (Savcısı)
Hikmet Onat’ın yardımıyla Yüksek Kaldırım’daki bir fotoğrafçıdan film
sağlayabilmişti. Kendi deyişiyle yazdığı Mimar Sinan Kitabı bir kişinin dahi
kolayca kaldıramayacağı üç büyük ciltten oluşuyormuş. Yeri gelmişken
söylemekte yarar var; hocanın engin bilgisinin yanı sıra biraz mübalağa yapmayı
sevdiğini de belirtmek isterim.
Konyalı fotoğraf işini çözümledikten sonra Mimar Sinan Kitabı’nı Türkiye
Büyük Millet Meclisi Reis Vekili Refet Canıtez’e göndermiş... Kısa bir süre sonra
da kendisini kitabıyla ilgili olarak Ankara’ya çağırmışlar... Meclise gittiğinde
kitabının bir masaya yatırıldığını ve milletvekillerinin görüşüne sunulduğunu
görmüş ve bundan son derece mutluluk duymuştu. Onun eserini inceleyen
milletvekilleri takdirlerini belirtmişlerdi. Bunları gördükten sonra Refet Canıtez;
“Sen bir hazineymişsin” diye kendisini takdir eden sözler söylemiş…
Konyalı nedendir bilemiyorum, kitabı meclisten alarak korunacağı emin bir
yer aramaya başlamış. Sonunda aklına Falih Rıfkı Atay’ın Ulus’taki bürosu
gelmiş ve oraya emanet etmiş. Aradan on beş gün geçtikten sonra kitabı geri
almak için Falih Rıfkı’nın ofisine gittiğinde başından aşağıya kaynar sular
dökülmüş; kitap meydanda yokmuş ve kimse de ne olduğunu bilmiyormuş.
Sonunda kendisine kitap odadan kayboldu diye bir belge vermişler. O kızgınlıkla
Yahya Kemal Beyatlı’ya giderek içini dökmüş; O da en az benim kadar
üzüldüğünü söylemişti. Yahya Kemal, “Yürütmüşler sen öldükten sonra
109
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yayınlayacaklar.” diye bağırmaya başlamış… Diğer taraftan Konyalı kitabın
fotoğraflarının bedelini bile daha fotoğrafçıya ödeyememişti…
İbrahim Hakkı Konyalı öldükten sonra böyle bir kitabın yayınlanmadığını
söylemekte yarar var sanırım. II. Dünya Savaşından sonra Mimar Sinan’ı içeren
pek çok kitap yayınlandı. O zaman onları yazanlar töhmet altında mı kalmalı?
Konyalı’nın üslubunu bilen bilir; yayınlanan Mimar Sinan ile kitapların hiç
biri onun üslubuna benzemiyor. Kaldı ki, gelişen teknolojiyle o günlerin
fotoğrafların bundan böyle kullanılacak kalitede olmadığı da gerçektir.
Mimar Sinan kitabının ne olduğu meçhuldür. Kim bilir, birisi çıkıp işe
yaramaz, yer tutuyor, basılamaz diye kitabı atmış olabilir mi?
Topun Tarihi Kitabı
İbrahim Hakkı Konyalı’nın basılmayan bir kitabı da Topun Tarihi’dir.
Kendisi bu olayı şöyle anlatmıştı:
“Topun Tarihi isimli eserimi devrin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e
götürdüm. Beni ve kitabımı ilgiyle karşıladı. Topçu subayı oluşundan ötürü
kitaba bazı mütalalarını da yazdı. Onun isteği üzerine Milli Savunma Bakanlığı
yirmi bin lira karşılığında kitabı benden satın aldı. Ondan sonra kitaba ne oldu
anlamadım. Bu kitap da basılmadı. İşin acı yönü de kitabın bir kopyasının bende
olmayışıdır.”
Üstadın kaybolan kitaplarından bir başkası da İstanbul Anıtları’dır. Bu
konuda da bana zaman zaman dert yanmıştı. İstanbul Belediyesine verdiği
kitabın ne olduğunu bilmiyordu. Ancak ölümünden sonra bu kitabın
basılmadığını ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimindeki Atatürk
Kitaplığında B-33 numaraya kayıtlı olduğunu öğrendim.
Bulgaristan’a Satılan Devlet Arşivi
İbrahim Hakkı Konyalı’nın en büyük hizmetlerinden birisi de eski devlet
arşivinin bir kısmının kurtarılması için verdiği uğraş olmuştur. 1930’lu yıllarda
eski devlet arşivinin üç kuruş on paraya (!) Bulgaristan’a satıldığına ve bunun için
yaptığı mücadeleyi eski gazete arşivlerinde rastlamıştım. O zamanlar 180-200
kiloluk balyalar hâlinde satılan evrak için yaptığı mücadeleyi kendisinden
öğrenmek istemiştim. Bu olayı o günleri yaşarcasına üzüntü ile 1976 yılında bana
şöyle anlatmıştı:
110
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
“Günümüzden 44 yıl önce (1932-1933 olmalı) Kadırga’da oturuyordum. Öğle
yemeğinden sonra gazeteye dönerken şimdiki Tapu Kadastro Dairesinin önünde
bir takım arabalara balyalar hâlinde evrak yüklendiğini gördüm. Hemen
yanlarına giderekkâğıt balyalarını tartan mümeyyize (memur olacak) ne
yaptıklarını sordum.
-Bir kısmını Kumkapı’da denize döküyoruz. Bir kısmını da Bulgar hükümeti
satın aldı. Onları da Bulgaristan’a gitmek üzere Sirkeci’den trene dolduruyoruz.
Duyduğum bu sözler üzerine zamanın defterdarı Şefik Bey’e koşarak gittim
ve hiddetle sordum:
-Tarihi evrakı nasıl satarsınız?
Aldığım yanıt hayret vericiydi;
-Hayır, yalnızca fersude (yıpranmış eski evrak) evrakı satıyoruz.
İbrahim Hakkı Konyalı aldığı bu cevaptan sonra anlatmaya devam eder:
“Bu evrakı Abdurrahman Şeref Bey 518 araba ile Hazine-i Evrakı
naklettirmişti. Bunlar bir süre Ayasofya’nın üst galerisinde tasnif edilmeye
başlanmıştı. Ancak Alman İmparatoru Wilhelm’in İstanbul’a geleceği ve
Ayasofya’yı gezeceği haberi üzerine küreklerle merdiven boşluğuna atılmıştı.
Evrak güvercin pislikleri ve yağmur suları altında günlerce kaldıktan sonra bir
Bulgar Albayı onları incelemiş ve ısrarla hükümetine satın aldırmış. Böylece
yıpranmış ve işe yaramaz denilen evrak devlet arşivince okkası üç kuruş on
paradan 1931 yılında satılmış.”
Gördüğü bu olaylar karşısında çaresizlikten kıvranan İbrahim Hakkı Konyalı,
Defterdarlığa bir dilekçe ile başvurarak bunların okkasını on kuruştan satın
alacağını ve müzeye teberru edeceğini söylemiştir. O sırada yazdığı Son Posta’nın
13 Mayıs 1931 tarihli sayısında olayı acı bir dille eleştirmeye başlamıştır. Olay
basına yansıyınca Türkiye Büyük Millet Meclisinde bazı milletvekilleri hükümete
soru önergesi vermişler. Defterdarlığın eski evrakı satışı ortaya çıkınca hükümet
duruma el koymuş, bu kez Bulgaristan’a giden evrakın geri alınabilmesi için
çalışmalar başlamış... Bunun içinde Bulgar hükümetine başvurularak satışın iptali
ve gidenlerin geri gönderilmesi istenmiştir. Bu girişimler sonucu yalnızca kırpıntı
hâlindeki bazı kâğıtlar geri alınabilmiştir. Evrakın büyük çoğunluğu
Bulgaristan’da kalmış ve oradaki Bulgar, Alman, İtalyan uzmanları tarafından
tasnifi yapılarak katalogları hazırlanmış ve üç cilt hâlinde Bulgaristan’da
111
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yayınlanmıştır17. Türkiye’de ise Hazine-i evrak’ı satanlar mahkemeye verilmişse
de bu işi bilgisizliklerinden yaptıklarını söylemişler, o sırada çıkan aftan
yararlanarak ceza almaktan kurtulmuşlardı.
İbrahim Hakkı Konyalı bu işin peşini bırakmamış, daha sonraki yıllarda
yazdığı Açık Söz gazetesinde konuyu 1936 yılında yine gündeme taşımıştır. Bu
acı olaydan sonra da Başbakanlığa bağlı “Başbakanlık Arşivi” kurulmuştur. Bir
süre sonra da Başbakanlık Arşivinde eserleri tasnif eden ve günümüze çeviren
komisyonda görev almıştır.
İbrahim Hakkı Konyalı’nın Askerî Müzede Görev Alışı:
II. Dünya Savaşı sırasında Başbakanlık Arşivinde uzman olarak çalışan
İbrahim Hakkı Konyalı’dan Askeri Müzedeki eserlerin tasnifine katılması ve
üzerlerindeki yazıları okuması istenmiştir. Savaş sırasında İstanbul müzeleri ile
Askerî Müzedeki eserlerin önde gelenleri Niğde’de koruma altına alınmıştı. Savaş
sona erince diğer müzelerdekilerle birlikte Askerî Müzedeki eserlerde yeniden
İstanbul’a getirilmişti. Ancak Niğde’de korunan eski silahlardan bir kısmının
nemden etkilendiğini görmüştür. Bunlardan bazılarının özelliklerini yitirdiğini,
bundan böyle işe yaramayanların ortadan kaldırıldığını görerek isyan etmiştir. O
günleri şöyle dile getirmiştir:
“Daha önceden çürümeye başlayan kılıçları, miğferleri Marmara Denizi’nin
ortasına atmışlar. Denize dökülen malzemeler arasında Orhan Gazi’nin miğferini
buldum. Kayıtlarda Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında getirdiği
firavunun, Necmeddin Eyyubi’nin kılıçlarının da aynı şekilde denize atıldıklarını
öğrendim. İş bununla bitmedi bir sabah baktım ki, orada da evrakı balyalamışlar.
Nöbetçilerden bunların İzmit Kâğıt Fabrikasına gideceğini öğrendim. Hemen
ilgililere koştum. Bu faciayı nispeten önledim. İzmit Kâğıt Fabrikasına giden
evrakın bir kısmını geri getirebildim.”
Bu olayı basına yansıtınca da kendisinin Askerî Müzedeki görevi sona
erdirilmiştir.
İbrahim Hakkı Konyalı’nın İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğündeki görevi:
İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesinde
kurduğu Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesinin ardından yazma eserleri tasnif
17
Erdem Yücel, “Tarihçi ve Yazar İbrahim Hakkı Konyalı” Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul1976, S.1
(133), s.24-29.
112
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ederek yeni bir müze kurma çalışmalarına girişmişti18. “Tekke ve zaviyelerle
türbelerin seddine ve türbedarlıklarla bir takım unvanların men ve ilgasına dair”
677 sayılı kanunla dergâhlar kapatılmıştı. Bu kanunun ardından 16 Eylül 1925
günlü bir kararname çıkarılmış ve bununla tarih, sanat tarihi ve etnografya
yönünden değerli eşyaların müzelerde toplanacağı belirtilmiştir. Bu yasa ve
kararname uyarınca dergâh ve zaviyelerdeki eserlerin önemlilerinden büyük bir
bölümü müzelere götürülmüş, artakalanlarda Vakıf Teberrükat ambarlarında
koruma altına alınmıştır. İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğünün teberrükat eserleri
Şehzade Külliyesinin imareti ile Vatan Caddesi’ndeki Yavuz Sultan Selim
Medresesinde (Halıcılar Medresesi) korunmaya çalışılıyordu.
Aradan geçen uzun yıllar sonra Vakıflarda yeniden bir müze kurma
düşüncesi ortaya atılmış ve bunun öncülüğünü o günlerde Vakıflar Genel
Müdürlüğü mimarlarından A.Saim Ülgen ile Yılmaz Önge yapmışlardır.
İstanbul Vakıflar Başmüdürü İhsan Erzi’nin çabalarıyla burada bulunan
Kur’an, hilye, cüz, levha başta olmak üzere çeşitli yazma eserlerin bilimsel
kayıtlarının yapılması ve ardından da onların bir müzede teşhirine karar
verilmiştir. Ancak Vakıfların elemanları arasında bu işi başarabilecek kişilerin
olmayışından ötürü dışarıdan konunun uzmanlarınca bir komisyon kurulması
kararlaştırılmıştı. Sanat Tarihçileri Tülay Tunçel, Türkan Aydın’dan oluşan
komisyonun başına da İbrahim Hakkı Konyalı getirilmişti. Eski yazı
uzmanlarından Kemal Elker de zaman zaman onların çalışmalarına yardımcı
olmuştur. Yazı sanatı yönünden önemli olan teberrükat eserleri arasında sülüs,
nesih, tâlik yazılar, bazıları Osmanlı padişahlarına ait olmak üzere levhalar,
hilyeler, tuğralar bulunuyordu. Ayrıca çeşitli meşk örnekleri, mütenevvi yazılar
ile işleme yazılarda onları tamamlıyordu19.
İbrahim Hakkı Konyalı daha önce Türk İnşaat Müzesini gezerek son derece
olumlu bir yazıyı kaleme almıştı20. Onun Vakıflarda göreve başlamasında bu
yazının ne derece payı olduğunu tam bilemiyorsam dayine de olduğunu
sanıyorum. Yazma eserlerin tasnifinde büyük payı olmuştu. Ancak bir gün bir
18
19
20
Erdem Yücel, “Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi” Arkitekt, İstanbul 1967, S.327, s.117- ; Erdem
Yücel, “Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi, “Vakıflar Bülteni, İstanbul 1970, I,s.57-62; Erdem
Yücel, “İstanbul Vakıf Müzeleri”Türkiyemiz, İstanbul 1972, S.8, s.12-21.
Erdem Yücel,” Vakıf Üzerine ve Müzelik Eserleri” Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul 1980, S.6,
s.91-108.
İbrahim Hakkı Konyalı, “Vakıflar İdaresi yaptığı günahları af ettirecek bir müze kurdu” Bugün
Gazetesi (7 Ocak 1967).
113
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gazeteciye yüzüne taktığı maske ile poz vermiş; yılların tozu toprağından böyle
korunuyorum diye demeç vermişti. Bu yüzden yöneticilerle arası açılmış ve
tasnife ayrılan tahsisat sona erdi denilmiş o da ayrılmak zorunda kalmıştır. Kısa
bir süre sonra bugün Sultan II. Beyazıt Medresesinde olan “Türk Yazı Sanatları
Müzesi” ilk defa Vatan Caddesi’ndeki Yavuz Sultan Selim Medresesinde açılmış,
ne gariptir ki, Konyalı bu açılışa davet edilmemişti. Bunda geçimsizliğinin veya
çevresindekileri bilgi yönünden zayıf görmesinin payı olup olmadığını
bilemiyorum.
İbrahim Hakkı Konyalı’nın mezarının tahribi!
İbrahim Hakkı Konyalı’nın ortaya koyduğu eserler ile tarihe kazandırdığı
eserler saymakla tükenmez. Bunlardan birisi de Karacaahmet mezarlığında Şair
Nedim’in mezarını bulmasıdır. Prof.Fuat Köprülü’nün Şair Nedim ile ilgili bir
yazısında, mezar yerinden söz etmeyişi dikkatini çekmişti. Araştırmış, günlerce
Karacaahmet Mezarlığı’nda dolaşmış ve sonunda şairin mezarını bulmuştur.
Bununla da kalmayarak Şair Nedim’in mezarının yanındaki boş olan yeri de
kendisi için satın almıştır. Sonrada yakın dostlarına; “Bu benim için
mazhariyettir. Nedim’in ayakucunda yatmak benim kısmetim.” demiştir. Konyalı
ölmeden önce kendi mezarını yaptırarak üzerine kitabesini de koydurmuştur.
Ara sıra da kendi mezarını ziyaret ediyormuş. Bir gün bakmış ki, mezar taşının
yerinde yeller esiyor. Bunun üzerine Yeni Asya’daki köşe yazısında “Sonunda
bunu da yaptılar, mezar taşımı çaldılar!” başlığı altında üzüntüsünü dile
getirmişti.
Konyalı’nın mezar taşını kim kırıp götürmüştü? Üstat biraz geçimsiz mizaçlı
olduğundan kendisine karşı olanlardan veya çekiştiği kişilerden biri tarafından
yapıldığı dostları arasında söylenmiştir.
İbrahim Hakkı Konyalı her zaman tek dostunun kitapları olduğunu söylerdi.
On bin ciltlik kütüphanesi ve otuz bin eser fotoğrafının yanı sıra vesika
arşivinden söz ederdi. Ardından da eklerdi: “Kendimi ve ailemi daima bir kurşun
kalemimin asil kazancı ile geçindirdim.” Gün yüzüne çıkardığıtarihi eserleri ve
toplumu aydınlatan vesikalarıyla övünürdü. Ayrıca İstanbul’u semt semt, sokak
sokak dolaştığını abideleri gördüğünü, kitabelerini yazdığını, vakfiyelerini
bulduğundan her zaman söz ederdi. Bu şekilde topladığı notlarının 500 defteri
114
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
doldurduğunu da anlatırdı. Sonra da “Allah imkân ve kısmet ederse hepsini
neşredeceğim derdi.”21
İbrahim Hakkı Konyalı, Salacak’taki evinden Salacak Araba Vapuru
İskelesi’ne giderken kendisine bir araba çarpmış aylarca yatakta istirahat etmek
zorunda kalarak çalışmalarına ara vermişti. Konya Akşehir Kitabını yeniden
yazması kendisinden istenmiş ve bunun için gittiği Akşehir’de 20 Ağustos
1984’de ardında birçok eser bırakarak yaşama veda etmişti. Cenazesi İstanbul’a
getirilerek daha önce hazırlattığı Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa
verilmiştir22. Yaşamı boyunca topladığı eserleri, belgelerini Üsküdar’daki
Selimiye Kütüphanesi vakfetmiştir.
Kültür Bakanlığı kendisine Yüksek Hizmet Ödülü (1979), Konya Selçuk
Üniversitesi de fahri doktora unvanı vermiştir. (1981)
İBRAHİM HAKKI KONYALI’NIN ESERLERİ
Topkapı Sarayında Deri Üzerine Yapılmış Eski Haritalar, Zaman
Kütüphanesi (1936)
İstanbul Abideleri, Yedigün Yayınları 1937 (İmzasız)
Afrodit, İstanbul (1940)
Harun-el Reşid (1941)
İstanbul Sarayları (1942)
Ankara’da Karacabey Mamuresi(1943)
Eski ve İslami Paralar (1946)
Alaiyye (Alanya) Tarihi (1946)
Nasreddin Hoca’nın Şehri Akşehir Tarihi (1946)
Mimar Koca Sinan (1948)
Tevarih-i Selâtıyni’l Osmaniye Tercümesi (Osmanlı Sultanları Tarihi) (1949)
Azatlı Mimar Sinan, Sinan-ı Atik (1953)
Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi (1964)
Abideleri ve Kitabeleriyle Karaman Tarihi, Ermenek ve Mut Abideleri (1967)
Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Ereğlisi Tarihi (1970)
Abideleri ve Kitabeleriyle Koçhisar Tarihi (1971)
Abideleri ve Kitabeleriyle Kilis Tarihi (1972)
Abideleri ve Kitabeleriyle Niğde Aksaray Tarihi (1973)
Reşad Ekrem Koçu. “Atis İbrahim” mad. İstanbul Ansiklopedi Ansiklopedisi, İstanbul (tarihsiz),
C.3, s.1299-1300.
22 Erdem Yücel “Bir İbrahim Hakkı Konyalı Vardı” Ortadoğu Gazetesi (31 Ekim 1991)
21
115
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Abideleri ve Kitabeleriyle Manavgat Tarihi (1973)
Abideleri ve Kitabeleriyle Manavgat Tarihi (1973)
Üsküdar Tarihi I. (1976)
Üsküdar Tarihi II. (1977)
Ankara Camileri (1978)
İbrahim Hakkı Konyalı yayınlanmış eserleri dışında bazı kitaplarının
olduğunu söylemişti. Ancak bunların basılıp basılmadığı konusunda bütün
araştırmalarıma rağmen bir bilgi edinemedim. Bunların başında Hacı Cem, Tarih
Tetkikleri, Türk Bayrakları, Arap ve Fars kaynaklarında Türk Tarihi, Divani
Lüğat-it Türke göre Türk Coğrafya ve Tarihi, Eski Türk paraları. (Makrizinin EnNükürt-ül-İslâmiyen tercümesi), Topkapı Sarayında Türk tarihini aydınlatan
hükümdar mektupları ve vesikaları, Topkapı Sarayı’ndaki Mübarek Emanetlerin
sahteleri ve doğruları, Karamanlı Pir Mehmet Paşa geliyordu.
116
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ŞEHİRLERİN TARİHİNİ YAZAN ADAM
Mustafa ÖZDAMAR *
Bütün makaleleri su gibi okunma özelliği taşıyan merhum, daima kolay
anlaşılır berrak bir Türkçe kullanırdı.
Harem’in serin yamaçlarından sıcak Marmara’ya bakan Selimiye Camii
Hünkar Kasrı’ndaki İbrahim Hakkı Konyalı Kütübhanesi’ne giderseniz, orada ilk
göreceğiniz kalın ciltli eserleri şunlar olacaktır: Konya Tarihi, Konya Ereğli
Tarihi, Alanya Tarihi, Erzurum Tarihi, Karaman Tarihi, Kilis Tarihi, Kılıcın ve
Kabzalı Silahların Tarihi, Niğde Aksaray Tarihi, Şereflikoçhisar Tarihi, Üsküdar
Tarihi ve niceleri…
“Akşehir Tarihi”nin ikinci baskısını gerçekleştirmek üzere görüşmeler
yapmak için gittiği Akşehir’de, 20 Ağustos 1984 günü, Belediye Başkanının
makam odasında hayata gözlerini yuman, tarih yağmacılığının amansız takipçisi
gazeteci yazar İbrahim Hakkı Konyalı 1896’da Konya’da dünyaya geldi.
İlk orta ve yükseköğrenimini Konya’da yaptı. Birinci Dünya Savaşı’nın
başladığı yıllarda, devam etmekte olduğu Konya’daki Islah-ı Medaris-i İslamiyye
Üniversitesi kapanınca, İzmir’deki Amerikan Şimendifer Mektebi’ne kaydını
yaptırdı. Buradan mezun olduktan sonra Geyve ve Bozüyük istasyonlarında staj
yaptı. Batum Ruslardan alındıktan sonra, oraya istasyon şefi olarak tayin edildi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra memuriyetten ayrıldı ve gazeteciliğe başladı.
İlkin Konya’da Hakyolu mecmuası’nı çıkardı. Bilahare İntibah, Meşrik-i Hakikat
ve İleri gazetelerinde yazmaya başladı.
Cumhuriyetin ilanından sonra da Konya’dan ayrıldı, İstanbul’a yerleşti. İlk
denemelerinden son yazılarına kadar bütün makaleleri “su gibi okunur” bir
özellik taşıyan Konyalı, “konuşma dili” denilen kolay anlaşılır, berrak Türkçeyi
kullanırdı.
*
Araştırmacı-Yazar.
117
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
TARİH YAĞMACILIĞI
Birbirine ters değişik havzalardan geçen ırmak gibi akan 92 yıllık ömrünü,
basılmış ve basılmamış yüz civarında kitap ve binlerce makale ile süsledi.
Son yıllarında gözleri iyiden iyiye bozulduğu ve ancak büyüteçle
okuyabildiği halde, “hırs-ı pîri (yaşlılık hırsı)” tabir edilen taşkınlığa varan bir
coşkunlukla çalışmalarını sürdürdü. Kendisini ziyarete gelen “ilim aşıkları” ile
sohbetine “Ölmeye fırsat bulamıyorum.” sözleriyle başlardı. Ve yine kendine has
jest ve mimiklerle ayakta ise, elinden hiç düşürmediği bastonunu yere vurarak,
eğer oturuyorsa masa ya da koltuk kenarlarını yumruklayarak “Yoruldum
efendim, çok yoruldum ammaaa…” derdi. Rahmetli hocanın bu dört elif mikdarı
uzayan “ammaaaa…” ları pek meşhurdu.
Hele hele ilim yankesicileri olarak nitelediği sahte tarih yazarları söz konusu
olunca, bu tatlı taşkınlık daha da artar ve söz yumağının ucunu ölümle
ilmikleyerek:
“Tarih yağmacıları benim ölmemi bekliyorlar. Yağmalarına yağ sürmek ve
sahtekârlıklarını sürdürmek için benim ölmemi bekliyorlar ammaaaa… Ölmemi
bekliyorlar, ziraaaa… Ben ölünce, köpeksiz köyde değneksiz dolaşacaklar…”
der, hemen ardından hafif tonda bir kahkaha kopararak ve “hoh hoh”layarak
eklerdi: “Köpek de biz oluyoruz galiba efem!”
ROMANTİK BİR HAYAT
“Nev-i şahsına münhasır” tabirinin sanki kendisi için söylenilmiş hissini
uyandıran Konyalı, çok renkli, orijinal bir kişiliğe sahipti.
Mutlakiyet, Meşrutiyet, Cumhuriyet tarihleri boyunca üç padişah, son halife
ve yedi cumhurbaşkanı devirlerinin her türlü politik, ekonomik ve sosyal
çalkantılarını içine alan ve kendi tabiriyle “Hükümetler yapan, hükümetler yıkan,
roman”lık hayatından kısa kesitler vermeye çabaladığımız İbrahim Hakkı
Konyalı’yı yakından tanıma fırsatı bulanlar bilirler ki, o, son devrin büyük
tarihçilerinden biridir.
Pek çok kişinin çözemediği tarihi kitabeleri –Arapça, Farsça ve Osmanlıcayı
çok iyi bilmesi sebebiyle- bütün yönleriyle deşifre eden usta bir kitabeci ve iyi bir
müsekkekâtçı (eski paralar uzmanı) idi.
118
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Türkiye’nin bir çok yerinde özellikle de İstanbul’da ayakta kalan tarihi
dokunun korunmasında onun büyük emeği vardır. Pek çok il ve ilçemizin
tarihini yazarak, atalarımızın bıraktığı zengin kültür mirasının gelecek nesillere
ulaşması için payına düşeni yapmıştır.
Harem’in serin yamaçlarından sıcak Marmara’yı seyreden, yüreğinde
gizlediği “inkılab” ateşiyle belki farkında olmadan şaşkın yeniçerinin hançerini
bileyen şair, bestekâr, sanatkâr Padişah Üçüncü Selim’in iç dünyası kadar zarif ve
aydınlık, cıvıl cıvıl bir mekânda (Üsküdar Selimiye Camii Hünkâr Kasrı’nda)
hizmet veren İ. H. Konyalı Vakıf Kütüphane ve Arşivi, onun, ilkin kendi şahsi
kütüphane ve arşivini bağışlamak suretiyle kurduğu bir ilim ve irfan yuvasıdır.
İstanbul’daki Askerî Müze ve Mehter de onun kurduğu müesseseler
arasındadır.
Konyalı’nın şiir ve edebiyata karşı fazla ilgisi yoktu. Tarihçiliği ağır
basıyordu.
Ancak iyi şiiri sever ve bu konuda hep şunu söylerdi:
“Şiir yazmak için hep çocuk kalmak lâzım. Yahya Kemal Bey (Beyatlı) ömrü
boyunca hep çocuk kalabilmek için iyi şiirler yazmıştır.”
Ülkemizin iki yakasını bir araya getirmeyen atalet ve tembellikler karşısında
sık sık şu iki mısrayı tekrar ederdi:
Bî şuur olmuşuz ol mertebe buhrandan kim,
Yâr teklif-i visâl eylese zahmet bilüriz!
Sözün kısası, bir asrı eteğinden yakalayan ömrü boyunca, İbrahim Hakkı
Konyalı, sayısız ibret verici hadiseye şahit oldu.
MÜSTEAR İMZALARI
Medenileşmeyi maziyi karalamakta, ecdâdın bugüne emanet ettiği kültür
mirasını ortadan kaldırmakta gören zihniyetin akıl almaz teşebbüslerini yakından
müşahede etti. Ama bu teşebbüsler karşısında seyirci kalmadı. Tarihi
kıymetlerimizi yağmalamak ve tahrip etmek isteyenlerle yılmadan mücadele etti.
Bu mücadele içinde, kendi imzasını taşıyan kitaplar dışında, Amber Reisoğlu,
Ayhan Atis, Ayhan Nalbantoğlu, Nalbantzade İbrahim Hakkı, İbrahim Atis,
Derviş Karamanoğlu, Hakkı Arayan, İbrahim Cimcoz, İbrahim Hakkı, İ. Atis,
Ömer Ataoğlu, Mediha Atis ve Vak’anüvis olmak üzere onüç ayrı müstear imza
119
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ile muhtelif gazete ve dergilerde yayınlanan ve her biri ayrı bir risale mahiyetini
taşıyan binlerce yazı kaleme aldı.
Kendi çıkardığı Tarih Hazinesi mecmuası gerçekten de bir tarih hazinesidir.
ÇOK DUYARLI BİR İNSAN
Konyalı’yı yakından tanıyanlar iyi bilirler ki rahmetli Hoca’nın -belki yaşı
belki yaratılıştan gelen keskin mizacı icabı- huysuzluğa varan aşırı hassaslığı
vardı. Doğrusu bu durum kendisiyle yakın ilişkisi bulunanlar için epey zor
olurdu ama, ona da yakışırdı.
Her konuda titiz olan Hoca, sağlığında iken Karacaahmet’de yaptırdığı kabri
konusunda da titizlik gösterir ve zaman zaman Kütüphane müstahdemini yanına
alarak mezarının üstünü ve çevresini temizletirdi.
“Ben pis mezarda yatmam efem.” der, ölüm ve öte dünya ile ilgili yorumsuz
teslimiyetini şöyle dile getirirdi:
“Efendim, rahmetli anneciğim derdi ki: ‘Üç gün yatak dördüncü gün
toprak…’ Ben de bunu istiyorum Cenab-ı Hak’tan. El ayak muhtacı kalmadan,
ona buna yük olmadan, üç gün yatak, dördüncü gün toprakta olmak istiyorum!
Ben hayrımı hasenatımı yaptım. Fatiha’dan başka bir şey beklemiyorum.
Ölmekten korkmuyorum. Kabre girip de toprağa uzanınca, sanki bir asırlık
yorgunluktan kurtulup dinlenecekmişim gibime geliyor. Cenab-ı Hakk’ın
rahmetine ve Hazreti Paygamberin şefaatine güveniyorum.”
Son günlerinde, yazdırdığı mektupları hep şu cümlelerle biterdi:
“Doksan iki yaşındayım. Rahmet-i Rahman denizinin kenarındayım.
Kandilde yağ bitmek üzere!”
KOLTUĞA OTURDU VE…
Kandildeki yağ gerçekten de bitmek üzereydi ve onu ancak, Kütüphane
çalışanlarıyla helalleşerek çıktığı son Konya yolculuğunda, Akşehir Belediye
Başkanının makam odasına kadar götürebildi. Ve orada bitti.
Konyalı’nın temennilerine uygun düşen ilgi çekici ölümünü eşi Şefika
Konyalı’dan dinledik:
“Buradan (İstanbul’dan) gittik. Önceden bizim için ayrılan otel odamıza
indik. İstirahatimizi yaptık. Ertesi sabah kalktık. İbrahim Bey traşını oldu,
120
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
temizliğini yaptı, üstünü başını giydi, kuşandı. Kahvaltımızı yaptık. Az sonra,
Belediye Reisi bizi aldırmak için makam arabasını göndermiş, araba geldi. Ben
biraz keyifsizdim. İbrahim Bey’e, ‘Sen git, ben biraz istirahat edeyim dedim.’
dedim. O gitti. Arslanlar gibiydi, hasta falan değildi...”
Olayın bundan sonrasını, o zamanki Akşehir Belediye Başkanı anlatıyor:
“Hoca geldi, gayet keyifliydi, bize iltifatlar etti. Ben elini öptüm, o da bizim
yanaklarımızdan öptü. Koltuğa buyur ettim. Oturdu, sırtını ardına yasladı.
Yorgunluk ifadesi olsa gerek, hafif bir ‘Aaaah’ veya ‘oooh’ çekti ve rengi uçuverdi.
Ben, bayıldı sandım. Görevli arkadaşları çağırdım. Geldiler baktılar, ‘Ölmüş
efendim.’ dediler, ‘Sizlere ömür.’ İnanın, inanamadım.”
KALEME ALDIĞI SON YAZI VE SİNAN KİTABI
Asırlık ömrü yazmak, yazmak hep yazmakla geçen İbrahim Hakkı
Konyalı’nın en son kaleme aldığı yazı ve kitap neydi?
1984 yılında, Devlet Başkanı Kenan Evren’in Suudi Arabistan’a gittiği
günlerdi. Süleymaniye Kütüphanesi’nden İ. Hakkı Konyalı’ya çok önemli bir
belgenin fotokopisi geldi.
Bu belge Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar seferine çıkmadan önce bizzat
kendi el yazısıyla kaleme aldığı vasiyetnamesiydi.
Kenan Evren Suudi Arabistan’a gidince İbrahim Hakkı Konyalı şu yazıyı
kaleme aldı:
“(…) Bu ziyaret bana Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar seferinden
evvel yaptığı vasiyetnamesini hatırlattı.
(…) Kanuni Sultan Süleyman 972 yılı Şevval ayının dokuzunda Zigetvar
seferine çıkarken, Hazine-i Hümayun’u gezmiş ve orada bulunan kendi eliyle
yazdığı iki bazubend ile bir mücevher sandığı Cidde’ye su getirilmek üzre
vakfettiğini söylüyor. Bunların değeri ile satılmasını vasiyet ediyor.
(…) Mimar Sinan’ın Nakkaş Sai’ye dikte ettirdiği eserleri arasında Cidde
su yollarına rastlamıyoruz amma, Sinan’ın Hicaz’da yaptığı başka eserler
vardır.
Sinan, su yolu, çeşme, şadırvan ve sebil gibi şeyleri küçük eserler saydığı
için bunları listesine sokmamıştır.
Allah bana Cidde’yi inceleme imkânını bahşetmedi. Ölüm denizinin
kenarındayım. İstesem de Cidde’ye gidemem. Araştırıcılara bu değerli işi
121
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yapmalarını tavsiye ediyorum. Buraya vasiyetnamenin resmini ve Latin
harflerine çevrilmiş suretini koyuyorum.”
El Yazısı ile Düşülen Osmanlıca Not
İbrahim Hakkı Konyalı’nın üzerinde çalıştığı son mevzu, Kanuni Sultan
Süleyman Han’ın vasiyet idi. Merhum, incelediği vasiyetin altına, kendi el
yazısıyla Osmanlıca olarak “Kanuni Sultan Süleyman Hazretlerinin, Zigetvar
seferine giderken yazıp Topkapı Sarayı Hazine-i Humâyunu’na bıraktığı
vasiyetnâme. Tarihi, hicrî 972” notunu düşmüş.
VASİYETNAME METNİ
Konyalı’nın sözünü ettiği vasiyetname metni şu:
“Vasiyetnâme-i merhum Sultan Süleyman Han aleyhi-r rahmeh.
Sene 972
Mah-i Şevval’inün dokuzunda Zigetvar seferine azimet buyurduklarında,
Hazine-i Ma’murede dest-i hattıyla kodukları Vasiyetnâme-i Humayun sûretidir:
122
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Benim candan çok sevgülü iki gözüm nuru Selim Hanum, bu iki bazubendi ve
cevherî al sanduğu vakf eylemişümdür, iki cihan fahri Muhammed Mustafa’nın
ruhuna sana vasıyet iderem, bunları satub Cidde-i Ma’mure’ye su getürdesin,
oğulluk idüp bu vasıyeti yerine getüresüz, cümle Ağalar ki Saraydadır ve cümle
Oda Oğlanları şahiddir, sen benim yazum bilürsin, bu eshab Fahr-i Alemindir,
benüm değildür, göreyin nice yerine korsız, dünya kimseye pâyidar değildür,
ümiddür ki bahasıyla satasız; Hak Teâlâ bu seferi mübarek idüb gönül
hoşluğuyla gelmek müyesser ide, Habibi hürmetine, aleyhisselâm”
Yayına hazırladığı en son eser “Mimar Sinan’ın İstanbul’da yaptığı eserler”
adını taşıyordu.
Konyalı bu eserin yayın haklarını ölümünden bir sene önce -1983’lerdeMimar Sinan Üniversitesi’ne vermişti.
123
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
124
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İBRAHİM HAKKI KONYALI İLE BİR RÖPORTAJ
Nurullah TABAKÇI*
1982 yılında, o zaman henüz bir lise öğrencisi olan Nurullah TABAKCI'nın,
okul duvar gazetesi Meş'ale için, üstad İbrahim Hakkı Konyalı ile yaptığı ve hiç
yayınlanmamış olan mülâkatı sunuyoruz.
MEŞ'ALE: - Efendim, ben okulumuzun Kültür ve Edebiyat Kolu'nu temsilen
geliyorum. Şayet müsaade buyurursanız, okul gazetemiz için sizinle bir röportaj
yapmak istiyorum.
İ.H.KONYALI: - Hay hay efendi oğlum, ben hazırım, buyurun!
MEŞ'ALE: - Önce bize hayatınızı anlatır mısınız?
İ. H. KONYALI: - Tabi, anlatmaya çalışayım. Rumi 1312 senesinde Konya'da
doğdum. Bugün bu hesapla 86 yaşımdayım. Mevlâna Celâleddin-i Rûmi
Hazretleri'nin torunlarındanım. Pederim Konya'nın bilinen âlimlerinden Mustafa
Efendi, vâlidem ise İbrahim Ağa'nın kerimesi Hatice Hanım'dır. İlk ve orta
tahsilden sonra, Konya'da madde ve mânâ ilmini beraberce mükemmelen
öğretmek gayesiyle kurulan ve eski dejenere medresenin amansız düşmanı olan
"lslâh-ı Medâris-i İslâmiyye" adlı İslâm dârülfünûnunun ilk talebe ve ilk
hocalarından oldum. Burası I. Cihan Harbi esnasında, son şeyhülislâmlardan
Ürgüplü Hayri Efendi zamanında kapatıldı.
MEŞ'ALE: - Bu İslâm üniversitesinden biraz daha bahsedebilir misiniz
efendim?
İ. H. KONYALI: - "lslâh-ı Medâris-i İslâmiyye", o zamanın şartlarında
benzersiz denebilecek evsafta talim ve terbiye veren, mükemmel bir ilim
müessesesi idi. Bu muazzam projenin gâyeleri arasında Japonya'da İslâm'ı
neşretmek dahi vardı. Hatta bunun için ben de Japoncaya başlamıştım.
*
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi Ögretim Üyesi.
125
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Burada, bir hatıramı anlatayım: Sınıf birincisi idim; derslerime pek sıkı bir
tarzda çalışıyordum. İmtihan zamanında İstanbul'dan bazı mühim zevât, imtihanlara da girmek gayesiyle- okulumuzu ziyaret ettiler. O zamanki Osmanlı
Meclis-i Mebusânı'nda Konya mebusu olan ve daha sonra Âyân Meclisi (Senato)
âzâlığı da yapan Zeynelâbidin Efendi, kardeşi Ziya Efendi, sonradan şeyhülislâm
olan Tokat mebusu meşhur Mustafa Sabri Efendi, Konya mebusu Elmalılı Küçük
Hamdi Efendi, Ereğli mebusu Salim Efendi, Konya Mevlana Dergâhı'nın Çelebi'si
ve isimlerini hatırlayamadığım bir çok zevâtın huzurunda yapılan sözlü
imtihanda sıra bana geldi.
Yalnız burada bir mevzuyu tavzih etmek isterim. Biz Arapça için, kadîm
medrese usulünü (Emsile, Bina, Avâmil, Maksud, İzhar, Izzî, vs.) takip etmezdik.
Tatbik ettiğimiz Metode Berliten ile, bir sene içinde mükemmelen Arapça
öğrenilirdi. Burada, ismini hala unutmadığım değerli Arapça hocamız Ömer
Lütfü Ezherî Beyefendi için Cenab-ı Hakk'dan rahmet niyaz ederim. Her neyse,
imtihanda biz gencecik talebeler olarak, yaşlı-başlı âlimlere karşı rahatlıkla
Arapça konuşarak cevap vermeye başladık. Hepsi hayretler içinde kaldılar ve
hararetle beni tebrik ettiler. Bu sırada, imtihan boyunca hiçbir şey söylemeden
oturan Mustafa Sabri Efendi birden kalktı, tahtaya bir ibare yazdı ve bunu
tercüme etmemi istedi. Hatırladığım kadarıyla şöyle bir şey idi.
ارضهم في مت د ما ارضهم و دارهم في مت د ما دارهم
MEŞ'ALE: - Doğrusu karışık ve zor bir ibare, tercüme edebildiniz mi acaba?
İ. H. KONYALI: - Elhamdülillah tereddütsüz, hemen tercüme ettim:
“Topraklarında bulunduğun kimseleri, orada bulunduğun süre boyunca, hep razı
et, gönüllerini al, gücendirme. Evinde bulunduğun kişilere karşı da orada
bulunduğun müddetçe mülayim davran, müdara ve mümaşat ile hareket et,
onları idare et". "Dar" ve "arz" kelimelerinin, biri isim diğeri emir manasında iki
defa geçmesinden dolayı ilk anda pek çok kişiyi tereddütte bırakabilecek zor bir
ibareydi. Bunun üzerine Mustafa Sabri Efendi geldi, beni tebrik etti ve alnımdan
öptü.
Bu ulemâ, o günden sonra bana o kadar alâka gösterdiler ki, bir ara ben
Meram Bağlarında ders çalışırken, hep beraber faytonlarla beni görmeye dahi
geldiler. Mustafa Sabri Efendi daha sonra, tahsil ve terbiye ile bu mevzularda
bizim uyguladığımız metod hakkında bir de konferans verdi. Şehrimizden
ayrılırken Mustafa Sabri Efendi bana "Gelecek sene ben de oğlumu sizin yanınıza
göndereceğim. Alâkadar olmanızı rica ederim" dedi. Teşvik için söylüyor
126
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
zannettim. Fakat ertesi sene başında bir de baktım ki Zeynelâbidin ve Sabir
Efendilerle birlikte oğlu İbrahim'i göndermiş. "Senin yanına vereceğiz" dediler;
tabi derslerime mani olur diye önce reddettim. Ben o kadar çok çalışıyordum ki,
geceleri ders çalıştığım ışığım görülmesin diye odamın umumi avluya açılan
penceresini keçeyle kapıyordum. Fakat çok ısrar ettiler; böylece daha talebe iken,
ilk defa hocalığa başladık. Şimdi dünyanın çeşitli yerlerinde pek çok talebem
vardır. Pek çok profesör, vali, vs. den şu anda aklıma gelenler Konyalı Prof. Faruk
Perek, şimdi Medine'de olan Osman Sâatî Bey ve başkaları...
Maalesef biz resmi bir diploma alamadan okulumuz kapatıldı. Bir müddet
dedemin yaptırmış olduğu camide imamlık yaptım. Bu sırada 1. Cihan Harbi
başlamıştı. 16 yaşından itibaren askere alıyorlardı. Hocalarımız: "İhtiyat zabiti
(yedek subay) olmayın, er olun." diyerek tehlikeden kaçmamızı öğütlüyordu.
İmtihanına girip kazandığım Jandarma Zâbit Mektebi'ne gitmemi babam
istemedi, "Jandarma olup da ne olacak; illa gideceksen cepheye git de, ya gazi ol
ya şehid." dedi.
O günlerde, İzmir Amerikan Koleji'nin şimendiferci talebe aradığını duydum.
Bin civarı kişinin katıldığı giriş imtihanında birinci oldum ve tahsile başladım.
Orada da İttihat ve Terakki mümessili Celâl Paşa, akrabasından Süleyman adında
bir çocuğu yanıma verdi. Burayı da birincilikle bitirdim. Bir müddet Almanların
yanında staj yaptıktan sonra şimendiferci olarak işe başladım. Savaşta önce
Gence'ye ve daha sonra Batum zapt edildiğinde Gürcistan'a en önde
girenlerdendim. Bir müddet de Şeyhülislâmlık Ders Vekaletinde halîfelik
(katiplik) yaptım. İstiklâl Savaşı'nda yine şimendiferci olarak Anadolu'ya geçtim,
Eskişehir'e gittim. Bu sıralarda yetişmiş o kadar az adamımız vardı ki, AnadoluBağdat demiryolunu teftişe, bir Ermeni ve bir Rum memurla gitmiştim. Daha
sonra şimendiferciliği bıraktım ve kendimi tamamen ilmi çalışmalara verdim.
Uzun müddet Vakıflarda çalıştım. Bu arada yeniden Askeri Müze'nin, Mehter
Takımı'nın ve Vatan Caddesi'ndeki Yazı Sanatları Müzesi'nin kurulmasını
sağladım.
MEŞ'ALE: - Efendim, biraz da gazetecilik ve yazarlık hayatınızdan bahseder
misiniz?
İ. H. KONYALI: - Önce Konya'da Hak Yolu'nu yayınladım. İntibah
gazetesinin başyazarlığında bulundum. İstanbul'da ilk defa Son Posta'da olmak
üzere Tan, Vatan gibi bir çok mecmua ve gazetelerde çalıştım. "Tarih Mecmuası",
"Dernek" ve "Tarih Hazinesi" mecmualarını yayınladım. Gazeteci Şeref Kartım
127
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
vardır. Binlerce yazı ve makalem, yüzden fazla kitabım basıldı. Birkaç kitabım da
baskıya hazır vaziyettedir.
MEŞ'ALE: - Muhterem hocam. Siz bilhassa Vakıflara bağlı ecdad yâdigârı
cami, medrese, vesair binalar ile bunların sanat ve tarih açısından değeri üzerine
yazdığınız eserlerle meşhursunuz. Bu mevzuda da biraz malumat lütfeder
misiniz?
İ. H. KONYALI: - İşte bu pek mühim bir husustur evladım. Müslümanları
azîz eden de, hakîr ve zelîl eden de iki müessesedir: Vakıflar ve medrese.
Medreselerden tarih, coğrafya ve fen dersleri kaldırılmıştır. Biz, İttihat ve Terakki
iktidarı zamanında Meşihat makamından, "-Medreselerde Tarih, Coğrafya
okunabilir mi?" diye istenen fetvaya müsbet cevap alınınca, Konya'da, (evvelce
bahsetmiş olduğum mektebimizde) bu dersleri okumaya başlamıştık. Mevcut
medreseler ise Tarih, Coğrafya ve bütün Fen derslerini kadrosundan çıkartmış,
sadece Emsile, Bina, Avâmil gibi Sarf ve Nahiv kitapları ile Fıkıh ve Mantık
okutmakla iktifa ediyordu. Halbuki daha eskiden medreselerde, hem dinî ve
dindışı sahalarda ilmi kitaplar okunur, hem de sosyal hayata ve harbe ait spor
nevinden çalışmalarla bilgi edinilirdi. O zamanın medreselerinden pek değerli
adamlar yetişirdi. Mesela Fatih'in sadrazamlarından Konyalı ve Mevlâna
torunlarından Nişancı Mehmet Paşa, Mahmut Paşa Medresesi'nden yetişmiştir.
Diğer pek çok devlet adamı ve kumandan da öyle. Eski medreseler birer ilim
yuvası olmakla beraber, aynı zamanda birer spor kulübü idiler. Cuma günleri,
Konya'da, Alâeddin Tepesi'nin, medrese mollalarının kılıç-kalkan, cirit, ok, güreş
talim alanı haline geldiğini büyüklerimizden dinlerdik. Bunun en son devirlerine
bizde yetişmiş sayılırız; orada birkaç kez spor yaptık, hem de başımızda sarıklar
ile...
Evkaf'a gelince; bu mevzu maalesef tarihimizin en büyük felaketlerinden
biridir. Asırların getirdiği muazzam bir ecdat mirası, kadirnâşinâslıkla çarçur
edilmiştir. Fikir edinebilmeniz için meslek hayatım boyunca karşılaştığım feci
vak'alardan birkaçını nakledeyim.
Efendim, Ayasofya Camisi'nin Mimar Sinan yapısı olan sağdaki minaresinin
altı Evkaf tarafından, hem de resmî tapu ile, Şekerci Ali adında bir adama
satılmış; o da burayı odun deposu olarak kullanıyordu. Neşriyatım üzerine geri
alındı.
Yine başka bir hadise; Kaliçeci Hasan Ağa Camisi Evkaf tarafından birisine
satılmış. Alan adam bir müezzin; ama orayı bir ayakkabı deposu yapmış. Üzerine
128
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
koskoca bir de levha asmış. "Kurtuluş Ayakkabıcısı" diye upuzun bir levha,
boydan boya... Uzun çalışmalar sonunda burayı da kurtardık ve tekrar cami oldu.
Üsküdar'daki Şemsi Paşa Camisi'ni de ben kurtardım ve tamir ettirdim.
Caminin hali haraptı, Vakıflar tarafından gözden çıkarılmış ve arsa olarak satılığa
çıkarılmıştı. Benzeri binlerce cami, mescit ve medresede olduğu gibi, alan adam
yıkıp yerine bir apartman konduracaktı. Caminin zaten bir kısmı çökmüş,
kurşunları, halıları çalınmıştı. Minaresi küpüne kadar yıkılmış, medrese kısmının
da kubbeleri çökmüş ve ahır olarak kullanılmıştı. Harap caminin mihrabına ise
birisi büyük abdestini yapmış ve üst duvardaki nefis çini yazılardan düşmüş
parçalar ile (... عليها دخل كلماayetinin parçaları ile) de taharetlenmişti. Bunun üzerine
Tan gazetesinde 7 Nisan 1938'de bir yazı neşrettim. O sırada birinci cumhurreisi
Dolmabahçe Sarayı'nda idi. Okumuş; derhal emir verdi; cami ve medrese tamir
edildi, minare de tekrar yapıldı.
Diğer bir misal; Süleymaniye Camisi'nin garb kapısının karşısındaki
medreselerin altında, cadde üzerinde bir dükkan, Evkaf tarafından bir Hıristiyan
vatandaşa satılmış. Bu adam ise dükkanı almakla iktifa etmemiş; üst kattaki
metruk medrese hücresine de tavandan bir delik açmış ve burayı da dükkanına
dahil etmiş. Sonra da burayı olduğu gibi Patrikhane'ye vakfetmiş. Düşünün,
Süleymaniye gibi bir İslâm külliyesinin ortasında bir Patrikhane vakfı... Neyse ki
gazetelerdeki şiddetli yazılarım üzerine Evkaf tekrar aldı.
Aynen böyle, Nurosmaniye Kütüphanesi'nin altındaki vakıf dükkanlar da
Hıristiyanlar tarafından satın alınmış idi. Velhasıl, bunun gibi pek çok hadise
vardır. Bütün bu kıymetli, tarih yâdigârı vakıf eserlerimiz, böylece satılmış,
yıkılmış veya bu türlü zararlara maruz kalmıştır. Mes'ullerin tarih şuuruna sahip
olmaması ve bîgâneliği dışında, bunun bir sebebi de vakıf eserlerinin muazzam
bir yekun tutan gelirlerine el konulmasıdır. Vakfiyesinde münhasıran kendisi için
kullanılmaya tahsis edilmiş, değeri milyarlar değil trilyonlarla ölçülebilen
gelirlere sahip olan bir Süleymaniye Camii, bugün düşen bir taşını tamir
ettirebilmek için devlete el açmaktadır.
MEŞ'ALE: - Günümüz gençliğinin genellikle habersiz olduğu bu konularda
verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Bir de sizin kitaplarınızı vakfettiğiniz
bir kütüphaneniz var. Bundan da biraz bahseder misiniz?
İ. H. KONYALI: - Memnuniyetle; Türk-İslâm kültür ve medeniyetine
hasrettiğim ömrüm boyunca topladığım kitaplarımı ve arşivimi, milletimin
faydalanması için vakfettim. Kütüphanemde kitap ve arşiv vesikası olarak 26.000
129
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kadar eser ve belge vardır. Eşi bulunmayan vesikalar mevcuttur. Müteaddit el
yazması eser, 1.500 tane ferman, berat ve vakfiye ile Kilis'ten aldığım ceylan derisi
üzerine yazılmış iki Tevrat nüshası bunlar arasında sayılabilir.
Burada iki Kur'an-ı Kerim vardır ki, bunları Mimar Sinan'ın metruk kalmış
bazı eserlerini araştırırken bulmuştum. Bir gün, Sinan'ın yaptığı Eyüp'teki
Sokullu Mehmet Paşa türbesine girdim; içerisi perişan bir halde idi. Türbeye su
girmiş, rahleler, Kur'an’lar ve halı parçaları suların üzerinde yüzmüş. Daha sonra
su çekilmiş ve kurumuş; her tarafı çamur kaplamıştı. Ortada yerde rahle, halı,
tahta, kumaş parçaları arasında, çamurla kaplı büyücek bir nesne gördüm. Ne
olduğunu merak ettim. "Acaba bu taş mıdır, nedir?" diyerek ayağımın ucuyla
ittim. Bir de ne göreyim; bir Kur'an-ı Kerim imiş. Türbeye dolan suların üzerinde
yüzdükten sonra sular çekilince çamurların altında kalmış. Biraz ilerideki Ferhat
Paşa türbesinde de böyle eski ve değerli bir Kur'an-ı Kerim buldum. Yer yer
çürümüş ve kopmuştu. Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Muammer Bey'den,
oradaki kitap tamir atölyesinde bunların temizlenip tamir edilmesini rica ettim.
Kendisi, sağ olsun, arzumu yerine getirdikten sonra, bunların manevi yönlerinin
yanında maddi yönden de büyük bir değere sahip olduklarını söyledi.
Bu arada, yeri geldi ilave edeyim; Pîrî Reis'in şimdi Topkapı Sarayı'nda olan
ceylan derisi üzerine yapılmış dünyaca meşhur Amerika haritasını da yine böyle
çöplükler arasında bulmuş ve neşretmiştim.
Velhasıl, kabahatimiz büyük; "Bî şuur olmuşuz ol mertebe buhrandan kim,
Yâr teklîf-i visâl eylese zahmet bilürüz" beytinin mefhumunca, elimizin altındaki
büyük kıymetlere, hep böyle bîgâne davranmışız.
Bu dünyaya adım atmak ve bütün bu kıymetli eserlerden istifade etmek
isteyen arkadaşlarımızı, kütüphaneme davet etmek isterim. Üsküdar'da Selimiye
Camisi bitişiğindeki Hünkar Kasrı'ndadır. Buranın genç nesilce sık sık ziyaret
edilmesi, en büyük temennimdir.
MEŞ'ALE: - Verdiğiniz bu kıymetli malumattan dolayı, bütün arkadaşlarımız
adına size teşekkür ederiz. Son olarak bize neler söylemek istersiniz?
İ. H. KONYALI: - Çocuklar, laiklik Hıristiyan engizisyonundan doğmuştur.
Halbuki dinle dünya etle tırnak gibidir, ayrılmaz. Burada ne ekilirse orada o
biçilir. Biz müslüman olursak -tam manasıyla tabi- hem kendimizi hem de bütün
cihanı kurtarırız. Zaten bütün dünya, halen bir buhran geçiriyor. Eskiden buhran
zamanında Allah-u Teâla yeni bir nebi gönderirdi. Ama bundan sonra
peygamber gelmeyecek. Onun için Kur'an-ı Kerim, kıyamete kadar
130
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
rehberimizdir. Onun ahkâmına uydukça, tam manasıyla kurtuluşa erebilir ve o
eski ihtişamlı günlerimize kavuşabiliriz.
Bütün dünyanın gözü bizde, bizim gözümüz de sizin gibi münevver ve genç
nesildedir. Esas temele sadık kalmak şartıyla, asrın ihtiyaçlarına cevap verecek
tarzda kendimizi hazırlamalıyız. Meşhur bir söz vardır:
االزمان بتغير االحكام تتغير
"Zamanın değişmesiyle hükümler değişir."
Bu arada şunu da unutmayın. Ben bazı çalışmalarımla meşhur olunca, birinci
cumhurreisi mebusluk ve bakanlık teklif etti. Fakat ben hemen reddettim. Çünkü
biliyordum ki;
" سوزان اتش صلطان قربSultana yakınlık, yakıcı bir ateştir."
Sizin de millî kültür davası için yapacağınız hizmette, her türlü menfaat,
makam, servet vs. kaygısı ve hırsını bir tarafa bırakmanız gerekir. Bütün ümitler
sizdedir. Bizi yalancı çıkarmayın.
MEŞ'ALE: - Bu faydalı mülakatta bize çok yardımcı oldunuz. Vakit
ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
İ. H. KONYALI: - Ben de teşekkür ederim evladım.
131
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
132
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İBRAHİM HAKKI KONYALI (1896 - 1984)
Yaşar SEMİZ*
Giriş
Konya'da doğdu. Babası Nalbantzâde Mustafa Efendi'dir. İlköğrenimini
Konya'da Rüşdiyye-i Füyûzât-ı Hamîdiyye'de gördü. Daha sonra Bekir Sami
Paşa Medresesi'nin yerine yapılmış olan Islâh-ı Medâris-i İslâmiyye'ye devam
etti. Burada Arapça öğrendi. I. Dünya Savaşı yıllarında açılan Şimendifer
Mektebi'ni bitirdi.
İlk devlet görevi Batum'da istasyon müdürlüğüdür.
Ardından Konya Sanayi Mektebi'nde Türkçe öğretmenliği, İstanbul Meşihat
Dairesi'nde ders vekâleti halifeliği, Başbakanlık Arşivi, Askerî Müze ve
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde uzmanlık yaptı. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'nin kuruluşunda büyük payı oldu.
İbrahim Hakkı Konyalı yazı hayatına Konya'da Maşrık-i İrfan gazetesinde
başladı. Babalık gazetesinde yazılarını sürdürdü. Bu arada Hak Yolu isimli
dergiyi yayımladı. Ancak altı sayı çıkarabildi. İntibah'ta başyazarlık yaptı.
Mütareke yıllarında Tercümân-ı Hakikat’te daha çok tarihî konuları ele alan
makaleler yazdı. İstanbul'a geldiği yıllarda Zekeriya Sertel, Halil Lütfi Dördüncü,
Selim Ragıp Emeç ve Ali Ekrem Uşaklıgil'in çıkardığı Son Posta'da çalıştı.
Gazetenin kapatılması üzerine Tan gazetesinde yazmaya başladı. Daha sonraki
yıllarda Vatan, Yeni Sabah, Hergün, Bugün, Yeni İstanbul, İstiklâl ve Yeni
Asya gazetelerinde, Foto Magazin, 7 Gün, Örnek, Tarih Dünyası, Tarih
Konuşuyor, Vakıflar Dergisi, Vakıflar Bülteni ve Türk Yurdu dergilerinde
çeşitli yazılar kaleme aldı. Niyazi Ahmet Banoğlu ile birlikte Tarih Dünyası
Dergisi'ni çıkardı. Onunla aralarının açılması üzerine Tarih Hazinesi isimli bir
dergi yayımladı. Bazı yazılarında gerçek soyadı olan Atis'i kullandığı da
olmuştur.
Konyalı’nın en önemli hizmetlerinden biri, Bulgaristan'a satılan Osmanlı
arşiv belgeleriyle ilgili ilk haberi Son Posta gazetesinde yazarak (13 Mayıs 1931)
*
Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO.
[email protected]
133
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
durumdan kamuoyunu haberdar etmesi ve ardından bu evrakın bir kısmının geri
alınmasını sağlamasıdır. Bu konuda Açık Söz gazetesinde 1936 yılında bir seri
yazı kaleme almıştır.
İbrahim Hakkı Konyalı, 1979 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Yüksek
Hizmet ödülü ile ödüllendirildi. 1981 yılında da Selçuk Üniversitesi tarafından
fahrî doktorluk unvanı verildi.
20 Ağustos 1984 tarihinde Konya Akşehir'de vefat etti, cenazesi İstanbul'a
getirilerek 21 Ağustos'ta Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.
Çok sayıda yayımlanmış eseri bulunan Konyalı, zaman zaman da
mahkemelerde bilirkişi olarak göreve davet edildi. Bilirkişilik yaptığı davalardan
birisi de Fransız yazar Pierre Louys'in (1870-1925) eski İskenderiye'deki saray
gözdelerinin yaşamını tasvir eden Afrodit (1896) adlı romanın Malatya
milletvekili Nasuhi Baydar tarafından Türkçeye çevrilmesi ile ilgili idi. Roman
bazı kimseler tarafından müstehcen bulunmuş ve konu mahkemeye intikal
etmişti. Mahkeme bilirkişi olarak İbrahim Hakkı Konyalı’nın görüşlerine
başvurmayı uygun görmüştü. Bu yazımızda Konyalı’nın 1939-1940 yıllarında
bilirkişi sıfatı ile görev yaptığı ve özellikle Cumhuriyet gazetesi ile ciddi kalem
kavgası (polemik) yaşadığı tartışmaları ele alacağız.
Afrodit Davası
Kitap yargılamaları ve yasaklamalar siyasi içerik, dini propaganda, devlet
büyükleri aleyhinde yapılan yayımlar, milletleri rencide edici olmaları ve
müstehcenlik gibi sebeplerden dolayı 20. yüzyıl Türkiye’sinde birçok kez
gündeme geldi. Matbaanın kuruluşundan sonraki dönemde Osmanlı Devleti’nde
ilk yasaklanan kitap Enderun-i Fazıl’ın Defteri Aşk isimli kitabıdır1. Daha sonraki
dönemlerde de yasaklamalar devam etti. ‘Muzır’ düşüncelerini kitaplar vasıtası
ile yaymaya çalıştığı gerekçesi ile ‘Yunan İhtilal Tarihi ve Yunan İhtilalı Kahraman
Kızı’ adındaki iki kitabın Osmanlı topraklarına girişi yasaklandı 2. Yasaklamalar
bununla da kalmadı. Yüzyılın başında ünlü Türk bilim insanı İbni Sina’nın Şifa
adlı eseri Maarif Nezareti bütçesinden verilen ödenekle basıldıktan kısa bir süre
sonra kitabın ‘zararlı’ olduğu iddia edildi. Baskı durduruldu. Basılıp ciltlenen
nüshaları da toplatılarak yaktırıldı.
1
2
Ali Canip Yöntem, ‘Fazıl 1759 - 1810’, İslam Ansiklopedisi C. 4, MEB yay. İstanbul 1977i, s. 431.
Taner Aslan, ‘II. Meşrutiyet Döneminde Matbuat ve Neşriyat Yasakları’, Tarihin Peşinden, S. 2, Konya
2009, s. 236.
134
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Mütareke yıllarında ise Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mürebbiye adlı
kitabından aynı adla Ahmet Fehim tarafından sinemaya uyarlanan, bir Fransız
mürebbiyenin Osmanlı konağında yaşadığı aşk hikâyesini anlatan film, 1919′da
Fransız işgal komutanı Franchet D’Esperey tarafından, ‘Bir Fransız kızı düşük
ahlaklı gösteriliyor.’ gerekçesiyle yasaklandı. Daha sonra Madame Bovary da
mahkemelerde boy gösterdi3.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ali Ulvi Bey tarafından yazılan Doğru Yol
adındaki kitap Cumhuriyet aleyhine açıkça bir tavır sergilememekle beraber
örnek olarak yasaklama kararının ekinde verilen sayfalarda büyük bir beceri ile
dini propaganda yaptığı ileri sürülerek yasaklandı 4. 1933 yılında ise bir gazetede
istiklal harbinin öncülerinin hedef alan ve milli mücadele tarihi okuyucularını
yanlış yönlendirdiği iddiası ile yayımı durdurulan, daha sonra Kâzım Karabekir
Paşa tarafında bir yayınevine bastırılan İstiklal Harbimiz adındaki eserine aynı
gerekçe ile matbaa basılarak el kondu ve eser imha edildi5.
Müstehcenlik sebebi ile yasaklanan yayımlara gelince bunların çoğunun
özellikle Paris ve İngiltere’den gelen magazin ve sağlıkla ilgili resimli dergilerin
olduğu dikkat çeker. Bunların içerisinde yer alan bazı fotoğrafların Türk
toplumunun ahlak anlayışına uygun olmadığı gerekçesi ile yasaklanır 6. Ancak
Cumhuriyet döneminde edebi bir romanla ilgili müstehcenlik iddiası 1939-1940
yıllarında da Pierre Louys’un yazdığı ve CHP milletvekili Nasuhi Baydar’ın
Türkçeye çevirdiği Afrodit adlı roman ile gündeme geldi.
1. Afrodit Davasının Ortaya Çıkışı
1939 yılı İkinci Dünya Savaşı’nın çıktığı yıldır. Bütün Avrupa’nın kan ve
barutla uğraştığı bir dönemde Türkiye’de bir bakıma Avrupa’daki savaşı gölgede
bırakacak ve günlerce basını meşgul edecek ilgin bir tartışma yaşanır. Afrodit
davası.
Dava Fransız yazar Pierre Louys'in (1870-1925) eski İskenderiye'deki saray
gözdelerinin yaşamını tasvir eden ve ilk baskısı 1896’da yapılan Afrodit adli
Cavit Yamaç, Vitrin, Servet-i fürun – Uyanış, c. 87, No. 2277, 11 Nisan 1940.
Mustafa Yılmaz – Yasemin Doğaner, Cumhuriyet Döneminde Sansür (1923 – 1973), Siyasal kitabevi,
Ankara 2007, s. 80-81. Bu çalışmada dikkat çekici pek çok örnek vardır.
5 Feridun Kandemir, Karabekir’in Kitabi Niçin ve Nasıl Yakıldı, Siyasi Dargınlıklar, C. 5, Ekicigil
Matbaası, İstanbul 1955.
6 Yılmaz-Doğaner, s. 148.
3
4
135
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
romanın Türkçeye çevrilmesi ile ilgilidir7. Eseri Türkçeye Malatya milletvekili
Nasuhi Baydar çevirdi. Sühulet Kütüphanesi sahibi Semih Lütfi ve Kenan
Basımevi sahibi Kenan Dinçmen tarafından basılarak piyasaya sürüldü.
Romanın konusu kısaca şu şekildedir8. Roman Mısır Kraliçesi Koopatra’nın
ablası Berenia devrinde (milattan 80 – 100 yıl önce) İskenderiye’de Krızıs isminde
gayet güzel bir ‘kurtizan’9 vardır. Krızıs bir gün İskenderiye mendireği üzerinde
heykeltıraş Demetroyos’a tesadüf eder. Genç sanatkâr Kraliçe’nin sevgilisi ve
birçok İskenderiyeli kadının da gözdesidir. Fakat Krızıs bu karşılaşmada ona
karşı pek lakayt görünür. Bu durum Heykeltıraş’ın dikkatini çeker. Heykeltıraş
Krızıs’ın yanına gelerek onunla tanışır. Aralarında uzun bir konuşma olur.
Konuşmanın sonunda Krızıs ele geçirilmesi çok zor olan üç şeyin kendisine
getirilmesi karşılığında Heykeltıraş’la birlikte olabileceğini söyler. Heykeltıraş
Demetreyos, Afrodit Mabedi Baş Rahibi’ne ait tarağı, bir başka kadında bulunan
aynayı ve bizzat mabudenin boynundaki gerdanlığı alacaktır. Heykeltıraş
gerdanlığı mabudenin ölümüne sebep olarak ( ilaheye hürmetsizlik ederek) alır
ve Krızıs’e getirir. Ancak bu arada Heykeltıraş Demetreyos’un Krızıs’e karşı olan
heyecan ve ihtiras da bitmiştir. Hâlbuki Krızıs, istediklerini üç cinayet işleyerek
temin etmiş ve kendisi için bunca fedakârlığa katlanmış olan Demetreyos’a
çılgınca bağlanmıştır. Bu kez Demetreyos Krızıs’e ‘tarağı saçlarına, gerdanlığı
boynuna tak ve aynayı da eline alarak Afrodizi bayramı günü mendirekteki
fenerin tepesinden halka görün. O zaman seninle müstakbel münasebetimin
mahiyetini tayın ederim’ der. Bunları yapan Krızıs’ı halk Afrodit zanneder. Kadın
yakalanarak hapse atılır. Orada da zehirlenerek öldürülür. Demitreyos, onun
cesedini örnek alarak bir heykel yapmaya başlar. Heykeli yapmak aylar, yıllar
sürer.
Eserin Türkçe çevirisinin yayımlanmasından kısa bir süre sonra bazı
okuyucular tarafından ‘müstehcen’ olduğu ve Türkiye’deki ahlaki değerlere
7
8
9
Eserin Türkçe çevirisi için bak. Pier Luis, Afrodit – Eski Adetler, Türkçe çevirisi Nasuhi Baydar,
Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul 1939. Eserin bizim gördüğümüz Fransızcası için bak. Pierre
Louys, Afrodita - Costumbres Antiguas (Novela), Prometeo , Germania 33, Valencia 1919. 1 29 + 2 + 30 – 271 + 3 sayfadan ibarettir.
Pier Luis, Afrodit – Eski Adetler, Türkçe çevirisi Nasuhi Baydar, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul
1939.
En üst sınıftan fahişelik yapan kadınlar için kullanılan bir sözcük. Güzelliklerinin yanı sıra zekâ ve
yetenekleri ile erkekleri baştan çıkaran metres. Genellikle bir erkeğe metreslik ederler ve herkesle
sevişmezler.
136
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
zarar vereceği gerekçesi ile şikâyet edildi10. Polis tahkikatından sonra konu
İstanbul Sultanahmet Birinci Sulh Ceza mahkemesine intikal etti. Mahkeme eserle
ilgili şehir tarihi yazması ile ünlenen İbrahim Hakki Konyalı’yı bilirkişi tayin etti.
Konyalı, 25.11.1939 tarihinde raporunu tamamlayarak mahkemeye sundu.
Ardından da Afrodit adındaki eserle ilgili dava açıldı.
Davaya İstanbul Asliye Yedinci Ceza mahkemesi bakıyordu. Mahkeme
05.12.1939 tarihinde iddianameyi tamamladı. 19.12.1939’da da ilk duruşma
yapıldı11. Duruşmanın hâkimi İsmail Hakki Gözden, savcısı da Hikmet Onat’tı.
Duruşmada dava edilenlerden Sühulet Kütüphanesi sahibi Semih Lütfi Erciyaş
ve Kenan Basımevi sahibi Kenan Dinçmen hazır bulundu. Eseri Türkçeye çeviren
Nasuh Baydar, Malatya Milletvekili olması ve teşri masuniyeti bulunması hasebi
ile dosyası ayrıldığı için duruşmalara katılmadı. Sanıkların avukatlığını aynı
zamanda Türk edebiyatının ünlü romancılarından biri olan Esat Mahmut
Karakurt üslenmişti. Duruşma sırasında mahkeme salonu davayı izlemek isteyen
başta edebiyat dünyasına mensup kişiler olmak üzere ilgililer tarafından
tamamen doldurulmuştu.
Duruşmada kimlik tespitleri yapıldıktan sonra hâkim, tetkikat zaptını ve
poliste geçen muamelelere ait evrak sırası ile zapta geçirtti. Sonra bilirkişi İbrahim
Hakkı Konyalı tarafından hazırlanarak 25.11.1939 tarihinde mahkemeye sunulan
Afrodit adlı eserle ilgili rapor okundu. Raporda geçmişteki bazı uydurmalardan
ilham alınarak Afrodit’in hayal mahsulü olarak romanlaştırıldığı, eserde şehvet
ve behimî (hayvanı) hisleri okşayan tarafların öne çıktığı, yazarın bu yolla
serbestçe hareket edebilmek gayesi ile bile bile işin içerisine mitolojiyi
karıştırdığını belirtiliyordu. Ardından eserden bazı alıntılar yapılarak ileri
sürülen iddialar güçlendiriliyor ve eserin para kazanmak maksadı ile
yayımlandığı ileri sürülüyordu12.
Benzer tartışmalar 1937’de de gündeme gelmişti. Ne gibi yayın ve hareketlerin namus ve haysiyet
kapsamında değerlendirileceği konusunda bir netlik olmadığı için konu Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin gündemine gelmiş fakat Meclis 12. 05. 1937 tarih ve 991 sayılı kararı ile konuyu yetkili
mahkemelerin kararına bırakmıştı. TBMM Zabit Ceridesi, Devre 5, C. 18, İçtima 2, 58. Birleşim,
12. 05, 1937. s. 81.
11 Cumhuriyet, 20 Aralık 1939.
12 Cumhuriyet, 20 Aralık 1939, s. 2. 24 Şubat 1940 tarihinde Mekki Said tarafında kitabin çevirmen
Nasuhi Baydar ile yapılan röportajda Baydar, ‘eğer eserin müstehcenliği ile ilgili en ufak kuşku
duysaydım asla çeviri yapmazdım’ der. Baydar eseri para kazanmak için çevirmediğini, çeviriye
eserde olmayan herhangi bir ilavede bulunmadığını da belirttikten sonra keşke mahkemede
aşamasına gelinmeden önce eserin aslını ve çevirisini benden isteselerdi ifadesine yer verir. Mekki
Said, ‘Afrodit Etrafında – Eserin Mütercimi Nasuhi Baydar İzahat Veriyor’, Cumhuriyet, 24 Şubat 1940.
10
137
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İddianameni okunmasının ardından söz savunmaya verildi. Semih Lütfi
‘Cihan edebiyatının güzel Afrodit’ini Türkiye Cumhuriyeti’nin adliyesinde benim
müdafaa edeceğim hiç aklıma gelmezdi.’ diye söze başladı. Kenan Dinçmen ile birlikte
iddiaları kabul etmediler. İbrahim Hakkı Konyalı’nın bilirkişiliğine de yabancı
dil bilmediği, edebiyatla hiçbir alakası olmadığı, edebiyattan anlamadığı ve
edebiyatla ilgili tek bir yazısının bile bulunmadığından edebi bir eseri tahlil
edemeyeceği gerekçesi ile reddettiler13.
Eserin 1914’te Süleyman Tevfik Bey tarafından da tercüme edilerek basıldığı
ve hiçbir takibata uğramadığı belirttiler. Ardından dünya edebiyatı tarihinde yer
alan bu eserin o tarihe kadar da dünyanın çeşitli dillerine çevrilmesine rağmen
herhangi bir takibata uğramadığı ifade edildikten sonra konunun daha sağlıklı
değerlendirilebilmesi için zamanın tek üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesinden bilirkişi tayinin daha uygun olacağı fikrini ileri sürdüler.
Mahkeme heyeti talebi uygun buldu14. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne bir
yazı yazılarak ilgili fakülteden eseri değerlendirebilecek hocaların isimlerinin
istenmesine ve davanın da 10 Kanuni sanı (Ocak) 1940 tarihine ertelenmesine
karar verdi15.
İkinci duruşma 10 İkinci kanun (Ocak) 1940’ta saat 16’da başladı. Bu celsede
Semih Lütfi Erciyaş’in avukatı Esat Mahmut Karakurt’da hazır bulundu. Hâkim
ilk olarak İstanbul Üniversitesi aracılığı ile Edebiyat Fakültesi Dekanlığından
gönderilen tezkereyi okuttu. Tezkerede Fakülte davada bilirkişilik yapabilecek
olan Prof. Mustafa Şekip (Tunç), Sadrettin Celal (Antel), Ragıp, Doç. Ali Nihat
(Tarlan) ve Hilmi Ziya (Ülken)den oluşan beş kişinin isimleri yazıyordu. Ancak
mahkeme yeni bilirkişilerle ilgili kararı bilahare vereceğini belirterek duruşmayı
başlattı.
Savcı Hikmet Onat, bir önceki duruşmada Semih Lütfi Bey tarafından ileri
sürülen Afrodit adındaki kitabin 26 yıl önce Süleyman Tevfik Bey tarafından
tercüme edilerek neşredildiği ve herhangi bir tatbikata uğramadığı ifadeleri ile
söze başladı. Türk ceza ve matbuat kanunlarının yürürlüğe giriş tarihlerini
hatırlatarak, Osmanlıca olarak basılan ilk çevirinin piyasada olmadığını, esasen
Nadir Nadi, Perde Aralığından, Çağdaş Yayınları, İstanbul 1979, s. 78-79. Nadir Nadi ‘Afrodit
Davası ve Geri Davranışlar’, Cumhuriyet, 10 Temmuz 1964.
14 Nadi, s. 79.
15 Cumhuriyet, 20 Aralık 1939, s. 2; Mahkemelerde, Vakit, 20 Birinci kanun (Aralık) 1939.
13
138
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yasaların da geçmişe yönelik uygulama yapmağa müsait olmadığını açıkladı.
Sonra konuyu Afrodit romanına getirerek romanın büyük ölçüde melankolik ve
şehvetî yazılardan oluştuğunu ifade etti. Fransa’da böyle bir eserin yayımlanmış
ve herhangi bir tahkikata uğramamış olmasının Fransız yasalarını ilgilendirdiği,
Türkiye’de ise ecnebi yasaların değil Türk yasalarının geçerli olduğunu
hatırlattı16. Ve mevcut bilirkişinin raporunun da eserim değerlendirilmesi için
yeterli olduğunu, böyle bir eserde ‘sanat eseri’ vasfının aranamayacağını belirtti.
Savcının iddialarına karşı savunmayı sanıklar adına Avukat Mahmut Esat
Karakurt yaptı17. Karakurt, Piyer Luiz’in Fransız edebiyatında önemli bir konuma
sahip olduğunu ve Fransız okullarında eserlerinden alıntılar yapılarak
öğrencilere sorular sorulduğunu belirtti.
Savcının eserden alıntı yaparak
okuduğu kısmın Eski Mısır temayüllerini anlattığını ve dönemi yansıttığını
söyledi. Eğer Afrodit’in edebi bir değeri olmasaydı Fransız operasında coşku ile
sahnelenmeyeceğini, çağdaşlaşma yolunda emin adımlarla ilerlemeye çalışan
Türkiye’de edebi bir eseri müstehcenlik gerekçesi ile itham edilmesini de doğru
bulmadığını ilave etti.
Peyami Safa, Necip Fazıl, Vâlâ Nurettin, Refik Halid, Hüseyin Cahid ve daha
pek çok edebiyatçının da aralarında bulunduğu aydınlardan hiçbirisinin romanı
müstehcen bulmadığını ama nedense tek satır edebi metni kaleme almayan
bilirkişinin eseri müstehcenlikle itham ettiğini belirtti.
Eserin yeniden değerlendirilmesini isteyen Karakurt, Edebiyat Fakültesi
tarafında belirlenen ve konunun uzmanları olduğu bilinen kişiler tarafından
yapılacak değerlendirmenin uygun olacağını söyledi18.
Karakurt’un savunmasının ardından hakim davayı 5 Şubat’a erteledi.
5 Şubat’taki duruşmaya edebiyatseverler ve öğrencilerden ilgi çok yoğun
olduğu için yedinci asliye ceza mahkemesinin salonu dar geldi. Hâkim, duruşma
birinci ağır cezanın salonuna naklettirdi. Burada önce Edebiyat Fakültesi öğretim
üyeleri Ruhiyat Ord. Prof. Mustafa Şekip Tunç, Pedagoji Prof. Sadrettin Celal
Cumhuriyet, 11 İkinci kanun (Ocak) 1940 s. 5.
Karakurt halk arasında büyük bir romancı olarak tanınıyordu. Afrodit davası ile romancılığının
yanında iyi bir avukat olduğunu da gösterdi. Yeni Adam, S. 272, 13 Mart 1940, s. 3.
18 Cumhuriyet, 11 İkinci kanun (Ocak) 1940 s. 5.
16
17
139
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Antel ve Edebi Metinler Şerhi Doç. Ali Nihat Tarlan’dan oluşan bilirkişiler
heyetinin raporu okundu. Raporda özetle şöyle deniyordu:
‘Fransız ediplerinden Pierre Luyis’ın Nasuhi Baydar tarafından Türkçeye çevrilen
Afrodit adlı eseri ilmi tetkiklere dayandırılarak çok eski bir devri güzel bir üslupla
canlandıran kıymetli bir sanat eseridir. Bu mahiyette bir eserden edebiyat ve hatta tarihle
alakadar olan her ferdin istifade edebileceği şüphesizdir. Böyle önemli edebi bir eser
müstehcen addedilemez’ deniyordu.19
Raporun okunmasının ardından iddia makamı olarak Savcı Hikmet Onat,
bilirkişi heyetinin raporuna kendilerine sorulan,
1 - Esere ilavelerin yapılıp yapılmadığı,
2 - Orijinalinde yer alıp yazarın çıkardığı bölümüm olup olmadığı
3 - Eserin tertip ve tanzimine riayet edilip edilmediği sorularına cevap
verilmediği gerekçesi ile itiraz etti. Savcı Onat bilirkişilerin ilmi alanlarındaki
liyakatlerine saygı duymakla beraber eserin müstehcen olmadığı yolundaki
yorumlarına da katılmıyordu. Eserin müstehcenliğinde ısrar eden Onat eserin bir
kere daha Maarif Vekâleti tarafından oluşturulacak heyet tarafından
incelenmesini talep etti20.
Savcı Onat’ın ardından söz alan sanıkların avukatı Karakurt, Savcının
iddialarına karşı çıkarak savcının İbrahim Hakkı Konyalı tarafından hazırlanan
rapor üzerinden iddialarını sürdürdüğünü belirtti. Esere ilaveler yapıldığı ve bazı
kısımlarının da çıkarıldığı şeklindeki iddianın sadece eksik incelemeden
kaynaklandığını, Konyalı’nın Fransızca bilmediği için öyle bir kanaate varmış
olabileceğini söyleyerek mahkemeye Nasuhi Baydar’ın çevirisi ile birlikte 11 ayrı
basımını da sundu21. Milletvekili sıfatını taşıyan bir kişinin sırf para kazanmak
için böyle bir işe kalkışmayacağını belirtti. Davanın savaş ortamında olmasına
rağmen Avrupa’da da dikkatle izlendiğini, böyle bir davanın Türkiye’yi
uluslararası alanda da küçük düşürdüğünü ifade etti ve bir an önce kitabın
aklanmasını istedi.
Açıklamalardan sonra hâkim İsmail Hakki Gözden, eserim bir kere de Maarif
Vekâletinin görevlendireceği heyet tarafından incelendikten sonra görüşülmesi
Vakit, Son Posta, Cumhuriyet, Akşam, Tan, 6 Şubat 1940.
Vakit, Son Posta, Cumhuriyet, Akşam, Tan, 6 Şubat 1940.
21 Vakit, Son Posta, Cumhuriyet, Akşam, 6 Şubat 1940.
19
20
140
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
için duruşmayı 17 Şubat’a erteledi22. Ancak 17 Şubat’ta Maarif Vekâleti Talim ve
Terbiye Heyeti’nden herhangi bir cevap gelmediği için duruşma 24 Şubat tarihine
ertelendi23. Kararın ertelenmesinden kısa bir süre sonra da Talim ve Terbiye
heyeti de kararını mahkemeye bildirdi24.
Bu arada basında da konu ile ilgili dikkate değer yazılar yayımlamayarak
Konyalı’nın bilirkişiliğine eleştiriler yağdırılıyordu. Peyami Safa bu davada
basının nasıl elbirliği yaptığını özetle şu ifadelerle anlattı. ‘Bu dava Nasuhi Baydar,
Hüseyin Cahit Yalçın, Falih Rıfkı Atay, Kazın Namı Duru, Prof. Mustafa Şekip Tunç,
Prof Sadrettin Celal Antel, Prof. Ali Nihat Tarlan. Muharrir Vala Nurettin, Necip Fazıl
Kısakürek, Sabiha Zekeriya Sertel, Naci Sadullah ve Peyami Safa haksızdırlar da. Pierre
Louis’nin eseri yerine, aynı isimle çırılçıplak tablo ve heykel resimleriyle dolu bir kitabı,
hem de adliyenin önündeki kaldırımlarda işportacılara bangır bangır bağırtarak sattıran
Konyalı İbrahim mi haklıdır? Basın Afrodit“ yüzünden birbirine girdi25.
Yunus Nadi ise üç sütunluk baş makalesinde şunları yazıyordu:
‘Müddeiumumî davayı lüzumundan çok aşırı benimsemiş ve bu fazla gayreti mahkeme
çerçevesinden taşan derecelere götürmüştür. İbrahim Hakkı Konyalı zavallısı, bedii
heyecan kaynağına dayanan sanatın yerinde ve zamanında bazı cemiyet kayıtları ile
bağlanmaktan serazat kalabileceğini nereden takdir etsin? İlave edelim ki, nihayet koyu
cahillikle karaktersiz taassuba dayanan demagojiye karşı gösterilen müsamaha inkılâp
prensiplerimize bile ziyan verebilecek tehlikeler doğurmaya kadar gidebilir.’ diyordu26.
Yazılıp çizilenler de kamuoyunun dikkatini çektiği için 24 Şubat’taki
duruşmayı çok sayıda vatandaş izlemek istedi 27. Duruşmanın başlayacağı saat
olan 9.30’da mahkeme salonu meraklılar tarafından hınca hınç doldurulmuştu.
Bu şartlarda mahkemenin çalışabilmesi imkânsızdı. Bu durum karşısında
duruşma önce daha büyük salonu olan 2. Ceza salonuna daha sonra 7 ceza
salonuna nakletti. Fakat bu salonlar da yeterli gelmedi. Kalabalık her iki salonu
da bir anda doldurmuştu. Son çare olarak celsenin Adliye’nin en alt katında
bulunan 4. Ceza salonunda açılmasına karar verildi. Salona ilgililer dışında
ancak salona sadece 40 – 50 kişi alınabildi. Diğer meraklı kalabalık polis ve
Vakit, Son Posta, Cumhuriyet, Akşam, Tan, 6 Şubat 1940.
Akşam, Vakit, Tan, 18 Şubat 1940.
24 Vakit, Cumhuriyet, 22 Şubat 1940.
25 Cumhuriyet, 19 Şubat 1940.
26 - Yunus Nadi, ‘Afrodit işinin mahiyeti’ Cumhuriyet, 20 Şubat 1940.
27 - Vatandaşların çok önemli bir kimsini üniversite öğrencileri oluşturuyordu.
22
23
141
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
jandarmanın gayretleri ile güçlükle mahkeme binasının dışına çıkarıldıktan sonra
duruşma başladı.
Riyaset makamında 7. Asliye Ceza Reisi İsmail Hakki Bey, İddia makamında
da bizzat Müddeiumumî Hikmet Onat vardı. Sanıklar da vekilleri ile birlikte
yerlerini aldıktan sonra ilk olarak Maarif Vekâleti Talim ve Terbiye heyetinin 21
Şubat 1940 tarihli raporu okundu. Raporda Nasuhi Baydar tarafından tercüme
edilen eserin edebi kıymetinin bulunduğu. Tercüme sırasında kitabin mana ve
mahiyetinin mütercim tarafından herhangi bir şekilde değiştirilmemiş olduğu
gibi sanat idealine uygun ve diğer tasvirleri bakımından da yetişkin kimselerin ar
ve hayâsını rencide eder mahiyette telakki edilemeyeceği ve bilhassa eserin
matbuat kanununun bu husustaki maddelerine aykırı olmadığı belirtiliyordu 28.
Mahkeme reisi raporun okunmasından sonra ilk olarak sanıklara Talim ve
Terbiye Kurulu’nun raporu hakkındaki görüşlerini sordu. Sanıklar adına söz alan
Semih Lütfi Bey, raporun savunmalarına tamamen uygun olduğunu ve ilave
edecek bir şeylerinin bulunmadığını söyledi. Ardından Müddeiumumî Hikmet
Onat iddianamesini okudu. Onat savunma makamının bütün tezlerine tek tek
cevap verdi. İddianamesinde bazen Afrodit adli romandan bölümler okuyarak
bunları hukuki bakımdan tahlil etti. Roman kahramanı Afrodit’in genel ahlak
anlayışı itibari ile mezmum (Makbul olmayarak ayıplanmış. Kötü) addedilen katıl,
hırsız ve din mukaddesatına tecavüz gibi işlere insanları yönlendirebilecek
karakterde bir olduğunu söyledi. Eserin mahkemeye taşınması yüzünden
dünyaya rezil olduk şeklindeki savunmaya 15 Şubat 1940 tarihli ve 558 numaralı
Gringorie Edebiyat mecmuasında yer alan bir Fransız yazara ait ‘Afrodit
Türkiye’de Makbul Kabul Edilmemiştir’ yazısına atıfta bulunarak yazarın şu
cümlesini nakletti. ‘Biz Batılılar her şaheser ahlaki olamaz deriz, ama Şarklılar
bizden daha ciddi ve serttirler.’
Hikmet Onat iddianamesini okurken mahkeme koridorlarından sürekli itiraz
sesleri yükseliyordu29. Bunun üzerine mahkeme reisi İsmail Hakkı Gözeten
iddianamenin okunmasını durdurarak bu şartlarda duruşmaya devam
edilemeyeceğini açıkladı. Semih Lütfi Bey ve Kenan Diçmen’in avukatları Esat
Mahmut Karakurt riyaset makamının bu talebine şiddetle karşı çıktı. Sessizliğin
28
29
Cumhuriyet, Son Posta, Akşam, Vakit, Tan, 25 Şubat 1940.
Asım Us o gün adliye binasının içinde ve dışında yaşananları hiçbir şekilde tasvip etmez. Bu tür
davranışların mahkemelere saygısızlık olduğunu söyler. Asım Us, ‘Cumhuriyet Mahkemelerinin
İstiklaline Hürmet’, Vakit, 28 Şubat 1940.
142
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
sağlanmasından sonra Müddeiumumî iddianamesini okumaya devam etti. 1908
ve 1910’da Paris’te, 1930’da da Brüksel’de toplanan Uluslararası Edebiyat
kongrelerinde cemiyetin ahlaki üzerinde etkili olan gayrı ahlaki eserlerin dünya
efkârı tarafından da tedbirle karşılandığını izah etti. Ankara’da toplanan Neşriyat
Kongresinde de çocukların ellerine verilecek eserlerin onların ahlakini bozacak
nitelikte olmaması gerektiği kararının alındığını belitti. Savunma makamının
bilim insanları ve talim terbiye kurulunun eserin müstehcen olmadığı konusuna
da değinerek neyin ahlakı neyin de ahlaki olmadığı kararını verme yetkisinin
bilim insanlarında değil mahkemelere ait olduğunu söyledi.
Onat,
iddianamesinin sonunda matbuat kanunu çıkmadan önce edebi eserlerin
müstehcenliği ile ilgili Meclis’te yapılan tartışmaları hatırlattı. 4 saat suren
iddianamesinin sonunda Afrodit adlı romanın kanun hükümleri karşısında
müstehcen olduğu neticesine vardı ve zanlıların cezalandırılmaları gerektiğini
söyledi30.
İddianamenin okunmasının ardından mahkeme reisi savunma sanıkların
savunmalarını yapabilmeleri için ileri 1 Mart’a erteledi.
Afrodit romanını müstehcen olarak nitelemesi basında derhal karşılık buldu.
Hukukçu kimliği ile bilinen Denizli milletvekili Necip Ali Küçüka
Müddeiumumînin iddiası karşısında Cumhuriyet gazetesine verdiği demeçte
‘İnsanlar tabiatı eşyayı tetkiklerinde kendi kültürel seviyelerine göre bir mantık
kullanırlar. Hadisatı medrese gözlüğü ile tetkik edecek olursak beynelmilel medeniyet
muvacehesinde tuhaf neticelere vasıl olmaktan korkarım. Bilmeyenler varsa
öğrenmelidirler ki biz Teşkilâtıesasiyesizle kanuni medenimizle eski ve ihtiyar Şark’tan
ayrılmış Avrupa ailesi zümresine katılmışızdır. Hakiki sanat eseri ancak iptidai
cemiyetlerde müstehcen sayılır. Ben Türk cemiyetini bundan tenzih ederim.’ dedi31.
Kararın açıklanacağı 1 Mart tarihinde de mahkeme salonu tamamen
dolmuştu. Günlerden beri bütün matbuatın gündemini meşgul eden davanın
sonuna gelinmişti. Salonu dolduranla kararın Batı medeniyetine mi yoksa Şark
zihniyetine mi uygun olacağını merak ediyordu.
Saat 10’da başlayan duruşmada Mahkeme Reisi İsmail Hakki Gözeten son
savunmalarını yapmak üzere sözü sanık avukatları Mahmut Esat Karakurt’a
verdi. Karakurt savunmasında iddia makamının ileri sürdüğü suçlamalara cevap
30
31
Cumhuriyet, Son Posta, Akşam, Vakit, Tan, 25 Şubat 1940.
‘Necip Ali Kücüka Diyor ki’, Cumhuriyet, 29 Şubat 1940.
143
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
verdikten sonra bütün memleket münevverlerinin de kendileri ile aynı kanaatte
olduğunu söyledi. Bunların bazılarının isimlerini okudu 32. Ardından sözü
İbrahim Hakkı Konyalı’ya getirerek, Konyalı’nın bilirkişiliğinin kabulünün
mümkün olmadığını çünkü bu kişinin her şeyden evvel orta tahsilini bile
yapmamış olduğunu, vaktiyle Konya’da yapmış olduğu işlerle bir sanat eserini
üzerinde fikir beyan etmekle bu dava arasında hiçbir ilişkinin kurulamayacağını
beyan etti.
Savcı Hikmet Onat’ın şahıslarla uğraşmayalım itirazına karşı daha fazla
heyecanlanan ve hiddetlenen Karakurt, Konyalı ile ilgili iddialarını işgal yıllarına
kadar geriye götürerek Konyalı’nın o yıllarda İstanbul Valiliği tarafından
gazetecilikten men edildiğini ileri sürdü33.
İddia ve savunmaların tamamlanmasından kısa bir süre sonra Mahkeme
Reisi İsmail Hakkı Gözeten dava ile ilgili kararı okudu. Kararda özetle şu ifadeler
yer alıyordu. Fransız edip Pier Luiz tarafından kaleme alınan ve Mebus Nasuhi
Baydar tarafından Türkçeye çevrilen, Kenan Diçmen tarafından basılan ve Semih
Lütfi Erciyeş tarafından dağıtılan Afrodit adındaki roman hakkında Sultan Ahmet
Birinci Sulh Ceza Mahkemesinde bilirkişi İbrahim Hakkı Konyalı tarafından
verilen rapor doğrultusunda dava açıldığı. Dava sırasında Konyalı’nın eserin bir
bütün olarak incelemek yerine eserden belirli sahifeleri dikkate alarak eserin
müstehcen olduğu kararına vardığı ancak bu şekilde hazırlanan raporun
kanunen kabul edilmesinin uygun olmadığı belirtildi. Ayrıca İbrahim Hakkı
Konyalı’nın tarihi tetkikler mahsulü olduğu kaydı ile Afrodit tercümesi ile alakası
olmayan hayâlî ve açık resimler koyarak ve yine Afrodit kitabı neşri sureti ile
hakiki Afrodit adlı eserin isminden istifade etmeye kalkışmış olması da
bilirkişilerde olması lazım gelen şartlardan birisi olan tarafsızlığını şüpheye
düşürüldüğü ifade edildi.
Kararın devamında romanla ilgili üniversite
profesörlerinden oluşan yetkili bilirkişiler ile Maarif Vekâleti Milli Talim ve
Terbiye heyetinin raporlarından bahis edildi. Bu heyetlerin raporlarında romanın
edebi kıymete haiz bir sanat eseri olduğu ve matbuat kanununun 31. Maddesinin
1. Ve 2. Fıkralarında ifade edilen halkın ar ve hayâ duygularını inceltecek
Bu isimler arasında Mebus ve Başmuharrir Yunus Nadi ve Falih Rıfkı Atay, Mebus ve Hukukçu
Necip Ali Küçüka, Mebus ve Muharrir Ali Canip Öktem, Muharrir ve Edip Peyami Safa, Nurettin
Artam, üniversitenin bilirkişi olarak tayın ettiği profesörler, Maarif Vekâleti Talim Terbiye Heyeti.
Cumhuriyet, Ulus, Tan, Akşam, Vakit, 2 Mart 1940.
33 Cumhuriyet, Ulus, Son Posta, Akşam, Vakit, Tan, 2 Mart 1940.
32
144
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
mahiyette müstehcen eser olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiş olduğu ifade
edildi.
Sonuç olarak daha yetkili uzmanların raporları doğrultusunda romanın
müstehcen olmadığı kanaatine varıldığından davalı Semih Lütfi Erciyaş ile Kenan
Dinçman’ın beraatına ve davanın amme namına takip edilmiş olduğundan
mahkeme harcının alınmasına da yer olmadığına. Sultanahmet Birinci Sulh Ceza
Mahkemesinin seçtiği bilirkişi İbrahim Hakkı Konyalı’nın raporuna dayanarak
toplattırılan tercüme Afrodit nüshalarının sahibine iadesine temyizi kabil olmak
üzere karar verildi.
Kararın açıklanmasından sonra Semih Lütfi ‘Kitabın bütün gelirlerini
Erzincan zelzele felaketzedelerine bırakılacağını söyledi. Salonda yeniden büyük
alkışlar duyuldu34.
Ancak Müddeiumumî Hikmet Onat kararı temyize götürdü. Kararın temyiz
duruşması 2 Nisan 1940’ta yapıldı. Afrodit ile ilgili karar burada da doğru
bulundu. Bu kararla Türk matbuatı özgürlüğe doğru önemli bir kazanın elde etti.
Temyiz mahkemesinin Afrodit kararını tasdik etmesi üzerine daha önce
Müddeiumumî tarafından toplatılan kitapların da sahiplerine iade edileceği ifade
edildi. Bu arada dava devam ederken yayımlanan ikinci Afrodit kitabi için
başlatılan toplatma kararı ve dava da durduruldu35.
Afrodit’ten Kaynaklanan Cumhuriyet Gazetesi ile İbrahim Hakkı Konyalı
Arasındaki Gerilim
Romanla ilgili dava devam ederken İbrahim Hakkı Konyalı, gerçek Afrodit’in
ne olduğunu anlatan ve içinde 10 tablo ve 30 resim bulunan bir kitap yayımladı 36.
Fiyatı 50 kuruş olan kitap çok sayıda satış yaptı 37. Konyalı, böyle bir eseri neden
neşretme ihtiyacı duyduğunu şöyle açıklıyordu:
Cumhuriyet, Akşam. Vakit, 2 Mart 1940. Fakat gerçekten de bu eserin satışından elde edilen
gelirlerin Erzincan felaketzedelerine verilip, verilmediği bir türlü anlaşılamadı. Dem, Aylık Kültür
Sanat Dergisi, S. 11, Mart 2002, s. 19.
35 Cumhuriyet, 3 Nisan 1940; Safaeddin Karanakçı, ‘Takdir Hakki – Afrodit’in Doğurduğu Bir Mesele’,
Cumhuriyet, 29 Nisan 1940.
36 İbrahim Hakki Konyalı, Tarihi Afrodit, Numune Matbaası, İstanbul 1940.
37 Konyalı’nın kitabi Afrodit davası içinde şöyle değerlendirildi: ‘Edebiyatın mazisinde skandallar
büyük rol oynamıştır. Onların akisleri en usta reklamlardan üstün neticeler vermiştir. 1940 yılının
nasibi hep bu yönde imiş meğer. İlk olarak Madam Bovary boy gösterdi mahkemelerde. Onu
Afrodit takip etti. Vaktiyle bir kolu kopan zavallı kızın İstanbul’da başına gelenler malum. İşim
34
145
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
‘Son zamanlarda münakaşası yapılan Piyer Luis’in mahut Afrodit’i münasebetiyle
uyanan alaka ve tecessüsü karşılamak için bu hülasayı neşretmek zorunda kaldım.
Sühulet Kütüphanesi sahibi Semih Lütfi, Fransız muharriri Piyer Lüis’in yalnız para ve
şöhret kazanmak için yazdığı ve isminden başka tarih ilmi ile hiçbir alakası olmayan
Afrodit’ini Saylav (milletvekili) Nasuh Baydar’a tercüme ettirmiş ve neşretmiştir. Eserin
nasıl ve niçin tercüme edildiğini de tahkik etme imkânı buldum. Afrodit’i bastıran Semih
Lütfi’nin teyzezadesi genç bir kitapçı geçen sene Avrupa seyahatine çıkmış. Dönüşünde
kendisine çok açık saçık olan Afrodit’i tercüme ettirirse büyük paralar kazanacağını
tavsiye etmiştir. İşte Semih Lütfi hısmının tavsiyesini yerine getirmek ve bol para
kazanmak için bu kitabı bastırmıştır.
Müddeiumumîlik (Savcılık) halkın ar ve hayâ duygularını rencide edebilecek
mahiyette gördüğü Afrodit’in tercümesini tetkik için Sultanahmet Birinci Sulh Ceza
Mahkemesine vermiştir. Mahkeme de beni ehlivukuf (bilirkişi) saçmıştır. Kitabi okudum.
Kanaatimi mahkemeye bildirdim. İki gün sonra işportaya düşeceği için beş on kuruş gibi
az bir para ile satılacağını tercümenin nezih Türk heyeti içtimaiyesine sokulmayacağı
neticesine varıyordum. Hiçbir tesire kapılmayarak kanaatimi serbestçe ifade etmiş olmam
gazetelerde münakaşaya yol açtı. Satış yapamayan bazı gazeteler kanaatimi ve imzamı
istismar ettiler.’38. Konyalı bu yayını ile bilirkişi olduğu ve devam eden bir dava
ile ilgili itham edici ifadeler kullanmıştı. Onun bu davranışına tepki gecikmedi.
Kitabın yayımlanmasından kısa bir süre sonra Cumhuriyet gazetesinde
Konyalı ile ilgili bazı belgeler yayınlanmaya başladı. Bu belgelerde Konyalı’nın
İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgali sırasında millî hareket aleyhinde ve
işgalciler lehinde faaliyetlerde bulunduğu gerekçesi ile zafer ve inkılâplardan
sonra takibata uğradığını yazdı. Bu yönde bazı belgeler de yayımladı. İstanbul
Valisi’nin imzası ile Konyalı’ya gönderilen belgede şu ifadeler yer alıyordu39.
“Sizin Mütareke sıralarında dördüncü şube yolcu kaleminde müstahdem
bulunduğunuz sırada milli hareketi rencide edici ve düşman lehine mütezahir (görülen,
asıl garibi bu dilberi çoluk çocuk eline ‘ehli hibre’ (bilirkişi) teslim etti. Başka bir vatandaş 50
kuruş bulamayacak olan çocuklara acıyarak 25 kuruşluk bir nüsha bastı. (İkinci Afrodit çevirisi)
Bu suretle Üniversite ve Talim ve Terbiye’nin röportajlardaki endişelerinin yersiz olduğu ortaya
çıktı. Sıra mahkemelik Afrodit’e geldi. İki rakip yetmiyormuş gibi ehli hibreninki ve popüler
tabiinki bir liralık baskısı çıktı. Cavit Yamaç, ‘Vitrin’, Servetifünun Uyanış, C. 87, S. 2277, 11
Nisan 1940.
38 Konyalı, s. 51.
39 Cumhuriyet, 20 Şubat 1940.
146
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yardım eden) ve müs’bet ef’alinizden (işlerinizden) dolayı gazetecilik istihdamınızın
kanuna mugayir olduğu beyan olunur.”
İstanbul Valisi Fazlı
Gazete İstanbul Valisi Fazlı Bey’in bu yazıyı yazmasına sebep olan ve
Konyalı’nın kendi el yazısı ile yazıldığı iddia edilen belgelerin fotoğraflarını de
yayımlamaya başlamıştı. Yayımlanan belgelerde de özetle şu ifadeler yer
alıyordu.
“16 Mart 1336 (1920) Salı. Bugünkü hatırat ve Meşhudâtımı tespit ederken şu
cümleyi garra (gösterişli – güzel cümle) ile başlayacağım. (hâzâ min fazlı rabbı). Kuvayı
Milliye denilen ölüm çetesi Muhammed Ümmetinin Anadolu’da kıtır kıtır doğrar,
bozkırlarda köyler ve hanümanlar söndürür, Biga’larda yağmalar, kıtallar (katliam)
yapar. Bayburt’ta evleri topa tutar. Anadolu’nun bî-kes köylerinde üst üste kalan son
taşları yıkar, yetimlerin son lokmasını da çalarken bu zavallı milleti ne kadar teessüf edilir
ki Düveli Galibe onları kurtarıyor. Azametine kurban olduğum Tanrım. Ne harikalar ibda
ve ıhtıra eylemez. Gazap suretinde tecelli eden büyük lütuflar vardır. Düveli İtilaf’iye işte
bu gün İstanbul’u işgal ettiler. Ettilerse hâzâ min fazlı rabbı’.
Gazetede yayımlanan ikinci belge Osmanlı Devletini Birinci Dünya Savaşına
sokanlarla ilgili idi. 10 – 23 Temmuz 1336 (1920) tarihini taşıyan bu belgede de
özetle şu ifadelere yer veriliyordu.
“Madem ki bu Millet Meclisi vardı. Madem ki o da harbe razı oldu. O halde bu millet
de harbe taraftardı. Kahrolsun eşek millet…! Hala o çapulcuların peşindeler… Ah böyle
Meşrutiyet keşke olmasaydı… Meşrutiyet baisi (şiddetli) felaketimiz ve amili inkırazımız
oldu. Kahrolsun alçaklar.”
Aynı günkü Cumhuriyet gazetesinde gazetenin başyazarı Yunus Nadi 40
Konyalı’ya cevap niteliğinde ‘Afrodit İşinin Mahiyeti’ başlıklı bir yazı kaleme
almıştı. Yunus Nadi bu yazısında mahkemenin safahatı hakkında bir
değerlendirme yaptıktan sonra konuyu Konyalı’nın kişiliğine,
bilirkişilik
niteliğine ve yazdığı esere getirdi. Konyalı’nın neşrettiği Afrodit kitabından
“İbrahim Paşa sarayı dedikleri han harabesini nasıl yıktıksa Afrodit adlı bu tereddi
mikrobunun da başını ezeceğiz.” satırını naklederek “Demek ki İbrahim Paşa Sarayı’nı
yıktırmakta elbirliği eden kuvvetler Afrodit davasında da omuz omuza yürüyorlar.” dedi.
40
Aynı zamanda Muğla milletvekili
147
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konyalı’nın dava sürecinde ikinci bir savcı (Müddeiumumî) gibi davrandığı
belirtilen yazıda bilirkişilerin sadece mahkemelerde bilgisine başvurulan olması
gerektiğini ifade etti. Mahkeme sürecindeki davranışlarını Millî Mücadele
yıllarında Konya isyanlarındaki delibaş ve Zeynelabidin Hoca’nın davranışlarına
benzetti. Konyalı ile ilgili gazetelerinde yayımlanan belgelere değinerek
mahkemenin savcısını da hedef aldı. Müddeiumumî Hikmet Onat’ın İbrahim
Hakkı Konyalı’yı çok beğendiği ve güvendiği bir insan olmasaydı yayımlanan
vesikaları dikkate alması gerektiğini belirterek iki ismin işbirliği içinde oldukları
ithamında bulundu41.
Bu yayımla beraber konu bir anda Afrodit davasının dışında farklı bir boyut
kazandı. Gazetede yer alan yazılar hem Müddeiumumî hem de İbrahim Hakkı
Konyalı için çok ciddi bir ithamdı. Konyalı bu ithamlara cevap olarak gazeteye bir
tekzip yazısı gönderdi. Tekzip yazısında şu ifadelere yer verilmişti:
“Gazeteniz 20 Şubat 940 tarihli nüshasında şahsıma hakaretlerle ve isnatlara karşı
matbuat kanununun 48. Maddesi dayanarak aşağıdaki cevabımın ilk çıkacak nüshada
yayımlanmasını istiyorum.” deniyordu42.
Dört maddeden oluşan tekzip yazısındaki cevaplar şu şekildeydi.
1 – Bana isnat edilerek Atatürk’e ve millete hakaret dolu yazıları hiçbir
eserimde ve gazete yazılarımda neşretmiş değilim. Buna imkân da yoktur.
2 – On beş seneden beri yazdığım eserler beynelmilel ilim âlemi tarafından da
kabul görmüştür. Bunlardan Topkapı Sarayında Deri Üzerine Yapılmış Haritalar
adlı eserim bizzat Atatürk tarafından da takdirle karşılanmış ve beni huzurlarına
çağırtarak anlımdan öpmüştür. On beş seneden beri neşrettiğim ilmi eserler
tamamı ile Cumhuriyet’e ait inkılâpları tahkim eylemiştir. Bunlarda şahıs ve
şahsiyet yoktur.
3 – Matbuat müdüriyetinin kanaatine gelince, bunu matbuat müdürünün
bizzat neşretmesi lazımdır. Onun dediği tarihten beri Türk matbuatında rejim
lehinde birçok yazılar neşrettim. Bu neşriyatıma da kimse mani olmadı.
4 – Dün beni en karaktersiz ve cahil diye tanıtan Cumhuriyet gazetesi bile
ilmî inkılâba milletimin harsına hizmetlerimi takdir ederek Topkapı Sarayı’nda
Deri Üzerine Yapılmış Haritalar adlı eserimin yayımlanması münasebeti ile
yazdığı uzun bir metinde şu cümleler de vardı. “Hars âlemimizde şöhret
Yunus Nadi, Afrodit İşinin Mahiyeti – İbrahim Paşa Sarayının Yıktırmakta İşbirliği Eden Kuvvetleri Afrodit
Davasında da Omuz Omuza Yürüyor Görüyoruz’, Cumhuriyet, 20 Şubat 1940. Nadi, F s. 80.
42 ‘Konyalı’nın Mektubu’, Cumhuriyet, 23 Şubat 1940.
41
148
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kazanılmasının kalaylaşmasından beri değerli eserlerden mahrum kalıyorduk. İbrahim
Hakkı Konyalı yeni eseri ile haklı olarak beynelmilel bir şöhret ve şeref kazanmıştır.”
Afrodit davasındaki ilmî kanaatlerimin tezahüründen sonra cahil ve mürteci
olduğum şeklindeki ithamların sebeplerinin tahlilini en büyük hâkimi adalet olan
efkâr-ı umumiyenin takdirine bırakıyorum. Üst tarafını Cumhuriyet kanunları ve
mahkemeleri söyleyecektir.
Konyalı’nın tekzip yazısını yayımlayan gazete aynı gün hem tekzip yazısına
cevap verdi hem de ithamlarını sürdürdü. Konyalı’nın bu düşüncelerinde yalnız
olmadığını belgeleri ile ortaya koymaya devam etti. Konyalı’nın Basın Birliğinden
çıkarılacağını kamuoyuna duyurdu43.
Bu arada diğer bazı gazeteler de işe karıştı. Vakit gazetesi başyazarı Asım Us,
Cumhuriyet gazetesinin baş makalesi ve baş sahifedeki haberini esas alarak
mütareke sırasında olumsuz davranışları bilinen daha sonra da gazetecilikte
istihdamının kanuna aykırı olduğu bilinen birisinin mahkemeler tarafından nasıl
bilirkişi olarak tayın edilmiş olduğunu eleştirdi. Umumi hapishanenin (İbrahim
Paşa Sarayı) yıkılması konusunda ise Hikmet Onat ile Konyalı’nın işbirliği içinde
oldukları ithamlarına ise katılmadı44.
Tan gazetesi ise mahkeme sırasında Müddeiumumî Hikmet Onat’ın davayı
izlemek isteyen gençlere karşı davranışlarını herhangi bir isim zikredilmeden
eleştirildi45.
Tartışmalardan Konya halkı ve basını da rahatsız olmuştur. Konuya Konya
söz konusu edildiği için katılmak zorunda kaldığını ifade ede Ziya Çalık, Yunus
Nadi’nin yazısına atıfta bulunarak “Konya soyadından dolayı bir isyan vakasını yâd
etmeğe lüzum yoktur.” der. İbrahim Hakkı Konyalı’nın kendisine yöneltilen
eleştirilere kendisinin cevap vereceğini ifade eden Çalık, “Temennimiz bir tek ismin
anılması ile 650 bin kişinin sakin bulunduğu bir memleket parçasının yâdına, oranın
tarihindeki fena bir faslın söylenmesine lüzum görülmemesidir. Suçu işleyenler cezasını
çekmiştir. Cezaya uğramayanlar ise masum olan ve milli ideale bağlı olanlardır. İnkılâp
gençliği Cumhuriyet çocukları için bu tür vakaların gündemde tutulması psikolojik
bakımdan olumsuz etki yapmaktadır.” dedikten sonra eğer Cumhuriyet gazetesinin
Cumhuriyet, 25 Şubat 1940.
Asim Us, ‘Bir Yıkmanın Mesuliyeti’, Vakit, 21 Şubat 1940.
45 Sabiha Zekeriya, Görüşler – Gençliğin Hassasiyeti’, Tan, 25 Şubat 1940.
43
44
149
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yayımladığı belgelerin doğruluğu kanıtlanırsa bizzat kendisinin de ‘Konyalı’
soyadının kandırtılması için çalışacağını ilave etti 46.
Bu gelişmelerin ardından Afrodit davası ile başlayan tartışmalar Cumhuriyet
gazetesi ile İbrahim Hakkı Konyalı arasında yeni bir davaya konu oldu 47.
Cumhuriyet Gazetesi ile İbrahim Hakkı Konyalı Arasındaki Dava
Konyalı Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ve kendisine göre uydurma ve
hakaretlerle dolu olan belgeler ve gönderdiği tekzip yazısının geç yayımlandığı
için Matbuat kanununun 2748 ve 4849. Maddelerine dayanak göstererek 22 Şubat
1940 tarihinde gazetenin sahibi Yunus Nadi ve yazı işleri müdürü Hikmet Münif
Bey aleyhine dava açtı 50. Davanın ilk duruşması 6 Mart 1940 tarihinde yapıldı.
Ziya Çalık, ‘Afrodit ve Ehli Vukuf’, Ekekon, 23 Şubat 1940.
Aslında Afrodit diğer birçok gazete ve gazetecinin de yargılanmasına sebep oldu. Afrodit yüzünden
mahkemelere düşen gazetecilerin davaları uzun müddet devam etti. Cumhuriyet gazetesinden
Peyami Safa, Akşam gazetesinden Vala Nurettin, Tan gazetesinden Sabiha Sertel ve Halil Lütfi
Dördüncü, Son Telgraf gazetesinden Ethem İzzet Benice yine Son Telgraf gazetesinden Necip Fazıl
Kısakürek, Yeni Sabah gazetesinden Cemalettin Saraçoğlu haklarında açılan davalar dolayısıyla
adliye koridorlarını bir hayli aşındırdılar. Neticede Yeni Sabah hariç, diğer gazetelerde çalışanlar
da Afrodit gibi beraat ettiler. Dava süreci ile ilgili bazı örnekler için bak. ‘Peyami Safa Müdafaasını
Okudu’, Akşam, 24 Mart 1940. ‘Afrodit Davaları Devam Ediyor’, Vakit, 24 Mart 1940. ‘Afrodit
Davaları – Mahkemeye verilen Tan gazetesi ile Sabiha Zekeriya ve Halil Lütfi Hakkında beraat
kararı verdi’, Akşam, Cumhuriyet, 27 Mart 1940. ‘Yeni Sabah ile Mesul Müdürü Mahkûm
Oldular’, Vakit, 27 Mart 1940. ‘Afrodit’ten Çıkan Yeni Bir Dava’, Akşam, 30 Mart 1940. Nadir
Nadi, Afrodit Davası ve Geri Davranışlar’, Cumhuriyet, 10 – 11 Temmuz 1964.
48 Matbuat kanununun 27. maddesinde
“Her gazete veya mecmuanın neşriyatından doğan mesuliyet
umumî neşriyatı filen idare eden zat ile bu gazete veya mecmua sahibine aittir. Muharrirler kendi imzalarını
taşıyan yazılardan umumî neşriyatı idare eden zat ile birlikte mesul olurlar.” ifadesi yer almaktadır.
TBMM Zabit Ceridesi, Devre 4, Cilt 3, Fevkalade içtima, 35. Toplantı, 25. 07. 1931, s. 366.
49 Matbuat kanununun 48. Maddesinde de “Gazete veya mecmuanın mesulleri matbuanın neşriyatından
tevellüt edebilecek her türlü hukukî ve cezaî mesuliyetlere halel gelmemek üzere bir memurun vazifesine
müteallik fiillere ait olarak gazete ve mecmualarda yapılan neşriyat hakkında bir Devlet memuru veya
salahiyetli makam tarafından gönderilen cevaplan meccanen neşretmeğe mecburdur. Cevap ve tashihler
gazete veya mecmuanın bu cevap ve tashihlerin vusulünü müteakip ilk çıkacak nüshasının ayni sütununa
ayni punto harflerle hiç bir ilâve olunmaksızın neşredilecektir.” denilmektedir. TBMM Zabit Ceridesi,
Devre 4, Cilt 3, Fevkalade içtima, 35. Toplantı 25. 07. 1931 s. 373.
50 Yunus Nadi Bey’in o tarihte Muğla milletvekili olduğu için İstanbul Müddeiumumîsi Hikmet Onat
TBMM’ye 7 Mart 1940 tarihinde bir yazı yazarak Yunus Nadi Bey’in teşrii (yasama)
dokunulmazlığının
kaldırılmasını
talep
etti.
Dönemin Başbakanı
Refik
Saydan,
Müddeiumumîlikten gelen yazıyı 12Mart 1940’ta meclise göndererek gereğinin yapılmasını istedi.
İlgili yazıya 18 Mayıs 1940 tarihinde Meclis adalet komisyonundan şu cevap yazıldı: “Muğla
mebusu Yunus Nadi’ye isnat olunan suç Teşkilâtıesasiye kanununun 12 ve 27. maddelerinde yazılı
cürümler haricinde olduğu İhzari encümenin mazbatasından dahi anlaşıldığından Dâhilî nizamnamenin
180. maddesinin ikinci fıkrası mucibince takip ve muhakemesinin devre sonuna bırakılmasına karar
46
47
150
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Altıncı Asliye Ceza Mahkemesindeki ilk duruşmada Mahkeme istida (dava
etmek) suretinin Cumhuriyet gazetesi yayın müdürü Hikmet Münif Bey’e henüz
tebliğ edilmediği gerekçesi ile tebliğin icrasına karar verdi51. Davaya 16 Mart
1940’ta devam edildi. Mahkemede Konyalı ve avukatı Ethem Ruhi ile
Cumhuriyet gazetesi yayın müdürü Hikmet Münif ve avukatları İrfan Emin ile
Suat Ziya hazır bulundular.
Konyalı’nın müracaat üzerine Müddeiumumîlik de davaya iştirak etmişti. Bu
yüzden ilk olarak Müddeiumumîlik tarafından hazırlanan iddianame okundu.
İddianamede 20 Şubat 1940 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yapılan yayımlarla
açıkça İbrahim Hakkı Konyalı’nın teşhir edildiği. Halkın hakaretine kin
beslemesine maruz bırakıldığı, gönderdiği tekzip yazısının ertesi gün ve aynı
puntolarla yayımlamadığı ifade edilerek gazetenin yazı işleri müdürünün
matbuat kanunun 27 ve 48. Maddeleri ve ceza kanununun 480. Maddesine göre
cezalandırılması isteniyordu52.
Savcılık makamı iddianamesini bitirdikten sonra söz sırası İbrahim Hakkı
Konyalı Adına avukatı Edhem Ruhi Bey ayağa kalkarak özetle şunları söyledi:
Müvekkilinin Afrodit davasından dolayı verdiği rapor üzerine Cumhuriyet
gazetesi tarafından garaz ve kinle teşhir edilmiştir. Yapılan suçlamalar doğru
değildir. Müvekkilim birçok yazılar yazmış, yayın hayatında tanınmış birisidir.
Oysa şimdi aleyhinde yapılan ithamlarla yayın hayatından adeta kovulmuştur.
Hiçbir gazete yazılarını kabul etmiyor. Dedikten sonra suçluların
cezalandırılması ve müvekkiline de 10 bin lira tazminat ödenmesi talebinde
bulundu.
Bu açıklamalar karşısında söz alan Cumhuriyet gazetesi yayın müdürü
Hikmet Munif adi geçen belgelerin tarihe mal olmuş belgeler olduğunu ve
gazetesinde de belgelerle ilgili herhangi bir yorum yapılmadığını, tekzip namenin
geç yayımlanmasının sebebinin ise art niyetten değil postadaki gecikmeden
kaynaklandığını ifade etti. Belgelerin nasıl elde edildiğini yayın ilkeleri gereği
açıklayamayacağını fakat belgelerin sahte olduğu yönünde bir dava açılması
durumunda defter halinde olan belgelerin asıllarını mahkemeye ibraz
edebileceklerini söyledi. Savcılık makamının yirmi sene evvelki belgeleri şimdiye
verilmiştir.” TBMM Zabit Ceridesi Devre 6, Cilt 11, İçtima 1, 54. İnikat, 22. 06. 1940, s. 1-2, S. Sayısı
155, 156, 157, 158 ve 159.
51 Vakit, Akşam, 7 Mart 1940; Akşam, 8 Mart 1940.
52 Vakit, 17 Mart 1940.
151
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kadar niçin yayımlamadınız şeklindeki sorusuna da belgeler şimdi elimize geçti
de ondan cevabini verdi53.
Ardından Hâkim sanık konumunda olanların yayımladıkları belgeleri
mahkemeye ibraz etmeleri için duruşmayı bir hafta erteledi.
Oldukça tartışmalı geçen 26 Mart tarihinde yapılan duruşma Hikmet Munif
Bey’in avukatları Cumhuriyet gazetesinde neşredilen belgelerin hakaret
niteliğinde olmadığı, sadece tarihi belgelerin yayımlandığı bir kere daha ifade
ettiler. Bu nitelikteki belgelerin yayımlanmasının da suç teşkil etmediği,
belgelerin yayımlanması ile İbrahim Hakkı Konyalı’yı Afrodit davasında bilirkişi
tayin eden müddeiumumîlik makamının hedef alınmadığı ifade edilerek
müvekkillerinin beraatını talep ettiler.
Hâkim tarafları dinledikten sonra davaya konu olan belgelerin incelenmesi
için duruşmayı 29 Mart’a erteledi54. O tarihte yapılan duruşmada da kararın
açıklanması 3 Nisan’a bırakıldı.
3 Nisan’da okunan karar metninde şu ifadeler yer aldı.
“Yayımlanan belgelerde İbrahim Hakkı Konyalı’nın mensubu bulunduğu millete
‘eşek’ ve Milli mücadele kahramanı, devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e de
‘Yahudi Mustafa Kemal’ sözleri ile hitapta bulunuşu, milli vicdan tarafından her
zaman için takbih (çirkin) olunacak bir harekettir. Bu böyle olunca müştekiye isnat
olunan vesikaların yayımlanmasından sonra onun ceza kanunu ile tespit olunduğu gibi
halk nazarında şöhret vakar ve haysiyetinin düştüğünü kabul etmek lazımdır.
Sanık ve avukatları davacıya ait belgeleri müddei aleyhi tahkir etmek gayesi ile değil
tarihe hizmet etmek istedikleri için yayımladıklarını söylediler. Hâlbuki tarih bir milletin
mukadderatı ve seyri üzerinde hiçbir surette tesir ve nüfuzu olmayan şahıslara ait haller
ve hareketlerle meşgul olmaz. Tarih ancak millî hayatın zaruretleri ile gelişen hareketleri
kendi sinesinde toplar. İbrahim Hakkı Konyalı ise ne mütarekeden evvel ne de
mütarekeden sonra Türk milletinin tarihi ve mukadderatı üzerinde görev almış ve tesir
yapmış bir şahsiyet değildir.” denildi. Ardından da Hikmet Münif Bey’in
mahkemenin mevzusu olan belgeleri yayımlayarak Konyalı’nın kişilik haklarına
zarar verdiğine hükmederek dört ay hapis ve 66 Lira 60 kuruş ile
cezalandırılmasına karar verdi55.
Vakit, 17 Mart 1940.
Vakit, Cumhuriyet, Ulus, 27 Mart 1940.
55 Cumhuriyet, 4 Nisan 1940.
53
54
152
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Afrodit ile ilgili Temyiz Mahkemesinin kararı ve ardından başlayan Konyalı
ile Cumhuriyet gazetesi mahkemesi üzerine bir daha böyle bir tartışmanın
yaşanmaması ve en azından milletvekillerinin bu tür konuların içinde yer
almaması için konu TBMM’de de tartışıldı. Yasal boşluk varsa giderilmek istendi.
Ancak yeni bir yasal düzenlemeye gerek görülmedi. Konu ile ilgili görüşlerini
açıklayan Ankara milletvekili Aka Gündüz “Kanun diyor ki, ehlihibre midir, nedir
ona veriniz, Afrodit’i paçasından yakaladık ona verdik, dedi M, öyle değildir. Tuttuk
Üniversiteye verdik, o da öyle değildir dedi, müstehcen değildir dedi, yine ısrar ettiler,
talim ve terbiyeye verdik, Maarif vekâletinin Millî Talim ve terbiye adını taşıyan heyetine
verdik, o da değildir dedi. Yine ısrar ettiler, mahkeme de değildir dedi. Yine ısrar olundu.
Binaenaleyh böyle bir heyete filân verecek olursak meydana bir ikinci Afrodit çıkar. Çok
rica ederim, bu inkılâbı her şeyin pahasına ilerleten bu memlekette ne bu Afroditler çıksın,
ne de bu Afroditleri çıkaranlar çıksın, mâni olalım. Bu kadar basit bir fıkra ise, bu
müeyyideler esasen kanunda var. Rencide edermiş, etmezmiş, bu kanuna lüzum yoktur,
kanunî müeyyideler esasen var” dedi56.
Aka Gündüz’ün konuşmasının ardından söz alan Adliye Vekili Fethi Okyar
Gündüz’ün ifade ettiği ‘’Ne Afrodit davasını isterim, ne de Afrodit davasını
çıkaranları.’’ cevap verdi. Mahkemelerin uygulamalarının eleştirilmesini doğru
bulmadığını belirtti. Mahkemelerin sadece TBMM tarafından çıkarılan kanunları
uyguladıklarını belirttikten sonra sözü Afrodit davasına getirdi. “Afrodit davasını
çıkaranlar kimlerdir ve niçin çıkarıyorlar? Afrodit davası malûmunuzdur. Gazeteler uzun
uzadıya mevzu bahis ettiler. Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkmış olan bir kanun
mucibince müstehcen addolunacak kitapları takip etmek vazifesi müddeiumumîlere
verilmiştir. Müddeiumumîler bu vazifeyi yaparlarken B. M. Meclisinden çıkmış olan
kanunları tatbik etmekten başka hiç bir gaye takip etmiyorlar. Bunların muhakemelerinin
doğru olup olmadığını tetkik etmek doğrudan doğruya hâkimlere aittir. Esasen
mahkemeden geçmiş ve kaziye-i muhkeme halini almış olan bir meselenin tekrar burada
münakaşa edilmesine ne lüzum ve ne de ihtiyaç vardır. Yalnız şunu söylemek isterim ki,
B. M. Meclisinin kanunları müddeiumumîlere böyle vazifeler tevdi etmişse
müddeiumumîler de daima bu vazifeleri kendi kanaati vicdanları dairesinde ifa etmekte
devam edeceklerdir” dedi57.
56
57
TBMM Zabit Ceridesi, Devre 6, Cilt 10, İçtima 1, 43. İnikat, 24. 04. 1940, s. 129.
TBMM Zabit Ceridesi, Devre 6, Cilt 10, İçtima 1, 43. İnikat, 24. 04. 1940, s. 137.
153
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Sonuç
Bir kitabın, yayınevinin ve çevirmenin yargılanması sorunu kuşkusuz
düşünce, sanat ve bilimsel araştırma özgürlüğü ile yakından ilgilidir. Osmanlı
Devleti’nin son döneminden itibaren Türkiye’de pek çok dönemde değişik
isimler altında sansür uygulanmış bazı yasaklamalar yapılmıştır. Yasaklama için
uydurulan gerekçeler ise çoğunlukla devlet büyüklerine hakaret, Ülke aleyhinde
yapılan yayınlar, kominizim propagandası, müstehcenlik vb. şekilde olmuştur.
Benzer gerekçelere dayandırılan yasaklamalar Cumhuriyet döneminde de devam
etmiştir.
Bir taraftan çağdaşlaşma, düşünce ve ifade hürriyeti, basının özgürlüğü Batı
medeniyeti ile bütünleşme gibi ifadeler dilden düşürülmezken diğer taraftan bu
düşüncelerle hiç bağdaşmayan şekilde sansür uygulamalarından da
vazgeçilmedi58.
Aynı dönemde dünya klasikleri arasına sayılan ve Türkçeye çevrilen Madam
Bovary, Afrodit gibi romanlar da mahkeme kararı ile toplatılarak yargılandı.
Yargılamalar devam ederken eserlerle ilgili fikir beyan edenlere karşı da adeta
savaş açıldı. Konumuzu teşkil eden Afrodit romanının yargılanması özellikle
davanın görüldüğü günlerde Erzincan depremi, İkinci Dünya Savaşı gibi
dönemin en önemli olaylarını bile gölgede bıraktı. Yargılama sonucunda Afrodit
müstehcenlikten aklandı. Toplatılan kitaplar sahiplerine iade edildi ve piyasaya
sürüldü. Fakat Afrodit davası ile ilgili yayın yapan birçok gazete ve dergi ile
birlikte buralarda yazı yazan çok sayıda yazarın yargılanması bir süre daha
devam etti. Neticede onların önemli bir kısmı beraat etti. Az bir kısmı de çeşitli
para cezasına çarptırıldı.
Genel anlamda ise Afrodit davasının beraatla sonuçlanması daha sonraki
dönemlerde çevirmenlerin ve yazarların eserlerini verirken daha rahat hareket
edebileceklerine imkân tanıdı.
58
Konumuzla alakalı olan 1939-1945 tarihleri arasında toplatılan, kapatılan gazetelerin ve dergilerin
sayısı oldukça kabarıktır. Bazı örnekler için bak. Cumhuriyet Gazetesi 5 kez (5 ay 9 gün) kapatıldı.
Tan 7 kez (iki ay 13 gün); Vatan 9 kez (7 ay 24 gün); Tasvir-i Efkâr 8 kez (3 ay, daha sonra süresiz
kapatıldı). Vakit 2 kez (12 gün); Yeni Sabah 3 kez (6 gün); Akbaba 4 kez (47 gün); Son posta 4 kez
(11 gün); Haber 2 kez (10 gün) süreyle kapatıldılar. Yurt ve Dünya dergilerinin satılmaması,
üniversitelere sokulmaması, öğrencilere, devlet memurlarına okutulmaması için yazılı ve sözlü
emirler verildi.
154
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
EKLER
Ek 1
Ek 2
155
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Ek 3
Ek 4
156
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Ek 5
157
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
158
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Ek. 6
Ek 7
159
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
160
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İBRAHİM HAKKI KONYALI’NIN İZİNDE
Doğan YÖRÜK *
Konyalı ile tanışmam, 1994 yılında yüksek lisans ders döneminin ardından
danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Alaattin AKÖZ’ün XVI. Asrın Başlarında Aksaray
Kazası1 adlı tezi vermesiyle başladı. Tezim esas olarak Başbakanlık Osmanlı
Arşivi’ndeki 1500 tarihli 32 ve 40 numaralı tapu tahrir defterlerine dayanmakta
idi. Siyakat yazısını çözmeye yeni başladığım bir süreçte Konyalı’nın 3 ciltlik
Aksaray Tarihi adlı kitabı2 hızır gibi imdadıma yetişti. Tahrir defterlerinde
okuduğum yer ve şahıs adlarının yanında bazı metinleri de Konyalı’nın
kitabından test etme, doğrulama imkânı buldum.
Konyalı tahrir serilerinin önemli bir kısmını okumuş, yer ve şahıs adlarını
vermiş, ayrıca mevcut köyleri tek tek gezdiğinden bunların eski ve yeni isimlerini
de zikretmişti. Ben ise her ne kadar alan araştırması yapsam da, tek bir tahrir
serisinden hareketle tezimi yazdığım için TT 32 ve TT 40 numaralı defterlerdeki
yazım şekli ve biçimini esas alıp, buna göre hareket etmiştim. Söz konusu
defterler üzerine çalışan araştırmacıların karşılaştıkları en büyük sıkıntıların
başında yer adlarının okunması meselesinin geldiği herkes tarafından
bilinmektedir. Bu bağlamda, Konyalı’nın işimi oldukça kolaylaştırdığını
belirtmeliyim. Bazı köylerin okunuşunda TT 40 numaralı defterdeki yazılış
biçimine aynen uyacağım diye Konyalı’ya itibar etmedim. Bunlardan en ilginci
Susadı Köyü ile ilgili olanıdır: Köyün mevcut adı Susadı olmasına rağmen, TT 40
numaralı deftere Kuyusadı şeklinde yazılmasından dolayı, kaynağı öne çıkararak
yazılıp okunduğu biçimini kabul etmiştim. Fakat doktora döneminde farklı tahrir
serilerini de kullanmaya başladığımda, bu sefer köyün Kuyusadı değil de Susadı
*Doç.
Dr., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi,
[email protected].
*Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi,
[email protected]
1 Doğan Yörük, XVI. Asrın Başlarında Aksaray Kazâsı ve ve Kazânın İskânı, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya 1996.
2 İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi, İstanbul 1974-1975.
161
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
şeklinde yazıldığını (Aslında bu tip yazım değişikliklerinin kâtipten kâtibe
değiştiğini bilmeme rağmen bunu göz ardı etmiş olmalıyım.) gördüğümde,
metinlerin okunuşunda Konyalı’ya olan güvenimin daha da arttığını
belirtmeliyim.
Konyalı şehirler üzerine yaptığı bütün çalışmalarında tarihi bilgiyi eski
çağlardan günümüze kadar getirmiştir. Çalıştığı şehre ait yazıt, kitap, para,
kitabe, harita, belge ve yapı ne varsa onun ilgi alanına girmiştir. Kaynaklarla
sınırlı kalmamış, tarihî yapıları yerinde görmüş, kitabelerini okumuş, durumları
hakkında bilgiler vermiştir. Köyleri, dönemin şartlarına göre eşek veya cip ile
adım adım gezmiş, tarihî bilgi ile coğrafyayı birleştirmiş, bunun yanında sözlü
tarih çalışması da yapmıştır. Bu bağlamda, Aksaray Tarihi kitabını benim tez
çalışmam için biçilmiş kaftan olarak değerlendirmiştim. Nitekim öyle de oldu.
Konyalı ile yollarımız doktora tezinde de birleşti. Doktora yeterlilik sınavını
geçtikten sonra danışman hocam Prof. Dr. Mehmet Ali ÜNAL kurum çalışmasına
yönlendirerek “Osmanlı Devleti’nde Serdarlık ve Serdâr-ı Ekremlik” adlı bir tez
çalışması vermişti. Ben ise yüksek lisans çalışmasının devamını getirmek için XVI.
Yüzyılda Aksaray Sancağı adlı bir tez çalışması yapmak istiyordum. Bu düşüncemi
hocaya söylediğimde, hoca da haklı olarak Konyalı’nın çalışmasının üzerine ne
koyabileceğimi sormuş ve sesimi kesmiştim. Böylelikle yönümü Aksaray yerine,
askerî tarih alanına kaydırmak durumunda kalmıştım.
Tezle ilgili, öncelikle literatür taraması yaparak, bir yıl boyunca kroniklerden
bulduğum bilgileri fişledim. Kroniklerden oldukça ilginç bilgiler de çıkıyordu
hani. Ancak, yaz döneminde arşive gittiğimde, el attığım kataloglar derdime çare
olmadı. Yeterli kaynak/lar bulamadım. Konuyla ilişkilendirebildiğim defterlerin
başında sefer ruusları ve ruznamçeleri gelmekteydi. Bunlar da tez için oldukça
yetersizdi. Arşivdeki malzemeleri tanıyan ve bilen hocalardan, tezle ilgili hangi
kaynaklara bakmam gerektiği konusunda yardım istediğimde; yeterli kaynak
bulamayacağımı, çünkü serdarlık ve serdâr-ı ekremliğin bir müessese değil
unvan olduğu, dolayısıyla bu konunun ancak yüksek lisans tezi olabileceğini
söylediklerinde, büyük bir moral bozukluğu yaşamıştım. Danışman hocamla
yaptığımız istişareler sonucunda, ilk başta teklif ettiğim XVI. Yüzyılda Aksaray
Sancağı adlı tez başlığında karar kıldık ve büyük bir heyecanla çalışmaya
başladım. Bu arada bir yıl kaybetmiş oldum. Ne yazık ki bu dönemde topladığım
verilerden hareketle henüz bir çalışma da yapamadım.
162
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Aksaray Sancağı XVI. yüzyılda Aksaray ve Koçhisar (Şerefli) kazalarından
oluşmakta idi. Bir ara Ereğli de bu idari birime dâhil olmakla birlikte, daha çok
Konya sancağına bağlı kaldığından tezin kapsamı içine almadık. Onu başka bir
çalışmaya - doçentlik takdim tezine – bıraktım. Böylelikle Konyalı’nın Aksaray
Tarihi’nin yanına Şerefli Koçhisar Tarihi3 adlı kitabı da katıldı. Doktora tez
döneminde bu iki eser başucu kaynağım oldu. Başlangıçta, yeni bir şeyler ortaya
koymak adına, bu kitapların varlığını kendime problem edinirken, daha sonra ne
büyük nimet olduğunu anlamam uzun sürmedi. Tezim onun veri ve bilgileri
sayesinde çok daha sağlam temellere oturdu.
Şehir tarihi çalışanlar için tahrir defterleri kadar dönemin Osmanlı
mahkemelerinde görülen davaların tutulduğu şeriye sicilleri de hayati önemi
haizdir. Bütün kadılıklarda bu defterler tutulmasına rağmen çeşitli nedenlerden
dolayı günümüze ulaşabilenlerin sayısı oldukça azdır. Bu bağlamda kadı
sicillerinin tamamı veya bir kısmı günümüze kadar ulaşabilmiş şehirleri şanslı
saymak mümkündür. Çalışma alanım olan Aksaray ve Koçhisar ise maalesef
şanssız şehirlerin başında gelmekteydi. Kataloglarda bir tek sicilleri bile
görünmüyordu. Fakat Konyalı Aksaray Tarihi’nin I. cildinin 1060. sahifesinde özel
arşivinde bulunan IV. Murad dönemine ait bir Aksaray şeriye sicilinden
bahsetmekteydi. Uzun süre bu sicilin peşinde koşturdum. Derken, Mustafa
Özdamar’ın, İbrahim Hakkı Konyalı ve kütüphanesi üzerine yazdığı kitaptan 4
haberdar olduğumda, dört gözle aradığım sicile çok yaklaştığımı hissetmiştim.
Gerçekten de sicil kütüphane kataloğunda yer alıyordu. Bir kopyasını almak için
kitaplarını ve bütün malzemesini bağışlayarak kurduğu Üsküdar’daki Selimiye
Camii Hünkâr Kasrı’ndaki İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi’ne gittiğimde,
buradaki inşaat ve tamirat faaliyetlerinden dolayı kapalı olduğu söylenince,
büyük bir üzüntüye kapıldım. Eli boş bir şekilde dönmek zorunda kaldım. İki yıl
aradan sonra tekrar gittiğimde tamirat bitmiş, kütüphane hizmet vermeye
başlamıştı. Kütüphaneciden ilgili sicili istedim ve kısa süre sonra kütüphane
görevlisi elinde bir kitapla geldi. Teslim aldığım kitap benim aradığım sicil
değildi. Katalog numarası aynı olmasına rağmen sicil yerine başka bir kitap aynı
demirbaş numarasını taşımaktaydı. İkinci teşebbüsüm de sonuçsuz kaldıktan
sonra sicilin akıbeti ve ona ulaşma noktasındaki ümitlerim de tamamen bitmişti.
3
4
İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri İle Şereflikoçhisar Tarihi, İstanbul 1971.
Mustafa Özdamar, İbrahim Hakkı Konyalı ve Konyalı Kütüphanesi Yazmalar Kataloğu, İstanbul 1997.
163
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Aksaray’ın tek sicilinin ortaya çıkması ve meraklılarıyla buluşabilmesi için
2014 yılını beklememiz gerekiyormuş. Sicil Konyalı’nın dediği gibi kendi özel
arşivinden değil de Aksaray mebusluğu ve belediye başkanlığı yapmış Bayram
Ali GÜRÜN’ün terekesine sahip olan torunu H. Ümit GÜRÜN’de çıkmıştır.
Sicilin ortaya çıkması ise Mustafa Fırat GÜL ve Orhan ÖZDİL’in çalışmaları
sayesinde olmuştur. Bayram Ali GÜRÜN Aksaray tarihine merakı ve araştırmacı
kimliğiyle şehir tarihine ait bilgi, belge ve kitapları toplamasının yanında
Konyalı’nın eserini hazırladığı süreçte de kendisine rehberlik etmiştir. Böylelikle
Konyalı, söz konusu sicili de bu dönemde görmüş ve kullanmış olmalıdır.
Aksaray’ın 1625-1633 yıllarına dair sosyal, ekonomik ve hukuk tarihi adına
çok önemli bir kaynağı bulunduğu mahzenden gün yüzüne çıkaran ve günümüz
harflerine çevirerek yayınlayan Aksaray sevdalısı Orhan ÖZDİL, Mustafa Fırat
GÜL ve Eralp Yaşar AZAP üçlüsüne ne kadar teşekkür etsek azdır5. Zira bu tür
çaba ve gayretlerin sadece üniversitelerdeki akademisyenler tarafından değil
şevk, heyecan, azim ve meraka sahip yerel tarihçi ve araştırmacılar tarafından da
yapılabileceğini göstermesi bakımından önemlidir.
Hülasa, doktora tezimi yazdığım süreçte bu sicilden faydalanamadım. Her
ne kadar XVII yüzyıla ait bir kaynağın doğrudan tezle alakalı olmadığı
söylenebilirse de, önceki ve sonraki dönemlere ait belge ve bilgilerden de çeşitli
yorumlar ve sonuçlar çıkarmanın mümkün olduğu herkes tarafından
bilinmektedir. Bulabildiğim kaynaklar muvacehesinde çalışmam 2002 yılında
bitti6 ve 2005 yılında kitap olarak yayınlandı 7.
Doktoradan sonra doçentlik takdim tezi olarak her ne kadar Akşehir’i
çalışmak istediysem de bir başka arkadaşın (Yard.Doç.Dr. Volkan ERTÜRK) aynı
şehri doktora tezi olarak çalıştığını ve bir hayli mesafe kat ettiğini görünce,
yönümü Ereğli’ye çevirmek durumunda kaldım. Aksaray ve Koçhisar’da olduğu
gibi Akşehir ve Ereğli hakkındaki çalışmaların da en ciddi ve kapsamlısı yine
Konyalı’ya aitti. Ereğli hakkındaki temel bilgilerim Konyalı’nın eserine
dayanmakta idi. Onun veri, bilgi ve gözlemleri üzerine benim bulduklarım ve
Aksaray’ın Tek Şer’iye Sicili (1625-1633), Haz. Orhan Özdil, Mustafa Fırat Gül ve Eralp Yaşar Azap,
Aksaray Barosu Yay, 2014.
6 Doğan Yörük, XVI. Yüzyılda Aksaray Sancağı, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora
Tezi, Konya 2002.
7 Doğan Yörük, XVI. Yüzyılda Aksaray Sancağı (1500-1584), Tablet Kitabevi, Konya 2005.
5
164
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gözlemlerim oturdu. 2009 yılında bitirdiğim çalışma Ereğli Belediyesi tarafından
yayınlandı8.
Konyalı bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi, şevk ve heyecanıyla sadece
Aksaray için değil, Konya merkezli Orta Anadolu’nun tarihi üzerine
yazdıklarıyla dikkat çekmektedir. Dönemin tarihçilik anlayışı çerçevesinde
şehirler üzerine yazdığı bütün kitaplarında aynı üslup ve yöntemi benimsemiştir.
İlgili şehre ait tarihi bilgi ve kayıtları eski çağlardan itibaren yaşadığı döneme
kadar getirmiştir. Dolayısıyla onun çalışmaları tam bir doküman çalışması olarak
da görülebilir. Kitaplarının en kıymetli yanı karış karış gezdiği şehir ve köylerde
gördüğü tarihi çevre ve yapılara ait verdiği bilgilerdir. Ayrıca ilgili şehirlerde
yetişmiş önemli ilim ve sanat adamları da Konyalı’nın ilgi alanına girmiştir.
Benim, Konyalı’nın çalışmaları üzerine yaptığım iş ise XVI. yüzyıl Aksaray
sancağı ve Ereğli kazasının sosyal ve ekonomik durumunu ortaya çıkarmak
olmuştu.
Konyalı ile yollarımız benim Konya üzerine hazırladığım bir projenin SÜBAP
(Selçuk Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü) tarafından
kabul edilmesiyle bir kez daha çakıştı. Henüz bitiremediğim projenin ana
kaynaklarından birini yine Konyalı’nın kitabı oluşturmaktaydı 9.
Yüksek lisans ders döneminin akabinde 1994’te başladığım tez çalışmasıyla
gıyabında ve eserlerinden tanıdığım rahmetli Konyalı ile bağlarım bir şekilde
artarak devam edip gidiyor. Onun yazdıkları bugün bizlerin çalışmalarına temel
teşkil ettiği gibi, hareket noktalarımızı da oluşturuyor. Geriye doğru dönüp
baktığımda şimdiye kadar yaptığım yayınların önemli bir kısmının kaynakları
arasında Konyalı’nın ismi başta geliyor. 1984 yılında fani dünyadan beka
yurduna göç eden Konyalı bıraktığı en güzel sadaka-i cariyelerle aramızda
yaşamaya devam ediyor. Bu vesile ile merhuma Allahtan rahmet diler,
mekânının cennet olmasını Cenâb-ı Mevlâdan niyaz ederim.
8
9
Doğan Yörük, XVI. Yüzyılda Ereğli Kazâsı, Ereğli Belediyesi Yay., Konya 2009.
İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Enes Kitap Sarayı, Ankara 1997.
165
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
166
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İBRAHİM HAKKI KONYALI’NIN “ABİDELERİ VE
KİTABELERİ İLE AKSARAY TARİHİ” İSİMLİ ESERİNE
ELEŞTİREL BİR BAKIŞ
Zekai ERDAL *
Özet
İbrahim Hakkı Konyalı’nın “Abideleri ve Kitabeleri” başlığı ile kaleme aldığı en kapsamlı
eseri hiç şüphesiz (Niğde) Aksaray Tarihi’dir. Bu eserin bu kadar kapsamlı olmasının nedeni
yazarın en son eserlerinden birisi olmasıdır. Zira 1974 yılına kadar yazar gerekli olan tüm
bilgileri derlemiş ve Aksaray Tarihi içerisinde ziyadesiyle kullanmıştır.
Konyalı zamanında Niğde’ye bağlı olan gerek Aksaray gerekse Ortaköy’ün tüm köylerini
gezmiş, köylerdeki tarihi yerler, ören yerleri, meşhur semtleri eserinde yazmış ve uygun
gördüklerini de bizatihi gidip yerinde incelemiştir. Günümüze kadar Aksaray’la ilgili yapılan
çalışmalarda Konyalı’nın bu eserini geçen bir yayın daha ortaya çıkmamıştır. Bu kitaptan
Konyalı’nın bir tarihçi, bir halk bilimci, sosyolog, arkeolog, sanat tarihçi, arşiv uzmanı olduğu
anlaşılmaktadır. Bu kadar geniş ve derin bir eserde, hataların olması da gayet tabiidir. Bu
hatalar ya da yanlışlıklar ya yazarın kendisinden ya da basım evinden kaynaklıdır. Konyalı’nın
kendisinden kaynaklı hata ve yanlışlıklar mukayese edilerek örnekleriyle ortaya konulmuştur.
•
Anahtar Kelimeler
İbrahim Hakkı Konyalı, Aksaray, Ortaköy, Abideleri ve Kitabeleri ile Aksaray Tarihi.
•
A CRITICAL VIEW ON IBRAHIM HAKKI KONYALI’S
“AKSARAY AND ITS MONUMENTS AND
INSCRIPTIONS”
Abstract
İbrahim Hakkı Konyalı’s most detailed volume in “Monuments and Inscriptions” series
is without doubt Aksaray (Niğde) history. The depth of this volume is due to the fact that its
one of the author’s latest oeuvres. The author collected the information he needed until 1974,
which in turn he availed himself to write the Aksaray History.
In his period, Aksaray was a town in Niğde province, and he visited all the villages in
Aksaray and Ortaköy, and wrote about historical spots, ruins and famous neighborhoods he
heard in his works, some interesting ones he even visited himself. In studies on Aksaray until
today, no scholar cited any of his works about the city. The book demonstrates Konyalı as a
*
Yrd. Doç. Dr., Artuklu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü.
167
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
historian, a folklore scholar, sociologist, art historian and an archivist. In such an extensive
and profound volume, it is conceivable that there could be some mistakes. Those mistakes are
either author’s own, or results of the editing process by the publisher. In this study errors by
the author are compared with other resources and demonstrated with examples.
•
Keywords
Ibrahim Hakki Konyali, Aksaray, Ortakoy, Aksaray and its Monuments and Inscriptions.
168
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Giriş
Bu makalede İbrahim Hakkı Konyalı’nın yazdığı “Abideleri ve Kitabeleri ile
Niğde Aksaray Tarihi” isimli eseri sanat tarihi noktasından incelenecektir. Eser
içerisinde yazar tarafından yapılan hatalar, ya da yanlışlıklar gerçek bilgi ve
kaynaklar verilerek gösterilmeye çalışılacaktır. Esrin kritiği yapılacaktır.
İbrahim Hakkı Konyalı tarafından yazılan eserlerin en önemlileri “Abideleri
ve Kitabeleri İle” başlığı altında Aksaray, Konya, Şereflikoçhisar, Erzurum, Kilis,
Üsküdar, Karaman: Ermenek ve Mut ile Ereğli kitaplarıdır. Bu eserlerin arasında
da en kapsamlı ve geniş olanı ise “Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray
Tarihi”dir.
Eser, İstanbul Fatih Yayınevi Matbaası tarafından 1974 yılında
yayınlanmıştır. Kitap toplamda 3310 sayfa olup 3 ciltten oluşmaktadır. Eserin ilk
iki cildi yayınlandığı tarihte Niğde’nin bir ilçesi olan Aksaray’a, üçüncü cilt ise
Ortaköy ilçesine aittir. Ancak Konyalı her üç cildi bir bütün olarak ele almış ve
sayfaların numaralandırılmasını her cilt için ayrı ayrı yapmak yerine bir bütün
olarak vermiştir.
Kitabın ilk cildi şu ana başlıklardan ve sayfa aralıklarından oluşmaktadır:
Tarihi Kaynaklarda Aksaray (1-118)
Tarih Boyunca Aksaray (119-177)
Romalılar Devrinde Aksaray (178- 191)
Bizanslılar Zamanında Aksaray (192-410)
Karamanoğulları Zamanında Aksaray (411-428)
Eretnaoğulları Zamanında Aksaray (429-434)
Kadı Burhan-ed-din Zamanında Aksaray (435-450)
Zülkadirliler Zamanında Aksaray (451-454)
Mısırlılar Zamanında Aksaray (455-462)
Osmanlılar Zamanında Aksaray (463-492)
Fatih Zamanında Aksaray Vakıfları ve Mülkleri (493-518)
İkinci Bayezid Devrinde Aksaray (519-566)
Yavuz Sultan Selim Zamanında Aksaray (567-594)
Kanuni Devrinde Aksaray-Aksaray Mahalleleri-Köyleri-Mezreaları-VakıflarıNüfusu (595-618)
Kanuni Devrinde Aksaray Nüfusu-Zeamet ve Tımarları-Nahiyeleri ve
Vakıfları (619-706)
169
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Sultan Üçüncü Murad Zamanında Aksaray Mahalleleri, Nahiyeleri, Köyleri,
Mezreaları, Nüfusu (707-738)
Esb-Keşan-Atçekenler Kanunnamesi (739-806)
Karaman Vilayet Kanunnamesi (807-980)
Darphane ve Aksaray’da Basılan Paralar (981-998)
Şifahane-Tımarhane (999-1002)
Ashab-ı Kehf-Mağara Arkadaşları ve Mumya (1003-1048)
Aksaray Kaleleri (1049-1068)
Kervansaraylar ve Hanlar (1069-1142)
Cami ve Mescidler (1143-1304)
Medreseler (1305-1364)
Bazı Müderrisler (1365-1382)
Zaviyeler ve Hankahlar (1383-1408B)
II. Cildin ana başlıkları ve sayfa aralıkları ise:
Türbeler (1411-1502)
Musalla ve Bazı Kabristanlar (1503-1516)
Ahi Mezar Taşları (1517-1522)
Kitabeli Erkek Mezar Taşları (1523-1558)
Kitabeli Kadın Mezar Taşları (1559-1586)
Hamamlar (1587-1594)
Çeşmeler Musluklar (1595-1600)
Bazı Değirmenleri (1601-1606)
Bazı Köprüler (1607-1614)
Bazı Tarihi Terimler (Istılaklar) (1615-1629)
Noğay Tatarlarının Rusya’dan Türkiye’ye Göçleri (1630-1634)
Aksaray İlçesinin Jeolojik Yapısı (1635-1642)
Güherçile Ocakları (1643-1648)
Aksaray’ın Nüfusu (1649-1658)
Aksaraylı Meb’uslar-Milletvekilleri (1659-1664)
Aksaray İdare Amirleri, Sancak Beyleri, Mutasarrıfları, Mütesellimleri ve
Valileri (1665-1666)
Aksaray İdare Amirleri, Mutasarrıfları, Mütesellimleri ve Muhassıllar (16671680)
Aksaray Belediyesi (1681-1728)
Okullar (1729-1746)
Hastaneler ve Dispanserler (1747-1752)
Bankalar-Ticaret ve Ziraat Odaları-Azm-i Milli Şirketi (1752-1762)
Milli Mücadelede Aksaray (1763-1786)
170
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Aksaray Kasaba ve Köyleri (1787-2192)
Bazı Archelaisliler ve Bazı Büyük Aksaraylılar, Aksaray’a Hizmet EdenlerAksaray’la İlgili Kişiler-Aksaray’ı Sevenler (2193-2740)
III. Cildin ana başlıkları ve sayfa aralıkları da:
Kapadokia Yeni Bulunan Kaya Eserleri (2746-2746)
Eser ve Değeri (2747-2752)
Kiliseler (2753-2911)
Belisrıama Kiliseleri (2912-2917)
Hasan Dağı Bölgesi Hakkında Genel Bilgiler (2918-2928)
Abideleri ve Kitabeleriyle Ortaköy Tarihi (2929-2930)
Ortaköy (2931-2937)
Belediye Bütçesi (2938-2939)
Balcı Belediye Bütçrsi (2940)
Ortaköy Camileri (2940-2942)
Köyler (2943-3010)
Bir Hasan Dağlının Hasan Dağı Hakkında Notları (3011-3038)
Hasan Dağı’nda Yollar (3039-3044)
Bazı Mahalli Kelimeler (3045-3046)
Bazı Mahalli (Yerel) Kelimeler (3047-3060)
Kitabın Metnine Girmeyen Bazı Resimler (3061-3077)
Şahıs Adları (3078-3103)
İndeks (3104-3291)
Düzeltme Cetveli (3292-3309)
Aksaray Tarihi isimli eser, Konyalı’nın en kapsamlı ve derin kitabı olmasına
karşın şekil, form, içerik metod, yöntem ve konunun işlenişi yönünden
kendisinden önce yayınlanan “Şereflikoçhisar Tarihi ” isimli kitabın gelişmiş bir
tekrarıdır1.
I.cildin tamamı ile II. cildin yarısı Aksaray merkez ilçedeki eserleri
kapsarken, II. cildin diğer yarısı merkez ilçeye bağlı köyler ve Aksaraylı
meşhurlar hakkındadır. III. Cild ise Ortaköy ilçe merkezi ve bağlı köyler ile Ihlara
Vadisi’ndeki kiliseleri anlatan bölümler M.-N Thierry’nin kaleme aldığı eserin
Fransızcadan tercümesidir2.
1 M. Zahir Ertekin; İbrahim Hakkı Konyalı ve Eserlerinde Sanat Tarihi, (Atatürk Üniv. Sos. Bil. Ens.,
Yayınlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2014, 123.
2 N.-M. Thierry, Nouvelles Eglises Rupestres de Cappadoce, Region du Hasan Dağı, Paris, 1963.
171
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Eserin geneli göz önüne alındığında 8 kale, 15 han, 85 cami ve mescid, 3
medrese, 7 Zaviye-hankah/tekke, 32 türbe, 6 mezarlık, 4 hamam, 9 çeşme, 9
köprü, 10 kamu (resmi) yapısı, 5 ev, 23 kilise, 1 şifahane, 1 bezirhane, 347 şahide
ve sanduka, 18 sikke, 98 kitabe, 128 berat/ferman/hüccet/vakfiye Konyalı
tarafından bizatihi incelenmiş, gerek fotoğrafları gerekse içerdikleri bilgiler
kitapta yer almıştır. Ayrıca eser içerisinde 24 adet plan ve kesit, 49 tane desen ve
motifin çizimi ve 7 adet de harita bulunmaktadır.
Bu eseri bu kadar büyük kılan aslında dönemin belediye başkanları olan
Mehmed Dalkılıç ve Taki Tatlıpınar’ın Konyalı’ya gerekli araştırmaları yapması
için maddi ve manevi desteklerini esirgememeleridir. Arkasında büyük bir destek
alan yazar, Aksaray’a bağlı tüm köyleri, kasabaları, mezraları, virane yerleri,
örenleri, terk edilmiş köyleri, eski, yeni tüm tarihi eserleri, kaya oyma
medfenleri, tırhazları ayırım yapmaksızın incelemiştir.
Sonrasında yazar, gerekli arşiv belgelerini bulmak için ulaşabildiği tüm
kütüphaneleri, müzeleri ve arşivleri ziyaret etmiş ve lüzumlu bulduğu belgeleri
elde etmiştir. Bununla da yetinmeyen yazar yöredeki köklü ailelerle temasa
geçmiş, tarihe ve tarihi eserlere merakı olan Milletvekili Oğuz Demir Tüzün ve
yerel tarihçi Mehmed Hamzakadı’dan tam destek almıştır. Köylere yaptığı
ziyaretlerde her daim yanında Oğuz Demir Tüzün bulunmuştur. Elindeki
imkânları son noktasına kadar değerlendiren Konyalı bu büyük eseri meydana
getirmiştir. Elinde olmayan sebeplerle gidemediği ya da göremediği yerler ve
eserler hakkında da birkaç satır da olsa bilgi vermiş ve neden inceleyemediğini de
yazmıştır.
Yörenin önemli ailelerinden olan Gürün ve Perekzadelerin ellerindeki arşiv
belgelerini de kullanmayı da ihmal etmemiştir.
Eserde Konu Bütünlüğünün Bozulması
Konyalı kitabe ya da bir yazma eserde ismi geçen kişiler hakkında detaylı
bilgiler vermektedir. O kişinin kitabede geçen ismi ile yetinmeyip, ilgili kişi
hakkında diğer yazılı eserlerde geçen farklı bilgileri de yazmaktadır. Bu sebeple
de bilgi karmaşası olmakta, verilen bilgilerde bir bütünlük ve devamlılık
görünmemektedir. Bu durum yazarın konu bütünlüğünü bozduğunu
göstermektedir. Aksaray’daki Selçuklu hâkimiyeti ile ilgili bilgileri anlatırken
172
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
birden Danişmentlilere veya Aksaray anlatılırken bir anda Konya ve Kayseri’ye
geçmekte ve oradaki ilgili bilgileri de vererek konuyu fazlasıyla uzatmaktadır3.
Ervah Mezarlığı’ndaki Hacılar Hanı hakkında bilgi verirken, konunun akışını
bozarak hanın yakınındaki türbeler hakkında bilgi vermekte ve bilgi akışı ili konu
bütünlüğü bozulmaktadır4.
Konyalı’nın Arşivinden Kaynaklı Hatalar
Konyalı’nın kaleme aldığı Aksaray Tarihi gibi 3 ciltlik bir eserde de bir çok
yerde hatalar görülmektedir. Ancak bu hatalar dizgi yada matbaadan ziyade
Konyalı’ya ait hatalardır. Zira Konyalı tarafından yapılan tasniflerde büyük
zarflar içerisinde ilgili konuya ait muhtelif resimler ve dokümanlar konulmuş ve
her bir belgenin arkasına da bizzat Konyalı tarafından resimlerin isimleri ya da
neye ait oldukları gerek Osmanlı gerekse Latinize Türkçe olarak yazılmıştır. Her
bir yapı için oluşturulmuş olan zarfların içindeki resimler incelendiğinde o
yapıya ait olmayan ancak diğer eserlere ait resimler zarfların içinde çıkmaktadır.
Bu durum Konyalı’nın yapılara ait resimleri karıştırdığını göstermektedir.
Tasnifte başlayan hatalar, basılan kitapta da aynen yansıtılmıştır.
Bu karışıklığa birkaç örnek vermek mümkündür. 2446 nolu Pir Ali Sultan’a
ait zarfın içinde Somuncu Baba Zaviyesi ile A’raçzade Camisi’ne ait birer adet
resim5; Dadasın (Tatlıca) Köyü Camisi’ne ait bir tane resim Karakuyu Köyü
Camisi isimli 2452 numaralı zarfta6; Melik Mahmud Gazi Hankahı’na ait bir adet
resim Şeyh Hamit Mahallesinde Şeyh Hamid Veli Camii harabesi iç kısım
şeklinde 2473 nolu zarfta7; 2479 nolu Öresun Han’a ait zarfta Sultan Hanı’na ait 3
adet, Helvadere Nora Harabeleri ait 1 adet, ve Alay Han’a ait 1 adet resim8; Şeyh
Hamza Türbesi’ne ait 2483 nolu zarfın içinde Cemaleddin Aksarayi Zaviyesi’ne
ait 1 adet resim9; Kılıç Arslan Türbesine ait 2489 nolu zarfta Sultan Hanı’na ait 1
adet, 2493 nolu zarf Ervah kabristanından bir türbe ve zaviye harabesi şeklinde
isimlendirilmiş olmasına karşın resim Hacılar Hanı’na aittir10.
3 İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi, I, İstanbul, 1974, 286-88;
Ertekin, a.g.e., 360.
4 Konyalı, a.g.e.,1084; Ertekin, a.g.e., 360.
5 İ.H.K.K. Dosya No: 2446.
6 İ.H.K.K. Dosya No: 2452; Konyalı, a.g.e., 2004.
7 İ.H.K.K. Dosya No: 2473; Konyalı, a.g.e., 1294.
8 İ.H.K.K. Dosya No: 2479; Konyalı, a.g.e., 1139, 1141.
9 İ.H.K.K. Dosya No: 2483; Konyalı, a.g.e., 1498.
10 İ.H.K.K. Dosya No: 2493; Konyalı, a.g.e., 1413.
173
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
2496 nolu Darphane isimli zarfın içinde A’raçzade Camisi ile Hacılar Hanı’na
ait birer resim11; Zinciriye Medresesi’ne ait 2525 nolu zarfın içinde Mamasın Köyü
Pir Şemmas Tekkesi’nin mihrap resmi görülmektedir12. (Fot.1-2)
2604 nolu Gaybi Dede Türbesi isimli zarfın içinde tanımlanamayan bir yapıya
ait resimler Yenipınar Gaybi Türbesi adıyla kitapta;
yine Gaybi Dede
Mezarlığı’na ait olduğu belirtilen bir şahidenin resmi görülmektedir 13. İşin garip
tarafı Gaybi Dede’ye atfedilen resimler kesinlikle Hacı Gaybi Türbesi’ne ait
değildir. Ayrıca şahide günümüzde Ihlara Kasabası’ndaki metruk büyük camide
yer almaktadır14. 2605 nolu Bacım Sultan isimli dosyadaki resim ise Çaput Baba
Türbesi’ne aittir15. 2611 nolu Yenipınar Köyü ve Camisi isimli zarftaki camiye ait
resim aslında Mamasın Köyü’ndeki Yeni Cami’nindir 16. (Fot. 3-4)
2615 nolu Viranşehir Harabeleri isimli dosyada Çanlı Kilise’nin resmi
görülmektedir17. 2652 nolu Susadı Köyü isimli dosyadaki Hacı Bektaş
Zaviyesi’nin resimlerinin arasında Aksaray merkezdeki A’raçzade Camisi’nin
mihrabı karışmıştır18.
Zinciriye Medresesi’nin portaline ait üç adet fotoğraf ise Sultan Hanı’nın iç
kapısı şeklinde kitapta yanlış yazılmıştır19.
Osmanlı Devleti’ne ait arşiv vesikalarında Anadolu Selçuklu Sultanı
Alaeddin Keykubat tarafından yaptırıldığı belirtilen Ulu Irmak kenarındaki
bendler20; Konyalı tarafından “kale kalıntısı” şeklinde yanlış tanımlanmış ve
kitapta “Archelais kalıntıları” biçiminde yazılmıştır21.
11 İ.H.K.K. Dosya No: 2496; Konyalı, a.g.e., 983, 984.
12 İ.H.K.K. Dosya No: 2525; Konyalı, a.g.e., 1340.
13 İ.H.K.K. Dosya No: 2604; Konyalı, a.g.e., 2141.
14 Konyalı Ihlara Kasabası’nı tanımlarken şahidenin caminin içinde olduğunu yazdıktan sonra
dökümünü vermektedir. Bkz.: ; Konyalı, a.g.e., 1980.
15 İ.H.K.K. Dosya No: 2605.
16 İ.H.K.K. Dosya No: 2611; Konyalı, a.g.e., 2140.
17 İ.H.K.K. Dosya No: 2611; Konyalı, a.g.e., 1954.
18 İ.H.K.K. Dosya No: 2652; Konyalı, a.g.e., 2079.
19 Konyalı, a.g.e., 1118, 1132.
20 12 Muharrem 1191/20 Şubat 1777 tarihinde meydana gelen yağmur sonucu Ulu Irmak taşmış ve bu
taşkın neticesinde setin bir kısmı yıkılmıştır. Bkz.: BOA, HAT, 19 / 880.
21 İ.H.K.K. Dosya No: 2501; Konyalı, a.g.e., 1056.
174
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Kitabe Okumalarından Kaynaklı Hatalar
Konyalı arşiv belgelerini, kitabe ve sikke okuma konusunda işin ehli bir kidir.
Bu durum eserlerinde açıkça görülmektedir. Yazar birçok eserinde “yerli ve
yabancı bilim adamları tarafından doğru ve tam olarak okunamayan” kitabelerin
ilk defa kendisi tarafından doğru ve tam olarak okunduğunu gururlu bir şekilde
yazmaktadır.
Aynı mağrur ifadelerle Ağzıkarahan’ın kapalı kısım portalindeki kitabe ile
Sultan Hanı’na ait 667/1268-69 tarihli tamir kitabesini, yapıyı yerinde inceleyen
yerli ve yabancı bilim adamları tarafından doğru ve tam olarak okunamadığını,
kendisinin bu kitabeyi doğru okuduğunu yazmaktadır22(Fot. 5.)
Konyalı, Ağzıkarahan’ın kapalı kısım portalindeki kitabe de kendisine
yakışmayan bir tavır sergilemiştir. Kitabenin ilk satırını okuyamadığı gibi
tamamen uydurmuştur. İkinci satırının yarısını ise doğru okuyabilmiştir. Son
satırdaki bir kelimeyi de yanlış okumuştur. 1920-23 yıllarında yapıyı inceleyen
Abdullah Sabri Karter’in okuduğu kitabe, Konyalı’nın okuduğuna göre daha
doğrudur23. Anadolu Selçuklu Kitabeleri hakkında doktora tezi hazırlayan Recep
Gün ise bu kitabenin ilk iki satırını net olarak okuyamamış ve tezinde ilgili
kısımları eksik bırakmıştır24.
Konyalı ilk satırı “ ” امر بانشاء هذا الخان المباركşeklinde okumuştur25. Ancak ilk
satır “ ”بانىءهذا الخان لقدbiçiminde olmalıydı26.
Kitabe ikinci satırı ise “ ” فى ايام دولة السلطان االعظمbiçiminde okumuştur27. Bu satır
ise “ ”مماليك سلطن االعظمbiçiminde okunmalıdır28.
Son satırda ise “” شعبان29 kelimesi kesin olmamakla birlikte “” بيبغاşeklinde
olma ihtimali daha yüksektir30.
22 Konyalı, a.g.e. 1078, 1125; Ertekin, a.g.e.,363.
23 Abdullah Sabri Karter, Aksaray Dağarcığı, (Yzm.), 45.
24 Recep Gün, Anadolu Selçuklu Mimarisinde Yazı Kullanımı, (Ondokuz Mayıs Üniv., Sos. Bil. Ens.,
Yayınlanmamış Doktora Tezi), Samsun, 1999, 79-80.
25 Konyalı, a.g.e, 1076.
26 Zekai Erdal, Aksaray’da Türk Devri Mimarisi, (Yüzüncü Yıl Üniv., Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Van, 2014, 340.
27 Konyalı, a.g.e, 1076.
28 Edal, a.g.e., 340.
29 Konyalı, a.g.e, 1076.
30 Karter, a.g.e., 45.
175
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Hanın Avlu Taç kapısındaki kitabenin tarih kısmında geçen “ ” صفر31 ayını
Konyalı “ ” شعبانşeklinde yanlış okumuştur32. (Fot. 5-6-7)
Tarihi Eserler Hakkındaki Hataları
1-Konyalı Ulu Cami’nin Karamanoğlu Mehmed Bey tarafından yaptırıldığını
oğlu İbrahim Bey ile alakasının bulunmadığını iddia etmesi ise yine Konyalı’nın
yersiz ve inatçı tutumunun bir örneğidir. Konyalı Osmanlı’nın çöküş devrinde bir
çıkarcı tarafından İbrahim adının uydurulduğunu da mesnetsiz bir şekilde iddia
etmesi de yine onun garip tutumlarındandır33.
Ulu Cami, şer’iyye sicilinde İbrahim Bey’in bina eylediği cami, İbrahim Bey
Cami, Karamanoğlu bina eylediği cami, Ulu Cami 34 şeklinde kayıtlıdır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde Karamanoğlu İbrahim Bey Vakfına bağlı
Ulu Cami35, Karamanoğlu İbrahim Bey bina eylediği cami-i şerif36 isimleriyle
zikredilmiştir.
Vakıf kayıtlarında da Karamanoğlu İbrahim Bey Cami 37, İbrahim Beyzade
Karaman Cami-i Şerif38, Karaman Oğlu İbrahim Bey bina eylediği cami39,
Karamanoğlu İbrahim Bey binası cami40 şeklinde anılmaktadır.
Yukarıda ki arşiv kayıtlarında da açıkça görüldüğü üzere Ulu Cami’ye katkısı
bulunanlardan birisi de Karamanoğlu İbrahim Bey’dir.
Konyalı’nın Karamanoğlu Sultan İbrahim için ortaya attığı bu iddiayı yine
Aksaray’ın ilk valisi Abdullah Sabri Karter yalanlamaktadır. Karter, Beyler (Ulu)
Cami’nin yıkılan Mahfil duvarında olup bilahare cami içine konulan bir
kitabeden bahsetmektedir. Aksaray Müzenin bahçesinde sergilenen kitabenin
metni ise:
31 Karter, a.g.e., 45; Erdal, a.g.e., 339.
32 Konyalı, a.g.e., 1074.
33 Konyalı, a.g.e, 1271, dipnot 1.
34 Aksaray Şer’iyye Sicili, 15a, 17a, 36b, 49b.
35 BOA, HAT, 1492 / 34 – 1
36 BOA, HAT, 546 / 26971.B
37 V.G.M.A. Defter No: 531, Sayfa: 126, Sayfa: 128.
38 V.G.M.A. Defter No: 533, Sayfa: 137.
39 V.G.M.A. Defter No: 533, Sayfa: 137.
40 V.G.M.A. Defter No: 534, Sayfa: 162, Sayfa: 169; Defter No: 535, Sayfa: 121.
176
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
فى ايام الدولة السلطان-۱
ابراهيم بن محمد بن قرامان خلد ملكة-۲
Kitabenin Anlamı:
“Karaman oğlu Mehmed oğlu İbrahim'in sultanlığı günlerinde (yapıldı)
Allah mülkünü ebedi kılsın” bu kitabe açık bir şekilde camide Karamanoğlu
Sultan İbrahim’in imzası olduğunu göstermektedir41. (Fot. 8.-9.)
Konyalı bu kitabenin Ulu Cami’ye ait olamayacağını “Karamanoğlu Cami
Medresesi” ne ait olabileceğini yazdıktan sonra babası Mehmed Bey’in yaptırdığı
cami ile alakasının olamayacağını kat’i bir dille vurgulamıştır. Bununla da
yetinmeyen Konyalı kitabenin başka bir yerden ve bir başka yapıdan getirilmiş
olabileceği ihtimali üzerinde de durmaktadır. Bunun haricinde Konyalı kitabede
geçen İbrahim’in lakabı “Tacüddin” olan II. İbrahim olduğunu da iddia
etmektedir42.
2-Konyalı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1970 yılında Ulu Camideki
tarihi halıları incelemek ve tasnif etmek için görevlendirilmiştir. Bu inceleme
esnasında cami içinde ve yakın çevresinde tespit ettiği kitabeleri de halılarla
birlikte Vakıflar Dergisinde bir makalede yayınlamıştır43. Makalenin içeriği ise
1974 yılında yayımlanan “Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi” adlı
eserinin I. cildinden aynen aktarılmıştır44.
Ulu Camideki inceleme esnasında tespit ettiği bir kitabedeki hatalı ısrarı
kendisinden sonra gelen ve onu kaynak gösteren tüm araştırmacıları yanıltmıştır.
Zira yazar makalesinde “ mabedin batısında enkaz arasında bulduğumuz 0.90 x
0.45 metre ebadındaki bir mermerde de devrinin sülüsü ile üç satır halinde şu
kitabeyi okudum:..” diyerek kitabe hakkında bilgileri vermeye başlamıştır 45.
Aksaray Tarihi isimli kitabında ise “Ulu cami’in vaktiyle yıkılan kapısının
üzerinde veyahut portalinin bir yerinde bulunuyordu. Kapu tamir edilirken
veyahut daha evvel bulunduğu yerden düşmüş ve muhafaza için caminin içine
alınmıştır. Sonra kadirbilmezler tarafından hoyratça sokağa, abdesthane yolunun
41 Karter, a.g.e., 6.
42 Konyalı, a.g.e., 1228-29; a.y., “Aksaray Ulu Cami”, Vakıflar Dergisi, X, Ankara, 1973, 273-288.
43 Konyalı, a.g.m., 273-288.
44 Konyalı, a.g.e., 1221- 1287.
45 Konyalı, a.g.m., 273.
177
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
üstüne fırlatılmıştır…”46 şeklindeki ifadeleriyle kitabenin camide nerede
bulunduğu konusunda öngörülerde bulunmaktadır.
Kitabe günümüzde Aksaray Müzesi’nin bahçesinde ters bir şekilde muhafaza
edilmektedir. Gerek iklimin gerekse zamanın olumsuz etkileri nedeniyle mermer
malzeme üzerindeki yazılar silinmeye başlamıştır.
Kitabenin Metni:
امر بعمارة و تجديده اسلطان-۱
االعظم سلطان محمد بن المرحوم المغفور-۲
عالءالدين بك فى سنة احدى عشر و ثمانماية- ۳
معماره فيروز
Kitabenin Anlamı: “ Bunun yenilenmesini merhum ve mağfur Alaeddin
Bey'in oğlu yüce Sultan, Sultan Mehmed 811 yılında emretti.” Taşın solunda,
yukarıdan aşağıya doğru “Mimar Firuz " adı okumaktadır. (Fot. 10.)
Konyalı gerek makale de gerekse Aksaray Tarihi adlı eserinde bu kitabenin
net bir şekilde Ulu Cami’ye ait olduğunu iddia etmektedir. Bu iddiası sonucunda
Ulu Cami’nin Karamanoğlu Alaeddin Bey’in oğlu Mehmed Bey tarafından
811/1408 tarihinde yenilendiğini ve mimarının da Mimar Firuz olduğunu
yazmaktadır47.
Konyalı’dan sonra Ulu Cami ile ilgili araştırma yapanlar ise Konyalı’nın bu
iddiasını kritize etmeden aynen eserlerine aktarmışlar 48
Abdullah Sabri Karter valilik yaptığı dönemde (1920-23) şehir içinde yapmış
olduğu araştırma neticesinde “Hacı Hasanlı Mahallesinde Alaybekzade Kara
Mehmed Ağanın Sokak duvarında” bulunan kitabe vali tarafından “Cami-i
Kebire nakledildi49 şeklinde ifade edilerek kitabenin tam dökümü de eserde
verilmiştir50. (Fot. 11.)
46 Konyalı, a.g.e., 1226.
47 Konyalı, a.g.m., 273; a.y., a.g.e., 1226.
48 Muhammet Görür, Anadolu Selçuklu ve Beylikler Döneminde Aksaray Şehri, (Hacettepe Üniv. Sos. Bil.
Enst., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1991, 97; Anonim, Aksaray Turizm Envanteri
1995, Konya, 1995, 35; Osman Nuri Dülgerler, Karamanoğulları Dönemi Mimarisi, Ankara, 2006, 7879.
49 Abdullah Sabri Karter, Aksaray Dağarcığı, II, (Yzm.), 5.
50 Karter, a.g.e., 5.
178
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Araştırmacılardan Zeki Oral 1936 yılında yayınlanan bir makalesinde
kitabenin Karamanoğlu II. Mehmed Bey tarafından yaptırılan ancak sonradan
yıkılan imarete ait olduğunu belirttikten sonra kitabesinin Ulu Camide
saklandığını da açık bir dille yazmıştır51.
Ancak kitabenin zamanla nerden geldiği unutulmuş ve Konyalı’nın 1970’li
yıllarda Ulu Cami’de yaptığı inceleme esnasında yeniden tespit edilerek Ulu
Cami’ye ait olduğu kabul edilmiştir.
Konyalı kendisinden önce kitabeyi gören Oral’ın yayınlarını takip etmiş
olmalıdır52. Ancak Oral ile aralarının kötü olması Konyalı’nın bu konuda Zeki
Oral’ı tasdik etmesine engel olmuş gibi gözükmektedir. Zira Konyalı’ya göre Zeki
Oral kötü kitabe okuyan, Arapça, Farsça ve Osmanlı Türkçesini doğru
okuyamayan birisidir53. Ayrıca ona göre Zeki Oral farklı yerlerden topladığı
malzemeleri kendisine mal eden bir kişidir54.
Abdullah Sabri Karter’e ait üç defterden sadece ilkini gören ve eserinde
genişçe yer veren55 Konyalı, Ulu Camiye ait kitabenin olduğu diğer cildi
görememiştir.
Sonuç itibariyle Oral, Konyalı’dan önce yöreye gelip araştırma yapmıştır. Bu
kişinin yayınlarını gören inceleyen ve eserlerinde atıflar yapan Konyalı’nın Ulu
Camiye ait olmadığı kesin olan bir kitabeyi ısrarla Ulu Camiye atfetmesi kabul
edilebilir bir durum değildir.
3-Günümüzde Debbağlar Camisi olarak adlandırılan yapıyla alakalı olarak
Konyalı eserinde yine çelişkiye düşmüştür. Yazar eserinin Debbağlar Camisi
başlığı altında yapıyı tanımlarken caminin olduğu yerde eskiden bir mezarlık
olduğunu ve caminin temeli kazılırken kitabeli bir taşın bulunduğunu
yazmaktadır56.
51 Zeki Oral, “Niğde Tarihi”, Akpınar Derğisi, 12, Niğde, 1936, 4.
52 Konya’da yayınlanan ve Konyalı tarafından “okunamayan ve perişan” şeklinde hor görülerek tarif
edilen Anıt Dergisi’nin 1949 tarih ve 110. Sayıda Zeki Oral’ın makalesine menfi de olsa atıf yaması
Konyalı’nın, Zeki Oral’ın yayınlarını takip ettiğini göstermektedir. Bkz.: Konyalı, Abideleri ve
Kitabeleri İle Beyşehir Tarihi, Erzurum, 1991, 170-71.
53 Ertekin, a.g.e., 414, 1003,
54 Ertekin, a.g.e., 1003,
55 Konyalı, a.g.e., 1675-1678.
56 Konyalı, a.g.e., 1155.
179
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bu kitabe günümüzde caminin doğu cephesinde yer almaktadır. Zikredilen
kitabenin metni ise:
1-Bu cami-i şerifin tamirine dal
دال-۱
2- Kara Şeyhzade Hüseyin Kemal sene 129257
سنه-۲
بو جامع شريفك تعميرينه
۱۲۲۲ قره شيخ زاده حسين كمال
Yukarıdaki kitabeyi anlattıktan sonra orijinal Debbağlar Camisi’nin yine
burada Bölcek Köprüsü’nün tam karşısında olduğunu ve yıkıldığını; yeni
caminin yerine eski caminin adının verildiğini ve kitabesinin de getirilerek
caminin doğu duvarına yerleştirildiğini yazdıktan sonra ikinci kitabenin
dökümünü vermektedir. Bu kitabe de mevcut olup caminin doğu duvarında
bulunmaktadır. 1082/1671 tarihli ikinci kitabenin metni ise:
1.
2.
3.
بنا و عمر هذا المسجد الشريف والمعبداللطيف-۱
Bena ve amere haze’l-mescidi’ş-şerif ve’l-ma’bedi’l-latif
الحاج محمد بن محمود الحامدى فى غرة-۲
El-Hac Muhammed b. Mahmud el-Hamidi fi gurreti
رجب الفرد لسنة اثنين و ثمانين و الف-۳
Recebi’l-ferd li-seneti isneyn ve semanin ve elf58.
Konyalı Debbağlar Camisi’nin 1973 yılında yapılan Bölcek Köprüsü’nün
karşısında olduğunu yazarak ilk hatasını yapmıştır. Zira Debbağlar Camisi,
Bölcek değil camiyle aynı adı paylaşan ve Bölcek Köprüsü’nün 100 m.
kuzeyindeki Debbağlar Köprüsü’nün tam karşısında yer almaktaydı. Yıkılmadan
önceki resimleri caminin gerçek yerindeki mevcudiyetini ispat etmektedir. (Fot.
12.)
Bir diğer hatası ise 1082/1671 tarihli ikinci kitabenin yıkılın camiye ait olduğu
iddiasıdı59. Ancak bu kitabenin yıkılan camiye ait olmadığını Zeki Oral
ispatlamaktadır.
57 Konyalı, a.g.e.,1155.
58 Konyalı, a.g.e.,1156.
59 Konyalı, a.g.e.,1156.
180
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Zeki Oral, Pamucak Mahallesi’ndeki Garipler Mezarlığı denilen yerde cami
temelleri kazılırken yerin 2 m. altından bir kitabenin bulunduğunu belirttikten
sonra kitabenin metnini vermektedir60.
Zeki Oral’ın da belirttiği üzere toprak altından çıkan kitabe aslında 1082/1671
tarihli olandır. 1292/1875 tarihli kitabe ise yıkılan camiye ait olabilir.
Konyalı’nın ismini vermediği, Zeki Oral’ın Garipler Mezarlığı olarak
tanımladığı kabristan aslında 1279/ 1863 tarihinde vuku bulan taşkın sonucu
ortadan kalkan Bölücek Mahallesi’ndeki Hacı Ömer Efendi tarafından vakfedilen
mezarlık olmalıdır61. Toprak altından çıkarılan kitabe de mezarlıktaki olması
muhtemel mescide aittir.
4-Yazarın bir başka iddiası ise Melik Mahmut Gazi Hankahı’nın, mevcut
olmadığıdır. Konyalı’nın Darphane olarak eserinde incelediği yapı aslında
hankahtır62. Darphane olarak zikrettiği yapıyı bir başka yerde Şeyh Hamid Veli
(Melik Mahmud Gazi) Cami şeklinde tanımlamaktadır63. Kitabında Darphane
resmi olarak bir yerde Hacılar Hanı’nı gösterirken bir başka yerde ise A’raçzade
Camisi’ni vermektedir64. Melik Mahmud Gazi Hankahı’nda Prof. Dr. Bekir Deniz
tarafından kapsamlı bir kazı gerçekleştirilmiştir65. (Fot. 13-14)
Konyalı’nın Akademik Üsluba Uymayan Yanları
1- İ. Hakkı Konyalı’nın en büyük zaaflarından birisi de eline geçen orijinal
belgelere imzasını atması, kırmızı renkli kalem ile metin içerisinde gördüğü
önemli ifadelerin altını çizmesidir.
Aksaray’ın ilk valisi Abdullah Sabri Karter’e ait defterin ilk cildinin kapak
sayfasına “İbrahim Hakkı Konyalı tarafından tetkik edilmiş ve fihristi
yapılmıştır” ifadesini Osmanlı Türkçesi ile yazıktan sonra “İ. H. Konyalı”
şeklinde imzasını atmış ve altına defterin içeriğini gösteren bir fihrist yapmıştır 66.
(Fot. 15-16)
60 Zeki Oral, “Aksaray’ın Tarihi Önemi ve Vakıflar”,Vakıflar Dergisi, V, Ankara, 1962, 227.
61 İ.MVL, 495 / 22425 – 5, 10b.
62 Konyalı, a.g.e., 983-997.
63 Konyalı, a.g.e., 1294.
64 Konyalı, a.g.e., 983-984.
65 Konyalı, a.g.e., 1299.
66 Karter, a.g.e., 1-2.
181
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bir diğer örnek ise günümüz itibariyle tespit edilen tek örnek olan Aksaray
Şer’iye Sicili’nde de benzer uygulamaya gitmesidir. Defterin ilk sayfasına
“Aksaray’ın 1034, 1036, 1037, 1038, 1039, 1040 tarihli şeriye sicil defteri. İçinde
bazı padişah hükümleri de var, İbrahim Hakkı Konyalı tarafından ……. Edilmiş
ve mühim kısımları (Aksaray ……adlı kitabına alınmıştır.
Tedkik edilmiştir.
İ. H. Konyalı” şeklinde not düşmüş ve imzasını atmayı da unutmamıştır.
(Fot. 17-18)
2-Konyalı’nın en büyük özelliklerinde birisi de yapmış olduğu incelemeler
esnasında fotoğrafı çekilen yapının yanında ya da önünde durarak o fotoğraf
karesinin içinde yer almasıdır. Örnek olarak Ağzı Kara Han 67, Cıncıklı Mescid68,
Hasan Dede Zaviyesi69, Ulu Cami70, Öresun Han71 verilebilir. (Fot.19-20.)
3-Konyalı’nın bir diğer özelliği de fotoğraf karesinin içine kendisi
giremeyecek durumda ise fotoğrafı çekilecek nesnenin yanına bastonunu koyarak
varlığını hissettirmesidir. Aksaray Ulu Camisi önünde bir tabut içerisindeki
Anadolu Selçuklu Sultanı IV. Kılıç Arslan’a ait olduğunu iddia ettiği bir
mumyanın hemen yanında bastonu açıkça görülmektedir72. (Fot. 21.)
Sonuç
İbrahim Hakkı Konyalı gerek arşivi gerekse yayınladığı, kitap, köşe yazıları
ve makaleleri ile büyük bir derya olduğunu ortaya koymuştur. Konyalı’yı bu
kadar büyük yapan şey ise daha 19 yaşında iken Konya’da dergi çıkarmaya
başlatan merakı ve araştırmacı duygusudur.
Konyalı 6’sı çeviri toplam 20 yayımlanmamış, 2’si vefatından sonra, 3’ü çeviri
olmak üzere 30 basılmış, 3 de kayıp olmak üzere 53 adet kitabın altına imzasını
atmıştır. Bunlarla da yetinmeyen Konyalı, 27 farklı gazetede yayınladığı köşe
yazılarından 2080 adedi sanat tarihi ile doğrudan ya da dolaylı bir şekilde
alakalıdır. Aynı şekilde yine 21 ayrı dergide yayımlanan yüzlerce makale
arasından 234 tanesi sanat tarihinin içine girmektedir73.
67 Konyalı, a.g.e., 1072, 1078.
68 İ.H.K.K. Dosya No: 2468; Konyalı, a.g.e., 1168.
69 İ.H.K.K. Dosya No: 2469; Konyalı, a.g.e., 1174, 1177, 1178.
70 Konyalı, a.g.e., 1252.
71 İ.H.K.K. Dosya No: 2479; Konyalı, a.g.e., 1140, 1141.
72 Konyalı, a.g.e., 1033.
73 Ertekin, a.g.e.,4.
182
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Günümüze ulaşmayan ya da tamir edilerek orijinalliği değişen birçok yapı
hakkındaki tek bilgi kaynağı Konyalı’nın Aksaray Tarihidir. Bu zamana
Aksaray’la alakalı yapılmış hiçbir çalışma Konyalı’nın eserinin üzerine
çıkamamıştır. Bu nedenle de hala ilk günkü gibi önemini koruyan ve başvurulan
ilk ana eser olarak yerini korumaktadır.
Eserde fazlasıyla Sanat Tarihi bilgiler olmasına karşın tarihi olayları
ayrıntıları ile anlatması nedeniyle tarih yönü baskın bir eser şeklini almıştır.
Yazar, hakkında herhangi bir malumat bulunan bir yapı hakkında detaylı bilgiler
verirken, hakkında hiç bilgi bulunmayan yapıları birkaç kelime ile anlatmayı
yeğlemiştir74.
Yazar, Aksaray’ın ileri gelen ailelerinin elinde yer alan orijinal berat, ferman,
menşur, hüccet gibi vesikaları görmüş ve onlardan da faydalanmıştır.
Bu kaynak eser, Konyalı’nın incelediği dönemde mevcut olan eserlerden
günümüze ulaşamayanlar ile onarım adı altında orijinalliğinden uzaklaştırılmış,
hatta kendi tabiriyle “katledilmiş” eserler hakkında da faydalı bir eser
niteliğindedir75.
Konyalı, gezmiş olduğu tüm köyler hakkında, nüfusu, mezhep ve etnik
yapısı, geçim şekilleri, coğrafi özellikleri; varsa tarihi eserlerini, höyüklerini,
çevresindeki eski yerleşim birimlerini, meşhur arazilerini de tek tek saymıştır.
74 Konyalı, Zinciriye Medresesi’ni anlatırken, yapı hakkındaki bilgileri ve çizimleri Aptullah Kuran’ın
“Karamanlı Medreseleri” isimli makalesinden almıştır. Bkz. Aptullah Kuran, “Karamanlı
Medreseleri”, Vakıflar Dergisi, S. 8, Ankara, 1969, s. 209-224.
75 Bu duruma en güzel örnek Cıncıklı Mescit’tir. Tuğla ve firuze çini bezemeli batı duvarı orijinal olup
Anadolu Selçuklu dönemine aittir. Çinilerin birçoğu dökülmüş olmasına rağmen az da olsa
kalıntıları gözükmektedir. Genel olarak girift geometrik süslemeler hâkimdir. 2007 yılında
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen restorasyon ile yapı katledilmiştir. Zira
orijinal bezemenin üzerine orijinalliği ile alakası olmayan, simetri ve hassas geometrik
düzenlemelerden uzak bir kalem işi süslemeye gidilmiştir. Hatta süslemelerin rahat çizilmesi için
yapılan karbon desen eskizlerinin izlerini bile silme zahmetinde bulunmamışlardır. Geometrik
motiflerin ölçüleri, birbirine eşit olması gereken çokgenler oldukça basit ve gelişigüzel acemi bir
şekilde yapılmıştır. Merkezlere yerleştirilmiş çok kollu yıldızların her biri deformasyona uğramış
yıldızlardan başka her şeye benzemektedir. Ayrıca bu restorasyon daha bitmeden kalem işi
bezemeler ve sıvalar dökülmeye ve çatlamaya başlamıştır. Asırladır ayakta kalmasını bilen duvar
ve süslemelere karşın, daha 1 yılını bile doldurmadan dökülen süslemelerin ve sıvaların bir arada
olması dikkate şayandır.
183
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Toprak Mahsulleri Ofisi’ne ait siloların inşası için ortadan kaldırılan Sine
Çayırı Mezarlığı’ndaki şahidelerin birçoğunu okumuş ve bazılarının
fotoğraflarını da çekerek onları yok olmaktan kurtarmıştır.
Yazar’ın tespit ettiği ve okuduğu bazı kitabeler, kendisinden sonra yörede
araştırma yapanlar tarafından kritikleri yapılmadan aynen alınmış, nerde
oldukları soruşturulmamış akıbetleri sorgulanmamıştır.
İncelendiği dönemdeki Aksaray şehir dokusu, eski eserlerin birbirleri ile olan
konumlarını ortaya koyması açısından da önemlidir.
Ervah Mezarlığı’ndaki Bacım Sultan ve Anonim Türbe gibi çeşitli bahanelerle
yıktırılan, yok edilen yapılar hakkındaki tek bilgi kaynağı yine bu üç ciltlik
eserdir.
Meslek aşkı ile dağ tepe demeden çağrı yapılan her yere gitmiş, bıkmadan
usanmadan tüm zorlukları aşarak bu eserleri meydana getirmiştir. Biricik oğlu
Ayhan ve ilk eşi Mediha Hanım vefat ettiklerinde Konyalı yine bir araştırma
gezisindedir76.
20 Ağustos 1984 yılında 88 yaşında Akşehir Belediyesi’nin davetlisi olarak
çıktığı bir araştırma gezisinde vefat etmiştir. Ömrünü araştırmalara adayan bir
kişinin bu kadar eser vermesi gayet normaldir. Ayrıca en büyük özelliklerinden
birisi de hiç şüphesiz hurda niyetine satılan Osmanlı arşiv belgelerini kurtarmış
olmasıdır.
Eserleri tetkik edildiğinde tarihe, arşive, dile ve edebiyata ne kadar vakıf
olduğu anlaşılmaktadır. Yaşam tarzı ve araştırmacı kişiliği ile kendisinden sonra
gelecek kişilere bir rehberdir. Eserlerindeki hatalar ve yanlışlıklar, diğer kişilerle
olan tartışmaları, zaafları Konyalı’nın büyüklüğüne ve ilimdeki derinliğine
kesinlikle bir leke düşürmez. Tam tersine onu daha da yüceltir.
Konyalı’nın Abideleri ve Kitabeleri İle Aksaray Tarihi isimli eseri, yazarın
uzun yıllar süren araştırma-inceleme hayatının adeta en olgun meyvesi
mesabesindedir. Bu eserinde, hiçbir eserinde olmadığı kadar önem atfetmiş ve
olabildiğinde araştırma objektifinin zumunu derinlemesine ayarlamıştır. Detaylar
bu eserde pekâlâ ön palanda; değil köy adeta hiçbir mezra mevzu dışında
76 Ertekin, a.g.e.,47.
184
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
tutulmamıştır. Bu zaviyeden bakıldığında Konyalı’nın bu eseri hem hacim, hem
içerik ve hem de olgunluk açısından diğerlerinden daha önde olduğu kanısına
varmamız mümkündür.
Bu eserin bir diğer ayırıcı özelliği de, onun diğer eserlerinde pek az
başvurduğu veya pek detaylandırmadığı Hıristiyan mimarisine geniş yer
vermesidir. Eserin üçüncü ve son cildi neredeyse bu konuya ayrılmıştır. Zira
Konyalı’yı sanat tarihi çalışmalarında ağırlıklı olarak Selçuklu ve Osmanlı
mimarilerine yoğunlaştığını görmekteyiz.
Bu eseri incelerken karşılaştığımız kimi eksiklik ve yanlışlıklar, eserin
kapsamı, yazarın yaşı, dönemin imkânları v.b. özelikler göz önünde
bulundurulduğunda insafla karşılanması gereken ve pekâlâ mümkün olan
eksikliklerdir. Zira Konyalı’nın eserlerini basmadan önce tashih imkânı da pek
bulamadığı gerçeği ile daktilonun kullanımındaki sınırlılıklar göz önünde
bulundurmamız gereken önemli hususlardır.
185
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
ANONİM, Aksaray Turizm Envanteri 1995, Konya, 1995
DÜLGERLER, Osman Nuri Karamanoğulları Dönemi Mimarisi, Ankara, 2006.
ERDAL, Zekai; Aksaray’da Türk Devri Mimarisi, (Yüzüncü Yıl Üniv., Sos. Bil. Ens.,
Yayınlanmamış Doktora Tezi), Van, 2014.
ERTEKİN, M. Zahir; İbrahim Hakkı Konyalı ve Eserlerinde Sanat Tarihi, (Atatürk Üniv.
Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2014,
GÖRÜR, Muhammet; Anadolu Selçuklu ve Beylikler Döneminde Aksaray Şehri, (Hacettepe
Üniv. Sos. Bil. Enst., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 1991
GÜN, Recep; Anadolu Selçuklu Mimarisinde Yazı Kullanımı, (Ondokuz Mayıs Üniv., Sos.
Bil. Ens., Yayınlanmamış Doktora Tezi), Samsun, 1999.
KARTER, Abdullah Sabri; Aksaray Dağarcığı, I-II, (Yzm.),
KONYALI, İbrahim Hakkı; Abideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi, I-, II-III,
İstanbul, 1974.
_______, Aksaray Ulu Cami”, Vakıflar Dergisi, X, Ankara, 1973, 273-288.
_______; Abideleri ve Kitabeleri İle Beyşehir Tarihi,Erzurum, 1991.
ORAL, Zeki “Niğde Tarihi”, Akpınar Derğisi, 12, Niğde, 1936
_______, “Aksaray’ın Tarihi Önemi ve Vakıflar”,Vakıflar Dergisi, V, Ankara, 1962, 223240.
THİERRY, N.-M.; Nouvelles Eglises Rupestres de Cappadoce, Region du Hasan Dağı, Paris,
1963.
Aksaray Şer’iyye Sicili, (Yzm.) 15a, 17a, 36b, 49b.
BOA, HAT, 1492 / 34 – 1
BOA, HAT, 19 / 880.
BOA, HAT, 546 / 26971.B
İ.MVL, 495 / 22425 – 5, 10b.
İ.H.K.K. (İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi) Dosya No: 2446
İ.H.K.K. Dosya No: 2452
İ.H.K.K. Dosya No: 2468
İ.H.K.K. Dosya No: 2469
İ.H.K.K. Dosya No: 2473
İ.H.K.K. Dosya No: 2479
İ.H.K.K. Dosya No: 2483
İ.H.K.K. Dosya No: 2493
İ.H.K.K. Dosya No: 2496
İ.H.K.K. Dosya No: 2501
İ.H.K.K. Dosya No: 2604
İ.H.K.K. Dosya No: 2605
İ.H.K.K. Dosya No: 2611
İ.H.K.K. Dosya No: 2652
V.G.M.A. Defter No: 531.
V.G.M.A. Defter No: 533.
V.G.M.A. Defter No: 534.
186
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
V.G.M.A. Defter No: 535.
187
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
EKLER
Fot. 1.: Zinciriye Medresesi’ne Atfedilen Mihrap (Konyalı’dan)
Fot. 2.: Mamasın Köyü Pir Şemmas Tekkesi Mihrabı
188
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 3.: Konyalı’ya Göre Yenipınar Köyü Hacı Gaybi Türbesi (Konyalı’dan)
Fot. 4.: Yenipınar Köyü Hacı Gaybi Türbesi
189
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 5.: Ağzıkara Han, Kapalı Kısım Portalindeki Kitabe
Fot. 6.: Ağzıkara Han Kapalı Kısım Kitabesinin Konyalı Tarafından Okunan Metni
190
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot.7: Ağzıkara Han Kapalı Kısım Portal Kitabesinin Abdullah Sabri Karter tarafından
Okunan Metni
191
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 8.: Ulu Cami’nin Karamanoğlu İbrahim Bey’e Ait Kitabesi
Fot. 9.: Abdullah Sabri Karter Tarafından Okunan Ulu Cami’nin Karamanoğlu
İbrahim Bey’e Ait Kitabesi
192
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 10.: Konyalı’nın Ulu Cami’ye Ait Dediği 811/1408 Tarihli Kitabe
Fot. 11.: Abdullah Sabri Karter Tarafından Okunan 811-1408 Tarihli Kitabe
193
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 13. Konyalı Tarafından Şeyh Hamid Veli Camisi Denilen Hankahın İçi
Fot. 14. Melik Mahmud Gazi Hankahı
194
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 15. Abdullah Sabri Karter, Aksaray Dağarcığı I, s. 1
195
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 16.: A. Sabri Karter, Aksaray Dağarcığı I, s. 2
196
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 17.: Aksaray Şeriye Sicili, s.1. (O. Özdil’den)
197
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 18. Aksaray şeriye sicili,s.14. (O. Özdil’den)
198
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 19. Konyalı, Aksaray Hasan Dede Zaviyesi'ni İncelerken (Konyalı’dan)
Fot. 20. Öresun Han'ın Önünde Konyalı (Konyalı’dan)
199
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Fot. 21. Ulu Cami Önündeki Mumya ve Konyalı'nın Bastonu (Konyalı’dan)
200
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İBRAHİM HAKKI KONYALI'NIN BEYŞEHİR İLE İLGİLİ
ÇALIŞMALARI*
Hüseyin MUŞMAL**
Merve SÖNMEZ***
Giriş
1896 yılında Konya'da doğan İbrahim Hakkı Konyalı, Türk kültür ve
medeniyet tarihi adına yaptığı araştırmalar ve ortaya koyduğu eserler vesilesiyle
adını tarihe altın harflerle yazdırmış önemli bir şahsiyettir1. 92 yıllık ömrünü,
basılmış ve basılmamış onlarca kitap ve yüzlerce makale ile süslemiş olan
Konyalı, Türkiye'de pek çok şehrimizin tarihini yazarak, atalarımızın bizlere
bıraktığı zengin kültür mirasının gelecek nesillere aktarılması için fazlasıyla çaba
göstermiştir. Özellikle onun şehir tarihi araştırmalarına baktığınızda, çalıştığı
bölgelerde yılmadan, adeta adım adım karış karış incelemeler yaptığını görür ve
sabrına hayran kalırsınız.
İ. Hakkı Konyalı'nın, şehir tarihi hakkındaki eserlerinin neredeyse
tamamında, Abideleri ve Kitabeleri biçiminde devam eden başlıklar kullandığını
görmekteyiz. Bu durumun, araştırma yaptığı bölgelerin özellikle abide ve
kitabeleriyle ilgilenmesi ve eserinde bunlara yer vermesinden kaynaklandığı
söylenebilir. Onun bu konudaki gayreti ve hassasiyeti, "Ömrümün elli senesini
Türkiye'nin yarısı kadar topraklardaki İslami, gayri İslami abideleri, tarihî yadigârları
incelemeye verdim.”2 Şeklindeki ifadesinden de anlaşılabilir. Bu nedenle
Konyalı'nın hazırladığı eserlerin alelade yazılmamış, uzun emekler sonrasında
*Söz
konusu çalışma, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Bilim Dalında,
Doç. Dr. Hüseyin Muşmal’ın danışmanlığında, Yüksek Lisans Öğrencisi Merve Sönmez tarafından hazırlanan, “İbrahim Hakkı Konyalı ve Beyşehirle İlgili Eserleri” isimli seminerin geliştirilmesinden oluşturulmuştur.
**Doç.
Dr., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
[email protected]
***Yüksek Lisans Öğrencisi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
1 M. Ali Uz, "Cumhuriyet Dönemi Konya Aydınları", Yeni İpek Yolu Dergisi, S. 11, Konya 2008, s. 99.
2 İbrahim Hakkı Konyalı, "Hal Tercümem", Konyalı Arşivi, No: 3049.
201
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ortaya çıkmış eserler olduğu rahatlıkla söylenebilir. Öyle ki, bazı eserleri
incelendiğinde, bunların 20-30 yıllık bir emeğin ürünü olduğu görülecektir3.
İ. Hakkı Konyalı, Anadolu'nun her köşesindeki toprakların altının-üstünün
çok kıymetli tarihi eserlerle dolu olduğuna inanmış ve bunların kültür
mirasımıza kazandırılabilmesi için elinden geleni yapmaya gayret göstermiştir.
Yaptığı şehir tarihi araştırmaları birbiriyle iç içe ve bağlantılı olmuştur. Aynı anda
birçok şehrin tarihini yazma işini arşiv ve kütüphanelerde yaptığı araştırmalarda
birlikte yürütmüştür.
Çok sayıda esere imza atmış olan İ. Hakkı Konyalı’nın, Beyşehir’le ilgili
hazırladığı eseri de dâhil olmak üzere, bazı eserlerinin basımını görmeye ömrü
yetmemiştir. Beyşehir'le ilgili olan eseri, 1967 yılında tamamlanmış, ancak eserin
basımı 1991 yılında gerçekleştirilebilmiştir. Hatta hala basılmayı bekleyen
eserlerinin de olduğu düşünülürse, Beyşehirlilerin bu konuda şanslı olduğu bile
söylenebilir4. Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi isimli eserin tamamlandığı
dönemden, yayımlandığı tarihe kadar 24 yıl gibi çok uzun bir süre geçmiş olsa da
bu kıymetli eserin basılarak okuyucularla buluşturulması bir nebzede olsa teselli
vericidir. Beyşehir kitabının önsözünde "Bugün Konya'nın bir ilçesi olan Beyşehir
tarihi çok zengindir. Ben Beyşehir'in tarihini Karaağaçla beraber yazmak istemiştim.
Bunları bir cilde sığdırmaya imkân yoktur" 5 şeklinde sarf ettiği sözlerden, bazı
araştırmalarını ise planladığı halde gerçekleştiremediği anlaşılmaktadır.
Yaptığımız araştırmalar neticesinde de Karaağaçla ilgili bir eserine şimdilik
ulaşamadık.
İ. Hakkı Konyalı’nın Beyşehir'le ilgili en önemli eseri, Abideleri ve Kitabeleriyle
Beyşehir Tarihi isimli kitabıdır. Fakat Konyalı'nın bu kitap dışında Beyşehir'le ilgili
bazı gazete yazılarının da olduğunu tespit ettik. Gazete yazılarında kaleme aldığı
bilgilerin birçoğuna kitabında ayrıntılı olarak yer vermiştir. Beyşehirle ilgili
gazete yazılarının ilki 1966'da, ikincisi 1972'de diğerleri de 1977 yılının Mart ve
Nisan aylarında yayımlanmıştır. Yazılar “Beyşehir Gölü Adlarında Bulduğumuz
Selçuklu Sarayı”, “Beyşehir Gölü Adalarında Selçuk Sarayları ve Kız Kulesi”,
“Beyşehir'de Eşrefoğulları, Beyşehir Gölünde Selçuk Sarayı” gibi benzer konu ve
başlıklardan oluşmaktadır. Bu gazete yazıların da, önemli bulduğu konulara
İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi, Erzurum 1991, s. XXIII.
Abideleri ve Kitabeleriyle Seydişehir Tarihi, Akçakoca Tarihi, Bursa Tarihi, Kayseri Tarihi, Antalya
Tarihi gibi eserler bunlar arasında zikredilebilir.
5 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. XXIII.
3
4
202
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
belirli aralıklarla tekrar tekrar değinmesinin sebebi belki de, kitabının o yıllarda
hala basılmamış olmasıdır. Zira yıllar süren araştırmaları ile keşfettiği pek çok
hadiseyi ele aldığı eserinin uzun yıllar yayımlanmamış ve bilim âlemine
kazandırılmamış olması onu, önemli bilgi ve bulguları gazete üzerinden
duyurma isteğine sevk etmiş olmalıdır. Ayrıca eseri yayımlanmadıkça emeğinin
çalınabileceğini düşünmüş olmalıdır6.
I- İ. Hakkı Konyalı'nın Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi İsimli
Eseri
Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi isimli eser, Takdim, Beyşehir Üzerine
Birkaç Söz ve Önsöz kısımlarından sonra 18 ayrı bölümden oluşmakta olup,
toplam da 409 sayfadan ibarettir. Bunların dışında, eserin sonunda, Resimler
başlığını taşıyan ve sayfa numarası 1’den başlamak üzere, 40 sayfalık bir bölüm
daha bulunmaktadır. Çalışmanın Takdim bölümü, eserin basımını üstlenen
Beyşehir Belediye Başkanı Adil Bayındır tarafından, Beyşehir Tarihi Üzerine Birkaç
Söz isimli bölüm ise eseri yayına hazırlayan Prof. Dr. Ahmet Savran tarafından
yazılmıştır.
İ. Hakkı Konyalı’nın Beyşehir tarihi ile ilgili eserinin içeriğine bakıldığında,
eserin günümüz yazım usullerinden uzak olarak oluşturulduğu söylenebilir.
Eser, çeşitli bölümlere ayrılmış, fakat başlıklar kendi içlerinde sınıflandırılırken
herhangi bir harf-rakam ya da ondalık sistem de kullanılmamıştır. Ayrıca
bölümler tek düze, birbirini takip eder şekilde gelişi güzel sıralanarak
düzenlenmiştir. Eseri neşre hazırlayan Ahmet Savran’ın açıklamalarından,
eserdeki düzenlemenin, kitabı basıma hazırlayan kişiler tarafından yapıldığı,
başlık ve alt başlık gibi hususların Konyalı' ya ait olmadığını anlaşılmaktadır.
İ. Hakkı Konyalı, eserinin önsözünde her ne kadar "Beyşehir'in dört başı
mamur tarihini yazmak bir İbrahim Hakkı Konyalı'nın yapacağı iş değildir. Bu, tam
kadrolu ihtisas heyetlerinin işidir" diyerek mütevazı bir açıklama yapmış olsa da,
6
Eserinde bu konuda taşıdığı endişeyi teyit edecek bir bilgi bulunmaktadır. "Konya Müzesinde bir ara
memurluk yapan Zeki Oral adlı bir kişi Konya Belediyesinden elde ettiği kitabımla Alanya
(Alâiyye) kitabını eline almış, Kubadâbâd'ı gösteren satırların üstüne krşun kalemle işaretler yaparak onların kılavuzluğu ile Beyşehir'e ve Kubadâbâd'a gitmiş, Arslanlık hasletini bir tarafa itmiş, tilki izciliği ile içinden gelen kâşiflik sesine uyarak Konya'da çıkan okunmayan Anıt adlı perişan bir derginin Kasım 1949 tarihli ve 110 nüshasında Kubadâbâd bulundu başlıklı yazı yazmıştır. Ulu Tanrıya şükürler olsun ki, burasını bulmak bana nasip oldu demek cesaretini göstermiştir". Konyalı, burada Kubadabad Sarayı’nın kendisi tarafından bulunduğunu, ancak Zeki Oral’ın
bu durumu kendisine mal ettiğini ifade etmektedir. Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 170-171.
203
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
eserini yazarken, pek çok kaynak, onlarca arşiv malzemesi ve pek çoğu ilk defa
ele alınan çeşitli kitabelerden yararlanmıştır. Konyalı, incelemeler yaptığı
bölgelerde tespit ettiği kitabeleri günümüz Türkçesine çevirmekle yetinmemiş,
aynı zamanda bu kitabeleri yazan veya kazıyan kişiler tarafından yapılan
yazım/gramer hatalarını da özellikle belirterek, doğru yazımlarını uygulamalı
olarak eserinde göstermiştir7.
Yazar, eserin ilk bölümünden itibaren Beyşehir tarihini, kronolojik bir sırayla
ele alarak ilk çağlardan Osmanlı son dönemine kadar anlatmaya çalışmıştır.
Konyalı, sadece araştırmalarında elde ettiği bilgi ve bulgulara yer vermemiş,
eserinde, aynı zamanda kendi gözlemlerini dile getirmiş, saha araştırması
sırasında yaptığı en ufak bir tespiti dahi yer vermiştir. Ancak eserde verilen
bilgilere bakıldığında, bu bilgilerin önemli bir kısmının herhangi bir kaynağa
dayandırılmadığı görülmektedir. Kaynağa dayandırılan veya referans verilen
bilgilerde ise dipnotların kurallara uygun olarak düzenlenmediğini söyleyebiliriz.
Eserde bulunan dipnot düzensizliğinin yanında, kullanılan kaynakların bir araya
getirildiği bir kaynakça da yoktur. En azından kitabın sonunda bir kaynakça
olsaydı, bu eksiklik belki bir nebze giderilebilirdi. Eserde kullanılan kaynak
çeşitlerine baktığımızda bunların genellikle matbu kitap ve arşiv belgelerinden
oluştuğunu görmekteyiz. Bunların dışında ayrıca yazarın, kaynak kişilere de
başvurduğu, araştırma yaptığı yerlerde görüştüğü, yardımını gördüğü, bilgi
aldığı kişileri de dipnotlarda dile getirdiği veya bir vesile kendilerine teşekkür
ettiği anlaşılmaktadır. Eserde kullanılan kaynakların tamamına yakınında, basım
yeri ve basım yılı gibi bilgiler yoktur. Bazılarında ise basım yeri ve yılı dışında,
yazarın ismini de tesadüf edilmemektedir.
Kaynakça dışında eserin en önemli eksikliği ise sonuç bölümünün
olmamasıdır. Onca tezin ileri sürüldüğü bu esere bir sonuç bölümünün
konmaması kitabı bir bakıma eksik bırakmıştır. Eserin ekler bölümü de düzenli
ve kullanışlı değildir. İ. Hakkı Konyalı eserinde, toplam 90 adet fotoğraf
kullanmıştır. Bu fotoğraflardan bazılarına satır aralarında atıf yapmış ancak
bazılarına metinde hiç değinmemiştir. Yani atıfta bulunulan fotoğraflardan
bazıları eserde anlatılanları karşılamış olsa bile, bunların da ilgili sayfalardan ayrı
bir bölümde okuyuculara sunulması kopukluk oluşturarak bütünlüğü
7
Bu konuda birkaç örnek verilebilir. Abdileri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi isimli eserinde, Beyşehir
Çilledâr Zaviyesi Kitabesi (s.98), Arap Melek Hatun’un mezar taşı (s. 285), Darendeli Silahtar Ali
Paşa'nın mezar taşı, (s. 290), Hoyran Köyü Cami kitabesi, Küçükavşar Köyü Camii kitabesi, (s.
368), Kürtler Köyü’nde bulunan mescid kitabesi, (s.373).
204
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bozmuştur. Bazı fotoğraflar ise metinde ele alınan konularla doğrudan ilgili
değildir. Eserde ele alınan konular arasında da yer yer kopukluklar olduğu ve
yazarın belli başlı bazı konularda ve yaptığı betimlemeler konusunda tekrarlara
düştüğü anlaşılmaktadır.
II-İ. Hakkı Konyalı'nın Beyşehir’deki Eserlerle İlgili İddia, Öneri ve
Dilekleri
İ. Hakkı Konyalı, neredeyse ömrü boyunca yaptığı araştırmalarda kültürel
mirasımızı ortaya koyarken, tarihini yazdığı şehirlerin eserlerinin korunmasını
öylesine gönülden istemiş olmalı ki, eserlerinde sık sık bu yönde, iddia, öneri,
dilek ve temennilerini sunmaktan kaçınmamıştır. Beyşehir’le ilgili eserinde bu
konuya pek çok örnek gösterilebilir. Bunlardan bir kısmı Beyşehir merkezde
bulunan Eşrefoğlu Süleyman Bey Külliyesi’nde yer alan bir dizi yapı
hakkındadır. Öncelikle burada Beyşehir’de bulunan eserlerin keşfi hakkındaki
iddialarına yer verilecek, daha sonra tarihi eserlerimiz hakkındaki bazı öneri
dilek ve temennilerinden bahsedilecektir.
İ. Hakkı Konyalı, Beyşehir sınırları içerisinde bulunan Kubadabad Sarayı’nın
yerini ilk defa kendisi tarafından bulunduğunu iddia etmiş ve bu konuyu
Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi isimli kitabında, "622 yılın tozu, dumanı
altında varlığı ve yeri unutulan Kubadabad Sarayını, Kubadabad'ı ve bu sarayın kendi
sınırları içinde bulunan tarihi Gurgurum'u uzun ve yorucu bir çalışma ve araştırmadan
sonra bulmuş ve Konya Belediyesi tarafından basılmak üzere 1944 yılında yazdığım
Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi adlı eserimde ilim âlemine, geniş muhitte
sunmuştum. Daha sonra da 1946 yılında basılan Alanya (Alâiyye) kitabımın 74. ve 79.
sayfalarında bu buluşum tekrarlanmıştı" sözleriyle yeniden dile getirmiştir8.
Konyalı, Kubadabad Sarayı’nın bulunması ile ilgili iddialarını Mart 1972'de
yayımlanan, "Beyşehir Gölü Adalarında Selçuk Sarayları ve Kız Kulesi" başlıklı
gazete yazısıyla ve 1 Nisan 1977 yılında Tarih Sohbetleri isimli mecmuasında
"Beyşehir Gölünde Selçuklu Sarayı" başlıklı yazılarıyla bir kez daha
tekrarlamıştır. Yine Kubadabad Sarayı dışındaki yapılarla ilgili bir iddiası da Eşek
Adası’nda bulduğu Selçuklu Kasrı’dır. Eserinde bu konuyla ilgili, "Hiçbir yerde
yapanı, yaptıranı, yapıldığı tarihi gösteren bir kitabe yoktu. I. Alâaddin devri
emirlerinden birisine ait, aynı zamanda büyük sarayın öncü karakol kalesi idi. Burada
esaslı bir kazı ve inceleme yapılmalıdır. Kasrı ilk defa ilim âlemine tanıtma hizmeti
8
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 170.
205
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yapıyoruz" sözlerini dile getirmiştir. Ağustos 1966 yılında yayımlanan Tarih
Konuşuyor isimli mecmuada bu iddiasını tekrarlamış, Abideleri ve Kitabeleriyle
Beyşehir Tarihi isimli eserinde de, söz konusu gazete yazısına atıfta bulunmuştur 9.
İ. Hakkı Konyalı’nın bir diğer iddiası Beyşehir Eşrefoğlu Cami minberinin
kapı kemerinde bulunan sülüs yazılı kitabeyi okumasıyla ilgilidir. Bu konuyla
ilgili olarak eserinde, "Doğulu ve batılı birçok tarihçi şimdiye kadar bu kitabeyi tam ve
doğru olarak kopya edip yayınlamamışlardır. Biz ilk defa ilim âlemine sunuyoruz"
sözlerini sarf etmiş ve kitabeyi günümüz Türkçesine çevirmiştir. Kitabede, "Taht
gibi yüce minberin yapılmasını adaletli Emir Eşrefoğlu emretti" manasının
bulunduğunu eserinde dile getirmiştir10. Konyalı, ayrıca Beyşehir Kalesi kapısının
üzerinde bulunan 3 kitabeden daha söz etmiştir. Bu kitabeleri günümüz
Türkçesine çevirerek, bunlara eserinde yer vermiş ve bu konuda "Bu kitabeler ilk
defa tarafımızdan doğru olarak neşrediliyor" cümlesiyle, Beyşehir’deki pek çok
kitabenin ilk defa düzgün bir şekilde kendi tarafından okunduğunu iddia
etmiştir11.
İ. Hakkı Konyalı, eserinde bir taraftan Beyşehir ve tarihi hakkında detaylı
bilgi verirken diğer taraftan da özellikle satır aralarına Beyşehir ile ilgili anılarını,
dileklerini, uyarı ve önerileri de serpiştirmiştir. Bu yönüyle eser, bize göre bir anı
kitabı olma özelliğini de taşımaktadır. Bu konuda eserde çok sayıda örnek
bulunmaktadır. Bunlardan birisi Beyşehir Bademli Köyü’nde bulunan cami
kütüphanesindeki el yazma kitaplarla ilgilidir. Konyalı, bu kitaplara ulaşmak için
köydeki camiye gitmiş, fakat bahsi geçen kitaplara ulaşamamıştır. Yaşadığı olayı
eserinde şu cümlelerle nihayete erdirmiştir. "Cami imamın anlattığına göre bu
kitaplar, günahtan kurtulmak için çuvallara doldurularak altı ay evvel camiinin önündeki
kabristana gömülmüştür. Vakıflar idaresinin ihmali yüzünden işlene gelen cinayetler
zincirine bir yenisi daha eklenmiştir. Kim bilir bunların içinde ne hazineler var idi. Bana
gömüldüğü yer gösterildi amma vakit çok geçti açtıramadım"12.
İ. Hakkı Konyalı, Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Külliyesi’nde yer alan
yapılar hakkında eserinin ilgili bölümlerinde pek çok temenni ve dileklerde
bulunmuştur. Eserinde Beyşehir Kalesi’nin duvarlarının birçok yerinde eski
halini muhafaza ettiğini, buraların temizlenerek ve tamir edilerek tarihi kalenin
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 391.
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 235.
11 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 202.
12 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 302.
9
10
206
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ortaya çıkarılması gerektiğini savunmuş, hatta Karaman Belediyesi’nin böyle bir
çalışma yaptığını söyleyerek, Karaman’ı örnek göstermiştir13. Konyalı’nın bir an
önce tamir edilmesi gerektiğini ifade ettiği bir diğer yapı da İçerişehir’de kendi
adını verdiği sokakta bulunan Demirli Mescit ve Medresesi’dir. Konyalı bu
konuda eserinde "Bu asil ve tarihi binanın restore edilmesi lazımdır" ifadesini
kullanmıştır14. Konyalı’nın bir başka temennisi de Eşrefoğlu Cami minberinin
tahrip olması nedeniyle üzerinden düşen çini parçalarının tamamlanması
gerektiği hakkındadır. Ayrıca caminin müezzin mahfilinde birçok halı ve kilim
parçası olduğunu görmüştür. Konyalı, "Pırlanta değerindeki bu tarih yadigârları
kopmuş, erimiş, güveler tarafından didik didik edilmiştir. İlgili idarelerin bunları ilmi bir
şekilde incelemesi lazımdır" diyerek kendi imkânlarıyla orada bulunan seccadelerin
ve halıların ölçümlerini yapmıştır15. İ. Hakkı Konyalı, araştırmaları sırasında
Eşrefoğlu Süleyman Bey'in türbesinin Vakıflar Umum Müdürlüğü tarafından
tamir ettirilirken, tamiri yapanların dikkatsizlik sonucu kubbe kısmında bulunan
çinilere zarar verdiğini fark etmiştir. Çinilerin ziyaretçilerin başına düşmesinden
korkulduğu için içeriye kimsenin alınmaması onu epey üzmüş ve türbenin
çinilerinin esaslı bir suretle tamir edildikten sonra buranın turistlere açılması
gerektiğini dile getirmiştir16.
İ. Hakkı Konyalı, Beyşehir’deki yapılarda yaptığı incelemeler sırasında
eserlerin durumunu gördükçe, çalışmasında üzüntüsünü esefle dile getirmiş ve
yetkilileri sürekli göreve davet etmiştir. Nitekim Eşrefoğlu Cami'nin batı
kapısının tam karşısında bulunan İsmail Ağa (Taş) Medresesi'nin içinde
bulunduğu vaziyet onu o kadar üzmüş ki, bu eser için şu sözleri sarf etmiştir: "...
Durumu yürekler acısıdır. Tarih, eski eser ve dede yadigârı sever herkesi ağlatır. İslam ve
ilim tarihi bu değerli bergüzarı kurtarmalıdır" 17. Konyalı, ayrıca İçerişehir Hamamı
(Büyük Hamam) için "Selçuklu hamam mimarisinin bize ayakta gelen çok muvaffak
örneklerinden biridir. Tektir" bilgisini vererek, bu yer için Müzeler Genel
Müdürlüğünün derhal faaliyete geçerek, bu asil tarihi yadigârın kurtarılması
istemiştir. Eğer “Bu güzel ve muhitinde eşsiz bina biraz daha ihmal edilirse yerlere
serilecek ve taş ocağı haline gelecektir”18. Yine Beyşehir'in harap halde bulunan
bedesteni için, "Bu bina restore edilirse şehir, çok kıymetli tarihi bir bina kazanır. Burası
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 200
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 242.
15 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 239.
16 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 65.
17 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 255.
18 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 276.
13
14
207
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bir müze veyahut bir kapalı çarşı olarak kullanılabilir." diyerek önemli bir konunun
altını ısrarla çizmiştir19.
İ. Hakkı Konyalı, eserinde, çevre köy ve kasabalarda bulunan tarihi ve doğal
yapılar ile ilgili de çeşitli dilek ve temennilerde bulunmuş, bunların Beyşehir’in
tanıtımına, turizmine hizmet edebilmesi için yetkililerden yardım talep etmiştir.
Eserinde Kubadabad Sarayı çevresinde yapılan kazılar sonucu çıkarılan süslü
çiniler, yazılı ve çeşitli resimler hakkında geniş bilgi için uzmanların yardımını
istemiştir: “Uzun ve tam kadrolu bir çalışma istediği için saray ve teferruatının
planlarını ve çıkan yazılı ve çeşitli resimlerle süslü çinileri hakkındaki geniş bilgiyi
uzmanlardan bekliyoruz”20. Diyerek bu bölgede daha profesyonel ve detaylı
çalışmalar yapılmasını önermiştir. Benzer konularda, başka bölge ve eserlerle
ilgili yetkililere çağrılarda bulunduğu görülmektedir. Bunlardan birisi
Beyşehir'de Hitit dönemine ait Eflatun Pınar abidesiyle ilgilidir. Konyalı, Eflatun
Pınarı ile ilgili "Esefle kaydetmek lazımdır ki Anadolu'nun en eski abidelerinden cihan
çapında şöhret yapan Eflatun Pınarı henüz yolsuzdur. İlgililerin biran evvel burasını iyi
bir yolla trafiğe açmaları lazımdır. Bu yol bilhassa Tanıtma ve Turizm Bakanlığını
ilgilendirmektedir" sözlerini sarf etmiştir21. Yine Beyşehir'in Hüyük bucağına bağlı
Köşk Köyü'nün yakınında bulunan Köşk Hamamı gibi şifalı suları ve kaplıcaları
bulunan bölgelerle Sağlık Bakanlığı’nın ilgilenmesi gerektiğini ifade etmiştir 22.
İ. Hakkı Konyalı eserinde Çavuş Köyü’nde bulunan iki hamamdan daha söz
etmiştir. Bu hamamlar için "İki hamam bulundukları köye ve Beyşehir'e büyük gelir
sağlayabilir. Burası yerli yabancı turistlere tanıtılmalıdır. Suları birçok hastalıklara,
bilhassa cilt hastalıklarına çok faydalı imiş, derin yaralar bile kısa zamanda onulabiliyor.
Fakat ne yazık ki burasını bilen ve bildirmek isteyen yok." demiştir23. Konyalı ayrıca
Görünmez Köyü’nde bulunan Maden Suyu kuyusunun yerini verdikten sonra,
bu su için "Köylüler, hazımsızlığa ve mide rahatsızlığına pek faydalı olduğunu
söylüyorlar. Yemeklerden sonra içilmesi hazmı kolaylaştırmıştır. Beyşehir' e ve köylere
götürülen bu su Sıhhat Bakanlığı tarafından muayene ettirilmiş, çok makbul olduğu
hakkında raporlar varmış, fakat işletilmesi hakkında herhangi bir teşebbüse geçilmemiştir.
İşletilirse köy ve Beyşehir için iyi bir gelir kaynağı sağlanır" demiştir24. Yine Sevindik
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 284.
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 189.
21 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 205.
22 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 275.
23 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 314.
24 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 347.
19
20
208
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Köyü’nde bulunan bir ılıca için "Allah sıcak, soğuk iki suyu birden kaynatıyor. Fakat
kıymetini bilmiyoruz. Gönül Sağlık Bakanlığı’nın bu konuyla ilgilenmesini ister."
demiştir25. Konyalı, eserinde Huğlu Köyü Mezarlığı’nda bulunan bir koca
ardıçtan söz etmiştir. Türkiye'de bu kadar kalın ve uzun bir ardıç ağacı
olmadığını söyleyerek, köylülerin bu ağaca bir takım anlamlar yüklediğini ve
dilek için kullandıklarını, ağacın üzerinin çivilerle dolu olduğunu anlatmış ve bu
tarihi ağacın dallarının kurumaya başladığını ve kurtarılması için bir şeyler
yapılması gerektiğini dile getirmiştir26.
İ. Hakkı Konyalı, Beyşehir’de yaptığı araştırmaları sırasında gördüğü tarihi
kıymeti bulunan eserler ile ilgili de çeşitli uyarı ve önerilerde bulunmuştur.
Örneğin Doğanbey (Davgana) bucağında bulunan Sokakbaşı Camii’nde 1739
tarihli Elzemu'l Ferâiz adlı bir kitap bulduğunu belirtmiş ve bu kitabın
kaybolmadan derhal bir müzeye ya da kütüphaneye alınmasını tavsiye etmiştir27.
Yine Eğlikler Köyünde cami bahçesinde bulunan iki taş için "Caminin doğu
duvarının önüne boyları 0.68 enleri 0. 48 metre olan iki muhteşem taş atılmıştır.
Üstlerinde sekizer köşeli yıldızlar ve nakışlar bulunan bu taşlar Avşar Köyü'ndeki
türbeden aşırılarak getirilmiştir" sözlerini aktarmış ve "Bunların derhal Beyşehir'e
getirilerek kurulacak müzeye konmaları lazımdır" diye de eklemiştir28. Konyalı, diğer
taraftan Fasıllar Köyü’nde bulunan bir hükümet konağından bahsetmiştir. Bu
binanın köy kazalığını kaybedinceye kadar kullanılmış bir konak olduğunu dile
getirmiştir. Bu binanın o günlerde ev olarak kullanıldığını belirtmiş ve bu iki katlı
binanın iyi muhafaza edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca Beyşehir'de de
içerişehirde böyle bir hükümet konağı bulunduğundan bahsederek bunların
birbirlerine çok benzediklerini söylemiştir29. İ. Hakkı Konyalı ayrıca Fasıllar
Köyü’nde bulunan Hitit Abidesinin tarihini aydınlatma yolunda bazı yazarların
kitaplarından örnekler vererek bu abide için "Bence konu henüz bakirdir. Heykeli
yaşıyla ve timsallerini esâti hüviyetleriyle dillendirmek için zaman çok erkendir. Otoriter
ilim adamlarının ciddi teşhislerini beklemek çok yerinde olur." demiştir30.
İ. Hakkı Konyalı, eserinde Beyşehir çevresinde yaşayan ahalinin bilinçsizliği
nedeniyle pek çok tarihi yapının zarar gördüğünü belirterek bu konuda çeşitli
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 375.
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 354.
27 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 318.
28 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 323.
29 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 328.
30 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 337.
25
26
209
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
uyarılarda bulunmuştur. Örneğin Emenler Köyü’nde Sultan IV. Murat'ın
hükümdarlığı sırasında 1622 yılında Kadı adlı bir mimarın yaptığı Emen Cami
için "Minare muvaffak bir Türk eseridir. Burada son yılların korkunç bir cinayetini
kaydedeceğim" diyerek bu camiyle ilgili üzücü bir olay anlatmıştır. "Köylüler para
toplamışlar bu asil minarenin şerefesinden yukarısını yıkmışlar, üstüne betondan bir
ikinci şerefe daha yapmışlar, kireçle badana etmişlerdir". Köy muhtarı bu hazin durum
karşısında, “Ne yapalım bize bunun kıymetli ve tarihi bir eser olduğunu kimse
söylemedi. Vakıflar idaresine yaptığımız müracaat cevapsız kaldığı için bu işi işledik”
diye açıklama yapmıştır. Konyalı, olayı bütün vahameti ile anlattıktan sonra
eserinde, minareye sonradan eklenen bu ikinci şerefenin mutlaka yıktırılmasının
gerektiğini belirtmiştir31. Konyalı eserinde benzer bir konu olarak Karahisar
Köyü’nde bulunan eski ve tarihi bir mescitten söz etmiştir. Bu mescit için "Son
senelerde cami mescit yıktırmak bir salgın haline gelmiştir. İlgililerin müsaadelerini
almayı kimse düşünemiyor. Halk akıllarına hemen yıkıyor. Bunun vebali Müzeler ve
Vakıflar Genel Müdürlüklerindir. Yurttaki abidelilerin sicilleri yapılmamıştır ki, tarihi
kıymeti olup olmadığı bilinsin. Tarihi mescit yıkılmış halk 1956 yılında bugün ki camiyi
yaptırmıştır. Köyün her tarafında gayri İslami devirlere ait yapı ve enkazı bulunuyor.
Köylüler buralarda yaptıkları kazılarda birçok eski eser bulmuşlardır." diyerek
ülkemizdeki kıymetli eserlere değer verilmemesinden yakınarak ilgililer ve
yetkililer tarafından gerekenin yapılmasını istemiştir32.
İ. Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi isimli eserinde
Beyşehir Gölü adalarında bulunan eserlerle ilgili de uyarı, öneri ve dileklerde
bulunmuştur. Konyalı Beyşehir’de yaptığı uzun soluklu araştırmaları sırasında
Beyşehir Gölü’nde bulunan Eşek Adası’ndaki kalıntılardan Kubadâbâd Sarayıyla
yaşıt bir Selçuklu Kasrı olduğuna kanaat getirmiştir. Bu kalıntı için "Hiçbir yerde
yapanı, yaptıranı, yapıldığı tarihi gösteren bir kitabe yoktu. I. Alâaddin devri
emirlerinden birisine ait, aynı zamanda büyük sarayın öncü karakol kalesi idi. burada
esaslı bir kazı ve inceleme yapılmalıdır" demektedir33. Konyalı eserinde ayrıca
Mındıras Adası’nın kalıntıları bulunan bir mâbed ve kale harabesinden söz
etmiştir. Bu kalıntılar için "Mâbed'in milattan önce 3. ve 4. asırlara ait olduğu tahmin
ediliyor ama tam kadrolu mütehassıs bir ilim heyetinin bunları incelemesi ve nabızlarını
tutması lazımdır. Bize kalırsa burada Hitit, Roma, Bizans ve Pisidya’ya hâkim olan çeşitli
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 325.
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 359.
33 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 391.
31
32
210
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kavimlerin üst üste ve yan yana eserleri vardır. Bunları mütehassıslar söyleyeceklerdir"
diyerek bu konuda ciddi boyutta ilmi incelemelerin yapılmasını arzu etmiştir 34.
Konyalı, gölde bulunan Kız Kulesi (Kuş Kulesi) adası için de "Ada efsanelerde,
masallarda geçen hayalleri hakikat yapmıştır. Burada çevrilecek bir film bütün dünyanın
dikkatini üstüne çeker. Turizm ve Tanıtma Bakanlığı bu ada ile yakından ilgilenmelidir.
Fakat evvela çok sıkı tedbirler alınmalıdır. Ada yağmalanmamalıdır. Kuşlar
ürkütülmemelidir. Yumurtalarına, yavrularına dokunulmamalıdır" diyerek, "Bizim bu
satırlarımızı okuduktan sonra açıkgözlerin adayı talan edeceklerinden cidden korkuyoruz"
diye taşıdığı endişeyi de dile getirmiştir35. Konyalı bütün bunların dışında ayrıca
gölde bulunan İğneli Ada, Aygır (orta) Adası, Hacı Akif Adası gibi bölgelerde de
tarihi kalıntıların olduğu ve bu yerlerde de gerekli incelemelerin yapılması
gerektiğini ifade etmiştir36.
SONUÇ
Osmanlı son döneminde dünyaya gelmiş ve doksan yıllık ömrünün çok uzun
bir bölümünü şehir tarihi araştırmalarına adamış olan İbrahim Hakkı Konyalı’nın
yaptığı-yazdığı onlarca eser ve çalışmalarından küçük bir kısmı da Beyşehir ile
ilgilidir.
İ. Hakkı Konyalı, Beyşehir ve çevresinde yıllarca süren araştırmalarını
“Abideleri ve Kitbeleriyle Beyşehir Tarihi” isimli kitapta bir araya getirmiştir.
Konyalı, bu eserinin dışında Beyşehir ile ilgili çeşitli dergi ve gazetelerde birkaç
makale daha yayımlamıştır. Ancak bu makaleler ve gazete yazıları Abideleri ve
Kitbeleriyle Beyşehir Tarihi isimli eserinde yer verdiği bazı konuların daha özel
olarak dile getirilmesinden ibaret bulunmaktadır. Zira Konyalı Beyşehir ve
çevresinde 1950’li yıllarda başladığı araştırmalarını, bir eser halinde 1967 yılında
Beyşehir Belediyesi’ne teslim edilmiş olmasına rağmen, eseri 24 yıl boyunca,
Belediye’nin tozlu arşivlerinde yayımlanmayı beklemiştir. Ancak yıllar sonra
Beyşehir Lisesi Edebiyat öğretmeni Mehmet Koç tarafından Beyşehir
Belediyesi’nde bulunduğu tespit edilen eserden Atatürk Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Ahmet Savran haberdar edilmiştir. Böylece Beyşehir Belediye Başkanı Adil
Bayındır döneminde eserin basım ve yayın masrafları üstlenilmek suretiyle,
Atatürk Üniversitesi Matbaasında 1991 Haziran ayında, ancak 24 yıl sonra basımı
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 395.
Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 398.
36 Konyalı, Beyşehir Tarihi, s. 402-403.
34
35
211
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gerçekleştirilebilmiştir. Ne yazık ki İ. Hakkı Konyalı’nın ömrü eserinin
yayımlandığını görmeye yetmemiştir. Eserin yayımlandığı 1991 yılından bugüne
kadar, yine bir 24 yıl daha geçmiş bulunuyor. Bugün eseri temin etmek isteyen bir
kişi maalesef ancak güç bela bazı kütüphanelerde ulaşabilmektedir. Beyşehir
tarihi açısından çok önemli olan ve yıllarca yayımlanması beklenen İbrahim
Hakkı Konyalı’nın bu güzel eserinin yeniden yayımlanarak daha fazla kişiye
ulaştırılmasına ciddi fayda bulunmaktadır.
İbrahim Hakkı Konyalı'nın ömrünü yaptığı araştırmalara ve eserlerine
adaması belki de onun tarihe karşı duyduğu sevgi ve vatanseverlikle
açıklanabilir. Eserlerini tamamlamış olduğu yılların şartları günümüz imkânları
ile karşılaştırılıp değerlendirildiğinde yaptığı işin ne derece zor olduğu
anlaşılmaktadır. Bizler de vatanımıza ve memleketimize olan minnet borcumuzu,
onların bıraktığı eserlere sahip çıkarak, belki bir nebze olsun ödeyebiliriz.
212
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İBRAHİM HAKKI KONYALI VE ARKEOLOJİ
Mustafa YILMAZ *
Yaklaşık 100 yıla yakın bir hayat süren İ. H. Konyalı, tüm hayatı boyunca
araştırmalar yapmış, Konya ve çevresi ile ilgili birçok kitap yazmış, önemli bir
şahsiyet olarak bilinmektedir.
Merhum İ. H. Konyalı'yı 85 yaşlarında iken tanıdım. Kendisine Selçuk
Üniversitesi tarafından 8. 6.1981 tarihinde ''Türk Tarihi Üzerindeki Üstün
Çalışmalarından Dolayı Fahri Doktora Payesi'' verilmişti. Bu değerli insan Konya
Tarihi, Akşehir Tarihi, Ereğli Tarihi gibi pek çok eserinin yanında Karaman Tarihi,
Aksaray Tarihi, Alanya Tarihi gibi komşu il ve ilçelerin de tarihini yazmıştır.
Ben burada, merhumun kitaplarında yer alan arkeolojik yerlerden bazı isim,
ünvan ve yer isimlerinden söz etmek istiyorum.
İ. H. Konyalı'dan önce Konya ve çevresini araştıran birçok seyyah ve
araştırmacı görülmektedir. Bunların başında; Hamilton, J.R.S Sterrett, C. Texier,
Ramsay, K. Bittel ve bölgenin ilk defa haritasını yapan H. Kiepert, Swoboda ve ekibi
sayılabilir. Ancak bu araştırmacılardan bir kısmı Konya yöresinin madenlerini,
bir kısmı da bitkilerini araştırmışlardır.
İ. H. Konyalı 1930'lu yıllardan sonra kendisini Konya ve çevresi
araştırmalarına vermiştir. Yine bu tarihlerde kendi çağdaşı olan araştırıcılar da
bulunmaktadır. Bazı örnekler vermek gerekirse Dr. Nazmi1, G. Totaysalgır2, S.
Üçer3, E. Yalçınkaya4. Bu araştırmacılar küçük broşürler halinde Konya ve
çevresinin eski eserlerini bilim dünyasına tanıtmışlardır. Her şeye rağmen o
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi.
Dr. Nazmi, Türkiye'nin Sıhhı-i İçtimai Coğrafyası, 1922.
2 G. Totaysalgır, Konya'da Eski İzer Aramalarından, Haşim Basımevi, Konya, 1937; G. Totaysalgır,
''Saideli'', Haşim Basımevi, 1939; G. Totaysalgır, Karaman Tarihi, Yeni Kitap Basımevi, 1944.
3 Üçer S. S. - Koman M. “Konya İli Köy ve Yer Adları Üzerine Bir Deneme”, Konya Halkevi Tarih,
Müze Komitesi Yayınları, Seri: 1, Sayı: 3, Konya, 1945.
4 E. Yalçınkaya, Coğrafyada,Tarihte ve Bugünkü Konya, Yeni Kitap Basımevi, Konya, 1943.
*
1
213
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
günün şartlarında yaptıkları araştırmalar bilim dünyası için bir yeniliktir. Örnek
vermemiz gerekirse G. Totaysalgır 1937'li yıllarda Bolat (Gederet) Deresi Kaya
Anıtını tüm dünyaya tanıtan kişidir. Bu kaya anıtının üzerinde bir komutanın
mezarı ve yaban keçileri ile av köpeklerinin bulunduğu çok görkemli bir av
sahnesi vardır. Ne yazık ki bu anıtın kopyası da alınamamış ve definecilerce
parçalanmıştır. Şimdi ise Bağbaşı Barajının suları içinde kalmıştır.
İ. H. Konyalı, Konya ve civarı ile ilgili kitaplarını 1935'li yıllardan sonra
yazmaya başlamıştır. Bu yıllarda henüz ülkemizde Arkeoloji Bölümü yoktur. Bu
nedenle Konyalı'nın tarih çalışmaları son derece önem arz etmektedir. Çünkü
Konyalı uzun hayatı boyunca Konya ve ilçelerinin tarihini, eski eserlerini,
hanlarını, hamamlarını, kervansaraylarını, camilerini kısaca bütün kültür ve sanat
eserlerini tüm detaylarıyla anlatmıştır.
İ. H. Konyalı yazmış olduğu eserlerinde antik sikkelerden, mezar taşlarından,
kişi adlarından ve yer adlarından bahsederken 1940'lı yıllarda konuşulan
Türkçenin ve özellikle de Fransızca çevirilerin etkisinde kalmıştır.
Bazı örnekler vermek istiyorum. Antik coğrafyacı Strabon'dan söz ederken
bazı yerlerde İstrabon, eserini de ''Ceographie'' olarak vermektedir 5. Strabon'un
eserinin orjinali '' Geographika''dır. İ.Ö. 430-355 yıllarında yaşamış olan ve
''Anabasis'' adlı kitabın yazarı Xenophon (Ksenophon) un adını iksenefon olarak
vermiştir. Ayrıca Roma'nın efsanevi kurucularından Romulus ve Remus ikiz
kardeşlerin isimlerini de Romolos ve Romos şeklinde vermiştir 6. Aynı eserinde
Roma İmparatorlarından Antoninus
Pius'un adı Antoninos Piyus olarak
7
verilmiştir . Bu arada Roma İmparatoru Augustus'u ''Augustos'' olarak, Roma'lı
ünlü komutan Pompeius'u '' Pompeyus'' olarak, Kartaca'nın ünlü komutanı
Hannibal'ı '' Anibal'' olarak vermiştir8.
Antik dönemde Bozkır merkezdeki İsauria devletini de Konyalı, zaman
zaman ''İzori'' , '' İzorik'', ''İsavriya'' gibi adlarla vermiştir 9.
İ. H.Konyalı, Konya Tarihi ,1965, s, 7.
İ. H.Konyalı, Konya Tarihi ,1965, s. 198
7 İ. H.Konyalı, Konya Tarihi ,1965, s. 196
8 İ. H.Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli'si Tarihi, Fatih Matbaası, İstanbul, 1970, s. 98,
102, 106.
9 İ. H.Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Ereğli'si Tarihi, Fatih Matbaası, İstanbul, 1970, s. 47,
76, 843.
5
6
214
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Burada şunu belirtmekte yarar vardır. Klasik Latincede ve Yunancada kişi
adları, şehir adları yazılırken ismin çekimsiz hali ( Nominativus) yani yalın haline
bakılır. İsmin sonunda (os) varsa isim mutlaka Yunanca, ismin sonunda (us)
varsa isim Latince yazılmıştır. Ama ikisi de doğrudur.
Bazı örnekler verelim: Ephesus, Milethus antik kentlerinin yazılışı Latince'dir.
Ephesos, Milethos yazılışı da doğrudur ve Yunancadır. "Aegyptus "Mısır
devletinin Latince yazılışıdır. Aegyptos ise Yunanca yazılışıdır veya ''Rhodus''
Rodos adası Latince yazılışıdır. "Rhodos" Rodos adası Yunanca yazılışıdır. Bu gibi
örnekleri çoğaltabiliriz. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi Latincede (Y)
harfi (İ) bazen de (Ü) gibi okunur. (C) harfi her zaman (K) olarak okunur. (C)
harfi Fransızca da (S) okunduğu için de bazen karışıklıklara neden olmaktadır.
Örneğin Konyalı, Cicero (Kikero)'nun adını Çiçeron olarak vermiştir 10.
Başlarda belirttiğimiz gibi bu okunuş hataları Fransızcanın ve harflerin okunuş
etkisiyledir. Üstelik Konyalı, merhum Mehmet Önder'in Arapçadan, Farsçadan
ve Osmanlıcadan yaptığı birçok çeviride hatalar yaptığını vurgulamaktadır 11.
Konyalı, Konya'da basılan antik sikkeleri 12, Hatunsaray '' Lystra'' ve
civarındaki eski eserleri13 Konya'daki Arkeoloji müzesinde bulunan klasik
eserleri14 de tanıtmıştır. Ayrıca Konya'nın höyüklerini, eski köprülerini,
sarnıçlarını kısaca tüm sanat eserlerini eserlerinde tanıtmıştır. Kitaplarındaki
sanat eserlerinin bir kısmının ilk defa tanıtımının yapılışı, bilim insanları için çok
önemlidir. Kubat Abad Sarayı’nı da ilk keşfeden Konyalı'dır 15.
Konyalı'nın da vurguladığı gibi daha 50-60 yıl önce tahrip olan, bu tarihi
değerlerden bugüne kadar pek azı gelebilmiştir. Konya Kalesi ve surlarından
bugün söz etmemiz mümkün değildir. Yok oluş bu şekilde devam ettiği sürece
tarihimizi yabancılardan öğrenmek zorunda kalacağız.
Tarihine, kültürüne, sanatına sahip çıkan nesillerin çoğalması dileklerimle.
İ. H.Konyalı, Konya Tarihi, s.165
İ. H.Konyalı, Konya Tarihi, s. 299, 300, 301, 305 vd.
12 İ. H.Konyalı, Konya Tarihi, 1964, s. 195 vd.
13 İ. H.Konyalı, Konya Tarihi, 1964, s. 275 vd.
14 İ. H.Konyalı, Konya Tarihi, 1964, s. 1162 vd.
15 İ. H.Konyalı, Konya Tarihi, 1964, s. 192.
10
11
215
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
216
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İBRAHİM HAKKI KONYALI’NIN AKŞEHİR VE
BEYŞEHİR ÇEVRESİNDE TESPİT ETTİĞİ ESKİÇAĞ
MALZEMELERİ VE BUNLARIN GÜNÜMÜZDEKİ
DURUMLARI
Mustafa ARSLAN *
1. GİRİŞ
İbrahim Hakkı Konyalı son dönem yetişmiş en önemli tarihçilerden birisidir.
1896 yılında Konya’da doğan Konyalı’nın basılmış 45 adet eseri bulunmasına
rağmen bu eserlerinin tam bir takımı hiçbir yerde bulunamamıştır
(www.konya.bel.tr). 20 Ağustos 1984 yılında, kaleme aldığı “Akşehir Tarihi” adlı
eserini görüştüğü Akşehir Belediyesi’nde, başkanın makamında geçirdiği kalp
krizi sonucu hayata gözlerini yummuştur (www.memleket.com.tr). Sadece
Akşehir ve Beyşehir tarihi üzerine kaleme aldığı kitaplarında değil diğer
çalışmalarında da batılı eserlere olan aşinalığı ve hakimiyeti dikkat çekmektedir.
Bunun en güzel örneği de 1940 yılında basılmış olan “Afrodit” adlı eseridir 1. Bu
kitap da Konyalı’nın sadece Selçuklu ve Osmanlı tarihinde uzman olmadığını,
aynı zamanda da Eskiçağ tarihine ve hem Batı Mitolojisine hem de Doğu
Mitolojisine meraklı ve vakıf olduğunu göstermektedir. Bu bilgi birikimi ve
kaynakları kullanmadaki yetkinliği Konyalı’nın yabancı dil bilgisinin çok yüksek
olduğunu da göstermektedir. Günümüzde bile kendi dilimizde yayını
yapılmamış eserleri tetkik etmiş ve bunları çalışmalarında kullanmıştır.
Konyalı, tarihini yazdığı diğer yerler gibi Akşehir ve Beyşehir’in de Eskiçağ
tarihine değinmiş, çalışma alanında yaptığı incelemelerde gördüğü tüm
malzemelere değinmiştir. Bunun yanı sıra, görmediği hiçbir eser veya yer
hakkında değerlendirmede bulunmamış, çalıştığı dönemin imkanları ile çok geniş
bir alanı taramıştır. Tarihini yazdığı yerlerde gördüğü ve kayıt altına aldığı
*
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Beyşehir Ali Akkanat Turizm Fakültesi.
[email protected]
yılında basılmış olan “Afrodit” adlı eser yazarın kendi deyimiyle “Şark ve Garp kaynaklarına,
Kütüphane ve Müzelerine dayanılarak hazırlanmış Tarihi Tetkikler”den oluşmaktadır.
11940
217
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yüzlerce eser günümüzde aynı bölgede çalışma yapan-yapacak araştırmacılar için
çok güzel bir envanter sunmaktadır. Konyalı’nın değindiği konular O’nun sadece
bir dönemin tarihçisi olmadığını komple bir tarihçi olduğunu da göstermektedir.
2. KONYALI’NIN AKŞEHİR’İN ESKİÇAĞ TARİHİ ÜZERİNE
DEĞERLENDİRMELERİ
Konyalı, Akşehir hakkında yazdığı eserinde bölgenin Eskiçağ’da Phrygia’da
yer aldığını Nimetullah Türbesi’nin ilerisinde derenin dik yamaçlarında gördüğü
mağaraların yumuşak kayaları oyarak kendilerine mesken yapan Phrygler’den 2
(Texier 2002: 277) kalmış olabileceğine değinir. Bölgenin Phrygia’nın bir parçası
olduğuna burada yer alan Monas köyünün adının Midas’tan geldiğine örnek
vererek devam eder (Konyalı 1945: 12). Midas adının sadece yer adı olarak değil
aynı zamanda Menas şeklinde Romalıların Phrygialı kölelerine verdikleri birer
isim olarak da kullanıldığını yazar (Konyalı 1945: 12). Bu adların yaygın olarak
kölelere verildiğini iki antik eserde görmekteyiz. Atina’da M.Ö 422 yılında ortaya
çıkan Aristophanes’in Wasps adlı oyununda Misecleon’un Midas ve Frygas adlı
köleleri bulunmaktadır (Wasps: 433; Ramsay 1898: 335). Strabon da
Aristophanes’in oyunundan yüzyıllar sonra Attikalıların kölelerine kendi
memleketlerinde en geçerli adla seslendiklerini yazar. Manes ve Midas
isimlerinin de Phrygialı köleler için kullanıldığını söyler3 (Strabon: VII. 3. 12).
Konyalı Akşehir Gölü’nün Bizans dönemindeki isminin “Quarante Martyres”
olduğunu Anna Comnena’ya atıfta bulunarak verir (Konyalı 1945: 194). Anna
Comnena Bizans ordusunun Akşehir Gölü’nü geçtiğinin ertesi günü Akşehir Philomelium’u bir saldırı ile Türklerden aldığını bildirir (Anna Comnena: XV. 4).
Ancak Akşehir Gölü’nün 12. yüzyıldaki adı olan Fransızca “Quarante Martyres”
ya da İngilizce “Forty Matrys” Kırk Aşıklar değil Kırk Şehitler (Texier 2002: 382;
Ramsay 1960: 151) olarak tercüme edilmeliydi.
Konyalı, Akşehir’in 10 km. güneydoğusunda yer alan Melas-Melles köyünün
adının Lidya Kralı Alyattes’in damadı Ephesus Tiranı Melas’dan 4 (Barnett 1948:
20; How-Wells 1912: I.26) geldiğini (Konyalı 1945: 13) söylemektedir. Meles
2
3
4
Texier, Phrygialılardan Eskişehir ve Kütahya taraflarına yerleşenlerinin kereste bulamadıkları için
binalarını yapmak için tebeşir türü kayaları oyduklarına ve buralara yerleştiklerine
değinmektedir.
Strabon kölelerin tabi oldukları milliyete veya bölgeye göre adlandırıldıklarına örnek olarak Lydus,
Syrus adlarını örnek verir. Tibius da Paflagonyalı kölelere verilen yaygın bir addır.
Barnett, How ve Wells, Alyattes’in kızını Ephesus Tiranı ile evlendirme çabalarını Ephesus’u
kazanmak için atılmış politik bir adım olarak nitelemektedirler.
218
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
köyünün adının Alyattes’in damadı olan Ephesus Tiranı Melas’dan gelip
gelmediği kesin olarak söylenemese de Konyalı’nın batı kaynaklarına ve Eskiçağ
Tarihi’ne olan ilgi ve hâkimiyetini gösteren güzel bir örnektir.
Konyalı, günümüzde Meydan Çeşmesi denilen Ulu Pınar’ın Midas’a nispet
edildiğinden bahsetmektedir (Konyalı 1945: 178). Konyalı’nın bahsettiği Midas’ın
Pınarı tarihte ilk kez Ksenophon’un On Binlerin Dönüşü eserinde geçmektedir
(Ksenophon: Anabasis I.13). Ksenophon’un bahsettiği Midas’ın Pınarı’nı
Ulupınar’a yerleştiren de Hamilton’dır (Hamilton 1842: 202; Ramsay 1887: 492;
Ramsay 1960: 151). Ulupınar’ın tarihte geçen Midas’ın Kaynağı olduğunu daha
geniş kitlelere duyuran ve tanıtan da yine Konyalı’dır.
Konyalı, Akşehir’deki bazı ormanlık alanların kutsal sayılmalarını
Phrygler’in inanışına dayandığını ve bu inanışın bir şekilde günümüze kadar
geldiğini söylemektedir. Ulupınar’ın batısında bulunan meşeliğin mukaddes
olduğunu ve köylülerin bu ormana çok dikkat ettiklerini deyim yerindeyse
üzerine titrediklerini anlatır. Hatta Hristiyanların da bu ormanı kutsal
saydıklarını belirtmiştir (Konyalı 1945: 558). Konyalı Akşehir ve çevresinde
gördüğü çam ağaçlarının varlığını Phryg mitolojisine dayandırmaktadır. Buna
göre: “Sibel kıskandığı için Atis’i hadım yaptı. Buna rağmen genç çoban saraydaki
dilberlerle fıkırdaşmakta devam etti. Dişi Tanrı gazaba geldi ve onu öldürdü. Tanrı onun
ebedi ayrılığına dayanamadı, çok ağladı ve nihayet onu bir çam dalına kalbetti ve fermani
ilahisi şu şekilde oldu: Çam mukaddestir. Onu kimse kesemez!” (Konyalı 1945: 558).
Bazı ağaç türleri çağlar boyunca yaşadığımız tüm coğrafyalarda kutsal kabul
edilmiş ve edilmektedir5 (Ögel 2003: 88-114), (Işık 2004: 104). Akşehir’de rastlanan
bu şekilde bir kutsiyetin temeli Türklerin inancında da bulunmaktadır. Burada
kutsal sayılan ve kesilmeyen ağaçları Sibel ve Atis mitosuna bağlamak kesin
olarak doğru olmayabilir, ancak bu konuda da Konyalı’nın Batı Mitolojisi’ne olan
yatkınlığı ortaya çıkmaktadır. Konyalı’nın bahsettiği bu mitolojik olay Ovid’in
Metamorphoses adlı eserinde de geçmektedir (Ovid, Metamorphoses: X. 86-105).
Texier de Phrygia’nın bu olayı hatırlatan yaşlı çam ormanları ile kaplı olduğunu
belirtmektedir (Texier 2002: 343).
5
En eski devirlerden itibaren Türkler arasında kutsal kabul edilen ağaçlar ve bu konudaki inançlar
hakkında daha detaylı bir bilgi için bk. Ögel 2003: 88-114, Işık 2004: 89-106.
219
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
3. KONYALI’NIN AKŞEHİR VE ÇEVRESİNDE TESPİT ETTİĞİ ESKİÇAĞ
MALZEMELERİ VE BUNLARIN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMLARI
Akşehir’in Eskiçağ’daki adı Philomelium’dur. Philomelium hakkında Strabon
şu şekilde bahsetmektedir: “Halen Phrygia Paroreia doğudan batıya doğru uzanan bir
çeşit dağ silsilesine sahiptir ve onun eteklerinde her iki tarafta geniş bir ova uzanır ve
onun yakınında kentler vardır; kuzeye doğru, Philomelion ve öte tarafta Pisidia
yakınındaki Antiocheia denen kentler bulunur.” (Strabon XII 8. 14). Plinius da
Philomelium ile beraber Tymbrium, Leucolithium, Pelta, ve Tyrium halkının Lycaonia’ya
sınırlı olduklarından ve Provincia Asia’nın yetki alanına girdiklerinden bahseder (Pliny.
The Natural History: V. 25). Hamilton 24 Haziran 1837 yılında Afyondakarahisar’dan
hareket ederek Akşehir’e ulaşmıştır ve Philomelium’un Akşehir’de olduğunu tespit
etmiştir (Hamilton 1838: 144). Konyalı da eserinde Akşehir’in Eskiçağ’daki adına yer
vererek o dönemde yukarıda bahsedilen kaynaklara ulaşamayan araştırmacılara çok değerli
bilgiler vermiştir. Akşehir’in Eskiçağ tarihindeki önemini kavrayan yazarımız gezdiği
yerlerde gördüğü malzemeleri de eserine dâhil ederek bölgenin sahip olduğu zenginliği
kayıt altına almıştır. Konyalı’nın kayıt altına aldığı Eskiçağ malzemeleri Akşehir,
Doğanhisar ve Argıthanı’nda bulunmaktadır. Bunlar eserdeki sıralamaya göre şöyle yer
almaktadır:
Konyalı, Akşehir’deki Rüştü Bey Hanı’nın duvarında ve Nasreddin
Köprüsü’nün başındaki çocuk parkında altı adet aslan heykeli görmüştür
(Konyalı 1945: 13). Artık kullanılmayan Rüştü Bey Hanı günümüzde çevresindeki
kahvehanelerin avlusu olarak hizmet vermektedir. Konyalı’nın tespit ettiği aslan
heykelleri de ne buradaki handa ne de Nasreddin Köprüsü’nün başında
bulunmaktadır (Fotoğraf 1).
Meydan Çeşmesi’nde (Ulu Pınar) iki taştan devşirme yapı malzemesi olarak
yararlanılmıştır (Konyalı 1945: 188). Midas’a atfedilen o ünlü Ulupınar ya da
Meyden Çeşmesi günümüzde kurumuştur, sadece kış ve bahar aylarında bir
miktar aktığı görülmektedir. Yapı malzemesi olarak kullanılan iki kıymetli taş ise
sonradan yapılan eklemeler veya sıvalar nedeni ile günümüzde artık
görülememektedir (Fotoğraf 2).
Konyalı, Taş Medrese’nin avlusunda yer alan sütunların başlıklarının
devşirme olduğunu belirtmiş bunların eski eserlerden temin edilerek
kullanıldıklarını aktarmıştır. Taş Medrese’nin üzerinde oymalar ve haç bulunan
bir friz parçası kullanılmıştır. Konyalı buradaki haçın sonradan kazındığını
düşünmektedir (Konyalı 1945: 291).
220
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konyalı’nın daha çok sebile benzettiği çeşmenin yan taraflarında üzerlerinde
iri balık kabartmaları olan iki adet taş vardır (Konyalı 1945: 293). Taş Medrese’nin
son halini ve burada tespit edilen eserleri incelemeye gittiğimizde burasının
yenileştirme hâlinde olduğunu gördük. İçeride yaptığımız gözlemlerde
sütunların durduğunu ancak ziyarete kapalı olan medresede fotoğraf
çekmemizin uygun olmayacağını düşünerek içeriden bu sütunların son hâllerini
belgeleyemedik. Ancak medresenin güney kapısı üzerinde bulunan ve üzerinde
kazınmış bir haç ve oymaların bulunduğu eser günümüzde de aynı güzellikte
varlığını sürdürmektedir (Fotoğraf 3).
Akşehir Orumca Sokağı’nda bulunan Altın Kalem Mescidi’nin alt kısmı gayri
İslami eserlerden getirilmiş büyük taşlarla yapılmıştır. Mescit kapısının sövesi de
bunlar gibi eski dönemlere ait süslü taşlarla yapılmıştır (Konyalı 1945: 304).
Günümüzde mescidin sadece ön cephesi Konyalı’nın gördüğü hâlde
bulunmaktadır. Yan cepheleri ise sıvandığı için inşasında kullanılan büyük taşlar
görülememektedir. Mescit kapısının sövesi ise aslını koruyarak günümüze
ulaşabilmiştir (Fotoğraf 4).
Çınaraltı Mescidi’nin önünden geçen su arkının üzerini örtmek için gayri
İslami eserlerden alınmış mimari eserlerin kullanıldığı tespit edilmiştir (Konyalı
1945:308). Konyalı’nın gördüğü ve kaydettiği, su arkını kapatmak için kullanılan
mimari eserler onun zamanında buradan geçen su arkının daha sonra
kapatılmasıyla artık görülememektedir. Burada kullanılan eserlerin ne olduğuna
dair bir bilgiye de ne yazık ki ulaşılamamıştır (Fotoğraf 5).
Mahmut Hayran Türbesi’ni ve Mescidi’ni de inceleyen Konyalı burada da
birçok eski eser tespit etmiştir, bunlar; batı cephesinde yoğunlaşmıştır, kitabesinin
üstünde de sıvanmış gayri İslami bir kitabe daha vardır. Türbenin çeşitli
yerlerindeki yapı malzemelerine ek olarak önünde de üzerlerinde üzüm ve üzüm
yaprağı motifleri bulunan sütun başlıkları gibi başka mimari kalıntılar tespit
etmiştir. Bu mimari parçaların mescidin kuzeyinde bulunan ve yıkılmış olan
okulun enkazından ve kaldırılan mezarlıktan toplandığını kaydetmiştir (Konyalı
1945: 310-312). Mahmut Hayran Türbesi günümüzde, yapılan yenileştirme
çalışmaları sonucunda daha iyi durumdadır. Konyalı’nın tespit ettiği tüm eski
eserler rahatlıkla görülebilmektedir. Ancak mescit kitabesinin üzerinde
Konyalı’nın gördüğü zamandaki gibi üstü sıvalı gayri İslami bir yazıt
bulunmamaktadır. Bu da, sıvanın sonradan kaldırıldığını akla getirmektedir
(Fotoğraf 6).
221
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Güdük Minare Camii’nin kuzey duvarında iri kesme taşlar tespit eden
Konyalı, caminin doğuya açılan kapısının sağında ve solunda iki kabartma taş ve
kapının üzerinde de iki sütun başlığı tespit etmiştir (Konyalı 1945: 314). Güdük
Minare Camii de Mahmut Hayran Mescidi gibi günümüzde daha iyi
durumdadır. Hatta Konyalı’nın ziyareti sırasında kapının solunda bulunan yapı
günümüzde kaldırıldığı için mescit bütünüyle görülebilmektedir. Kabartma
taşlar ve sütun başlıkları da yapılan iyileştirme sırasında yerinde olduğu gibi
korunmuşlardır (Fotoğraf 7).
Kuşçu Mahallesi Hacı Bursalı Sokağı’ndaki ortaokul yakınında bulunan
Kalaycı Mescidi eski mimari eserlerden faydalanılarak yapılmıştır. Konyalı
mescidin duvarlarındaki taşların Bizans Devri’ne ait olduklarını düşünmüştür
(Konyalı 1945: 340). Kalaycı Mescidi Akşehir’deki diğer mescit ve camilere göre
daha bakımsız bir hâlde bulunmaktadır. Buna rağmen Konyalı’nın kaydettiği
Bizans devrine ait işlenmiş taşlar hâlâ varlıklarını korumaktadırlar (Fotoğraf 8).
Konyalı, Kızılca Mescit’in kapısı üzerindeki sövede işlemeli bir Bizans frizi
bulunduğunu bildirmiştir (Konyalı 1945: 342). Kızılca Mescit de yenilenmiş bir
diğer eserimizdir. Kapısı üzerindeki işlemeli friz de aynı Konyalı’nın belirttiği
gibi yerinde durmaktadır (Fotoğraf 9).
Kileci Mescidi’nin yapımında eski eserlerden faydalanılmıştır (Konyalı 1945:
343). Kileci Mescidi de yenileştirilen bir diğer eserimizdir. Diğer eserlerin aksine
bu mescitte eski eserler sadece yapının duvarlarında kullanılmamış, ön cephede
bulunan revaklar eski bir mimari eserden alınmış İyon ve Dor düzenindeki
başlıkların kullanıldığı sütunlardan faydalanılarak yapılmıştır (Fotoğraf 10).
Konyalı, Ulu Camii minaresinin kaidesinin diğer Selçuk ve Karamanoğlu
devri eserleri gibi gayri İslami yapı enkazlarından toplanan iri taşlarla yapıldığını
aktarmaktadır (Konyalı 1945: 349). Konyalı bu minarenin kitabesinin sağında
üzerinde üç kabartma insan resmi bulunan bir mezar taşı ve onun üstünde bir
büst ve altında Latince kitabe bulunan bir diğer taş tespit etmiştir. Kitabenin
solunda da bir kilise enkazından alındığı belli olan bir taş bulunmaktadır.
Konyalı burada bulunan taşlardaki resimlerin bir şahıs tarafından taraklatılarak
kazındığını üzülerek bildirmiştir. Ona göre bu taşlar Selçuklulardan büyük bir
müsamaha ile günümüze kadar dayanabilmiş ancak son yıllarda kendini bilmez
kişiler tarafından tahrip edilen tarih yadigârlarıdır (Konyalı 1945: 351).
Konyalı’nın üzerlerindeki resimleri kazınmış bu taşları gördüğündeki üzüntüsü,
222
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
onun kültürel miras olarak sadece Türk İslam eserlerini değil Anadolu’da bizden
önce yaşamış halkların eserlerini de kabul ettiğini ve bunları önemsediğini
göstermektedir. Ulu Cami minaresinin kaidesindeki eski eserlerden alınma taşlar
günümüzde de görülebilmektedir. Üzerlerinde sonradan oluşmuş veya yapılmış
sıva veya kazınma gibi tahribatlar bulunmamaktadır (Fotoğraf 11).
Konyalı, Maruf Köyü’ne de uğramış ve buradaki Hacı İbrahim Tekkesi ve
Türbesi’nin kapısı önünde iki Bizans sütun başlığı kaydetmiştir. Bu sütun
başlıklarının yanında kuyruklu ve boynuzlu bir kuzu heykeli de görmüştür. Yine
türbenin hemen karşısındaki höyüğün üzerinde 2.80m boyunda dört köşeli bir
sütun tespit etmiş, bu sütunun halk arasında at sancılarına iyi gelmesinden dolayı
Sancı Taşı olarak adlandırıldığını aktarmıştır. Bu sütunun üzerinde ayrıca dört
satırlık bir kitabe bulunmaktadır (Konyalı 1945: 377). Maruf Köyü’nün
günümüzdeki adı Alanyurt’tur. Hacı İbrahim Türbesi de gayet iyi bir
durumdadır. Konyalı’nın burada gördüğü kuzu heykelini araştırmalarımıza
rağmen bulamadık. Tespit edilen iki sütun başlığından sadece bir tanesi türbenin
bahçesinde bulunmaktadır. Bahçede daha birçok eski eser parçası göze
çarpmaktadır, bu yüzden buradaki sütun başlığının Konyalı’nın tespit ettiği
sütun başlıklarından olup olmadığı da tartışma konusudur. Konyalının türbenin
karşısındaki höyüğün üzerinde tespit ettiği ve üzerinde dört satırlık kitabe
olduğunu söylediği eser de yerinde durmaktadır. Yöre halkının sancı taşı dediği
bu sütunun üzerindeki yazıt tarafımızdan tespit edilememiştir. Bu durum, ya
taşın başka bir yüzü üzerine sonradan yatırıldığına ya da yazıtının kazındığına
yorulabilir (Fotoğraf 12, 13).
Konyalı, Hızırlık (Hıdırlık) Zaviyesi’nin mescidinin mihrabının her iki
tarafında süsleme olarak gayri İslami eserlerden alınmış iki adet taş kullanıldığını
görmüştür (Konyalı 1945: 404). Hıdırlık Zaviyesi’nin mescidi günümüzde de
ibadete açıktır. Mescidin içini ahşap kaplayarak yenileştirenler Konyalı’nın tespit
ettiği iki adet eski eseri görülebilsin diye açıkta bırakmışlardır (Fotoğraf 14).
Konyalı Akşehir’deki Meydan Hamamı’na da gitmiş ve burada görülen dört
adet sütunun kaidelerinin Bizans veya daha önceki bir devirden kalma sütun
başlıklarından yapıldığını, yine bu hamamdaki şadırvanın göbeğinin bir Bizans
sütunundan uydurulduğunu, şadırvanın önündeki küçük havuzun da yine bir
sütun başlığından oyularak yapıldığını tespit etmiştir. Aynı hamamın kadınlar
tarafında sütun başlıklarından iki tanesi eski mimari eserlerden alınmadır. Açık
halvetlerden birinde bulunan kurna da Bizans sütun başlığından bozmadır
223
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
(Konyalı 1945: 411). Konyalı’nın Meydan Hamamı’nda gördüğü mimari
parçaların günümüzdeki durumlarını hamam kapalı olduğu için tespit edemedik.
Mahmut Hayran Türbesi’nin kaidesi de devşirme taşlarla yapılmıştır, bu
kaidenin kuzey dış duvarında üç gayri İslami kitabe yan yana yatırılarak
kullanılmıştır. Bu kitabelerde 7, 19 ve 3 satırlık Yunanca yazıt bulunmaktadır
(Konyalı 1945: 417). Mahmut Hayran Türbesi yapılan yenileştirme çalışmaları
sonucunda Konyalı’nın gördüğü zamandaki hâlinden çok farklı ve çok daha iyi
bir durumdadır. Kaidesindeki taşlar gayet iyi vaziyettedir. Ancak Konyalı’nın
türbenin kuzey dış duvarında tespit ettiği yazıtlı taşlar günümüzde
bulunmamaktadır (Resim 15).
Seydi Yunus Türbesi’nin önünde Konyalı tarafından gayri İslami devirlere ait
iki sütun başı tespit edilmiştir (Konyalı 1945: 480). Seydi Yunus Türbesi üzeri açık
olduğu için yanına yaklaşılsa bile pek fark edilememektedir. Türbenin bahçesinde
Konyalı’nın tespit ettiği sütun başlıklarından birisi hâlâ durmaktadır. Diğerini ise
bulamadık. Ancak bahçedeki yoğun bitki örtüsü ve çiçekler aramamızda zarar
görmesin diye bu sütun başlıklarından sadece bir tanesini belgeleyebildik
(Fotoğraf 16).
Konyalı, Nasreddin Hoca Mezarlığı’nda 0.68X0.32 m. boyutunda bir baş taşı
tespit etmiştir. Phryg dönemine tarihlendirdiği bu friz parçasının üzerinde
işlemeli bir eşek resmi bulunmaktadır. Aynı mezarlıkta 0.39X0.45 m boyutunda
bir başka taş daha tespit eden Konyalı bunun üzerinde tahra veya orak ve bir büst
olduğunu belirtmiş ve dönemini de gayri İslami olarak belirlemiştir (Konyalı
1945: 503). Mezarlıkta yaptığımız araştırmalara, görevlilerle ve bu taşları
hatırlayabilecek yaşlı Akşehirlilerle görüşmelerimize rağmen bunları gören veya
bilen birisine rastlayamadık.
Konyalı’nın Akşehir’i ziyaret ettiği dönemde İmaret Camii’nin güneyinde
bulunan Çığrık Dede Mezarlığı’nda eski eserlerden alınıp ayak ve baş taşı gibi
dikilmiş iki adet sütun parçası bulunmaktaydı ve bu parçaların arasına bir friz
parçası yerleştirilmişti (Konyalı 1945: 530). Bu eserlerin görüldüğü Çığrık Dede
Mezarlığı’nı o çevrede yaşayan yaşlı Akşehirlilere sormamıza rağmen burası
hakkında bir bilgi edinemedik ve Konyalı’nın tespit ettiği sütun parçalarını ve
friz parçasını bulamadık.
224
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konyalı, Sinaneddin Dede Mezarlığı’ndan Taş Medrese’ye kaldırılmış iki
adet taş bildirmektedir. Bu taşları Phrygler dönemine tarihleyen Konyalı, bu
taşların üzerlerinde külahlı kale burçlarını andıran işlemeler tespit etmiştir
(Konyalı 1945: 532). Taş Medrese’de devam eden yenileştirme çalışmaları
nedeniyle mezarlıktan getirilen taşları görme fırsatı bulamadık.
Nasreddin Hoca Mezarlığı’nın güneyinde yer alan Akşehir Musallası’nda
eskiden bir mihrap ve taş minber bulunmaktaymış, ancak eski eserlerden alınarak
yapılan bu mihrap ve minber tehlike oluşturduğu için belediye tarafından
yıktırılmıştır (Konyalı 1945: 536). Bu eserlerin günümüzdeki durumları veya
nerelerde olduklarına dair bir bilgiye ulaşamadık.
Konyalı’nın, Nidir (Nadir) Köyünde bulunan Ay Çeşme-Çatal Çeşme’nin
havuzunda tespit ettiği eski bir mimari eseri (Konyalı 1945: 551), Kozaağaç
Mescidi önünde eski eserlerden alınma bazı parçaları (Konyalı 1945: 559)
görebilme imkanımız olmadığından bu eserlerin günümüzdeki durumları
hakkında bilgi edinemedik.
Yasyan (Gölçayır) Köyünde, Tevfik Uslu adındaki bir vatandaşın evinin
duvarında üzerinde dört satırlık Yunanca kitabe bulunan bir taş
bulunmaktaymış. Konyalı, bu kitabede yer alan yazıta da kitabında yer vererek
(Konyalı 1945: 561) Eskiçağ tarihine olan ilgisini bir kez daha göstermiştir.
Yasyan Ahi Yakup Camii minaresinin kaidesinde o dönemde eski mimari
eserden alınma üç adet taş bulunmaktaydı (Konyalı 9145: 565). Minarenin
kaidesinde yaptığımız incelemede Konyalı’nın bahsettiği taşların hâlâ
durduğunu tespit ettik. Taşların üzerindeki kalıntılardan kaidenin Konyalı’nın
ziyaretinden sonra sıvandığını belirledik. Ancak sonradan yapılan iyileştirmede
bu sıvalar kazınmış, taşlar eskiden olduğu gibi ortaya çıkarılmıştır (Fotoğraf 17).
Konyalı’nın incelemelerde bulunduğu zamanda Karahüyük Camisi’nin
avlusunda eski dönemlere ait kıymetli mimari parçalar bulunmaktaymış (Konyalı
1945: 570), ancak bu eserlerin eski caminin yıkılıp yerine yenisi yapılırken temel
taşı olarak kullanıldığını cami cemaatinden üzülerek öğrendik. Bu parçalardan
günümüze sadece caminin bahçe kapısı girişinde görülebilen bir tanesi kalmıştır.
Konyalı, Reis’te bulunan Emir Yavaşgel Türbesi’nin altının gayri İslami
eserlerden toplanan taşlarla yapıldığını görmüştür. Bunlara ek olarak türbenin alt
225
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kapısının sağında bir kitabe yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. Bu kitabede altı
satırlık Yunanca bir yazıt bulunmaktadır (Konyalı 1945: 572-573). Türbe
günümüzde baştan aşağıya yenilenmiş bir hâldedir. Türbenin altında kullanılan
taşlar hâlâ görülebilmektedir. Türbe kapısının sağında yer alan yazıt da
günümüze kadar hiçbir aşınmaya maruz kalmadan ulaşabilmiştir (Fotoğraf 18).
Konyalı, Ortacaköy’deki incelemeleri sonucunda; Ortacaköy Yukarı
Çeşme’de eski mimari eserlerin ve mezar taşlarının yapı malzemesi olarak
kullanıldığını, çeşme kemerinin sağ tarafındaki kaidede üzerinde haç kabartması
olan bir taş bulunduğunu ve yine bu çeşmenin karşısında yer alan Ömer
Büyük’ün evinin duvarında birisinde haç kabartması bulunan iki adet mermer
sütun başı olduğunu ortaya çıkarmıştır (Konyalı 1945: 577). Konyalı’nın Yukarı
Çeşme’de gördüğü haç kabartmalı taş günümüzde de aynı yerde durmaktadır.
Çeşmenin hemen arkasında bulunan Ömer Büyük’ün evi bir süre önce
yıkılmıştır. Ancak evin duvarında bulunan sütun başları hemen karşıdaki
caminin duvarına süs olarak yerleştirilmiştir (Fotoğraflar 19-20-21).
Ortacaköy’den sonra Koçaş’a gelen Konyalı Koçaş Camisi’nde de birçok
malzeme tespit etmiştir. Bunlar: Caminin son cemaat yerinde kemeri tutan
başlıklı iki sütun, mabedin kapısı üzerine uzatılan ve üzerinde bir satır Yunanca
yazıt bulunan kitabe, son cemaat yerinde sağ tarafta, üstünde iki satırlık Yunanca
yazıt ve bir insan kabartması bulunan bir mezar taşı, son cemaat yerinin sağ
kuzey duvarında birisi lahit lahit parçası olan dört mimari parça, buradaki lahit
parçasında ayakta iki insan ve üç çelenk kabartması bulunmaktadır. Konyalı bu
çelenk motiflerini Afyonkarahisar’daki Kubbeli Mescit ve Doğanhisar’daki Pazar
Camisi’nde de rastladığını söylemektedir. Duvarın batı yüzünde de bir yazıt
tespit eden Konyalı bunun kelimelerini de kayda almıştır. Aynı caminin doğu
köşesinde bir yüzünde üç insan kabartması ve Yunanca bir yazıt, diğer yüzünde
de üzüm salkımı motifli bir mezar taşı tespit eden Konyalı buradaki yazıtı da
kitabına aktarmıştır. Caminin batı duvarında da üzerinde kitabe ve insan
kabartmaları bulunan başka bir eser daha bulunmaktadır (Konyalı 1945: 581-582).
Konyalı’nın Koçaş Camii hakkında verdiği bilgilerin yarısını yukarıdaki Eskiçağ
malzemeleri oluşturmaktadır. Verdiği ve ilgilendiği bu malzemeler O’nun bir
yerin tarihini götürebildiği kadar eskilere götürmeyi amaçladığının bir
göstergesidir. Konyalı, Koçaş’ta bulunan beş çeşmeden birisi olan Eğlek
Çeşmesi’nde de eski mimari parçaların kullanıldığını bildirmektedir (Konyalı
1945: 584). Konyalı’nın Koçaş Camisi’nde gördüğü taşlardan ve yazıtlardan duvar
inşasında kullanılanlarının iyi durumda olduğunu tespit ettik. Caminin
226
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
güneydoğu köşesinde gördüğü, bir yüzünde üzüm motifi, diğer yüzünde de üç
insan kabartması olan yazıtlı taşın bir süre önce caminin sağ tarafına başka
mimari parçalarla sıralandığını tespit ettik. Koçaş’taki Eğlek Çeşmesi de
Konyalı’nın zamanındaki formu koruyabilmiştir. Ancak üzerine sprey boya ile
yazılan mesajlar çeşmenin güzelliğini bozmuştur (Fotoğraflar 22-23-24-25).
Konyalı’nın Akşehir ve çevresinin tarihini ve o dönemdeki durumunu
anlattığı eserinde şimdi bir ilçe olan Doğanhisar’a da geniş bir yer ayırmıştır.
Doğanhisar’ın Phrygia kentlerinden birisi olabileceğini söyleyen Konyalı,
Doğanhisar adının kaynağı konusunda simgelerinden birisi kartal olan Zeus’a
atıfta bulunmuş, kartal gibi diğer yırtıcı kuşların Oğuzların ongun kuşları
arasında bulunduğu için bu simgenin Türkler tarafından kolaylıkla kabul
edildiğini açıklamıştır (Konyalı 1945: 588). Doğanhisar adının da buradan
kaynaklandığını düşünen Konyalı, Doğanhisar İlkokulu müzesinde yerli taştan
yapılmış bir doğan heykeli, tunçtan küçük bir kartal veya doğan tespit etmiştir.
Bu heykellerin yanında Yeğen Mahallesi’nde Yorgancı Hacı Mehmet’in evinin
duvarında bulunan bir doğan kabartmasına değinmiştir (Konyalı 1945: 589).
Konyalı, Doğanhisar’ın eski yerleşim yerinde tespit edilen bir lahitten kitabında
bahsetmiştir (Konyalı 1945: 588). Konyalı’nın Doğanhisar’ı ziyaret ettiği dönemde
Doğanhisar İlkokulu müzesinde doğan heykellerinin yanı sıra yerli taştan bir
büst, pişmiş topraktan bir satir veya şeytan, bir at başı ve üç mühür de
bulunmaktaydı (Konyalı 1945: 589). Doğanhisar hükümet konağı önünde
bulunan tarihi aslan heykelinin bir fotoğrafına eserinde de yer veren Konyalı bu
heykelin nereden getirildiği hususunda bir açıklamada bulunmamıştır (Konyalı
1945: 590). Doğanhisar-Kemer yolu üzerinde, Hüsnü Dede mezarı yanında, bir
kuyunun başında kısmen toprağa gömülmüş bir lahit tespit eden Konyalı bu
lahitin boyutlarını, işlemelerini ve üzerinde yer alan yazıtın ayrıntılarını eserinde
belirtmiştir (Konyalı 1945: 593). Konyalı’nın ziyaret ettiği Doğanhisar İlkokulu
günümüzde aynı binada Cumhuriyet İlkokulu olarak eğitim vermeye devam
etmektedir. İlkokul bünyesinde o dönem kurulmuş olan müzede bulunan
eserlerin sonradan Konya Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildiğini öğrendik. Yeğen
Mahallesi’ndeki Yorgancı Hacı Mehmet’in evi günümüzde de oturulur
vaziyettedir. Evin dış cephesine sonradan uygulanan sıva Konyalı’nın gördüğü
doğan kabartmasını örttüğü için artık görülememektedir. Hükümet Konağı
önündeki aslan heykeli de ilkokulun müzesindeki eserler gibi Konya Arkeoloji
Müzesi’ne teslim edilmiştir. Konyalı’nın Hüsnü Dede’nin mezarı yanında detaylı
bir biçimde incelediği lahit eski yerinde bulunmamaktadır.
227
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konyalı kitabının ilerleyen bölümlerinde Pazar Camii, Şeyh Camii, Kuz
Mahallesi Mescidi, Ulu Camilerine yer vermiş ve buralarda gördüğü eski çağ
malzemelerini kaydetmiştir. Bunlar; Pazar Camii inşasında kullanılan eski eserler,
bu caminin avlusunda bulunan üzerinde iki insan kabartması ve bir çiçek
bulunan friz parçası ve birisinde akantüs motifi bulunan dört adet sütun başlığı,
Şeyh Camii inşasında kullanılan eski eserler, aynı caminin çay tarafında üzerinde
haç bulunan mimari bir parça ve diğer parçalar, aynı caminin karşısında bulunan
köprünün başında Tudıların Neslihan’ın bahçe duvarında üzerinde kabartma
bulunan bir eser, Kuz Mahallesi Mescidi’nin batı duvarında kullanılmış kıymetli
eserler ve mescidin önünde bulunan çok büyük bir sütun kaidesi ve son olarak da
Cuma Mahallesi’ndeki Ulu Camii kapısı sol üzerinde bulunan iki satırlık bir
yazıttan oluşmaktadır (Konyalı 1945: 599-603). Konyalı’nın Pazar Camisi olarak
incelediği cami günümüzde Çarşı Camisi olarak ibadete açıktır. Bu caminin dış
duvarları sıvandığı için duvarlarında kullanılan eski eserler görülememektedir.
Caminin hemen bitişiğinde yer alan parkta bazı tarihi eserler bulunmaktadır.
Bunlar arasında Konyalı’nın gördüğü akantüs motifli sütun başlıklarından birisi
olabilecek bir eser göze çarpmaktadır (Fotoğraf 26). Şeyh Camii de Pazar Camisi
gibi sonradan sıvandığı için burada kullanılan devşirme taşlar görülememektedir.
Cami civarında bulunan Tudıların Neslihan’ın bahçesini de bilen bir kişiye
rastlayamadık. Çevrede yaptığımız araştırmalarda da ne böyle bir bahçe ne de bu
bahçenin duvarında kullanılmış olabilecek üzerinde kabartma olan bir taş
bulabildik. Kuz Mahallesi Mescidi ise sonradan yıkılmış ve yerine modern bir
cami yapılmıştır. Mescidin taşları da caminin arkasında örülmüş olan istinat
duvarında kullanılmıştır.
Mescidin önünde tespit edilen çok büyük sütun kaidesi ise aynı yerde
durmaktadır (Fotoğraf 27, 28). Ulu Cami kapısının sol üzerinde görülen yazıtlı bir
taş günümüzde görülememektedir. Cami girişine sonradan eklenen ve çıkıntı
oluşturan ayakkabı koyma yerinin duvarla birleştiği yer örtüldüğü için burada
olması gereken yazıtı tespit edemedik. Ancak Konyalı’nın bahsetmediği iki tane
yazıtlı taştan birisi cami girişinin sol alt köşesinde ve diğeri de bayanlar
bölümüne girişte caminin sağ köşesinde durmaktadır. Belki de bu taşlar
yenileştirme sırasında buraya konulmuş veya yerleri değiştirilmiş olabilir
(Fotoğraf 29, 30). Bu eserlere ek olarak, caminin arkasındaki istinat duvarında
birçok devşirme taş kullanılmıştır. Bunların üçünde yazıt bulunmaktadır
(Fotoğraf 31, 32, 33).
228
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konyalı, Doğanhisar’daki Ağa Çeşmesi’nin sağında eski bir mimari eserden
alınma bir söve (Konyalı 1945: 606) ve Cuma Çeşmesi’nin yalağında üzerinde iki
satırlık bir yazıt bulunan bir friz (Konyalı 1945: 608) daha tespit etmiştir. Ağa
Çeşmesi son zamanlarda yenilenmiş olup eski çeşmenin taşlarına ne olduğu
bilinmemektedir. Cuma Çeşmesi ise sonradan kaldırıldığından yalağında
kullanılan friz parçası kayıptır.
Konyalı günümüzde adı Sultandağı olarak değiştirilmiş İshaklı’da da
incelemelerde bulunmuş, buranın batısında yer alan Dort Kuyu mevkiinde bazı
yapı harabeleri tespit etmiştir. Yerli halktan buranın bir manastır harabesi olduğu
yönünde bilgiler almıştır (Konyalı 1945: 610). Bu bilgileri biz de yerli halktan aynı
şekilde aldık, ancak yaptığımız görüşmeler sırasında bilgisine başvurduğumuz
kişilerde burada sanki bir hazine varmış da bizim onun peşinde olduğumuz gibi
bir izlenim edindik ve Dort Kuyu mevkiine gitmekten vazgeçtik.
İshaklı Sahip Ata Kervansarayı’nı da ziyaret eden Konyalı, kervansaray
camisinde çok kıymetli taşlar tespit etmiştir. Bunlar; doğu ve güney duvarında
yer alan üzerinde insan başı ve haç kabartmaları bulunan taşlar ve mescit kapısı
üzerinde yer alan çok kıymetli bir eserden oluşmaktadır (Konyalı 1945: 617-618).
İshaklı Sahip Ata Kervansarayı’nın son hâlini görmeye gittiğimizde buranın
kapalı olduğunu gördük, ancak yapılan yenileştirme çalışmaları ile Konyalı’nın
zamanındaki o harap kervansaray yerini çok daha güzel bir esere bırakmıştır.
İshaklı Çarşı Camii minaresinin alt kısmında gayri İslami eserlerden
faydalanıldığını aktaran Konyalı, burada bir kilise taşının haçının kazınarak
yerine “minare tamiri 1938 Bolvadinli Seydi” yazıldığını, caminin batı duvarının
dibine üç sütun başı atıldığını, mermer sütunlardan ikisinin de ortadan bölünerek
cami kapısında söve olarak kullanıldığını tespit etmiştir (Konyalı 1945: 625).
İshaklı Çarşı Camii’nin son durumunu incelediğimizde caminin batı duvarının
dibinde bulunan sütun başlarının biraz ileride yer alan Elif Hatun Camii
minaresinin inşaatında kullanıldığını öğrendik. Aynı caminin minaresinin alt
kısmında yer alan ve haçı kazınarak üzerine tamir tarihini ve tamiratı yapan
ustanın adının yazıldığı taşın tam ortadan yazıyı kapatacak şekilde teneke ile
kaplandığını ve kenarlarının macunlandığını tespit ettik (Fotoğraf 34).
Konyalı’nın İshaklı şehir merkezinde, Akşehir yolu üzerinde gördüğü ve
üzerindeki ayna taşı yerine eski bir eser parçasının kullanıldığı Hüdaverdi-Ayan
229
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Zade çeşmesi (Konyalı 1945: 629) günümüze dek ulaşamamış ve yerine bir bina
yapılmıştır (Fotoğraf 35).
Konyalı’nın Akşehir ve çevresinde son olarak incelediği yer Argıthanı’dır.
Argıthanı’nın kuzeyinde yer alan eski köprüde yapım malzemesi olarak gayri
İslami eserlerden alınan muntazam kesme taşlar kullanılmıştır. Konyalı’nın
bildirdiğine göre Argıthanı’na girerken, köprünün solunda, sol gözün güneyinde
üzerinde yazıt bulunan çok kıymetli bir taş bulunmaktaydı (Konyalı 1945: 633).
Ancak mahallenin içinden geçen derenin yatağı değiştirildiği için bu köprü ve
kıymetli yazıt olduğu gibi şimdiki yolun altında bırakılarak üzerine yol
yapılmıştır (Fotoğraf 36).
Argıthanı Ulu Cami gövdesinde tespit edilen eski mimari eserlerden alınan
iri taşlar (Konyalı 1945: 634), cami sıvandığı için artık görülememektedir
(Fotoğraf 37).
4. KONYALI’NIN BEYŞEHİR’İN ESKİÇAĞ TARİHİ ÜZERİNE
DEĞERLENDİRMELERİ
İbrahim Hakkı Konyalı “Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi” adlı
eserini 1967 yılında tamamlamıştır. Bu kitabın basılması ise çok sonraları, 1991
yılında yapılabilmiştir. Konyalı, dokuz yıllık bir çalışmanın ürünü olan bu eserde
de aynı Akşehir üzerine yazdığı kitapta olduğu gibi bölgenin Eskiçağ tarihine ışık
tutmuştur. Konyalı Akşehir’in aksine Beyşehir’in Eskiçağ tarihine daha fazla yer
ayırmış, tarihi olayları kronolojik bir biçimde Beyşehir’le ilgili kısımlara da
değinerek vermeye çalışmıştır.
Konyalı, Beyşehir’in tarihine Fasıllar ve Eflatunpınar anıtlarının varlığına
istinaden Hititler döneminden başlamayı uygun bulmuştur. Beyşehir’in
Eskiçağ’da Pisidia’da yer aldığı gerçeğinden yola çıkarak Texier’in Küçük Asya
yapıtına atıfta bulunarak Pisidler ile Hititler arasında bir münasebet kurma
yoluna girmiştir (Konyalı 1991: 1-2). Konyalı’nın Hititler ile beraber hareket
ettiklerini düşündüğü Pisidia kavimlerini biz ilk kez M.Ö 401 yılında Kyros’un
tahtı Artakserkses’ten almak için giriştiği seferden bilmekteyiz (Ksenophon,
Anabasis: I, 11).
Konyalı, Hititler’den sonra Anadolu’da egemenlik kuran Phrygler’e değinmiş
ve Beyşehir ve çevresinin Phryg etkisinde kaldığını belirtmiştir. Bu etki genelde
Phrygler’in dini inanışlarını ve ilahi varlıklarını benimseme şeklinde olmuştur.
230
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Akşehir’deki çam ağaçlarının çokluğunu Phryg mitolojisine ve Kybele inancına
bağlayan Konyalı, Beyşehir’de de bu etkinin olduğunu belirtmiş ve buradaki
ormanların günümüze kadar gelmesini de aynı etkiye bağlamıştır. Bu sebeple
bölgede ve Beyşehir adalarında bulunan kale ve kilise kalıntılarını Phrygler
döneminden kalan eserler olarak görmüştür. (Konyalı 1991: 2-3). Konyalı’nın
çevrede gördüğü kalıntıların bazılarını Phrygler dönemine tarihlemesine rağmen
bölgede Phryg etkisini gösteren en belirgin arkeolojik malzeme Calder’in
Kıyakdede’de bulduğu Phryg motifli bir mezar taşıdır (Calder 1932: 452). Calder
bu mezar taşındaki ismin Pisidce olabileceği ihtimalini de çalışmasında
belirtmiştir. Şarkikaraağaç ile Beyşehir arasında olduğu düşünülen Killanion
Ovası6, Konyalı’nın tespitlerini doğrular nitelikte bilgiler sunmaktadır. Strabon’a
göre bu ova Phrygia sınırları içinde yer almaktaydı ve Pisid unsurları da
içermekteydi (Strabon XIII, 4, 13). Ancak bu etkinin Beyşehir Gölü’nün doğu ve
kuzey kıyılarında kaldığı görülmektedir. Konyalı Pisidleri Phrygler’in siyasi
hâkimiyetlerini uzatan bir kavim olarak değerlendirmesine (Konyalı 1991: 3)
rağmen Pisidler barışçı Phryg kavimlerine destekten ziyade zarar vermiş bir
kavim olarak bilinmektedirler (Ramsay 1916: 87).
Phrygler’den sonra Anadolu’da Kızılırmak’a kadar yayılan bir Lydia
hakimiyeti görülmektedir. Konyalı da Lydialılar’ın bu hakimiyetine değinmiş
ancak bu hakimiyeti M.Ö 1579 – M.Ö 548 yılları arasına “Kamusu’la lam” a atıfta
bulunarak (Konyalı 1991: 4) yerleştirme yolunu seçmiştir. Modern
araştırmacıların çalışmalarına göre ise Lydialılar M.Ö VI. Yüzyılda en geniş
sınırlarına ulaştıktan sonra M.Ö 546 yılında Persler tarafından yıkılarak Anadolu
üzerindeki egemenliklerini kaybetmişlerdir (Bahar 2005: 204-206). Konyalı, haklı
olarak Beyşehir ve çevresinde Lydialılar’dan kalma herhangi bir eserin
olmadığını belirterek bunu Persler’in Anadolu hakimiyeti sırasında yaptığı
tahribatlara bağlamaktadır (Konyalı 1991: 6). Konyalı, Persler’in Anadolu’daki
hakimiyetlerine II. Kyros ve I. Darius’a atıfta bulunarak değinir (Konyalı 1991: 57).
Konyalı, Büyük İskender ve halefleri zamanındaki olayları genellikle
Texier’in “Küçük Asya” eserinden faydalanarak anlatmıştır. Konyalı, Büyük
İskender’in Pisidia üzerinden Gordiom’a ulaştığını ve Beyşehir’in de bu yol
güzergahında olduğunu tahmin etmiştir. Hatta Beyşehir Gölü’nün güneyinde yer
6
Killanion Ovası bölgede araştırmalar yapan bilim insanlarının da dikkatini çekmiş ve çeşitli
lokalizasyon çalışmalarına konu olmuştur. Bu konudaki en kapsamlı ve nihai çalışma için bkn:
Kaya 2007: 45-50.
231
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
alan İskender adlı bir mevkiye rağmen bu olasılığa yine de temkinli yaklaşarak
(Konyalı 1991: 8) coğrafya ve de özellikle tarihi coğrafya konusundaki ustalığını
göstermiştir. Zaten Büyük İskender’in Gordiom’a giderken SagalassosAğlasun’dan sonra Askania-Burdur Gölü’nü gördüğünü, sonra da Kalainai-Dinar
üzerinden Gordiom’a vardığını Arrian’dan detaylı bir biçimde öğrenmekteyiz
(Arrian: I, 29).
Pisidia’da Roma hakimiyeti bölümünde Konyalı genel olarak Texier’in
“Küçük Asya” ve Ramsay’in “Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası” adlı eserlerinden
faydalanmıştır. St. Paul’un seyahatlerine de geniş yer veren Konyalı, bu
seyahatleri genel erken Hristiyanlık tarihine değinerek aktarmıştır (Konyalı 1991:
14-20). Beyşehir Gölü’nün Eskiçağ’daki ismi olan Karalis’ten yola çıkan bazı
araştırmacıları Beyşehir’in günümüzdeki yerinde Karalia adlı bir şehir olabileceği
ihtimaline götürmüştür. Bu bilgiyi Ramsay’den alan Konyalı da Karalia’yı
Beyşehir’e yerleştirmeyi uygun görmüştür (Konyalı 1991: 22), ancak Hall bulduğu
bir yazıtla Beyşehir’in Eskiçağ’da Misthia olarak adlandırıldığını kanıtlamış (Hall
1959: 123) ve Karalia üzerinden o güne kadar yapılan değerlendirmelere son
vermiştir.
5. KONYALI’NIN BEYŞEHİR VE ÇEVRESİNDE TESPİT ETTİĞİ
ESKİÇAĞ MALZEMELERİ VE BUNLARIN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMLARI
Konyalı, Hüyük’ün Köşk Mahallesi’nde bulunan Köşk Camii’nde kullanılan
gayri İslami devirlere ait birçok taş tespit etmiştir. Bu taşlar genellikle caminin
kuzey duvarlarında kullanılmıştır ve bu taşların bazılarının üzerinde Yunan
harfleri ve bazı işaretler bulunmaktadır (Konyalı 1991: 106). Bu camide 1970 ve
2010 yıllarında yapılan yenileştirme çalışmaları sonucunda ortaya tamamen yeni
bir mabet çıkmış, Konyalı’nın tespit ettiği değerli malzemeler ise ortadan
kaybolmuştur (Fotoğraf 38).
Konyalı, Eflatunpınar Hitit Anıtı’nı ziyaret etmiş ve buraya kitabında
oldukça fazla yer vermiştir (Konyalı 1991: 205-216). Konyalı’nın ilk tespiti bu
anıtın adı üzerine olmuş ve günümüzde bile karıştırılan bir durumu düzelterek
Yunan Filozof Eflatun’un Anadolu’ya hiç gelmediğini ve bu anıttan çok sonraları
yaşadığını belirtmiştir.
Eflatunpınarı’nı gören ve inceleyen araştırmacıları Hamilton, Texier, Perrot,
Ramsay, Sarre, Radet, Grastang, Güterbock ve Bittel olarak sayan Konyalı, abide
ile ilgili bilgileri genelde bu yazarlara atıfta bulunarak anlatmıştır. Fakat Konyalı
232
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bu abide hakkında bilgi verirken batılı araştırmacıların kullandığı “Hitit” terimini
kullanmış, Bittel’in değerlendirmesini naklederken “Eti” terimini kullanmayı
tercih etmiştir (Konyalı 1991: 213).
Konyalı Eşrefoğlu Camii’nin kapısının solunda kullanılmayan bir kuyudan
ve bunun yanında bir lahitten bahseder. Ancak cami çevresinde günümüzde
böyle bir lahit yoktur. Konyalı camiyi ziyaret ettiğinde minarenin altına denk
gelen kısımda bulunan sebili görmüş, yöre halkı bunun altında bir başka lahit
olduğunu kendisine söylemiştir. Ancak Konyalı’nın ziyareti sırasında bu lahitin
olduğu yer molozlarla dolu olduğu için bu eseri inceleyememiştir. Burada
bulunan molozlar sonradan kaldırıldığı için Konyalı’nın göremediği lahit
günümüzde görülür vaziyettedir. Kendisine lahitin varlığı ile ilgili bilgi
verenlerin üzerinde yazı bulunduğunu (Konyalı 1991: 224) söylemelerine rağmen
bu lahitte herhangi bir yazıt bulunmamaktadır. Belki de sonradan burada yer
alan yazıt kazınmış olabilir (Fotoğraf) 39).
Beyşehir Çarşı Camii Konyalı’nın ziyareti sırasında inşa hâlindedir. Caminin
doğu tarafında yalak olarak kullanılan, üzerinde medusa kabartması bulunan iki
adet lahit tespit edilmiştir (Konyalı 1991: 251). Bu lahitler günümüzde bahsedilen
yerde veya cami çevresinde bulunmamaktadırlar.
Konyalı, Beyşehir Kalesi’nin kuzeyinde yer alan mezarlıkta 2.5 m. uzunluğu
ve 1.60 m. çevresi olan haç kabartmalı bir Roma sütunu tespit etmiştir. (Konyalı
1991: 284). Günümüzde bu mezar yeri tesfiye edilmiş bir hâldedir ve burada
diğer mezar taşları dahil hiçbir tarihi eser bulunmamaktadır.
Bayafşar Camisi’ni ziyaret eden Konyalı bu binanın yapımında eski eserlerin
kullanıldığını, bunların Asarlık’tan getirildiğini aktarır. Konyalı’nın gördüğü bu
malzemelerin bazılarında yazıtlar ve süslemeler bulunmaktadır. Caminin doğuya
açılan penceresinin üzerinde Yunanca yazıtlı bir taş kullanılmıştır. Cami önünde
de Latince yazıtlı bir taşla yılan kabartması şeklinde işlemesi olan başka bir taş
eser daha tespit edilmiştir (Konyalı 1991: 306). Bu çalışma sırasında en şanslı
olduğumuz mekan Bayafşar ve camisidir. Çünkü; bu camiyi ziyaret ettiğimizde
restorasyon çalışmaları sürmekteydi ve bir süre öncesine kadar sıva altında kalan,
aradığımız eserler ortaya çıkmıştı. Konyalı’nın sınır taşı olarak nitelendirdiği eser
aslında bir mil taşıdır. Bu mil taşını 1958 yazında Hall tespit etmiş ve 1968
yılındaki yayınında bundan bahsetmiştir (Hall 1968: 84). Bu mil taşı Konyalı’nın
ziyaretinden bir süre sonra cami girişinde bulunan duvara temel olması için
233
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gömülmüş olacak ki bu yıl yapılan yenileme çalışmalarında tekrar gün yüzüne
çıkmıştır (Fotoğraf 40). Üzerinde yılan kabartması olan diğer taş da mil taşı gibi
bir müddet sonra cami bahçesine gömülmüş, sonradan o da ortaya çıkarılmış
olup çok iyi durumdadır (Fotoğraf 41).
Bayındır’daki Musababa Tekkesi’nin kuyusu önünde Roma dönemine ait
olan bir lahit kapağı Konyalı’nın ziyaret ettiği dönemde yalak olarak
kullanılmaktaymış (Konyalı 1991: 310). Bu lahit kapağı hâlâ yerindedir ancak
kuyunun yerini bir çeşme almıştır. Burada konuştuğumuz yerliler kapağın
kenarlarında yazıt olduğunu ancak uygulanan sıvadan sonra bunun sıvanın
altında kaldığını bildirdiler. Konyalı’nın da bu yazıttan bahsetmediğine göre o
dönemde belki de yazıtlar görülemeyecek derecede toprağa gömülmüş bir
vaziyetteydi (Fotoğraf 42).
Çavuş Köyü’nü ziyaret eden Konyalı burada birçok gayri İslami yapı
malzemelerine ve yazıtlı eserler bulunduğundan bahseder. Ancak bu eserler
hakkında özel bir bilgi vermez (Konyalı 1991: 312). Çavuş mahallesinde sokak
aralarında bazı malzemeler göze çarpmakla beraber, yazıtlı ve işlemeli taşların
artık yerlerinde olmadıklarını tespit ettik.
Konyalı, Doğanbey Çarşı Çeşmesi’nde yazıtlı taşlardan faydalanıldığını,
Sokakbaşı Çeşmesi’nde de üzerinde haç kabartması bulunan bir taş bulunduğunu
belirtmiştir (Konyalı 1991: 319, 321). Bu her iki çeşme de günümüzde orijinalliğini
kaybetmiş bir vaziyettedir. Çarşı Çeşmesi mermer ve fayans ile kaplanmış,
Sokakbaşı Çeşmesi de 1993 yılında yeniden yapılmıştır (Fotoğraf 43, 44).
Konyalı, Fasıllar Camii’nin önündeki kuyuda bir lahit kapağının yalak olarak
kullanıldığını görmüştür. Eskiden hükümet konağı olarak kullanılan binanın avlu
duvarında koşan bir hayvanın betimlendiği eski bir taş tespit edilmiştir. Konyalı
Fasıllar’ın mezarlığında da birçok sütun parçasının ve başka eserlerin mezar taşı
olarak kullanıldığını görmüştür (Konyalı 1991: 327-328). Konyalı’nın cami önünde
gördüğü lahit kapağı hala aynı yerde durmaktadır (Fotoğraf 45). Eski hükümet
binası ise yıkılmış olup günümüzde sadece duvarları ayaktadır, bahçe duvarı ise
hiç kalmadığından buradaki koşan hayvan figürlü taş da bulunamamıştır. Köy
mezarlığında mezar taşı olarak kullanılmış eski eserler hâlâ bulunmaktadır.
Konyalı Fasıllar’ın Misthia olabileceğine bu bölümde değinmiş, ancak Fasıllar’ın
Misthia olmadığı yukarıda da anlatıldığı gibi 1959 yılında ispatlanmıştır.
Fasıllar’da bulunan Kurt Beşiği – Hitit Anıtı’nı da gezen Konyalı bu anıtın
234
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ölçülerini almış, yapılışı üzerine değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu anıttaki
tanrı figüründen yola çıkarak Phryglerin Kybele inanışı hakkında bilgiler
vermiştir (Konyalı 1991: 330-337). Bu anıt hâlâ aynı vaziyette ve yerinde
durmaktadır.
Gölyaka-Hoyran köyünü ziyaret eden Konyalı burada gördüğü eski eserlere
dayanarak bölgenin medeniyet merkezi olduğunu aktarmaktadır. Emin Şengil’in
evinde bir lahit parçası, ilkokulun bahçesinde de beş altı tane resimli ve kitabeli
Roma devrinden kalma taşlar tespit edilmiştir. Bu taşlardan birisinde üç kadın
figürü ile iki satırlık bir yazıt vardır. Diğer bir taşta da üç insan kabartması ve
süsler bulunmaktadır. Buradaki taşlardan birisinde üç tane haç kabartması
vardır. Bahçe duvarının sol köşesinde de yazıtlı bir taş tespit edilmiştir (Konyalı
1991: 349). Konyalı’nın gördüğü taşların bir kısmı günümüzde de eski okulun
bahçesinde bulunmaktadır. Üzerinde üç kadın kabartması olduğunu tahmin
ettiğimiz taş mazıların arasında kaldığı için sağlıklı incelenememiş, bununla
beraber taşın yüzeyini kaplayan yosunlardan ve taştaki erimeden dolayı
üzerlerindeki insan figürleri artık seçilemeyecek hâldedir. Üç insan
kabartmasının bulunduğu taş da aynı yerdedir ve diğerine göre daha iyi
konumdadır. Haç kabartmalı taşlara ise okulun bahçesinde rastlanılmamıştır
(Fotoğraf 46). Hall de Konyalı’nın tespit ettiği bu eserleri incelemiş ve bunları
Bayafşar ve Karahisar’da tespit ettiği yazıtlarla beraber yayınlamıştır. Üç insan
kabartmasının olduğu taş bir aile mezarına aittir ve üzerinde anne, baba ve
bunların oğulları işlenmiştir. Babanın adının “Gaius” olduğunu Hall’den
öğrenmekteyiz. Konyalı’nın gördüğü üç kadın figürü ve iki satırlık yazıtı olan taşı
Hall incelemiş, yazıtın okunamayacak kadar eridiğini, figürlerin sırasıyla erkek,
bayan ve erkek figürü olduklarını ve erkek figürlerin sağ ellerinde yaprak
tuttuklarını belirtmiştir (Hall 1968: 74, 75). Emin Şengil’in evinin günümüzdeki
durumu ile ilgili sağlıklı bir bilgi alamadığımız için bahsedilen lahit parçasına
ulaşamadık.
Huğlu Camii’ni inceleyen Konyalı burada kullanılan eski mimari eserleri
görmüş, kapısının soluna koyulmuş bir taşta kuş ve üzüm kabartmaları tespit
etmiştir. Kıble duvarının dış tarafında birisinin üzerinde kalkan motifi, diğerinin
üzerinde haç motifi bulunan iki taş daha bulunduğunu bildirmiştir. Son olarak da
caminin önündeki mermer bir direği kaydetmiştir. Yöre halkı bu taşların
güneydeki Sırçalık Mevkii’nden geldiğini yazara söylemişlerdir (Konyalı 1991:
353-354). Bu cami günümüzde Huğlu Merkez Cami olarak geçmektedir.
Konyalı’nın ziyaret ettiği cami cemaate küçük geldiği gerekçesiyle yıkılmış,
235
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
üzerine şimdiki bina yapılmıştır. Caminin giriş kısmına göre altta kalan duvarları
eski binanın taşları ile yeniden örülmüş, yazarımızın tespit ettiği eserler ise yeni
caminin yapımında kullanılmadığı için bulunamamıştır.
Hüyük İlçesi’ne de uğrayan Konyalı Aktaş Mevkii’nde bazı kalıntıların ve
yazıtlı taşların bilgisini almıştır. İlçedeki Orta Mahalle’de bulunan bir dibek
taşında üzerinde “Ocimeno” yazan bir yazıt tespit edilmiştir (Konyalı 1991: 355).
Bu dibek taşının günümüze ancak yarısı gelebilmiş, bunun üzerinde de
görünürde bir yazıt bulunmamaktadır (Fotoğraf 47).
Konyalı, Yeşildağ’dan İskele’ye giderken yolun solunda yer alan Bayındır
Kalesi’nin aslan taşlarının çok meşhur olduğu bilgisini almış, İbrim Kalesi’ni de
şöhreti büyük bir kale olarak nitelemiştir. Bu kalelerin Roma ve Bizans
dönemlerinde kullanıldığı bilgisini veren Konyalı buralarda pek çok yazıtlı ve
resimli taşlar olduğunu belirtmiştir. Salur Camisi’nin önünde Bayındır
Kalesi’nden getirilmiş büyük mermer sütunlar görmüştür (Konyalı 1991: 357).
Salur Mezarlığı’nı da inceleyen Konyalı burada ikisinin üzerinde yazıtlar bulunan
üç adet sütun parçası görmüştür (Konyalı 1991: 358). Bizim mezarlıkta yaptığımız
araştırmalarda bu sütunların artık burada olmadığını tespit ettik. Yöre halkından
da Konyalı’nın gördüğü sütunlar hakkında bir bilgi edinemedik. İbrim ve
Bayındır Kaleleri’ne de zaman zaman incelemede bulunmak için daha önceden
ziyaretlerimiz olmuştu. Ancak buralarda da Konyalı’nın bahsettiği aslan taşlar,
yazıtlı ve resimli taşlar tespit edilememiştir.
Konyalı, Karahisar’ın kuzeyindeki tepelerde kale kalıntıları olduğunu
belirtmiştir. Bu kale kalıntıları ona göre Hititler’e kadar dayanmaktadır. Bu
kalıntılar arasında yazıtlı taşlar olduğundan da bahsetmektedir. Yine köyün
batısındaki kayalıklarda iki arslan arasında yer alan bir kadın kabartması tespit
edilmiştir. Bu kaya kabartmasındaki figürler Konyalı’da bu anıtın Kybele’ye ait
olabileceği ihtimalini akla getirmeliydi. Phryg inancının bu bölgede oldukça etkili
olduğunu ana tanrıça “Sibel”e atıfta bulunarak sık sık dile getiren Konyalı bu
figürler hakkında bir değerlendirmede bulunmamıştır. Bunlara ek olarak bu
kayalıklarda birçok resim ve 52X90 cm ebatlarında bir haç kabartması olduğu
belirtilmiştir. Köyün hemen dışındaki Akçapınar Çeşmesi’nin köşesinde üzerinde
Latince kitabe bulunan bir taş bulunmaktadır (Konyalı 1991: 359). Köyün içindeki
Çamırcı Çeşmesi’nin yalağında iki adet lahitten faydalanılmıştır (Konyalı 1991:
361). Karahisar’a yaptığımız daha önceki ziyaretlerimizde Konyalı’nın bahsettiği
resimleri, haç kabartmasını ve yazıtlı taşları göremedik. Konyalı’nın gördüğü iki
236
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
aslan arasında yer alan kadın kabartmasından ilk bahseden 1901 yılında
Karahisar’a gelen Cronin’dir. Cronin’in değerlendirmeleri bu kabartmanın bir
erkeğe ait olduğu şeklindedir (Cronin 1902: 111). Kayalara işlenmiş bu güzel
çalışma ne yazık ki define avcılarının tahribatından kurtulamamış, içinde altın
olduğundan şüphelenen kişilerce kırılmıştır (Fotoğraf 48). Define avcıları bu nişi
üst tarafından zorlayarak kırmışlar, yerli kayada sadece insan figürünün alt kısmı
ile sağ taraftaki sütun işlemesi kalmıştır. Kırılan kısım ise tek parça hâlinde nişin
önünde yatmaktadır. Bu kırılan parça dikkatli bir biçimde asıl yerine
yerleştirilebilirse eser eski hâline dönebilecek gibi gözükmektedir. Köyün içindeki
çeşmelerden birisi olan ve Konyalı’nın bahsettiği Çamırcı çeşmesi ve önündeki
lahitler günümüzde de görülebilmektedir (Fotoğraf 49). Akçapınar Çeşmesi
(Fotoğraf 50) Hall tarafından 1961 yılında ziyaret edilmiş ve üzerinde bulunan
yazıt yayınlanmıştır. Bu yazıtta Kybele’ye adakta bulunan küçük bir topluluktan
bahsedilmektedir (Hall 1968: 67).
Konyalı tarafından Kıreli - Çay Mahallesi’ndeki çeşme önünde bir Roma
lahidi ve Kalfa Kuyusu önünde, üzerinde altı satırlık kitabe bulunan bir lahit
parçası tespit edilmiştir (Konyalı 1991: 365). Kıreli’deki çeşme ve kuyu önünde
tespit edilen lahitler günümüzde Kıreli Sağlık Ocağı’nın arka tarafına
taşınmışlardır. Öğrendiğimize göre bu eserler kaçakçılar tarafından götürülmek
istenirken yakalanmış ve buraya getirilmiştir. Lahitlerin bulunduğu yerde başka
tarihi eserler de vardır (Fotoğraf 51).
Konyalı’nın Gölkaşı’nı ziyaretinde Kıstıfan-Gölkaşı Camisi’nin minaresinde
Roma dönemine ait süslü bir taş ve yine aynı yerde üzerinde birisi süvari,
diğerleri de erkek ve kadından oluşan üç insan figürü ve iki satırlık yazıt bulunan
bir başka taş tespit etmiştir. Bunlara ek olarak caminin önünde de Roma
Dönemi’nden kalma bir friz parçası bulunmaktadır (Konyalı 1991: 366, 367).
Kıstıfan Camisi’nin minare kaidesinde tespit edilen taş günümüzde de aynı yerde
durmaktadır. Üzerinde insan figürlerinin bulunduğu taş da bir mezar taşıdır ve
kabartmalar biraz tahrip edilmiştir (Fotoğraf 52). Minarede kullanılan taşlara ek
olarak caminin bahçesinde bir de sütun kaidesi vardır.
Konyalı Yunuslar’daki caminin inşasında gayri İslami devirlere ait
malzemelerin kullanıldığını tespit etmiştir. Sağ duvarında üzerinde haç bulunan
bir taş vardır. Caminin önünde de Roma dönemine ait bir lahit görmüştür.
Bunlara ek olarak köy evlerinin duvarlarında hep devşirme taşların kullanıldığını
aktarmıştır (Konyalı 1991: 375). Yunuslar’da 1958 yılında bir Herakles Lahdi
237
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bulunmuştur. Bu lahit üzerinde Herakles’in 12 işine ait tasvirler bulunmaktadır.
Konyalı, gerek mitolojiye olan merakı gerekse güzel sanat eserlerine olan ilgisi
sebebiyle hem bu lahit üzerine, hem de Herakles üzerine oldukça detaylı bilgiler
vermektedir (Konyalı 1991: 376-385). Yunuslar’ı Beyşehir çevresinde ev
inşaatında en fazla devşirme taşın kullanıldığı yer olarak değerlendirebiliriz.
Köyün hemen hemen tüm yapılarında bu malzemelerden bolca kullanılmıştır.
Yunuslar Camisi de Konyalı’nın gördüğü zamandan bu tarafa fazla değişime
uğramamış, duvarlarında kullanılan malzemeler herhangi bir sıva ile
kapatılmamıştır (Fotoğraf 53). Konyalı’nın cami önünde tespit ettiği lahit ise
günümüzde yerinde durmamaktadır.
Konyalı sadece yerleşim yerlerini değil Beyşehir Gölü’ndeki adaları da
incelemiştir. Mındıras Adası’na da giden yazarımız burada büyük bir tapınak
kalıntısından bahsetmektedir (Konyalı 1991: 395). Bu tapınak harabesi
günümüzde de aynı şekilde durmaktadır. Konyalı’nın gördüğü doğu duvarının
en alttaki taşları tek sıra hâlinde ayaktadır. Bu duvarda kullanılan çok büyük
taşlar bunların taşınmasına imkan vermediği için hâlâ varlıklarını
sürdürmektedir (Fotoğraf 54). Hacıakif Adası’nın Bademlik adındaki yerinde
üzerinde yazıtlar bulunan taşlar görülmüştür (Konyalı 1991: 404). Ancak çeşitli
vesileler ile bu adaya defalarca çıkıp dolaşmamıza rağmen bunun gibi yazıtlı
taşlara hiç rastlayamadık.
SONUÇ
Konyalı’nın Akşehir ve Beyşehir üzerine 1945 ve 1967 yıllarında tamamladığı
eserler günümüzde bile her konuda çalışan araştırmacıların dikkatlice incelediği
ve incelemesi gereken yapıtlardır. O günün ulaşım zorluklarına rağmen, yazar
incelediği ve kaleme aldığı yerlere bizzat gitmiş ve buraları görmeden herhangi
bir yorumda bulunmamıştır.
Eserlerini kaleme aldığı zaman diliminde imkanların kısıtlı olmasına rağmen
özellikle yabancı kaynakların önemlilerine ulaşmış ve bunları yerli
araştırmacılarımıza aktarmada büyük bir iş çıkarmıştır. Bu kaynaklara ulaşmak
günümüzde bile araştırmacılar için oldukça zor bir durum teşkil etmektedir.
Konyalı’nın gördüğü Eskiçağ Tarihi ve Medeniyetleri’ne ait eserlere
kitabında yer vermesi bu konu üzerine çalışan araştırmacılara büyük bir zaman
ve emek tasarrufu sağlamaktadır. Yazar sayesinde birçok eser kayıtlara geçmiş ve
bunların takibini yapmak kolaylaşmıştır. Konyalı’nın gördüğü bu eserlerin
238
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
şimdiki durumlarını tespit ederek bunların adeta güncellemesini yapmış
bulunuyoruz. Çalışmamız esnasında bazı durum tespitleri de yapma fırsatı
bulduk. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:
Ülkemizde maalesef tarihi eserlere önem verilmemekte ve bu eserler günden
güne ya kaybolmakta ya da tahrip edilmektedir.
Mescit, cami, türbe gibi Türk Dönemi yapılarda devşirme olarak kullanılan
eserler büyük oranda korunmuştur. Ancak bazı durumlarda bu yapılar sıvandığı
veya yıkılıp yeniden yapıldığı için buralarda kullanılan malzemelere
ulaşılamamaktadır. Ama yine de sıva altında kaldıkları için bir bakıma
korunmaktalar ve bir zaman sonra ortaya çıkabileceklerdir.
Bu eserlerin izini süren bir araştırmacı olarak fark ettiğimiz önemli bir konu
da define avcılığı ve buna benzer faaliyetlerdir. Son durumlarını
soruşturduğumuz malzemeler yöre halkında ilgi uyandırabilmekte ve bunların
maddi olarak çok değerli oldukları kanısı oluşabilmektedir. Bu durumda ya
eserlerin yeri bizimle paylaşılmak istenmemekte ya da bunlar gereksiz yere
yukarıdaki sebeplerden dolayı tehlikeye atılmaktadır. Bu yüzden burada tespit
edilen ve taşınabilecek tüm malzemelerin yerel yönetimlerle işbirliği hâlinde
bulundukları yerlerden kaldırılıp koruma altına alınmaları gerekmektedir.
©
239
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
ARRIAN (2005), İskender’in Seferleri, (çev. Meriç Mete), İstanbul: İdea Yayınevi.
BAHAR, H. (2005), Eskiçağ Tarihi, Konya: Dizgi Ofset Matbaacılık.
BARNETT, R. D. (1948), “Early Greek and Oriental Ivories”, The Journal of Hellenic Studies, 68, 1-25.
CALDER, W. M. (1932), “Inscriptions of Southern Galatia”, AJA, 36, 4, 452-464
COMNENA, Anna, (2000), The Alexiad, (Çev. Elizabeth A. S. Dawes), Ontario: In parentheses Publications.
CRONIN, H. S. (1902), “First Report of a Journey in Pisidia, Lycaonia, and Pamphylia”,
The Journal of Hellenic Studies, 22, 94-125.
HALL, A. S. (1959), “The Site of Misthia”, Anatolian Studies, 9, 119-124.
HALL, A. S. (1968), “Notes and Inscriptions from Eastern Pisidia”, Anatolian Studies, 18,
57-92.
HAMILTON, W. J. (1838), “Notes of a Journey in Asia Minor, in 1837”, Journal of the Royal
Geographical Society of London, 8, 137-157.
HAMILTON, W. J. (1842), Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia: With Some Account of Their Antiquities and Geology. C 2, London: Murray.
HOW, W. W. – WELLS, J. (1912), A commentary on Herodotus, C.I, Oxford: Clarendon
Press.
IŞIK, Ramazan, (2004), “Türklerde Ağaçla İlgili İnanışlar ve Bunlara Bağlı Kültler”, Fırat
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9:2, 89-106.
KAYA, M. A. (2007), “Cillanicus Tractus: A Re-Interpretation of Its Location”, Arkeoloji ve
Sanat Dergisi, 124, 45-50.
KLINE, A. S. (21. 12. 2014). “Ovid The Metamorphoses, Translated by A.S.Kline”, Erişim
Tarihi: 21. 12. 2014, http://tikaboo.com/library/Ovid-Metamorphosis.pdf.
KONYALI, İ. H. (1940), Afrodit, İstanbul: Nümune Matbaası
KONYALI, İ. H. (1945), Nasreddin Hoca’nın Şehri Akşehir. Tarihi-Turistik Kılavuzu, İstanbul: Nümune Matbaası
KONYALI, İ. H. (1991), Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Ofset Tesisleri.
KSENOPHON (1998), Ksenophon Anabasis -Onbinlerin Dönüşü, (Çev. T.Gökçol), İstanbul:
Sosyal Yayınları
ÖGEL, Bahaeddin, (2003), Türk Mitolojisi, C. I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 4.
Bs.
Plinius, Naturalis Historia, ed. H. R. Rackham (Loeb), London, 1947.
RAMSAY, W. M. (1887), “The Cities and Bishoprics of Phrygia (Continued)”, The Journal
of Hellenic Studies, 8, 461-559.
RAMSAY, W. M. (1898, Ekim), “Varia”, The Classical Review, 12, 7, 335-343.
RAMSAY, W. M. (1916), “Colonia Caesarea (Pisidian Antioch) in the Augustan Age”, The
Journal of Roman Studies, 6, 83-134.
RAMSAY, W. M. (1960), Anadolunun Tarihi Coğrafyası, (Çev. Mihri Pektaş), İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
240
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
STRABON (2012), Antik Anadolu Coğrafyası, (çev. Adnan Pekman), İstanbul: Arkeoloji ve
Sanat Yayınları.
TEXIER, Charles, (2002), Küçük Asya Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi, (çev. Ali Suat), Ankara: Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmetleri Vakfı.
http://www.konya.bel.tr/haberayrinti.php?haberID=2326 , Erişim Tarihi: 2014.12.09.
http://www.memleket.com.tr/konyali-gormeden-yazmam-diyen-yazardi-473142h.htm ,
Erişim Tarihi: 2014.12.09.
http://www.poetryintranslation.com/PITBR/Greek/Wasps.htm
,
Erişim
Tarihi:
2014.12.09.
241
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
FOTOĞRAFLAR
1- Rüştü Bey Hanı
2- Ulupınar-Meydan Çeşmesi
3- Taş Medrese
4- Altınkalem Mescidi
242
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
5- Çınaraltı Mescidi’nin Çevresi
7- Güdük Minare Camii
9- Kızılca Mescit
6- Mahmut Hayran Türbesi
8- Kalaycı Mescidi
10- Kileci Mescidi
243
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
11- Ulu Cami Minaresi Kaidesi
12- Hacı İbrahim Türbesi
13- Sancı Taşı
14- Hızırlık (Hıdırlık) Zaviyesi Mescidi
244
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
15- Mahmut Hayran Türbesi, Doğu ve Kuzey Duvarları
16- Seydi Yunus Türbesi, Sütun Başlığı 17- Yasyan Ahi Yakup Camii
245
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
18- Emir Yavaşgel Türbesi
19- Ortaköy-Yukarı, Çeşme
20-21-Ortacaköy-Sütun Başları
22- Kocaş Camii, Kapı Üzerine Yerleştirilmiş Yazıt
246
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
23- Kocaş Camii Batı Duvarındaki Yazıt
24- Kocaş Camii- G.D. Kçşeindeki Eser.
25- Kocaş-Eğlek Çeşmesi
247
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
26- Doğanhisar-Sütun Başlığı
28- Kuz M. mescidi, Sütun Kaidesi
27- Kuz Mahallesi Mescidi’nin Taşları
29- Doğanhisar, Ulu Camii
248
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
30- Doğanhisar Ulu Camii
31- Doğanhisar Ulu Camii
32- Doğanhisar Ulu Camii
34- İshaklı (Sultandağı)-Çarşı Camii
33- Doğanhisar Ulu Camii
35- Hüdaverdi Çeşmesi Yeri
249
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
36- Argıthanı Köprüsü’nün Bulunduğu Yer
38- Köşk Camii
40- Bayafşar, Mil Taşı
37- Argıthanı-Ulu Camii
39- Eşrefoğlu Camii
41- Bayafşar, Yılan Kabartması
250
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
42- Bayındır, Lahit Kapağı
43- Doğanbey, Çarşı Çeşmesi
45- Fasıllar, Lahit Kapağı
43- Doğanbey, Çarşı Çeşmesi
46- Gölyaka, Gaius ve ailesinin mezar taşı
251
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
47-Hüyük, Dibek Taşı
49- Karahisar, Çamırcı Çeşmesi
51- Kıreli, Tarihi Eserler
48-Karahisar, Tahrip Edilmiş Niş
50- Karahisar, Akçapınar Çeşmesi
52- Gölkaşı
252
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
53- Yunuslar Camii
54- Mındıras Adası
253
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
254
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İBRAHİM HAKKI KONYALI’NIN ÇALIŞMALARINDA
GEÇEN ESKİÇAĞ TANRILARI*
Murat TURGUT **
Özet
Eskiçağlarda varlığına inanılan tanrılar birçok tarihçinin araştırma konusu olmuştur.
İbrahim Hakkı Konyalı da yapmış olduğu çalışmalarında bu tanrılara yer vermiştir. Bu
çalışmada, İbrahim Hakkı Konyalı’nın ortaya koyduğu bazı eserlerde geçen tanrılar ve bu
tanrıların hangi konularda geçtiği incelenmiştir.
•
Anahtar Kelimeler
İbrahim Hakkı Konyalı, Beyşehir, Karaman, Tarihçi, Şehir Tarihçisi.
•
THE ANCIENT GODS ON IBRAHIM HAKKI KONYALI’S
PUBLICATIONS
Abstract
The gods whose existance was believed in ancient times have been research subject for
many historians. Ibrahim Hakki Konyali gave place to these gods in his works. In this work , It
was examined gods and how gave place to gods on some works done by Ibrahim Hakki Konyali.
•
Keywords
Ibrahim Hakki Konyali, Beysehir, Karaman, Historian, City Historian.
Bu çalışma İbrahim Hakkı Konyalı’nın, Abideleri ve Kitabeleriyle Karaman Tarihi Ermenek ve Mut Abideleri; Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi; Abideleri ve Kitabeleri ile Ereğli Tarihi; Alanya Tarihi; Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi çalışmaları temel alınarak hazırlanmıştır.
** Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
[email protected]
*
255
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Giriş
İnsanoğlu var olduğu andan itibaren, evreni yönlendiren, olaylara şekil veren
doğaüstü bir güç/güçlerin olduğunu düşünmüş ve bu doğaüstü güç/güçlerin,
kendinden de üstün olduğunu kabul ederek o/onlara inanmış ve tapınmıştır.
İnsanların tarihi süreç içerisindeki inanç sistemlerinin en erken
dönemlerinde, tek bir tanrıya mı yoksa birden fazla tanrıya mı inandığı
konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır1. Bu yüzden insanlık üzerinde
görülen ilk inancın tek veya birden fazla tanrılı olduğu konusunda bir şey
söyleyemeyiz. Ancak daha sonraki dönemlerde yani M. Ö. IV. binyıldan itibaren
başlangıç izlerinin görüldüğü ve M. Ö. III. binyıldan itibaren ise kesin bir şekilde
çok tanrılı inancın varlığından söz edebiliriz2.
Antik dönem insanlarının kuraklık, aşırı yağış, deprem, salgın ve
hastalıklardan dolayı ölümler, güneşin doğup batışı, gibi sebebini bulamadığı
veya açıklayamadığı durumlarda insanüstü güçlere inanmış ve bu olayların
sebeplerini onlara yüklemişlerdir. Bu doğrultuda, bu olaylar, insanların her olay
için ayrı bir düşünce-sistem geliştirmelerine ve bu düşünceler-sistemlerin
başlarına yerleştirdikleri tanrılara inanmalarına sebep olmuştur (Gurney 2001,
133; Gür 2005, 45). Zaman içerisinde bu tanrıları için ritüeller, mitolojik hikayeler,
kutsal mekanlar, kutsal nesneler, kutsal hayvanlar-bitkiler gibi olgular meydana
getirerek inanç sistemlerini oldukça geliştirmişler ve aynı oranda
karmaşıklaştırmışlardır3.
Dünya’nın ilk tapınağı olarak bilinen Urfa Göbeklitepe’de yapılan araştırmalarda, tapınağı yapan
veya kullanan kişilerin dinî inançlarının, tek tanrılı veya çok tanrılı olduğu konusunda kesin bir
bilgi söylenememektedir. Ayrıca yine Anadolu’da Erken Neolitik dönemin önemli yerleşmeleri
arasında gösterilen Çayönü, Nevali Çori, Çatalhöyük, Burdur civarında görülen yerleşimlerde yapılan araştırmalarda tek bir güce mi yoksa birden fazla güçlere mi inanıldığı konusunda kesin kanıtlar bulunamamıştır. Haas 2002, 438.
2 Bu konu hakkında en önemli kanıtlarımızı Mezopotamya ve Mısır toplumlarından günümüze kalan
yazılı belgeler oluşturmaktadır. Bu belgelerde, dinî inançlar, mitolojiler gibi, bu dönemde çok tanrılı hayatın olduğunu kanıtlayabilecek bilgiler bulunmaktadır. Bu konu hakkında ayrıca Mezopotamya, Panjab, Kuzey Afrika, Girit ve Batı Avrupa’da temel dinlerin M. Ö. V. Bin ile M. Ö. III. Bin
dönemleri arasında kurulduğu, temellerinin de Paleolitik döneme kadar uzandığı görüşü de bulunmaktadır. James 1960, 137.
3 İnsanların oluşturdukları bu karmaşık inanç sistemleri ve buna bağlı öğelerin, dinlerini incelenmesi
ve araştırılmasını oldukça zorlaştırdığı da belirtilmiştir. Elliade 2009, 27, 28.
1
256
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Çalışmamızın konusunu oluşturan İbrahim Hakkı Konyalı’nın eserlerinin
birçok yerinde, eskiçağ dinî inanç sistemleri ve bu inanç sistemlerinin bir parçası
olan tanrılar hakkında çeşitli sebeplerle bilgi verdiği görülmektedir.
1) Mezopotamya Tanrıları
Eski Yunan dilinde iki nehir arasındaki topraklar anlamına gelen
Mezopotamya’nın coğrafi sınırlarına baktığımız zaman, doğuda İran; batıda
Suriye çölleri ile Lübnan dağları; güneyde Arabistan; kuzeyde ise Anadolu ile
sınırlandığı görülmektedir (Bahar 2010, 37, 38). Bu topraklarda yaşayan halklar,
medeniyetin oluşmasında ve gelişmesinde büyük öncülük etmişlerdir.
Mezopotamya dinî hayatı hakkında Sumerlerden itibaren yazılı bilgilere
sahip olabilmekteyiz. Sumer kaynaklarından öğrendiğimiz bilgilere göre, birçok
eskiçağ medeniyeti gibi Sumerler de çok tanrılı bir inanca sahip olarak tanrılarını
insan şeklinde düşünmüşler ve onlara kendilerinden üstün vasıflar
yüklemişlerdir. Tanrılarına yükledikleri bu üstün vasıfların yanında onların
zaaflarının olduğunu da düşünmüşlerdir. Özellikle ortaya koydukları mitolojik
hikayelerde, tanrıların zaaflarının, insanlar veya tanrılar tarafından kullanıldığı
görülebilmektedir.
Sumer panteonuna baktığımız zaman panteonun başında Fırtına Tanrısı Enlil
olduğu görülmektedir. Bilgelik tanrısı Enki, Aşk ve bereket tanrıçası İnanna,
Güneş Tanrısı Utu, Çoban tanrı Dummuzi, Ay tanrıçası Nanna, Şimşek tanrısı
Ububul, Yeraltı tanrıçası Ereşkigal gibi tanrıları da bulunmaktadır.
Sumerlerden sonra Mezopotamya topraklarına gelen Sami kavimleri de
Sumer inancından büyük oranda etkilenmişler ve onların inanç sistemlerini
kendilerine uyarlamışlardır. Bu doğrultuda Sumer dininde Aşk ve Bereket
Tanrıçası olan İnanna, İštar; Sumer Güneş Tanrısı Utu, Şamaş; Çoban Tanrı
Dummuzi, Sami toplumlarında Tammuz, Sumer Bilgelik tanrısı Enki, EA
olmuştur. Sumer toplumunda baş tanrı Fırtına Tanrısı Enlil iken Sami
toplumlarından Babil’de Marduk’u, Assur’da ise tanrı Assur’u görmekteyiz.
İbrahim Hakkı Konyalı’nın çalışmalarında Sumer tanrılarından Tammuz,
Ištar ve Zababa geçmektedir. Sumer Çoban tanrısı Dummuzi’nin Samilerdeki
karşılığı Tammuz olduğu, bu tanrının ortadan kaybolup tekrar ortaya çıktığı ve
bundan dolayı doğanın yeniden canlanmasını temsil ettiği belirtilmiştir (Konyalı
1970, 91, 92). Ancak burada Dummuzi’nin yeraltına veya bir başka deyişle ölüler
257
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
diyarına inmesinden (Sayce 2011, 312, 320, 391, 426; Black-Green 2004, 72, 73)
bahsedilmemiştir. Ayrıca yazar, Çoban tanrı Dummuzi’nin, Mısır tanrısı Osiris,
Frig Attis ve Yunan Dionysos ile benzer özelliklerinin bulunduğu ve dolayısıyla
bu tanrının da Şarap tanrısı olduğu üzerinde durmuştur. Yazara göre Konya
Ereğli’de bulunan, İvriz kabartması olarak da bilinen, Geç Hitit kabartması bu
tanrıların ilk numunesi olmuştur (Konyalı 1970, 90-92). Ancak yazıtlarından
(Hawkins 2000, 517) da anlaşıldığı üzere burada resmedilen tanrı, Luvi Fırtına
tanrısı Tarhunt’tur.
Eserlerde geçen diğer Mezopotamya tanrıları, Sami dilinde belirttiği Aşk
tanrıçası Ištar ve Sumer Savaş tanrısı Zababa’dır. Yazar, Ištar’ın Sumer
kentlerinden Uruk’un Aşk tanrıçası olduğunu ve bu tanrıçanın Hititlerdeki
benzerinin Šamuha kentinin tanrıçası olduğunu belirtmiştir (Konyalı 1970, 71).
Günümüzde Tel el Varka olarak bilinen Uruk kentinde yapılan araştırmalarda,
Ur-Nammu tarafından yaptırıldığı düşünülen ve Eanna tapınak kompleksi olarak
adlandırılan bir tapınak yapısı, bir kadını betimleyen (büyük ihtimalle Tanrıça
İnanna) mask bulunmuştur (Roaf 1996, 60-62). Ayrıca Hitit kralı III. Hattušili,
Urhi-Tešup olarak da bilinen III. Muršili ile mücadelesini başlattığı zaman,
“…hakkımızdaki kararı Šamuha’nın Ištar’ı ve Nerik’in Fırtına Tanrısı versin…”
demektedir (Ten Cate 1969, 94; Collins 2007,59). Zababa’nın, Sumerlerin Kiş şehri
Savaş tanrısı olduğunu ve Hititlerdeki karşılığının Hitit Savaş tanrısı Zamama
olduğu belirtilmiştir (Konyalı 1970, 71). Zababa’nın Sumerler tarafından Savaş
tanrısı olarak tapınım gördüğü ve Kiş kentinde E-METE-URŠAG adında tapınağı
olduğu bilinmektedir (Black-Green 2004, 187). Bu tanrı Hitit dinî inanç
sisteminde de Savaş tanrısı olarak geçmektedir (Burney 2004, 224).
2) Hitit-Luvi Tanrıları
M. Ö. II. Binyılda Orta Anadolu merkezli büyük bir medeniyet kuran Hititler,
çağdaşı birçok toplum gibi çok tanrılı bir inanca sahip olmuşlardır. Hitit dini,
Konyalı tarafından “Hititlerin panteonunu dolduran ve sayısı bini aşan erkekli, dişili
tanrıları, tanrızadeleri, tanrı torunları vardır. Hititlerin tanrı şecereleri çok dallı
budaklıdır.” şeklinde yorumlanmıştır (Konyalı 1970, 71).
Konyalı’nın çalışmalarında Hitit tanrıları olarak, Göğün Güneş tanrısı,
Arinna’nın Güneş tanrıçası, birçok şehrin sahip olduğu Fırtına tanrıları, HurriŠerri adlarındaki boğa tanrılar, Namni-Hazzi isimlerindeki dağ tanrılar ve tanrıça
Hepat belirtilmiştir (Konyalı 1991, 215). Konyalı’nın belirttiği Göğün Güneş
Tanrısı büyük bir ihtimalle Hitit başkenti Hattuša-Yazılıkaya’daki II Nolu odanın
258
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
arka duvarında görülen tanrı ile aynıdır. Hurri-Šerri boğaları, İmamkulu
kabartmasında Fırtına Tanrısının arabasını çekerken gösterilmişler ve genelde
Fırtına tanrısı kültü ile ilişkili olmuşlardır. Namni-Hazzi dağ tanrılarını ise,
Yazılıkaya açık hava tapınağında, ana sahne olarak adlandırılan sahnede, Fırtına
tanrısı, dağ tanrılarının üzerlerine basar şekilde resmedilmiştir. Nerik,
Zippalanda gibi bazı önemli kült kentleri de kendi kentlerinin ismiyle anılan
Fırtına tanrısı kültüne sahip olmuşlardır.
Hatti tanrıçası olan Arinna’nın Güneş Tanrıçasının, Hurri Güneş Tanrıça’sı
Hepat ile olan eşitliği, bir Hitit metninde “Bütün ülkelerin kraliçesi, efendim,
Arinna’nın Güneş Tanrıçası! Hatti ülkesinde sen Arinna’nın Güneş Tanrıçası adını
alırsın, sedir ağacı ülkelerinde ise Hepat adını taşırsın.” (Beckmann 1989, 99,100;
Hutter 1997, 77) şeklinde bahsedilmektedir. Bu bilgiden hareketle, yazarın iki
tanrıçayı, ayrı tanrısal varlıklar olarak ele alması yanlış bir düşünce olduğu
ortaya çıkmaktadır.
Konya ilinin Beyşehir ilçesinde bulunan Eflatunpınar hakkında da bilgi veren
yazar, burada görülen figürlerden uzun külahlı olanının Fırtına Tanrısı, diğerinin
ise dişi bir tanrı olduğunu belirtmiştir (Konyalı 1991, 213). Bilindiği üzere,
Eflatunpınar anıtında, Fırtına tanrısı ve Güneş tanrıçası yan yan tasvir
edilmişlerdir.
Luvi tanrıları olarak ise, Luvi bölgesinin en önemli tanrılarından birisi olan
Tarhunt’u görmekteyiz. Yazar, İvriz anıtını tanıtırken “War-pa-la-was Tuwanna
kralı hakim ve kahraman saray (tapınakta) bir çocuk iken ben bu asmaları diktim.
Tarhunoas onlara bereket verebilir.” (Konyalı 1970, 80) ve “Sarayda bir çocuk iken ben
bu asmaları diktim. Tarhundas onlara bereket verebilir. Hakim ve kahraman Tuvana kralı
War-pa-la-was” bilgilerine yer vermiş ve anıtın tarihinin M. Ö. 1568 yılı olduğunu
belirtmiştir (Konyalı 1970, 136.) Bilindiği üzere İvriz anıtı Geç Hitit Krallıkları
dönemine tarihlendirilmektedir. Dolayısıyla yazarın vermiş olduğu tarih erken
bir tarihtir. Kralın huzurda tapınımda bulunduğu tanrının, Hititlerin su, feyz ve
bereket tanrısı olduğunu (Konyalı 1970, 78) dolayısıyla da Luvilerin Fırtına tanrısı
olmadığını belirtmiştir. Ancak kabartmadaki yazıttan da öğrenildiği üzere
kabartmada gösterilen tanrı, Luvilerin Fırtına tanrısı Tarhunt’tur (Hawkins 2000,
517).
259
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
3) Mısır Tanrıları
İbrahim Hakkı Konyalı’nın çalışmalarında Mısır tanrıları içinde Osiris ve
Apis geçmektedir. Eski Mısır dinî inancına göre Osiris ölümden sonraki hayatın
tanrısıdır. Osiris efsanesinde, Osiris ülkeyi terk edip geriye döndükten sonra Seth
tarafından bir sandığa hapsedilerek Nil nehrine bırakılmıştır. Sandık daha sonra
kıyıya vurmuş ve bir ağaç onu gövdesine almıştır. Kral bu ağacı beğenerek
sarayında kullanmak istemiş ancak ağaç kesilirken etrafa çok güzel kokular
yayılmıştır. Ağaçtan çok güzel kokuların yayıldığı haberi, Osiris’n karısı İsis’e
kadar gelmiştir. İsis sandığı alarak Mısır’a getirmiştir. Gece yarısı avdan dönen
Seth, Osisris’in sandığını bulmuş, onu on dört parçaya ayırarak her parçasını ayrı
yerlere bırakmıştır (Sayce 2011, 142, 143). Osiris’in oğlu Horus, Seth’i yenmiş ve
babasının hayatını geri vermiştir. Ancak Osiris yer altı dünyasında kalmayı tercih
etmiştir.
Konyalı, Osiris’in ölümden sonra dirilmesini Tammuz ve Attys efsaneleri ile
benzer görerek, bu tanrının Attys ve Dionysos’la benzerliğini kurmuştur.
Konyalı’ya göre Osiris, Eski Yunan dinindeki Dionysos’un ilk temsilcilerinden
olmuştur (Konyalı 1970, 91, 92).
Çalışmalarında geçen diğer bir Mısır tanrısı da Apis olmuştur. Apis, öküz ile
temsil edilen bir tanrıdır. Herodotos, Apis Öküzü’nün bir daha doğurmayacak
olan bir öküzden doğduğunu belirtmektedir (Herodotos, III, 28). Konyalı,
İmparator Theodosius’un putperestlere karşı mücadele ettiğini, kültü Memphis’te
bulunan Apis Öküzü’nün tapınağının kapatıldığını belirtmiştir (Konyalı 1991, 17,
18).
Konyalı diğer toplumlarda olduğu gibi eski Mısır dininde bulunan tanrılar
hakkında bilgi vermiştir. Ancak vermiş olduğu bilgilerin, diğer toplumların
tanrıları hakkında verdiği bilgilerden daha az olduğu ve eserlerinde Mısır
tanrılarının daha az geçtiği söylenebilir.
4) Eski Yunan Tanrıları
Çok tanrılı bir inanca sahip olan Eski Yunan toplumunun birçok tanrıtanrıçası İbrahim Hakkı Konyalı’nın çalışmalarında yer almaktadır. Panteonun
başında yer alan Zeus, Beyşehir Kürtlertepesi mevkiinde yer alan Çift Süvariler
adı verilen kabartma hakkında bilgi verilirken, tanrıların tanrısı Zeus’un, Kastor
ve Polluks’un babası olduğu belirtilmiştir (Konyalı 1991, 337). St. Paul ve
Barnabas, Hristiyanlığı yaymak için Konya ve çevresinde çeşitli propagandalarda
260
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bulunmuşlardır. Daha sonra Lystra (Hatunsaray)’ya gelmişler ve burada bir
kötürümü iyileştirmişlerdir. Halk bu mucizevi olay karşısında St. Paul’ü Zeus’a
benzetmişlerdir (Konyalı 1967, 562; Konyalı 1970, 111, 844). Ayrıca Coracesium
sikkeleri üzerinde, ayakta sola dönük, sağ elinde philae tutan, sol elini mızrağa
veya bir asaya dayamış şekilde Zeus’un tasvir edildiği belirtilmiştir (Konyalı
1946, 119, 121).
Anadolu’nun ana tanrıçası olan Cybele, Phrygia kralı Macon’un kız kardeşi
olarak görülmekte, doğanın, bereketin ve dağların tanrıçası olduğu bilinmektedir
(Roman-Roman 2010, 122). İbrahim Hakkı Konyalı’nın çalışmalarından bu tanrıça
büyük yer tutmaktadır. Yazara göre Anadolu topraklarında Cybele kültü, Lydia
kralı Meon döneminde kurulmuş ve hatta Cybele’nin aşık olduğu erkeğin ismi
olan Attys, bir Lydia kralının ismi olmuştur (Konyalı 1991, 4). Cybele kültünde
dağlar ve özellikle çam ağaçları oldukça önemli olmuşlar ve bu tanrıçanın
ritüelleri bu tarz mekanlarda yapılmıştır (Konyalı 1997, 166; Konyalı 1991, 134).
Cybele kültünde çam ağacının kutsal sayılmasının en önemli sebebi olarak,
Cybele’nin Attys’i çam ağacına kalb etmesi gösterilmiş ve bu kültün inancına
göre çam ağacının kesilmesinin yasak olduğu belirtilmiştir (Konyalı 1991, 2;
Konyalı 1997, 169). Cybele’nin tapınaklarının dağlarda (Konyalı 1970, 133) olduğu
ve Konya Hatıp (Konyalı 1997, 990), Takkeli dağ (Konyalı 1967, 562), Sızma ilçesi
(Konyalı 1997, 165, 166) ve özellikle Roma döneminde Pisidya (Konyalı 1991, 11)
bölgesinin bu tanrıçanın kült ritüellerinin yapıldığı yerler olarak gösterilmiştir.
İvriz kabartmasında gösterilen tanrı tasvirinin, Cybele’nin bereket-verimlilik
özelliklerini taşıdığı belirtilmiştir (Konyalı 1970, 78, 139, 140). Eflatunpınar
havuzunda bulunan tanrıça kabartmasının da Cybele olabileceğine değinilmiştir
(Konyalı 1991, 211). Cybele’nin S, C, K ve H baş harfleriyle de yazıldığını ve bu
tanrıçanın etkinliğini sürdürerek Arapların önemli tanrısı olan Hübel
olabileceğini de belirtmiştir (Konyalı 1970, 75; Konyalı 1991, 2).
Tarımın, ürünün ve buğdayın koruyucu tanrısı olarak bilinen Demeter, Eski
Yunan dinî inanç sisteminde Titan Kronos ve Rhea’nın kızkardeşi olduğu
görülmektedir (Roman-Roman 2010, 132). Bu tanrıça Konyalı’nın çalışmalarında,
insan eliyle işlenen toprağın, ekilmiş tarlaların bekçisi olan bir tanrıça olarak
gösterilmiş (Konyalı 1970, 825) ve Cybele’nin kızı olduğu belirtilmiştir (Konyalı
1970, 824). Yazarın böyle bir düşünceye kapılmasında, Cybele’nin de tarım,
bereket ile ilgili özelliklere sahip tanrıça olmasının etkisi olduğu düşünülebilir.
Demeter’in Coracesium’da bulunan bazı sikkelerde bir elinde bolluk ve bereket
sembolü olan buğday demetini, diğer eliyle de tırpan veya meşale tutarken tasvir
261
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
edildiği belirtilmiştir (Konyalı 1946, 119, 120). Syedra’da basılan bazı sikkelerde
ise uzun bir elbise giymiş vaziyette sağ elinde bir sepet, sol elini de bir asaya
yaslamış şekilde tasvir edilmiştir. Yine burada basılan başka bir sikkede ise
tanrıça Demeter’in elinde philae tutarken yere bakar şekilde gösterilmiştir
(Konyalı 1946, 122-124).
Eski Yunan dinî inancında Dionysos şarap içkisini getirmesinden dolayı
şarap ile özdeşleştirilmiştir (Henrichs 2010, 11). Konyalı’nın çalışmalarında şarap
tanrısı olarak tanıtılmış ve bu tanrının boğa şeklinde tasvir edildiği belirtilmiştir
(Konyalı 1970, 91). Yazara göre Dionysos adına bahar aylarında
bayram/festivalleri düzenlenmiş (Konyalı 1991, 3) ve bu etkinliklerde kutsal
fallüsler çelenk gibi en önde götürülmüştür (Konyalı 1946, 3). Bu
bayram/festivallerin Kubadabad Sarayı’nın kurulduğu Hoyran’daki Eğrinas
bölgesinde (Konyalı 1991, 3), Hatıp’ta (Konyalı 1997, 990) kutlandığı ve Beyşehir
Kürtler Tepesi bölgesi yakınları (Konyalı 1991, 339) ile Sille’de kapalı ve açık hava
tapınaklarının bulunduğu; Sille isminin de Dionysos’un nedimeleri olan
Silen’lerden geldiği belirtilmiştir (Konyalı 1997, 167). Ayrıca yazarın,
çalışmalarının bazı yerlerinde Dionysos ile birlikte Bacchus ismini de (Konyalı
1997, 865) kullandığı belirtilmelidir.
Kehanet ve bilicilik tanrısı olan Apollo, tanrıça Leto’nun oğlu ve Artemis’in
ise erkek kardeşi olarak bilinmektedir (Roman-Roman, 73; Henrichs 2010, 15).
Konyalı, bu tanrının Romalılardaki Phoebus ile aynı tanrı olduğunu belirterek
(Konyalı 1970, 824) Phrygia kralı Midas’ın kulaklarıyla ilgili olan mitolojik
hikâyede, Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına benzer bir hâle getirdiğine
değinmiştir (Konyalı 1970, 148). Ayrıca Selinus sikkelerinde elinde asa ve philae
tutarken gösterilmiştir. Syedra’da basılan sikkelerde ise ayakta durur vaziyette,
sağ elinde philae, sol elini asaya dayamış bir şekilde tasvir edilmiştir (Konyalı
1946, 122-125, 129).
Hermes Olympos tanrılarının mesajcısı ve hırsızların koruyucu tanrısı olarak
bilinmektedir (Roman-Roman, 220). Hristiyanlığın yayılmasında önemli rolleri
bulunan St. Paul ve Barnabas, İkonyum’dan kovulunca Lystra (Hatunsaray)’ya
gelmişlerdir. Burada bir kötürümü iyileştirmişler ve Lystra halkı tarafından St.
Paul, Zeus’a; Barnabas ise Hermes’e benzetilmiştir (Konyalı 1970, 844, 845;
Konyalı 1967, 562). Ayrıca Coracesium’da basılan sikkelerde, Hermes’in de yer
aldığı belirtilmiştir (Konyalı 1946, 119).
262
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Yunan mitolojisine göre vücudunun yarısı keçi yarısı da insan şeklinde olan
Pan, keçi tanrı, ormanların koruyucu tanrısı olarak bilinmektedir (Roman-Roman,
384). Konyalı’nın çalışmalarında Midas’ın kulakları ile ilgili olan efsanede,
Phrygia kralı Midas, Pan’ın düdüğünü, Apollon’un lirine tercih ettiği şeklinde
geçmektedir (Konyalı 1970, 148).
Diouscur’lar olarak bilinen Castor ve Pollux, Yunan dinî inancında Leda ve
Zeus’un ikiz çocukları olarak bilinmektedirler (Roman-Roman 2010, 139). Bu
tanrıların Konya ilinin Beyşehir ilçesinde Kürtler tepesi mevkiinde bir kaya
üzerine, iki tarafında indikleri atların sağ ayakları eşinir şekilde tasvir edilmiş
olan süvari şeklinde resmedildiği belirtilmiştir (Konyalı 1991, 337). Ayrıca bu
tanrıların, Sidemara’da bulunan bir lahitte, birer atın dizginlerini tutar vaziyette,
ellerinde kargı tutar bir şekilde tasvir edildikleri de belirtilmiştir (Konyalı 1970,
823).
Apollon’un ikiz kardeşi olan Artemis Yunan mitolojisinde kadınların
doğumlarında yardımcı olan tanrıça, avcıların ve bazı yerlerde ay tanrıçası olarak
geçmektedir (Roman-Roman 2010, 84). Bu tanrıçanın kültünün sonraki
dönemlerde devam ettiği ve Roma mitolojisinde Diana adını aldığı belirtilmiştir
(Konyalı 1970, 824). Ayrıca Selinus kentinde basılan sikkelerde bu tanrıçanın,
uzun gömlek giyen bir avcı şeklinde tasvir edildiğine değinilmiştir (Konyalı 1946,
129).
Aşkın, sevginin ve cinselliğin tanrısı olarak bilinen (Roman-Roman 2010, 158)
Eros’un bir tasvirinin Roma dönemine tarihlenen lahidin köşelerinde oturur
şekilde işlenmiştir (Konyalı 1991, 376). Ayrıca, yazar, Eros’un bir resmini de
çalışmasında yer vermiştir (Konyalı 1970, 824).
Athena, Olympos tanrıları arasında bilgeliğin ve savaşın tanrısı olarak
tanınmaktadır (Roman-Roman 2010, 90). Bu tanrıçanın, Coracesium kentinde
basılan sikkelerde tasvir edildiği belirtilmiştir (Konyalı 1946, 119).
Rhea’nın kız kardeşi olan Hera, Yunan mitolojisinde evlilik tanrıçası olarak
bilinmektedir (Roman-Roman 2010, 203). Konyalı bu tanrıçayı tanıtırken gebe
kadınları himayesine aldığını belirtmiş ve Yunan mitolojik kahramanı Heracles’in
doğumu ile ilgili efsanede Hera’nın, baş tanrı Zeus’un oğlu olan Heracles’i
öldürmek istediği ve bu yüzden Heracles’e zorlu görevler çıkardığını belirtmiştir
(Konyalı 1991, 379).
263
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konyalı’nın çalışmalarına denizler ve depremler tanrısı Poseidon, Güneş
tanrısı Helios ve savaş tanrısı Ares’i de görebilmekteyiz. Poseidon’un Roma
tanrısı Neptüne ile eşitliğine değinilerek, Alanya’da bulunan sikke üzerinde,
ayakta sola dönmüş bir vaziyette, sağ elinde bir yunus balığı, sol elinde de bir
yaba tutarken tasvir edildiği belirtilmiştir (Konyalı 1946, 121). Coracesium
kentinde bulunan sikke üzerinde Güneş tanrısı Helios’un resmedildiği (Konyalı
1946, 119); Syedra’da ise Roma dönemine ait bir sikkenin arka yüzünde Ares
tasvirinin de yer aldığı belirtilmiştir (Konyalı 1946, 127).
5) Roma Tanrıları
Romalılar, antik dönemin birçok toplumu gibi çok tanrılı bir inanca sahip
olmuşlardır. Roma panteonunda bulunan birçok tanrının Etrüsklerden ve Eski
Yunan toplumundan alındığı bilinen bir gerçektir. Anadolu’da Pesinus Dağı’nda
kutsal mekanı bulunan Cybele kültünün Roma’ya nakledilmesinden dolayı,
Roma toplumu, Konyalı tarafından, “din ve esnam koleksiyoncusu bir millet” olarak
nitelendirilmiştir (Konyalı 1997, 166). Roma toplumunun dinî hayatı
incelendiğinde bu tespitin oldukça yerinde olduğu görülmektedir. Romalılar
savaş sırasında düşmanın tanrısal yardım almaması için, savaşılan toplumun
tanrılarını, kendi ülkelerine davet etme metodunu uygulamışlardır. Bu metoda
Romalılar Avocatio Ritüeli/Ayini adını vermişlerdir (Estin-Laporte 2013, 214). M.
Ö. 396 yılında Veii kentinin kuşatması sırasında Roma’nın Avocatio ritüelini
kullandığı görülmektedir. Bu ritüelde Veii kentinin tanrıçası Juno Regina,
Roma’ya çağrılmaktadır. Kent ele geçirildikten sonra ise tanrıçanın kültü
Roma’ya getirilmiştir. Kartaca savaşları sırasında Kartaca tanrıçası Juno Caelestis,
M. Ö. 146 yılında Roma’ya çağrılmıştır (Scheid 2007, 116). Ayrıca Konyalı’nın da
belirttiği gibi M. Ö. 204 yılında Anadolu’da bulunan Cybele kültü Roma’ya
getirilmiştir. Bu tanrıça Roma’da “Mater deum Magna Idea” adını almış ve önemli
ölçüde tapınım görmüştür. Romalılar, Cybele’nin kültü için M. Ö. 191 yılında
Palatinus Tepesinde bir de tapınak inşa edilmişlerdir (Mansel 2011, 516).
Roma panteonun başında Sumer toplumunun baş tanrısı Anu; Babil Marduk;
Yunanlıların Zeus’u ile bir tutulan (James 1960, 140) Jupiter bulunmaktadır.
Romalılar bu tanrı için Capitoline tepesinde tapınak inşa etmişlerdir (BeardNorth 1996, 3; Roman-Roman 2010, 523). Konyalı da Yunanların Zeus’u ile
Romalıların Jupiter’ini aynı tanrı olarak görmüştür (Konyalı 1970, 823; Konyalı
1997, 28). Günümüzde Kilisehisar olduğu bilinen Tyana kentinde Jupiter’in
tapınağı olduğu (Konyalı 1997, 124) ve bölgede bu tanrının kültünün
bulunduğuna değinilmiştir (Konyalı 1970, 74). Ayrıca Eski İranlıların dinî
264
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
inanışlarından bahsederken onların baş tanrısı yerine Jupiter’i kullanmıştır
(Konyalı 1991, 6).
Romalıların aşk-sevgi tanrıçası olarak gördükleri Venüs, Eski Yunan
dinindeki karşılığı Aphrodite’dir (Roman-Roman 2010, 71; Beard-North 1996, 16).
Konyalı, Eski Mısır’da güzelliği ile ün yapmış olan Kleopatra’nın tanrıça
Venüs’ün kıyafetinden giydiğini bahsetmiştir (Konyalı 1946, 35). Ayrıca Syedra
(Demirtaş) kentinde bulunan Marcus Aurelius dönemine ait sikkenin arka
yüzünde, sol elinde ayna tutan uzun elbiseli bir kadın tasvirinin bulunduğu ve bu
kadının tanrıça Venüs olduğu belirtilmiştir (Konyalı 1946, 122.)
Eski Yunan toplumunun tarımla ilişkili tanrıçası olan Demeter, Roma
toplumunda Ceres olarak görülmektedir (Roman-Roman 2010, 132, 133; BeardNorth 1996, 65). Konyalı, bu tanrıçanın özellikle buğdayı temsil ettiğini ve
Demeter ile Ceres’in tarımla ilişkili aynı tanrıça olduklarını belirtmiştir (Konyalı
1970, 824). Ayrıca Syedra kentinde bulunan ve Philippus Senior dönemine ait
sikkenin arka yüzünde sağ elinde buğday başağı, sol elini asaya dayamış olan
tanrıça Ceres tasvirinin bulunduğuna değinilmiştir (Konyalı 1946, 126).
Nike, Roma toplumunda zafer tanrısı olarak bilinmektedir (Roman-Roman
2010, 446). Bu tanrı Konyalı tarafından da Zafer tanrısı olarak görülmüştür
(Konyalı 1946, 126). Konya’nın Doğanhisar ilçesinde bulunan mermerden
yapılmış bir Nike heykelinin Konya Arkeoloji Müzesi’nde sergilendiği
belirtilmiştir (Konyalı 1997, 1165). Ayrıca Syedra (Demirtaş) kentinde, Septimus
Severus dönemine ait sikke üzerinde bu tanrının, sola doğru yürür pozisyonda,
sağ elinde bir hurma, sol elinde ise çelenk tutar şekilde tasvir edildiğine
değinilmiştir (Konyalı 1946, 122).
Yunan mitolojisine göre Zeus ve Hera’nın oğlu olan Ares Savaş tanrısı olarak
bilinmektedir (Roman-Roman 2010, 79). Bu tanrının Roma dinindeki karşılığı
Mars olmuştur. Roma’nın kuruluş efsanesine göre, Rhea Silva, Savaş tanrısı Mars
ile ilişkiye girerek, bu tanrıdan Romulus ve Romus’u dünyaya getirmiştir (BeardNorth 1996, 31; Bahar 2010, 387). Konyalı, Roma’nın kuruluş efsanesine
değinerek, Romulus ve Romus’un Savaş tanrısı Mars’ın çocukları olduğunu
belirtmiştir (Konyalı 1997, 198).
Roma dinî inanç sisteminde denizlerin tanrısı olarak bilinen Neptune’ün Eski
Yunan dinindeki karşılığı Poseidon’dur (Roman-Roman 2010, 418). İmparator
265
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Philippus Senior dönemine ait Alanya’da bulunan bir sikkede, Denizler tanrısı
Neptune, ayakta sola yönelmiş bir vaziyette, sol elinde bir yaba, sağ eliyle de bir
yunus balığını tutar şekilde tasvir edilmiştir (Konyalı 1946, 121).
Roma panteonundaki Mercury’nin Eski Yunan dinindeki karşılığı Hermes
olmuştur. Bu tanrı, Olympos tanrılarına habercilik hizmetinde bulunmuş ve
kendisinin, aynı zamanda hırsızların koruyucu tanrısı olduğu düşünülmüştür
(Beard-North 1996, 66; Roman-Roman 2010, 220). Konyalı, Eski Yunan’daki
Hermes ile Roma’daki Mercury’nin aynı tanrı olduğuna değinerek, Syedra
kentinde basılan sikkelerde Mercury tasvirlerinin bulunduğunu belirtmiştir
(Konyalı 1946, 122, 127).
Eski Yunan dininde avcıların koruyucu tanrıçası, kadınların doğumunda
yardımcı tanrıça ve bazı yerlerde ay tanrıçası olarak bilinen (Roman-Roman 2010,
84) Artemis’in Roma dinindeki karşılığının Diana olduğu belirtilmiştir (Konyalı
1970, 824). Ayrıca bu tanrıçanın ikiz kardeşi olan, Eski Yunan panteonunda
kehanet tanrısı olarak bilinen Apollon’un, Roma dinindeki karşılığının Phoebus
olduğuna da değinilmiştir (Konyalı 1970, 824).
Sonuç
Genellikle şehir tarihi alanında eserler ortaya koyan İbrahim Hakkı Konyalı,
yeri geldikçe eskiçağda var oldukları düşünülen tanrılara fazla detaya girmeden
ana özellikleriyle değindiği görülmektedir. Eserlerinde Eski Yunan ve Roma
toplumlarına ait olan tanrısal varlıkların, diğer toplumlara göre daha çok
değindiği göze çarpmaktadır.
Yazar bu tanrılara değinirken, diğer toplumlarda veya daha sonraki
dönemlerde benzer özellikli tanrıların varlığını vurgulayarak onları aynı statüye
koymuştur. Tanrıların tasvir edildiği kabartma, sikke gibi arkeolojik verileri
yorumlamıştır. Hitit ve Roma örneklerinde gördüğümüz gibi bazı eskiçağ
toplumlarının dinî inanç sistemleri hakkında kişisel yorumlarını eserlerinde
kaleme almaktan çekinmemiştir. Eskiçağ tanrılarının hemen hemen her yerde
olduğunu ve bu tanrıların ritüel/bayramlarının belirli alanlarda yapıldığını yani o
tanrıların bazı kutsal mekanlarının olduğunu düşünmüştür. Özellikle Cybele
örneğinde gördüğümüz gibi bazı tanrıların sonraki dönemlerde de etkisinin
sürdüğünü belirterek inancın devamlılığına dikkat çekmiştir.
266
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konyalı’nın Hitit-Luvi tanrıları hakkında verdiği bilgilerde bazı
tutarsızlıkların olduğu görülmektedir. Ancak eseri oluşturduğu dönemin şartları,
yazarın eserlerini sadece eskiçağ tarihi ile ilgili konularda oluşturmaması ve
çevrilmiş Hitit metinlerinin sayısının günümüzdekilere kıyasla az olması gibi
durumların dikkate alınarak değerlendirilmesi göz önünden uzak
tutulmamalıdır. Bu şartları düşündüğümüzde, yazarın eskiçağ toplumlarında
bulunan tanrılar ve kültleri hakkında okuyucuya faydalı bilgiler verdiği
düşünülmektedir.
267
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Bahar 2010 Bahar Hasan, Eskiçağ Uygarlıkları, Kömen yayınevi, Konya 2010.
Beard-North 1996 Mary Beard-John North, Religions of Rome, I, Cambridge 1996.
Beckmann 1989 Beckmann Gary, “The Religions of the Hittites”, The Biblical
Archeologist 52 2/3, June-September 1989, 98-108.
Black-Green 2004Black Jeremy, Anthony Green, Gods, Demons and Symbols of Ancient
Mesopotamia An Illustrated Dictionary, The British Museum Press 2004.
Burney 2004 Burney Charles, Historical Dictionary of the Hittites, Oxford, The Scarecrow
Press 2004.
Collins 2007 Collins, Billie Jean, The Hittites and Their World, SBL, Atlanta 2007.
Elliade 2009 Elliade Mircae, Dinler Tarihine Giriş, çev: Lale Arslan, Kabalcı Yayınevi,
2009.
Estin-Laporte 2013 Estin Collette-Helene Laporte, Yunan ve Roma Mitolojisi, Çev: Musa
Eran, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 2013.
Gurney 2001 Gurney Oliver R., Hititler, Çeviren Pınar Arpaçay, 2001.
Gür 200 Gür Selçuk, Antik Dünya’da Günlük Yaşam, Yaylacılık Matbaası, 2005.
Haas 2002 Haas Volkert, “Hitit Dini”, Hititler ve Hitit İmparatorluğu Bin Tanrılı Halk,
2002, s.438-442.
Hawkins 2000 Inscriptions of the Iron Ages, Corpus of Hieroglyphic Luwian, vol I part 2,
2000.
Henrichs 2010 Henrichs Albert “What is a Greek God”, The Gods of Ancient Greece
Identities and Transformations, ed. Jan N. Bremmer and Andrew Erskine,
Edinburgh Leventis Studies 5, Edinburgh 2010, 19-39.
Herodotos Herodotos, Histories, Çeviren: Müntekim Ökmen, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul 2010.
Hutter 1997 Hutter Manfred, “Religion in Hittite Anatolia. Some Comments on
"Volkert Haas: Geschichte der hethitischenReligion”, Numen, 44, 1, 1997, s. 74-90.
James 1960 James E. O., The Religions of Antiquity, Numen, VII, 2, 1960, 137-147.
Konyalı 1946 Konyalı İbrahim Hakkı, Alanya Tarihi, 1946.
Konyalı 1967 Konyalı İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleriyle Karaman Tarihi Ermenek
ve Mut Abideleri, Baha Matbaası, İstanbul 1967.
Konyalı 1970 Konyalı İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Ereğli Tarihi, Fatih
Matbaası, İstanbul 1970.
Konyalı 1991 Konyalı İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi, Neşre
Hazırlayan: Prof. Dr. Ahmet Savran, Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Yayınları, Erzurum 1991.
Konyalı 1997 Konyalı İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Burak
Matbaası, Ankara 1997.
Mansel 2011 Mansel Arif Müfid, Ege ve Yunan Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
2011.
Roaf 1996, Roaf Michael, Mezopotamya ve Eski Yakındoğu, Türkçeye Çeviren: Zülal
Kılıç, İletişim Yayınları, İstanbul 1996.
268
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Roman-Roman 2010 Roman Luke – Monica Roman, Encyclopedia of Greek and Roman
Mythology, New York 2010.
Sayce 2011 Sayce Archibald Henry, The Religions of Ancient Egypt and Babylonia,
Edinburhg 1903. (Guttenberg Project e-book 2011)
Scheid 2007 Scheid John, “Religion in Contact”, Ancient Religions ed. Sarah Iles
Johnston, 2007, 112-126.
Ten Cate 1969 Ten Cate Houwink H. J., “Hittite Royal Prayers”, Numen, XVI, 2, 1969,
81-98.
269
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
270
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ESKİÇAĞ’DA KONYA
Hasan BAHAR *
Özet
Konya şehri tarih boyunca değişik isimlerle anılmıştır. Luviler İkkuwaniya, Klasik Çağ’da
İkonion, Grek-Romalılar İkonium, Araplar El-Koniya adını vermişlerdir. Bölgede Epipaleolitik
dönemden itibaren yerleşme izleri tespit edilmiştir. Çatalhöyük büyük bir öneme sahip
olmuştur. Ayrıca bölgede yapılan araştırmalarda günümüze kadar ulaşan birçok yerleşim
yerleri tespit edilmiştir. Bu çalışmada, Konya bölgesinin tarihi süreç içerisindeki durumu ele
alınmaktadır.
•
Anahtar Kelimeler
Konya, Şehir Tarihi, Kent Tarihi, İbrahim Hakkı Konyalı, Höyük, Erken Dönem Konya Tarihi
•
KONYA IN ANCIENT AGE
Abstract
The Konya city has been called with different names through history. The Luwians called
it name Ikkuwaniya, Greek-Romans Ikonium, Arabs El-Koniya. It was founded settlement
traces from the Epipaleolithic age in the Konya city. The Catalhoyuk has got importance for
Konya. Also a great deal of importance settlements from earlier period have been discovered
during archaelogical field works. In this paper, We will study the status of the Konya belong
to historical process.
•
Keywords
Konya,City History, Urban History, Ibrahim Hakki Konyali, Mound, Early Period Konya
History.
*
Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
[email protected]
271
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Eski, Orta, Yeni ve Yakın Çağların kaynaklarından bize Konya, Karaman,
Ereğli, Akşehir, Ilgın, Erzurum, Alanya, Akçakoca, Kilis, Üsküdar, Beyşehir,
Aksaray, Nevşehir ve Niğde gibi şehirlerimizi araştırıp anlatan İ.Hakkı
Konyalı’nın saygıdeğer anısına.
İ. Hakkı Konyalı’dan Konya ile ilgili aktardığı şu bilgiler geçmişte bu kentin
coğrafyasını ne kadar güzel vermiştir:
“İbn-i Saidin söylediğine göre Konya meşhur bir şehirdir. Güneyinde bir dağ vardır.
Bu dağdan bir çay iner ve batısından şehre girer. Dağ tarafında 3 fersah yakınında bağları
vardır. Şehrin kalesinde Eflâtun- Hakîmin türbesi vardır. Saltanat merkezi de buradadır.
Yine İbn-i Saidin söylediğine göre dağdan inen çay bostanlarını suladıktan sonra bir
gölcük ve çeyırlık teşkil eder Konya’yı her taraftan dağlar sarar”1.
Konya, adını beş bin yıl önce Luvi kavminin vermiş olduğu İkkuwaniya’dan
almıştır.
Lukkawaniya Ülkesi içinde yer alan Konya kentinin adı ise Ik-ku-ua-ni-ia idi2.
Daha sonra bu isim iki bin beş yüz yıl önce Klasik Çağ’da İkonion, iki bin yıl önce
Antik Çağ’da Grek ve Roma yönetimlerinde Ikonium ve Ikonia’ya dönüşmüştür.
Ortaçağ’da Araplar El-Koniya demiş ve Türkler de son şekli olan Konya adını
vermişlerdir. Türkler verdikleri bu adın, adeta, hiç değişmeden kalıcı olması için
bir efsane ile süslemişlerdir. Anonim efsaneye göre, Horasan’dan uçup gelen
dervişler, Konya’nın bulunduğu ovaya şöyle eğilip bakmışlar, yemyeşil bir ova.
Aralarında konuşmuşlar ve burada güzel bir kent kurmaya karar vermişler.
Efsane bu ya, dervişlerden biri, ‘Kon yaaa dervişşş!..’ demiş. Konmuşlar ve
kurdukları kente Konya demişler3.
Halkın bu efsaneye benzer bir anlatımı, kentin merkezinde yer alan Alaattin
Tepesi üzerine de vardır. Ona göre burada cami ve köşk yaptırmak isteyen
Alaattin Keykubad buraya köleler, ya da askerler tarafından bir tepe yığdırmıştır.
Ancak, bu tepe ve şu anda kent merkezi içinde kalan birçok yerleşimin tarihi
binlerce yıl öncesine gitmektedir. Bu tepelerin kimisinde altı yedi bin yıl öncesine
kadar yerleşim izleri vardır.
Konyalı 1997.
Laroche 1986: 221-225; Otten 1988; Bahar vd. 1996: 51.
3 Komisyon1973:1 vdd.
1
2
272
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Başta Alaattin Tepe olmak üzere, 30 km. çapında bir alan içinde, Konya kent
merkezinde kalan, eski yerleşim yerleri olan bu höyükler, Karahöyük, İşgalaman,
Evdreşe, Aşağı Pınarbaşı, Tatlıcak, Saraçoğlu ve Aşkar gibi merkezlerdir. Ancak,
yaklaşık 100-150 km. çapında uzanan Lukkavaniya; (Antik Çağ’daki
Lykaonia=Konya Ovası); “Türkiye’nin buğday ambarı” bereketli ovada çok daha
öncelere giden yerleşmeler vardır.
Günümüzden 13 bin yıl önce dünyamız, Buzul Çağ’ın sona ermesiyle, ılıman
bir iklim dönemine girmişti. Bu sırada, Konya iç denizinin suları çekilmeye
başlayınca, geride Hotamış, Akgöl, Ilgın, Akşehir ve Tuz Gölü gibi göller kaldı.
Bu dönemde göller boyunca, henüz ziraat ve hayvancılığı bilmeyen, geçimini
avcılık ve toplayıcılıkla sağlayan, mağara hayatından çıkmış insanların kaya
sığınakları önünde, açık alanlarda yerleşmeler kurduğu görülür.
Epipaleolitik (Geç-Yontma Taş) dönem olarak adlandırılan bu dönemi temsil
eden en önemli yerleşmeler Konya’nın yaklaşık 60 km. doğusunda İsmil
yakınında Derviş’in Hanı, Karaman-Süleyman Hacı Köyü yakınındaki
Pınarbaşı’dır. Dervişin Hanı’nda on bin yıl öncesinde yapılan taştan bir el baltası
bulunurken; Pınarbaşı’nda ise son yıllarda yapılan arkeolojik kazılarda bu
döneme giden yerleşme izleri bulunmuştur. Hotamış Gölü kıyı şeridinde oturan
bu insanların yabani hayvan avcılığının yanında, olta balıkçılığı yaptıkları
buluntulardan anlaşılmaktadır. 500 bin yıl öncesinden beri yerleşilen bu dönemi
izleyen 10 bin yıllık Pınarbaşı ve bu tür yerleşmeleri izleyen “Avcı Toplayıcı
Köyler” olarak bilinen, insanların açık alanlarda köyler kurduğu, fakat, henüz
hayvancılık ve ziraat bilmedikleri dönemde ise, Urfa-Göbekli Tepe, BatmanHallançemi gibi yerleşmeler görülür.
Ancak, Konya çevresinde, bu dönemi izleyen Çanak-Çömleksiz Yenitaş Çağı
(Akeramik Neolitik) dönemine ait oldukça önemli yerleşmeler vardır. Bölgede bu
dönemle ilgili Beyşehir-Erbaba, Seydişehir-Suberde, Karaman-Can Hasan en
önemli yerleşmelerdir. Çumra-Çatalhöyük’te 2001 yılı kazılarında, bu döneme ait
yeni tabakalar çıkarılmıştır. İnsanların, henüz çanak çömlek yapımını bilmediği;
eşyalarını taştan yaptıkları bu dönemde: kimi yerde hayvancılık; kimi yerde de
ziraatçılık başlamıştı. Bazı yerlerde de, her ikisinin birlikte görüldüğü oluyordu.
Çanak-Çömleksiz Yenitaş Çağ’ını izleyen “Olgun Neolitik” dönemle ilgili
dünyada en önemli merkezlerden biri kuşkusuz Çatalhöyük’tür. Çatalhöyük’te
birçok ilklerin görülmesinin yanında, bilinen kültürlerin gelişmesi de görülür.
273
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Daha önce Çayönü’nde görülen ziraatçılık ve hayvancılık Çatalhöyük’te
gelişmiştir. Çayönü’nde az miktarda süs eşyalarında kullanılan bakırın yerine;
Çatalhöyük’te kurşun kullanılmıştır. Maden Çağı’na geçilmeden yapılan bu
eşyalar, cevherin dövülmesiyle ergitme yapılmadan elde edilmiştir.
Çatalhöyük’te ilk dokuma parçalarıyla ilgili ilk örnekler olan lifler, balçık
içine sıkışmış bir şekilde bulunmuştur. Duvar resimlerindeki motifler ise bu
yerleşmedeki dokumacılığın en büyük kanıtıdır. Evlerin iç duvar yüzeyleri, aşı
boyasıyla yapılmış resimlerle donatılmıştı. Bu resimlerde doğum, avcılık, dans,
dağlara bırakılmış ölülerin akbabalar tarafından parçalanması, kilim motifleri ve
Çatalhöyük yerleşiminin yanında, volkanik bir dağın patlaması sahnelerine yer
verilmiştir.
Çatalhöyük’te 1960-63 yılları arasında J.Mellaart’ın yaptığı kazılarda ortaya
çıkarılan evlerin ilginç bir mimarisi vardır. Burada sırt sırta yapılmış evlere
çatıdan merdiven yardımıyla giriliyordu. Çok dindar olan bu insanların evlerinin
her iki odasından biri kutsal oda idi. Bir odada kurban edilmiş insanların başları,
duvara asılmış boğa başlarının alt kısmına konmuştu. Bereketi simgeleyen
boğanın yanında, burada bulunan ana tanrıça heykelcikleri bütün Akdeniz
dünyasını etkileyecektir.
Odalarda kurban çukurları vardı. Diğer taraftan kurban edilen, başsız
iskeletlerinin akbabalar tarafından parçalandığı ve sonra aşı boyasıyla boyanan
iskeletlerin evlerdeki sekilerin altına gömüldüğü görülmektedir. Çatalhöyük’te
yaş ortalaması 26-30 arasında olduğu anlaşılmaktadır.
Çatalhöyük’te bulunan mühürler, ticaretin ve özel mülkiyetin olduğunu
göstermektedir.
Bütün bunlardan, Çatalhöyük’te ziraatçılığın, hayvancılığın, çanak çömlek
yapımının, dokumacılığın, madenciliğin, ticaretin, özel mülkiyetin, avcılığın,
Çarşamba Irmağı’nda balıkçılığın ve obsidyenden silahların yapıldığı
anlaşılmaktadır. Çatalhöyük’teki Yenitaş Çağı’na ait yerleşmeyi, höyüğün hemen
batısında bulunan diğer höyükte (Batı Çatalhöyük) Bakırtaş Çağ’ı (Kalkolitik)
izler. Bu dönem, Maden Çağı’nın ilk evreleridir ve M.Ö. 5500 yıllarında başlar.
Batı Çatalhöyük gibi Karaman Can Hasan’da önemli bir yerleşmedir. Bu
dönemde batıda Burdur Hacılar ve Kuruçay ve güneyde Mersin Yumuktepe
yerleşmeleri ile ilişkiler görülür.
274
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bakırtaş Çağı’nı izleyen İlk Tunç Çağı’nda, Anadolu’da madenciliğin ortaya
koyduğu zenginlikle, çevresi surlarla çevrili kent beylikleri görülmeye başlar.
Orta Anadolu’da Boğazköy, Alişar ve Alacahöyük bunlardan bazılarıdır.
Konya’da Alaattin Tepesi de bu dönem yerleşmelerinden biridir. Bu dönemin
sonlarında Mezopotamya yazılı belgelerinde adı geçen Puruşanda krallığı ise
Konya Karahöyük olmalıdır.
İlk Tunç Çağı’nı izleyen Anadolu’da yazılı tarihin başladığı “Asur Ticaret
Kolonileri Çağı”ında adından sıkça söz edilen Puruşanda, Ord. Prof. Dr. Sedat
Alp tarafından Karahöyük olarak kabul edilmektedir. Anadolu’da Bakırtaş
Çağı’nı İlk Tunç Çağ’ı izler. Bu dönemde madencilikteki ilerleme ve maden
üretiminin sağladığı zenginlik surlarla çevrili kent beyliklerinin ortaya çıkmasına
yol açar. Bu dönemde Orta Anadolu’da Boğazköy, Alişar ve Alacahöyük önemli
yerleşmeler arasındadır. Konya’da da Alaattin Tepesi bu dönemi temsil eder.
Bu dönemin sonlarında, Mezopotamya yazılı belgelerinde Anadolu ile ilgili
bilgiler geçmeye başlar. Bu bilgiler arasında, Konya-Karahöyük’te olduğu
düşünülen Puruşhanda Krallığı hakkında verilenler önemlidir.
Bilindiği gibi Anadolu’da “tarih çağları” Assur Ticaret Kolonileri Dönemi ile
başlamaktadır. Bu döneme ait belgelerde adından sıkça söz edilen Puruşhanda
kenti, Sedat Alp tarafından Konya’daki Karahöyük yerleşmesi olarak kabul
edilmektedir.
Bu dönemde Orta Anadolu’da Hattiler otururken; Konya çevresinde Luvi
kökenli bir halk oturmaktadır. Bu nedenle bölgeye daha sonraki dönemlerde
Hititler Luviya, bir süre sonra da Luvi fırtına tanrısı Tarhu’dan dolayı
Tarhuntaşşa demişlerdi.
İLKÇAĞDA BÖLGENİN TARİHİ:
Asur Ticaret Kolonileri Çağı (M.Ö. 1950-1725)
Yaklaşık olarak M.Ö. 2000 yılları Anadolu için tarihi çağların başlangıcıdır.
İnsanlar bu dönemde önemli bir yere sahip olan tunç alaşımını elde edebilmek
için bakır ve kalaya ihtiyaç duymaktaydılar. Anadolu yarımadası bakır
kaynakları bakımından oldukça zengin olmasına rağmen, kalay yataklarından
yoksundu. Bu nedenle Anadolu maden ustaları kalayı tarih boyunca dışarıdan
sağlamak zorunda kalmıştır. Bu madenin, Anadolu’da yazının kullanılmadığı İlk
Tunç Çağı’nda nereden ve nasıl sağlandığı bilinmemektedir. Orta Tunç Çağ’da
275
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ise Asurlu tüccarların Afganistan’dan getirdikleri kalayı Anadolu’da
pazarladıkları anlaşılmaktadır. Asurlu tüccarlar getirdikleri kalay ve kumaşlara
karşılık Anadolu’dan Mezopotamya’ya bakır, altın ve gümüş gibi madenleri
götürmektedirler.
Bu dönemde Mezopotamya’da Dicle kıyısında yer alan Assur kenti bir ticaret
merkezi olarak gücünün zirvesindeydi. Asurlu tüccarlar doğuda Afganistan’dan
batıda Anadolu’ya kadar geniş bir yelpazede ticaret ilişkileri kurmuşlardı. Ayrıca,
Anadolu’da yerli beylere vergi ödeme karşılığında bazı kentlerde serbest ticaret
yapabildekleri “karum” adı verilen ticaret merkezleri kurmuşlardı. Kayseri’nin 22
km. doğusunda bulunan Kültepe Höyüğü o zaman “Kaniš Karumu” adı ile
bilinmekte ve Anadolu’daki ticaret merkezlerinin en önemlisi sayılmaktaydı.
Kültepe’de bulunan tabletlerde M.Ö. 2. bin yıl başlarında Anadolu ile
Mezopotamya arasındaki ticaret hakkında bilgiler bulunmaktadır. Burada, Kaniš
ismi verilen tepede, yerli-yönetici Anadolu beylerinin oturduğu ve “aşağı kent”
olarak bilinen etek kısımlarında da Assurlu tüccarların “Karum” adlı pazar
yerlerinin olduğu ortaya çıkmıştır. Anadolu’nun başka bölgelerinde yapılan
kazılarda da bu döneme ait çok sayıda yerleşmenin olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Metinlerde, bu dönemde Kuşşara Krallığı ile ilgili bilgiler vardır. Pithana isimli
bir kral tarafından Kuşşara’da (Alişar) kurulan krallığın merkezi, bu kralın oğlu
Anitta zamanında Kültepe’ye (Neşa=Kaniş) taşınmıştır.
Kültepe’nin başkent oluşundan sonra bu krallığın sınırları Orta Anadolu’da
yayılma göstermiş ve batıda Konya’ya kadar uzanmıştır.
Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nın en önemli ticaret merkezlerinden biri de
Konya-Karahöyük’tür. 1950’li yıllardan beri S. Alp başkanlığında burada
aralıklarla kazılar yapılmaktadır. Burada ortaya çıkarılan mühür baskıları ve
değişik formlardaki keramikler yüksek bir sanatı yansıtır ve yerleşmenin ticaret
hayatı bakımından önemini ortaya koymaktadır. Purušhanda bu dönemde Konya
Ovası’nı içine alan bir krallıktı4.
Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nda Kültepe (Kaniš) ile Purušhanda
(Karahöyük) arasındaki ticaret yolu bu günkü modern karayoluna oldukça yakın
bir şekilde uzanıyordu. Karapınar ise Purušhanda Krallığı içinde yer almalıydı.
Bu dönemde bölge halkı Luvi kökenli idi. Bir kısım bilim adamına göre Luviler
4
Alp 1972: 1-3.
276
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yerli Anadolu kabul edilen Hint-Avrupalı topluluklardı. Ancak başka bir görüşe
göre ise Anadolu’ya M.Ö. III. Bin yılın sonlarında göç etmişlerdi. Anadolu’ya
yaklaşık olarak M.Ö. 2300 yıllarında geldikleri kabul edilen bu halkın,
Anadolu’nun güneyinde Bizans döneminin ortalarına kadar varlıklarını
sürdükleri ve bölgede günümüze kadar gelen bazı antik yer isimlerinin Luvice
olduğu kabul edilmektedir. Klasik dönemde Lykaonia olarak adlandırılan Konya
Ovası’nın ismi M.Ö. II. binyılda Lukkavaniya, yani Luvilerin Ülkesi anlamına
gelmekteydi5.
Koloni Çağı’nın güçlü devleti Kuşşara krallığından kısa bir süre sonra kendi
soylarını Kuşşaralılara bağlayan Hitit Devletini görmekteyiz.
Hitit Devleti Dönemi:
Kuşşara Krallığının, yaklaşık olarak M.Ö. 1725 yıllarında son bulmasından
bir süre sonra Hitit Devleti’nin tarih sahnesine çıkmasıyla, Konya bölgesi
Hititler’in yönetimine geçmiştir. Hitit devletinin kuruluş dönemi hakkında
bilgiler veren Telepinu Fermanı, Hititlerin kurucu kralı Labarna’nın ele geçirdiği
kentler arasında Hupišna, Tuvanuva (Tyana=Niğde), Nenašša, Landa, Zallara,
Paršuhanda, Lušna’dan söz etmektedir6. Sözü edilen bu kentlerin büyük
çoğunluğu günümüzde Konya çevresinde yer almaktadır. Bu kentlerin
lokalizasyonu genellikle şu şekilde yapılmaktadır: Hupišna=Ereğli, Tuvanuva=
Bor-Kemerhisar, Nenaşşa =Aksaray, Landa =Karaman, Paruşhanta =Karahüyük,
ya da Acemhöyük, Zallara =Cihanbeyli(?) ve Lušna=Hatunsaray .
Hitit belgelerinde coğrafi olarak, Aşağı Ülke adıyla sözedilen bölge,
Kızılırmak’ın çizmiş olduğu yayın dışındaki alandı. Bu alanda dağların,
nehirlerin ve göllerin sınırladığı coğrafi bölge isimleri yer almaktaydı. Bölge
Hititler ile Batı Anadolu’da yer alan ezeli düşmanları Arzava devletleri arasında
bağlantıyı sağlayan stratejik öneme sahipti. Hititlerin Arzava ülkesine, bölge
üzerinden seferler yapmasına karşılık Arzavalıların da buradan Hattuşaş’a sefer
yaptığı görülmektedir. Bir Hitit belgesinde (KBo VI 28,Öy.8-9) “…Aşağı Ülke
yönünden Arzavalı düşman geldi ve O dahi Hatti Ülkesi’ni yakıp yıktı. Tuvanuva
Şehri’ni, Uda Şehri’ni sınır yaptı…”7 denerek bölgeden gelen düşmanın ulaşım
güzergahını vermektedir. Tuvanuva’nın antik Tyana kenti (Niğde Bor ilçesinin
Kemerhisar) olduğu bilinmektedir. Uda’nın lokalizasyonu ise henüz kesinlik
Ten Cate 1961: 195-200.
Alp 2000: 59.
7 Hawkins 1998: 1-33.
5
6
277
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kazanmamıştır. Ancak Karapınar ya da Gölören’in antik dönemdeki Hyde olması
önerilmektedir8. Hyde’nın Hitit yazılı belgelerinde geçen Uda ile benzerliği
dikkat çekmektedir9.
Hititler bu Arzava akınlarına karşı Konya çevresinde bir krallık kurmuşlardı.
Bu krallığın merkezi 1994 yılında tespit ettiğimiz gibi, Konya Hatip Kayalığı ve
çevresi idi10.
Hitit krallarından Muvattali, III. Hattuşili ve IV. Tuthalia zamanında bölgede
Muvattali’nin oğlu Kurunta kral olarak görev yapmıştır. Kurunta ile amcası III.
Hattuşili’in oğlu IV. Tuthalia arasında yapılan bir antlaşmaya göre Tarhuntašša
krallığının sınırı doğuda Pozantı, batıda Ilgın güneyde Akdeniz ve kuzeyde
Kulu’ya kadar uzanmaktadır11.
Tarhuntašša Kralı Kurunta ile Hitit İmparatoru IV. Tuthalia arasındaki
antlaşma metninde Uda şehrinin Fırtına Tanrısı ve Tanrıça Hepat’ın hazır
olduğundan söz edilmesi buranın dini bir merkez olduğunu yansıtmaktadır 12. Biz
de, Tarhuntašša ile Hatti Ülkesi’nin arasındaki sınırın Karapınar çevresinden
geçmiş olabileceğini düşünmekteyiz. Çünkü, bu antlaşma metnindeki sınır
tanımlamasında bölge ile ilgili bilgiler yer almaktadır.
Bölgede Hitit imparatorluğunun son dönemleriyle ilgili olarak, Hitit yazılı
belgelerinin yanı sıra, buradaki yazılı kabartmalar da önem taşır. Buradaki
kabartmalar arasında Hatıp-Kurunta ve Karadağ-Kızıldağ yazıtları önemlidir.
IV. Tuthalia, Kurunta’ya babası III. Hattuşili’n verdiği haklardan farklı olarak
daha kapsamlı haklar verdiği ve ayrıca ona bazı müstahkem mevkileri
verdiğinden söz etmektedir13. Bu antlaşma ile Tarhuntašša ile Hatti sınırı III.
Hattuşili dönemindeki konumundan daha doğuya doğru kaydırılmıştır. Nitekim,
Bronz Tablette (II 15 ve IV 1) 14 Dunna kentindeki Kuvappala’dan söz
edilmektedir. Bunun Yeni Asur belgelerinde “Muti Dağı” madenleri olarak sözü
edilen Bolkar Dağı gümüş madenleriyle ilgili bir maden olması mümkündür. Bu
Belke-Restle 1984: 174.
Bahar vd. 1996: 41.
10 Bahar vd. 1996.
11 Bahar vd. 1996: 50-55.
12 Bronz Tablet III. 84, 89: Otten 1988: 25.
13 Otten 1988: 10-18, Bronz Tablet II. 2-20.
14 Otten 1988: 16-17.
8
9
278
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
madenler ile bölgede uzun yıllar kazılar yapılan Niğde Ulukışla’daki Porsuk
arkeolojik yerleşmesinin ilişkisi görülmektedir15.
Hitit belgelerinde geçen “Dunna” ile Yeni Asur belgelerinde “Gümüş Dağları”
(Tunni Dağı) ve “Mermer Dağları” (Muli Dağı) olarak adlarından söz edilen16
dağlarla Bolkar Dağı gümüş yataklarının ilişkisi kurulmaktadır. Yeni Asur
döneminde adı geçen Tunni ile Hitit belgelerindeki Dunna’nın17 Porsuk olduğu
kabul edilirse bölgenin sınırlarının Kilikia geçitlerine kadar uzandığı
düşünülebilir.
IV. Tuthalia ile Kurunta (II. 4-20) ve III. Hattuşili ile Ulmi Tešub (Öy. 33-37)
Antlaşmalarında geçen Tuz Kayalığı ve diğer coğrafi bilgiler buradaki sınır
hakkında tanımlayıcı bilgiler vermektedir: Kurunta’ya verilen Šarmana kenti tuz
hakları; keçi ve koyun sürüleri için otlaklar bölgenin fiziksel yapısını tasvir
etmektedir. Bu tanımlama Antik Çağ coğrafyacısı Strabon’un Lykaonia ile ilgili
verdiği bilgilere oldukça yakındır18. Bölgedeki tuzla ilgili alanların başında Tuz
Gölü ve Karapınar Meke Tuzlası gelmektedir. Bu nedenle bu antlaşmalarda sözü
geçen yerlerin IV. Tuthalia tarafından Kurunta’ya verildiği ve dolayısıyla
Tarhuntašša’ya ait olduğunu kabul etmekteyiz 19. O halde, Karapınar Hitit
imparatorluk döneminde Tarhuntašša Bölgesi sınırları içinde idi. Yine bu bölgede
bulunan Emirgazi Anıtları ise IV. Tuthalia’ya ait olup, merkezî Hitit devletinin
batı sınırları içinde yer almaktaydı. Hitit-Tarhuntašša sınırı ise Karapınar ile
Emirgazi arasından geçmiş olmalıdır. Doğuya doğru ise bu sınır Pozantı
Geçidi’ne kadar uzanmalıdır.
Yener 1984: 108.
Luckenbill 1926: 579.; Bing, 1969: 44; Bu dönem Asur belgelerinde Tuna ile Hubisna birlikte
zikredilmesi bu iki yerleşmenin yakınlığını göstermektedir. Ten Cate 1961:21.: Ksenephon’un
Anabasis I. 2, 20’de Duna (Δάνα)’dan söz edilmektedir.
17Ertem 1973: 26; Garstang-Gurney 1959: 67; Goetze 1940: d.n. 198: Goetze Ulmi-Teşub antlaşmasından
(KBo IV 10 Vs. 36) hareketle Tarhuntašša ile Hitit arasına koymaktadır. Forrer’in Zeive olarak
değerlendirdiği görüşüne karşıdır; Rs.2; KBo V 3 Vs. I 56; 9 Rs. IV 7
18Strabon’un Lykaonia Ovası için verdiği bilgiler buradaki bilgilerle benzerlik göstermektedir. “...Tatta
Gölü doğal bir tuzla havuzudur...Lykaonia platosu soğuk, az su bulunduğu halde... olağanüstü koyun
yetişir...” (XII.568).
19 Konya ya da Hatip’in güneyinde tuz kayalığı yoktur. Bilindiği gibi, Anadolu’nun en büyük tuz
kaynağı Tuz Gölü’dür. Bu nedenle ilk akla gelen tuz kaynakları burasıdır. Ancak, bu konuda
dikkatli olunması gerekmektedir. Zira, Karapınar Meke Tuzlası jeolojik bir oluşum olarak dikkat
çekici bir krater gölüdür. Burası, Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet döneminde 1952 yılına
kadar TEKEL’in tuz işlettiği önemli kaynaklardan birisidir. Bkz. Gündüz 1980: 83.
15
16
279
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Tarhuntašša Kralı Kurunta Konya-Hatip’te tarafımızdan tespit edilen, yazıtta
kendisinden “Büyük Kahraman Kral Muvattaliş’in oğlu Büyük Kahraman Kral
Kurunta” olarak söz etmektedir. Yöneticisi başkentten hükümdar sülalesi
tarafından atanan bu krallık, Arzava ülkesine karşı tampon görevi görmekteydi.
III. Hattuşili yeğeni Kurunta’yı (Ulmi-Teşub) antlaşmalarla bazı haklar vererek
kendisine bağlamaya çalışmış, daha sonra oğlu IV.Tuthalia’da aynı yöntemi
denemiştir. Ancak buna rağmen Kurunta’nın isyanını önleyememiştir. Böylece
bir süre Kurunta Hitit Büyük Kralı olmuştur20. Bu yazıttan yola çıkarak,
Tarhuntašša’nın merkezinin de, Konya yakınlarındaki Hatip Kayalığı olduğunu
kabul etmekteyiz. Tarhuntašša Krallığı’nın batı sınırı Aksu, doğu sınırı Pozantı,
güneyi Akdeniz ve kuzeyi Karapınar çeveresi idi
Konya çevresindeki Kadınhanı-Köylütolu Baraj Anıtı (?), Eflatunpınarı,
Fasıllar ve Hatip-Kurunta Hitit Anıtları, Hitit Kralı Kurunta tarafından
yaptırılmıştır. Ancak, Ilgın-Yalburt Su Havuzu IV. Tuthalia tarafından
yaptırmıştır. Üzerindeki Luvice hiyerogliflerle dünyanın en güzel su
havuzlarından biri olan Yalburt’ta IV. Tuthalia’nın Batı Anadolu’ya yaptığı
seferden söz edilmektedir.
Baraj anıtı olarak adından söz edilen Ilgın-Kadınhanı arasındaki, 1 km.
uzunluğu ve 50 m. yüksekliğindeki Köylütolu anıtı bir yol anıtı olmalıdır.
Beyşehir’de, şimdi Höyük sınırları içinde olan Eflatunpınar su kültü ile ilgili
kutsal bir havuzdur. Günümüzde Konya Arkeoloji Müzesi tarafından kurtarma
kazıları yapılan bu havuz 19. yüzyıldan bu yana araştırmacıların bildiği, dünyada
toprak üstünde ayakta kalabilmiş en eski su havuzudur denilebilir. Üzerinde
bulunan Fırtına Tanrısı, Güneş Tanrıçası, dağ tanrıları ve demonları (cinleri),
önündeki boğa başlı savakları ile eşsiz bir anıttır.
Beyşehir-Seydişehir arasındaki Fasıllar Anıtı ise yaklaşık 70 ton ağırlığıyla,
henüz ayağa kaldırılamamış bir şekilde 3250 yıldır yatmaktadır. Bu anıtın burası
içinmi yapıldığı yoksa Eflatunpınar Anıtı içinmi yapıldığı konusu tartışmalıdır.
Ancak, bizim görüşümüz Fasıllar Anıt’ının kendi bulunduğu yer için
yapıldığıdır. Çünkü, Fasıllar kesimi Hititler döneminde çok önemli bir konuma
sahipti. Özellikle Hatip’den gelen yollar buradan Akdeniz’e ulaşıyordu. Şimdi bu
yolun paraleli Konya-Seydişehir-Manavgat yoludur.
20
1996 yılında Konya dağcılarından Osman Tekin ve Arif Solmaz’ın yardımlarıyla kurulan dağcı
ipleriyle çıkılması güç olan kayalık yüzeyine çıkılarak temizlik yaptık.
280
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
HİTİTLERİN YIKILIŞI
M.Ö. 1200 yıllarında Doğu Avrupa’dan Anadolu’ya doğru gelişen kavimler
göçüyle Hitit İmparatorluğunun yazılı kaynakları susmuştur. Tarihe “Ege
Göçleri” olarak geçen bu göçlerin tehlikesini Alaşia (Kıbrıs) ile Ugarit (RasŞamra) Kralları arasındaki yazışmalar yansıtmaktadır. Ön Asya’da büyük siyasal
değişikliklere yol açan ve tarihçilerin “Ege Göçleri” olarak adlandırdığı bu
göçlerden Mısır kaynakları “Deniz Kavimleri Göçü” olarak söz etmektedir.
Mısır firavunu Merneptah, Karnak Tapınağı’nın duvarlarına, M.Ö. 1225
yılında Mısır sınırlarına dayanan ilk göçteki kavimlerin isimlerini Ekweşler,
Turşalar, Rukkular, Şerdanalar ve Şekeleşler olarak yazdırmıştır. M.Ö. 1190 yıllarınd
a gerçekleşen ikinci göç dalgasının korkunçluğunu III.Ramses (M.Ö.1197-1165)
Medinet-Habu tapınağının duvarlarında resimler ve hiyeroglifler ile tasvir
etmiştir: “Hatti (Hitit) ülkelerinden hiçbiri bunların saldırısına dayanamadı. Kode,
Kargamış, Arzava ve Alaşia tahrip edildiler. Bu insanlar Amurru ülkesinde bir yerde
ordugahlarını kurdular. Buranın halkını sanki hiç yokmuş gibi mahvettiler. Bunlar
önlerinde bir ateş perdesi bulundurmak suretiyle Mısır üzerine yürüdüler. Müttefikler
arasında Pelest, Turşa, Şerdana, Şekeleş, Zakkari, Danuna ve Vavaş’lar vardı. Bu
insanlar dünyanın kenarındaki ülkelere bile el uzatıyorlardı. Kalpleri güvenle doluydu ve
kendi kendilerine “planlarımızı başarıyoruz” diyorlardı”. Ailelerini ve eşyalarını
karadan öküz arabaları ve denizden gemileriyle taşıdıkları betimlenen bu
kavimleri III. Ramses yenilgiye uğratarak Mısır topraklarından geri çıkarmıştır.
Ancak bunlardan Pelestler ve Zakkariler Filistin’e yerleşerek burada
kalmışlardı21.
Hitit İmparatorluğunun sonunu hazırlayan Ege Göçlerine kuzeydeki ezeli
düşmanları Kaşka saldırıları da katkı sağlamıştır. Başkent Boğazköy’e saldıran
Kaşka kabileleri Hitit merkezini yağma etmişlerdir. Son yıllarda Boğazköy’de
yapılan kazılar Hitit kültürünün burada sürdüğünü göstermektedir. Ancak, eski
gücünü yitiren Hitit devletinin merkezinin güneyde Torosların dağlık bölgelerine
çekildiği söylenebilir. Dağınık beylikler halinde varlıklarını korumaya çalışan
Hititlerin en önemli krallıklarından birisi de Konya Kızıldağ’da ortaya çıkan
“Hartapuş Krallığı”dır22.
21
22
Mansel 1971: 88; Memiş 1989: 72-73.
Hawkins 1992; Bahar 1999.
281
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Geç Hitit Krallıkları
Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Konya çevresi Hartapuş
Krallığı’nın yönetimine girmiştir. Hartapuş Krallığı’nın tarihlemesi konusunda
farklı görüşler mevcuttur. Ancak, sınırlarının doğuda Aksaray, batıda Konya ve
doğuda Maraş’a kadar yayıldığı kabul edilmektedir. Bu krallık Hitit
İmparatorluğu sonrasında kurulan ve Tarhuntašša Kralı Kurunta’nın soyundan
gelenler tarafından yönetilmekteydi. Başka bir görüşe göre Hartapuş, Hitit kralı
III. Hattuşili’in tahtından uzaklaştırdığı III. Murşili’nin oğludur. Çünkü burada
Hartapuş’a ait bir yazılı belgede kendisinin Murşili’nin oğlu olduğu
belirtilmektedir. Ancak bu Murşili’in III. Hitit kralı Murşili olup olmadığı
tartışma konusudur. Hartapuş Krallığı’nın tarihlenmesi konusundaki farklı
görüşler krallığın M.Ö. XII. Yüzyıl ile VIII. Yüzyıl arasında farklı tarihlere
konmasına yol açmaktadır.
“Geç Hititler Dönemi” olarak adlandırılan bu dönemde Orta Anadolu’nun
doğusunda, Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’da bir takım krallıklar ortaya
çıkmıştır. Hitit geleneğini sürdüren Luvi etnik kökenli, Kuzey Suriye Arami etkili
karmaşık bir kültüre sahip olan bu krallıklarda Luvice olarak bilinen Hitit
Hiyeroglif yazıtlarını kullanmaktaydı. Ereğli’de bulunan Kral Warpalawaş’a ait
olan bir anıtta Luvi Bereket tanrısı Tarhu ve ona dua eden Kral Warpalawaş yer
almaktadır. Krala ait yazıtta onun Tuvana kralı olduğunu öğrenmekteyiz. M.Ö.
735 yıllarına ait olduğu öne sürülen bu anıtta kralın elbisesinin yakasına takılı
olan Frig fibulası (iğne) ilginçtir23.
Asur belgelerinde Tuhana olarak geçen Tuvana, Tabal krallıklarından biridir.
M.Ö. 738 yılında Asur Kralı III. Tiglatpileser Tabal’a yaptığı bir seferde Tuhana
Kralı Urballa’dan söz etmektedir24. Kuşkusuz Tuhana, Tuvana ve Urballa da
Warpalawaş’tır. Tuvana, Eski Hitit Krallığı’ndan itibaren adı geçen BorKemerhisar (Kilisehisar)’dır. Şimdi Halkapınar ilçesi sınırları içinde İvriz’de
(Aydınkent) yer alan bu anıt Varpalava’a aitti. Bu krallığın sınırlrının batıda
Karapınar’a kadar uzandığını düşünmekteyiz.
Frigler Dönemi:
Bu döneme ait Konya Alaattin Tepesi, Seydişehir II Höyük, Çumra-Cicek
Höyük ve Karapınar Kıcıkışla’da (Yağmapınar) Frig karakterli eserler
23
24
Akurgal 1988: 147.
Luckenbill 1926: 276, 287.
282
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bulunmuştur25. Şimdi, Konya Arkeoloji Müzesi, Ereğli, Anadolu Medeniyetleri ve
Kocabaş Koleksiyonu gibi müzelere dağılmış olan bu eserlerin içinde Lidya
uygarlığını yansıtan türleri de bulunmaktadır26. Kıcıkışla buluntuları M.Ö. VIII.
yüzyılda Karapınar’nın Frig ve Tuvana krallığı arasında sınırda yer aldığını
göstermektedir. Karapınar Alitepesi’nde Demirçağı kültürlerini yansıtan Batı Frig
merkezli Gordion etkili keramik parçaları bulunduğu gibi Doğu Alişar kökenli
keramik türleri de bulunmaktadır. Karapınar, siyasal olduğu gibi, kültürel olarak
da doğu ile batı demir çağları merkezleri arasında yer almaktadır 27.
Asur yazılı belgelerinde Muşki Kralı Mita’dan söz edilmektedir28 Mita’nın
Frig Kralı Midas olduğu konusunda bilim adamları hem fikirdirler. Ancak bazı
bilim adamları Muşkiler ve Friglerin ayrı kavimler ve Mita’nın (Midas) iki ayrı
kesimden oluşan bir konfedarasyonun kralı olduğunu iddia etmektedirler 29.
Bölge Frig kralı Midas’ın Asur’a yaptığı seferlerin güzergahı durumundadır.
Midas bölgeden birkaç kez (M.Ö. 717-709) geçmiştir. Bu kral, Torosları büyük
ihtimalle Sertavul Geçidi’nden geçerek, Harrua’da (bugünkü Silifke yakınlarında)
Asur Kralı II. Sargon ile savaşmıştı. Sargon’a yenilen Midas büyük ihtimalle aynı
yoldan Konya ovasına kaçmıştı. Midas’ı bir süre takip eden Sargon onu vergi
vermeye zorlamıştı30. Fakat bu sırada doğudan İskit baskılarıyla Anadolu’ya
giren Kimmerler, Urartu kentlerini yağmayalarak Orta Anadolu’ya kadar
ilerlemişlerdi. II. Sargon ise Tabal’da Kimmerlerle yapmış olduğu savaşta
yenilerek, M.Ö. 705 savaş meydanında ölmüştür. Ertesi yıl Asur kralı
Assarhaddon, Ereğli- Karapınar arasındaki Hupişna’da Kimmerleri yenmiştir31.
Bunun üzerine Kimmerler batıya yönelmiş ve Frig Devleti’nin başkenti Gordion’a
saldırmışlardır. Friglerin başkenti M.Ö. 695 yılında Kimmerler tarafından yakılıp
yıkıldı ve yağmalandı. Bunun üzerine Midas boğa kanı içerek intihar etti 32.
Frig devletinin Kimmer saldırıları sonunda yıkılmasıyla bölge Kimmerlerin
eline geçecektir. T. Tarhan tarafından Proto-Türk olarak kabul edilen Kimmerler
Orta Anadolu’da 200 yıla yakın “Kapadokia Bozkır Devleti”ni kurmuşlar ve M.Ö.
Bahar 1999.
Bahar 1999: 12.
27 Eyice 1965: 117-141; Bahar 1999: 22.
28 Luckenbill 1927: 8 vd.; Bing 1969: 68, 71, 78.
29Sevin 1998, 51-65; Sevin, 1997,163; Bahar 1999:12.
30 Mellink 1991; Bahar 1999:10
31 Luckenbill 1927: 206-207.
32 Akurgal 1955: 123; Metzger 1969: 57.
25
26
283
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
590 yıllarında tarih sahnesinden çekilmişlerdir33. Bu dönemde Konya’nın doğu
kesimleri sözü edilen devletin güneybatı sınırları içinde olmalıdır.
Lidyalılar Dönemi:
Batı Anadolu’da Kimmerleri ülkesinden çıkaran Lidyalılar daha önce
Friglerin egemen oldukları topraklara sahip olmuşlardır. Başkentleri Manisa
Salihli yakınları Sard kenti olan Lidyalıların doğudaki sınırları Kızılırmak’a kadar
uzanmaktaydı34. Kızılırmak’ın doğusunda Medler yer alırken, güneydoğuda ise
Asurluların boşaltmış oldukları toprakları Yeni-Babillliler zaptetmişti. Yeni
Babilliler Hume olarak adlandırdıkları Ovalık Kilikia’yı baştan sona fethederek,
kralları Neriglissar zamanında Dağlık Kilikia’da yer alan Pirundu kralı
Apuašu’yu yenilgiye uğratmışlardı. Apuašu Yeni Babillilerin Ludu ismiyle
andıkları batıdaki Lidya topraklarına sığınmıştır. Onun kaçtığı alan Konya’nın
güneyindeki dağlık Toroslar olmalıdır. Yeni Babilliler ise Šallune’ye35 kadar
ilerlemişlerdi. Šallune klasik dönemdeki Selinus olup günümüzdeki Antalya’nın
Gazipaşa ilçesidir. Bu nedenle Yeni Babillilerin bu bölgeye kadar ilerlediği
anlaşılmaktadır.
Yeni Babil Kralı Neriglissar’ın seferlerinde batı komşuları Lidyalılardan Ludu
olarak söz edilmektedir36. Bu bilgiler ışığında Torosların kuzeyindeki topraklar
Karapınar dahil Lidyalılara aitti. Karapınar Kıcıkışla’da bulunan keramiklerden
bir kısmının Lidya eserlerine benzerlikler bunun kanıtı olmalıdır. Lidya Devleti
İran’dan gelen Pers saldırıları ile M.Ö. 547 yılında tarihe karıştı 37. Bu tarihten
ibaren bölge iki yüz yılı aşan bir süre Pers yönetiminde kalacaktır.
Persler Dönemi:
Persler Anadolu’yu satraplık adını verdikleri eyaletlere ayırmışlardı.
Yunanistan’dan Hindistan’a kadar, 22 satraplığa bölünen imparatorluk toprakları
içinde Anadolu’da İauma (İon) Satraplığı, Sparda (Sardeis) Satraplığı, Daskleion
Satraplığı, Kilikia Satraplığı ve Armenia Satraplığı gibi eyaletler vardı.
Herodot’un verdiği bilgilerden, bu dönemde Karapınar ve çevresinin Frigya ile
Kilikia arasında bir alanda olduğu anlaşılmaktadır. Bu bölge idari olarak
Daskleion Satraplığı içinde yer almaktaydı. İran’daki Pers başkentinde taht
33Tarhan
1979: 355-369
Herodot I. 16. 74.
35 Hititler döneminde burası Şalluşa olmalıdır. Bkz. Bahar vd. 1996: 50-56, Harita 1.
36 Wiseman 1956.
37 Sevin 1982: 522.
34
284
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
meseleleri çıkınca, bu sırada batıda bulunan Genç Kyros ordularını alarak
merkeze harekete geçmişti. Onun Yunanlılardan oluşan ordusunun başında
bulunan Ksenephon bu sefere katılmış ve yazdığı eserinde bölgeyi tasvir etmişti
(Anabasis I. 13).
Ksenophon Tyrianion’da (Ilgın) Pers prensi Genç Kyros’un ordusu üç ile
birlikte gün konaklamıştır. Ilgın ovasında bir geçiş töreni düzenlenmiştir.
Buradan üç günlük bir yürüyüşten sonra Frigya’nın son kenti olarak belirttiği
İkonion’a (Konya) varmıştır. Konya –Ilgın arasındaki mesafe düşünülürse Pers
ordusu günde 27 km. lik bir yol kat etmiştir. Konya’da üç gün kaldıktan sonra
Lykaonia içinde, beş gün otuz fersenk 38 ilerledi. Burası düşman bir ülke olarak
görüldüğünden
Yunanlılara yağmalatıldı. Kilikia kraliçesini, yanına
komutanlarından Menon’u ve Menon’un askerlerini katarak en kısa yoldan
ülkesine gönderdi. Bu yolun Karaman üzerinden Sertavul Geçidi ile Silifke
yoluyla Tarsus’a uzanan yol olduğu sanılmaktadır. Kyros’un kendisinin ise
Lykaonia’dan (Konya Ovası) Kappadokia’ya geçtiği, burada dört günde yirmi
fersenk ilerlediği ve zengin bir kent olan Dana’ya vardığından söz edilmektedir.
Dana kenti Asur ve Hitit belgelerinde geçen Tunni, ya da Du-un-na39 olmalıdır.
Burasının da günümüzdeki Porsuk olduğu kabul edilmektedir 40. Ilgın, Konya ile
Porsuk (Ulukışla’da) arasındaki güzergah Karapınar’dan geçmektedir. Bu
nedenle, Ksenephon’un anlattığı olaylar bu alanda geçmektedir. Aynı zamanda
Karapınar’ın Lykaonia ile Kappadokia arasında olduğu anlaşılmaktadır.
Persler’den sonra Anadolu Büyük İskender ve haleflerinin yönetimine girmiştir.
Büyük İskender ve Helenistik Dönem:
Büyük İskender M.Ö. 334 yılında ordusu ile birlikte Çanakkale Boğazı’ndan
Anadolu’ya geçti. Granikos’da Pers ordusu ile karşılaşarak onları mağlup etti.
Batı Anadolu’dan sonra güneyede bugünkü Antalya çevresine (Likya ve
Pamfilya) geçti. Buradaki kentleri alarak kuzeye Frigya’ya yöneldi. Pisidya
bölgesinden (Bugünkü Isparta-Burdur çevresi) Frigya’daki Kelainai (Dinar)’ye
ulaştı ve burada Frigya satraplığının başına Antigonos’u getirdi. Buradan
Frigya’nın merkezi Gordion ve oradan da Ankara’ya ulaştı41. Gülek Boğazı’nı
geçerek Çukurova’ya ulaşan İskender İssos’ta (Pinaros-Deliçay) Persler’i ağır bir
yenilgiye uğrattı (M.Ö.333).
Pers uzunluk ölçü birimi fersenk Yunan ölçü birimi 30 stadia (1 stadion 600 ayak), 5,6 km. idi.
Bronz Tablet, II 15, IV 1; Otten 1988: 16, 26.
40 Bahar vd. 1996: 53.
41 Özsait 1980: 125-128.
38
39
285
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Büyük İskender, İssos Savaşı’ndan sonra, Kilikia satraplığına kral
muhafızlarından Nikanoros’un oğlu Balakros’u atamıştı. Balakros Kilikia’da
güvenliği sağladıktan sonra, Pisidia’nın doğusu ve İsauria’da otoriteyi sağlamak
istemişti. Bu satrap, Toroslar’ın kuzeyinde Lykaonia’yı da içine alan bölgedeki
faaliyetleri sırasında isyancılar tarafından öldürülmüştür (M.Ö.324).
Onun ölümü üzerine B. İskender’in generallerinden Perdikkas’ın bölgenin
güvenliğini sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Perdikkas bölgede düzeni
sağladıktan sonra Eumenes’i Kapadokia satraplığı’na getirmiştir. M.Ö. 317
yılında Eumenes’in Gabiene’de (İran Isfahan yakınında) Atigonos’la yapılan bir
savaşta öldürülmesi ile İskender imparatorluğundaki çekişmeler daha da arttı. Bu
savaşlar sonucunda toprak paylaşımında Seleukos Orta Anadolu’dan Hindistan’a
kadar olan topraklara sahip olmuştu. Seleukosların bölgedeki egemenliği M.Ö.
188 yılına kadar sürmüştür42.
Galat Dönemi:
Seleukosların yönetimi sırasında Avrupa’dan Anadolu’ya göç eden Galatları
görmekteyiz. Anayurtları hakkında aydınlatıcı bilgi olamamakla birlikte onlarla
ilgili ilk bilgiler M.Ö. VI. yüzyılda verilmektedir43. M.Ö. IV. ve III. Yüzyıllarda
İtalya, Makedonya, Thrakeia, Yunanistan ve Anadolu’yu istila eden bu kavmi
Grekler Keltoi (Keltler) ve Romalılar ise Galatai (Galatlar) olarak
adlandırmışlardı44. M.Ö. 278/77 yılında büyük Galat kafilelerinin Boğazlar
üzerinden Anadolu’ya geçişleri bu ülkenin tarihi için önemli olmuştur. Çünkü
Galatlar, Seleukos kralı I. Antiochos’sun “Filler Savaşı” adı verinle bir savaşta nda
elde ettiği zafere ( M.Ö. 275/74?) rağmen, Anadolu’nun ortasında, Sakarya ile
Kızılırmak arasındaki bölgeye yerleştiler45. Ankara’yı başkent yapan Galatlar
Konya ile Ankara arasına yayıldılar. Bu bölge uzunca bir süre “Galatia” adı ile
anıldı. Orta Kızılırmak Havzası üç Galat boyu tarafından paylaşılmıştı. Ankara ve
çevresi bu Galat boylarından Tektosagların, Tavion (Büyük Nefesköy) merkez
olmak üzere Kızılırmak’ın doğusu Trokmilerin eline geçmişti. Kappadokia ve
Pontos bölgeleri Trokmilerin komşusuydu. Ankara’nın batısı ve güney batısında
kalan bölge Tolistobogoilerin yerleştiği bölgeydi. Daha sonraki yıllarda özellikle
M.Ö. I. Yüzyılda Tektosaglar’la Tolistobogoilar’ın ülkelerinin sınırları
Özsait 1985: 19–25.
Kaya 2000: 2.
44 Strabon, Geographika IV 1.14: Diodoros, Bibliotheke V 32, 1: Kaya, 2000: 1; Sevin 2001: 213- 221.
45 Mansel 1971: 471.
42
43
286
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Lykaonia’nın tamamı ile Pisidya’nın kuzey bölgelerini içine almıştı 46. Bu
dönemde Tolistobogoilar’ın Konya ve çevresine kadar yayıldığı bilinmektedir.
Bergama Krallığı Dönemi: (M.Ö. 188 -129):
M.Ö. 190 yılında Rodos ve Bergama donanmalarının da yardımı ile
Hellespontos’u (Çanakkale Boğazı) geçerek Anadolu’ya giren Roma orduları
Bergama orduları ile birleşerek Magnesia ( Manisa) yakınlarında Seleukos Kralı
III. Antiokhos’u yenilgiye uğratmıştır. M.Ö. 189 yılında Roma Antiokhos’a
yardım eden Galatlar’ı cezalandırmak için Anadolu’ya bir sefer düzenledi.
Frigya’ya giren Roma orduları Ankara’ya kadar İç Anadolu bölgesini ele geçirdi.
Ankara’nın 15 km. doğusunda Magaba Dağı’nda (Elmadağ) yapılan savaşta
Romalı Konsül Manlius komutasındaki Roma ordusu Galatları yenilgiye
uğratarak yaklaşık 8000 Galatı öldürmüştür. Bu savaş sonunda Kappadokia ve
Galatların kralları Manlius’a elçiler göndermişlerdir. Manlius’un uyarısıyla
Galatlar Bergama Kralı II. Eumenes ile barış içinde yaşayacaklarına söz
vermişlerdir47.
M.Ö. 188 yılında Romalılar ile Seleukoslar arasında yapılan Apameia Barışı
ile Seleukoslar Kalykadnos (Göksu) nehrinin batısında kalan toprakları Roma
müttefiki Bergama’ya bırakmak zorunda kaldılar. Bu barış antlaşmasına göre
Roma Küçük Asya’da toprak almak istemediğinden Lykaonia ve çevresini
müttefiği Bergama Kralı II. Eumenes’e bırakmıştır48. Bu dönemde Karapınar ve
çevresinin Bergama Krallığının doğu sınırları içinde yer aldığını düşünmekteyiz.
Galatlar M.Ö. 168/67 tarihlerinde Bergama’ya karşı bir isyan girişiminde
bulunmuşsa da bu isyan II. Eumenes tarafından bastırılmıştır. M.Ö. 166
Eumenes’in bu başarısından sonra Roma Galatlar’ın ülkeleri dışına çıkmaması
şartıyla onlara hürriyet tanımıştır.
Roma Dönemi: (M.Ö. 129 – M.S. 330)
Romalılar Seleukoslara ve Galatlara karşı kazandıkları zaferlere rağmen bir
süre bölgeden toprak talebinde bulunmadı. Elde ettikleri toprakları müttefikleri
olan devletlerarasında paylaştırarak denge siyaseti izledi. Roma Küçük Asya’da
temkinli bir dış politika izleyerek yerel güçlerin tepkisini çekmeden müttefikleri
Strabon, Geographika, XII. 540, 541, 568.
Lequenne 1979: 82; Özsait 1985: 63; Kaya 2000: 63-65.
48 Livius, Ab Urbe Condita, XXXVII, 56, 2; Özsait 1985: 65.
46
47
287
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
aracılığıyla hareket etme yolunu tercih etti. M.Ö. 133 yılında Bergama Kralı III.
Attalos ölürken vasiyeti üzerine ülkesini Roma’ya bırakmıştır49.
Romalılar M.Ö. 129 yılında Provencia Asia eyaletini kurdular. Eyaletin
toprakları Batı Anadolu’dan Orta Anadolu’da Konya’ya kadar uzanmaktaydı. Bir
süre Bergama Krallığı’nın doğu kesimi Küçük Asya Eyaleti içine katılmamıştır.
Lykaonia, Kybistra ve Derbe Kapadokia Kralı V. Arirathes’in oğullarına
bırakılmış olmalıdır. Bu nedenle Karapınar’ın da bu dönemde Kapadokia
Krallığı’na verildiğini düşünmekteyiz.
Roma döneminde doğuya uzanan önemli yollardan biri de Ilgın çevresinden
geçmekteydi. Strabon bu yolun Efes’ten başladığını Aydın, Sultanhisar ve
Yalvaç’a kadar uzandığını oradan Phrygia Paroreia (Sultan Dağları) ve
Philomelion’e (Akşehir) ulaşıldığını, oradan da Ilgın (Tyriaion)’a ve Ladik
(Laodikeia Katakaumene)’e varıldığını anlatır. Strabon, buradan doğuda
Lykaonia’dan Koropossos ve Kapadokia’nın sınırı olan Garsaura’ya 50, oradan da
Mazaka’ya (Kayseri) giden doğu yolundan söz etmektedir51.
Pontos Kralı Büyük (VI.) Mitridates zamanında Lykaonia Kapadokia
yönetiminde kaldı52. M.Ö. I. Yüzyılın ortalarında Lykaonia batıda Laodikea’ya
kadar Kilikia krallığını temsilen bir bey tarafından yönetildi. Lykaonia’nın
güneyinde bulunan Derbe ve Laranda ise Kapadokialı Antipatros Debetes’e aitti.
Antipatros’un krali ikematgahı Derbe’de idi53. M.Ö. 39 yılında Kapadokialı
Polemon İkonion ve çevresine sahip olmalıydı. Strabon Polemon’un egemen
olduğu bölgenin Kappadokia, Lykaonia ve Kilikia Trakheia arasında yer
aldığından söz etmektedir. Ona göre Lykaonialılar ile Kappadokialılar arasındaki
sınır Lykaonialılara ait Koropossos ile Kapadokialılara ait Garsaura arasındadır 54.
Dağlık Kilikia ise güneyde Ermenek ve Mut çevresidir55. Polemon’un egemenliği
bu bölgeler arasında olduğuna göre Konya ve çevresi onun egemenliğinde idi.
Daha sonra bu toprakları M.Ö. 36 yılında Romalı Antonius Galatia kralı
Diodoros, Biliotheke Historikhe, XXXIV-XXXV, 3; Mansel 1971: 488; Özsait 1985: 68. Kaya 2000: 77.
Burasının Konya Aksaray olduğu görüşleri vardır. Calder-Bean, 1958. Bu haritada Calder
İkonium’dan Sawatra ve Kana’dan ordan da Hyde’ye geçen bir yol güzargahı göstermektedir.
51 Strabon XIII.663. 29.
52 Justinus XXXVIII 1.2.3.
53 Strabon XII, 569, 3.
54 Garsaura’nın şimdiki Aksaray olduğu kabul edilmekte Koropossos’un da Konya-Aksaray arasında
bir yerde olduğu sanılmaktadır. Bkz. Ramsay 1960: 312, 380, 387.
55 Ramsay 1960: 59, 370, 401, 405.
49
50
288
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Amyntas’a vermiştir. Amyntas Antonius ile Augustus arasındaki mücadelede
Augustus’un yanında yer almıştır. Nitekim, M.Ö. 31 yılında Aktium’da
Antonius’u yenilgiye uğratan Augustus bu toprakları kendisinin yanında yer
alan Amyntas’da kalmasına izin verdi. Amyntas sınırlarını güneye doğru
genişleterek Derbe ve çevresinde egemen olan Antipatros’u öldürdü ve
topraklarını ele geçirdi56.
Bu dönemde yapılan mücadeleler sırasında Konya ovasının güneyinde
Toroslarda (Trogitis=Suğla Gölü yakınları) Homonoadlara karşı yürütülen bir
savaşta Homonad şefi öldürülmüştü. Bunun üzerine Homonad şefinin eşi bir
ordu toplayarak Amyntas’ı bu dağlık arazide pusuya düşürerek öldürmüştür
(M.Ö. 25). Onun ölümünden sonra, Roma İmparatoru Augustus tarafından
Galatia bölgesi bir eyalet haline getirildi57. Ancak Roma’nın bölgede egemenliğini
yerleştirebilmesi Kilikia ya da İsauria korsanları ile yapılan uzun mücadeleler
sonucunda gerçekleşebildi58.
Augustus Provencia Galatia’yı (Galatia Eyaleti) kurma görevini Marcus
Lollius’a verdi. Lollius M.Ö. 25-23 yıllarında bölgede valilik yaptı. Bu eyalet
sınırları içinde Pisidia, Lykaonia, Kilikia Trakheia ve Attalia (Antalya) yer aldı.
Eyalet sınırları krallık dönemindeki sınırlarına ulaşıyordu59. Ankara’dan
Antalya’ya kadar uzanan bu sınırlar içinde Lykaonia olarak adlandırılan Konya
ve çevresi de yer almaktaydı.
Augustus Toroslar’daki İsaurialı korsanlara karşı, bugünkü Hatunsaray’da
Lystra kolonisini kurmuştu. Yaklaşık M.Ö. 9 yıllarında kurulan bu koloni
bölgenin güvenliğini sağlamada çok önemli bir rol üstlenmişti. M.S. 40-44 yılları
arasında Hristiyanlığı tebliğ için bölgeye iki kez gelen St. Paul burada Derbe,
Lystra ve İkonium kentlerine uğramıştı. Bundan, bölgede bu kentlerin o
dönemdeki etkileri anlaşılmaktadır. Bölgede bu döneme ait yazıtlar bulunmuştur.
İlk kez 1860 yılında Sterrret tarafından tespit edilen Lystra kolonisine ait yazıt
Konya Arkeoloji Müzesi’dedir. Bu dönemde Klistra da (Gökyurt) önemli bir
merkezdir. Burada bulunan kaya mezarları ve kaya kiliseler burasının dinlenme
ve inziva amaçlı çekilen bir merkez olduğu anlaşılmaktadır. Epigraf Thomas
Strabon XII, 569. 3.
Cassius Dio LIII; Özsait 1985: 84-96.
58 Özsait 1985: 31-40, 65-68, 87-90.
59 Strabon XII 6.34; Cassius Dio XXXII 3; XLIII 26.3; Özsait 1979.; Ramsay 1960: 243 vdd.; Kaya 2000:
106-107.
56
57
289
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Drew-Bear ile yapmış olduğumuz araştırmalarda Lystra’daki Romalı askerlerin
emekliye ayrıldıktan sonra buraya gelip yerleştiklerini tespit ettik60.
İmparator Hadrianius zamanında (M.S. 117-138) bölge yine Galatia eyaletine
bağlıdır. Antonius Pius zamanında (M.S. 138-161) ise eyaletin güney sınırları
ayrılarak İsaurialılar ve Kilikialılar ile birleştirilmiştir. Antonius Pius tarafından
Lykaonia, İsauria ve Kilikia olarak üç parçalı bir eyalet sistemi kurulmuştur.
Ancak, bu eyaletin Lykaonia’nın kuzey kesimlerinin M.S. III. Yüzyıllara kadar
Galatia eyaletine bağlı olduğu sanılmaktadır. Diocletianius’un eyalet
taksimatında Lykaonia adından söz edilmez. Çünkü O İkonion topraklarını
Pisidia ve Isauria eyaletleri arasında bölüştürmüştü. Lykaonia’nın Pisidia’ya
verilen kesimi Diocesis Orientes; İsauria’ya verilen kesimi ise Diocesis Asiana
olarak adlandırılmıştır. M.S. 400 yıllarında Diocesis Asiana serbest bir hale
gelmiştir. M.S. 674 yılında Hierokles’in listesinde ise Lykaonia piskoposlarından
söz edilmektedir61.
BİZANS DÖNEMİNDE KONYA
Antik Dönem’de İkonium olarak anılan Konya ve çevresi Lykaonia Bölgesi
olarak adlandırılıyordu. M.S. I. yüzyılda Kilikia ve Galatia eyaletlerine bağlıydı.
Roma İmparatoru Cladius kendi adını verince, kent Claudiconium şeklinde
anılmaya başlanmıştır (M.S.41). İmparator Hadrianus zamanında ise Roma
kolonisi haline getirilerek “Colonia Selie Adriana Augusta İconium” denilmiştir.
Bu dönemde St. Paul ve Barnabas’ın Konya’ya gelerek Hristiyanlığı tebliğ etmesi
sonucunda Konya önemli bir hristiyanlık merkezi haline gelmiştir (M.S. 47-50).
230 yılında toplanılan bir synodluk ile Konya’daki piskoposluk güvence altına
alındı62.
260 yılında bölge Sasaniler tarafından işgal edilmiştir. IV. yüzyılda
Diocletianus’un kurduğu eyalet düzeninde Konya Pisidia Eyaleti’nin ikinci
dereceden bir kenti durumundadır. Tutuklu bir İsauria'lının ölümü sonucu
bölgede 354 yılında İsaurialıların geniş çaplı bir isyanı görülür. Lykaonia
bölgesinin vilayet olarak tesisi 371-372 yılları arasında olmalıdır. Bölge daha önce
Ayrıca, burada Konya Arkeoloji Müzesi bir temizleme ve restorasyon çalışması yürütmektedir.
Eserler daha çok M.S. II.- VI. Yüzyıla aittir. Ancak Klistra’nın 1 km. kuzeyinde 1997 yılında
tarafımızdan tespit edilen Mula Höyük İlk Tunç Çağı’na kadar uzanmaktadır. Burada
Hatunsaray’daki Hatunsaray ve Zoldura Höyüklerin Kalkolitik Çağ’a kadar uzandığını belirtmek
gerekir. Zoldura’nın Hitit dönemindeki Lušna olup olmadığı da bir ayrı tartışma konusudur.
61 Ramsay 1960: 370-380.
62 Ramsay 1960: 366 vdd.: Zoroğlu 1984: 137-40.
60
290
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Pisidia ile İsauria arasında paylaştırılmıştı. 370/72 yıllarında ise İkonium (Konya)
yeni kurulan Lykaonia Eyaleti’nin politik ve dini merkezi durumundadır. Geç
Bizans döneminde ise bölge Anatolia Theması içinde yer almaktaydı. Homanada,
Savatra, Lystra, Kana, Mistheia, Perta, Hyde, Korna, Derbe, Posala, İsaura
(İsauropolis), Amblada, Vasada, Gdanmaa, İlistra, Barata ve Laranda bu eyaletin
içinde yer alıyordu.
V. yüzyılda Bizans Devlet yönetiminde Germenlerin (Gotlar) etkileri görülür.
Bizans halkı Germen baskısından kurtulmak için Konya’nın güney kesimindeki
İsauria halkının (O dönem Bozkır ve çevresi halkı) savaşçılığından yararlanma
yoluna gitmiştir. Bir süre İsaurialı şef Tarasikodissa (Traskalissaeos) Zenon adını
alarak Bizans yönetiminde imparator olarak bulundu (474-475;476-491). Zenonla
birlikte, İsaurialı klan şeflerinden bazıları, özellikle İllos, imparatorluğun üst
kademelerine yükseldi. İmparatorluk muhafızlarını kendi halkından topladı.
Orduyu yeni İsaurialı birliklerle takviye etti. Zenon'un bu politikaları üzerine
İsaurialıların imparatorluktaki güçlü konuma yükselmesi, İstanbul aristokrasisi
kadar aşağı tabaka halkın da tepkilerine yol açtı. Romalı halk kendilerinin barbar
İsaurialılar tarafından ezildiklerini düşünüyorlardı. Bu aşiret reislerinin devlet
hizmeti devlete pahalıya maloluyordu. Bu şeflerin devlet zararına topladıkları
paranın dışında, Bizans hazinesinden yılda 1500 libre altın alan İsauria, diğer
eyaletlere göre imtiyazlı bir konuma yükselmişti. Bu şartlarda Zenon'dan
kopmalar ve iç karışıklıklar başgösterdi. İsaurialı şefler arasında bir birlik yoktu.
Zenon'a yakınlığı ile bilinen İllos, 482'de doğu eyaletlerinde bir ayaklanma
kışkırttı. İllos baskılara rağmen ayakta kalmış paganlar ve Khalkedon Konsili
yandaşlarıyla yakın temasa geçti. Ancak kısa bir süre içinde bastırılmıştır. Diğer
taraftan İmparator Zenon Balkanlardan imparatorluğa yönelen Got tehlikesini
bertaraf ederek İtalya'ya yöneltmeyi başarmıştı. İsaurialılar Got tehikesi için
kullanılmışlar, sağlam bir hakimiyet alt yapıları bulunmuyordu. Got tehlikesi
ortadan kalkınca İsaurialılara da iş kalmamıştı. Zenon'un ölümüyle doğuştan
Romalı Anastasios imparatorluğa getirildi63. Bu durum bölgenin Bizans
yönetimindeki aktif durumuna işaret etmektedir.
İkonium 542 yıllarında büyük bir veba salgınına uğramıştır. Sasani akınları
uzun süre Anadolu’da etkili oldu. 613 yılında Tarsus kalesini ele geçiren Sasaniler
Boğaziçi’ne kadar ilerlemişlerdi. Bu dönemde bir süre Konya ve çevresinin Sasani
egemenliğine geçtiği kabul edilebilir. VII. yüzyılda imparator Heraklios
63
Ostrogorsky 1991: 56-59; Levçenko 1999: 48-50.
291
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Anadolu’da “Thema” adı verilen, toprağa bağlı askeri birliklerden oluşan bir
sistem kurarak bir süre imparatorluğun rahatlamasını sağlamıştır. Konya
Heraklios’un kurduğu dört themadan biri olan Orta Anadolu’dan Ege Denizi’ne
kadar uzanan “Anatolikan Theması” içinde yer alıyordu. Heraklios devletin idari
sisteminde yaptığı reformlar sonunda İran’a karşı bir taarruz başlatarak
Anadolu’daki Sasani nüfuzunu kırarak İran merkezine kadar bir sefer yaparak
Önasya’da eski gücüne tekrar ulaştı. Kuşkusuz Anadolu’da uzun süren Bizansİran mücadelelerinin Konya ve çevresi için de olumsuz etkileri oldu.
Bu dönemde İslam orduları kısa sürede Arabistan dışına çıkarak İran
üzerinde hakimiyet kurarak Yermûk’ta Heraklios’un ordusunu 20 Agustos 636
yılında büyük bir yenilgiye uğrattı. Bu tarihten sonra bölgede İslam orduları en
büyük güç haline gelmiştir. Güçlü bir komutan olan Muaviye 647 yılında
Kayseri’yi ele geçirerek Batı Anadolu’ya kadar ilerledi. Şimdiki Eskişehir
yakınında bulunan Bizans’ın önemli bir kalesi olan Amorion’u muhasara ederek
birçok ganımetle Şam’a döndü. Bu dönemde Konya ve çevresinin İslam
akınlarına sahne olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim kısa bir süre sonra 655 yılında
Abdurahman b. Halid komutasındaki birlikler Beyşehir üzerinden Amarion,
Pessinus, Pegamon ve Smyrna (Izmir) gibi batı Anadolu’daki Bizans kentlerine
akınlar yapıyordu.
Bölgedeki İslam egemenliği Muaviye ve Hz. Ali arasındaki hilafet mücadeleri
sonucu birdenbire kesildi. Ancak 50 yıl kadar sonra islam akınları tekrar bölgede
etkisini gösterdi. 711 yılında müslümanlar kuzeyde Amasya, Çankırı ve güneyde
Beyşehir çevresini ele geçirmişlerdi. Arap kaynaklarında Quniya olarak geçen
Konya ise bu tarihten 12 yıl sonra, 723 yılında Mervan b. Muhammed
komutasındaki bir birlik tarafından ele geçirildi.
900 yılında Arapları, Adana yakınında yenilgiye uğratan Bizans
Selçuklular’ın gelişine kadar bölgeyi elinde bulundurdu. Bu savaş sonucunda
Tarsus Emiri Ebu Tabit Konya yakınındaki Kabala (Kevele) kalesine
hapsedilmiştir. 906 yılında Tarsus Emiri olan Rüstem bin Baradu Konya’yı
kurtarma seferi yapmış ve Kabala kalesinde Bizans ordusunun başında bulunan
Andronikos Dukas ile karşılaşmıştır. İslam ordularının daha sonra Konya’ya
yönelik bir seferi 963 yılında olmuş, ancak kent tümüyle fethedilemiştir.
956 yılında Bizans İmparatoru Nikephoros Phokas İslam akıncılarının üssü
olan Tarsus'u ele geçirmiştir. XI. yüzyılın ikinci yarısı Anadolu'ya Türk akınları
292
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
etkili bir şekilde yoğunlaşmıştı. Bölgeyi ele geçiren Anadolu Selçuklu Türklerin
Konya 1097 yılında başkenti olmuştur. Bu tarihten itibaren bir Türk kenti olmaya
devam etmiştir64.
BÖLGEDEKİ BİZANS KÜLTÜR VE SANATI
Konya Erken Hristiyanlık tarihi bakımından da önemli bir yere sahiptir. Aziz
Paulus ve Barnabas’ın Hristiyanlığı yaymak için bölgede yaptıkları seyahatlerde
Konya ziyaret ettikleri başlıca merkezler arasındadır. Aziz Paulus ve Barnabas’ın
bölgede ziyaret ettikleri diğer merkezler ise Lystra (Hatun Saray) ve Derbe (Kerti
Höyük)’ dir. Hiorecles’in kilise listelerinde bu merkezlerin M.S.IV. yüzyılda
toplanan Iznik, Kadıköy ve Istanbul Konsillerinde adlarından söz edilmiştir. Bu
dönemi yansıtan mimari eserler ve mezar kitabeleri Konya ve çevresinde hala
görülebilmektedir. Bölgede Bizans resmi doktrini ortodoskluğa karşı Novatian ve
Karthiari gibi tarikatların olduğu Sarayönü ve Ladik çevresindeki bazı
kitabelerden anlaşılmıştır. Bu hareketler sonucu bölgede merkezi yönetimin
baskıları artmış: daha önce parlak durumda olan kentler önemini yitirmeye
başlamıştır. Bizans döneminde başpiskoposluk merkezi haline getirilen Ikonium
(Konya)’a bağlı piskoposluklar şunlardı:
Lystra
Laranda
Derbe
Vasada
Perta
Amblada
Homonade
Savatra(Yağlıbayat)
Baratha
Kanna
Isauropolis
Klistra(Gökyurt)
Pyrgos
Hyde
Glaume
Korna
Mistheia
Günümüzde Konya ve çevresinde yapmış olduğumuz araştırmalarda Bizans
yerleşmelerini yansıtan kaya kilise, keramik ve mozaik gibi çeşitli kültürel
varlıkların izleri bulunan bazı önemli merkezler 65:
Emirgazi-Arisama Dağı (Kale).
Kadınhanı- Kestel Kalesi (Beykavağı)
Konya- Takkkeli Dağ (Kaya mezarı, Kaya Kilise, Kale Keramik) ve Sulutas
(Keramik ve Han kalıntısı).
64
65
Belke-Restle 1984: 176-177.
Bu yerleşmeler 1989 yılından itibaren bölgede yaptığımız Eskiçağ tarihi ile ilgili yüzey
araştırmalarında dikkatimizi çeken Bizans yerleşmeleri olan merkezlerdir.
293
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konya-Sille (Kaya kilise ve keramik), Konya Selçuklu ilçesinde Bilecik (Kale
ve sarnıç), Tatköy (mozaik eserler Konya arkeoloji müzesinde), Kampüs(Sarnıç ve
mimari parçalar, mezar stelleri), Sızma (mezar steli), Meydan(Mezar stelleri ve
pitoslar), Bahçesaray (Mezarlar ve keramik parçaları), Küçük Muhsine (Kaya
Mezarları): Meram ilçesine bağlı Hatip (Keramik), Gödene (Kale öreninde
keramik ve nişler), Botsa (Kaya kilise ya da keşiş hücreleri) ve Klistra (Mezar ve
kaya kiliseler),
Çumra- Alibeyhöyüğü (VI. yy. mozaiği Konya Arkeoloji müzesi).
Bozkır-Akkisse Çalı Kale(Sarnıç-Keramik, stel)
Mennnek Kalesi-Karacadağ (Kale).
Beyşehir- Mistheia (Mimari),
Hatunsaray-Lystra (Mimari),
Sarayönü (Mezar stelleri ve mimamari parçalar); Ladik (Mimamri parçalar ve
steller), Çeşmelisebil (Steller), Başhöyük (Steller ve mimari parçalar),
Kurşunlu(Steller), Kadınhanı (Steller), Kestel (Beykavağı) Kale, steller, Şarören
mimari parçalar ve keramik parçaları,
Ilgın'da merkez steller, Beykonak (Tekke) steller ve mimari parçalar.
Hadim'de Kaleönü, Avşar Kalesi(Kale ve sarnıç), Korualan'daki Yalnızkaya,
Gorkluca ve Ballıca, Gevne ve Yarıcak yerleşmelerinde keramik parçaları.
Bozkır (Leontopolis), Hisarlık, Hamzalar, Armutlu'da Göksu Kalesi
vs.,Gederet
Obruk-Perta (Han'daki yazıtlar), Altınekin-Zıvarık vs. keramik parçaları.
SONUÇ
Görüldüğü üzere Konya ve çevresi Tarihöncesinden itibaren birçok
uygarlıklara beşiklik etmiştir. Bunların en önemlisi ve en eskisi Çatalhöyük
örneğinde görmek mümkündür. Fakat onun dışında tespit edilmiş ve üzerinde
çalışmalar yapılamamış yerleşmelerde vardır. Birçoğu da tespit edilmeyi
beklemektedir. Bölgede 100 yılı aşkın süredir, araştırmalar yürütülmektedir.
Başlangıçta yazıt araştırmaları şeklinde başlayan bu çalışmalar, 1956 yılında
J.Mellaart’ın çalışmaları tarihöncesi dönemli araştırmalarına odaklandı. Bu
çalışmalar sonunda Çatalhöyük, Karaman Can Hasan, Beyşehir Çukurkent,
Erbaba, Suberde gibi tarihöncesi merkezler bulundu. Diğer taraftan Hititler’den
itibaren bölgede Hitit egemenliği ve sonrasına tarihlenen anıtlar üzerinde
294
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
çalışmalar oldu. Bölgede bulunan bu anıtlar ülkemizin en önemli Hitit eserleri
arasında kabul edilmektedir. Frig, Lidya, Roma ve Bizans dönemine ait de güzel
eserler bulundu. Bütün bulunan bu eserler doğu-batı ulaşım yolları üzerinde yer
alan Konya ve çevresinin önemini ortaya koymaktadır. Bu nedenle, bölgede
yapılacak çalışmalar Anadolu tarihi bakımından son derece önemlidir.
295
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Akurgal 1955 Akurgal Ekrem, Phrygische Kunst, 1955.
Akurgal 1988 Akurgal Ekrem, Anadolu Uygarlıkları, Net Yayınları, İstanbul 1988.
Alp 1972 Sedat Alp, Konya Civarında Karahöyük Kazılarında Bulunan Silindir ve Damga
Mühürleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1972.
Alp 2000 Sedat Alp, Hitit Çağında Anadolu, Çivi yazılı ve Hiyeroglif yazılı Kaynaklar,
Tübitak, İstanbul 2000.
Bahar vd. 1996 Bahar Hasan-Güngör Karauğuz-Özdemir Koçak, Eskiçağ Konya
Araştırmaları I (Phrygia Paroreus Bölgesi: Anıtlar, Yerleşmeler ve Küçük Buluntular),
FS Yayınları, Konya 1996.
Bahar 1999 Bahar Hasan, Demir Çağında Konya ve Çevresi, Selçuk Üniversitesi
Yayınları, Konya 1999.
Belke-Restle 1984 Belke K.-M. Restle, Galatien und Lykaonien, Tabula Imperii Byzantini, 4,
Wien 1984.
Bing 1969 Bing J., A History of Cilicia During the Assyrian Period, Michigan 1969.
Calder-Bean 1958 Calder W. M.-G. E. Bean, A Classical Map of Asia Minor, I, 1958.
Cassius Dio Cassius Dio, Historia Romana LIII (Dio’s Roman History), çev. E. Car
(Loeb) London 1961.
Diodoros Diodoros, Biliotheke Historikhe, ( Library of History of Diodorus Sicily), çev.
C. H. Oldfather (Loeb), London 1953.
Ertem 1973 Ertem Hayri, Boğazköy Metinlerinde Geçen Coğrafya Adları Dizini (Çivi Yazılı
Metin Yerleri ve Bibliyografya İle Birlikte), A.Ü.D.C.F. Yayınları 230, Ankara 1973.
Eyice 1965 Eyice Semavi, “Sultaniye=Karapınar’a Dair”, Tarih Dergisi, 1965, 117-141.
Garstang-Gurney 1959 Garstang J.-Oliver Robert. Gurney, The Geography of Hittite
Empire, British Institute of Archaeology, Ankara 1959.
Goetze 1940 Goetze Albrecht, Kizzuwatna and the Problem of Hittite Geography, New
Haven 1940.
Gündüz 1980 Gündüz İbrahim, Bütün Yönleriyle Karapınar, Konya 1980.
Hawkins 1992 Hawkins J. D., “The Inscriptions of the Kızıldağ and the Karadağ in the
Light of the Yalburt Inscription”, Hittite and other Anatolian and Near Eastern
Studies in Honour of Sedat Alp, Sedat Alp’e Armağan, Festscrift für Sedat Alp, Edts.
H. Otten, H. Ertem, E. Akurgal, A. Süel, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara
1992: 259-277.
Hawkins 1998 Hawkins J. D., “ Tarkasnawa King of Mira: ‘Tarkondemos’, Bogazköy
Sealings and Karabel”, Anatolian Studies, 48, 1998, 1-33.
Kaya 2000 Kaya M. Ali, Galatlar ve Galatia Tarihi, İzmir 2000.
Konyalı 1997 Konyalı İbrahim, Konya Tarihi, Enes Kitap Sarayı, Ankara 1997.
Komisyon 1973 Komisyon, Konya 1973 İl Yıllığı, Konya 1973.
Laroche 1986 Laroche E., “Toponymes Hittites dans Le Turquie Moderne”, Türk Tarih
Kongresi Bildirileri, IX-1, 1986: 221-225.
Lequenne 1979 Lequenne F., Galat’lar, Çev. S. Albek, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara 1979.
296
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Levçenko 1999 Levçenko M. V., Kuruluşundan Yıkılışına Kadar Bizans Tarihi, Çev:
Maide Selen, İstanbul 1999.
Livius Livius Titus, Ab Urbe Condita, XXXVII, 56, 2 (From the Founding of the City),
çev. B. O. Foster (Loeb), London 1957.
Luckenbill 1926 Luckenbill D. D., Ancient Records of Assyria and Babylonia vol I, Chicago
1926.
Luckenbill 1927 Luckenbill D. D., Ancient Records of Assyria and Babylonia vol II,
Chicago 1927.
Mansel 1971 Mansel A. M., Ege ve Yunan Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara
1971.
Mellink 1991 Mellink M. J., “Archeology in Anatolia”, American Journal of Archeology,
95; 1991.
Memiş 1989 Memiş Ekrem, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya
1989.
Metzger 1969 Anatolie II, Geneve-Paris-Munich, 1969.
Otten 1988 Otten H., Die Bronzetafel aus Boğazköy, Ein Staatsvertrag Tuthalijas IV,
Wiesbaden, 1988.
Ramsay 1960 Ramsay W. M., Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, çev. Mihri Pektaş, Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınevi, İstanbul 1960.
Ostrogorsky 1991 Ostrogorsky George, Bizans Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu, 1991.
Özsait 1980 Özsait Mehmet, İlkçağ’da Pisidya, İstanbul 1980.
Özsait 1985 Özsait Mehmet, Hellenistik ve Roma Döneminde Pisidya, İstanbul 1985.
Sevin 1997 Sevin Veli, Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul 1997.
Sevin 1998 Sevin Veli, “Elazığ Yöresi Erken Demir Çağı ve Muşkiler Sorunu”, Höyük,
S.I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988, 51-65.
Sevin 1982 Sevin Veli, “Lydialılar”, Anadolu Uygarlıkları, II, Göresel Yayınları İstanbul
1982, 276-308.
Sevin 2001 Sevin Veli, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, I, Türk Tarih Kurumu, Ankara
2001.
Tarhan 1979 Tarhan M., “Eskiçağ’da “Kimmerler Problemi”, VIII.Türk Tarih Kongresi,
I, Ankara 1979:355-369
Ten Cate 1961 H.J.Houwink Ten Cate, The Luwian Population Groups of Lycia and Cilicia
Aspera During The Hellenistic Period, Leiden 1961.
Wiseman 1956 Wiseman D. J., Chronicles of Chaldaean Kings (626-556 B.C.) in the British
Museum, London 1956.
Yener 1984 Yener K. A., “Niğde Ulukışla Bolkardağı Kurşun-Gümüş Yatakları ile İlgili
Çalışmalar”, Arkeometri Ünitesi Bilimsel Toplantı Bildirileri, IV, 26-30 Mayıs 1983,
İstanbul Üniversitesi İstanbul 1984, 103-116.
Zoroğlu 1984 Zoroğlu Levent, “Konya Adının Kökeni Hakkında Dökümanlar”, Konya
Kitabı, (Der. F. Halıcı), Ankara 1984, 137-140.
297
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
298
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KONYA TARİHİ*
Bayram ÜREKLİ **
Kitabın tam adı “Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi”, Konya, 1964’dür.
Eser İbrahim Hakkı Konyalı tarafından Konya belediyesinin talebi üzerine 1944
yılında hazırlanarak Belediye Başkanlığına verilmiş, bir kısım basım hazırlığı yapılmasına rağmen, nihayet basımına 1963 yılında başlanmış ve 1964’te tamamlanmıştır. Bu geçen zaman içinde kütüphanelerde ve arşivlerde yeni bulunmuş
kitap ve belgelerdeki bilgiler notlarla kitaba ilave edilmiştir. Kitabın aynen ikinci
baskısı ise 1997 yılında yapılmıştır.
İbrahim Hakkı Konyalı (1896-1984) ilköğreniminden sonra Islâh-ı Medâris-i
İslâmiyye’ye devam etti, daha sonra İzmir Şimendifer Mektebi’ni bitirerek memuriyete başladı. Farklı görevlerde bulundu. Bunlar arasında İstasyon Müdürlüğü, Türkçe öğretmenliği, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Askeri Müze ve Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nde uzmanlık görevinde bulundu. Buralardaki çalışma tecrübesi onun, kitabe uzmanı, arşivci, şehir tarihçisi, müzeci ve tarihçilik yönünü geliştirdi. 1940 yılından itibaren şehir tarihi çalışmalarına ağırlık verdi. Akşehir,
Alanya, Konya, Erzurum, Karaman, Ermenek, Kilis, Konya Ereğlisi, Niğde Aksaray, Üsküdar ve Beyşehir tarihi, O’nun kaleme aldığı eserlerdendir. Türkiye’de
yapılan şehir tarihi çalışmaları, ya belli bir dönemde şehrin fiziki yapısı, idari birimler, iktisadî hayat ve ticaret ile şehirdeki vakıf müesseselerini ele alan, eserlerdir ki sancak çalışmaları bunların en açık örnekleridir. Ya da şehirdeki gündelik
hayatı ve gündelik hayatta insan-mekân ilişkisini ortaya koyan çalışmalardır.
İbrahim Hakkı Konyalı’nın kaleme aldığı Şehir tarihleri ise, şehir hakkında
temel tarihi bilgiler, seyahatnâme ve tarih kitapları, yine şehirle ilgili bilgi kayna-
*
**
Bu çalışma, Konya Ansiklopedisi’ndeki maddenin tadil edilmiş şeklidir.
Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
[email protected]
299
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ğı olan Arşiv kaynakları, Tapu Tahrir Defterleri, Vakfiyeler, Şer’iyye Sicilleri ve
şehrin mekansal yapısı, şehrin çevresindeki eski yerleşim yerlerinin bakıyyeleri,
şehirdeki istisnasız bütün yapılar ve bunların mevcut kitabeleri bir arkeolog, kitabe uzmanı ve sanat tarihçi gibi ele alır ki Konyalı’nın eserlerinin en özgün yönü
bu kısımlardır.
Konya Tarihi; Önsöz, içindekiler, Tarih kısmı (s.7-1168) ve Tarihte Konya (s.7276), Camiler ve Mescidler (s.279-574), Türbeler (s.575-781), Medreseler (s.785906), Tekke ve Zaviyeler ile Konya Suları ve Çeşmeleri, Hanlar ve Kervansaraylar, Konya Müzeleri (s.909-1168) ve İndeks’den (s.1169-1212) meydana gelir.
Kısa Önsöz’de yazar kitabı Konya Belediyesi’nin isteği ile yazdığını ve 1944
tamamlayarak teslim ittiğini fakat 1964 yılında basıldığını belirtir. Tabii olarak bu
20 yıllık süredeki değişikliği ve yeni ortaya çıkan kaynaklardaki bilgileri ancak
dipnotlara ilave ettiğini zikreder. Tarihte Konya başlığı altında, Tarihi kaynakların Konya ile ilgili bilgilerini vermekte Strabon’un Coğrafyası’ndan başlayarak,
Makrizî, Herevî İbn Batuta, Katip Çelebi, Evliya Çelebi gibi seyyahların notlarını
aktarır fakat batılı seyyahları pek zikretmez.
İlk İslam devletleri ve Selçuklular zamanında Konya’nın durumundan kaynaklarındaki bilgileri mukayese ederek bahseder. Karamanoğulları döneminde
pay-ı taht olan Konya hakkında hem dönemi ele alan tarihi kaynaklardan hem de
Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivindeki değişik vakfiyeleri ele alarak bilgi vermektedir. Osmanlılar devrinde Konya başlığında Osmanlı-Karamanoğulları mücadelesi özellikle I. Murad, Yıldırım Bayezid, II. Murad ve Fatih dönemi münasebetleri üzerinde uzun uzun durmaktadır. Fetihten sonra II. Bayezid döneminde yaptırılan tahrire göre Karaman bölgesinin idârî taksimatı, emlâk ve arazi sayımı ile
sancak ve kazalarının isimleri belirtilir. Konya Kaleleri adı altında düz bir ovada
kurulmuş olan Konya’nın saldırılardan korunmak için etrafını iki kat çevreleyen
kale üzerinde durur. Surlar hakkında izahatta bulunan batı ve doğu kaynaklarındaki bilgileri değerlendirerek bunlardan hangilerinin verdiği bilginin doğru olduğunu ortaya koymaya çalışır. Surların şehrin neresinden geçtiğini, sur kapılarının yerlerini, adlarını belirterek, kapular tek tek ele alıp üzerinde durur.
İ. Hakkı Konyalı, sur için “kale duvarları, burçlar, tak kapılarının üstleri
muhtelif devirlere ait kitâbelerle ve insan, hayvan kabartmaları ile süslü idi. Eski
devir saraylarının sütunları sütun başlık ve kaideleri, kitabeleri, kıymetli inşa
malzemeleri kale duvarlarında ve burçlarında kullanılmıştı. Türk mimarları ve
300
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
hükümdarları kıymet taşıyan sanat eserlerini, burçları ve kale bedenlerini süslemek için birbiri ile yarıştılar. Eski harabelerden ve âbidelerden, Konya’ya sanat
eseri ve yapı malzemesi taşıdılar, …Eğer bu kale yirminci asra kadar gelseydi,
Konya dünyanın en zengin bir müzesi olurdu” demektedir. Yine bu surların batılı
gezginler tarafından yapılmış resimlerini verir. Kevele kalesini ele alarak Anadolu’daki benzer kalelerle benzetme yapar. Takkeli dağın tepesinde Kevele’nin konumunu “Keveleye hakim olan, Konya’ya hakim sayılır” sözü ile belirtir. Kalenin
kalıntılarını incelediği ve kendisinin de bulunduğu resimlere yer verir.
Konya saraylarından Alaaddin Köşkünü, eski resimlerini de ekleyerek anlatır. Sonra Kubâd-âbâd sarayını ele alıp, sarayın yapılışı ve burada geçen hadiselerden bahseder. Konya’da darb edilen paraları ise İslam öncesi dönem ve İslâmi
dönem olarak ayırıp özellikle Anadolu Selçuklu paralarını örneklerle anlatır. Sonra Konya Darü’ş-şifasının yeri, bânisi, işleyişi ve tahrirlerde geçen evkâfı, Darü’şşifa’da çalışanların listesini ve daha önce bu konuda başkaları tarafından verilen
bazı bilgilerin yanlışlığı üzerinde durur. Konya mahalleleri başlığında ise Yavuz
Sultan Selim, Kanunî, Üçüncü Murad ve 1960 yılındaki mahalle adlarını vermekte
ve küçük başlıklar altında buzhaneleri, civardaki Hüyükleri saymaktadır.
Camiler ve Mescidler konusunu ise Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı
devrine göre değil alfabetik sıra ile ele alır. Bunları anlatırken cami ve mescidin
yeri, eski ve yakın zamandaki çevresi, dört tarafında bulunan yapılar, adını nereden aldığını, kullanılan yapı malzemesi, kapı ve pencerelerin vaziyeti, fotoğrafları, değişmişse eski ve yeni ismi, dış ve iç kısmının detaylı anlatımı, kubbe, minâre,
minber, mihrab hakkında bilgi verilip cami içindeki hat örnekleri tek tek belirtilir.
Konyalı çok iyi bir kitâbe uzmanı olduğu için yapı ve tamir kitabeleri, bunların
fotoğrafı ve okunuşunu verip, banisi ve tamir ettiren hakkında geniş bilgi verir.
Evkâf defterlerinde geçen vakıf yerleri vakfiyesi ve vakıf kayıtları çoğu zaman
metnin fotoğrafı ile birlikte verilip uzun uzun üzerinde durulur. Vâkıfı mütevellisi, vakıf gelirleri ve sarf yerleri, cami ve mescidde görevliler tespit edildiği kadar
zikredilir. Yapı Konya tarihinin yazıldığı tarihten önce yıkılmış ise eski durumu
kaynakların verdiği bilgilere dayanılarak anlatılır.
İ.Hakkı Konyalı, bütün bu anlatımlarını vakfiyelere, kitabelere, arşivdeki tahrir kayıtlarına şer’iye sicillerinde geçen belgelere, kaynak eserlere, seyahatnâmelere, Konya’da yaşayan yaşlı kişilerin verdiği bilgilere ve daha önce yazılmış kitap ve makalelere dayandırır. Şayet kitap ve makalelerdeki bilgiler yanlışsa onları
301
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
dipnotlarda tashih eder. Onun eksikliği yapıların planlarına yer vermemesi ve
belli bir metot takip etmemesidir.
Konyalı’nın kitabına aldığı cami ve mescidler (s.279-572); Abdü’l-aziz mescidi, Abd-ül-mü’min mescidi, Akıncı mescidi, Aksinle mescidi, Alâ-ed-din câmii,
Alevî Sultan mescidi ve türbesi, Anber Reis câmii ve türbesi, Aziziye câmii, Beşarebey (Ferhûniye) mescidi, Beyhekim mescidi, Bulgurdede mescidi, Demirci Hacı
mescidi (Sırçalı mescid), Dursunoğlu (Dursun Fakih) câmii, Eflâtun mescidi, Erdemşah (Kalecerb) mescidi, Fahr-ün-Nisa mescidi, Gazi Alemşah mescidi, Pınarî
mahallesi mescidi, Hacı Ferruh (Akçagizlenmez) mescidi, Hacı Fettah câmii, Hacı
Hasan câmii, Halkabegûş Mescidi, Sinan Çelebi câmii, Hatuniye mescidi, Devlet
Hatun mescidi [Kütük minare], Hoca Ali mescidi, Hoca Fakih mescidi, Hoca Hasan mescidi, İçkaraarslan mescidi, İplikçi câmii, Kadı İzz-ed-din câmii, Kadı Mürsel câmii, Kapu câmii, Karatayî mescidi, Kasım Halife câmii, Kınacı sokağı mescidi, Kışla (Saray) câmii, Kızılören mescidi, Künbedli mescid, Meram câmii ve zaviyesi - (Hatıplıoğlu câmii), Nakıboğlu câmii, Namık Paşa câmii, Nasuh Bey mescidi ve Dârülhuffazı, Ovalıoğlu câmii,, Pir Paşa câmii ve zaviyesi, Sadr-ed-din
Konevî câmi ve türbesi, Sahib Ata câmii, Sahibata mescidi, Sakahane mescidi,
Sebhan mescidi, Selçuk câmii, Sırçalı mescid- Kubbeli mescid, Sincarî mescidi,
Subaşı câmii, Süleymaniye-Sultan Selim câmii, Şazbey mescidi – Akcâmi - Yıkık
mahalle mescidi, Şekerfuruş mescidi, Şerefed-din câmii, Şeyh Vefa câmii ve hankahı, Tahtatepen câmii - Hacı Âdil câmii, Tercüman mescidi, Turut mescidi, Zenburi mescidi, Zevle Sultan mescidi, Namazgah – Bayram yeri.
Türbeler kısmında ise (s.575-781), Türbelerin bulunduğu yer, yapı malzemesi
(mermer, sille taşı, adı taş, devşirme malzeme, tuğla, kerpiç gibi), planı, yapı şekli,
türbenin ölçüleri, kitabesinin hem orijinal fotoğrafı hem de okunuşu, varsa vakfiyesi, türbede medfun kişi hakkında bilgi, sanduka varsa sanduka üzerindeki kitabeler, tamir kayıtları zikredilir. Mevlâna Türbesi gibi (629-691) bazı türbeler ise
uzun anlatılır. Türbe yıkılmış ise yeri belirtilmektedir.
Ele alınan Türbeler; Akıncı türbesi, Alâ-ed-din türbesi, Ateşbaz türbesi ve
tekkesi, Emir İshak Bey türbesi, Evhadü’d-din Kirmanı türbesi, Fakih dede türbesi, Ferhuniye (Süt tekkesi) Keykâvüs kızı türbesi, Gömeç hatun türbesi, (Kız kulesi), Gühertaş türbesi, Güreşçiler tekkesi, Hasan Paşa türbesi, Tavus Baba türbesi,
Hatice Hatun türbesi, Hurrem Paşa türbesi, İynel ve Mahmud dedeler türbeleri,
Kalender Baba - (Şeyh Ebubekir) türbesi, Karaarslan türbesi, Kesikbaş türbesi,
Mehmed bey türbesi, Mevlâna tür¬besi, Murad Paşa kızı türbesi, Mursaman tür302
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
besi, Pirebî tür¬besi ve zaviyesi, Pir Es’ad türbesi, Sadir Sultan türbesi, Sahib Ata
türbesi, Sebhan-Emir Nureddin türbesi, Seyfiye- Karasungur türbesi, Sırçalı –
(Bedr-ed-din Muslih) türbesi, Sinan Paşa türbesi, Siyavuş türbesi, Şekerfüruş
türbesi, Şeyh Alaman türbesi ve zaviyesi, Şeyh Halilî ve Sirac-ed-din Ürmevî türbeleri, Şeyh Hasan-ı Rumî türbe ve zaviyesi, Şeyh Osman-ı Rumî türbesi, tekkesi
ve Mescidi, Şeyh Sadaka türbesi ve zaviyesi, Şüca’-ed-din türbesi, Tac-ı vezirî
türbesi, Turgutoğlu türbesi, Turut türbesi (Cemel Ali tekkesi), Mektebi ve Mescidi, Ulaş Baba türbesi, Zahrü’d-din Ali türbesi.
Medreseler ve Daru’l-hadis (s.785-906) kısmında aynı şekilde yeri, banisi, kitabesi, vakfiyesi ve vakfiye suretleri, evkâf defterindeki kayıtlar, evkâfı ve gelirleri ve sarf yerleri belirtilmiştir.
Bunlar; Atabekiye medresesi, Bekir Sami Paşa Medresesi - (Paşa dairesi), Gühertaş medresesi, İnce minâre dârü’l-hadisi ve mektebi, İplikçi (Altunba) medresesi, Kadı Hurremşah dârü’l-hadisi, Kadı Kalemşah medresesi ve Gazi Alemşah
Mescidi, Karatayî medresesi, Kemaliye – (Küçük Karatayî) medresesi, Lala Ruzbe
medresesi, Nizamiye (Na’lıncı) medresesi, Pamukçular (Penbe Füruşân) medresesi, Seyyid Abdürrahim medresesi, Sırçalı (Muslihiyye) medresesi, Tac-ı vezirî
medresesi, Türbe-i Mevlâna medresesi (Medrese-i Celâliye)
Tekke, Zâviye ve Hankahlar başlığı altında bazı tekke ve zaviyeler hakkında
geniş bilgiler verilirken bazıları çok kısa anlatılmıştır.
Ali Gâv zaviyesi ve Mahmudiye medresesi, Ebu İshak-ı Kâzerunî tekkesi, Hızırilyaslık Ayabakan Tekke ve türbesi, Lala Ruzbe hankahı, Miskinler (Sırçalı Sultan) tekkesi, Müstevfi Cemal-ed-din hankahı, Sahib Ata hankahı, Söylemez tekkesi, Şems-i Tebrizî zaviyesi ve mezarlığı, Toruncan Çelebi zâviyesi
Daru’l-huffâzlar; Kur’an-ı Kerim okuma ve ezberleme ve temel İslamî bilgi
edinme yerleri idi. Selçuklu, Karamanoğulları ve Osmanlı dönemine ait yirmi
dokuz daru’l-huffaz sayılarak bunlardan ikisi hakkında geniş malumat verilirken
diğerleri çok az bilgi ile zikredilmiştir.
Konya Surları ve Çeşmeleri bölümünde ise; Konya’nın içme suyu tarihi hakkında bilgi verilerek içme suyu menbaları, Dutlu, Hatıp, Çayırbağı, Mukbil, Beypınarı, Sütlüce olarak belirtilir. Eski dönemlerde Meram suyu Havzan’a getirilip
buradan toprak künklerle şehrin çeşitli semtlerine dağıtıldığı, bunlar yaz mevsi303
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
minde yetmediği için sarnıç ve çok sayıda kuyudan ihtiyacın karşılandığı seyahatnamelere de dayanılarak anlatılır. Osmanlı Devleti’nin son döneminde Alaaddin tepesine yapılan su deposundan ve şehre buradan çeşmeler vasıtası ile dağıtılan suları zikrederek 1928 yılında şehirde 404 çeşme olduğunu yazar. Bu çeşmelerden otuz ikisini kitâbeleri yeri, banisi ve mimari özellikleri ile ele alır. Buradaki
malumat Konya’nın içme suyu tarihi açısından çok önem taşımaktadır.
Hanlar ve Kervansaraylar bölümünde ise Konya çevresindeki hanlar ele alınarak, onların kitabeleri, 1944 yılına ait fotoğrafları verilerek banîleri, mimarî
özellikleri, müştemilâtı anlatılır. Konyalı şehir içindeki küçük hanlarla ilgili bilgi
vermez. Ele aldığı hanlar; Altunba hanı (Altunapa hanı), Dokuzun Hanı - Seyfed-din Ferruh kervansarayı, Kandemir hanı (Yazıönü hanı), Kızılören hanı, Kiremitli han, Pamukçu hanı, Ruzbe hanı (Oruzlu han), Sa’ad-ed-din (Zazadın) hanı.
Konya hamamları kısmında on dört hamam ismi sayarak bunlar hakkında
bilgi verir, kiliselere dair ise Sille’de bulunan Büyük Kilise, Hızır İlyaslık Kilisesi,
Panaya Kilisesi ve Eflâtun Manastırı anlatılır. Değirmenlerden otuz üç değirmenin sadece ismini saymakla yetinmiştir.
Konya Müzeleri başlığında, Konya’da ilk müze binasından ve 1926 yılında
müze haline getirilen “Mevlâna Manzûmesi” ve içindeki bölümlerden ve teşhirlerden bahsedilir. Yine 1955 yılında açılan Çini Eserler Müzesi (Karatay Medresesi), Taş ve Ahşap Eserleri Müzesi (İnce Minâre Darü’l-Hadisi), Mezar Anıtları
Müzesi (Sırçalı Medresesi), Arkeoloji Müzesi ile İzzet Koyunoğlu müzesi anlatılmaktadır.
İ.H. Konyalı, Konya tarihini kaleme alırken kitabeleri, arşiv belgelerini ve
yazmak istediği tarihi yapıları mutlaka görerek en ayrıntılı bilgileri toplayıp, bir
döneme ait tahlili bir çalışmadan ziyâde, çocukluk yıllarının geçtiği Konya için
zengin bilgi birikimi ile hacimli bir eser ortaya koymuştur. Onun bu kitabı Konya
şehir tarihi için birinci bir derecede kaynak durumundadır.
304
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Konyalı İbrahim Hakkı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Konya Tarihi, Konya 1997
Özdamar Mustafa, İbrahim Hakkı Konyalı ve Konya Kütüphanesi Yazmalar Kataloğu, İstanbul, 1997
Yücel Erdem, “Konyalı İbrahim Hakkı”, TDVİA, c.26, Ankara, 2002.
Uz Mehmet Ali, Konya Kültürüne Hizmet Edenler, Konya, 2003.
305
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
306
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ANADOLU SELÇUKLU KENTİ
“MEKÂNSAL BİLDİRGE"*
Koray ÖZCAN **
Özet
Bu araştırmanın konusu; Anadolu’nun ilk Türk–İslam yerleşim süreci olarak Bizans
egemenliğinden devralınan Anadolu kentlerinin mekânsal ve işlevsel kurgusunun
irdelenmesidir. Başka bir ifadeyle, Anadolu Selçuklu siyasal egemenlik döneminde mekânsal ve
işlevsel kurgusu Türk–İslam kültürüne uyarlanan, Anadolu Selçuklu kenti olarak tanımlanan
yerleşim modelinin mekânsal bildirgesinin tanımlanmasıdır. Araştırma, Selçuklu dönemine
ilişkin özgün tarihi kaynaklar niteliğindeki vakâyî–name, vakıf–name ve kitabeler gibi yazılı ve
çizili kaynaklardan edinilen bilgilerin, tarihsel altyapı bağlamında Türklerin Anadolu öncesi
yerleşim pratikleri, mekânsal altyapı bağlamında ise Anadolu’da devralınan Bizans yerleşim
kültürü mirası bağlamında karşılaştırmalı yorumlanmasına dayanan bir yöntem kurgusu
içinde ele alınmıştır.
•
Anahtar Kelimeler
Anadolu Selçuklu, yerleşim modeli, mekânsal bildirge
•
ANATOLIAN SELJUK TOWN
“A SPATIAL MANIFESTO”
Abstract
The scope of this study is to examine the spatial and functional characteristics of the
Anatolian towns taken from Byzantine sovereignty. In the other words, this study attempts to
define a spatial manifesto for the urban model known as Anatolian Seljuk towns adapted to the
Turkish–Islamic culture in terms of spatial and functional. The methodological framework of
this study is based on the assessment of data acquiring from historical manuscripts,
afterwards, comparatively examined in the context of the historical background as the pre–
Anatolian urban experiences of Turks and also, the spatial background as urban cultural
heritage in Anatolia taken from Byzantine.
•
Keywords
Anatolia, Anatolian Seljuk, urban model, spatial manifesto.
Bu çalışma, 2005 yılında Selçuk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde tamamlanan doktora tez
çalışmasından derlenmiştir. Bkz. Özcan, Koray (2005). Anadolu’da Selçuklu Yerleşme Sistemi ve Kent
Modelleri, Basılmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Konya.
**Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
(20200) Kınıklı Kampusu, Denizli E–posta:
[email protected]
*
307
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
1. GİRİŞ
“Şehirlerdeki yerleşik kültür,
hanedanlıklar cihetinden ortaya çıkar
ve onun aralıksız devam etmesi
ve kökleşmesi ile kökleşir.”
IBN HALDUN 1991: II–861
Bakış Açısı: konu–kapsam ve yöntem
Anadolu Selçuklu dönemi, Anadolu’nun her yönüyle çok bilinmeyenli bir
dönemi olarak siyasal ve mekânsal olmak üzere iki açıdan önemlidir. Siyasal
boyutta, sosyal–kültürel, ekonomik ve yönetimsel–kurumsal bileşenler
bağlamında Anadolu’da kurulan ilk bütüncül Türk siyasal–yönetimsel
örgütlenme olmasıdır. Mekânsal boyutta ise, Türklerin Anadolu coğrafyası
yerleşim kültürüne eklemlenmesi sürecinde Türk–İslâm yerleşim sürecinin
altyapısını oluşturmasıdır.
Bu araştırmanın konusu; Anadolu’nun ilk Türk–İslam yerleşim süreci olarak
Bizans egemenliğinden devralınarak, Selçuklu yerleşim politikaları eşliğinde
yeniden örgütlenen, Anadolu kentlerinin mekânsal ve işlevsel kurgusunun
irdelenmesidir. Başka bir ifadeyle, Anadolu Selçuklu siyasal egemenlik
döneminde mekânsal ve işlevsel kurgusu Türk–İslâm kültürüne uyarlanan,
Anadolu Selçuklu kenti olarak tanımlanan yerleşim modelinin mekânsal
bildirgesinin tanımlanmasıdır.
Araştırmanın kapsamı; Selçuklu siyasal egemenlik dönemi olarak tanımlanan
XI.-XIII. yüzyılları kapsayan yaklaşık iki yüzyıllık zaman aralığında, Bizans
egemenliğinden devralınarak, yeniden imar edilen Anadolu kentleridir. Bu
açıdan, Arap–İslâm kültür ve medeniyeti etkisindeki güneydoğu Anadolu
kentleri çalışmanın kapsamı dışında bırakılmıştır.
Araştırma, Selçuklu dönemine ilişkin özgün tarihi kaynaklar niteliğindeki
vakâyî–name, vakıf–name ve kitabeler gibi yazılı ve çizili kaynaklardan edinilen
bilgilerin, tarihsel altyapı bağlamında Türklerin Anadolu öncesi yerleşim
pratikleri, mekânsal altyapı bağlamında ise Anadolu’da devralınan Bizans
yerleşim kültürü mirası bağlamında karşılaştırmalı yorumlanmasına dayanan bir
yöntem kurgusu içinde ele alınmıştır.
308
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
2. MEKÂNSAL ORTAKLIK: Aktarılan ve Devralınan Yerleşim Mirası
Karacahisar fethi;
“…Kadı konuldu, sübaşı konuldu,
pazar kuruldu ve hutbe okundu…”
Âşıkpaşaoğlu 1970: 23
IX. yüzyıldan itibaren başlayarak, özellikle Horasan yöresinde egemenlik
kuran Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun da askerî–siyasal gerekliliklere
dayanan iskân politikaları kapsamında Orta Asya ve İran’dan Anadolu’ya
yönelen yaklaşık iki yüzyıl süren kültür yönü yoğun mekânsal devinim sürecinin
siyasal sonucu Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulması biçiminde olmuştur. Bu
sürecin mekânsal boyutu ise, fetihlere açılan Anadolu coğrafyasında Türk–İslâm
yerleşim sürecinin mekânsal ve işlevsel altyapısının kurgulanmasıdır.
Anadolu Selçuklu kenti olarak tanımlanan bu mekânsal kurgunun, Türklerin
Anadolu öncesi yerleşik, yarı–göçebe ve göçebe yaşam gelenekleri ile Anadolu’da
devralınan Bizans yerleşim kültürü mirasının mekânsal ortaklığına
dayanmaktadır. Bu ortaklık, eş coğrafyayı paylaşan Hristiyan–Bizans ve
Müslüman–Selçuklu toplumları arasında karşılıklı sosyo–kültürel ve ekonomik
içerikleri olan çok yönlü ilişkilerin mekânsal izdüşümü olarak kabul edilebilir.
Bu yönüyle, Anadolu Selçuklu kenti, Anadolu’da devralınan Bizans
kentlerinin, Anadolu öncesi yerleşme kültürü pratikleri eşliğinde Müslüman Türk
toplumunun gereksinimlerine uyarlanmış, Anadolu’ya özgü Türk yönü egemen
bir mekânsal örgütlenme modeli olarak ifade edilmelidir. Başka bir ifadeyle,
Anadolu Selçuklu kenti, Orta Asya ve İran Türk–İslam yerleşim kültürü
geleneklerinin, Anadolu’da devralınan Hristiyan–Bizans yerleşim kültürü mirası
üzerinde birleştirilmiş ortak mekânsal ürünleridir (Özcan 2005: 206–208).
3. MEKÂNSAL BİLDİRGE: Gereksinim–Öncelikler
Anadolu Selçuklu kentlerinin mekânsal bildirgesinin; mekânsal ve işlevsel
gereksinim–öncelikler bağlamında 6 (altı) temel unsur ya da etkenin mekânsal
birlikteliğinden oluşan bir sürece dayandığı düşünülmektedir;
(1) Hristiyan–Bizans dinî mimarî mirasının Müslüman–Selçuklu kentine
uyarlanması ya da mekânsal altyapı ortaklığında işlevsel dönüşüm
309
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
(2) Selçuklu–Bizans ikili askeri–siyasal koşullarında kentsel savunma
tesislerinin önem ve gerekliliğine koşut olarak örgütlü imar–inşa faaliyetleri
eşliğinde fiziksel açıdan yenilenmesi,
(3) Türk–İslam kolonizasyon sürecinin demografik gereksinim–öncelikleri
bağlamında
Hristiyan–Bizans
yerleşimciler
ile
Müslüman–Selçuklu
yerleşimcilerin yer değiştirmesi, nüfus boşaltma ve yeniden iskân,
(4) Fetih sürecinde kesintiye uğrayan kentsel ekonomik yaşamın yeniden
canlandırılması, Ahilik kurumu bağlamında uzmanlaşmış çarşı–pazarların
kurulması–gelişmesi,
(5) Büyük ve programlı anıtsal–kamusal hizmet yapı faaliyetleri eşliğinde
oluşturulan yerleşim merkezleri niteliğindeki imaret siteleri–Türk külliyeleri inşa
edilmesi,
(6) Kentsel alanların yakın çevresinde İslâmî kült ya da propaganda/inanç
merkezleri işlevinin yansıra süreç içinde siyasal güç olarak kent yönetiminde
etkin rol üstlenen tekke–zaviyeler kurulması.
3.1. Mekânsal altyapı ortaklığında işlevsel dönüşüm: kilise–cami
Sinop fethi;
“…Kiliseleri cami yaptılar,
hatip, müezzin ve muarrifler tayin ettiler…”
Ibn Bibi 1996: I–174–175
Selçuklu vakayiname kayıtları ile yapı kitabeleri; Anadolu Selçuklu
kentlerinin mekânsal bildirgesinin önceliklerine ilişkin değerli bilgiler
içermektedir. Antalya, Sinop ve Alâîyye gibi liman kentlerinin fetih sürecine
ilişkin kayıtlar, fethedilen kentlerde ilk imar–inşa faaliyetinin dini yapıların
dönüştürülmesi olduğuna işaret etmektedir. Sinop, Sudak, Antalya ve Alâîyye
gibi liman kentlerinin fetih süreci ve sonrasına ilişkin vakayiname
anlatımlarından, “çan sesinin kesilmesi” vurgusu eşliğinde öncelikli imar
faaliyetinin, kilise ya da şapellerin cami ve mescidlere dönüştürülmesi ya da
namazgâhlar kurulması olduğu anlaşılmaktadır (Müneccimbaşı 1935: 35, 47, Ibn
Bibi 1996: 119, 174–175, 345).
Bu açıdan, Hristiyan–Bizans kentinden Müslüman Selçuklu kentine geçiş ya
da Türk–İslam karakterine uyarlanma sürecindeki ilk öncelik; Hristiyan
kurumları kilise–şapellerin, İslâmî kurumlar olarak cami–mescidlere
dönüştürülerek, vakıflar tesis edilmesi yoluyla sürdürülebilir kılınmasıdır. Bu
310
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
mekânsal dönüşüm seremonisi; ezan ve hutbe okunması, devamında, kale
komutanı/kütüvval ya da kent yöneticisi/sübaşı atanması ile tamamlanmaktadır.
Yerleşim sürecindeki bu mekânsal–işlevsel önceliğin temeli; siyasal boyutta
Türk kimliğine yönelik dini–etnik kolonizasyon ya da egemenlik vurgusu ve
mekânsal boyutta ise kentsel imaj tasarımına dayandırılabilir. Bu yönüyle,
fethedilen kentlerdeki Türk nüfusun etnik açıdan egemen–baskın duruma
gelmesi sürecinde yeni bir cami inşa edilene kadar Müslüman–Türk nüfusun
mekânsal gereksinimlerine pratik bir çözüm arayışı olarak da değerlendirilebilir.
Dolayısıyla, fethedilen kentlerdeki kilise–katedral gibi anıtsal yapılar işlevindeki
Hristiyan kurumlarının, Alâaddin Camisi veya Fethiye Camisi gibi adlandırmalar
eşliğinde İslâmî kurumlara dönüştürülmesi yoluyla dinî–etnik açıdan egemenlik
düzeninin mekânsal vurgusu olarak görülmelidir (Özcan 2005: 189–190).
3.2. Savunma gerekliliğinde fiziksel yenileme
Antalya fethi;
“…kale duvarlarında açılmış yarık ve çatlaklar onarıldı,
ambarları ve silah depolarını
her türlü zahire ve silahlarla doldurdular…”
Ibn Bibi 1996: I–119
Hristiyan–Bizans kentinden Müslüman–Selçuklu kentine geçiş sürecinde–
belki de dinî yapıların dönüşümü ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilen bir diğer
unsur; imar–inşa faaliyeti, fetih sürecinde tahrip edilen kule–sur ve hendek gibi
kentsel savunma sistemine ilişkin yapıların yenilenmesidir. Selçuklu yapı
kitabeleri Anadolu Selçuklu kentlerinin yeniden inşa–imar faaliyetlerinin içerik–
kapsam ve örgütlenme modeline ilişkin değerli bilgiler sunmaktadır. Sinop kale
kitabeleri irdelenirse; kentin yeniden imar sürecinde etkin rol üstlenerek, maddi
katkı sağlayan Selçuklu emir–beylerine atıf yapmaktadır (Ülkütaşır 1949: 112–
151). Benzer süreç, Konya, Kayseri ve Sivas kalelerinin yenilenmesi süreci için de
geçerli olmuş, kent surları varlıklı emir ve beyler tarafından onarılmıştır (Ibn Bibi
1996: I–272–273). Bu bilgiler, Anadolu Selçuklu kentlerinin yeniden imar–inşa
faaliyetlerinin, devlet hazinesinin yanısıra maddi destek–katkı bağlamında
Selçuklu emir–beyleri arasında paylaşımını öngören bir örgütlenme modeline
dayandığı ortaya koymaktadır.
Bu noktada, şu önerme önemli görülmelidir: Anadolu Selçuklu kentlerindeki
sur–kule gibi anıtsal savunma tesislerinin sadece askeri bir gereklilik olarak
311
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
görülmediği, aynı zamanda, Sultanların prestij–imaj ya da saygınlık–güç alameti
olarak değerlendirildiği söylenebilir. Bu bakış açısı ile başkent Konya kenti kale
kapıları ve surlarındaki figürlü yapıtlar, Selçuklu sultanlarının gerek seyyah–
tüccar ya da devlet elçisi gibi yabancı ziyaretçilere gerekse tabiiyetindeki yerel
halklara güç–otorite imajı olarak değerlendirmek mümkündür (Önder 1967: 145–
169).
3.3. Yeniden Yerleştirme/İskân
Alâîyye fethi;
“…Her kentten bilgeler, zanaat erleri getirildi.
Türkmenlerin pek çoğu buraya konduruldu…”
Müneccimbaşı 1935: 43
Anadolu Selçuklu kentlerinin mekânsal örgütlenme sürecinde, Türk–İslam
unsurların baskın–etkin kılınmasına yönelik nüfus–yerleştirme stratejileri,
kentlerin sosyo–mekânsal kurgusu açısından önemli ve gerekli bir unsur olarak
görüldüğü açıktır. Selçuklu kentlerinden Osmanlı kentlerine şenlendirme–ihya
kavramları biçiminde aktarılan bu stratejilerin temeli; neden–sonuç ilişkisi
bağlamında Müslüman–Selçuklu fetihçi unsurların teşvik ve destekler eşliğinde
yerleştirilmesine dayanmaktadır. Bu çerçevede, gerek Türk–İslam kimliğinin
vurgulanması gerekse güvenlik gerekçeleri ile asker sınıflar ile dini–mesleki
grupların öncelikli yerleşimciler olarak kentte iskân edildiği anlaşılmaktadır. Bu
yerleşim süreci, yarı göçebe–göçebe Türkmen gruplar ile çevre yörelerden çeşitli
teşvik ve muafiyetler eşliğinde davet edilen âlim–fakih, bilgin ve tüccar sınıfların
kentlerde yerleştirilmesi ile tamamlanmaktadır (Özcan 2005: 196–197).
Selçuklu dönemi tarihî kaynakları, kentlerin sosyo–mekânsal kurgusunun
iskân siyaseti bağlamında nasıl biçimlendirildiğine ilişkin ipuçları sunmaktadır.
Bu noktada, Aksaray kentinin yeniden imar sürecinde, Hristiyan–Rum ve Ermeni
yerli halkının sürgün edilerek, yerlerine ise çeşitli teşvik ve muafiyetler ile
Türkmenlerin yerleştirildiğine, Azerbaycan’dan gazi–âlim ve tüccarların davet
edildiğine
ilişkin
kayıtlar,
Anadolu
Selçuklu
kentlerinde
izlenen
nüfus/yerleştirme politikalarının önceliklerine dikkat çekmesi bakımından
önemlidir (Turan 1971: 233).
312
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
3.4. Kentsel Ekonomik Yaşamın Canlandırılması
Antalya fethi sonrası;
“…Bugünden sonra, bütün Rum ülkelerinde,
ne ticareti yapılırsa yapılsın ve oradan hangi tüccar geçerse–geçsin,
vergiden, geçiş ücretinden, ilave ve fazla rûsumdan muaf tutulmuştur.
Ibn Bibi 1996: I–120–121
Anadolu kentlerinde fetih sürecinde kesintiye uğrayan kentsel ekonomik
yaşamın yeniden canlandırılması için Selçuklu sultanlarının teşvik ve desteklere
dayanan sistemli bir ekonomi politikası izlediği anlaşılmaktadır. Vakayiname
metinlerinde, fetih sonrası yeniden iskân sürecinde kentlere davet edilen âlim–
bilgin ve ulemanın gibi sosyal sınıflar arasında esnaf–tüccarların da yer alması,
Selçuklu devlet yönetiminin kentsel ekonomiye verdiği öneminin işareti olarak
sayılmalıdır. Bu noktada, Selçuklu fethi sonrasında Malatya kentinde Türk
zanaatkâr ve tüccar sınıfların yerleştirildiğine ilişkin kayıtlar, Selçukluların
Hristiyan, Rum ve Ermenilerin denetiminde olan kent ekonomisinde etkinlik
kurma çabaları olarak değerlendirilmelidir (Süryani Mihail 1944–5: 251–252).
Selçuklu sultanları I. İzzeddin Keykavus ve halefi I. Alâaddin Keykubad
döneminde Anadolu Ahiliği’nin kurucusu kabul edilen Ahi Evran’ın Anadolu’ya
gelmesi, Anadolu Selçuklu kentlerinin ekonomik gelişiminde yeni bir dönem
başlatmıştır. Askeri–dini temele dayanan mesleki dayanışma niteliğindeki Ahi
teşkilatının kurulması ile başta Konya, Kayseri ve Kırşehir olmak üzere Selçuklu
kentlerinde belirli mal–ürünlerde uzmanlaşmış zanaat–esnaf çarşıları
kurulmuştur. Tarihi kayıtlar, Kayseri’de külâhduzlar, debbağlar, bakırcılar başta
olmak üzere otuz iki farklı esnaf–zanaat zümresinin organize olduğu bir zanaat
sitesini varlığına işaret etmektedir (Bayram 1991: 81–82).
Bu açıdan bakılırsa, Anadolu Selçuklu kentlerinin bölgeler–arası ya da
milletler–arası ticaret merkezleri işlevi kazanmasında Ahilik kurumunun rolü
yadsınamaz. Nitekim vakıfname kayıtlarına göre yapılan tespitlerde, Selçuklu
çağında Ahilik merkezi işlevi kazanmış Kırşehir ve Kayseri kentlerinin
Anadolu’da mal–ürün kompozisyonu bağlamında niceliksel açıdan en fazla
çarşı–pazar bulunan kentler arasında ön plana çıkması, Ahilik kurumunun
kentsel ekonomik yaşamdaki etkin rolünü ortaya koymaktadır (Özcan 2005: 93–
94).
313
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
3.5. Yerleşim Odağı Olarak İmaret Siteleri–Türk Külliyeleri
Kubad–abad imaretinin kuruluşu;
“…Sultan, emir–i şikâr Sadeddin Köpek’e
bir imaret tesis edilmesini buyurdu,
planını çizerek, gerekli açıklamaları yaptı…”
Ibn Bibi 1996: I–272–273
Anadolu Selçuklu kentlerinin mekânsal bildirgesinin bir diğer unsuru, Sultan
ya da Hatun veya Selçuklu emir–beyleri tarafından örgütlenen anıtsal–kamusal
hizmet yapıları işlevindeki sosyal–kültürel içerikli büyük ve programlı yapı
faaliyetleri olarak ifade edilebilir. Erken dönem Anadolu–Türk Külliyesi olarak
tanımlanabilecek bu yapı faaliyetlerinin içeriği, ana odak cami olmak üzere cami–
medrese ya da cami–medrese–hamam veya cami–hanikah–hamam gibi farklı
işlevlerdeki yapı kompozisyonlarından oluşturulmuştur (Ergin 1939: 5–19,
Katoğlu 1967: 336–344).
Külliyelerin, Anadolu Selçuklu kentlerinin mekânsal ve demografik gelişim
sürecinde sosyo–mekânsal itici güç olarak çekim merkezi/cazibe odağı işlevi
yüklendiği söylenebilir. Bu açıdan, genellikle kent kapıları yakın komşuluğunda
inşa edilen külliyelerin, kentlerin sur dışı yerleşim alanlarının gelişmesinde etkin
rol üstlendiği anlaşılmaktadır.
Selçuklu külliyelerinin kentsel gelişme sürecinde, özellikle sur dışı yeni
yerleşim alanlarının kuruluşunda mekânsal ve işlevsel açıdan yönlendirici etkisi
ya da rolüne ilişkin başkent Konya’da Sahip Ata Fahreddin, ikinci başkent
Kayseri Huand Hatun, Uc kenti Kütahya’da Hezar Dinarî Külliyeleri örnek
verilebilir (Özcan 2005: 181–185).
3.6. İslâmî Kült ya da Propaganda/İnanç Merkezleri: Tekke–Zaviyeler
Mevlana’nın Konya’ya gelişi;
“…imamlara medrese, şeyhlere hankâh,
emirlere saray, tüccarlara han,
başıboş gezenlere zaviyeler,
gariplere kervansaraylar uygundur…”
Eflâkî 1986: I–101
Anadolu Selçuklu kentlerinin mekânsal bildirgesinin son unsuru; Horasan
yöresinden menkıbevi hikâyeler eşliğinde İslam ülküsünü yaymak adına
314
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Anadolu coğrafyasına yönelen kolonizatör Türk dervişleri olarak adlandırılan
şeyh–derviş–eren gibi dini kişiliklerin kent yakın çevresinde kurduğu tekke ve
zaviyelerdir. Anadolu Selçuklu sultanlarının Sünni İslâmî hukuk ve felsefeler
üzerine dayanan din politikasının mekânsal temelleri, kentlerde özel fonlar ve
vakıf kurumu yoluyla Sünnî İslâmî eğitim veren medreseler kurulması üzerine
oturtulmuştur (Turan 1953: 531–564, Cahen 2000: 207–222). Bu noktada, tekke ve
zaviyeler, İslami alt dini felsefelerin örgütlenme ve propaganda merkezleri
olarak, işlevsel açıdan Türk külliyelerine benzer nitelikte olmakla birlikte, yer
seçimi tercihleri açısından kentsel alan çeperinde konumlanarak, süreç içinde
kentsel alanlara eklemlenen, devlet destekli inanç merkezleri niteliği kazanmıştır.
Bu eklemlenme sürecinde, başkent Konya’da Mevlana Tekkesi, Kırşehir’de Ahi
Evran Zaviyesi, Tokat’ta Halifet Gazi Zaviyesi, sosyo–mekânsal yaşamı
yönlendiren örnekler arasında sayılabilir (Özcan 2005: 195–196).
Ibn Batuta seyahatnamesinde, Anadolu Selçuklu Devleti’nin son
dönemlerinde kent zaviyelerinin kent yönetimi bağlamında güç–önem ve
yaygınlığına dikkat çekilmesi, süreç içinde tekke–zaviyelerin kentlerdeki dini–
politik etkinliğinin artması ile ilişkilendirilebilir (Batuta 1929:124–125).
4. SONUÇ
Anadolu Selçuklu kentlerinin mekânsal bildirgesi bağlamında, Türk–İslam
yerleşim sürecinin aşamalarını biçimlendiren mekânsal ve işlevsel gereksinim–
öncelikleri belirlemeyi amaçlayan bu araştırma sonunda; gerek döneme ilişkin
yazılı–çizili kaynakların yorumlu–irdelenmesi gerekse aktarılan ve devralınan
yerleşim kültürü mirasları bağlamında birtakım sonuçlara ulaşılabilmiştir.
Bu çerçevede, Anadolu Selçuklu kentlerinin mekânsal bildirgesinin temel
unsuru ya da omurgası, Türk–İslam toplumunun inanç sistemi boyutunda
mekânsal gereksinimlerine hizmet eden cami–ulucami üzerine odaklanmaktadır.
Kentsel savunma sistemine yönelik imar–inşa faaliyetleri ise; askeri
gereksinimlere dayanan savunma odaklı yapılanma olmasının ötesinde devletin
güç–otorite ve prestijini vurgulayan ya da temsil eden yapılar olarak
görülmelidir. Farklı olarak, Türk–İslâm kolonizasyon sürecinde fethedilen
kentlere Türk–İslam kent kimliği kazandırılmasına yönelik yerleştirme–iskân
siyaseti eşliğinde gerçekleştirilen yerli nüfusun boşaltılarak, yerine muafiyet ve
teşviklerle Türk nüfusun iskânı, Anadolu Selçuklu kentlerinin sosyo–mekânsal
içeriği açısından önemlidir.
315
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bir diğer konu; büyük ve programlı anıtsal–kamusal hizmet yapı faaliyetleri
eşliğinde örgütlenen imaret siteleri bağlamında cazibe merkezlerinin
kurulmasıdır. Erken Türk külliyeleri olarak tanımlanabilecek çok işlevli anıtsal–
kamusal hizmet yapılarının, kentsel alanlarda sosyal–kültürel çekim merkezi
işlevi üstlenerek, özellikle sur dışı yeni yerleşim alanları –mahalle– gelişiminde
etkin rol oynadığı belirlenmiştir.
Anadolu Selçuklu kentlerinin mekânsal bildirgesini tamamlayan son unsur;
özellikle İslamî kült ya da propaganda/inanç merkezleri niteliğindeki derviş–şeyh
gibi dinî–mesleki önderler tarafından kurulan ve süreç kent yönetiminde etkinlik
kazanan tekke–zaviyelerdir.
Anadolu Selçuklu kentlerinin mekânsal bildirgesinin; Osmanlı dönemi
kentlerinin mekânsal ve işlevsel kurgusunu etkilediği, bu açıdan, Selçuklu
dönemi ile benzer yerleşim süreci aşamalarının, Osmanlı dönemi kentleri için de
geçerli olduğu söylenebilir. Osmanlılar, Selçukludan devraldıkları yerleşim
kültürü mirasını gerek mekânsal–işlevsel örgütlenme gerekse imar–yapı
faaliyetlerine ilişkin kurumsal örgütlenme bağlamında ileri düzeye taşımıştır.
316
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Âşıkpaşaoğlu (1970). Âşıkpaşaoğlu Tarihi, Nihal Atsız (çev.), 1001 Temel Eser, Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Bayram, Mikail (1991). Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı’nın Kuruluşu, Damla Yayınları,
Konya.
Cahen, Claude (2000). Osmanlılardan Önce Anadolu, Erol Üyepazarcı (çev.), Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul.
Eflâkî, Ahmed (1986). Menâkıbü’l Arifin (Ariflerin Menkıbeleri), Tahsin Yazıcı (çev.),
Remzi Yayınları, Ankara.
Ergin, O. Nuri (1939). Türk Şehirlerinde İmaret Sistemi, Maarif Yayınları, Ankara.
Ibn Batuta (1929). Ibn Battúta Travels in Asia and Africa; 1325–1354, H.A.R. Gibb (trans.),
George Routledge and Sons Limited Press, London.
Ibn Bibi (1996). El Evamirü'l-Ala'iye Fil Umuri'l-Ala'iye (Selçuk Nâme), Mürsel Öztürk
(çev.), I–II, TTK Yayınları, Ankara.
Ibn Haldun (1991). Mukaddime, Süleyman Uludağ (çev.), II, Dergâh Yayınları, İstanbul.
Katoğlu, Murat (1967). “XIII. Yüzyıl Anadolu Türk Mimarisinde Külliye”, TTK
Belleteni XXXI(121–124), 336–344.
Müneccimbaşı, Ahmed bin Lütfullah (1935). Müneccimbaşıya göre: Anadolu Selçukileri,
Hasan Fehmi Turgal (çev.), Türkiye Yayınları, İstanbul.
Önder, Mehmet (1967). “Konya Ka’lası ve Figürlü Eserleri”, VI. Türk Tarih Kongresi
(20–26 Ekim 1961), 145–169, TTK Yayınları, Ankara.
Özcan, Koray (2005). Anadolu’da Selçuklu Yerleşme Sistemi ve Kent Modelleri, Basılmamış
Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Konya.
Süryani Mihâil (1944–1945).“Süryani Patrik Mihâil’in Vakayinamesi (1042–1195)”,
Hrand D. Andresyan (ter.), II, TTK Kütüphanesi Basılmamış Tercümeler, no:44.
Turan, Osman (1953). “Selçuk Türkiye’si Din Tarihine Dair Bir Kaynak”,60. Doğum
Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, 531–564, Ankara Üniversitesi Yayınları,
İstanbul.
Turan, Osman (1971). Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat Yurdu Yayınları,
İstanbul.
Ülkütaşır, M. Şakir (1949). “Sinop’ta Selçukiler Zamanına Ait Tarihi Eserler”, Türk
Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi V, 112–151.
317
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
318
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ANADOLU’DA SELÇUKLU DÖNEMİ TÜRK BAHÇE
KÜLTÜRÜ
Ayşe ÖZDEMİR *
Özet
Bahçe kültürü, tarihsel ve kültürel değerlerin insan eliyle yapılandırılmış sosyo–mekânsal
yansımaları olarak tanımlanabilir. Bu yönüyle, bilimsel ve akademik açıdan önemli bir kaynak
değerine sahiptir. Bu açıdan bahçe kültürü araştırmaları, kültürel kimlik ve çeşitliliğin koruması açısından son derece önemli görülmelidir.
Bu araştırmanın amacı, Anadolu’da Selçuklu dönemi Türk bahçe kültürünü mekânsal
kurgu ve bitkisel düzenlemeler açısından irdelenmektir. Bu kapsamda, Selçuklu bahçe kültürü
tarihsel arka plana dayalı olarak mekânsal gelişim süreci açısından irdelenerek, fiziksel özellikleri ile tasarım elemanları ve tasarım ilkeleri mekânsal ve işlevsel açıdan ayrıntıda tanımlanmıştır.
Araştırmanın bahçe kültürü üzerine yapılan araştırmalara, gerek akademik–bilimsel temeller gerekse kültürel miras kaynağı olarak bahçe kültürü üzerine koruma–geliştirme stratejilerine ilişkin tasarım–uygulama çalışmaları bağlamında katkı koyacağı düşünülmektedir.
•
Anahtar Kelimeler
Selçuklular, Anadolu, Selçuklu bahçe kültürü, Türk bahçe kültürü, Türk kültürü, bahçe
tasarımı
•
TURKISH GARDEN CULTURE IN SELJUK ERA
Abstract
It can be defined that garden culture as the artifactual component is socio–spatial reflections of the historical and cultural values. In this framework, it has an important cultural source
value according to the scientific and academic. In the context, it is considered that the studies
on garden culture has a vital important to conserve the cultural identity and diversity.
This paper aims to determine the Turkish Garden Culture during Seljuk Era in Anatolia
in terms of spatial organization and vegetal arrangements. Within this context, it is examined
that Seljuk garden culture are examined as depending on the historical background in terms of
spatial development process, and also, it is define in detailed that physical characteristics with
design elements and also design principles according to the spatial and functional.
It is considered that this paper is contributed to studies on garden cultures both acadePamukkale Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü,
Tel: +90(258) 296 25 51, E–posta:
[email protected]
*
319
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
mic–scientific basis and designing–implementation studies relating to the conservation–
development strategies on garden culture as cultural heritage value.
•
Keywords
Seljuk era, Anatolia, Seljuk garden culture, Turkish garden culture, Turkish culture, garden
design
320
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
1. GİRİŞ
Lewis 1979’in tanımlamasına göre, peyzaj incelemeleri kültürü anlamanın ve
açıklamanın en önemli araçlarından birisidir (Arı 2005). Mekânsal kullanımlar ve
doğa ilişkisini açıklayan “peyzaj” kültürel etkileşimin ve genel kültür karakteristiğinin önemli bir göstergesidir (Tazebay ve Akpınar 2010). Meinig 1979’a göre
“içerisindeki arazi, yollar, ağaçlar, binalar ve insanlarla beraber bir sistem olarak”
düşünülebilecek olan peyzaj (Arı 2005), “Her peyzaj kendisini yaratan kültürü
yansıtır,” “kültürlerin kaynağı, yayılması ve gelişmesi hakkında kıymetli ipuçları
ihtiva eder” ve “kültürün maddi olmayan özelliklerinin araştırma aracı” işlevlerini görmektedir (Jordan-Bychkov and Domosh 2003).
Çok eski çağlardan itibaren Anadolu toprakları birçok uygarlıklara, medeniyetlere, kavimlere, beyliklere ev sahipliği yapmıştır. Anadolu Selçukları da kültürel izlerini bu bölgede bırakmıştır. Bu doğrultuda, araştırmanın amacı, Anadolu
Selçuklu kültürünün dış mekân kullanım biçimi ve bitkisel tasarım boyutunda
tarihsel süreçteki izlerini yansıtan bahçe mekânlarının irdelenmesidir.
Bu çerçevede Selçuklu döneminde (1075–1308) Anadolu–Türk bahçe kültürünün tarihsel süreçte oluşumunu ve gelişimini, Selçuklu bahçelerini işlevsel ve
mekânsal özelliklerine göre sınıflandırmak, bahçe tasarımını etkileyen etmenleri
ve bahçe tasarım elemanlarını belirlemektir.
Anadolu–Türk bahçe kültürü, göçebe ve yarı yerleşik Türk kitlelerinin Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulması ile birlikte Anadolu'ya yerleşmeleri sonucu
yerleşik hayata geçmeleri ile kimlik kazanmıştır. Bu kimlik, Anadolu’nun zengin
bitki dokusu ile su kaynaklarının birlikte kullanıldığı, Anadolu öncesi bahçe kültürü ile İslam bahçe kültürünün, Anadolu’ya özgü iklim ve coğrafi koşullara göre
biçimlendirilmesine dayanır.
Araştırmanın yöntemi, Anadolu-Türk bahçe kültürü ile ilgili veri toplama
aracı olarak doküman analizi kullanılmıştır. Selçuklu dönemi bahçelerinin
mekânsal kullanımı ve bitkisel tasarımı ile dönemin izlerini taşıyan bir bahçe
akımı, anlayışı ve stili hakkında yazılı ve görsel kaynak açısından yeterli bilginin
olmaması, bununla birlikte, canlı bir yapı olan bahçe örneklerinin de değişim ve
dönüşüm sonucunda günümüze ulaşmamış olması net bir tanımlama yapılması321
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
na olanak vermemektedir. Bu nedenle, Anadolu Selçuklu bahçe kültürünün incelenmesinde arkeoloji, antropoloji, sosyoloji, sanat tarihi ve peyzaj alanı yazın çalışmalarındaki kaynaklar ile birlikte yerli ve yabancı gezginlerin betimlemelerinden elde edilen bulguları yeniden ele alınarak, bütüncül bir çerçevede değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Bu açıdan bakıldığında, çalışmanın disiplinler–arası bir derleme çalışması olduğu ve Anadolu Selçuklu bahçe kültürüne yönelik kaynak kullanımı boyutunda
yeni bir bakış açısı sunacağı düşünülmektedir.
2. TÜRK KÜLTÜRÜNDE BAHÇE KAVRAMININ KÖKENLERİ
Türk kültürü ortaya çıktığı, yayıldığı bölge olan Orta Asya itibari ile çok eski
ve köklü bir kültürdür. Türkler, yayılış alanlarının coğrafi konumları, iklim şartları ve inançları doğrultusunda birçok kültürden (İslâm kültürü, Yunan kültürü
ve İran kültürü) etkilenmiş ve kendine özgü bir sentez oluşturmuşlardır. Bu açıdan bakılırsa, hem göçebe ve hem de yarı yerleşik yaşam özelliklerine sahip Türk
kültürünün, bahçe veya bahçecilik geleneği boyutundaki yansıması, Türk toplumunun tarihsel ve kültürel özellikleri doğrultusunda açık mekân düzenlemeleri
biçiminde olmuştur. Bu noktada, dinsel inanışların bahçe kültürünü etkileyen–
biçimlendiren temel unsurlardan biri olduğunu söylemek mümkündür. Kutsal
kitapta ve dinsel öğretilerde bahçe olgusu, genellikle “cennet bahçesi” suyu,
meyvesi, yeşilliği, serinliği ve huzur vericiliği ile karakterize edilen bir bahçe olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda, toplumları etkileyen bu düşünce dünyada
cenneti andıran bahçelerin oluşturulmasına yöneltmiştir (Akdoğan 1995, Çınar ve
Kırca 2010, Kayakent 1999, Öztan 2004). Asurlular, Babilliler, Persler, Mısırlılar,
Çinliler, Japonlar, Eski Yunan uygarlığı, Arap-İslam medeniyeti ile antik dönem
sonrası batı kültürleri bu etki alanında yer almaktadırlar. Bu tarihsel süreçte Türk
kültürü de kendine özgün bir bahçe tarzı ortaya koymuştur (Çınar ve Kırca 2010).
İnsanın mekânsal kullanımları ve doğa ilişkisini en yakın noktada açıklayan
mekân bahçedir. Tarih boyunca “bahçe” insanların doğaya ve çevreye bakışını,
sanatsal ve kültürel yaklaşımını, yaşam biçimini, yaşam isteklerindeki ayrıntıları
ve kültürlerini özetleyerek yansıtmıştır. Türk bahçesi kültürü göçebeliğin gereksinimlerine, yaşam biçimine, düşüncelerine ve ruhsal özelliklerine göre, her bakımdan doğallığı yansıtan bir tarz olarak göze çarpmaktadır (Gürenli 2010). Bu
kapsamda, Türk bahçesi, coğrafya ve iklimsel koşullara, tarihsel dönemlere ait
sosyal ve kültürel yaşama bağlı olarak oluşmuş ve gelişmiştir.
322
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Tarihte “bahçe” kavramı çeşitli ve farklı anlamlarda değerlendirilmiştir. Çok
eski dönemlerden beri, Türk kültüründe “bağ” ve "bahçe" sözcükleri “yarar bahçe” olarak ifade edilmektedir ki bu özelliği halen günümüzde de özellikle Anadolu’nun birçok bölgesinde meyve ve sebze bahçeleri olarak nitelendirilmektedir.
Aynı zamanda Türk bahçeleri gülizar (gül bahçesi), lalezar (lale bahçesi), çemenzar (çayırlık–çimenlik) sözcükleri ile anılarak kavram zenginliğine sahip olmuştur. Sultanlara ait saray, kasır, köşk bahçeleri ise has bahçe olarak adlandırılmıştır. O dönemlerde bağlar ve bahçeler yararlı ürün veren işlevsel alanlar olmakla
beraber, insanların rekreasyon gereksinimlerini de karşılayan işlevsel ve estetik
açık alanlar olarak da değerlendirilmiştir (Gürenli 2010).
Orta Asya’daki eski Türk topluluklarının inanç sistemlerine göre; yaratanın
tecellisi olan gök, dağ, ırmak, taş ve ağaç kutsaldır. Eski Türk kültürlerindeki
bahçe olgusu, göçebe ya da yarı yerleşik yaşam biçimi ile inanç sistemi arasındaki
etkileşiminin ortaya konulmasına olanak tanımıştır. Bu inanış bahçenin şekillenmesinde etken olarak Türk bahçe sanatını her dönemde etkilemiştir (Ergun 2004,
Tazebay ve Akpınar 2010).
3. TÜRK BAHÇE KÜLTÜRÜNÜN OLUŞUMU
Orta Asya’da çoğu hayvancılıkla geçinen göçebeler olarak, steplerde çadır
yaşamı sürdüren Türk toplulukları akınlara, yağmacılığa, harekete ve kışları ova,
vadi veya ırmak kıyısı (kışlak), yazları dağ yamaçlarına (yayla/yaylak) olmak
üzere sürekli yer değiştirmeye dayalı göçebe bir kültüre ve yaşam biçimine sahiptirler. Anadolu’da Selçuklu kültüründe mevsimlik veya yazlık-kışlık farklı mekân
tercihlerini içeren yaşam biçimleri Türk toplumlarının doğayı, yaşama alanı olarak kabul ettikleri görülmektedir (Özcan 2004, Tanyeli 1996).
Türklerin, 10. yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan göçer, yarı göçer ve kentli
gruplar olarak kitleler halinde Anadolu topraklarına yerleşmeye başlamasıyla
birlikte Anadolu’nun tarihsel, kültürel, demografik ve mimari yapısı değişim dönüşüm sürecine girmiştir. Bu süreçte ”bahçe” olgusu, Türk kültürünün önemli bir
parçası haline gelmiştir (Aslanoğlu Evyapan 1972, Evyapan 1991, Akdoğan 1995,
Öztan 2004, Wallace 2007).
Türk toplumunun yerleşik yaşam biçimine geçtiği Anadolu’da, bahçe olgusunun “doğala yakın düzenlemeler” biçiminde belirginleştiği gözlenmektedir
(Tarhan 1998). Türklerin doğaya olan saygısı, doğal form ve düzenli yaşam şekli
ile Anadolu’nun kendine özgü iklimsel yapısı ve coğrafi özelliklerinin sunduğu
323
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gerek toprak ve ürün verimliliği gerekse farklı ve zengin bitki deseninin çakışması sonucu, Anadolu Türk bahçesinin karakteristik yapısı oluşmuştur (Kuş Şahin
ve Erhan 2009).
4. SELÇUKLU DÖNEMİ BAHÇE KÜLTÜRÜ
Türkler, Anadolu Selçuklu Devleti döneminde doğal peyzaj alanlarını işlevsel, ekonomik ve estetik tasarımlar ile değişim dönüşüm sürecinde Türk bahçe
kültürünü yeni ve farklı bir noktaya taşımıştır.
Selçuklu dönemi bahçeleri doğaya saygılı, çevre ile uyumlu (Gürenli 2010,
Merdoğlu Bilaloğlu 2004, Öztan 2004), yalın ve işlevsel (Evyapan1974, Gürenli
2010) bahçeler olarak tanımlanmaktadır.
Türkler göç ettikleri Anadolu topraklarında yaşam mekânlarını, var olan doğal kaynakları en uygun şekilde kullanabilmek amacı ile suyun en bol, mekânın
en havadar, bitki örtüsünün en zengin, av hayvanlarının en yoğun olduğu doğal
alanlara kurmuşlardır (Öztürk 2008). Bu doğrultuda yerleşik yaşama geçiş sürecinde Türklerin ekonomik ve işlevsel bahçe oluşturma bakış açısına sahip oldukları görülmektedir. Selçuklu bahçe kültürü, tarıma dayalı üretim alanları niteliğindeki bağ–bahçe ve sebze–meyvelik alanlarının, eğlence–dinlenme alanlarının,
av parklarının ve mesire amaçlı bahçelerinin kullanımına dayanmaktadır (Özcan
2004).
Orta Asya ve İran Türk-İslâm kültürü temelinde Anadolu’nun en önemli
kentleri olan Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum, Amasya, Kırşehir, Alanya, Niğde,
Antalya, Aksaray, Kubâd-âbâd gibi kentlerde ve yakın çevrelerinde Selçuklu Sultanları tarafından mevsimlik yer değiştirme ya da mesire amaçlı içlerinde saray
ve köşklerin olduğu bahçelerin yaptırıldığı kaydedilmektedir (Gültekin 1991,
Memlük 2013, Özcan 2004, Redford 2008).
Anadolu Selçuklu kentlerinin birçoğu, Horasan yöresinde devlet kuran Karahanlı–Gazneli ve Büyük Selçuklu kültürlerinin önemli bir imgesi olan “bahçe ve
sulama kanalları” ile “av parkları–köşkleri” çevrelenmiştir. Bu alanlar, Selçuklu
kentlerin art bölgelerinin parçası olarak Sultan ve emir–beylere ait özel dinlenme–
eğlence bahçelerinden oluşmaktadır. Selçukluların, aynı zamanda, kervansaraylar
ve kervan yolları boyunca tarımsal üretim faaliyetlerine yönelik “tarım bahçeleri”
olarak tanımlanabilecek ekim–dikim alanları oluşturdukları da söylenebilir.
324
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti Konya ve diğer Selçuklu kentlerindeki
özellikle saray ve köşklere ait Selçuklu bahçelerinin kalıntıları –tamamen– gün
ışığına çıkartılmamış olsa da, yazılı kaynaklardan bahçelere ilişkin birtakım bilgileri derlemek–yorumlamak mümkündür (Memlük 2013). Örneğin, Evliya Çelebi
seyahatnamesinde Konya'da güzelliği ve bereketiyle bir Selçuklu bahçesi olan ve
Bağ–ı Meram olarak ifade edilen ünlü “Meram Bahçeleri” günümüze kadar ulaşabilmiştir (Gökyay 1996).
4.1. Selçuklu Bahçelerinin İşlevsel Özellikleri
Selçuklu bahçeleri için iki farklı tasarım yaklaşımından söz etmek mümkündür. Birincisi, dış bahçe ve doğa ile bütünleşen mesire yerleri ve benzeri alanlar
gibi büyük ölçekli bahçelerdir. İkincisi ise, iç bahçe ve mimari ile bütünleşen içe
dönük ev, konak ve saray bahçeleridir. Bu noktada, büyük ve geniş düzlüklerde
yapılan geleneksel oyun ve avcılık içerikli etkinlik alanları ile askeri manevra faaliyet alanları, ölçek ve kapsamı gereğince işlevsel açıdan bahçe olgusunun inceleme konusu dışında bırakılmıştır. Dolayısıyla, Selçuklu bağ–bahçelerini fonksiyonel özellikleri açısından iki başlık altında değerlendirmek mümkündür.
1. Selçuklu Sultanları ile önemli devlet adamlarının yazlık ikametgâhları olarak kentlerin yakın çevresinde yer alan dinlenme–eğlenme ve mesire amaçlı alanlar niteliğinde olup içerisinde saray ve köşklerin olduğu bağ–bahçelerdir (Özcan
2004). Bu bahçeler, somut örneklerini mevcut Selçuklu köşk ve saray kalıntılarından veya çağdaş kaynaklardan görülebilen, Osmanlı döneminde “has bahçe” olarak adlandırılan, Selçuklu Sultanları ile emir–beylerine ait saray–köşklere ait özel
bahçeler niteliğindedir. Bu bahçeler arasında özellikle Alanya çevresindeki köşklere ait bahçeler örnek verilebilir (Redford 2008). Aynı zamanda, Konya'da "Cimcime Köşkü ve bahçesi” olarak bilinen Kılıçaslan Köşkü ve Beyşehir Gölü kıyısındaki Kubadabad Sarayı ve bahçeleri ile Kayseri’de su kaynağı kenarında kurulu
Keykubadiye Sarayı gibi saray bahçeleri Selçuklu döneminin önemli saray bahçeleri arasında sayılabilir (Altun 2010, Ocak 2006).
Tarihi kaynaklarda, tarımsal peyzajın görsel etkisine sahip olan yazlık saraylar, av alanları ve yüksek duvarlarla çevrili iyi sulanan bahçelere sahip bir şehir
olarak tarif edilen (İbn-i Bibi 1996), Beyşehir Gölü kıyısındaki Kubadabad Sarayı’nda firdevs adı verilen bir av hayvanları bahçesinin varlığına işaret etmektedir
(Aslanapa 1963, Aslanapa 1984).
325
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Kayseri’de su kenarında bulunan Keykubadiye Sarayı, döneme ilişkin tarihi
kaynaklarda; “…Bahçesinde yeşil bir deniz vardı. Yüzen balıkların kulaklarındaki
halkalar altından, sırtlarındaki zırhlar gümüştendi. Sultan bir eyvanda oturur,
eyvanın önünde suyunu kevser suyundan alan ve gül suyu akıtan bir çeşme vardı. Her yer çayır, çimen ve gül idi. O bahçe ki; sanki oraya açılan kapı firdevs
cennetine açılırdı…” şeklinde dile getirilmesi, “firdevs” ya da “cennet” benzetmeleri bağlamında İran–İslam kültürünün etkisine yorulabilir (İbn–i Bibi 1996).
Bu bilgilerden, Selçuklu Sultan bahçeleri ya da has bahçeler, zenginliğin ve
yetkinin de simgesi olarak, Sultan ve maiyetinin zevk, sefa ve muhabbet
mekânları olarak ifade edilebilir. Bu açıdan, müzik ve edebiyat başta olmak üzere
eğlendirici, şenlendirici birlikteliğin olduğu, keyif verici şeylerin yenilip içildiği,
rengârenk ve kokulu çiçeklerin, su seslerinin doldurduğu lirik bir mekân olarak
tasvir edilebilir.
2. Mevlevilik veya Ahilik başta olmak üzere dini–mesleki ve sosyal örgütlenmelerin ritüel ve seremoni biçimindeki hıdrellez ve bağ bozumu gibi özel günlere ait özel tören–ayinin gerçekleştirildiği bağ-bahçelerdir. Bu bahçelere örnek
olarak Konya yakınındaki Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin de sıklıkla ziyaret ettiği Bağ–ı Meram (Meram Bahçeleri) verilebilir (Taneri 1978). Ayrıca Konya’da Reşideddin Vakfı sebzelikleri, Mevlânâ Bahâeddin-i Bahri bağları, Emir Necmeddin
ve Şeyh Kerimüddin-i Kal’a bostanları gibi tarımsal alanların da zaman zaman
mesire faaliyetleri için kullanıldığı söylenebilir (Özcan 2004).
4.2. Selçuklu Bahçe Tasarımını Etkileyen Etmenler
Selçuklu bahçesinin peyzaj tasarımını etkileyen etmenler; kültürel, coğrafi,
felsefi, dini etkileşimler olarak değerlendirilmiştir. Bu bilgiler doğrultusunda Selçuklu bahçe tasarımı ilkeleri ve mekânsal kurgusu 6 başlık altında ele alınmıştır.
1. Doğal etmenler
Anadolu Selçukluları göçebe yaşantısının bir uzantısı olarak dış mekânda yaşamaya büyük önem vermişlerdir. Bu nedenle en küçük konuttan saraylara kadar
yapılan yapılar için yer seçiminde çevresel, iklimsel ve görsel/estetik etkiler göz
önünde bulundurulmuştur. Bu doğrultuda öncelikle arazinin genel konumuna
(su varlığının olduğu bölge), arazi karakteristikleri (eğim ve manzara), iklim koşulları gibi çevresel–doğal etmenler, Selçuklu bahçe kurgusunda etkilidir (Aslanoğlu Evyapan 1972, Erdoğan 1958, Evyapan 1991).
326
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Doğaya saygılı ve çevre ile uyumlu bahçeler, doğal form ve düzenden hoşlanma duygusu ve doğal yapısına en az müdahale bahçeyi biçimlendiren etmenlerden bir tanesidir (Gürenli 2010, Merdoğlu Bilaloğlu 2004, Öztan 2004).
2. Bakı–Manzara ve Yöneliş
Türklerin Anadolu öncesi göçebe ve yarı yerleşik yaşam biçiminin mekânsal
tezahürü olarak, bahçelerin açık görüşlü–manzaralı olması önemli görülmüştür
(Aslanoğlu Evyapan 1972). Nitekim bu özellik tarihi kaynaklarda özellikle vurgulanmaktadır. Bu açıdan, Selçuklu sultanı Aladdin Keykubad’ın Beyşehir Gölü
kıyısında inşa ettirdiği saray ve bahçelerden oluşan Kubadabad’ın konumuna
ilişkin “cennet gibi güzel bir dağ eteği” biçimindeki betimlemeler, manzara etmeninin yer seçimindeki etkisini açıkça göstermektedir (Ibn–i Bibi 1996).
3. Su Varlığı
Türk bahçe tasarımını etkileyen önemli bir etmen, yaşamsal olma niteliği ile
doğal ya da yapay su kaynaklarıdır. Su ögesi, bahçe tasarımında sadece bitki–
ağaç varlığı için değil, aynı zamanda mimari bir öge olarak da etkili olmuştur.
Selçuklu döneminde Konya kentinin doğusunda sultanların eğlenme-dinlenme
mekânı olan Köşk-i Sebz adlı saltanat sarayı yakınlarında, kentsel su sistemine
bağlanan suni bir göl yaptırıldığına dair bilgiler vardır (Özcan 2004).
4. Yaşamsal Gereklilikler
Bahçe tasarımını etkileyen etmenler arasında, yeme, içme ve uyuma gibi yaşamsal gereklilikler ile depolama, tarımsal üretim ve savunma işlevi ile eğlenme,
dolaşma ve dinlenme gibi ihtiyaçlar da sayılabilir. Bu yönüyle, bahçe tasarımının
öncelikli hedefi yaşanacak mekân olarak kurgulanması olarak görülebilir. Bu açıdan, bahçeler sadece mesire alanları ya da eğlence bahçeleri olarak değil, aynı
zamanda tarımsal alanlar olarak da kullanılmıştır.
5. Estetik–Görsel Kaygılar
Doğa ve çevreye manevi bir anlam yüklenmesi doğrultusunda bahçenin şekillendiğini görmek mümkündür.
Bahçe tasarımında simetriye dayalı bir
tasarım anlayışı ortaya konulmadığı söylenebilir. Bu yaklaşımla yapı ile bahçe
arasında simetriyi oluşturacak belirgin bir aksın bulunmadığı, dış mekânda,
oturma ve yemek yeme alanları, küçük yapılar ana yapı ile bütünlük oluşturduklarını söylemek mümkündür.
327
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
6. Mahremiyet
Selçuklu bahçe kültürünü biçimlendiren etmenlerden bir başkası ise, yaşam
kültürü temelinde mahremiyet olgusudur. Türklerin geleneksel yaşam tarzının
İslam kültürü etkisinde yeniden biçimlendirilmesi, özel bahçeler boyutunda genellikle mahrem ve içe dönük tasarım anlayışının yerleşmesinde etkili olmuştur
(Gürenli 2010).
4.3. Bahçe Tasarımı Elemanları
Anadolu Selçuklu bahçe düzenlemelerinde kullanılan tasarım elemanları, tarihi kaynaklardan edinilen bilgiler ışığında incelenmiştir. Bu bağlamda Selçuklu
bahçe tasarımında etkin olarak kullanılan tasarım elemanları, bitkisel elemanlar
ve su ögeleri olarak belirlenmiştir.
1. Bitkisel Elemanlar
Selçuklu bahçe tasarımında doğal yapı unsuru olarak kullanılan bitkisel elemanlar, bağ, bostanlar (üzüm bağları), meyvelik–sebzelikler ile meyve ağaçları,
yemişlikler ve çiçek bahçelerinden oluşmaktadır (Aran 1972, Akbay 2006, Erdoğan 1997, Gürenli 2010, Tunçer 2009). Bu çerçevede, meyvelik–sebzelik veya bağ–
bahçelik alanlar işlevsel açıdan ürün verme özelliği ile ekonomik olarak değerlendirilmiştir.
Selçuklu bahçelerinde dinsel açıdan, Türk kültüründe kutsal bir varlık simgesi olduğuna inanılan ağaç ögesi, önemli bir bitkisel unsur olarak görülmüştür.
Ağaç ögesi, gerek gölgelik gerekse prestij ve dinsel imaj ögesi olarak, bahçe tasarımlarında yoğun olarak kullanılmıştır (Bornovalı 1999). Bu noktada, çınar ağacı
örneğinde, büyük boylu ve geniş tepeli ağaçların gölgeli mekânlar yaratma açısından kullanıldığı anlaşılmaktadır (Şahin ve Erol 2009).
Selçuklu bahçe düzenlemesinde çiçek ögesi de özel bir yere sahiptir (Tunçer
2009, Gürenli 2010). Selçuklu ve Osmanlı döneminde nergis, sümbül, gül ve lale
gibi çiçeklerin, bahçe tasarımlarında kullanıldığı bilinmektedir (Mevlana Celâlettin Rumi, Memlük 2013’den). Türk bahçelerinde, renk kompozisyonu ve desenler
oluşturmak yerine kokusu ve göze hoş görünüşü için çiçekler kullanılmıştır. Çiçek tarhları yalın olup çoğunlukla tek çiçek türü kullanıldığı görülür (Aslanoğlu
Evyapan 1972, Evyapan 1991). Aynı zamanda, çiçeklerin, havuz ve yapı/bina çevresinde tek tür ve tarhlar halinde kullanıldıkları anlaşılmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı bahçelerinde bitkisel elemanlar, su kanalı boyunca sıra ağaç kullanımı ile
328
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
havuzlar etrafında aynı tip bitkinin sıralanması biçimindeki düzenlemeler, sık
görülen bir özelliktir (Merdoğlu Bilaloğlu 2004).
2. Su varlığı
Tarih boyunca insan yaşamının temel elemanlarından bir tanesi de sudur.
Örneğin, insanların yer seçimlerinin ana nedenlerinden birisi su varlığıdır. Deniz
ve nehirler birçok yerleşkeye olanak sağlamıştır (Evyapan 2000). Sanat tarihi ve
arkeoloji çalışmaları insanoğlunun yerleşik düzene geçtiğinden beri yaşam kaynağı olan suyu temel bir gereksinim (içme, temizlik, savunma, taşıma) olmanın
yanında tarımsal (sulama), dinlenme, eğlenme, rekreasyonel ve sanatsal amaçlarla da kullandığını gösteriyor.
Tarihi kaynaklardan elde edilen bilgiler doğrultusunda Selçuklu bahçelerinde
kullanılan su öğeleri arasında mermer havuzlar ve fıskiyeler ile çeşmeler ve sarnıçlar sayılabilir. Bunun yanısıra özellikle bağ–bahçe veya meyvelik–sebzelik
alanlardaki sulama kanalları da bu bağlamda değerlendirilebilir (Erdoğan 1997,
Tazebay ve Akpınar 2010, Uslu 2002). Nitekim Selçuklu dönemi seyahatname
kayıtlarında, başkent Konya’daki Kamerüddin Bahçesinde mermer kaideli süs
havuzlarının varlığına ilişkin kayıtlar, Selçuklu bahçesinde su öğesinin kullanımına örnek olması bakımından önemlidir (Konyalı 1964, Kayaoğlu 1994).
5. SONUÇ
Selçuklu dönemi bahçe kültürünün oluşum sürecini ve karakteristiklerini belirlemeyi hedefleyen araştırma sonunda, Türklerin Orta Asya'dan getirdikleri birikimi Anadolu’ya taşırken, iletişim–etkileşime girdikleri diğer toplumlardan
gözlemleyip, öğrendiklerini bir süzgeçten geçirmiş, bu toprakların kültürel çeşitliliği ile zenginleşen Anadolu’ya özgü bir bahçe kültürünü yarattıkları söylenebilir.
Bu sentez, hem işlevsel anlam ve gereklilikler, hem de görsel–estetik değerler açısından kendine özgü olup Türklerin doğal peyzajı, gözlem yetenekleri ve pratik
düşünce tarzları ile şekillendirmesinden oluşmaktadır.
Dolayısıyla, Selçuklu dönemi Türk bahçeleri; özel veya kamusal nitelikte olsun, doğal peyzajın korunması temelinde yaşamsal gereklilikler ve yaşam biçimi
ile işlevsellik ilkeleri üzerine kurulmuştur. Bu itibarla, Türk bahçesinin temel karakteristiği, su ve bitkisel ögeler ile birlikte doğal peyzajın tezahürü olması, sosyo-kültürel açıdan eğlence–dinlenme veya mesire aktivitelerine olanak tanımasıdır. Bunun yanısıra, ekonomik gereklilikler olarak tarımsal üretim aktiviteleri ile
dini inanışlar bağlamında, hatta askeri faaliyetler veya avcılık, çevgen vb. geleneksel oyunlar açısından da bahçelerin etkin işlevi olduğu belirlenmiştir. Şüphe329
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
siz, bu geniş bir alana yayılan işlevsel kullanım, Türk bahçe kültürünün Orta Asya’da Anadolu’ya uzanan serüveninde, Türklerin farklı kültürler ile temaslarının
sentezini vurgulaması bakımından önemlidir.
Tarih boyunca farklı dönemlerde yapılan bahçelerin özelliklerinden o dönemlerin siyasi, sosyal, kültürel, dini, geleneksel ve ekonomik göstergelerin izlerini görmek mümkündür (Şahin ve Erol 2009, Tazebay ve Akpınar 2010, Yaşar ve
Düzgüneş 2013). Türk yaşam biçimi ve birikiminin zaman mekân değişimi kapsamında Türk bahçelerinin bir dönemini temsil eden Selçuklu bahçelerinin özelliklerinin gündeme getirilmesi bu izlerin gelecek nesillere aktarılmasında vesile
olacağı düşünülmektedir.
TEŞEKKÜR
“Anadolu Selçuklu kent kültürü” konusuna ilişkin bilgisini, önerilerini sunan
ve ilgili kaynaklara ulaşmamı sağlayan Pamukkale Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyesi Sayın Doç.Dr. Koray Özcan’a teşekkür ederim.
330
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Akbay V. A., 2006 “Antakya Örneğinde Tarihi Ev Bahçeleri” Mustafa Kemal
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Enstitüsü Peyzaj Mimarlığı Ana Bilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi, S. 76, Antakya.
Akdoğan, G.,1995. “Dünden Bugüne Bahçe Kültürümüz. Sanat Dünyamız”,Bahçe Kültürü, Üç aylık Kültür Dergisi, Yapı Kredi Yayınları. 58, İstanbul, s. 7-14.
Altun, A., 2010. “Osmanlı Sarayları”. İstanbul Üniversitesi Ders Notları,
http://www.istanbul.edu.tr/Bolumter/puzelsanat/osmanlisaravlari.htm.
Aran, S., 1972. “İnsan Peyzaj İlişkileri” Ankara Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı
Ders Kitabı Yayın No: 2. Ankara.
Arı, Yılmaz, 2005. “Amerikan Kültürel Coğrafyasında Peyzaj Kavramı”, Doğu Coğrafya Dergisi, Sayı:13, S:311-340, Konya.
Aslanapa, O., 1963, “Yeni Araştırmalarda Türk Saray ve Köşklerinin Yeri”,Türk Kültürü, sayı:3, sayfa:23–28.
Aslanapa, O., 1984, “Türk Sanatı II; Anadolu Selçuklularından Beylikler Devrinin Sonuna Kadar”, Kervan Yayınları, İstanbul.
Aslanoğlu Evyapan, G. 1972 “Eski Türk Bahçeleri ve Özellikle Eski İstanbul
Bahçeleri”, Ankara.
Bornovalı, S., 1999. “İslam Dünyasında Bahçe ve Evren Anlatımı.” İstanbul
Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Y. Lisans Tezi, 95s, İstanbul.
Çınar S.ve Kırca S. 2010. “Türk Kültüründe Bahçeyi Algılamak”, İstanbul
Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi,2010, 60 (2), s. 59-68.
Erdoğan, M., 1958. “Osmanlı Devrinde İstanbul Bahçeleri”, Vakıflar Dergisi,c.
IV, s. 152-182.
Erdoğan, E.,1997. “Tarih İçinde Türk bahçesi”. Çevre ve İnsan Dergisi, 37: 2429.
Ergun, Pervin (2004). “Türk Kültüründe Ağaç Kültü”. Atatürk Kültür Merkezi, Ankara.
Evyapan G. 1991 “Bahçe”, DİA (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)
IV, Ankara, s. 478.
Gökyay O., Ş. 1996. “Evliya Çelebi Seyahatnamesi”, Cilt. I, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Gültekin, E., 1991. “Bahçe ve Sanat Tarihi”. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ders Kitabı No:94, Ç.Ü. Ziraat Fakültesi Ofset ve Teksir Atölyesi,
Adana.
Gürenli, Ekrem, 2010. “Kentsel Yeşil Alanların (Park ve Bahçelerimizin) Bakım ve Onarım Tekniği”. Elma Teknik Basım Matbaacılık Ltd.Şti. Ankara.
İbn–i Bibi, 1996. “El Evamirü'l–Ala'iye Fil Umuri'l–Ala'iye (Selçuk Name)”.
Çev. Mürsel Öztürk. Ankara: TTK Yay.
331
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Jordan-Bychkov, Terry. G. and Domosh, Mona, 2003, “The Human Mosaic, A
Thematic Introduction to Cultural Geography”. Ninth Edition,
W.H.Freeman and Company, New York.
Kayaoğlu, İsmet, 1994, “El-Herevi’ye Göre XIII. Yüzyılda Anadolu’da Ziyaret
Yerleri”, XI. Türk Tarih Kongresi, II, Ankara, 733–740.
Kayakent, T., 1999. “Tarih İçinde Bahçe Olgusu ve Eski Türk Bahçelerinin
Günümüz Bahçelerine Dönüşüm Süreci”. İstanbul Teknik Üniversitesi
Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 139s, İstanbul.
Konyalı, İbrahim Hakkı, 1964, “Konya Tarihi”, Konya Belediyesi Yayınları,
Konya.
Kuş Şahin, C. ve Erhan E., U., 2009. “Türk Bahçelerinin Tasarım özellikleri”.
Memlük, Yalçın, 2013. “Anadolu’da Türk Bahçesi ve Bahçe Kültürü”
Merdoğlu Bilaloğlu, G.A., 2004. “Kahramanmaraş’taki Tarihi Konutlarda
Türk Bahçe Kimliğinin Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma”. Ankara
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı,
Doktora Tezi, 295s, Ankara.
Ocak, E., 2006,“İstanbul’daki Tarihi Parkların Günümüz Kullanım İşlevleri
Açısından İrdelenmesi” Yüksek Lisans Tezi Peyzaj Mimarı İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
Özcan, K., 2004, “Anadolu’da Toprak-İnsan İlişkileri Üzerine Bir AraştırmaSelçuklu Çağında Konya Kent Peyzajı”. Konya Kitabı VII, 83–93, Konya
Ticaret Odası Yayınları, Konya
Öztan, Yüksel, 2004. “Yaşadığımız Çevre ve Peyzaj Mimarlığı”, Tisamat Basım Sanayi, 304s, Ankara.
Öztan, Y., 1995. “The Properties of Turkish Gardens”, Maison Francaise 1-2.
Öztürk, S., 2008. “Türk Bahçesi Üzerinde Araştırmalar”. Başkent Üniversitesi,
GSTMF, İç Mimarlık Bölümü Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Peyzaj
Mimarlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 124s, Antalya.
Redford, Scott, 2008. “Anadolu Selçuklu Bahçeleri”, Eren Yayınları, İstanbul.
Şahin, K.C. ve Erol, E.U. 2009. “Türk Bahçelerinin Tasarım Özellikleri.” Süleyman Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, (2): 170-181.
Taneri, A., 1978. ”Türkiye Selçukluları Kültür Hayatı; Menâkıb’ül Arifûn Değerlendirmesi”, Bilge Yayınları, Konya.
Tanyeli, U.,1996. “Anadolu’da Bizans, Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Dönemlerinde Yerleşme ve Barınma Düzeni”. Tarihten Günümüze Anadolu'da
Konut ve Yerleşme. T.C. Başbakanlık TOKÎ II. B.M. İnsan Yerleşimleri Habitat Konferansı Bildiriler ve Sergi Kitabı. 405-471.
Tarhan, B., 1998. “Dolmabahçe Sarayının ve Aynalıkavak Kasrı’nın Türk Bahçe Sanatındaki Önemi ve Yeri” A.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, s:54. Ankara.
Tazebay, İlkden ve Akpınar, Nevin, 2010. “Türk Kültüründe Bahçe”. Bilgi
Dergisi, 54: 243-253.
332
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Tunçer, Mehmet, 2009 “Osmanlı Döneminde İstanbul'da Mesire Yerleri, Doğal ve Halka Açık Parklar” I. İstanbul’da Osmanlı-Türk Bahçe Mimarisi
http://mehmet-urbanplanning.blogspot.com.tr/2009/07, erişim tarihi :
03.04.2014
Turgut, Hilal, 2012. “Tarihi Türk Bahçelerinde Havuz Yapıları”, Tarih Kültür
ve Sanat Araştırmaları Dergisi (ISSN: 2147-0626), Vol. 1, No. 3, KarabukUniversityhttp://kutaksam.karabuk.edu.tr/index.php
Uslu,
F.R.,
2002.“Osmanlı
devrinde
bahçe
Sanatı”.
http://peyzaj.org/osmanli-devrinde-bahcecilik/#more-6368
Wallace, M., 2007. “Geçmişten Günümüze Türk Kültüründe “Ev Bahçesi”
Anlayışı Üzerine Araştırmalar”. Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 258s, İzmir.
Yaşar,Y. ve Düzgüneş, E. 2013. “Peyzaj Tasarımına Sürdürülebilirlik Kavramının Entegrasyonu: Bir Stüdyo Çalışması”, İnönü Üniversitesi Sanat Ve
Tasarım Dergisi. ISSN: 1309-9876, E-ISSN: 1309-9884, Cilt/Vol. 3 Sayı/No.7, 31-43.
333
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
334
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İÇEL’DE BİR ULU ÇINAR:
ŞEYH ALİ SEMERKANDÎ VE NESLİ
Ensar KÖSE *
Özet
Semerkand doğumlu olan Şeyh Ali, 15. yüzyıl başlarında Anadolu’ya göç eden âlim ve
mutasavvıflardan biridir. Timur’un Anadolu istilasını takip eden yıllarda, Karamanoğulları
hâkimiyetindeki Lârende’ye gelmiş; sonra İçel topraklarında Zeyne kasabasına yerleşmiştir.
Vefatından sonra burada adına yapılan türbe ve zaviye, Osmanlı asırları boyunca faal kalmıştır. İşte bu çalışmada, Şeyh Ali Semerkandî’nin menkıbevî hayat hikâyesi ve Acem’den Rum’a
gelişi ele alınmıştır. Ayrıca onun neslinden İçel’de kimlerin mevcut olduğu meselesi, Osmanlı
dönemi tahrir defterlerindeki kayıtlardan hareketle incelenmiştir. Bu kayıtlarda sıklıkla zikredilen Zeyne-oğulları ile Semerkandî arasında bir irtibat kurulmaya çalışılmıştır.
•
Anahtar Kelimeler
İçel, Acem’den Anadolu’ya Göç, Şeyh Ali Semerkandî, Zeyne-oğulları.
•
A GREAT PLANE IN İÇEL: SHEIKH ALİ SEMERQANDÎ
AND HIS GENERATION
Abstract
Sheikh Ali who was a scholar and mystic, was born in Samarqand and he migrated to
Anatolia in the early 15th century. He first came to Lârende in Karamanoğulları domination
in the years following the invasion of Timur’s Anatolia. Later he moved to the town of Zeyne
in İçel territory. After the his death, a tomb and lodge were built in the town and they remained active during the Ottoman era. We discussed in this study that Sheikh Ali Semerqandi’s
legendary life story and the his arrival from Persia to Anatolia. Besides, was
•
Keywords
İçel, Migration from Persia to Anatolia, Sheikh Ali Semerqandi, Zeyne-sons.
*
Dr., Milli Eğitim Bakanlığı.
[email protected]
335
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
GİRİŞ
Şeyh Ali Semerkandî, uzak diyarlardan gelip, çorak Rum iklimine ektiği tohumlar zamanla ulu birer çınara dönüşerek asırlarca yaşayan, Anadolu’nun gönül sultanlarından birisidir. Muadili diğer birçokları gibi Semerkandî’nin de,
menkıbeler ve kıssalarla harmanlanarak efsaneleşen hayat hikâyesinde, hakikatin
nereden başlayıp nerede bittiğinin aslında pek de ehemmiyeti yok gibidir. Zira
Torosların eteğinde şirin Zeyne kasabasındaki mütevazı türbesi, mazide olduğu
gibi bugün de, dünyevî ve uhrevî sıkıntılarına çare arayanlarca ziyaret edilmekte;
kasaba yolu üzerindeki asırlık çınar ağaçlarının köklerinden çıkan ve bir yazarın
ifadesiyle “kaynağı Semerkand’a dayanmakta” olan soğuk sular 1, susamış gönülleri serinletmeyi sürdürmektedir. Ama yine de bu durum, meraklı araştırmacıların Semerkandî’ye dair hakikati arama gayretlerine bir mâni teşkil etmemiştir. Ne
var ki, ortaya konan bir dizi çalışmaya rağmen, bu gönül sultanının hayatı ve nesli üzerindeki sis perdesi henüz tam manasıyla giderilememiştir.
Merhum İbrahim Hakkı Konyalı, neredeyse yarım asır önce, bizzat Zeyne kasabasını ve buradaki türbeyi de ziyaret ederek, özellikle kitabelerden elde ettiği
bilgileri, Osmanlı tahrir ve vakıf defterlerindeki kayıtlarla desteklemek suretiyle,
Şeyh Ali Semerkandî hakkında ilk öncü çalışmayı yapmış; ayrıca Semerkandî’nin
Menâkıbnâme’sini inceleyerek, burada anlatılan hayat hikâyesini aktarmış; Şeyh’in
devam eden nesline dair bazı gözlemlerini de yazmıştı 2. Takip eden yıllarda her
ne kadar bazı mahallî araştırmacıların meseleye ilgisi devam etse 3; birkaç akademik çalışmaya konu olsa4 ve münhasıran Menâkıbnâme üzerinde tafsilatlı bir tez
1
2
3
4
Fatih Bayram, “Timur İstilasına Beylikler Dünyasından Bakış: Karaman Diyarı’nda Cennet Bahçeleri”, Prof. Dr. Erdoğan Merçil’e Armağan, İstanbul 2013, s. 316.
İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitâbeleri ile Karaman Tarihi, Ermenek ve Mut Abideleri, İstanbul
1967, s. 193 vd.
Neşri Atlay, Şeyh Aliyy-i Semerkandî, Konya 1965; D. Ali Gülcan, Karaman Velilerinden Şeyh Ali-yüs
Semerkandi ve Kemal Ümmi, Karaman 1987; Doğan Atlay, “Şeyh Ali Semerkandî Hakkında”, İçel
Kültürü, Yıl: VIII, Sayı: 31 (Mersin, Ocak 1994), s. 3-5; Mustafa Çıpan, “Şeyh Alâeddin Ali Semerkandî’nin Hayatı, Eserleri ve Kişiliği”, Şeyh Alâeddin Ali Semerkandî’yi Anma Toplantısı, Zeyne,
02.07.1994, s. 157-169.
Şeyh Ali Semerkandî’nin hayatı ve eserleri hakkında: Osman Genç, Alaeddin es-Semerkandî, Hayatı,
Eserleri ve Tefsirdeki Metodu, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, Samsun 1996.
336
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
de yapılsa da5, özellikle Şeyh’in nesline dair Konyalı’nın yazdıklarına kayda değer çok fazla bir şey ilave edilememiştir. Bununla birlikte daha önce tarafımızdan
kaleme alınan bir eserde, Semerkandî’nin hayatı, zaviyesi ve nesline dair süregelen tartışmalar gözden geçirildikten sonra, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden ve
mahallî kaynaklardan elde edilen bazı belgeler yayımlanmak suretiyle, tartışmalara katkı yapılmaya çalışılmıştı6. Keza yakın tarihlerde tamamlamış olduğumuz
doktora tezinde de, 18. yüzyıl arşiv kaynaklarında, Şeyh’in neslinden geldikleri
açıkça belirtilmiş olan ve İçel’in en güçlü âyan hânedânını oluşturan Sunullah
Paşa-zâdeler tafsilatlı şekilde ele alınmış; bu meyanda söz konusu hânedânın,
Şeyh Ali Semerkandî ile olan akrabalık bağı hususuna da kısaca değinilmişti 7. Ne
var ki, 17. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı Devleti’nde, vergi muafiyeti ve
toplumsal nüfuz sağlama imtiyazından yararlanmak için “seyyid” sınıfına geçişlerde belirgin artışların olması, buna karşılık söz konusu zümrenin kayıtlarının
tutulmasında yeterince hassas davranılmaması, geç tarihli tahrir ve diğer arşiv
kayıtlarına ihtiyatla yaklaşılmasını icap ettirdiği gibi; klasik dönem defterlerine
müracaatı da zorunlu kılmıştı.
İşte araştırmamızın ana çıkış noktasını bu zorunluluk teşkil etti. İki alt başlık
hâlinde düşünülen makalede öncelikle, başta Şeyh Ali Semerkandî Menâkıbnâmesi
olmak üzere diğer kaynaklardan elde edilen malumatla, Semerkandî’nin menkıbelerle harmanlanmış hayat hikâyesine bakılacak; bu meyanda, onu Acem’den
Rum’a göçe motive eden unsurların neler olduğu ve nasıl bir konjonktürde geldiği gibi hususlar üzerinde durulacaktır. İkinci başlıkta ise, Şeyh’in vefatından sonra neslinin devam edip etmediğine dair, dönemin kaynaklarında ve özellikle de
tahrir defterlerindeki kayıtlar incelenecektir. Timar ve zeamet defterlerinde karşılaşılan “Zeyne-oğlu” şeklindeki kayıtların, Şeyh Ali Semerkandî’nin oğlu Zeynelâbidin’le alâkalı olabileceğine dair kuvvetli ihtimâl üzerinde durulacak ve bu
kayıtlardan hareketle yeni bir aile silsilesi de çıkarılmaya çalışılacaktır.
İsmail Hakkı Mercan, Şeyh Alaeddin Ali b. Yahya es-Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi’nin Transkribe, Tahlil
ve Tenkidi, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Kayseri 1996. Mercan, bu
tezden hareketle, Menâkıbnâme’nin özeti ve tahlilini ihtiva eden ayrı bir kitap da (Şeyh Alâeddin Ali
es-Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, Ankara 2009) kaleme almıştır. Biz tezi görme fırsatı buladığımız
için, kitaptaki özetlere müracaat etmek zorunda kaldık.
6 Ensar Köse, Mut (Claudiopolis), İstanbul 2011, s. 615-638.
7 Ensar Köse, Âyanlar Çağında İçel Sancağında Sosyal Hareketlilik, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 20013, s. 169 vd.
5
337
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
I. ŞEYH ALİ SEMERKANDÎ’NİN MENKIBEVÎ HAYAT HİKÂYESİ
Fuad Köprülü, Türk edebiyatının ilk mutasavvıfları olan Ahmed Yesevî ve
Yunus Emre hakkında yazdığı mâruf eserinde, bu tarihî şahsiyetlerin hayat
hikâyelerini, “menkıbevî” ve “tarihî” yönleriyle ayrı ayrı ele almış; halkın muhayyilesi üzerinde kuvvetli izler bırakan her şahsiyetin, daha kendileri hayatta
iken menkıbelerinin teşekkül ettiğine dikkati çekmiş; asırlar boyunca bir nesilden
diğerine aktarılarak süregelen menkıbelerin, içtimaî vicdanın ortaya çıkardığı bir
ürün olması hasebiyle, kıymetli ve araştırılmaya değer olduğuna vurgu yapmıştı8. Menâkıbnâmelerde anlatılanların sadece hayâl ürünü hikâyeler olmayıp, bunların aynı zamanda döneminin siyasî, sosyal ve kültürel yaşamına dair kıymetli
bilgiler de verdiğine işaret eden diğer başka araştırmalarla, bu nevi eserlerin ihtiyatla ve dikkatle ele alınması hâlinde, tarihî kaynak olarak kullanılmasının pekâlâ
mümkün olabileceği anlaşılmıştır9. Buradan hareketle menkıbelerin, Şeyh Ali Semerkandî’nin hayat hikâyesinin inşa edilmesinde de vazgeçilmez bir yeri olduğunu söylemeliyiz. Zira Semerkandî’nin şahsî yaşamına dair mevcut malumat,
neredeyse tamamen Menâkıbnâme’de anlatılanlardan ibarettir. Bunun haricinde
Osmanlı kronikleri ve biyografi kitaplarında adından nadiren ve oldukça muhtasar şekilde söz edilir.
A. Rum’a Göçten Önceki Hayatı
Oldukça uzun bir hayat sürmüş olduğu anlaşılan ve Anadolu coğrafyasına
geldiğinde yüz yaşını geçmiş bulunan Şeyh Ali Semerkandî’nin hayatına dair,
öncelikle Osmanlı tarih ve biyografi yazarlarının eserlerinde verilen malumata bir
bakalım. Meselâ Nişancı Mehmed Paşa, Sultan II. Murad devri ulemâ ve meşâyihi
arasında zikrettiği Ali Semerkandî hakkında, “Molla Seyyid Alâüddin bin Ali Semerkandî, Rum’a gelüp Lârende’de tavattun idüp tefsir yazmışdur; beyne’l-ulemâ hayli
makbul tefsirdür” demekle yetinir10. Yazdığı tefsirin, âlimler arasında muteber sayıldığını söylemesi dikkat çekicidir. Kâtip Çelebi’nin meşhûr eserinde ise, Şeyh
Ali Semerkandî’nin Bahru’l-ulûm adlı tefsirinden bahsedilirken, kendisi hakkında
da şunlar söylenir: “Yazarı, erdemli Şeyh Seyyid Alâüddin Ali b. Yahya es-Semerkandî,
sonra Karamanî’dir. Şeyh Alâüddin el-Buharî’nin öğrencisidir. Sekiz yüz altmış yılı civarında Lârende’de ölmüştür. Bu kitap büyük bir kitaptır, içinde yararlı önemli şeyler vardır. Bunları tefsir kitaplarından seçti ve bunlara açık bir anlatımla kendinden de yararlı
Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, Ankara 1966, s. 21.
Menâkıbnâmelere dair genel bir değerlendirme için şuraya bakılabilir: Haşim Şahin,
“Menâkıbnâme”, DİA, C. 29 (İstanbul 2004), s. 112-114.
10 Nişâncı Mehmed Paşa, Tevârih-i Âl-i Osmân, Haz. Mehmet Yastı, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya 2005, s. 105.
8
9
338
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
şeyler ekledi. Dört cilttir, Mücâdele suresine ulaştı11.” Yazarın, Semerkandî’nin
Lârende’de vefat ettiğini söylemesi hatalı olmalıdır. Zira o, türbesinin bulunduğu
Zeyne kasabasında vefat etmiştir.
Şeyh Ali Semerkandî’den bahseden bir diğer Osmanlı yazarı olan Hoca
Sâdeddin Efendi, “seyyidlerin övüncü” olarak nitelediği Semerkandî hakkında şu
bilgileri verilir: “İnci gibi döktürüleriyle parlak nakışlar meydana getiren keleminin
ürünleri, birer şekerleme, bu akıcı yazıları yazan kalemin ucuysa bir şeker tanesiydi. Bilgeleriyle öğünen ol diyar ki, bilim ve olgunluğun madeni, bilginlerle olgunların da toplandıkları bir ülkeydi. Orada çalışkanlık çeragını tutuşturup, bilim alanında olgunluk
sınırına dayandıktan sonra tasavvuf yolunu tutmuştu. Bu yolun da sonuna erişenlerden
olmuş ve ayağını Rum diyarına basmakla bu ülkeyi şereflendirmiş, Lârende’ye yerleşmişti. Dört cilt tutarında bir tefsir yazmıştır. Mücâdele suresine dek getirmiştir… Yüz elliden fazla yaşadığı herkesçe bilinir. Hatta iki yüzü bulduğunu söyleyenler de vardır. Tanrı
en iyi bilendir12.” Burada Semerkandî, müşahhas bilgiden ziyade övücü ağdalı sözlerle resmedilmeye çalışılmıştır. Yine de, önce ilmî tekâmülünü sağladıktan sonra,
olgunluk çağında tasavvuf yoluna girdiğinin söylenmesi dikkat çekicidir.
Semerkandî hakkında Muhammed Mecdî de şunları yazar: “Semerkand’da
doğdu; Semerkand’ın din âlimlerinden, kendisini geliştirici ve biçimlendirici dersler aldı.
Kendisini geliştirdikten sonra bir sufi gezgin hâline geldi. Manevi mükemmelliklerin en
yükseklerine ulaştı. 150 yıl ömür sürdü13”. Sicill-i Osmanî’de verilen bilgiler ise şundan ibarettir: “Alâeddin Ali: Aslen Semerkandlıdır. Lârende’de doğmuş ve 840’ta
(1436/37) vefat eylemiştir. Yaşı 150’ye ulaşmıştı. Âlim ve fâzıldı14”.
Görüleceği üzere tüm bu kaynaklarda, Semerkandî hakkında verilen malumat oldukça muhtasardır. Ayrıca Lârende’de doğduğu, hicrî 840’ta vefat ettiği
gibi hilaf-ı vâki bilgiler de yer almaktadır. Şu hâlde Semerkandî’nin hayat hikâyesi için, tek mufassal kaynak olan Menâkıbnâme’ye müracaat etmek bir zaruret
hâlini almıştır. Menâkıbnâme’de Şeyh Ali Semerkandî’nin ailesi ve hayatına dair
verilen bilgiler toplu hâlde olmayıp, eserin muhtelif yerlerine serpiştirilmiştir. Bu
bilgiler toparlandığında, Şeyh’in hayat hikâyesinin ana hatlarıyla aşağıdaki gibi
olduğu anlaşılmaktadır.
Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn an Esâmi’l-kütübi ve’l-Fünûn, C. I, Arapçadan Tercüme Eden: Rüştü Balcı,
İstanbul 2007, s. 222.
12 Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-tevârih, C. V, Yalınlaştıran: İsmet Parmaksızoğlu, İstanbul 1979, s. 69-70.
13 Muhammed Mecdî, Şakâik-ı Numaniyye ve Zeylleri: Hadâiku’ş-şakâyık, Haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul 1989, s. 102.
14 Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, C. I, Haz. Nuri Akbayar, İstanbul 1996, s. 229-230.
11
339
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Şeyh Ali Semerkandî’nin babası Seyyid Yahya’nın asıl vatanı Şirvan’dır. Fakat buranın, artık günümüzde mevcut olmayan tarihî Şirvan şehri mi, yoksa genel olarak Hazar denizinin batısında kalan bölge için kullanıldığı üzere Şirvan
bölgesinde, diğer başka bir şehir veya kasaba mı olduğu açık değildir 15. Seyyid
Ali’nin babası Şirvanlı Seyyid Yahya, Menâkıbnâme’nin ifadesiyle “kâmillerden ve
fazilet sahiplerinin efendisi, kerâmet ve tarikat ve tâc sahibi ermiş” bir kişidir. Seyyid
Yahya bir müddet sonra Şirvan’dan Semerkand’a göç etmiş; burada “şerîfe, ârife,
sâliha ve münîfe” bir kadın olan Tâcü’l-Mestûrât ile evlenmiştir. Ali Semerkandî on
iki yaşına geldiğinde annesi vefat etmiştir. Babası Seyyid Yahya hakkında bilinenler azdır. Menâkıbnâme’nin muhtelif yerlerinde geçen “ceddim hazret-i Muhammed
Mustafa, ceddim hazret-i Nebi, ceddim hazret-i Fahriâlem, ceddim hazret-i Ali” gibi ifadelere bakılırsa, Seyyid Yahya’nın soyunun, Hz. Ali yoluyla Hz. Peygamber’e
dayandığı kabul edilmektedir16. Seyyid Ali, Semerkand şehrinde dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Lâkin uzun ömür sürdüğü ve 150
sene kadar yaşadığından hareketle, 1300 tarihlerinde doğmuş olabileceği tahmin
edilebilir. Menâkıbnâme’de anlatıldığına göre, Şeyh’e yaşının ne kadar olduğu sorulduğunda, “sakalımın kılları kadar” dediği rivayet edilir17.
Menâkıbnâme’deki bu ifadeleri doğrulamak sadedinde, Seyyid Yahya’nın atalarının Hz. Peygamber’e uzanan silsile bağlarını ve bunların ne zaman Şirvan
bölgesine geldiklerini tespit etmek güçtür. İslâmiyeti yaymak amacıyla bölgeye
daha Hz. Osman zamanından itibaren Arap kabilelerinin getirip yerleştirildiği ve
bu uygulamanın sonraki dönemlerde de sistematik olarak sürdürüldüğü; Arap
iskânının Abbasiler devrinde daha da arttığı; bunların özel mülkler edindikleri;
hatta Şirvan topraklarına iskân edilen Arap kabilelerden bazılarının soyunun günümüze kadar devam ettiği; bunlardan çoğunun Arapların Haşimî koluna mensup oldukları bilinmektedir18. Belki de Seyyid Yahya’nın ataları, Şirvan bölgesinin
İslâmlaşma sürecinde bir şekilde buralara getirilip iskân edilen Müslümanlardan
olmalıdır.
Daha çocukluğundan itibaren iyi bir dinî eğitim almaya başlayan Seyyid
Ali’nin, yedi yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlediği; bilgisini ilerleterek onlu yaşlara
Azerbaycan’da tarihî bir bölge olan Şirvan hakkında: Mustafa Aydın, “Şirvan”, DİA, C. 39 (İstanbul
2010), s. 204-206.
16 Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 24.
17 Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 22.
18 Cengiz Mürselov, İslâmî Dönemde Şirvan Tarihi (Hicrî İlk Üç Asır), Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2007, s. 131-134.
15
340
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
geldiğinde, tefsir yapma kudretine sahip olduğu rivayet edilmiştir 19. Yirmi yaşında babası ile birlikte hac farizası için Mekke’ye gitmiş; hacdan sora babasının izniyle orada kalarak, hadis, tefsir ve kıraat ilimlerinde tahsilini ilerletmiş; ayrıca
Kahire, Şam ve Kudüs şehirlerini de gezerek buralarda, devrinin önde gelen âlimlerinden dersler almıştır. İlim ve hikmete ulaşma sevdasıyla şehir şehir dolaşıp,
nerede mâruf bir hoca varsa oraya giderek ders okuma, bu asırda İslâm coğrafyasında oldukça yaygındı. Ali Semerkandî’nin de, Muhammed Mecdî’nin biyografi
eserinde “sufi bir gezgin” (İngilizcede sufi wayfaring) olarak tavsif edilmesi, esas
olarak ilim öğrenmek için çıktığı seyahatleri ifade eder. Bu durum aynı zamanda
onun, münzevi bir hayat sürmüş ve hakkında çok az şey bilinmiş olmasına işaret
şeklinde de yorumlanmıştır20. Semerkand’ın meşhur âlimlerinden Seyyid Şerîf
Cürcânî’den ders aldığı anlaşılmaktadır21 ki, Menâkıbânme’de Cürcânî, Seyyid
Ali’nin hocası ve mürşidi olarak zikredilir22. Yukarıda verdiğimiz Osmanlı kaynaklarında da belirtildiği üzere, hocaları arasında Hanefî fakihi Alâeddin elBuharî (ö. 1330) de vardır23.
Şeyh Ali’nin babası Seyyid Yahya’nın, oğluyla beraber çıktığı hac yolculuğundan sonra, Semerkand şehrinde daha fazla kalmayarak asıl vatanı olan Şirvan’a geri döndüğü anlaşılmaktadır. Bu sebeple Seyyid Ali de, ilim tahsili için
çıktığı uzun yolculuktan sonra Şirvan’a avdet etmiştir. Burada tasavvufî gelişiminde babası Seyyid Yahya’dan öğrendikleriyle ileri merhaleye ulaşmıştır. Artık
seyri-sülukunu tamamlamış bir kişi olarak babasından izin alarak, irşad faaliyetinde bulunmak üzere Semerkand’a göç etmiştir. Muhtemelen bu yolculuk sırasında İsferân’a da uğradığı ve burada Abdurrahman İsferânî’den Tarîkat-ı
Hâcegâniye’yi öğrendiği rivayet edilir24. Semerkand’a göç ettiği tarihlerde otuzlu
yaşlarda olduğu tahmin edilen Şeyh Ali, Menâkıbnâme’de verilen malumata göre
uzun yıllar burada yaşamıştır. Z. Velidi Togan, Semerkandî’nin Türkistan’ın çeşit-
Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 25.
Giv Nassiri, Turco-Persian Civilization and the Role of Scholars’ Travel and Migration in its Elaboration
and Continuity, Doctora Thesis, University of California, Berkeley 2002, s. 398.
21 Sadreddin Gümüş, Seyyid Şerîf Cürcânî hakkında yazdığı eserde, bazı kaynaklara atfen Semerkandî’nin, Cürcânî’den ders okuyarak tahsilini ikmâl ettiğini ve tedrisatta onun halefi olduğunu
yazar (Seyyid Şerîf Cürcânî, İstanbul 1984, s. 124-125).
22 Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 26-27.
23 İshak Yazıcı, “Bahrü’l-ulûm”, DİA, C. 4 (İstanbul 1991), s. 517. Giv Nassiri, Şeyh Ali Semerkandî’nin
hocalarından olan el-Buharî’nin kim olduğu; söz konusu dersi Semerkand’da mı yoksa Karaman’a
geldikten sonra mı aldığı hususundaki ihtimaller üzerinde durursa da, Semerkandî’nin Karaman’a göçtüğü sıradaki ilerlemiş yaşı dikkate alındığında, bunun daha önce vuku bulmuş olması
gerektiğini söyler (Turco-Persian Civilization, s. 398-399).
24 Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 27.
19
20
341
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
li yerlerinde ve özellikle de Herat’ta Nizâmiye Medresesi’nde müderrislik yaptığını yazar25. Daha sonra ikinci defa Hicaz’a gittiği; uzun yıllar Mekke ve Medine
şehirlerinde ikâmet ettiği; Medine’de Hz. Peygamber’in türbesinde Türbedârlık
yaptığı; ayrıca Nakîbüleşraflık vazifesinde bulunduğu; tüm bu vazifeleri ifa ederken tasavvufî derecesini de yükselttiği; ayrıca fırsatını buldukça Bağdat, Mısır ve
Şam gibi İslâm memleketlerine seyahatlerini de sürdürdüğü ifade edilmektedir 26.
B. Karaman’a Gelişi (1428 ?)
Bütün bu hayat serüveninde artık 100 yaşını da geçtiği anlaşılan Şeyh Ali
Semerkandî’yi, yeni bir maceraya sürükleyerek Anadolu coğrafyasına getiren
motivasyon unsurunun ne olduğu, üzerinde durulmaya değer bir husustur. Bununla alâkalı olarak Menâkıbnâme’de anlatılan bir menkıbe vardır. Rivayet edildiğine göre Semerkandî, Medine şehrinde Türbedarlık vazifesini ifa ettiği tarihlerde, bir gün uyku ile uyanıklık arasında bir hâldeyken, Hz. Peygamber kendisine
şöyle seslenmiştir: “Ey ferzend-i saâdet-mend! Sende emanet olan ulûm-ı ledünniye ve
kemâlât-ı ser‘iyye zâyi olmasın. Şimdiden sonra benim icâzetimle ümmetimi irşâd idüp,
vusûl ile dilşâd eyle. Ehl-i Karaman, bir bölük vâlih u hayran, gözleri giryân ve ciğerleri
büryân, kābil-i ıslâh, karîbün-mine’s-salâh mü’minlerdir. Hakk teâla seni ol iklime rahmet
ve ol kavme hidâyet vermişdir. Sana tâbi olanlar benim has ümmetim ve ehl-i sünnetim
olur. Dur-gıl, Medine-i Münevvere hâricine çıkup, benim sana verdiğim yeşil âsâyı
Rum’dan yana at-gıl. Her ne tarafa düşerse nazar eyle. Ba‘dehu ol tarafa sefer eyle. Kim ol
âsânın düşdüği yer senin cism-i latifine âşiyân olısardur ve ol yerlerde çok kerâmâtın ve
hâlâtın ve esrârın zuhur edecekdir27.” Bu ilahî emir üzerine yollara düşen Semerkandî’nin, Zeyne kasabasına gelişi de yine Menâkıbnâme’de şöyle anlatılır: “Medine-i Münevvere taşrasına çıkup, ol yeşil âsâyı Rum’a atdı ve nazar eyledi; gördi kim Karaman’da Zeyne kurbinde bir mahalle düşdi. Pes Hazret-i Şeyh’in rûhâniyyeti Tavus
sûretine temessül idüp, cevelân iderek ol vilâyete vusûl ve ol mahalle nüzûl buyurdılar 28”.
Burada ilk dikkati çeken husus, kendisine tevdi edilen ilahî bir emir üzerine
yola çıkmış olması keyfiyetidir. Bu durum sadece Ali Semerkandî’ye münhasır
olmayıp, birçok sufinin sınırlar aşan yolculuklarında buna benzer motiflere sıkça
rastlanır. Mamafih Konya Seydişehir’e gelip yerleşen Seyyid Harun’un menkıbevî
hayat hikâyesinde de, ceddi İmam Cafer-i Sadık’ın mezarını ziyaret ettiği bir sıA. Zeki Velidi Togan, “Câmî”, İA, C. 3 (İstanbul 1963), s. 16.
Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 28-29.
27 Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 30 (Konya İzzet Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi, nr. 10092,
vr. 65b).
28 Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 31 (Konya İzzet Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi, nr.
110092, vr. 65b).
25
26
342
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
rada, kendisine Rum ülkesine gitmesi ve Karaman yakınlarına bir köy yapmasının istendiği söylenir29. Sufi menkıbelerinde yaygın şekilde işlenen diğer bir ortak
yön olan rüya motifi de burada karşımıza çıkar. Uykudayken kutsal şahıslarla
irtibat kurma yeteneği ruhsal bir güce atfedildiği için, sufi mürşidleri ve Hz. Peygamber’i sık sık rüyada görmek, itibar işareti olarak yorumlanır, şeyhlerin biyografilerine kaydedilirdi. Rüya tabir yeteneği, Timurlu hükümdarı Şahruh zamanında Herat’ta başlıca ruhanî şahsiyet olarak kabul edilen Zeyneddin Hafî’yi, diğer şeyhlerin önüne çıkarmıştı. Hurufiyye hareketinin lideri Fazlullah Esterabadî
ile, Şeyh Muhammed Nurbahş da rüya tabirle şöhret sahibi olmuş kişilerdendi 30.
İlahî işaretlerin hâricinde, Şeyh Ali Semerkandî’nin Rum coğrafyasına olan
yolculuğunda diğer başka mücbir sebepler olmuş olabilir miydi? Bunu bilmek
güç, ama yine de dönemin siyasî konjonktürüne bakmakta yarar var. Bu yıllarda
Timur devletinde Şahruh’un iktidarı hüküm sürüyordu. Şahruh her ne kadar siyasî yönden gücünün zirvesinde olsa da, dinî alanda Mehdici hareketler ortaya
çıkmış; 1423-24’te Kübrevî şeyhi İshak Huttelanî’nin bir müridi kendisini mehdi
ilan etmiş; Şahruh, yaşlı Huttelanî’yi idam ettirmiş; fakat yine mehdilik iddiasındaki Muhammed Nurbahş’ın kaçmasına ve Orta İran’a sürgün edilmesine izin
vermişti. Ocak 1427’de, siyasî emeller besleyen kurucusu daha önce Timur tarafından Miranşah tarafında idam edilen Hurufî tarikatının bir üyesi, Cuma namazından sonra cami çıkışında Şahruh’un canına kasetmiş; hafif yaralanan Şahruh,
bu saldırıya cevap olarak Hurufilikle bağlantısı olan çok sayıda kişiyi idam ya da
sürgün ettirmişti. Bu tarihler aynı zamanda, Şerefeddin Ali Yezdi’nin, Zafernâme
adlı eserini yazmaya başladığı yıllara rast geliyordu. Timur zamanının üç itibarlı
âliminin (Sadeddin Ömer Taftazanî, Seyyid Ali Cürcanî, Şamseddin Muhammed
el-Cezerî) sülaleleri ve talebeleri, Şahruh zamanında da itibar görmeye devam
ediyordu. Tasavvufî hareketlere bakıldığında, 15. yüzyıl başlarındaki Timurlu
âleminde, sonradan Hace Ahrar’ın liderliğindeki Nakşibendiyye gibi örgütlü sufi
tarikatları henüz yeterince gelişemediğinden, tarikat âdab ve erkânı da standart
bir hâl almamıştı. Bundan ötürü bir sufi adayının seyahatlere çıkıp, farklı şeyhlerin rehberliğinde öğrenim görmesi yaygın bir uygulamaydı; mürşit değiştirmeye
de sık rastlanırdı31.
Tafsilat için bakılabilir: Abdülkerim bin Şeyh Mûsâ, Makâlât-ı Seyyid Hârûn, Haz. Cemâl Kurnaz,
Ankara 1991, s. 22 vd.
30 Beatrice Forbes Manz, Timurlu İran’ında İktidar, Siyaset ve Din, Çev. Dilek Şendil, İstanbul 2013,
s.
225-226.
31 Manz, Timurlu İran’ında İktidar, s. 49-51, 259, 268. Nakşibendilik hakkında tafsilat için şu kapsamlı
çalışmaya bakılabilir: Naqshbandis, Eds. Marc Gaborie, Alexandre Popovic, Theirry Zarcone, ISIS,
29
343
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Anadolu seyahatinden önce uzun yıllar Medine’de bir nevi münzevî hayat
sürdüğü anlaşılan Şeyh Ali Semerkandî’nin, Timur ülkesindeki mevcut siyasî ve
dinî şartlardan ne derecede haberdar olduğunu ve etkilendiğini; Rum’a olan göçünde bunun herhangi bir tesiri olup olmadığını tespit etmek güçtür. Ama yine
de Semerkandî’nin, köklü ilmî ve tasavvufî geleneğe sahip bir coğrafyada, şehrin
âyan zümresi arasında kabul edilen bilginler ve sufilerin en üst seviyede itibar
gördüğü; mezar ziyaretlerinin yaygın olduğu; Hz. Peygamber’in soyundan gelen
seyyidlerin büyük saygıyla kutsandığı; hatta Hz. Ali ile diğer Şii imamların hatırasına da hürmet gösterildiği bir iklimden32 geldiği aşikârdır.
Şeyh Ali Semerkandî’nin Karaman ülkesine geldiği tarihlerde (1428 yılı üzerinde durulmaktadır)33, Anadolu’da nasıl bir siyasî konjonktürün mevcut olduğuna da bakmakta yarar vardır. Osmanlı Devleti tahtında Sultan II. Murad’ın,
Karamanoğulları’nın başında ise II. İbrahim Bey’in bulunduğu bu tarihler, aynı
zamanda Osmanlı-Karaman münasebetlerinin oldukça gergin olduğu yıllardı 34.
Diğer yandan, her ne kadar Timur’un Anadolu işgalinin üzerinden yirmi yıldan
fazla zaman geçmiş olsa da, Anadolu’daki Timur tesiri henüz tam manasıyla silinmemişti. Timurlu devleti tahtında oturan Şahruh, Anadolu beylikleri üzerindeki nüfuzunu korumak için zaman zaman Osmanlılar’a baskı yapmaktan geri
durmuyordu. İşte böyle çalkantılı bir dönemde Semerkandî’nin Karaman’a gelişi,
yalnızca manevî bir irşad vazifesini ifa gayesiyle miydi, yoksa bunda bazı siyasî
sâiklerin de tesiri olmuş muydu?
Menâkıbnâmelerin, sadece saf dinî duygularla kaleme alınmayıp, aynı zamanda bunların asıl gayesinin, belirli bir siyasete hizmet etmek olduğuna dair
görüşleri ihmâl etmemek gerektiğinden yola çıkan Fatih Bayram, Semerkandî
vakasına dair bu nevi sorulara cevaplar aramıştır. Bu dönemde Anadolu’ya gelen
diğer bazı sûfîler gibi Şeyh Ali’nin de, Semerkand’ın yüksek kültürel ve estetik
muhitinden geldiğine işaret eden Bayram; her ne kadar Menâkıbnâme’de, Semerkandî’nin Timur askerlerinin muzaffer olmaları için dua ettiği söylense de, Yıldı-
İstanbul 1990. Hususiyle Hamid Algar’ın “A Brief History of the Naqshbandî Order” adlı makalesinde, tarikatın tarihsel gelişim sürecini görmek mümkündür (s. 9-49).
32 Manz, Timurlu İran’ında İktidar, s. 216-223, 253.
33 Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 130. Giv Nassiri ise, Şeyh Ali Semerkandî’nin Karaman’a
geliş tarihini 1436 olarak verirse de (Turco-Persian Civilization, s. 388-389), bunun doğru olmadığı
açıktır.
34 Bu dönemin siyasî ve askerî hâdiselerinin tafsilatı için şu çalışmaya bakılabilir: Yahya Başkan, Orta
Anadolu’da Hâkimiyet Mücadelesi (1400-1500), İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2007, s. 34 vd.
344
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
rım Bayezid’e de açıkça bir karşı çıkışın olmadığına vurgu yapmaktadır 35. Bayram, daha sonra İstanbul’da Bilim ve Sanat Vakfı’nda Semerkandî Menâkıbnâmesi
üzerine yaptığı bir sunumda, onun, Timur kültürünü Anadolu’ya taşımak gibi bir
misyonunun olduğunu söylemiş; Menâkıbnâme’yi bu yönüyle, Timur kültürünü
Hindistan’a taşıdığını ifade ettiği Babürnâme ile kıyaslamış; özellikle Timurlulardaki bahçe kültürünün Anadolu’ya taşınmış olmasına vurgu yapmıştı. Herhâlde
burada kastedilen şey, siyasî bir misyondan ziyade, Timur ülkesindeki dinî ve
kültürel yaşamın Anadolu’ya taşınması keyfiyeti olmalıdır. Mamafih Anadolu ile
Acem arasında bu neviden irtibat ve etkileşimi sağlayan sadece Semerkandî de
değildir. Bu şekilde misyon ifa eden birçok başka âlim ve mutasavvıf olduğu gibi,
bu irtibatların evveliyatı da vardır. Şeyh Ali Semerkandî’yi Anadolu coğrafyasına
getiren motivasyon unsurlarının neler olduğunu anlamamıza yardımcı olabileceği düşüncesiyle, Acem ile Rum arasındaki kültürel alış-verişe biraz daha yakından bakmakta yarar var.
C. Acem ile Rum Arasındaki Kültürel Bağlar
Anadolu şehirlerinin, doğudan gelen bilginler için birer cazibe merkezi olmalarında kuşkusuz, daha Malazgirt savaşından itibaren ele geçirilen yerlerde birçok medresenin yapılmasının önemli tesiri olmuştu. Keza Türkiye Selçukluları’nın bilginleri koruması da, Anadolu’ya dinî öğretim amacıyla göçleri hızlandırdı. Ne var ki, her ne kadar bu nevi himâye uygulaması kısmen devam etse de,
beylikler döneminin kaotik atmosferi, süregelen bu alâkayı azalttığı gibi, Celâyirliler’in bilginleri koruması ve medreselerin artık doğuda da belirli bir gelişim seviyesine ulaşması, buraları daha cazip hâle getirmişti. Acem ile Rum arasında,
özellikle Farsça ve Arapça konuşan bilginlerin kültürel hareketliliği üzerine kapsamla bir tez yazmış olan Giv Nassiri, Timur’un Anadolu seferi sırasındaki kırılmaya dikkati çeker. Zira Timur’un, Anadolu kökenli bazı bilginleri doğu bölgelerine sürmesi, her ne kadar kendi döneminin çoğunlukla savaşlarla geçmesi sebebiyle kısa vadede beklenilen semereyi vermemiş olsa da, Anadolu kökenli bu bilginler, sonrasında Türk-İran kaynaşmasına önemli etki etmişlerdir. Zira gönüllü
veya sürgün şeklinde İran’a giden bilginler, Anadolu’daki asıl yerleriyle İran arasında bir iletişim ağı (network) oluşturdukları gibi; bunların birçoğu, tahsillerini
tamamladıktan sonra tekrar Anadolu’ya geri döndüler 36. Nassiri, 15. yüzyılın ilk
yarılarında Anadolu’dan Acem’e tahsil için gidip, sonra da tekrar geri dönen bilgin ve sufilere ait 13 kişilik bir liste verir 37. Niğde’den Kara Yakub b. İdris, KütahFatih Bayram, “Timur İstilasına Beylikler Dünyasından Bakış”, s. 311.
Giv Nassiri, Turco-Persian Civilization, s. 326 vd.
37 Nassiri, Turco-Persian Civilization, s. 334.
35
36
345
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ya’dan Mevlana Yusuf Şeyhî, Koçhisar’dan Alâeddin Ali b. Musa, ki o, Seyyid
Şerif Cürcanî ve Sadeddin Taftazanî’den ders almıştır- bunlar arasındadır.
15. yüzyıl süresince Acem’den Rum’a doğru cereyan eden göç ve yolculukların sebepleri üzerinde de duran Nassiri, bilgin ve sufileri harekete geçmeye motive eden unsurlar arasında şunları sayar: Önce Arapça konuşulan İslam bölgelerine gidip burada öğrenim gördükten sonra, bunların Anadolu’ya gelmeleri (Şeyh
Ali Semerkandî’nin serüveni de böyledir); önde gelen bazı âlimlerin (bunlar arasında Şerif Cürcânî, Ali Kadı-zâde Rumî ve Sadeddin Taftazanî meşhurdur),
Rum’a göç ve seyahat hususunda talebelerini teşvik etmeleri; Anadolu’daki
mâruf âlimlerden ders öğrenme arzusu; mahallî himayeden hoşnutsuzluk, buna
karşılık Osmanlılar’dan himaye görme beklentisi; göçebe dalgasından kaçış; sufi
eğilimler nedeniyle göç (Halvetîler ve Nurbahşîler) ve nihayet göç etmeleri hususunda rüya gibi ilahî (mucizevî) bir işaretle yollara düşenler (Hacı Bektaş ve Ahi
Evran)38.
Acem’den Anadolu’ya göçler hakkında 1413-1485 yılları arasını muhtevî bir
listede ise, aralarında Şeyh Ali Semerkandî’nin de bulunduğu 18 âlim ve sufinin
yer aldığı görülür. Bunlardan sadece Semerkandî Karaman’a gelmiş, diğerleri ise
Anadolu’nun başka şehirlerine dağılmışlardır39. Kastamonu, Amasya, Bursa gibi
şehirler, özellikle medreseler yapılması sebebiyle daha Osmanlılar’ın ilk dönemlerinden itibaren âlimleri cezbetmiştir. Nassiri’nin verdiği listede, Acem’den
Anadolu’ya olan bilgin göçlerinin menşei olan şehirlere bakıldığında, bunlardan
4’ünün Semerkand çıkışlı olduğu görülür. Moğol istilasından sonra Semerkandlı
âlimlerin sayısındaki düşüşe işaret eden Nassiri, Timur’un başkent Semerkand’ı
kozmopolit bir bilim merkezi yapma isteğine ve bunun için bilginleri buraya
çekme gayretine rağmen, daha önce buraya dönmüş olan bilginlerin birçoğunun,
burasını asıl vatanları olarak görmediklerinden, uygun vakti buldukları zaman
başka yerlere göç ettiklerini yazar. Şeyh Ali Semerkandî’yi de bu kategoride zikreder40.
Şirvan şehrinin de, Anadolu ile doğu İslam dünyası arasındaki kültürel etkileşimde önemli bir yerinin olduğu anlaşılmaktadır. Pir İlyas Amasî, Timur tarafından Amasya’nın işgali sırasında buradan alınarak Şirvan’a götürülmüş ve Şirvan kadısı olarak tayin edilmiş; Timur’un ölümünden sonra görevini kaybedince,
Nassiri, Turco-Persian Civilization, s. 412-444.
Nassiri, Turco-Persian Civilization, s. 388-389.
40 Nassiri, Turco-Persian Civilization, s. 396-397.
38
39
346
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
artık bir tasavvuf erbabı olarak yeniden Amasya’ya dönmüştü. Fakat şüphesiz
dönemin en meşhur Şirvanlı dinî şahsiyeti Seyyid Yahya Şirvanî (Bakuî) idi. Halvetî şeyhi Hayreddin Hıyavî’nin halifesi olan Yahya Şirvanî zamanında Halvetîlik, sadece doğuda değil aynı zamanda Anadolu’da da geniş yayılma alanları
bulmuştu. Zira Anadolu’dan Şirvan’a giderek tarikata intisap eden ve seyrisüluklarını tamamlayarak “Halvetî halifesi” beratıyla Anadolu’ya dönen müntesipleri, Halvetîliğin yayılmasında önemli rol icra etmişlerdi. Bunlar arasında, tamamı da 15. yüzyılın ilk yarısında etkili olmuş ve 1460’larda vefat etmiş olan Afyon-Sandıklı doğumlu Şeyh Pir Şükrullah, Niğde doğumlu Şeyh Habib Karamanî, Aydın doğumlu Şeyh Alâeddin-i Rumî, Şeyh Muhammed Erzincanî ve Dede Ömer Ruşanî gibi mutasavvıflar yer alıyordu41. Aslen kendisi de Şirvanlı olan
Şeyh Ali Semerkandî’nin, Karaman ülkesine gelmesinde, çok önceleri tesis edilmiş olan bu irtibat kanallarının tesirinin olması pekâlâ mümkündür. Fakat tasavvufî mensubiyeti bakımından Semerkandî, Şirvan ekolünün baskın tarikatı olan
Halvetîliğe bağlı değildir.
D. Karaman ve İçel’deki Faaliyetleri ve Vefatı (1456)
Daha önce de ifade edildiği gibi, Şeyh Ali Semerkandî’nin Karaman’a geldiği
1420’ler, Osmanlı Devleti ile Karamanoğulları arasındaki münasebetlerin gergin
olduğu yıllardı. Siyasî bakımdan belirsizlik ve gerginliklerin eksik olmadığı bölge, dinî yönden Halvetîliğin tesiri altındaydı. Nitekim bu durumun açık işaretlerini Menâkıbnâme’de görmek mümkündür. Anlatıldığına göre Şeyh Ali Semerkandî, Lârende şehrine geldiğinde, daha önce Halvetî halifesine biat etmiş olan
halk başına toplanarak, Halvetî olduklarını söylemişler ve bunlardan 40 kişi, “Bizim tarikimizi ibtâl eyledi.” diyerek Şeyh Ali’ye karşı rahatsızlıklarını açıkça ifade
etmişlerdi42. Halvetîliğin nüfuzu altındaki Anadolu’da her ne kadar Timur’la birlikte Nakşibendilik de yayılmaya başlamış olsa da, etki gücü daha ziyade 15.
yüzyılın sonlarından itibaren artış göstermişti 43.
Lârende’ye ilk gelişi sırasında Halvetî mezhebine bağlı halk tarafından iyi
karşılanmayan Şeyh Ali Semerkandî’nin, daha sonra Karamanoğlu İbrahim
Bey’le yakınlık kurduğu rivayet edilir. Menâkıbnâme’deki sekizinci menkıbe, bu
meseleye dairdir. İbrahim Bey’in hizmetinde olan, Gülnar’dan Ahmed Bey adlı
Nassiri, Turco-Persian Civilization, s. 350-351.
Menâkıb-ı Seyyid Şeyh Ali Semerkandî, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr. 4931/2, vr. 113ab.
43 Nassiri, Turco-Persian Civilization, s. 355. İstanbul’da ilk Nakşibendî tekkesinin açılması da, yine 15.
yüzyılın sonlarında 1490’da mümkün olmuştur. Tafsilat için bkz. Hamid Algar, “Nakşibendiyye”,
DİA, C. 32 (İstanbul 2006), s. 337 (335-342).
41
42
347
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kişinin rivayet ettiği bu menkıbe şöyledir: Semerkandî’nin Lârende’ye geldiği
tarihlerde bir gece Ahmed Bey, Şeyh’in adamlarından iki kişi tarafından evinden
alıp götürülür ve Şeyh’le tanıştırılır. Aynı gece benzer bir hâdise de Sultan İbrahim’in başına gelmiştir. Bu harikulâde hadiseden sonra Şeyh Ali Semerkandî, iki
adamını göndererek Sultan İbrahim’i Lârende’ye davet eder. Daveti kabul eden
Karamanoğlu İbrahim Bey gelir ve Semerkandî’ye biat ederek zikir alır 44. Şeyh Ali
Semerkandî, Bahru’l-ulûm adlı tefsirini Lârende’de iken yazmıştır.
Menâkıbnâme’de, o Lârende’ye geldiğinde burada bulunan âlimlerin, imtihan
maksadıyla bir tefsir yazmasını istedikleri; bunun üzerine Şeyh’in tefsiri müsvedde hâlinde yazıp, müritlerinden Molla Hamza-i Karamanî’nin bunları temize
çektiğinden bahsedilir45. Nişancı Mehmed Paşa’nın eserinde de, “Rum’a gelüp
Lârende’de tavattun idüp tefsir yazmışdur46” denilmek suretiyle buna işaret edilir.
Âhir ömründe Lârende’de ikâmet edip, vaktini eser yazarak, ilim ve irşad faaliyetleriyle geçirdiği anlaşılan Şeyh Ali Semerkandî’nin, vefatı hakkında
Menâkıbnâme’de şu ifadelere rastlanır: “Ömr-i şerîfleri nihâyete ve sinn-i latîfleri gâyete karîb olıcak Lârende’den kalkup, ol âsâ dikildiği yere gelüp, anda civâr-ı zü’l-celâle intikâl ve cenâb-ı zü’l-cemâle irtihâl eylediler… İnşallahu-teâlâ ol mahalde dâr-ı âhirete intikâl ideriz47”. Biyografi kitaplarında vefat tarihine dair birkaç farklı rivayet olmakla birlikte, genel olarak 1456 (860 H.) tarihi üzerinde ittifak sağlanmıştır 48. Zeyne’de, daha önce 1421 (825 H.) tarihinde Ahmed Paşa-zâde Musa Bey tarafından
yaptırılan caminin yanına defnedilmiştir49. Bu caminin, Semerkandî henüz Karaman’a gelmeden önce yapıldığına işaret eden ve ayrıca kitabesini de yayımlayan
İ. Hakkı Konyalı, türbe ve zaviyenin sonradan inşâ edildiğini söylemiş; fakat caminin bânisi Musa Bey hakkında ise, herhangi bir vesikanın mevcut olmadığını;
Ali Semerkandî türbesinde, Şeyh’in hemen sağındaki kabrin oğlu Zeynelâbidin’e,
solundakinin ise müridlerinden Şeyh Mahmud’a ait olduğunun rivayet edildiğini
yazmıştır50.
Şeyh Ali Semerkandî’nin vefatından sonra, Zeyne kasabasındaki mekânı bir
zaviye olarak faaliyet göstermeye devam etmiştir. Bunu Kanuni Sultan Süleyman
dönemine ait bir Vakıf Defteri’nde açıkça görmek mümkündür. Söz konusu bu
Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 76-78.
Mercan, s. Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, 80, 99.
46 Nişâncı Mehmed Paşa, Tevârih-i Âl-i Osmân, s. 105.
47 Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 31.
48 Semerkandî’nin vefatı hakkındaki tarihlere dair: Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 31-32.
49 Konyalı, Karaman Tarihi, s. 195.
50 Konyalı, Karaman Tarihi, s. 195, 197.
44
45
348
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
defterde, “Vakf-ı Zâviye-i hazret-i Şeyh Ali Semerkandî kuddisu sırrahu ve câmi‘-i şerîf
ve türbe ve merkadı der karye-i Zeyne tâbi‘-i kazâ-i Mut” başlığı altında, “Vakf-ı Câmi”
ve “Vakf-ı Türbe-i Şeyh kuddisu sırrahu” alt başlıklarıyla ayrı ayrı kaydedilmiştir.
Ayrıca kayıtlarda, “Şeyhin merkadi bu câmi‘in kurbündedir” ibaresi de dikkati çekmektedir. Bu deftere göre caminin vakıf gelirleri 380 akçe olup 6 zemin, 2 bağ ve 1
değirmenden müteşekkildir. Türbenin vakıf gelirleri ise 6 zemin ve 4 bağdan toplam 885 akçedir51. İ. Hakkı Konyalı, bu defterdeki kayıtlardan hareketle Zeyneoğulları’nın Sıçanlu ve Yenicekışla köylerinde mescid, Yukarıkışla köyünde medrese, cami ve mescid ile Hacı Said köyünde mescid yaptırdıklarını ve bunlara gelirler vakfettiklerini; Sıçanlu köyündeki mescidi Zeyne-oğlu Ali Paşa’nın yaptırdığını, Yukarıkışla köyündeki medreseyi ise Zeyne-oğulları’ndan İsmail Bey ile
Emeleddin Bey’in evladından Halil Bey’in müşterek olarak yaptırdıklarını ifade
etmiştir52.
II. ŞEYH ALİ SEMERKANDÎ’NİN NESLİ
Şeyh Ali Semerkandî’nin vefatından sonra neslinin devam edip etmediği,
ilmî yönünden ziyade spekülasyon tarafı daha ağır basan tartışmalara konu olmuştur53. Bununla birlikte Şeyh Ali Semerkandî’nin evliliği, eşi ve çocuklarına
dair gerek Menâkıbnâme’de, gerekse dönemin diğer kaynaklarında fazla bir malumat yoktur. Zeyne’deki türbe içinde yer alan mezarlardan birisinin, Şeyh’in
“cin padişahının kızı” olan eşine ait olduğu yazılıysa da, bu kitabenin sonradan
konulduğu açıktır. Yine türbedeki diğer iki mezardan birinin, Şeyh’in oğlu Zeynelâbidin’e, diğerinin ise “zâtın kızı”na ait olduğu kitabesinde yazılıdır54. Hakkı
Konyalı, Semerkandî’nin soyuna dair, Osmanlı tahrir defterlerindeki kayıtlara
atfen şunları yazmıştır: “Aliyy-i Semerkandî’nin ölümünden sonra onun adını taşıyan
bir tarikat kolu kurulmuştur. Kendisinden sonra oğlu İsa, daha sonra Mahmud ve Zeynelâbidin zâviyesinde kendisine halef olmuşlardır. Kendi ailesi ‘Zeyneoğulları’ adını aldılar. İçel’de bir cemaat halinde yaşar oldular 55.”
Şeyh’in çocukları hakkında Menâkıbnâme’ye müracaat edildiğinde, dokuzuncu menkıbenin râvisi olarak Semerkandî’nin oğlu Zeynelâbidin’in adı karşımıza
çıkar ve aynen şöyle denir: “Lârende erenlerinden bir aziz Hazret-i Şeyh’in oğlu Hazret-i Zeynelâbidin’den rivâyet ider. Ol dahi Hazret-i kutbü’l-ârifîn babası Seyyid Ali SeBOA, TD, nr. 1, s. 59.
Konyalı, Karaman Tarihi, s. 200-201.
53 Bu tartışmaların tafsilatı için şuralara bakılabilir: Konyalı, Karaman Tarihi, s. 188, 199-200; Köse, Mut,
s. 628 vd; Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 35.
54 Mercan, Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, s. 35.
55 Konyalı, Karaman Tarihi, s. 219.
51
52
349
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
merkandî kuddisu sırrahü’l-azîz hazretlerinden rivâyet ider. Ol vakit ki, kırk yıl halvet
çeküp izn-i Hakk ile halvetden çıkup, ceddim Hazret-i Muhammed Mustafa’yı sallallahu
aleyhi vesellem ziyaret itmeğe azîmet eyledim. Ceddimin ravza-i şerifine varup yüz sürdüm…56”. Menâkıbnâme’nin diğer bir nüshasında da benzer ifadelere rastlanır:
“Sultan Şeyh Ali Semerkandî’nin izn-i Hak ile halvetden çıkup, Hazret-i Rasülullah’ı
ziyaret itmeğe azm itdikleri beyânındadır. Lârende erenlerinden bir aziz, Hazret-i Şeyh’in
oğlu Zeynelâbidin’den rivâyet ider. Ol dahi kutbü’l-ârifîn babası Seyyid Ali Semerkandî…57”. Görüleceği üzere bu yazılanlardan Şeyh Ali Semerkandî’nin, Zeynelâbidin adında bir oğlunun olduğu anlaşılmaktadır. Konyalı’nın yazdığı İsa ve
Mahmud adlarındaki çocuklara dair ise, Menâkıbnâme’de herhangi bir atıf yoktur.
Menâkıbnâme’deki bu ifadelerin hâricinde, Şeyh Ali Semerkandî’nin çocukları ve nesline dair sonradan yazılanlar, tamamen sözlü anlatımlar ve rivayetlere
dayanmaktadır. Bunların doğru olup olmadığını sınayacak neredeyse mevcut
yegâne yazılı kaynak, Osmanlı dönemi vakıf, vergi ve timar kayıtlarını ihtiva
eden defterlerdir. Nitekim Konyalı’nın da üzerinde durduğu vakıf defterlerindeki
kayıtlara yukarıda değinildi. Şimdi burada Osmanlı tahrir defterlerinde, Semerkandî’nin nesline dair herhangi bir kaydın mevcudiyetine dair iz sürülmeye çalışılacaktır.
A. Osmanlı Tahrir Defterlerinde Ailenin İzleri
İçel sancağının 1702 tarihli mufassal Avârız Hânesi Defteri’nde, Zeyne kazasında nüfus yazılırken “Sâdât” başlığı altında, başta Abdülmü’min Paşa-zâde
Seyyid Sunullah olmak üzere şu 20 kişi kaydedilmiştir: Seyyid Sunullah veledi
(v.) Abdülmü’min Paşa, Seyyid Ahmed birâder-i Seyyid Sunullah, Seyyid Ali v.
Seyyid Sunullah, Seyyid Ömer v. Hasan, Seyyid Abdullah v. Efendi, Seyyid
Hamza v. Hüseyin, Seyyid Ömer v. Ali, Seyyid Yakub v. Himmet, Seyyid Bektaş
v. Ebubekir, Seyyid Hasan v. Cemaleddin, Seyyid Hüseyin v. Ahmed, Seyyid
Himmet v. Yakub, Seyyid Hüseyin v. Ali, Seyyid Ali v. İmran, Seyyid Abdülkerim birâder-i Hamza, Seyyid Abdullah v. Halil, Seyyid Fazlullah, Seyyid Bali ibn.
Memiş, Seyyid Ömer bin Hasan, Seyyid Hüseyin v. Ali. Daha sonra da bu kaydın
altına şu not düşülmüştür: “Mezbûrlar Şeyh Ali Semerkandî evlâdları olmağın yedlerinde senetleri vardır58”. Yine aynı defterde, bu aileden 6 kişinin (Seyyid Şeyh Abdüllatif v. İmam, Seyyid Mehmed v. Seyyid Abdülmü’min Paşa, Seyyid Abdül-
Menâkıb-ı Şeyh Ali Semerkandî, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar, nr. 640, vr. 31b32a.
57 Menâkıb-ı Seyyid Şeyh Ali Semerkandî, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr. 4931/2, vr. 95a.
58 BOA, Kâmil Kepeci (KK), nr. 2808, s. 28.
56
350
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
mü’min v. Seyyid Mehmed, Seyyid İbrahim v. Seyyid Mehmed, Seyyid Yahya v.
Abdülmü’min Paşa, Seyyid Ahmed v. Seyyid Yahya), Mut’a bağlı Selamlı köyünde59; şu 11 kişinin ise (Seyyid Şeyh v. Efendi, Seyyid Şeyh v. Hidayetullah, Seyyid
Hedamalla? v. Seyyid Şeyh, Seyyid Memiş birâder-i Seyyid Şeyh, Seyyid Hüseyin
v. Abdullah, Seyyid Abdurrahman v. Seyyid Şeyh Mehmed, Seyyid Mehmed v.
Seyyid Abudrrahman, Seyyid Mehmed v. Seyyid Abdullah, Seyyid Ömer v. Seyyid İbrahim, Seyyid Abdullah v. Seyyid Süleyman, Seyyid Abdurrahman v. Seyyid Abdullah), Mut’un Şeyh Mahallesinde ikâmet ettikleri kayıtlı olup, bunların
da Şeyh Ali Semerkandî soyundan oldukları kaydedilmiştir60.
Bu defterde adları zikredilen kişilerin, Şeyh Ali Semerkandî’nin neslinden
geldikleri açık şekilde ifade edilmiş olmakla birlikte, yine de bu kayıtlara ihtiyatlı
yaklaşmakta yarar vardır. Zira vergi muafiyeti elde edebilmek için, 18. yüzyılda
seyyid sınıfına geçişte belirgin artış olmuş ve muhtemelen seyyidlik beratı dağıtımında da klasik dönemdeki kadar hassas davranılmamıştır. Bu sebeple, daha eski
tarihli tahrir ve vakıf defterlerine de bakma zarureti ortaya çıkmıştır.
Karamanoğulları beyliğinin sona ermesi ve bölgede Osmanlı idarî düzeninin
kurulması sürecinde, ilk tahrir 1476 tarihindeki vakıf tahriridir 61. Ayrıca bölgede
Osmanlı hâkimiyetinin tam olarak tesis edildiği 1483’te, Karaman eyaletinin geniş
kapsamlı vakıf tahriri yapılmıştır62. Lâkin bu her iki tahrir de, İçel sancak sınırlarını ihtiva etmediğinden, Şeyh Ali Semerkandî’nin nesline dair bu defterlerde
herhangi bir bilgiye rastlamak imkânsızdır. İçel sancağının mevcut en eski tahrir
defteri 1500 tarihlidir. Bu defterde Şeyh Ali Semerkandî’nin yaşadığı ve vefatından sonra zaviye ve türbesinin bulunduğu Zeyne, müstakil bir idarî birim olarak
kaydedilmemiştir. Bunun yerine “Cemaat-ı veledân-ı Zeyne” şeklinde 25 hâneden
oluşan ayrı bir cemaat olarak yazılmıştır; fakat bunların hiç birisinde, seyyid veya
muaf olduklarına dair herhangi bir kayıt yer almamıştır63. 1518 tarihli tahrirde ise
yine “Cemaat-ı veledân-ı Zeyne” şeklinde kaydedilen cemaat, idarî bakımdan bu
BOA, KK, nr. 2808, s. 30.
BOA, KK, nr. 2808, s. 30-31.
61 Bu defter Feridun Nafiz Uzluk tarafından neşredilmiştir (Fatih Devrinde Karaman Eyaleti Vakıfları
Fihristi, Ankara 1958).
62 Bu tahrire ait defter, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları, O-116-1 numarada kayıtlıdır. Defter iki ayrı çalışmada neşredilmiştir: Fahri Coşkun, 888/1483 Tarihli Karaman
Eyaleti Vakıf Tahrir Defteri, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisan Tezi, İstanbul 1996; M. Akif Erdoğru, “Murad Çelebi Defteri, 1483 Yılında Karaman Vilâyetinde Vakıflar”, Ege Üniversitesi, Tarih İncelemeleri Dergisi, XVIII/1 (İzmir, Temmuz 2003), s. 119-160; XVIII/2
(Aralık 2003), s. 99-140; XIX/1 (Temmuz 2004), s. 119-154; XIX/2 (Aralık 2004), s. 141-176.
63 BOA, TD, nr. 31, s. 297.
59
60
351
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
defa Avretlü köyüne bağlı olarak yazılmıştır64. Zaten sonraki bir defterde Avretlü
köyü için, “Cemaat-ı Zeyne sınırunda ziraat iderler” denildiğine göre65, bunların yan
yana oldukları anlaşılıyor. 1522 tarihli defterde “Cemaat-i veledân-ı Zeyne” şeklinde, fakat bu defa Avretlü köyüne bağlı olmaksızın kaydedilmiştir 66. 1555’teki tahrirde, Zeyne evladı cemaati yine Avretlü köyüne bağlı olarak yazılmıştır 67. Görüleceği üzere klasik dönem tahrir defterlerindeki bu kayıtlarda, “Cemaat-i veledân-ı
Zeyne” (Zeyne-evlatları Cemaati) adıyla bir grubun mevcudiyeti açık olsa da,
bunların Şeyh Ali Semerkandî’ye olan mensubiyetlerine dair herhangi bir bilgi
yoktur. Şayet böyle bir illiyet olsaydı, bunların sâdât veya muaf başlığı altında
kaydedilmeleri gerekirdi. Muaf kategoride 1555 tarihli defterde sadece dört kişi
kaydedilmiştir ki, “Cemaat-ı hüddâm-ı mezbûrde olan zâviye-i Şeyh Ali Semerkandî
hüddâmları” olan bu kişilerin, “merfu‘u’r-resm ve’l-avarız” olduklarına dair de not
düşülmüştür68.
16. yüzyıl tahrir defterlerinde sözü edilen bütün bu kayıtlardan anlaşıldığına
göre, reaya sınıfından, Şeyh Ali Semerkandî ile akrabalık bağına (oğul veya torun)
sahip hiç kimse yazılmamıştır. “Cemaat-i veledân-ı Zeyne” adıyla kayıtlı olan
grubun da, Semerkandî ile herhangi bir bağının bulunup bulunmadığı meçhuldür. Söz konusu bu cemaatin, belki de Şeyh Ali Semerkandî ile birlikte Karaman’a gelmiş olan mensuplarından teşekkül etmiş olması muhtemeldir. Zaten
büyük ihtimalle Semerkandî’nin gelişinden önce, idarî veya coğrafî bir ad olarak
“Zeyne” terimine buralarda rastlanmıyordu. Bu sebeple ilk Osmanlı tahrir defterlerinde, günümüzde Zeyne kasabasının bulunduğu yerler, Avretlü ve Sıçanlu gibi
isimlerle yazılmışken, Zeyne ismine sadece cemaat adı olarak rastlanır. Meseleye
farklı bir bakış açısı getirebilmek bâbında, vakıf ve tahrir defterlerine ilaveten,
askerî sınıfa dâhil olan kişilerin kayıtlarını muhtevî timar ve zeamet defterlerine
de bakmakta yarar vardır.
B. İçel’de Zeamet ve Timar Sahibi Büyük Bir Aile: Zeyne-oğulları
Bu araştırma için, tamamı 15. yüzyılın ilk çeyreğine ait olan birkaç defter
gözden geçirildi. İçel sancağında timar ve zeamet tasarruf edenler arasında, Şeyh
Ali Semerkandî ile irtibatlı olabilecek muhtemel kişilere dair ipuçları arandı. Bunun neticesinde karşımıza yine Zeyne adı çıktı. “…-veled-i Zeyne” şeklinde zikredi-
BOA, TD, nr. 83, s. 32.
BOA, TD, nr. 182, s. 74.
66 BOA, TD, nr. 182, s. 75.
67 BOA, TD, nr. 272, s. 410-411.
68 BOA, TD, nr. 272, s. 411.
64
65
352
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
len bazı kişilerin, daha 1516 tarihli defterden itibaren, hatırı sayılır oranda timar
ve zeamete sahip oldukları görüldü. Şimdi öncelikle, bu aileden timar ve zeamet
sahibi olan kişilerle ilgili kayıtların bir toparlaması yapılacak, sonra da, söz konusu bu verilerden, Semerkandî ekseninde nasıl bir mana çıkarılabileceği üzerinde
durulacaktır.
Musa Bey v. Zeyne: 1516-17 tarihli Karaman Vilayeti Timar ve Zeamet Tevcih
Defterine göre Mut kazasında zeamet sahiplerinden olup, 43.754 akçe hâsılı vardır. Musa Bey’in sahip olduğu zeamet yerleri arasında Yukarı Kışla, Yenice Kışla,
Zengan, Ömer-Osman, Kozan, Avretlü, Salur, Ferace, Ağuz, Pınarbaşı, Çasarkonağı ve Sıçanlu gibi köy ve mezralar vardır 69. Musa Bey’in sahip olduğu zeametin
dökümü, 1522 tarihli defterde şu şekilde verilmiştir: “Karye-i Yukaru-kışla tâbi-i
Mut an-cemaat-i Zeyne” (4.496 akçe hâsıllı), “cemaat-i veledân-ı Zeyne der karye-i Avretlü” (1.109 akçe), “karye-i Ozan Kışla tâbi-i Lârende an cemaat-i Zeyne” (1.926 akçe)
ile Mut’a bağlı köylerden Beyce-kışla (2.713 akçe), Zengan (8.078 akçe), ÖmerOsman (826 akçe), Kozan (1.405 akçe), Salur (1.308 akçe), Kravga (1.320 akçe),
Ağuzlu (879 akçe), Pınarbaşı (4.584 akçe), Hisar-kuşağı (10.693 akçe), Aşağı-kışla
(2.433 akçe), Selamlu (4.514 akçe) ve Avretlü mezrası (900 akçe). Ayrıca Gülnar’a
bağlı Kızılçukur köyü (7.249 akçe), Hasarcık mezrası (265 akçe), Ermenek’e bağlı
Başdere köyü (3.422 akçe) ile diğer birkaç mezra ve sınır da gelirleri arasındadır 70.
1523-24 tarihli Timar ve Zeamet Defterinde, Musa Bey’in İçel Mirimiranlığı görevinde bulunduğu ve bu görevin karşılığı olarak has sahibi olduğu kayıtlıdır.
Lâkin sahip olduğu hassın dökümü yapılmamış, bunun yerine şu kayıt düşülmüştür: “Müşârileyh Musa Bey getürüp berâtın deftere kayd itdirmemekle ne mikdar
idügi nâ-ma‘lûmdır71.”
İsmail v. Zeyne: 1516-17 tarihli defterde, 43.754 akçe gelirli zeamet sahipleri
arasında adı geçen İsmail v. Zeyne’nin şu kaydı olduğu görülür: “Timâr-ı İsmail
veled-i Zeyne ber-vech-i zeâmet ba‘zı evvelden elindedir72.” Bunların yanı sıra “mazul
İsmail bin Zeyne ber vech-i zeamet73” şeklinde diğer bir kayda da rastlanır.
Ali Paşa v. Zeyne: 1516-17 tarihli defterde, Selendi kazasında 8.762 akçelik
vergi hâsılının, Ali Paşa v. Zeyne’ye ber-vech-i zeamet tahsis edildiği kayıtlıdır74.
BOA, TD, nr. 58, s. 341.
BOA, TD, nr. 58, s. 428-429.
71 BOA, TD, nr. 392, s. 186.
72 BOA, TD, nr. 58, s. 341.
73 BOA, TD, nr. 58, s. 346.
74 BOA, TD, nr. 118, s. 382.
69
70
353
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
1522 defterinde ise, onun tasarruf ettiği zeamet yerlerin genişlediği görülür. Buna
göre zeametine dâhil olan köyler arasında Mut kazasında Yukaru-kışla, Begcekışla, Zengan, Ömer-Osman, Kozan, Salur, Kravga, Ozan-kışla, Ağur, Pınarbaşı,
Hisar-kuşağı ile Avretlü köyündeki Zeyne cemaati olup, toplamda 47.184 akçe
gelire sahiptir. Ayrıca Selendi, Gülnar ve Lârende’ye bağlı bazı köy ve cemaatler
de zeametine dâhildir75. 1523-24 tarihli defterde de, Ali Paşa v. Zeyne zeametine
yukarıdaki köyler ve Kürkcüler cemaatinin bağlı olduğu görülür. Ayrıca şu kayıt
da düşülmüştür: “Mezkûr Ali Paşa İçel’in nâm-zâdelerinden olup kadimden zeâmet
tasarruf ider76.”
Hızır ve Mehmed veledân-ı Zeyne: 1522 tarihli deftere göre bunlar da İçel’de
zeamet sahibidirler. Toplam 46.870 akçe gelire sahip ve müşterek olarak mâlik
oldukları zeametin köyleri arasında Yukaru-kışla, Begce-kışla, Zengan, ÖmerOsman, Kozan, Kravga, Ağur, Pınarbaşı, Hisar-kuşağı, Sıçanlu, İsaklı, Urumlu
mezraası, Lârende’ye bağlı Ozan-kışla köyleriyle; Selendi’de Kürkcüler ve Ağurhanlu müteferrik cemaatleri ve diğer birkaç cemaat de vardı 77. 1523-24 tarihli defterde de Hızır v. Zeyne’nin, zeamet tasarruf ettiği yazılıdır ve ayrıca şu kayıt da
düşülmüştür: “Mezkûr Hızır kadîmden zeâmet tasarruf ider. Şam terakkisin iltizâm
idüp Karaman’ın nâm-zâdelerindendir78.” Aynı defterde Mehmed v. İsmail bin Zeyne’nin de zeamet tasarruf ettiği yazılıdır ve kendisi hakkında şu bilgi verilmiştir:
“Mezkûr Mehmed Karaman’ın nâm-zâdelerinden olup zeâmete mutasarrıf olup Şam terakkisin iltizâm itmişdir79.”
İlyas ve İsa veledân-ı İsmail bin Zeyne: 1522 tarihli deftere göre bunlar da
İçel’de timar sahibidirler. Diğerlerinin tasarruf ettiği yerlerde bunlardan İlyas’ın
3.840 akçe, İsa’nın ise 3.918 akçelik timar hisseleri vardır80. 1523-24 tarihli defterde
de İlyas v. İsmail bin Zeyne’nin timar tasarruf ettiği yazılıdır ve ayrıca şu kayıt da
düşülmüştür: “Mezkûr İlyas kadimi sipahi-zâdelerden olup ve Şam terakkisin iltizâm
idüp timar tasarruf ider81.” Aynı defterde İlyas v. İsmail bin Zeyne hakkında ise
şunlar yazılmıştır: “Mezkûr İsa kadimi sipahi-zâdelerden olup ve Şam terakkisin iltizam
idüp timar tasarruf ider82.”
BOA, TD, nr. 118, s. 430.
BOA, TD, nr. 392, s. 186.
77 BOA, TD, nr. 118, s. 431.
78 BOA, TD, nr. 392, s. 187.
79 BOA, TD, nr. 392, s. 187.
80 BOA, TD, nr. 118, s. 432.
81 BOA, TD, nr. 392, s. 187.
82 BOA, TD, nr. 392, s. 187.
75
76
354
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İbrahim v. Musa Bey bin Zeyne: 1522 tarihli Timar ve Zeamet Tevcih Defterine
göre İçel’de 9.796 akçelik timarı vardır83. 1523-24 tarihli defterde ise, kendisi hakkında şu bilgi verilmiştir: “Mezkûr İbrahim fevt olmağın beş yüz on bir akçalığı ifrâz
olunup bâkisi Ece’ye ve …84.”
Tazgı (Tatgı?) v. Zeyne: 1522 tahririne göre bunun da İçel’de 3.805 akçelik
timarı vardır85. 1523-24 tarihli defterde is şunlar yazılıdır: “Mezkûr Tazgı İçel’in
nâm-zâdelerinden olup kadîmden bu timarı tasarruf idüp berat-ı şerîf ibraz itdi86.”
Efendi ve Ozan veledân-ı Zeyne: 1522’de bunun da İçel’de 5.434 akçelik timarı vardır87. Bunların İçel’in eskilerinden olduğu 1523-24 tarihli defterde ifade
edilmiştir88. Aynı defterde hakkında, “İçel’in kadimilerinden olup Şam terakkisin iltizam idüp tasarruf ider89” kaydı düşülmüş olan Mustafa v. Ozan, Zeyne-oğlu
Ozan’ın oğlu olmalıdır.
Yukarıda verilen tüm bu kayıtlardan da açıkça anlaşılacağı üzere Zeyneoğulları, 16. yüzyılın başları itibariyle İçel sancağında tam bir hânedâna dönüşmüşlerdi. Gülnar ve Lârende’deki birkaç yer hâricinde 90, tasarruf ettikleri toprakların tamamı Mut ve Sinanlı kazalarında yer alıyordu. Özellikle Şeyh Ali Semerkandî türbe ve zaviyesinin bulunduğu yerin çevresindeki hemen tüm araziler
bunların timar ve zeametlerine dâhildi. Ayrıca yine kayıtlarda da ifade edildiği
şekliyle bu aile mensupları, İçel’in “nâm-zâdeleri” ve “kadîmi sipahi-zâdeleri” idi.
Açıktır ki bu aileye, söz konusu timar ve zeametler Karamanoğulları döneminde
verilmiş ve bunlar Osmanlı idaresine geçtikten sonra da devam ettirilmişti. Zaten
Osmanlı idarî anlayışına uygun olarak, Karaman bölgesinin el değiştirmesinden
sonra, eskiden verilmiş mahallî imtiyazların aynen korunduğu bilinmektedir 91.
Osmanlı tahrir mantığında, şahıs adları yazılırken, “veled-i” veya “ibn” şeklinde baba adının da kaydedildiği düşünüldüğünde, burada zikredilen Zeyne
BOA, TD, nr. 118, s. 441.
BOA, TD, nr. 392, s. 193.
85 BOA, TD, nr. 118, s. 446.
86 BOA, TD, nr. 392, s. 197.
87 BOA, TD, nr. 118, s. 449.
88 BOA, TD, nr. 392, s. 200.
89 BOA, TD, nr. 392, s. 193.
90 Gülnar kazasında Zeyne-oğlu timarı hakkında: BOA, TD, nr. 128, s. 328.
91 Tafsilat için şu çalışmaya müracaat edilebilir: Doğan Yörük, “Karaman Eyâleti’nde Osmanlı Timar
Düzeninin Tesisi” Ankara Üniversitesi, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, XXV/40 (Ankara 2006), s.
177-202.
83
84
355
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ismi, herhalde bir cemaat veya topluluk adı değil de, bir şahsa ait olmalıdır. Şu
hâlde, İçel’deki bu köklü ailenin, 16. yüzyıl başlarındaki mensuplarının soy bağının dayandığı Zeyne adlı kişinin, tam olarak kim olduğu önem kazanmaktadır. Bu
hususta kesin bir kanaate varmak güç olmakla birlikte, bunların Şeyh Ali Semerkandî ile irtibatlı olmaları kuvvetle muhtemeldir. Akla yatkın en güçlü ihtimal de,
burada zikredilen Zeyne’nin, Semerkandî’nin Menâkıbnâme’de de adı geçen oğlu
Zeynelâbidin olmasıdır. Şeyh Ali Semerkandî ile Karamanoğlu İbrahim Bey arasındaki dostane münasebetler göz önüne alındığında, Semerkandî ailesi Karaman’a gelince bunlara, sahip oldukları nüfuz ve itibarla mütenasip bir şekilde,
kendilerine maddî gelir temin edecek bazı tahsisatın yapılmış olması tabiidir.
Timar ve zeamet defterlerinde zikredilen Zeyne adıyla, Semerkandî’nin oğlu
Zeynelâbidin’in kastedilmiş olması hâlinde, ailenin şeceresi aşağıdaki şekilde oluşur:
SONUÇ
Bu araştırmada, beylikler döneminde Acem’den Karaman ülkesine gelerek,
günümüzde Mersin’in Gülnar ilçesine bağlı bir kasaba olan Zeyne’ye yerleşen
gönül sultanlarından Şeyh Ali Semerkandî hakkında, şimdiye kadar ortaya konulmuş bir dizi araştırmaya yeni bazı katkılar sağlamak amaçlanmıştı. Şeyh’in
şahsî hayat hikâyesine dair bilenlere farklı bir şey ilave edildiği iddiasında bulunmak güç. Zira Semerkandî biyografisine dair eldeki mevcut birincil literatür,
neredeyse Menâkıbnâme’den ibarettir. Fakat Acem ile Rum arasındaki kültürel
etkileşim bağlamında, Şeyh Ali Semerkandî’nin nasıl bir konjonktürde Anadolu’ya geldiği ve bundaki motivasyon unsurlarının neler olabileceğine dair mülahazalarda bulunuldu. Ama yine de, mucizevî bir rüya ile yola çıkıp, irşad faaliyetini icra etmek istemesinin ötesinde, bazı araştırmacıların öne sürdüğü, Timurlu
kültürünün Anadolu’ya taşınması gibi bir büyük misyona sahip olup olmadığı
hususunda kesin bir şey söylemenin imkânı yok.
356
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Araştırmanın ikinci bölümünde, Şeyh Ali Semerkandî’nin vefatından sonra
aile mensupları hakkında Osmanlı arşiv kaynaklarında bazı ipuçları arandı. İ.
Hakkı Konyalı’nın yıllar önce, vakıf defterlerindeki kayıtlardan, Şeyh’in neslini
“Zeyne-oğulları” şeklinde adlandırması doğru olmalıdır. Zira yukarıda anlatıldığı
üzere, Zeyne-oğulları, 16. yüzyılın başlarında Mut merkezli olmak üzere İçel sancağında büyük bir hânedâna dönüşmüştü. Kayıtlarda zikredilen Zeyne adının,
Semerkandî’nin oğlu Zeynelâbidin olmasının kuvvetli ihtimal olduğunu düşünüyoruz. Ama yine de hânedânın silsilesini, 17. yüzyılın ikinci yarısında valilik de
yapmış olan ve dönemin kaynaklarında Semerkandî soyundan geldiği ifade edilen Abdülmü’min Paşa’ya kadar bağlayabilmek için, timar ve tahrir defterlerindeki kayıtların izi sürülmeye devam edilmelidir. Bu da büyük ihtimalle yeni bir
araştırmanın konusu olacaktır.
357
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Arşiv Kaynakları
BOA, Tahrir Defteri (TD), nr. 1, 31, 58, 83, 118, 128, 182, 272, 392.
BOA, Kâmil Kepeci (KK), nr. 2808.
Kitap ve Makaleler
ABDÜLKERİM BİN ŞEYH MÛSÂ, Makâlât-ı Seyyid Hârûn, Haz. Cemâl Kurnaz, Türk
Tarih Kurumu Yay., Ankara 1991.
ALGAR, Hamid, “Nakşibendiyye”, DİA, C. 32 (İstanbul 2006), s. 335-342.
AYDIN, Mustafa, “Şirvan”, DİA, C. 39 (İstanbul 2010), s. 204-206.
BAŞKAN, Yahya, Orta Anadolu’da Hâkimiyet Mücadelesi (1400-1500), İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 2007.
BAYRAM, Fatih, “Timur İstilasına Beylikler Dünyasından Bakış: Karaman Diyarı’nda
Cennet Bahçeleri”, Prof. Dr. Erdoğan Merçil’e Armağan, Bilge Kültür Sanat Yay., İstanbul 2013, s. 308-316.
COŞKUN, Fahri, 888/1483 Tarihli Karaman Eyaleti Vakıf Tahrir Defteri, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisan Tezi, İstanbul 1996.
ERDOĞRU, M. Akif, “Murad Çelebi Defteri, 1483 Yılında Karaman Vilâyetinde Vakıflar”, Ege Üniversitesi, Tarih İncelemeleri Dergisi, XVIII/1 (İzmir, Temmuz 2003), s.
119-160; XVIII/2 (Aralık 2003), s. 99-140; XIX/1 (Temmuz 2004), s. 119-154; XIX/2
(Aralık 2004), s. 141-176.
GÜMÜŞ, Sadreddin, Seyyid Şerîf Cürcânî, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı Neşriyatı, İstanbul 1984.
HOCA SADETTİN EFENDİ, Tacü’t-tevârih, C. V, Yalınlaştıran: İsmet Parmaksızoğlu,
Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul 1979.
KÂTİP ÇELEBİ, Keşfü’z-zunûn an Esâmi’l-kütübi ve’l-Fünûn, C. I, Arapçadan Tercüme
Eden: Rüştü Balcı, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2007.
KONYALI, İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitâbeleri ile Karaman Tarihi, Ermenek ve Mut
Abideleri, Baha Matbaası, İstanbul 1967.
KÖPRÜLÜ, Fuad, Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, Ankara Üniversitesi Basımevi,
Ankara 1966.
KÖSE, Ensar, Mut (Claudiopolis), Mut Belediyesi Kültür Yay., 2. Baskı, İstanbul 2011.
KÖSE, Ensar, Âyanlar Çağında İçel Sancağında Sosyal Hareketlilik, İstanbul Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul 20013.
MANZ, Beatrice Forbes, Timurlu İran’ında İktidar, Siyaset ve Din, Çev. Dilek Şendil,
Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul 2013.
MEHMED SÜREYYA, Sicill-i Osmanî, C. I, Haz. Nuri Akbayar, Tarih Vakfı Yurt Yay.,
İstanbul 1996.
Menâkıb-ı Şeyh Ali Semerkandî, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar,
nr. 640.
Menâkıb-ı Seyyid Şeyh Ali Semerkandî, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr.
4931/2.
358
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
MERCAN, İsmail Hakkı, Şeyh Alâeddin Ali es-Semerkandî ve Menâkıb-nâmesi, Berikan
Yayınevi, Ankara 2009.
MUHAMMED MECDÎ, Şakâik-ı Numaniyye ve Zeylleri: Hadâiku’ş-şakâyık, Haz.
Abdülkadir Özcan, Çağrı Yay., İstanbul 1989.
MÜRSELOV, Cengiz Mürselov, İslâmî Dönemde Şirvan Tarihi (Hicrî İlk Üç Asır), Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2007.
Naqshbandis, Eds. Marc Gaborie, Alexandre Popovic, Theirry Zarcone, ISIS Yay., İstanbul 1990.
NASSİRİ, Giv, Turco-Persian Civilization and the Role of Scholars’ Travel and Migration in
its Elaboration and Continuity, Doctora Thesis, University of California, Berkeley
2002.
NİŞÂNCI MEHMED PAŞA, Tevârih-i Âl-i Osmân, Haz. Mehmet Yastı, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya 2005.
TOGAN, A. Zeki Velidi, “Câmî”, İA, C. 3 (İstanbul 1963), s. 16.
UZLUK, Feridun Nafiz, Fatih Devrinde Karaman Eyaleti Vakıfları Fihristi, Vakıflar Genel
Müdürlüğü Neşriyatı, Ankara 1958.
YAZICI, İshak, “Bahrü’l-ulûm”, DİA, C. 4 (İstanbul 1991), s. 517.
YÖRÜK, Doğan, “Karaman Eyâleti’nde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi” Ankara
Üniversitesi, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, XXV/40 (Ankara 2006), s. 177-202.
359
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
360
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ŞER’İYYE SİCİLLERİNİN ŞEHİR TARİHİ AÇISINDAN
ÖNEMİ (KAYSERİ ÖRNEĞİ)
Hava SELÇUK *
Özet
Şer’iyye Sicili veya Kadı Sicili olarak zikredilen Osmanlı şehirlerinde Kadılar tarafından
tutulan ve mahkeme tutanakları olarak ifade edilen defterler Osmanlı toplumunun, siyasi,
ekonomik, askerî ve kültürel yapısının ortaya konmasında önemli bir kaynaktır. Kayseri’ye ait
289 Şer’iyye sicilinin temel kaynak olarak kullanılması neticesinde ortaya konulan Kayseri
şehir tarihi ile ilgili makale, kitap ve bildiriler incelenmiştir. Kayseri’de yaşayan Müslüman ve
gayri Müslimler arasındaki ilişkisi, din değiştiren kişilerin sayısı yine Şer’iyye sicillerinden
tespit edilebilmektedir. Şer’iyye Sicilllerinde, bugüne kadar ismi hiç duyulmamış 200’den
fazla cami, mescit, medrese, mektep, Mevlevihane, türbe, hangâh, zaviye, imaret, kervansaray,
han, çarşı, hamam, çeşme gibi pek çok yapının varlığından bahsedilmektedir. Yayınlanan
çalışmalarda Kayseri’nin stratejik önemi ve Osmanlı ordusunun doğu ve batıda yaptığı
seferlere katkısı ortaya konulmuştur. Osmanlı taşrasının önemli şehirlerinden biri olan
Kayseri’nin Şer’iyye sicillerindeki belgeler ışığında sosyal yapısı irdelenmiştir. Dolayısıyla
Kayseri Şer’iyye Sicillerinin temel kaynak olarak kullanıldığı bu çalışmalarda Osmanlı
Devleti’nin bir taşra şehri olan Kayseri’nin mahalli tarihi incelenmiştir.
•
Anahtar Kelimeler
Şehir tarihi, Kayseri, Şer’yye Sicili
•
IMPORTANCE OF SHARIA REGISTERS (ŞER’İYYE SİCİLİ)
IN TERMS OF CITY HISTORY (EXAMPLE OF KAYSERİ)
Abstract
Mentioned as Sharia Register (Şer’iyye Sicili) or Kadı Register, the old books kept by the
Kadis in Ottoman cities and expressed as court records are important sources in the revelation
of political, economical, military and cultural structures of the Ottoman society. Articles,
books, and declarations with respect to city history of Kayseri that were exhibited as a
consequence of using 289 Sharia Registers of Kayseri as a main source have been examined.
Relations between Muslims and non-Muslims living in Kayseri, and the number of persons
who have converted might also be tracked from the Sharia Registers. Sharia Registers mention
presence of many structures, more than 200, such as mosques, masajid, madrassas, schools,
*
Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
361
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
lodge used by Mevlevi dervishes (Mevlevihane), tombs, dervish monasteries (hankah), lodges
(zawiya), hospices, caravanserais, inns, markets, baths, fountains never unheard of until today.
In the studies published, the strategic importance of Kayseri and its contributions in the
military expeditions of the Ottoman Army in the east and west were manifested. Social
structure of Kayseri, which is one of the most important cities of Ottoman provinces, has been
considered at length under the light of the documents found in the Sharia Registers. Therefore,
in these studies which the Sharia Registers of Kayseri have been benefited from as the main
source, local history of Kayseri that has been a province of the Ottoman Empire has been
studied.
•
Keywords
City history, Kayseri, Sharia Register, Şer'iyye Sicili
362
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
GİRİŞ
KAYTAM merkezinde toplam 289 adet Kayseri kadı sicilinden 242’sinin
mikrofilmi bulunmaktadır. Bu defterlerin bir kısmı yüksek lisans ve lisans
öğrencileri
tarafından
tez
olarak
hazırlanmıştır.
(http://
kaytam.erciyes.edu.tr/Arsiv.htm). Yapılan bu tezler ve okunmamış defterler
kullanılarak dönemin sosyal, siyasî, ekonomik ve askerî tarihi incelenerek,
kitaplar, makaleler ve bildiriler yayımlanmıştır. Kayseri’nin mahalli tarihi
açısından olduğu kadar Osmanlı tarihinin taşra teşkilatının ortaya konmasında
Şer’iyye Sicilleri önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Kayseri kadısı
sadece Müslümanların değil gayrimüslimlerin de davalarına bakmışlardır. Bu
nedenle hatıratları ve seyyahların olmadığı dönem açısından kadıların baktığı bu
davalar sosyal tarih açısından önemli olmaktadır. Müslüman-gayrimüslim
ilişkileri, o dönemde kullanılan eşyalar, kıyafetler tereke kayıtları vasıtasıyla
ortaya konulabilmektedir. Bu çalışmada Kayseri Şer’iyye Sicilleri kaynak
kullanılarak yapılan çalışmaların değerlendirilmesi yapılarak, sicillerin şehir
tarihi açısından önemi ortaya konulmuştur.
1. Kayseri’nin Siyasi ve Askerî Tarihi ile ilgili Yapılan Çalışmalar
a.Kürt Mehmet İsyanı ve Kayseri
“1651 Yılında Kayseri Kalesinin Kuşatılması ve Kürd Mehmed Ağa” adlı makalede
Kayseri Kalesi’nde hazinenin saklanmış olması sadece Kayseri kalesine değil kale
dışındaki yerleşim birimlerde ikamet eden kişilere de zarar verdiği ifade
edilmiştir. Kayseri halkından elli kişi Kürd Mehmed’in etrafındaki sarıca ve
sekbanlar tarafından öldürülmüştü. Bir taraftan isyancılar halkın mallarını talan
etmişler, öbür taraftan devletin resmî görevlileri kethüdalar halktan her hangi bir
emir olmadan Kürd Mehmed hadisesinin zararlarını temin etmek maksadıyla
usulsüz olarak para toplamışlardır. Kayseri kalesinin bu kuşatmadan zarar görüp
onarılması da ayrı bir masraf gerektirmiştir. Dolayısıyla Abaza ve İbşir Paşa’nın
en iyi adamlarından olan Kürd Mehmed Ağa Kayseri’de büyük bir yıkıma ve
sıkıntıya sebep olmuştur ki Kayseri’de ikamet eden Müslüman ve gayrimüslim
tebaadan yaklaşık on binden fazla kişi maddi ve manevi açıdan zarara uğramıştır.
Kayseri Kalesi canla başla muhafaza edilmesine rağmen, daha sonra isyancılarla
devletin anlaşması neticesinde hazine asilere teslim edilmiş, Kayseri halkının
asilerle mücadelesi yarıda bırakılmıştır (Selçuk 2008: 39).
363
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
b.Girit Seferi’ne Kayseri’nin Katkısı
Kayseri Sancağı ve Girit Seferine Katkısı (1645-1669) adlı esere göre Kayseri idarî
olarak 1645–1669 yılları arasında Karaman eyaletine bağlı bir Sancak konumunda
idi. Osmanlı Devleti bu tarihlerde bir taraftan Girit Adasının fethi çalışmalarını
sürdürürken bir taraftan da içteki ve dıştaki karışıklıklarla mücadele etmekteydi.
Bunların başında XVI. yüzyılda başlayan ve XVII. yüzyılda da varlığını çok
şiddetli olmasa da sürdüren Celalî ayaklanmaları gelmekte idi. Girit Seferi
yapılırken bir taraftan da Erdel üzerine de sefer düzenlenmişti. Osmanlı
Devleti’nin bütün sancaklarında olduğu gibi Kayseri Sancağı’nda da bu seferler
için büyük hazırlıklar yapılmış hem insan gücü hem de techizat bakımından
destek sağlanmıştı. Devletin askerî görevlileri olan askerlerin yanı sıra halktan
kişilerde bizzat bu seferlerde görev yapmışlardır. Kayseri sancağı coğrafî olarak
Orta Anadolu’da dolayısıyla Girit’e yakın olmayan bir bölgede bulunmasına
rağmen devletin bütün fetih hareketlerinde lojistik olarak önemli bir rol
oynamakta idi. Seferlerde gayrimüslim halk lağımcı, kürekçi, beldar olarak
Müslüman halkla birlikte Osmanlı ordusunda görev yapmakta idiler.
Müslümanlar ve gayrimüslimler ücretli olarak gönderilecek lağımcı, beldar,
kürekçi gibi kişilere karşılıklı olarak kefil olmakta idiler. Girit Seferi için
Kayseri’den Müslüman ve gayrimüslim halktan toplam 1215 lağımcı cepheye
gönderilmiştir. Kayseri barut yapımında kullanılan güherçile üretiminde de
önemli merkezlerden biri idi. Karaman Eyaletinde bulunan yedi önemli güherçile
karhânesinden biri de Kayseri’de bulunmakta idi. Güherçile toprağı bakımından
önemli merkezlerden biri olan Kayseri özellikle Girit Seferi sırasında aşırı
derecede ihtiyaç duyulan barut yapımı için gerekli olan güherçilenin temini
hususunda önemli bir rol oynamıştır. Girit seferi süresince Kayseri’den tonlarca
güherçile gönderilmiştir. Girit Seferi’nin devam ettiği yıllarda para değerinde
birtakım düşüşlerin olduğu ve özellikle zahire fiyatlarında artışların olduğu
görülmüştür ki seferin sona ermesinden sonra zahire fiyatlarının biraz düştüğü
görülmektedir (Selçuk 2008:147-148).
c.Osmanlı-İran Savaşında Kayseri
“XVII. Yüzyılda Osmanlı Ordusuna Kayseri’den Lojistik Destek” adlı makalede
Kayseri’nin geçiş yolu üzerinde bulunması ve jeopolitik öneme sahip olması
sebebiyle Osmanlı Devleti’nin önemli şehirlerinden biri olduğu ifade edilmiştir.
Kayseri’de büyük ölçüde tarım yapılması; askerin ihtiyacı olan zahirenin temini
ve peksimetin yapılmasına olanak sunmuştur. Hizmetlerin sağlanmasında
Kayseri halkının büyük katkısı olmuştur. Osmanlı-İran savaşları sırasında
Kayseri’nin askerî güzergâhında yer alması sebebiyle ordunun konakladığı
364
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
şehirlerden biri olarak kayıtlarda yer almaktadır. Kayseri, seferlerin batıya
yoğunlaştığı dönemlerde ise orduya nakdî para olarak hizmet sunmuştur.
Kayseri kalesinin bir ambar olarak kullanılması sebebiyle toplanan zahireler aynı
zamanda burada muhafaza edilmiş, istendiği an çeşitli binek hayvanları
vasıtasıyla ordugâha ulaştırılmıştır (Selçuk 2007:159-174).
Şer’iye Sicillerine Göre Kayseri Sancağı, (1788-1749) isimli eserde Kayserinin
Osmanlı Ordusu için olan jeopolitik önemi vurgulanmıştır. Osmanlıların başta
İran olmak üzere doğuya doğru yaptıkları seferlerde hep geçiş noktası üzerinde
bulunan Kayseri’deki Meşhed Ovası düzlükleri orduların konaklamasında,
dinlenmesi ve ikmallerini tamamlamasında önemli bir merkez idi. 1736 ve 1739
Osmanlı-Rus ve Osmanlı Avusturya savaşları esnasında da Kayseri Sancağı
personel ve ikmal faaliyetleri söz konusu olduğunda önemini muhafaza
etmiştir(Öztürk 2000; 18, 52, 69)
2. Kayseri’nin Sosyal Tarih ile ilgili Yapılan Çalışmalar
a.PROF. DR. RONALD C. JENNİNGS (1942 -1996)’in Kayseri ile İlgili
Çalışmaları
Şer'î mahkeme sicillerine dayanarak çeşitli yöreler ve konular üzerinde
araştırmalar yaptı ve bunları yayımladı. 1970'lerde ilk olarak Kayseri sicilleri
üzerinde çalıştı. Mahallî sosyal ve iktisadî hayatı Osmanlı arşiv belgelerine göre
açıklamaya gayret etti. Yayımladığı araştırmalar yeni araştırma konularının
ortaya çıkmasına sebep oldu. 1972'de sunduğu doktora tezinin ismi 'Osmanlı
Tarihinin Bir Kaynağı Olarak Kayseri Şer'î Mahkeme Sicilleri (1590-1630)'dir. (The
Judicial Registers of Kayseri (1590-1630) as a Source far Ottoman History
Yayımlanmış kitap ve makaleleri*
1- Loans and Credit in early 17th Century Ottoman Judicial Records-the
Sharia Court of Anatolian Kayseri, Journal of The Economic and Social History of
Orient (=JESHO), 16, 1973, s.168-216.
2- Women in early 17th Century Ottoman Judicial Records-the Sharia Court
of Anatolian Kayseri, JESHO, 18, 1975, s. 53-114.
3- The Office of Vekil (Wakil) in 17th Century Ottoman Judicial Records,
Studia Ismalica, 42, 1975, s. 147-169.
4- 'Kayseriyya', Eİ, new edition, 4, 1978, s. 842-46.
5- Zimmis (non-Muslims) in early 17th Century Ottoman Kayseri, Studia
Islamica, 48, 1978, s. 133-72.
365
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
6- Kadı , Court, and Legal Procedure in 17th Century Ottoman Kayseri,
Studia Islamica, 48, 1978, s. 133-72.
7- Limitations of the Juidical Powers of the Kadı i in 17th Centry Ottoman
Kayseri, Studia Islamica, 50, 1979, s. 151-84.
8- The Legal Position of Women in Kayseri, a Large Ottoman City, 1590-1630,
International Journal of Women's Studies, 3, 1980,s. 559-582 (Erdoğdu 1997: 479482).
Ronald C. Jennings’in adı geçen makalelerinde, Kayseri’de kadının durumu,
mahkemelerin kullanımı, ekonomik ve sosyal alanda hayata katılımı konularını
incelemiştir. 17. yüzyılda Kayseri mahkeme sicil kayıtlarından hareketle yaptığı
araştırmasında, Osmanlıda kadının erkekler gibi mahkemeye rahatlıkla
başvurabildiklerine, mahkemede erkeklerle aynı muameleyi gördüklerine ve
kadınların haklarının şeriat mahkemesi tarafından korunduğunu ifade etmiştir.
Ronald C. Jennings Kayserili kadınların ticaretle uğraştıkları, çeşitli gayri
menkulleri alıp sattıklarını ifade etmiştir. Kendilerinin veya bir yakınlarının
kurmuş oldukları vakıflarda idarecilik yaptıkları belgelerle ortaya konulmuştur.
Kadın yanında kocası, babası veya ağabeyi, yani bir erkek akrabası olmadan,
mahkemeye gidip kendisine haksızlık eden bir kişiyi dava edebiliyor. Osmanlı
mahkemelerine sadece Müslüman kadınlar değil gayrimüslim kadınlar da
başvurmuşlardır. Kadınların nikâh, boşanma, mülkiyet hakları ve miras gibi
konularda sık sık mahkemelere başvurdukları ortaya konulmuştur. İncelediği
dönemde Kayserili Kadınların yüzde 80’i bizzat mahkemeye gelmiş, ancak yüzde
20’si yerlerine vekil göndermiş olduğu ifade edilmiştir. Kayseri Şer’iyye sicilleri
kaynak olarak kullanılarak kadının sosyal hayata katılımı ortaya konulmuştur.
b. Kayseri ve Yöresi Sempozyumu Bildirirleri
Çeşitli tarihlerde dört defa düzenlenen Kayseri ve Yöresi Tarih
Sempozyum’larında Kayseri’nin sosyal tarihini ilgilendiren kaynak olarak Şer’iyye
Sicillerinin kullanıldığı tebliğler sunulmuştur.
“Osmanlılar Zamanında Kayseri’de Gayrimüslim Tebaanın Durumu, Zimmîleri”
isimli çalışma 20 adet kadı sicili taranarak hazırlanmıştır. Kayseri’de yaşayan
gayrimüslimlerin, patriklerin hak ve ödevleri, kiliselerin tamir ve inşası, kilise
vakıfları, ibadet özgürlükleri, evlilik ve boşanmaları, ihtida hareketleri, Şer’i
Mahkemelerindeki şahitlik durumları incelenmiştir (Aktan 2000: 7-34).
366
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
“XVII. Yüzyıl Kayseri Kadı Sicillerinde Bulunan Köle ve Cariyelerle İlgili Bazı
Belgeler Üzerinde Bir değerlendirme”, Altı adet Şer’iyye Sicili kullanılarak
hazırlanmış bu çalışmada Kayseri’de köle kullanımının fazla olmadığı ortaya
konulmuştur. Kölelerin en çok azat edilmek suretiyle hürriyetlerine kavuştukları
gözleniyor, haksızlığa uğrayan köleler mahkemeye başvurdukları takdirde
haklarını yargı yoluyla elde edebildikleri vurgulanmıştır (Aktan 1997: 13-20).
“Kayseri’de XVII. Yüzyıl Sonlarında Kadı’nın Sosyal Statüsü”, bu çalışmada
Türk töresi ve İslam hukukuna göre 17. Yüzyıl sonlarında kadının statüsü
hakkında söz konusu döneme ait Şeriyye Sicillerindeki kayıtlara dayanılarak
yapılmıştır. İslam Hukukunun şartlarını yerine getirmek kaydıyla poligami
evliliğe cevaz verilmesine rağmen Kayseri’de rağbet görmediği belgelerle ortaya
konulmuştur. Bununla birlikte kadın nikah, hibe, süf’a, icare, vekalet, ikrar, sulh,
vasiyet ve ticari feaaliyetlerle ilgili dava açmış veya dava edilmiştir. Buna göre
kadın, kocasının iznini almadan şahsına ait malını istediği gibi tasarruf
edebilirdi. Sadece şahitlik konusunda hakkı sınırlı idi. Kadınların yasal haklarının
şuurunda ve bu hakları rahatlıkla kullanabildikleri ortaya çıkmaktadır (Yuvalı
1997: 367-375).
“Kayseri Kadı Sicillerindeki Tereke Kayıtları Üzerinde Bazı Değerlendirmeler
(1738-1749)” , Şer’iyye Sicillerinde bulunan tereke kayıtları Osmanlı ailesinin
sosyal ve ekonomik vaziyetini ortaya koymak için çok önemli bir kaynak
durumundadır. Poligaminin sadece Müslümanlar arasında ve nadiren iki eşlilik
şeklinde uygulandığı görülmüştür. Gayr-ı menkul mallara köylülerin
şehirlilerden, erkeklerin kadınlardan daha çok rağbet ettikleri tespit edilmiştir.
Kayseri’de çekirdek ailelerin ortalama aile nüfusunun 5 civarında olduğu ve
Müslim aileler ile gayr-ı Müslim aileler arasında önemli bir farkın bulunmadığı
görülmüştür (Aktan 1998: 47-68).
“Kayseri’nin 25 Numaralı Şer’iye Siciline Göre Şehrin Sosyo-Ekonomik Hayatı ve
Abaza Mehmed Paşa İsyanı’nın Şehre Tesirleri” , 25 Numaralı Şer’iye Sicili 1624-1625
yıllarındaki olayları ihtiva eden bir defterdir. Abaza İsyanlarının geniş boyutlu
tesirleri sonucunda ve çeşitli sefer hazırlıkları yüzünden tekalif-i divaniye grubu
vergi çeşitleri daha yoğun olarak tahsil edilmiştir. Abaza eşkıyasının zulmünden
ve İran seferinden en çok etkilenen şehirlerden biri Kayseri idi. Bu defter Abaza
isyanını bıraktığı izler ve şark seferi için istenilen angarya, para, zahire, bargir ve
barut imalinde kullanılmak üzere güherçile talebi ile alakalı fermanlarla doludur
(Döğüş 1998: 113-126).
367
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
“191 Numaralı Kayseri Şer’iye Siciline Göre Kayseri (1820-1822)” , 191 numaralı
şeriyye sicilinden hareketle 1820-1822 yıllarında Kayseri’nin idari yapısı hakkında
bilgi verildikten sonra Akıyıklıoğlu Hasan Ağa Ayaklanması, Kayseri’deki
Rumların Yunan İsyanına karışmaları ve Kayseri halkının İran hududunda
yapılan savaşa zahire ve para temin etmeleri ile alakalı belgelere yer verilmiştir
(Gökhan 2000: 193-200).
“ Kayseri’nin 13 Numaralı Kadı Siciline Göre Evler”, 17. yüzyılın başlarına ait
olan defterden hareketle Kayseri’deki ev satış belgeleri incelenerek, bu dönem
Kayseri’sine ait ev mimarisi hakkındaki veriler ve bunun insan davranışlarındaki
sonuçları dile getirilmiştir (Özcan 2000: 349-362).
“ Kayseri’nin 25 Numaralı Şer’iye Sicili Işığında Şehrin Nüfus Yapısı (16241625)”, 25 Nolu defterden hareketle burada yer alan 705 adet defter tahlil
edilerek, Kayseri’nin nüfus yapısı ortaya konulmuştur. 1624-1625 yıllarında
Kaseri’de şehir ve köylerinde yaşayan Müslümanlar, konar-göçer hayatlarını
sürdüren Türkmenler, Ermeniler ve Rumların mahalle ve köylere göre dağılımı
konu edilmiştir (Döğüş 2000. 125-128).
“XVII. Yüzyıl Başlarında, Kadı Sicillerine Göre Kayseri’de Evlenme ve Boşanmaya
İlişkin Uygulamalar”, yüzyıl başları itibarıyla Kayseri’de nikahın kadılar
tarafından kıyılması çok istisnai bir durumdur. Küçük yaştaki çocuklar arasında
velileri tarafından nikah kıydırılabilmekte idi. Aile hukuku ile alakalı olarak
mahkemeye intikal eden davaların büyük çoğunluğu boşanma konusudur.
Boşanma vakalarının yarısı erkekler tarafından tek taraflı bir irade beyanıyla
(talak), diğer yarısı da taraflar arasında varılan anlaşma ile (muhalea)
gerçekleşmiştir. Kocalarından boşanmak isteyen kadınların muhaleadan başka
başvuracakları bir yöntem yok gibi görünüyordu. Ancak bu takdirde kadın,
kocasını boşanmaya razı edebilmek için mehir, nafakadan feragat etmek zorunda
kalmıştı (Aktan 2003: 21-40).
“Onaltıncı Yüzyılda Kayseri Şer’i Meclisi ve Kayserili Kadınlar”, Kayserili
kadınların mahkemeye başvuru sebepleri: evlenme boşanma, dayak, kazf, zina ,
nafaka talebi, ticari işler, ırsen kalan malları almak, kocasının gaybubetı, vekalet
vermek , bunların dışında ikrar ve itiraflar. Bu çalışmada kadınların zorunlu
olmadıkça şer’i meclise çağrılmadıkları ifade edilmiştir (Erdoğru 2003: 187-196).
368
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
“XVIII. Yüzyılın Son Çeyreğinde Kayseri’de Aile, Evlilik ve Çocuk Sayıları (17751800)”, Zikredilen tarihlerde Kayseri’de yaşayan ailelerin en az 3 en fazla 4
çocuğa sahip oldukları görülmektedir. Annesi veya babası vefat eden veya
ayrılan ailelerin çocukları ortada kalmamakta, çocukların işlerini yürütmek için
vasi tayin edilmektedir (Gündüz 2003: 261-266).
“Osmanlı Toplumunda Kadının Annelik Vasfından Doğan Hakları (1650-1750)”,
Yıllarında Kayseri Örneği)”, Hamilelik döneminden başlayarak kadının çocuğu
üzerindeki hakları incelenmiştir. Ceninin mirastan hak alma durumu, hıdanelik
hakkı, vasi olarak annenin tayin edilmesi ve süt hısımlığı konuları belgelere
yansıdığı oranda ortaya konulmuştur (Selçuk 2003: 443-456).
“Osmanlı Şehrinde Mülkün Kullanımında Çevre Düzeni ve Kamu Hukukuna
Riayet (XVII. Yüzyıl Kayseri Örneği)”, Osmanlı toplumunda hukuk sürecinin ne
şekilde işlediği, önemli anlaşmazlıkların çözümüne dair uygulamaların neler
olduğunu sicillerden takip edilebilmektedir. Bu kayıtlarda şehrin fiziki yapısı,
fiziksel yapının şekillenilmesinde toplumun kültürel değerlerinin nasıl etkili
olduğu belgelerde görülmektedir (Tok 2003: 493-510).
“Şeriye Sicillerine Göre Kayseri’de İhtida Eden Kadınlar ve Bunların Sosyal
Statüleri (1650-1750)”, Bu çalışmada, Kayseri’de 1650-1750 yılları arasında
yaşayan gayrimüslim kadınların ihtida hareketleri ve ihtida eden kadınların
toplum içerisindeki sosyal statüleri incelenmiştir. Bu incelemede özellikle kırsal
alanda ve şehir merkezinde yaşayan Kadınların inançlarında meydana gelen
değişikliğin sebepleri ve bunun onların yaşantılarındaki etkileri üzerinde
durulmuştur. Ayrıca Kayseri bölgesinde yaşayan hür kadınlar arasındaki ihtida
hareketleri yanında cariye adı verilen (savaşlarda esir alınarak alınıp-satılan)
kadınların da din değiştirmeleri üzerinde durulmuştur. Erkek egemen bir toplum
olan Osmanlı Devleti’nde farklı bir kültüre ve dine mensup olan bu kadınların iç
dünyalarında ve yaşayışlarında büyük değişim meydana getiren ihtidanın erkek
nüfusa oranla Kadınlar arasında daha az görülmesinin sebepleri de açıklığa
kavuşturulmuştur (Selçuk 2005: 71-94).
“Kadı Sicilleri Işığında Osmanlı Şehrindeki Mahalleden İhraç Kararlarında
Mahalle Ahalisinin Rolü (XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Kayseri Örneği)”; Bu
çalışmanın amacı, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Kayseri şehrindeki bireyle mahalle
ahalisi arasındaki ilişkiyi, Kayseri Kadı sicillerine yansıdığı kadarıyla ortaya
koymaya yöneliktir. Bunun yanı sıra, Kayseri şehrindeki mahalle kurumunun
369
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gücüne de temas etmek suretiyle toplum düzenine uymayan bireyin, toplum
tarafından mahalleden çıkarılabildiğine dikkati çekmektir. Böylelikle Osmanlı
şehrindeki mahalle kurumunun, birey ve toplum hayatındaki yeri ve öneminin
hangi boyutta olduğunun aydınlatılması sağlanmış olacaktır (Tok 2005: 155–173) .
“XVII. Yüzyılda Kayseri Ve Çevresindeki Türkmen Oymakları Ve SosyoEkonomik Yapıları”, XVII. yüzyılda Yeni-İl, Halep, Bozulus ve Danişmendli
Türkmenlerine tabi olan oymakların (cemaatlerin) büyük bir bölümünün daha
güvenli, suyu-otlağı bol olan Kayseri ve çevresinde yaylak olarak kullanmışlardır.
Doğu ve Güney doğu Anadolu’ya göre daha güvenli olan Yeni-İl ve Kayseri
civarı onların rahat ve güven içerisinde hayvanlarını otlattıkları ve sosyal
yaşantılarını sürdürdükleri yer olmuştur. Çeşitli sebeplerle Kayseri kadısına
müracaat etmişler ve meselelerini hukuk çerçevesinde çözmüşlerdir. Bu
belgelerden hareketle Türkmen oymaklarının sosyal yaşantısı ortaya
konulmuştur (Selçuk 2008: 41-62).
“Şer’iyye Sicillerine Göre Kayseri’de İhtida Hareketleri(1645-1665)”, Rum ve
Ermeni milletleri arasında meydana gelen ihtidalar da çoğunlukla Müslüman ve
gayrimüslim halkın aynı köy veya mahallede yaşamaları
neticesinde
birbirlerinden etkilenmeleri ile ortaya çıkmıştır. Köle ve cariyelerin ihtida
etmelerinde şüphesiz yine kendilerinin bir Müslüman ailenin yanında ikamet
etmeleri, sahipleri olan kişileri ve onların inançlarını daha yakından görmeleri
böylelikle İslam dinini tanımaları ve İslâm dininin onlara vermiş olduğu hakları
öğrenmeleri en etkili sebep olmuştur. 1645-1665 yılları arasında 58 kişi Rum ve
Ermeni milletinden, 158 kişi köle ve cariyelerden toplam 216 kişi ihtida
etmişlerdir. İhtida edenlerin devletin koruması altında olması bütün Müslüman
vatandaşların olduğu gibi gayrimüslimlerin de devletin bütün hukuki ve sosyal
imkânlarından faydalanmaları, İslam hukukunun dolayısıyla onun uygulayıcısı
konumunda olan Osmanlı Devleti’nin adaletli davranışları insanların bu dine
ısınmalarında etkili olmuştu. Kayseri’de 20 yılda meydana gelen ihtidanın takip
edilen hoşgörü siyasetinin bir neticesidir (Selçuk 2002: 165-176).
“XVII. Yüzyılda Kayseri’de Yaşayan Ermenilerin Sosyal Yaşantıları Üzerine Bazı
Değerlendirmeler” XVII. yüzyılda Kayseri’de Müslümanlar ve Ermeniler
birbirlerinden ayrılmadan hep birlikte yaşamışlardır. gayrimüslimler istedikleri
her zaman şer’î mahkemeyi kullanmışlardır. Onların davaları birbirine o kadar
karışmıştır ki mahkemeyi belirli bir gün değil istedikleri her saatte
kullanabilmişlerdir. İslâm Hukuku, onların zenginlik, özgürlük, mal ve
370
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
mülklerini korumuş, hatta dinlerini kısıtlama olmaksızın yaşaya bilmelerine
imkân vermiştir. Bu çerçevede Şer’iyye Sicilleri esas alınarak Ermenilerin sosyal
yaşantıları irdelenmiştir (Selçuk 2009: 315-324).
“42 Numaralı Develi Şeriye Siciline Göre (1894–1895) Develi’de Türk Ermeni
İlişkileri”, H.1312–1313 (M.1894–1895) tarihli 42 numaralı Develi şer’iye sicilinde
mevcut olan 192 belge incelenmiştir. Bu belgelerden 45 tanesi gayrimüslimlere
aittir. Kayıtlarda Türkler ile Ermeniler arasında meydana gelen herhangi bir
anlaşmazlığa dair belgeye rastlanmamaktadır. Zimmi statüsündeki Ermenilerin
Şer’i mahkemeleri nasıl kullandıkları ortaya konulmuştur (Süme 2009: 67-75).
“Osmanlı Devletinde Kadınların Şer’i Mahkemeleri Kullanması (Kayseri Örneği)”
XVII. yüzyılın yarısında Kayseri’de kadınların mahkemeyi kullanmaları,
haklarını arama gelenekleri ile Osmanlı’nın bir taşra şehri olan Kayseri’de Türk
kadını ve yine bu coğrafyada yaşayan gayrimüslim Ermeni ve Rum kadınlarının
toplum içerisindeki sosyal statüleri ortaya konulmuştur. Belgelerden görüldüğü
kadarıyla her hangi bir konuda haksızlığa uğrayan kadın şer’i mahkemelerde
kendi hakkını rahatlıkla arayabilmekte idi. Özellikle verasetle intikal eden
mallarına sahip çıkma konusunda mahkemelere müracaat etmişlerdir. Bunun
yanı sıra kendilerine veraset yoluyla veya evlenme yoluyla intikal eden malları
diledikleri gibi satmışlar veya hibe edebilmişlerdir (Aksoy 2010: 165-176).
“Hoşgörü Toplumu’nda Birlikte Yaşamak: Osmanlı Toplumunda Gayrimüslim
Ermeni Vatandaşları Ve Hukuk: Kayseri Örneği”, 279 nolu Kayseri kadı
mahkemesinin kayıtlardan hareketle Osmanlı toplumu içerisinde Kayseri
örneğinde de insanların hak arama ve hukuku kullanmada dinî ya da ırkî
anlamda bir ayrımcılık ile karşılaşmadıkları ortaya konulmuştur (Demirci 2009:
314-325).
“Kayseri Tereke Defterleri Üzerine Bir Araştırma(1700-1730)” Kayseri’nin 17001730 yıllarına ait şer’iyye sicillerinde bulunan tereke defterinden hareketle,
dönemin nüfusu, hane sayısı, çocuk ve eş sayıları, isimleri, lakap ve unvanları ile
ekonomik durumları incelenmiştir. Kayseri’de ortalama çocuk sayısı 2.94 olduğu
ortaya konulmuştur (Tuş 1999: 157-191).
3. İktisadi Tarih Açısından
“Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri Para Vakıfları”, Para
vakıfları daha çok sosyal amaçlara yönelik olarak kurulmuşlardır. Özellikle
371
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
avarız kabilinden vergilerin ödenmesine yönelik olarak faaliyet gösteren para
vakıflarının yoğun bir şekilde varlığı görülmektedir. Para vakıfları Kayseri
şehrinin ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Ağırlıkla avarız ve nüzul
vergilerinin ödenmesine tahsis edilen ve hemen her mahallede bulunan para
vakıfları, vergi mükellefi olup ödemede sıkıntı çeken fakir ahali için mühim bir
kaynak olmuştur. Bunun yanı sıra para vakıfları Kayseri şehrinin imarında ve
başta çeşmeler olmak üzere içme suyu ihtiyacının karşılanmasında önemli bir
fonksiyon icra etmiştir. Ayrıca bu çalışmada Kayseri’de inşa edilen günümüze
kadar ulaşmayan birçok mimari yapının adlarının ve mekânlarının tespiti ve
onların fonksiyonları ortaya konulmuştur (Tok 2008: 1-279).
“ Kayseri’nin 223 Numaralı Siciline Göre Mülk Satışları”, 223 Nolu Kayseri
Şer’iyye Sicili esas alınarak mülk satışları incelenmiştir. (Tuş 2000: 513-571)
“ Kayseri Kadı Sicillerindeki Avarız ve Avarızhaneler ile İlgili Belgeler Üzerinde
Bazı Değerlendirmeler (H.1065-1070/1655-1660)”, Kadı sicillerindeki vergi ile
alakalı belgeler Osmanlı vergi sisteminin taşra boyutunun ortaya konulmasını
sağlamıştır. Vergi yükümlülüklerinin ferdi değil de toplu şekilde sorumlu
tutulmasıyla toplumda tesanüdün ortaya çıkmasında rol oynadığı ifade edilebilir.
Vergi tahsili hususunda taşra bağlamında ortaya çıkan problemler ve bunların
nasıl çözümlendiği, merkezden gelen fermanlar doğrultusunda alınan tedbirlere
yer verilmiştir (tok 2000: 487-512).
“Osmanlı Devletinde Merkez-Taşra İlişkisi Bağlamında Avârız, Nüzul Ve Sürsat
Vergileri( Şer’iyye Sicillerine Göre XVII.Yüzyılda Kayser Sancağı)”, Bu çalışmada
Kayseri deki bir avârızhânesinin kaç gerçek hâneden oluşturduğu tespit edilerek
XVII. yüzyılda sürsat, nüzul vergilerinin Kayseri deki yansımaları incelenmiştir.
Kadı olduğu için bölgesel nitelikli en sağlıklı bilgiler yine onun eli ve emri altında
olması gerekiyordu. Ayrıca vergi toplanırken çıkan sıkıntılarda Kadılar
tarafından çözümlenmekte idi. Ordunun ihtiyacı olan lağımcı, beldâr, gibi askerî
görevlilerin ve yine barut yapımında kullanılan güherçile temini hususunda
nüzul ve sürsat vergileri kullanılmıştır. Sadece Anadolu da baş gösteren Abaza
Hasan, Kürd Mehmed ve Gürcü Nebi ayaklanması sebebiyle bu isyan
bastırmakla görevlendirilen ordunun uğrak yerlerden biri olan Kayseri’nin
orduya lojistik desteği oldukça önemli olmuştur. (Selçuk 2008: 159-202).
“XVII. Yüzyıl Kadı Sicillerine Göre Kayseri Ve Çevresinde Sulama Kaynaklarının
Kullanımıyla İlgili İhtilaflar”, Bu çalışmada, XVII. yüzyıl Kadı sicillerine göre
372
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Kayseri ve çevresinde sulama kaynaklarının kullanımı ve paylaşımı hususunda
ortaya çıkan bazı ihtilaflarla ilgili olarak tespiti yapılan belgeler üzerinde
değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu çerçevede, günümüzün önemli
meselelerinden olan su sorunlarının tarihî süreçte Osmanlı döneminde nasıl bir
durum arz ettiği, ortaya çıkan sorunların nasıl ve ne şekilde çözümlendiği,
Kayseri örneğinde ortaya konularak bu konuya dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda,
sulama konusunda ortaya çıkan ihtilafların çözümünde uygulanan temel
yaklaşım Kadının ilkesi olmuştur. Suyun kullanım şekli ve hakları idare
tarafından kayıt altına alınmış ve suyun paylaşımı nöbet esasına göre
düzenlenmiştir (Tok 2007. 391-405).
“Şer'iye Sicillerine Göre Kayseri'de Mülk Satışları Üzerine Bir Değerlendirme
(1678-1679)”, Osmanlı Devleti’nin mahkeme kayıtları uzun yıllar boyunca
muntazam olarak sicillere yazılmıştır. Bu makalede, 1678-1679 tarihinde
kaydedilen Kayseri Şer’iye Sicili incelenmiş, mülk satışları ile ilgili kayıtların
tespit edilmesi ve bir değerlendirme yapılması amaçlanmıştır. Bu sicilden de
anlıyoruz ki; Kayseri’de ev, bağ, dükkân ve tarlaların satış işlemi yapılmıştır.
Şahıslar, kendilerine ait veya ortağı oldukları mülkleri, başkalarına
satabilmişlerdir. Bu çalışmada, sicile kaydedilen belgelerden örnekler vererek,
mülk satışları ile ilgili bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır (Güldüoğlu 2010:
73-85).
“XIX. Yüzyılda Kayseri Sancağında Türk-Ermeni İlişkilerinin Ekonomik Boyutu”
beş adet şeriyye sicili kullanılarak 1809-1904 yılları arasında Türk-Ermeni
ilişkilerinin ekonomik boyutu Kayseri şehri örneğinde değerlendirilmiştir.
Belgelerden iki toplumun yoğun bir ticarî ilişki içerisinde olduğu anlaşılmaktadır
(Çetin 2009: 443-450).
4. Asayiş Açısından
“Kayseri Kadı Sicillerindeki Yaralanma ve Ölüm Vakalarıyla İlgili Keşif Raporları
(1650-1660)”, Kadı sicillerindeki belgelere göre, adam öldürme, yaralama ve
diğer adli olayların tahkiki için mahkemeler tarafından gönderilen görevliler olay
yerinin ve mağdurlarının keşfini yaptıktan sonra düzenledikleri tutanakları
mahkemeye vermişlerdir. Kadılar bu tutanaklara, tanık ifadelerine ve tarafların
iddia ve beyanlarına göre bir karara varmışlardır. Keşif raporları, bize
mağdurların yaralanma ve ölüm ile sonuçlanan vakıalarda, hadiselerin nasıl,
niçin, ne şekilde, nerede ve kimler arasında meydana geldiğini, kullanılan âlât-i
cârihanın türünü, ölüm nedenleri vb. konulara dair ipuçları vermektedir. Bunun
373
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yanı sıra, damın çökmesi, bina duvarının yıkılması, bacadan içeri düşme, kuyuya
düşme gibi meydana gelen hadiselerle ilgili belgeler bize, o dönemdeki
meskenlerin durumunu, yani yaşam alanlarının insan hayatını hangi boyutta
etkilediğini, mimarî çevrenin genel özelliklerinin günlük yaşamlarında ne gibi
güçlükler arz ettiğini göstermesi yönüyle de dikkate değer ipuçları vermektedir.
Bu çerçevede keşif raporları, Osmanlı döneminde taşra hayatının gündelik
yaşamında meydana gelen adli vakaları ve bunlarla ilgili yaşanan olayların
boyutlarını ve sonuçlarını görebilme imkânını vermektedir. Bu konuyla ilgili
farklı bölge ve tarihlerde yapılacak çalışmalar bize Osmanlı toplumunun
gündelik hayatını daha yakından tanıma ve karşılaştıkları sorunların mahiyetini
görebilme yönünde de önemli bilgiler sağlayacaktır (Tok 2007: 335-336).
5. Sanat Tarihi Açısından Önemi ve Konuyla İlgili Çalışmalar
Kayseri Şer’iyye Sicil Defterleri’nde, bugüne kadar ismi hiç duyulmamış
200’den fazla cami, mescit, medrese, mektep, Mevlevihane, türbe, hangâh, zaviye,
imaret, kervansaray, han, çarşı, hamam, çeşme gibi pek çok yapının varlığından
haberdar olmaktayız. Yine bu defterlerde, günümüze sağlam olarak ulaşabilen
yapılardan, 100’den fazlası hakkında bilgilere ulaşılabilmektedir. Bu belgelerdeki
dolaylı ya da doğrudan bilgiler sayesinde, günümüze ulaşan ve ulaşamayan
anıtların hangi yüzyılda faal olduğu, banileri, inşa tarihleri, bulunduğu
mahalleler, ne zaman, kimin tarafından onarıldıkları, mütevellilerinin kimlikleri,
imam, müezzin, zaviyedar, müderris ve diğer görevlilerin ne kadar ücret aldıkları
hakkında önemli bilgilere ulaşılmaktadır. Ayrıca görevlilerin aldığı ücretler,
dönemin ekonomik şartlarını anlayabilmemizde bizlere yardımcı olmakta ve
dolayısıyla da eserlerin inşa ve bakımı için harcanan miktarların genel ekonomik
durum içerisindeki seviyesini algılayabilmemizi sağlamaktadır. Yine, incelemiş
olduğumuz belgelerden, hiçbir yapının Kadıdan izin alınmadan onarılmadığı ve
herhangi bir yapının onarımı yapılmadan önce, nerede hangi malzemenin
kullanılacağı, malzemenin fiyatı ve işçilik masraflarının önceden yapılan bir
keşifle tespit edildiği görülmektedir. Yapılan bu keşiflerde, yapının hangi
bölümlerden oluştuğu ve hangi bölümlerinin harap olduğu açıkça
belirtilmektedir. Ayrıca yapılacak olan keşiflerde mimarbaşı, subaşı ve yetkili
ustaların görevlendirilmiş olması, hangi tarihlerde kimin mimarbaşı olduğunun
tespitine imkân sağlamaktadır. Köşk Medresesi’nin hangâh mı zaviye mi olduğu
ile ilgili belgelerde, bir yapının gerçek kimliğinin tartışılmasıyla karşılaşılmış
olması dikkat çekicidir. Yine adı geçen yapının günümüze ulaşamayan bir
vakfiyesi ile kitabesinin varlığını, Şer’iyye Sicil Defterlerinden öğreniyoruz.
Şer’iyye Sicil Defterleri sayesinde, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde
374
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bulunmayan ve günümüze ulaşamayan birçok yapıya ait vakfiyelerden ve vakıf
gelirlerinden haberdar olmaktayız. Bu belgelerde karşılaştığımız en önemli
bilgilerin başında, Sanat tarihi terminolojisi ile ilgili terimlerin kullanılmış
olmasıdır. Şer’iyye Sicil Defterileri’ndeki belgelerden, Kayseri şehrinde hangi
yüzyılda hangi mahallelerin bulunduğu ve hangi yüzyılda şehrin ne yöne doğru
geliştiğiyle ilgili önemli bilgiler yer almaktadır. Yine bu belgelerden şehrin
fiziksel gelişimini yakından takip etmek mümkün olmaktadır. Cami ve
mescitlerle ilgili belgelerin çoğunluğu, adres tanımları, vakıf gelirleri, mütevelli,
imam, müezzin, cüzhan ve ferraş atamaları, imam ve müezzin ve diğer
görevlilerin aldıkları ücretlerle ilgilidir. Cami ve mescitlere ait pek çok para
vakfının bulunduğu da tespit edilmiştir. Yine bu belgelerden cami ve mescitlerin
akşamları mum ve kandille aydınlatıldığı anlaşılmaktadır. Medrese ile ilgili
belgelerin büyük çoğunluğu vakıf gelirleri, mütevelli, müderris atamaları,
medresede çalışan görevlilerin aldıkları ücret ve öğrenci sayıları ile ilgilidir.
Zaviyeler ve türbelerle ilgili belgeler daha çok mütevelli, şeyh, türbedar,
mutasarrıf ve vakıf gelirleri ile ilgilidir. Zaviyelerin vakfiyelerinden elde edilen
gelirlerin bir bölümünün yoldan gelip geçen misafirlerin yemek yemeleri için
ayrıldığı ve bu bilgiden hareketle zaviyelerin yanında mutfaklarının bulunduğu
anlaşılmaktadır. Dört adet tekke ve iki adet Mevlevihane ile ilgili önemli
belgelere ulaşılabilmiştir. Bu belgelerden, Seyyid Burhaneddin tarafından ilk defa
inşa edilen Mevlevihane’nin bilinmeyen bir nedenle yıkıldığı, aynı
Mevlevihane’nin yerine Bayram Paşa tarafından başka bir Mevlevihane’nin inşa
ettirildiği ve adı geçen Mevlevihane’ye çok zengin vakıfların bırakıldığı
anlaşılmaktadır. Yine bu belgelerde, Mevlevihane’de yapılan onarımlarla ilgili
bilgilere ulaşılmaktadır. Hamamların daha çok cami, mescit ve medreselere gelir
getirmek için inşa edildikleri, yıllık kiraları ve yapılan onarımlarla ilgili bilgiler
tespit edilmektedir. Ticaret yapılarının daha çok cami, mescit, medrese ve zaviye
gibi yapılara gelir getirmek için vakfedildikleri anlaşılmakladır. Ayrıca bu
yapılarla ilgili belgelerden, Kayseri'de ticari yapıların bulunduğu mahalleler ile
zaman içerisindeki gelişimi ve şehrin her dönemde ticari manada çok faal olduğu
görülmektedir. Çeşmelerin inşa edilmeden önce mutlak surette Kadıdan izin
alındığı, yine bütün çeşmelerin vakıflarının olduğu mevcut belgelerden
anlaşılmaktadır. Çeşmelerle ilgili belgelerin büyük çoğunluğu, mütevelli, mirab,
nazır atanması, su yolları ve çeşmelerin onarımlarıyla ilgilidir. Evlerle ilgili
belgeler daha çok tereke kayıtlarıyla ilgili olup avlusu, mutfağı, ambarı, kaç katlı,
kaç odalı olduğu ve evin diğer bölümleri ile içerisinde kullanılan eşyalarla ilgili
önemli bilgilere ulaşılmaktadır (Denktaş 2005: 62-63).
375
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
6. Sağlık
“Osmanlı Donemi Hekim-Hasta İlişkileri (Kadı Sicillerine Göre XVII. ve XVIII.
Yüzyıllarda Kayseri Örneği)”, Bu incelemede ortaya çıkan en önemli husus,
hastanın veya onun kanuni vasisinin rızası olmaksızın hekim tarafından tıbbi bir
müdahaleye tabi tutulmadıkları hususudur. Bu çerçevede Kayseri Kadı
sicillerinde tıbbı müdahalelerden evvel, hastaların Kadı huzurunda rıza
beyanında bulunduklarını görmekteyiz. Bu beyanlar öncelikle hastanın
hastalığıyla ilgili konuda, hekimin müdahalesine razı olduğunu gösterir. Bunun
yanı sıra ve birincisi kadar önemli olan boyutuyla bu beyanların aynı zamanda
hekimin hukuki sorumluluğunu da ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu
göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Zira dem ve diyet talebiyle davacı
olmayacaklarını ve olsalar dahi kanun önünde geçersiz sayılması yönündeki
ikrarlarının tescil edildiği görülmektedir. İncelenen kadı sicillerinde tespit edilen
belgeler, hekime tedavi maksadıyla başvuran hastaların daha ziyade fıtık, mesane
tası, kırık çıkık gibi rahatsızlıklarından dolayı tedavi talebinde bulunanların
oluşturduğunu göstermektedir. Alacakları tedavi hizmetleri karşılığında da
değişen miktarlarda ücret ödedikleri görülmektedir (Tok 2008: 788-805 ).
SONUÇ
Şer’iyye Sicilleri özellikle şehir tarihi açısından şehrin siyasi, sosyal, askerî ve
iktisadi bilgi ve belgelerin bulunduğu önemli kaynaklardır. Bir şehrin sosyal
tarihinin ortaya konulmasında yegâne kaynaktır. Siyasi ve askerî tarih açısından
taşradaki şehirlerin seferlere desteği bu kayıtlarla ortaya konabilmektedir.
Mesela, Kürt Mehmet İsyanı’na Naima dışında başka bir kaynakta tesadüf
edilmemiştir. Kürt Mehmet Kayseri kalesini kuşatmış, halka zarar vermiş, kalenin
kapısını yıkmıştır ki bunu ancak Şer’iyye sicilinden öğrenmekteyiz. Müslüman
gayrimüslim ilişkisi, din değiştiren kişilerin sayısı yine Şer’iyye sicillerinden
tespit edilebilmektedir. Sanat tarihi açısından özellikle günümüze ulaşmayan
yapıların tespitinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Sağlık açısından o günkü
sağlık anlayışı ve tedavi yöntemleri ortaya konulabilmektedir. Kayseri’ye ait
Şer’iyye Sicilleri ile yapılan çalışmalar, yayınlanan makale, kitap ve bildiriler
sayesinde şehrin tarihi geniş ölçüde aydınlatılmıştır. Şer’iyye Sicilleri özellikle
seyyahların, sâlnâmelerin bulunmadığı devirlerde şehirlerin tarihi eserleri, halkın
bir biriyle olan münasebetleri, giyim-kuşamı, yiyecekleri, ürünleri vs. konularda
elimizdeki en önemli kaynaklardandır. Kayseri ile alakalı olarak Şer’iyye Sicilleri
kaynak olarak kullanılarak 37 adet kitap, makale ve bildirinin yayımlanarak
şehrin sosyal tarihinin bir kısmının aydınlatıldığı görülmüştür.
376
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
AKSOY, Numan Durak, “Osmanlı Devletinde Kadınların Şer’i Mahkemeleri
Kullanması (Kayseri Örneği)”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı: 186, 2010, s. 165–
176.
AKTAN, Ali, “XVII. Yüzyıl Kayseri Kadı Sicillerinde Bulunan Köle ve Cariyelerle
İlgili Bazı Belgeler Üzerinde Bir Değerlendirme”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih
Sempozyumu Bildirileri, (11-12 Nisan 19969, Kayseri 1997, s.13-20.
AKTAN, Ali, , “XVII. Yüzyıl Başlarında, Kadı Sicillerine Göre Kayseri’de Evlenme ve
Boşanmaya İlişkin Uygulamalar”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildiriler,
Kayseri 2003, s.21-40.
AKTAN, Ali,
“Kayseri Kadı Sicillerindeki Tereke Kayıtları Üzerinde
Bazı Değerlendirmeler (1738-1749)” , II. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu
Bildirileri 16-17 Nisan 1998, , Kayseri 1998, s.47-68.
AKTAN, Ali, “Osmanlılar Zamanında Kayseri’de Gayrimüslim Tebaanın Durumu.
Zimmîleri”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildiriler 6-7 Nisan 2000,
Kayseri 2000, s.7-34.
ÇETİN, İsmigül, “XIX. Yüzyılda Kayseri Sancağında Türk-Ermeni İlişkilerinin
Ekonomik Boyutu”, Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Erciyes Üniversitesi Yayınları
, Kayseri 2009, C.2, s.443-450.
DEMİRCİ, Süleyman, “Hoşgörü Toplumu’nda Birlikte Yaşamak: Osmanlı
Toplumunda Gayrimüslim Ermeni Vatandaşları Ve Hukuk: Kayseri Örneği”,
Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, C.IV., Kayseri 2007, s.314- 325.
DENKTAŞ, Mustafa, “Şer’iyye Sicil Defterleri’nin Sanat Tarihi Araştırmalarındaki
Önemi (Kayseri Ölçeği)”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:
18, Kayseri 2005/I, s.51-66.
DÖĞÜŞ, Selâhattin, “Kayseri’nin 25 Numaralı Şer’iye Siciline Göre Şehrin SosyoEkonomik Hayatı ve Abaza Mehmed Paşa İsyanı’nın Şehre Tesirleri” , II. Kayseri
ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri 16-17 Nisan 1998, Kayseri 1998, s.113-126.
DÖĞÜŞ, Selâhattin, “ Kayseri’nin 25 Numaralı Şer’iye Sicili Işığında Şehrin Nüfus
Yapısı (1624-1625)”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildiriler, Kayseri
2000, s.125-128.
ERDOĞRU, M. Akif, “Onaltıncı Yüzyılda Kayseri Şer’i Meclisi ve Kayserili Kadınlar”,
IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildiriler, Kayseri 2003, s.187-196.
ERDOĞRU, M. Akif,
“Prof. Dr. Ronald C. Jennings (1942 -1996)”,
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/868/11019.pdf
GÖKHAN, İlyas, “191 Numaralı Kayseri Şer’iye Siciline Göre Kayseri (18201822) , III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildiriler, Kayseri 2000, s.193-200.
GÜLDÜOĞLU, Emine, Şer'iye Sicillerine Göre Kayseri'de Mülk Satışları Üzerine Bir
Değerlendirme (1678-1679), History Studies, 2010, 2/2, s.73-85.
GÜNDÜZ, Ahmet, “XVIII. Yüzyılın Son Çeyreğinde Kayseri’de Aile, Evlilik ve Çocuk
Sayıları (1775-1800)”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildiriler, (s. 261266).
http://kaytam.erciyes.edu.tr/Arsiv.htm
377
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ÖZTÜRK, Ayhan, Şer’iye Sicillerine Göre Kayseri Sancağı, (1788-1749), Kayseri, 2000.
ÖZCAN, Ruhi “ Kayseri’nin 13 Numaralı Kadı ı Siciline Göre Evler”, III. Kayseri ve
Yöresi Tarih Sempozyumu Bildiriler, Kayseri 2000, s.349-362.
SELÇUK, Hava, “Osmanlı Devletinde Merkez-Taşra İlişkisi Bağlamında Avârız,
Nüzul Ve Sürsat Vergileri( Şer’iyye Sicillerine Göre XVII.. Yüzyılda Kayser
Sancağı)” Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, s.159-202, 2008.
SELÇUK, Hava, “Osmanlı Toplumunda Kadının Annelik Vasfından Doğan Hakları
(1650-1750 Yıllarında Kayseri Örneği)”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu
Bildiriler, Kayseri 2003, s.443-456.
SELÇUK, Hava, “Şer’iyye Sicillerine Göre Kayseri’de İhtida Hareketleri(1645-1665)”,
Dini Araştırmalar, Ankara 2002, s.165-176.
SELÇUK, Hava, “Şeriye Sicillerine Göre Kayseri’de İhtida Eden Kadınlar ve Bunların
Sosyal Statüleri (1650-1750)”, WOMAN 2000, vol.6, 2005, s.71-94.
SELÇUK, Hava, “XVII. Yüzyılda Kayseri Ve Çevresindeki Türkmen Oymakları Ve
Sosyo-Ekonomik Yapıları”, ", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı:.173, s.4162, 2008.
SELÇUK, Hava, “XVII. Yüzyılda Osmanlı Ordusuna Kayseri’den Lojistik Destek”,
Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:167, Nisan 2007, s.159-174.
SELÇUK, Hava, Kayseri Sancağı ve Girit Seferine Katkısı (1645-1669), Kayseri 2008.
SELÇUK, Hava, “1651 Yılında Kayseri Kalesinin Kuşatılması ve Kürd Mehmed Ağa”,
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 17,
Mayıs 2008, Isparta 2008, s.33-39.
SELÇUK, Hava, “XVII. Yüzyılda Kayseri’de Yaşayan
Ermenilerin Sosyal Yaşantıları
Üzerine Bazı Değerlendirmeler” Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Erciyes Üniversitesi
Yayınları , Kayseri 2007, C.2,s.315-324.
SÜME, Mehmet, “42 Numaralı Develi Şer’iye Siciline Göre (1894–1895) Develi’de
Türk Ermeni İlişkileri”, Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, Erciyes Üniversitesi
Yayınları , Kayseri 2009, C.3, s. 67-75.
TOK, Özen, “ Osmanlı Dönemi Hekim-Hasta İlişkileri (Kadı Sicillerine Göre XVII. ve
XVIII. Yüzyıllarda Kayseri Örneği)”, Turkish Studies, cilt.3/4, s.788-805, 2008.
TOK,
Özen,
“ Kayseri
Kadı
Sicillerindeki
Avarız
ve
Avarızhaneler
ile İlgili Belgeler Üzerinde
Bazı
Değerlendirmeler
(H.1065-1070/16551660)”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildiriler, Kayseri 2000, s.487-512.
TOK, Özen, “Kayseri Kadı Sicillerindeki Yaralanma ve Ölüm Vakalarıyla İlgili Keşif
Raporları (1650-1660)”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı : 22 Yıl : 2007/1 ,
s.327-347.
TOK, Özen, “Osmanlı Şehrinde Mülkün Kullanımında Çevre Düzeni ve Kamu
Hukukuna Riayet (XVII. Yüzyıl Kayseri Örneği)”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih
Sempozyumu Bildiriler, Kayseri 2003, s. 493-510.
TOK, Özen, “XVII. Yüzyıl Kadı Sicillerine Göre Kayseri Ve Çevresinde Sulama
Kaynaklarının Kullanımıyla İlgili İhtilaflar”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Sayı:2, s.391-405, 2007 .
TOK, Özen, “Kadı Sicilleri Işığında Osmanlı Şehrindeki Mahalleden İhraç
Kararlarında Mahalle Ahalisinin Rolü (XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Kayseri
378
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Örneği)”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 18, Kayseri 2005.
s. 155–173.
TOK, Özen, Kadı Sicillerine Göre XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Kayseri Para Vakıfları,
Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi, Kayseri 2008.
TUŞ, Muhittin, “Kayseri Tereke Defterleri Üzerine Bir Araştırma(1700-1730)”, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4/1999, s.157-191.
TUŞ, Muhittin, “ Kayseri’nin 223 Numaralı Siciline Göre Mülk Satışları”, III. Kayseri
ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildiriler, Kayseri 2000, s.513-571.
YUVALI, Abdulkadir, , “Kayseri’de XVII. Yüzyıl Sonlarında Kadı’nın Sosyal Statüsü”,
I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, (11-12 Nisan 1996), Kayseri
1997,367-375.
379
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
380
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
51 NUMARALI KONYA ŞER’İYE SİCİLİ (H. 1140-1141/ M.
1727-1729)
İbrahim SOLAK*
Giriş
Osmanlı kadısının görev sırasında tuttuğu kayıtlara Şer’iye Sicilleri, Kadı
Defterleri, Şer’i Mahkeme Sicili, Kadı Sicilleri gibi farklı adlar verilmektedir.
Şer’iye sicilleri, Osmanlı kadısının devlet teşkilatı içerisindeki yerini, durumunu
ortaya çıkarmasının yanında, Osmanlı Devleti’nin idari, sosyal, ekonomik,
hukuki ve kültürel tarihinin ortaya çıkarılması, mahalli tarihlerin yazılmasında
da öne çıkan birincil kaynaklar arasındadır. Bu kayıtlar kullanılarak birçok
çalışma yapılmış ve yapılan çalışmalar sayesinde ilgili yerlerin sosyal, kültürel ve
ekonomik tarihleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır1.
Mahkemeye intikal eden bütün olaylar, merkezi hükümet tarafından
gönderilen ferman ve beratlar, kadılar tarafından bu defterlere kaydedilmektedir.
Mukayyid adı verilen görevliler tarafından yazılan bu kayıtların, mahallî
konularla ilgili kadı ve naiblerin verdiği kararların, hüccet, i’lam, tereke
taksimlerinin yazıldığı bölümüne Sicill-i Mahfûz, merkezden gönderilen emirlerin
(fermân, berât, buyruldu, tezkire vb.) yazıldığı bölümüne ise Sicill-i Mahfûz
Defterlü denilmektedir2.
Şer’iye Sicillerinde merkezi hükümetlerin yerel yöneticilerden isteklerinin ve
emirlerinin yanında (fermanlar gibi), ilgili yerin halkının durumu, ne tür
Prof. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam ÜniversitesiFen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
İ
[email protected]
1 Bu çalışmalara örnek olarak, Özer Ergenç, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara 1995; Aynı yazarın,
XVI. Yüzyılın Sonlarında Bursa, Ankara 2006, Rifat Özdemir, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara,
Ankara 1998 gösterilebilir.
2 Ahmet Aksın, “218 Numaralı Harput Şer’iye Sicilinin Tanıtımı ve Fihristi”, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, C.9, S.1, Elazığ 1999, s.2; İbrahim Yılmazçelik, Diyarbakır Şer’iye Sicilleri (Katalog ve
Fihristleri), Ankara 2001, s.6; Alaaddin Aköz, Kanuni Devrine Ait 939-941 / 1532-1535 Tarihli Lârende
(Karaman) Şer’iye Sicili, Konya 2006, s.XIV.
*
381
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
sıkıntılarının olduğu, aile ve komşuluk ilişkileri, nikah ve boşanma işleri, miras
meseleleri, esnaflıkla ve ürün fiyatlarıyla ilgili düzenlemeler (narh gibi), belediye
işleri, yerel asayiş problemleri, salgın hastalıklar, kıtlıklar, afetler, yetiştirilen
ürünler, muhtemel nüfus durumu (nüfusun genç-ihtiyar, müslim-gayrimüslim
yapısı) vb. hususlar yer almaktadır. Bu siciller sayesinde, ilgili dönemdeki bazı
fermanlardan, beratlardan, tezkirelerden, ulemadan, medreselerden, camilerden,
diğer kültür eserlerinden, kazaların, kasabaların, köylerin, mezraların ve
mahallelerin adlarından, yerel kişi adları ve kullanılan lakaplardan haberdar
olabilmekteyiz. Genel olarak mahalli bölgelerin aile (evlenme, boşanma mehir
vb.), askeri (genel seferlerde buradan ne kadar asker verileceği, lojistiklerinin
nasıl temin edileceği, askeri yol güzergahları vb.) iktisadi (geçim şartları,
yetiştirilen ürünler, sanayi faaliyetleri, toplanan vergilerin türü ve miktarı vb.),
hukuki yapılarının yanında, eski kültürel eserlerin durumu (inşası, bakımı,
tamiri, müderrisler, imamlar gibi buralarda görev yapan kişiler vb. hususları),
timarların kimlere nasıl verildiği gibi konuların ortaya çıkarılıp aydınlatılmasında
bu defterler bize ışık tutan en önemli kaynaklar arasındadır.
Konya Şer’iye Sicilleri
Şer’iye sicil kataloğunda Konya’ya ait 151 3, daha sonra bulunan ve katalogda
yer almayan 1 defterle4 birlikte 152 adet sicil bulunmaktadır. Katalogda yer alan
sicillerin aslı Ankara’da Milli Kütüphane’de, birer fotokopisi ise Mevlana Müzesi
Arşivi’nde bulunmaktadır. Bunlardan 1 numaralı sicil H. 970-1019, son bulunan
sicil ise Rûmi 1332/H.1135-H.1340 tarihlidir. Konya şer’iye sicillerinden bazıları
aynen yayınlanırken5, bu siciller kullanılarak yüksek lisans 6 ve doktora7
Ahmet Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, C.1, İstanbul 1998, s.198-199.
Yusuf Küçükdağ- A.Sefa Odabaşı, “Katalog’ta Yer Almayan ve Yeni Ortaya Çıkan Bir Konya Şer’iye
Sicili”, Yeni İpek Yolu, Konya Ticaret Odası Dergisi, Konya Kitabı V, Konya 2002, s.3-14.
5 İzzet Sak, 10 Numaralı Konya Şer’iye Sicili (1070-1071 / 1659-1661), Konya 2003, Aynı yazar, 11
Numaralı Konya Şer’iye Sicili 1071-1072 / 1661-1662, Konya 2007; Aynı yazar, 47 Numaralı Konya
Şer’iye Sicili (1128-1129 / 1716-1717), Konya 2007; Aynı yazar, 37 Numaralı Konya Şer’iye Sicili (11021103/1691-1692), Konya 2010, Aynı yazar, Konya Kadı Sicili 52 (1143-1144/1730-1731), Konya 2014,
İzzet Sak-Cemal Çetin, 45 Numaralı Konya Şer’iye Sicili (1126-1127/1714-1715), Konya 2008, Fatih
Küçük-İzzet Sak, Konya Kadı Sicili 14 (1080-1081/1669-1670), Konya 2014, Halil Erdoğan-Yusuf
Küçükdağ, Konya Kadı Sicili 1916-1921, Konya 2011, H.Ahmet Arslantürk-M.Sait türkhan, Konya
Kadı Sicilleri 150-151 (1903-1907/1898), Konya 2012, İzzet Sak-İbrahim Solak, 53 Numaralı Konya
Şer’iye Sicili, Konya 2014, İbrahim Solak-İzzet Sak, 38 Numaralı Konya Şer’iye Sicili, Konya 2014.
6 İzzet Sak, 16. ve 17. Yüzyıllarda Konya’da Kölelik Müessesesi, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 1987; Ali Rıza Soyucak, Konya ve Çevresinde Eşkıyalık
Hareketleri (1640-1675), S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Konya
1997; Hüseyin Muşmal, XVII. Yüzyılın İlk Yarısında Konya’da Sosyal ve Ekonomik Hayat (1640-1650),
S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2000.
3
4
382
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
çalışmaları da yapılmıştır. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarının bazıları kitap
olarak yayınlanırken, bunların haricinde müstakil çalışmalar da yapılmıştır8. Bu
çalışmalar sayesinde Konya’nın Osmanlı Devleti teşkilatı içerisinde sosyal,
ekonomik, askeri ve kültürel açıdan yeri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
51 Numaralı Konya Şer’iye Sicili
51 numaralı sicilin aslı Ankara’daki Milli Kütüphane’de kayıtlı olup,
içerisinde 881 belge bulunmaktadır. Defter hicri 8 Cemâziye’l-evvel 11409- 19
Şaban 114110 (miladi 12 Aralık 1727- 20 Mart 1729) tarihleri arasındaki olayları
kapsamakta ve bunların kronolojik bir sıra içerisinde kaydedilmediği
görülmektedir. Adı geçen tarihler de Osmanlı tahtında III. Ahmet oturmaktadır.
Defter toplam 282 sayfadan oluşmakta, sayfa numaralarının ise defterin aslında
bulunmadığı sonradan verildiği anlaşılmaktadır. Defter genel anlamda temiz ve
yazısı okunaklıdır, bu da iki kayıt hariç tek katip tarafından yazılmasından
kaynaklanıyor olsa gerek. 81. sayfanın ikinci belgesi ile 268. sayfanın ikinci
belgesinin yazı sitilinden farklı bir katip tarafından yazıldığı anlaşılmaktadır.
Defterin 5. ve 6. sayfaları boş bırakılmış, diğer sayfalar da ise böyle bir boşluk
bulunmamaktadır. Bir sayfaya bazen bir, bazen beş belgenin kaydı yazılmış olsa
da, sayfa başına ortalama üçer belge kaydedilmiştir.
Defterin ilk 12 sayfasındaki belgeler resmi nitelikli 15 belgeden oluşmaktadır.
Bunların bazıları mukataa, ihtisab, şehir kethüdası ataması, Karaman Eyaleti’ne
beylerbeyi ataması, müderris tayini, menzil çavuşlarının ve vali masraflarının
Yusuf Oğuzoğlu, XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Konya Şehir Müesseseleri ve Sosyo-Ekonomik Yapısı
Üzerinde Bir Araştırma, (AÜ. DTCF, Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 1980;; İzzet Sak, Şer’iye
Sicillerine Göre Sosyal ve Ekonomik Hayatta Köleler (17. ve !8. Yüzyıllar), S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1992, Mustafa Gülcan, Konya’da İktisâdî ve İctimâî Hayat
(1675-1676), S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya 1989, Yusuf
Küçükdağ, Lale Devri’nde Konya, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi),
Konya 1989; Bayram Ürekli, Konya’nın Merkezi İdare ile İlişkileri (1650-1675), İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi) İstanbul 1989; Ruhi Özcan, 17. Yüzyılda
Konya’da Mülk Satışları ve Fiyatlar (1640-1665), S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Konya 1993.
8 Muhittin Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya 2001; Mehmet İpçioğlu, Konya Şer’iye Sicillerine
Göre Osmanlı Ailesi, Ankara 2001; Hayri Erten, Konya Şer’iye Sicilleri Işığında Ailenin Sosyo-Ekonomik
ve Kültürel Yapısı, Ankara 2001; Yusuf Küçükdağ, Konya Şehri’nin Fizikî ve Sosyo-Ekonomik Yapısı
Makaleler I, Konya 2004; İzzet Sak, Şer’iye Sicillerine Göre Konya’da Vasiyet Yoluyla Yapılan Hayır ve
Vakıflar (1700-1750), Konya 2007.
9 KŞS 51/86-1
10 KŞS 51/257-2.
7
383
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kayıtlarından meydana gelmektedir11. 13. sayfadaki kayıttan Rumeli Kazaskeri
Feyzullah Efendi’ye Konya kadılığının arpalık olarak verildiği, Feyzullah
Efendi’nin de yerine şehir eşrafından Es-seyyid İbrahim Efendiyi 12 Zi’l-kâde
1140 tarihinde naib olarak görevlendirdiği anlaşılmaktadır 12. İbrahim Efendi
yaklaşık üç ay bu görevi yaptıktan sonra naiblik görevine gurre-i Saferü’l-hayr
1141 tarihinde Abdurrahim Efendi getirilmiştir13. Defterin 13-258. sayfalar arası
hüccetlerden oluşmaktadır. 259-282. sayfalar arası ise merkezden gönderilen
muhtelif konularla ilgili ferman, berat ve buyrulduları kapsamaktadır.
Tablo 1: Belgelerin konuları
Belge Adı
Sayfa ve Belge Numarası
Adet-i ağnam
Ağaç kesme
Ağaçtan düşme
Alacak
225-2
107-2,
43-2, 109-3,
38-5, 49-2, 56-2, 63-3, 93-2, 115-2, 156-1, 169-1, 200-1, 213-2,
223-2, 226-3, 246-3, 249-3, 255-2, 270-3,
60-1, 70-1, 163-2,
117-2,
208-1,
236-1,
209-1,
37-1,
24-1,
13-2, 14-1, 15-3, 17-2, 20-2, 22-2, 32-1, 36-2, 43-1, 50-2, 51-3,
54-1, 57-2, 67-3, 73-2, 92-2-3, 97-1, 126-2, 164-1, 175-3, 182-2,
183-1, 188-1, 193-3, 194-3, 196-2, 198-1, 204-1, 208-2, 211-2,
214-3, 216-3, 218-2, 220-3, 223-1, 227-2-3, 230-2, 235-3, 242-3,
245-2, 248-2, 250-2, 252-2,
201-3,
129-1, 132-1,
31-2,
192-2,
103-3, 159-2, 232-1,
261-2, 268-2, 271-2, 279-1-2-3,
2-1
33-3, 62-1, 136-2, 180-3, 196-3,
246-4,
262-3, 264-3, 270-2, 275-2, 277-1,
100-2,
23-3,
Arazi anlaşmazlığı
Arazi satışı
Arsa satışı
Arsa ve bağ satışı
At satışı parası
Bağ davası
Bağ hibesi
Bağ satışı
Bağ ve tarla satışı
Bağ zabtı
Bakır kap talebi
Bargir ölümü
Bekareti bozma
Berat
Beylerbeyi ataması
Borç
Boyalık satışı
Buyruldu
Cenaze masrafı
Cerrahın diyet ödememesi
KŞS 51/1-12.
KŞS 51/13.
13 KŞS 51/103.
11
12
384
Belge
Sayısı
1
1
2
16
3
1
1
1
1
1
1
45
1
2
1
1
3
6
1
5
1
5
1
1
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Çeşme masrafı
Çocuğun bekaretini izale
etme
Darb
Darb ile ölüme sebep olma
Davadan vazgeçme
Değirmen hissesi satışı
Devrhan ataması
Diyet
Duvar davası
Dükkan önü işgali
Dükkan satışı
Emanet
Erzak parası
Ev basma
Ev hibesi
Ev işgal
Ev sahipliği iddiası
Ev satışı
Ev takası
Ev ve bağ hibesi
Ev ve bağ satışı
Ev ve bahçe satışı
Ev ve eşya anlaşmazlığı
Evliliğe mani olma
Ferman
Ferraş ataması
Fetva
Hakaret davası
Hancı hakkında şikayet
Hırsızlık
İftira
İmam ataması
İmam ve muallim ataması
İmamlığa müdahale
7-2,
216-4,
1
1
25-1, 31-4, 44-1, 62-4, 67-1, 71-3, 104-1, 108-2, 120-3, 132-2,
157-2, 170-2, 176-2,
64-3, 90-2,
79-2, 87-1, 115-1,
229-3
280-2,
42-1, 99-2,
20-3, 134-1,
101-3,
22-4, 37-3, 66-4, 116-2, 154-3, 156-4, 203-2,
24-2, 27-1,
34-2,
238-3
181-2,
240-1
258-1,
13-3, 16-1, 17-3, 20-1, 25-3, 28-1, 28-4, 31-3, 34-1, 34-3, 35-3,
38-1-2-3-4, 47-3, 52-2, 62-3, 63-4, 66-1, 69-1-2, 74-1, 75-2, 75-4,
81-1, 87-2, 90-1, 91-1, 92-1, 96-1, 96-3-4, 97-2, 102-1, 103-2,
110-2, 111-1, 113-3, 118-1, 120-1, 126-4, 137-2, 138-2, 140-1,
141-1-2, 142-2, 146-4, 147-2, 161-1-2, 162-3, 163-4, 165-1-2-3,
167-2, 167-4, 168-1, 168-3, 170-3, 173-3, 180-2, 181-3, 182-3,
185-3, 187-2, 193-1-2, 194-1, 201-1, 204-2-3, 210-1, 211-4, 2131, 214-4, 215-2-3, 217-1-2, 219-2, 220-4, 221-1, 225-3, 227-1,
228-3, 229-2, 235-1-2, 237-2-3, 242-4, 244-2-3, 246-1-2, 249-1,
253-3, 254-1-2,
113-2,
176-1,
190-1,
183-2,
69-3, 71-1,
68-2,
259-1, 260-1-2, 261-1, 262-1-2, 263-3, 264-1-2, 265-1, 267-1,
268-3, 269-1-2-3, 270-1, 271-1, 273-1-2, 276-1, 278-1, 280-1,
281-1-2-3, 282-1-2-3-4-5-6-7.
268-1,
275-3,
21-2,
93-3,
25-4, 67-2, 213-3,
78-1, 206-2, 236-2,
272-2, 274-3,
277-3
22-1,
13
385
2
3
1
1
2
2
1
7
2
1
1
1
1
1
102
1
1
1
1
2
1
32
1
1
1
1
3
3
2
1
1
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İmdâd-ı hazeriyye
İmdâd-ı seferiye
Karaman valilik konağı
masrafları.
Karye ilhakı
Kasab esnafının şikayeti
Katiblik ataması
Katl
Kaybolan atın bulunması
Kayyum tayini
Kedi derisi kaybolması
Kefalet
Kemer kaybı
Kilise tamiri
Konya
valilik
konağı
masrafları
Korkma
Köle ve cariye azadı
Köle parası ödeme
Köle satışı
Kölenin
kaçması
ve
yakalanması
Köpek ısırması
Küfür
Mahalle
sakininden
şikayetçi olma
Mahalleden ihrac
Mahalleliden
davacı
olmama
Mahzen ve oda satışı
Mal teslimi
Masraf talebi
Mecnunun bimarhaneye
yatırılması
Mehir
Mekkari devesi
Menzil-i imdâdi
Mescid imameti
Miras
2-2, 8-1-2,11-1-2, 12-1-2,
164-4,
10-1
7
1
1
277-2,
95-2,
266-3,
177-1,
15-2,
22-3, 28-3, 46-4, 107-4, 123-2-3-4, 137-1, 142-1, 166-3, 182-4,
191-4, 195-2, 224-3, 256-1,
31-1,
239-2
241-1,
79-1, 275-1,
9-1,
1
1
1
1
1
15
58-4,
51-4, 60-2, 125-1-2, 177-2, 184-1-2-3, 186-1-2-3, 217-3, 234-4,
237-1,
206-1,
238-1,
229-1
1
14
52-4, 59-3,
115-3, 187-1, 243-1,
134-4,
2
3
1
35-1,
83-2,
1
1
226-1,
130-2,
29-2
36-3, 54-3,
1
1
1
2
46-1, 168-2, 252-1,
56-4,
7-144-2,
15-1, 16-3, 17-1, 19-1, 21-1, 23-2, 27-2, 30-1-2, 32-3, 33-2, 36-1,
37-2, 39-2-3, 40-2, 41-1, 43-3, 45-1-2-3, 46-3, 47-1-2, 48-1-2, 491, 50-1, 51-2, 53-1, 53-3, 55-1, 58-1-2, 59-2, 64-1, 68-1, 70-2, 712, 72-1, 72-4, 73-1, 76-2, 77-2, 80-1, 81-2, 82-1, 82-3, 85-1, 86-1,
88-1, 89-1, 91-2, 95-1, 96-2, 98-4, 99-1, 100-1, 104-2, 105-2, 1061, 108-3, 109-1, 112-2, 113-1, 114-2, 117-1, 119-1-2, 120-2, 1222, 126-3, 130-3, 131-1-2, 133-2, 135-1-2, 136-1, 137-3, 140-3,
3
1
1
1
153
386
1
1
1
2
1
1
1
1
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Mirası teslim alma
Mirastan borç ödeme
Muhalaa-Boşanma
Mukataa
Müderris ataması
Müezzin ataması
Müftülük ataması
Mülk davası
Mütevelli ataması
Nafaka
Naib ataması
Namzedden
(nişan)
ayrılma
Nazır tayini
Nikah davası
Oda hissesi satışı
Oda işgali
Ortaklığın bozulması
Öküz emaneti
Ölüm keşfi
Ölüm sebebi
Ölümden
şikayetçi
olmama
Raiyyetlik
Resmi raiyyet
Satış anlaşmazlığı
Serdar tayini
Şehir kethüdalığı
Şirket davası
Tarla
davasından
vazgeçme
Tarla işgal davası
142-3, 143-2, 144-1, 145-3, 146-3, 147-3, 148-1, 149-1-2, 150-1,
152-2, 155-1-2, 157-1, 158-4, 159-1, 160-2, 162-4, 169-4, 172-2,
173-1-2, 174-1-2, 175-2, 178-2, 179-1, 182-1, 183-4, 187-3, 1892-3, 191-2, 192-1, 195-1, 195-3, 196-1, 197-1, 198-1, 201-2, 2052, 206-3, 210-2-3, 212-2, 215-1, 221-2, 224-4, 225-1, 230-1, 2303, 231-2, 232-2, 233-1, 234-1-2-3, 238-2, 239-1, 241-2-3, 242-1,
243-2, 244-1, 245-1, 247-2, 248-1, 251-1, 253-2, 255-1, 257-1,
257-3,
226-2
171-2,
21-3, 28-2, 35-2, 42-2, 50-3, 55-2, 56-3, 58-3, 61-3, 74-2-3, 75-1,
80-3, 105-3, 107-1, 108-1, 108-4, 122-1, 124-2, 133-3, 147-1,
153-3, 154-1, 158-1, 158-3, 167-1, 202-3, 203-3, 205-1, 207-3,
217-4, 252-3,
1-1,1-2
3-2
280-3,
3-1,
19-2,
266-1-2, 271-3, 272-3,
14-3, 16-2, 25-2, 32-3-4, 40-4, 48-3, 49-3, 51-1, 72-3, 78-2, 83-3,
86-2, 88-2, 100-3, 121-3-4, 122-3, 126-1, 146-1, 151-2, 166-1,
167-3, 183-3, 187-5, 192-3, 198-2, 207-4, 208-3, 212-1, 212-3,
216-2, 220-5, 240-2, 240-4, 243-3, 248-4, 250-1, 250-3, 250-5,
251-2, 253-4, 256-3, 257-2,
13-1, 103-1,
13-4, 39-1 ,44-3, 118-3, 119-3, 128-3, 139-2, 144-2, 162-2, 169-2,
185-2, 191-1, 197-2, 211-1, 211-3, 230-4,
138-3, 263-1,
26-1, 189-1,
110-1,
129-2,
61-1,
29-1,
257-4,
138-1,
116-1,
1
1
32
2
1
1
1
1
4
44
2
16
2
2
1
1
1
1
1
1
1
224-1,
41-2, 132-3, 152-3,
143-1,
263-2, 274-1,
1-3,
26-3,
18-2,
1
3
1
2
1
1
1
209-2,
1
387
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Tarla satışı
Tayinat akçesi ödemesi
Tecavüz iddiası
Timar anlaşmazlığı
Timar tevcihi
Timar
ve
iltizam
anlaşmazlığı
Tüfenk ile yaralama
Vakfiye
Vakıf
Vasi şikayeti
Vasi tayini
Vasiliğe itiraz
Vasilikten azil
Vasiyet
Velayet alma
Yağcıhâne hissesi satışı
Zahire parası
Zehirleme keşfi
TOPLAM
14-2, 26-2, 87-3, 109-2, 128-2, 141-3, 163-1, 181-1, 194-2, 220-12, 222-4,
101-2,
53-2,
93-1,
272-1, 274-2, 275-4,
249-2,
12
248-3,
171-1, 172-1,
4-1, 40-1, 57-1, 65-3, 94-1, 160-1, 179-2, 199-2, 253-1, 280-4
65-1,
14-4, 17-4, 18-3, 21-4, 23-1, 28-5, 29-3, 35-4, 37-4, 40-3, 42-3,
46-2, 50-4, 52-1, 52-3, 54-2, 55-3, 56-1, 62-2, 62-5, 63-1-2, 64-2,
65-2, 66-2-3, 67-4-5, 69-4, 72-2, 73-3, 74-4, 75-3, 75-5, 76-3, 773, 80-2, 81-3, 82-2, 83-1, 85-2-3, 97-3, 98-2-3, 104-3, 105-1, 1063, 107-3, 110-3-4, 111-3-4, 112-3, 114-3, 121-1-2, 122-4, 124-3,
125-3, 127-2-3-4, 130-1, 130-4, 134-2-3, 134-5, 135-3, 137-4,
138-4, 140-2, 142-3, 144-3-4, 145-1-2, 145-4, 146-2, 147-4, 1482-3-4, 149-3, 152-4, 153-2, 154-2, 155-3, 156-2-3, 158-2, 158-5,
160-3, 161-3, 163-3, 163-5, 164-2, 165-4, 169-3, 170-4, 175-1,
176-3-4, 177-3, 180-1, 181-4, 188-2-3-4-5, 190-2-3-4, 191-3, 1915, 195-4, 196-4, 200-3, 202-1-2, 204-4, 207-1-2, 208-4, 211-5,
212-4, 214-1-2, 216-1, 216-5, 219-3, 222-2-3, 224-2, 228-2, 2284, 232-3, 233-3, 237-4, 239-3, 240-3, 241-4, 242-2, 242-5, 250-4,
251-3-4, 252-4, 254-3, 256-2,
199-1,
159-3,
18-1, 33-1, 59-1, 61-2, 76-1, 77-1, 84-1-2, 98-1, 101-1, 106-2,
111-2, 112-1, 114-1, 118-2, 123-1, 124-1, 127-1, 128-1, 133-1,
139-1, 150-2, 151-1, 152-1, 153-1, 162-1, 166-2, 170-1, 178-1,
185-1, 187-4, 200-2, 202-4, 203-1, 218-1, 219-1, 221-3, 222-1,
228-1, 231-1, 233-2, 247-1,
131-3,
236-3,
164-3
30-3,
1
2
9
1
150
1
1
1
3
1
1
1
42
1
1
1
1
881
Sonuç
Konya’da meydana gelen ve mahkemeye intikal eden bazı olayları kapsayan
51 numaralı Şer’iye sicilinde farklı sosyal, ekonomik ve kültürel durumların
olduğu görülmektedir. Sicilde bulunan toplam 881 belgeden yaklaşık % 77’sinin
miras, vasi tayini, çeşitli mülk satışı, nafaka, boşanma, nişanlıdan ayrılma,
vasiyet, ferman, alacak, kayyum ve darb davası olduğu anlaşılmaktadır.
Belgelerin 153’ü miras meselesi, 150’si vasi tayini, 102’si ev, 45 bağ, 12 tarla, 7
388
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
dükkan satışı olmak üzere yaklaşık 166 belgenin mülk satışı, 44’ü nafaka, 42’si
vasiyet, 32’sinin boşanma, 16’sının namzedden ayrılma, 32’si değişik hususlarda
Konya ve civarına gönderilen ferman, 16’sı alacak, 15’i kayyum, 13’ü darb, 11’i
köle azadı, 9’unun vakıf ile ilgili olduğu görülmektedir. Bunların haricinde
sayıları 1-3 arası değişen, berat, buyruldu, timar, resmi raiyyet, iftira, küfür,
hırsızlık, bekareti bozma, cariye azadı, köpek ısırması, ağaçtan düşme,
zehirlenme, hakaret, evliliğe mani olma, tecavüz iddiası, ölüm keşfi, kefillik vb.
konuları ihtiva eden belgeler de bulunmaktadır.
389
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
390
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İ. HAKKI KONYALI ARMAĞANINA KATKI: KİLİS
SANCAĞINDA CANBOLAT OĞULLARI AİLESİNİN
YÖNETİMİ
Metin AKİS *
Özet
Canbolat Oğulları hanedanı Osmanlı Döneminde Kilis Sancağı beyleri olarak ocaklıkyurtluk statüde sancak yönetiminde bulunmuşlardır. Ailenin bölgedeki varlığı Memluk
dönemine kadar uzanmaktadır. Yönetimdeki bu etkileri Osmanlı Devleti zamanında da devam
etmiş, bölgenin tarihine önemli katkılar sağlamıştır. Aile zaman zaman Osmanlı yönetimine
karşı isyan etmiş olsa da, Osmanlı Devletinin her zaman bölgede tercih ettiği bir aile olmuştur.
•
Anahtar Kelimeler
Canbolatoğulları, Kilis Sancağı.
•
THE CONTRIBUTE TO HONOUR OF I. HAKKI KONYALI:
MANAGEMENT OF CANBOLATOGULLARI FAMILY IN
KILIS SANJAK
Abstract
As a administrator family Canbolats, ruled in Kilis Sub-Province (sanjak), as a ruler of
sancak, during Ottoman term. The historical background of family goes to back until Memluk
Dynasty. Their effects in administration of district continued during Ottoman Era, and made
important adding’s to the history of district. From time to time family revolted against to
Ottoman rule, and also preferred as a ruling family at the district.
•
Keywords
Canbolatogulları, Sanjak of Kilis.
*
Doç. Dr., Kilis 7 Aralık Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Öğretim Üyesi.
391
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
GİRİŞ
Osmanlı Devleti ele geçirdiği bölgelerde genel olarak iki aşamalı fetih
politikası uygulamıştır. Öncelikle alınan yerin fizikî, ekonomik, sosyal ve kültürel
özelliklerinin merkez tarafından iyice özümsendiği döneme kadar ele geçirdiği
bölgenin kendine mahsus yapısını hiç değiştirmeden idare yöntemini
uygulamıştır. Bu süre takriben bir asır kadar olabilmektedir. İntibak süresindeki
kapsama bölgenin eski yönetici elit kesimi de dâhil edilmekteydi. Kilis, Azez ve
Ekrâd sancağı olarak 1527’de bağımsız bir sancak merkezi hâline gelince,
yöneticileri bölgenin eski idarecileri arasından seçildi. Bu atamalar ilk bakışta
bölgedeki hâkim unsurlara bir boyun eğme veya bağımlı kalma gibi görülse de,
aslında Osmanlı yönetiminin amacı bünyeye yeni katılan uzvun ana bünyeye
tamamen intibakının sağlanmasından başka bir şey düşünmemiştir. Dolayısıyla
bu süreç içerisinde Canbolatoğulları da Kilis sancağında sancakbeyi olarak
yönetime gelmişlerdir. Bölgenin eski idareci kesimi olan bu aile, zaman zaman
bölgedeki diğer unsurlarla çatışarak, bazen merkezle kavgalı veya barışık
yaşayarak Osmanlı yönetiminin Kilis ve civarında temsilcileri olmuşlardır.
A- Canpolatların Kökeni ve Kilis Sancağında Yönetime Gelmeleri
Canpolatoğulları ailesi bölgede Abbasiler döneminden beri yönetici aileler
arasında yer almıştır. Canpolat Bey 1550’lerin başında Kilis Sancakbeyliğine
getirildikten sonra aile artık “Canbolatoğlulları” olarak anılmaya başlanmıştır.1
Canbolatoğulları ailesi Abbasiler döneminde olduğu kadar, Eyyubiler devrinden
beri siyasette etkin olarak yer almışlardır. Bu nedenle olsa gerektir ki Antakya
1
Canbolatların kökeni hakkında çeşitli rivayetler söz konusudur. Şerefnâmede Canbolatları Kürt asıllı
olduklarından bahsedilmektedir. Bazı Arap kaynaklarında ise kökenlerinin Arap olduklarını iddia
etmektedir. Ancak tüm bu bilgiler ailenin coğrafî pozisyonu ile ilgili olduğu düşünülebilir. Yani,
Canbolat hanedanına Kürt diyenlerin çıkış noktası, ailenin Ekrâd taifesi olarak adlandırılan ve bir
kısmı Com Nahiyesini de içerisine alan bölgede yerleşik konar-göçer grupların yöneticisi olmaları,
diğer türlü Arap diyenlerin de çıkış noktası ailenin Arapların da yoğun olarak yaşadığı bölgede
yönetici olmalarından kaynaklanmaktadır. Bir de unutulmaması gerek bir olgu daha var ki, o da
Memluk Hanedanı döneminde yönetici kesimin daha çok Kafkas kökenli kölemenlerden oluşmuş
olmasıdır. Dolayısı ile Canbolatların Kafkas kökenli olmalarını da göz ardı etmememiz gerekir.
Aileye adını veren Canbolat, bazı kaynaklarda Canpolat, bazılarında Canfolat olarak telaffuz
edilmektedir. Abdul-Karim,Rafeq, “The Revolt of Alî Pasha Janbulad (1605-1607) In The
Contemporary Arabic Sources And Its Significance,”VIII. Türk Tarih Kongresi Kongreye Sunulan
Bildiriler, s.1515-34
392
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
vilayeti yakınlarındaki “Kusayr”’ 2 aileye iktâ olarak verilmiştir. Kuzey Suriye’nin
siyasi hayatında oldukça belirgin konuma gelen aile, zaman zaman faaliyet
sahasını Anadolu içlerine ve Suriye geneline de yaymıştır.
Memlük döneminde Canpolat ailesi Kilis ve Com bölgelerindeki konargöçerlerden sorumlu tutulmuş ve Osmanlıda olduğu gibi Ekrâd beyleri olarak
muamele görmüşlerdir. Canpolat Bey’in babası Kasım bey, Memlükler’e bağlı
siyasi yaşamını sürdürürken Memlük yönetimi ile ters düşmüş, onun yerine
Yezidî şeyhlerinin evladından Şeyh İzzeddin’e Azez ve Kilis bölgesinin beyliği
verilmiştir. Beyliğin Kasım Bey’den alınması, bölgeye girmeye hazırlanan
Osmanlı yönetimi ile Kasım Bey arasında yeni irtibatların da ortaya çıkmasını
temin etmiş olmalıdır. Zaten Yavuz’un bölgeye gelmesiyle de Kasım Bey Çerkez
Hayri Bey ile işbirliği yaparak padişaha bağlılığını bildirmişti. 3
Kasım Bey, Yavuz’un seferi tamamlayarak İstanbul’a dönmesi üzerine
onunla İstanbul’a gelmişti, yanında da henüz küçük yaşta olan oğlu Canbolat da
bulunmaktaydı.4 Şeyh İzzeddin, Karaca paşa ile Halep’te kalmış ve paşayı
kışkırtarak Kasım Bey’in bölgeye tekrar bey olarak tayin edilmesi durumunda,
büyük bir isyanların çıkacağını söyleyerek paşayı ikna etmişti. Paşa’nın da
Yavuz’u ikna etmesi ile de Kasım Bey İstanbul’da idam ettirilmiş, oğlu Canbolat
da müteferrika olarak sarayda eğitilmek üzere alı konulmuştur.
Bu dönemde Kilis ve Ekrâd Sancakbeyliği Şeyh İzzeddin Bey’e verilmişti.
Elimizdeki 1536 tarihli tapu tahrir defterinde İzzeddin Bey “Liva-i Ekrâd
2
3
4
“Kusayr Osmanlı idarî teşkilatı içinde Haleb merkez sancağa bağlı, Antakya kazasının yetmiş iki
köylü bir bucağı idi. Buradaki bir dağ silsilesi de aynı adı taşır. Bu silsilenin güney bölgesi (cebel-i
Ekrad= Kürtler Dağı) adını alır.” İ.Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri İle Kilis Tarihi,
İstanbul 1968,s.426, Tekke Camî vakıfları arasında Kusayr Nahiyesinden de gelir getirecek
mülkler bağışlanmış olması bu ailenin Kusayr kökenli olabileceğini düşündürmektedir.
Abdulkerim Rafiq’de aynı görüştedir. Şamlı biyografi yazarı Muhibbiye dayanarak verdiği bilgiye
göre Canbolat ailesinin kurucusu Kasımdır ve Kusayrî olarak adlandırılır bu bölge Osmanlıda
Haleb’e bağlı 28 nahiye merkezinden birisiydi. Kale’tül Kusayr olarak da bilinir. Bkz. Margaret L.,
The Sixteenth Century Ottoman Sanjaq of Aleppo: A Study of Provincial Taxation, Colombia
Universty, 1981, s.48, Rafeq, “The Revolt of Alî Pasha Janbulad” s.1515-34
“Kaynaklarda Hayırbay, Hayrebay şekillerinde geçer, Sultan Gavri’nin Haleb Beylerbeyisi idi.
Gavri’nin yenilerek savaşta ölmesi üzerine önce Hama ve Humus taraflarına kaçmış daha sonra
Yunus Paşa’nın delaleti ile affedilmiştir. Yavuz onu Mısır’a vali yapmış ve beş sene valilikten
sonra 928 H./1521 M.’de orada ölmüştür.” Konyalı, KilisTarihi, s.427
Peçevî’de “...Canpolat Bey, başına buyruk kürtlerden Kasım Bey’in oğludur. Rahmetli padişah
çocukluğunda onu katına çıkardıkları zaman, kulağındaki küpeyi okşayıp haremine
almışlardır...”,Peçevî İbrahim Efendi, Peçevî Tarihi, cilt I., Ankara 1999, s.51
393
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Mirlivası” olarak geçmektedir.51519’daki ilk tahrir esnasında Kilis ve civarının
bağımsız sancak merkezi olmayıp, Halep vilayetine tabi nahiye olarak
kaydedilmiş olmaları nedeniyle gelirleri Halep sancakbeyine bırakılmıştı. Şeyh
İzzedin Bey bu göreve 1527’de getirilmiş ve sancağın ilk tahrir defteri olan 1536’
tarihli tapu tahrir defterinde Kilis şehrine ait vergi gelirlerinden bir kısmı ve
konar-göçerlerin bir kısım vergileri sancakbeyi geliri olarak Şehy İzzeddin’e
bağlanmıştır.6 Şeyh İzzeddin bölgede yaşayan konar-göçer gruplar üzerinde
birleştirici fonksiyon oynamış ve kendi döneminden sonra bile Kilis ve Ekrâd
Sancağına tabi olan konar-göçerlere “Ekrad-ı İzzeddinli” veya “Ekrad-ı Okçu
İzzedinli Yörükleri” denilmiştir. İzzeddin Bey yaklaşık on yıl kadar görevde
kaldıktan sonra yerine bir erkek evlat bırakmadan ölmüştür. 7
B- Canbolat Bey Dönemi
İzzeddin Bey den sonra Kilis ve Ekrâd Sancağının yönetimi Hısn-ı Mansur
(Adıyaman) Beylerine geçti ve bir süre böyle devam etti. Ruus defteri
kayıtlarından 1550-51 tarihli defterlere göre Kilis Sancağı 953 H.’de eski Duhak
Beyi Budak Bey’e verilmiştir. Daha sonra Canpolat Bey’e de eski Maarra
Sancakbeyi olduğunu bildirilerek Gurre-i Zilkade 955 H.’de 236.500 akçe has
geliri ile verilmiştir.8 Buradan anladığımıza göre Canbolat Bey müteferrika olarak
görev aldığı saraydan ayrıldıktan sonra Kilis sancağına sancakbeyi olarak
atanmazdan önce Maarra sancağında sancakbeyi olarak görev yapmış idi.
Halep Şer’iye Sicilleri’nde rastladığımız bir belgede Canpolat Bey’in Şaban
956H./Ağustos-Eylül 1549M.’da Ekrâd taifesinden Bekir Bin Hasan’ın “nefsine
kefil” olduğunu görmekteyiz.9 9 Safer 967H./10 Kasım 1559M.’de Halep
Beylerbeyi tarafından divana gönderilen mektupta Ekrâd Sancakbeyi olan
Canpolat Bey’in 155.367 akçe olan yıllık maaşına 91.538 akçe terakki verilerek
maaşı 246.905 akçeye çıkarılmış ve belgenin üzerinde de “müjde hükmü paşa
hazretlerine gönderildi” diye de kayıt eklenmiştir.10
BOA(Başbakanlı Osmanlı Arşivi)., TTD.(Tapu Tahrir Defteri), No: 181, s.51
Metin, Kunt, Sancaktan Eyalete 1550-1650 Arasında Osmanlı Ümerası ve İl İdaresi, İstanbul 1978 ,
s.128
7 Metin Akis, XVI. Yüzyılda Kilis ve Azez Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, (Basılmamış Doktora
Tezi),Ankara 2002, s.7.
8 BOA., Ruus Defteri, No:208, s.8, F. Emecen, İ. Şahin, “Osmanlı Taşra Teşkilatını Kaynaklarından 957958(1550-1551) Tarihli Sancak Tevcih Defteri I, Belgeler, Cilt XIX, Sayı 23, TTK Basımevi, Ankara
1999, s.53-123
9 HŞS.(Halep Şer’iye Sicili),Sicil No:4, Sayfa:273, BelgeNo:1423.
10 MD.(Mühümme Defteri),No:4, s.8, Nu:65.
5
6
394
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Canpolat Bey 1550-51 tarihinde sancakbeyliği görevini üzerine aldıktan
sonra, bölgede düzen sağlamış, 11vergi gelirlerinde ve imar faaliyetlerinde artış
görülmüştür.12 Kilis Şehri büyük oranda imardan geçerek,13 pek çok vakıf eserleri
vücuda getirmiş, sancağın her yanında dirlik ve düzenliği sağlamıştır. 14 971H.de
Canbolat Bey Halep’te vekili aracılığıyla Yahudi mülk sahibinden ev satın
aldığını sicil kayıtlarından öğrenmekteyiz. Bu kayıtta Canbolat Beyin Kilis
sancağının sahibi(sancakbeyi) olduğu ve emirlerin en üstünü olduğu ifade
edilmekteydi.15Bölgesinde etkin bir yeri olduğu için Kilis ve civarında olan
yerlerde vakıf emlaki üzerinde kiracı olduğunu da görmekteyiz. 16 Ramazan
975H./Şubat-Mart 1568’de Canpolat Bey’in “İbn-i Ulyan Seferine” katıldığını
görmekteyiz. Bu sefere katılmayan Şeyh Budak Bin İskender 8 altın borcunu
ödemediği için Halep kadısı huzuruna çıkmıştır. 17
a-Ulyanoğlu (Basra Seferi)
Ulyan Oğlu Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşerek aktığı ve Şatt’ül-Arap olarak
adlandırılan bölgedeki Arapların reisi idi. Zaman zaman Osmanlı padişahına
bağlılığını bildirmekte, zaman zaman da isyan etmekte idi. II. Selim tahta
çıktığında ona karşı başkaldırmıştı.
Kilis sancağı beyi Canbolat Bey’e de kaptanlık görevi verilerek Birecik
Limanı’nda beş yüz elli parça donanma hazırlaması emredildi. Canbolat Bey’e
ayrıca iki bin yeniçeri ve iki yüz topçu ve Halep ve çevresindeki Arap ve Kürt
askerlerinden altı bin askerde eklendi. 4 Muharrem 975H. Cuma günü /11
11
Yine Peçevi’de “Kürt haydutları Halep çevresini yakıp yıkarak harap ettiklerinden, Canbolad Bey’e
ocaklık olarak Kilis Sancakbeyliği verildi. Görevi başına gidince oradaki haydutların kökünü
kuruttu.”, Peçevî Tarihi, Cilt I., s.51
TKGMA.(Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi), TTD., No:171’numaralı defterin
kanunnamesi ikinci maddesinde “...Hâlâ bu kullarının pederi Canpolat Beğ bendeleri Livâ-i
mezburu tasarruf ederken Camî ve Tekye ve üç hamam ve iki kervansaray ve bezzâzistân ve iki
yerde bazar yapup ma’mur etmekle hâlâ altı yerde Cum’a kılınub kasaba olmağın...”s.1-8
14 “ padişah Halep’e gelirken yol üzerinde kırktan çok hırsızın asılmış bulunduğunu görmüş oraya
öfkelenip bunu yapan kimsenin öldürülmesini emretmiş. Rüstem Paşa, araya girerek Canpolat’ın
buranın valisi olduğunu söylemekle tek bu ad onu ölümden kurtarmaya yetmişti. Çok geçmeden
hırsızlar padişah’ın hareminden yüksek değerde birçok eşyayı çaldıklarında Canpolat’ın
sancakbeyliğinde bırakılması gereği anlaşıldı. Orada çalınan eşyayı kısa sürede tümüyle buldurup
teslim etti.”,Peçevi,Tarih, s.51
15HŞS. Defter No:4, s.4, Belge No:25 Sicil No: 4 “Umerâ-i kirâmın kudvesi Kilis Sancağı sahibi emir
Kâsım'ın oğlu Canpolat Bey'in ,..” 971H. Safer Başı.
13
17
H.Ş.S.,Sicil No:4, Sayfa:534, Belge No:2888.
395
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Temmuz 1567M’de Birecik’ten yola çıkarak, Balis Kalesi’ne vardıktan sonra,
Cabere, Rakka, Sıffin, Rahbe, Ane, Hadîse, Hit ve Felluce’ye gelerek birkaç gün
burada konakladı. Hille’de iki ay havalar soğuyuncaya kadar bekledikten sonra,
buradan Dicle ve Fırat’ın birleştiği yerde olan adaların merkezi konumunda
Sadrüddar denilen yere varılmıştı. Daha sonra Sadrüddar adası kuşatılarak,
adanın iki tarafında birer kale inşa edildi.
Daha sonra Sadrülbahran adı verilen kale kuşatılmıştır. Canbolat Bey ve
Osmanlı askeri büyük bir galibiyet elde etti. Arapların geçim kaynağı olan hurma
ağaçları kesilerek, hem Arapların Osmanlıya itaat etmesi sağlandı, hem de bu
kesilen ağaçlarla kale inşa edilmek suretiyle bölgede güvenlik sağlanmış oldu.
Ulyan Oğlu bu tedbirler sayesinde Osmanlı ile barış yapmak zorunda kalmış
oldu. Ulyan Oğlu her yıl Basra hazinesine on beş bin altın göndermek ve
çocuklarından bir kaçını Basra Kalesinde rehin olarak bırakmak zorunda kaldı.
Donanma Ramazan 975H./Mart 1568’de Bağdat tarafına çekilmek suretiyle askere
izin verildi.18
b-Kıbrıs Seferi
Canbolat Bey Kıbrıs Adası’nın alınmasına bil fiil katılmıştır. 15 Mayıs 1571’de
Magosa Hisarı savaşında Kilis hâkimi olarak Canbolat Bey’in de adı geçmektedir.
Canbolat Bey deniz üzerinde olan kaleye lağımlar(patlayıcı barut fıçılarının fitili)
döşetip, kaleyi temelinde uçurduğu anlatılmaktadır. 28 Mayıs 1571’de çok kanlı
ve büyük savaşlar olmuş, o gün öğleye kadar savaş devam etmiştir. Arap Ahmet
Bey’de denizden kırk parça kadırga ile kuşatmış olmasına rağmen Magosa Kalesi
alınamamış, kalenin çok muhkem olması ve içerisindeki Venedik askerinin
çokluğu nedeniyle, 30 Haziran 1571 tarihinde de kale ele geçirilemeyerek geri
dönülmüştür. Geri dönüş yolunda Venedik askerleri yola lağım döşeterek
yaklaşık on bin Osmanlı askerinin ölümüne sebep olmuştur. Bu kayıp
Osmanlının bir anda verdiği en büyük asker kaybı olmuştur. Ölenler arasında
Malatya beyi Ferhat Bey, Ayntab, Kars ve Divriğ beğleri de bulunmakta
idi.19Canbolat Bey bu savaş esnasında hayatta olduğunu görmekteyiz, 20 ve Kıbrıs
seferinde hizmeti nedeniyle ödüllendirilmiştir.21
Katip Çelebi, Tuhfetü’l Kibar Fî Esfari’l Bihar, Yayına Hazırlayan: Orhan Şaik Gökyay, Cilt:1,
İstanbul 1973., s.124-125.
19 Katip Çelebi, Tuhfetü’l Kibar Fî Esfari’l Bihar, Cilt:1, İstanbul 1973., s.134.
20 24/Ramazan/980H. 23/Ocak 1573M. tarihli mühimme kaydına göre Azez ve Kilis Beyi Canbulat
Bey’e yazılan hükümde sancağı sipahilerinin alaybeyleri ile donanmaya gönderip kendisinin de
sancağın muhafazasında kalması istenmekteydi. ”MD., No:21, hük.167-68, yine aynı yıl 8
18
396
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
27 Safer 979H./21 Temmuz 1571M.’de bu kez Magosa Kalesini kesin olarak
almak için Osmanlı ordusu yüklendi. Kuşatma 8 Rabiülevvel 579H./31 Temmuz
1571M’ye kadar sürdü. Bu tarihte Parağdı adlı kale kumandanı yardım
gelmeyeceğini anladığından kaleyi teslime mecbur oldu ve Magosa Kalesi
Osmanlı eline geçmiş oldu.22 Konyalı, Canbolat Bey’in Magosa’da şehit düşmesi
ile kesin bir yargıya sahiptir. Osmanlı kaynaklarında Canbolat Bey’in Magosa’da
şehit düştüğüne dair herhangi bir bilgi olmamasına rağmen sadece bu savaşa
katılmış olması ve adına bir türbe yaptırılmış olmasından dolayı, Canbolat Bey’in
Magosa’da şehit düştüğü sonucunu çıkarmıştır. Aslında kendisi kitabında türbe
hakkında söylenen şeylerin çoğunun halk tarafından üretildiğini beyan
etmektedir. Örneğin Mogosa kalesi surlarındaki top güllesi deliklerini yerel
halkın buraya yerleştirilen uçları kılıç şeklindeki bir çarkın dönerken içeriye giren
Osmanlı askerlerini biçtiği noktasındaki bilgilerin tamamen halk efsanesine
dayandığını söylemektedir. Konyalıya göre; “avamın hayali yalnız bu çarkı değil
daha başka şeyleri de icat etmiştir. Çarh kahraman Canbolat’ın kafasını
koparmıştı, o kafasını koltuğuna almış, dalkılıç askerin önünde yürümüş ve
kaleyi almıştır. Bu Canbolat’ın eşsiz kahramanlığını dasitani ve efsanevi bir halde
tasvir etmek için müracaat ettiği masum bir uydurma ve yakıştırmadır. Tarihte
böyle sayısız efsanelere rastlanır.” demektedir.23
Dolayısıyla Konyalı, türbenin Magosa’da yapılmış olmasından dolayı, Kilis’te
Tekke Camii haziresindeki kabrin boş kaldığını düşünmüş ve Canbolat Bey’in
Kıbrıs seferinde şehit olduğuna inanmıştır. Böyle düşünmesinde haklılık payı da
vardır. Ancak Kıbrıs Seferinden24 yaklaşık bir buçuk yıl sonra da İstanbul’dan
Canbolat Bey’e emirler gönderilmesi, Canbolat Bey’in Kıbrıs Seferinde şehit
olmadığı, tekrar Kilis’e döndükten kısa bir süre sonra vefat ettiğini ortaya
koymaktadır. Doğal olarak da Kilis’te Tekke Camii’nin haziresine gömülmüştür.
Konyalı, haziredeki kabirlerin çeşitli sebeplerle iç içe geçtiğini, aileye ait diğer
/za/980H.’de12 Mart 1573M.’de Azez ve Kilis Beyi Canbolat Beğ’e ve Kilis kadısına yazılan başka
bir hükümde de “ihracı emr olunan kavvasların (okçu) oğlu komutasında Trablus’a göndermesi
ve oradan da gemilere bindirmesi istenmekteydi.”MD. No:21, hük.403-164
21 William, J., Griswold, The Great Anatolian Rebellion 1000-1020/1591-1611, Berlin 1983,s.68
22 Katip Çelebi, Tuhfetü’ül-Kibar, s.135.
23 Konyalı, Kilis Tarihi, s.460.
24 Hammer, Magosanın fethini 17 Ağustos 1571 olarak vermektedir. Ordunun tamamen muzaffer
olarak Kıbrıs adasından ayrılmasının tarihi ise 15 Eylül 1571 olduğunu göz önünde
bulundurursak arşivlerimizde rastladığımız en son tarihli belge olan 12 Mart 1573 tarihinde yani
Kıbrıs Fethinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra hala Canbolat Beyin hayatta olduğunu görmekteyiz.
Joseph Von Hammer, Osmanlı Tarihi, Cilt II., Çev:Mehmet Ata, İstanbul 1997, s.130.
397
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kabirlerle karıştığını bildirmektedir. Aslında Süreyya Bey’in Sicil-i Osmanî’de
bahsettiği Canbolat Bey’in 976H.’de Kıbrıs Seferine iştirak ettiği ve 980H.’de vefat
etmiş olduğunu bildiren ifadeleri Konyalı tarafından Kıbrıs’ın fetih tarihinde ve
Canbolat Bey’in ölüm tarihinde hata yapılmış olduğu şeklinde yorumlamıştır. 25
C- Canbolat Oğlu Hüseyin Bey Dönemi
Canbolat Beyin ölümünden sonra Oğulları Habib Bey ve Hüseyin Bey
arasında sancakbeyliğini ele geçirmek için mücadeleler yaşanmıştır.26 Bu birkaç
yıl devam etmiştir. Bir süre Habib Bey Kilis sancakbeyliği yaptıktan sonra, arşiv
kaynaklarının bildirdiğine göre dört kez Kilis Sancak beyliği Habib Bey ile
Hüseyin Bey arasında el değiştirmiştir. İstanbul tarafından Habib Bey Yanbolu
sancağına27 atanmış olsa da Habib Bey bunu kabul etmemiştir. Bu kez Kilis
sancağı Habib Bey’den alınarak, onun evi ve ev halkı ile birlikte Kilis sancağından
çıkartılmasına karar verilmiştir.28
Habib Bey ise görevden alındıktan sonra Halep’teki sarayında
oturmaktaydı.29 Hüseyin Bey daha sonra payitaht gözünde aklandı ve görevi
tekrar iade edildi. 5 Cemaziyel Evvel 995H. tarihinde Haleb beylerbeyine yazılan
Konyalı, Kilis Tarihi, s.461.
MD., No:6, hüküm no:392’de “Canpolat Bey’in oğullarından Hüseyin ile Cebele Sancağı beği Habib
arasında düşmanlık olduğunu bildirmekte ve aralarındaki davaya mübaşir olarak Deyr-Rahba
Beği mübaşir olarak tayin edilmektedir. 6 Rebî’ül-âhir sene 972”.
27 Michael Kiel, “Yanbolu”, DIA, Cilt:43, İstanbul 2013,sayfa 313.
28 “Beğ hattıyla, Beyin kendüye verildi,
Halep Beylerbeyisine ve kadısına ve defterdarına hüküm ki, Canbulad Bey oğlu olub Kilis Sancağı
Beyi olan Kıdvet’ül-Ümera’il-Kiram Hüseyin dame izzuhu südde-i saadetime adem gönderüb
karındaşı olan Habib dame izzuhu tegaddüden liva-i mezburu dört defa lakin fukaraya zulm ve
teaddisi ve mal-i miriye gadri olmağla hala yine müşarün ileyh Hüseyin dame izzuhu bazı şurutla
mukarrer olub müşarun ileyh Habibe Yanbolu Sancağı verildikde kabul itmekden hali olmağın
Ekrâd taifesi zabt olunmağa kabiliyet olmadığın bildikde min bad Habib Bey dame izzuhu dahl
itmemek fermanım olmuşken yine teallül-ü inad üzere olduğun ve liva-i mezbur madem ki kayd-ı
hayat almıya deyu fermanım olduğun bildirmeğin müşarün ileyh Habib dame izzuhunun evin ve
sair ademlerin Kilis Sancağından ihraç eyleyub alakasın kat eyledikden sonra min bad müşarün
ileyh bir vecihle liva-i mezbura dahl ettürmeyub şurutu mucebince beratında mestur olduğu üzre
mumaileyh Hüseyin dame izzuhuya madem ki kayd-ı hayattır ber vech-i sabite zabt ettürüb
sehven sancağın ahara arz eylemeyesin.” MD., No: 47, sayfa:86.
29 MD. No:69, hük.504-354 (17 Safer 1001), “Yine onun gibi mazul durumda durumda bulunan
Elvendar oğlu Ali Paşa pek çok adamı ile beraber Mîrî meselelere karışmaktaydılar. Haleb
beylerbeyisi Haydar Paşa’ya yazılan emirde bunları mîrî meselelere karıştırmaması
istenmekteydi”
25
26
398
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
fermanla Hüseyin Bey Halep muhafazası için görevlendirildi.30 Hüseyin Bey
öncesinde Osmanlı sarayında müteferrika olarak görev yapmıştı. Buradaki
kariyer eğitimini tamamladıktan sonra tıpkı babasının yaptığı gibi memleketine
dönerek askerlik görevini ifa etmeye devam etti. Mühimme kayıtlarından
öğrendiğimize göre 29 Rabi’ül-Evvel 963 H./11 Şubat 1556 M.’de henüz bir tımar
sahibi idi. Bu tarihte kendisinin “Vilayet-i Arab’da defaatle yoldaşlıkta
bulunduğu” ifade edilerek Halep ve Şam beylerbeylerinin dilekçesi üzerine
tımarı zeamete tahvil edilmiştir.31 Sadece Hüseyin Beyin Canbolat Beyin diğer
oğullarının da Osmanlı ordusuna sipahi olarak hizmet ettiklerini görmekteyiz.
Nitekim Canbolat Bey’in oğulları için “her veçhile yarar, şecaat şiar akran ve
emsalinde mümtaz atlı harpte ve sipahilikte kâmil’ül âyâr kullardır” denilerek
Halep Beylerbeyinin inhası ile üçer bin akçe terakki verilmesi istenmiştir. 32
Daha sonra kesin olarak Kilis Beyliği Hüseyin Bey’e verildi. Bu tarihten sonra
Canpolatoğlu Hüseyin Paşanın siyasi kariyeri hızla yükselmeye başladı. Sancağın
askeri gücünü arttırdığı gibi, Kuzey Suriye ve Suriye’de çok etkin duruma geldi.
Yeğeni Ali’yi Halep Beylerbeyliğine getirdi. Canbolat Bey’in Habib ve Hüseyin
Beylerden başka erkek çocuklarının da olduğunu görmekteyiz. Bunlardan birisi
olan Ahmed Bey Halep şer’iye sicillerinde karşımıza çıkmaktadır. Onun karısı
olan Zeyneb binti Hoca Mansur Kellase Mahallesinde, Halep Nehri kenarında bir
hamam satın almasından dolayı mahkeme kayıtlarına geçmiştir. 33
Hüseyin Bey babasının ölümünden sonra kardeşini azlettirerek Kilis
bölgesinin yönetimini ele geçirdi. Bu nedenle kardeşi ile arası açıldı ve ikisi
arasında düşmanlık meydana geldi. Bu düşmanlık her ikisinin de Kilis
yönetiminden uzaklaştırılmasına neden oldu. Neticede Dev Süleyman adlı kişi
Kilis yönetimini ele geçirdi. Hüseyin Bey bu dönemde Halep’te hapsedilmiş
durumdaydı. Padişahlık makamına olan borçlarının ödenmesi ise ancak şahsi
mallarının satılması ile mümkün olabilmişti. Hükümete olan borçları ödendikten
sonra Kilis’in yönetimine geldi. Bundan sonra kendi yönetiminin merkezi olarak
“Haleb valisi sefere geleceği için Habib’in görev almasını istemiş, halen Kilis Sancağı beyi olan
Hüseyin Bey’in 5-6 seneden beri Şark seferlerini seferleyip uhdesinde de tahrir vazifesi olduğu
Kilis Sancağının da Ekrad ve Arab eşkıyasının tehdidi altında olduğu muhafazasında halka eziyet
etmesine karşın yine Haleb’in muhafazasının Hüseyin Bey tarafından yapılması emir
buyrulmuştur.”MD. No:63, hük. 7-5
31 MD.,No:2, s.20, Nu:174.
32 MD.,No:4, s.7, Nu:53. 8 Safer 967H./9 Kasım 1559M.
33H.Ş.S., Sicil No:4, Sayfa:556, Belge No:3011, Ramazan 974H.
30
399
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gördüğü bu şehri her ne pahasına olursa olsun bırakmama kararı aldı. Osmanlı
yönetimi tarafından tekrar azledildi ise de buradan çıkmadı.
Osmanlı yönetimi Hüseyin Bey’in isyan etmesinden çekindiği için onun
bölgedeki gücüne müdahale etmedi ve hatta zaman zaman bu gücünden istifade
etmeye çalıştı. Hüseyin Bey Osmanlı bürokratları üzerinde de bu gücünün
nimetlerinden faydalanmak istedi. Bunlardan bir tanesi de Sinan Paşa idi. Sinan
Paşanın oğlu Muhammed Paşa Habeşistan’da isyan eden Hüseyin Paşa’nın
isyanını bastırmak için giderken onun yanında yer alarak Habeşistan’a gitti. Bu
esnada Sükkaniye fırkasından Rüstem adlı bir isyancı Kilis’i işgal etti ve burayı
yağmaladı. Benzer sorunlar Ahmet Nasuh Paşa’nın Halep valiliği döneminde
Halep için de yaşandı. Bu dönemde Şam yeniçerileri Halep’e saldırdıklarında
onların Halep’ten çıkartılması için Nasuh Paşa Canbolatoğlu Hüseyin Beyden
yardım istedi ve Hüseyin Beyde yeğeni Ali Paşa’yı önemli bir kuvvetle birlikte
yardıma gönderdi. Ali Paşa da Şam yeniçerilerine galip geldi.
Ama kısa bir süre sonra Hüseyin Bey ile Nasuh Paşa arasında ihtilaf çıktı.
Nasuh Paşa Halep gibi önemli bir şehrin yakınında bu kadar güçlü bir idareci
istememekteydi. Bu nedenle fırsat bulduğu anda Hüseyin Bey’i ortadan
kaldırmayı planladı. Yalnız Hüseyin Paşa’nın o dönemde sarayla daha fazla
diyaloğa geçmesinden kaynaklanmış olsa gerek, İran seferine serdar olarak
görevlendirilen Sinan Paşa, Hüseyin Bey’in askeri gücünden istifade etmek için
bir elçisiyle ferman göndererek Nasuh Paşanın Halep valiliği görevinden
alındığını ve yerine Hüseyin Paşa’nın vali olarak görevlendirildiğini bildirdi.
Nasuh Paşa’nın bu görevlendirmeyi kabul etmemesi üzerine isyan ederek
Osmanlı askerini Halep’e sokmama kararı aldı. Hüseyin Paşa askerlerinin
başında bu kez Halep’e gelerek burayı zorla aldı.34
Hüseyin Bey, Osmanlı ordusuyla Doğu Anadolu’da ve Gürcistan’da
savaşmaya gitti.35 1578’de de İranlılara karşı savaştı. 1581’de Halep Emîri oldu.
Burada kendisine düşmanlar edinmiş ve borçlanmış olabilir. İki yıl sonra ise,
Osmanlıların İran Şahı Muhammed Hüdabende’den Erivan’ı aldığı savaşta
Naîmâ Mustafa Efendi, Naîmâ Târihi, Çev: Zuhurî Danışman, Cilt:2, İstanbul 1968,s.537-538.
“Halep Beğlerbeğisine hüküm ki,
Kilis Beği olan Hüseyin dame izzuhunun sancağı sipahileri cüz’i olduğundan kavvasın zatı için
Halep’e tabi sancaklardan ikişer zaim ve sekiz nefer sipahi tayin oluna gelmeğin, hala dahi tayin
ve müşarün ileyh ile birlikte gönderilmek emr edip, ikişer nefer zaim ve sekizer nefer sipahi tayin
eyleyip…Tiflis’e gönderesin.”MD. No:47, s.83, hüküm: 152.
34
35
400
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Cağalazade Yusuf Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunda ikinci adam
olarak savaştı. Bundan sonra payitaht bilinmeyen bir nedenle, Canpolat
kardeşleri Kilis’ten uzaklaştırıp ocaklığın yönetimini Dev Süleyman’a verdi.
Osmanlı hazinesini büyük miktarda borçlandırdığı için Hüseyin Paşa Halep’te
hapse attırıldı; 36 gücünü tümüyle silmek amacıyla bütün kişisel mallarına el
konulup çok indirimli bir bedelle sattırıldı.37 6 Muharrem 990H./31 Ocak
1582M.’de Tiflis Seferi için tekrar Hüseyin Bey’den kavvas talebinde bulunuldu.
Bu gönderilecek kavvasın daha önce Ulyanoğlu Seferinda yani Basra’ya yapılan
seferde olduğu gibi altı bin asker olması gerektiğini ve Hüseyin Bey’in de bu
ordunun başında Tiflis’e gelmesi emredilmekteydi.38
Sinan Paşa bu kez Hüseyin Paşa’nın kendisinin serdarı olduğu İran seferine
askeriyle birlikte katılması emri verdi. Yalnız Hüseyin Paşa bu sefere katılma
konusunda tereddüt etti. Neticede Osmanlı ordusu Şah Abbas’ın ordusuna
yenildiğinde Hüseyin Paşa henüz askerleriyle birlikte Osmanlı ordusuna
katılmamıştı. Ancak mağlubiyetten sonra Van yakınlarında ordunun geri dönüş
yolu üzerinde orduya ulaştı. Yalnız onun bu tavrı Sinan Paşa tarafından şiddetle
cezalandırıldı.39 Hüseyin Paşa’nın ölüm haberi Canbolatoğlu Ali Paşa’ya
ulaştığında Halep’i ele geçirerek burada Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandı. 40
D- Canbolatoğlu Ali Paşa’nın İsyanı
Halep’te vali olarak görev yapan Ali Paşa’da sadrazamın kararına tepki
olarak büyük çapta isyan başlattı. Kuzey Suriye’de Halep merkezli bağımsız bir
devlet kurmak istedi. Bu amaçla Taskona dükü Ferdinand ile irtibata geçti. Ali
Paşa’ya Dürzî Emir Fahreddin bin Maan da yardımda bulundu. Kendi adına
22 Zilhicce 1001 tarihinde Kapıcıbaşı Hasan’a gönderilen hüküm de:” Hala Kilis Sancakbeyi olan
sabık Trablusşam beylerbeyisi Hüseyin zimmetinde olan hazine malının tamamı ile tahsili için
Kapucubaşı Hasan’ın Haleb beylerbeyisi ile beraber Kilis’e giderek Hüseyin’in mal itlak
olunabilecek nesi varsa Kilis kadısı marifetiyle tespit edilerek kendisinin Haleb’e götürülmesi ve
orada Kapucubaşı Hasan, Haleb beylerbeyisi, Haleb kadısı ve Haleb defterdarı huzurunda
muhasebesi yapılarak hazine –i amîre malının tahsil edilmesi” istenmekteydi. MD., No:71, hük.
92-45. 13 gün sonra 5 muharrem 1002’de aynı ferman Haleb Beylerbeyine de gönderilmiştir. MD.,
No:71, hük.203-100
37 W.,Griswold, Anadolu’da Büyük İsyan 1591-1611, Çev: Ülkün Tansel, İstanbul 2000, s.69
38 MD., No:47, s.83, hüküm:151.
39 Naîmâ’nın bildirdiğine göre “…Hüseyin Paşa dahi mezbur eyalette tavil ve arîz üzere oturup
orduy-u hümayuna müteveccih olub kızılbaşla olan muharebeye yetişemeyüb töhmet-i taksir ile
Van’da tu’ma-i şimşir oldu.” Naîmâ Mustafa Efendi, Naîmâ Târihi, Çeviren: Zuhuri Danışman,
Cilt:2, İstanbul 1968,s.538.
40 Qarali, Ali Pasha Janbulat, Beyrut 1939,s.17-19
36
401
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
hutbe okuttu ve para bastırdı.41İsyan 1608’de Kuyucu Murat Paşa idaresinde
Osmanlı ordusunun Canbolatoğlu Ali Paşa’yı Uluç Ovası’nda bozguna uğratması
ile neticelendi (29 Cemaziü’l- âhir 1016/21 Ekim 1607). İsyanın bastırılmasından
sonra Canbolatoğlu ailesinin büyük kısmı şehirden çıkarılmıştı.42
Canbolatoğlu Ali Paşa, padişah tarafından affedilerek Temeşvar Beylerbeyi
olarak görevlendirildi. Ama Kuyucu Murat Paşa’nın idamını istemesi nedeniyle
Budin’de boğduruldu. Ailenin geri kalan üyeleri Lübnan taraflarında Dürzilerin
arasında siyasi etkilerini devam ettirmeye çalıştılar.43 Canbolat ailesinden olan
Canbolatoğlu Mustafa Paşa, Harem-i Hümayun’da silahdarlık görevinde
bulunmuştu. Daha sonra bu görevden terfian kaptanlık görevine getirilmiş ve
“Manya Ardı” (Mora’nın güneyindeki Mataban Yarımadası ve burada yer alan
kasaba) denilen bölgede iki İspanyol gemisini ele geçirmiştir. Daha sonra Rumeli
Beylerbeyi olmuştu. Daha sonra Revan Seferi’ne serdar olarak görevlendirilmiş
ve 1636-1637M.’de Erzurum’da öldürülmüştür. 44
Canbolatoğulları ailesinin bir kısmı, Canbolatoğlu Ali paşa isyanından sonra
Kilis sancağından çıkartılmış ve daha güneye sürülmek suretiyle Lübnan’a
yerleşmiştir. Aslında Lübnanlı Dürzî Emirleri ile Canbolat ailesinin irtibatları
eskiye dayanmaktaydı. Bu emirliğin lideri olan Fahreddin bin Maan 45,
Canbolatoğlu Ali Paşa’nın isyanına yaklaşık on bin savaşçı ile katılmıştı.
Dolayısıyla, isyan eden aile fertlerine Fahreddin bir nevi siyasi koruma sağlamış
oldu. Daha sonra Lübnan’a yerleşen Canbolatlardan bir kısmı Dürzî ailesi ile
evlilik tesis etmek suretiyle kaynaşmış ve burada yerel siyaseti belirleyen güç
konumuna dönüşmüşlerdir.
Ailenin bir kısmının yine Kilis şehrinde kalmış olduğunu da görmekteyiz.
Evliya Çelebi 17. yüzyılın ortalarında Kilis’e yaptığı seyahatte, yine bölgenin
hatırı sayılır kişileri olarak Canbolat ailesinden bahsetmektedir. 46 Bu da
gösteriyor ki, hem Osmanlı Devleti sancak yönetimine ailenin gücünden istifade
“Ama ser eşkıya Canbolat-oğlu cümlenin muktedası olup hutbe ve sikkede şevket davasını ederdi.”,
Naîmâ Mustafa Efendi, Naîmâ Târihi, s.560.
42 William, J., Griswold, The Great Anatolian Rebellion 1000-1020/1591-1611, Berlin 1983,s. 60-154,
Rafeq, “The Revolt of Ali Pasha Janbulad...,” s.1515-34.
43 Griswold, The Great Anatolian Rebellion, s.156
44 Katip Çelebi, Tuhfetü’l-Kibar Fî Esfari’l Bihar, Cilt:II, s.220.
45 Ferudun Emecen, “Fahreddin, Ma’noğlu”,DIA, Cilt:12, İstanbul 1995, s.80-82.
46 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt:IX, İstanbul 1993, s.50.
41
402
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
etmekten vaz geçmemiş, hem de aile fırsatını bulduğunda tekrar yönetime
gelmiştir. Ailenin siyasi olarak önemi aynı zamanda kendilerine ecdadı
tarafından miras olarak bırakılan zengin aile vakıflarından gelmekteydi. Bu
vakıflar ve mali kaynakları zaman zaman bölgedeki idarecilerin de iştahını
kabartmış ve aile daha sonraki dönemde en azından Kilis’te kalan kısmı
itibarıyla, bu zengin vakıfların gelirlerinin ailenin elinde kalması için
uğraşmıştır.47
“ Arzuhal yazılmak içun varakadır kıymet-i para 30.
Maruz-u Bendegane-i Derineleridir ki;
Bu kulları medine-i Kilisde kain yüz altmış aded bedesten dükkanı sahibleri olub dekakin-i mezkurun
bazıları Haremeyn-i muhteremeyn ve bazıları cevami’-şerif ve çeşmeye ve bazıları zürriyete ve
tebayı millet-i ahireden mutasarrıf olanların bazıları Kudüs-ü Şerif ve Manastır ve Kiniseleri
fakirlerine vakf idub bakıyelerimiz mukataa-i zürriyet olarak üçyüz seneden mütecaviz hıdema-i
bina-i mülkiyet üzere mutasarrıf olub ve her sene edası lazım gelen mukataa-i zemin-i Canbolat
bina-i kerdesi Tekye Cami-i Şerif mütevellilerine te’diye ve teslim ide gelür iken el halet-i haza
cami-i şerif-i mezkurun mütevellisi bulunan Zeynel Bey mukataa-i zürriyet ile tasarruflarımızı
bila inkâr olvecihle temaşa-i şahidetlerimiz olduğu halde dekakin-i mezkurlar mütevellisi
olduğum caminin vakfına dahildir deyyu iddia ve isbata Haleb valisi atufetli Vecihi Paşa ve
merhum ve mağfurla Osman Paşa hazeratı eyyamlarında Haleb meclisinde münakid meclis-i
şerifde defaat ile murafaalarımıza taraaf-ı eşref-i hazerat-ı şeyhülislamdan yedlerinde
bulunanfetvayı şerifelere menkul şerifelere nazara ve teammil-i kadimin itibar-ı hakkı tabadil
itmeyub kama fi es-sabık tasarruflarımıza izin ve rızası buyrulmasının merkum Zeynel Beğ kulları
yine kani olmayub Mecid ve Mazhar Paşa eyyamında mebaşir tayin ile mezkur davama tezyidi ve
Haleb meclis-i aliyesinde murafaa olundukda yine hakkı tebadil eylemediğine nihayet deava-i
mezkurun ahkam-ı adliyede mürafaası icra olunmak üzere çakerlerine rezası virildiği cihetle
cümle ashab-ı dekakin bil ehil ve iyal devam-ı ömr ve ıkbal haziret-i cenab-ı tacdadı evaiye-i
hayriyesine müdavemet üzere iken yine Mazhar Paşaya iştika? İdüb mübaşir tayin ile bizleri
döğdüğü söğdüğü cebr-i kahr-ı ban içun… enva-i eza ile Haleb mecalisine celb ve gün-u gun
tehdid ve tahfif ve diyar-ı ğurbette han kuşelerinde müddet-i medide mekatib ittirerek bu fakir
kullarını tekyid iderek bazılarına bezn-i? İsticare etdik diyerek ve bazıları arz-ı vakf diyerek bina-i
arza tabi’ olur diyerek guna gun iftira ve kavline mutabık şahid-i zor getürerek bil külliye zabt
itmiş ve bazılarımıza bu hayreleri gösterib yedimizden külliya alacağını istima ile eğer ehabiri …
zabt eylemiş ve bu zikr olunan iki veçhede ekserimiz bulunmadığından ben vekiliniz ile mürafaa
ve mürsalaha oldum diyerek bu minval üzere ahz eylediği ve her ne kadar üç yüz seneden
mütecaviz deavanın adem-ı istima’ı yedlerinde bulunan fetevayı şerife ve nekul-u muteberlerden
müstebandur didik ise de ihfa olunmayarak ber vech-i meşruh zabt eylemek sıralarında iken
çakerleri dahi husus-u mezkur içun derbar-ı şevketkırara bir kıt’a arz-ı hal takdim birlen deavayı
mezkur bi emr-i sami Kilis meclisinden istidam alunarak vukuu halin tahkik-i zeylinde ulema ve
hasen kimesneler canib-i şer-i şerif cem’i olunub dekakin-i mezkurların keyfiyetinin tahkiki bir
kıt’a mazbata ve canib-i şer-i şerifden bir kıt’a ilam olunarak selef-i esfiyaları kamil-i elhac Halil
Paşa hazretleri marifetiyle asitane-i aliye tarafına takdim olunub ve ashab-ı dekakin dahi kema fiessabık dükkanlarına mutasarrıf olmaları içun Haleb meclisinden irade buyrulmuş iken yine
mumaileyh maar hasmiye? Tasdiye eylemekde iken merkum ecel-i mevudi ile vefat olub bu def’a
karındaşı tarafından vaz-ı yed eylemek emelinde olmağla ve mazbata-i mezkurun bir suret-i
arzuhal Abdin Efendi hazretleri rehbanelerine takdim kılınmış olmağla keyfiyet-i mazbata-i
47
403
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
SONUÇ
Canbolat Oğulları Kilis sancağının mimari, siyasi, ekonomik ve kültürel
geçmişine önemli katkılarda bulunmuştur. Bölgede Osmanlı Devleti’nin
vazgeçemediği yönetici kesim olmuşlardır. Başlangıçta her ne kadar Şeyh Okçu
İzzedinli Kilis’in yönetiminde olsa da, daha sonra Canbolatlar, özellikle de
sarayın düşünceleri ve önceliklerini de göz önünde bulundurarak uzun süre
sancak yönetiminde kalmışlardır. Hatta zaman zaman Kilis Sancağı yöneticiliği
ile yetinmeyerek, bölgesel güç konumuna gelmek istemişler ve özellikle tarihe
geçen Canbolatoğlu Ali Paşa isyanı ile Suriye ve civarında Osmanlıdan bağımsız
bir devlet kurmak düşüncesinde olmuşlardı.
Ancak, her ne kadar isyan etmiş olsa da, Osmanlı Devleti ailenin yerel
desteğini her zaman arkasına almak istemiş, hem merkezi yönetimde, hem de
yerel de Canbolat Oğulları ailesine yöneticilik görevleri vermeyi sürdürmüştür.
Ailenin Kilis’te yönetici olarak varlığı, Osmanlı dönemi boyunca devam etmiş,
aynı zamanda Lübnan’da da farklı bir kol olarak Dürzî yönetimi ile karışarak,
burada da yöneticilik yapan mensupları olmuştur.
mezkurumdan meyi-i talim-i kitabet ara-yı hayderaneleri buyruldukda Allah ve resulullah aşıkına
ve ehlibeyt ve şüheda-i kerbela aşkına mazbata-i mezkurun cevabı der-i deruneye kadar
dükkanlarımızın yedlerimizde kalması Kilis kaymakamı ağa bendelerine hitaba bir kıta irade-i
asafilerinin inayet ve asane ve evladı cihetle bila hal ve iyal deavat-ı hayriyelerimizin nail ve
mazhar olunması niyazı arzıhal-i abidanemiz takdimin ecaşir? Olmağın olbabda ve halde emr ve
ferman ve hazret-i haml-el emr-i keder. Min Ashab-ı Vekalet?”, Osmanlı Arşivleri Evkaf
Muhasebe Defterleri, Belge No:00375-00219.
404
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
H. 1056/57 TARİHLİ MARMARA KAZÂSI AVÂRIZ
DEFTERİ
Alpay BİZBİRLİK *
Özet
Osmanlı Devleti’nde başlangıçta olağanüstü, XVI. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren de olağan vergilerden kabul edilen avârız-ı divâniye, sefer zamanında ordunun
ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla toplanmakta idi. Vergi kayıtları Mufassal, icmâl ve
mufassal-icmâl olarak tutulan avârız defterlerinde yer almaktaydı. Bu çalışmada da
bahsedilen avârız defterlerinden H. 1056/57 (M.1646/47) tarihli Saruhan Sancağına bağlı
Marmara Kazâsı avârız defteri verileri Osmanlı demografi ve iskân tarihi araştırmaları
açısından değerlendirilecektir.
•
Anahtar Kelimeler
Saruhan Sancağı, Marmara Kazâsı, Avârız, Mufassal, İcmâl.
•
AVARIZ DEFTERI OF THE MARMARA DISTRICT ON H.
1056/57 (1646-1647)
Abstract
Avarız-ı Divaniye considered to be above the ordinary in the beginning and then
ordinary tax in the latter part of 16 th century was to be collected in order to meet the
requirements of the army.Tax rolls fell into Mufassal, İcmal and Mufassal-İcmal
categories in Avarız Defter. In this study, dated H. 1056 / 1057 (M.1646/1647 ) Avarız
Defteri, under Saruhan Sancak , Marmara District’s Avarız defter data will be evaluated
in terms of Ottoman demography and populating and settling dates researches.
•
Keywords
Marmara District, Avarız Defters, Saruhan Sancaq.
*
Yrd. Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
[email protected]
405
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Giriş
Osmanlı Devleti, Saruhan Beyliği’ni kendi sınırlarına kattıktan sonra
sancağı Manisa, Menemen, Marmara, Adala, Nif, Ilıca, Güzelhisar, Gördük,
Kayacık, Tarhanyat, Akhisar, Gördes ve Demirci olmak üzere 13 kazaya
ayırmıştır1. 1522 yılındaki Kanuni Sultan Süleyman Kanunnamesinde ve 1531
tarihli Tahrir Defterinde de sancağın aynı sınırları koruduğu görülmüştür 2.
Bahse konu Marmara Kazâsı, günümüzde Gölmarmara ilçesi olarak
Manisa’ya bağlıdır. Şehir, Manisa’ya 60 km mesafede olup Marmara Dağı’nın
doğusuna kurulmuştur. Güneyindeki Marmara Gölü 12 km uzaklıkta olup
göl, Kumçay ve Gediz nehirlerinden beslenmektedir3. Marmara Kazâsı
sırasıyla, 1867’de Aydın Vilâyeti-Saruhan Sancağı-Akhisar Kazâsına bağlı
nahiye; 1924 yılında Manisa-Akhisar’a bağlı nahiye (Bucak) iken, 1987 yılında
da müstakil İlçe haline getirilmiştir4.
Avârız vergisi veya avârız-ı divâniye ve tekâlif-i örfiye olarak bilinen bu
vergi Osmanlı Devletinde, Tanzimatın ilanına kadar, olağanüstü hallerde
özellikle harp masraflarını karşılamak üzere reayanın devlete vermeğe
mecbur olduğu bir vergi türüydü. Bu vergi türünü diğerlerinden ayıran en
önemli tarafı verginin nakdî, aynî ve hizmet karşılığı ödenebilmesiydi 5.
Bunlardan nüzul ve sürsat ile aynî olarak ordunun ihtiyacı olan zahire
Çağatay Uluçay-İbrahim Gökçen, Manisa Tarihi, İstanbul 1939, s. 42; Çağatay Uluçay,
Saruhanoğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar II, Halkevi Yayınları, İstanbul 1946, s. 10; İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, TTK. Ankara 1982, s.74.
2 İbrahim Gökçen, Tarihte Saruhan Köyleri, İstanbul 1950, s. 12; Feridun Emecen, XVI. Asırda Manisa
Kazâsı, TTK, Ankara 1989, s. 11; Enver Çakar, “Kanuni Sultan Süleyman Kanun-nâmesine Göre
1522 Yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun İdarî Taksimatı” Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, C.XII, S.1, Elazığ 2002, s. 273 (261-282).
3 Türkiye Mülki İdare Birimleri ve Bunlara Bağlı Köyler Belediyeler, Ankara 1971, s.617-629; Nurşen
Özkul, “Gölmarmara Halime Hatun Külliyesi”, Türk Etnografya Dergisi, S. 20, Ankara 1997, s. 131.
4 Tahir Sezen, Osmanlı Yer Adları, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara 2006, s.
202; www.golmarmara.gov.tr, Nisan 2012.
5 Ömer Lütfü Barkan, “Avârız”, İslam Ansiklopedisi, C. II, s. 13; Halil Sahillioğlu, “Avârız”, TDVİA,
IV, 1991, s.108; Oktay Özel, “Avârız ve Cizye Defterleri”, Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve İstatistik,
Derleyen: Halil İnalcık; Şevket Pamuk, TÜİK, Ankara 2000, s. 37.
1
406
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
toplanır, avârız vergisi ise nakdî olarak toplanırdı6. Aynî yükümlülükler
ekonominin durumuna göre nakdîye dönüşebilmekteydi7.
Tahrir defterleri esas olarak timar sistemi için merkezi hazineyi
ilgilendiren çeşitli vergileri içerirken; avârız defterleri avarıza tâbi nüfusla
ilgili verileri içerir. Bu açıdan Avârız Defterleri, toprak büyüklüğü ve ürün
miktarı gibi bilgileri içeren tahrir defterlerinden farklıdır8.
XVI. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı Devletinde görülen ekonomik
ve askerî değişim neticesinde timar sistemi eski işlevini yitirirken yerine
iltizam sistemi ön plana çıkmış, bunun yanı sıra avârız vergileri de sadece
olağanüstü hallerde değil sürekli toplanmaya başlamıştır 9. Devlet artan nakit
ihtiyacını iltizam usulünün yanı sıra avârız türü vergilerle de gidermeye
çalışmıştır.
Askerî sınıf, ilmî ve dinî görevliler ile bazı vakıfların reayası avârızdan
muaf sayılırlardı. Avârız-ı divâniye ve tekâlif-i örfiye denen bu tarz vergiler
çok yönlü ve çesitli olabilmekteydi. Sefer sırasında askerin geçeceği yollarda
zahire satmak, harp malzemesi temin etmek, arpa saman tedarik etmek ve
nakletmek, araba, hayvan bulmak, kürekçi, azap, cerâhor adı altında orduya
yardımcı sınıflar temin etmek, bu vergilerin belli başlılarından idi10. Vergi
veren reaya için bir ev sahibi olmak mükellefiyeti için yeterliydi. Oturduğu
evin mülkiyetine sahip olmayanlar ise avârızdan muaf sayılırlardı. Bunun
yanı sıra ihtiyar, âmâ, sakat veya hastalıklı olanlardan avârız alınmazdı 11.
Kadılar tarafından sancak, kazâ, nahiye, köy ve mahallelerde nüfus
tespiti bizzat yapılır ve ülke genelinde vatandaşların alım gücüne göre ortak
bir avârız hane rakamı belirlenirdi. Hazırlanan bu defterler kadılar tarafından
merkeze gönderilerek Mevkufat Defter’ine kaydedilirdi. Buradan da devlet
Zeynel Özlü, “Göynük’e (Bolu) Ait Bazı Gelir ve Giderlerin Tahlili: Avârız Vergisi”, OTAM, S.19,
Ankara 2006, 384; Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Türkiye İş Bankası Yay., 2.
Baskı, İstanbul 2008, s. 99-100.
7 Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, Dergah Yay., 2. Baskı, İstanbul 1986, s. 180.
8 Oktay Özel, a.g.m., s. 35.
9 Mehmet İpşirli , “ Avârız Vakfı” İ.A. , C. IV, İstanbul, 1991, s. 108-109; Turan Gökçe, “Mufassal-İcmal
Avârız Defterleri ve 1701-1709 Tarihli Gümülcine Kazâsı Örnekleri” Tarih İncelemeleri Dergisi, C.
XX, S. 1, 2005, s. 74.
10 Halil İnalcık, "Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu", Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi,
İstanbul, 1993, s. 52-53; Ö. L. Barkan, a.g.m., s. 14.
11 Mehmet Ali Ünal, “1646 (1056) Tarihli Harput Kazâsı Avârız Defteri”, Tarih İncelemeleri Dergisi,
S.XII, İstanbul 1997, s.9-10. (9-73).
6
407
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
tarafından alınacak vergi ihtiyaca göre aynî veya nakdi olacak şekilde avârız
hanelere bölüştürülerek ülke genelinde uygulanırdı12.
Avârız defterlerinin ilk örneklerinde sadece vergi mükellefi hâneler (ve
mücerredler) yazılırken; XVII. yüzyıla doğru vergi mükelleflerinin dışında,
ayrıcalıkları kaldırılan yaya ve müsellemler ve bu vergiden muâf askerî sınıf
mensupları da kaydedilerek kapsam genişlemiştir13. Devlet artan nakit
ihtiyacına paralel olarak vergiden muaf tutulanların sayısını azaltmaya
çalıştığı gibi, vergi yükümlülüğünde askerî reaya ayrımı yapmadan arazi ve
emlâk sahibi olma esası getirmiştir14. Böylece vakıflara veya askerî zümreye
geçerek vergiden muaf olmaya çalışan reayanın da önüne geçilmeye
çalışılmıştır.
Avârız defterlerinde avârız hanelerinin tespiti için bir takım hususlar göz
önünde tutulurdu. Bunlar vergi alınacak yerin zenginliği, halkının şehirli,
köylü ya da göçebe olup olmadığı, yine ev ve arazi miktarı ve en önemlisi
zamanın ve vaziyetin şartları idi. Avârız haneleri bölgesine veya şartlara göre
3 ile 15 arasında değişen gerçek hanelerden oluşabilirdi. Hane bazen
“buçuk”, rub’ (1/4) veya sülüs (1/3) gibi kesirli de olabilirdi 15. İncelenen
Marmara Kazâsı avârız defterinde üç gerçek hane bir avârız hânesi olarak
tespit edilerek hesap yapılmıştır16.
Avârız defterlerinde nüfus, avârız hânesi ve hâne-i gayr-i ez-avârız
olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Avârız hânesi, vergilendirilen nüfusu, hânei gayr-i ez-avârız ise belli bir hizmet karşılığı vergiden muâf olanları ifade
etmektedir17. Marmara Kazâsı’nda yer alın Halime Hatun vakfı gayr-i ezavârız olarak kaydedelmiş muaf vakıflardan biridir18.
Oktay Özel, a.g.m., s. 38; Feridun Emecen, Tarih İçinde Manisa, Manisa Belediyesi Kültür Yayınları,
2007, s. 230.
13 Oktay Özel, a.g.m., s. 38; Mustafa Öztürk, “1616 Tarihli Halep Avarız-Hane Defteri”, OTAM 8,
Ankara 1997, s. 252.
14 Lütfi Güçer, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububât Meselesi ve Hububâttan
Alınan Vergiler, İstanbul 1964, s.71; Oktay Özel, a.g.m., s. 39.
15 Ö. L. Barkan, a.g.m., s. 15; H. Sahillioğlu, a.g.m., s. 108; Mübahat Kütükoğlu, “Osmanlı İktisadi
Yapısı”, Osmanlı Devleti Tarihi, C. I, Editör E. İhsanoğlu, Feza Yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 539-540;
Ahmet Tabakoğlu, a.g.e., s. 180.
16 BOA, MAD. 15545, s. 29.
17 H. Sahillioğlu, a.g.m., s.108-109; Ayrıca Avârız ile ilgili olarak bkz.: M. Canard, “Awarid”, EI2 I, p.
760–762; Rıfat Özdemir, “Avârız ve Gerçek-Hane Sayılarının Demografik Tahminlerde
Kullanılması Üzerine Bazı Bilgiler”, X. Türk Tarih Kongresi (Ankara 22-26 Eylül 1986) Kongreye
Sunulan Bildiriler, IV, Ankara 1993, s.1581-1584; Bruce Mc-Gowan, “Osmanlı-Avârız-Nüzül
Teşekkülü 1600-1830”, VIII. Türk Tarih Kongresi (Ankara 15 Ekim 1976) Kongreye Sunulan
12
408
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
I. H. 1056/57 (M. 1646/ 1647) Tarihli Marmara Kazâsı Avârız Defteri
H. 1056/57(M. 1646/ 1647) tarihli Marmara Kazâsı Avârız Defteri,
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Maliyeden Müdevver Kataloğu’nda 15545 no’da
kayıtlıdır. Defter, Bergama Kadısı Esseyyid Mehmed tarafından mufassal ve
icmal tarzında tanzim edilmiştir19. Genel olarak üç bölümden oluşan defterin
ilk bölümünde Marmara Kazâsı nefsine bağlı Mahalle ve kura muaffassalen
kaydedilmiştir. İkinci bölümde gayr-i ez avârız olarak gösterilen Halime
Hatun Vakfı reayası mufassal ve icmâlen kaydelmiştir. Tahrir-i cedidin yer
aldığı son bölümde ise Marmara nefsi ve kazâya bağlı diğer kura hem icmâl
hem de mufassal olarak kaydedilmiştir.
Sayfa usulüne göre kaydedilen defter, toplam 40 sayfadan ibaret
olmasına rağmen, sayfaların ancak 23’ü tam olarak doludur. 20 sayfası
mufassal olup, kazâya bağlı köy ve mahallelerde avârız verecek reaya
ayrıntılı olarak yazılmıştır. Geriye kalan 3 sayfa İcmal olup, köy ve mahalle
isimleri, gerçek hane, muaf reaya ve vergi verecek hane sayıları
hesaplanmıştır. Defterin 5 sayfası tamamen boş olup, 5 sayfasında da birkaç
dizelik yazılar mevcuttur. Yine 6-9, 16-17, 32-33. sayfalar arası defterde
mevcut değildir. Defter ağırlıklı olarak siyakat yazı tarzında yazılmış
olmasına rağmen, zaman zaman sülüs ve divânî kırma yazı da kullanılmıştır.
Defterde köy ya da mahallenin önceki sayımına atıfta bulunan kadim
sayıları da yazılmıştır. Bu sayede eski sayım ve yeni sayım arasındaki farkı
da görmek mümkün olmuştur. Kazâ içinde yer alan Merhum Halime Hatun
Vakfı reayası esamileri ile birlikte ayrıntılı şekilde düzenlemiştir. Yapılan
tahrire göre Halime Hatun vakfında 67 reaya kaydedilmiş olup bunlar da üç
Bildiriler II, Ankara 1981, s.1327-1331; Oktay Özel, “17. Yüzyıl Osmanlı Demografi ve İskân Tarihi
İçin Önemli Bir Kaynak: Mufassal Avârız Defterleri”, XII. Türk Tarih Kongresi (Ankara, 12-16 Eylül
1994), Kongreye Sunulan Bildiriler, c. III, Ankara 1999, s. 735-743; Süleyman Demirci, “Collection of
Avâriz and Nüzul Levies in the Ottoman Empire: A Case Study of the Province of Karaman, 16201700”, Belleten C. LXIX, sayı 256, Aralık 2005, s. 897-912; M. Hanefi Bostan, “XVII. Yüzyıl Avârız ve
Cizye Defterlerine Göre Of Kazasının Nüfusu ve Etnik Yapısı”, XIV. Türk Tarih Kongresi (Ankara,
9-13 Eylül 2002), Kongreye Sunulan Bildiriler, II. Cilt I. Kısım, Ankara 2005, s. 413-429; Mehmet
İnbaşı, “Bayburt Sancağı (1642 Tarihli Avârız Defterine Göre)”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
cilt 10/1, Erzurum 2007, s. 89-118; Aynı yazar: “Erzincan Kazâsı (1642 Tarihli Avârız Defterine
Göre)”, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 41, Erzurum 2009, s. 189-214; Aynı yazar: “1642
Tarihli Avârız Defterine Göre Erzurum Şehri”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S.4, İstanbul
2001, s. 9-32; Levent Küçük, Osmanlı Vergi Hukukunda Avârız Kavramı ve Avârızın İdaredeki
Rolü, Ankara Üniversitesi, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2007.
18 “Nefsi-i kazâ-i Marmara gayr-i ez reaya-yı evkaf …”, BOA. MAD. 15545, s. 12.
19 “Esseyyid Mehmed el-kadı be-medine-i Bergama tahrir-i be-kazâ-i Marmara”, BOA. MAD. 15545, s.
27.
409
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
nefer bir avârız hânesi hesabı üzere 22,5 avârız hanesi çıkarmıştır 20. Yapılan
tahrire göre kazâda 603 nefer avârıza kayıtlı olup, bunlar üç nefer bir hâne
olmak üzere 201 avârız hanesi isimleriyle birlike kaydedilmiştir21. H. 1057
(M.1646) tarihli olup bu tarih defterin Girit seferi sırasında tutulduğu
düşünülmektedir22. Önceki tahrirdeki 336 reayaya yeni tahrirde 177 reaya
daha eklenerek 513 reayaya ulaşılmış ayrıca bu rakama 90 da piyade, tavile,
mütekaid reayası eklenince yeni rakam 603 olmuştur.
II. H. 1056/57 Tarihli Marmara Kazâsı Avarız Defteri Verileri
Marmara Kazâsı nefsine bağlı olan köylerin yukarıda tablolaştırılan
tahririne göre 301 nefer kaydedilmiş olup, bunların 100’ü mücerreddir.
Ayrıca içlerinde 3 imam, 2 hatip, 1 müezzin, 1 bevvab , 1 Cündî
kaydedilmiştir. Normal şartlarda imam, müezzin, hatip gibi din görevlileri
avârızdan muaf olarak bilinmekte ise de, burada görüldüğü gibi, bazı imam
ve müezzin ve hatipler muaf kaydedilmemiştir. Bunların muaf
kaydedilmemesi fiilî olarak görev yapmadıklarından ötürüdür 23.
Tablo-1: Nefs-i Marmara Kazâsı Avârız Kayıtları (15 Şevval 1057)
İskân Yeri
Mahalle-i Cami-i Kebir
Mahalle-i Cami-i Cedid
Mahalle-i Harcı Halil
Mahalle-i Sasa
Mahalle-i İç Hisar
Mahalle-i Çarık
Mahalle-i İsa Fakih
Mahalle-i Küçük
Karye-i Püren
Karye-i Buğdaylı
Karye-i Okçular
Karye-i Kasablı
Karye-i Saz
Toplam
Neferâ
n
30
18
15
34
44
54
23
26
11
15
10
14
7
301
Mücer
red
7
6
6
12
16
14
14
8
4
4
4
4
5
100
İmam
Hatip
Bev
vab
1
-
El-cündi
1
1
Müezz
in
1
-
1
2
-
-
-
-
-
-
-
-
-
1
3
2
1
1
2
1
-
BOA. MAD. 15545, s. 15, 25.
“Kazâ-i mezbure defter-i mevkufatda 180,5 hane olub haliya tahrir-i cedide zam olunan 57 nefer
mütekaid ve tavile perakendesi reayasıyla 195 hane olur. Müceddeden tahrir olunan 603 nefer
reayanın her üç neferi bir hane üzere 201 hane olub bu takdirce altı hane asl-ı maldan ziyade olmuş
olur”; BOA. MAD. 15545, s. 29.
22 F. Emecen, a.g.e., s. 231.
23 Halil İnalcık, “Raiyyet Rüsumu”, s. 52-53.
20
21
410
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Tablo-2: Marmara Kazâsı Köyleri Avârız Kayıtları (28 Zi’l-kade 1056)
Köyler
Neferân
Hâne
Kadim
Karye-i Kösem
13
4,5
2
Karye-i Gervere
6
2
5
Karye-i Dere
3
1
3
Karye-i Gökçeli
21
7
6
Karye-i Seldirek
5
1,5 rub’
4
Karye-i Hamidli
18
6,5
16
8
Karye-i Sada
6
2 rub’
Karye-i Kömürcüler
13
4 rub’
-
Karye-i Kuyucak
27
9
4
Karye-i Keçiler
29
9,5
1
Karye-i Narcı
12
4
3
Karye-i Sayış
40
13
15
Karye-i Kaşıkçı
38
13
1
Karye-i Selendi
58
19
15
Karye-i Kuzu
35
12
20
Karye-i Göbez
9
3
4
Karye-i Kayışçılar
4
1 rub’
-
Karye-i Beğobası
3
1
-
Karye-i Yerebusan
4
1 rub’
4
4
Karye-i Yemişli
3
1
Karye-i Karamustafalı
4
1 rub’
2
Karye-i Gülnos
3224
10,5
15
Karye-i Bergele
17
5,5
5
Karye-i Seğirdem
6
6
3
Karye-i Korkud
10
3 rub’
3
Karye-i Kurcain
4
1 rub’
-
Cemaat-i Gökmusalı
9
3
-
Deftere göre yapılan tahrirde 1057’de Marmara Kazâsına bağlı 31 köy ve
8 mahalle mevcuttur. Bu köylerden Karye-i Püren, Karye-i Buğdaylı, Karye-i
Kasablı ve Karye-i Saz ile Cami-i Kebir, Cami-i Cedid, Hacı Halil, Sasa,
İçhisar, Çarık, İsa Fakih ve Küçük, Marmara kazâsı nefsine bağlıdır. Bunların
11’i haric ez-defter olarak yeni tahrirde kayd edilmişdir25.
“ 27 reaya, merhum ve mağfurun Sultan Selim Han aleyhi’r-rahme ve’l-irfan vakf-ı celilinde ziraat
iderler,” BOA. MAD. 15545, s. 24.
25 BOA. MAD. 15545, s. 30.
24
411
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Tablo-3: Nefs-i kazâ-i Marmara gayri ez reaya-yı evkaf harice’z-defter
(defter-i tahrir-i cedid)
İskân Yeri
Reaya
neferân
Hâne
Vakf-ı reaya
mükerrer
neferân26
Vakf-ı
Reaya
hâne
Mahalle-i Cami-i
Cedid
Mahalle-i Sasa
14
4,5 rub’
7
2 rub’
El-baki
haric
reaya
neferân
7
21
7
5
1,5 rub’
16
Mahalle-i İsa
Fakih
Mahalle-i Cami-i
Kebir (atik)
Mahalle-i Harcı
Halil
Mahalle-i Çarık
12
4
9
3
3
18
6
7
2 rub’
11
14
6
2
8
34
4,5 rub’
1
11 rub’ 1
9
3
25
Mahalle-i İç
Hisar
Mahalle-i Küçük
16
5 rub’ 1
7
2 rub’
9
12
4
7
2 rub’
5
Karye-i Saz
(gayi ez vakf)
Karye-i Kasablı
(gayi ez vakf)
Karye-i Baran
(gayi ez vakf)
Toplam
12
4
2
0,5
10
11
4
1 rub’
7
10
3,5 rub’
1
3 rub’ 1
4
1 rub’
6
174 27
58
67
21 rub’28
107 29
Halime Hatun Vakfı, III. Mehmet’in Manisa Valiliği ve 1595 yılında tahta
geçmesi ile dadısı ve sütannesi Halime Hatun 30 adına kurulan vakıftır.
Marmara’da bir cami yaptıran Halime Hatun vakfında 67 hane mevcut olup
bunlar 22,5 rub’ avârız hanesi kaydedilmiştir31. Vakfa ait değirmen,
dükkânlar, İzmir’de evler, Manisa’da altı dönümlük bir bahçe ile diğer ev ve
cüllah dükkânları vardır32.
Halime Hatun Vakfı reayası ve haneleridir.
Neferan toplamı 168, hâne 58 gösterilmiştir: BOA. MAD. 15545, s. 10.
28 Defterde 22,5 rub’ hâne yazmaktadır, BOA. MAD. 15545, s. 25
29 El-bâki neferân yekûnu defterde 101 olarak gösterilmiştir, BOA. MAD. 15545, s. 13.
30 Halime Hatun ve külliyesi için bkz. İbrahim Gökçen, Manisa Tarihinde Vakıflar ve Hayırlar, C. II,
Halkevi Yayınları, Manisa 1950, s. 70-73; Banu Bilgicioğlu, “Halime Hatun Külliyesi”, TDVİA, C.15,
s.338-339.
31 BOA. MAD. 15545, s. 25; İbrahim Gökçen, age, s. 70-73.
32 Nurşen Özkul, a.g.m., s. 131.
26
27
412
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Tablo-4: BOA. MAD. 15545’e göre Marmara Kazâsı Toplu Verileri (4
Safer 1057)
İskan Yeri
Neferân
Hane
Mahalle-i Camii Cedid
14
4,5 rub’
7
Mahalle-i Sasa
21
Mahalle-i Camii Atik
18
6
Mahalle-i Harcı Halil
14
4,5 rub’
Mahalle-i Çarık
34
11 rub’
Mahelle-i İç Hisar
16
5 rub’
Mahalle-i Küçük
12
4
Karye-i Saz
12
4
Karye-i Kasablı
11
3,5 rub’
Karye-i Baran
10
3 rub’
Karye-i Kösem
13
4,5
Karye-i Gervere
6
2
Karye-i Dere
3
1
Karye-i Gökçeli
21
7
1,5 rub’
Karye-i Seldirek
5
Karye-i Hamidli
18
6,5
Karye-i Sada
6
2 rub’
Karye-i Kömürcüler Perakende-i Temürcü
13
4 rub’
Karye-i Kuyucak ma’a Ömer
27
9
Karye-i Keçiler
29
9,5
Karye-i Narcı
12
4
Karye-i Sayış
40
13
Karye-i Kaşıkçı
38
13
Karye-i Selendi
58
19
Karye-i Kuzu
35
12
Karye-i Göbez
9
3
Karye-i Kayışçılar
4
1 rub’
Karye-i Yerebusan
4
1
Karye-i Beğobası
3
1
Karye-i Yemişli
3
1
Karye-i Kara Mustafalı
4
1 rub’
Karye-i Gelenos maa Hızır’da vakf-ı Sultan
Selim Han
32
10,5
5,5
Karye-i Bergele
17
Karye-i Seğirdem
6
2
Karye-i Korkud
10
3 rub’
Karye-i Kurcain
4
1 rub’
Cemaati-i Gök Musalu ‘an taife-i tavilegan
9
3
413
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bergama kadısı Şeyh Mehmet tarafından 4 Safer 1057’de yapılan tahrir-i
cedid defterinde, 34. ve 40. sayfalar arası toplu halde ve mufassal olarak
kaydedilmiştir.
Kazâ genelini gösteren yukarıdaki tabloya göre 1056/57 yılında Marmara
Kazâsında 7 Mahalle ve 29 köy bulunmaktadır. Bunlar içinde günümüzde
ilçe merkezi olan Selendi karyesi 19 avârız hânesi ile en çok avârız hanesi
çıkaran yerdir. Kuyucak ve Ömer karyesi ikisi bir kaydedilmiştir.
Mahallelerden Çarık Mahallesi 11 rub’ avarız hanesi ile en fazla avârız hanesi
çıkaran yerdir.
III. Marmara Kazâsı’na ait Diğer Avarız Verileri
Marmara Kazâsının daha önceki tahrirleri eskiden yeniye doğru
incelendiğinde, avârız hane sayısının zamanla azalma gösterdiğini görmek
mümkündür. Bunlar içinde en eskisi olan H.1029 (1619/1620)’de Marmara
Kazâsı’na ait 250 avârız hanesi mevcuttur33. Bu tarihten sonra ise H.1054
(1644/1645) tarihinde yapılan tahrirde avârız hane sayısı 180,5’e düşmüştür 34.
İki yıl sonra (H.1056) kürekçi bedeli için yapılan tahrirde ise, 142 hane ve 20
nefer olarak kaydedilmiştir35. Aynı tarihli ve müstakil olan Marmara Kazâsı
avârız defterinde ise üç nefer bir hane hesabı ile 200 avârız hanesi
kaydedilmiştir36. 1056’da Saruhan Sancağına bağlı Kayacık Kazâsı’nda
yapılan tahrirde de yine üç nefer bir hane hesabı üzere 173,5 hane
kaydedilmiştir37.
H.1062 (1651/1652) tarihinde ise Marmara kazâsı avârız hane sayısı
142’ye inmiştir38. H.1079 (1668/1669) tarihince yapılan tahrir, Saruhan Sancağı
geneli için yapılmış olup icmaldir ve bu defterde Marmara kazâsı 139 avârız
hanesi çıkmıştır39. Aynı tarihli başka bir defterde ise avârız hane sayısı yine
139 olarak belirtilmiştir40. H.1087 (1676/1677) tarihli bedel-i nüzul defterinde
ise vergiye tabi hâne sayısı 80’e düşmüştür 41. H. 1098 (1686/1687) tarihli
muhtelif mahallerin kürekçiyan, nüzül, sürsat ve adet-i ağnam umur ve
BOA. MAD. 2447.
BOA. MAD. 1709.
35 BOA. MAD. 2907.
36 BOA. MAD. 15545, s. 40.
37 Feridun Emecen , “Kayacık Kazâsının Avârız Defteri”, Tarih Enstitüsü Dergisi, 12 (1981), s. 159-170.
38 BOA. MAD. 3844.
39 BOA. MAD. 2782.
40 BOA. MAD. 2794.
41 BOA. MAD. 3004; Aynı tarihte yapılan bir diğer tahrirde de üç nefer bir hane hesabı ile avârız hane
sayısı hesaplanmıştır, BOA. MAD. 3110, s. 2.
33
34
414
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
hususlarını muhtevi hane-i avârız defterinde Marmara Kazâsı yine 80 avârız
hanesi kaydedilmiştir42. Bu tarihten sonra H.1100 (1688/1689)’da 76 avârız
hânesi43; H.1109 (1697/1698)’de 76 avârız hanesi 44; H.1114’te (1702/1703)’te 64
avârız hanesi45; H.1118 (1706/1707) tarihli iki ayrı defterde avârız hane sayısı
bir anda düşerek 23,5 olarak hesaplanmış46; ve bu rakamı H.1123 (1711/1712)47
H.1124 (1712/1713)48 ve H.1126 (1714/1715)49 yıllarında da muhafaza
etmiştir50.
Tablo-5: Marmara Kazâsı’nın Yıllara Göre Avârız Sayımları
Tarih
Defter
Hane
Hicri
Miladi
BOA. MAD. 2447
1029
1619/1620
250
BOA. MAD. 1709
1054
1644/1645
180,5
BOA. MAD. 2907
1056
1646/1647
142
BOA. MAD. 15545
1056
1646/1647
200
BOA. MAD. 3844
1060
1649/1650
142
BOA. MAD. 2782
1079
1668/1669
139
BOA. MAD. 2794
1079
1668/1669
139
BOA. MAD. 3004
1087
1676/1677
80
BOA. MAD. 2789
1098
1686/1687
80
BOA. MAD. 3167
1100
1688/1689
76
BOA. MAD. 3974
1109
1697/1698
76
BOA. MAD. 3358
1114
1702/1703
64
BOA. MAD. 3808
1118
1706/1707
23,5
BOA. MAD. 3846
1118
1706/1707
23,5
BOA. MAD. 3811
1123
1711/1712
23,5
BOA. MAD. 3155
1124
1712/1713
23,5
BOA. MAD. 3812
1126
1714/1715
23,5
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere değişik tarihlerde Marmara
Kazâsı avârız kayıtlarını içeren 17 defterden yararlanılmıştır. Her defter farklı
amaçlar için hazırlandığından nüfus hesaplamalarında kullanmak için
sağlıklı bilgiler vermemektedir. Ayrıca itibari avârız hânesi birçok defterde
BOA. MAD. 2789, s. 47,49.
BOA. MAD. 3167, s. 86.
44 BOA. MAD. 3974, s. 41.
45 BOA. MAD. 3358, s. 85
46 BOA. MAD. 3808, s. 99; BOA. MAD. 3846, s. 53.
47 BOA. MAD. 3811, s. 108.
48 BOA. MAD. 3155, s. 122.
49 BOA. MAD. 3812, s. 84.
50 BOA. MAD. 15545, s, 29.
42
43
415
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yer almadığı gibi; kimi defterde üç , kimi defterler yedi 51 on52 gerçek hane bir
avârız hanesi hesabı yapılmıştır. Bu da defterlerin mukayese yapılmasını
zorlaştırmaktadır.
Sonuç
Bergama Kadısı Şeyh Mehmed tarafından yapılan tahrir 28 Zi’l-kade 1056
tarihinde başlayıp, kaydedilen tarihlere göre 27 Şevval 1057’ye kadar
sürmüştür.
1056/57 tarihli Marmara Kazâsı üzerine yapılan bu monografik çalışma
ile üzerinde fazla çalışma yapılmayan kazânın belli bir dönemindeki idari ve
demografik durumuna ışık tutulmaya çalışılmıştır. Avârız tahrirlerinde en
önemli sorunu teşkil eden itibâri avârız hâne sayısının belirtilip
belirtilmemesidir. İncelenen defterde üç gerçek hane bir avârız hanesi olarak
belirtilmiştir. 1054 yılında yapılan tahrirde 180,5 hâne çıkardığını defterden
gördüğümüz Marmara Kazâsı’a 57 nefer (14,5 hâne) mütekaid, tavile ve
kalkan perakendesi de eklenince yeni tahrirde bu sayı 603 nefer üç hâne bir
avârız hanesi üzere 201 hâneye çıkmış olup 6 hâne de asl-ı maldan ziyade
olmuştur. Defterin sonuç kısmında da bir hanenin ifrağ edilerek belirtilerek
toplam hâne sayısı 200 olarak belirtilmiştir. Aynî, nakdî veya hizmet olarak
ödenebilen avârız vergisinin Marmara Kazâsından nasıl tahsil edildiği ile
ilgili defterde herhangi bir ibareye rastlanılmamıştır.
1029’dan itibaren rastlanılan Marmara avârız kayıtları daha ziyade icmâl
olup sadece hane miktarları kaydedilmiştir. Mufassal-İcmâl tarzında
düzenlenen BOA. MAD. 15545 Marmara Kazâsıyla ilgili müstakil bir
defterdir. Bu açıdan defter, iskân ve nüfusla ilgili çalışmalarda
kullanılabilecek önemli bir kaynaktır. Defterin mufassal kısmında mahalle ve
kuradaki vergi veren hâneler ile muaf olan vakıf halkı da ismen
kaydedilmiştir. İcmal bölümde ise sadece kazânın mahalle ve kuralarındaki
neferan ve hâne hesabı verilmiştir. Eldeki ilk tahrir olan 1029 tarihli defterde
kaydedilen avârız hânesi miktarı 250 iken yüzyılın sonunda bu sayı 80’e,
XVII. yüzyılın ortalarında ise 23,5’a kadar gerilemiştir.
Gayr-i ez avârız olarak kaydedilen Halime Hatun vakfı reayaları da
tahrir esnasında sayılmıştır. Buna göre Halime Hatun Vakfı 8 mahalle ve 3
köye dağılmış olub 22 rub’ hâne kaydedilerek avârızdan muaf
tutulmuşlardır. Avârız vergisi Müslim ve Gayrimüslim halktan alınmasına
rağmen defterde gayrimüslim reaya ile ilgili herhangi bir isim veya ibare
51
52
BOA. MAD. 2907, s. 31.
BOA. MAD. 1709, s. 2; BOA. MAD. 3844, s. 60.
416
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
görülmemiştir. Ayrıca dinî görevlilerden tahrir esnasında 3 imam, 2 Hatip ve
1 Müezzin de kaydedilmiştir.
417
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Arşiv Vesikaları:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Maliyeden Müdevver Defterleri:
No: 1709, 2447, 2782, 2789, 2794, 2907, 3004, 3110, 3155, 3167, 3358, 3808, 3811, 3812,
3844, 3846, 3974,15545.
Araştırma ve İnceleme Eserler:
Barkan, Ömer Lütfü, “Avârız”, İslam Ansiklopedisi, C. II,
Bilgicioğlu, Banu “Halime Hatun Külliyesi”, TDVİA, C.15, s.338-339.
Çakar, Enver , “Kanuni Sultan Süleyman Kanunnâmesine Göre 1522 Yılında Osmanlı
İmparatorluğu’nun İdarî Taksimatı” Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
C.XII, S.1, Elazığ 2002, s. 261-282.
Emecen, Feridun, XVI. Asırda Manisa Kazâsı, TTK, Ankara 1989.
______, Tarih İçinde Manisa, Manisa Belediyesi Kültür Yayınları, 2007.
______, “Kayacık Kazâsının Avârız Defteri”, Tarih Enstitüsü Dergisi, 12 (1981), s. 159170.
Gökçen, İbrahim, Tarihte Saruhan Köyleri, İstanbul 1950.
Gökçe, Turan, “Mufassal-İcmal Avârız Defterleri ve 1701-1709 Tarihli Gümülcine
Kazâsı Örnekleri” Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XX, S. 1, 2005.
Güçer, Lütfi, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububât Meselesi ve
Hububâttan Alınan Vergiler, İstanbul 1964.
İnalcık, Halil, "Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu", Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve
Ekonomi, İstanbul, 1993, s. 31-65.
İpşirli, Mehmet, “ Avârız Vakfı” İ.A. , C. IV, İstanbul, 1991, s. 108-109.
Kütükoğlu, Mübahat, “Osmanlı İktisadi Yapısı”, Osmanlı Devleti Tarihi, C. I, Editör E.
İhsanoğlu, Feza Yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 539-540.
Özel, Oktay, “Avârız ve Cizye Defterleri”, Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve İstatistik,
Derleyen: Halil İnalcık; Şevket Pamuk, TÜİK, Ankara 2000.
Özkul, Nurşen, Gölmarmara Halime Hatun Külliyesi, Türk Etnografya Dergisi, S. 20,
Ankra 1997, s. 131-162.
Özlü, Zeynel, “Göynük’e (Bolu) Ait Bazı Gelir ve Giderlerin Tahlili: Avârız Vergisi”,
OTAM, S.19, Ankara 2006, s.381-397.
Öztürk, Mustafa, “1616 Tarihli Halep Avarız-Hane Defteri”, OTAM 8, Ankara 1997.
Pamuk, Şevket, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Türkiye İşbankası Yay., 2. Baskı,
İstanbul 2008.
Sahillioğlu, Halil, “Avârız”, TDVİA, IV, 1991, s.108
Sezen, Tahir, Osmanlı Yer Adları, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,
Ankara 2006.
Türkiye Mülki İdare Birimleri ve Bunlara Bağlı Köyler Belediyeler, Ankara 1971,
s.617-629.
Uluçay, Çağatay – Gökçen, İbrahim, Manisa Tarihi, İstanbul 1939
_____, Saruhanoğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar II, Halkevi Yayınları, İstanbul
1946.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, C.I, TTK. Ankara 1982.
418
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Ünal, Mehmet Ali, “1646 (1056) Tarihli Harput Kazâsı Avârız Defteri”, Tarih
İncelemeleri Dergisi, S.XII, İstanbul 1997, s.9-73.
www.golmarmara.gov.tr, 2012.
419
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
EKLER
EK-1
B.O.A. MAD. d. 15545
Saruhan livasına tâbi Marmara kazasıyla karyelerinde sakin reayanın isimlerine göre
yazılan hane-i avarız miktar ve müfredatını havi hane-i avarız defteri.
[Sayfa 1]
Mevkufatda hıfz olunup mucebince amel olunmak buyuruldu
Amed
Fi 2 R sene 1057
[Sayfa 2]
Oldur ki kaza-i Marmaranın tahririne emr-i şerif vacibü’l-imtisal ile memur olduğum hasbi
ile mufahhas olundukda kasaba-i Marmara’nın içinde olan hane-i avarız karyelerinin? reayası
ihrac olundukdan sonra ferman-ı celilü’l-kadr üzere içinde haric ez-defter reaya olmayub ancak
vakfın kendü reayası ve reayası evladı olmağla ale’l-esami tahrir olundu ba ferman dergâh-ı
adalet ünvânındır tahriren fi’l-yevmi’l-hamis-i aşer min şevvali’l-mükerrem li sene sitte ve
hamsin ve elf
Mahalle-i Cami-i Kebir
مHasan
Musa bin Abdi
veled-i Musa
veled-i Osman
Ali
مReceb veled-i
Hacı bin Kurd
Hasan veled-i Mehmed
Yusuf Muin
Nasuh
Hasan veled-i
Hasan bin Abdi
Mustafa veled-i
Ali
مİvaz veled-i o
مRamazan
veled-i Yusuf
Lütfullah veled-i
Abdullah bin
Ferhad
Ahmed veled-i
Mehmed ibn-i
Arslan
El-hac Turmuş veled-i Veli
Mehmed
birader-i o
Ahmed veled-i
Abdullah bin
hacı Kemal
Kel Nebi veled-i
Abdi
Hasan
birader-i o
Şaban veled-i
Ramazan
İbrahim veled-i
Abdullah
Hüseyin veled-i Durmuş
bin Cağfer
مNasuh
veled-i Hasan
مMustafa veledi Kel Hasan
El-hac Halil
veled-i Ahmed
مHızır veled-i İlyas ibn-i
Hamza
420
Mahmud birader-i o
Mehmed
Elmüezzin
veled-i o
Murad
veled-i
Veli
Mehmed
veled-i
Aydın
Fazlullah
veled-i
Mehmed
bin Ali
Mehmed
veled-i
Halil ibn-i
Mahmud
Veli
birader-i o
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Mahalle-i Cami-i Cedid
م
Mehmed مMustafa veledveled-i
i Ahmed
Hamza
Veli
veled-i Ali veled-i o
Mehmed
م
Mehmed
veled-i Recep
bin Ahmed
م
(Silik)
Osman veled-i
Mehmed ibn-i
Hasan
Seyfullah veled-i
Sefer bin Hasan
Hasan
veled-i
El-hac Hüseyin
Halil veled-i Kerim
el-müderris
Ahmed birader-i
o
Mahmud veled-i
Musa
bin
Ahmed
مOsman veled-i
Ali ibn-i Halil
Mehmed birader-i o
Himmet veled-i
Celil
ibn-i
Davud
مMustafa veledi Ali bin İlyas
Ömer birader-i o
(tahrip) El-hac
(tahrip) İlyas
Mahalle-i Harcı Halil
مMehmed veled-i Ahmed veled-i
İsmail
ibn-i Mehmed
Mustafa
Hamza
veled-i م
Mehmed
Veli ibn-i El-hac veled-i Ahmed
Hızır
مSüleyman veled- مMusa veled-i
i Turgud ibn-i Hasan
ibn-i
Mehmed
Şaban
Himmet veled-i Musa
veled-i
Mustafa
İbrahim
bin
Hızır
Abdullah
Resm
veled-i
Ahmed veled-i o
م
İbrahim
birader-i o
Yusuf
Nasuh
veled-i
مRamazan veled-i
Şeyh
ibn-i
İskender
Sah
Mehmed
İbrahim
Mehmed
Sah
İbrahim
veled-i
Osman ibn-i İlyas
bin
Sah
Mahalle-i Sasa
Mehmed
veled-i
Mustafa
Murtaza veledi Mehmed
Veli birader-i o
Ali birader-i o
(Sayfa
3)
İbrahim veled-i
Ali
Muslı birader-i
oم
Mehmed
veled-i Turgud
ibn-i Cağfer
Veli birader-i o
مHasan veled-i
Murasa bin Ömer
مİbrahim veled-i
Ali bin İlyas
Mustafa veled-i
İbrahim el-hatib
Hasan
veled-i
Hamza bin İlyas
Hasan
veled-i
Rıdvan
ibn-i
Mustafa
Musa
veled-i
Keyvan bin Yusuf
م
El-hac veli
veled-i İbrahim
bin Ömer
İbrahim veled-i o
مAli birader-i o
Ahmed veled-i o م
Ahmed birader-i o م
Mehmed veled-i
Ferhad م
İvaz veled-i Halil
Halil veled-i Ali bin
Turgud
مMehmed veled-i
Koruca
Ali veled-i Mehmed
El-imam
مSüleyman veled-i
Piri bin Memic
Mustafa
Mehmed م
Ali birader-i o
sah
Bâli veled-i Veli
Kerim veled-i o
Abdullah
veled-i
Mehmed
bin
Abdullah
Mustafa
veled-i
Hasan
Mehmed veled-i o
veled-i
Mahmud birader-i
oم
421
Veli birader-i o
Sah
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Mahalle-i İç Hisar
Ali
veled-i Eyüp
veled-i
Mehmed
Veli bin Ali
Mehmed veled-i
م
El-hac
Nasuh
Mehmed veled-i
Sefer
Mehmed veled-i Kerim
veled-i
Mahmud م
Ali
مYusuf veled-i o
Hasan
veled-i
Hamza bin hacı
Bâli
Mustafa birader-i
o
Yusuf
veled-i
Hasan el-imam
Sefer
veled-i
Mehmed
Yusuf
Mu’tak-ı
Mehmed
Hamza veled-i o
Ahmed veled-i
El-hac Sadullah
bin İvaz
مŞaban veled-i
Abdulah
bin
Memi
Yusuf
veled-i
İmir
El-hac Mehmed
birader-i o
Mehmed veled-i
oم
Nebi veled-i Elhac Ahmed
Veli veled-i o م
Mehmed veled-i
İbrahim bin Bali
Ahmed
veled-i
Yusuf el-imam
Mustafa veled-i o م
Ömer veled-i o
Mehmed birader-i
o
Mehmed veled-i
Osman bin Nasuh
El-cündi
مMehmed veled-i
Sinan bin Ahmed
Mehmed veled-i o
م
Mehmed veled-i
Abdullah bin İlyas
Mehmed veled-i
Bekir bin İlyas
مAli veled-i Hasan
Ali veled-i Nazar
bin Turmuş
El-hac
Mehmed
veled-i Yusuf
Sah
مMehmed biraderio
Bevvab Mehmed
veldi Mustafa
Sah
Yusuf birader-i o م
Eke Ahmed veledi
Hasan
bin
Ahmed
Ahmed veled-i o م
Mehmed birader-i
oم
Yusuf Mu’tak-ı elhac Mehmed
Sah
Abdullah
Yusuf
veled-i
Yusuf veled-i o م
Nurullah
Nasuh م
veled-i
Mehmed veled-i
Hasan
Mahalle-i Çarık
(tahrip)
veled-i
Ali
(tahrip)
İsa
(tahrip) o
El-hac Ali
veled-i
Nurullah
bin Memi
El-hac
İbrahim
veled-i
Ali
bin
Tursun
Yusuf
veled-i o
م
Mustafa
veled-i
Ebubekir
bin
Osman
(tahrip)
veli
veled-i
Hasan
Recep
veled-i o م
مMehmed
veled-i
Sendel bin
Ali
Recep
veled-i o
Temürcü
Hızır
veled-i
Ahmed
Ahmed
veled-i o
م
Hamza
veled-i
Mustafa
bin Ali
Bâli Erracil?
م
Hamza
veled-i
Ali bin
Şaban
veled-i
Mehmed
422
م
İbrahim
veled-i
Veli
El-hac
Mehmed
veled-i
Hamza
Mustafa
veled-i
Mehmed
Mehmed
veled-i
Ali
bin Hızır Bâli
Mehmed
veled-i o م
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bin
Abdullah
Ramazan
veled-i
Memi
Ali
veled-i
Memi
Şaban
Nasuh
veled-i
Himmet
bin
Pir
Baver
Sülün
Ali
veled-i
Hüseyin
bin
Bayram
م
Osman
veled-i
Ömer
bin
Turmuş
مHasan
veled-i
Hüseyin
Er-racil?
Hasan
veled-i
Sağir
Hasan
Mustafa
veled-i
Ali bin
Rasim
Veli
birader-i o
Hasan
veled-i
Mustafa bin
Emrullah
Himmet
veled-i
Ömer
Bâli bin
Nasuh
Resul
veled-i
Muharrem
Himmet
birader-i
o
Ali
veled-i
İbrahim
Ahmed
veled-i
Yusuf
Yusuf
veled-i o
م
Mehmed
veled-i
Mustafa
İbrahim
veled-i
Halil bin
İlyas
Süleyman
veled-i
Mustafa
İnce
Mustafa
veled-i
Hasan
Hızır Ali
veled-i
Ömer bin
İbrahim
Mustafa
veled-i
Ahmed
م
Abdullah
veled-i
Süleyman
Mehmed
veled-i
Sefer
Ramazan
birader-i o
م
Hızır
veled-i o
م
Davud
birader-i
o
م
Mehmed
veled-i
Ahmed
bin
Mahmud
Resul
veled-i
Üveys
Hasan
veldi
Hamza
bin
Mahmud
Receb
veled-i
Abdullah
bin Veli
م
El-hac
Mehmed
veled-i Ali
bin Turmuş
Mehmed
veled Yusuf
Veli veled-i
Sefer
bin
Davud
Mahalle-i İsa Fakih
Fazlı veled-i Ali
(Sayfa 4) Mehmed
veled-i o م
مHasan veled-i o
Hasan
veled-i
Yusuf م
El-hac Süleyman
veled-i Yakup bin
م
Hasan veled-i
Süleyman
Mustafa birader-i o
م
Hasan birader-i o م
مMehmed biraderio
Aziz veled-i Muslı
bin Hüseyin
Ali veled-i Hasan
مMehmed veled-i Hacı
Mahmud bin Mehmed
Mahmud
birader-i
diğer
مİsa veled-i Yakub bin
Mustafa
م
Ahmed
veled-i
Mahmud
423
مHimmet veled-i
Bâli
مHimmet veled-i
Bostan bin Osman
Sani
veled-i
Hüseyin
Mustafa veled-i o
Sah
El-hac Mehmed veled-i
Hasan
İsa veled-i o م
مBurak veled-i Turgud
bin Hüsrev
Ahmed veled-i diğer
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Mehmed
Mahalle-i Küçük be kurb-ı Sofular
El-hac
Yusuf veled-i o
Mehmed birader-i
Abdurrahman
o
veled-i Turan bin
Mehmed
Musa birader-i o
sah
Turmuş
veled-i
Kızılca
El-hac
İbrahim
veled-i diğer o
مMehmed veled-i
Şaban
bin
Süleyman
مHabib veled-i
Turgud
bin
Abdullah
Turmuş
veled-i
Mehmed
Ahmed Dede veled-i
İmirşah
Bazarlı veled-i o
Mustafa veled-i o م
El-Hatip
El-hac
Veli
veled-i
Ahmed
Ahmed
veled-i
Nebi bin Ali م
مRamazan veled-i
Hacı bin Musa
Hasan Muin Elhac Veli
م
İsa veled-i
Mehmed
bin
Kurd Bâli
Ömer
veled-i
Turgud bin Bâli
El-hac
Ahmed
veled-i Nurullah
مBâli veled-i Halil
Mehmed
veled-i
Mustafa
Mehmed birader-i o
sah
sah
م
Mahmud
veled-i Halil bin
Kerim
Halil veled-i o
İsa veled-i Hüseyin
bin Musa
Karye-i Püren
Nasu(h)
veled-i
Himmet ibn-i İbrahim
مHasan veled-i Veli bin
Nasuh
sah
Mustafa birader-i
o
م
Hüseyin
birader-i o
Mustafa birader-i
o
Karye-i Buğdaylı
Ali veled-i hacı Mehmed veled-i
bin Aslıhan
oم
Himmet veled-i Ramazan veled-i
Şahende
bin Ömer bin Hasan
Hamza
Veli birader-i o مMahmud veled-i
Yusuf
Sah
sah
Karye-i Okçular
Ramazan
veled-i
Mahmud
bin
Mehmed
Ahmed veled-i o م
Abdülkerim veled-i
Seyid bin Ahmed
Muharrem veled-i Ali bin
Halil
Ramazan veled-i Veli bin
Mehmed
مRamazan veled-i Koruca
Ahmed veled-i Ali
Hasan veled-i hacı
Ömer bin Hasan
Ahmed birader-i o
sah
Mehmed birader-i o
Mustafa birader-i o
مHasan veled-i Sefer
bin Hüseyin
Hasan veled-i Abdullah
bin Abdurrahman
Osman veled-i o م
Sefer
Mehmed
Hüseyin
Hasan
veled-i
İvaz veled-i o م
Recen
Mahmud
veled-i
veled-i
Sah
Hızır birader-i
oم
Abdullah
Veli
veled-i
Abdülrahim
birader-i o
Yusuf veled-i
oم
Abdullah
veled-i
Yusuf bin Hüseyin
424
Hasan veled-i Veli bin
Bayram
Mehmed
birader-i o م
sah
sah
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Karye-i Kasablı
Ali veled-i Mustafa
Yusuf birader-i o
Hüseyin veled-i Ömer
bin pir Ahmed
Mustafa veled-i Ali bin
Halil
İsa veled-i Hüseyin bin hacı
مMehmed veled-i
Mustafa bin Mehmed
م
Hasan veled-i
Hüseyin
Sah
م
Sadık
veled-i
Seyfullah bin Bektaş
Osman birader-i Elcündi
Sah
مAbdülrahim veled-i İlyas
İsa veled-i Davud
Hasan veled-i Hüseyin
bin Arslan
Eyüp veled-i Mustafa ? bin
İbrahim
Turgud birader-i diğer
Karye-i Saz
مHacı Muharrem veled-i
Turgud
(Sayfa 5) Hasan veled-i Nasuh
bin Abdullah
مSefer veled-i İbrahim
bin Ramazan
Mehmed veled-i o م
Muslu birader-i o م
Receb
Mehmed
veled-i
Mehmed birader-i o م
Hurrire be marifetü’l-fakir ileyh-i subhanehû ve tealâ Es-seyyid Mehmed Şeyhü’lmuharririn be-kaza-i Marmara ‘afa anhû
[Sayfa 10]
Ve kaza reayasından fazla olan reaya cem’’an elli sekiz hane kayd olunmuşdur.
Lakin
Vakf reayasını başka tahrir eyleyüp ancak vakfa yazılan reayadan altmış sekiz nefer reaya
hane-i avârıza dâhildir. Asıl vakf reayası deftere dâhil değildir sahib devlet-i hazretlerine arz oluna
Haliya on dokuz hanesi füruht? olunub maadası tahammülleri olan kuraya tevzi’ oluna
deyu ferman-ı âli sadır olmuşdur Haric-ez deftere kayd olunan otuz dokuz hane avarız hanesi
fukarasına tahmil olunursa vakf içinde olan haric reaya muaf olmak icab ider
Haneha-i defter-i tahrir-i cedid
Nefs-i kaza-i Marmara gayri ez reaya-yı evkaf harice’z-defter
Mahalle-i Camii cedid
Mahalle-i Sasa babii mezkûr
Mahalle-i İsa fakih
Reaya neferan 14
Reaya neferan 21
Reaya 12
Hane 4,5 rub’
Hane 7
Hane 4
Vakf-ı Reaya mükerrer neferan
Vakf-ı Reaya mükerrer neferan
Vakf-ı Reaya mükerrer
7
5
Neferan 9
El-baki Haric reaya neferan 7
El-baki Haric reaya neferan 16
El-baki reaya haric
Neferan 3
Mahalle-i camii atik
Mahalle-i Harcı Halil
Mahalle-i Çarık
Reaya 18
Reaya 14
Reaya 34
Hane 6
Hane 4,5 rub’ 1
Hane 11 rub’ 1
Vakf-ı Reaya mükerrer neferan
Vakf-ı Reaya mükerrer neferan
Vakf-ı reaya mükerrer
7 El-baki Haric reaya neferan 11
6
Neferan 9
El-baki Haric reaya neferan 8
El-baki Haric reaya
Neferan 25
Mahalle-i İç hisar
Mahalle-i Küçük tabii mezkûr
Karye-i Saz gayri ez
Reaya neferan 16
Reaya neferan 12
reaya-yı vakf
Hane 5 rub’ 1
Hane 4
Neferan 12
Vakf-ı Reaya mükerrer neferan
Vakf-ı Reaya mükerrer neferan
Hane 4
7
7
Vakf-ı reaya mükerrer
El-baki Haric reaya neferan 9
El-baki Haric ez-defter reaya
neferan 2
425
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
neferan 5
Karye-i Kasablı gayr-i ez vakf
Reaya neferan 11
Hane 3,5 rub’
Vakf-ı Reaya mükerrer neferan
4
El-baki Haric reaya neferan 7
Yekûn reaya
Neferan 168
Hane 58
‘an vakf-ı reaya mükerrer tahrir… neferan 68
El-baki Haric reaya
neferan 100
El-baki Haric reaya
neferan 10
Karye-i Baran gayr-i ez vakf
Reaya neferan 10
Hane 3 rub’ 1
Vakf-ı Reaya mükerrer neferan
4
El-baki Haric reaya neferan 6
yekûn hane 22,5
yekûn hane 35,5
Köhne defterinde
Muharrir vakf reayasından fazla olan reaya hane-i avarıza tahrir olunmuşdur deyu defter-i
cedidde masturdur Lakin zikr olunan mahallat ve kuradan altmış sekiz nefer reaya hane-i avarız
defterine tahrir olunmuş iken haliya ellerinde olan vakf defterine dâhil olmağla mükerrer
görünür ferman sultanımındır.
Asl nefer
Hane
Yekûn reaya-yı evkaf
4,5 rub
Nefer
Hane
6
7
2 rub’
4,5 rub
7
5
4
4
11 rub
3,5 rub
3 rub
4
+______
58
7
2 rub’
6
2
5
1,5 rub’
7
2 rub’
7
2 rub’
9
3
9
3
4
1 rub’
4
1 rub’
2
0,5
______
67
_______
21 rub’
(Sayfa 11 boş)
[Sayfa 12]
Vezir-i muharrem izzetlü defterdarım hazretleri içün yiğirmi iki hane rub’ mikdarı alâkası
olmağla avârız defterinden ihrac oluna fi gurre-i R sene 57
Nefsi-i kaza-i Marmara gayr-i ez reaya-yı evkaf ber mûceb-i defter-i tahrir-i cedid
426
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Mahalle-i camii cedid
Neferan 14 hane 4,5 rub
Yekûn ‘an reaya-yı vakf
Mehmed
Sunullah
Nasib
Sefer
El-bâki neferan 7
Mehmed
Hamza
Eyüp
Yusuf
Mümtaz
Ali
Mümtaz
Ahmed
Osman
Ali
Mükerrer Neferan 7 hane 2 rub’ 1
Mahalle-i Camii Atik
Neferan 18 Hane 6
Yekun Reaya-yı vakf
Hızır İlyas İvaz
Mehmed
Nasuh
Hasan
Mümtaz
Hasan
El-baki Neferan 11
Hasan Ali
Ramazan
Yusuf
Mükerrer neferan 7 Hane 2 rub’ 1
Mahalle-i Harcı Halil
neferan 14 hane 4,5 rub’
Yekun reaya-yı vakf
Süleyman
Mehmed
Turgud
Ahmed
El-baki Neferan 8
Nasib Hacı
bin Kurd
Mehmed
İsmail
Ramazan
Seyfi
Mükerrer neferan 6
Musa
Habib
İbrahim
Abdi
hane 2
Mahalle-i Sasa
Neferan 21 hane 7
Yekûn reaya-yı vakf
El-hac bin İbrahim
Ali birader-i O
El-baki Neferan 16
İbrahim Ali halac
Süleyman İri
Mehmed Hoca
Mükerrer Neferan 5 Hane 1,5 rub’
Mahalle-i İç Hisar
Neferan 16 hane 5 rub’
Yekûn reayayı vakf
Yusuf
Şaban Abdi
Abdullah
Mehmed
Sefer
El-baki Neferan 9
Ali
Hasan
Mehmed
Satır
Ahmed
Hasan
Mehmed
Şaban
Mükerrer neferan 7 hane 2 rub’
Mahalle-i Küçük
Neferan 12 hane 4
Yekûn reaya-yı vakf
Ahmed
Mahmud Mehmed
Himmet
Halil
Şaban
El-baki Neferan 5
Yusuf İsa
Mehmed
Halil Bâli
Mükerrer neferan 7
[Sayfa 13]
427
Habib
Turgud
hane 2 rub’
Ramazan
veled-i
Çavuş
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Mahalle-i İsa Fakih
Neferan 12 hane 4
Yekun reaya-yı vakf
İsa
Hasan
Mehmed Hacı
Yakub
Süleyman
Mahmud
Hüseyin
Bâli
Budak
Turgud
Himmet
Bostan
Mehme
d Yusuf
Hüsnü
İmirdar
Ahmed
Mahmud
Neferan 9
hane 3
el-bâki neferân 3
Mahalle-i Çarık
Neferan 34 hane 11 rub’
Yekûn reaya-yı vakf
Osman
İbrahim Hasan
Turmuş Beşe
Hasan
Mehmed
Ahmet
Mükerrer neferan 9 hane 3
Durmuş
Ebubekir
Abdullah
Süleyman
Mehmed
Ali
el-baki neferan 26 [25]
Karye-i Kasablı gayr-i ez vakf
Neferan 11 hane 3,5 rub’
Yekun reaya-yı vakf
Abdurrahim
Mehmed
İlyas
Durmuş
Mükerrer Neferan 4
Sadık
Seyfullah
hane 1 rub’
Hasan
Hüseyin
el-baki neferan 7
Karye-i Baran gayr-i ez vakf
Neferan 10 hane 3 rub’
Yekûn reaya-yı vakf
Hasan silik
Ramazan
Koruca
Mükerrer Neferan 4
Hasan Beşe
hane 1 rub’ 1
Hüseyin birader-i
o
el-baki neferan 6
Karye-i Saz gayr-i ez vakf
Neferan 12 Hane 4
Yekûn reaya-yı vakf
El-hac
Mehmed
Mükerrer neferan 2 hane 0,5
Sefer
ibrahim
el-baki Neferan 10
Cem’’an yekûn
neferan 168
hane 58
yekûn
Reaya-yı evkaf ber-mûceb-i defter-i evkaf ve tahrir-i cedid
El-baki neferan 101
428
Samza
Ali
Hacı
Mehmed
Ali
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Reaya neferan 67
Yekûn hane 22 rub’
Yekûn hane 35,5
rub’
Kaza-i Marmarada Halime Hatun Vakfına tahrir olunmuş iken hane-i avarıza dahi yazılan
reayadır ki mükerrer vaki olmuşdur ferman sultanımdır.
[Sayfa 15]
Hane
2 rub’
2
2
1,5 rub’
2 rub’
2
3
3
1 rub’
1 rub’
1,5
______
21,5 rub’ 1
Sayfa 19
İzzetli Vezir-i muhterem defterdar paşa hakpâları hesab itdüresiz deyü
Fi 20 Mim sene 1057
Sayfa 20
Defter oldur ki Marmara kazasının emri şerif-i ferman-ı mutâ’ ayan-ı vilayet müsaveresi ile
karyelerinde olan reaya mümehhid-i âmire ile tefahhus olunub husus-ı tahrir olundukdan sonra
emr-i canibe külli kesr gelüp kaza-i Marmara ahalisi bir tarik ile emr-i şerif alub hane tahririçün
varid olan emr-i şerif-i garrama ita’atleri ile hezâr-ı medâr olunub yüz yetmiş dört nefer reaya
vakf olan reayadan hâric haneye tahrir olunub suret-i defter irsal ve vâki’-i hâl der-i divân-ı
medara arz ve inha olundu bâki ferman dergah-ı adalet unvanınındır tahriren fi’l-yevmül samin
vel ‘ışrin min zilkadetü’ş-şerife sene sitte ve hamsin ve elf.
Köyler
Neferân Hâne Kadim Mücerred Perakende-i Temürcü Mütekaid Tavile
Karye-i Kösem 13
4,5
2
5
2
2
1
Karye-i Gervere
6
2
5
1
Karye-i Dere 3
1
3
Karye-i Gökçeli
21
7
6
1
Karye-i Seldirek
5
1,5 rub’ 4
1
Karye-i Hamidli
18
6,5
16
Karye-i Sada 6
2 rub’
8
3
Karye-i Kömürcüler
13
4 rub’
Karye-i Kuyucak
27
9
4
11
2
Karye-i Keçiler 29
9,5
1
14
2
Karye-i Narcı 12
4
3
6
2
429
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Karye-i Sayış 40
Karye-i Kaşıkçı
Karye-i Selendi
Karye-i Kuzu 35
Karye-i Göbez 9
Karye-i Kayışçılar
Karye-i Beğobası
Karye-i Yerebusan
Karye-i Yemişli
Karye-i Karamustafalı
Karye-i Gülnos
Karye-i Bergele
Karye-i Seğirdem
Karye-i Korkud
Karye-i Kurcain
Cemaat-i Gökmusalı
Toplam
429
13
38
58
12
3
4
3
4
3
4
32
17
6
10
4
9
15
13
19
20
4
1 rub’
1
1 rub’
1
1 rub’
10,5
5,5
6
3 rub’
1 rub’
3
15
1
15
14
4
4
2
15
5
3
3
90
2
4
7
1
8
3
3
5
2
1
2
1
2
5
1
1
4
3
9
34
18
Kazâ-i Marmara’nın ahalisi vakf olan reayasından fazla hane-i avarız alınub yine cümlesin
tefrikiyle tahrir olunan reaya esamileridir ki zikr olunur.
Kasaba-i mezbureden Merhum Halime Hatun vakf-ı reayasından mahallatdan ve kuradan
altmış yedi nefer reaya bir def’a vakf tahrir olunmuş iken avarız defterine dahi tahrir olunmağla
yiğirmi iki ve rub’ haneleri idüb avarız defterinden ifrağ oluna deyu ferman olunmakda defterde
ifrağ olundu. Fi 2 rebîü’l-evvel sene 1057.
Nefs-i kaza-i Marmara gayri ez reaya-yı evkaf harice’z-defter (defter-i tahrir-i cedid)
Kaza-i Marmara’nın üç pare karyesi içün olan haric reayadır ki ale’l-esami zikr olunur.
İskân Yeri
Reaya
neferân
Hâne
Vakf-ı Reaya
hâne
4,5 rub’
Vakf-ı reaya
mükerrer
neferân53
7
2 rub’
El-baki haric
reaya
neferân
7
Mahalle-i Cami-i Cedid
14
Mahalle-i Sasa
21
7
5
Mahalle-i İsa Fakih
1,5 rub’
16
12
4
9
3
3
Mahalle-i Cami-i Kebir
(atik)
Mahalle-i Harcı Halil
18
6
7
2 rub’
11
14
6
2
8
Mahalle-i Çarık
34
4,5 rub’
1
11 rub’ 1
9
3
25
Mahalle-i İç Hisar
16
5 rub’ 1
7
2 rub’
9
Mahalle-i Küçük
12
4
7
2 rub’
5
53
Halime Hatun Vakfı reayası ve haneleridir.
430
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Karye-i Saz (gayi ez vakf)
12
4
2
0,5
10
Karye-i Kasablı (gayi ez vakf)
11
4
1 rub’
7
Karye-i Baran (gayi ez vakf)
10
3,5 rub’
1
3 rub’ 1
4
1 rub’
6
Toplam
174 54
58
67
21 rub’55
107 56
cem’’an neferan 513
Mücerredan neferan 90
Yekûn
Neferan 513
+ 090
603
yalnız beş yüz on üçdür.
yalnız doksandır.
Yekûn hane 201
1
El-baki
200
‘an karye-i … tarih fi 22 Mim sene 57
Hurrire’l-…. ve teâla esseyyid Mehmed el-kadı be-medine-i Bergama tahrir-i be-kazâMarmara …. El-imam ‘afa anhû
[Sayfa 29]
Vech-i meşruh üzere mahallinde zabt olunub suret-i defter virile
Kaza-i Marmara der liva-ı Saruhan haneha-ı avârız kazâ-i mezbure ber-mûceb-i defter-i hazine
Asl hane 180,5
İlhakat ‘‘an reaya ‘‘an haric-ez defter
kayd şud
Neferan
57
fi 100 5700
Reaya-yı
Reaya-yı
Reaye-yı
mütekaid
kalkan
Tavile
neferan 35
Neferan 1
Neferan 18
ber-mûceb-i tahrir cedid
Reaya-yı
Temürcü
neferan 3
Yekûn Hane 14,5
Fi 20 Mim sene 1057
Cem’’an hane 195
Ber-mûceb-i defter-i tahrir-i cedid maa haric reaya
neferan 603
beher 3 nefer fi 1 hane
Yekûn hane 201
ziyade hane 6
Kaza-i mezbure defter-i mevkufatda yüz seksen buçuk hane olub haliya tahrir-i cedide zam
olunan elli yedi nefer mütekaid ve tavile perakendesi reayasıyla yüz doksan beş hane olur.
Neferan toplamı 168, hâne 58 gösterilmiştir: BOA. Mad. 15545, s. 10.
Defterde 22 rub’ hâne yazmaktadır, BOA. Mad. 15545, s. 25
56 El-bâki neferân yekûnu defterde 101 olarak gösterilmiştir, BOA. Mad. 15545, s. 13.
54
55
431
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Müceddeden tahrir olunan altı yüz üç nefer reayanın her üç neferi bir hane üzere iki yüz bir hane
olub bu takdirce altı hane asl-ı maldan ziyade olmuş olur bu babda ferman sultanınındır.
[Sayfa 30]
Defter-i icmal reaya-yı kaza-i Marmara haneha-ı avarız kaza-i mezbure ber-mûceb-i defter-i
tahrir-i cedid Şeyh Mehmed Kadı-i Bergama el-muharrir ba emri şerif
Nefs-i kaza-i Marmara avarız reaya-yı evkaf haric-ez defter.57
Mahalle-i Cami-i Cedid
Mahalle-i Sasa
neferan 14 hane 4,5 rub’
Neferan 21
hane 7
Ba ferman-ı âli ifrağ ‘an
vakf-ı Halime Hatun fi 2
R sene 57
nefer 7 hane 2 rub’
El-baki hane 2,5 rub’ ba
ferman-ı âli fi 27 R
sene 1057
Mahalle-i İsa Fakih
Neferan 12
hane 4
Ba ferman-ı âli ifrağ ‘an
vakf-ı Halime Hatun
el-vaki fi 2 R sene 1057
neferan 5 hane 1,5 rub’
Ba ferman-ı âli ifrağ ‘an
reaya-yı vakf-ı Halime Hatun
fi 2 R sene 57
neferan 12 hane 4
El-baki hane 5 rub’ ba
ferman âli
fi 27 şevval sene 57
El-baki neferan 4 hane 1
ve rub’ Ba ferman âli fi
27 şevval sene 1057
4,5 rub’ + 7 + 4= 15,5
rub
Mahalle-i cami-i atik
Neferan 18 hane 6
Mahalle-i Harcı Halil
Neferan 14 hane 4,5 rub’
Mahalle-i Çarık
Neferan 34 hane 11 rub’
Ba ferman ifrağ ‘an vakfı Halime Hatun fi 2
rebiülahir sene 57
neferan 7 hane 2 rub’
Ba ferman ifrağ ‘an vakf-ı
Halime Hatun fi 2
rebiülahir sene 57
neferan 6 hane 2
Ba feman ifrağ ‘an vakf-ı
Halime Hatun fi 2 rebiülahir
sene 1057
neferan 9
hane 3
El-baki hane 3,5 rub’ ba
ferman âli fi 27
şevval sene 1057
El-baki hane 2,5 rub’
ba ferman âli fi
27 şevval sene 1057
El-baki hane silik ( 8 rub’)
ba ferman âli fi 27
şevval sene 1057
6+ 4,5 rub’ + 11 rub’=
22
57
Belgede her üç mahallede bir, üçünün toplam haneleri yazılmıştır. Kutucuk içinde belirtilmiştir.
432
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Mahalle-i iç hisar
Neferan 16 hane 5 rub’
Mahalle-i küçük
Neferan 12 hane 4
Ba ferman ifrağ ‘an vakf-ı
Halime Hatun fi 2 rebiülahir
sene 57
neferan 7 hane 2,5
Ba ferman ifrağ ‘an vakf-ı
Halime Hatun Fi
2 rebiülahir sene 1057
neferan 7 hane 2,5
El-baki hane 2,5 rub’
ba feman âli fi
27 şevval sene 1057
El …. Hane 5 hane 1,5
Karye-i Saz
haric ez-defter reaya
neferan 12 hane 4
İfrağ ‘‘an vakf-ı Halime
Hatun
Fi 2 rebiülahir sene 57
nefaran 2 hane 0,5
El-bâki hane 3,5 ba
ferman-ı âli fi 27 şevval
sene 1057
Yekûn hane
47
Ref-i şüd ‘‘an vakf-ı
Halime Hatun - 19 rub’
27,5 rub’
[Mahalleler
toplamı]:
5+ 4 rub’= + 9 rub’
yekun 47
ba ferman …. Fi 27
şevval sene 1057
Karye-i Kasablu
‘an reaya-yı harice’z- defter
Neferan 11 hane 3,5 rub’
Karye-i Baran
‘an reaya-yı harice’z-defter
Neferan 10 hane 3 rub’
İfrağ ‘‘an vakf-ı Halime
Hatun fi 2 rebiülahir sene 57
neferan 4 hane 1 rub’
İfrağ ‘an vakf-ı Halime Hatun
el-vaki fi 2 Rebiülahir sene 57
Neferan 4 hane 1 rub’
El-baki hane 2,5 ba
ferman-ı âli 27 şevval sene 1057
El-baki hane 2 ba ferman âli
Hane = 4 + 3,5 rub’ + 3
rub’=
11
Fi 27 şevval sene 1057
(metinde silik)
Karye –i Kösem kadim 2
Neferan 13
Reaya nefer 7
El-bâki Neferan 1
Tavile neferan 1
Perakende-i temürcü
nefer 2
Hane 4,5
Mütekaid reaya 2
Karye-i Gökçeli
kadim 6
Neferan 21
Hane 7
Karye-i Gervere kadim 5
Neferan 6 hane 2
Karye-i Dere kadim 3
Neferan 3 hane 1
Hane=
4,5+2+1= 7 rub’ 2
Karye-i Seldirek
kadim 4
Neferan 5
Hane 1,5 rub’
433
Karye-i Hamidili kadim 16
Neferan 18 hane 6,5
Hane=
7+1,5rub’+6,5=15rub’
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Karye-i Kömürcüler
perakende-i Temürcü
Neferan 13 hane 4 rub’
Karye-i Sada kadim 8
Neferan 6 hane 2 rub’
Hane=
4 rub’+ 2 rub’+ 9= 15
rub’ 2
Karye-i Keçiler kadim 1
Neferan 29
Mütekaid nefer 2
Reaya nefer 27
[Hane 9,5]
Karye-i Narcı kadim 3
Neferan 12
Reaya-ı mütekaid nefer
2 Reaya nefer 10
Hane 4
ba ferman ifrağ fi 22
muharrem sene 1057
hane 1
el-baki hane 3
(Sayfa 31)
Karye-i Kaşıkçı kadim 10
Neferan 38
Reaya neferan 23
Reaya mütekaid neferan 8
Hane 13
Karye-i selendi kadim 15
Neferan 58
Reaya neferan 47
Reaya-yı mütekaid neferan 3
Hane 19
Karye-i Kuzu kadim 20
Neferan 35
Reaya neferan 18
Reaya mütekaid neferan 5
Karye-i Kuyucak maa ömer
Neferan 27
tavil nefer 3
Reaya nefer 24
Hane 9
Karye-i Sayış kadim 15
Neferan 40
Mütekaid reaya neferan 2
Reaya neferan 38
Hane 13
Hane =
9,5+4+13= +26,5
Yekun hane:75,5 rub’
Mücerred neferan 4
Mücerred
neferan 7
Mücerred neferan
11
Hane 12
Karye-i Göbez kadim 4
Reaya neferan 9 Hane 3
Tavile neferan 3
Reaya-yı Temürcü
neferan 1
Reaya-yı Temürcü
neferan 1
Hane = 13+ 19+ 12+ 3=
47
Karye-i Kayışçılar
Reaya neferan 4
Hane 1 rub’
Karye-i Yerebusan Kadim 4
Neferan 4
Reaya neferan 3
Reaya-yı mütekaid neferan 1
Karye-i Yemişli kadim 4
Reaya Neferan 3
Hane 1
434
Hane 1 rub’
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Karye-i Beğobası
Neferan 3
reaya neferan 1
Reaya-yı mütekaid neferan 2
Hane 1
Hane =1rub’+1 rub’+1+1= 4,5
Karye-i Kara Mustafalı kadim 2
Nefer 4
Reaya neferan 2
Reaya-yı mütekaid neferan 2
Hane 1 rub’
Karye-i Gelenos Maa manastır vakf-ı sultan selim han kadim 13
Neferan 32
Reaya neferan 26
Tavile neferan 1
Reaya-yı mütekaid neferan 5
Hane 10,5
on buçuk hanedir.
Karye-i Bergele
kadim 5
Neferan 17
Reaya neferan 16
Mücerred neferan 1
Karye-i Seğirdem kadim 3
Neferan 6
reaya neferan 5
Tavile neferan 1 Hane 2
Hane 5,5
Hane =1 rub’+ 10,5+ 5,5+ 2= 19 rub’
Karye-i Korkud kadim 3
Neferan 10
Reaya neferan 7
Reaya-yı mütekaid neferan 2
mücerred Neferan 1
Karye-i Kurcain
Reaya neferan 4
Hane 1 rub’
Cemaat-i gök musalu ‘an taife-i tavilegan zamm-ı cedid
Neferan 9
Reaya neferan 5 Mükerrer Neferan 4
Hane 3
Hane 3 rub’
Hane= 3 rub’+ 1 rub’+ 3=+ 7,5
Yekun hane
78 rub’
Mahalle-i Sofular haric-ez-defter vakf-ı der nefs-i Marmara ba ferman-ı Ali
Fi 2 R sene 1057
Hane 5,5
‘‘an ref-i şüd ba ferman Fi 4 Şaban sene 1057
Kadimden muaf olmağla tahrirden sonra üzerlerine tahmil olunan beş buçuk hane eski
yerine kayd oluna deyu ferman olunmuşdur fi’t-tarihi’l mezbur.
Yekûn
Reaya neferan 519
−13__
Temürcü
506
Mütekaid
neferan 35
Reaya-yı tavile
neferan 18
Hane 6
435
Perakende-i Temürcü
neferan 3
+_13
16
Reaya-yı
Kalkan
Neferan 1
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Hane 5
Neferan 603
Cem’’an
Hane 47
+
suret-i dade fi 20 M sene 1057
75,5
rub’
78
rub’
201
-
1
ifrağ –ı mezbure karye-i Narcı
200
-
22
rub’ ‘‘an reaya-yı Halime Hatun bâ- ferman
177,5 rub’
-
35,5 rub’ ‘‘an vakf-ı Halime Hatun
142
(Sayfa 34)
Defter-i haneha-ı avârız kaza-i Marmara der liva-ı Saruhan ber-mûceb-i defter-i hazine-i
amire ‘an tahrir-i cedid olan Şeyh Mehmed kâdı-i Bergama el-muharrir.
Kaza-i Marmara gayri ez-reaya-yı evkaf haricez defter.
Neferân
Mahalle-i camii cedid tabii mezbur
14
Mahalle-i Sasa tabii mezbur
21
Mahalle-i İsa Fakih
12
Mahalle-i camii atik tabii mezbur
18
Mahalle-i Harcı Halil tabii mezbur
14
Mahalle-i Çarık tabii mezbur
34
Mahelle-i İç Hisar tabii mezbur
16
Mahalle-i Küçük tabii mezbur
12
Karye-i Saz tabii mezbur
12
Karye-i Kasablı tabii mezbur
11
Karye-i Baran tabii mezbur
10
Karye-i Kösem tabii mezbur
13
Karye-i Gervere tabii mezbur
6
[Sayfa 36]
Karye-i Dere tabii mezbur
3
Karye-i Gökçeli tabii mezbur
21
Karye-i Seldirek tabii mezbur
5
Karye-i Hamidli tabii mezbur
18
Karye-i Sada tabii mezbur
6
Karye-i Kömürcüler tabii mezbure
13
perakende-i Temürcü
Karye-i Kuyucak maa Ömer tabii
27
436
Hane
4,5 rub’
7
4
6
4,5 rub’
11 rub’
5 rub’
4
4
3,5 rub’
3 rub’
4,5
2
1
7
1,5 rub’
6,5
2 rub’
4 rub’
9
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
mezbur
Karye-i Keçiler tabii mezbur
Karye-i Narcı tabii mezbur
Karye-i Sayış tabii mezbur
Karye-i Kaşıkçı tabii mezbur
Karye-i Selendi tabii mezbur
Karye-i Kuzu tabii mezbur
Karye-i Göbez tabii mezbure
Karye-i Kayışçılar tabii mezbur
Karye-i Yerebusan tabii mezbur
[Sayafa 39]
Karye-i Beğobası tabii mezbur
Karye-i Yemişli tabii mezbur
Karye-i Kara Mustafalı tabii mezbure
Karye-i Gelenos maa’ Hızır’da vakf-ı
Sultan Selim Han tabii mezbur
Karye-i Bergele tabii mezbure
Karye-i Seğirdem tabii mezbure
Karye-i Korkud tabii mezbure
Karye-i Kurcain tabii mezbure
Cemaati-i Gök Musalu ‘an taife-i
tavilegan sahh-i cedid tabii
mezbur
[Sayfa 40]
Yekûn hane 200
yalnız iki yüz hanedir
29
12
40
38
58
35
9
4
4
9,5
4
13
13
19
12
3
1 rub’
1
3
3
4
32
1
1
1 rub’
10,5
17
6
10
4
9
5,5
2
3 rub’
1 rub’
3
Müceddeden emr-i şerif ile tahrir olunan defterin suretidir ki vech-i meşruh üzere
mevkufatdan hıfz olundu tahrir fi 4 Safer sene 1057
437
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
438
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
III. SELİM’İN FİKRÎ YAPISI
Çetin AKYURT **
III. Selim, Osmanlı Devleti’nin 28. hükümdarı olup, III. Mustafa’nın oğludur.
III. Selim 1789 yılından 1807 yılına kadar 18 yıl iktidar gücünü elinde tuttu.
III. Selim tahta çıktığı zaman devlette bir bozulmanın işaretleri ortaya çıkmaya başlamasına rağmen toprak itibarıyla dünyanın en büyük devleti vasfına sahipti.1
III. Mustafa devletin içine düştüğü buhranın farkındaydı. Bu hususta yapılması gerekenleri düşünmekte ve bunu oğlu ile paylaşmakta idi. Bu durum Selim’
in fikrî yapısının oluşmasına büyük katkı sağladığı bir gerçektir. Devletin gidişatındaki bozukluğun düzeltilmesinin ilk önce ordudan başlanması düşüncesi baba
ve oğlunun mutabakata vardığı ortak bir noktaydı.2
III. Selim daha veliaht iken hükümdarlık ile ilgili fikrini şu beyt ile ifade etmiştir:
Lâyık olursa cihanda bana taht-ı şevket
Eylemek mahz-ı safadır bana nâsa hizmet
Ayrıca birçok hatlarının sonunda “bu işlere halk da ne der?” cümlesi vardır.3
III. Selim iktidara gelmeden önce yapması gerekenleri düşünmüş ve günü
gününe ülkedeki hadiseleri takip etmiştir. Devleti yönetmeye başlayacağı zamana
kadar yapacağı işleri tasarlamış ve bunun alt yapısını oluşturmak amacıyla Fran
Bu yazı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi ev sahipliğinde, İstanbul’da 21-22 Mayıs 2012 tarihinde gerçekleştirilen Nizâm- ı Cedid Başlangıcının 220. Yılı Münasebetiyle Yenileşme Hareketleri Sempozyumu’nda sunulan bildirinin makale haline getirilmiş şeklidir.
**Yrd.
Doç. Dr., Artvin Çoruh Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü,
[email protected]
1 Enver Ziya Karal, Selim III.’ün Hat-tı Hümayunları-Nizam-ı Cedit- Ankara, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1988. s.1.
2 Enver Ziya Karal, Selim III.’ün Hatt-ı Humayunları, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1999, s.7.
3 Karal, 1988, a.g.e., s.147
439
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
sa Kralı XVI. Louis ile mektuplaşmaya başlamıştır. Bundaki bir hedefi de devlete
vermeyi tasarladığı siyasi pozisyonu belirlemekti.
Bu mektuplaşmaları I. Abdülhamid biliyordu ve hoşgörüyle karşılamıştı. 4 Bir
görüşte hükümdarın Selim’in mektuplarından haberdar olmadığı şeklindedir.5
Her ne olursa olsun bu teşebbüs büyük bir ehemmiyet arz etmektedir.
III. Selim devletin bozulan mekanizmasının onarılması hususunda Fransa ile
iyi münasebetlerin kurulması gerektiğine inanmaktaydı. Fransa Sefarethanesi ile
III. Selim arasındaki muharebeyi İshak Bey Avrupa’ya gidinceye kadar sağladı. 6
III. Selim’in Fransa Kralına ve Fransa Hariciye Nazırına gönderdiği mektupları
kendisi kaleme almıyordu; bunları yazan o dönemde amedcilik görevinde bulunan Ebubekir Ratip Efendi idi.7 Veliaht bu mektuplarının birinde Fransız dostluğuna olan güvenini belirttikten sonra, Rusya’yı düşman bildiğini ifade etmektedir.8 XVI. Louis, Selim’e verdiği cevapta, Fransız-Türk dostluğuna temas ettikten
sonra askerî başarılar için sağlam bir ordunun teşekkül etmesi gerektiğini belirtmekte idi. Yeniliklerde ilerleme yapmak için çalışmanın gerekliliğini ifade ediyordu.9 Bu yapılan uyarılara III. Selim sinirlense de, tahta çıktığında reformların
fikrî yapısının oluşumuna büyük katkı sağlamıştı.
Selim veliahtlık döneminde “topçuluk tekniğine dair” bir risale kaleme almıştır. Bu durum bile veliahttın çok yönlü bir insan olduğunu göstermektedir.
10
III. Selim, 7 Nisan 1789’da Osmanlı tahtına çıktığı vakit önceden planladığı
bir yeniliği gerçekleştirmiştir. Saray geleneklerine göre, Osmanlı padişahları kılınç kuşanmadan önce Cuma selamlığına çıkmazlarken, III. Selim farklı bir davranış ile ilk Cuma namazını kılmak üzere, Ayasofya camiine gelmiştir. 11
III. Selim devlet mekanizmasının iyi çalışması için, veliahtlık döneminden beri kendisine bağlılığını bildiği kişilere yeni görevler verdiği gibi, ulemâyı ve asİlber Ortaylı, Osmanlı Düşence Dünyası ve Tarih Yazımı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları,
2010. s.98.
5 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Selim III’ün Veliaht İken Fransa Kralı Lüi XVI İle Muharebeleri” Belleten,
c.II., 1938, s.202
6 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev.Metin Kıratlı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, s.39.
7 Uzunçarşılı, a.g.m., s.197.
8 Uzunçarşılı, a.g.m., s.211.
9 Uzunçarşılı, a.g.m., s.213-214.
10 Mehmed Esad, Mir’ât-ı Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn, İstanbul, 1312, s.30.
11 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilâtı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, s.200.
4
440
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kerleri taltif etti.12 Bu şekilde tasarladığı reformların uygulamasının daha şevkle
olacağı fikrindeydi. Ancak bu fikri uygulamada arzulanan neticeyi vermemiştir.
Devletin bünyesini tekrar sağlam yapıya kavuşturmak amacıyla, III. Selim
devlet ileri gelenlerini millete hizmet için teşvik etmekteydi. Bu düşünceden hareket ile devletin içinde bulunduğu durumu müzakere etmek ve neticesinde bir
nizam vermek için bizzat kendisinin başkanlık ettiği Meclis-i Meşveret’i toplantıya çağırdı. 13 Toplantıya yönetici sınıfa mensup iki yüzden fazla kişi katıldı. Bunlar arasında; kadılar, valiler, kâtipler ve müderrisler, askerî sınıf ve memurlar bulunmakta idi. İki gün boyunca katılımcılar fikirlerini beyan ettiler. Toplantıya katılanlardan problemlere ilişkin reform önerilerini rapor hâline getirmelerini istedi.
III. Selim, sunulacak önerileri dikkate alacağını ifade etti.14III. Selim’in, Osmanlı
Devleti’nin yönetiminde gelenek olan meşveret yöntemine ehemmiyet vermesi ve
bu yöntemi değerlendirmek istemesi bir ıslahat hareketidir.
III. Selim, Osmanlı Devleti’nin Avusturya ve Rusya ile harp yaptığı sıralar
ordunun hiçbir neticeye ulaşmadığını görmüştü. III. Selim Osmanlı Devleti’nin
idaresini eline geçirdiğinde, ıslahatı yalnız bir askerî ıslahat olarak hedeflememişti. Ancak ıslahata ordudan başlanması gerektiğinin farkındaydı. Devrinin “Nizam-ı Cedid” adını taşıyacak olan ıslahat hareketinin, sadece askerî ıslahata isim
olarak verilmiş olmasının nedeni askerî ıslahattan başlanması olabilir. Esasen
“Nizam-ı Cedid”, III. Selim’in cemiyet sahasında da yapmak istediği ıslahatın
tamamını ifade eder.15 Bunun içinde Avrupa’nın ilim, teknik ve tecrübelerinden
istifade yoluyla idarî, mülkî, askerî, ticarî, siyasî gibi geniş bir alan mevcuttu.
III. Selim, ıslahat hareketinin uygulamasına başlamadan önce de, tecrübe,
ilim ve tekniğinden faydalanmak istediği Avrupa’yı tahlil etmek ihtiyacı duymuş
idi. Bu amaçla, devrin ilim adamı Ebubekir Râtip Efendi’yi elçi olarak, Viyana’ya
gönderdi. Ratip Efendi yazdığı Sefaretnâme’sinde Avrupa devletlerinin müesseseleri hakkında açıklamada bulunduktan sonra, Avrupa devletlerinin ilerlemesini
değerlendirmiş ve Osmanlı Devleti’nin de ilerlemesi için gerekli şartları ortaya
koymuştu.16 Bundan başka III. Selim, ıslahatlara başlamadan evvel dönemin devlet adamlarının da fikirlerini öğrenmek istedi. Bundan gayesi sağlam bir düşünce
yapısı ile hareket etmek ve geniş bir katılımla ıslahat hareketini devlet politikası
A. Cevat Eren, “Selim III “ İslam Ansiklopedisi, c.X, İstanbul, Millî Eğitim Basımevi, 1977, s.442.
Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ankara, Birey ve Toplum Yayınları, 1985, s.169.
14 Stanford J.Shaw, Eski ve Yeni Ararsında Sultan III. Selim Yönetiminde Osmanlı İmparatorluğu,
İstanbul, Kapı Yayınları, 2008, s.98-100.
15 Karal, a.g.e.,1988,s.27.
16 Eren, a.g.m., s.448.
12
13
441
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
olarak uygulamak istemesidir. III. Selim, bu amaçla 1792 yılında dönemin devlet
adamlarından ülkenin askerî, iktisadî, siyasî, malî, dinî ve ilmî vaziyetiyle ilgili
yapılması gerekli hususlarda fikirlerini lâyihalarla belirtmelerini ferman buyurdu. Padişahın bu fermanı üzerine, başta sadrazam Koca Yusuf Paşa olmak üzere
yirmi iki devlet adamı lâyiha sundular. Bunlardan yirmisi Osmanlı, ikisi de Osmanlı Devleti’nin hizmetinde bulunan Avrupalı Hristiyan idi. 17
Lâyihaların sunulduğu sırada, Avusturya ile harp henüz sona ermişti. Rusya
ile de mütareke görüşmeleri devam etmekteydi. Bu bakımdan devlet adamları
harbin kuvvetli etkisi altında lâyihalarını hazırladılar. Bundan dolayı lâyihaların
ana temasını askerî alandaki ıslahat teşkil ediyordu. Bunları da üç grupta özetlemek mümkündür. Birinci grup, Yeniçeri Ocağı ve diğer ocakların, Kanunî Sultan
Süleyman dönemindeki kanunnâmelere göre düzenlenmesini istiyordu. İkinci
grup, Kanuni Sultan Süleyman kanunnâmeleri icabından diyerek Frenk talim ve
terbiye usulleri ve silahlarının kabul ettirilmesini teklif ediyorlardı. Üçüncü grup
ise, Yeniçeri Ocağının kaldırılması veya ıslah edilmesinin mümkün olmadığı fikriyle bu ocağın bir kenara bırakılarak Avrupa esaslarına göre yeni bir ordunun
teşkilini arzulamaktaydı.18
III. Selim bu görüşleri aldıktan sonra on kişiden oluşan bir heyet kurdu, başkanlığına devrin ilim adamlarından İsmet Bey’i getirdi. Bunlara ıslahat programı
hazırlamasını emretti. Heyetin hazırladığı program 72 madde idi. Program geniş
bir alanda ıslahat programını kapsıyordu. Neticede askerî alandaki ıslahat ile başladı.19
Devlet adamları, Yeniçeri Ocağı’nın dışında bağımsız bir asker ocağının
meydana getirilmesinin tehlike arz edeceği düşüncesiyle kabul etmediler. Bu düşünce “Nizam-ı Cedid” Bostancı Ocağına bağlı, bostancı tüfenkçisi ocağı şeklinde
tesis edildi.20 III. Selim’in işi çok zordu. Çünkü ıslahat teklifleri şiddetli bir muhalefet uyandırdı.21 III. Selim gerçekleştireceği askerî ve diğer reformlar için ekonomi alanında alınması gereken tedbirleri uygulamaya soktu. Malî kaynak yaratmanın bilincinde olarak “İrad-ı Cedid” adı altında yeni bir hazine kurdu. 22 Devlet
Engin Çağman, III. Selim’e Sunulan Islahat Lâyihaları, İstanbul, Kitabevi, 2010, s.XI. Ayrıca bkz.
Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İstanbul, İletişim Yayıncılık, 1996, s.164.
18 M.Tayyib Gökbilgin, “Nizam-ı Cedid”, İslam Ansiklopedisi, c.IX, İstanbul, Millî Eğitim Basımevi,
1964, s.311.
19 Eren, a.g.m,s.447. Ayrıca bkz.Yusuf Akçura, Osmanlı Devletinin Dağılma Devri, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 1988, s.157.
20 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c.V. Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, s.65.
21 Lewis, a.g.e.,s.59.
22 Carter V. Findley, Modern Türkiye Tarihi, Çev. Güneş Ayaş, İstanbul, Timaş Yayınları, 2011, s.33.
17
442
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
parasının korunması ile ilgili tedbirler aldı. Zahire Nazırlığı ihdas edilerek, zahire
toplama ve dağıtma işi vurguncu tüccarların elinden alındı.23 III.Selim tarafından
alınan bu ekonomik tedbirler hep devletin refahını artırma fikrinden kaynaklanmaktaydı.
III. Selim eğitim faaliyetlerine de önem vermekteydi. Kara ve deniz kuvvetleri için yetiştirilecek zabitlerin Avrupa’nın teknik ilminden yararlanmaları için
1794 tarihinde ilk Türk teknik okulu Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyunu açtı.24 Bu
durum III. Selim’in fikir olarak Batı teknolojisini bir an önce devlete kazandırmanın eğitimden geçtiğine inandığının kanıtı olarak ifade etmek mümkündür. Ayrıca III. Selim yeni bir tıp okulunun açılması arzusundaydı. Ülkesinin hekim ihtiyacını bir ölçüde de olsa karşılayabilmesi için bir Rum okulunda bir tıp şubesi açtırdı.25 III. Selim müderrislerin ehliyetli olmalarına ve imtihansız rüûs verilmemesi
hususunda hassasiyet göstermiştir.26 Ancak ıslahat teşebbüsleri ilmiye alanında
arzulanan neticeyi verememişti. Çünkü ulema, bozguncu ve yıkıcı kuvvetlerle
işbirliği yapmaktan çekinmemişti.27
Osmanlı Devleti’nin dış gelişmeler üzerine Prusya ile yaptığı ittifak çok
önemlidir.28 Çünkü Osmanlı Devleti yaptığı bu ittifak ile Avrupa devletlerinin
uygulamaları ile birbirleriyle olan ilişkilerini daha iyi yorumlamaya başlamıştır.
III. Selim bu şekilde devlete yeni bir siyasî anlayış getirmiştir.
III. Selim devrine kadar Osmanlı elçileri daimi ikamet elçisi değillerdi.29 Osmanlı Devleti, III. Selim ile birlikte yerleşik diplomatik temsilcilerden oluşan Avrupa diplomatik sistemini benimsemiştir. Bu şekilde Osmanlı diplomasisini Avrupa devletleri seviyesine taşımıştır. Osmanlı Devleti atadığı, elçileri “itibarlı”
kişilerden seçmiştir.30 Diplomasinin teşekkülü, III. Selim devrinde Osmanlı Devleti siyasal organizasyonundaki en önemli değişikliktir.31III. Selim ilk kez Londra
Eren, a.g.m.,s.448. Ayrıca bkz. Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi,
İstanbul, Alan Yayıncılık, 1986, s.156.
24 Eren, a.g.m.,s.447.
25 Esin Kâhya, Ondokuzuncu Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Tıp Eğitimi ve Türk Hekimleri,
Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 1997, s.4
26 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988, s.255.
27 Karal, a.g.e., s.131.
28 Shaw, a.g.e., s.60.
29 İlber Ortaylı, Osmanlı’da Milletler ve Diplomasi, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010
, s.238.
30 Maria Pia Pedani, ‘Osmanlı Padişahının Adına’ İstanbul’un Fethinden Girit Savaşı’na Venedik’
Gönderilen Osmanlılar, Çev. Elis Yıldırım, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2011, s.167.
31 Gülnihal Bozkurt, Batı Hukuku’nun Türkiye’de Benimsenmesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2010, s.43.
23
443
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
(1793), Viyana (1794), Berlin (1795) ve Paris’te daimî Osmanlı elçiliklerini kurmuştu.32 Ayrıca III. Selim önemli Akdeniz ticaret merkezlerinde konsolosluklar kurmak suretiyle, Osmanlı tüccarlarının Avrupalılarla olan rekabet ortamını geliştirmeye önem verdi.33 III. Selim özellikle elçiler vasıtasıyla Avrupa devletlerinin
siyasî yapılanmasını saptadığı gibi buna göre dış politikayı belirlediğini söylemek
mümkündür.
III. Selim memleketin imar edilmesi fikrindeydi. Bu bakımdan birçok yeni binalar yaptırdığı gibi, eski eserlerin onarılmasına büyük önem vermişti. 34
III. Selim tahta çıktığı zaman içinde bulunduğu şartlar XVIII. asırdaki padişahların hepsinden farklı idi. III. Selim’in dönemine göre gayet cesur hedefleri
vardı. Bu hedefler, özellikle yeniçerilerin kaldırılmasını ve Avrupa medeniyetine
dâhil olmak üzere tesis edilmişti.
Selim veliaht iken devlet için yapılması gereken her alandaki reformların fikrî
alt yapısının temellerini oluşturmuştu. Buna karşılık iktidara geldiğinde yine de
toplum önderlerinin fikirlerini değerlendirdi. Bundan amaç ıslahatları geniş bir
katılımcı kadro ile gerçekleştirmek istediği kesindir. III. Selim yapmayı düşündüğü ıslahatları gerçekleştirmek için iyi niyetli olduğu şüphesizdir.
III. Selim, döneminde, yeni kurumların, uygulamaların ve fikirlerin oluşmasına büyük bir katkı sağladı. Osmanlı Devleti’nin geleneksel kurumlardaki bozulmanın devletin geri kalma sebebi olduğunun bilinci içindeydi. Bunun için Avrupa’da teşekkül eden, siyasî, ekonomik ve sosyal yapılanmanın farkında olarak
devlet mekanizmasına yön vermeye çalıştığını söylemek mümkündür. Askerî
amaçlarla yabancı dil ve tekniklerle eğitim alan Osmanlılar, Avrupa fikriyatını
anlama ve değerlendirme yoluna gittiler. Bu durum daha sonraki dönemde yöneticilerin ıslahatları için büyük bir kazanç teşkil etti.
III. Selim iktidar olduğunda askerî teşkilatın içinde bulunduğu düzensizliği
önlemek ve bir şekilde de darbeleri bertaraf etmek gayesiyle ıslahata askerî yapılanmadan başlamıştı. Ancak 1808’de çıkar gruplarının çıkardığı karışıklık sonucu
bir darbe ile katledilmiştir.
Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev.Yasemin Saner, İstanbul, İletişim Yayınları,
2011, s.46.
33 Zürcher, a.g.e., s.52
34 Eren, a.g.m., s.437.
32
444
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
III. Selim reformlarını geniş halk kitlelerine tam anlamıyla anlatamaması sonucu, hareketinin tabansız kaldığını ifade etmek gerekir. III. Selim Osmanlı reform asrını başlatan bir kişi olarak kendisinden sonra gelen padişahlara da her
konuda yeni fikirler kazandırdığını ifade edebiliriz.
445
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
AKÇURA Yusuf, Osmanlı Devletinin Dağılma Devri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988.
BOZKURT Gülnihal, Batı Hukuku’nun Türkiye’de Benimsenmesi, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 2010.
CEZAR Yavuz, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1986.
ÇAĞMAN Engin, III. Selim’e Sunulan Islahat Lâyihaları, İstanbul, Kitabevi, 2010.
EREN A. Cevat, “Selim III “ İslam Ansiklopedisi, C.X, İstanbul, Millî Eğitim Basımevi,
1977, s.441-457.
ESAD Mehmed, Mir’ât-ı Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn, İstanbul, 1312.
FİNDLEY Carter V., Modern Türkiye Tarihi, Çev. Güneş Ayaş, İstanbul, Timaş Yayınları, 2011.
GÖKBİLGİN M.Tayyib, “Nizam-ı Cedid”, İslam Ansiklopedisi, c.IX, İstanbul, Millî
Eğitim Basımevi, 1964, s.309-318.
KÂHYA Esin, Ondokuzuncu Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Tıp Eğitimi ve
Türk Hekimleri, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 1997.
KARAL Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.V. Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
1988.
KARAL Enver Ziya, Selim III.’ün Hatt-ı Humayunları, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1999.
KARAL Enver Ziya, Selim III.’ün Hat-tı Hümayunları-Nizam-ı Cedit- Ankara, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, 1988.
LEWİS Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev.Metin Kıratlı, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 1988.
MARDİN Şerif, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İstanbul, İletişim Yayıncılık,
1996.
MUMCU Ahmet, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ankara, Birey ve Toplum Yayınları, 1985.
ORTAYLI İlber, Osmanlı Düşünce Dünyası ve Tarih Yazımı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2010.
ORTAYLI İlber, Osmanlı’da Milletler ve Diplomasi, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.
PEDANİ Maria Pia, ‘Osmanlı Padişahının Adına’ İstanbul’un Fethinden Girit Savaşı’na Venedik’e Gönderilen Osmanlılar, Çev. Elis Yıldırım, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 2011.
SHAW Stanford J., Eski ve Yeni Ararsında Sultan III. Selim Yönetiminde Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul, Kapı Yayınları, 2008.
UZUNÇARŞILI İsmail Hakkı, “Selim III’ün Veliaht İken Fransa Kralı Lüi XVI İle Muharebeleri” Belleten, C.II., 1938, s.191-246.
UZUNÇARŞILI İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988.
UZUNÇARŞILI İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilâtı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988.
446
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ZÜRCHER Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev.Yasemin Saner, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2011.
447
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
448
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
XIX. YÜZYILIN SONLARINDA ALÂİYELİ MEMURLARIN
SOSYO-EKONOMİK DURUMLARI
Selim Hilmi ÖZKAN *
GİRİŞ
Osmanlı Devleti tarihte kurulan devletler içerisinde istisna bir yere sahiptir.
Bunda Osmanlı Devleti’nin oluşturduğu kurum ve müesseseler ile birlikte
kurulduğu coğrafya, zaman ve mekân sınırları içerisinde emsallerine ve
kendinden önce kurulan devletlere nazaran daha farklı olması etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin Marmara havzasında başlayan genişleme ve fetih süreci 1683
Viyana kuşatmasına kadar kesintisiz devam etmiştir. Viyana kuşatması sonrası
ise devlet bir taraftan daralma sürecine girerken bir taraftan da egemen olduğu
coğrafyanın bir anda boşalmaması için çok büyük bir mücadele vermiştir. 1683
yılından imparatorluğun sona erdiği 1922 yılına kadar geçen 239 yıllık bu
mücadele devresinde birçok reform ve yenileşme hareketleri yapılarak
imparatorluğun izleri kalıcı hale getirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemin sonlarına
doğru yapılan en önemli reformlardan birisi de memurlarla ilgili
düzenlemelerdir. Bu düzenlemeler çerçevesinde XIX. yüzyılın sonlarına doğru,
yani II. Abdülhamit döneminde yaklaşık olarak 35 bin memur istihdam edildi. Bu
durumun bir sonucu devlet idaresinde de kurumsallaşma ve bürokrasi ön plana
çıktı. Bu sayede devlet idaresi daha fazla merkeziyetçi bir görünüm kazanması ile
birlikte memur istihdamı konusunda bir takım köklü değişiklikler de yapıldı. Bu
değişikliklerden biri de memurların tercüme-i hâli niteliğindeki sicil kayıtlarının
tutulmasıdır. Bu amaçla 6 Şubat 1879’da Sicill-i ahvâl Komisyonu kuruldu.
Kurulan bu komisyon Arif Paşa’nın Cağaloğlu’ndaki konağında toplanarak işe
başladı. Gerekli kanuni düzenlemeler yapıldıktan sonra komisyonun masrafları
için ödenek ayrıldı. Bastırılan Tercüme-i hal varakalarının nasıl doldurulacağı
konusunda komisyon bilgilendirildi. Sicill-i ahvâl komisyonu şer’iyye, askeriye
ve zaptiye personeli dışında kalan dâhiliye, mülkiye, adliye ve maliyede görevli
vekiller, vezirler ve diğer memurların doğru ve ayrıntılı biyografik sicillerini
tuttu. Ahmed Cevad Paşa’nın sadareti sırasında 8 Temmuz 1894 tarihinde, Sicill-i
*
Doç. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi,
[email protected].
449
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ahvâl komisyonunun bağımsız şekilde hareket etmesi ve daimi olması için
ferman çıkarılmıştır1.
Komisyon, 1896’da Memûrîn-i Mülkiye Komisyonu’na dönüştürüldü. Bu
komisyon, 1908’den sonra Sicill-i Ahvâl İdaresi adı altında Osmanlı Devleti’nin
yıkılışına kadar varlığını sürdürmüştür. Komisyon çalışmaları sonucunda 201
adet defterde 92.137 devlet memurunun bilgileri Sicill-i Ahvâl Defterlerine
kaydedilerek her memura birer sicil belgesi tanzim edilmiştir. Ancak bu sayının
gerçeği yansıtmadığı düşünülmektedir. Çünkü memurların defterlerde farklı
isimlerle mükerrer kaydedildikleri, ya da başka bir sayfaya yapılan zeyillerin de
bu sayıya dâhil edildiği düşünüldüğü zaman bu sayının yaklaşık 52.000 civarında
olduğu tahmin edilmektedir2.
Memurlar tarafından doldurulan ve ilgili birimler tarafından da onaylanan
bu sicil kayıtlarında memurun adı ve unvanı, doğum tarihi ve yeri, baba adı,
babasının mesleği ve mensup olduğu sülale, etnik kökeni, eğitim durumu, bildiği
yabancı diller, göreve başlayış ve ayrılış tarihleri, görev yeri ve görev yaptığı
yerler, ayrıca görev yaptığı birimler, görevinden istifa ya da görevden alınma
sebepleri, liyakat ve ehliyet durumu, memuriyeti boyunca aldığı maaşlar, aldığı
terfiler ve ödüller, haklarında yapılan inceleme ve soruşturmalarla ilgili daha
birçok bilgileri bu defterlerde bulmak mümkündür 3.
1. Alâiye’li Memurların Doğum Tarihleri ve Aile Durumları
Sicill-i Ahvâl Defterlerine kayıtlı 92.1374 memur içerisinde, Osmanlı merkez
ve taşra teşkilatında Alâiye doğumlu 43 memur görev yapmıştır. Sicil kayıtlarını
incelediğimiz bu 43 memurun doğum tarihleri 1829 ile 1890 arasında
değişmektedir. Memurlardan Mehmed Kamil Efendi, Ahmed Selahaddin Efendi
ve Fahreddin Efendi İstanbul; Ahmed Tevfik Efendi Konya; Mehmed Eşref
Efendi Rodos; Mehmed Zahid Efendi’de Akseki doğumludur. Diğer memurlar
Alâiye merkez ve köylerinde dünyaya gelmişlerdir. Memurlardan sadece Samuel
Efendi Musevi milletindendir. Diğerlerinin milleti ve etnik kökeni hakkında bir
Atila Çetin, “Sicill-i Ahvâl Defterleri ve Dosyaları”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Haziran, 1992, s. 35,
36.
2 Kemal Daşcıoğlu, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Buldanlı Memurlar”, Buldan Sempozyumu, 23-24
Kasım, 2006, s. 562.
3 Gülden Sarıyıldız, Sicill-i Ahvâl Komisyonu´nun Kuruluşu ve İşlevi (1879- 1909), Der Yayınları, İstanbul,
2004, s. 8- 17; Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. III, İstanbul,
1993, s. 210; Ayhan Yüksel, Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Döneminde Tirebolulu Memurlar
(1879-1909), İstanbul, 2004, s. 28.
4 Bu rakamın 52.000 civarında olduğunu daha önce izah etmiştik.
1
450
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bilgi olmadığı için hepsini Türk ve Müslüman olarak kabul etmekteyiz.
Memurlardan etnik ve dinsel kökenleri ile ilgili bir bilgi istenmemiştir. Bazı
memurlar bu bilgileri kendiliğinden vermişlerdir. Etnik ve dinsel kökeni
Müslüman olmayan memurların adları bu konuda bilgi vermektedir. Müslüman
olanların adlarından yola çıkarak böyle bir sonuca varmak ta zordur.
Doğum tarihlerine göre değerlendirecek olursak ilk memur Müderris
Mustafa Efendi’nin oğlu İbrahim Edhem Efendi, son memur ise yine büyük bir
tevafuk olmalı ki Osman Efendi’nin oğlu İbrahim Edhem Efendi’dir. Alâiye’li
kırk üç memurdan yirmi tanesinin baba mesleği ile ilgili herhangi bir kayıt
yoktur. Mesleği kayıt edilen memurların babalarına ait meslek grupları ise şu
şekildedir. Memurlardan beş tanesinin babası müderris ve eğitimci, dört
tanesinin esnaf ve tüccar, üç tanesinin kadı veya mahkeme azası, dört tanesinin
askeri sınıf, iki tanesinin kâtip, üç tanesinin naip, bir tanesinin şeyh ve bir
tanesinin babası da posta ve telgraf müdürü olarak görev yapmıştır. Memurların
sicil dosyaları memurların göreve başlamalarından çok sonra yani 1879 yılında
tutulmaya başladığı için son birkaç memur hariç diğer memurların tamamının
babası kayıtlara vefat etmiş olarak geçmiştir.
Memurları babalarının lakapları genellikle “ağa” ve “efendi” olarak kayıtlara
geçmiştir. Sadece Abdullah Nâfiz Bey’in babası “Paşa” olarak kayıtlıdır. Bu
duruma göre memurlardan otuzunun baba unvanı efendi, on ikisinin ağa, birinin
ise paşadır. Alâiye’li memurlardan bazılarının babaları sülale isimleri ile
anılmışlardır. Bu sülale isimleri ise şunlardır. Gümüş Efendizâde, Reyhanzâde ve
Recepzâde’dir. Sicil kayıtlarındaki bilgilerden memurların genellikle orta sınıf
kimselerin çocukları oldukları anlaşılmaktadır.
Memurların isimlerine baktığımız zaman bunlarda da ilginç sonuçlar ortaya
çıkmaktadır. 43 memurdan 36’sının ismi çift isimlidir. Bu memurların baba
isimlerine baktığımız zaman ise on beş tanesi çift isimlidir. Memurlar ve
babalarının isimleri arasında en çok kullanılan isimler, Mehmed, Ali, Mustafa,
Hasan, Hüseyin Abdullah gibi isimlerdir.
Tablo 1: Memurların Doğum Tarihleri ve Aile Durumları
S.N
Memurun Adı
1
2
3
4
İbrahim Edhem Efendi
Mustafa Efendi
Mehmed Rami Efendi
Mustafa Efendi
Doğ.
Tarihi
1829
1832
1834
1834
Babasının Adı
Mustafa Efendi
Ali Efendi
Ali Ağa
Hacı Mehmed Ağa
451
Babasının
Mesleği
Müderris
Manifaturacı
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
5
6
Mehmed Kamil Efendi
Mehmed Tevfik Efendi
1836
1838
Mehmed Efendi
Hüseyin Efendi
7
Mehmed Arif Efendi
1840
Hacı Fahreddin Efendi
8
Abdullah Nâfiz Bey
1841
Hüseyin Paşa
9
10
Mehmed Efendi
Mahmud Agâh Efendi
1845
1846
11
Ali Ata Efendi
1846
12
Abdülkerim Şevki Efendi
1847
13
Hasan Hakkı Efendi
1848
14
15
Veli Sabri Efendi
Ahmed Vehbi Efendi
1850
1850
Hüseyin Ağa
İsmail Hakkı Efendi
Gümüş Efendizâde Ali Rıza
Efendi
Ahmed Efendi
Reyhanzâde Mustafa Şifa
Efendi
Mehmed Pertev Efendi
Hacı Hüseyin Ağa
16
Mehmed Fahreddin Ef.
1853
Mustafa Ağa
17
Ali Şevki Efendi
1854
Abdülkerim Ağa
18
Süleyman Efendi
1854
Ali Efendi
19
20
Süleyman Sırrı Efendi
Mehmed Seyyid Efendi
1854
1854
Ali Ağa
Hasan Efendi
21
Mehmed Sadık Efendi
1858
Ali Rıza Efendi
22
Süleyman Efendi
1860
Hasan Efendi
23
Ahmed Selahaddin Ef.
1860
Mehmed Arif Efendi
24
Hasan Hüsnü Efendi
1860
Hüseyin Ağa
25
Abdullah Arif Efendi
1861
Ali Efendi
Nakşi Şeyhi
26
Mehmed Emin Efendi
1861
Zühdü Efendi
Ereğli
Naibi
27
Mehmed Fevzi Efendi
1862
Ali Rıza Efendi
28
Veli Şevki Efendi
1864
Mehmed Tevfik Ağa
29
Mustafa Tosun Efendi
1864
İnceoğlu Mustafa Ağa
Alâiye
Rüsumat
Kolcusu
30
Fahreddin Efendi
1868
Abdullah Fehmi Efendi
Fatih Dersiamı
31
Mehmed Esad Efendi
1870
Hacı Hüseyin Efendi
32
Ahmed Tevfik Efendi
1872
Abdülkadir Zühdü Efendi
Ermenek Naibi
Konya İstinaf
Mahkemesi
Azası
33
34
35
36
Ahmet Talat Efendi
Ahmed Rüşdü Efendi
Hüseyin Hüsnü Efendi
Mehmed Eşref Efendi
1872
1873
1873
1876
Hacı Nuri Efendi
Kerim Ağa
Mustafa Efendi
Hacı Mustafa Efendi
452
Kadı
Ordu-yu
Hümayun
Yoklamacısı
Yeğen Mehmed
Paşa'nın Ahfadı
Kadı
Kâtip
Müderris
Kereste Tüccarı
Tersane-i
Amire Meydan
Kalfacısı
Tüccar
Alâiye Tahrirat
Başkâtibi
Müderris
Kayseri Naibi
Eski
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
37
38
Samuel Efendi
Ali Nâfiz Bey
1877
1877
Boher Efendi
Recepzâde Ali Ağa
39
Mehmed Rüşdü Efendi
1878
İbrahim Efendi
40
Abdurrahman Fehmi Efendi
1878
Yahya Hulusi Efendi
41
42
43
Mehmed Zahid Efendi
Ahmed Nazif Efendi
İbrahim Edhem Efendi
1881
1885
1890
Hacı Mehmed Rıfat Ef.
Mehmed Talat Efendi
Osman Efendi
Asacı
Alâiye Posta ve
Telgraf
Müdürü
Mekteb-i
Rüşdiye
Muallimi
2. Alâiye’li Memurların Eğitim Durumları
Memurların sicil dosyalarında onların eğitim durumları ile ilgili bilgiler de
bulunmaktadır. Osmanlı merkez ve taşra teşkilatında görev alan Alâiyeli
memurların tamamı ilköğrenimlerini dönemin ilkokulu/ilköğretimi olarak
adlandırılan sıbyân5(mahalle) / ibtidâî6 mekteplerinde tamamlamışlardır. Bu
mekteplerde memurların aldıkları eğitime baktığımız zaman genellikle ilk dini
bilgilerdir. Bu bilgiler belgelerde “esas-ı İslâmiyet olan mukaddime-i ulûm-ı diniye”,
“mebâdi-i ulûm-ı diniye” şeklinde yansımıştır.
Alâiye’li memurlar bir sıbyân mektebini bitirdikten sonra hemen hemen
tamamı bir üst eğitim kurumuna devam etmiştir. Sadece Süleyman Efendi 7
sıbyân mektebinden sonra bir üst eğitim kurumuna devam etmemiştir. Diğer
memurlar orta öğretim derecesindeki rüşdiye, medrese ve uzmanlık gerektiren
başka bir eğitim kurumuna devam etmiştir. Mesela memurlardan Mahmud Agâh
Efendi8 ve Ali Ata Efendi9 medrese eğitimlerinden sonra mülkiyeye de devam
etmişlerdir. Hasan Hakkı Efendi10 Konya ve Mısır el-Ezher’de ilave eğitim
almıştır. Mehmed Seyyid Efendi11, Mehmed Sadık Efendi12 ve Ahmed Selahaddin
Efendi13 dönemin modern anlamda hukuk adamlarının yetiştirildiği Mekteb-i
Beş altı yaşlarındaki çocuklara eğitim vermek amacı ile her mahallede, genelde camilere bitişik
olarak açılan eğitim kurumlarına verilen addır.
6 Sıbyan mekteplerinin yanı sıra daha modern olarak tasarlanmış okullara verilen addır.
7 BOA, DH.SAİD.d, 9/933.
8 BOA, DH.SAİD.d, 3/380.
9 BOA, DH.SAİD.d, 4/830.
10 BOA, DH.SAİD.d, 93/489.
11 BOA, DH.SAİD.d, 55/401.
12 BOA, DH.SAİD.d, 141/107.
13 BOA, DH.SAİD.d, 26/193.
5
453
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Nüvvâb’a14 devam etmişlerdir. Memurlardan Fahreddin Efendi tıp eğitimi
almıştır15. Musevi milletinden olan Samuel Efendi’de hukuk eğitimi almıştır16.
Memurların bazılarının eğitimlerinin tamamını veya bir kısmını Alâiye
dışında devam ettiklerini görmekteyiz. Mesela Ali Ata Efendi, Veli Sabri Efendi,
Mehmed Seyyid Efendi, Mehmed Sadik Efendi, Ahmed Selahaddin Efendi,
Fahreddin Efendi, Mehmed Esad Efendi, Ahmet Talat Efendi, Mehmed Zahid
Efendi ve Ahmed Nazif Efendi eğitimlerini İstanbul’da tamamlamışlardır. Hasan
Hakkı Efendi eğitimini Mısır ve Konya’da; Ahmed Nazif Efendi Konya’da;
Mehmed Eşref Efendi ile Samuel Efendi Rodos’ta tamamlamışlardır.
Memurlardan Mehmed Kamil Efendi, Mehmed Arif Efendi, Abdullah Nâfiz
Efendi, Ali Şevki Efendi, Mehmed Sadık Efendi ve Ahmed Selahaddin Efendi
hususi hocalardan da çeşitli dersler almışlardır.
Sicil dosyalarında memurların başarı ve başarısızlık durumları ile ilgili
bilgiler de bulunmaktadır. Bunlardan Mahmud Agâh Efendi mülkiyede mertebe-i
ûla ile Ahmed Rüşdi Efendi’de rüşdiyeden orta derece ile şahadetname almıştır.
Samuel Efendi’de hukuk mektebinden âlâ dereceyle mezun olmuştur. Mehmed
Zahid Efendi mülkiyeden âlâ dereceye yakın şahadetname almıştır. Ahmed Nazif
Efendi Konya idadi mülkiyeden aliyy’ül âlâ derece ile mezun olmuştur.
Memurlardan Mehmed Fahreddin Efendi ise rüşdiyeye devam etmiş fakat
buradan diploma alamamıştır. Mehmed Esad Efendi de İstanbul İdadisinde 3.
sınıfa kadar okumuş fakat sene sonu sınavlarında başarısız olduğu için okuldan
tasdikname ile ayrılmıştır.
Sıbyân mektebinden sonra medrese eğitimine devam eden memurlar
medresede geleneksel eğitim olarak adlandırılan “ulûm-ı âliye” yani Arapça (Sarf
ve Nahiv, Molla Cami’), Farsça, Şerh-i Akaid dersleriyle İlm-i Hesap, Gülistan
kitaplarını tahsili ile birlikte rik’a yazısını öğrenmişlerdir. Okullardan mezun olan
memurların Türkçenin dışında bildikleri diller de belgelerde bulunmaktadır. Bu
durum için “Arabî ve Farisî’ye aşina”, “Arabî ve Farisî tekellüm ve kitâbet eder.”
ifadeleri kullanılmaktadır. Tüm memurların Türkçe bildiğini varsaysak da sicil
Tanzimat döneminde ortaya çıkan hukuki bazı sorunlarla ilgili ikiliği ortadan kaldırmak ve bu
alandaki sorunları çözmek için kadı ve naip yetiştirmek için açılan yeni bir medrese türüdür.
Modern anlamda Hukuk Fakültesi de denebilir. İlk olarak Muallimhâne-i Nüvvâb adı ile 1854
tarihinde açılmıştır. İsmi 1884 tarihinden itibaren de Mekteb-i Nüvvâb olarak anılmaya
başlamıştır
15 BOA, DH.SAİD.d, 72/413.
16 BOA, DH.SAİD.d, 166/431.
14
454
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kayıtlarında Türkçe okuyup yazabilmektedir. Türkçe okuyabilmektedir. Türkçe
yazabilmektedir şeklinde her memur için farklı farklı ifadeler kullanılmıştır.
İncelemiş olduğumuz 43 memurdan 6 tanesi en az bir yabancı dil
bilmektedir. Bu memurlardan üç tanesi de iki yabancı dil bilmektedir.
Memurların bildikleri yabancı diller Arapça, Farsça, Fransızca ve İspanyolcadır.
Bilhassa hariciyeden çalışan memurların Fransızca bilmeleri gerekmekteydi.
Sicillerdeki bilgilerden yola çıkarak bu dilleri ne derece kullanabildiklerin
ortaya koymak biraz zordur. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi “tekellüm” eder,
“aşina” gibi bazı ifadeler ile memurların dil üzerindeki hâkimiyeti konusunda
bazı ipuçları yakalayabiliyoruz.
Tablo 2: Memurların Eğitim Durum Tablosu
B.
Dil
Memurun Adı
Gittiği Okullar
1
2
İbrahim Edhem Efendi
Mustafa Efendi
Sıbyan
Sıbyan
Medrese
Medrese
3
Mehmed Rami Efendi
Sıbyan
Medrese
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
Mustafa Efendi
Mehmed Kamil Efendi
Mehmed Tevfik Efendi
Mehmed Arif Efendi
Abdullah Nâfiz Bey
Mehmed Efendi
Mahmud Agâh Efendi
Ali Ata Efendi
Abdülkerim Şevki Ef.
Hasan Hakkı Efendi
Veli Sabri Efendi
Ahmed Vehbi Efendi
Mehmed Fahreddin Ef.
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Medrese
Özel Ders
Medrese
Özel Ders
Özel Ders
Rüşdiye
Medrese
Medrese
Rüşdiye
Medrese
Medrese
Rüşdiye
Rüşdiye
17
Ali Şevki Efendi
Sıbyan
Özel Ders
18
19
Süleyman Efendi
Süleyman Sırrı Efendi
Sıbyan
Sıbyan
Rüşdiye
Rüşdiye
20
Mehmed Seyyid Efendi
Sıbyan
Medrese
21
Mehmed Sadık Efendi
İbtida-i
Özel Ders
22
Süleyman Efendi
Sıbyan
23
Ahmed Selahaddin Efendi
Sıbyan
Özel Ders
Mekteb-i
Nüvvâb
24
Hasan Hüsnü Efendi
Sıbyan
Rüşdiye
Medrese
455
Yabancı
Mülkiye
Mülkiye
Ezher
Mülkiye
Mülkiye
Arapça, Fars.
Arapça, Fars.
Mekteb-i
Nüvvâb
Mekteb-i
Nüvvâb
Arapça-Aşina
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
25
Abdullah Arif Efendi
İbtida-i
Rüşdiye
26
Mehmed Emin Efendi
Sıbyan
Rüşdiye
27
Mehmed Fevzi Efendi
İbtida-i
Rüşdiye
28
Veli Şevki Efendi
Sıbyan
Rüşdiye
29
Mustafa Tosun Efendi
Sıbyan
Rüşdiye
30
31
32
33
Fahreddin Efendi
Mehmed Esad Efendi
Ahmed Tevfik Efendi
Ahmet Talat Efendi
Sıbyan
Mahalle
Sıbyan
Sıbyan
Rüşdiye(As)
Medrese
Medrese
Rüşdiye
Tıbbıye
İdadi
34
Ahmed Rüşdü Efendi
Sıbyan
Rüşdiye
Medrese
35
Hüseyin Hüsnü Efendi
Sıbyan
Rüşdiye
36
Mehmed Eşref Efendi
Sıbyan
Medrese
37
Samuel Efendi
Sıbyan
İdadi
38
Ali Nâfiz Bey
Sıbyan
Rüşdiye
39
Mehmed Rüşdü Efendi
Sıbyan
Rüşdiye
40
41
42
Abdurrahman Fehmi Ef.
Mehmed Zahid Efendi
Ahmed Nazif Efendi
Sıbyan
Sıbyan
Sıbyan
Rüşdiye
Rüşdiye(As)
İdadi(Mülk)
43
İbrahim Edhem Efendi
Sıbyan
Dar'ül Şifa
Medrese
Hukuk
Fransızca
Fransızcaİspanyolca(A)
Medrese
İdadi(M)
Fransızca
3. Memurların Görev Durumları ve Görev Yerleri
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine doğru II. Abdülhamit ile birlikte
Osmanlı bürokrasisinde memur sayısındaki artış dikkat çekicidir. Sayısal artışla
birlikte memurların işe alınması da belli kurallara bağlanmaya çalışılmıştır. Bu
kurallar hakkında sicillerde çok fazla bilgi olmamakla birlikte II. Abdülhamit
döneminde uygulamaya konulan imtihan ile işe alma işlemi uygulamaya
çalışılmıştır.
Sicil kayıtlarında memurların işe girişleri ile ilgili bilgiler olmamakla birlikte
bir kısmı mülâzemet ile işe başlamıştır. Memurlar işe giriş yaşlarına baktığımız
zaman belli bir standardı görmek çok zordur. Çünkü 43 memurun işe giriş yaşları
14 ile 39 yaş arasında değişiklik göstermektedir. Sicil kayıtlarındaki bilgilere göre
memurlardan bir tanesi 14, üç tanesi 15, iki tanesi 16, yine iki tanesi 17, beş tanesi
18, bir tanesi 19, dört tanesi 20, bir tanesi 21, yine bir tanesi 22, iki tanesi 23, dört
tanesi 24, üç tanesi 25, yine üç tanesi 26, bir tanesi 27, iki tanesi 28, iki tanesi 30,
birer kişi 32, 33, 35, 36, 38 ve 39 yaşlarında işe girmişlerdir. En genç olarak 14
yaşında işe giren memur Abdurrahman Fehmi Efendidir. O, mülâzemet ile
Alâiye tahrirat kaleminde işe başlamış ve maaşı bir yıl sonra 170 kuruş olmuştur.
456
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
En yaşlı işe giren ise Mustafa Efendidir. Mustafa Efendi 39 yaşında olduğu halde
25 Ekim 1871 tarihinde 110 kuruş maaş ile Düşenbe Nâhiyesi Sandık Kitabeti
Müdüriyetine tayin edilmiştir. 24 Şubat 1874 tarihinde de 190 kuruş maaş ile
İzmir Rüsumat Nezaretine mülhak Manavgat Rüsumat Kitabetine tayin
olmuştur. 30 Mayıs 1879 tarihinde de 200 kuruş maaş ile Manavgat Rüsumat
Memuriyetine nakil edilmiştir. 14 Mart 1883 tarihinde maaşı 300 kuruşa
çıkarılmıştır17.
Alâiyeli memurların işe başladıkları yerlere baktığımız zaman bu yerlerde
çeşitlilik göstermektedir. Bunlardan yaklaşık dokuz tanesi Alâiye ve çevresinde
işe başlamıştır. Diğerleri ise Osmanlı coğrafyasının her yerinde görev
yapmışlardır. Anadolu ve Osmanlı coğrafyasının dört bir yanına zor şartlar
altında hizmet etmek için dağılan memurların görev yaptıkları yerleri şu şekilde
sıralayabiliriz. Konya, Karaman, Ereğli, Isparta, Burdur, Manavgat, Turgutlu,
Alaşehir, Eşme, İnebolu, İstanbul, Cidde, Malkara, Erzurum, Van Diyarbakır,
Eskişehir, Kütahya, Adana, Osmaniye, Kars, Belenköy (Adana), Andırın
(Kahramanmaraş), Fatsa, Antalya, Koçhisar, Elmalı, Bursa, Halep, Şırnak, Avniye
(Suriye), Torul, Anamur, Kalkanlu (Antalya), Rodos (Yunanistan), Selanik,
Lüleburgaz, Ermenek, Derne (Libya), İskenderun, Silifke, Urfa, İzmit, Kaş,
Gelenbe (Aydın vilayeti), Dazkırı, Gölpazarı, Göynük, Bingazi, Trablusgarp,
Rasuleyn, Mahmudi, Kızılkilise, Foçateyn, Koçhisar, Yenişehir, Siroz (Yunanistan)
Erzincan ve Akçaova’dır.
Alâiyeli memurların çalıştıkları kurumlara baktığımız zaman bunlar arasında
Evkaf Nezareti, Tahrirat Kalemi, Maliye Nezareti, Nâhiye Müdürlüğü, Sıhhıye,
İçişleri Nezareti, Telgraf ve Posta İdaresi, Düyûn-ı Umumiye İdaresi, Ziraat
Bankası ve Adliyeler vardır. Bu kurumların dışında daha birçok kurumda
çalışmışlardır. Bu durum memurların biyografilerinde izah edilmiştir.
Tablo 3: Memurların Görev Yerleri ve Ortalama Maaşları
M. G.
Görevi
Yaşı
S.N
Memurun Adı
1
İbrahim Edhem
32
Efendi
2
Mustafa Efendi
17
39
Görev Yaptığı Yerler
Ortalama
Maaş
Durumu
Rüsumat
Konya, Karaman Ereğli,
733
Memu- Isparta, Burdur
ru
RüsumAlâiye, Manavgat
200
at
BOA, DH.SAİD.d, 20/171.
457
Aldığı
Ödüller
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Memuru
3
Mehmed
Efendi
Rami
4
Mustafa Efendi
5
Mehmed Kamil
20
Efendi
6
Mehmed Tevfik
28
Efendi
7
Mehmed
Efendi
8
Abdullah Nâfiz
15
Bey
9
Mehmed Efendi
25
10
Mahmud
Efendi
27
11
Ali Ata Efendi
Arif
Agâh
38
35
16
25
12
Abdülkerim
Şevki Efendi
18
13
Hasan
Efendi
24
14
Veli Sabri Efendi 26
15
Ahmed
Efendi
16
Mehmed
Fahreddin
Efendi
22
17
Ali Şevki Efendi
23
18
Süleyman
Efendi
16
Hakkı
Vehbi
23
Memur
Maliye
Memuru
Mühendis
Tapu
Memuru
Rüsumat
Memuru
Adliye'
de
Memur
Maliye
Memuru
Kaymakam
Alâiye
Turgutlu,
Eşme
274
Alaşehir,
810
İnebolu İstanbul
947
Alâiye, Cidde, Malkara
584
Erzurum, Cidde
Mülâzemet
843
İstanbul,
Diyarbakır,
Kütahya
Van,
Mülâzemet
Eskişehir,
1271
Manavgat
Mecidiye
Nişanı
180
Adana,
Osmaniye,
1663
Kars, Belenköy
Memur
Andırın, Fatsa
Adliye'
de
Memur
Müderris
Memur,
Nâhiye
Müdürü
Rüsumat
Memuru
Bahriye
Muhasebe
Kalemi
Kantarcı-Kâtip
Tahrirat
Kalemi
Memur
Antalya,
Koçhisar,
Isparta
1317
Elmalı,
Mülâzemet
792
Alâiye, Bursa
Halep,
Şırnak,
Kızılkilise, Mahmudi, 1014
Avniye, Ankara, Torul
Mülâzemet
478
Mülâzemet
271
Manavgat, Alâiye
242
Alâiye,
Manavgat,
193
Anamur, Kalkanlu
458
rütbe-i
rabia,
rütbesâlise
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
19
20
21
22
Süleyman
Efendi
Sırrı
24
Mehmed Seyyid
36
Efendi
Mehmed Sadık
33
Efendi
Süleyman
19
Efendi
23
Ahmed
Selahaddin
Efendi
24
24
Hasan
Efendi
18
25
Abdullah
Efendi
Arif
26
Mehmed
Efendi
Emin
27
Mehmed
Efendi
Fevzi
28
Veli
Efendi
Şevki
29
Mustafa
Efendi
30
Fahreddin
Efendi
31
Mehmed
Efendi
Hüsnü
Tosun
Esad
17
Naib
Selanik, Lüleburgaz
1192
Naib
Ermenek,
Derne, İskenderun
1225
Kâtip
Silifke, Anamur
253
İstanbul, Urfa, İzmit,
Mülâzemet
1600
Alâiye
Mülâzemet
188
Antalya, Alâiye,
Kaş
Mülâzemet
327
Adliye'
de
Memur
Müderris
Nüfus
Memuru
Memur
Orman
Koruma
Memuru
Gelenbe,
Dazkırı,
408
Gölpazarı, Göynük
18
Savcı
Derne,
Bingazi, Mülâzemet
Trablusgarp, Rasuleyn 778
20
17
Sandık
Emini
Muhasebe
Memuru
Alâiye
270
Antalya
332
26
Hekim
Foçateyn, İstanbul
825
30
Nüfus
Memur
u
Alâiye
Mülâzemet
188
18
Memur
Konya,
Koçhisar, Başhan
Mülâzemet
239
Alâiye
365
Alâiye
Mülâzemet
313
34
Ahmed
Efendi
Rüşdü
35
Hüseyin Hüsnü
15
Efendi
Talat
283
Memur
Tevfik
33
Kalkanlu
25
Ahmed
Efendi
Ahmet
Efendi
32
Rüsumat
Anamur,
Memu- Rodos
ru
24
15
Sandık
Emini
Nüfus
Memuru
Adliye
Memu-
Alâiye,
Yenişehir
459
İstanbul, Mülâzemet
300
Mecidiye
Nişanı
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ru
36
Mehmed
Efendi
37
20
Memur
Rodos, Antalya
Mülâzemet
275
Samuel Efendi
30
Hâkim
Siroz, Selanik
1250
38
Ali Nâfiz Bey
28
Alâiye
Mülâzemet
210
39
Mehmed Rüşdü
21
Efendi
Alâiye, Erzincan
Mülâzemet
400
Memur
Alâiye
Mülâzemet
170
Memur
Akçaova
250
Konya
Mülâzemet
200
Manavgat
250
40
41
Eşref
Abdurrahman
14
Fehmi Efendi
Mehmed Zahid
26
Efendi
Vergi
Memuru
Muhasebe
Memuru
42
Ahmed
Efendi
20
Muhasebe
Memuru
43
İbrahim Edhem
18
Efendi
Hekim
Nazif
4. Memurların Maaş Durumları ve Yaşam Standartları
Devlet hizmeti gören kimselerin bu hizmetin karşılığı olarak geçimlerini
sağlamak amacı ile kendilerine bir meblağ ödenmesi ilk çağlardan itibaren
uygulanan bir yöntemdir. Bu meblağ ayni ve nakdi olarak ödendiği dönemler
olmuştur. Alâiye’li memurların 18 tanesi mülâzemeten18 memuriyet hayatına
başlamıştır. Bu sürenin dolmasından sonra kendilerine maaş bağlanmıştır.
Memurların mülâzemet süreleri standart değildir. Bu süre memurlar hatta
çalışılan kurumlara arasında bile bir değişiklik göstermektedir. Sicil
kayıtlarındaki bilgilere göre memurların mülâzemet süresi 2 ay ile 3 yıl arasında
değişmektedir. Hatta bazı memurlar maaş almaya hak kazandıktan sonra tekrar
mülâzemet defterine kayıt olarak yeniden memurluğa atanmak için sıra
beklemişlerdir. Mesela Alâiye’li memurlardan Mehmed Tevfik Efendi 1 Nisan
1866 tarihinde 28 yaşında iken 250 kuruş maaş ile Alâiye kazası tapu kâtibi
olmuştur. Tekrar yeniden 12 Ağustos 1886 tarihinde mülâzemet defterine kayıt
olmuş ve ayın sonlarına doğru 400 kuruş maaş ile Alâiye kazası aşar
memurluğuna atanmıştır. Mehmet Tevfik Efendi 2 Kasım 1899 tarihinde
görevinden azledilmesinden sonra yeniden ileride açılacak bir hizmete tayin
edilmek üzere ismi mülâzemet defterine kayıt edilmiştir. 28 Ocak 1901 tarihinde
18
maaşsız olarak
460
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
900 kuruş maaş ile Malkara Rüsumat Müdüriyetine, 29 Mayıs 1904 tarihinde de
Alâiye Rüsumat Müdüriyetine nakledilmiştir19. Memurlardan Abdullah Nâfiz
Bey 1856 senesinde 15 yaşında olduğu halde Hariciye Mektûbî Kalemine
mülâzemetle devam etmiştir. Bir müddet sonra babası ile beraber taşraya çıkması
üzerine yeniden 1862 senesinde bir müddet mülâzemetle Rüsumat Emaneti
Tahrirat Kalemine dâhil olmuştur. Kendisine 1864 tarihinde 250 kuruş maaş
bağlanmıştır. Fakat iki sene sonra görevinden istifa etmesi üzerine 1866 senesi
sonlarında münfesih Meclis-i Vâlâ Mazbata Odasına yine mülâzemetle devam
etmiş ve oradan Şuray-ı Devlet Kalemine atanmıştır20. Memurlardan Ahmed
Tevfik Efendi 27 Mayıs 1890 tarihinde 18 yaşında olduğu halde mülâzemetle
Konya Düyûn-ı Umumiye Merkez Müdüriyeti Tahrirat Kalemine girmiştir. 14
Ağustos 1890 tarihinden 15 Ağustos 1891 tarihine ve 24 Ağustos 1892 tarihinden
itibaren 7,5 ay 235 kuruş maaşla Koçhisar Muhasebe ve Başhan Kitabetlerinde
istihdam ve daha sonra bir müddet daha yine mülâzemetle devam etmiştir. 27
Temmuz 1894 tarihinde 150 kuruş maaşla memuriyete atanmıştır 21.
Sicill-i ahvâl kayıtlarında memurların maaş durumları ve bu maaşın artması
veya azalması ile ilgili detaylı bilgiler bulunmaktadır. Memurların maaşları
hakkında genel bir ifade kullanmak çok zordur. Fakat buna rağmen memurların
sicil kayıtlarına yansıyan maaşları ortalama 170 ile 1.663 kuruş arasında
değişmektedir. Tüm memurların ortalamasını aldığımız zaman 569 kuruş
ortalama maaş aldıklarını söyleyebiliriz. Ama bu şekilde bir hesaplama yapmanın
doğru olmadığını da ifade etmek gerekir. Çünkü memurların maaşlarında bir
standart olmadığı gibi düzenli bir artıştan da söz etmek mümkün değildir (Bkz.
Tablo 4). Aynı işi yapan memurlar farklı yerlerde hatta aynı yerde farklı maaş
almışlardır.
Memurlardan Veli Sabri Efendi, Mehmed Seyyid Efendi, Mehmet Sadik
Efendi, Samuel Efendi, Abdullah Nâfiz Bey, Ali Ata Efendi, Ahmet Selahaddin
Efendi ve Mahmud Agâh Efendi ortalamada 1.000 kuruşun üzerinde maaş
almışlardır. Diğer memurların tamamı 1.000 kuruşun altında maaş almışlardır.
Yine ortalama 1.000 kuruşun altında maaş alan bazı memurların görevlerinin belli
dönemlerinde 1.000 kuruşun üzerinde maaş aldıklarını sicil kayıtlarından
öğrenmekteyiz. Ortalama bir memurun yıllar içinde nominal maaşının ne
kadarını aldığını tahmin etmek güçtür. 1884 tarihli bir kaynak, kendi gelirleri
BOA, DH.SAİD.d, 69/59.
BOA, DH.SAİD.d, 3/326.
21 BOA, DH.SAİD.d, 100/395.
19
20
461
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
olmayan bir nezaretin memurlarının yılda yedi ya da sekiz ay maaş alması
halinde şanslı olması gerektiğini belirtmiştir22.
Alâiye’li memurlardan ortalamada 2.000 kuruş ve üzeri maaş alan hiç memur
yoktur. Fakat belli dönemlerde 2.000 ve üzeri hatta 3.000 kuruş maaş alan
memurlar vardır. Bunlardan Mehmed Arif Efendi 2.000, Mahmud Agâh Efendi
2.250, Mehmed Kamil ve Abdullah Nâfiz Bey 3.000 kuruş maaş almışlardır.
Elbette Alâiyeli memurların almış oldukları bu maaşların ne anlama geldiğini
iyi anlayabilmek için XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’ndeki geçim
standartları hakkında bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Bugün için elimizdeki en
iyi veriler, aylık işçi ücretlerinin 1870’lerin başında 250 kuruş, 1908 dolayında da
350 kuruş kadar olduğunu göstermektedir23. Mesela 1911 yılında vilayet maarif
müdürlüğü Maarif Nezaretine sunmuş olduğu bir arzında Ortahisar kazası gayr-i
Müslim mektebi iptidai mualliminin maaşını 150 kuruş olarak belirtmiştir 24.
1914’lü yıllarda orta düzeyde bir memurun bütçesi 235,25 kuruş olarak
verilmiştir. Bu hazırlanan bütçeye tütün, ulaşım ve konaklama giderleri ilave
edilmemiştir. Aynı yıllarda İstanbul Ticaret Odası tarafından hazırlanan başka bir
bütçe, orta halli bir ailenin bütçesini 945 kuruş olarak vermiştir. Bu bütçeye 150
kuruş kira bedeli dâhil edilmiş fakat tütün ve ulaşım giderleri ilave edilmemiştir.
Bir Düyun-ı Umumiye yetkilisi 1906 yılında taşrada çalışan bir memurun
maaşının en az 400 kuruş olması gerektiğini ifade etmiştir. 1902 yılında ise emekli
olan bir Osmanlı memurunun 5 liraya yani 540 kuruşa geçinebileceği ifade
edilmektedir 25.
Yapılan bazı araştırmalar, 1.890’lı yıllarda memurların geçim standardının
1.000 kuruş civarında olduğunu ifade etmektedirler. Bu miktarı göz önüne
aldığımızda Alâiyeli memurların büyük bir kısmının ortalamada 1.000 kuruşun
altında maaş aldıklarını görmekteyiz. Bin kuruş ve üzerinde maaş alam memur
sayısı 8’dir. Geri kalan memurların tamamı 1.000 kuruşun altında maaş
almışlardır. 1912 yılında hazırlanan bir raporda Hariciye Nezaretinin nitelikli
memur istihdamı için maaşların en az 1.500-2.000 kuruş arasında olması
gerektiğini ifade etmektedir. Başka bir kurumun genel müdürü, emrinde
Carter V. Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, (Çevr. Gül Çağlalı
Güven), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2011, s. 323.
23 Findley, a.g.e., s. 345.
24 BOA, MF. HUS, 12/94.
25 Findley, a.g.e., s. 347-349.
22
462
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
çalışanların 800-1.000, 1.000-1.200, 1.200-1500 ve 1.500-2.500 kuruşluk maaşlara
göre istihdamını savunmaktadır26.
Memurların yaşam standartlarını anlayabilmek için dönemin fiyatlarını
bilmek gerekli. Bunun için memurların yaşadıkları veya emekli oldukları
dönemdeki Alanya’daki ve çalışmış oldukları yerlerdeki fiyatlar kısaca bir göz
atalım. XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında 1 kıyye pirinç 2 kuruş, 1
kıyye et 5 kuruş, 1 kilo zeytinyağı 6 kuruş, 1 kıyye üzüm 2 kuruş, 1 kıyye şeker 3
kuruş civarındadır. O gün ortalama memur maaşının 569 kuruş aldığını düşünür
isek bir memur bir aylık maaşı ile 144 kg et alabilmektedir. Bugün (2014) ise bir
memur bir aylık maaşı ile 80 ile 100 kg civarında et alabilmektedir. O dönemde en
düşük memurun veya tahmin edilen işçi maaşı üzerinden bir hesaplama yapacak
olursak. [en düşük memurun 250-300 kuruş maaş aldığını düşünelim] 300 kuruş
maaş alan bir memur aylık kazancı ile 76 kg et alabilmektedir. O dönemde hemen
hemen tüm memurlar memuriyetlerin bir döneminde 250 kuruş maaşın üzerine
çıkmışlardır. Tabi ki bu değerlendirmeler sadece o dönemki memurların hayat
şartlarını ortaya koymak için bir örnek niteliğindedir. Farklı bölgeden örnek
vermek gerekirse 1872 yılında Göynük’te bir koyun 30 kuruş civarındadır. Bir
memur XIX. yüzyılın sonlarında ortalama 10 ile 15 civarında koyun
alabilmektedir. 2014 yılında bir memur ise ancak 5-6 koyun alabilmektedir. 1872
yılında 1.000 kuruş maaş alan bir memur 33 adet koyun alabilmektedir. Bugün
(2014) ise 5.000 TL maaş alan bir memur ancak 12-13 adet koyun alabilmektedir.
Aynı dönemde Göynük’te inek ve dananın fiyatı 100-110 kuruşa arasındadır27.
XIX. yüzyılın sonlarında kaza müdürlüğü yapan bir kimse veya 1.000
kuruşun üzerinde maaş alan bir kimse bu dönemde bir aylık maaşı ile konut
sahibi olabilmektedir. Aynı dönemde nitelikli bir memur ortalama 1.000 kuruşun
üzerinde maaş alabilmiştir28.
Tablo 1: Memurların Yıllara Göre Maaş Durumları 29
Memurun Adı
1
Hasan Hakkı Efendi
Maaş Durumu (Kuruş)
Ort.
0
0
SN
Fındley, a.g.e., s. 348.
Zeynel Özlü, “XVIII. ve XIX. Yüzyılda Göynükte Fiyatlar”, Bilig, S. 39, Güz, 2006, s. 141.
28 Fındley, a.g.e., s. 349.
29 Memurların maaşları listedeki gibi periyodik olarak artmamıştır. Zaman içerisinde azalma ve
artmalar mevcuttur. Bu durum memurların biyografilerinde detaylı şekilde aktarılmıştır.
26
27
463
350
235
150
300
400
300
200
200
270
250
800
545
340
180
400
150
320
300
300
313
600
540
450
400
340
Ahmet Talat Efendi
400
24
100
Mustafa Tosun Efendi
250
23
350
Abdullah Arif Efendi
274
283
170
22
271
275
327
332
576
Ahmed Rüşdü Efendi
200
21
250
Hüseyin Hüsnü Efendi
250
20
120
Süleyman Sırrı Efendi
190
19
235
Mehmed Eşref Efendi
200
18
200
Mehmed Rami Efendi
270
360
17
29
Mehmed Fahreddin E
220
16
253
300
Veli Şevki Efendi
250
250
15
250
500
Süleyman Efendi
242
80
14
239
320
Mehmed Zahid Efendi
210
365
500
13
170
İbrahim Edhem Efendi
125
12
125
Ali Şevki Efendi
110
11
200
Ahmed Tevfik Efendi
110
10
210
Ali Nâfiz Bey
200
150
9
200
160
Mustafa Efendi
193
250
8
188
250
Ahmed Nazif Efendi
188
160
7
180
Süleyman Efendi
23
6
180
Mehmed Esad Efendi
250
5
230
Hasan Hüsnü Efendi
300
4
180
125
Mehmed Efendi
35
3
170
100
Abdurrahman Fehmi Efendi
230
2
160
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
464
Mehmed Arif Efendi
35
Mehmed Kamil Efendi
150
200
250
570
770
36
Veli Sabri Efendi
482
1000
1125
1215
1250
37
Mehmed Seyyid Efendi
1200
1250
38
Mehmed Sadık Efendi
1250
1225
39
Samuel Efendi
1500
1250
40
Abdullah Nâfiz Bey
250
950
41
Ali Ata Efendi
1250
1800
42
Ahmed Selahaddin E.
1800
43
Mahmud Agâh Efendi
1620
800
600
500
900
1000
1350
1500
1800
600
1140
1500
1200
500
690
1100
1200
810
3000
2000
1000
843
800
775
2000
825
1575
700
778
792
900
300
370
947
1014
3000
1800
1500
1192
1200
210
450
500
600
1000
1000
235
235
750
1271
1317
2250
2025
1600
1750
400
450
200
584
733
600
500
250
450
150
167
400
500
70
800
34
750
Fahreddin Efendi
630
33
620
Mustafa Efendi
540
32
1200
Abdülkerim Şevki Efendi
500
31
900
Mehmed Fevzi Efendi
470
30
450
İbrahim Edhem Efendi
400
29
1125
500
Mehmed Tevfik Efendi
1200
320
28
1000
478
400
Ahmed Vehbi Efendi
480
27
200
408
400
Mehmed Emin Efendi
900
400
26
1400
400
250
Mehmed Rüşdü Efendi
200
25
670
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
TÜM MEMURLRIN ORTALAMASI
1663
569
Memurların Ödül ve Terfi Durumları
Bir devletin kamu işlerinin daha düzenli şekilde yürütülmesi başta olmak
üzere memurlarından verimli hizmet elde edebilmesi belirli standartları
koymasına, bunları iyi şekilde yerine getiren memurları ödüllendirmesine, kamu
465
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
hizmetinin yerine getirilmesinde ihmali görülenleri cezalandırmasına ve ödül ile
cezayı memurların performansında etkili bir şekilde kullanmasına bağlıdır 30.
Sicil kayıtlarında memurların görevleri ile ilgili teferruatlı bilgileri bulmak
mümkündür. Bunların bir kısmı çalıştığı yerdeki amiri tarafından, bir kısmı da
daha üst bir amir tarafından tutulan raporlardır. Alâiye’li memurların bir
kısmının vazifelerini hakkıyla yerine getirmek için çalıştıklarını sicil
dosyalarındaki “hüsn- hizmet sebk ettiği”, “memuriyeti ifâya muktedir”31, “umûr-ı
memuresinden dolayı müttehim olmamıştır” “ifa-i hüsn-ü hizmette”,32 “ahlak ve hamide
sahibi”, “hüsn-ü hal ve itikadı tasdik olunmuştur”, “ehl-i iktidar ve ehliyetli hizmet-i
haliyesini ifaya kâfidir”33 ifadelerinden anlaşılmaktadır. Buradan tabi ki hakkına
hiçbir rapor tutulmayan memurların görevlerini aksattıkları anlamı
çıkarılmamalıdır.
Memurların aldıkları ödüller ve terfiler de sicil dosyalarına işlenmiştir.
Memurlardan Mehmed Kamil Efendi’ye 8 Aralık 1879 tarihinde salise, 11 Şubat
1884 tarihinde de sani sınıf mütemeyyiz rütbeleri verilmiştir. Memurlardan Nâfiz
Bey’e 19 Kasım 1883 tarihinde müceddeden rütbe-i sani sınıf mütemeyyizi; 30
Temmuz 1886 tarihinde de rütbe-i evvel sınıf sanisi ile üçüncü rütbeden mecidiye
nişanı tevcih ve ihsan buyrulmuştur. Mustafa Tosun Efendi ise 27 Aralık 1898
tarihinde rütbe-i râbi, 22 Eylül 1900 tarihinde beşinci rütbeden mecidiye nişanı
ile ödüllendirilmiştir. Ahmet Vehbi Efendi’ye memuriyetindeki iyi halinden
dolayı 28 Eylül 1899 tarihinde “rütbe-i râbia” tevcih edilmiştir. Ahmet Vehbi
Efendi’nin maaşı 21 Kasım 1899 tarihinde de 540 kuruşa çıkarılmıştır. Bir yıl
sonra 10 Kasım 1900 tarihinde memuriyetteki iyi halinden dolayı “rütbe-i salise”
tevcih edilmiştir. Maaşı da 19 Mart 1901 tarihinde 620 kuruşa, 15 Kasım 1901
tarihinde 630 kuruşa ulaşmıştır34.
Bunların dışında bazı memurların görevleri süresince soruşturma geçirdikleri
bunun sonucu olarak da hapis cezası aldıkları veya görevlerinden azledildikleri
görülmektedir. Mesela Abdullah Nâfiz Bey Eskişehir’deki tapu çalışmaları
sırasında tarafsızlığını ihlal edecek söz ve hareketlerde bulununca başka bir yere
atanmıştır35. Mahmud Agâh Efendi hakkında yapılan bir şikâyet üzerine
30Findley,
a.g.e., s. 315.
BOA, DH.SAİD.d, 1/750; 4/404
32 BOA, DH.SAİD.d, 20/132; BOA, DH.SAİD.d, 17/351; BOA, DH.SAİD.d, 20/185.
33 BOA, DH.SAİD.d, 8/649.
34 BOA, DH.SAİD.d, 6/559.
35 BOA, DH.SAİD.d, 3/326.
31
466
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
soruşturma geçirmiştir36. Süleyman Efendi(d.1860)’de tüccarlardan Mehmed
Emin Efendi’den makbuzsuz şekilde para almasından dolayı 21 Eylül 1886
tarihinde görevinden azledilmiştir37. Memurlardan Mehmed Emin Efendi
hakkında çıkan rüşvet almak ve ahali arasında ayrımcılık yapmak gibi fiillerden
dolayı görev yeri değiştirilmiştir38. Hüseyin Hüsnü Efendi’de Ertuğrul Sancağı
Bilecik kazasında Bidayet Mahkemesi Sandık Muavinliği görevini yaparken çarşı
içerisinde gece vakti silah kullandığı için 13 Ağustos 1899 tarihinde görevinden
azledilmiştir39.
SONUÇ
Osmanlı Devleti XIX. yüzyılın ikinci yarısında bürokrasi alanında birçok
yenilik yapmıştır. Bu yeniliklerden birisi de kamu alanında çalışanların özlük
bilgilerinin Sicill-i ahvâl dosyaları dediğimiz defterlere kayıt edilmesidir. Sicill-i
ahvâl defterlerine kayıt edilen memurlardan kırk üç tanesi Alâiye’lidir. Bu
kayıtlarda memurların aile ve sülale durumları, ilköğretimden başlamak üzere
yükseköğrenime kadar olan süreçteki eğitim durumları, askerlik hizmetleri ile
ilgili bilgileri, memuriyeti sırasındaki nakil ve istifa sureti ile görevden
ayrılmaları hakkında çeşitli bilgiler, devlete olan hizmetleri, maaş durumları, ceza
ve ödül ile ilgili bilgiler olmak üzere daha birçok teferruat yer almaktadır. Bu
kayıtlar Osmanlı bürokrasisi içinde yer almış bütün devlet memurlarının, resmi
olarak devlet eli ile tutulmuş sağlam ve doğru bilgileri ve hayat hikâyeleri
niteliğindedir.
Osmanlı bürokrasisinde görev yapmış kırk üç Alanyalı memurla ilgili olarak
yukarıda saymış olduğumuz birçok bilgiye ulaştık. Bu bilgiler sayesinde genelde
Osmanlı memurunun, özelde Alanyalı memurların yaşamları hakkında bazı
ipuçları yakaladık. Bunun için Alanya’nın yerel tarihi ve aile tarihiyle ilgilenen
kişiler için bu kayıtlar temel kaynak niteliğindedir.
Memurların mesleklerine ve maaşlarına bakılmak suretiyle ilgili zaman
diliminde memurların çalışmış oldukları yerlerin sosyal ve ekonomik düzeni ve
memurların içinde bulunduğu geçim şartlarına da ulaşmak mümkündür.
Memurların aile ve soy kütüklerine bakarak sosyal çevreleri ve statüleri hakkında
da bilge elde edebiliyoruz. İncelemiş olduğumuz kayıtlardan Alâiye’li
BOA, DH.SAİD.d, 3/280.
BOA, DH.SAİD.d, 9/933.
38 BOA, DH.SAİD.d, 77/135.
39 BOA, DH.SAİD.d, 132/331.
36
37
467
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
memurların
hepsinin
ilköğrenimlerini
tamamladıklarını,
büyük
bir
çoğunluğunun bir üst eğitim kurumuna devam ettiğini, bir kısmının da
yükseköğrenim aldığını söyleyebiliriz. Memurların yabancı dil bilgisi ile ilgili
bilgilere de buradan ulaşabilmekteyiz. Alâiye’li memurlardan -az da olsa- bir
kısmı Türkçe dışında Arapça ve Farsça başta olmak üzere ikinci ve üçüncü bir
yabancı dil bilmektedir. Batı dillerinden ise Fransızca memurlar tarafından
bilinen yaygın diller arasındadır.
Sicil kayıtlarındaki bilgilerden memurların daha çok orta sınıf ve alt gelir
grubundan geldikleri de söylenebilir.
468
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Arşiv Belgeleri
BOA, A. DVN.MHM.d., 88.
BOA, A.DVN.MHM.d., (Dîvân-ı Hümâyûn Sicilleri Mühimme Defterleri), 10.
BOA, DH.MKT, (Dahiliye Mektûbî Kalemi Belgeleri) 2217/71.
BOA, DH.SAİD.d, (Dâhiliye Nezâreti Sicill-i Ahvâl İdare-i Umûmiyesi Defterleri),
1/750; 2/742; 3/280, 326, 380; 4/404; 830; 6/559; 7/1025; 8/649; 9/933; 15/87;
17/351; 20/132; 38/421; 171, 185; 26/193; 44/429; 55/401; 72/413; 77/135; 93/489;
94/493; 97/347; 100/381, 395; 118/125; 119/267; 120/489; 132/19, 331; 136/137;
139/11; 141/107; 156/37; 157/267; 164/25; 166/431; 167/139; 174/273; 182/60;
187/129.
BOA, DH.TMIK.S, 28/46; 32/44; 30/20; 49/76.
BOA, MAD.d, (Maliyeden Müdevver Defterleri), 15286; 15531; 16029; 21546; 22011.
BOA, MF. HUS, (Maarif Nezareti-Tedrisat-ı Hususiye Kalemi), 12/94.
BOA, TT 166.
BOA, Yıldız Sedaret Resmi Maruzat Evrakı, 143/93.
TKA, TD, 172
Kaynak Eser ve Makaleler
ÇETİN, Atila, “Sicill-i Ahvâl Defterleri ve Dosyaları”, Türk Dünyası Tarih Dergisi,
Haziran, 1992.
DAŞCIOĞLU, Kemal, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Buldanlı Memurlar”, Buldan
Sempozyumu, 23-24 Kasım, 2006.
SARIYILDIZ, Gülden, Sicill-i Ahvâl Komisyonu´nun Kuruluşu ve İşlevi (1879- 1909), Der
Yayınları, İstanbul, 2004.
PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. III, İstanbul,
1993.
YÜKSEL, Ayhan, Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Döneminde Tirebolulu Memurlar
(1879-1909), İstanbul, 2004.
FİNDLEY, Carter V., Kalemiyeden Mülkiyeye Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi,
(Çevr. Gül Çağlalı Güven), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2011.
ÖZLÜ, Zeynel, “XVIII. ve XIX. Yüzyılda Göynükte Fiyatlar”, Bilig, S. 39, Güz, 2006.
469
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
470
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
TANZİMAT DÖNEMİ ŞEHİR TARİHİ ÇALIŞMALARI
ÜZERİNE BİR DENEME
Özgür YILMAZ*
Özet
1960’lı yıllardan itibaren şehir tarihi özellikle Batı’da sosyal tarih araştırmalarının bir
parçası olarak önemli bir çalışma sahası haline gelmiştir. Fakat buna karşın Türkiye’de sosyal
tarih araştırmalarının oldukça yakın bir zamanda gelişen bir araştırma alanı olduğu
düşünüldüğünde şehir tarihi araştırmalarının da yeni yeni gelişen bir disiplin olduğu
söylenebilir. Bu bağlamda, Osmanlı şehir tarihi çalışmalarında gerek yerli gerekse de yabancı
araştırmacılar tarafından yapılan çalışmaların incelenen döneme ve özellikle de bu dönemin
kaynaklarına göre şekillendiği görülmektedir. Klasik dönemde tahrirler ve büyük oranda şer’iye
sicillerine dayanan bu şehir tarihleri için özellikle 19. yüzyılda yeni yeni kaynaklar ortaya
çıktı. Tanzimat Dönemi şehir tarihleri için nüfus sayımları, temettuat tahrirleri ve Tanzimat
sisteminin ortaya çıkardığı yeni bürokrasinin bir sonucu olan resmi yazışmaların yanında
özellikle belli başlı merkezler için büyük bir yekûn oluşturan seyahatnameler ve konsolosluk
raporları gibi yabancı kaynakların da ortaya çıktığı görülmektedir. Bu çalışma Tanzimat
Dönemine ilişkin yapılan şehir tarihi çalışmalarından hareket ederek bu döneme ilişkin şehir
tarihinin kaynakları üzerinde genel bazı değerlendirmeler yapmayı amaçlamaktadır.
•
Anahtar Kelimeler
Osmanlı şehri, Tanzimat Dönemi, Tarihi kaynak, Şehir tarihi, Tarih Yazımı
•
AN ESSAY ON THE URBAN HISTORY STUDIES ON THE
TANZIMAT PERIOD
Abstract
From the 1860s, as a part of social history researches, urban history has become an
important field of study. But when we take into consideration that social history studies are
recently emerged discipline in Turkey, it can be said that urban history studies are also a
newly developed field. In this context, it is seen that Ottoman urban history studies, which
were conducted by both foreign and native researches, are varying according to period and
especially to sources of studies. Urban history studies which were based on primarily tahrirs
and sharia court registers in the classical period gained new sources in the 19th century. Apart
from population and revenue (Temettu) census and official correspondences which were
*
Yrd. Doç. Dr., Gümüşhane Üniversitesi,
[email protected].
Edebiyat
471
Fakültesi,
Tarih Bölümü,
ozguryil-
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
created by the new bureaucracy of the Tanzimat system, it is seen that important foreign
sources especially for the major centres as travelogues and consular correspondences occurred
for urban history studies on the Tanzimat Period. Based on the urban history researches on the
Tanzimat Period, this study aims to make some general assessments on the sources of urban
studies in this period.
•
Keywords
Ottoman City, Tanzimat Period, Historical Source, Urban History, Historiography
472
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Giriş
Osmanlı kentlerinin veya bölgelerin tarihlerinin yazılması aslında 19.
yüzyılın ikinci yarısında başlayan bir tarih yazımı eğilimiydi. Bunlar arasında
İsmail Beliğ Efendi’nin Bursa (1871), Lamii Çelebi’nin Şehrengiz-i Bursa (1871),
Şakir Şevket’in Trabzon Tarihi (1873) ve Lütfi’nin Şam Tarihi (1883) ilk
örneklerdir (Tekeli 2006: 71). Elbette bunda tamamen şehre ait ve yeni birer idari
birim olan belediyelerin ve vilayetlerde matbaaların tesis edilmesi; bir bakıma
şehirlerin kendi kendilerini ifade etmesi şeklinde de tarif edebileceğimiz vilayet
salnamelerinin yazılması ve zamanla bu salnamelerde “hülasa-i ahval-i tarihiye”
gibi şehir veya bölgelerin tarihleriyle alakalı kısımların da eklenmesi yerel tarih
bilincinin oluşmasında etkili olmuştur (Haykıran 2011: 335). Bunların yanında
Osmanlı ülkesine gelen seyyahların, şehir tarihine ilişkin kaynak eksikliği ile
karşılaşmaları1 kent rehberleri denilen kısa tarih eserlerinin hazırlanmasında
etkili olmuştur.
Türkiye’de son yıllarda şehir tarihleri hakkında yapılan çalışmalarda hızlı bir
artış yaşandığı görülmektedir. Bunda elbette 1980’li yıllardan sonra Osmanlı
sosyo-ekonomik tarihine yönelik çalışmaların yoğunlaşmasının da mühim bir
etkisi oldu (Yılmaz 2013b: 592). Fakat şehir tarihi araştırmalarına yönelik olan bu
ilgi beraberinde yöntem sorununu da ortaya çıkarmış ve şehir, şehirleşme ve
şehir tarihi konularında farklı görüşler ortaya çıkmıştır (Çakır 2006: 1).
Çalışmaların yoğunluğu açısından Türkiye’deki şehir tarihi çalışmalarına
bakıldığında daha çok, ki doğrudan kaynakların elde edilebilirliği ile paralel
olarak, Osmanlı dönemi şehirleri hakkında çalışmaların daha fazla ilgi çektiği
görülmektedir. Osmanlı öncesi dönem şehirleri ile Cumhuriyet dönemi şehirleri
hakkında yapılan çalışmalar nispeten azdır. Bunun yanında bazı şehirleri tarihin
tüm dönemlerini de içerecek şekilde inceleyen bazı sınırlı sayıda çalışmalar da
yapılmıştır (Aydın vd. 2005). Osmanlı ve öncesinin şehirleri hakkındaki
çalışmalara özellikle üniversitelerin tarih bölümlerinde ağırlık verildiği görülür.
Cumhuriyet dönemi şehirleri ile ilgili ise, tek tek şehirlerin tarihleri yerine, çeşitli
sosyal bilim dallarında, mahallî idarelerde ve şehircilik-planlama bölümlerinde
1
19. yüzyılda Trabzon’a gelen yabancı seyyahlar örneğinde karşılaşılan en ilginç durum, şehrin Türk
idaresine geçişinden sonrasına ilişkin tarihi anlatıların eksikliğidir. Kuşkusuz bunun en önemli
nedenlerinden biri de seyyahların şehir ve bölgelerin Türk idaresindeki tarihlerine ilişkin bilgiler
elde edememeleriydi. (Yılmaz 2013b: 113-117).
473
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yapılan, genel olarak şehirleşme ve sonuçları eksenli çalışmalar daha fazla göze
çarpmaktadır (Uğur 2005: 15).
Ülkemizde şehir tarihi alanında yapılan çalışmaların belli başlı ölçütler esas
alınarak belirlenen kronolojik sınırlar içinde planlanıp sürdürülmesi gerekmiştir.
Zira, ileride de görüleceği gibi, bu şekilde bir ayrım yapmaksızın, diğer bir ifade
ile dönemin özellikleri ve kaynakların elde edilebilirliğini dikkate almaksızın,
sınırları belli olmayan bir alanda metodolojik açıdan sağlıklı bir çalışma yapmak
mümkün değildir. Bu bakımdan Ergenç’in Anadolu şehirlerini esas alarak
sistematize etmiş olduğu sınırlandırmaya göre Osmanlı/Anadolu şehirleri;
Osmanlı öncesi Anadolu yerleşim tarihi; Osmanlı klasik dönemindeki mekân
organizasyonu; post klasik dönem denilen 17. ve XVIII. yüzyıllardaki yeni
şartların ortaya çıkmasıyla başlayan değişim dönemi; Osmanlı düzeninin Batı
etkisine açıldığı ve yeni uygulamaların görüldüğü 19. yüzyıl ve sonrası; Ulusal
Kurtuluş Savaşı’ndan II. Dünya Savaşı’na kadar süre, iç pazar bütünleşmesinin
sağlandığı dönem ve II. Dünya Savaşı sonrasının hızlı şehirleşme dönemi esas
alınarak incelenmelidir (Ergenç 1988: 672-673).
Şehir tarihi çalışmalarının yukarıda belirtilen perspektif içinde incelenmesi,
şehir hayatının temel belirleyicilerinin daha kolay anlaşılmasını sağlayacaktır
(Ergenç 1988: 673). Zira yapılan çalışmalarında gösterdiği gibi, Osmanlı klasik
düzeni denilen 16. yüzyıla ilişkin şehir tarihi çalışmalarının, bu dönemin
kaynaklarının zenginliğinden ve dönemin şartlarının tüm Osmanlı coğrafyası için
gösterdiği homojenlikten kaynaklandığı aşikârdır. Kaynaklara ve döneme bağlı
olan bu yapının daha sonraki dönemler için de geçerli olduğunu eklemek gerekir.
Bu bakımdan şehir tarihi çalışmalarının niteliğini belirleyen en önemli kriterşehir
tarihinin kaynaklarıdır.
Bu bakış açısıyla, makalenin birinci bölümünde Türkiye’de şehir tarihi
monografilerinin kaynaklar ve dönemler üzerinden gelişimi üzerinde durulmak
suretiyle Tanzimat dönemi şehirleri hakkında yapılan çalışmaların genel bir
değerlendirilmesi; ikinci bölümde de Tanzimat dönemi şehir tarihinin kaynakları
üzerinde bazı tespitler yapılacaktır. Çalışmamız daha çok şehir tarihinin
kaynakları üzerine eğildiği için önceki dönemlere ilişkin olarak örnek alınan
çalışmalar kapsamları ve kaynakları çerçevesinden değerlendirilmiştir. Bunun
yanında, Tanzimat dönemini kapsayan çalışmaların yenilikleri veya eksiklikleri
üzerinde durularak ideal bir Tanzimat şehir tarihi çakışmalarının taşıması
gereken kaynak zenginliğine işaret edilecektir.
474
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
I. Klasik Döneme İlişkin Çalışmalar
Şehir tarihi araştırmalarında en önemli hususlardan biri de belirlenen
dönemin kaynaklarının tespitidir. Elbette burada en önemli kaynaklar şehri her
bakımdan düzenli bir şekilde yansıtan arşiv kaynaklarıdır. Osmanlı Devleti’nin
gerek idari yapısında gerekse de iktisadi koşullarında zamanla görülen değişimin
ortaya çıkardığı yeni devlet kurumları ve bunların oluşturduğu envanterşehir
tarihine ilişkin yeni kaynakları da ortaya çıkarmıştır. Şüphesiz burada ilk olarak
zikretmemiz gereken kaynaklar da tımar sisteminin düzenli bir şekilde
işleyebilmesi amacıyla 15. ve 16. yüzyıllar boyunca gerçekleştirilen sayımlar yani
tahrirlerdir. Bu kaynaklar yapıldıkları yerin demografik ve sosyal yapısına, sosyal
tabakalaşmasına ve iktisadi faaliyetlerine dair çok değerli bilgiler sunmaktadır
(Barkan 1953: 9; Acun 1999: 319-332; Emecen 1991: 143-156). Nitekim Türkiye’de
şehir tarihine ilişkin ilk önemli çalışmaların bu tahrirler üzerinden hazırladığı
görülmektedir. Ömer Lütfü Barkan’ın
(Barkan 1940) dikkat çektiği bu
kaynaklardan hareketle daha sonra Nejat Göyünç, İsmet Miroğlu (Göyünç 1991;
Miroğlu 1975) Mardin ve Bayburt örneklerinde şehir tarihler ortaya
koymuşlardır. Bu alana daha sonra Özer Ergenç’in Ankara ve Konya örneğinde
yaptığı çalışma (Ergenç 1995), BahaettinYediyıldız’ın Ordu üzerindeki çalışmaları
(Yediyıldız, 1992-2002-2002), Heath W. Lowry’nin Trabzon hakkındaki çalışması
(Lowry 2010), Feridun M. Emecen’in Manisa hakkındaki çalışması (Emecen 1989),
Mehmet Ali Ünal’ın Harput üzerine hazırladığı çalışma (Ünal 1989) ve Bostan’ın
Trabzon hakkında hazırladığı daha geniş çalışması da (Bostan 2000) eklenmiştir.
Bu öncü çalışmalardan sonra tahrir çalışmaları özellikle üniversitelerde pek çok
yüksek lisans ve doktora çalışmasına konu olmuş ve bu kaynaklardan hareketle
Osmanlı şehircilik, tarım, vergi sistemi, nüfus ve gümrükler gibi konularda
önemli bir bilgi birikimi ortaya çıkmıştır (Afyoncu 2003: 268). 2
Tahrirlerin teşvik ettiği bu çalışmalar için en önemli engel tahrirlerin eskisi
gibi düzenli yapılmamaya başlanması oldu. Zira tahrirler ile tımar sistemi
arasında olan ilişki çerçevesinde, 16. yüzyılın sonlarından itibaren tımar
sisteminin çözülmeye başlamasıyla birlikte geniş kapsamlı tahrirler de
yapılmamaya başlamıştır (Elibol 207-138-139). Bu dönüm noktasını şehir tarihi
çalışmalarından da izlemek mümkündür. Tahrir defterlerinin yerini 16. yüzyılı
takip eden dönemler için yavaş yavaş diğer önemli defter tasnifleri almaya
başlamıştır. Böylece şehir tarihine ilişkin çalışmalarda Maliyeden Müdevverler,
Mühimmeler, Tımar ve Zeamet Tevcih Defterleri, Ruûs, Muhasebe ve Gümrük
2
Bu gruba yine tahrirlerin temel alınarak hazırlandığı Halep ve Musul hakkındaki iki çalışmayı da
katmak gerekmektedir (Çakar 2003; Gündüz 2003).
475
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Defterleri ve Şikâyet Defterleri gibi defter koleksiyonları da incelenmeye
başlanmıştır(Öztürk 2000; Kankal 2004).
Artık 17. yüzyıla ilişkin şehir tarihi çalışmalarında tahrirlerin yerini tam
olarak şehir tarihinin en zengin kaynağı olan şer’iyye sicilleri almaya başlamıştır.
Burada Hülya Canbakkal’ın Antep (Canbakkal 2009) ve Hülya Taş’ın Ankara (Taş
2014) üzerine hazırladıkları eserlerin bu döneme ilişkin önemli şehir tarihleri
olduğunu belirtmek gerekir. Özellikle şer‘iyye sicilleri esas alınarak hazırlanan
çalışmalar açısından bakıldığında, sosyal ve iktisadi hayatın en önemi kaynağı
olan şer‘iyye sicillerinde şehrin topografyası, idari yapı, mahalle ve köy isimleri,
aile yapısı ve iktisadi faaliyetler gibi pek çok bilgiye ulaşmanın mümkün olduğu
görülmektedir. Yine bu döneme ilişkin olarak şer’iyye sicillerinin olmadığı
şehirler için Mühimme, Ruûs, Şikâyet, Muhasebe, Mukataa, Mevkûfat, gibi defter
ve diğer belge tasniflerine başvurmak zorunluluğu ortaya çıkmıştır (Pamuk
2006).
Faroqhi, Osmanlı arşiv kaynaklarının 1730’dan sonrası için çeşitli ve bol
olmasına karşın, bu döneme ilişkin araştırmaların yetersiz olmasını 18. yüzyılın
bir dağılma dönemi olarak yeterince tercih edilen bir çalışma dönemi olmamasına
bağlamaktadır. Faroqhiayrıca, bu yüzyıl boyunca kargaşa ve nüfus kaybına
uğrayan Anadolu şehirlerinin tarihleri ile ilgilenilmesini gerektirecek bir gerekçe
olmadığı için bu dönemin bir “unutulmuş dönem” olduğunu ifade etmektedir
(Faroqhi 2000: 9-11). Halbuki Faroqhi’nin Osmanlı’da Kentler ve Kentliler adlı
eserde ifade ettiği bu durumun üzerinden epey bir zaman geçmiştir. 1980’li
yıllardan sonra da özellikle şer’iyye sicillerinin keşfedilmesiyle beraber pek çok
Anadolu şehri için 18. yüzyıl da incelenmesi tercih edilen bir dönem haline geldi.
Bu bakımdan bu döneme ilişkin yapılan çalışmalarda özellikle “yüzyılın ilk yarısı”
veya “ikinci yarısı”şeklinde bir kronolojik sınırlama yapıldığı gibi daha geniş bir
dönemi hedefleyen çalışmalar da ortaya çıkmıştır. Bunlara örnek olarak bu
yüzyılın ilk yarısına dair Uysal Dıvrak’ın Çankırı (Dıvrak 2012), Saim Yörük’ün
Adana (Yörük 2011), İbrahim Güler’in Sinop (Güler 1992), Hüseyin Çınar’ın
Antep (Çınar 2000); ikinci yarısına ise, Mehmet Güneş’in Karahisar-ı Sahib
(Güneş 2003), Nuri Çevikel’in Kıbrıs (Çevikel 1999), Melek Öksüz’ün Trabzon
(Öksüz 2006) ve tüm yüzyılı kapsayacak şekildeki çalışmalara ise Veysel
Gürhan’ın Mardin (Gürhan 2012) hakkındaki çalışmaları örnek verilebilir. Bu
çalışmaların ortak yanları ilse büyük oranda şer’iyye sicilleri olmak üzere
Osmanlı Arşivi’nde bulunan muhtelif defter ve belge tasniflerine dayanmalarıdır.
Bunların yanında Osmanlı arşiv kaynaklarının yanında Fransız ve İngiliz arşiv
476
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kaynaklarının da kullanıldığı yine 18. yüzyılın ilk yarısında İzmir’e ilişkin olarak
Necmi Ülker’in hazırladığı çalışmaya (Ülker 1974) da farklı bir kaynağa
dayanması itibarıyla değinmek gerekmektedir.
II. 19. Yüzyılın İlk Yarısına İlişkin Çalışmalar
Ergenç’in “XVIII. yüzyıllardaki yeni şartların ortaya çıkmasıyla başlayan değişim
dönemi” olarak nitelendirdiği şehir tarihi sınıflandırmasının, en azından bazı
çalışmalar örneğinde, kullanılan kaynaklar açısından 19. yüzyılın ilk yarısında da
yapılmaya devam ettiği görülmektedir. Bu konuda öncü bir çalışmanın Rıfat
Özdemir tarafından (Özdemir 1986) 1785-1840 yılları arası yani Tanzimat öncesi
Ankara’sı üzerine hazırlandığını görmekteyiz. Şer‘iye sicilleri başta olmak üzere
muhtelif
arşiv
malzemesinin
yanında
seyahatnameler,
salnameler,
vakayinameler, Takvim-i Vekâyi gibi kaynaklardan, Tanzimat öncesi yeniliklerin
kent hayatına yansımalarını da ortaya koymayı hedefleyen yazar, incelediği
dönemde şehrin fizik yapısında (şehirdeki dinî, sosyal ve iktisadî yapılarda),
nüfusunda, yönetiminde ve ekonomisinde meydana gelen değişimleri ortaya
koymuştur (Öz 2005: 67). Özdemir’in çalışmasını örnek alan ve bu konuda en
güzel çalışmalardan birisi de İbrahim Yılmazçelik’in 1790-1840 yılları arasında,
yani yine Tanzimat öncesi dönemde Diyarbakır’ın iktisadi, idari ve sosyal
yapısını tahlil etmeye çalıştığı eserdir (Yılmazçelik 1995). Yılmazçelik’in
çalışmasında büyük orada şer’iyye sicillerinin kullanmanın yanında yine Osmanlı
Arşivi’ndeki değişik belge tasnifleri, ahkâm, baş muhasebe ve evkaf defterleri gibi
geniş bir arşiv kaynağından istifade ettiği görülmektedir. Bunun yanında
Özdemir’e nazaran Yılmazçelik’in daha fazla seyahatnameyi dikkate aldığı da
görülmektedir. Yine 19. yüzyılın ilk yarısına ilişkin bir diğer örnek de Adem
Kara’nın Antakya hakkındaki eseridir. 1800-1850 yıllarını kapsayan çalışma her
ne kadar Tanzimat’ın ilk on yılını kapsasa da bu yeni idari sistemin burada
uygulanması sürecine değinmemekte ve yukarıda saydığımız örneklere paralel
olarak büyük oranda şer’iyye sicillerinden hareketle Antakya’nın fiziki, sosyal,
idari ve iktisadi yapısını incelemeye çalışmaktadır (Kara 2005). Hüseyin
Muşmal’ın sınırlarını 1790’dan Osmanlı idari sisteminin yeniden organize
edildiği 1864’e kadar belirlediği çalışması diğer örneklerden farklı olarak, şer’iyye
sicilleri ve zengin Osmanlı Arşiv kaynaklarının yanında büyük oranda Temettuat
sayımlarına dayanmaktadır (Muşmal 2005). Bu döneme ilişkin çalışmalara
vereceğimiz en son örnek de Mehmet Beşirli’nin 1771-1853 yılları arasında Tokat’ı
ele aldığı çalışmadır. Sınırları konusunda ayrıntılı açıklamanın olmadığı eserde
idari, sosyal yapının yanında şehirdeki ticaret, bu ticaretin itici gücü olan
bakırcılık sektörü ayrı bir başlık altında değerlendirilmiştir (Beşirli 2005). Bu
477
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bakımdan klasik şablonun dışına çıkarak şehir ekonomisinin en önemli unsuru
olan bakır işlemeciliğine değinmesi Osmanlı şehirlerinin farklılıklarını ortaya
koymak açısında izlenmesi gereken bir yöntem olarak görülmektedir.
“Tanzimat’ın İlk Yıllarında” başlığı ile Bolu’yu incelemeye çalışan Dursun
Bayraktar diğer kaynaklardan farklı olarak, 1838-1850 yılları arasında Bolu ve
Mudurnu şer’iyye sicillerini temel alarak Bolu’nun bu on iki senelik dönemini
idari, sosyal ve ekonomik koşulları ile incelemeye çalışmaktadır (Bayraktar 2009).
Bu döneme denk gelen bir diğer örnek de Celal Erdönmez’in Kıbrıs hakkındaki
çalışmasıdır (Erdönmez 2004). 1838-1856 yılları arasını, yani Islahat Fermanı’na
kadar olan Tanzimat’ın ilk dönemini kapsayan çalışmanın bölümleri, adanın
etnik ve demografik yapısı, cemaatler arası ilişkiler ve aile yapısı hakkındadır.
Temel kaynak olarak şer’iyye sicillerine dayanılmasından olacak ki, adanın idari
ve ekonomik şartlarına yeterince değinilmemiştir. Yine de, Bayraktar ve
Erdönmez’in çalışmaları bu geçiş döneminde şer’iyye sicillerinin halen daha
önemli bir şehir tarihi kaynağı olduğunu da ortaya koymaktadır.
Her ne kadar yurt dışında yapılsa da Tanzimat öncesi ve Tanzimat dönemine
ilişkin olarak ilginç görülen çalışmalardan biri de Bülent Özdemir’in Selanik
hakkındaki çalışmasındır (Özdemir 2003). Özdemir’in çalışması 19. yüzyılın ilk
yarısını ele alan diğer örneklerden farklı olarak, Tanzimat literatürü hakkında
uzun bir girişten sonra daha çok Selanik’in sosyal ve iktisadi koşullarını
incelemeye çalışmaktadır. Eserin bir diğer farlılığı da Selanik şer’iyye sicillerinin
yanında, örneğine pek az rastladığımız bir metotla İngiliz ve Amerikan
konsolosluk arşivlerini de temel kaynaklar arasında kullanmasıdır. Bu haliyle
çalışma konsolosluk arşivlerinin şehir tarihi çalışmalarında kullanımları
konusunda en güzel örneklerden birisidir. Diğer bir ifadeyle yerli ve yabancı
arşiv kaynaklarının bir arada kullanımına güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Bu Tanzimat öncesi çalışmalardan sonra yine bir geçiş dönemi olan; fakat
literatürde zaman zaman “Tanzimat Döneminde” ifade edilen çalışmalara da
değinmek gerekmektedir. Bu çalışmaların temel kaynağı temettuat sayımlarının
sonucunda ortaya çıkan Temettuat Defterleri’dir. Bilindiği gibi, belki de
tahrirlerden sonra Osmanlı Devleti’nde en kapsamlı sayımların yapıldığı dönem
Tanzimat dönemi olmuştur. Zira Tanzimat’ın temel hedefi olan mali
merkeziyetçilik ve gelirlerin adil bir şekilde toplanması hedefi öncelikli olarak
halkın geliri ve iktisadi gücünün bilinmesine bağlıydı. Bu bağlamda Tanzimat’ın
cari olduğu bölgelerde sayımlar yapılmıştır. Adına “Emlak ve Arazi ve Hayvanat ve
478
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Temettuat” sayımları denilen bu sayımlar sonucu sayıları yirmi bine yaklaşan
defter serileri oluşmuştur (Öztürk 2003: 287-288). Kütükoğlu’nun tabiriyle
“tahrirlerden daha fazlasını bulmanın mümkün olduğu” bu defterler Osmanlı sosyal
ve iktisadi tarihin bu dönemine ilişkin başvurulabilecek en önemli kaynakları
arasındadır (Kütükoğlu 1995: 395-412). Bundan dolayı temettuat defterleri
Türkiye’nin değişik üniversitelerinde pek çok yüksek lisans ve doktoraya konu
teşkil etmişlerdir. Bu çalışmalara genel olarak bakıldığında bunların “19.
Yüzyılda”, “19. YüzyılınOrtalarında” veya “Tanzimat Döneminde” gibi geniş
başlıklar altında incelendikleri görülmektedir. Hâlbuki bu defterlerin sunmuş
olduğu veriler 1256-1261/1840-1845 yıllarını kapsayan sayımlar sonucu ortaya
çıkmıştır. Bu itibarla bize sadece 1840-1845 yıllarına ilişkin bir tablo sunabilirler.
Bu açıdan bakıldığında 25-35 yıl arayla tekrarlanan ve 15-16. yüzyılın koşullarını
ortaya koyan tahrirler örneğinde olduğu gibi temettuat sayımları üzerinden uzun
dönemli bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. Fakat yine bu kaynaklara
dayanan ve “TanzimatDönemi” başlığı altında görülen, Said Öztürk’ün Bilecik
(Öztürk 1996), Selim Özcan’ın Sinop (Özcan 2007), İlbeyi Özer’in Darende (Özer
2000) ve Özlü’nün Bolu-Göynük (Özlü 2007) örneklerinde çalışmaların olduğunu
belirtmek gerekmektedir.
III. Tanzimat Dönemine İlişkin Çalışmalar
Yukarıda saydığımız ve Tanzimat öncesi
dönem olarak da
niteleyebileceğimiz şehir tarihi çalışmalarının yanında oldukça erken bir
dönemde konumuza ilişkin önemli bir kaynak ile karşılaşmaktayız. 1975 yılında
Cevdet Küçük tarafından “Tanzimat Devrinde Erzurum” başlığı ile yapılan çalışma
bu alandaki ilk çalışmalardan birisidir. Küçük’ün Tanzimat Dönemi olarak
bilinen 1839-1876 yılları arasında Erzurum’u incelediği çalışması öncelikli olarak
Tanzimat öncesinde merkezde yapılan idari ve mali reformların Erzurum’a
yansımalarını inceledikten sonra büyük oranda Tanzimat döneminde yapılan
idari reformların Erzurum’daki tatbik sürecini incelemeye yöneliktir. Eserde,
özellikle Tanzimat’a taşrada hayat veren valilerin faaliyetleri ekseninde
Erzurum’da Tanzimat uygulamalarının neticeleri ele alınmıştır. Küçük
Erzurum’un stratejik ve askeri öneminden dolayı Kırım Savaşı dönemini
Erzurum için ayrı bir başlık halinde inceleme gereği duymuştur. Yine savaş
sürecindeki gelişmeler, Islahat Fermanı ve sonrası, Abdülaziz Devrinde taşra
idaresinde yapılan reformlar üzerinde de durulmaktadır. Sınırlı da olsa Küçük
çalışmanın sonlarında Erzurum’un sosyo-ekonomik durumu ve eğitim ve okullar
konusuna da değinmektedir. Küçük son olarak yine bu dönemin sonu olarak
kabul edilen ve bölge tarihi için önemli bir dönüm noktası olan 1877-1878
479
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Osmanlı-Rus Savaşı’nın Erzurum’a etkisine değinmiştir (Küçük 1975). Burada
Küçük’ün çalışmasını önemli kılan Erzurum hakkında yapılan önemli
çalışmalardan biri olmasının yanında Tanzimat Dönemi’nin Erzurum örneğinde
daha çok idari reformların uygulanma sürecini işlemesi ve bu haliyle de daha
sonraki çalışmalara örnek teşkil etmesidir.
Bu döneme ilişkin güzel çalışmalardan birisi de yine Tanzimat dönemindeki
idari düzenlemelere ağırlık veren Yasemin Avcı’nın Denizli üzerine hazırladığı
eserdir. Avcı klasik anlayıştan, yani Tanzimat dönemini 1839-1876 yılları arasında
inceleyen bakış açısından farklı olarak, çalışmasının nihai sınırını 1908’e kadar
getirmektedir. Bunun gerekçesi olarak da yazar merkezdeki değişikliklere
rağmen reform sürecinin taşra için bir süreklilik taşımasını göstermektedir. Avcı,
Tanzimat’ın hedeflediği merkeziyetçiliğin II. Abdülhamid döneminde de devam
ettiğini ve bu sürekliliğin en belirgin yansıma alanlarından birisinin de taşra
idaresi olduğunu kabul etmektedir. İçerik olarak değerlendirdiğimizde Avcı’nın
çalışması öncelikle Denizli’nin kentsel kimliğini tarihsel bir perspektifte ele
almakta ve şehrin mekânsal yapısına değinmektedir. Çalışmanın asıl kısmını
oluşturan idari bölümde Avcı, öncelikle Denizli’de Tanzimat’ın uygulanmasını ve
bunların sonuçlarını; ikinci olarak da Tanzimat idaresinin Denizli’de ortaya
çıkardığı yönetim düzeni üzerinde durmaktadır. Çalışmanın en önemli
bölümlerinden birisi de Tanzimat dönemine has olan bir dönüşüm sürecine, yani
yerel ileri gelenlerin yeni sisteme entegre olmaları ve güçlerini devam ettirmeleri
sürecine, şehirde tesis edilen meclisler ve belediye teşkilatı üzerinden eğildiği
kısımdır. Yine, literatüre Sevgi Aktüre’nin Ankara, Tokat ve Afyon kentleri
üzerinde yaptığı çalışma ile giren ve yeni ulaşım ve iletişim vasıtalarının 19.
yüzyılın sonlarında Anadolu kentlerinde yol açtığı değişimi incelediği eserinin
ortaya koyduğu anlayışla (Aktüre 1981) Avcı, Tanzimat modernleşmesinin
Denizli kent mekânındaki izlerini, ulaşım ve iletişim imkânlarının gelişimi ve
hükümet konağı gibi yeni kamu binalarının yapımı ile incelemektedir (Avcı 2010:
175-200). Kaynaklar açısından bakıldığında Avcı’nın Osmanlı arşiv kaynaklarının
yanında, incelenilen dönemin genişliğinden dolayı ilki 1878’de basılan Aydın
Vilayeti Salnamelerinin de kullanılmasıdır. Bu haliyle 19. yüzyılın son çeyreğini
de kapsayan çalışmaların çok zengin bir kaynağa sahip olmaya başladıklarını da
görmekteyiz.
Yunus Özger’in 19. Yüzyıl Bayburt’u üzerine hazırladığı çalışma da vilayet
salnamelerinin kullanımına güzel bir örnektir. Fakat Özger her ne kadar eserine
kesin bir tarihsel sınır çizmeyip tüm 19. yüzyılı incelemeye çalışsa da, çalışmanın
dayandığı temettuat, evkaf ve nüfus defterleri gibi defter tasniflerinin ve
480
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
belgelerin de kısmen Tanzimat öncesi büyük oranda da Tanzimat sonrası
kaynaklar olduğu hesaba katıldığında çalışmanın daha çok Tanzimat döneminde
Bayburt’u ele alan bir eser olduğu görülür (Özger 2008). Yine de Özger’in
çalışması Bayburt’un idari, demografik, sosyal ve iktisadi yapısını
temetttuatlardan salnamelere kadar geniş kaynaklar üzerinden ortaya koyan
önemli bir eserdir ve bu şekliyle daha küçük yerleşim yerleri için de şehir
monografilerinin ortaya konulabileceğini de göstermektedir.
Her ne kadar bir merkez üzerinde odaklanmasa da, ki bu dönemde şehir ve
buraya bağlı olan bölgeler arasında idari, iktisadi ve sosyal ilişkiler açısından her
zaman bir ayrım yapmak imkansızdır, Zafer Gölen’in Bosna-Hersek üzerine
yaptığı çalışmadan da bahsetmek gerekir (Gölen 2010). Tanzimat Dönemi’ni yani
1839-1876 sınırlarını kapsayan çalışmasında Gölen, çalışma sahasının konumu ve
genişliği nedeniyle çalışmanın büyük bir bölümünde idari ve siyasi gelişmelere;
geri kalan kısımlarda da Tanzimat Dönemi’nin sosyal ve kültürel yapısı, son
olarak da bölge ekonomisinin unsurlarına, ulaşım ve haberleşme alanındaki
gelişmelere değinmiştir. Gölen’in Bosna-Hersek hakkındaki çalışmasına büyük
oranda benzeyen ve yine geniş bir alanı inceleyen Ebubekir Ceylan’ın Bağdat
hakkındaki eseri her ne kadar giriş kısımlarında Bağdat merkezli olarak
Osmanlıların bölgedeki hâkimiyet sürecini incelese de, bölgede uygulanan
Tanzimat idari reformlarını, bölgedeki ulaşım ve altyapı gibi bayındırlık
hamlelerini Bağdat üzerinden incelemesi nedeniyle Tanzimat dönemi şehir tarihi
çalışmaları kapsamında değerlendirilmesi gereken bir eserdir (Ceylan 2011).
Ceylan’ın çalışmasını farklı kılan özelliklerden birisi de henüz emekleme
aşamasında olan yurtdışı arşiv malzemesinin kullanımını Bağdat örneğinde
İngiliz konsolosluk arşivlerini de çalışmasına ekleyerek yerli ve yabancı
kaynakları bir arada kullanmasıdır. Hem Gölen’in hem de Ceylan’ın vilayet
gazetelerini de kullandıklarını da belirtelim. Yine bu kategoride
değerlendirmemiz gereken eserlerden biri de Hasan Samani’nin Tanzimat
Devri’nde Kıbrıs (1839-1876) adlı çalışmasıdır. Samani, Tanzimat’ın Kıbrıs’a
yansımasını incelediği çalışması, her ne kadar geniş bir bölgeyi kapsasa da idari
yenilikleri büyük oranda Lefkoşa örneğinde incelemesi açısından dikkat
çekmektedir. Bu dönemdeki diğer örnek çalışmalarımıza paralel olarak, Samani
de Kıbrıs’ta Tanzimat’ın idari yeniliklerinin uygulanmasını, yerel yönetim
anlayışının bir tezahürü olan belediye teşkilatını; adanın kendine has toplumsal
ve demografik yapısını; tarımsal üretim faaliyetlerini ve ticareti ve son olarak da
Tanzimat şehirlerinin ortak bir özelliği olan ve sağlık, eğitim, ulaşım, haberleşme,
güvenlik ve eğitimden oluşan hizmetler konularını incelemiştir (Samani 2006).
481
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Yukarıda vermiş olduğumuz örneklerin dışında Osmanlı şehirlerinin
özellikle Arap ve Balkan coğrafyasında kalanlarının pek çok araştırmaya tabi
olduğunu özellikle belirtmemiz gerekir. Bunlar içinde dilimize de kazandırılan ve
Meropi Anastassiadou’nun Selanik üzerine hazırladığı eser pek çok açıdan ayrı
bir dikkati hak etmektedir. Öncelikle Anastassiadou’nun kronolojik
sınırlandırmaları ile başlamak gerekir. Yazar başlangıç olarak II. Mahmud’un
saltanatının son döneminde Tanzimat’ın ilk adımlarını temel alırken (1830)
şehirde Osmanlı hâkimiyetini sona erdiren Balkan Savaşlarını (1912) diğer bir
sınır olarak belirler. Bu örnek bize yerel koşulların çalışmaların kapsamına ilişkin
belirleyiciliği açısından önemli ipuçları vermektedir. İçerik açısından
değerlendirildiğinde ise eserin bir Tanzimat şehrini ortaya çıkaran tüm koşulların
incelendiği kısımlardan müteşekkil hazırlandığı görülür. Bunlar; şehrin fiziki
yapısını teşkil eden sur, liman ve bunlar üzerindeki yapılar; şehirleşmenin bir
belirtisi olarak genişleyen şehir dokusu ve ilk kenar mahalleler, şehirlerin başlıca
sorunları olan yangınlar, salgınlar ve su ihtiyacı, Müslüman, Hristiyan ve
Yahudilerden oluşan şehirdeki demografik ve ekonomik kalkınma, ulaşım ve
bayındırlık alanındaki gelişmeler, modernleşmenin nişanesi olarak yeni kamu
binaları ve yeni toplumsal yaşam alanları gibi başlıklardır. Fakat çalışmanın asıl
önemi kullandığı kaynakların zenginliğidir. Anastassiadou her ne kadar bir
Osmanlı şehrini Osmanlı arşiv kaynağı olarak sadece vakıf defterleri ve şer’iyye
sicillerinden
incelese
de,
zengin
Fransız
konsolosluk
arşivleri,
AllianceIsraéliteUniverselle Arşivi, yerel basın, salnameler ve Lazarist
arşivlerinden hazırladığı bu çalışma Selanik gibi bir merkez örneğinde gerçek bir
Tanzimat şehrinin sahip olduğu tarihsel zenginliği yansıtmasına güzel bir
örnektir (Anastassiadou 1998). Fakat elbette Tanzimat bürokrasisinin ortaya
çıkardığı zengin arşiv kaynakları bu çalışmaya ayrı bir renk katardı. Bunun
yanında Selanik gibi bir merkez için Fransız konsolosluk arşivi dışında başka
yabancı kaynakların olduğu gerçeğini de belirtmek gerekir.
Yine yurtdışında yapılan bir çalışma olsa da, özellikle yabancı kaynakların
kullanımına ilişkin güzel bir örnek, Trabzon hakkında yapılmıştır. A. Üner
Turgay’ın 19. yüzyıl Trabzon’u hakkında hazırladığı çalışma her ne kadar ticaret
merkezli bir şehir ve bölge tarihi incelemesi olsa da Osmanlı arşiv kaynaklarının
yanında büyük oranda İngiliz konsolosluk raporlarından bu dönemde
uluslararası bir ticaret merkezi olan Trabzon’un 1900’lere kadar olan dönüşüm
sürecine ışık tutan öncü bir çalışmadır (Turgay 1976). Fakat yukarıdaki örnek
çalışmalarda da görüldüğü gibi, gerçek bir Tanzimat şehrini ortaya çıkaran
koşulların merkezi idare vasıtasıyla yapılan idari düzenlemeler ve bunların
482
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
şehirlerdeki yansımaları olmaksızın incelenemeyeceğinden hareketle, Üner’in bu
çalışmasının eksik bıraktığı pek çok alan vardır. Bu eksikliği giderilmesine
yönelik olarak Yılmaz’ın çalışması Tanzimat’ın koşullarını Trabzon örneğinde
daha geniş bir perspektiften incelemeye çalışmaktadır (Yılmaz 2014). Yılmaz
çalışmasında şehrin yerleşim dokusunu ve bu doku üzerindeki sosyal yapıyı,
şehrin demografik gelişimini ve 19. yüzyıl Osmanlı şehirlerinin en önemli
sorunlarından olan salgınlar ve göç olgusunu Trabzon örneğinde incelemektedir.
İdari yapı konusunda ise Tanzimat öncesi idari yapının özelliklerini ortaya
koyduktan sonra bir geçiş dönemi olarak Tanzimat’ın uygulanması ve
sonrasındaki idari düzenlemelerin şehirdeki uygulanma sürecine değinmektedir.
Üner’in çalışmasında da görüldüğü gibi, Trabzon’un iktisadi yapısının temel
dayanağını ticaret oluşturduğu için çalışmanın kapsamı 1830’lu yıllardan, yani
Trabzon’un imparatorluğun en önemli ticaret merkezlerinde biri olmaya
başladığı bir dönemden başlatılmış ve yine diğer sınır da bu önemin azalmaya
başladığı 1870’li yıllara kadar getirilmiştir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, yerel
koşulların zaman zaman merkezi gelişmeler ile tam olarak uyuşmadığı
görülmektedir. Bu bakımdan çalışmaların sınırlarını belirleyen en önemli kriterler
olarak yerel koşulların göz önünde bulundurulması çalışmaların niteliği
açısından oldukça önemlidir.
Aynı şekilde şehirlerin iktisadi yapılarını belirleyen üretim faaliyetleri
açısından bakıldığında taşra ile merkezi olan şehirlerarasında bir ayrım
yapmanın zorluğu ortaya çıkar. Bu bakımdan Yılmaz, her ne kadar şehrin bir
faaliyeti olmasa da şehir ekonomisinin önemli sacayaklarından biri olan tarımsal
üretimi de Trabzon örneğinde değerlendirme gereği duymuştur. Bunun yanında
her açıdan Avrupa mamul mallarının rekabeti ile karşılaşılan bu dönemde yerel
üretim ilişkilerinin direnci de bu çalışmada üzerinde durulan konulardan biri
olmuştur. Tanzimat şehrinin çehresini değiştiren ulaşım, haberleşme ve
bayındırlık konuları da Trabzon örneğinde yine Yılmaz’ın ortaya koyduğu
konulardan biridir (Yılmaz 2014: 397-517). Yılmaz’ın çalışmasının bir diğer farkı
da Osmanlı arşiv kaynakları, İngiliz konsolosluk raporları yanında büyük oranda
henüz Osmanlı şehirleri için yeterince kullanılmayan Fransız konsolosluk
arşivlerine dayanmasıdır. Bu bakımdan bu çalışma Fransız, İngiliz ve Osmanlı
arşiv kaynakları bir arada kullanıldığı örnek çalışmalardan biridir. Bu haliyle
Osmanlı şehirlerinin sahip olduğu kaynak zenginliğini de ortaya koymaktadır
(Yılmaz 2014: 36-44). Bu örnekler ışığında yerli araştırmacıların yurtdışı arşiv
malzemeleri ile daha yakından ilgilenmelerinin özellikle 19. yüzyıl Osmanlı
483
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
şehirleri hakkında yapılacak monografiler için çok büyük bir zenginliği ortaya
çıkaracağına şüphe yoktur.
Bütün bu örneklerinde göstermiş olduğu gibi, gerek yerli gerekse de yabancı
araştırmacılar tarafından çok fazla çalışmaya konu olan Tanzimat dönemi ile ilgili
olarak yukarıda belirttiğimiz Tanzimat öncesi şehir çalışmaları gibi belirli
kaynaklar üzerinde şekillenen genellenmiş bir taslak henüz mevcut değildir. Bu
kısmen kaynakların çeşitliliğinden, konuya biçilen kronolojik sınırdan ve
çalışmanın kapsadığı idari birimin büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. Zira
konu, örneklerini gördüğümüz gibi incelenen bölge bazen bir eyalet bazen de bir
ülke gibi geniş bir alan olabilmektedir. Fakat yine de Tanzimat dönemini hedef
alan çalışmaların göz önünde bulundurması gereken kaynaklar hemen hemen
müşterektir. Ve bu çalışmalar bu “kaynak zenginliğini” göz ardı etmemelidir.
Çalışmanın ilerleyen kısımları da bu dönemin temel kaynaklarının tespitine
yönelik bazı saptamalar yapılacaktır.
IV. Tanzimat Dönemi Şehir Tarihinin Kaynakları
a) Osmanlı Arşiv Kaynakları
Şehir tarihi çalışmalarında doğrudan doğruya şehri ilgilendiren arşiv
vesikalarının büyük bir önem taşıdıklarına şüphe yoktur (Yılmazçelik 1995: XVI).
Bundan dolayı Osmanlı şehrini araştıracak olan bir tarihçinin başvurması gereken
ilk yer Osmanlı Arşivi olmalıdır. Fakat burada Osmanlı taşrasına ait tüm belge
tasnifleri hakkında bilgi vermek bu çalışmanın sınırlarını aşacaktır. Bundan
dolayı belli başlı tasnifler hakkında bilgi verilmesi yoluna gidilecektir. Taşra
tarihleri açısından bakıldığında, II. Mahmud ve sonrasında merkezi yönetimde
yapılan düzenlemelere paralel olarak meclisler ve nezaretler tesis edildiği
görülmektedir. Taşralarda da halkın temsilcilerin katıldığı meclisler ihdas edildi.
Bu yeni birimlerin ortaya çıkması beraberinde yeni bir bürokrasiyi, bu bürokrasi
doğal olarak yeni yazışmaları, bu yazışmalar da şehir tarihinin yeni kaynaklarını
ortaya çıkardı (Akyıldız 2006: 407-408). Şehir tarihine ilişkin olarak ilk olarak
bahsetmemiz gereken belgeler irâdelerdir. Bilindiği gibi 1831 yılından itibaren
padişahların emir ve buyrukları irâdeler yoluyla bildirilmeye başlanmıştır
(Sertoğlu 1955: 51-52). İrade tasniflerinde merkezin talimatları, atama kayıtları,
nizamnameler, vali ve diğer yetkililerin raporları gibi çok geniş bir alanı
kapsayan konularla ilgili belgeleri ihtiva etmektedir (Gölen 2010: XXXII). İradeler
kendi içinde Dâhiliye, Hariciye, Meclis-i Vâlâ, Meclis-i Mahsûs, Şûra-yı Devlet
ve Divân-ı Ahkâm-ı Adliye kısımlarına ayrılmaktadır. Bunun yanında eyâlât-ı
484
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
mümtâze tasnifi altında bazı ayrıcalıklı bölgelerin de ayrı irâde tasnifleri de
bulunmaktadır (Osmanlı Arşivi Rehberi 2000: 323).
Tanzimat sonrası ortaya çıkan arşiv fonlarından birisi de Sadaret Mektubî
Kalemi fonudur. Sadaret tarafından çeşitli makamlara yazılan emir ve
buyuruldular bu kalemden yazılmıştır. Tanzimat’tan sonra da aynı kalem
Sadaret’in gerek İstanbul’daki nezâret ve devâirle (daireler), gerekse taşra ile
yaptığı yazışmaları yürütmüştür. Bu kalemin görevi bütün nezâret, devâir ve
vilayetlerle olan yazışmalarını yapmak, buralardan gelen tahriratı hülâsa ederek
asıllarıyla birlikte sadrazama sunmak, sadrazamın mektuplarını yazmak ve özel
kalem müdürlüğünü yapmaktı. Bu tasnif de kendi içinde Mühimme Odası,
Umum Vilayet, Nezaret ve Devair, Meclis-i Vâlâ, Deavi, Divân-ı Ahkam-ı Adliye
gibi muhaberat, makam, ve dairesine göre muhtelif kısımlara ayrılmıştır.
Taşralara ilişkin çalışmalarda daha çok isyan, deprem, sınır meselesi, savaş, kıtlık,
iskân gibi önemli konulardaki evrakı içeren Mühimme Kalemi; sadaretle
vilayetler arasındaki yazışmaları içeren Umum Vilayat; sadaretin İstanbul’da
bulunan nezaret ve dairelerle olan yazışmalarını içeren Nezaret ve Devair ve de
sadaret ile Meclis-i Vâlâ arasındaki yazışmaları içeren Meclis-i Vâlâ ile ilgili
belgeler konumuzla ilgili çalışmalarda dikkat edilmesi gereken kaynaklardır
(Osmanlı Arşivi Rehberi 2000: 332-338).
Bir diğer belge koleksiyonu da Cevdet Tasnifi’dir. Muhtelif konulara göre bir
ayrıma tabi tutulan bu tasnif 960-1322/1553-1904 arasındaki kayıtları ihtiva eden
17 ana bölümden oluşmaktadır. Şehir tarihi çalışmaları için özellikle Dâhiliye,
Adliye, Belediye, Sıhhıye, Eyalet-i Mümtâze, Maarif, İktisat, Nafia, Evkaf ve
Askeri bölümlerinde önemli belgeler yer almaktadır. Bunların yanında
nezaretlere, özellikle de Dâhiliye nezaretine ait tasniflerin yanında özellikle
araştırmanın sınırını 19. yüzyılın sonlarına kadar uzatan araştırmacılar için II.
Abdülhamid’in 33 yıllık saltanatında ortaya çıkan Yıldız Evrakı’nın da
incelenmesi gerekmektedir.
Tanzimat dönemi Osmanlı taşrası için bu belge koleksiyonlarının yanında
önemli bir defter koleksiyonu da mevcuttur. Elbette burada ilk olarak
bahsetmemiz gereken defterler Tanzimat döneminin de başlangıcını da
simgeleyen temettuat defterleridir. Temettuât defterleri, klasik dönem
tahrîrkayıtlarından farklı olarak kişilerin ekonomik gücüne göre ödemekle
yükümlü olacakları verginin tespitine yönelik olarak 1841-1845 yılları arasında
imparatorluğun önemli bir kısmında yapılan temettü sayımlarıydı. Sayımların
485
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
temel amacı Tanzimat’ın temel ilkesi olan adil bir vergi sitemi için halkın mali
kaynaklarının tespit edilmesiydi. Bu ilke ile yapılan sayımlardan oluşan bu defter
külliyatında Osmanlı taşrasının sosyo-ekonomik yapısına ilişkin önemli bilgiler
yer almaktadır. Sayımı yapılanların tüm gelir kaynaklarının ayrıntılı bir şekilde
verildiği bu defterler kent-köy ekonomisinin bir panoramasını sunması itibarıyla
Tanzimat dönemi taşrasına ayrı bir pencereden bakma imkânı ortaya
çıkarmaktadır (Öztürk 2003: 287-304). Her ne kadar 1831 yılında yapılmış olan
nüfus sayımı imparatorluğun nüfusuna ilişkin en önemli veri olsa da Temettuat
defterlerinin de birer nüfus defteri özelliği göstermektedirler. Bu haliyle
yapıldıkları bölgelerin demografik yapılarını anlamamız açısından da oldukça
önemlidirler (Adıyeke 2000: 771-772). Fakat temettuat sayımları açısından
Tanzimat’ın uygulanması sürecine paralel olarak imparatorluğun tüm
bölgelerinin aynı kaynaklara sahip olmaması da şehir tarihleri için bir engeldir
(Yılmaz 2014: 30-31).
Şehir tarihi çalışmalarında görülmesi gereken diğer bir defter tasnifi de Bâb-ı
Âli Evrak Odası Ayniyât Defterleridir. Bu defterler sadaret dairesinden diğer
devlet dairelerine, vilayetlere ve diğer makamlara yazılan tezkirelerin ve
muharreratın suretlerinin kaydedildiği defterlerdir (Sertoğlu 1955: 70-71). Bu
defterler şehirler açısından değil ilgili olduğu vilayeti ilgilendiren pek çok
yazışmanın özetini içermesi bakımından oldukça önemlidir. Bu defterlerde
taşranın merkezden isteklerinin neler olduğu, merkezin bu isteklere cevabı ve bu
yazışmaların süreci; dönemin sosyal koşulları, ihtiyaçları, yapılan yeniliklerin
neler olduğu, nasıl uygulandığı anlaşılmakta, böylece merkez ile iletişim
halindeki bölgenin durumu ortaya çıkarılmaktadır. Yine Ayniyât defterlerinde
merkezin taşranın isteklerine verdiği cevapları, taleplerin yerine getirilmesi veya
getirilmeyişine gösterilen sebepleri, devletin ekonomik ve sosyal durumu ile
birlikte hangi yeniliklere öncelik verdikleri ve ne tür yapılanmaya destek
oldukları konuları ayrıntılarıyla bilinmektedir. Özetle bu defterlerden ilgili
bölgenin idarî, malî, ticarî,
sosyal ve askerî birçok özelliğini öğrenmek
mümkündür (Eryılmaz 2007: 3).
Yine Bâb-ı Âli Evrak Odası Vilâyat Gelen-Giden Kayıt Defterleridir. 1864
Vilayet Nizamnamesi ile beraber Osmanlı idari sisteminde eyaletten vilayet
sistemine geçilmiştir. Bundan sonra her vilayet için ayrı defterler tutulmuştur.
Merkez ile taşra arasında yapılan her türlü yazışmanın özetini barındırması
itibarı ile asıl belgelere ulaşılamadığı durumlarda Vilâyat Gelen-Giden defterleri
bu konuda önemli bir boşluğu doldurmaktadır (Gölen 2010: XXXIII). 1849-1922
486
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yıllarını kapsayan ve sayısı 1608 olan bu defterler özellikle vilayet sisteminden
sonra merkez-taşra arasındaki bürokrasi ve bunun konularını anlamamız
açısından önemli kaynaklardır (Osmanlı Arşivi Rehberi 2000: 217-218). Bunların
yanında eyaletlere göre tutulan ve Tanzimat dönemini de kapsayan Ahkâm
Defterleri, Mühimme Defterleri gibi çalışılan bölge itibarıyla kayıtları bulunan
defter tasniflerinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Burada özellikle Tanzimat öncesinde başlanan ve Tanzimat’ın ilanından
sonra da devam eden sayımların ortaya çıkardığı nüfus defterlerine de değinmek
gerekmektedir. Bilindiği gibi II. Mahmut’un ıslahatlarının bir parçası olarak
temelde yeniçeriliğin ortadan kaldırılması sonrası kurulacak olan ordunun
kaynaklarını tespit etmeye yönelik olan 1831 Nüfus Sayımı öncelikli olarak
askerlik yapabilecek halkın tespitine yönelikti. Fakat vergiye tabi tutulabilecek
gayrimüslim nüfus da bu sayım sırasında, tıpkı cizye defterlerinde olduğu gibi,
âlâ (iyi), evsat (orta) ve ednâ (kötü) olmak üzere üç kategoriye ayılmıştır ( Behar
1998:162-163). Son zamanlarda yeni defterlerin kullanıma açılmaları ile tarihçiler
için yeni bir çalışma alanı haline gelen bu nüfus defterlerinin (Şahin 2012; Yüksel
2013; Alikılıç 2013) Tanzimat döneminin başlarında şehirler için yapılacak
demografik araştırmalarda en önemli kaynaklar olduğuna şüphe yoktur.
b) Şer’iyye Sicilleri, Vakıf ve Hurufat Defterleri
Kelimi anlamı itibarıyla şer'îyye sicilleri kadıların görevleri gereği,
mahkemelerde verdikleri hükümleri, merkezden kendilerine gelen fermân,
buyruldu, tezkire ve takrirleri, sorumlu bulundukları kaza, kasaba ve köylerde
olan önemli olayları kaydettikleri veya kadıların verdikleri i'lâm (bir dâvânın,
mahkemece nasıl bir hüküm ve karara bağlandığını gösteren resmî vesika),
hüccet (senet, vesîka, delil) ve cezalarla, görevleri gereği tuttukları çeşitli kayıtları
içeren defterlerdir (Ortakçı 2011: 107). Yukarıda verdiğimiz örneklerde de
görüldüğü gibi, Osmanlı şehir tarihlerinin en kapsamlı kaynakları şer'îyye
sicilleridir. Buna paralel olarak özellikle 1980’li yıllardan sonra Osmanlı mahalli
tarihine ilişkin çalışmalarda gerek yerli gerekse de yabancı araştırmacılar bu
kaynaklara daha fazla önem göstermeye başladılar. Tutuldukları mahallin sosyal,
ekonomik ve siyasî tarihleri için en güçlü ve en güvenilir kaynakları olduğu ifade
edilen siciller, bilhassa bu yerellikleri ve şehir hayatını canlı bir şekilde
yansıtmaları bakımından diğer resmi devlet belgelerinden ayrı özellikler
gösterirler. Özellikle sicillerde yer alan tereke kayıtları servetin dağılımı ve
içeriği, ölenlerin sosyal konumları, ürünlerin miktar, fiyat ve çeşitlerini vermekte
ve fiyatlar, para, kredi, meslekler ve meslek gereçleri gibi alanlarda tarihçilere son
487
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
derece zengin bilgiler sağlamaktadır (Uğur 2003: 306). Çok zengin içerikleri ile
şer’iyye sicillerinin kullanımı açısından, 17. ve 18. yüzyıla ilişkin örneklerini
verdiğimiz çalışmalarda da görüldüğü gibi, temel kaynak olarak siciller
kullanılsa da bu çalışmaların diğer kaynaklar yani destekleyici mahiyette arşiv
belge ve defterleri ile desteklenmeleri gerekmiştir. Burada konumuz açısından
önemli olan husus ise şer’iyye sicillerinin Tanzimat sonrası kazandıkları mahiyet
ve şehir tarihleri açısından kullanılabilirlikleridir.
II. Mahmud döneminde gerek kadılık kurumunun yetkilerinde yapılan
değişiklikler gerekse de Batı tarzında Nizamiye mahkemelerin tesis edilmesiyle
şer’i mahkemelerin yetkilerinde daralması söz konusu olmuştur. Merkeziyetçiliği
daha da arttırıcı reformlar çerçevesinde; 19. yüzyılın ilk yarısına gelinceye kadar
şehirlerin idaresini bütünüyle uhdelerinde bulunduran ve yargının yanı sıra
mülkî, idarî, malî ve beledî görevleri de icra eden kadıların vazife alanları
daraltılmıştır (Ceyhan 2011: 60; Feyzioğlu 2010: 35-46). Zira şehirlerin beledi
hizmetleri ve âsâyiş ile ilgili işleri olarak merkezde İhtisab Nezareti ve taşrada
İhtisab Müdürlüklerine, şehrin imar ve inşasıyla ilgili işler Ebniye-i Hâssa
Müdürlüğü’ne, vakıflara dair işler de zamanla EvkâfNezâreti’ne, taşraların malî
ve idarî işleri ise 1840 yılında buralara gönderilmeye başlanan muhassıllara
verilince, kadıların fonksiyonları gitgide azalmış oldu (Ceyhan 2011: 60).Böylece
zamanla kadılara yalnızca yargı görevi kalmıştır. Bu değişiklik şer‛iyye sicil
defterlerinin içeriğinde de değişime neden olmuştur. Fakat, her ne kadar bazı
araştırmacılar bu dönemden itibaren şer’iyye sicillerinin önemini kaybetmeye
başladığını ifade etse de (Bayraktar 2009: 4; (Yılmazçelik 1995: XVIII), Ceyhan bu
dönüşüm sürecinde sicillerdeki değişimi incelediği çalışmasında,şer’iyye
sicillerinin sadece tereke veya nikâh kayıtlarından ibaret olmadığını; bilakis
klasik dönemde olduğu gibi sicillerde siyasî, iktisadî, askerî, hukukî ve ictimaî
hayatını aydınlatacak bilgiler bulmanın mümkün olduğunu belirtmektedir.
Ceyhan’ın değindiği bir diğer konu da bu dönemde şer’i mahkeme kayıtlarında
aramamız gereken zenginliği, hukuk düalizminin olduğu bu dönemde nizamiye
mahkemesi kayıtlarından da aramamız gerektiği yönündedir. Bu bilgilerden ve
Erdönmez’in Kıbrıs örneğindeki çalışmasından hareketle şer’iyye sicillerinin bir
süre daha Osmanlı taşrası için önemli belgeler olaya devam ettikleri; fakat daha
çok toplumsal yapı, aile ve cemaatler arası ilişkiler gibi konulara kaynaklık
edebileceği ortaya çıkmaktadır. Bu haliyle siciller Tanzimat dönemi şehir tarihleri
açısından bu alanlarda katkı yapabilecek mahiyettedir.
488
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Şer’iyye sicillerinin yanında Osmanlı şehir hayatındaki en önemli iktisadi ve
sosyal müesseselerden biri olan vakıfların bırakmış oldukları envanterin de
üzerinde durmak gerekir. Bilindiği gibi Osmanlı şehirlerinde pek çok hizmet,
kuruluşunda dini ve iktisadi nedenlerin etkili olduğu vakıflar vasıtasıyla
gerçekleşmekteydi. Bu bakımdan vakfın kuruluş amacını ve işleyişini belirten
vakfiyeler dönemin ekonomik, sosyal, idarî, dinî ve kültürel tarihinin ortaya
konulması kadar vakfiyenin niteliğine paralel olarak şehir, iskânı ve tarihi
topografyasının incelenmesi noktasından da önemlidir.Şehirlerde tesis edilen
vakıfların sayısı, niteliği ve fonksiyonu şehir halkının toplumsal yapısını, hak
arasındaki zengin-fakir münasebetlerini, vakıfların gördükleri her alandan
hizmetler açısından şehirleşmenin boyutları gibi değişik alanlarda bilgiler verir
niteliktedir. Bu geniş alanda hizmet veren vakıfların işleyişini vakfiyelerin
yanında vakıf muhasebe defterleri, yıllık muhasebe defterleri ve şer’iyye sicilleri
gibi kaynaklardan izlemek mümkündür. Bu kaynaklar büyük oranda Vakıflar
Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Osmanlı, Topkapı Sarayı ve Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğü arşivlerinde yer almaktadır (Çakır 2006: 104).
Bu kaynak grubunda değerlendirmemiz gereken bir diğer belge türü de son
zamanlarda şehir tarihi yazımında kullanılmaya başlanan hurûfât defterleridir.
Hurûfât defterleri, vakıf kurumlarında görev yapan imam, hatib, vâiz, müezzin,
mütevellî, müderris, cüzhân, câbi, ferrâş, zaviyedâr gibi cihet ehli ile muhzır gibi
mahkeme görevlilerinin ve esnaf örgütlerinin yöneticilerinin atama kayıtlarını
içeren belge gruplarıdır (Beyazıt 2013: 39).Bayezit,hurûfât defterlerinin şehir
tarihi araştırmalarında kullanılması üzerine hazırladığı çalışmasında bu
defterlerin öneminin özellikle vakıf kurumlarının tespitinde önemli bir görev
üstlendiklerini belirtmektedir (Beyazıt 2013: 46). Bu defterlerden kazanın
merkezindeki ve taşrasındaki cami, mescit, medrese, mektep, muallimhane,
namazgâh, türbe ve zaviyelerinin tespiti mümkün olduğu gibi vakıf eserlerinin
yaşadığı değişimleri de izlemek mümkündür. Kentin ve kırsalın mekânsal
yapısının ortaya konulmasında, mahallelerin ve vakıf sayılarına göre köylerin
büyüklüğü ve gelişiminin tespitinde temelde vakıf sistemi ile bağlantılı olan bu
defterler önemli bilgiler vermektedir (Beyazıt 2013: 49-52).
c) Salname ve Gazeteler
Avrupa ülkelerinde çok daha eski dönemlerden itibaren tutulmaya başlanan
salnamelerin Osmanlı Devleti’nde görünmesi yine Tanzimat’ın bir yeniliğidir.
Bizde salname geleneği ilk kez 1847’de Mustafa Reşid Paşa’nın isteğiyle bir devlet
salnamesinin, Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin,
yayınlanmasıyla
489
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
başlamıştır (Duman 1999: 3). Hazırlanmasının temel gerekçesi olarak merkez ve
taşra bürokrasisini göstermek olan devlet salnamelerinin içerik olarak en zengin
oldukları dönem II. Abdülhamid dönemidir. Devlet salnameleri özellikle
vilayetlerdeki üst düzey memurlar ve idari yapının ortaya konulmasında
başvurulacak eserlerdir. Fakat konumuz açısından asıl önemlisi bu salname
geleneğinin taşralara da yayılmasıdır. Bunda da 1864 Vilayet Nizamnamesi’nin
taşrada oluşturduğu yeni anlayışın etkisi olduğunu anlamak zor değildir.
Nizamnamenin ortaya çıkardığı pek çok idari pratiğin yanında vilayetlerde birer
matbaanın tesis edilmesinin de bu yenilikteki rolünü belirtmek gerekir. Vilayet
salnamelerinin ilki 1866’da yayınlanan Bosna Salnamesi’dir.
Her yıl yayınlanan Vilâyet Salnâmelerden ait oldukları vilayette bir sene
zarfında meydana gelen değişiklik, yatırım ve gelişmelerin izlenmesi mümkün
olabilmiştir. Ayrıca bunlarda yer alan resim, fotoğraf, plan, kroki, şekil ve
haritalarla şehir ve bölge tarihleri için oldukça önemli bir malzeme teşkil
etmektedirler. Bundan dolayı salnameler Türk üniversitelerinde daha çok
transkripsiyon şeklinde yüksek lisans konusu olarak pek çok çalışmaya konu
olmuştur. Bunun yanında Diyarbakır ve Trabzon gibi vilayetlere ait salnameler
tamamen Latin harfleriyle yayınlanmışlardır. Bunların yanında maarif
salnamelerinde hareketle vilayetlerdeki eğitim-öğretim kurumlarına yönelik
çalışmalar da yapılmaktadır.
Şehir tarihi için vilayet salnamelerinin zenginliğine şüphe yoktur. İzgöer’in
salnamelerin şehir tarihi için kaynak olarak kullanımları hakkındaki makalesinde
de ortaya koyduğu gibi, salnamelerde zengin bir içerik vardır. Öncelikle bir
takvim kısmı ile başlayan bu eserler vilayetin idari bölünüşü, memur listeleri,
mahalli tarih ve coğrafyası, eski eserleri, ticari ve ekonomik faaliyetleri, nüfusu,
okulları, kütüphaneleri gibi konularda pek çok bilgiler vermektedirler. Bunların
yanında topografik bilgiler olarak nehirler ve akarsular, göller, dağlar ve iklim
gibi konulara rastlamak mümkündür. Ayrıca askeri ve idari yapılanma, mülki
teşkilat konusunda vilayetlerdeki en küçük birime varıncaya kadar tüm personel
hakkında bilgilere ulaşabilmektedir. Bu şekilde salnameler yerel bürokrasiyi
izleyebileceğimiz önemli bir bilgi kaynağı olmaktadır (Emiroğlu 2002: 155-172).
Bunların dışında şehrin yerleşimi, emlak kayıtları, önemli tarihi eserler ve
bayındırlık faaliyetleri, eğitim kurumları, yerleşim yerlerinin ekonomik değerleri,
tarım, hayvancılık, madencilik, ormanlar, ticari bilgiler, vilayetin gelir ve giderleri
hakkında bilgiler bulmak mümkündür. Fakat salnamelerin kullanımında dikkat
edilmesi gereken hususlar vardır. Trabzon Vilayeti Salnamelerinde görüldüğü
490
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gibi özellikle ilk sayılarda aynı bilgilerin değişmeden kaldığı görülmektedir.
Demografik verilerde karşımıza çıkan bu durumda salnamelerin vermiş oldukları
nüfus miktarları hem verilerin birkaç yıl geriden gelmesi hem de sadece erkek
nüfusu yansıtması bakımından zaman zaman yanıltıcı olabilir (Behar 1996: 31;
Yılmaz 2014: 90). Zamanla daha düzenli ve kapsamlı bir şekilde yayınlandığını
gördüğümüz vilayet salnameleri özellikle 19. yüzyılın son çeyreği için yapılacak
olan çalışmalarda vazgeçilmez kaynaklardır. Devlet ve vilayet salnamelerinin
dışında nezâretlerin ve diğer kurumların ortaya çıkardığı salnameler de vardır.
Bunların içinde Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, Hariciye, Maarif, Himâye-i Etfâl
Cemiyeti, İlmiye; özel şahıs ve kuruluşlarla ilgili olarak da Türk Yılı, Hadika,
Gayret, Resimli Yıl ve Ebuzziyasalnâmelerini zikretmek mümkündür (İzgöer
2005:540; Duman 1999: 7-12).
Basının Osmanlı sosyal tarihi için taşıdığı önem tartışmasızdır. Bu bağlamda
Vilayet Nizamnamesi gereğince valiliklerin kırtasiye ve baskı işlerini karşılamak
üzere vilayet merkezlerinde birer matbaa kurulması ve salnamelerin basım
sürecine paralel olarak vilayetlerde de yerel basının yani gazetelerin de
neşredilmeye başlandığı görülmektedir. Bu konudaki ilk örnek 1860’ta Fuad
Paşa’nın öncülüğünde Beyrut’ta Türkçe-Arapça olarak yayınlanmaya başlanan
“Hadikatü’l-Ahbar” adlı gazeteydi. Fakat yerel gazete geleneğinin yayılmasında
Mithat Paşa’nın Tuna Vilayeti valiliğinin daha etkili olduğu görülmektedir.
Mithat Paşa’nın ilk icraatlarından birisi de burada bir matbaa kurarak gazete
çıkarmak oldu. Tuna gazetesinin ilk sayısı Mart 1865’te basıldı (KocabaşoğluBirinci 1995: 101-122). Vilayet gazeteleriyle, vilayetteki gelişmelerin vilayet içinde
ve dışında kamuoyu ile paylaşılması amacı güdülmüştü. Bunun yanında vilayet
dâhilinde veya ülke içinde ve dışındaki gelişmelerin yanı sıra değişik yasal
düzenlemelerin de gazeteler vasıtasıyla halka duyurulması hedeflenmekteydi.
Bundan dolayı bu gazetelerin daha geniş bir kitleye hitap etmeleri için Türkçe’nin
yanında vilayet sınırları içinde konuşulan ikinci veya üçüncü dilde de çıkarıldığı
görülmektedir (Varlık 1985: 99-102). Hadikatü’l-Ahbar ve Tunaörneklerini takiben
1866’da Fırat, Suriye, Trablusgarp, 1867’de Beyrut, Erzurum (Envar-ı Şarkıyye),
1868’de Edirne ve Yanya, 1869’da Hüdavendigar, Konya, Trabzon ve Selanik’te
vilayet gazeteleri basılmaya başlandı. Yayınlanma amaçlarına binaen vilayet
gazeteleri, merkez yani hükümet ve sultan hakkında haberler, kamu
görevlilerinin atama, yükselme ve ödüllendirilmeleri, yeni yasa, yönetmelik
düzenlemeleri; hükümet, vilayet ve kamu kuruluşlarının çalışmaları, bayındırlık
hizmetleri, sağlıkla ilgili gelişmeler, eğitim-öğretim haberleri, hac gibi önemli
olaylar, mevsim koşulları ve doğal afetler gibi çok geniş bir yelpazde haberlere
491
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yer vermekteydiler. Fakat şehir tarihi çalışmalarında sadece bu resmi mahalli
gazetelerle sınırlı kalınması düşünülmemelidir. Yine merkezde çıkan Takvim-i
Vekâyi, Ceride-i Havâdis gibi gazetelerin; vilayet merkezlerinde, mesela İzmir’de
ilki 1821’de yayınlanmaya başlanan La SpectateurOriental ve 1824’te Smyrnéen,
1828’de de Le Courrier de Symrne gibi yabancı gazetelerin ve Ermenice, Rumca ve
diğer mahalli dillerde yayınlanan yerel gazetelerinde mahalli tarih
araştırmalarında dikkate alınması gerekmektedir.
d) Konsolosluk Arşivleri
Türkiye’deki şehir tarihi çalışmalarında yukarıda özetlemeye çalıştığımız bir
gelişim çizgisine rağmen şehir tarihinin yabancı kaynaklarının kullanımları
konusunda ülkemizde yapılan araştırmaların istenilen düzeyde olduğunu
söylemek zordur. En çok göz ardı edilen kaynakların da konsolosluk arşivleri
olduğunu belirtmek gerekir. Bilindiği gibi Osmanlı coğrafyası konsolosluk
kurumunun tarihsel gelişiminin de izlenebileceği şekilde uzun bir zamandan beri
önemli liman şehirlerinde konsoloslar barındırmaktaydı. Klasik dönemde İzmir,
İskenderiye ve Halep gibi önemli ticaret merkezlerini gördüğümüz bu
kurumların tüm imparatorluk coğrafyasında yayılmaları 19. yüzyılın ilk
yarısında büyük bir ivme kazanmıştı. Bunda Osmanlılar ile Avrupa devletleri
arasında yapılan antlaşmaların ve dönemin ekonomik gelişmeleri birinci
derecede rol oynamıştır. Bu bakımdan başta İngiltere, Rusya ve Fransa olmak
üzere pek çok ülke imparatorluğun değişik yerlerinde etkili bir konsolosluk ağı
tesis etti. Konumuz açısında önemli olan ise, bu konsolosların bırakmış oldukları
yazışmalardır. Yukarıda Ülker’in İzmir hakkında hazırladığı, yani İngiliz ve
Fransız konsolosluk kaynaklarından kullandığı çalışma bu konudaki ilk
örneklerden biridir. Bu konsolosluk kaynaklarının özellikle 19. yüzyıl şehirleri
için çok daha önemli birer kaynak haline geldiğini belirtmek gerekir. Zira 19.
yüzyılda en üst düzeye çıkan uluslararası ekonomik rekabetin de etkisiyle
konsoloslar önceleri ticari çıkarların; daha sonraları ise temsilcisi olduğu ülkenin
politik ve askeri çıkarlarının da takipçisi haline geldi. Böylece konsoloslara siyasi,
ticari ve adli olmak üzere üç alanda hizmet eden bir memuriyet özelliği
kazandırıldı (Kocabaşoğlu 2004). Bu çok fanksiyonluluğun konsolosluk
yazışmalarına da yansıdığı görülmektedir. Bir örnekle belirtmek gerekirse,
Fransız konsolosların Fransız Dışişleri Bakanlığı ile yapmış oldukları yazışmalar
konularına göre “Correspondance consulaire et commerciale” yani ticari ve
konsolosluk yazışmaları ve “Correspondance politique de sconsuls” yani politik
yazışmalar gibi kısımlara ayrılmış ve bu şekilde tasnif edilmiştir. Bunun yanında
imparatorluk dâhilindeki tüm birimlerden her konuda elçilik ile yapılan
492
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yazışmalar ise “Correspondance avecles postes” yani konsolosluklar ile yapılan
yazışmalar şeklinde bir iç tasnife tabi tutulmuştur. Bu gibi örnekler çoğaltmak
mümkündür. Fakat asıl önemlisi bu kaynakların nasıl kullanılacak olduğudur.
Öncelikle konsolosluk yazışmalarında her türlü bilgiye ulaşılabileceğini söylemek
gerekir. Özellikle de iktisadi konularda konsolosların her yıl hazırlamış oldukları
senelik ticaret raporları şehirlerin ticareti, yani ithalat ihracat potansiyelleri, yerel
üretim ilişkileri, tarımı ve bunun gibi iktisadi yapıyı etkileyen her şey hakkında
bilgiler vermektedir. Osmanlı Devleti’nde ticaret istatistiklerinin oldukça geç bir
dönemde tutulmaya başlandığı hatırlanacak olursa bu ticaret ve denizcilik
raporlarının mikro ölçekte şehirler ve bölgeler genel olarak da Osmanlı iktisat
tarihi için kıymetleri daha da artar (Kütükoğlu 1983: 151-161). Trabzon örneğinde
incelenecek olursa bu iktisadi değerlerinin dışında konsolosluk yazışmaları adeta
“şehrin günlüğü” gibidir. Konsolos şehirde gelişen her türlü önemli gelişmeyi
raporlarında amirlerine bildirmiştir. Şehir yaşamına etki eden yangın, salgın, göç,
savaş, iç karışıklık, cemaatler arasındaki ilişkiler ve şehirdeki önemli gelişmeler
gibi buraya sığdıramayacağımız kadar çok fazla konuda bilgiler vermektedirler.
Bu konuda en güzel örnek çalışmalardan bir olan Özdemir’in Selanik’i büyük
oranda şehirdeki İngiliz konsolosu Blunt’un raporlarına dayanmaktadır
(Özdemir 2003: 13-18). Fakat bu kaynakların güvenilirliği halen daha bunlara
yeterince aşina olmayan yerli tarihçiler tarafından sorgulanmaktadır. Bu
bağlamda Özdemir, diğer yabancı kaynaklar olan seyahatnameler ile mukayese
edildiğinde konsolosların resmi bir görevli olmaları ve bulundukları bölgede
uzun süre ikamet etmelerinden dolayı verdikleri bilgilerin daha sarih olduğunu
belirtir. Aslında Yılmaz’ın çalışmasında da görüleceği gibi, konsolosluk
kaynakları yerli arşiv kaynakları, diğer konsolosluk raporları ile bir arada
kullanıldığında çok büyük bir boşluğu doldurmaktadır (Yılmaz 2014). Bu haliyle
en azından konsolosların ikamet ettiği ve şehir tarihine ilişkin kaynakların ortaya
çıktığı bir bölgenin tarihi için bu kaynakların göz ardı edilmesi araştırmanın
niteliği için önemli bir eksiklik olacaktır.
Konsolosluk kaynaklarının gerek şehir tarihinde gerekse de diğer konularda
kullanımı konusunda öncelikli olarak yapılması gereken, İngiltere’de Public
Record Office, Fransa’da Archives duministèredes Affaire sétrangères veya Archives
Nationales ve diğer ülkelerin arşivlerinde yer alan dokümanların bir envanterinin
çıkarılması olmalıdır. Bu sayede yerli araştırmacılara daha fazla tanıtılacak olan
bu kaynakların kullanımı da teşvik edilebilir ve şehir tarihi çalışmaları için henüz
yeterince keşfedilemeyen bu kaynakların şehir tarihi çalışmalarına eklenmesi
mümkün olabilir.
493
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
e) Seyahatnameler
Yukarıda da görüldüğü gibi, şehir tarihinin de içinde yer aldığı Osmanlı
sosyo-ekonomik tarihine yönelik olan çalışmaların temelde tahrirler, şeriye
sicilleri, temettü sayımları gibi arşiv kaynaklarına dayanmaları zaman zaman
bunların başka kaynaklar ile desteklenmelerini gerekli kılmıştır. Bu süreçte en
önemli kaynaklar da Osmanlı tarihi için büyük bir külliyat olan
seyahatnamelerdir. Seyahatnamelerde Osmanlı sosyo-kültürel hayatı üzerine
gerekli ve ayrıntılı bilgiler yer almaktadır (Üçel-Aybet 2003: 15). Seyyahlar
özellikle Osmanlı toplumunun gündelik yaşamı ve gelenekleri, bayram veya
selamlık alayı gibi törenler, hamamlar, meslek gurupları, giyim tarzları, mesire
yerleri, kahvehaneler, semtler, sokaklar, pazar, mahalleler, şehirdeki önemli dini
ve ticari yapılar gibi şehir hayatı ve abideleri gibi genel konular üzerinde
durmuşlar ve bunun yanında seyahatnamelerini resim, harita ve gravürlerle
süslemişlerdir. Bu eserler ayrıca, şehirlerin tarihinde dönüm noktası oluşturacak
kadar etkili olan yangınlar, salgın hastalıklar ve doğal afetler hakkında önemli
bilgiler vermeleri itibarı ile araştırmacılar için önemli kaynaklar arasındadırlar
(Yılmaz 2013a: 596). Bu zenginliklerinden dolayı 1980’lerden itibaren gelişen
Osmanlı sosyal-ekonomik tarihi araştırmaları çerçevesinde özellikle arşiv
kaynaklı çalışmaların çoğalmasıyla beraber bunlardaki boşlukların doldurulması
noktasında seyahatnameler daha da önem kazandı. Şüphesiz seyahatnamelerin
bu yeni tarih yazımı eğiliminde en çok kullanıldıkları alan da şehir tarihçiliği
oldu. Türkiye’de bazı çeviri faaliyetleri ile başlayan seyahatname çalışmalarında
gerek akademik gerekse de amatör manada pek çok çalışmaya konu oldu. Bu
çalışmalar çerçevesinde, kronolojik seyyahların şehirler hakkında verdikleri
bilgilerin tercüme ve bir araya getirilmesinden oluşan “seyahatnamelere göre şehir”
kitapları hazırlandığı gibi Lowry’nin Bursa (Lowry 2004) örneğinde de görüldüğü
gibi daha bilimsel çalışmalar da ortaya çıkmıştır (Yılmaz 2013a: 591-595). Lowry
Bursa’yı
ziyaret
eden
seyyahların, günümüze ulaşan yazılarının ve
seyahatnamelerinin ışığında, Bursa’nın sosyal ve ekonomik tarihini ortaya
koyduğu çalışmasında seyahatnamelerin yanında arşiv belgeleri ve konu
hakkındaki araştırmaları da kullanmak suretiyle ilginç bir monografi ortaya
koymuştur.
Seyahatnamelerin özellikle şehir tarihi çalışmalarında kullanımları
konusunda hazırladığı çalışmasında Madran (Madran 1985) seyahatnamelerin
şehir tarihleri açısından içeriklerini yazılı ve çizili bilgiler olarak iki kısımda
inceler. Yazılı bilgiler başlığı altında Anadolu’nun tarihi coğrafyası, antik isimler
ve kitabeler; Osmanlı ordusunun durumu gibi askeri içerikli bilgiler; Osmanlı
494
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
toplumundaki dini gruplar, Anadolu’nun fiziksel coğrafyasını oluşturmak
amacıyla yol güzergâhları ve yüzey şekilleri; akarsu ve maden gibi doğal
zenginlikler, belli bir yörenin iklim koşulları, kırsal yerleşmeler ve kır hayatı gibi
konular başta gelmektedir. Bunların yanında genelde İstanbul’u konu alan ve
Osmanlı Devleti’nin sosyal, ekonomik, kültürel yaşamını, gelenek ve adetlerini
aktaran seyahatnamelerde genel olarak dinsel tören ve gelenekler, çeşitli devlet
kurumları, devlet yönetimi, Osmanlı erkeği ve kadını, kıyafetler, ordu, harem,
eğlenceler, tarım, tıp işleri, bilim ve sanat, rivayetler ve efsaneler ve günlük
yaşamdan çeşitli kesitler aktarmaktadırlar. Çizili bilgiler başlığı altında da
seyahatname yazarının izlediği yolu gösteren veya bölgelere mahsus haritalar;
kentin tümü, bir bölümünü bir sokağını veya cami kilise ve bunun gibi tek tek
mimari yapıları gösteren gravür ve resimler, mimari çizimler ve 19. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren de fotoğraflar yer almaktadır (Madran 1985: 1305-1311).
Seyahatnamelerin büyük bir kısmında yolculuğun başladığı ve bittiği yere
kadar olan şehirler veya bölgeler hakkında tasvirleri içeren genel bir anlatım tarzı
hâkimdir. Zira sosyal hayatın en iyi gözlemlenebileceği yerler olarak şehirler ve
bunların değişik özellikleri seyyahların peşinde oldukları farklılıkları
bulabilecekleri yegâne yerlerdi. Bu bakımdan seyahatnamelerin verdiği bilgileri
şehir tarihleri açısından biraz daha özel başlıklar haninde incelediğimizde;
şehirlerin fiziki yapılarına ilişkin olarak yüzey şekilleri, kentin simgesi
niteliğindeki özel oluşumlar gibi topoğrafik tanımlar, şehrin yerleşim alanı ve
görünümü, iklim ve bitki örtüsü, sosyal hayatın merkezi olarak çarşı, pazar ve
meydanlar, şehrin kalesi ve limanı, sokaklar, mahalleler ve konut tipleri, şehrin
ulaşım ağı, dini, askeri, sosyal ve ticari amaçlı yapılar hakkında bilgilere
ulaşmamız mümkündür. Şehrin sosyal yapısı hakkında ise yine bu kaynaklarda;
şehrin tarihi geçmişi, nüfusu, şehirdeki yerleşimin etnik ve dini dağılımı, şehirde
günlük yaşamdan kesitler, şehrin idarecileri, şehri etkileyen siyasi ve askeri
gelişmeler, veba ve kolera gibi salgınlar, depremler, yangınlar ve tahribatları
hakkında zengin bir içeriğin olduğu görülmektedir(Yılmaz 2013a: 601).
Fakat her kaynağın kendi içinde bir eksikliği olduğu gibi seyahatnamelerin
de yazarlarının taşıdığı önyargıları yansıtabileceğini düşünmek gerekir (DesmetGregoie 1991: 6). Seyyahların bazıları toplumun sosyal yapısını irdelemeden
kendi bakış açılarına göre bir değerlendirme yapmayı tercih etmektedirler.
Bundan dolayı eseri kullanılan bir seyyahın seyahat amacı ve sosyo-politik
statüsü, diğer bir ifade ile sahip olduğu bilgi birikimi ve mesleki özelliklerinin
495
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
göz önünde tutulması ve seyahatnameler ise kaynak alınırken eleştirel bir bakış
açısı ile değerlendirilmesi gerekmektedir (Faroqhi 1999: 110)
f) Görsel Kaynaklar
Tüm bu yazılı nitelikte kaynakların yanında şehir tarihine ışık tutabilecek bir
diğer önemli kaynak da görsel malzemelerdir. Zira Şehir mekânının
gözlemlenmesi ve bu gözlemi tasvir etme isteği şehir tarihinin en erken
dönemlerinden beri vardır. Konu hakkında güzel bir çalışma hazırlayan Ebel’e
göre şehir tarihlerinin görsel kaynakları Osmanlı şehir tasvirleri ve topografik
resimler; Osmanlı mimarî planları; Avrupalı kaynaklar; Oryantalist resim ve
fotoğraflardan müteşekkildir (Ebel 2005: 488). Bunlardan ilki yani şehir tasvirleri
ve topografik resimler klasik dönemde ortaya konulan askeri deniz haritaları,
seferlere veya askeri haritalarda, Osmanlı kronikleri ve yazmalarına yansımış
şehir tasvirlerinden oluşmaktadır. Ebel’in ikinci olarak değindiği Osmanlı mimari
planları ise, her ne kadar çok azı günümüze ulaşsa da Osmanlı mimarları ve
tarihçilerince üretilip günümüze ulaşan arşiv malzemeleri, hesap defterleri,
kadastro kayıtları, biyografik ve topografik eserler gibi şehir tarihinin yazılı
kaynakları ile birlikte kullanıldığında, Osmanlı dönemi şehir planlama sürecinin
anlaşılmasına katkı yapacak mahiyettedir (Ebel 2005: 4498-499). Bu yerli
kaynakların yanında Ebel’in Avrupalı kaynaklar olarak nitelendirdiği 15.
yüzyıldan itibaren popüler hale gelen kuşbakışı şehir görünümleri özellikle
İstanbul’un şehir yapısını anlamamız açısından önemlidir. Bunun yanında diğer
Osmanlı şehirleri için bu kaynakların yeterli olduğunu söylemek yanlıştır. Bu
eksiklik kısmen seyahatname literatüründe artışın görüldüğü 18. ve 19.
yüzyıllarda değişmeye başlamıştır. Özellikle panoramik şehir manzaraları
şeklinde karşılaştığımız bu görsel malzemeler öncelikle çizimler, daha sonra
gravürler ve nihayetinde de fotoğraf şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu
bakımdan özellikle oryantalist tasvirler şeklinde ifade edilen ve batılı seyyah ve
ressamların ortaya çıkardığı görsel malzemeler bilhassa çalışmamızın
odaklandığı Tanzimat dönemi Osmanlı şehirlerinin yegâne görsel kaynaklarıdır.
Görsel malzemenin en zengin olduğu başkenti dışarda tutacak olursak, özellikle
seyyahların seyahat güzergâhındaki yerleşim yerlerinin gravürlerini de yaptıkları
görülür. Bu gravürler şehirlerin yerleşim alanı, büyüklüğü ve gelişimlerini
anlamamız açısından oldukça önemlidir. Bunların yanında seyyah ya da
beraberindeki ressamın şehir hayatının değişik kesitlerini, sokaklar, önemli dini
ve ticari yapılar, saraylar ve konaklar, eski tarihi kalıntılar, bahçeler, mezarlıklar,
çeşmeler ve meydanları görsel olarak yansıttıkları da görülmektedir (Yılmaz
2013a: 600). Bu bakımdan şehir tarihine canlılık kazandıran bu görsel
496
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
malzemelerin de her türden yazılı vesika ile bir arada değerlendirilmesi şehirlerin
mekânsal yapılarındaki değişimin daha iyi anlaşılmasında katkı yapacak
niteliktedir.
19. yüzyılın ortalarından itibaren başkent İstanbul fotoğraf ile tanışsa ve bu
dönemden sonra pek çok fotoğrafçı ortaya çıksa da Osmanlı ülkesinde manzara
fotoğrafçılığı olan kartpostalların en yaygın kullanımı 19. yüzyılın sonları ve 20.
yüzyılın başlarıdır. Bunda da önemli bir Avrupa etkisi vardır. Bu dönemde artan
Batı Avrupa etkisiyle bağlantılı olarak gerek başkentte gerekse de diğer şehirlerde
seyyah, büyükelçi, tüccar, müşavir, finansör gibi yabancıların sayısı artıyordu. Bu
yabancılar Avrupalı ziyaretçiler, Avrupa’da henüz yerleşmekte olan kartpostal
gönderme alışkanlığını Osmanlı’ya da getirmişler ve Osmanlı şehirlerindeki ticarî
fotoğrafçılar bu piyasaya yönelmişlerdi (Ebel 2005: 512). Bu bağlamda dünyanın
en büyük fotoğraf koleksiyonlarından biri olan ve Yıldız Albümleri olarak bilinen
II. Abdülhamid’in fotoğraf arşivi Osmanlı devletinin o zamanki sınırlarından 35
bin fotoğrafı barındıran koleksiyona da değinmek gerekir. Bu koleksiyonda
Osmanlı şehirlerine ilişkin olarak şehir fotoğrafları, resmi binalar, okullar,
camiler, askeri ve sivil yapılar, limanlar, tersaneler, demiryolları, çarşılar,
pazarlar, mahalleler ve şehirdeki önemli meydanlar gibi mekânlara dair
fotoğraflar yer almaktadır. Bu bakımdan Tanzimat döneminin sonlarına doğru bu
zengin fotoğraf kaynakları Osmanlı şehirlerinin canlı birer arşiv kaynağı olarak
pek çok açıdan kayda değer bir zenginlik oluşturmaktadır. Bu sayede, yine
Ebel’in deyimiyle, arşiv kaynakları, yazılı ve materyal verilerin yanında görsel
kaynakların bir arada kullanımı “şehri gerçekten görmek” için yapılması gereken bir
yöntemdir.
Sonuç Yerine
Yukarıda genel hatları ve kullandıkları kaynaklar çerçevesinde Türkiye’de
şehir tarihi çalışmalarının klasik dönemden Tanzimat dönemine kadar geçirmiş
oldukları değişim ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tanzimat dönemi şehir tarihi
çalışmalarında görüldüğü gibi, bu dönemdeki çalışmaların büyük oranda
temettuat sayımlarına bağlı olarak gelişim gösterdikleri; fakat yavaş yavaş daha
geniş kaynaklara yer veren çalışmaların da ortaya çıktığı görülmektedir. Şüphesiz
Tanzimat dönemi şehir tarihinin kaynakları önceki dönemler ile mukayese
edilmeyecek kadar zengindir. Mevcut şehir tarihi çalışmalarında henüz belirli bir
şablonun ortaya konulamaması da kısmen bu zenginlikten ileri gelmektedir.
Oysaki çalışmaların büyük bir kısmı halen daha bir arada ve mukayeseli biçimde
kullanılması gereken şer’iyye sicilleri, temettuat sayımları ve salnameler gibi
497
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kaynakların birine ağırlık vermek suretiyle belirli ve sınırlı kaynaklar üzerinden
şekillenmektedir. Şüphesiz gerçek bir Tanzimat şehir tarihi ortaya koymak için
yukarıda belirttiğimiz kaynakların tek bir eser için kullanımı çoğu araştırmacının
çekineceği zorlu bir yöntemdir. Fakat merkezden gelen reformların etkisiyle batılı
bir nitelik kazandırılmak istenilen gerçek bir Tanzimat şehrini anlamak için hem
saydığımız bu yerli hem de yabancı kaynakların ortaya koymuş oldukları
zenginliğin fark edilmesi gereklidir.
Şehir tarihine yönelik çalışmaların yukarıda verdiklerimizden çok daha
zengin olduğu muhakkaktır. Fakat tüm bu kaynakların burada değerlendirilmesi
mümkün olmadığı için dönemlerine ilişkin bazı örnek çalışmalar çerçevesinde bir
değerlendirme yapılmıştır. Ayrıca kaynakları açısından bakıldığında sıralamış
olduğumuz bu kaynakların dışında çalışılan şehir ve döneme bağlı olarak başka
kaynakların olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Bunlara bazı örnekler vermek
gerekirse; İstanbul’da yayınlanan Doğu Ticaret Yıllıkları/Annuaire Orientaledu
Commerce; İngiltere örneğinde “Accountsand Papers” veya “Diplomatic and
Consular Reports” adı altında; Fransa örneğinde ise “Annalesdu Commerce
Exterieur” gibi şehirlerin iktisadi yapılarını anlatan yıllık raporlar; Tanzimat
döneminde şehir hayatını şekillendiren “Sokaklara Dair Nizamname” ve “Turûk
ve Ebniye Nizamnamesi” gibi yönetmelikler; yerel basının diğer bir ürünü olan
süreli yayınlar; 19. yüzyıl Osmanlı tarihleri, özellikle şehirlerdeki yabancı okul,
dispanser ve hastane gibi kurumların bilgilerinin yer aldığı ABCFM veya diğer
Katolik misyoner teşkilatlarının arşivleri vs.
Sonuç olarak, Tanzimat dönemi Osmanlı şehir tarihlerinin sunmuş olduğu bu
zenginliğin tam olarak keşfedildiğini söylemek zordur. Yukarıda da ifade edildiği
gibi, yerli kaynakların hemen hemen tümünün değişik yöntemlerle kullanıldığı
şehir tarihi araştırmalarının en azından yabancı kaynaklara sahip olan şehirler
örneğinde yabancı arşivlere yönlenmesi gerekmektedir. Bunun için öncelikli
olarak şehir tarihi çalışmalarına başlamadan önce araştırmacıların
başvurabilecekleri ve mevcut envanteri ortaya koyan çalışmaların ortaya
konulmasının bu döneme ilişkin çalışmaların niteliğini müspet yönde
etkileyeceğine şüphe yoktur.
498
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
ACUN, Fatma, (2000),“Osmanlı Tarihinin Genişleyen Sınırları: Defteroloji", Türk
Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 1, s. 319-332
ADIYEKE, Nuri, (2000), “Temettuat Sayımları ve Bu Sayımları Düzenleyen
Nizamname Örnekleri”, OTAM, S. 11, s. 771-772.
AFYONCU, Erhan, (2003), “Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayalı Olarak Hazırlanmış
Çalışmalar Hakkında Bazı Görüşler”, TALİD, C. 1, S. 1, 2003, s. 267- 286.
AKTÜRE, Sevgi, (1981), 19. Yüzyıl Sonunda Anadolu Kenti, Ankara: ODTÜ Mimarlık
Fakültesi Basımevi.
AKYILDIZ, Ali, (2006), “Tanzimat Döneminde Belgelerin Şekil, Dil ve Muhteva
Yönünden Geçirdiği Bazı Değişiklikler (1839-1956)”, Tanzimat Değişim Sürecinde
Osmanlı İmparatorluğu, (Ed. H. İnalcık-M.Seyitdanlıoğlu), Ankara: İş Bankası
Yayınları, s. 407-418
ALİKILIÇ, Dündar, (2013), Sürmene Nüfus Defteri (Araklı - Köprübaşı - Sürmene 1834),
İstanbul: Alioğlu Yayınevi.
ANASTASSIADOU, Meropi, (2001), Tanzimat Çağında Bir Osmanlı Şehri Selanik, çev.
Işık Ergüden, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
ÜÇEL-AYBET, Gülgün, (2003), Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve
İnsanları (1530-1699), İstanbul: İletişim Yayınları.
AYDIN, Suavi vd. (2005), Küçük Asya'nın Bin Yüzü: Ankara, Ankara: Dost Kitabevi.
BARKAN, Ömer Lütfi, (1953), “Tarihî Demografi Araştırmaları ve Osmanlı Tarihi”,
Türkiyat Mecmuası, S. X, s. 1-27.
_____, (1940), “Türkiye'de İmparatorluk Devirlerinin Büyük Nüfus ve Arazi Tahrirleri
ve Hakana Mahsus İstatistik Defterleri-I-II”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Mecmuası, II/1(1940), s. 20-59, II/2, s. 214-247.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi (2000), İstanbul: Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
Yayınları.
BAYRAKTAR, Dursun, (2009), Tanzimat'ın İlk Yıllarında Bolu: Şer’ye Sicilleri 1833-1850,
Bolu: Bolu Halk Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları.
BEHAR, Cem (1998), “Sourcespour la démographiehistorique de l'empireottoman:
Lestahrirs (dénombrements) de 1885 et 1907”, Population (French Edition), C. 3,
S.1/2, s. 161-177.
_____, (1996), (Haz.), Osmanlı İmparatorluğu'nun ve Türkiye'nin Nüfusu 1500-1927, C. 2,
Ankara: T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları.
BEŞİRLİ, Mehmet, (2005), Orta Karadeniz Kentleri Tarihi I - Tokat (1771 - 1853), Tokat:
Gaziosmanpaşa Üniversitesi.
BEYAZIT, Yasemin, (2013), “ Hurufat Defterlerinin Şehir Tarihi Araştırmalarındaki
Yeri”, HistoryStudies, C. 5, S. 1, s. 39-69.
BOSTAN, Hanefi, (2000), 15 - 16. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat,
Ankara: TTK.
CANBAKKAL, Hülya, (2009), 17. Yüzyılda Ayntab, Osmanlı Kentinde Toplum ve Siyaset,
İstanbul: İletişim Yayınları.
499
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
CEYHAN, Muhammed (2011), “Tanzimat Dönemi Sonrası Şer‛iyye Sicil Defterlerinin
Muhteva ve Diplomatik Açıdan Tahlili”, OTAM, S. 29, s. 49-82.
CEYLAN, Ebubekir, (2011), TheOttomanOrigins of Modern Iraq: Political Reform,
Modernizationand Development in theNineteenth Century Middle East, London:
TaurisAcademicStudies.
ÇAKAR, Enver, (2003), XVI. Yüzyılda Haleb Sancağı (1516-1566), Elazığ: Fırat
Üniversitesi Orta-Doǧu Araştırmaları Merkezi.
ÇAKIR, Merve, (2006), Osmanlı Şehir Tarihinin Arşiv Kaynakları: İzmit Örneği, Marmara
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisan Tezi.
ÇEVİKEL, Nuri, (1999), XVIII. Yüzyılın Yarısında Kıbrıs'ın Siyasi, İdari, Toplumsal ve
Ekonomik Şartları, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
ÇINAR, Hüseyin, (2000), 18. Yüzyılın İlk Yarısında Ayıntab Şehri’nin Sosyal ve Ekonomik
Durumu, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora
Tezi, İstanbul.
DESMET-GREGOIRE, Helene, (1991), Büyülü Divan, 18. Yüzyıl Fransa'sında Türkler ve
Türk Dünyası, İstanbul: Eren Yayıncılık.
DIVRAK, Uysal, (2012),
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Çankırı Kazâsı, Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum.
DUMAN, Hasan, (1999), Osmanlı Sâlnâmeleri ve Nevsâlleri Bibliyografyası Toplu
Kataloğu, c. I, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
EBEL, Kathryn A., “Osmanlı Şehir Tarihinin Görsel Kaynakları”, TALİD, C. 3, S. 6, s.
487-515.
ELİBOL, Numan, (2007), “Osmanlı İmparatorluğu’nda Nüfus Meselesi ve Demografi
Araştırmaları”, Süleyman Demirel Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, C. 2, S. 12, s. 138-139.
EMECEN, Feridun M. (1991) , “Sosyal Tarih Kaynağı Olarak Osmanlı Tahrir
Defterleri”, Tarih ve Sosyoloji Semineri 28-29 Mayıs 1990 Bildiriler, İstanbul, s. 143156
_____, (1989), XVI. Asırda Manisa Kazâsı, Ankara: TTK.
EMİROĞLU, Kudret , (2002), “Vilayet Salnamelerine Göre Trabzon’da Bürokrasi ve
Eşraf”, Kebikeç, S. 14, s. 155-172.
ERDÖNMEZ, Celal, (2004), Şeriyye Sicillerine Göre Kıbrıs’ta Toplum Yapısı (1839-1856),
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Isparta.
ERGENÇ, Özer, ( 1988), “Şehir Tarihi Hakkında Bazı Düşünceler”, Belleten, C. 52, S.
203, s. 667-683.
ERGENÇ, Özer, (1995), Osmanlı Klasik Dönemi Kent Tarihçiliğine Katkı: XVI. Yüzyılda
Ankara ve Konya, Ankara: Ankara Enstitüsü Vakfı Yayınları.
ERYILMAZ, Songül, (2007), 928-936 Numaralı Ayniyât Defterlerine Göre Trabzon Vilayeti,
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Tokat.
FAROQHI, Suraiya, (1999), AproachingOttomanHistory, Cambridge:Cambridge
UnivcersityPress.
500
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
FEYZİOĞLU, Hamiyet Sezer (2010), Tanzimat Döneminde Kadılık Kurumu, İstanbul:
Kitabevi.
GÜLER, İbrahim, (1992), XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Sinop (İdari Taksimat ve Ekonomik
Tarihi), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınlanmamış
Doktora Tezi, İstanbul.
GÜNDÜZ,
Ahmet, (2003), Osmanlı İdaresinde Musul (1523-1639), Elazığ:
FiratUniversitesi Orta-Dogu Araştırmaları Merkezi.
GÜNEŞ, Mehmet, (2003), XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Karahisar-ı Sahib Sancağı
(Şer`iyye Sicillerine Göre), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
GÜRHAN, Veysel, (2012), XVIII. Yüzyılda Mardin Şehri, Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
HAYKIRAN, Aysun, S., (2011), “Bir Kent Bir Dönem XIX. Yüzyıl Aydın Kent Tarihi
Çalışmaları”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye´de Tarihçilik ve Tarih Yayıncılığı
Sempozyumu, 18-20 Mart 2010, ed. Mehmet Öz, Ankara: TTK, s. 335-357.
İZGÖER, Ahmet Zeki, (2005), “Osmanlı Salnamelerinin Şehir Tarihi Bakımından
Önemi”, TALİD, C. 3, S. 6, s. 539-552
KANKAL, Ahmet, (2004), Türkmen’in Kaidesi Kastamonu, Ankara: Zafer Matbaası.
KARA, Adem, (2005), 19.Yüzyılda Bir Osmanlı Şehri-Antakya, İstanbul: IQ Kültür Sanat
Yayıncılık.
KOCABAŞOĞLU, Uygur (2004), Majestelerinin Konsolosları İngiliz Belgelerine Göre
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki İngiliz Konsoloslukları (1580-1900), İstanbul: İletişim
Yayınları.
KOCABAŞOĞLU, Uygur-BİRİNCİ, Ali, (1995), “Osmanlı Vilayet Gazete ve Matbaaları
Üzerine Gözlemler”, Kebikeç, S. 2, s. 101-122.
KÜÇÜK, Cevdet, (1975), Tanzimat Devrinde Erzurum, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Tarih Bölümü Sonçağ Tarihi Kürsüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi,
İstanbul.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat, (1995), “Osmanlı Sosyal ve İktisadi Tarihî Kaynaklarından
Temettu Defterleri”, Belleten, C. LIX, S. 225, s. 395-412.
_____, (1983), “Osmanlı İktisad Tarihi Bakımından Konsolosluk Raporlarının
Ehemmiyet ve Kıymeti”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Güney-Doğu
Avrupa Araştırmaları Dergisi, S. 11-12, s. 151-166.
LOWRY, Heath W., (2001), Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi (1461-1538),
İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
_____, (2004), Seyyahların Gözüyle Bursa 1326–1923, Çev. Serdar Alper, İstanbul:Eren
Yayınları.
MADRAN, Emre, (1985), “Seyahatnamelerde Anadolu Kenti”, IX. Türk Tarih Kongresi,
21-25 Eylül 1981, c. III, Ankara: TTK, s. 1303-1322.
MİROĞLU, İsmet, (1975), 16. Yüzyılda Bayburt Sancağı, İstanbul: Üçler Matbaası.
MUŞMAL, Hüseyin, (2005), XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Beyşehir ve Çevresi'nin Sosyal ve
Ekonomik Yapısı, (1790-1864,
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
EnstitüsüYayınlanmamış Doktora Tezi, Konya.
501
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ORTAKÇI, Altuğ, (2011), “Şer'îyye Sicillerinden Hareketle 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla
Geçerken Çorum'da Meslekler”, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
S. 1, s. 105-116.
ÖZ, Mehmet, (2005), “Osmanlı Klasik Döneminde Anadolu Kentleri”, TALİD, C. 3, S.
6, s. 57-88.
ÖZCAN, Selim (2007), Tanzimat Döneminde Sinop’un Sosyal Ekonomik Durumu,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Samsun.
ÖZER, İlbeyi, (2000), Darende, Tanzimat Döneminde Bir Anadolu Şehri, İstanbul: Mega
Basım.
ÖZGER, Yunus, (2008), XIX. Yüzyılda Bayburt, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
ÖZLÜ, Zeynel, (2007), Tanzimat Döneminde Anadolu’da Kır ve Kent Hayatı, Ankara:
Berikan Yayınları
ÖZTÜRK, Said, (1996), Tanzimat Döneminde Bir Anadolu Şehri Bilecik, İstanbul: Kitabevi
Yayınları.
_____, (2003), “Türkiye'de Temettuat Çalışmaları”, TALİD, C. 1, S. 1, s. 287-304.
ÖZTÜRK, Yücel, (2000), Osmanlı Hakimiyetinde Kefe 1475-1600, Ankara: Kültür
Bakanlığı.
SAMANİ, Hasan, (2006), Tanzimat Devri'nde Kıbrıs (1839-1878), Hacettepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
SERTOĞLU, Mithat, (1955), Muhteva Bakımından Başvekâlet Arşivi, Ankara: TTK.
ŞAHİN, Hacı Haldun, (2012), Çorum Nüfus Defterleri (1837)-(1844), Çorum: Çorum
Belediyesi'nin Kültür Yayını.
TAŞ, Hülya, (2014), XVII. Yüzyılda Ankara, Ankara: TTK.
TEKELİ,İlhan, (2006), “Türkiye’de Kent Tarihi Yazımı Üzerine Düşünceler”, VIIIth
International Congress on theEconomicandSocialHistory of Turkey, ed. Nurcan Abacı,
Morrisville: LuluPress, s. 71-82.
TURGAY, A. Üner, (1974), International Politics, Economic Development andSocialChange
in Trabzon in theNineteenth Century, UnpublishedDoctoralDissertation, University
of Wisconsin-Madison Graduate School, Wisconsin.
UĞUR, Yunus, (2003), “Mahkeme Kayıtları (Şer‘iye Sicilleri): Literatür
Değerlendirmesi ve Bibliyografya”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C. I, S.
1, s. 305–344.
ÜLKER, Necmi, (1974), The Rise of İzmir, 1688-1740, Michigan Üniversitesi
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Michigan.
ÜNAL, Mehmet Ali, (1989), XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara: TTK.
VARLIK, Bülent, (1985), “Yerel Basının Öncüsü: Vilayet Gazeteleri”, Tanzimat’tan
Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 1, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 99-102.
YEDİYILDIZ, B.,ÖZ, M., ÜSTÜN, Ü., (1991), Ordu Yöresi Tarihi'nin Kaynakları I - 1455
Tarihli Tahrir Defteri, Ankara: TTK.
_____, (2002), Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları II - 1485 Tarihli Tahrir Defteri, Ankara:
TTK.
_____, (2002),Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları III -1520 Tarihli Tahrir Defteri, Ankara:
TTK.
502
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
YILMAZ, Özgür, (2014), Tanzimat Döneminde Trabzon, İstanbul: Libra Kitapçılık ve
Yayıncılık.
______, (2013a), “Osmanlı Şehir Tarihleri Açısından Yabancı Seyahatnamelerin
Kaynak Değeri”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXVIII, S. 2, s. 587-614.
______, (2013b), “Seyyahların Kaleminden Bir Kentin Kimliği: 19. Yüzyıl Trabzon’u
Örneği”, Geçmişten Günümüze Seyahatler ve Seyahatnameler, Ed. M. Ali Beyhan,
İstanbul: Kitabevi Yayınları, s.111-140.
YILMAZÇELİK, İbrahim, (1995), XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790-1840),
Ankara: TTK.
YÖRÜK, Saim, (2011), XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Adana, Atatürk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum.
YÜKSEL, Ayhan, (2013), Tirebolu Kazası Nüfus Defteri,& Tirebolu, Espiye, Yağlıdere,
Güce, Nüfus Kayıtları (1835-1847), İstanbul: Arı Sanat Yayınevi.
503
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
504
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ÜSKÜDAR BULGURLU MAHALLESİNDE 1906 TARİHLİ
SON OSMANLI NÜFUS TAHRİRİ (SAYIMI)
Necat ÇETİN*
Özet
Osmanlı idari teşkilatında Kocaeli sancağına bağlı Gebze nahiyesi sınırları içinde yer alan
ve belgelerde kimi zaman bir mahalle kimi zaman ise bir köy olarak geçen Bulgurlu, kazai
açıdan ise aynı sancağa bağlı Üskudar kadılığına tabi idi. Bu çalışmada, Osmanlı
kaynaklarında ilk kaydının 1530 tarihli Tapu Tahrir defterlerinde geçen Bulgurlu'nun 16 ve
17. yüzyıllardaki nüfus değişimlerine değinilecek ve 1906 Nüfus Esas Defterine göre
mahallenin nüfus yapısı irdelenecektir.
•
Anahtar Kelimeler
Üsküdar, Bulgurlu Mahallesi, nüfus sayımı, hane.
•
THE LAST OTTOMAN POPULATION CENSUS OF 1906 IN
USKUDAR BULGURLU NEIGHBOURHOOD
Abstract
Bulgurlu being referred to as a village or a neighbourhood in the documents, used to be a
unit within the boundaries of Sanjak of Kocaeli, Nahiye of Gebze in the Ottoman
administrative organisation, and this unit was depended on the Kadji of Uskudar in the same
Sanjak. In this study, in Bulgurlu recorded first in the Ottoman documents in the Deed Book
of 1530, population changes in the 16 and 17th centuries will be mentioned and the structure
of the population will be discussed thanks to the data of 1906 Population Census Records.
•
Keywords
Uskudar, Bulgurlu Neighborhood, census, house.
*
Uzman Öğretmen, Yerel Tarihçi Torbalı İzmir,
[email protected]
505
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bulgurlu adı: Bir takım eserlerde Bulgullu, Burkullu ve Bulgurlu adının
Bulgurdan türemiş olması kuvvetlidir. Bulgurlu'nun ne zaman kurulduğu kesin
olarak belli değildir. XV. yy.dan itibaren kaynaklarda sık sık rastlanmaya başlar.
Bulgurlu köyünün gelişmesi Aziz Mahmut Hüdai'nin buraya gelmesinden sonra
hız kazanmıştır(Ceylan 2003:180,185,186).
Bulgurlu, İstanbul Anadolu akasındaki ilçesi Üsküdar’ın mahallesidir. Bugün
Bulgurlu Mahallesi’nin kuzeyinde Şile Otoyolu ve Tantavi Mahallesi, doğusunda
Namık Kemal Mahallesi, güneyinde Esatpaşa Mahallesi, Cumhuriyet Mahallesi
ve Esenevler Mahallesi, batısında Kısıklı Mahallesi bulunur. Acıbadem, Kısıklı,
Cumhuriyet ve Ünalan ile Ataşehir'e bağlı Namık Kemal ve Fetih mahalleleri
arasında
yer
alan
tarihi
köyün
etrafında
gelişen
mahalledir[http://emlakansiklopedisi.com/wiki/bulgurlu-mahallesi-uskudar (e.t.
20/7/2014)].
Osmanlı idari teşkilatında Kocaeli sancağına bağlı Gebze nahiyesi sınırları
içinde yer alan Bulgurlu köyü, kazai açıdan ise aynı sancağa bağlı Üsküdar
kadılığına tabi idi (Yazıcı “Üsküdar”, İA, XIII, s.127-131). Bulgurlu, idari
bakımdan
belgelerde kimi zaman mahalle kimi zaman ise köy olarak
geçmektedir. Bulgurlu Mahallesi ile ilgili olarak Osmanlı kaynaklarında ilk kayıt
1530 tarihli Tapu Tahrir defterinde Üsküdar’da toplam sekiz mahallenin
içersinde geçmektedir. Bu mahalleler İmâret-i Mehmed Paşa, Kepçe, Hergele
(Salacak), Hamza Fakih, Dâvud Paşa, Geredeli, Bulgurlu, Selman Ağa
mahalleleridir. Mahallenin nüfusu 16.yüzyılın ilk çeğreğinde 37 hene 14
mücerred, 8 muaf, 59 neferdir (tahmini nüfusu: 37 hane X 4 =148 + 14 mücerred +
8 muaf + 59 nefer, Toplam: 229 kişi). Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki
sayıma göre 75 erkek nufusun kayıtlı olduğu Bulgurlu köyünde 54 vergi
mukellefi bulunuyordu. Aynı yüzyılın son çeyreğinde ise nüfus azalarak 23
haneye gerilemiştir (Tahmini nüfus : 23 hane X 4 = 92 + 14 mücerred +8 muaf + 4
nefer, Toplam:118 kişi) . 17. yüzyılın ilk çeyreğinde nüfusu azalmaya devam
ederek 13 haneye düşmüştür (Tahmini nüfus: 13 X 4 = 52 + 2 muaf + 15 nefer,
Toplam:69 kişi)( Güneş 2004:42-57).
506
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
16-17.yy.da Üsküdar Mahalleleri (Tablo.1)( Güneş,42-57)1
1- M. İmaret-i Mehmed Paşa n.d. Cami
(TT. 436 ve KK. 49’da M. İmaret-i Mehmed Paşa)
Nefer TT.436
Nefer KK.49
Hane TT.438
Hane TT.436
Hane KK.49
Mücerred TT.438
Mücerred TT.436
Mücerred KK.49
Muaf TT.438
Muaf TT.436
Muaf KK.49
Nefer TT.438
Mahalleler
40 40 16 10 20 5 11 11 8 61 71 29
2- M. Eyerci/ Eberci (?TT. 436 ve KK. 49’da
İrice/Eyrice/Ey/brence n.d. Kepçe)
3- M. Hergele (TT. 436’da nam-ı diğer Salacak)
20 36 16 3 10 3 5 3 2 28 49
13 12
7 6 4 7 6 2 7+9* 24
4- M. Hamza Fakı (TT. 436 ve KK.49’da Hamza Fakih) 8 24 20 2
1
21
3 12 4 13 36 24
5- M. Davud Paşa
18 5 8 4 2 1 7 2 4 29 9 13
6- M. Geredelü (TT. 438’de Geredulı /Geredöler)
13 18 7 3 10 3 5 4 1 21 32 11
7- M. Bulgurlu
37 23 13 14 14
8- M. Selman Ağa
20 19 23 7 3 1 4 5 1 31 27 25
8 8 2 59 45 15
9- M. Emir-i Ahur
33
6
8
47
10- M. Gülfâm
22 24
7 3
6 3
35 30
11- M. Hasan Ağa
37 36
15 6
7 5
59 47
12- M. Hacı Mehmed
17 6
6 3
4 3
27 12
13- M. Evliya Hoca
23 16
11 2
14 6
48 24
14- M. Abdullah Hoca
6
2
3
11
15- M. Toygâr Hamza
25 15
6
4 1
35 16
Ahmet Güneş, agm, s. 55.
507
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
5 1
4 3
36 46
17- M. Cami’-i Sultaniyye
46 26
9 2
2 1
57 29
18- M. Solak Sinan Bek (KK. 49’da M. Solak Sinan)
16 18
9 3
3 4
28 25
1
15
2
16
1
12
19- M. Ahmed Çelebi-i Trabzoni
14
20- M. Torbalı
12
21- M. İsfendiyar
11
2
169
429
323
50
141
35
50
106
52
Yekûn
676
410
27 42
269+9
16- M. Hayreddin Çavuş
Üsküdar nüfusuna kısa bakış: XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde bugünkü
Üsküdar sınırları içinde on sekiz mahalle, yedi köy ve bir zâviye ile birlikte
toplam yirmi altı yerleşim yeri vardı. Aynı yüzyılın başında kasabada 375 hâne ve
otuz beş bekâr erkek, köylerde ise 265 hâne ve 111 bekâr erkek olmak üzere
tahminen 3350 kişi bulunmaktaydı. Üsküdar’a ait 1260 (1844) tarihli nüfus
defterlerine göre yaklaşık 17.200 erkek nüfusun mevcut olduğu, tahminî sayının
34.500 civarına olduğunu söylenebilir. 1876’da bugünkü Üsküdar ilçesini
çevreleyen alanda kırk iki mahalle ve dört köy vardı, bu yerleşim yerlerinde
toplam 7142 hâne mevcuttu. 1882’de Üsküdar’da evlerde 7795 erkek ve 10.691
kadın, tekkelerde 242 erkek, 200 kadın, medreselerde yirmi bir erkek,
dükkânlarda 1752 ve hanlarda 126 erkek, göçmenlere mahsus ikametgâhlarda
1674 erkekle 193 kadın müslüman yaşıyordu. Bu tarihte Rumlar dükkân ve
hanlarda bulunanlarla birlikte 2722 erkek ve 1923 kadından, Ermeniler 3923 erkek
ve 3345 kadından meydana gelen bir nüfusa sahipti (kadın ve erkek toplam
36.350 kişi). Nüfusun % 67’si müslümanlardan, % 13’ü Rumlar’dan, % 20’si
Ermeniler’den teşekkül ediyordu (Karpat 2003: 241). Üsküdar’ın 1894’te merkez
nüfusunun 82.400 ve Kuzguncuk’un 7624 kişi olmak üzere toplam 90.000 kişiye
ulaştığı belirtilir (Behar 1996: 72). 1914’te 70.447 müslüman, 19.832 Rum, 13.296
Ermeni, 6836 yahudi, 31 Rum Katolik ve 653 Ermeni Katolik toplam 111.095
kişinin kasabada yaşadığı anlaşılır (Karpat 2003:208-209). Mahalle kayıtları XIX.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren Üsküdar’ın Bağlarbaşı, Altunizade, Acıbadem
ve Haydarpaşa istikametine doğru büyüdüğünü ortaya koyar. 1878-1879
Osmanlı-Rus Harbi’nden (Doksanüç Harbi) sonra Üsküdar’ın nüfusu dışarıdan
508
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gelen göçlerle birlikte altmış yıl içerisinde % 200 oranında artış gösterdi.
Cumhuriyet döneminde Üsküdar’da 1935’te 57.000 kişi yaşıyordu. 1970’te kırk iki
mahallede 120.000 kişi, 1990’da kırk yedi mahallede 396.000 kişi, 2000’de elli bir
mahallede 495.000 kişi bulunuyordu(Bostan, TDV/42: 367, 368). 1970 yılında
Bulgurlu Mahallesinin 1947 kişinin yaşadığı tespit edilmiştir (Konyalı 1976: 39) .
1947 yılında toplam 286 hanede 1985 kişi yaşamaktadır ( Hiç: 3313).
Osmanlı Devleti’nde Genel Nüfus Sayımları ve R.1320-21 (M.1904-5) Sayımı
Hakkında Kısa Genel Bilgi: Osmanlı Devleti’nde 1831 yılında yapılan genel nüfus
sayımında sadece erkekler yazılmıştır. 1265 yılında yayınlanan “Sicil-i Nüfus
Nizamnamesi” ile her kazada bir nüfus komitesi kurulmuştur. Nizamnameye
göre sayımda bir heyet görevlidir. Heyeti bir nüfus memuru, bir papaz, bir
haham görevlisi, bir subay ve belediye meclisinden ve kaza idare meclisinden
birer üye oluşturmaktadır. Böylece nüfus müdürlükleri kurulmuş, sayımı
yapılanlara da birer nüfus tezkiresi verilmiştir. 1265 yılında başlayan yeni sayım
1889 yılında bitirilmiştir. Ancak istatistiği 1897’de yayınlanabilmiştir. En son en
esaslı ve kapsamlı yazım ise 1316 yılında çıkarılan "Sicil-i Nüfus Nizamnamesi"ne
göre 1903 yılında başlanan ancak 1906 yılında bitirilen yazımdır. Bu yazım
kayıtları şu an Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının nüfus kayıt işlemlerinde
dayanak olarak esas teşkil etmektedir. Bu sayım Bayındır bölgesi için en son
yersel/yerel nüfus sayım olma özelliğini taşımaktadır. Ancak diğerlerinden farklı
olarak, her idari birimin nüfusu genişliğine göre defterlere yazıldığı, devletin
sınırları içindeki tüm bireylerin kayda alındığı, sayımı yapılan her vatandaşa
nüfus tezkeresi hazırlandığı, her idari birimdeki her haneye ayrı hane (Göyünç
1979:331–348) numarası verildiği, en esaslı sayımdır (Bilgi 1999: 117-124). Ancak
etnik azınlık olanlar, (örneğin Rum, Ermeni gibi) bu sayımda aynı deftere deftere
yazılmamış, her etnik millet için ayrı bir defter tutulmuştur.
Üsküdarın tarihi mahallelerinden olan Bulgurlu Mahallesi nüfus esas defter
kayıtlarına göre 1906 (rumi 1322) yılında Bulgurlu'da son nüfus tahriri/sayımı
yapılmıştır. 1906 yılı tahriri defterinin aslı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel
Müdürlüğüne toplandığı için incelenememiştir. Bulgurlu nüfus esas defteri
Üsküdar nüfus müdürlüğü arşivinde bulunmaktadır. 1906 yılı tahrirde mahallede
36 nüfus hanesinde 56 erkek 50 bayan olmak üzere toplam 116 kişinin
sayımı/tahriri yapılmıştır. Hane halkı en kalabalık aile 10 kişi ile hane: 6 soyadı
AKKAYA olan ailedir. 36 hane reisinin 27'si İstanbul , 3 kişi bugün Bulgaristan
sınırları içersinde kalan Karınabad, Hasköy, diğerleri Bor, Hamidiye , Zeytun ve
Harput doğumludur. En yaşlı hane reisi hane:10 1825 yılı doğumlu "Hüseyin
509
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
oğlu Halil'dir. 36 hanenin 28 hanenin Soyadı kaydı açıkken 8 hanesinin nüfus
kaydı "kapalı kayıt" konumunda olup işlem görmemektedir. Hane reislerinin
ortalama yaşı 44'tür.
Tahrirdeki yaşı
Doğum yeri
ÜSKÜDAR BULGURLU MAHALLESİ NÜFUS ESAS DEFTERİ ÖZETİ
1906)(Tablo.2)
Cilt 11 (Tahrir yılı:
İstanbul
1831
75
1
1
2
2
Mehmet
İstanbul
1880
26
1
1
2
3
Etem4
Mehmet
İstanbul
1869
37
1
1
2
4
Hüseyin5
Halil
İstanbul
1864
42
1
1
2
5
Ahmet Refik6
Tahir
İstanbul
1879
27
2
1
3
6
Mustafa7
Abdi
İstanbul
1866
40
5
5
10
7
Ahmet 8
Hüseyin
Karınabad9
1861
45
2
2
4
8
Hasan10
Mustafa
İstanbul
1841
65
1
1
2
9
Halil11
Hüseyin
Hasköy
1857
49
3
2
5
10
Halil12
Hüseyin
İstanbul
1825
81
1
Selim13
Toplam
Mehmet
Cemal3
Bayan
Süleyman2
Erkek
1
Doğ. Yılı
Babası
Hane
Hane reisi
1
11
Süleyman
Halil
İstanbul
1891
15
1
12
Ahmet14
1
İsmail
İstanbul
1856
50
1
1
13
Talat15
Mehmet
İstanbul
1873
33
1
1
Hane konumu:Kapalı kayıt.
Aile soyadı: DENİZKESEN.
4 Aile soyadı: ORAK.
5 Hane konumu:Kapalı kayıt.
6 Aile soyadı: SALPAR.
7 Aile soyadı: AKKAYA.
8 Aile soyadı: CEYLAN.
9 Bulgaristan’ın doğusunda bugün Karnobat adını taşıyan eski bir Osmanlı kaza merkezi.
10 Hane konumu:Kapalı kayıt.
11 Aile soyadı: TAŞTAV.
12 Aile soyadı: DÖMEN. Vatandaşlıktan çıkmıştır (1964).
13 Aile soyadı: UMAYMAN.
14 Hane konumu:Kapalı kayıt.
15 Hane konumu:Kapalı kayıt.
2
3
510
2
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Sadettin
14
Tahir16
Emin
İstanbul
1851
55
3
15
Tevfik17
Rıza
İstanbul
1854
52
1
16
Tevfik18
Rüstem
İstanbul
1869
37
1
5
6
17
Mashar19
Ahmet
İstanbul
1887
19
1
3
4
18
Faik20
Mehmet
İstanbul
1852
54
2
1
3
19
Mehmet21
İstanbul
1875
31
2
2
4
20
Mehmet İhsan22
Ömer
Mehmet
Emin
İstanbul
1869
37
1
1
2
21
Mehmet23
Rıfat
İstanbul
1864
42
1
1
2
22
Nuri24
Bekir
Hamidiye
1873
33
2
2
4
23
Neşet25
Mehmet
İstanbul
1843
63
1
2
3
24
Süleyman Sırrı26
İsmail Hakkı
İstanbul
1871
35
1
25
Ali27
Mehmet
Harput
1856
50
2
1
3
26
Mustafa İzzet28
Sait
İstanbul
1859
47
2
3
5
27
Hüseyin29
İbrahim
İstanbul
1858
48
1
1
2
Aziz30
1
4
1
1
28
Ömer
Sait
İstanbul
1844
62
2
1
3
29
İbrahim31
İbrahim
Zeytun32
1838
68
1
1
2
30
Muhittin33
Mehmet
İstanbul
1859
47
1
1
2
31
Ramazan34
Selim
Bor
1863
43
3
2
5
Aile soyadı: YAZICI / DARICALIOĞLU.
Hane konumu:Kapalı kayıt.
18 Aile soyadı: OSKAY.
19 Aile soyadı: ÖZERGÜN.
20 Aile soyadı: ÜSTÜN.
21 Aile soyadı: ÜSTÜNKALA.
22 Hane konumu:Kapalı kayıt.
23 Aile soyadı: ŞENDAL.
24 Aile soyadı: GEÇER.
25 Aile soyadı: GÜNER.
26 Aile soyadı: FIŞKIRIR.
27 Aile soyadı: DİKMEN.
28 Aile soyadı: OKUR.
29 Aile soyadı: ŞEREMET.
30 Aile soyadı: AKTAN.
31 Hane konumu:Kapalı kayıt.
32 Kahramanmaraş'ın Süleymanlı bucağının eski adı.
33 Aile soyadı: GÜNAYTEPE.
34 Aile soyadı:DARTAR/DARTAN.
16
17
511
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Yusuf35
Halil
İstanbul
1846
60
2
1
3
33
İsmail36
Ahmet
İstanbul
1885
21
1
1
2
34
Ali37
Aşır
İstanbul
1871
35
2
1
3
35
Hasan38
İbrahim
Karınabad
1867
39
1
3
4
36
Hüsnü39
Ahmet
Karınabad
1883
23
1
37
İbrahim Ethem
Hasan
İstanbul
Hane konumu:Kapalı kayıt.
Aile soyadı: GÜRKAN.
37 Aile soyadı: ŞİRİN.
38 Aile soyadı: AKÇASOY.
39 Aile soyadı: ŞİRİNNAMLI.
35
36
512
1838
1
50
106
1
56
Top.
44,1
32
1
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Arşiv belgeleri
Bulgurlu mahallesi Nüfus Esas defteri, Cilt 11, Üsküdar İlçe Nüfus Müdürlüğü arşivi.
Araştırmalar
BEHAR, Cem (1996), Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye’nin Nüfusu, 1500-1927,
Ankara.
BİLGİ, Nejdet (Aralık 1999- Ocak),” Osmanlı Dönemi Nüfus Sayımı Hakkında”,Türk
Yurdu, C.19–20, , s.117–124.
BOSTAN, M. Hanefi, " ÜSKÜDAR", TDVİA/42.s.364-368.
CEYLAN, Mehmet Akif (Aralık 2003), "Çamlıca Tepeleri (istanbul ) ve Çevresinin
Tarihi Coğrafyası; Yerleşmenin Gelişimi ve Mekansal Kullanımın Değişimi
Konusunda Bir Araştırma", Türk Dünyası araştırmaları, Sayı.147. s.173-204.
GÖYÜNC, Nejat (1979), “Hane Deyimi Hakkında”, İ.U.E.F. Tarih Dergisi, S.32, s.331–
348.
GÜNEŞ, Ahmet (2004), "16. Ve 17. Yüzyıllarda Üsküdar’ın Mahalleleri Ve Nüfusu",
Üsküdar Sempozyumu I, Bildiriler, Cilt I, İstanbul, s.42-57.
HİÇ, Vasıf(1963), "Bulgurlu ", Reşat Ekrem Koçu İstanbul Ansiklopedisi,C. 6, İstanbul.
KARPAT, Kemal H.(2003), Osmanlı Nüfusu (1830-1914): Demografik ve Sosyal
Özellikleri (trc. Bahar Tırnakçı), İstanbul.
KİEL, Machiel, " KARİNÂBÂD",TDVİA/ 24. s.490-492.
KONYALI, İ. Hakkı (1976), Abideleri ve Kitabeleriyle Üsküdar Tarihi, Cilt 1, İstanbul.
YAZICI, Tahsin, “Üsküdar”, İA/ XIII, s.127-131.
İnternet
http://emlakansiklopedisi.com/wiki/bulgurlu-mahallesi-uskudar (e.t. 20/7/2014)
http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php?idno=240491(1/7/2014)
513
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
514
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E ALANYA’NIN İDARİ
YAPISI (1831-2014)
Ali Rıza GÖNÜLLÜ *
1.GİRİŞ
XIII. yüzyılın ilk yıllarında Alanya (Kalonoros, Korekesion) ve civarındaki
kaleler birer beylik halinde, varlıklarını muhafaza etmeye çalışıyorlardı 1. Anadolu
Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubât 1221 yılında Alanya’yı fethederek, Türk
vatan coğrafyasına kattı. Alanya, Sultan I. Alâeddin Keykubâd ve onun halefleri
zamanında, sultanların kışlık merkezi oldu. Bu sebepten dolayı, Alanya’da devlet
erkânına ait konaklar, medrese, hamam ve başka medeni tesisler ile muhtelif kervansaraylar inşa olunmuştur2.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin son senelerinde, Alanya’yı, Karamanoğulları
almıştı. 1291 yılı başında, Kıbrıs Kralı’nın Alanya’ya asker çıkarması üzerine, burayı istirdat eden Karamanoğlu Mecdeddin Mahmud Bey , Mısır Memluk Sultanı
Melik Eşref Selahaddin adına hutbe okutmuştur3.
Osmanlı döneminde Alanya’nın fethedilmesi görevi Fatih Sultan Mehmed tarafından, Gedik Ahmed Paşa’ya tevdi edildi. Gedik Ahmed Paşa, Alanya’yı karadan ve denizden kuşattı. Kuşatmanın şiddetinden dolayı halk, Kılıç Arslan
Bey’den şehrin, Gedik Ahmed Paşa’ya verilmesini istedi. Kılıç Arslan Bey de,
halkın bu talebi karşısında, Alanya’yı Gedik Ahmed Paşa’ya teslime mecbur kaldı. Bu şekilde Alanya, Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içine alındı (1471).
Dr. Öğretmen Milli Eğitim Bakanlığı.
İbrahim Hakkı Konyalı, Alanya (Alâiyye), İstanbul, 1946, s.39.
2 İbni Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l -Ala’iye (Selçukname), Cilt:1, Çeviren: Mürsel Öztürk, Ankara 1996, s.254 vd; Osman Turan, Selçuklular Zamanda Türkiye, İstanbul 1971, s.355; Ali Rıza Gönüllü,
Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Alanya (1908-1938), Ankara 2008, s.5 vd.
3 Mükrimin Halil Yınanç, “Alâiye Maddesi”, İslam Ansiklopedisi, Eskişehir 1997, I/289. ; İsmail Hakkı
Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Ak Koyunlu-Kara Koyunlu Devletleri, Ankara 1984, s.92. ; O. Turan,
age, s.606.
*
1
515
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Alanya, 1481’de Tahrir Emini Karamanoğlu Mehmed b. İbrahim Bey tarafından yapılan tahrir de, sancak statüsünde mirliva hassı olarak kaydedilmiştir4
Alanya 1530 yılında da Anadolu Eyaleti’ne bağlı bir sancaktır. Bu tarihte
Alanya Sancağı’nın (Liva) iki kazası ve bir nahiyesi bulunuyordu. Bunlar Alanya
ve Manavgat Kazaları ile Akseki Nahiyesi idi5. XVI. yüzyılda yapılan başka bir
tahrirde (1550 yılı dolayları), Alanya Sancağı üç kazaya ayrılmıştır. Bunlar; Alanya Kazası, Manavgat Kazası ve Akseki Kazasıdır. Bu yüzyılda Alanya’nın merkez
hariç yedi nahiyesi bulunmaktadır. Bunlar; Alanya, Oba, Mahmutlar, Nağlu,
Dimderesi, Kise, Çönkere ve Alara nahiyeleridir6.
Alanya, idari teşkilat bakımından önceleri, Anadolu Eyaleti’nin bir sancağı
durumunda iken, Kıbrıs Adası’nın fethinden sonra (1571), yeni kurulan Kıbrıs
Beylerbeyliği’ne bağlanmıştır. Ancak bir ara Karaman Eyaleti’ne dâhil edilmişse
de, Ağustos 1632’den itibaren tekrar Kıbrıs’a bırakılmıştır7.
Evliya Çelebi (1671) de, Alanya Sancağı’nda beş kaza bulunduğunu belirtmektedir. Bunlar Alanya Kazası, Düşenbe Kazası, Manavgat Kazası, Akseki Kazası ve İbradı Kazasıdır. Bu dönemde Alanya Kalesi’nde sekiz mahalle bulunmaktadır. Ancak bu mahallelerden birisi gayri Müslimlere aittir8.
Burada Osmanlı Devleti’nde ilk nüfus sayımının yapıldığı 1831 tarihinden,
günümüze kadar olan dönemde Alanya’nın idari yapısında meydana gelen değişmeler gösterilmeye çalışılacaktır.
2. OSMANLI DÖNEMİNDE ALANYA’NIN İDARİ YAPISI
Alanya 1831 yılında Konya Eyaleti’ne bağlı bir sancaktır. Bu yılda Alanya
Sancağı Alanya, Marulya, Gödene, Çimi, Düşenbe, Senir, İbradı ve Manavgat
isimlerinde sekiz kazaya sahipti. Aynı yıl Alanya Kazası’nın on üç mahallesi, yedi
İdris Bostan, “Alanya Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1990, I/340.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 166 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri (937/1530)
(Hudâvendigar, Biga, Karesi, Saruhân, Aydın, Menteşe, Teke ve Alâiye Sancakları), Ankara 1995, s.60-61.
6 Mehmet Ali Hacıgökmen, XVI. Yüzyıla Ait Alâiye Sancağı Mufassal Tahrir Defterinin Transkripsiyonu ve
Değerlendirilmesi, Ankara 1992, s.12 vd. (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana
Bilim Dalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.); Mehmet Ali Hacıgökmen, “XVI. Yüzyıla Ait Tahrir
Defterine göre Alaiyye Sancağı’nda Yer Adları ve Vergiler Hakkında Araştırma”, Alanya Tarih ve
Kültür Seminerleri II, Alanya 1996, s.318
7 İ Bostan, agm, s.340; İ. H. Konyalı, age, s.260 vd; H. Abdolonyme Ubicıni, Osmanlı’da Modernleşme
Sancısı, İstanbul 1998, s.48.
8 Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Hazırlayan: Mümin Çevik, İstanbul 1996, 9/27 vd.
4
5
516
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
nahiyesi ve 71 köyü bulunuyordu9. Alanya Kazası’nın mahalleleri, Esad Burcu
Mahallesi, Tophane Mahallesi, Orta Mahalle10, Kapu Mahallesi, Kalealtı Mahallesi, İçkale Mahallesi11, Sugözü Mahallesi12, Bektaşlar Mahallesi13, Hasbağçe Mahallesi14, Tepeyakası Mahallesi15 ve Kellerpınarı Mahallesidir16. Bu tarihte Alanya
Kazası’nda Rum reayanın yaşadığı iki ayrı mahalle vardı. Bunlar Aşağı Kenise
(Kilise) ve Yukarı Kenise (Kilise) mahalleleridir17. Alanya Kazası’nın nahiyeleri
de, Oba Pazarı Nahiyesi, Mahmud Seydi Nahiyesi, Şeyh Nahiyesi 18, Sedre Nahiyesi, Dim Nahiyesi, Girilye Nahiyesi ve Malan Nahiyesidir19.
Alanya Kazası’nın Oba pazarı Nahiyesi’nin köyleri, Oba pazarı 20, Değirmen
deresi, Kızılcaşehir, Alakenise (Alakilise), Asmaca, Bademağacı, Türbelinas, Süleymanlar ve Rumtaştır. Mahmud Seydi Nahiyesi’nin köyleri, Mahmud Seydi,
Belistir, Yeni Sarar21, Beden ve Aşağı Bedendir. Şeyh Nahiyesi’nin köyleri, Kestel,
Şeyh22 ve Mahmudlardır. Sedre Nahiyesi’nin köyleri, Kargucak maa Solaklar, Seki, Belen, Yeni Dam, Akça Kaya, Bağçe Deresi, Domalan, Beğreli, Boğçalar ve namı diğer Hocalar, İmamlı, Yuları, Dikmen ve Kıllıdır. Dim Nahiyesi’nin köyleri,
Medderesi23 ve Kızıldam, Kababeladan, Uslu Ahmedli, Büdüş, Yalçı, Alakenise
(Alakilise), Beledan, Bucak Köyü’nün Orta Mahallesi, Taşbaşı, Bucak, Üzümlü,
Kuzyaka, Bıçakçı, Kivresil ve Arapdır. Girilye Nahiyesi’nin köyleri, Avsallar, Alara, Saburlar, Aydolandı24, Karamanlu, Gözibüyük, Orhan, Güney maa Burçaklar,
Sirge, Ulucak, Aksin, Kızılağaç, Bayır ve Kozağacıdır. Malan Nahiyesi’nin köyleri,
Narağacı, Orta maa Beledan, Konbalak, Çündüre, Semed, Eskibağ, Çaltı, Girenes,
Karaköy, Tavşanalanı, Siluce ve Balurdur 25.
Burada verilecek olan mahalle, nahiye ve köy isimleri 1831/1246 tarihli nüfus defterinden alınmıştır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Nüfus Defteri (NFS. d.) nr. 03344
10 İcmal defterinde bu mahalle “Vasati “olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr. 03368
11 İcmal defterinde bu mahalle “Hisariçi” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr. 03368
12 İcmal defterinde bu mahalle “Su gözü ve Bağçe arası” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr. 03368
13 İcmal defterinde bu mahalle “Bektaş” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr.03365
14 İcmal defterinde bu mahalle “Hasbahçe Kebir ve Sagir” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr. 03368.
15 İcmal defterinde bu mahalle “Tepe Kasabası” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr. 03368
16 BOA. NFS. d. nr.03444
17 BOA. NFS. d. nr.03346
18 İcmal defterinde bu nahiye “Şeyhler” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr.03366
19 BOA. NFS. d. nr.03444
20 İcmal defterinde bu köy “Oba” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr.03365
21 İcmal defterinde bu köy “Yenisaray” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr. 03366
22 İcmal defterinde bu köy” Şeyhler” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr. 03366
23 İcmal Defterinde bu köy “Menddere” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr.03366
24 İcmal defterinde bu köy “Aydolan” olarak geçmektedir. BOA. NFS. d. nr.03366
25 BOA. NFS. d. nr.03444
9
517
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bunun yanında Mahmud Seydi Nahiyesi’nde Sıçanlu Cemaati, Toslaklı Cemaati, Tosmırlı Cemaati, Çıplaklı Cemaati, Hacı Mehmedli Cemaati, Umurlı Cemaati, Hacı Veliler Cemaati ve Çarıklı Cemaati, Dim Nahiyesi’nde Karakocalı
Aşireti, Sedre Nahiyesi’nde de İsbatlı Aşireti ve Ali Efendi Uşağı Aşireti bulunuyordu26.
1855 yılında Alanya Sancağı’na bağlı dört nahiye bulunmaktadır. Bunlar; Akseki Nahiyesi, İbradı Nahiyesi, Düşenbe Nahiyesi ve Manavgat Nahiyesidir27.
1867 tarihli Vilâyet-i Umumiye Nizamnamesi’nin yayınlanmasından sonra 28
Alanya, sancak konumundan kaza konumuna indirilmiş ve Konya Vilâyeti’nin
Antalya (Teke) Sancağı’nın kazalarından birisi olmuştur. Daha önce Alanya Sancağı’na bağlı olan Akseki Nahiyesi de, kaza yapılarak Antalya Sancağı’na bağlanmıştır. Ayrıca eski Alanya Sancağı’nın Manavgat Nahiyesi Alanya Kazası’nın,
Düşenbe ve İbradı nahiyeleri de Akseki Kazası’nın idari yapısı içine alınmıştır.
Bunun yanında 1868 yılında Alanya Kazası’nın 157 köy ve mahallesi bulunuyordu29. Ancak Alanya halkı, sancak konumundan kaza haline indirilmeyi hoş karşılamamıştır. Bu durumun düzeltilmesi için merkezi hükümete muhtelif müracaatlarda bulunulmuş, lakin netice değişmemiş, Alanya Antalya’nın bir kazası olarak
kalmaya devam etmiştir30.
1887 yılında da Alanya Kazası’nın nahiye sayısı ikiye çıkmıştır. Bunlar Manavgat ve Düşenbe nahiyeleridir31.
Alanya 1896 yılında 1. sınıf bir kazadır. Bu yıl Alanya Kazası Düşenbe ve
Manavgat isminde iki nahiyeye sahiptir. Alanya’nın merkezine bağlı 89, Düşenbe
Nahiyesi’nin 51 ve Manavgat Nahiyesi’nin 46 köyü bulunmaktadır. Aynı yıl
Alanya’nın toplam köy sayısı 186’dır32.
BOA. NFS. d. nr.03444
Sâlnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Dersaadet 1272, s.90.
28 1867 tarihli Vilâyet-i Umumiye Nizamnamesi ile 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi yeniden bütün
imparatorluğu kapsamak üzere yayınlanmıştı. Bu konuda bakınız. İlber Ortaylı, Tanzimat’tan Sonra
Mahalli İdareler (1840-1878), Ankara 1974, s.48.
29 Konya Vilayeti Salnamesi, Konya 1285, s.86, 94; İ. H. Konyalı, age, s.260.
30 İ. Bostan, agm, s.340; İ.H. Konyalı, age, s.260 vd.
31 Konya Vilayeti Salnamesi, Konya 1305, s.187 vd.
32 Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Dersaadet 1314, s.671.
26
27
518
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Alanya Kazası 1910 yılında 2.sınıf kaza haline düşürülmüştür. Yine bu yıl
Alanya Kazası’nın Düşenbe ve Manavgat isminde iki nahiyesi ve 186 köyü bulunmaktadır33.
Antalya (Teke) Sancağı geniş bir arazi yapısına ve uzun bir sahile sahipti. Bu
nedenle güvenliğin temin edilebilmesi için 1914 yılında Antalya’da yeni kazalar
kurulmuştur. Antalya’da yeni kurulan kazalardan birisi Manavgat Kazasıdır.
Manavgat Kazası, Alanya Kazası’ndan ayrılan Manavgat ve Düşenbe nahiyelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir (4 Mayıs 1914) 34. Aynı yıl Alanya Kazası’nda da dört yeni nahiye teşkil edilmiştir. Bunlar; Alanya Merkez Nahiyesi
(Merkez: Alanya Kasabası), Timurtaş Nahiyesi (Merkez: Belen Köyü), Kara Halil
Nahiyesi (Merkez: Öteköy Köyü) ve Köprülü Nahiyesi (Merkez: Girenas Köyü)’dir35. Bu yılda Alanya Kazası’nın köy sayısı 97’dir36.
2.1.ALANYA’DA YENİ KURULAN KÖYLER
Halkın talebi ve şartların uygun olması halinde bazı zamanlarda Alanya Kazası’nda muhtelif köyler kurulmuştur. Alanya Kazası’nın İsalı Köyü’ne bağlı olan
Hocalar Mahallesi, adı geçen köye beş-altı saat mesafede idi. Bunun yanında Hocalar halkı, köy muhtarlığında kendilerine ve devlete ait işlerinin çözümünde
güçlük çekiyorlardı. Bu nedenlerle Hocalar halkı tarafından Alanya Kaymakamlığı’na bir dilekçe verilmiş ve İsalı Köyü’nden ayrılarak, Hocalar adıyla müstakil
bir köy kurulması talep edilmiştir. Alanya Kaymakamlığı da bu konuda gereğinin yapılması için Teke Mutasarrıflığı’na müracaatta bulunmuştur. Teke Mutasarrıflığı Hocalar adı ile bir köyün kurulmasını uygun görmüş ve bu konuda gerekli işlemin yapılması için Konya Vilayeti’ne başvurmuştur. Meclis-i İdare-i Vilayet de Hocalar adı ile müstakil bir köyün kurulmasını uygun görmüştür. Bunun
üzerine Konya Vilayeti tarafından 24 Ekim 1888 tarihinde Dâhiliye Nezareti’ne
bilgi verilmiş ve gereğinin yapılması istenmiştir 37. Konya Vilayeti’nin bu talebi
Dâhiliye Nezareti tarafından Sadaret’e iletilmiştir. Sadaret de bu konuda gerekli
işlemin yapılması için Şûrâ-yı Devlet’ten talepte bulunmuştur. Şûrâ-yı Devlet
Dâhiliye Dairesi Konya Vilayeti’nin bu talebini görüşmüştür. Şûrâ-yı Devlet
Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Dersaadet 1326/1328, s.771.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Meclis-i Vükelâ Mazbataları (BOA. MV.) nr.235/5, Lef.1-2; Bu tarihte
Antalya’da kurulan diğer kazalar Korkuteli ve Finike Kazalarıdır. Bu konuda bakınız: Ali Rıza
Gönüllü, Cumhuriyet Döneminde Antalya (1923-1960), İstanbul 2010, s.33
35 Muhammet Güçlü, “Müstakil Teke (Antalya) Sancağı’nın Kurulması ve İdâri Düzenlemeye İlişkin
Bir Belge”, Sayı:II, Adalya Dergisi, İstanbul 1998, s.294 vd.
36 Konya Vilayeti Salnamesi, Konya 1332, s.359.
37 Başbakanlık Osmanlı Arşivi Şura-i Devlet( ŞD. ), nr.1713/24
33
34
519
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Dâhiliye Dairesi, yöre halkının talebini uygun görmüş ve Hocalar Mahallesi’nin,
bağlı olduğu İsalı köyünden ayrılarak, müstakil köy olmasını kabul etmiştir (19
Kasım 1888)38. Bunun üzerine Sadaret tarafından 4 Aralık 1888 tarihinde, Konya
Vilayeti’nin Alanya Kazası’nın İsalı Köyü’ne bağlı olan Hocalar Mahallesi’nin
müstakil köy olması konusunda bir irade-i seniye hazırlanmış ve bu irade-i seniye 8 Aralık 1888 tarihinde padişah tarafından imzalanmıştır39.Padişah iradesinin
imzalanmasından sonra, Dâhiliye Nezareti konu hakkında 19 Aralık 1888 tarihinde Konya Vilayeti’ne, Maliye Nezareti’ne, Defter-i Hakani Nezareti’ne, Sicil-i
Nüfus İdare-i Umumiyesi’ne, Divan-ı Hümayun Beylikçiliği’ne ve Komisyona
bilgi vermiş ve gerekli işlemin yapılmasını istemiştir40.
Alanya’nın güneybatısında ve dört saat mesafede bulunan Şarapsa; etraf ve
civarında bulunan ormanlardan kesilen ve imal edilen kerestesiyle ünlüydü. Verimli arazisinde yetiştirilen karpuz ve diğer ürünler, başta Mısır olmak üzere, birçok Akdeniz ülkesine ihraç ediliyordu. Şarapsa çevresine gelip, oraya yerleşmiş
olan 20-30 hane kadar rençper, askeri işlemleri ve diğer mükellefiyetleri amacıyla,
mensup oldukları köylere gitmek zorunda kalıyordu. Teke Mutasarrıflığı’na göre,
bu hem zaman kaybı, hem de birçok bürokrasiye sebep oluyordu. Özellikle yazın
çok sayıda amele, kaptan ve gemicinin toplandığı bu mahalde, hükümetin idari
varlığı ile güvenliğin sağlanması gerekiyordu. Eğer bir köy kurulursa, dönemin
Dâhiliye Nazırı’na izafeten adının Talatiye olarak değiştirilmesini, ayrıca vergi ve
sair hâsılatı, belediye sınırları haricinde olmasından dolayı, özel idareye ait olmak
üzere, haftada bir gün pazar kurulmasını Dâhiliye Nezareti’ne teklif etti (27 Aralık 1915). Mutasarrıflığın bu talebi, 50 haneden aşağı olan yerlerde ve ahalinin
arzusuna göre, köy yapılmasının doğru olmayacağı gerekçesiyle uygun bulunmamıştır41.
Ancak bir müddet sonra Teke Mutasarrıflığı tarafından Dâhiliye Nezareti’ne
gönderilen başka bir yazıda, Şarapsa Mevkisinin ticari ve zirai önemi hakkında
tekrar bilgi verilmiş, ayrıca burada 52 haneden müteşekkil bir halkın yaşadığı
ifade edilmiş ve bu mevkide Şarapsa Köyü isminde bir köyün kurulması teklif
edilmiştir( 29 Şubat 1916)42. Teke Mutasarrıflığı’nın bu teklifi Dâhiliye Nezareti
tarafından kabul edilmiş ve Şarapsa Mevkisinde bir köy teşkili uygun görülmüşBaşbakanlık Osmanlı Arşivi İrade Şura-i Devlet ( İ. ŞD.) nr.94/5567. Lef.1
Aynı Belge. Lef.2.
40 Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dâhiliye Nezareti Mektubi Kalemi (DH. MKT.) nr.1576/22
41 Süleyman Beyoğlu, “Alanya Yapı Tarihine Dair Bazı Belgeler (1907-1919)”, Alanya Tarih ve Kültür
Seminerleri III, Konya 2004, s.594.
42 Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dâhiliye Nezareti İdare-i Umumiye- Ek ( DH. İUM. EK.) nr.79/20. Lef.1.
38
39
520
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
tür. Dâhiliye Nezareti’nce bu konu hakkında 12 Mart 1916 tarihinde de Teke Sancağı’na bilgi verilmiştir43.
2.2.ALANYA’YA BAĞLANAN KÖYLER
Alanya’ya komşu kazaların bazı nahiye ve köyleri yerli halkın talebi üzerine,
Alanya Kazası’na bağlanma konusunda çaba göstermişlerdir; Muhtelif kimselerin
Alanya Kazası’na bağlı Düşenbe Nahiyesi’nin Akseki Kazası’na tekrar bağlanması konusunda çalışma yaptıkları hakkında, Düşenbe Nahiyesi ahalisi vekili Latif
ve Muhsin tarafından Dâhiliye Nezareti’ne Alanya merkezinden bir telgraf çekilmiştir. Bu telgrafta Düşenbe Nahiyesi’nin Akseki Kazası’na tekrar bağlanması
halinde, halkın mağdur olacağı konusunda bilgi verilmiştir. Dâhiliye Nezareti de
2 Haziran 1892 tarihinde Konya Vilayeti’ne gönderdiği yazıda, bu telgraf hakkında bilgi vermiş ve bu konuda gerekli işlemin yapılmasını istemiştir44.
Alanya Kazası’nın Düşenbe Nahiyesi’ne bağlı olan Çakallar ve Karaboynuzlar Köyü muhtarları ile ahalisi tarafından, Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen dilekçede, adı geçen köylerin, merkez kazaya altı ve merkez nahiyeye on iki saat uzaklıkta olduğu, vergi işlerinin ve askerlik muamelelerinin merkez kazaya ait bulunduğu ve 1905 yılından itibaren merkez kazaya bağlanılması ile birlikte, yeni tahririn merkez kaza namına icra edilmesi istenmişti 45.
Bunun yanında Düşenbe Nahiyesi’ne bağlı olan Çakallar ve Karaboynuzlar
köylerinin Alanya Kazası’na bağlanması ile ilgili olarak Konya Vilayeti’nden de
Dâhiliye Nezareti’ne bir talep gelmişti. Dâhiliye Nezareti tarafından bu konu
hakkında Şûrâ-yı Devletçe gerekli işlemin yapılması için 8 Aralık 1906’da Sadaret’e bilgi verildi46. Şûrâ-yı Devlet Mülkiye Dairesi tarafından, Konya Vilâyeti,
Dâhiliye Nezareti Teşrii Muamelat ve Islahat Komisyonu ve Seraskerlik tarafından olumlu bulunan bu isteği, uygun görüşle gereğinin yapılması için, Sadaret’e
gönderildi (4 Şubat 1907)47. Sadaret de 13 Şubat 1907 tarihinde, Şûrâ-yı Devlet
Mülkiye Dairesi’nce hazırlanmış olan bu mazbatayı, Padişahlık makamına sundu48.
Aynı Belge. Lef.2.
BOA. DH. MKT. nr.1838/39.
45 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Sadaret Resmi Maruzat Belgeleri ( Y. A. Res.) nr.143/93. Lef.1.
46 Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dâhiliye Nezareti Teşrii Muamelat ve Islahat Komisyonu ( DH. TMIK.S.),
nr.65/66.
47 BOA. Y. A. Res. nr. 143/93, Lef. 1; BOA. DH. TMIK.S. nr.65/66.
48 BOA. Y. A. Res. nr.143/93. Lef. 2.
43
44
521
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Anamur Kazası’na bağlı Selenti Nahiyesi Anamur Kazası’na yirmi dört ve
Alanya Kazası’na sekiz saat mesafede idi. Adı geçen nahiye halkının büyük bir
çoğunluğunun emlak ve arazisi Alanya’da idi. Ayrıca Selinti halkı, Alanya Kazası ile ticari ilişkiler içindeydi. Nahiye halkı Anamur’un uzak olması nedeniyle
işlerinin tesviyesi için gidip gelmekte müşkülat çekiyorlardı. Bu nedenle Selenti
Nahiyesi halkı tarafından Alanya’ya bağlanmak konusundaki talepler Dâhiliye
Nezareti’ne bildirilmiştir. Dâhiliye Nezareti de 13 Şubat 1990 tarihinde bu konuda gerekli işlemin yapılması için Adana Vilayeti’ne talimat vermiştir49.
Adana Vilayeti 1 Temmuz 1900 tarihinde Dâhiliye Nezareti’ne gönderdiği
yazıda, adı geçen nahiyenin kırk sekiz köye sahip olduğu, bunlardan yirmi dördünün Anamur, yirmi dördünün de Alanya’ya yakın olduğu tespiti yapılmıştır.
Bu nedenle de Alanya’ya yakın olan yirmi dört köyün eskiden beri münasebet ve
muamelat içinde oldukları Alanya’ya bağlanmasının güvenlik açısından uygun
olacağı konusunda görüş bildirmiştir. Dâhiliye Nezareti de 16 Ağustos 1900 tarihinde bu konu hakkında Sadaret’e bilgi vermiş ve keyfiyetin Şûrâ-yı Devlet tarafından tetkik edilmesini istemiştir50.
Ancak bu konunun halledilmeği bazı bilgilerden ortaya çıkmaktadır; İç-il
Sancağı’nın Anamur Kazası’na bağlı Selenti Nahiyesi halkı tarafından, 13 Haziran
1914 tarihinde Alanya Kazası’ndan Dâhiliye Nezareti’ne bir telgraf çekilmiştir. Bu
telgrafta; bağlı oldukları Anamur Kazası’nın kendilerine 20 saatten fazla uzaklığı
bulunduğunu ve halk olarak da, bilhassa kış mevsiminde devlet ile olan işlerinde,
büyük müşkülat çektiklerini bildirmişler, ayrıca alış-veriş yaptıkları, beraber yayladıkları ve nahiyelerine yedi- sekiz saat mesafede olan, Alanya Kazası’na bağlanmak hususundaki taleplerini iletmişlerdir51.
Teke Mutasarrıflığı tarafından da Anamur Kazası’na bağlı Selenti Nahiyesi’nin Alanya’ya yakın olması ve Alanya ile münasebette bulunması nedeniyle
Alanya Kazası’na bağlanması konusunda İçel Mutasarrıflığı’ndan talepte bulunulmuştur. Ancak Selenti Nahiyesi’nin Alanya’ya bağlanması için İdare-i Vilayet
Kanunu’nun 45. maddesi gereğince, müşterek bir karar alınması gerekiyordu.
Bunun içinde İçel Livası Encümeni tarafından, 1916 yılının Kasım ayının başında
toplanacak olan Teke Livası Meclis-i Umumi azasından iki aza, 1916 yılının Aralık ayının başında toplanacak olan İçel Livası Meclis-i Umumi azasından iki kişi-
BOA. DH. MKT. nr.2305/10.
BOA. DH. MKT. nr.2390/65.
51 Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dâhiliye Nezareti İdarî Kısım ( DH. İD.), nr.183-2/35.
49
50
522
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
nin katılımıyla, müşterek bir komisyon oluşturulması, İçel Livası’ndan talep
edilmiştir. Bu konu hakkında İçel Sancağı tarafından 26 Ekim 1916 tarihinde
Dâhiliye Nezareti’ne bilgi verilmiş ve gereğinin yapılması istenmiştir 52. Dâhiliye
Nezareti de 8 Kasım 1916 tarihinde İçel Mutasarrıflığı’na gönderdiği yazıda,
Anamur Kazası’na bağlı olan Selenti Nahiyesi’nin Alanya’ya bağlanması keyfiyetinin, Nahiye Kanunu’ndan sonra yapılacak olan Teşkilat-ı Umumiye bırakılacağını bildirmiştir53. Ancak Selenti (Gazipaşa) halkının Alanya’ya bağlanma konusundaki talebi, Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleşmiştir54.
3. CUMHURİYET DÖNEMİNDE ALANYA’NIN İDARİ YAPISI
Osmanlı Devri’nin son zamanlarında müstakil mutasarrıflık olan Antalya,
Cumhuriyet devrinde vilâyet olmuştur. Alanya da, Antalya Vilayeti’nin kazası
olarak kalmıştır.55. Alanya Kazası’nın 1926 yılında 4 nahiyesi vardır. Bunlar; Demirtaş , Kızılağaç , Köprülü (Kurbeli ?) ve Gazipaşa’dır 56. 1927 yılında Alanya
Kazası'nın köy sayısı ise 133’dür57. 1928 yılında da Alanya Kazası’nda dört nahiye
bulunmaktadır. Bunlar; Demirtaş, Kızılağaç, Köprülü ve Gazipaşa’dır. Bu yıl
Alanya’nın köy sayısı da 133’dür58.
1936 yılında; Alanya Kazası’nın Kızılağaç Nahiyesi’nden alınan Orhan, Sirge,
Güney, Kozağacı, Bayır, Karamanlar, Yeniceköy, Burçaklar, Orta Kamış, Gözübüyük ve Aksın, Köprülü Nahiyesi’nden alınan Girenes, Bayır, Çaltı, Karaköy, Ortaköy, Semet, Eskibağ, Beden, Çündüre, Narağacı, Belistir ve Yenisaray adlı 21
köy ve Akseki Kazası’nın merkezinden alınan; Eksere, Penbelik, Kalaycı, Sümbüle, Semir, Karadere, Sindirfe, Güneycik, Karabul, Bozağacı, Ümitli, Serinyaka ve
Karaisa adlı 13 köy ile birlikte toplam 34 köyün bağlı olduğu Gündoğmuş Kazası
kurulmuştur59.
Alanya Kazası’nın 1945 yılında Demirtaş ve Gazipaşa isimlerinde iki nahiyesi
bulunmaktadır. Aynı yıl Alanya’nın merkezine bağlı 41, Demirtaş Nahiyesi’nin
19 ve Gazipaşa Nahiyesi’nin 34 köyü vardır. 1945 yılında Alanya Kazası’nın top-
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dâhiliye Nezareti İdare-i Umumiye (DH. İUM.), nr.24/33, Lef.1.
Aynı Belge. Lef.2.
54 T.C.Devlet Salnamesi (1926-1927), İstanbul 1927, s.548.
55 İ. H. Konyalı, age , s.267.
56 T. C. Devlet Salnamesi (1926-1927), İstanbul 1927, s.548.
57 T. C. Devlet Salnamesi (1927-1928), İstanbul 1928, s.342.
58 T. C. Devlet Yıllığı (1928-1929), İstanbul 1929, s.222.
59 M. Güçlü, age, s.37.
52
53
523
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
lam 94 köyü bulunmaktadır60. Ancak Gazipaşa Nahiyesi 1948 yılında Alanya’dan
ayrılmış ve Antalya Vilayeti’nin kazası olmuştur 61.
1960 yılında Alanya Kazası’nın Demirtaş isminde bir nahiyesi ve 64 köyü bulunuyordu62. 1973 yılında Alanya’nın köy sayısı 67 olmuş, ancak nahiye sayısında
bir değişiklik olmamıştır63.
06 Temmuz 2001 tarihinde Antalya İli Gündoğmuş ilçesi Güzelbağ Nahiyesi’nin merkezi ile merkezde kurulu bulunan Güzelbağ Belediyesi ve anılan nahiyeye bağlı Bayırköy, Bayırkozağacı, Burçaklar, Gözübüyük, Gümüşgöze, Güneyköy, Karamanlar, Orhan, Ortaköy ve Yenice köyleri Alanya Kazası merkez nahiyesine bağlanmıştır64.
12 Kasım 2012 tarihli ve 6360 sayılı kanununun yürürlüğe girmesinden önce
Alanya Kazası’nın Şekerhane, Çarşı, Büyük Hasbahçe, Küçük Hasbahçe, Bektaş,
Tepe, Sugözü, Kadıpaşa, Saray, Kızlarpınarı, Güllerpınarı, Cumhuriyet, Hacet,
Tophane ve Hisariçi isminde on beş mahallesi65, Avsallar, Cikcilli, Çıplaklı, Demirtaş, Emişbeleni, Güzelbağ, İncekum, Kargıcak, Kestel, Konaklı, Mahmutlar,
Oba, Okurcalar, Payallar, Tosmur ve Türkler isminde on altı beldesi ve 60 köyü
bulunuyordu66.
4. ALANYA’NIN İL YAPILMASINA DAİR ÇALIŞMALAR
1980’li yıllardan itibaren basın-yayın organlarında ve devletin değişik birimlerinde Alanya’nın il yapılması konusu gündeme gelmiştir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin 17 Aralık 1984 tarihinde yapılan birinci oturumda Erzurum Milletvekili Hilmi Nalbantoğlu, Alanya ile bazı ilçelerin il yapılması hakkında İçişleri Bakanı’nın cevaplaması talebi ile bir sözlü soru önergesi vermiştir. Bu soruya İçişleri
Bakanı Yıldırım Akbulut tarafından; bazı ilçelerin il yapılması hakkında İçişleri
Bakanlığı’nca bir çalışma yapılmadığı cevabı verilmiştir67.
T.C. İstatistik Genel Müdürlüğü, 21 Ekim 1945 Genel Nüfus Sayımı (İl, İlçe, Bucak ve Muhtarlıklar İtibari
ile Nüfus), Ankara 1948, s.51 v.d.
61 T.C. Antalya Valiliği, Cumhuriyetin 50. Yılında Antalya İl Yıllığı 1973, (btyy.) s.65
62 T.C. İçişleri Bakanlığı, Antalya İli, Ankara 1961, s.7-8.
63 T.C. Antalya Valiliği, age, s.50
64 Resmi Gazete, Sayı: 24446, Ankara 8 Temmuz 2001, s.3
65 Haşim Yetkin, Alanya- Dünden Bugüne Alanya’da Yaşam, İstanbul (bty), s.23
66 Faruk Nafiz Koçak, Tarihte Alanya, Konya 2013, s.433
67 Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Ankara TBMM Matbaası 1985, 11/242
60
524
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
27 Kasım 1990 tarihinde Cumhurbaşkanı Turgut Özal, PTT’nin 150. Yıldönümü nedeniyle Ankara’da açılışını yaptığı teknolojik sergide, Antalya Valisi Erol
Tezcan ile görüntülü telefonla bir görüşme gerçekleştirmiştir. Cumhurbaşkanı
Turgut Özal, yaptığı bu telefon görüşmesinde Antalya Valisi Erol Tezcan’a, Alanya’nın yakında il olacağını söylemiştir68.
Bu arada Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na çeşitli tarihlerde Antalya milletvekilleri tarafından Alanya’nın il yapılması hakkında kanun tasarıları
verilmiştir. Mesela; 1 Mart 2001 tarihinde Antalya Milletvekili Cengiz Aydoğan
tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na verilmiş olan kanun teklifinde, Antalya’nın Alanya İlçesi’nde Demirtaş, Mahmutlar, İncekum adlarıyla üç
ilçe ve Alanya’nın il olması öngörülmüştür. 8 Ağustos 2002 tarihinde Antalya
Milletvekili Nesrin Ünal tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
verilmiş olan kanun teklifinde, Alanya adıyla bir il kurulması öngörülmüştür. 24
Aralık 2010 tarihinde Antalya Milletvekili Hüseyin Yıldız ve arkadaşları tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na verilmiş olan kanun teklifinde
Antalya iline bağlı Alanya ilçe merkezi merkez olmak ve belirtilen ilçe, belde ve
köyler ile Karaman İli Sarıveliler ilçesinin mevcut kasaba ve köylerinin bağlanması suretiyle Alanya adıyla bir il kurulması öngörülmüştür. 26 Kasım 2012 tarihinde Antalya Milletvekili Gürkut Acar tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı’na verilen kanun teklifinde, Alanya adıyla bir il ve Konaklı, Mahmutlar ve Demirtaş adlarıyla üç ilçe kurulması öngörülmüştür. Bu kanun tasarısı tekliflerinden ilk üçü süresi içinde görüşülmediği için hükümsüz kalmış, son teklif
ise komisyonda beklemektedir69 .
Bu arada Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 6360 numaralı “On üç ilde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 12 Kasım 2012 tarihinde kabul edilmiştir. Bu kanun ile Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır,
Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Sakarya ve Samsun büyükşehir belediyelerinin sınırları il mülki sınırları olmuştur. Yine bu kanuna göre bu illere bağlı ilçelerin mülki sınırları içerisinde yer alan köy ve belde belediyelerinin tüzel kişiliği kaldırılmış, köyler mahalle olarak, belediyeler ise belde
ismiyle tek mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmıştır. Bu
kanuna göre ilçe belediyelerinin sınırları da, bu ilçelerin mülki sınırları olmuştur.
68
69
Milliyet Gazetesi, İstanbul 28 Kasım 1990, s.10; Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul 28 Kasım 1990, s.19.
http://www.tbmm.gov.tr/ (15.04.2014)
525
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Yine bu kanuna göre adı geçen illerin bucakları ve bucak teşkilatları kaldırılmıştır70.”
Böylece Alanya Belediyesi, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin alt belediyesi
olmuştur. Alanya’nın belediye teşkilatı olan on altı beldesindeki belediyeler kapatılmıştır. Bunun yanında köyler ve beldeler mahalle olarak Alanya Belediyesi’ne
katılmıştır.
5.SONUÇ
Alanya, Anadolu Selçuklu Sultanı I.Alâeddin Keykubad tarafından fethedildikten sonra, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kışlık merkezlerinden birisi olmuştur.
Alanya, Osmanlı döneminde de sancak merkezi olarak devletin idari yapısında
yerini almıştır. Alanya Osmanlı döneminde Anadolu Eyaleti, Karaman Eyaleti,
Kıbrıs Beylerbeyliği, Konya Vilayeti gibi merkezlerin sancaklarından birisi olmuştur.
1867 tarihli Vilâyet-i Umumiye Nizamnamesi’nin yayınlanmasından sonra
Akseki, İbradı ve Düşenbe nahiyeleri Alanya’dan ayrılmış ve Akseki Kazası kurulmuştur. Alanya da sancak konumundan kaza konumuna indirilerek, Konya
Vilayeti’nin Antalya Sancağı’na bağlanmıştır. 1914 yılında Manavgat ve Düşenbe
nahiyeleri Alanya’dan ayrılarak, Manavgat isminde bir kaza kurulmuştur.
Cumhuriyet döneminde de Alanya, Antalya Vilayeti’nin kazası olmaya devam etmiştir. 1936 yılında Alanya Kazası’ndan 21 köy alınarak, Gündoğmuş Kazası’na verilmiştir. 1948 yılında da Gazipaşa Nahiyesi Alanya’dan ayrılmış ve
Antalya Vilayeti’nin kazası olmuştur.
1867 yılından önce doğuda Yuları Köyü, batıda Taşağıl Köyü, kuzeyde Seydişehir, Bozkır ve Hadim kazaları ile çevrili olan Alanya, bugün doğuda Yuları Köyü, batıda Okurcalar Beldesi, kuzeyde de Akseki ve Gündoğmuş kazaları ile çevrilmiştir. Böylece 1867 yılından itibaren Alanya coğrafi yönden, Osmanlı ve
Cumhuriyet’in idari yapısı içinde sürekli olarak küçülmüştür.
Bununla birlikte Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi’nde Alanya’da halkın talebi üzerine ve şartların uygun olması halinde yeni köyler teşkil edilmiştir. Ayrıca
Alanya’ya komşu olan bazı yerleşim birimlerinin nahiye ve köyleri de Alanya’ya
70Resmi
Gazete, Sayı: 28489, Ankara 6 Aralık 2012, s.1.
526
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bağlanmıştır. Ancak bazı nahiye ve köylerin Alanya’ya bağlanma konudaki talepleri ise zaman içinde çözülmüştür.
1980’li yıllardan itibaren Alanya’nın il olması ile ilgili talepler ortaya çıkmaya
başlamıştır. Ayrıca Antalya milletvekilleri tarafından değişik tarihlerde Alanya’nın il olması konusunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na kanun
teklifleri verilmiştir. Ancak bu kanun teklifleri süresi içinde görüşülmediği için
hükümsüz kalmış ve Alanya’nın il olması konusunda bir sonuç alınamamıştır.
Bunun yanında yapılan hukuki düzenleme neticesinde Alanya, 2014 yılında Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin bir alt belediyesi olmuştur.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kışlık merkezi ve Osmanlı Devleti’nin sancak
merkezi olan Alanya’nın yakın bir gelecekte il yapılması merkezi yönetimi tarafından yerine getirilmesi gereken tarihi ve vicdani bir görev olmalıdır.
527
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
1.ARŞİV BELGELERİ
1.1.OSMANLI ARŞİVİ
Nüfus Defterleri (NFS. d.)
Yıldız Sadaret Resmi Maruzat(Y. A. Res.)
Meclisi Vükela Mazbataları (MVL)
İrade- Şura-i Devlet(İ.ŞD)
Şura-i Devlet (ŞD)
Dâhiliye Nezareti İdarî Kısım (DH. İD.)
Dâhiliye Nezareti İdare-i Umumiye (DH. İUM.)
Dâhiliye Nezareti İdare-i Umumiye Ek (DH. İUM. EK)
Dâhiliye Nezareti Mektubi Kalemi (DH. MKT)
2.SALNAMELER
Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Dersaadet 1272
Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Dersaadet 1314
Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Dersaadet 1326/1328
T.C.Devlet Salnamesi (1926-1927), İstanbul 1927
T. C. Devlet Salnamesi (1927-1928), İstanbul 1928
T. C. Devlet Yıllığı (1928-1929), İstanbul 1929
Konya Vilâyeti Salnamesi, Konya 1285
Konya Vilayeti Salnamesi, Konya 1305
Konya Vilâyeti Salnamesi, Konya 1332
3.GAZETELER
Resmi Gazete
Milliyet Gazetesi
Cumhuriyet Gazetesi
4.KİTAP VE MAKALELER
Beyoğlu, Süleyman, “Alanya Yapı Tarihine Dair Bazı Belgeler (1907-1919)”, Alanya Tarih ve Kültür Seminerleri III, Konya 2004, Sayfa:293-294.
Gönüllü, Ali Rıza, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Alanya (1908-1938), Ankara 2008
Gönüllü, Ali Rıza, Cumhuriyet Döneminde Antalya (1923-1960)
İbni Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l -Ala’iye (Selçukname), Cilt:1, Çeviren: Mürsel
Öztürk, Ankara 1996,
İdris Bostan, “Alanya Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt :1, İstanbul 1990, Sayfa:340-341.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 166 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri
(937/1530) (Hudâvendigar, Biga, Karesi, Saruhân, Aydın, Menteşe, Teke ve Alâiye Sancakları), Ankara 1995
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt:9, Hazırlayan: Mümin Çevik, İstanbul 1996
Güçlü, Muhammet, “Müstakil Teke (Antalya) Sancağı’nın Kurulması ve İdâri Düzenlemeye İlişkin Bir Belge”, S.II, Adalya Dergisi, İstanbul 1998, Sayfa:289-312
528
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Hacıgökmen, Mehmet Ali, XVI. Yüzyıla Ait Alâiye Sancağı Mufassal Tahrir Defterinin
Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, Ankara 1992, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.)
Hacıgökmen, Mehmet Ali, “XVI. Yüzyıla Ait Tahrir Defterine göre Alaiyye Sancağı’nda Yer Adları ve Vergiler Hakkında Araştırma”, Alanya Tarih ve Kültür Seminerleri II, Alanya 1996, 317-323.
Koçak, Faruk Nafiz, Tarihte Alanya, Konya 2013
Konyalı, İbrahim Hakkı, Alanya (Alâiyye), İstanbul 1946
Ortaylı, İlber, Tanzimat’tan Sonra Mahalli İdareler (1840-1878), Ankara 1974
T.C. Antalya Valiliği, Cumhuriyetin 50. Yılında Antalya İl Yıllığı 1973(b.t.y.y.)
T.C. İçişleri Bakanlığı, Antalya İli, Ankara 1961
T.C. İstatistik Genel Müdürlüğü, 21 Ekim 1945 Genel Nüfus Sayımı (İl, İlçe, Bucak ve
Muhtarlıklar İtibari ile Nüfus), Ankara 1948
Turan, Osman, Selçuklular Zamanda Türkiye, İstanbul 1971
Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt:11, Ankara TBMM Matbaası 1985.
Ubicıni, H. Abdolonyme, Osmanlı’da Modernleşme Sancısı, İstanbul 1998
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Anadolu Beylikleri ve Ak Koyunlu-Kara Koyunlu Devletleri,
Ankara 1984.
Yetkin, Haşim, Alanya- Dünden Bugüne Alanya’da Yaşam, İstanbul (bty),
Yınanç, Mükrimin Halil, “Alâiye Maddesi”, Cilt: 1, İslam Ansiklopedisi, Eskişehir 1997,
Sayfa:287-289
http://www.tbmm.gov.tr/
529
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
EKLER
Ek 1: 1831 Tarihli İcmal Defterine Göre Alanya Kazası’nın Mahalleleri, Erkek Nüfusu
ve Topçu Askeri Sayısı71.
Sıra Nu.
Mahallenin Adı
Nüfusu
Topçu
1
Mahalle-i Esad Burcu
147
7
2
Mahalle-i Tophane
112
4
3
Mahalle-i Orta
176
15
4
Mahalle-i Kalealtı
160
6
5
Mahalle-i İçkale
278
17
6
Mahalle-i Sugözü
162
2
7
Mahalle-i Bektaş
24
-
8
Mahalle-i Depe Yakası
60
-
9
Mahalle-i Hasbağçe
84
1
10
Mahalle-i Kellerpınarı
39
1
1242
53
T. Nüfus
Ek 2: 1831 Tarihli İcmal Defterine Göre Alanya Kazası’nda Yer Adları, Erkek Nüfusu
ve Topçu Askeri Sayısı72.
Sıra Nu. Nahiyenin Adı
Köyün Adı
Nüfusu
Topçu
1
Nahiye-i Obapazarı
Karye-i Oba
195
2
2
Nahiye-i Obapazarı
Karye-i Değirmendere
61
3
Nahiye-i Obapazarı
Karye-i Kızılcaşehir
72
4
Nahiye-i Obapazarı
Karye-i Alakenise
73
5
Nahiye-i Obapazarı
Karye-i Asmaca
11
6
Nahiye-i Obapazarı
Karye-i Bademağacı
177
7
Nahiye-i Obapazarı
Karye-i Türbelinas
121
8
Nahiye-i Obapazarı
Karye-i Süleymanlar
139
9
Nahiye-i Obapazarı
Karye-i Rumtaş
24
10
Nahiye-i Mahmud Seydi
Karye-i Mahmud Seydi
447
11
Nahiye-i Mahmud Seydi
Karye-i Belisdir
61
12
Nahiye-i Mahmud Seydi
Karye-i Yenisaray
16
13
Nahiye-i Mahmud Seydi
Karye-i Bedan
60
71
BOA. NFS. d. nr.03365, nr.03366, nr.03368
72
BOA. NFS. d. nr.03365, nr.03366, nr.03368
530
2
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
14
Nahiye-i Mahmud Seydi
Karye-i Aşağıbedan
35
15
Nahiye-i Şeyhler
Karye-i Kestel
309
16
Nahiye-i Şeyhler
Karye-i Mahmudlar
379
17
Nahiye-i Şeyhler
18
Nahiye-i Sedre
Karye-i Şeyhler
Karye-i Kargıcak
Solaklar
19
Nahiye-i Sedre
Karye-i Seki
30
20
Nahiye-i Sedre
Karye-i Belen
48
21
Nahiye-i Sedre
Karye-i Yenidam
12
22
Nahiye-i Sedre
Karye-i Akçakaya
45
23
Nahiye-i Sedre
Karye-i Bakçederesi
49
24
Nahiye-i Sedre
Karye-i Domalan
76
25
Nahiye-i Sedre
Karye-i Beldibi
19
26
Nahiye-i Sedre
Karye-i Yuları
74
27
Nahiye-i Sedre
Karye-i İmamlı
19
28
Nahiye-i Sedre
Karye-i Dikman
15
29
Nahiye-i Sedre
Karye-i Kıllı
83
30
Nahiye-i Sedre
31
Nahiye-i Sedre
32
Nahiye-i Dim
Karye-i Yalak Kıllı
74
Karye-i Boğçalar diğer
Hocalar
33
Karye-i Mendderesi ve
Kızıldam
97
33
Nahiye-i Dim
Karye-i Kababeladan
119
34
Nahiye-i Dim
Karye-i Uslu Ahmedli
55
35
Nahiye-i Dim
Karye-i Büdüş
33
36
Nahiye-i Dim
Karye-i Yalçı
45
37
Nahiye-i Dim
Karye-i Alakenise
60
38
Nahiye-i Dim
39
Nahiye-i Dim
Karye-i Beledan
31
Karye-i Bucak der Mahalle-i Orta
60
40
Nahiye-i Dim
Karye-i Taşbaşı
48
41
Nahiye-i Dim
Karye-i Bucak
51
42
Nahiye-i Dim
Karye-i Üzümlü
70
43
Nahiye-i Dim
Karye-i Kuzyaka
32
44
Nahiye-i Dim
Karye-i Bıçakçı
28
45
Nahiye-i Dim
Karye-i Kirvesil
122
46
Nahiye-i Girilye
Karye-i Avsallar
190
531
946
maa
194
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
47
Nahiye-i Girilye
Karye-i Alara
48
Nahiye-i Girilye
84
49
Nahiye-i Girilye
Karye-i Saburlar
Karye-i Aydolan
karye-i mezkur
45
50
Nahiye-i Girilye
Karye-i Karamanlar
76
51
Nahiye-i Girilye
Karye-i Gözibüyük
72
52
Nahiye-i Girilye
Karye-i Orhan
105
53
Nahiye-i Girilye
Karye-i Ulıcak
34
54
Nahiye-i Girilye
Karye-i Aksin
31
55
Nahiye-i Girilye
Karye-i Güney
73
56
Nahiye-i Girilye
Karye-i Burçaklar
193
57
Nahiye-i Girilye
Karye-i Sirge
101
58
Nahiye-i Girilye
Karye-i Kızılağaç
403
59
Nahiye-i Girilye
Karye-i Bayır
180
60
Nahiye-i Girilye
Karye-i Kozağacı
86
61
Nahiye-i Malan
Karye-i Ortaköy
344
62
Nahiye-i Malan
63
Nahiye-i Malan
Karye-i Çündüre
193
Karye-i Balur maa Tavşanalanı ve İzikara
204
64
Nahiye-i Malan
Karye-i Girenas
192
65
Nahiye-i Malan
Karye-i Çaltı
68
66
Nahiye-i Malan
Karye-i Eskibağ
156
tabi-i
T.Nüfus
27
7605
4
Ek 3: 1831 Tarihli İcmal Defterine Göre Alanya Kazası’nda Yaşayan Aşiret ve Cemaatler ile Erkek Nüfusu73.
Sıra Nu
73
Bağlı Olduğu Nahiye
Aşiret ve Cemaatin Adı
Nüfus
1 Nahiye-i Mahmud Seydi
Cemaat-i Sıçanlu
24
2 Nahiye-i Mahmud Seydi
Cemaat-i Toslaklı
303
3 Nahiye-i Mahmud Seydi
Cemaat-i Tosmurlı
120
4 Nahiye-i Mahmud Seydi
Cemaat-i Çıplaklı
32
5 Nahiye-i Mahmud Seydi
Cemaat-i Hacımehmedli
5 Nahiye-i Mahmud Seydi
Cemaat-i Umurlı
48
6 Nahiye-i Mahmud Seydi
Cemaat-i Hacı Veliler
31
BOA. NFS. d. nr.03365, nr.03366, nr.03368
532
125
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
7 Nahiye-i Mahmud Seydi
Cemaat-i Çarıklı
8 Nahiye-i Sedre
Aşiret-i Ali Efendi
9 Nahiye-i Sedre
Aşiret-i İsbatlı
24
Aşiret-i Karakocalı
45
10 Nahiye-i Dim
T. Nüfus
17
173
942
533
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
534
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
MEHMET AKİF’TE ÇAĞDAŞLAŞMA ANLAYIŞI VE BU
EKSENDE BAZI MESELERE BAKIŞI
Necmi UYANIK*
I. GİRİŞ
A. Hayatı
1873-1936 yılları arasında yaşamış olan M. Akif, Fatih Medresesinin
hocalarından İpekli Tahir Efendi’nin oğludur. Fatih Rüştiyesi ve Mekteb-i
Mülkiye İdadisinden sonra dört yıllık Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebinin
Baytarlık bölümünü bitirmiştir (1893). Ziraat Nezareti Umur-ı Baytariye Müdür
Yardımcılığından sonra, görevi gereği Rumeli, Arnavutluk ve Arabistan’a
gitmiştir. Edip Eşrefle birlikte Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad dergilerini
çıkarmış, Harbiye Nezareti tarafından Almanya’ya gönderilmiştir. Arapça, Farsça
ve Fransızcayı çok iyi bilen Âkif, Darülfünun Edebiyat-ı Umumiye müderrisliği de
yapmıştır. Milli Mücadele yıllarında çeşitli vaazlar veren Âkif’in, Sevr
Antlaşmasını şiddetli tenkit eden ve Milli Mücadele’yi destekleyen Kastamonu
Vaazı çoğaltılarak bütün cephelerdeki askerlere gönderilmiştir. Kuva-yı Milliye’yi
desteklemesinden dolayı Şeyhülislamlığa bağlı Darü’l-Hikmeti’l İslamiyedeki
görevinden azledilmiştir (1920). Birinci Meclis’te Burdur Milletvekili olurken,
daha sonra Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa’nın davetiyle Mısır’a gitmiş ve
Hilvan’a yerleşmiştir. 1926’da Mısır’da Edebiyat Fakültesinde Türkçe hocalığı
yapmıştır. Mısır’da iken Siroz’a yakalanmış ve hava tebdili ile Lübnan ve
Antakya’ya gitmiştir (1936). “Canlı bir cenazeden farksızım.” diyerek Haziran
1936’da İstanbul’a gelmiş ancak, 26 Aralık 1936’da vefat ederek Edirnekapı
Şehitliğine defnedilmiştir. Türk İstiklal Marşı’nın şairi olan Mehmet Akif, bütün
şiirlerini Safahat adlı eserinde toplamıştır.
Edebî bir şekilde bakmak gerekirse, Mithat Cemal Kuntay’ın ifadeleriyle,
“Kur’anlı ev, Pehlivanlı mahalle ve rasathaneli mektep”1te karakteri şekillenen;
*
Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
535
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Nurettin Topçu’nun kalemiyle, Mimar Sinan gibi, Yunus Emre, Mevlana, Fuzuli
gibi sonsuzluğun yolcusu bir sanatkâr, billûr ışıklarla dolu bir dünyada
sonsuzluğa yükselen lahuti bir ses, çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerini
yaşamış kalabalığın içindeki “dosdoğru” yalnız adam, ahlak idealiyle
isyanlarında, dini ve millî iradeyi birleştirmiş başka bir “Büyük Adam” 2,
“Doğrudan Kur’an’dan alıp ilhamını, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı.”
diyerek, İslam’ı asrın idrakine göre anlamaya ve anlatmaya çalışan, ilim, irfan,
terbiye, fazilet, marifet ve çalışmanın hamalı, yazdıkları şiirlerinden öte mütevazı
hayatı şiir olmuş bir Mehmet Akif portresi karşımıza çıkar.
B. Devrin Gelişmeleri ve M. Âkif
Şüphesiz “ormanın bütününü görmek” adına, Türk İstiklal Marşı şairi
Mehmet Akif’in, günümüz Türkiye’siyle birlikte çağdaşlaşma süreci açısından
gelmiş olduğu yerin, anlam ve öneminin tesbit edilebilmesi için, Mehmet Akif’i
doğuran çağın, döneminin ve dinamiklerinin bilinmesi gerekmektedir. Bunun
için:
1. Siyasi gelişmelerle birlikte Doğu ve Batı arasındaki Osmanlı’nın
bütün yönleriyle Devlet yapısı ekseninde tahlil edilmesi,
2. Türkiye’yi kurtarma adına yapılan yenilik hareketleri ya da
kurtuluş reçetelerinin ortaya objektif şekilde konulması/bilinmesi,
3. Dış ve iç kaynaklı yenilik hamlelerine karşı oluşan tepkilerin,
daha kısa bir tesbitle, Türk yenileşme tarihinin “mukayeseli” şekilde kritize
edilmesi gerekmektedir.
İşte bu şartlarla birlikte Âkif’in yaşadıkları ve yazdıklarını incelemekle,
“geçmiş gelecektir” söyleminden hareketle dünü/içinde yaşanılan dönemi,
bugünü ve yarının Türkiye’si açısından rasyonel bir düşünce portresini çizme
şansına sahip olabiliriz.
Yakın dönem Türk tarihinde, olayların zorlamasıyla birlikte ideolojilerin, tarihi
sürece olan katkılarının tartışılabilirliğinin yanı sıra, maalesef genel olarak yakasını
bir türlü ideolojik/siyasi olma alışkanlığından kurtaramayan Türk toplumu,
bilimsellik penceresinin uzağında kalarak ve “hakim güçlerin”, zaman zaman
“ötekileştirme” çabaları ekseninde, sosyal ve siyasi anlamda, “Doğu ve Batı”
değerleri açısından zemin kayması gibi bir sendromla, “kimlik bunalımı” ile karşı
Mithat Cemal, Ölümünün 50. Yılında Mehmet Âkif, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara 1986, s.
157-166.
2 Nurettin Topçu, Mehmet Âkif, Dergâh Yay., İstanbul 1998, s. 15.
1
536
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
karşıya kalmıştır. Böyle bir ortamda hangi Batı, hangi Doğu, hangi çağdaşlaşma, hangi
otorite, hangi Âkif, hangi Türkiye gibi anlama ve açıklamaya dönük soruların ardı arkası
kesilmeyecektir. Öyleyse çağdaşlaşma nedir? Tek bir alanda ya da birkaç alanda yapılan
yenilik hareketlerine çağdaşlaşma denilemez. Dolayısıyla tüm alanlarda toptan yapılan
yenilik hareketlerine çağdaşlaşma kavramının içini dolduracaktır. Çağdaşlaşma, bir tahlil,
bir sentez bir keşiftir.
Stratejik ve jeopolitik açıdan çok önemli bir konumda bulunan Osmanlı
Devleti, “imparatorluk” yapısıyla özellikle, XVIII. yüzyılın başlarından itibaren
üç kıtada kurmuş olduğu hâkimiyeti açısından kan kaybetmeye başlamıştır.
Skolastik Orta Çağ’ın ardından Yüzyıl ve Mezhep Savaşları içinde bölünmüş bir
Avrupa, Osmanlı’nın önünde tutunamazken, kendisiyle büyük bir hesaplaşma
içine girerek yeniden bir dirilişle, Aydınlanma felsefesinin kılavuzluğunda, ihtilal
ve inkılaplarla özellikle Sanayi Devrimi gibi “güç yüzyılını”3 doğuracak bir çağla,
artık Osmanlı’nın en büyük rakibi olacaktır. Sömürgecilik yarışında güçlenen
Avrupa kendi coğrafyasında; eşitlik, adalet, hürriyet ve milliyetçilik
hareketleriyle birlikte millî devlet yapısı profiliyle ve orduları –militarizmvasıtasıyla çok uluslu yapıları tehdit etmeye, dağıtmaya başlamıştır.
Din karşıtlığı ekseninde laik “pozitivist-maddeci” renklere bürünen
Avrupa’nın bu meydan okumasına karşı, çok uluslu yapısıyla gelenekselmutlakıyetçi ve İslam hukukunun tesirindeki Osmanlı Devleti, direnmeye, geri
kalışına anlamlı çözümler üretmeye çalışmıştır. Yenileşme çabaları açısından,
“merkeziyetçi, müsavat-eşitlikçi, bürokratik ve Batı hukuku temelli” Osmanlıcı
Tanzimat dönemi ve düşüncesiyle birlikte yine, Avrupa’dan esinlenilen
kavramlarla; “hürriyet, anayasa, uhuvvet-kardeşlik ve terakki”, Genç Osmanlı
hareketleriyle geçici bir zafere, Meşrutiyet binasının “parlamento” kapılarına
tutunmuştur.
Avrupa’nın Viyana Kongresinde (1815) ana hatlarıyla çizmiş
olduğu Şark Meselesi bu ortamda uygulamaya sokulmuş, özellikle Pancermen
faaliyetleri paralelinde Panslavist hareketler canlılık kazanmış ve Rus Çarı I.
Nikola’nın deyimiyle “Hasta Adam” Osmanlı, artık açık ve gizli anlaşmalarla
paylaşılma noktasına getirilmişti. Avrupa’dan esen milliyetçi rüzgârlarla Osmanlı’ya
bağlı milletlerin isyanları ekseninde Yunanistan(1829) bağımsızlığını kazanmış, Mısır
İsyanı sonucunda boğazlardaki hâkimiyete Rusya ortak olmuş, Sırplar, Bulgarlar
gibi unsurlarda hareketlenmeler ortaya çıkmıştır. Kırım Harbiyle (1853-56) dış
borçlanma yükünün altına girilmiş, 1856 Islahat Fermanı’yla Avrupalı devletler
3
Norman Davies, Avrupa Tarihi Doğu’dan Batı’ya Buz Çağı’ndan Soğuk Savaş’a Urallar’dan Cebelitarık’a
Avrupa’nın Panoraması, (Çev. Editörü: Mehmet Ali Kılıçbay), İmge K.evi, Ankara 2006, s. 807-942.
537
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Osmanlı’nın içişlerine karışmaya başlamış, 1877-78 (93 Harbi) Osmanlı-Rus
Harbiyle Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bu
gelişmeler karşısında padişah II. Abdülhamit, 1876’da ilan edilen Anayasa’yı
askıya alırken, İttihad-ı Anasır (Osmanlıcılık) anlayışıyla devletin
kurtulamayacağını görmüş ve Rusya’nın alevlendirdiği Avrupa’daki -millî ve
dinî eksende gelişen pan-hareketlerine karşı İslam unsurlarına sarılarak Osmanlı
tarihinde ilk defa halifeliğin siyasi gücünden faydalanma yoluna giderek, bu kurumu İTTİHAD-I İSLÂM- anlayışından hareketle fonksiyonel olarak kullanma
hamlesini siyaset sahnesine yansıtmıştır.
Devleti kurtarma çabalarında Osmanlı aydını, padişahın tesis ettiği otorite
içinde, hürriyet ortamı arayışı ile devletin kurtuluşunu savunan Namık Kemal
(1840-1888), Ziya Paşa (1825-1880), Ali Suavi (1839-1878) gibi aydınlar vatan
anlayışına dayalı “Osmanlıcılık” anlayışının yanına, İSLAMCILIK fikrini koyarak
yeni arayışlara girmişlerdir.
Osmanlı’nın yenileşme-çağdaşlaşma anlayışı, kendi kültürel değerlerini
koruyarak Batı medeniyetiyle nasıl birliktelik sağlayacaktı? Batı’nın emperyalist
işgalci anlayışına karşı, medeniyetin hangi vasfı savunulacaktı? Devlet
otoritesinin sorgulandığı, ekonominin, mali düzenin tersyüz olduğu bir ortamda,
medeniyetler buluşması ya da çatışmasında kim, nasıl ve hangi yöntemlerle belirleyici rol
alacaktı? 33 Yıllık bir istibdat dönemi nasıl izah edilmeliydi? II. Abdülhamit,
Kıbrıs’ın kaybıyla birlikte özellikle İngiltere’nin niyetini gördükten sonra istibdat
yönetimini İslam Birliği anlayışı ekseninde kurmuş, birçok takip ve sansürle
birlikte eğitim kurumları vasıtasıyla çağın hâkim anlayışına, millî devlet
modeline gidecek süreci, kendinden önceki devrin mirasıyla birlikte kültür
milliyetçiliğinin, bilimsel kültür Türkçülüğünün temellerinin de atılmasına vesile
olmuştur.
İşte 1873’te dünyaya gelen Mehmet Akif’in çocukluk dünyası, ilkokul yılları
böyle bir atmosferi soluklayan, İttihad-ı Ânasır’dan İttihad-ı İslam’a koşan, eğitim ve
aile anlayışı ya da kurumları ekseninde şekillenmeye başlamıştır. O hayata
bakarken, 93 Harbi’nin tesirleri onun zihninde keskin “işgal, savaş” yaralarıyla
birlikte ve vatan algısının ciddiyetini daha ehem bir hâle getirmiştir. Abdülhamit
dönemini sonlandıran İttihat ve Terakki, Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan ettiği
1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanı ya da “bir yıl yaşanan hürriyetin” ardından
1909’dan itibaren artan etkinliğiyle, 1911-12 Trablusgarp’ın kaybı, Arnavutluk’la
birlikte Kosova, Batı Trakya, Makedonya dahil Balkanların elden çıktığı felaketle
538
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
sonuçlanan 1912-13 Balkan Savaşları ve beraberinde 1913 Bab-ı Âli baskının
ardından Türkiye’nin tek partisi olarak yenileşme çabaları içinde ama daha çok
devletin dağılma çığlıkları arasında Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda tarihteki
yerini alacak ve Osmanlı, Mondros’tan sonra resmen paylaşılma anlamını taşıyan
Sevr Muahedesiyle tanışacaktı.
Türkiye, Mütareke ve Millî Mücadele dönemine girerken, Mehmet Akif, halk
ya da otorite açısından istibabdat, hürriyet tartışması içerisinde anılacak olan
Abdülhamit ve İttihat ve Terakki gibi iki temel öğenin şartlarında fikir dünyasını
şekillendirmiştir. Daha farklı bir ifadeyle Âkif’in, Batı’nın meydan okumasına karşı,
Doğu İslam medeniyetinden almış olduğu güçle, gençlik yılları ve yüksekokul
sıralarında olaylara karşı tepkileri karakteristik bir hâl alırken, küçüklükten gelen
dindar ve muhafazakâr aile yapısıyla birlikte eğitimi, İttihad-ı İslam siyasi atmosferi ve
Baytar Mektebinde(1889-93) almış olduğu fen dersleriyle Batı kaynaklı bilimsel anlayışı
zihninde harmanlanmıştır. Âkif, dünün fikirleriyle gününün tavırlarına bakarak,
bunları anlamaya ve kendi atacağı adımların dinamiklerini yakalamaya çaba
göstermiştir.
XIX. yüzyılın ortasında Batı dışı uygarlıklar, modern zamanların yeni ve
yayılmanın doruk noktasındaki “canavarı” olan Avrupa’yla karşı karşıya
geliyordu. Böyle bir ortamda tarihsellik ve epistemolojik silah büyük önem arz
ediyordu. Hâkimiyet açısından, sömürü boyutunun haricinde Doğu ve Batı
medeniyetleri, bilgi alanında ciddi bir çatışma ya da birbirlerini bozma noktasına
gelmişlerdi. Daryus Shayegan’ın deyimiyle, yamalama”nın psikolojik, sosyolojik,
siyasi birçok yönden görünen ya da görünmeyen sorunları ortaya çıkacaktı. Eski ile yeni
nasıl bir araya getirilip yamanacaktı? Hangisi temelde olacaktı. Geç kalmışlık
ortamında fikirler sürekli olarak olgular tarafından yalanlanacaktı. Kamusal ve siyasal
alanların eleştirisinde iktidar ya da muhalefet açısından din, nasıl bir renge
büründürülecekti. Eleştiri, geleneksellik ve ilerlemede nasıl bir tablo ortaya çıkacaktı.
Yabancılaştıran, laikleştiren bir ortamda kültürel kimlik nasıl korunacaktı. Böyle
bir ortamda modernliği azıcık dahi olsa benimsemeye çalışan gelişme yolundaki
bütün toplumlardaki kutuplaşma ortamı kaçınılmazdı. Sömürgecilik karşıtı
gelişen taleplerde, kırılmalarda kimlik beklentileri ekseninde cahillik
kutsallaştırabilir miydi? Ahlâksal olmayan bir sorun, ahlâksal içkinliğe
sokulabilir miydi? İyiler ve kötüler neye göre belirlenecekti? Bir de tarih
mahkemesinde, suçlular “zaten mahkum” edilmişken, İslâmileşme adına kültürel
kimlik zıvanadan çıkabilir miydi?
Gerçekliğin bütün algılanışı şüphesiz
modernlikle koşullandırılıyordu. Kağnı öküzlerin önüne mi koşulmuştu. Kısaca,
539
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İslam varlık nedenini geçmişinde ya da yabancılaşma da mı arıyordu4.
Dolayısıyla Milli Mücadele’yle birlikte Türk İnkılâbının kendisini aradığı bir
yerde çok denklemli bir yapıda pandora kutusundan her şey çıkabilirdi.
Çağdaş İslam düşüncesi açısından, devrin aydınlarının tabiriyle “Seyl-i
Huruşan”, her şeyi önüne katıp götüren Avrupa Seli karşısında Osmanlı’nın
durumu ne olacaktı. Akif’in deyişiyle, “bu cuşûn, bu huruşûn ahengine uymak”,
boğulmamanın yaygın ifadesiyle kurtuluşun, mukabili olmayan tek yolu olarak insanların
toplumların önüne gelmişti5. Resmi görevlerinin yanı sıra 1908’den itibaren Sırat-ı
Müstakim, 1912’den itibaren Sebilürreşad’la halkı irşad etmeye, aydınlatmaya
çalışan Âkif, devletinin bağımsızlığının Kurtuluş Savaşı’yla kazanılacağını
görerek Ankara’ya TBMM’ye gelirken, bu harekete Kastamonu ve Balıkesir’deki
konuşmaları ve Anadolu’nun farklı yörelerinde Kuvâ-yı Milliye lehine
vaazlarıyla manevi bir güç katıyordu. Vatan ve devletin kutsallığını bilen Âkif
önceden, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Teşkilat-ı Mahsusa’nın talepleri
doğrultusunda Almanya ve Arabistan’daki görevlerini başarıyla ifa etmişti.
Türkiye Cumhuriyetinin manevi şair mimarlarından olan Mehmet Âkif, savaşın
ardından 12 Mart 1921’de İstiklal Marşı’nı yazarken, Türk İnkılabının akışı
içerisinde, rejimin şekillenmeye başladığı bir zeminde, zihnindeki inkılaptan farklı
bir inkılabın şekillendiğini gördüğü Halifeliğin ilga edildiği bir ortamda, belki de kaderine
küserek, hayallerini süsleyen Leyla’sına kavuşamamanın
üzüntüsüyle, daha
önceden birkaç defa kısa süreliğine gittiği Mısır’a, 1925’de 11 yıllığına gidecek ve
hayata gözlerini yumduğu İstanbul’a 1936’da hasta vaziyette dönecekti.
Âkif, 8 Nisan 1922’de Sebilürreşâd’ın 496. sayısında “Leylâ” 6 adlı şiiriyle
İslam’ın geleceğini, Müslümanların uyanışını, esaretten kurtuluşunu yani bir
Mecnun olarak, Leyla’sını “VATANIYLA BİRLİKTE İSLAM BİRLİĞİ” olarak
resmetmişti. Bu idealinin gerçekleşmediğini gören Âkif, ruhunda yaşadığı
teessürle beraber, aşağıdaki dizeleri kaleme alacaktır:
‘Barındırmaz mısın koynunda ey toprak? Derim, “yer pek”’;
Döner imdadı gökten beklerim, hey hât gök yüksek,
Boşaldım kendimden zaman ıssız, mekân ıssız;
Daryush Shayegan, Yaralı Bilinç-Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofren, (Çev. Haldun Bayrı) Metis
Yay., Ankara 2002, s. 60-111.
5 İsmail Kara, İslâmcıların Siyasi Görüşleri, İz Yay., İstanbul 1994, s. 17.
6 M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif Ersoy, Kaynak Kitaplığı, İstanbul 2004, s. 118.
4
540
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Ne vahşetlerle bir yoldaş, ne zulmetlerle tek yıldız,
........
Düşer hüsrana, kalkar, ye’se çarpar serseri alnın!
Ocaksız vâhalar, çöller; sağır vâdîler enginler;
Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: ses veren cinler!
Şu vîran kubbe, yıllardır, sadâdan dûr(uzak), ışıktan dûr;
İlâhi yok mu ufku âfâkında bir ferdâya benzer nûr!
Ne bitmez bir geceymiş! Nerden etmiş Şark’ı istila!
Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten; bunun, hâlâ.
.......................
Asırlardır ki, İslâm’ın bu her gün çiğnenen yurdu,
Asırlar geçti, hâlâ bekliyor ferda-yı mev’ûdu!
........
Niçin serpilmesin hâlâ ufuklardan bir aydınlık,
Hayır! Şark’ın, o hodgâm olmayan Mecnûn-ı nâ-kâmın(maksadına erişememiş),
Bütün dünyada bir Leyla’sı var: Âtisi İslâm’ın,
....
Gel ey Leyla, gel ey candan yakın canan, uzaklaşma!
Senin derdinle canlardan geçen Mecnunla uğraşma!
....
Kimin boynundadır, serden geçip berdar(asılmış) olan canlar?
Kimin uğrundadır. Leyla, o makteller, o zindanlar?
......
Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otağındır;
Ezanlar nevbetindir: İnletir eb’âdı haşyetten;
.........
Cemaatler kölendir, Kâbe’ler haclen...Gel ey Leyla.
....
Müebbed bir bahar insin şu yanmış yurda Mevlâ’dan”7.
Her ne kadar önceleri Abdülhamit’i sert ifadelerle eleştirmiş olsa da Akif,
İttihat ve Terakki’nin aynı eksendeki uygulamalarını gördükten sonra
Abdülhamit’i mumla aramış ve Abdülhamit’in siyasi bir proje olarak ortaya
koyduğu “İslam Birliği” anlayışının savunucusu olmuştur. Bu düsturdan
hareketle Mehmet Âkif’in olaylar karşısında ortaya koyduğu tavırları ve fikirleri,
7
Osman Nuri Ekiz, Mehmet Âkif Ersoy, Toker Yay., İstanbul 1985, s. 246-247.
541
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Türk yenileşme tarihi ekseninde değişen siyasi şartlar ortamında sağlıklı şekilde
ortaya konulabilir.
Âkif’in fikir ışıklarını aldığı şairler, materyaller ya da aydınlara bakılacak
olursa; Ziya Paşa, Naci, “Gönül Çelen Avrupa Uygarlığı” diyen vatan şairi ve
İslamcılığı ağır basan Namık Kemal, Türk modern edebiyatının etkili isimlerinden
Abdülhak Hâmid, Babası İpekli Tahir Efendi, ilk okuduğu şiir kitabı Fuzulî’nin Leyla ve
Mecnun’u, Rüştiye son sınıf hocalarından hürriyetperver Mehmet Kadri Nasıb 8, Baytar
Mektebi Hocası Bakteriyolog Rıfat Hüsamettin Paşa, Fransız şairlerinden Hugo, (köleliğe
karşı) Lâmartin, klasikler, “Beni çok cezbetti.”9 dediği Dode ve (Fransız devlet başkanını
itham etme cesaretini gösteren) Emile Zola. Modernist İslamcılardan Cemaleddin Afgani,
Acemlerden Şirazlı Sadi, Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh, Mumammet İkbal,
Muhammed Ferid Vecdi’dir. Bu tabloyla birlikte, “Bence iki şey mukaddestir: Din ve
dil”10 diyen Âkif; Din, bütün kudsi duyguları, düşünceleri insana telkin eder, bu
düşüncelerin, duyguların mümkün olduğu kadar tebliğ vasıtası dildir, diyerek
temel köşe taşlarını ortaya koyar.
Abdülhamit’i eleştiren ve meşrutiyeti diğer İslamcılarla birlikte siyasi olarak
meşrulaştırmaya çalışan Âkif, 1908 İnkılabı sonrasındaki kadroları hazır olmayan
İttihat ve Terakki’nin uygulamaları karşısında, “Meşrutiyet bize gayet acı bir hakikat
öğretti ki o da vatanımızda her manasıyla büyük adamın yok denecek kadar ender
bulunmasıdır. Evvelce at var, meydan yok!’ diye kendimizi aldatıyorduk, oyalıyorduk”
derken, Manastırlı İsmail Hakkı, Meşrutiyet/inkılâp “alkışla” ayakta kalabilir
miydi?11 sorusunu soracaktır.
II. GELİŞMELER EKSENİNDE ÂKİF’TE ÇAĞDAŞLAŞMA ANLAYIŞI
A- Şarkın Durumu-Devletin Yıkılma Sebepleri/Milletin Geriliği ve Millî
Felâketin Âmilleri
Âkif’in eserlerine genel olarak bakıldığında geriliğin sebepleri aşağıdaki gibi
sıralanabilir:
1.Uyanık olmama (Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır), 2. İlimsizlik
cehalet(inkıramız irfansızlıktadır, sakat düşünceler, mütefekkir geçinenlerin her fesadı
fenne bağlaması, medreselerde okunan ilimlerin zamandan uzak olması, taklitçi
Orhan Okay, Mehmet Âkif Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ, Ankara 1998, s. 17-18.
Aile Albümünden Fotoğraflarla Mehmet Âkif Ersoy, (Haz. Yusuf Çağlar), Zaman Kitap, İstanbul 2011, s.
15-16.
10 Aynı yer; Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, Bugün Yarın, Timaş Yay., İstanbul 1998, s. 113.
11 Mehmed Âkif, “Eski Hatıralar”, Sırat-ı Müstakim, IV/85, 8 Nisan 326, s. 11, İ. Kara, İslamcılığın, s. 117.
8
9
542
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
nazariyata boğulan fen adamları, sanayi batmış durumda olması, ticaret yok ilmi
isteksizlik vardır, ihtisaslaşamama) 3. Nedir bu tefrika yahu! Utanmıyor musunuz?
Dediği Tefrika 4. Atalet-durgunluk 5. Ümitsizlik azmi bırakmak, 6. Marifetsizlik ve
faziletsizlik, 7.Ahlakın bozukluğu (aldırmazlık,egoistlik, zevk, saygısızlık, hak tanımamakmenfaatperestlik, yalancılık, riya, hayata düşkünlük, lakaytlık, duygusuz olma, zulüm
karşısında suskunluk, dalkavukluk, içtimai karışıklıklarda sorumsuzluk, vazifeden
kaçmak) 8-İdeal adam noksanlığı, 9. Ediplerin halkı irşad edemeyişi, 10. Ahlaksız
edebiyat, 11. Çocuk terbiyesindeki yanlış usül(hurafat ve dayak), 12. Fena yetişmiş
gençlik 13. Yüksek tabakanın geride kalması, 14.Fikir ayrılıkları, 15. Vicdan ve fikirde bir
olmayış, 16. Köy ve köylünün ihmal edilişi, 17. Kötü telâkkiler(dünya fani, değil mi canım
gibi), 18. Kaderin yanlış anlaşılması, 19. Manevi bozukluklar (insanlara mürteci
damgasını vurmak), 20. Maddi sahadaki noksanlar(sokaklar kaldırımlar, şimendifer
yokluğu vs.12,
Yukarıdaki tespitlerle birlikte Âkif’in, 1913’te Şark’ta gördüğü manzara şu
şekildedir13;
“Yıkılmış hânümanlar, devrilip gitmiş hükümetler;
Serâb olmuş kanallar; dümdüz olmuş bürc ü bârûlar;
Dökülmüş âbrular, habsedilmiş zinde bazular;
Bükülmüş beller; incelmiş boyunlar, coşmayan kanlar,
Düşünmez başlar; aldırmaz yürekler; paslı vicdanlar;
Kasap görmüş koyundan beş beter yılgın cemaatler;
Tezellüler, tazarrular, esâretler, şenâatler;
Örümcek bağlamış tütmez ocaklar, yanmış ormanlar,
Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;
Cemaatsiz imamlar; kirli yüzler, secdesiz başlar,
“Gaza” namıyla dindaş öldüren bîçare dindaşlar,
....
Köylünün bir şeyi yok, sıhhati ahlâkı bitik,
Bak o sırtındaki o mintan bile tiftik tiftik,
Bir kemik bir deridir ölmedi kaldıysa diri;
Nerede evvelki refahın acaba onda biri?
....
Sizi kim kaldıracak sûru mu israfil’in?
Etmeyin...memleketin hali fenalıştı...Gelin!
....
12
13
F. Kadri Timurtaş, Mehmed Âkif, s. 67-102.
Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 132-139.
543
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Hem vatan gitti mi, yoktur size başka vatan;
Çünkü, mirasyedi sâil(dilenci) kovulur her kapıdan!
....
Hepsi aç, bir paralar yok, kadın, erkek çıplak,
Sokağın ortası ev, kaldırımın sırtı yatak!
Ne devâirde hükümet, ne ahalide bir iş!
Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş,
....
Üdebanız ana varat sövüyor birbirine,
Türlü adlarla çıkan namütanahi gazete,
Ayrılık tohumu bol bol atıyor memlekete,
İt yetiştirmek için toprağı gayet münbit,
Bularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it!
.....
Gökten inmez bir de hiçbir şey...Bütün yerden taşar;
Kendi ahlâkıyla bir millet ölür, yahud yaşar.”
Toplumsal hayattaki sıkıntıların giderilmesinde onun, “Mahalle Kahvesi”
hakikatleri tasvir etmektedir. Burada CEHALETE, TAASSUBA, AHLAKSIZLIĞA
karşı isyan edecektir14.
“Ya taassup! Ya taassup! O kadar maskaraca
Bir yol almış ki, bakarsın başı misvaklı hoca.
Mütehassısken edepsizliğin eşkalinde,
En ufak şeyden olur hemen rencide!”15.
Âkif’e göre Avrupalılar, zaptetmeye karar verdikleri memleketin ahalisinin arasına
önce TEFRİKA sokmaktadırlar. Senelerce milleti birbiriyle boğuşturup yorduktan sonra
gelip çullanırlar. Hindistan’da, Endülüs’te, İran’da değişmeden takip ettikleri siyaset hep
budur16:
“İslâmı, evet, tefrikalar kastı kavurdu;
Kardeş, bilerek, bilmeyerek, kardeşi vurdu.
Can gitti, vatan gitti, bıçak dine dayandı;
Lâkin, o zaman silkinerek birden uyandı”17.
Balıkesirli Hasan Basri Çantay, Âkifname (Mehmed Âkif), Ahmed Said Matbaası, İstanbul 1966, s. 300301.
15 Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, İstanbul 1998, s. 71.
16 M. E. Düzdağ, Mehmet Âkif, s. 205.
17 Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 64.
14
544
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
B- Yenileşme Açısından İslamcılık Algısı ya da Dini Yenileşme
Âkif, Avrupa karşısında acz içinde, tarihsel, toplumsal ve kültürel bir geç
kalmışlık hâlinde İslam dünyasını, uykuya dalmış durumundan kurtarmaya
çalışır. Batı’yı körü körüne taklit bir “Moğollaşmadır”. Dini, geriliğin nedeni
olarak gören bazı aydınlara karşı ise Âkif, Muhammed Abduh yolunda asli
kaynaklarına dönmüş yeni bir insan tipi ve İslam anlayışını savunacaktır.
Müslümanları Batı hegemonyasına karşı, medeniyet hamlesine hazırlamak için,
öncelikle TAASSUP, FANATİZM VE TOPLUMSAL HAREKETSİZLİK ortadan
kaldırılmalıdır. Bunun adı nahda, uyanış-Rönesans hareketidir. Hakiki din
yozlaştırılmış, İslâm ters giydirilmiş kürk hâline getirilmiştir. “Mütefekkirlerimiz
dini de hiç anlamamış; Ruh-u İslam’ı telakkileri gayet yanlış” diyen Âkif, hakikate
mağlup olan İslam değil, Müslümanlardır anlayışını ısrarla vurgulamıştır 18.
Bakın ne hâle getirmiş ki cehlimiz dîni:
Hurâfeler bürümüş en temiz menâbi’ini!
……
Kitâb’ı, Sünnet’i, İcmâ’ı kaldırıp artık;
Havâssı maskara yaptık, avâmı aldattık.
Yıkıp şeriati bambaşka bir bina kurduk;
Nebî’ye atf ile binlerce herze uydurduk!
Âkif, zihniyet değişimini sağlamak için, geleneksel dini kültürün, düşünsel,
epistemik, mantıki ve kozmolojik zeminini sarsmayı denemiştir. Bu anlamda
modern çağın gerekleri olan akıl, bilim ve fiziki dünyaya ait gerçeklikleri öne
çıkarabilmek için tasavvuf ve tarikatlar ise en fazla eleştiriye tuttuğu alanlar
olmuştur ve O, sosyal bir inkılap istemiştir19.
Âkif’e göre her Müslüman, “Acaba İslâmiyet’in hangi emrini yerine getirmeyip bu
hâle düştük.” sorusunu kendine sormalıdır. Buna göre;
“Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun!
İslâm’ı da “batsın!” diye tutmuş yediyorsun!
Allah’tan utan! Bâri bırak dini elinden...
Gir leş gibi topraklara kendin gireceksen!
18
19
Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde II, s. 185-186.
Mehmet Akgül, “Mehmet Akif’in Düşüncesinde Dinî Yenileşme”, Uluslararası Mehmet Akif
Sempozyumu, s. 498-499.
545
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Lâkin demek ki bizleri Allah ile iskât?
Allah’tan utanmak da olur ilm ile...Heyhât!” (1913)20, diyecektir.
C. Maddeciliğe Bakışı: Maddeci Gençliğe Eliştirisi
Mehmet Âkif, “Berlin Hatıraları”nda “Tarih-i Kâdim” manzumesinde, Batıcı
züppeleri ve Tevfik Fikret’in temsil ettiği din aleyhtarı maddeci zihniyeti şiddetle
tenkit etmiştir21. Tam bu noktada Halukla Asım arasındaki ikiliği de doğru şekilde
anlamak gereklidir.
D. İttihat ve Terakki ile Birlikte Olaylara ve Partiye Bakışı
1909’da 31 Mart Hadisesi yaşandığı zaman, “Millet böyle siyaset kavgalarından
fayda göremez. Daha ziyade tezebzüb ve teşeddüte uğrar. Allah bilir ama büyük bir fitne
kopacağından korkuyorum.”22 demiştir. Kastamonu Nasrullah Camii’nde kürsüye
çıkan Âkif, “Milletler, topla, tüfekle, zırhla, ordularla, tayyarelerle yıkılmaz. Milletler
ancak, aralarındaki rabıtalar çözülerek, herkes kendi başının derdine, kendi havasına,
kendi menfaatini temin etmek kaygusuna düştüğü zaman yıkılır.” 23 diyecektir. Bu
mesaj günümüz İslam ve Türk dünyası açısından, tarihin tekerrürüne
yakalanmamak için çok anlamlı bir mesajdır.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin, mutlakiyet idaresine karşı, vatanın kurtuluşu
için şeriata uygun bir hürriyet getirmek maksadıyla açıktan üye kaydına
başladığı bir ortamda, daha önce gizli teşkilat günlerinde bu cemiyetle
ilgilenmeyen Âkif, milletine faydalı olacak bir irşad ve eğitim faaliyetlerine katkıda
bulunmak ümidiyle, bu cemiyete üye olmuştur. İTC Şehzadebaşı Kulübünde
Arapça dersler vermiştir. İttihat ve Terakki Fırkasının siyasi faaliyetlerine
katılmayan Âkif, Cemiyete üye olurken ilkeleri açısından cemiyetin yemin şeklini
“Cemiyetin bütün emirlerini kayıtsız şartsız itaat” şeklinde değil, “ben cemiyetin doğru
ve adil olan emirlerine biat ederim. Mutlak söz veremem.” şeklinde değiştirerek kabul
etmiştir. Âkif, fikirlerinde ve Sebilürreşad’daki yazılarında ilkeli hareket etmiştir.
Yeminine sadık kalarak İTF’nın, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Örf-i idare ile
muhaliflerine şiddetle baskı yaptığı bir ortamda, yoksulluk ortamında partinin
karaborsacılığa göz yumması gibi tavırları Sebilürreşad’da açık şekilde
eleştirmiştir (1916). Âkif, dergide arkadaşıyla birlikte evinden getirdiği kuru
fasulyeyi yemektedir. Dâhiliye Nezaretinden bir görevli gelerek, “Nâzırın selam
Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 169.
M. E. Düzdağ, Mehmet Âkif, s. 60.
22 Sırat-i Müstakim, S: 34.
23 Sebilürreşad, S: 464, s. 335.
20
21
546
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ettiğini ve yazılarında o kadar ileri gitmemesini rica ettiğini söyleyince” Âkif, “Nazırına
söyle, kendilerini düzeltsinler! Bu gidiş devam ettiği müddetçe bizi susturamazlar. Ben
fasülye aşı yemeye razı olduktan sonra kimseden korkmam!”24 diyecektir. Bu nedenle
dergi yaklaşık iki yıl kapatılmıştır.
E. Milliyetçiliğe- Kavmiyetçiliğe Bakışı
Âkif, Batı’dan gelen üstün ırk anlayışı nazariyelerine ve devletleri bölen
milliyetçilik hareketlerine doğal olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun selameti
açısından karşı çıkmış ve bu akımları “SAHTE AŞI” olarak görmüştür. Avrupalı
devletler bu akımları kullanarak kurdurmuş oldukları millî devletleri kendi
çıkarları açısından sömürge hâline getirmişlerdir. Oysa İslâm dini, insanları renk ve
ırk ayrımına tabi tutmamaktadır. Bu nedenle Âkif’in milliyetçilik anlayışında iki temel
ayağın bulunduğu görülecektir:
1. İslâm dininin getirmiş olduğu hayat felsefesi.
2.Büyük zenginliğe sahip olan tarihi millî kültür değerleridir.
Namık Kemal’in Osmanlı ve İslamcılık üzerinden Türk devletine olan
bağlılığı aynı yelpaze içerisinde Âkif için de geçerlidir. Bu açıdan Safahat onun
önemli bir eseridir. Aynı eksende İstiklal Marşı ise İslâmla özdeşleşmiş millîlik
anlayışının duygu seli olarak ortaya çıkmış önemli bir metnidir25.
Âkif, Osmanlı Devleti’nde yaşanmış olan isyanlar karşısında, “Hani milliyetin
İslâm idi. Kavmiyyet ne! Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine. ‘Arnavutluk’ ne demek?
Var mı Şeriat’te yeri, Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri! Arab’ın Türke, Lâzın
Çerkez’e, yâhud Kürde;....Müslümanlık’ta ‘anâsır’ mı olur muş? Ne gezer! Fikr-i
kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber” derken, “Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu
çan.” sorusunu sorarak “Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü.” diyerek
milletini uyaracaktır26.
Arnavutçuluk yapan başlangıçta Sırplarla hareket eden sonra Sırpların katliamına
uğrayan ayrılıkçılara “Başkımcılara” karşı(1910):
“Siz ey bu yangını izhar eden beş altı sefil
Ki ettiniz bizi Hırvatla Sırp’a Rezil
Neden Halifeye Kur’an’la bağlı Arnavut’u
M. E. Düzdağ, Mehmet Âkif, s. 74-75.
Osman Nuri Ekiz, Mehmet Âkif Ersoy, s. 137-148.
26 Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 217.
24
25
547
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Ayırdınız da harap ettiniz bütün yurdu
…..
Bugün belanızı bulmuş değilsiniz mutlak
Yarınki saikalar beyninizde patlayacak”27, diyecektir.
Âkif, Said Halim Paşa, Ahmet Naim gibi aydınlarla aynı paralelde
düşünerek, ırkçılık ve milliyetçiliği birbirinden ayırmıştır. İyi veya kötüyü
insanların davranışlarına ve kültürlerine göre değerlendirmiştir. 20 Şubat 1922
tarihinde Meclis’teki görüşmeler sırasında, Hamdullah Suphi Tanrıöver’e, “Ben
kavmiyet aleyhinde bir adamım, milliyet aleyhinde değil!” 28 demesi manidardır. Âkif,
diğer Eşref Edip, Ahmet Naim gibi aydınlarla birlikte millet kavramında daha çok
millî İslam anlayışını dile getirmişlerdir. Dolayısıyla Âkif’de kültürel anlamda
millîlikten/millî Türk devleti anlayışından bahsedilebilir.
Peyami Safa’nın ifade ettiği gibi Âkif, ne milliyetçi ne de İslamcı bir şairdir. Âkif,
herhangi kapalı devre bir sistemin içine sokulamaz. “Sadece bir millet ve ümmet camiası
içinde tercümanı olduğu temayüller itibarile ona hem millî, hem de İslâmî denilebilir.
Milliyetçi ile millîyi, İslamcı ile İslâmi olanı karıştırmamak gerekir. Vatan şairi (Namık
Kemal) de, Safahat şairi de milliyetçi değil MİLLÎ ŞAİRLERDİR. Goethe gibi ”29.
F. Hak ve Adalete Bakışı
Âkif, “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, Gelir de adl-i İlâhi sorar
Ömer’den onu” diyerek adalet açısından büyük bir sorumluluğa dikkat çeker 30.
Ancak, Batıcıların kullanmış oldukları “insanlık idealinde bütün ulusların eşit
olacağı” görüşünün pratikte mümkün olmayacağını ifade eder. Batı’da entelektüel
hayatta “özgürlükçü ve hümanist” söylem hakimken, sömürü eksenli zıt
uygulamalar Âkif’in eleştiri getirmesine haklılık kazandırmıştır31.
G. Aydın Olarak Batı Medeniyetine ve İnkılaba Bakışı
Âkif, Âsım’ın şahsında, Türk aydınını sorumluluk-vazife bilincinde hareket
etmeye çağırmıştır. Muhammed İkbal gibi, İslâm’a dayalı üstün vasıflı bir insan
profilini ortaya koymaya gayret etmiş yıkıcı değil, M. Abduh gibi, şuurlu, ilim dışı
taşkınlıklara gitmeyen bir inkılap istemiştir. Acele programlarla değil, ilim zihniyetine
sarılarak bir nesil yetiştirilmelidir. Âkif’in inkılap davasında dimağda, devlette,
Mehmet Akif Ersoy, Safahat-Fatih Kürsüsünde, (Hz. Ertuğrul Düzdağ), s. 273.
TBMM ZC., C. 17, s. 72.
29 Balıkesirli Hasan Basri Çantay, Âkifname (Mehmed Âkif), Ahmed Said Matbaası, İstanbul 1966, s. 375.
30 Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 221.
31 Fatma Bostan Ünsal, “Mehmet Akif Ersoy”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık, s. 76.
27
28
548
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
sanatta ve devlette yapılmasını istediği değişiklikler dikkat çeker. Gerçekleşecek
değişiklik yavaş olmalı, milletin ruhuna sinecek şekilde kültür ve iman sistemi
haline gelmelidir32.
Âkif’e göre, Batı medeniyetine duyulan hayranlığın sebebi, Şark medeniyetini
tanımamaktan ileri gelmektedir. Yazar, muhtelif seyahatleriyle Doğu ve Batı’yı
yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Tanzimat’tan sonra yetişen birçok şahsiyet,
her safhada Avrupa medeniyetinden faydalanmaya taraftar değildir, ne varsa
Şark’ta ya da ne varsa Garp’ta vardır diyenlerin hepsi kendi medeniyetlerini
tanımamaktadır, der33.
Âkif, Avrupa karşısında geç kalınmadan toplumda bilinçli adam yetiştirme
konusuna dikkat çekecektir34:
“Adam yetiştiremezmiş, demek ki, toprağımız!...
-Lâtife bertaraf amma, adam değil yalnız,
Odun da isteriz artık yakında Avrupa’dan!
.....
Düşman sesi duymak istemezsen,
Kardeş sesidir, uyan bu sesten!
Kalkınca görür ki akşam olmuş,
Vaktiyle uyanmıyan bu sesten.”
Osmanlı ile Batı medeniyeti arasındaki uçurumun iyice açıldığının farkına
varan Âkif, tek kurtuluşun millî benliğe uygun olarak Batı’ının sadece “ilmini ve
sanatını” almanın gerekliliğinden geçtiğini söyler. Müslümanlara Batı’nın zevki
ve eğlencesi değil, ilmî ve tekniği lazımdı. “Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum
gözünüz” dediği Âsım’ın şahsında gençlere seslenen Âkif, (Şiir) “Sade Garb’ın
ilmine dönsün yüzünüz, O çocuklarla beraber gece gündüz didinin; Giden üç yüz yıllık
ilmi tez elden edinin, Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atını, Veriniz hem de mesainize
son süratini, Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız” diyecektir35. Âkif yenileşme
anlayışında, Doğu açısından “Medeniyet girebilmiş yalnız fenniyle...o da
sahiplerinin Lâhik olan izniyle” dediği daha çok Japon tipi yenileşme anlayışını
ve biraz da Alman eksenli teknik medeniyeti benimsemiştir. Buna göre Garp’ın
eşyası eğer kıymeti haizse yürüyecektir, değilse, moda şeklinde gelen seyyie
gümrükte çürür.” diyecektir36. Batı medeniyetinin toptan alınmasına karşı çıkan
Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 84-93.
Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 120-121.
34 Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 143.
35 Osman Nuri Ekiz, Mehmet Âkif Ersoy, s. 124.
36 Osman Nuri Ekiz, Mehmet Âkif Ersoy, s. 126.
32
33
549
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Âkif, bir kısım Batıcıların dışında Türk aydının birçoğunda olduğu gibi telifçi bir
yapı sergileyecektir.
İslâm dinini bir kenara bırakarak “Mülkü kurtarmak için dini kurban etmeliyiz”,
Batı medeniyetinin her şeyini almalıyız, diyen Batıcılara karşı eleştiriler getirmiştir.
Tevfik Fikret gibi Compte’çu pozitivistlere de karşı çıkmıştır 37.
M. Âkif, özellikle Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarındaki sömürgeci
Avrupa’nın vahşi yüzüne karşı,
“Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu bir Avrupalı”
Dedirir –yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
...
Medeniyet denilen kahpe hakikat yüzsüz” dizeleriyle birlikte, Türkiye’nin
içindeki ve dışındaki kötü emeller besleyen “medeniyet” mihraklarına karşı,
“Tükürün: Milleti alçakça vuran darbelere! Tükürün: Onlara alkış dağıtan kahpelere!
Tükürün: Ehl-i Salib’in o hayasız yüzüne! Tükürün: Onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün: Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!”
ifadelerini kullanacaktır. Böyle bir ortamda azmi bırakıp geleceği karanlık görmek ise,
alçak bir ölümden başka bir şey değildir38. Milletin hiç bir zaman ye’se kapılmamasını
isteyen Âkif, feryadı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar diyerek çalışmayı vazife
bilincine sokarak ancak çalışmayla geleceğin elde edileceğine vurgu yapacaktır.
Ona göre nurlar ancak, alın teri ile yağacaktır.
Âkif, “siyasetin kanı: servet, hayatı satvetttir;
Zebûnkuş (zayıfı ezen) Avrupa bir hak tanır ki kuvvettir” dizeleriyle kuvvet
konusuna dikkat çekerken, İslâm dini içinde görülen bir yanlışa KADERCİ
ANLAYIŞA karşı çıkacaktır:
“ ‘Kadermiş’ öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru:
Belânı istedin, Allah da verdi...Doğrusu bu” diyecektir.
Her şeyden önce İSTİKLÂL AŞIĞI olan Âkif, zalimin hasmı mazlumun dostu
bir şahsiyet sergileyecektir:
Fatma Bostan Ünsal, “Mehmet Akif Ersoy”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık, C. 6, İletişim
Yay., İsytanbul 2004, s. 72-75.
38 Osman Nuri Ekiz, Mehmet Âkif Ersoy, s. 130-133.
37
550
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
“Doğduğumdan beri âşıkım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale,
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim,
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım:
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım”
Bu dizelerden de anlaşılacağı üzere Âkif, diğer yazılarında da zulm ile bidat
ile hürriyetin imha edilemeyeceğini açık şekilde ortaya koymuştur 39.
Âkif, her ne kadar Batı medeniyetini ahlâki açıdan eleştirse de, Baytar
Mektebi’ndeki fen eğitiminden dolayı bir anlamda dönemin hakim felsefesi
pozitivizmin etkisinde kalarak, çevrenin şekillendirdiği insan tipinden ziyade,
insanın merkezde olduğu, çevreyi şekillendirdiği bir yapıda hareket eder. Sürekli
gelişmeye meyli olan bir halife ve insan tipolojisi ister. Bu nedenle terakki onun
ruhuna işlemiştir40.
İslâmcılık anlayışının gereği olarak bulunduğu durumu beğenmeyen ve
özeleştiri yapan Âkif, MUHAFAZAKÂR bir şekilde ani değişiklerden
hoşlanmayan her şeyi çocukça, yıkarak atarak değil, kendimize unsurları tashih
ederek “aşıyı” kendimizden yapan bir yenileşme anlayışını benimser. 1905
Rusya’sını yenen Japonya ise onun için önemli bir nümunedir. Âkif,
HURAFELERE İNANAN BİR MÜSLÜMAN TİPİ İSTEMEZ. “Mezar mezar dolaşıp
hasta baktıran sağlar...İnmemiştir hele Kur’an ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak”
için. Özellikle edebi alanda sosyal alanlarda TAKLİDE KARŞI ÇIKMIŞTIR.
Âkif’in muhafazakârlığı, otoriteyi sorgulayışıyla diğer muhafazakârlıktan
ayrılır41.
Hasan Basri Çantay’ın da dikkat çektiği gibi, “Âkif’in asıl kıymeti mahalli
oluşundadır. ...temiz ruhlu İstanbul çocuğu mazî hasretiyle yanarak bize birçok eski
manzaralar çizdi. Eski günlerin tatlı havasını estirdi. Hikâyelerini anlattı. Eski tipleri
Osman Nuri Ekiz, Mehmet Âkif Ersoy, s. 133-135.
Fatma Bostan Ünsal, “Mehmet Akif Ersoy”, s. 77.
41 Fatma Bostan Ünsal, “Mehmet Akif Ersoy”, s. 78-84.
39
40
551
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
canlandırdı. Eserlerinde yer yer nadide kumaşlar gibi bu manzaraların serildiğini
görüyoruz. Hüseyin Rahmi’nin, Ahmed Rasim’in yaptıklarının en güzellerini o yaptı”42.
Âkif hiçbir zaman yenilik hareketlerine karşı düşmanlık beslememiştir.
Bilhassa yeniliğe düşman olan halkı, eleştirmiştir43:
“Görenek neyse, onun hükmüne münkad olarak;
Garbin efkârını, âsârını düşman tanımak;
Yenilik nâmına vahy inse kabul eylememek.
Şöyle dursun o teceddüt ki dışardan gelecek,
Kendi milliyetinin, kendi muhitinde doğan,
Yerli, hem haklı teceddütlere hattâ udvan(düşman).”
Avrupa’nın yeniliğini, ilim, fen ve sanatlarını lüzumundan dolayı almayı
talep eden Âkif, Avrupa’nın her şeyini taklide karşı çıkmıştır:
Ne yapsa Avrupa, bizlere asl olan hareket:
“O hâlde biz dâhi yaptık!” deyip hemen taklid.
Bu türlü bir yenilikten ne hayr edersin ümid?
Âkif, geleneksel değerlerle yenilik arasındaki ilişkiyi ise şu fıkrayla anlatır 44:
“Bir İngiliz’e sormuşlar: Bu kadar ananeci olduğunuz hâlde nasıl terakki ettiniz?
İngiliz cevap vermiş: Bizde en yeni anane altı yüz seneliktir. Ve en eski teceddüt altı
saatlik”.
Şair Âkif, eserlerinin tamamında hurafelerle, batıl inanışlara, taassuba çatmış,
bunları kötülemiştir45:
Hurafeler, üfürükler, düğüm düğüm bağlar,
Mezar mezar dolaşıp hasta baktıran sağlar…
Ataletin o mülevves teressübatı bütün!
Numune işte biziz…Görmek isteyen görsün!
…..
Ya taassupları? Hiç sorma nasıl maskaraca?
O, uzun hırkasının yenleri yerlerde, hoca,
Hem bakarsın eşi yok dinî taaddisinde.
Hem ne söylersen olur dini hemen rencide!
Balıkesirli Hasan Basri Çantay, Âkifname (Mehmed Âkif), Ahmed Said Matbaası, İstanbul 1966, s. 301302.
43 F. Kadri Timurtaş, Mehmed Âkif ve Cemiyetimiz, s. 51.
44 F. Kadri Timurtaş, Mehmed Âkif, s. 52.
45 F. Kadri Timurtaş, Mehmed Âkif, s. 53. (Süleymaniye Kürsüsünde)
42
552
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Milletin hayrı için her ne düşünsen: bid’at;
Şer’i tağyir ile terzil ise: -haşa- sünnet!
Ne Hudadan sıkılırlar, ne de peygamberden.
Ğ. Aile
Toplumun bütünlüğü açısından aile sağlamlığına ve aile terbiyesine büyük
önem vermiştir:
“Başlasın terbiyeniz, ailelerden oğlum.
Sade hürriyeti ilân ile bir şey çıkmaz;
Fikr-i hürriyeti hazm ettiriniz halka biraz.”46 şeklindeki hürriyet ile ilgili
cümlelerinden de anlaşılacağı üzere, devletin çocukları yetiştirememesi
durumunda aile kurumu da devre dışı kalmışsa, o cemiyet çürüme durumu ile
karşı karşıya kalacaktır.
Ailede devrim yapılmasını isteyen Batıcıları eleştiren hatta “deyus” diye
seslenen Âkif, halk arasında KADINA dönük, onu ikinci plana atan inanışları,
kadına şiddeti eleştirmiştir. “Senin kadın dediğin âdeta pabuç gibidir; Biraz vakit
taşınır, sonradan değiştirilir; Cehennem ol seni hınzır o, ...git boşsun...keyfim ister
döverim” anlayışını eleştirerek ve Köse İmam’ı konuşturarak çok evliliğe karşı
çıkar47. Kadın eğitilmeli ve daha çok sağlıklı çocukların yetiştirilmesi açısından
evinin asli unsuru olmalıdır.
H. Eğitim Anlayışı
Âkif zulmetten nura çıkmanın yolunu tıpkı Mehmet Şemseddin’de olduğu
gibi ilimle, eğitim ve öğretim anlayışıyla gerçekleşeceğine inanmıştır. “Ey millet
uyan! Cehline kurban gidiyorsun...Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık, Silkin de:
Muhitindeki zulmetleri yak, yık!” diyecektir. Millet, fikri duygusu olmayan bir
kötürüm olmamalıdır.
Üdebanız hele gâyetle bayağ mahlûkat...
Halkı irşad edecek öyle mi bunlar? Heyhât!
Kimi yalnız Garb’ın fuhuşuna hasbi simsar;
Kimi, İran malı der, köhne alır hurda satar,
Eski divanlarımız dolu oğlanla şarab,
....
Feylesof hepsi, fakat pek çoğunun mektebi yok” diyen Âkif, Medrese
eğitiminin ve diğer okulların ıslah edilmesini ister. Sayısız mektep de kadın ve
46
47
Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, Bugün Yarın, s. 151.
Fatma Bostan Ünsal, “Mehmet Akif Ersoy”, s. 78-79.
553
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
erkeğin okumasını, gece gündüz fabrikaların işlemesini, matbaaların
uyumamasını, halkın irşadı İçin yeni cemiyetler kurulmasını ister. Bu amaçla
Avrupa’ya gönderilecek gençlerin de maarif konusunda bilinçli olmasını talep
eder: “Al okut, Avrupa tahsili desinler gönder. Servetinden bölerek na-mütanahi para
ver; sonra bir bak ki: Meğer bir karga imiş beslediğin!” durumunu istemez. Medeni
eğitim adına Avrupa’da görülen “dini kazıma” işine karşı çıkar. Sanayinin
kurulmasına önem verir. Köylünün irşad edilmesinin üzerinde durur. Milletin
evladını cahil görmek istemez. Bu taleplerin hepsi eğitimle-öğretimle olacaktır48.
Batı’da marifet vardır ancak, fazilet yoktur. İkisi bir arada olmalıdır. Burada
ilham Kur’an’dan alınmalı, asrın idrakine İslâm’ı söyletmelidir” 49.
Âkif, İlmiye sınıfının bozulması, dinî eğitim kurumlarının zavallılığı, ilmi
yeterlikten ziyade akraba ilişkileri ön plandadır, söylemleriyle Batıcılarla aynı
noktada durur. Medreseler asrın ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Yeni İbn-i
Rüşt’ler çıkmamaktadır50.
I. İçin Spor ve Birlik Anlayışı
Âkif’e göre mesuliyet şuuru ve kuvvet topraktan doğmaktadır. Anadolu’yu
Âsım’la özdeşleştiren yazar, milleti ortaya çıkacak vatan sınırlarına ulaşılmasını
ister51. Toplumda, bir avuç halk içinde vahdet yoktur. Post kavgaları bir kenara
bırakılmalı, alınlar terlemelidir52.
Âkif, şiirlerinin birçoğunda toplumun içinde bulunduğu ahlâki bunalım ve
aymazlığa dikkat çekmiştir. Bu durum özellikle savaş ortamında daha duygusal
şiirle dile gelecektir(1913)53:
Çiğnenirsek biz bugün, çiğnenmek istihkakımız:
Çünkü izzet nerde, bir bak nerdedir ahlâkımız.
Müslümanlık pâk siretten ibâretken, yazık!
Öyle saplandık ki levsiyata: Hâlâ çıkamadık!
Zulme tapmak, adli tepmek, hakka hiç aldırmamak,
Kendi âsûdeyse, dünya yansa, baş kaldırmamak,
Kuvvetin meddahı olmak, aczi hiç söyletmemek,
.....
Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 183-199.
Fatma Bostan Ünsal, “Mehmet Akif Ersoy”, s. 76.
50 Fatma Bostan Ünsal, “Mehmet Akif Ersoy”, s. 77-78.
51 Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 74-75.
52 Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 112-113.
53 Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 138-141.
48
49
554
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Şaklabanlıklar, riyalar, muttasıl aldatmalar;
Fırka, milliyet, lisan namıyla daim ayrılık,
.....
Enseden arslan kesilmek, cebheden kaltak kedi...
Müslümanlık bizden önce böyle zillet görmedi!
Hâlimiz bir inhilâl imiş vücudun halidir;
Ruh-ı izmihlalimiz ahlâkın izmihlalidir.
....
Bir halâs imkânı var: Ahlâkımız yükselmeli,
....
Bütün evlerde ışıksız bunalırken millet,
Sağda yüzlerce ölen, solda hesapsız sürünen,
....
Beni öldürmede, oğlum, bu harâb ıssızlık:
Hangi virâneyi eşsen kopuyor bin çığlık!
Birinci Dünya Savaşı’na doğru gidilen bir ortamda, “Hâkiki Müslümanlık, en
büyük kahramanlıktır.” diyen Âkif, korkaklığın, miskinliğin İslâm’ın ruhuna
yakışmadığını belirterek, 350 milyon Müslüman adına “iman”ın vahdet ve ittihat
istediği konusuna dikkat çekecektir54.
Cumhuriyet’in milliyetçi ve Batıcı kadroların Bolşevik devrimi ile
uluslararası gelişmelerden istifade etmesine paralel olarak, Rusya’da Komünist
ihtilalin Anadolu hareketi tarafından Avrupa’ya karşı kullanılabileceğini ifade
edecektir. Anadolu hareketi, İslâmcı, milliyetçi ve Batıcı fikir akımlarını
birleştirmiştir. Sonradan ayrışmalar gerçekleşse de başlangıç itibarıyla Anadolu
hareketinde İslâmcı unsurların ağırlıklı olduğu görülecektir 55.
İ. Haksızlığa Karşı İsyan Eder
Âkif’in Âsım karakteri isyanla yuğrulmuştur. Manevi hürriyete büyük önem
veren yazar, “Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün” derken, isyan bayrağını
şöyle açacaktır56:
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim...
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim”.
Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 142-143.
Fatma Bostan Ünsal, “Mehmet Akif Ersoy”, s. 86-87.
56 Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 82, 102.
54
55
555
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
J. Sanat Anlayışı
Âkif’in sanat anlayışı, sanat sanat için değil, sanat halk içindir düsturuna
sahiptir. Sanatkârın ilahi teneffüsünde, bazen bir millet, bir cemaat, bazen de
sonsuzluk vardır57.
K. Hürriyet Anlayışı
Âkif, Mithat Cemal’le birlikte, Safahat’ında, Süleymaniye Kürsüsü’nde ve
İstibdat adlı manzumesinde, daha önce Abdülhamit’in istibdatı ve devamında
İran şahı Mehmet Ali’nin Mebuslar Meclisini topa tutması münasebetiyle millete
zulmedenlerin, bir gün mahvolacaklarını söylemiştir58:
(İstibdat)
Yıkıldın gittin amma ey mülevves devr-i istibdâd,
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd!
…..
Otuz üç milyon ahâli, üç şakinin böyle mahkûmu
Olup çeksin hükûmet namına bir bar-ı meş’ûmu!
(Süleymaniye Kürsüsünde)
Ne felâket, ne razaletti o devrin hâli!
Başka bir kukla, bütün milletin istikbâli
İki üç kuklacının keyfine mahkûm olmuş.
…..
Zaferyâb olduğun kimdir? Düşün bir kere millet mi?
Adalet isteyen bir kavmi vurmak galibiyet mi?
….
Emin ol, bunca mazlumun yüreklerden kopan âhı,
Tependen indirir, elbet bir gün lânettullahı!
İstibdadın eleştirisini yapan Âkif, İkinci Meşrutiyet ortamındaki galeyanı,
şuursuzluğu ve umumi bozukluğu görünce ise, sahte hürriyete karşı,
Süleymaniye Kürsüsü’nde şunları söyleyecektir:
Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… Doğru:
Vardı aklında o gün herkimi gördümse zoru.
….
Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!
57
58
Hekimoğlu İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, s. 94-100.
Faruk Kadri Timurtaş, Mehmed Âkif ve Cemiyetimiz, Yağmur Y.evi, İstanbul 1962, s. 26-28.
556
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
…
Ne devâirde hükûmet, ne ahâlide bir iş!
Ne sanâyi, ne maârif, ne alış var, ne veriş.
Âkif, eleştirdiği Abdülhamit’in istibdadından sonra, İkinci meşrutiyetin
istediği hürriyeti getiremediğini görünce Asım’ında :
Ağlasın milletin evlâdı da bangır bangır,
Durma hürriyeti aldık diye diye sen türkü çağır!
Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
…
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım:
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım
Hürriyetsizlik ve zulme karşı halkın ses çıkarmaması ve şaşkınlığına karşı ise:
Tanımaz bindiği mahlûku, sürer körü körüne;
Tanımaz gittiği yer hangi taraf, gördüğü ne?
…
Üç beyinsiz kafanın sevkine şaşkın gibi râm;
Kırbaç altında bütün gün, ne tazallüm, ne kıyâm, dizelerini kaleme alır.
Cemiyetin kurtulması ya da felaketlerden kurtulmak için Âkif, merkezli şu
tespitler yapılabilir:
Halk uyanık olmalı, asrın İlmiyle maarif cehalet ortadan kaldırılmalıdır, fırkacılık
komitacılık bitmeli millî birlik lüzumludur, ahlak fazilet-hikmet temelinde
yükseltilmelidir, ümitsizlik yenmeli azim olmalıdır, İkbal için marifet ve fazilet gereklidir,
cemiyeti sürükleyecek aydın ya da liderler olmalıdır, Asım’ın nesli modeliyle ideal
gençliğin varlığı önemlidir, zenginler milletin meselelerine sahip çıkmalıdır, cemiyet
olarak gayesi olan bir çalışma anlayışı gereklidir, mukaddesata hürmet ve vatan sevgisi
önemlidir, halk, mütefekkir seviyeye yaklaştırılmalıdır, Batı’nın yalnız fen ve sanatı
alınmalı, her şeyi taklit edilmemelidir, aile kalkındırılmalı, İdeal bir millet olmalıdır 59.
59
F. Kadri Timurtaş, Mehmed Âkif, s. 103-117.
557
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
SONUÇ
Buraya kadar yapılan değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere Âkif’in,
çağdaşlaşma anlayışı, topluma bakışı, Türkiye’nin kurtarılması ve yükseltilmesiyle
ilgili şu sonuçlara varılabilir:
Olaylara, temelde İslâm kardeşliği anlayışından bakmış, ahlaksızlığa, tembelliğe,
kaderciliğe, hurafelere dayalı din anlayışına karşı çıkarak hep çalışmak düsturunu ortaya
koymuştur. Bu nedenle ırkçılığa karşı durmuş, milliliğe evet demiştir.
Hürriyet onun karakteridir. Haksızlığa, millet adına isyan bayrağı açmıştır.
Yazılarında basını çok iyi kullanmıştır. Vaazları, basın üzerinden de etkili olmuştur.
Batı medeniyetinin sadece teknik yönünü istemiş, diğer alanlarda taklideMOĞOLLAŞMAYA karşı çıkarak yenileşmede Japon ve kısmen de Alman modelini
benimsemiştir. Batının vahşi yüzünü hep eleştirmiştir.
Onun zihninde terakki anlayışı hep vardır. Ancak, bu yapı muhafazakâr şekilde
tezahür eder ve ani yıkıcı inkılaptan çekinmiştir.
Özeleştiri yapması önemli bir özelliğidir.
Mümkün olduğu kadar milletvekilliği haricinde siyasetten uzak durmuştur.
Yenileşme anlayışında, şehirli ve köylü toptan halkın seferber edildiği görülür.
Devletin selameti için tefrikaya düşmeyen birlik ve vahdet konusuna dikkat çekmiştir.
Aileye toplumun sağlamlığı açısından ve kadının ikinci plana atılmadan yenileşme
sürecine, çocuğunu sağlıklı yetiştiren bir rolle topluma sokulmasını ister.
Sağlık için Spora önem verir.
Sanatçı ya da sanat, halk için vardır.
Bülbül’deki aşkı, milletinin dertlerini çözüm bulmaktır ya da esarete karşı
bağımsızlığın sesidir.Yazılarında maharetli bir hiciv sanatı vardır.
Gerilikten kurtulmada çağdaşlaşma yolunda iki temel düsturu: Marifet-(İlim-Batı) ve
fazilettir-(İslam). “Çünkü milletlerin ikbali için evladım marifet, bir de fazilet, iki kudret
lazım, Marifet, ilkin ahaliye saadet verecek”
Akif, İslam’ın gereklerine göre yaşanmama noktasında, yanlış inanç olarak tevekkülü
eleştirecektir. Tevekkül, güçlükler karşısında yılmamak azimle çalışmaktır”. Halkı
tembelliğe alıştıran hocalara karşı:
Tevekkülün, hele mânâsı hiç de öyle değil
Yazık ki: Beyni örümcekli bir yığın câhil,
Nihayet oynayarak dine en rezil oyunu,
Getirdiler, ne yapıp yaptılar, bu hâle onu! 60.
60
Mehmet Akif Ersoy, Safahat, 4. Bsm, s. 154.
558
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Yazılarında psikolojik, sosyolojik içerikler ön planda olup, aslında Âkif, edebi alan
üzerinden tarih sosyolojisinin popüler bir savaşçısıdır.
Çanakkale’yle birlikte İslam dünyasının, Türk milletinin bitmeyecek olan ümididir.
Ve onun alkışları, yapılan zaferlerin destansı mahiyette yazıya yansıtılmasıdır.
Bütün bu yönleriyle Mehmet Âkif, modern Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında
yaşadığı talihsizliklere rağmen önemli rol oynamış, 11 yıl uzak kalsa da hayatını Türk
vatanına adamış çok yüzlü değil, olduğu gibi görünen bir adam, göründüğü gibi olan
Müslümandır, ansiklopedist olmaktan ziyade sentezci millî bir şair, milli bir aydın örneği,
şahsilikten uzak halk adamıdır.
559
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Aile Albümünden Fotoğraflarla Mehmet Âkif Ersoy, (Haz. Yusuf Çağlar), Zaman Kitap,
İstanbul 2011.
AKGÜL, Mehmet, “Mehmet Akif’in Düşüncesinde Dinî Yenileşme”, Uluslararası
Mehmet Akif Sempozyumu, s. 498-499.
ÇANTAY, Balıkesirli Hasan Basri, Âkifname (Mehmed Âkif), Ahmed Said Matbaası,
İstanbul 1966.
DAVİES, Norman, Avrupa Tarihi Doğu’dan Batı’ya Buz Çağı’ndan Soğuk Savaş’a
Urallar’dan Cebelitarık’a Avrupa’nın Panoraması, (Çev. Editörü: Mehmet Ali
Kılıçbay), İmge K.evi, Ankara 2006,
DÜZDAĞ, M. Ertuğrul, Mehmet Âkif Ersoy, Kaynak Kitaplığı, İstanbul 2004.
EKİZ, Osman Nuri, Mehmet Âkif Ersoy, Toker Yay., İstanbul 1985.
HEKİMOĞLU, İsmail, Mehmed Akif’e Göre Dün, Bugün Yarın, Timaş Yay., İstanbul
1998.
KARA, İsmail , İslâmcıların Siyasi Görüşleri, İz Yay., İstanbul 1994.
Mehmet Âkif, Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde II,
Mehmet Âkif, Mehmet Akif Ersoy, Safahat-Fatih Kürsüsünde, (Hz. Ertuğrul Düzdağ),
-Mehmed Âkif, “Eski Hatıralar”, Sırat-ı Müstakim, IV/85, 8 Nisan 326, s. 11
Mithat Cemal, Ölümünün 50. Yılında Mehmet Âkif, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
Ankara 1986.
OKAY, Orhan, Mehmet Âkif Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ, Ankara 1998.
SHAYEGAN, Daryush, Yaralı Bilinç-Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofren, (Çev.
Haldun Bayrı) Metis Yay., Ankara 2002.
TİMURTAŞ, F. Kadri, Mehmed Âkif ve Cemiyetimiz, Yağmur Y.evi, İstanbul 1962.
TOPÇU, Nurettin, Mehmet Âkif, Dergâh Yay., İstanbul 1998.
ÜNSAL, Fatma Bostan, “Mehmet Akif Ersoy”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce
İslamcılık, C. 6, İletişim Yay., İsytanbul 2004.
560
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
MERAM BAĞLARININ ARDINDAKİ SIR: SU KÜLTÜRÜ
Mithat DİREK *
Özet
Konya ılıman iklim kuşağında, denizden 1000 metre yükseklikte daha çok yaprağını döken
ve soğuktan etkilenmeyen ağaçların yetiştirildiği bir kuşakta bulunan kentlerden birisidir.
Yüzyıllar boyunca yerleşime konu olmuş bu şehirde birçok medeniyet gelip geçmiştir. Tarımsal
faaliyetler ise bu medeniyetlerin kalıcılığına etki etmiş, günümüz modern tarım uygulamaları
içinde kaybolan bir kültürdür. Bu makale günümüzden bir yarım yüzyıl kadar önce Konya
denildiğinde akla gelen Meram bağ ve bahçelerinin evrimini yazarının gözlemleri ile
anlatmaktadır.
•
Anahtar Kelimeler
Meram bağları, Meram’da sulama, Meram Bahçeleri, Meram
•
THE SECRET MERAM VINEYARDS: IRRIGATION
Abstract
Konya temperate climate, at an altitude of 1000 meters above the sea more affected than
deciduous trees grown cold and is located in a zone where it is one of the cities. It is settlement
for centuries been the subject of many civilizations were come and gone in this city.
Agricultural activities had an impact on the persistence of these civilizations; in today's
modern farming practices is a lost culture. This article has from today a half century ago,
Konya-Meram vineyards and orchards come to mind with the observations of the author
describes the evolution.
•
Keywords
Meram vineyards, irrigation of Meram, Meram Gardens, Meram.
*
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Konya-Türkiye.
561
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Giriş
Konya, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir (Tanpınar 2001) adlı kitabında
belirttiği üzere bozkırın bir çocuğudur. Bozkır, düz kurak bir arazi üzerine
kurulu, yazın gölgeleri serin, güneşi yakıcı, kışları karlı, tipili bir iklim sunar.
Konya’da bu iklime çok uygun özellikler gösterir. Bölgenin olumsuz iklimsel
özelliklerine karşılık halkın yardımlaşma ve inancı nedeniyle meydana getirdiği
medeniyet, İslam ile birlikte bazı kutsallıklar ortaya çıkarmıştır. Bu kutsallardan
birisi de hiç kuşkusuz sudur. Bölgede suyun kutsal bir varlık olarak
değerlendirilmesi, belki de bozkırın kurak yapısından kaynaklanmıştır. Bu
nedenle suyu temin etmek bu bölge için en önemli hayır faaliyetlerinden birisi
olmuştur. Şehirde hemen her köşe başında görülen çeşmeler bu hayır anlayışının
şehir içindeki yansıması iken, kırsalda çeşmelerin yerini su kuyuları almıştır.
Nehir sulamasından ayrı olarak kuyu kazmak ve onun etrafını ihyâ etmek gibi bir
usulün, İslam dünyasında özellikle kurak bölgelerde yaygın ve yerleşik bir
uygulama olduğu görülür (Demirci, 2010). Su kuyuları kırsaldaki yaşam için çok
önemlidir ve her biri bir yol güzergâhı ile yaşam mesafesindedir. Sulamada
kullanılan kuyulardan başka, dağların doruklarından akıp gelen cılız karakterli,
birçoğu yazın kuruyan derelerin de ovaya akması sonucu, geçtiği yerler yeşil
çizgilerle belirlenen bir peyzaj sunar. Adeta bir yaprağın damarlarındaki gibi tüm
bu coğrafyayı kaplayan dereler, sadece geçtiği yerleri değil, etrafını da bir vaha
biçiminde aydınlatır.
Bu makalede suyun bu coğrafyadaki etkisini şiirsel bir hava içinde
okuyacaksınız. Zira hangi nedenlerle olursa olsun su yaşamsal öneme sahip bir
varlıktır ve tam tarihi belli olmasa da bu yöredeki çayların yapımı, kontrolü ve
işletilmesi ile hayır bağlamındaki anlamı tamamen yaptıran kişilerin duyguları ile
ilgilidir. Bunu kendi zamanı içinden değerlendirmek gerekmektedir. Çayların
yaşamsal döngü içindeki varlığını ancak ucundan yakalayabilmiş birisi olarak, o
çaydan akan suyun anlamını ve fonksiyonu günümüz insanının
anlayamayacağını tahmin ediyorum. Zira birçok şeyi kolayca elde eden günümüz
insanı, sıcak yaz günlerinin serin gölgeliklerini, azıcık akan cılız derelerdeki
suyun serinliğini anlamada güçlük çeker.
Konya Su Tarihi
Konya, su-medeniyet-şehir kavramlarının en güzel örneklerinden birini
oluşturmuştur. Bu bağlamda Konya’da suyun tarihi geçmiş medeniyetlerin
562
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
verdiği örneklerle doludur. Şehir, Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan önemli
geçiş kavşaklarında yer almaktadır. Hitit, Frig, Roma ve Bizans dönemlerinden
örnekler, kadim tarihin sayfaları ve toprağın altındadır. Yapılan arkeolojik
kazılarda bunları görmek mümkün olmaktadır. Selçuklular Konya’yı fethedince
muhtemelen hazır buldukları bu su kanalı sistemini kullanmışlar ve
geliştirmişlerdir. Selçuklu Veziri Sahib Ata Fahrettin Ali bu sisteme kendi ismiyle
bir kanal eklemiş, bunu bir vakıf haline getirerek tüm sistemi belli bir esasa
bağlamıştır. Sahib’in geliştirdiği bu su dağıtım sistemi, su cetvelleri olarak
anılmış ve bu sistemde yaz aylarında Meram çayındaki su miktarının değişiklik
göstermekle birlikte 30 lt/sn kadar olduğu belirtilmiştir (Şensoy, 2010).
Konya’da İslamiyet öncesinden günümüze kadar ki su iletim sitemindeki
değişim ile birlikte su kültürü M. Sabri Doğan tarafından Konya Su Tarihi
kitabında detayları ile anlatılmıştır. Özellikle Konya şehir merkezinin sırtını
yasladığı Loras, Takkeli, Geveli Dağları ile Toros Dağları’nın iç taraflara
uzantıları üzerine kurulmuş olması, su kaynağı olarak bu yerlere bağlılığını
beraberinde getirmiştir. Dağlardan gelen zayıf yapılı derelerin değerlendirilmesi
sonrasında muhteşem bir medeniyet ortaya çıkmıştır. İbn-i Battuta ve daha sonra
da Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde sözünü ettiği bağlar bu medeniyetin
yansımasıdır (Aykut 2004). Nitekim Meram Bağları üzerine şiirler, hikâyeler,
şarkılar türkülerin ortaya çıkması, burada bulunan bir derenin suladığı bitek
arazilerin insan eliyle işlenmesi sonucunda olmuştur. İbrahim Hakkı Konyalı
Konya Tarihi isimli kitabında (1964), Konya’nın su yapıları bakımından zengin
olduğunu, birçok çeşmenin yanında, birçok yerde o yerin ihtiyacını karşılayacak
kuyu ve sarnıçların olduğunu belirtmiştir. Yine Konyalı (1964), kuyu ve
sarnıçlardan suyun, cınkırık denilen kalın ve üstü çatal ağacın üstüne tespit
edilen bir başka uzun ağacın bir tarafına kova takılmak suretiyle alındığını,
ağacın diğer tarafına denge sağlamak için bir ağırlık tespit edildiğini belirtmiştir.
Konya’da meşhur kuyu ve sarnıçların bazılarının Selçuklular zamanından kalmış
olduğunu söylemiştir. Meşhur kuyu ve sarnıçların, Hoca Fakih sarnıcı, Tebrizli
Hacı Bahtiyar sarnıcı, Divler sarnıcı, Alavardı sarnıcı gibi, yine derinliği ile
meşhur olan Nalbant Hacı Mustafa Ağa kuyusunun varlığından bahsetmiştir.
Halkın kullanımına açık bu sarnıç ve kuyuların yanında şahısların da su elde
etmek için kuyularının olduğu bilinmektedir. Şahıs kuyuları su elde etmenin yanı
sıra özellikle süt ve süt ürünlerinin sıcaktan bozulmaması, bazı içeceklerin yaz
günlerinde serin tutulması amacıyla da ek görevler yüklenmişlerdir. İpin ucuna
bağlanan uygun bir kapla yiyecekler sıcak yaz günlerinde kuyu içine sarkıtılarak
serin ve taze kalması sağlanmıştır.
563
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Su Kuyuları
Konya’da meşhurlaşan Meram bağ ve bahçeleri, ovadan gelen bozkır
insanının bu derenin iki tarafındaki bahçeleri görmesi ile ünlenmiştir. Kurak ve
sıcak ovadan gelen insanların bu bahçelerde dinlenmesi sonucunda Meram bir
başka güzelleşmiştir. Öte taraftan hayırseverler tarafından uçsuz bucaksız ovanın
yol güzergâhlarına birer nişane taşı olmak üzere su kuyuları yaptırılmıştır.
Kuyuların uzaklıkları yaşam mesafelerinde birbirini takip eder şekilde yol boyu
dizilmiştir. Kuyuların toprak yüzeyinden itibaren insan bel hizasına kadar taş bir
duvarı bulunmaktadır. Bu duvar hem güvenliği sağlamakta, hem de kuyudan
çekilen kovanın duvar üzerine konularak, kısa süreliğine de olsa bir dinlenme
fırsatı vermesine neden olmaktadır. Kuyu duvarının hemen bitiminde genelde
yekpare taştan oyulmuş, hayvanların su ihtiyaçlarını gidermek amacıyla bir de
yalak eklenmiştir. Yalakların bitiminde ya da kuyunun hemen yakınında
yalaktan akan suyun yolunda bir ağaç, yolcuların serinlemesine yardım eder. Bu
ağaçların söğüt gibi çok gölge veren ağaçlar olması, özellikle yaz aylarında
insanların sıcağın etkisinden bir süreliğine de olsa korunmalarını sağlar. Bazen
dut ağacı da dikilmiştir. Hatta birkaç ağacın bulunduğu kuyular da vardır.
Dolayısıyla kuyu başları ve çevresi dümdüz ovada bir vaha gönümü verir. Bu
şekliyle bile kuyular yol güzergâhlarını belirleyen birer mihenk taşı görevi görür.
Kuyularda su çıkarmak için kullanılan kovalar önceleri ağaçtan, deriden
yapılmakta iken son dönemlerde şamrel (içinde tel bulunan lastik malzeme)
denilen lastik malzemeden yapılmıştır. Kovanın dibi çember ile tutturulmuş,
kolayca kırılamayacak ve deforme olmayacak şekilde kapatılmıştır. Kovalar
üstünde demirden bir tutacak ve bu tutacağa bağlı zincir ile seren direğine
bağlanmaktadır. Suyun kuyudan çekilmesi ve kuyuda suyun kovaya dolması hoş
bir ses çıkarmakta, bu sesi dışarıda alan kimse kolayca anlayarak zincirinden
tutarak kovayı yukarı çıkarmaktadır. Su dolu kovanın serinliği daha kuyunun
yüzeyine gelene kadar hissedilmekte, eğer hayvanlar varsa, daha bir dikkatlice
yalağın yanına yanaşmaktadır. Suyu çeken kimse öncelikle kovayı güçlükle
kuyunun duvarının üzerine çıkarmakta, buradan ya yalağa dökmekte, ya da
kendi testi, güğüm ya da benzeri su kaplarına doldurmaktadır. Suyun öncelik
hakkı her zaman hayvanlara verilmiştir. Bu durum Anadolu insanının engin
hoşgörü ve hayvan sevgisinin davranışlarına yansımış biçimidir. Kuyularda
bulunan bu manivelalı su çekme biçiminde kullanılan zincir dolayısıyla, kovanın
kuyuya bırakılması ve çekilmesi sırasında zincirin birbirine çarpması sonucunda
değişik bir ses çıkarmaktadır. İşte bu ses dolayısıyla yerelde kuyulara “cıngırık”
denilmiştir. Aslında cıngırık kuyulardaki su çekme sisteminin adıdır. Kuyulara
564
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
belirteç olarak verilen bu isim, yol boyu yolcuların cıngırıkları takip ederek
menziline ulaşmayı sağlamaktadır. Günümüzün motorlu ulaşımı içinde yavaş ve
anlamsız kalan bu kuyuların bir nostalji olarak varlığını sürdürmesi mümkün
olmamıştır. Ancak bundan yarım asır önceki fonksiyonları düşünüldüğünde
önemleri, varlıkları ve bu kuyuların başında geçen hikâyeleriyle kendi tarihlerini
açık biçimde ortaya koyan anıt yapılar olduğu görülür. Susuzluğun ortaya
çıkardığı bu anıt yapıların kitabesi, yaptıranların adı, tarihi gibi bilgiler yoktur.
Hayır yaptıran kişiler genelde adlarının anılmasını istememektedirler. Zira İslam
inancı gereği hayır gösterişten uzak ve ancak Allah adına yapıldığı zaman hayır
anlamı taşır. Aksi durumda hayır özelliğini kaybedeceği için bu kuyuları
yaptıranlar adlarının kitabe olarak kuyunun bir tarafına konulmasını
istememişlerdir. Bir süre sonra da yaptıranların vefat etmesi ile zaman içinde
yaptıranlar unutulmuşlardır. Bununla birlikte bazı meşhur kuyular bulundukları
yöreye kendi isimlerini de vermişlerdir. Örneğin; Ali dedenin cıngırık mevkii, Ak
kuyu mevkii gibi. Kuyu başlarında mutlaka birilerini görmek birileri ile
karşılaşmak sıradan bir olaydı. Kısa sohbetlerde, günümüzün sosyal ağları gibi
insanlar birbirlerinden haberler alırlar, bu haberle akşama kadar işlerini yürütür,
akşam kırdan ikamet edilen eve dönerken de yine su doldurmak amacıyla
yeniden kuyulara uğrar, su kaplarını taze sularla doldururlardı. Kuyuların su
sağlama yanında insanların iletişimi için de bir ortam oluşturması, bunların çok
fonksiyonlu birer yapı olmasını sağlamaktaydı. Genelde gündüz vakitlerinde
hizmet veren kuyular gecenin sessizliğinde yalnız kalmaktaydı. Eğer bir buluşma
ya da sözleşme yapılacak ise buluşma noktalarından birisi hiç kuşkusuz bu
cıngırıklı kuyular oluyordu. Kuyular ve kuyu başındaki hikayeler de ayrı birer
nostalji olarak hafızalarımızda canlılığını korumaktadır. Kuyunun başında,
kuyunun yanında gibi buluşma noktalarının belirtilmesi ya da oturma yerlerinin
(sedir vb) buralara yakın yerlerde yapılması kuyunun toplumun kültür yapısı
üzere ciddi etkilerde bulunduğunun bir göstergesidir. Kuyu başlarında anlatılan
hikâyeler, yaşanmışlıklar, kuyuların çok fonksiyonlu işlevlerinden sadece
birisidir. Zira kuyu ve bunun yaşam biçimine yansıyan kültür, hep saygı ve sevgi
üzerine kurulmuştur. Öncelik hakkı vardır, yardımlaşma ve hayır yapma anlayışı
en üst seviyededir. Su gibi aziz ol, sözü işte bu yerlerde susuzluğun giderilmesi
sonrasında bir dua gibi söylenir.
Meram Çayı
Cıngırıklı kuyuları çok fazla kullanmamakla birlikte, çocukluğumda
bahçelerde keson tipte beton kuyular vardı. Kendi bahçemiz de, Meram çayının
ileri uzantılarında yer alan bir yerde (Büyük Aymanas) bulunmaktaydı.
565
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bahçemizin daha doğrusu evimizin önünden Meram çayı akardı. Bahçenin diğer
tarafında da sel çayı adını verdiğimiz, bugün Meram deresinin savağını oluşturan
kurutma çayı geçerdi. Yani evimiz bu iki çay arasında yer alan bir konumda
bulunuyordu. 1980 yılı ilkbaharında yağışların bol olması üzerine sel çayı taştı,
bizim bahçemizi de sel aldı, vişne, kiraz ağaçları 15 gün boyunca sel sularının
altında kaldı. Bunun üzerine dönemin askeri yönetimi aldığı bir karar ile Meram
deresinin ana dağıtım noktası olan Müftü Gediği regülâtöründen Saraçoğlu’na
kadar uzanan kurutma çayının genişletilmesi ve kenarlarının taş duvar ile
örülmesi uygulamasını gerçekleştirdi. Hatta uygulama Haziran 1981’de çayın
çevrelediği meyve bahçelerinin arasından, tam da meyvelerin olgunlaşmaya
başladığı bir zamanlama ile yapılarak, itiraz eden veya karşı çıkan tüm üreticileri
ciddi anlamda zarara uğrattı. Dönem askerî ihtilal dönemi olduğu için kimse
itiraz bile edemedi ve bir oldubitti ile bugünkü güzergâh belirlenmiş oldu. Oysaki
derenin suyunun boşaltılabileceği daha uygun bir güzergâh teknik biçimde
belirlenebilir, sonbaharda meyve hasadından sonra genişletme çalışmaları yapılır,
üreticiler zarara uğratılmayabilirdi. Ancak zamanın insan odaklı uygulama
yapması mümkün görünmüyordu. Zira ihtilal her zaman olduğu gibi yine
taraftarlarını korumak ve kollamakla meşguldü. Elbette bizim bahçemizin de tam
ortasından geçen çayın açılmasını içimiz burkularak izlemek ve kesilen, sökülen
ağaçların kenara çekilmesi işlemini yapmakla günlerimiz geçti. O zamanda insan
hakkını, üreticinin zarara uğratılması, tazminat vb gibi şeyleri bile düşünmek
mümkün değildi. Bugün kurutma çayının kenarına geldiğimde, kanalın açıldığı
zaman gözümün önünde canlanır, meyve ağaçlarının, devasa söğütlerin serinliği
bir hüzün dalgası olarak yüzüme yansır. Şüphesiz ihtiyaç duyulması durumunda
hem çayın genişletilmesi, hem de taş duvar örülmesi yapılabilir, ancak bunun
belirli bir teknik ekip tarafından kontrollü biçimde yapılması gerekirdi, diye
düşünüyorum. Bugün tamamen yerleşim yerlerinin arasında kalan kurutma
çayının içi çöplük olarak kullanılmakta, zaman zaman özellikle kış dönemlerinde
akan su tarafından temizlenmektedir.
İkamet ettiğimiz evin önünden akan çay kışın devamlı olmak üzere, yaza
kadar akar, sonra kesilir, mahalledeki çocuklarla birlikte bizlere oyun alanı
meydana gelirdi. Çayın bazen iki yanında bazen de tek tarafında iğde ağaçları
bulunurdu. İğde ağaçlarının gövdelerini 3-4 çocuk el ele tutuşsak bile
kavuşamayacak kadar kalındı. Çayın suyunun yazın kesilmesi nedeniyle, meyve
ağaçlarını sulamak için bahçemize bir kuyu açtırmıştık. Bu kuyuyu yazın
bahçedeki ağaçları sulamak, hem de ev ihtiyaçları için kullanırdık. Kuyunun
suyu yaz aylarında azalır, kışın ise özellikle çayın aktığı dönemlerde yükselirdi.
566
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bu nedenle yazın daha derinlere indirdiğimiz elektrikli santrifüj motoru, eğer kış
döneminde yukarı almaz isek su altında kalabilirdi. Bahçemizde şebeke elektriği
bulunduğu için kuyudan suyu daha modern biçimde alırdık. Kuyunun üstünü
tahta ve ağaçlarla kapatmıştık. Tahtaların aralıklarından bakıldığında kuyunun
içi karanlık ve serin görünürdü. Karanlık olması aynı zamanda korkutucu bir
izlenim vermekteydi. Aradan geçen 20 yıllık bir süreçte kuyuda su hızla azaldı.
Öyle ki 14-15 metre derinlikte su olan kuyunun dibini çocukluğumda hiç
göremezken, bu sürenin sonunda kuyunun dibine inmek ve toprağa basmak
mümkün duruma geldi. Bugün 20 metrelik kuyunun tabanından yaptırdığımız
bir o kadar daha derine inen sondaj olduğu halde su bulunmamaktadır. Hızla
artan sondaj çılgınlığının yer altı sularını trajik biçimde azalttığı bilinmektedir.
Öyle ki resmî rakamlarla Konya yer altı havzasında kullanılabilir su kaynağı 1,15
milyar m3 olduğu halde bugün için kullanılan su miktarının bunun iki katına
yakın olduğu tahmin edilmektedir (Şahin ve ark, 2010). Bu durum hızla yer altı
kaynaklarını tüketmekte, sürdürülebilir üretim için gelecekte ciddi riskler
oluşturmaktadır. Bugün, Meram deresi ve o derenin sulayarak gittiği bahçeler,
suni yollarla (kuyularla) sulanan ya da konut yapılarak, ikamet edilen ve şehir
şebeke suyu ile sulanan peyzaj bahçelerine dönüşmüş durumdadır. Bahçelerin
deforme olması ve bozulması, burada bulunan bahçe kültürünü de bozmuş
bulunmaktadır. Meyve ve sebze çeşitliliği, komşuluk ilişkileri, yardımlaşma gibi
kavramlar kaybolmuştur. Çocukluk bahçemizin bulunduğu sokakta, tüm evleri,
evlerde yaşayanları isim, lakap ve misafirleri ile bilir durumda iken, eski
bahçemizin bulunduğu sokağı tanımakta ciddi güçlükler çekmekteyim. Çay boyu
ilkbaharda nefis kokularıyla insana huzur veren iğde ağaçları, belediyelerin
gayretleri ile kesilmiş, yerlerine ne olduğu bile bilinmeyen yabancı menşeli
birtakım fidanlar dikilmiştir. Elbette bir kültürün yozlaşması, içine giren yabancı
unsurlarla çok kolay olabilmektedir. Bu anlamda yerel kültürün tamamen dışında
yabancı kültürlü ağaçlarla farklı bir kültür oluşturulmuştur. Şüphesiz bu konu
yazının tamamen dışında olmakla birlikte, kuyulardan etkilenen ve onu yaşayan
bir kültürün nasıl yok edildiğine dair ipuçları vermesi bakımından önemlidir.
Meram Bağları
Evliya Çelebi’nin, “Budin serhadinde Peçevi Sirhem Şehrinin kale ardındaki
Baruthane Mesiresi, Kırım nim-ceziresinin Sudak bağı, İslambol’un 170 den
ziyade bahçe ve gülistanı, Malatya’nın Ispozo’su, Tebriz’in Şah-ı Cihan Bağı, bu
Konya’nın Meram Mesiresi’nin yanında birer çemenzar bile değildir.” şeklinde
tavsif, takdir ve taltif ettiği ünlü Meram bağ ve bahçeleri arasında yer alan köşk
ve konaklarda ve Dede Bağı’nda icra edilen musiki meclis ve sohbetleri
567
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Konya’nın dillere destan hatıralarındandır. Meram’daki türbesi bugün de coşku
ile ziyaret edilmekte olan ünlü Tavus Baba (Tavus Ana)’nın şimdi türbesi olan
evi, Mevlana’nın da müridanı ile sık sık dinlemeye gittiği bir musikihane olarak
bilinmektedir (Özönder, 1999). Böylesine ünlü ve dillere, şarkılara, türkülere,
hikayelere konu olmuş bağların-bahçelerin, bir tek dere etrafında şekillenmesi,
onun iyi bir su ağı ile donatılması ile mümkün olmuştur. Çok fazla suyu
olmamakla birlikte suyun dağıtımı çok eski zamanlardan kalma bir kanal sistemi
ile hak ve adalet üzerine yapılmıştır. İçinden geçtiği araziyi adeta bir dantel gibi
işleyen bu çay, bizim bahçemize de ulaşıyordu.
Zaman zaman çayı takip ederek mahalledeki arkadaşlarla Meram’a doğru
gitmişliğim oluyordu. Bunun dışında babamla birlikte çay boyunu takip eden yol
sistemini kullanarak, at arabası ile Dere’de bulunan su değirmenine de un
öğütmek amacıyla 1-2 defa gitmiştim. At arabasının üstü açık olduğu için yazın o
yakıcı sıcağından, yer yer devasa ağaçların gölgelediği yerlerde mola verip,
dinlendiğimiz, sonra da değirmenin yanından dere kenarına inip suyla
oynadığımı hatırlıyorum. Buz gibi soğuk suyun insanın ayağından beynine bir
soğuk dalgası yayması ve serinletmesi, işte Meram’ın, Meram bahçelerinin sırrı
burada idi. Dere’den unu at arabasına yükledikten sonra eve gelirken, envai
türde meyvenin olduğu bahçelerin, bağların arasından geçiyoruz. Bizim
bahçemizde olan meyveler, ya da olmayan meyveler babamla aramızdaki
konuşmaların konusunu oluşturuyor. Bizim bahçemizde olmayan meyveler,
sonra ondan bir aşı dalı almak, aşılayarak bizim bahçede de olmasını sağlamak, o
günün moda işleri idi. Zira endüstriyel tarım yerine, geçimlik tarım öncelik
alıyordu. Hal böyle olunca da çeşit çeşit meyveler, her türden sebzeler, çiçekler
birbirinden para ile değil, hatır ile alınmasını sağlıyordu. Dolayısıyla çevresi
geniş olan, bahçeler arasından gidip gelenler, nerede hangi meyvenin, ne zaman
olgunlaştığını bilirlerdi. Sonra da onu ballandıra ballandıra anlatır, ertesi yıl
kimden hangi meyve çeşidini alacağını aklına yazar, ilkbaharda o ağaçlardan aşı
yapmak üzere dal alınır, sonra da kendi bahçesinde uygun olan fidanlara
aşılanırdı. Şüphesiz ev ihtiyacından fazla olan meyveler pazara satış amacıyla
götürülür ve satılırdı. Ancak öncelik konu komşunundu, komşular arasında
mutlaka bir değişim olur, birbirlerinde olmayan meyvelerden ikram edilirdi.
Suyun aktığı zamanlarda, özellikle ilkbahardan yaz sonuna kadar bitkilerin
sulama istedikleri dönemlerde sulama şebekesinin kontrolü “havala” denilen
kişilerce yapılmakta idi. Havala adı verilen kişi veya kişiler su dağıtımının adil
yapılmasından sorumluydu. Sulama yapma isteği havalaya bildirilir, bu da
568
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
suyun o bahçeye başka yere dağılmadan akmasını sağlardı. Bu nedenle çay
kenarlarında insan yürümesi için yüksek bir toprak yol bulunurdu. Meris
dediğimiz bu yüksekçe yerden yürüyerek suyun akışı kontrol edilir, azalma ya da
kaçak varsa kapatılırdı. Konya dönümü ile 6 dönüm (15 da) olan bahçemizin
kenarlarında hemen her çeşitten meyve ağaçları vardı. Kayısı, elma, erik ağaçları
bulunmakta, bahçenin duvarlarla çevrili kenarından, su bir kanalı takip ederek en
sonunda üzüm bağlarına ulaşırdı. Üzüm bağları “puşta” denilen türde, bugünün
karık sulamasına benzeyen ancak çok daha yüksek kumlu-tınlı topraklarla
yükseltilmiş anlara bağ çubuklarının dikilmesi ile oluşturulmuş tipte idi. Puştalar
arasına kışın su doldurulur, ilkbaharda bu bağlar bellenir ve üzüm çubukları
budanırdı. Yaz boyu çaydan suyun gelmesi çok mümkün olmadığı, gelse bile
suya daha hassas diğer bitkilere verileceği için, üzüm bağlarının bir daha
sulanması mümkün olmazdı. İşte çaydan gelen suyun bir şifacı gibi değdiği tüm
yerleri yeşile boyaması, bahçenin dışında kalan yerlerin ise adeta bir çöl sıcağı
estirmesi, bağların, bahçelerin serinliğini hissettirdi. Bu nedenle bahçeler
topraktan yapılmış duvarlarla çevrilir, duvarın kış yağışlarından zarar görmesini
önlemek içinde çalı, ot gibi malzemeler ile üstü kapatılırdı. Duvarların üstüne
konulan ve kapatılan bu çalı, çırpı malzemelere de “çelen” denilirdi. Duvarların
yüksek olması nedeni ile ilkbaharda ya da ani yağmur durumlarında “çelen
altına saklanma” gibi deyimler kullanılırdı. Ya da çelenlerin altında saklan, orada
bekle gibi ifadeler işte bu toprak duvarların üstünde bulunan çelenleri ifade
amacıyla kullanılırdı. Elbette bahçe duvarlarını aşmak ve içerideki meyvelerden
yemek çok zordu. Zira bazı yerlerde bahçe duvarları insan boyunu aşan
yükseklikteydi. Ancak çelenlerden atlanamadığı zamanlarda bahçelere suyun
akıtıldığı ve “avgaz” denilen duvarın altından açılan tünelden geçerek de
bahçeye girmek mümkündü. Meyvelerin olgunlaşmaya başladığı zamanda
bahçeyi bekleyecek kimselerin genelde avgazın yanında beklemesi ve bahçeye
girenleri orada yakalaması nedeniyle orada genelde büyük bir ağaç bulunurdu.
Bizim bahçemizde avgazın hemen yanında devasa bir ceviz ağacı vardı.
Sonbaharda ceviz ağacından cevizlerin çırpılması ve toplanması en az 1 haftamızı
alırdı. Hatırladığım kadarıyla bu bir ceviz ağacından 10 çuvaldan fazla ceviz
toplamışlığımız vardı. Gündüz toplanan cevizlerin akşam dış kabuğunun
çıkarılması yapılırdı. Aksi durumda cevizin dış kabuğu cevizin kokuşmasına
neden olurdu. Akşamları toplanan ceviz çuvalı ortaya getirilir, ortaya bir bez
serilir evde bulunan herkes bunun başına toplanır ve cevizin tofu çıkarılırdı.
Sonrada sabah erkenden “tof”undan çıkarılmış cevizler güneşe serilir, kuruması
için bırakılırdı. Aynı işlem bademler için de tekrarlanırdı. Bademlere çok zaman
kalmadığı için onların ağaçlardan indirilmesi ve toplanması elma, armut
569
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
hasadından sonraya kalır, hatta ağaçların yaprakları yavaştan dökülmeye
başlardı. Bahçelerde otların çok olması nedeniyle eğer evde inek beslenmiyor ise
mutlaka birkaç tane de koyun bulunurdu. Koyunlar dökülen meyveleri, ağaç
yapraklarını yer, ağaçların altı temiz kalırdı. Bahçelerin bitişiğinde üzüm bağları
bulunur, bağın hasadı, toplanması ise diğer bahçe işlerinden daha fazla zaman
alırdı. Bu nedenle harman işlerinin bitimi beklenir, ondan sonrada bağ bozumu
yapılarak, ne kadar üzün varsa toplanırdı. Sonra da bu üzümler pekmez
kaynatılarak, kışın tüketilmek üzere saklanırdı. Her evde olmamakla birlikte bazı
evlerde üzümün çiğnenerek şıra haline getirilmesi için, şıralıklar vardı. Burada
çiğnenen üzümlerin suları, büyük kazanlara koyularak kaynatılırdı. Pekmez
kaynatma işi ikindiden başlar, gece geç vakitlere kadar sürerdi. Benzeri
faaliyetlerin hemen hepsinde ciddi bir yardımlaşma ve işbirliği bulunur, tüm
mahalle bir işe seferber olur, o iş yapılırken de çocuklar etrafta oynardı. Bu kendi
başına bir kültürün tüm unsurlarını içeren faaliyetler dizesini meydana
getirmektedir. Konya’da kendine özgü bu kültürün içinde yoğrulan ve bozkırın
kenarında Meramlılık kavramını ortaya çıkaran kültür, Meram bağlarını da
unutulmaz yapmıştır. Aslında Meram ve bağlarının ardında yardımlaşma,
işbölümü ve özel yaşama ciddi saygıdan oluşan bir kültür vardır.
Sonuçlar
Konya kendine özgü kültürü, sosyal ve ekonomik yapısı ile önemli bir
şehirdir. Şehrin kültüründe tarımın çok önemli bir etkisi vardır. Günümüzde
giderek kaybolan bu kültürün, değişen yaşam biçimleri ile ortaya çıkaracak
çalışmalara ciddi anlamda ihtiyaç vardır. Hızla değişen ve giderek daha da
değişecek tarım teknolojisi, beraberinde kültürün de değişmesine neden olacaktır.
Kültür varlıkları olarak en azından yakın geçmişteki bahçelerin, duvarların, su
yapılarının korunması ve yaşatılması önemlidir. Bunun Konya Kent Müzesi
kavramı içinde değerlendirerek korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak gerekir.
Anadolu, yaşam biçimleri, yaşamı şekillendiren davranış ile dünyaya örnek
olabilecek unsurlar içerir. Bu nedenle Anadolu’da yaşayan herkesin yaşam
kültürünü korumak öncelikli görevi olmalıdır.
570
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
KAYNAKLAR
Kaynak Kişiler
Doç.Dr. Ramazan Acar, Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü,
Konya
Kaynaklar
Demirci, M., 2010. İslam Medeniyetinin Gelişiminde Nehirler. Su Medeniyeti
Sempozyumu, ISBN: 978-605-389-027-0, Konya, Sf: 90-103.
Şensoy, F., 2010. Suyu Vakfetmek, Arşiv Belgelerinden Konya Su Vakıflarını Okumak.
Su Medeniyeti Sempozyumu, ISBN: 978-605-389-027-0, Konya, Sf: 374-391.
Tanpınar, A.H., 2001. Beş Şehir. Yapı Kredi Yayınları - 1348, İstanbul.
Şahin, M., Zengin, M., Soylu,S., Süheri,S., Yavuz,D., 2010. Konya Ovası’nda Sulu
Tarımın Sorunları ve Çözüm Önerileri. Uluslar arası Sürdürülebilir Su ve Atıksu
Yönetimi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 26-28 Ekim 2010, Konya. Sf: 71-80.
Özönder,H., 1999.Selçuklu, Beylik ve Osmanlı Dönemlerinde Konya’da Sanat Hayatı.
Dünden Bugüne Konya’nın Kültür Birikimi ve Selçuk Üniversitesi, ISBN: 975448-136-9, Konya, Sf:157-202.
Aykut,A. S. 2004. İbn Battuta Seyahatnamesi C.I. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık
Ticaret ve Sanayi A.Ş. s: 412
Konyalı, İ. H. 1964. Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi. Yeni Kitap Basımevi. s:
1095-1096. Konya
571
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
572
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
HALK, İKTİDAR VE İKTİDAR SEÇKİNLERİ:
MERSİN ARAŞTIRMASI*
D. Ali ARSLAN **
Gülten ARSLAN ***
Özet****
Bu araştırmada halkın güç ve iktidar seçkinlerine yönelik algılarının belirlenmesi
hedeflendi. Daha net bir anlatımla çalışmada bireylerin toplumsal ve siyasal güç, toplum
kesimleri arasında gücün dağılımı, toplumun iktidar yapısı ve iktidar seçkinlerine yönelik
algılarının ortaya konması amaçlandı.
Mersin, Türkiye’nin hemen her yerinden göç almış olup, Türkiye’nin küçük bir özeti
gibidir. Hemen her toplumsal kesimden, kültür ve inanç grubundan bireylerin iç içe, hoşgörü
ve barış içinde yaşadığı, son derece önemli bir Akdeniz ve liman kentimizdir. Tarım, turizm,
ticaret, tarıma dayalı sanayi ve hizmet sektörlerinde son derece büyük bir gelişme potansiyeline
sahiptir. Ülkemizdeki şehirlerin sosyal ekonomik gelişmişlik sıralamasında on yedinci sırada
yer alır.
Araştırmada temel veri kaynağı olarak, araştırmacı tarafından Türkiye evreninden
seçilmiş Mersin kenti özelinde, 1420 birey ile yüz yüze görüşülerek gerçekleştirilmiş son derece
geniş kapsamlı bir araştırmanın veri seti kullanıldı. Saha araştırmasından elde edilen
verilerden oluşturulan data seti bilgisayar ortamında, SPSS (Statistical Packages for Social
Sciences) programı kullanılarak analiz edildi. Ağırlıklı olarak Yapısal İşlevselci bir sosyolojik
çalışma niteliğine sahip araştırma, hem betimleyici ve hem de analitik araştırma karakteri
taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler
Mersin, Halk, Güç, Türkiye, Demokrasi, Elit, İktidar Yapısı, İktidar Seçkinleri, Türk İktidar
Seçkinleri.
* Bu
çalışmada, 2007–2010 yıllarında, Doç. Dr. D. Ali Arslan tarafından gerçekleştirilen ve TÜBİTAK
tarafından desteklenen “107K225” No’lu ve “Çok partili dönemde (1946–2007) Mersin’in siyasi
yapısı ve Mersin milletvekillerinin toplumsal profillerinin sosyolojik incelemesi” konulu projenin
veri seti temel alınmıştır.
** Doç. Dr., Mersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji bölümü öğretim üyesi. Sosyolog ve
Siyaset Bilimci.
[email protected] [email protected]
*** Siyaset Bilimci ve Siyaset Araştırmacısı.
[email protected]
**** Bu çalışmanın bir bölümü, Uluslararası Avrasya Sosyal Bilimler Dergisi’nin, Haziran 2014 Özel
sayısında makale olarak yayınlanmıştır.
573
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
PUBLIC, POWER AND THE POWER ELITE: MERSINTURKEY CASE STUDY
Abstract
The major objective of this study is to examine and discuss the people’s general perception
and classification of the power in Mersin. Secondly, the ideas of the people who are living in
Mersin about the power structure and the distribution of power in contemporary Turkish
society are explained. Finally, The Turkish power elite on public eye are examined. Mersin
takes 17th place on the list of the social-economical development of the Turkish cities. It is
Mediterranean city and has a rather high development potential on the tourism, trade,
agriculture, agricultural industry and the service sectors.
The findings of a rather compherensive field research which has been realised about 1420
household are used. Semi-structured interview techniques are used to collect the data needed.
A data set is created from the data that were gathered from the field. A highly detailed
questionnaire were used for the interviews: There were structured, semi structured and openended questions in the questionnaires. The computer program of the SPSS (Statistical
Packages for Social Sciences) will be used for analysing the data set.
Keywords
Mersin, Public, Democracy, Power, Turkey, Elite, Power Structure, Power Elite, Turkish
Power Elite.
574
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
GİRİŞ
Toplumdaki öteki kurumlar gibi siyaset kurumu da toplumsal yapının en
temel bileşenlerinden biridir. Toplumsal yapı gibi siyaset kurumu da bazen
yavaş, bazen hızlı da olsa sürekli bir değişim içindedir. Siyaset denildiğinde ilk
akla gelen olgusu demokrasidir. Eski Yunanca’da halk anlamına gelen “demos”
ve güç “kratos” anlamına gelen sözcüklerin bileşiminden doğmuş bir terimdir
(Çeçen, 2000: 55). Bazıları demokrasiyi bireyci bir yaklaşımla tanımlarken, bazıları
da bunu toplumcu bir yaklaşımla yapar. En çok bilinen demokrasi tanımı
Abraham Lincoln tarafından yapılmıştır. Lincoln’e göre “demokrasi halkın halk
tarafından, halk için ve halk adına yönetimidir” (Arslan, 2007-a).
Tarih süreci içinde, demokrasi anlayışı da evrimleşerek, doğrudan katılımcı
demokrasi anlayışı yerini, çoğulcu-temsili demokrasi modeline bıraktı (Arslan,
2007-b). Kışlalı (2003: 238–239)’nın da belirttiği gibi çağdaş demokrasiler, liberal
demokrasi ve sosyal demokrasi olarak 2 kategoride incelenebilir. Demokratik
sistemler, toplumdaki her kesimin yasal zeminlerde bir araya gelip örgütlenerek
(Duverger, 1993; Teziç, 1976), siyasal iktidarın şekillenişinde söz sahibi olma
savaşımına uygun zemini hazırlar.
Halkın karar alma sürecine katılımı, demokrasinin temelini oluşturur.
Yurttaşların kollektif karar alma sürecine katılımı seçimlerle sınırlı olmasa da
(Sarıbay, 2008: 112), bireylerin seçimlere katılımı, demokratik yapının inşası ve
devamı açısından yadsınamaz öneme haizdir. Teorik olarak demokrasi, seçme
hakkına sahip bütün vatandaşlara, toplumun tamamını ilgilendiren kararların
alınmasında eşit söz hakkı tanır. Birçok sosyal bilimci, en gelişmiş demokrasi
modeli olarak liberal demokrasi modelini vurgular. Liberal demokrasi, seçilmiş
temsilcilerin, yasalarla belirlenmiş bir siyasal güce sahip olduğu temsili
demokrasinin bir formudur. Kuvvetler ayrılığı, özgür seçimler, ifade özgürlüğü,
basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi olguları da bünyesinde barındırır.
Demokratik sistemde halkın yönetime doğrudan katılımı esas olmakla
birlikte, artan nüfusun ve karmaşıklaşan toplumsal yapının bir sonucu olarak
günümüz toplumlarında, doğrudan katılımın esas olduğu bir demokrasiden söz
etmek imkânsızdır. Demokratik sistemler, toplumdaki kesimlerin yasal
zeminlerde bir araya gelip örgütlenerek, siyasal iktidarın şekillenişinde söz sahibi
olma mücadelesine uygun zemini hazırlar. Göreceli olarak, batı demokrasileri
bireylere daha fazla hak ve özgürlükler sunsa da batı toplumlarında da eşitlik bir
mit olmanın ötesine geçememiştir. İktidara ulaşmanın yolu ise bu siyasi mücadele
sürecinde, yani seçimler de elde edilen başarıdan geçer.
575
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Bireyler, özellikle de seçimlerde ön plana çıkan, siyasi davranışları ile ülkenin
bugünü ve yarınlarını şekillendirecek siyasal sistemi (Kışlalı, 2003: 238–268) de
belirlemiş olmaktadırlar. Kısacası bireyler bu davranışları ile siyasal gücün
(Bachracah, 1961), siyasi partiler (Kili, 1976; Albayrak, 2004) arasındaki dağılımı
belirlemekte
ve
toplumsal
iktidarın
yapısını
(Dahl,
1961)
da
şekillendirmektedirler (Glasgow & Alvarez, 2005: 245–248).
Siyasi partilerin, iktidar mücadelesindeki başarısını, toplumu oluşturan
bireylerin tutum ve davranışlarını kendi siyaset anlayışı ve ideolojileri
doğrultusunda şekillendirebilme becerileri belirler. Seçimlerin (Arslan, 2007-b)
temelinde ise, “insanın akıllı bir yaratık olduğu ve kendisi için iyi olanla, kötü
olanı ayırt edebileceği” sayıltısı yatar. Hem genel ve hem de yerel seçimler öteki
demokratik toplumlarda olduğu gibi, Türkiye’de demokratik hayatın en temel
unsurlarını teşkil eder.
Öte yandan Mersin, Türkiye’nin hemen her yerinden göç almış olup,
Türkiye’nin küçük bir özeti gibidir. Hemen her toplumsal kesimden, kültür ve
inanç grubundan bireylerin iç içe, hoşgörü ve barış içinde yaşadığı, son derece
önemli bir Akdeniz ve liman kentimizdir. Tarım, turizm, ticaret, tarıma dayalı
sanayi ve hizmet sektörlerinde son derece büyük bir gelişme potansiyeline
sahiptir. Ülkemizdeki şehirlerin sosyal ekonomik gelişmişlik sıralamasında on
yedinci sırada yer alır.
Bilindiği gibi 6 Aralık 2012’de, Resmî Gazete’de (Sayı: 28489) yayınlanan “On
Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (Kanun
No. 6360, Kabul Tarihi: 12/11/2012)’un 1. Maddesinin 2. fırkası ile “Adana,
Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, İzmir,
Kayseri, Konya, Mersin, Sakarya ve Samsun büyükşehir belediyelerinin sınırları il
mülki sınırlarına dönüştürülmüştür”. Mersin de bu on dört ilden biridir. Yapılan
idari ve yasal düzenlemelerin, söz konusu illerin ve bununla ilişkili olarak bu
kentlerin, sosyal ve siyasal yapısında çok önemli değişimler ortaya çıkaracağı
düşünülmektedir.
Çalışmanın araştırma evrenini Mersin ili kent merkezi oluşturur. Son yıllarda
çok hızlı bir kentleşme süreci yaşayan Mersin, eski adıyla İçel, Akdeniz
bölgesinin ve Türkiye’nin en önemli metropol kentlerinden biridir. İçel adı,
20.06.2002 tarihli ve 4764 sayılı kanunun 1. maddesinde Mersin olarak
değiştirilmiştir. Mersin yalnızca İç Anadolu, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun
576
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bölgesinin değil, Türkiye genelinin dünyaya açılan önemli bir kapısı
konumundadır. Bu durum stratejik açıdan Mersin’in değerine değer katar. Her
türlü ulaşım (havayolu, liman, demiryolu, karayolu) olanaklarına sahip olan
kentte uluslar arası liman, Organize Sanayi Bölgesi, Serbest Bölge ve Teknoloji
Geliştirme Bölgesi de vardır.
İklimi ve tarıma elverişli arazisi yıl boyu üretim ve zengin bir ürün çeşitliliği
sunar. Turizm açısından da son derece büyük potansiyelleri bulunan Mersin her
türlü turizme elverişli iklimi, doğal, tarihi ve kültürel zenginlikleri ile dünya
markası olmayı beklemektedir. Güneş, rüzgâr, deniz dalgası ve su gibi her türlü,
sürdürülebilir ve yenilenebilir zengin enerji kaynaklarına sahiptir. Güçlü bir
lojistik (antrepolar, nakliye ve gümrükleme sektörü) altyapısı ve çeşitli
sektörlerde güçlü sanayi yatırımlarının varlığı (RIS-Mersin Projesi, 2006), kentin
ekonomik gelişimi açısından umut vericidir. Farklı sektörlerde (tarım, turizm,
sanayi, ticaret, eğitim, sağlık…) sahip olduğu yatırım olanakları ise bu kalkınma
umudunu daha da arttırmaktadır.
2009 yılı itibariyle sayısı üçü bulan üniversitelerine (1 devlet ve 2 vakıf
üniversitesi), kentin yaşam maliyetlerinin düşüklüğü de eklenince Mersin’in,
bölgesi için olduğu kadar Türkiye geneli açısından da, eğitilebilir genç nüfusa
önemli eğitim olanakları sunan bir kent olduğu gerçeği ile karşılaşılır. Mersin
Üniversitesi, belediyeler, çeşitli kamu kurumları, Devlet Opera ve Balesi ile
derneklerin sağladığı zengin kültürel ve sportif alt yapı ve olanakları Mersin’i
daha da yaşanabilir bir kent haline getirmiştir. 2013 yılında gerçekleştirilen 17.
Akdeniz Oyunları Mersin’e, çok sayıda ve görkemli spor tesis ve komplekslerinin
kazandırılmıştır. Bu etkinliklere hazırlık kapsamında, kente merkezi bütçeden
aktarılan ayrıcalıklı bütçelerle gerçekleştirilen alt yapı yatırımları, şehre modern
bir kent kimliği kazandırmanın ötesinde, Mersin’in gelişimine çok büyük bir
ivme kazandırmıştır. Bu yatırımlar Mersin’e, ulusal ve uluslar arası çapta her
türlü sportif etkinliğin kolaylıkla gerçekleştirilebileceği bir kent statüsü de
kazandırmıştır.
1. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Başta da vurgulandığı gibi bu araştırmanın temel amacı, halkın güç ve iktidar
seçkinlerine yönelik algılarının belirlemektir. Bir başka anlatımla çalışmada
bireylerin toplumsal ve siyasal güç, toplum kesimleri arasında gücün dağılımı,
toplumun iktidar yapısı ve iktidar seçkinlerine yönelik algılarının ortaya konması
amaçlandı.
577
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Araştırmanın ana veri kaynağını, araştırmacı tarafından 2008-2010 yılları
arasında, Mersin kenti özelinde gerçekleştirilen proje kapsamında, 1420 birey ile
yüz yüze görüşülerek gerçekleştirilmiş olan bir saha araştırması oluşturmaktadır.
Oldukça geniş kapsamlı ve çok boyutlu bir siyasal araştırma niteliği taşıyan ana
projede, araştırmanın çok boyutluluğuna paralel olarak, metodolojik (Bulmer,
1994; Altunışık, 2004; Arseven, 1993) açıdan da çoklu araştırma ve veri toplama
tekniği kullanılmıştır. Bu bağlamda öncelikli olarak oldukça geniş kapsamlı bir
saha araştırması gerçekleştirilmiştir. Bu saha araştırmasına ek olarak, hedeflenen
amaçlarla ilintili bir şekilde mülakat, belge taraması, ikincil veri analizi ve gözlem
(Sencer, 1989) tekniklerinden de yararlanılmıştır (Arslan, 2012-a).
Bu proje kapsamında gerçekleştirilen alan araştırması için hazırlanan anketler
(Gilbert, 1994), proje yürütücüsünün gözetiminde ve organizatörlüğünde, saha
koordinatörleri, anket takım liderleri ve konu ile ilgili eğitim verilmiş geniş bir
anketör grubu ile birlikte gerçekleştirildi. Araştırmada kullanılan anket formunda
bireylere, 50’yi aşkın soru ve bunların alt soruları yöneltildi. Araştırmanın
amaçlarına uygun olarak, Likert tipi sistematik soruların da yer aldığı anket
formunda, yarı sistematik ve açık uçlu sorulara da yer verildi. Sorularda,
bireylerin içinde bulundukları sosyal koşullar ile belli konulardaki algı, tutum ve
davranışlarının belirlenmesi hedeflendi. Anket formuna, saha çalışması öncesinde
gerçekleştirilen pilot araştırmanın ardından son şekli verildi.
Yukarıda detayları verilen araştırmanın veri seti kullanılarak gerçekleştirilen
ve yapısal işlevselci bir sosyolojik çalışma niteliğine sahip olan bu çalışma, hem
tasviri ve hem de tahlili karakterde bir sosyolojik araştırma olarak tasarlanmıştır.
Çalışmanın, betimleyici yönü ağır bassa da, araştırmada salt betimlemelerin
ötesine geçilmiş ve yapılan analizlerle çalışmaya, analitik bir araştırma hüviyeti
de kazandırılmıştır. Araştırmada belirlenen temel toplumsal - siyasal olaylar ve
olgular arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini ortaya çıkarmak ve açıklamak
hedeflenmiştir. Yapılacak tasvir ve tahlillerden yola çıkarak, yani ulaşılacak
betimleyici ve analitik bulgu ve bilgilere dayanarak, halkın toplumsal yapı içinde
gücün dağılımına yönelik düşüncelerini ve iktidar seçkinleri ile ilgili algılarını
ortaya koymak amaçlanmaktadır. Daha net bir ifadeyle bu araştırma betimleyici
(deskriptif) olduğu kadar, analitik (sebep-sonuç ilişkisi açıklayıcı) bir sosyolojik
araştırma özelliğine de sahiptir.
Evrenini Mersin kentinin oluşturduğu araştırmada, örnekleme birimi olarak
“hane” seçilmiştir. Mersin kenti, Büyükşehir statüsünde bir kent olup dört
merkez ilçeden oluşmaktadır. Bu ilçeler Yenişehir, Akdeniz, Mezitli ve Toroslar
578
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İlçeleri’dir. Araştırma kapsamına bu dört merkez ilçeye bağlı mahallelerdeki
haneler dâhil edilmiştir. Newman hane halkı ile aileyi birbirinden ayırır: Aynı ev
ortamını paylaşan bireyler olarak tanımlanırken, aile “birbirlerin doğum ya da
evlatlık edinme yoluyla bağlı bulunan ve aynı hanede birlikte yaşayan iki ya da
daha fazla insanın oluşturduğu birliktelik” olarak tanımlanır (Arslan, 2013: 96).
Hane halkı büyüklüğü, evde bulunan kişilerden misafir sayısının çıkartılıp, yurt
içinde veya yurt dışında bulunduğu için sayım günü evde olmadığı belirtilen
bireylerin ilave edilmesi ile hesaplanır (DPT, 2001; DİE, 1996).
Araştırmada örnekleme yapılırken, araştırma konusu ve araştırmanın
amacına uygun, evreni temsil edebilecek özellikte bir örneklem kümesi
oluşturmaya özen gösterildi. Bilindiği gibi örneklem grubu belirlenirken
kullanılan örnekleme teknikleri, önce iki ana gruba ayrılır (Arslan, 2012-a;
Altunışık vd, 2004; Güven, 2001; Neuman, 2006-a; Neuman, 2006-b): Tesadüfî
(olasılığa dayalı, sistematik olmayan, rassal) örnekleme teknikleri ve tesadüfi
olmayan (olasılığa dayalı olmayan, sistematik örnekleme) teknikleri. Bu
tekniklerinde her biri kendi içinde dörder ayrı alt kola ayrılır.
Bu bilgiler ışığında araştırma konusunun ve araştırma evreninin özellikleri
de dikkate alınarak, araştırmanın örneklem kümesi belirlenirken örnekleme
tekniği olarak, tesadüfî (olasılığa dayalı) örnekleme tekniklerinden, “Tabakalı
(zümrelere göre) Örnekleme Tekniği” kullanıldı. Bu bağlamda Mersin kenti
evreni, merkezi ilçeler temel alınarak 4 tabakaya bölündü. Her bir ilçede, o
dönemdeki hane sayısı dikkate alınarak, tabakanın örneklem kümesi içinde
temsil edeceği büyüklük saptandı. Ardından bu dört ana tabaka, mahalle tipi
(karma, gecekondu ve merkez) dikkate alınarak kendi içinde üç alt tabakaya
ayrıldı. Ardından da mahalle tipi ve mahallelerdeki hane sayısı dikkate alınarak,
her bir ilçede gerçekleştirilecek anket sayısı belirlendi. Bu ilkeler temelinde
Yenişehir’de 335, Akdeniz’de 446, Toroslar’da 459 ve Mezitli’de 180 olmak üzere
toplam 1420 hanede anket çalışması gerçekleştirildi. Toplanan veriler SPSS
ortamında bilgisayara yüklenerek, araştırmanın ana veri seti oluşturuldu.
Oluşturulan veri seti, bilgisayar ortamında SPSS programı kullanılarak (Altunışık
vd, 2004) analiz edildi.
2. TEMEL KAVRAMLAR: ELİT, HALK, GÜÇ-İKTİDAR VE İKTİDAR
SEÇKİNLERİ
Köken olarak Latince “eligre” ve “electa” sözcüklerinden türemiş olan “elit”
kavramı, Fransızca “elite” sözcüğünden dilimize geçmiştir. Eligre sözcüğü
Latincede seçme anlamına gelir. “Electa” ise seçilmiş, en iyisi anlamında
579
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
kullanılır. Elit kavramının bilimsel literatürde yaygınlık kazanmasında, İtalyan
sosyolog Pareto (1968) ve Mosca (1939) öncülük etmiştir. Bu kavramı sosyal
bilimlerde ilk kullanan düşünür Gaetano Mosca’dır. Mosca bu kavramı, Fransız
sosyolog Henri de Saint Simon’dan etkilenerek keşfetmiştir.
Pareto (Arslan, 1995: 4) elitleri, kendi çalışma alanlarında en üst konumda,
zirvede bulunan insanların oluşturduğu toplumsal sınıf olarak da tanımlar.
İngiliz sosyoloğu Giddens ise “elit”i, toplumsal organizasyon ve kurumların
tepesindeki karar verme yetkisine sahip konumları işgal eden bireyler olarak
tanımlar (Scott, 1991: 32). Genel anlamda “elit” kavramı, toplumun hiyerarşik
yapısı içinde en üst tabakaya mensup bireyleri tanımlamak için kullanılır. Elitler
toplumdaki diğer insanlara göre servet, iktidar ve prestij gibi toplumsal
kaynaklardan daha fazla paya sahiptirler.
Teorik bakımdan elit kavramı, kurumsal iktidara sahip, toplumsal kaynakları
kontrol edebilecek konumda bulunan, karar verme sürecini doğrudan ya da
dolaylı olarak etkileme (aktif ya da potansiyel olarak) potansiyeline sahip,
karşıtlarına rağmen istek ve amaçlarını gerçekleştirebilen bireyler olarak
tanımlanabilir (Arslan, 1999). Karar verme sürecini etkileme, bu sürece
“doğrudan” katılım şeklinde olabileceği gibi; lobicilik, baskı grubu ve kamuoyu
oluşturma şeklinde “dolaylı” yollardan da olabilir. Bunların yanı sıra, toplumsal
konumu veya kontrol ettiği sosyal kaynaklar nedeniyle, istediğinde veya
gerektiğinde karar verme sürecini etkileyebilen bireyler de elit tanımlaması içine
dâhil edilir.
Araştırmanın dayandığı temel kavramlardan bir diğeri de iktidar kavramıdır.
Güç, iktidar ya da erk ise, bir sosyal ilişkiler sistemidir ve sosyal ilişkiler dizgesi
içerisinde anlam kazanır. Bu kavramların kimi zaman farklı boyutları ön plana
çıkarılsa da, zihinsel karmaşaya sebebiyet vermemek için bu çalışmada aynı
anlamda kullanılacak. İnsanlar, ancak diğer insanlarla ilişki içine girdiğinde güç
olgusu ortaya çıkar. Güç kavramı kontrol, sahiplik ve etki (karar verme sürecinde
etkili olma) kavramları ile yakından ilişkilidir. Bu açıklamaların ışığında güç,
karar verme süreci üzerinde etkili olma, toplumsal kararların şekillenmesinde söz
sahibi olma ve karşıtlarının direncine rağmen amaçlarını gerçekleştirebilme
yeteneği olarak tanımlanabilir. Bir başka deyimle iktidar ya da toplumsal erk,
toplumsal kararların şekillenmesinde etkili ve/veya yetkili olma durumudur
(Arslan, 2012-a: 118-119).
580
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Araştırmanın temelini oluşturan bir diğer kavram ise halktır. Elite teorisi
temelinde incelendiğinde halk iktidar piramidi içinde en alt tabakayı işgal eder.
Halk demek, hiç bir güce ve etkiye sahip olmayan insanlar topluluğu demek
değildir. Halkın oluşturan bireyler de toplumsal kaynaklardan ve güçten sınırlı
da olsa pay alırlar. Demo elit perspektif halka oldukça büyük önem atfeder. Bu
yaklaşımdan hareket eden araştırmacılara göre, elitlerin varlığı ve amaçlarına
ulaşabilmesi, ancak halkla ve halkın açık desteğiyle mümkündür (Arslan, 2007-a:
46-7). Araştırmada kuramsal temel olarak, elit teorisinin alt bileşenlerinden biri
olan demo elit yaklaşım seçilmiştir. Bu nedenle demo elit perspektife kısa bir göz
atmak yerinde olacaktır.
3. ARAŞTIRMANIN KURAMSAL TEMELİ: DEMO ELİT PERSPEKTİF
Toplumsal hayattaki eşitsizlikleri ve toplumsal yapıdaki güç dağılımını
araştıran çalışmalarda ağırlıklı olarak sınıf ya da elit teorisi kullanılır. Araştırma
konusunu en iyi açıklayabilecek potansiyele sahip olması hasebiyle bu çalışmada
elit teorisi kuramsal temel olarak seçilmiştir. Elit-halk farklılaşmasını en etkili
şekilde açıkladığı kabul edilen elit teorisi de kendi içinde dört alt kola ayrılır.
Bunlar başta çoğulcu elit teorisi olmak üzere, seçkinci elit teorisi, demokratik elit
teorisi ve demo elit perspektiftir (Arslan, 1999). Araştırmada, günümüzde bu
teorinin en yaygın kullanılan alt bileşenlerinden biri olan demo elit yaklaşım
kullanılacaktır (Arslan, 2007-a: 44-48).
Bazı araştırmacılar tarafından demokratik elit teorisinin bir açılımı olarak da
kabul edilen demo elit perspektif, özü itibariyle, elitlerin analizinde yeni bir
açılım ortaya koymayı hedefler. Bu yaklaşımın gelişim süreci içinde, çağdaş
sosyologlardan Eva Etzioni (1997; 1993)’nin oldukça önemli bir yeri vardır. Demo
perspektif, öteki elit teorileri ile birçok benzer ve farklı yönlere sahiptir. Örneğin,
demokratik elit teorisi ile oldukça ortak yönleri olmasına rağmen, bu teoriye
oranla daha geliştirilmiş ve ayrıntılı bir teori niteliği taşır. Liberal düşünce ve
demokratik elit teorisi, “güçler ayırımını” ve “güçlerin bağımsızlığını” oldukça
genel bir açıdan ele alırken, demo-elit perspektif bunu daha öze inerek ve ayrıntılı
bir şekilde yapar. Demo elit perspektif elit bağımsızlığını, elitlerin temel
toplumsal kaynaklardan bağımsızlığı esasına dayandırır.
Liberal düşünürler, güçler ayrılığını liberal hükümet ile ilişkilendirirken,
demokratik elit teorisyenleri kuvvetlerin bağımsızlığını, demokrasinin bir parçası
olarak görür. Demo elit perspektif ise bütün bunları demokrasinin can damarı
olarak kabul eder. Demokrasi ile elitlerin bağımsızlığı olgusu arasındaki ilişkiyi,
tarihsel boyutlarıyla ve neden-sonuç ilişkisi bakımından da inceler ve şu sonucu
581
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
ortaya koyar: Elitlerin bağımsızlığı, demokrasinin korunması ve gelişmesi için,
bununla ilişkili olarak da daha demokratik ve eşitlikçi bir demokrasi
yaratabilmek bakımından hayati bir önem taşır.
Öte yandan Marksist ve devlet merkezci teoriler, devletin öteki kaynaklardan
bağımsızlığını vurgularken; demo elit perspektif, devletin gücünün öteki güç
merkezleri tarafından kontrolü üzerinde durur. Yalnızca elitleri değil, “alt-elitler”
(sub-elites) de incelemesi bakımından plüralist elit teorisinden ayrılır. Yine
plüralistlerden farklı olarak, güçlü baskı grupları ile sıradan çıkar grupları
arasındaki farkı da açık bir şekilde ortaya koyar. Demo elit perspektif, özellikle de
anahtar elitlerin (key elites) ve bunların alt elitlerinin, daha etkin bir güce sahip
olduklarını vurgular.
Demo elit yaklaşıma göre, kaynakların kontrolü bakımından elitlerin
hükümetten göreceli bağımsızlığı demokrasi açısından, çok sayıda güç
merkezinin varlığından daha büyük önem ve anlama sahiptir. Elitler toplumlar
açısından, toplumsal değişmenin ana dinamik gücü olması bakımından da ayrı
bir öneme sahiptir.
Özetle, toplumların iktidar yapıları konusunda en etkin ve doyurucu
analizleri yapan teorilerden olan demo elit perspektif, bir bakıma demokratik elit
teorisinin bir açılımı olarak da kabul edilebilir. Bu yaklaşıma göre toplumların
iktidar yapıları “üçlü” (trikotomik) bir görünüm arz eder: Toplumların iktidar
yapısı elitler, alt elitler ve halktan oluşur. Arslan bu üçlü kategorizasyona iki ayrı
kategori daha ekleyerek, bu tasnifi daha ayrıntılı ve sofistike hale getirir. Bu
kategoriler “potansiyel (gölge) elitler” ile “elitimsiler’dir” (Arslan, 1999).
Toplumda en çok etki ve güce sahip olanlar, genellikle toplumsal yapı içinde
en üst konumlarda olan ve toplumsal kaynakların kontrolünü aktif bir şekilde
ellerinde bulunduranlardır. Bu bireyler elitler olarak tanımlanır. Toplumsal güç
piramidinin bir diğer kategorisi “alt elitler” dir. Alt elitler (sub-elites), iktidar
yapısı içerisinde orta düzeyde güç sahibi bireylerden oluşur. Toplumun
hiyerarşik yapısı içinde elitlerin işgal ettiği konumlardan hemen sonra gelen
konumlarda bulunurlar. Elitlerle halk arasında köprü gibidirler ve geleceğin
elitleri genellikle, hepsi birer potansiyel elit adayı olan elitimsiler arasından çıkar.
Halk ise toplumun iktidar yapısı içinde en alt tabakayı işgal eder. Ancak halk
demek, hiç bir güce ve etkiye sahip olmayan insanlar topluluğu demek değildir.
Onlarda temel toplumsal kaynaklardan ve toplumsal güçten belli bir oranda pay
582
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
alırlar. Fakat bu pay, elitlere ve alt elitlere kıyasla en alt düzeydedir. Demo elit
perspektif halka oldukça büyük önem atfeder. Elitlerin varlığı ve amaçlarını
gerçekleştirebilmesini, ancak halkla ve halkın açık desteğiyle mümkün görür.
Toplumsal hayatta demokratik sistemin işleyişi ve demokratik düzenin
sağlıklı bir şekilde devamı için, halk ile elit tabaka arasında elit dolaşımını
mümkün kılan kurumsal kanalların var olması ve bu kanalların sürekli açık
olması hayati önem arz eder. Bu açıdan halk, yalnızca siyasi elitler için değil,
öteki elitler için de büyük önem taşır. Etzioni’nin (1993: 108) de vurguladığı gibi,
elitler en azından kendi varlık sebebi olduğu için halka ihtiyaç duyarlar. Yalnızca
var olabilmek açısından değil, aynı zamanda elitlerin kendi amaçlarını
gerçekleştirebilmesi için de halk, onlar açısından olmazsa olmaz bir ön şarttır.
Kısacası denilebilir ki, elitler ve alt elitler her şeyden öte oy verene, okuyucuya,
dinleyiciye, müşteriye ve bu listeye eklenebilecek daha birçok şeye olan
ihtiyaçlarından dolayı halka zorunlu olarak bağımlıdırlar.
4. GÖRÜŞÜLEN BİREYLERİN TOPLUMSAL PROFİLLERİ
Bireylerin sosyo demografik özellikleri, hemen her sosyolojik araştırmada,
dikkate alınan olgulardır. Özellikle yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, toplumsal,
ekonomik ve kültürel konuma ilişkin değerlendirmeler vb. değişkenler,
toplumbilimsel araştırmalarda son derece büyük önem arz eder. Ana projede,
bireylerin sosyal demografik özelliklerine ilişkin son derece detaylı bilgiler
toplanmış olmakla birlikte, bu çalışmada bunlardan yalnızca bazıları üzerinde
durulacak. Daha net bir anlatımla bu çalışmada, araştırmanın konu ve amacı ile
doğrudan ilgisi olduğu düşünülen cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi, toplumsal ve
sınıfsal konum gibi temel değişkenler kullanılacak. Bireylerin iktidar ve iktidar
seçkinlerine yönelik algıları da bu bağımsız değişkenler temelinde analiz
edilecek.
Tablo 1: Görüşülen Bireylerin Cinsiyetleri
Sayı
Cinsiyet Kadın
770
Erkek
650
Toplam 1420
Yüzde
54,2
45,8
100,0
Geçerli Yüzde
54,2
45,8
100,0
Toplamlı
Yüzde
54,2
100,0
Cinsiyet
olgusu,
sosyolojik
araştırmaların
olmazsa
olmaz
değişkenlerindendir. Bu çalışmada da gelenek bozulmadı ve cinsiyet değişkeni ile
işe başlandı. Araştırma deseni oluşturulurken ve örneklem grubu dizayn
583
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
edilirken, evrenin yaşa ilişkin özellikleri de dikkate alındı. Bu bağlamda, Tablo
1’de görüldüğü gibi görüşülen kişilerin yaklaşık yüzde 54’ünü kadınlar, yüzde
46’sını da erkekler oluşturmaktadır.
Tablo 2: Bireylerin Yaş Özellikleri
N
Geçerli
Eksik
Ortalama Yaş
Medyan
Mod
Standart Sapma
Ranj
Minimum
Maksimum
1412
8
41,2443
40,0000
38,00
13,48682
74,00
17,00
91,00
Böylesi sosyolojik araştırmalarda dikkate alınan ikinci bir demografik faktör
ise yaş değişkenidir. Araştırmada, toplumun farklı yaş gruplarından bireylerin
görüşlerini yansıtabilmek amacıyla, yaş değişkeni bağlamında ranj son derece
geniş tutuldu. Tablo 2’de de görüldüğü gibi görüşülen bireylerin en genci 17 ve
en yaşlısı ise 91 yaşındadır. Bu değerlerin yaşa dair ranjın 74 gibi son derece
yüksek bir sayıya karşılık geldiğini göstermektedir. Öte yandan görüşülen
bireylerin yaş ortalaması 41, bireylerin yaşlarının medyanı ise 40’tır.
Tablo 3: Görüşülen Bireylerin Yaş Gruplarına Dağılımı
Geçerli
Sayı
Yüzde Yüzde
Geçerli 1,00 (20 ve altı)
59
4,2
4,2
2,00 (21-30)
296
20,8
20,8
3,00 (31-40)
385
27,1
27,1
4,00 (41-50)
346
24,4
24,4
5,00 (51-60)
217
15,3
15,3
6,00 (61-70)
85
6,0
6,0
7,00 (71 ve yukarısı) 32
2,3
2,3
Toplam
1420
100,0
Toplamlı
Yüzde
4,2
25,0
52,1
76,5
91,8
97,7
100,0
100,0
Araştırma gerçekleştirilirken bireylerin yaş gruplarına göre dağılımı da
dikkate alındı. Bu bağlamda, ayrıntısı Tablo 3’te görüldüğü gibi 7 ayrı yaş grubu
belirlendi. Özellikle de bireylerin 21 ile 60 yaş arasında yoğunlaştığı dikkat
584
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
çekmektedir. Bir başka ifadeyle, araştırma gerçekleştirilirken, ailesi ve kendisine
dair söz söyleyebilecek durum ve yeterlilikte bireylerle görüşmeye öncelik
verildi. Bu gerçekleştirilirken de toplumsal yaş piramidinin temel dinamikleri de
gözden ırak tutulmadı.
Tablo 4: Görüşülen Bireylerin Eğitim Düzeyleri
Geçerli Okuma-yazma yok
Okur-yazar
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Lisansüstü eğitim
Toplam
Hariç
Toplam
Sayı
76
61
423
184
382
272
9
1407
13
1420
Yüzde
5,4
4,3
29,8
13,0
26,9
19,2
0,6
99,1
,9
100,0
Geçerli Yüzde
5,4
4,3
30,1
13,1
27,1
19,3
0,6
100,0
Toplamlı
Yüzde
5,4
9,7
39,8
52,9
80,0
99,4
100,0
Başta da belirtildiği gibi, çalışma gerçekleştirilirken dikkate alınan bir diğer
önemli toplumsal olgu da eğitim olgusudur. Araştırmada, hemen her eğitim
grubundan bireylerle görüşülmeye ayrı özen gösterildi. Tablo 4’te de görüldüğü
gibi araştırmada, okuma yazması olmayan bireylerden yüksek lisans ve doktora
yapmış bireylere kadar, her eğitim kategorisinden bireylerle görüşüldü.
Tablo 5: Görüşülen Bireylerin Sosyal Ekonomik Durumları
Geçerli
Hariç
Toplam
Çok
zengin
Zengin
Orta
Fakir
Çok fakir
Toplam
Sayı
Yüzde
Toplamlı
Geçerli Yüzde Yüzde
5
0,4
0,4
0,4
37
958
328
86
1414
6
1420
2,6
67,5
23,1
6,1
99,6
0,4
100,0
2,6
67,8
23,2
6,1
100,0
3,0
70,7
93,9
100,0
585
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Araştırmada bireylerin toplumsal, ekonomik ve kültürel konumları da,
çalışmanın üzerine inşa edildiği temel değişkenlerdendir. Bir başka tabirle
çalışmada, bireylerin iktidara dair algı ve değerlendirmelerinin sosyal ekonomik
ve sosyo kültürel durumları temelinde bir farklılaşma gösterip göstermediği de
araştırıldı. Bu bağlamda bireylerin kendilerini konumlandırdığı, ya da aitlik bağı
hissettikleri toplumsal gruplar kategoriler temel alındı.
Tablo 6: Görüşülen Bireylerin Sosyal Kültürel Durumları
Geçerli
Sayı
Yüzde
Yüzde
Geçerli
Üst
69
4,9
4,9
Ortanın
270
19,0
19,2
üstü
Orta
853
60,1
60,6
Ortanın
148
10,4
10,5
altı
Alt
68
4,8
4,8
Toplam
1408
99,2
100,0
Hariç
12
0,8
Toplam
1420
100,0
Toplamlı
Yüzde
4,9
24,1
84,7
95,2
100,0
Daha net bir ifadeyle bireylere bu bağlamda iki ayrı sistematik soru
yöneltildi: Bireylerden sosyal ekonomik ve sosyal kültürel durumlarına ilişkin bir
tasnif yapmaları istendi. Bu sorularda, toplumsal sınıf analizlerinde sıklıkla
kullanılan beşli tasnif temel alındı. Bu bağlamda, Tablo 5 ve Tablo 6’da açıkça
görüldüğü gibi, hemen her toplumsal kesimden bireylerle görüşülerek, bu
bağlamda toplumun genelinin fikirlerinin araştırmaya yansıtılması sağlandı.
5. TÜRKİYE’NİN SİYASİ YAPISI
Daha önce de vurgulandığı gibi bu çalışmada, bireylerin “güç-iktidar olgusu”
ve gücün toplum kesimleri arasındaki dağılımı konusunda, algılamalarının ve
düşüncelerinin ölçülmesi hedeflendi. Bu bağlamda çalışmada, ayrıntıları
yukarıda verilen araştırma kapsamında gerçekleştirilen çalışmada elde edilen veri
seti kullanıldı. Bireylerin sosyal demografik özellikleri ile ilgili sorulara verilen
yanıtlar araştırmanın temel bağımsız değişkenlerini oluşturdu. Öte yandan
bireylerin, günümüz Türk toplumunun iktidar yapısına ilişkin algılamaları
soruldu: “Ülkemizde toplumun genelini ilgilendiren sosyal, ekonomik ve siyasi
kararların alınmasında rol oynayan en etkili toplumsal grupların hangileri
586
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
olduğu” şeklinde yöneltilen soruya verilen yanıtlar, ana bağımlı değişken olarak
kullanıldı.
Ayrıntılı analizlere geçmeden önce hemen vurgulamak gerekir ki
araştırmanın bulguları, araştırmacının daha önceki yıllarda, elit gruplarına
yönelik olarak gerçekleştirdiği araştırmalarda, “Türk toplumunun iktidar yapısı
ve Türk iktidar seçkinleri” konusunda ortaya koyduğu bulguları (Arslan, 2005-a;
2005-b; 2004) destekler doğrultudadır. Arslan’ın Türk iktidar seçkinlerine yönelik
saptamaları, Mills’in (1956) Amerikan iktidar seçkinleri ile ilgili bulgularıyla
oldukça benzer yönler taşımaktadır. Bilindiği gibi Mills’e göre, o dönem
Amerikan toplum yapısı içinde, karar verme sürecinde belirleyici rol oynayan üç
önemli elit grubu vardır. Bunlar siyasi elitler, ekonomi elitleri ve askeri elitlerdir.
Bu elit gruplarının aralarında etkin sosyal ilişkiler, ortak değerler, ilgi ve çıkarlar
vardır. Bu en güçlü ve en etkin elit gruplarının birlikteliği “iktidar seçkinlerini”
oluşturur. Arslan ise çalışmalarında (Arslan, 2011-b; 2011-c; 2011-d, 1999), Türk
iktidar seçkinlerinin üç elit grubunun değil, dört elit grubunun bileşkesinden
oluştuğuna dikkat çekmektedir. Bunlar ekonomi elitleri, siyasi elitler, askeri
elitler ve medya elitleridir.
5.1. Türk Toplumunda İktidarın Dağılımı
Araştırma kapsamında, konu ile ilgili olarak öncelikle bireylerin, Türk
toplumunun iktidar yapısına ilişkin algılamaları soruldu: “Ülkemizde toplumun
genelini ilgilendiren sosyal, ekonomik ve siyasi kararların alınmasında rol
oynayan en etkili toplumsal grupların hangileri olduğu” şeklinde yöneltilen
soruya verilen yanıtlar temel alınarak ulaşılan bulgular, aşağıdaki tablolarda
ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır.
Tablo 7: Görüşülen Bireylere Göre En Güçlü Elit Grupları
Geçerli
Sayı
Yüzde
Yüzde
Geçerli Cevapsız
65
4,6
4,6
Sendikalar
39
2,7
2,7
Politikacılar
667
47,0
47,0
Askerler
223
15,7
15,7
İşadamları
101
7,1
7,1
Üniversite
45
3,2
3,2
Bürokratlar
28
2,0
2,0
Medya
110
7,7
7,7
Yargı
19
1,3
1,3
587
Toplamlı
Yüzde
4,6
7,3
54,3
70,0
77,1
80,3
82,3
90,0
91,3
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Tarikatlar
Sivil
toplum
kuruluşları
Dış ülkeler-ABD
Fikri yok
Toplam
67
4,7
4,7
96,1
3
0,2
0,2
96,3
49
4
1420
3,5
0,3
100,0
3,5
0,3
100,0
99,7
100,0
Araştırmada öncelikle toplumsal yapı içindeki en güçlü bireylerin
belirlenmesi hedeflendi. Ardından sırasıyla ikinci, üçüncü ve dördüncü derecede
güçlü bireyler ve onların oluşturduğu elit gruplarına yönelik algının ortaya
konması hedeflendi. Bu bağlamda araştırmanın bulguları, toplumun genelini
ilgilendiren sosyal, ekonomik ve siyasal kararların alınmasında toplumda en
belirleyici konumdaki bireylerin politikacılar olduğunu göstermektedir. Tablo
7’de de görüldüğü gibi ikinci sırada, yaklaşık yüzde 16’lık bir oranla askerler ön
plana çıkmaktadır. Askerleri ise medya mensuplarının oluşturduğu medya
elitleri takip etmektedir. Toplumsal ve siyasal güç hiyerarşisinin dördüncü
sırasında ise işadamları, yani ekonomik elitleri yer almaktadır.
Tablo 8: Görüşülen Bireylere Göre İkinci Derecede Güçlü Elit Grupları
Geçerli
Toplamlı
Sayı
Yüzde
Yüzde
Yüzde
Geçerli Cevapsız
236
16,6
16,6
16,6
Sendikalar
37
2,6
2,6
19,2
Politikacılar
211
14,9
14,9
34,1
Askerler
302
21,3
21,3
55,4
İşadamları
185
13,0
13,0
68,4
Üniversite
71
5,0
5,0
73,4
Bürokratlar
64
4,5
4,5
77,9
Medya
162
11,4
11,4
89,3
Yargı
65
4,6
4,6
93,9
Tarikatlar
62
4,4
4,4
98,2
Sivil
toplum
4
0,3
0,3
98,5
kuruluşları
Dış ülkeler-ABD
20
1,4
1,4
99,9
Kürtler
PKK
1
0,1
0,1
100,0
sempatizanları
Toplam
1420
100,0
100,0
588
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İkinci önemli elit grupları konusunda ise ordu mensupları, yani askeri elitler
ön plana çıkmaktadır. Tablo 8’de de görüldüğü gibi askeri elitlerin ardından ise
sırasıyla siyasi elitler, ekonomi elitleri ve medya elitleri gelmektedir.
Tablo 9: Görüşülen Bireylere Göre Üçüncü Derecede Güçlü Elit Grupları
Geçerli
Toplamlı
Sayı
Yüzde
Yüzde
Yüzde
Geçerli
Cevapsız
411
28,9
28,9
28,9
Sendikalar
35
2,5
2,5
31,4
Politikacılar
92
6,5
6,5
37,9
Askerler
97
6,8
6,8
44,7
İşadamları
203
14,3
14,3
59,0
Üniversite
86
6,1
6,1
65,1
Bürokratlar
97
6,8
6,8
71,9
Medya
225
15,8
15,8
87,7
Yargı
83
5,8
5,8
93,6
Tarikatlar
73
5,1
5,1
98,7
Sivil
toplum
7
0,5
0,5
99,2
kuruluşları
Dış ülkeler-ABD 9
0,6
0,6
99,9
Mafya
2
0,1
0,1
100,0
Toplam
1420
100,0
100,0
Üçüncü önemli elit grupları incelendiğinde ise en önemli güç merkezi olarak
medya ön plana çıkmaktadır. Medyanın hemen ardından işadamları üçüncü
derecede önemli elit grupları sıralamasında ikinci sırayı almaktadır. Onları ise
askerler, bürokratlar ve politikacılar izlemektedir (Tablo 9).
Tablo 10: Görüşülen Bireylere Göre Dördüncü Derecede Güçlü Elit
Grupları
Geçerli
Toplamlı
Sayı Yüzde Yüzde
Yüzde
Geçerli Cevapsız
575
40,5
40,5
40,5
Sendikalar
33
2,3
2,3
42,8
Politikacılar
72
5,1
5,1
47,9
Askerler
65
4,6
4,6
52,5
İşadamları
105
7,4
7,4
59,9
Üniversite
59
4,2
4,2
64,0
Bürokratlar
110
7,7
7,7
71,8
589
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Medya
Yargı
Tarikatlar
Sivil
toplum
kuruluşları
Dış ülkeler-ABD
Mafya
Zenginler
Toplam
189
115
79
13,3
8,1
5,6
13,3
8,1
5,6
85,1
93,2
98,7
2
0,1
0,1
98,9
14
1
1
1420
1,0
0,1
0,1
100,0
1,0
0,1
0,1
100,0
99,9
99,9
100,0
Toplumsal kararların alınmasında belirleyici rol oynayan dördüncü derecede
etkili elit grupları incelendiğinde ise başta vurgulanan bulgulara paralel bir
şekilde medya elitleri başı çekmektedir. Onları yargı elitleri, bürokrasi elitleri ve
ekonomi elitleri izlemektedir (Tablo 10).
5.2. Türk Toplumunda Cinsiyet Bağlamında İktidarın Dağılımı
Daha önce de vurgulandığı gibi araştırmada yalnızca toplumdaki iktidar
algıcı ve gücün dağılımına dair betimleyici değerlendirmelerle yetinilmedi.
Araştırmada bunlara ilaveten, bu algı ve düşüncelerin, temel sosyal demografik
değişkenlere bağlı olarak değişim gösterip göstermediği de irdelendi. Tablo
11’deki bulgular, cinsiyet ile toplumdaki en güçlü elit gruplarına dair algı
arasında anlamlı bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Daha net bir anlatımla
bu iki değişken arasında düşük düzeyde de olsa pozitif bir ilişki bulunmaktadır.
Bir başka ifadeyle güç algısı, cinsiyet değişkenine bağlı olarak anlamlı farklılıklar
arz etmektedir.
Tablo 11: En Güçlü Elit Gruplarının Cinsiyete Bağlı Değişimine Dair
İstatistiki Bulgular
Nominal
Nominal
by Phi
Cramer's V
Contingency
Coefficient
N
Value
0,146
0,146
Approx. Sig.
0,003
0,003
0,144
0,003
1420
590
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Tablo 12: Cinsiyet Bağlamında Güçlü Elit Grupları
CİNSİYET
Kadın
Erkek
GÜÇLÜ ELİT Cevapsız
Sayı
50
15
GRUBU
% Güç
76,9%
23,1%
% Cinsiyet
6,5%
2,3%
Sendikalar
Sayı
18
21
% Güç
46,2%
53,8%
% Cinsiyet
2,3%
3,2%
Politikacılar
Sayı
386
281
% Güç
57,9%
42,1%
% Cinsiyet
50,1%
43,2%
Askerler
Sayı
104
119
% Güç
46,6%
53,4%
% Cinsiyet
13,5%
18,3%
İşadamları
Sayı
47
54
% Güç
46,5%
53,5%
% Cinsiyet
6,1%
8,3%
Üniversite
Sayı
21
24
% Güç
46,7%
53,3%
% Cinsiyet
2,7%
3,7%
Bürokratlar
Sayı
16
12
% Güç
57,1%
42,9%
% Cinsiyet
2,1%
1,8%
Medya
Sayı
55
55
% Güç
50,0%
50,0%
% Cinsiyet
7,1%
8,5%
Yargı
Sayı
10
9
% Güç
52,6%
47,4%
% Cinsiyet
1,3%
1,4%
Tarikatlar
Sayı
31
36
% Güç
46,3%
53,7%
% Cinsiyet
4,0%
5,5%
Sivil toplum Sayı
2
1
kuruluşları
% Güç
66,7%
33,3%
% Cinsiyet
0,3%
0,2%
591
Toplam
65
100,0%
4,6%
39
100,0%
2,7%
667
100,0%
47,0%
223
100,0%
15,7%
101
100,0%
7,1%
45
100,0%
3,2%
28
100,0%
2,0%
110
100,0%
7,7%
19
100,0%
1,3%
67
100,0%
4,7%
3
100,0%
0,2%
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Toplam
Dış
ülkeler- Sayı
ABD
% Güç
% Cinsiyet
Fikri yok
Sayı
% Güç
% Cinsiyet
Sayı
% Güç
% Cinsiyet
27
22
49
55,1%
3,5%
3
75,0%
0,4%
770
54,2%
100,0%
44,9%
3,4%
1
25,0%
0,2%
650
45,8%
100,0%
100,0%
3,5%
4
100,0%
0,3%
1420
100,0%
100,0%
Güç algısı ile cinsiyet bağımsız değişkeni arasındaki ilişki Tablo 12’de daha
ayrıntılı bir şekilde analiz edilebilir. Araştırma kapsamında görüşülen kadınlara
göre toplumdaki en güçlü elit grubu şöyle sıralanmaktadır: Yüzde 50’lik oranla
siyasi elitler başı çekmektedir. Politikacıları askerler, medya ve işadamları takip
etmektedir. Erkeklerde de en güçlü dört elit grubu sıralaması kadınlardakine
benzer niteliktedir. Bununla birlikte erkeklerin politikacılara atfettikleri güç,
kadınlardan yaklaşık yüzde 14 daha düşüktür. Öte yandan erkekler tarafından
askerlere, patronlara ve medyaya atfettikleri güç kadınların atfettiklerinden bir
hayli fazladır. Özellikle de erkeklerin orduya atfettikleri güç kadınlardan yüzde
35 daha fazladır. Bu durum erkeklerin, zorunlu askerlik görevleri sebebiyle ordu
kurumu ile daha yakın ilişkiye girme zorunlulukları ve bu sebeple de askeri
elitlerin gücünü daha yakından tanıma fırsatı buluyor olmaları gerçeği ile
ilişkilendirilebilir.
Tablo 13: İkinci Derecede Güçlü Elit Grubu Algısı ile Cinsiyet Arasındaki
İlişki
Nominal by Nominal
Phi
Cramer's V
Contingency Coefficient
N
Value
0,128
0,128
0,127
1420
Approx. Sig.
0,025
0,025
0,025
En güçlü elit grupları ile cinsiyet arasındakine benzer bir istatistiksel ilişki,
toplumdaki en güçlü ikinci ve üçüncü elit gruplarına ilişkin algılamalarda da
gözlemlenebilir. Tablo 13’te görüldüğü gibi en güçlü ikinci elit grubu algısı da
cinsiyet değişkenine bağlı olarak anlamlı farklılıklar sergilemektedir. Bu iki
592
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
değişken arasında
bulunmaktadır.
düşük
düzeyde
de
olsa,
anlamlı
bir
pozitif
Tablo 14: Cinsiyet Bağlamında İkinci Derecede Güçlü Elit Grupları
CİNSİYET
İKİNCİ
GÜÇLÜ
ELİT GRUBU
Cevapsız
Sendikalar
Politikacılar
Askerler
İşadamları
Üniversite
Bürokratlar
Medya
Yargı
Tarikatlar
Sivil toplum
kuruluşları
Kadın
Erkek
Toplam
151
85
236
% İkinci güçlü
64,0%
36,0%
100,0%
% Cinsiyet
19,6%
13,1%
16,6%
Sayı
20
17
37
% İkinci güçlü
54,1%
45,9%
100,0%
% Cinsiyet
2,6%
2,6%
2,6%
Sayı
109
102
211
% İkinci güçlü
51,7%
48,3%
100,0%
% Cinsiyet
14,2%
15,7%
14,9%
Sayı
170
132
302
% İkinci güçlü
56,3%
43,7%
100,0%
% Cinsiyet
22,1%
20,3%
21,3%
Sayı
81
104
185
% İkinci güçlü
43,8%
56,2%
100,0%
% Cinsiyet
10,5%
16,0%
13,0%
Sayı
36
35
71
% İkinci güçlü
50,7%
49,3%
100,0%
% Cinsiyet
4,7%
5,4%
5,0%
Sayı
36
28
64
% İkinci güçlü
56,3%
43,8%
100,0%
% Cinsiyet
4,7%
4,3%
4,5%
Sayı
91
71
162
% İkinci güçlü
56,2%
43,8%
100,0%
% Cinsiyet
11,8%
10,9%
11,4%
Sayı
35
30
65
% İkinci güçlü
53,8%
46,2%
100,0%
% Cinsiyet
4,5%
4,6%
4,6%
Sayı
32
30
62
% İkinci güçlü
51,6%
48,4%
100,0%
% Cinsiyet
4,2%
4,6%
4,4%
2
2
4
50,0%
50,0%
100,0%
Sayı
Sayı
% İkinci güçlü
593
ilişki
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
% Cinsiyet
Dış ülkelerABD
Kürtler
PKK
sempatizanları
0,3%
0,3%
0,3%
7
13
20
% İkinci güçlü
35,0%
65,0%
100,0%
% Cinsiyet
0,9%
2,0%
1,4%
0
1
1
0
100,0
%
100,0%
% Cinsiyet
0
0,2%
0,1%
Sayı
770
650
1420
% İkinci güçlü
54,2%
45,8%
100,0%
100,0%
100,0
%
100,0%
Sayı
Sayı
% İkinci güçlü
Toplam
% Cinsiyet
Bu ilişkinin detayları Tablo 14’te ayrıntılı bir şekilde görülebilir. Daha net bir
anlatımla kadınlara göre toplumdaki ikinci derecede en güçlü gruplar önem
sırasına göre askerler, politikacılar, medya ve işadamları oluşturmaktadır.
Erkekler de ise bu gruplar askerler, işadamları, politikacılar ve medya şeklinde
sıralanmaktadır. Görüldüğü gibi ikinci derecede en güçlü elit grupları
algılamasında sıralama değişmektedir. Bununla birlikte hem kadınların ve hem
de erkeklerin ikinci derecede güç atfettikleri elit gruplarının kombinasyonu
aynıdır. Öte yandan kadınların askeri elitlere atfettikleri değer erkeklerinkinden
yüzde 10 daha farklılık gösterirken, erkeklerin işadamlarına atfettikleri değerin
kadınlardan yüzde 60 daha fazla olması dikkat çekmektedir.
Tablo 15: Üçüncü Derecede Güçlü Elit Grubu Algısı ile Cinsiyet
Arasındaki İlişki
Nominal by Nominal
Phi
Cramer's V
Contingency Coefficient
N
Value
0,142
0,142
0,141
1420
Approx. Sig.
0,004
0,004
0,004
Tablo 16: Cinsiyet Bağlamında Üçüncü Derecede Güçlü Elit Grupları
CİNSİYET
Kadın
Erkek
Toplam
ÜÇÜNCÜ
Cevapsız
Sayı
255
156
411
GÜÇLÜ ELİT
594
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
GRUBU
Sendikalar
Politikacılar
Askerler
İşadamları
Üniversite
Bürokratlar
Medya
Yargı
Tarikatlar
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
595
62,0%
38,0%
100,0%
33,1%
21
24,0%
14
28,9%
35
60,0%
40,0%
100,0%
2,7%
36
2,2%
56
2,5%
92
39,1%
60,9%
100,0%
4,7%
55
8,6%
42
6,5%
97
56,7%
43,3%
100,0%
7,1%
96
6,5%
107
6,8%
203
47,3%
52,7%
100,0%
12,5%
47
16,5%
39
14,3%
86
54,7%
45,3%
100,0%
6,1%
54
6,0%
43
6,1%
97
55,7%
44,3%
100,0%
7,0%
115
6,6%
110
6,8%
225
51,1%
48,9%
100,0%
14,9%
41
16,9%
42
15,8%
83
49,4%
50,6%
100,0%
5,3%
39
6,5%
34
5,8%
73
53,4%
46,6%
100,0%
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Toplam
% Cinsiyet
Sivil toplum Sayı
kuruluşları
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Dış
ülkeler- Sayı
ABD
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Mafya
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
Sayı
%
Üçüncü
güçlü
% Cinsiyet
5,1%
5,2%
5,1%
5
2
7
71,4%
28,6%
100,0%
0,6%
0,3%
0,5%
6
3
9
66,7%
33,3%
100,0%
0,8%
0
0,5%
2
0,6%
2
0
100,0%
100,0%
0
770
0,3%
650
0,1%
1420
54,2%
45,8%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
Çalışmanın bu bölümünde cinsiyet ile üçüncü derecede önemli elit grupları
elit grupları arasındaki ilişki de araştırıldı. Bulgular en güçlü ilk iki elit grubuna
yönelik algılar ile cinsiyet arasındakine benzer bir görünüm sergilemektedir. Bir
başka anlatımla cinsiyet değişkeni ile toplumsal yapıdaki üçüncü derecede güçlü
gruplara ilişkin değerlendirmeler arasında da pozitif yönde ve sınırlı bir anlamlı
ilişki gözlemlenmektedir (Tablo 15).
Konu biraz daha analiz edildiğinde bu ilişki daha net bir şekilde görülebilir.
Kadınlara göre toplumsal kararların alınmasında üçüncü derecede önemli rol
oynayan gruplar sırasıyla medya, işadamları, askerler ve bürokratlardır.
Erkeklerin algılamasında ise askerler ilk dörtteki yerini politikacılara bırakır.
Sıralama ise medya, işadamları, politikacılar ve bürokratlar şeklinde gerçekleşir
(Tablo 16).
5.3. Türk Toplumunda Yaş Faktörü Bağlamında İktidarın Dağılımı
Böylesi temel sosyolojik araştırmaların vazgeçilmez bağımsız değişkenlerden
bir diğeri de yaş faktörüdür. Araştırmada da bu gelenek takip edildi ve halkın,
toplumsal yapı içinde iktidarın dağılımı ve iktidar seçkinleri ile ilgili algıları
596
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
analiz edilirken yaş faktörü bağlamında bireylerin algılarında bir farklılaşma olup
olmadığı hususu da araştırıldı.
Tablo 17: En Güçlü Elit Grubu Algısı ile Cinsiyet Arasındaki İlişki
Nominal by Nominal
Phi
Cramer's V
Contingency Coefficient
N Geçerli
Value
0,261
0,106
0,252
1420
Approx. Sig.
0,029
0,029
0,029
Tablo 17’de de görüldüğü gibi bireylerin toplumsal yapı içindeki en güçlü
gruplara dair algılamaları ile yaş değişkeni arasında anlamlı bir pozitif ilişki
bulunmaktadır. Bir başka anlatımla, toplumdaki bireylerin güç algısı ile yaş
arasında, düşük düzeyde de olsa, yok sayılamayacak derecede önemli bir pozitif
ilişkinin varlığı dikkat çekmektedir.
Bu ilişki ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde, son derece dikkat çekici
bulgularla karşılaşılır. Tablo 18’de de görüldüğü gibi, yaşı 20’nin altındaki en
genç gruba göre toplumdaki en önemli elit grupları arasında ilk sırayı siyasi
elitler alır. Siyasi elitleri ise yine son derece yüksek bir oranlar askeri elitler izler.
Onlara göre en güçlüler arasında üçüncü sırayı ise yüzde 8,5 aynı oran ile
tarikatlar ve medya paylaşır.
Buna karşın en yaşlıların algısında ise gençlere kıyasla oldukça önemli
farklılıklar göze çarpar. En yaşlılar toplumsal hayatta da en büyük gücü, yaklaşık
yüzde 60 gibi son derece yüksek bir oranla politikacılara atfetmektedirler. Burada
dikkat çekici olan en yaşlıların siyasi elitlere atfettikleri güç, en geçlerin
atfettiklerinden yaklaşık yüzde 67 daha fazladır. En yaşlıların güç sıralamasında
da ikinci sırayı yine askeri elitler alır. Ancak üçüncü sırada ise çarpıcı bir farklılık
ortaya çıkar: Toplumsal ve siyasal kararların alınmasındaki en etkili üçüncü grup
olarak dış ülkeler ve ABD’nin ismi ön plana çıkar. Dördüncü sırada ise daha da
karmaşık bir durum ile karşılaşılır. Yaşlıların hayat tecrübeleri, hayati kararlar
alınırken üniversitelerin, tarikatların, bürokratların ve sendikaların eşit oranda
etkiye sahip olduğuna işaret etmektedir.
Halk arasında, yaşlılar kategorisinde değerlendirebileceğimiz 61-70
grubundaki bireylerin gücün dağılımına yönelik algılarında da en
yaşlılarınınkine benzerlikler gözlemlenir. En güçlü ilk iki elit grubu sıralaması
597
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
siyasi elitler ve askeri elitler şeklinde gerçekleşir. Bununla birlikte, üçüncü sırada
ise aynı oranlarla üniversite, medya ve tarikatlar ön plana çıkar. Orta yaş grubu
olarak kabul edebileceğimiz 51-60 yaş grubu arasında ise en güçlü elit grubu,
diğer yaş gruplarında olduğu gibi siyasi elitlerdir.
Tablo 18: Yaş Gruplarına Göre Güçlü Elit Grupları
GÜÇLÜ
ELİT
GRUBU
Cevapsız
Sendikalar
Politikacılar
Askerler
İşadamları
Üniversite
Bürokratlar
Medya
Yargı
Tarikatlar
YAŞ GRUPLARI
1,00
2,00
(20, -)
(21-30)
3,00
(31-40)
4,00
(41-50)
5,00
(51-60)
6,00
(61-70)
7,00
(71, +)
Toplam
1
16
22
8
12
5
1
65
% Güç
1,5%
24,6%
33,8%
12,3%
18,5%
7,7%
1,5%
100,0%
% Yaş
1,7%
5,4%
5,7%
2,3%
5,5%
5,9%
3,1%
4,6%
Sayı
1
6
13
5
9
4
1
39
Güç
2,6%
15,4%
33,3%
12,8%
23,1%
10,3%
2,6%
100,0%
Yaş
1,7%
2,0%
3,4%
1,4%
4,1%
4,7%
3,1%
2,7%
Sayı
21
141
181
169
95
41
19
667
Güç
3,1%
21,1%
27,1%
25,3%
14,2%
6,1%
2,8%
100,0%
Yaş
35,6%
47,6%
47,0%
48,8%
43,8%
48,2%
59,4%
47,0%
Sayı
17
44
67
45
31
14
5
223
Güç
7,6%
19,7%
30,0%
20,2%
13,9%
6,3%
2,2%
100,0%
Yaş
28,8%
14,9%
17,4%
13,0%
14,3%
16,5%
15,6%
15,7%
Sayı
2
25
21
28
23
2
0
101
Güç
2,0%
24,8%
20,8%
27,7%
22,8%
2,0%
0
100,0%
Yaş
3,4%
8,4%
5,5%
8,1%
10,6%
2,4%
0
7,1%
Sayı
2
13
13
8
3
5
1
45
Güç
4,4%
28,9%
28,9%
17,8%
6,7%
11,1%
2,2%
100,0%
Yaş
3,4%
4,4%
3,4%
2,3%
1,4%
5,9%
3,1%
3,2%
Sayı
1
5
12
6
3
0
1
28
Güç
3,6%
17,9%
42,9%
21,4%
10,7%
0
3,6%
100,0%
Yaş
1,7%
1,7%
3,1%
1,7%
1,4%
0
3,1%
2,0%
Sayı
5
21
26
37
16
5
0
110
Güç
4,5%
19,1%
23,6%
33,6%
14,5%
4,5%
0
100,0%
Yaş
8,5%
7,1%
6,8%
10,7%
7,4%
5,9%
0
7,7%
Sayı
2
4
5
5
3
0
0
19
Güç
10,5%
21,1%
26,3%
26,3%
15,8%
0
0
100,0%
Yaş
3,4%
1,4%
1,3%
1,4%
1,4%
0
0
1,3%
Sayı
5
14
13
16
13
5
1
67
Güç
7,5%
20,9%
19,4%
23,9%
19,4%
7,5%
1,5%
100,0%
Sayı
598
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Yaş
Sivil toplum
kuruluşları
Dış ülkelerABD
8,5%
4,7%
3,4%
4,6%
6,0%
5,9%
3,1%
4,7%
1
2
0
0
0
0
0
3
0
0
0
Güç
33,3%
66,7%
0
0
100,0%
Yaş
1,7%
,7%
0
0
0
0
0
,2%
Sayı
1
5
12
17
8
4
2
49
Güç
2,0%
10,2%
24,5%
34,7%
16,3%
8,2%
4,1%
100,0%
Yaş
1,7%
1,7%
3,1%
4,9%
3,7%
4,7%
6,3%
3,5%
Sayı
0
0
0
2
1
0
1
4
Güç
0
0
0
50,0%
25,0%
0
25,0%
100,0%
Yaş
0
0
0
0,6%
0,5%
0
3,1%
0,3%
Sayı
59
296
385
346
217
85
32
1420
Güç
4,2%
20,8%
27,1%
24,4%
15,3%
6,0%
2,3%
100,0%
Yaş
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
Fikri yok
Toplam
Sayı
Onları sırasıyla, askeri elitler, ekonomi elitleri ve medya elitleri takip eder
(Tablo 18). Öte yandan, bu bağlamda dikkat çeken bir başka önemli bulgu da,
medyaya gençler ve orta yaş grubundaki bireyler oldukça yüksek oranda güç
atfederken, yaşlıların güç hiyerarşisi içinde medyaya hiçbir şans tanımamasıdır.
Geleneksel olarak toplumdaki en güçlü elit grubu denildiğinde politikacılar
akla gelir. Politikacılara en yüksek gücün, en yaşlı bireyler tarafından atfedilmesi
de bu bağlamda son derece anlamlıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nin ve dış
ülkelerin, toplumun genelini ilgilendiren kararların alınmasında etkili olan bir
güç grubu olduğuna dair en yüksek algı da yine yaşlılar arasında egemendir.
Tablo 19: İkinci Güçlü Elit Grubu Algısı ile Cinsiyet Arasındaki İlişki
Nominal by Nominal
Phi
Cramer's V
Contingency Coefficient
N
Value
0,246
0,100
0,239
1420
Approx. Sig.
0,127
0,127
0,127
Yaş faktörünün, bireylerin iktidar algısı üzerindeki etkisini daha net bir
şekilde ortaya koyabilmek için yaşın, ikinci ve üçüncü derecede etkili elit
gruplarına yönelik algı üzerindeki etkisinin de irdelenmesi önem taşır. Bu
bağlamda Tablo 19’daki veriler, yaş ile en güçlü elit grubu algısı arasındaki
ilişkiye yönelik algıları destekler doğrultudadır. Daha net bir anlatımla bulgular,
599
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
bireylerin yaşı ile toplumdaki en etkili ikinci elit gruplarına dair algı arasında
anlamlı pozitif ve düzeyde bir korelatif ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
Tablo 20’deki bulgular ise bu saptamaları doğrular niteliktedir: 20 yaş
altındaki gençlere göre toplumda ikinci derecede etkili olan elit grupları
denildiğinde ilk akla ordu ve askeri elitler gelmektedir. Gençlerin askeri elitlere
bu denli yüksek güç atfetmesi gerçeği, toplumdaki genç bireylerin, özellikle de
genç erkeklerin, ordu kurumu ve askeri elitler ile en yüksek düzeyde
etkileşimlerinin olduğu dönemdir. Zira zorunlu askerlik görevi günümüz Türk
toplumu açısından, bireylerin topluma ve devlete karşı yerine getirmekle
yükümlü oldukları en önemli görevlerinden biridir. Yine bu gerçekle yakından
ilişki olarak bu yaş dönemi bireylerin askerlik çağı olarak bilinir. Daha net bir
anlatımla, yasal bir mazereti ve engeli olmayan her Türk erkeği bu yaş
döneminde ordu ve askeri elitler ile daha yoğun bir ilişki içindedir. Bu yüzden bu
yaş grubundaki bireylerin, toplumsal güç hiyerarşisi içinde askeri elitlere özel bir
yer ayırması tesadüfî değildir.
Tablo 20: Yaş Gruplarına Göre İkinci Derecede Güçlü Elit Grupları
İKİNCİ
GÜÇLÜ
ELİT
GRUBU
Cevapsız
Sendikalar
Politikacılar
Askerler
İşadamları
Üniversite
YAŞ GRUPLARI
1,00
2,00
(20, -)
(21-30)
3,00
(31-40)
4,00
(41-50)
5,00
(51-60)
6,00
(61-70)
7,00
(71, +)
Toplam
8
50
61
50
38
17
12
236
% İkinci güçlü
3,4%
21,2%
25,8%
21,2%
16,1%
7,2%
5,1%
100,0%
% Yaş
13,6%
16,9%
15,8%
14,5%
17,5%
20,0%
37,5%
16,6%
Sayı
1
7
4
12
7
5
1
37
İkinci güçlü
2,7%
18,9%
10,8%
32,4%
18,9%
13,5%
2,7%
100,0%
Yaş
1,7%
2,4%
1,0%
3,5%
3,2%
5,9%
3,1%
2,6%
Sayı
8
44
60
50
32
16
1
211
İkinci güçlü
3,8%
20,9%
28,4%
23,7%
15,2%
7,6%
0,5%
100,0%
Yaş
13,6%
14,9%
15,6%
14,5%
14,7%
18,8%
3,1%
14,9%
Sayı
10
74
79
75
36
17
11
302
İkinci güçlü
3,3%
24,5%
26,2%
24,8%
11,9%
5,6%
3,6%
100,0%
Yaş
16,9%
25,0%
20,5%
21,7%
16,6%
20,0%
34,4%
21,3%
Sayı
5
33
56
50
32
7
2
185
İkinci güçlü
2,7%
17,8%
30,3%
27,0%
17,3%
3,8%
1,1%
100,0%
Yaş
8,5%
11,1%
14,5%
14,5%
14,7%
8,2%
6,3%
13,0%
Sayı
7
14
16
15
17
2
0
71
Sayı
600
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
İkinci güçlü
Bürokratlar
Medya
Yargı
Tarikatlar
Sivil
toplum
kuruluşları
Kürtler-PKK
sempatizanları
Toplam
19,7%
22,5%
21,1%
11,9%
4,7%
4,2%
4,3%
Sayı
3
12
20
15
2,8%
0
100,0%
7,8%
2,4%
0
5,0%
8
6
0
64
100,0%
23,9%
İkinci güçlü
4,7%
18,8%
31,3%
23,4%
12,5%
9,4%
0
Yaş
5,1%
4,1%
5,2%
4,3%
3,7%
7,1%
0
4,5%
Sayı
7
38
46
35
26
9
1
162
İkinci güçlü
4,3%
23,5%
28,4%
21,6%
16,0%
5,6%
0,6%
100,0%
Yaş
11,9%
12,8%
11,9%
10,1%
12,0%
10,6%
3,1%
11,4%
Sayı
6
10
24
13
7
3
2
65
İkinci güçlü
9,2%
15,4%
36,9%
20,0%
10,8%
4,6%
3,1%
100,0%
Yaş
10,2%
3,4%
6,2%
3,8%
3,2%
3,5%
6,3%
4,6%
Sayı
2
8
15
24
9
3
1
62
İkinci güçlü
3,2%
12,9%
24,2%
38,7%
14,5%
4,8%
1,6%
100,0%
Yaş
3,4%
2,7%
3,9%
6,9%
4,1%
3,5%
3,1%
4,4%
1
1
1
1
0
0
0
4
25,0%
25,0%
25,0%
25,0%
0
0
0
100,0%
0
0
0,3%
Sayı
İkinci güçlü
Dış ülkeler-ABD
9,9%
Yaş
Yaş
1,7%
0,3%
0,3%
0,3%
0
Sayı
1
5
3
5
5
0
1
20
İkinci güçlü
5,0%
25,0%
15,0%
25,0%
25,0%
,0%
5,0%
100,0%
Yaş
1,7%
1,7%
,8%
1,4%
2,3%
,0%
3,1%
1,4%
Sayı
0
0
0
1
0
0
0
1
İkinci güçlü
0
0
0
100,0%
0
0
0
100,0%
Yaş
0
0
0
0,3%
0
0
0
,1%
Sayı
59
296
385
346
217
85
32
1420
İkinci güçlü
4,2%
20,8%
27,1%
24,4%
15,3%
6,0%
2,3%
100,0%
Yaş
100,0
%
100,0%
100,0
%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
Araştırma kapsamında görüşülen en genç bireyler, ikinci derecede etkili elit
grubu denildiğinde askeri elitlerin ardından politikacıları, onların ardından da
üniversite hocalarına ve medya elitlerine vurgu yapması son derece anlamlıdır.
Gençler tarafından özellikle üniversite hocalarına ve medya elitlerine önemli
oranda güç atfedilmesi, yine gençlerin üniversite kurumu ve medya ile en etkin
bağlarının kurulduğu döneme denk geliyor olması gerçeği ile ilişkilendirilebilir.
Öte yandan en yaşlı bireyler de, toplumdaki ikinci derecede güçlü elit
grupları sıralamasında önceliği ordu ve askeri elitlere vermektedir. Askerleri ise
sırasıyla işadamları, politikacılar ve medya elitleri izlemektedir. Bu bulgu bir
bakıma, toplumdaki en güvenilir kurumlara yönelik olarak uzun yıllardan beridir
601
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
yapıla gelen birçok araştırmada, ağırlıklı olarak ordu kurumunun ön plana
çıkıyor olması gerçeği ile de ilişkilendirilebilir. Daha net bir ifadeyle ordu
yalnızca, Türk toplumunun hem en güvendiği kurumların başında gelmekle
kalmıyor, halkın en çok güç atfettiği gruplar arasında da oldukça önemli bir yer
tutmaktadır. Orta yaş grubundaki bireylerin ikinci etkili güç grubu algısında da
başı yine askeri elitler çekmektedir.
Tablo 21: Üçüncü Güçlü Elit Grubu Algısı ile Cinsiyet Arasındaki İlişki
Nominal by Nominal
Value
0,249
0,102
0,242
1420
Phi
Cramer's V
Contingency Coefficient
N
Approx. Sig.
0,092
0,092
0,092
Tablo 22: Yaş Gruplarına Göre Üçüncü Derecede Güçlü Elit Grupları
ÜÇÜNCÜ
ÜÇLÜ
ELİT
GRUBU
Cevapsız
Sendikalar
Politikacılar
Askerler
İşadamları
Üniversite
Bürokratlar
YAŞ GRUPLARI
1,00
2,00
(20, -)
(21-30)
3,00
(31-40)
4,00
(41-50)
5,00
(51-60)
6,00
(61-70)
7,00
(71, +)
Toplam
21
79
107
99
66
25
14
411
% 3. güçlü
5,1%
19,2%
26,0%
24,1%
16,1%
6,1%
3,4%
100,0%
% Yaş
35,6%
26,7%
27,8%
28,6%
30,4%
29,4%
43,8%
28,9%
0
35
Sayı
Sayı
1
6
10
6
12
0
% 3. güçlü
2,9%
17,1%
28,6%
17,1%
34,3%
0
0
100,0%
2,5%
Yaş
1,7%
2,0%
2,6%
1,7%
5,5%
0
0
Sayı
6
23
24
20
14
5
0
92
100,0%
% 3. güçlü
6,5%
25,0%
26,1%
21,7%
15,2%
5,4%
0
Yaş
10,2%
7,8%
6,2%
5,8%
6,5%
5,9%
0
6,5%
97
Sayı
1
26
23
22
19
6
0
% 3. güçlü
1,0%
26,8%
23,7%
22,7%
19,6%
6,2%
0
100,0%
6,8%
% Yaş
1,7%
8,8%
6,0%
6,4%
8,8%
7,1%
0
Sayı
5
40
60
54
25
12
7
203
% 3. güçlü
2,5%
19,7%
29,6%
26,6%
12,3%
5,9%
3,4%
100,0%
Yaş
8,5%
13,5%
15,6%
15,6%
11,5%
14,1%
21,9%
14,3%
Sayı
6
19
20
20
9
7
5
86
% 3. güçlü
7,0%
22,1%
23,3%
23,3%
10,5%
8,1%
5,8%
100,0%
Yaş
10,2%
6,4%
5,2%
5,8%
4,1%
8,2%
15,6%
6,1%
Sayı
7
23
25
24
12
5
1
97
602
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Medya
Yargı
Tarikatlar
Sivil toplum
kuruluşları
Dış ülkelerABD
Mafya
Toplam
% 3. güçlü
7,2%
23,7%
25,8%
24,7%
12,4%
5,2%
1,0%
100,0%
Yaş
11,9%
7,8%
6,5%
6,9%
5,5%
5,9%
3,1%
6,8%
Sayı
6
53
64
61
23
15
3
225
% 3. güçlü
2,7%
23,6%
28,4%
27,1%
10,2%
6,7%
1,3%
100,0%
Yaş
10,2%
17,9%
16,6%
17,6%
10,6%
17,6%
9,4%
15,8%
Sayı
5
16
24
15
15
6
2
83
% 3. güçlü
6,0%
19,3%
28,9%
18,1%
18,1%
7,2%
2,4%
100,0%
Yaş
8,5%
5,4%
6,2%
4,3%
6,9%
7,1%
6,3%
5,8%
Sayı
1
6
23
20
19
4
0
73
% 3. güçlü
1,4%
8,2%
31,5%
27,4%
26,0%
5,5%
0
100,0%
Yaş
1,7%
2,0%
6,0%
5,8%
8,8%
4,7%
0
5,1%
0
1
1
2
3
0
0
7
% 3. güçlü
0
14,3%
14,3%
28,6%
42,9%
0
0
100,0%
Yaş
0
1,4%
0
0
0,5%
Sayı
0
0
0
% 3. güçlü
0
22,2%
Yaş
0
0,7%
Sayı
0
2
% 3. güçlü
0
Yaş
0
Sayı
% 3. güçlü
Yaş
Sayı
0,3%
0,3%
2
4
0,6%
3
0
44,4%
33,3%
0
0
0
100,0%
1,0%
0,9%
0
0
0
0,6%
0
0
0
0
0
2
100,0%
0
0
0
0
0
100,0%
0,7%
0
0
0
0
0
0,1%
59
296
385
346
217
85
32
1420
4,2%
20,8%
27,1%
24,4%
15,3%
6,0%
2,3%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
Son olarak konu ile ilgili bulgulara anlamlı bir bütünlük kazandırabilmek
için, yaş bağımsız değişkeni ile bireylerin toplumdaki üçüncü derecede en etkili
toplumsal güç gruplarına yönelik algıları arasındaki ilişkinin de araştırılması
gerekir. Tablo 21’deki bulgular, yaş ile toplumdaki en güçlü ve ikinci en güçlü
gruplara yönelik değerlendirmeler ile paralellik göstermektedir. Bir başka
ifadeyle yaş faktörü ile toplumdaki üçüncü en güçlü elit gruplarına dair algı
arasında düşük düzeyde de olsa, anlamlı ve pozitif yönde bir korelasyon
bulunmaktadır.
Bu bulgular, Tablo 22’deki bulguların detayına bakıldığında daha da anlamlı
bir hal kazanır: Görüşülen bireyler arasında en gençlerin, yani 20 yaş ve altındaki
bireylerin oluşturduğu grubun toplumdaki üçüncü derecede etkili toplumsal
gruplar sıralamasında ilk sırayı bürokratlar işgal etmektedir. İkinci sıradaki
gruplar arasında yer alan üniversite hocaları, politikacılar ve medya elitlerinin ise
603
9
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
gençlerin güç pastasından aldıkları pay ilginç bir şekilde birbirinin aynı olup,
yüzde 10,2 düzeyindedir.
Öte yandan en yaşlılar grubunu oluşturan 71 yaş ve üzeri bireylerin bu
konuya dair sıralamasında ise işadamları başı çekmektedir. Bunları ise bilim
insanları ya da üniversite hocaları ile medya elitleri ve yargı elitleri takip eder. 5160 yaş arası bireylerden oluşan orta yaş grubunun üçüncü derecede en etkili güç
algılamasında ise işadamları başı çekmektedir. Ekonomi elitlerini ise medya
elitleri, askeri elitler ile üst düzey hâkim ve savcıları oluşturduğu yargı elitleri
izler.
5.4. Türk Toplumunda Eğitim Durumu Bağlamında İktidarın Dağılımı
Sosyolojik açıdan son derece önemli bir diğer faktör, eğitim olgusudur.
Sosyolojik araştırmalarda, eğitim olgusu konu edildiğinde alınan eğitimin süresi,
bireylerin aldıkları eğitimi türü, eğitimlerini aldıkları kurumlar gibi birçok alt
değişken de dikkate alınır. Bu çalışmada, araştırmanın konusu ve hedefleri
dikkate alınarak bireylerin eğitim durumları bağımsız değişken olarak, araştırma
kapsamında gerçekleştirilen analizlerde dikkate alındı. Daha net bir ifadeyle,
araştırmanın temel bağımsız değişkenlerinden biri olarak bireylerin eğitim
durumu kabul edildi. Bu bağlamda bireylerin toplumsal güç algılarında, eğitim
düzeylerine bağlı bir farklılaşma olup olmadığı araştırıldı.
Tablo 23: En Güçlü Elit Grubu Algısı ile Eğitim Durumu Arasındaki İlişki
Nominal by Nominal
Value
0,375
0,153
0,351
1407
Phi
Cramer's V
Contingency Coefficient
N
Tablo 24: Eğitim Seviyesine Göre Güçlü Elit Grupları
GÜÇLÜ
ELİT
GRUBU
Cevapsız
Lisansüstü eğitim
Üniversite
Lise
İlkokul
Okur-yazar
Ortaokul
Toplam
Okuma-yazma yok
EĞITIM
Sayı
13
3
30
604
8
8
2
0
64
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
% Güç
Sendikalar
Politikacılar
Askerler
İşadamları
Üniversite
Bürokratlar
Medya
Yargı
Tarikatlar
Sivil toplum
kuruluşları
Dış ülkelerABD
Fikri yok
3,1%
0
100,0%
2,1%
,7%
0
4,5%
8
9
2
38
21,1%
21,1%
23,7%
5,3%
100,0%
4,3%
2,1%
3,3%
22,2%
2,7%
198
85
176
119
4
660
30,0%
12,9%
26,7%
18,0%
0,6%
100,0%
57,4%
46,8%
46,2%
46,1%
43,8%
44,4%
46,9%
10
14
78
24
67
27
0
220
4,5%
6,4%
35,5%
10,9%
30,5%
12,3%
0
100,0%
15,6%
20,3%
4,7%
46,9%
12,5%
% Eğtm
17,1%
4,9%
7,1%
4,3%
Sayı
1
1
9
8
% Güç
2,6%
2,6%
23,7%
% Eğtm
1,3%
1,6%
2,1%
Sayı
43
35
% Güç
6,5%
5,3%
% Eğtm
56,6%
Sayı
% Güç
12,5%
% Eğtm
13,2%
23,0%
18,4%
13,0%
17,5%
9,9%
0
Sayı
0
3
22
14
30
32
0
101
% Güç
0
3,0%
21,8%
13,9%
29,7%
31,7%
0
100,0%
% Eğtm
0
4,9%
5,2%
7,6%
7,9%
11,8%
0
7,2%
Sayı
2
0
16
4
9
12
2
45
% Güç
4,4%
0
35,6%
8,9%
20,0%
26,7%
4,4%
100,0%
% Eğtm
2,6%
0
3,8%
2,2%
2,4%
4,4%
22,2%
3,2%
Sayı
1
0
8
5
8
6
0
28
% Güç
3,6%
0
28,6%
17,9%
28,6%
21,4%
0
100,0%
% Eğtm
1,3%
0
1,9%
2,7%
2,1%
2,2%
0
2,0%
23
0
110
100,0%
Sayı
2
1
34
20
30
% Güç
1,8%
,9%
30,9%
18,2%
27,3%
20,9%
0
% Eğtm
2,6%
1,6%
8,0%
10,9%
7,9%
8,5%
0
7,8%
Sayı
0
0
3
5
5
5
0
18
% Güç
0
0
16,7%
27,8%
27,8%
27,8%
0
100,0%
% Eğtm
0
0
0,7%
2,7%
1,3%
1,8%
0
1,3%
Sayı
0
3
12
6
24
21
1
67
% Güç
0
4,5%
17,9%
9,0%
35,8%
31,3%
1,5%
100,0%
% Eğtm
0
4,9%
2,8%
3,3%
6,3%
7,7%
11,1%
4,8%
Sayı
0
0
1
0
1
1
0
3
% Güç
0
0
33,3%
0
33,3%
33,3%
0
100,0%
% Eğtm
0
0
0,2%
0
0,3%
0,4%
0
0,2%
12
5
16
15
0
49
100,0%
Sayı
1
0
% Güç
2,0%
0
24,5%
10,2%
32,7%
30,6%
0
% Eğtm
1,3%
0
2,8%
2,7%
4,2%
5,5%
0
3,5%
Sayı
3
1
0
0
0
0
0
4
25,0%
0
0
0
0
0
100,0%
% Güç
75,0%
605
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Toplam
% Eğtm
3,9%
1,6%
0
0
0
0
0
0,3%
Sayı
76
61
423
184
382
272
9
1407
% Güç
5,4%
4,3%
30,1%
13,1%
27,1%
19,3%
0,6%
100,0%
% Eğtm
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
100,0%
Tablo 23’te sergilenen istatistikî bulgular, bireylerin toplumsal güç
algılamaları ile eğitim düzeyi arasında oldukça anlamlı ve pozitif yönde bir
nedensellik bağı olduğunu göstermektedir. Bir başka tabirle bireylerin
toplumdaki en etkili güç gruplarına yönelik düşünceleri, eğitim düzeylerine bağlı
olarak oldukça anlamlı farklılıklar göstermektedir.
Bu farklılaşma, Tablo 24’te sergilenen bulgulardan daha net bir şekilde
anlaşılabilir: Okuma yazması olmayan bireylere göre toplumsal kararların
alınmasında, toplumun rotasının ve bireylerin uyacakları kuralların
belirlenmesinde etkili elit grubu politikacılardır. İkinci en güçlü ve en etkili
toplumsal grup ise askeri elitlerdir. Üçüncü sırayı ise yüzde 2,6 gibi son derece
düşük oranlarla üniversite hocaları ve medya elitleri paylaşmaktadır.
Öte yandan en eğitimli toplum kesimlerinin güç hiyerarşisinin tepesini de
yine siyasi elitler oluşturur. Bununla birlikte yüksek lisans ve doktora düzeyinde
eğitimi olan bireyler siyasi elitlere, okuma yazması olmayan bireylerden yaklaşık
yüzde 10 daha az değer atfetmektedirler. Toplumda, eğitim düzeyi en yüksek
bireyler açısından en güçlü toplum kesimleri arasında ikinci sırayı, üniversite
hocaları ve sendikalar paylaşmaktadır. Üçüncü sırada ise tarikatların gücüne
vurgu yapılmaktadır.
Öte yandan, tarikatların toplumdaki etkili gücüne vurgu yapan bireyler
arasında, en yüksek eğitim düzeyine sahip (üniversite mezunları ve lisansüstü
eğitim yapmış) bireylerin başı çekiyor olması da son derece manidar
görünmektedir. Yine benzer şekilde sendikalara en yüksek gücü de eğitim düzeyi
en yüksek bireyler atfetmektedir. Sosyal bilimciler tarafından dördüncü güç
olarak tanımlanan medyanın gücüne yönelik algıda, eğitim düzeyine bağlı kayda
değer bir farklılaşma gözlemlenmemektedir. Bununla birlikte, medya en yüksek
güç ortaokul mezunları ve üniversite mezunları tarafından atfedilmektedir. Öte
yandan geleneksel güç piramidinin tepesini oluşturan siyasi elitlere en yüksek
güç atfı toplumun en düşük eğitim düzeyine sahip bireylerinden, yani okumayazma bilmeyenler ile yalnızca okur-yazar durumdaki bireylerden gelmektedir.
606
ŞEHİRLERİN SEVDALISI İBRAHİM HAKKI KONYALI ARMAĞANI
Ordu kurumu ve askeri elitlerin toplumsal gücüne dair değerlendirmeler de
eğitim düzeyine bağlı son derece anlamlı farklılıklar göze çarpar. Daha net bir
anlatımla, eğitim düzeyi arttıkça askeri elitlere atfedilen güçte de önemli ölçüde
azalma göze çarpmaktadır. Bu kuralı lise mezunları bozmaktadır. Fakat askerlere
en az güç atfeden kesimi, toplumun en yüksek eğitim düzeyine sahip bireylerinin
oluşturması da dikkatlerden kaçmamaktadır. İşadamlarının gücüne yönelik
algıda ise durum büyük ölçüde tersinedir. Bir başka anlatımla, eğitim düzeyi
arttıkça, işadamlarına atfedilen güç de büyük oranda artmaktadır. Örneğin,
ilkokul mezunlarının yalnızca yüzde 5’i işadamlarının önemli bir toplumsal güç
grubu olduğunu belirtirken; bu oran üniversite mezunları arasında neredeyse
ikiye katlanarak yüzde 12’yi bulmaktadır.
Tablo 25: İkinci Güçlü Elit Grubu Algısı ile Eğitim Durumu Arasındaki
İlişki
Nominal by Nominal
Value
0,340
0,139
0,322
1407
Phi
Cramer's V
Contingency Coefficient
N
Tablo 26: Eğitim Seviyesine Göre İkinci Derecede Güçlü Elit Grupları
İKİNCİ
GÜÇLÜ
ELİT
GRUBU
Cevapsız
Politikacılar
Lisansüstü eğitim
Üniversite
Lise
Ortaokul
İlkokul
Toplam
Sayı
%
İkinci
güçlü
% Eğitim
Sendikalar
Okur-yazar
Okuma-yazma yok
EĞİTİM
Sayı
29
11
100
29
44
19
1
233
12,4%
4,7%
42,9%
12,4%
18,9%
8,2%
0,4%
100,0%
38,2%
18,0%
23,6%
15,8%
11,5%