Academia.eduAcademia.edu

Mushaflarda Alametler Türkiye Örneği (mehmet kara)

1190 © MAKGRUP MEDYA PRO. REK. YAY. A.Ş. Mushaflarda Alametler (Türkiye Örneği) Mehmet KARA ISBN 978-625-6640-12-2 1. Baskı: Aralık 2023 Sertifika No: 44396 Mizanpaj: Tavoos Sayfa Düzeni: Tavoos Kapak: Mak Grup Medya Pro. Rek. Yay. A.Ş. Baskı: Vadi Grafik - Sertifika No: 47479 Fora İş Merkezi, 1354. Cadde No: 138/5, 06378 Ostim/Ankara Tel: (0312) 439 01 69 www.ilahiyatyayin.com [email protected] [email protected] www.instagram.com/ilahiyatyayin MUSHAFLARDA ALAMETLER (TÜRKİYE ÖRNEĞİ) Mehmet KARA İÇİNDEKİLER KISALTMALAR ................................................................................................... 7 ÖNSÖZ .................................................................................................................... 9 GİRİŞ ..................................................................................................................... 11 BİRİNCİ BÖLÜM TEORİK BOYUTUYLA VAKF-İBTİD İLMİ 1. Vakf ve İbtidâ’nın Kavramsal Çerçevesi ......................................................... 2. Vakf ve İbtidâ ile İlgili Diğer Bazı Kavramlar ................................................ 3. Vakf-İbtidâ İlminin Konusu, Önemi ve Tarihi Gelişimi ................................. 4. Vakf-İbtidâ Literatüründe Vakfın Kısımları ..................................................... 4.1. Vakf Yapmayı Gerektiren Sebepler Açısından Vakfın Kısımları ........... 4.1.1. Vakf-ı Izdırârî .................................................................................. 4.1.2. Vakf-ı İhtiyârî .................................................................................. 4.1.3. Vakf-ı İhtibârî .................................................................................. 4.1.4. Vakf-ı İntizârî .................................................................................. 4.2. Lafız-Anlam İrtibatı Açısından Vakfın Kısımları .................................... 4.2.1. Vakf-ı Tam ve Vakf-ı Etemm ......................................................... 4.2.2. Vakf-ı Kâfî ve Vakf-ı Ekfâ ............................................................. 4.2.3. Vakf-ı Hasen ve Vakf-ı Ahsen ........................................................ 4.2.4. Vakf-ı Kabîh / Memnu‘ / Nâkıs ve Vakf-ı Akbah ......................... 4.2.5. Vakf-ı Sâlih ve Vakf-ı Aslah ........................................................... 4.2.6. Vakf-ı Kâmil ................................................................................... 15 17 18 22 24 25 25 26 26 27 29 31 31 32 33 33 4.2.7. Vakf-ı Mefhûm ............................................................................... 4.2.8. Vakf-ı Beyân ................................................................................... 4.2.9. Vakf-ı İzdivâc .................................................................................. 4.3. Diğer Bazı Vakf Çeşitleri .......................................................................... 4.3.1. Vakf-ı Ğufrân .................................................................................. 4.3.2. Vakf-ı Cibrîl .................................................................................... 4.3.3. Vakf-ı Nebî ...................................................................................... 34 34 34 35 35 35 36 İKİNCİ BÖLÜM PRATİK BOYUTUYLA VAKF-İBTİD İLMİNİN MUSHAFLARA YANSIYAN YÖNÜ: VAKF ALAMETLERİ 1. Vakf Alametlerinin Mushaflarda Tercih Edilme Süreci .................................. 37 2. Türkiye’deki Mushaflarda Tercih Edilen Vakf Alametleri ............................. 44 2.1. Secâvendî’nin Tasnifinde Yer Alan Vakf Alametleri ............................... 47 2.1.1. Vakf-ı Lâzım (‫ )م‬.............................................................................. 47 2.1.2. Vakf-ı Mutlak (‫ )ط‬........................................................................... 65 2.1.3. Vakf-ı Câiz (‫ )ج‬................................................................................ 71 2.1.4. Vakf-ı Mücevvez (‫ )ز‬....................................................................... 77 2.1.5. Vakf-ı Murahhas (‫ )ص‬..................................................................... 81 2.1.6. Vakf-ı Lâ (‫ )ال‬................................................................................... 86 2.2. Secâvendî’nin Tasnifinde Bulunmayan Vakf Alametleri ........................ 94 2.2.1. Kaf Alameti (‫ )ق‬.............................................................................. 95 2.2.2. Kıf Alameti (‫ )قف‬........................................................................... 100 2.2.3. Vakf-ı Mu‘anaka (∴) ..................................................................... 106 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MUSHAF TAKSİMİNİ ve HAFS RİVAYETİNE ÖZEL TİLÂVET DURUMLARINI GÖSTEREN ALAMETLER 1. Mushaf Taksimi ............................................................................................... 115 1.1. Âyet Eksenli Taksim: Ta‘şîr / Ruku‘ Alameti (‫ )ع‬.................................. 116 1.2. Harf Eksenli Taksim: Cüz ve Hizb ........................................................ 131 1.2.1. Cüz ................................................................................................ 135 1.2.2. Hizb ............................................................................................... 141 2. Hafs Rivayetine Özel Tilâvet Durumlarını Gösteren Alametler .................. 144 2.1. Sekte ........................................................................................................ 145 2.2. İmâle ........................................................................................................ 150 2.3. İdğâm ....................................................................................................... 151 2.4. İşmâm ...................................................................................................... 2.5. Teshîl ....................................................................................................... 2.6. “Sâd” Harfinin Altına İlave Edilen “Sîn” Harfi .................................... 3. Tilâvet ile İlgili Diğer Bazı Alametler ........................................................... 3.1. Med (‫ )مد‬ve Kasr (‫ )قصر‬........................................................................... 3.2. Vasl Nûnu (‫)ن‬ ِ .......................................................................................... 152 153 154 156 156 158 SONUÇ ............................................................................................................... 161 KAYNAKÇA ..................................................................................................... 165 8 KISALTMALAR a.s. b. Bk. DİA h. Hz. İFAV Krş. nşr. nu. ö. r.a. s.a.v. thk. ts. trc. vb. vd. vr. : Aleyhisselam : Bin (Oğlu) : Bakınız : Diyanet İslâm Ansiklopedisi : Hicrî : Hazreti : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları : Karşılaştırınız : Neşreden : Numarası : Ölüm tarihi : Radıyallâhü anh/anhâ (Allah ondan razı olsun) : Sallallahu aleyhi ve sellem : Tahkik : Tarihsiz : Tercüme eden : ve benzeri : ve devamı : varak 9 ÖNSÖZ Hz. Peygamber döneminde nâzil olan âyetler vahiy katipleri aracılığıyla yazıya geçirilmiş ve daha sonraki süreçte Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osman dönemlerinde söz konusu yazılı nüshalardan da istifade edilmek suretiyle Kur’an âyetlerinin cem‘ edilmesi ve mushaf istinsahı faaliyetine girişilmiştir. Evvelemirde istinsah edilen mushafların nokta ve hareke gibi vahiy harici ilavelerden hâlî olması gerektiği üzerinde durulmasına rağmen ilerleyen dönemlerde özellikle fetihlerle birlikte gayr-i arap unsurların müslüman olması neticesinde ortaya çıkan ihtiyaca binaen noktalama, harekeleme, harf-âyet-sûre eksenli bölümleme, vakf-ibtidâ ile ilgili tilâveti kolaylaştırıcı ve yönlendirici bazı ilaveler/alametler mushaflara peyderpey eklenmiştir. Mushaflarla ilgili olarak belirtilen söz konusu vâkıadan hareketle özellikle ülkemizdeki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaştığı tilâveti kolaylaştırıcı ve yönlendirici mahiyette kabul edilen tüm ilavelerin/alametlerin incelenmesini hedefleyen bir çalışmanın; Kur’an okuyan, öğrenen ve öğreten kimseler için faydalı olacağı mülahaza edilmiştir. Bu itibarla üç bölümden oluşan çalışmanın ikinci ve üçüncü bölümünde ülkemizdeki mushaflarda tercih edilmekte olan tüm vakf alametleri, mushaf taksimini gösteren cüz ve hizb ifadeleri, Hafs rivayetine mahsus okuyuş usullerini belirten ifadeler tespit, tasnif ve tahlil edilmiştir. Böyle bir çalışmanın ortaya çıkması sürecinde öncelikle istifade ettiğim tüm kıraat müellefatının kıymetli âlimlerine ve bizlere zengin kaynak eser imkânı sunmakla birlikte huzurlu bir çalışma ortamı sağlayan Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi’ne (İSAM) medyun-i şükran olduğumu belirtmek isterim. Eseri yayına hazırlayan Veli Aknar beye ve İlâhiyât Yayınları’nın değerli çalışanlarına da teşekkür ederim. Ayrıca küçük yaşlarda bizleri Kur’an’la buluşturan ve bizlere Kur’an’ı sevdiren hafızlık hocalarım İsmet 10 MUSHAFLARDA ALAMETLER Aydın ile Cevdet Maşalı’ya, kendisinin rehberliğinden her daim istifade ettiğim kıymetli hocam Mehmet Emin Maşalı’ya müteşekkirim. Bu süreçte maddî ve manevî desteklerini her zaman yanımda hissettiğim değerli eşim ve çocuklarıma da teşekkür ederim. Mehmet Kara İstanbul 2023 11 GİRİŞ Allah Teâla tarafından Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Hz. Peygamber’e gönderilen Kur’ân-ı Kerîm, okunup anlaşılabilmesi için ilk muhatapların dili üzere tedrîcî bir şekilde nâzil olmuştur. Zira bilindiği üzere Kur’an’ın nüzûlündeki en önemli gayelerden birisi, onun anlaşılması ve ilahî mesajının tatbik edilerek adeta hayat bulmasıdır. Böyle bir gayenin gerçekleşmesi aynı zamanda Kur’an’ın, mevsukiyetine halel gelmeyecek şekilde lafızlarının ve bununla beraber tilâvetinin de nâzil olduğu hal üzere muhafaza edilmesine bağlıdır. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber döneminde hıfz ve kitâbet usulü ile Kur’ân’ın hiçbir değişikliğe uğramadan muhafaza edilmesi gayretleri, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osmân dönemlerinde cem‘ ve istinsah faaliyetleri ile devam etmiştir. Hz. Osmân döneminde Mekke, Basra, Kûfe, Şam gibi bazı şehirlere gönderilmek üzere1 istinsah edilen mushaflarda hareke ve nokta gibi ilavelerin bulunmadığı bilinmektedir. İslâm coğrafyasının fetihlerle genişlediği ve özellikle gayr-i arap unsurların müslüman olmaya başladığı dönemlerde Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu hal üzere sahih bir tilavete göre okunması ve buna bağlı olarak doğru anlaşılması için mushaflarda bazı düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu hassasiyetin bir neticesi olarak Kur’an tilâvetini kolaylaştıran ve doğru okunmasını sağlayan harekeleme ve noktalama gibi bazı faaliyetlere girişilmiştir. Bu münasebetle ilk olarak Ebu’l-Esved ed-Düelî (ö. 69/688) tarafından harf ve kelimelerin doğru seslendirilebilmesini sağlayan yani harflerin harekelerini belirten noktalar konulmuştur (naktu’l-i‘râb). Daha sonra Nasr b. Âsım el-Leysî (ö. 89/707) veya Yahya b. Ya‘mer (ö. 118/736) tarafından yazı şekilleri birbirine benzeyen harflerin ayırt edilebilmesi için de aynı şekilde noktalar kullanılmıştır (naktu’l-i‘câm). Nihaî olarak bu iki faaliyette 1 Muhammed Abdülazîm ez-Zürkânî, Menâhilü’l-‘irfân fî ‘ulûmi’l-Kur’ân, (Kahire: Matbaatü ‘Îsâ, 1943), 1/403-404; Muhammed Mustafa el-A‘zamî, Vahyedilişinden Derlenişine Kur’ân Tarihi, trc. Ömer Türker, Fatih Serenli (İstanbul: İz Yayıncılık, 2014), 136-137; Muhsin Demirci, Kur’ân Tarihi, (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları (İFAV), 2015), 159-171; Abdülhamit Birışık, Kıraat İlmi ve Tarihi, (Bursa: Emin Yayınları, 2014), 40. 12 MUSHAFLARDA ALAMETLER kullanılan noktaların karışmasını önlemek için ilerleyen süreçte Halil b. Ahmed (ö. 175/791) tarafından günümüzde kullanılan hareke sistemi geliştirilmiş2 ve böylece noktalar sadece benzer harflerin ayırt edilmesi için kullanılır olmuştur. Hareke ve noktalardan sonra sükûn ve şedde için de bazı işaretler geliştirilmiş ve bunlar da mushaflarda kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca sûre ve âyetleri ayırıcı fasılalar da geliştirilmiş ve âyet fasılalarının içerisine daha sonra âyet numaraları yazılmıştır. Sûre başlarında bulunan ve “Fevâtih” olarak isimlendirilen kısımlarda da sûrenin ismi, âyet sayısı ve nâzil olduğu yer hakkında bilgiler verilerek adeta sûrenin kimliği oluşturulmuştur.3 İlâhî vahyin Hz. Peygamber’e nâzil olduğu şekliyle muhafaza edilmesi hususundaki hassasiyetin bir neticesi olarak yapılan bu düzenlemelerden birisi de Kur’an tilâvetinde vakfa uygun olan ya da vakfa uygun olmayan yerleri göstermek üzere geliştirilen vakf alametleridir. Nitekim Kur’an kelimelerinin tilâvete yansıyan farklılıklarına dair rivayetleri inceleyen, okunuş keyfiyeti gibi meseleleri konu edinen kıraat ilminin içerisinde Kur’an tilâvetinde nerede ve nasıl vakf yapılması, tilâvete nereden ve nasıl başlanılması gerektiğinin usullerini tayin eden vakf-ibtidâ ismi ile maruf ilmî bir disiplin teşekkül etmiştir. Bu itibarla Kur’an okuyucusuna kolaylık sağlamak üzere vakf-ibtidâ alanında temayüz etmiş bazı âlimler tarafından her bir âyet, cümle kurgusu ve anlam açısından detaylı bir tahlile tabi tutulmuştur. Ayrıca bazı vakf-ibtidâ âlimleri, kendi ictihatlarına göre belirledikleri vakf türlerini gösteren bazı vakf alametleri tayin etmişler ve bunların bir kısmı mushaflarda tercih edilmiştir. Mesela Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî’nin (ö. 560/1164) geliştirdiği vakf sistemi bu bağlamda günümüzde mushaflarda en çok tercih edilen bir vakf sistemi olagelmiştir. İslam coğrafyasının ekseriyetinde olduğu gibi Türkiye’de de hattatlar tarafından yazılmış mushaflarda ya da matbu mushaflarda esas alınan Secâvendî’nin vakf tasnifinin, alametler üzerinden tahliline gerek duyulmuştur. İhtiyaç duyulan bu gereklilik üzerine çalışmamızda, ülkemizdeki hâlihazırda tedavülde bulunan özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanmış bazı mushaflar4 örnekliğinde mushaflarda kullanılan vakf alametleri- 2 3 4 Abdulfettâh el-Kâdî, Târihü’l-Mushafi’ş-şerîf, (Mısır: Meketebetü’l-Cündî, 1951), 46; Nihad M. Çetin, “Arap (Yazı, Dil, Edebiyat)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1991), 3/279. Mehmet Emin Maşalı, “Mushaf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2020), 31/245. Araştırmamız için vakfa konu olan yerleri taradığımız matbu‘ mushaflardan bazıları şunlardır: 1. Kur’ân-ı Kerîm Meâli, Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı, (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2006). 2. Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı, (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2003). 13 MUSHAFLARDA ALAMETLER nin tespit, tasnif ve tahliline yer verilmiştir. Böylece Secâvendî’nin vakf sisteminin tercih edildiği mushaflarda vakfa konu olan yerler ve kullanılan vakf türlerinin Secâvendî’nin tercihleri ile ne kadar uyuştuğu açıklanmış olacaktır. Dolayısıyla Secâvendî’nin tasnifinde sarahaten yer verilmediği anlaşılan bazı vakf alametlerinin menşei hususu da bu kapsamda yorumlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca söz konusu mushaflarda mushaf taksimi ile ilgili olarak yer verilen “cüz” ve “hizb” ifadelerinin ve Hafs rivayetine özel tilâvet durumlarını gösteren “sekte”, “imâle”, “işmâm”, “idğâm” vb. bazı ifadelerin de tahliline yer verilmiştir. Bu sayede ülkemizdeki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği her bir alametin mahiyetinin anlaşılması hedeflenmiştir. Araştırmanın muhtevası, ülkemizdeki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği tüm vakf alametleri ve tilâveti ilgilendiren ve yönlendiren diğer tüm alametlerin tespit, tasnif ve tahlili ile sınırlandırılmıştır. Araştırmanın ilk iki bölümü özelinde bir tarafta mushaflar bulunmakta iken diğer tarafta Secâvendî’nin vakf-ibtidâ ile ilgili olan ’İlelu’l-vukûf adlı eseri olacaktır. Dolayısıyla mushaflardaki olgudan hareketle söz konusu alametler, ilgili kaynaklardan istifade edilerek izah edilecektir. Ancak bu konunun öncesinde ilk bölümde girizgah sadedinde vakf-ibtidâ ilminin teorik boyutunun incelenmesi gerekli görülmüştür. Bu sebeple ilk bölümde vakf ve ibtidâ ifadelerinin sözlük ve terim anlamları, ilgili diğer bazı kavramlar, vakf-ibtidâ ilminin teşekkül süreci, konusu ve önemi, vakf-ibtidâ alanında telif edilen eserlerde tercih edilen vakf türleri gibi genel bilgilere yer verilmiştir. Böylece çalışmanın asıl konusu olan ikinci bölümün alt yapısı hazırlanmış ve buna bağlı olarak mushaflardaki alametlerin daha kolay anlaşılması ve mukayesesi hedeflenmiştir. Ayrıca ikinci bölümde geçen bazı ifadelerin ilgili yerde dipnotta açıklanması yerine müstakil bir bölümde açıklanmasının faydalı olacağı mülahaza edilmiştir. İkinci bölümde, öncelikle mushaflarda vakf alametlerinin tercih edilme süreci ortaya konulmuştur. Akabinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanmış bazı mushaflardan hareketle bu mushaflarda kullanılan vakf alametleri iki başlıkta incelenmiştir. “Secâvendî’nin Tasnifinde Yer Alan Vakf Alametleri” adlı ilk kısımda ‘İlelu’l-vukûf’ta zikri geçen vakf-ı lâzım, vakf-ı mutlak, vakf-ı câiz, vakf-ı mücevvez, vakf-ı murahhas, vakf-ı lâ alametleri tahlil edilmiştir. Bu alametlerin bulunduğu âyetler, her bir vakf türünün mushaftaki sayısı, vakfa konu olan yerde Secâvendî’nin belirlediği vakf gerekçesinin bulunup bulunmadığı, belirlenen vakf gerekçesini ihtiva eden yerlerin hepsinde aynı vakf türüne işaret edilip edilmediği gibi meseleler izah edilmiştir. Secâvendî’nin tasnifinde bulunmadığı düşünülen “Kâf”, “Kıf” remizleri 3. Kur’ân-ı Kerîm, Aliyyü’l-Kârî Tarzı (Muhammed Abay Hattı ile), (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2014). 4. Kur’ân-ı Kerîm, Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar), (2015 ve 2018). 14 MUSHAFLARDA ALAMETLER ile belirtilen vakf türleri ve vakf-ı muânaka olarak bilinen vakf çeşidi “Secâvendî’nin Tasnifinde Bulunmayan Vakf Alametleri” isimli ikinci başlıkta beyan edilmiştir. Üçüncü bölümde ise Kur’an okuyucusunun karşılaştığı diğer alametler incelenmiştir. Bu bölümün ilk kısmında mushaf taksimine işaret etmek üzere kullanılan alametlere değinilmiştir. Bu meyanda öncelikle âyet eksenli ve harf eksenli mushaf taksimi açıklanmak suretiyle ta‘şîr, tahmis, cüz, hizb şeklindeki uygulamalara yer verilmiştir. Akabinde ikinci kısımda Hafs rivayetine mahsus tilâvet usullerini belirtmek için bazı kelimelerin üstüne ya da altına ilave edilmiş sekte, imâle, idğâm, işmâm, teshîl gibi ifadelerin izahı yapılmıştır. Son kısımda da bazı kelimelerin altına yazılmış ve yukarıdaki başlıkların altında değerlendirilmesi uygun görülmeyen “med” (‫)ﻣﺪ‬, “kasr” (‫)ﻗﺼﺮ‬, “vasl nunu” (‫ ) ِﻥ‬gibi alametler açıklanmıştır. 15 BİRİNCİ BÖLÜM TEORİK BOYUTUYLA VAKF-İBTİD İLMİ Vakf-ibtidâ ilminin teorik boyutunun inceleneceği bu bölümde öncelikle vakf ve ibtidâ kelimelerinin sözlük anlamı üzerinde durulmuştur. Bununla beraber vakf ve ibtidâ ifadelerinin, vakf-ibtidâ terminolojisinde kazanmış olduğu terim anlamlarına değinilmiş ve böylece kavramsal çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır. Vakf-ibtidâ müellefatında bu iki kavramın yerine kullanılan farklı bazı kelimeler bahse konu edilmiş ve söz konusu ifadeler arasındaki nüanslar zikredilmiştir. Bir diğer başlıkta ise vakf-ibtidâ ilminin muhtevası, önemi ve tarihî süreçte izlemiş olduğu seyir hakkında bilgi verilmiştir. Nihâi olarak tarihî süreçte telif edilen vakf-ibtidâ müellefatındaki vakf taksimleri ve bu taksimlere göre yapılan vakf çeşitleri tespit, tasnif ve tahlil edilmiştir. 1. Vakf ve İbtidâ’nın Kavramsal Çerçevesi Kur’ân-ı Kerîm tilâvetinde bir kelimenin, sonrası ile irtibatının geçici bir süre kesilmesi5 ya da okumaya devam etmek niyetiyle bir kelimede, nefes alma süresi kadar tilâvete ara vermeyi ifade eden “vakf” ( ‫ )ﻭﻗﻒ‬kavramı; sözlük anlamı itibarıyla “durmak”, “durdurmak”, “duraklamak”, “ayağa kalkmak”, “ayakta durmak”, “okuyucunun bir kelime üzerinde durması” gibi 5 Nizâmuddîn Hasan b. Muhammed el-Kummî en-Nîsâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’ân ve reğâibü’lFurkân, thk. Zekeriya ‘Umeyrât (Beyrut: Dâru-l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1996), 1/44; Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed en-Nûri es-Safâkusî, Tenbîhü’l-ğâfilîn ve irşâdü’l-câhilîn ‘ammâ yeka‘u lehüm mine’l-hatai hâle tilâvetihim li-Kitâbillâhi’l-mübîn, thk. Muhammed Şâzelî en-Neyfûr (Tunus: Müessesâtü Abdulkerîm b. Abdillah, 1974), 128. 16 MUSHAFLARDA ALAMETLER manaları ihtiva etmektedir.6 Kur’an’da sadece dört âyette7 geçen “vakf” lafzı ve türevleri genel olarak “durmak” ve “durdurmak” anlamındadır. Hz. Peygamber’in tilâvetini tavsif eden bazı rivayetlerde 8 de bu anlamda kullanıldığı görülmektedir. Vakfın zıddı olarak kullanılan “ibtidâ” ise sözlükte “başlamak” ve “bir şeyi ilk defa yapmak”9 anlamına gelmektedir. Kur’ân tilâveti ile ilgili olarak kullanıldığında ibtidâ kelimesi, okumaya ilk defa başlamayı veya okuma esnasında herhangi bir sebeple ara verilen (vakf) veya nihayete erdirilen (kat‘) tilâvete devam etmeyi belirtmektedir. Kıraat ilminin temel meselelerinden biri sayılan vakf ve ibtidâ, Kur’an tilâveti esnasında nefes almak için durmak ve sonrasında okumaya devam etmek şeklinde kısaca tanımlanabilir. Bu hususta İbnu’l-Cezerî’nin (ö. 833/1429) “Vakf, Kur’ân tilâvetine tekrar devam etmek düşüncesiyle bir kelimede, nefes alma süresi kadar okuyuşu ve sesi kesmekten ibarettir.” ( ‫ﺍﻟﻮﻗﻒ‬ ‫ﺑﻨﻴﺔ ﺍﺳﺘﺌﻨﺎﻑ ﺍﻟﻘﺮ�ﺀﺓ‬ ‫ﺯﻣﻨﺎ‬ ‫)ﻋﺒﺎﺭ� ﻋﻦ ﻗﻄﻊ ﺍﻟﺼﻮﺕ ﻋ� ﺍ�ﻜﻠﻤﺔ‬10 şeklindeki ً ّ ّ ً‫ﻳﺘﻨﻔﺲ ﻓﻴﻪ ﻋﺎﺩﺓ‬ tarifi ise daha kapsamlı bir tanım olması (efrâdını câmi‘, ağyârını mâni‘) hasebiyle kanaatimizce tercihe şayandır. Buna göre sözlük ve terim anlamlarını aktarmaya çalıştığımız vakf ve ibtidâ’nın, âyette murad edilen mananın anlaşılabilmesini hedefleyen ve bu sebeple özellikle bu alanda eser telif etmiş kıraat âlimlerinin tespit ettikleri yerlerde durulması ve âyetin mefhumunun bozulmayacağı şekilde uygun yerlerden başlanılması suretiyle Kur’ân tilâvetinin keyfiyetini belirleyen önemli bir ilim olduğu söylenebilir. Ebû Nasr İsmail b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhah tâcü’l-lugâ ve sıhâhi’l-‘arabiyye, thk. Ahmed Abdülğafûr Attâr (Beyrut: Dâru’l-‘İlm, 1987), 4/1440; Ebu’l-Hüseyn Ahmed İbn Fâris, Mu‘cemu Mekâyisi’l-lugâ, thk. Abdusselâm Muhammed Harun (Dâru’l-Fikr, 1979), 6/135; Ebu’l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed er-Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât, thk. Safvan Adnan ed-Dâvûdî (Dımaşk: Dâru-l-Kalem, 1412), 88; Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer el-Hârizmî ez-Zemahşerî, Esâsü’l-belâğa, thk. Muhammed Bâsil ‘Uyûnu’s-Sûd (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1998), 2/350; Muhammed b. Mukrim İbn Manzûr el-İfrîkî, Lisânu’l-‘Arab, (Beyrut: Dâru Sâdır, 1414), 9/359; Ebu’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Yakub Fîrûzâbâdî, Kâmusu’l-muhît, thk. Mektebü Tahkiki’t-Türâs fî Müesseseti’r-Risâle (Beyrut: y.y., 2005), 860. 7 el-En‘âm 6/27, 30; es-Sebe’ 34/31; es-Sâffât 37/24. 8 Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân ed-Dârimî, es-Sünen, thk. Hüseyn Selim Esed ed-Dârânî (Suud-i Arabistan: Dâru’l-Muğnî, 2000), “Salat”, 69; Ebû İsa Muhammed b. İsa et-Tirmizî, Sünenü’t-Tirmizî, thk. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf (Beyrut: Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, 1998), “Salat” 79; Ebû Dâvûd Süleymân b. Dâvûd et-Tayâlisî, el-Müsned, thk. Muhammed Abdulmuhsin et-Türkî (Mısır: Dâru Hicr, 1999), 1/415. 9 Cevherî, es-Sıhâh, 1/35; İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 1/26; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 33. 10 Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed İbnu’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-kıraâti’l-aşr, thk. Muhammed Ali ed-Dabbâğ (Beyrut, 1940), 1/240. 6 17 MUSHAFLARDA ALAMETLER 2. Vakf ve İbtidâ ile İlgili Diğer Bazı Kavramlar Kur’an tilâvetinde okumaya devam etmek niyetiyle bir kelime üzerinde nefes alma süresi kadar tilâvete ara vermeyi ifade eden vakf kavramı ile eş anlamlı veya yakın anlamlı olarak değerlendirilen bazı kelimeler vardır. İbnu’l-Cezerî’nin belirttiğine göre bazı kaynaklarda mütekaddimûn ve müteahhirûn şeklinde yapılan bir tasnife göre mütekaddim dönem âlimlerinin bir kısmı, kat’ ve sekte ifadelerini, “vakf” anlamında değerlendirmişlerdir. Bu itibarla Ebû Cafer en-Nehhâs’ın vakf ve ibtidâ ile ilgili eserine el-Kat‘ ve’l-i’tinâf ismini seçmesi, ilk dönemlerde kat‘ ile vakfın aynı anlamda kullanılabildiğini teyit etmektedir. Müteahhir dönem âlimleri ise vakf, kat‘ ve sekte kavramları arasında bazı farkların bulunduğu görüşündedir. Kat‘ ifadesi, tilâveti tamamen nihayete erdirip kıraatin dışındaki başka bir şeye intikal etme anlamındadır. Bu durumda tilâvete tekrar başlamak isteyen bir kimsenin istiâze okuması gerekir. Ayrıca kat‘ sadece âyet sonlarında yapılabilir. Vakf ise bir kelimenin öncesinden veya sonrasından Kur’ân tilâvetine tekrar devam etmek düşüncesiyle o kelimede, nefes alma süresi kadar okuyuşa ara vermektir. Buna göre âyet sonlarında veya ortalarında da gerçekleşebilen vakfta nefes alınması gerekir. Sekte ise Kur’ân tilâvetinde vakf süresinden daha kısa bir zaman için nefes almaksızın sesi ve nefesi tutup ardından okumaya devam etmektir.11 İbnu’l-Cezerî’nin vakf tanımında geçen “normal bir nefes alma süresi kadar” (ً‫)ﻳﺘﻨﻔﺲ ﻓﻴﻪ ﻋﺎﺩﺓ‬ ifadesi, vakfın sekteden farklı olduğunu göstermekteّ dir. Zira vakfın bir gerekçesinin de nefes ihtiyacı olduğu belirtilmesine rağmen sektede nefes alınmaması esastır. Ayrıca vakf tanımında geçen “tilâvete başlama [devam etme] niyeti” (‫)ﺑﻨﻴﺔ ﺍﺳﺘﺌﻨﺎﻑ ﺍﻟﻘﺮ�ﺀﺓ‬ ifadesi, vakfın, kat‘dan ّ da farklı olduğunu gösteren diğer bir detaydır. 12 Zira bilindiği üzere kat’, Kur’ân tilâvetine bir daha başlamamak, devam etmemek üzere son vermektir. Vakfta ise okuyuşa kısa süreliğine ara verdikten sonra tekrar devam etme İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/239-240; Ebu’l-Fazl Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr b. Muhammed es-Suyûtî, el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’an, thk. Merkezü’d-Dirâsati’l-Kur’aniyye, (Suud-i Arabistan: İslami İşler, Davet ve İrşat Bakanlığı, ts.), 2/560-561; Ebû Muhammed Hasan b. Ali el-Ammânî, el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’n-Nâs), thk. Muhammed b. Hamûd b. Muhammed el-Ezûrî, (Suud-i Arabistan: Cami‘atü Ümmi’l-Kurâ, Yüksek Lisans Tezi, 1423/2002), 13-14; Demirhan Ünlü, “Vakf ve Vakfın Hükümleri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi 9/98-99 (1970), 236. (Bu eserlerde mütekaddimûn ve müteahhirûn ile hangi âlimlerin ve hangi dönemin kastedildiği belirtilmemiştir.) 12 Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr el-Kastallânî, Letâifu’l-işârât li fünûni’lkıraât, thk. Merkezü’d-Dirâsâti’l-Kur’aniyye, (Suud-i Arabistan: İslami İşler, Davet ve İrşat Bakanlığı, ts.), 2/492. 11 18 MUSHAFLARDA ALAMETLER niyeti vardır. Buna göre müteahhir dönemi âlimlerin vakf, kat‘ ve sekte terimlerini farklı kavramlar şeklinde kabul etmeleri daha makul bir yaklaşım olarak görülebilir. Bu değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere kat’, Kur’an tilâvetini tamamen nihayete erdirmeyi ifade eder ve buna bağlı olarak sadece âyet sonlarında gerçekleşebilir. Bu durumda tekrar Kur’an okumak isteyen bir kimsenin tilâvete istiâze ile başlaması gerekir. Vakf, bir kelimede nefes alma süresi kadar okuyuşu ve sesi, Kur’an tilâvetine tekrar devam etmek düşüncesiyle geçici bir süre kesmektir. Sekte ise vakf süresinden daha kısa bir zaman için nefes almaksızın sesi ve nefesi tutup ardından okumaya devam etmeyi ifade etmektedir.13 Dolayısıyla vakf ve sekteden sonra tilâvete devam edilirken kat’da ise okuyuş tamamen sonlandırılmaktadır. Vakf ve kat’ nefes alarak yapılırken sektede ise nefes alınmamaktadır. 14 Kat’dan sonra tilâvete istiâze ile başlanılması gerekirken vakf ve sekteden sonra istiâzeye gerek yoktur. Zikredilen bu detay bilgiler vakf, kat’ ve sekte kavramlarının farklı olduğunu göstermektedir. Kur’an tilâvetine ilk olarak başlamayı ya da okuma esnasında yapılan vakfın akabinde tilâvete tekrar devam etmeyi ifade eden ibtidâ ile ilintili olan bazı kelimeler de vardır. Mesela Nehhâs’ın yukarıda aktarılan eserinin isminde geçen “i’tinâf” ifadesi veya “vasl” kavramı akla ilk gelen kelimelerdir. Bu münasebetle bir şeye yeniden başlamak veya kaldığı yerden devam etmek anlamına gelen i’tinâf ile ibtidânın benzer anlamları muhtevi olduğu söylenebilirse de ibtidâ, daha yaygın kullanılan bir ifadedir. Bağlama, birleştirme, bir araya getirme, ulaştırma gibi anlamlara gelen vasl ise bir kelime veya cümleyi diğer bir kelime ya da cümleye, ses ve nefesi kesmeksizin bağlamak veya sözü meydana getiren cümleleri atıf harfi “vâv” ile birbirine atfetmektir.15 Dolayısıyla vasl, bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelimeyle birleştirilmesi manasında kullanılan bir terimdir. 3. Vakf-İbtidâ İlminin Konusu, Önemi ve Tarihi Gelişimi Kıraat ilminin temel meselelerinden biri sayılan vakf-ibtidâ, Kur’an tilâvetinde okuyucunun nerede ve nasıl vakf yapması, tilâvete nereden ve nasıl başlaması gerektiğini tespit eden ve öğreten bir ilimdir. Zira okuyucunun bir sûreyi veya kıssayı ya da konuyu tek nefeste bitirmesi her zaman Suyûtî, el-İtkân, 2/560-561. Ammânî, el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’n-Nâs), 13-14; Ünlü, “Vakf ve Vakfın Hükümleri”, 236. 15 Muhsin Demirci, Tefsir Terimleri Sözlüğü, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2014), 328; Nihat Temel, Kıraat ve Tecvid Istılahları, (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları (İFAV) 2018), 177; Recep Koyuncu, Kıraat İlmi Takrîb Usûlü, (İstanbul: Hacıveyiszâde İlim ve Kültür Vakfı Yayınları, 2018), 174. 13 14 19 MUSHAFLARDA ALAMETLER mümkün değildir. Ayrıca âyet içerisindeki bazı yerlerde geçici bir süre durulması ve ardından tilâvete devam edilmesi anlamın vurgulanması açısından bazen gerekli de görülebilir. Bu sebeple tilâvet esnasında vakfa uygun olan yerlerin tayini ve okumanın da buna göre icra edilmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda bilinmektedir ki, okumaya başlamak için tercih edilen yer (ibtidâ) ya da belirlenen durma yeri (vakf), âyetin anlamını etkilemektedir. Dolayısıyla buna göre vakf ve ibtidâ, bir yönüyle sahih bir tilâveti hedeflerken diğer taraftan anlam ihlaline yol açmayacak şekilde murad-ı ilâhînin doğru anlaşılmasına da katkı sağlamaktadır. Vakf-ibtidâ ilminin muhtevasının, genel bir değerlendirmeye göre iki temel konudan oluştuğu söylenebilir. Bunların ilki, kelime sonlarında resm / hat açısından vakf veya vaslın nasıl olacağı ile ilgili iken diğeri ise âyetlerdeki vakfa ve ibtidâya uygun olan ya da uygun olmayan yerlerin / kelimelerin tespit edilmesine yöneliktir. 16 Buna göre Kur’an tilâveti ile ilgili bir bağlamda kullanılan vakf ifadesinin bu şekilde iki maksudu vardır. Birincisi, Kur’an tilâveti esnasında durulduğunda kelimenin sonundaki harfte (mesela müenneslik tâ’sı, iki üstünde) nasıl durulacağı ile ilgilidir. İkincisi ise çalışmamızın da mihverini oluşturan âyetlerdeki cümle kurgusunun ve anlam yapısının dikkate alınarak nerede vakf yapılması ve nereden tilâvete devam edilmesi ile ilgilidir. Buna göre vakf-ibtidâ ilmi, Kur’an tilâvetinde nerede ve nasıl vakf yapılması, tilâvete nereden ve nasıl başlanılması ya da devam edilmesi meselelerini konu edinen bir ilmî disiplindir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.), Kur’an tilâvetinde vakf ve ibtidâya riayet edilmesi yönündeki uygulamalarından hareketle vakf-ibtidâ meselesinin en azından amelî düzeyde Kur’an’ın nüzûlü döneminde var olduğu söylenebilir. Nitekim “Hz. Peygamber, rahmet âyetini okuduğunda vakf yapar, Allah’tan istekte bulunurdu. Azap âyetini okuduğu zaman ise vakf yapar, Allah’a sığınırdı.”17 hadisi, anlam eksenli bir tilâvette vakfın önemine işaret etmektedir. Ümmü Seleme’den (ö. 20/640) nakledilen bir rivayette de Hz. Peygamber’in Fâtiha sûresini okurken âyet sonlarında vakf yaptığı bildirilmektedir.18 Yedi harf ruhsatı ile ilgili olarak Hz. Peygamber’in, “…rahmet âyetini azap âyeti; azap âyetini de rahmet âyeti ile bitirmeyin.” 19 şeklindeki Ebû Bekr Muhammed b. Kasım b. Beşşar İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, thk. Muhyiddin Abdurrahman Ramadan, (Dımaşk, 1971), 1/108-149; Ebû Amr Osman b. Saîd ed-Dânî, el-Muktefâ fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, thk. Cemâluddin Muhammed Şeref, (Mısır: Dâru’s-Sahâbe, 2006), 17-29; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/224 vd. 17 Dârimî, “Salat”, 69; Tirmizî, “Salat” 79; Tayâlisî, Müsned, 1/415. 18 Ebû Ya’lâ Ahmed b. Ali b. el-Müsennâ et-Temimî el-Mevsılî, el-Müsnedü Ebî Ya’lâ, thk. Hüseyin Esed Selîm, (Dımaşk, 1984), 12/451; Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. İsmail en-Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, thk. Abdurrahmân b. İbrahim el-Matrûdî, (Riyad: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1992), 11-12. 19 Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn el-Beyhakî, es-Sünenü’s-sağîr, thk. Abdulmu‘tî Emîn Kal‘acî, (Pakistan: Câmi‘atü’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye, 1989), 1/356. 16 20 MUSHAFLARDA ALAMETLER sözleri de bu ilmin istidlali için birçok eserde nakledilmiştir. Bundan dolayıdır ki bazı kaynaklarda, cennet ve mükâfat ile cehennem ve cezayı konu edinen âyetler arasında vakf yapılması gerektiği belirtilmiş ve vakf-ibtidâ ilminin bizzat Hz. Peygamber tarafından öğretildiği kabul edilmiştir. 20 Kur’ân’ın tertîl ve tedebbür ile okunması yönündeki ilahî ikazlar da tilâvetin gelişigüzel olmaması ve kıraat esnasında belli kurallara riayet edilmesinin gerekliliğini hatırlatmaktadır. Örneğin Kur’an’ın tertîl üzere okunmasına işaret eden Müzzemmil 73/4 âyetindeki “tertîl” kelimesi, Hz. Ali’ye (r.a.) nispet edilerek “vakfları (yerlerini) bilmek ve harfleri düzgün telaffuz etmek” (‫ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺍﻟﻮﻗﻮﻑ ﻭﺗﺠﻮ�ﺪ ﺍﻟﺤﺮﻭﻑ‬:‫ )ﺍﻟ�ﺗﻴﻞ‬şeklinde beyan edilmiştir.21 Bu iti- barla vakf ve ibtidâ, okuyucunun kıraatini disipline eden, ahenkli bir okuyuş sergilemesini temin eden, tilâvetini süsleyen, okuyanın ve dinleyenin âyeti anlamasını sağlayan ve farklı hükümleri anlaşılır kılan ilmî bir disiplindir. Bu özelliği sebebiyledir ki İslâm âlimleri Kur’ân’ın nüzûlünden itibaren vakf ve ibtidâ meselesine ciddi bir hassasiyet göstermişlerdir. İbnu’l-Enbârî’ye göre Kur’an’ın i’rabı, manaları ve garîbi ancak vakf ve ibtidâ bilgisi ile anlaşılabilir.22 Kur’an hakikatlerinin anlaşılabilmesi için öncelikle onun fasılalarının bilinmesi gerektiğini söyleyen Uşmûnî, bu nedenle vakf ve ibtidâyı öğrenmenin ve öğretmenin zorunlu olduğunu söylemiştir. 23 Bu sebeple “Kur’ân âyetlerinin tilâveti esnasında, murad edilen manayı ifade edecek şekilde vakf ve ibtidâ mahallerine riayet edilmesi kaçınılmazdır.”24 Zira vakf ve ibtidâ ilminin önemini bilmeyen, mana tamamlanmadan vakf yapan ve okuduğunu anlamayan bir kimse, vakfa uygun olmayan bir yerde durduğunda bazen Allah’ın kelamında murad edilen anlamı tahrif etmiş olabilir. Nitekim, bazı yerlerde vakf yapılması, anlamı değiştirdiği veya Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 13; Dânî, el-Muktefâ, 15. Ebu’l-Kâsım Yûsuf b. Ali el-Hüzelî, el-Kâmil fi’l-kırââti’l-‘aşr ve’l-erba‘îne’z-zâideti ‘aleyhâ, thk. Cemâl b. es-Seyyid b. Rufâî eş-Şâyib, (Mısır: Müessesetü Semâ, 2007), 93; Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed İbnu’l-Cezerî, et-Temhîd fî ‘ilmi’tTecvîd, thk. Ğânim Kaddûrî Hamed, (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2001), 60; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-kıraâti’l-aşr, 1/225; Suyûtî, el-İtkân, 2/541; Abdülfettah el-Kârî, Kavâidü’ttecvîd, (Medine: Mektebetü’d-Dâr, 1410), 107. Vakf ve ibtidânın önemini belirtmek için kullanılan bu istidlalin isabetli olmadığını belirten Mehmet Emin Maşalı, “tertîl” terimi ile ilgili Hz. Ali’den rivayetle aktarılan yorumun ilk olarak Ebû Amr ed-Dânî (ö. 444/1053) ve Ebü’l-Kâsım el-Hüzelî’nin (ö. 465/1073) eserlerinde geçmesi, tecvid kavramının dördüncü asırdan itibaren kullanılması ve Şii kaynaklarda Hz. Ali’nin böyle bir sözünün bulunmayışı gerekçeleriyle bu rivayetlere ihtiyatlı yaklaşılmasını tavsiye etmektedir. (Bk. Mehmet Emin Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, (Ankara: Otto Yayınları, 2016), 136-140). 22 İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 1/108. 23 Ahmed b. Muhammed el-Uşmûnî, Menâru’l-hudâ fî beyâni’l-vakfi ve’l-ibtidâ, nşr. Ebu’l‘Alâ el-‘Adevî, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ʿİlmiyye, 2002), 13. 24 Nihat Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları (İFAV), 2016), 45. 20 21 21 MUSHAFLARDA ALAMETLER kasten yapıldığı takdirde inkara neden olacak şekilde mefhum değişikliğine yol açtığı için vakf-ı kabîh ya da vakf-ı küfr (mâ lâ yecûzü’l-vakfü aleyh) olarak isimlendirilmiştir. 25 Örneğin Mâide 5/73 âyetinde “ ٌ‫َﻭﻣَﺎ ِﻣ ْﻦ ﺇِﻟَﻪٍ ﺇِﻻ � ﺇِﻟ َﻪ‬ ِ ِ ‫”ﻭ‬ ‫�ﺣ ٌﺪ‬ َ cümlesi tilâvet edilirken “ٍ‫”ﻭﻣَﺎ ﻣ ْﻦ ﺇِﻟَﻪ‬ َ ifadesinde vakf yapılması duru- munda “(hâşâ) hiçbir ilah yoktur.” şeklinde yaratıcının inkâr edilmesi gibi ciddi bir anlam tahrifi söz konusu olur. Bu sebeple bilerek ya da bilmeyerek bu şekilde anlam tahrifine neden olacak şekilde vakf yapılmaması önem arz eden bir husustur. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Kur’ân tilâvetinde uyguladığı görülen vakf ve ibtidâ meselesine dair detaylı bilgilerin tedvin ve telifinin başlangıcı ise hicrî ikinci asrın ilk dönemlerine kadar gitmektedir. Nitekim telifleri günümüze ulaşmamış olsa da Dırâr b. Surad el-Kûfî (ö. 129/746) ve Şeybe b. Nisâh (ö. 130/748) gibi ilk dönem âlimleri tarafından vakf-ibtidânın ilk olarak müdevven bir ilim haline getirildiği kabul edilmektedir. Bunların akabinde vakfibtidâ ile ilgili telifler devam etmiştir. Örneğin Ebû Cafer Muhammed b. Se‘dân ed-Darîr (ö. 231/846) el-Vakfu ve’l-ibtidâ fî Kitâbillâhi azze ve celle, İbnu’l-Enbârî (ö. 328/939) Kitâbu Îzâhi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, Nehhâs (ö. 338/949) el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, Ebû Amr ed-Dânî (ö. 444/1052) el-Muktefâ fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, Ebû Muhammed Hasan b. Ali el-Ammânî26 (ö. 500/1106) el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, İbnu’l-Ğazzâl (ö. 516/1122) elVakf ve’l-ibtidâ, Ebû Cafer Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî (ö. 560/1164) ‘İlelu’l-vukûf / Kitâbu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ, İbn Tahhân (ö. 560/1165) Nizâmu’l-edâ-i fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, Sehâvî (ö. 643/1246) Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ, Nikzâvî (ö. 683/1284) el-İktidâ fî ma‘rifeti’l-vakfi ve’l-ibtidâ, Zekeriyya el-Ensârî (ö. 926/1519) el-Maksıd li telhîsi mâ fi’l-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, Uşmûnî (ö. h.11.asır) Menâru’l-hudâ isimli eserleri ile vakf-ibtidâ müellefatına katkı veren âlimlerden bazılarıdır. Ayrıca Nîsâbûrî’nin (ö. 730/1329) Garâibü’l-Kur’ân ve regâibü’l-Furkân tefsiri ile Kastallânî’nin (ö. 923/1517) kıraatle ilgili geniş hacimli Letâifü’lBu konuda örnek âyetler için Mâtürîdî’ye nispet edilen risaleye bakılabilir. Bk. Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed el-Mâtürîdî, Risâle fî mâ lâ yecûzü’l-vakfü aleyhi fi’l-Kur’ân, Süleymaniye Kütüphanesi Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi, Mehmed Âsım Bey Koleksiyonu, 705, vr. 44a, 44b. 26 Bazı eserlerde Ummânî ya da Umânî şeklinde yazılmıştır. Mesela bk. Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 30; Mustafa Karagöz, Vakf-ı Câizi Doğru Anlamak -Secâvendî’nin Eseri ve İlgili Ayetlerin Manası Çerçevesinde-, Bilimname, 35/1 (2018), 323. Bizim tercihimiz ise Ammânî şeklinde yazılması yönündedir. Örneğin bk. Ebû Muhammed Hasan b. Ali el-Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâ-i’s-seb‘ati ve ğayrihim min bâki’leimmeti’l-kurrâ-i ve’l-müfessirîn (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), thk. Hind bint Mansûr b. Avn el-Abdelî, (Mekke: Câmi’atü Ümmi’l-Kurâ, Yüksek Lisans Tezi, 1423/2002), 1/28 (muhakkikten naklen); Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/494, 519; Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 147. 25 22 MUSHAFLARDA ALAMETLER işârât’ı da vakf-ibtidâ alanında istifadeden müstağni kalınmaması gereken önemli eserlerdir. Zikri geçen bu eserlerde her bir müellif, öncelikle kendi ictihadına göre vakf ve ibtidâ kriterlerini tayin etmiş ve buna göre vakf türlerini oluşturmuştur. Daha sonra mushaftaki tertip sırasına göre her bir sûreyi âyet âyet ele alıp âyetlerdeki vakf yapmaya uygun olan ya da uygun olmayan yerlerin / kelimelerin önüne vakf çeşidinin adını yazmak suretiyle vakf türlerini belirtmiştir. Bu eserlerin bir kısmında vakf türleri için ayrıca harf remizler de tayin edilmiştir. 4. Vakf-İbtidâ Literatüründe Vakfın Kısımları Kur’ân-ı Kerîm tilâvetinde okuyucunun, bir sûreyi ya da konu bütünlüğü arz eden bir bölümü veya kıssayı tek nefeste okuması her zaman ve her yer için mümkün olmayabilir. Bu durum, vakf ve ibtidâya uygun olan yerlerin tayinini gerekli ve önemli kılmaktadır. Bu itibarla vakf-ibtidâ âlimleri, âyetlerdeki vakfa uygun olan yerlerin tayininde tefsir, fıkıh, kelâm, nahiv, kıraat ilimlerinden istifade ederek tâbi olacakları bazı vakf-ibtidâ kriterleri oluşturmuştur. Buna göre âyet sonlarında veya nefesin nihayete erdiği bir yerde ya da tilâvete konu olan âyetin anlamını gözönünde bulundurarak lafız ve mana açısından kelamın anlaşılır olduğu bir yerde vakf yapılabileceği üzerinde durmuşlardır.27 Bu hususta her bir âlimin esas aldığı kriterin farklı olabilmesi nedeniyle vakf-ibtidâ geleneğinde genel olarak üç yaklaşımın bahse konu edildiği görülmektedir. Ümmü Seleme’den nakledilen rivayete göre Hz. Peygamber’in, Fâtiha sûresini âyet sonlarında vakf yaparak okuduğu bildirilmiştir. 28 Bu rivayete istinaden ulemanın bir kısmı, kelamın tamam olup olmamasını dikkate almaksızın her bir âyet sonunu mutlak surette vakf mahalli olarak tayin etmiştir.29 Ayrıca Hz. Peygamber’in uygulamasına tabi olunması evlâ olarak değerlendirildiği için âyet sonlarında vakf yapılması bazı âlimler tarafından sünnet kabul edilmiştir.30 İbn Kesir (ö. 120/738) ile Hamza (ö. 156/773) gibi bazı kıraat imamlarına göre âyetlerdeki vakf yerlerini belirleyen okuyucunun nefes durumudur. Do- Zekeriyya b. Muhammed el-Ensârî, el-Maksıd li telhîsi mâ fi’l-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (Uşmûnî, Menâru’l-hudâ içinde), (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 2002), 11; Suyûtî, elİtkân, 2/559. 28 Mevsılî, Müsned, 12/451; Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 11-12. 29 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/238. 30 Mahmûd Halîl el-Husarî, Me‘âlimu’l-ihtidâi ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, (Kahire: Mektebetü’s-Sünne, 2002), 49-51; Mahmud Âdil Şevk, “Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm dirâsetün mevdû‘iyyetün ve delâliyyetün”, Mecelletü Âfâki’s-Sekafiyyeti ve’t-Turâs, 80 (2012), 12-13. 27 23 MUSHAFLARDA ALAMETLER layısıyla sadece nefesin tükendiği yerlerde vakf yapılması uygun olabilmektedir. Nafi‘ (ö. 169/785), Âsım (ö. 127/745) ve Kisâî’nin (ö. 189/805) diğer bir kısım kıraat imamına göre ise âyet sonu olup olmamasına bakmaksızın âyetlerdeki cümle kurgusunu ve anlamı esas alan bir yaklaşım içerisinde olmuşlardır.31 Bu doğrultuda lafız ve anlam irtibatına göre anlamın tamamlandığı yerleri vakf mahalli olarak tayin etmişlerdir. Kur’an tilâvetinde vakf yerlerinin tayin edilmesinde tercih edilen mezkûr kriterlere istinaden vakf-ibtidâ müellefatında farklı tasnifler ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda vakf türleri, araştırmamızda da tercih ettiğimiz üzere belli bir tasnife tabi tutulacak olursa en genel haliyle üç şekilde kategorize edilebilir: 1) Kur’an okuyucusu, bazen kendi iradesine bağlı olmaksızın hâricî ve ârızî faktörlere istinaden bazen de kendi tercihine göre vakf yapmak durumunda kalabilir. Bu itibarla nefesin yetmemesi, sesin kısılması, ezberden okunduğu takdirde ezberin unutulması gibi okuyucunun iradesi dışındaki bazı hâricî etkenlere bağlı olarak tilâvetin geçici bir süre durdurulması zarureti, “vakf-ı ızdırârî” olarak literatürde yer bulmuştur. Zorunlu bir sebep olmaksızın Kur’an okuyucusu bizzat kendi ihtiyarına göre vakf yapabileceği yerleri de tayin edebilir ki buna da “vakf-ı ihtiyârî” denilmektedir. Ayrıca bazen vakfın bir kelimede nasıl yapılması gerektiğinin talimi için (vakf-ı ihtibârî) bazen de tilâvete konu olan âyetteki kıraat vecihlerinin icrası için (vakf-ı intizârî) vakf yapılması da mümkündür. Bu son iki vakf türü, bir yönüyle okuyucunun kendi iradesi haricindeki nedenlere bağlı olarak yaptığı vakflar şeklinde anlaşılabilirse de vakf-ı ızdırârî’de olduğu gibi bir zorunluluk bahse konu değildir. Dolayısıyla okuyucunun kendi ihtiyarına göre belirlediği vakf yerleri olarak anlaşılması kanaatimizce daha makul bir tercih gibi gözükmektedir. Bu değerlendirmelere göre mezkûr vakf türleri, vakf-ı ızdırârî ve vakf-ı ihtiyârî şeklinde ikili bir tasnife tabi tutulabilir. 32 Ârızî ve hâricî bir sebebe bağlı olarak yapılmak zorunda kalınan vakf-ı ızdırârî’nin dışındaki diğer vakf türleri kanaatimizce vakf-ı ihtiyârî’nin kapsamı içerisinde değerlendirilebilir. Bu bağlamda okuyucunun tercihine bağlı olup olmaması bakımından vakflar, “vakf-ı ızdırârî” ve “vakf-ı ihtiyârî” şeklinde iki kısımda da tasnif edilebilir. Bununla beraber “Vakf Yapmayı Gerektiren Sebepler Açısından Vakfın Kısımları” isimli ilk kısımda, zikri geçen bu dört vakf türüne ayrı ayrı yer verilecektir. 2) Vakf-ibtidâ âlimleri tarafından yapılan bir diğer tasnif, kelamın cüzleri olan kelimelerin ya da cümlelerin kendi aralarındaki lafız ve anlam irtibatına bağlı olarak anlamın tamam olup olmamasına göre vakf yerlerinin kategorize edilmesidir. Dikkat edildiği takdirde böyle bir tasnifte, vakf yapılmasını 31 32 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/238. Abdurrahman Çetin, “Vakf ve İbtidâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2012), 42/462. 24 MUSHAFLARDA ALAMETLER zorunlu kılan hâricî bir etken söz konusu olmadığı için bu yönüyle burada yer verilecek vakf türleri, tercihe bağlı olarak yapılan “vakf-ı ihtiyârî”nin alt kısımları olarak değerlendirilebilir. Nitekim kelamın anlaşıldığı ve tamam olduğu bir yerde vakf yapılmasını, “vakf-ı ihtiyârî” olarak isimlendiren İbnu’l-Cezerî, vakfa konu olan kelimenin, kendisinden sonraki cümle ile lafız ve mana irtibatı olup olmamasına göre bu vakf türünü üç kısma ayırmaktadır. Ona göre sonrası ile lafız ve mana irtibatı olmayan bir yerde vakf yapılması, “vakf-ı tam”; sadece mana irtibatı bulunan bir yerde vakf yapılması, “vakf-ı kâfî”; sadece lafız irtibatı olan bir yerde vakf yapılması ise “vakf-ı hasen” olmaktadır. Hem lafız hem de mana irtibatı olan bir yerde yani kelamın tamam olmadığı bir yerde durulmasını ise “vakf-ı ızdırârî” / “vakf-ı kabîh” olarak isimlendirmiştir.33 Böyle bir yerde zaruret olmaksızın durulmasının muteber bir vakf olmadığı ise bilinmektedir. Bu itibarla “Lafız-Anlam İrtibatı Açısından Vakfın Kısımları” isimli ikinci başlıkta, bahsi geçen kritere göre tasnif edilen “vakf-ı tâm”, “vakf-ı kâfî”, “vakf-ı hasen”, “vakf-ı kabîh” gibi bazı vakf türleri beyan edilecektir. 3) Son taksim ise rivayete dayalı vakf türlerini ihtiva etmesinden hareketle zikri geçen iki kısmın kapsamına girmeyeceği düşünülen vakf türlerinden oluşan bir tasniftir. “Diğer Bazı Vakf Çeşitleri” isimli bu kısımda; “vakf-ı ğufrân”, “vakf-ı nebî”, “vakf-ı sünnî”, “vakf-ı cibrîl”, “vakf-ı münzel” gibi bazı vakf türlerine yer verilecektir. Bu arada genel anlamda vakf-ibtidâ müellefatında ibtidâ türleri şeklinde bir başlık açılmaması dikkat çekicidir. Zira bu tür eserlerde, vakfın uygun olup olmadığı meselesi, sonrasının ibtidâya uygun olup olmadığı üzerinden değerlendirilmektedir. Böylece ibtidânın uygun olup olmadığına da vakf üzerinden işaret edilmiş olmaktadır. Bu sebepledir ki vakf-ibtidâ literatüründe genellikle vakf türlerinden bahsedilirken ibtidânın türlerine çok fazla yer verilmemektedir. Zira tayin edilen vakf türleri aslında diğer bir yönüyle ibtidânın da türleri şeklinde düşünülebilir. Örneğin vakf-ı tam olarak değerlendirilen bir yerin devamından ibtidâ yapılması da aynı şekilde ibtidâ-i tam’dır. Zira lafız ve anlam irtibatının olmadığı bir yerde vakf yapılması tam bir vakf; devamından ibtidâ yapılması da tam bir ibtidâdır. İbtidâ konusu, aslında vakfın neticesinde ortaya çıkan bir durumdur. Dolayısıyla âlimler tarafından vakf esas alınmış, ibtidâ ise ona bağlı ârızî bir durum olarak değerlendirilmiştir. 4.1. Vakf Yapmayı Gerektiren Sebepler Açısından Vakfın Kısımları Kur’an tilâvetinde, konu bütünlüğüne dikkat edilerek manayı tahrif etmeden âyetlerin bazı yerlerinde durulması gerekebilir. Zira okuma esnasında 33 İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/225-230. 25 MUSHAFLARDA ALAMETLER âyetlerde anlatılan kıssa veya herhangi bir konuyu tek nefeste tamamlamak mümkün olmayabilir. Dolayısıyla âyetlerin bazı yerlerinde vakf yapılmasını zorunlu kılan veya tercihe bağlı durumlar ortaya çıkabilir. Tilâvetin durdurulmasına sebep olan bu durumlar, vakfın yapılış gayesini de belirlemektedir. Bu gaye bazen zorunlu bir sebebe bazen de okuyan kişinin tercihine bağlıdır. Bazı vakflar da bir kelimede vakfın nasıl yapılması gerektiğinin öğretimi için bir kısmı ise kıraat imamlarının farklı okuyuş vecihlerini sergileyebilmek için yapılmaktadır. 4.1.1. Vakf-ı Izdırârî Mecbûrî, zorunlu, kaçınılmaz, ihtiyaç duymak vb. anlamları ihtiva eden34 ) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; Kur’an tilâvetinde “ızdırârî” ( nefesin yetmemesi veya sesin kısılması, ezberin unutulması ya da herhangi bir sebeple tilâvete devam edilememesi gibi zaruri bir duruma istinaden kelamın lafız ve mana açısından tamam olup olmadığına bakılmaksızın herhangi bir yerde yapılan zorunlu vakfa işaret etmektedir.35 Kur’an okuyucusunun tercihi dışında zorunlu olarak tilâvetin durdurulduğu yerde kelamın anlaşılır olup olmaması önem arz eden bir husustur. Nitekim lafız ve mana açısından kelamın tamam olmadığı bir yerde tilâvetin durdurulması vakf-ı kabîh olarak değerlendirilmiştir.36 Âyette anlatılmak istenen manaya dikkat edilmemesi ve anlamın tamam olmadığı yerlerde durulmasının muhtemelliği dolayısıyla bu tür bir vakf uygun görülmese de kârînin iradesi dışında ortaya çıkan zorunlu bir vakf olduğu için mazur görülebilir. Bu itibarla vakfa konu olan kelimenin uygun bir vakf yeri olmaması durumunda en azından ibtidânın manayı gözeterek yapılması önerilebilir. Vakf yapılmasını zorunlu kılan durum ortadan kalktığında vakf yapılan kelimenin sonrası ibtidâya uygun bir yer ise bu yerden; uygun olmaması durumunda ise ibtidâya uygun olan öncesindeki bir yerden tilâvete devam edilebilir.37 4.1.2. Vakf-ı İhtiyârî Seçmek, tercih etmek, alternatifli olmak gibi anlamlara gelen 38 “ihtiyârî” ) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; Kur’an tilâvetinde okuyucunun ( iradesine bağlı olarak vakfa uygun olan bir yerde ya da tayin edilmiş vakf alametlerinin bulunduğu yerlerde herhangi bir zorunluluk olmaksızın isteğe bağlı olarak yapılan vakf türünü belirtmektedir. Okuyucunun ihtiyarına göre İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 4/483-484; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 428. İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/225; İsmail Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2007), 328; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 63; Temel, Kıraât ve Tecvid Istılahları, 137. 36 Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 27-28. 37 Şevk, Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 13. 38 İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 4/266; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 389. 34 35 26 MUSHAFLARDA ALAMETLER gerçekleşen bir vakf türü olması hasebiyle tilâvete konu olan âyetin cümle yapısı ve anlamı dikkate alınmak suretiyle vakf yapılır. Bu bağlamda vakfibtidâ’yı konu edinen eserlerde geçen “vakf” ifadesi ile genelde vakf-ı ihtiyârî’nin kastedildiği söylenebilir. Bu itibarla vakfları, ihtiyârî ve ızdırârî şeklinde kategorize eden İbnu’l-Cezerî tilâvetin, kelamın lafzen ve mânen tamam olduğu bir yerde durdurulmasını vakf-ı ihtiyârî olarak değerlendirmiştir. Kelam tamam olsa da vakf yapılan kelime ile sonrası arasında bazen lafız ve mana irtibatı devam edebilir. Bu irtibatın durumuna göre vakf yerleri, farklı dereceler ve buna bağlı olarak farklı isimler altında tasnif edilmiştir.39 Bu sebeple vakf-ı ızdırârî ve vakf-ı ihtiyârî şeklindeki ikili tasnifte; vakf-ı ihtiyârî ayrıca lafız ve anlam irtibatının keyfiyetine göre vakf-ı tam, vakf-ı kâfi, vakf-ı hasen gibi alt kategorilere de ayrılabilmektedir. 4.1.3. Vakf-ı İhtibârî Denemek, sınamak, imtihan etmek, tecrübe etmek gibi anlamlara gelen40 ) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; Kur’an okuyan bir “ihtibârî” ( kimsenin tilâvet bilgisinin özellikle vakf ve vasl açısından sınanması ya da yanlış yerde yapılan bir vakfın nedeni üzerinde durulması gibi maksatlarla yaptırılan bir vakf türünü ifade etmektedir.41 Özellikle Kur’an muallimi olan bir kimse, öğrencisinin vakf-ibtidâ ile ilgili bilgi ve becerisini ölçmek ve buna göre öğretim faaliyetinde bulunmak amacıyla öğrencisinden belirli bir kelimede vakf yapmasını isteyebilir.42 Dolayısıyla vakf-ı ihtibârî, bu tür saiklerle yapılan bir vakf türüdür. Görüldüğü üzere bu vakf ameliyesi, bir diğer ifadeyle vakf ve vasl hususunda yapılan bir imtihan faaliyetidir. Ayrıca bir kelimede nasıl vakf yapılması gerektiğinin talimi de söz konusudur. Bundan dolayı bu vakf türü bazı yerlerde “vakf-ı ta‘limî” olarak da isimlendirilmiştir.43 4.1.4. Vakf-ı İntizârî Bir âyetin içerisindeki kıraat farklılıklarının kıraat imamlarına göre okunmasında farklı yöntemler izlenmektedir. Bu yöntemlerden biri de “vakfta cem” metodudur. Vakfta cem’, vakfa uygun bir kelimenin seçilip o kelimenin olduğu yere kadar olan kısımdaki tüm kıraat vecihlerinin cem edilerek okunmasıdır.44 Bu itibarla beklemek, durmak, bir yerde kalmak, gözetmek İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/226. İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 4/227; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 382. 41 İbrahim b. Saîd ed-Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât fî ‘ilmeyi’t-tecvîd ve’l-kırâât, (2004), 172; Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 328. 42 Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 64. 43 Şevk, Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 13. 44 Kıraatlerin icrâsına ilişkin usullerle ilgili detaylı bilgi için bk. Mustafa Atilla Akdemir, Kıraat İlmi Eğitim ve Öğretim Metotları, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2005), 100-104. 39 40 27 MUSHAFLARDA ALAMETLER gibi anlamlara gelen45 “intizârî” ( ) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; okuyuş farklılıkları ile ilgili muhtelif rivayetleri okumak gayesiyle yapılan vakf türüne işaret etmektedir.46 4.2. Lafız-Anlam İrtibatı Açısından Vakfın Kısımları Kur’ân tilâvetinde âyetlerdeki vakf yerlerinin tayininde, vakfa konu olan kelimenin, sonrası ile lafız ve mana irtibatının olup olmaması önem arz etmektedir. Bundan dolayıdır ki vakf ve ibtidânın incelendiği eserlerde âyetlerin lafız ve mana açısından tahlil edildiği ve vakf literatürünün buna göre oluşturulduğu bir vakf sistemi yaygındır. Nitekim Ebû Amr ed-Dânî’nin benimsediği “vakf-ı tâm”, “vakf-ı kâfî”, “vakf-ı hasen”, “vakf-ı kabîh” şeklindeki dörtlü vakf tasnifinin birçok âlim tarafından kabule şayan görülmesi böyle bir yorumu desteklemektedir. Bununla beraber her bir âlimin kendi yorumuna göre tercihlerde bulunması nedeniyle vakf gerekçeleri farklı olabilmekte ve buna bağlı olarak vakf-ibtidâ müellefatında vakf türleri ve hükümleri, vakf terminolojisi, âyetlerdeki vakfa uygun olan veya uygun olmayan yerlerin tercihi gibi hususlarda birliktelik olmadığı da belirtilmesi gereken bir husustur. Zira vakf-ibtidâ âlimleri, vakfları muhtelif yönlerden farklı tasniflere tabi tutmuşlar ve bu çerçevede farklı vakf türlerine yer vermişlerdir. Aşağıda arz edeceğimiz tabloda da görüleceği üzere vakfın kısımları ve bunların isimlendirilmesi hususunda yeknesaklıktan bahsedilmesi zordur. İnceleme imkanı bulabildiğimiz eserlerde, vakfa konu olan bir kelimenin, cümle içerisindeki konumu ve sonrası ile lafız ve mana irtibatı dikkate alınarak vakf-ı etemm, vakf-ı kâmil, vakf-ı tâm, vakf-ı temel, vakf-ı ekfâ, vakf-ı kâfi, vakf-ı ahsen, vakf-ı hasen, vakf-ı aslah, vakf-ı sâlih, vakf-ı mefhûm, vakf-ı muânaka, vakf-ı lâzım, vakf-ı beyân, vakf-ı mutlak, vakf-ı câiz, vakf-ı mücevvez, vakf-ı murahhas, vakf-ı lâ / kabîh / memnu‘,vakf-ı akbah gibi birçok vakf türü geliştirilmiştir: 45 46 İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 5/216; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 484. Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 65. 28 MUSHAFLARDA ALAMETLER Lafız-Anlam İrtibatı Açısından Vakfın Kısımları 4 + + + 5 Ammânî 5 + + + 6 İ.Ğazzâl 4 + + + 7 İ.Tahhân 4 + + + 8 Secâvendî 6 9 Hemedânî 4 10 Sehâvî 4 11 Nikzâvî 4 12 Nîsâbûrî 6 13 İ.Cezerî 4 + + + + 14 Kastallânî 5 + + + + + 15 Ensârî 8 + + + 16 Uşmûnî 10 + + + + + + + + + + 17 Safâkusî 8 + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + Vakf-ı Akbah Dânî Vakf-ı Kabîh/Memnu’ 4 Vakf-ı Murahhas + + Vakf-ı Mücevvez + Vakf-ı Câiz + Vakf-ı Mutlak 3 Vakf-ı Beyan İbn Evs Vakf-ı Lâzım 3 Vakf-ı Mefhûm + Vakf-ı Sâlih + Vakf-ı Aslah + Vakf-ı Hasen 4 Vakf-ı Ahsen Nehhâs Vakf-ı Kâfî 2 Vakf-ı Ekfâ + Vakf-ı Temel 3 Vakf-ı tâm Vakf Tasnifleri İ.Enbârî Vakf-ı Kâmil Vakf ve İbtidâ Âlimleri 1 Vakf-ı Etemm Sıra Nu: Vakfın Kısımları + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + 29 MUSHAFLARDA ALAMETLER Görüldüğü üzere tabloda 19 farklı vakf türüne yer verilmiştir.47 Bunların bir kısmı, aynı vakf türünün kendi içerisinde daha detaylı bir şekilde mertebelere ayrılması neticesinde oluşturulan vakf türleri olduğu aşağıdaki tahlillerimizde de değinilen bir husustur. Bu sebeple bahsi geçen şekildeki vakf türlerine aynı başlık altında yer verilecektir. Ayrıca bu araştırmanın ikinci bölümünde detaylı bir şekilde incelenen vakf türlerine de -tekrara düşmemek içinbu kısımda yer verilmeyecektir. Buna göre bu kısımda beyan edilecek olan vakf türleri şunlardır: vakf-ı tam ve vakf-ı etemm, vakf-ı kâfî ve vakf-ı ekfâ, vakf-ı hasen ve vakf-ı ahsen, vakf-ı kabîh / memnu‘ / nâkıs ve vakf-ı akbah, vakf-ı sâlih ve vakf-ı aslah, vakf-ı kâmil, vakf-ı mefhûm, vakf-ı beyân, vakf-ı izdivâc. 4.2.1. Vakf-ı Tam ve Vakf-ı Etemm Vakf-ibtidâ literatüründe, vakfa konu olan yerler, sonrası ile olan lafız ve anlam irtibatına göre derecelendirilmiş ve buna göre tam, kâfî, hasen, kabîh 47 Tablodaki müelliflerin vakf tasnifleri, tabloda vakfın kısımları bölümünde (+) işareti konularak belirtilmiştir. Her bir âlimin -tablodaki sıra numarasına göre- vakf tasnifi ile ilgili detaylı bilgi için bk: 1. İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/108, 149. 2. Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 219. 3. Veli Kayhan, “Vakf ve İbtidâ İlmi ve Kur’ân Tefsirindeki Yeri”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10/2 (2006), 314-315. 4. Dâni, el-Muktefâ, 18-29. 5. el-Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâ-i’s-seb‘ati ve ğayrihim min bâki’leimmeti’l-kurrâ-i ve’l-müfessirîn… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 1/2; elAmmânî, el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’n-Nâs), 55. Bazı eserlerde ise Ammânî’nin vakfları 8 kısma ayırdığı aktarılmıştır. (tam, hasen, kâfî, sâlih, mefhûm, câiz, beyân, kabîh). Bk. Abdullah b. Muhammed en-Nikzâvî, el-İktidâ fî ma‘rifeti’l-vakfi ve’l-ibtidâ, thk. Mes‘ud Ahmed Seyyid Muhammed İlyas, (Medine: Câmi‘atü’lİslâmiyye, Doktora Tezi, 1413/1992), 1/34. Ayrıca Ammânî’nin eserini ihtisar eden Ensârî’nin de vakfları, 8 kategoriye ayırması dikkat çekicidir. Bk. Ensârî, el-Maksıd, 15-16. 6. Ali b. Ahmed en-Nîsâbûrî İbnu’l-Ğazzâl, el-Vakf ve’l-ibtidâ, thk. Tâhir Muhammed el-Hems, (Dımaşk: Dımaşk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2000), 134-135. 7. Ebu’l-Asbağ Abdulaziz b. Ali el-Endelûsî İbn Tahhân, Nizâmu’l-edâ-i fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb, (Riyad: Mektebetü’l-Meârif, 1985), 28-29. 8. Ebû Abdullah Muhammed b. Tayfur es-Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, thk. Muhammed b. Abdullah b. Muhammed el-Îdî, (Riyâd: Mektebetü’r-Rüşd, 2006), 1/108 vd. 9. Karaçam, Kur’ân-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 336. 10. Ebu’l-Hasan Alemüddin Ali b. Muhammed es-Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ, thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb, (Mekke: Mektebetü’t-Türâs, 1987), 2/563. 11. Nikzâvî, el-İktidâ, 1/190. 12. Nîsâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’ân, 1/44. 13. İbnu’l-Cezerî, et-Temhîd, 177; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-kıraâti’l-aşr, 1/225; Suyûtî, elİtkân, 2/548. 14. Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/494, 519. 15. Ensârî, el-Maksıd, 15-16. 16. Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 28. 17. Safâkusî, Tenbîhü’l-ğâfilîn, 130-131. 30 MUSHAFLARDA ALAMETLER şeklinde vakf türleri oluşturulmuştur. Bununla beraber bazı âlimler bu dört vakf türünün her birini de aralarındaki nüanslara göre ayrıca kendi içerisinde mertebelendirmiştir. Mesela ulemanın bir kısmı, vakf-ı tam olarak değerlendirilen yerleri, kendi içerisinde ehemm – mühim açısından “etemm – tam” şeklinde nitelemiştir. Bu yönüyle aslında aynı vakf türünün daha detaylı derecelendirilmesi neticesinde oluşturulan bir tasnif olduğu için bu tür yerler tek başlık altında incelenecektir. Kelamın tamamlandığı ve sonrası ile lafız ve anlam irtibatı bulunmayan bir yerde vakf yapılması vakf-ı tam olarak isimlendirilmiştir. Böyle bir yerde yapılan vakfın akabinde sonrası ile tilâvete devam edilmesi de “tam ibtidâ” şeklinde nitelenmiştir. Örneğin Bakara 2/5 âyetinin sonunda muttakilerin niteliklerinin anlatımı bitmiş, devamındaki iki âyette kafirlerin vasıfları bahse konu edilmiştir. Buna göre 5. âyetin sonunda kelamın tamamlandığı ve sonrası ile lafız ve anlam irtibatının kalmadığı “‫ﻮﻥ‬ َ ‫”ﻭﺃُﻭﻟ َِﺌ‬ َ ‫ﻚ ُﻫ ُﻢ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﻔﻠِ ُﺤ‬ َ cümlesinde vakf yapılması vakf-ı tamdır. Bu özelliği hâiz yerler âyet sonlarında olabildiği gibi bazen âyet başında ya da ortasında da olabilir.48 Bu bağlamda vakf-ı tamın da kendi içerisinde farklı mertebeleri olduğu söylenebilir. Mesela İbnu’l-Cezerî, Fâtiha 2/5 âyetinin sonunda yapılan vakfı, “tam” şeklinde nitelemişken 4. âyetin sonunda yapılan vakfı ise “etemm” olarak isimlendirmiştir. Bu itibarla vakfa konu olan iki yer de kelamın tamamlandığı ve sonrası ile lafız ve anlam irtibatının kalmadığı âyet sonları olması hasebiyle vakf-ı tam mahallidir. Bununla beraber ilk âyetlerdeki üçüncü tekil ِ ‫ﻚ ﻳَﻮ ِﻡ‬ ِ ِ َ sona erip akabinde şahıs zamiri ile olan anlatım dördüncü âyette (‫ﺍﻟﺪﻳ ِﻦ‬ ّ ْ ‫)ﻣﺎﻟ‬ birinci çoğul şahıs zamiri ile anlatım başladığı için bu yerde vakf yapılması “etemm”dir. Vakfa konu olan diğer yerin devamı ise kendisi ile aynı zamir kipinde olduğu için buradaki vakf tercihi ise “tam”dır.49 Aslında İbnu’l-Cezerî’nin, “etemm” ifadesi ile “vakf-ı etemm” şeklinde ayrı bir vakf türünü kasِ ‫ﻚ ﻳَﻮ ِﻡ‬ ِ ِ ‫”ﻣﺎﻟ‬ detmediği düşünülebilir. Kanaatimizce “‫ﺍﻟﺪﻳ ِﻦ‬ َ âyetinde kelamın lafız ّ ْ ve mana açısından diğer âyete göre daha bağımsız olduğunu belirtmek istemiş olabilir. Ayrıca Uşmûnî ve Safâkusî gibi bazı âlimler de “etemm” ifadesini kullanarak vakf-ı tam mahalli olan yerleri derecelendirmiştir.50 İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/149; Dâni, el-Muktefâ, 19-20; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 27-30; Suyûtî, el-İtkân, 2/544; Safâkusî, Tenbîhu’l-ğâfilîn, 131-134. 49 İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/227-228. 50 Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 28-30; Safâkusî, Tenbîhu’l-ğâfilîn, 131. 48 31 MUSHAFLARDA ALAMETLER 4.2.2. Vakf-ı Kâfî ve Vakf-ı Ekfâ Yeterli, uygun, münasip, yerinde, elverişli gibi anlamlara gelen51 “kâfî” ( ) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; kelam anlaşılır olmakla birlikte vakf yapılan yerin, sonrası ile olan anlam irtibatı devam etmekte ise bu tür yerlerde yapılan vakfa işaret etmektedir. Buna göre vakf-ı kâfî, sonrası ile lafız açısından herhangi bir irtibatın kalmadığı, ancak bir yönüyle de olsa anlam irtibatının devam ettiği bir yerde yapılan vakftır. Örneğin Bakara 2/3 âyetinin soِ nunda “‫ﻮﻥ‬ َ ‫ﺎﻫ ْﻢ ﻳُ ْﻨ ِﻔ ُﻘ‬ َ cümlesinde vakf yapıldığı takdirde kelam anlaşılُ َ‫”ﻭﻣﻤ�ﺎ َﺭ َﺯ ْﻗﻨ‬ maktadır. Ayrıca bu âyetin, devamındaki âyetle aralarında anlam irtibatı olsa da lafzî bir irtibat söz konusu değildir. Bu sebeple burada yapılan vakf, kâfî bir vakftır.52 Bununla beraber vakf-ı kâfî’ye örnek olarak zikredilen yerlerin bir kısmı için bu tanımın geçerliliği tartışılabilir. Zira bazı örneklerde anlam irtibatının yanı sıra lafzî bir irtibatın olduğu da görülmektedir.53 Vakf-ı kâfî olarak değerlendirilen yerler de kendi içerisinde farklı mertebelere ayrılabilir. Nitekim İbnu’l-Cezerî, Uşmûnî ve Safâkusi, “kâfî”nin yanı sıra “ekfâ” ifadesini de kullanmışlardır.54 Mesela İbnu’l-Cezerî, Bakara 2/9 ِ ifadesinde vakf yapılmasını vakf-ı kâfî şeklinde niteِ ُ‫”� ﻗُﻠ‬ âyetinde “‫ﺽ‬ ٌ ‫ﻮ� ِ ْﻢ َﻣ َﺮ‬ lemiş iken devamındaki “‫ ”ﻓَ َﺰﺍﺩَ ُﻫ ُﻢ ﺍ�ُ َﻣ َﺮﺿًﺎ‬ifadesindeki vakf tercihini “ekfâ ِ minh”; âyet sonundaki “‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫ﻴﻢ ﺑ ِ َﻤﺎ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻜ ِﺬﺑ‬ ٌ ‫ﺍﺏ ﺃَﻟ‬ ٌ ‫ ” َﻭﻟ َُﻬ ْﻢ َﻋ َﺬ‬cümlesindeki vakf terci- hini ise “ekfâ minhumâ” terimi ile belirtmiştir.55 İbnu’l-Cezerî’nin tercih ettiği “ekfâ” lafzından hareketle onun yeni bir vakf türünden bashettiği çıkarımı zordur. Zira görüldüğü üzere burada bahsi geçen durum, vakf-ı kâfînin kendi içerisinde derecelendirilmesinden ibarettir. 4.2.3. Vakf-ı Hasen ve Vakf-ı Ahsen Vakf-ibtidâ literatüründe vakfa uygun olan yerler tayin edilirken bu yerin sonrasının ibtidâya uygun olup olmadığı önem arz eden bir husustur. Bu bağlamda vakfa uygun olarak belirlenen bir yer diğer taraftan o yerin sonrasının ibtidâya uygun olduğunu da göstermektedir. Kelam anlaşılır olmakla birlikte vakfa konu olan yerin, sonrası ile lafız ve anlam irtibatı devam etmekte ise bu İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 15/225; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 1329. İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/227. 53 Detaylı bilgi ve örnekler için bk. Muhammed Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler – Teklifler, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2018), 33. 54 Detaylı bilgi ve örnekler için bk. İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/228; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 28, 84, 86; Safâkusî, Tenbîhu’l-ğâfilîn, 131, 134. 55 İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/228. 51 52 32 MUSHAFLARDA ALAMETLER tür yerlerde vakf yapılması uygun olabilir. Buna rağmen devam eden lafız ve anlam irtibatı gereği ilgili yerin sonrası ile ibtidâ uygun olmayabilir. Bu şekilde vakfın uygun olduğu, ancak sonrası ile ibtidânın uygun olmadığı bir yerde vakf yapılması, vakf-ı hasen olarak isimlendirilmiştir. Örneğin ِ Fâtiha sûresinin ilk âyetinde “ِ� � ‫ ”ﺍَ ْﻟ َﺤ ْﻤ ُﺪ‬ifadesi, anlam açısından anlaşılır ol- duğu için vakf yapılması uygundur. Ancak sıfat-mevsûf şeklinde öncesi ile ِ ‫”ﺭ‬ kuvvetli bir lafız ve anlam irtibatı bulunan “� َ ‫ﺏ ﺍ ْﻟﻌَﺎﻟ َِﻤ‬ ّ َ ifadesi ibtidâya uygun değildir.56 Uşmûnî ve Safâkusî, vakf-ı hasenin de kendi içerisinde hasen – ahsen şeklinde farklı dereceleri bulunduğunu söylemiş olsalar da bu yönde bir açıklamaya ve örneklemeye gitmemişlerdir.57 4.2.4. Vakf-ı Kabîh / Memnu‘ / Nâkıs ve Vakf-ı Akbah Hoş olmayan, kötü, çirkin, fena vb. anlamları ihtiva eden58 “kabîh” ( ) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; sonrası ile kuvvetli bir lafız ve anlam irtibatı bulunan bir yerde vakf yapıldığı takdirde kelamın anlaşılır olmaması ya da anlam değişikliğinin oluşması gibi gerekçelere istinaden vakfın uygun göِ ‫ﻚ ﻳَﻮ ِﻡ‬ ِ ِ ‫”ﻣﺎﻟ‬ rülmemesini ifade etmektedir. Örneğin Fâtiha sûresinde “‫ﺍﻟﺪﻳ ِﻦ‬ َ âyeْ ّ tindeki isim tamlamasında muzaf ile muzafun ileyhin arasını ayırmak suretiyle 59 ِ ِ ‫”ﻣﺎﻟ‬ “‫ﻚ‬ َ kelimesinde vakf yapılması kabîh olarak nitelenmiştir. Bu itibarla âyetteki cümle kurgusuna göre vakf yerlerinin tayin edildiği vakf sisteminde lafzın / kelamın tamamlanmadığı bir yerde yapılan vakf, nâkıs veya kabîh bir vakf olarak isimlendirilmektedir.60 Vakf-ı kabîhin de kendi içerisinde kabîh – akbah şeklinde farklı mertebeleri vardır. Nitekim âyetlerin bazı yerlerinde zaruri bir durum haricinde vakf yapılması Kur’an’ın anlamının tahrifine neden olabilir. Bu sebeple böyle bir yerde yapılan vakf “akbah” (daha fazla kabîh) olarak isimlendirilmiştir.61 Örِ ‫”ﻭ َﻣﺎ ِﻣﻦ ﺇِﻟَﻪٍ ﺇِﻻ � ﺇِﻟ َﻪٌ َﻭ‬ neğin Mâide 5/73 âyetinde “‫�ﺣ ٌﺪ‬ َ cümlesi tilâvet edilirken “ ‫َﻭ َﻣﺎ‬ ْ ِ ifadesinde vakf yapılması durumunda “(hâşâ) hiçbir ilah yoktur.” şekٍ‫”ﻣ ْﻦ ﺇِﻟَﻪ‬ linde yaratıcının inkâr edilmesi gibi ciddi bir anlam tahrifi söz konusu olur. İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/150; Dâni, el-Muktefâ, 22; İbnu’l-Cezerî, enNeşr, 1/226. 57 Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 28; Safâkusî, Tenbîhu’l-ğâfilîn, 133. 58 Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 235. 59 Daha detaylı bilgi ve örnekler için bk. İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/116150; Dâni, el-Muktefâ, 25. 60 Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/494. 61 Dâni, el-Muktefâ, 26-29. 56 33 MUSHAFLARDA ALAMETLER Bu sebeple bilerek ya da bilmeyerek bu şekilde anlam tahrifine neden olacak şekilde vakf yapılmaması önem arz eden bir husustur. 4.2.5. Vakf-ı Sâlih ve Vakf-ı Aslah Vakf-ibtidâ müellefatında sadece Nehhâs, Ammânî, Ensârî ve Uşmûnî’nin vakf tasnifine dair değerlendirmeleri içerisinde zikri geçen vakf-ı sâlih ve vakf-ı aslah ile ilgili beyan edici bir bilgiye ve bu vakf türüne dair örneklere yer verilmemiştir.62 Bununla beraber vakf-ı mefhûm ya da vakf-ı kâfî ile aynı vakf türü olduğuna dair bazı yorumlar yapılmıştır.63 4.2.6. Vakf-ı Kâmil Kastallânî’nin vakf taksimi; vakf-ı kâmil (‫)ﻡ‬, vakf-ı tam (‫)ﺕ‬, vakf-ı kâfî (‫)ﻙ‬, vakf-ı hasen (‫ )ﺡ‬ve vakf-ı nâkıs (‫ )ﻥ‬olmak üzere 5 kısımdır.64 Bu bağlamda eksiksiz, gerekli şeyleri tam olan, yetkin, mükemmel, kusursuz vb. anlamları ihtiva eden65 “kâmil” ( ) ifadesi Kastallânî’nin vakf taksiminde vakf-ı tam’ın bir derece üstü olarak yer verdiği bir vakf türünü belirtmektedir. Vakf yerlerini lafız ve anlam açısından inceleyen müellife göre lafız ya tam olur ya da olmaz. Lafzın tam olmadığı bir yerde yapılan vakf, vakf-ı nâkıs/vakf-ı kabîh şeklinde isimlendirilir. Eğer vakfedilen lafız tam ve kendisinden sonra gelen kelime ile hiçbir şekilde lafız ve mana irtibatı bulunmuyor ise vakf-ı kâmil olur. Sûre sonları veya Bakara sûresi 5. âyet sonundaki “ ‫ﻚ ُﻫ ُﻢ‬ َ ‫َﻭﺃُﻭﻟ َِﺌ‬ 66 ‫ﻮﻥ‬ َ ‫ ”ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﻔﻠِ ُﺤ‬gibi yerlerde yapılan vakflar bu türün örneğidir. Görüldüğü üzere vakf-ı kâmil, özellikle sûre sonlarında yapılan ve bu yönüyle vakf-ı tam’ın üst derecesi sayılan bir vakf türüdür.67 Bk. Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 219; el-Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâi’s-seb‘ati ve ğayrihim min bâki’l-eimmeti’l-kurrâ-i ve’l-müfessirîn… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 1/2; el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’n-Nâs), 55; Ensârî, el-Maksıd, 15-16; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 28. 63 el-Ammânî, el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’nNâs), 55; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 32. 64 Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/519. 65 İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 11/598; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 1054. 66 Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/494. 67 Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 177. 62 34 MUSHAFLARDA ALAMETLER 4.2.7. Vakf-ı Mefhûm Anlaşılır, anlaşılan, belli, kastedilmekte olan mana vb. anlamları ihtiva eden68 “mefhûm” ( ) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; vakf yapılan yerin öncesindeki anlamın/mefhumun doğru anlaşılmasını sağlayan bir vakf tü۪ َ ‫ ” َﻭﻗَ ْﻮﻟ ِ ِﻬ ْﻢ ﺍِﻧ�ﺎ ﻗَﺘَ ْﻠﻨَﺎ ﺍ ْﻟ َﻤ ۪ﺴ‬âyerüne işaret etmektedir. Örneğin “ِۚ�‫ﺍ‬ � ‫ﺍﺑ َﻦ َﻣ ْﺮ�َﻢَ َﺭ ُﺳﻮ َﻝ‬ ْ �‫ﻴ‬ َ ‫ﻴﺢ ﻋ‬ ِ � ‫ ”ﺭﺳﻮ َﻝ‬sözü ile tinde69 “‫”ﻣ ْﺮ� َ َﻢ‬ َ kelimesinde vakf yapılmalı ve akabinde “ۚ �‫ﺍ‬ َُ tilâvete devam edilmelidir. Zira burada vasl yapılması durumunda “ِۚ�‫ﺍ‬ � ‫” َﺭ ُﺳﻮ َﻝ‬ (Allah’ın resûlü) sözü, yahûdilerin ifadesi gibi vehmedilebilir.70 Buna göre yahûdilerin sözü ile onlara ait olmayan bir ifadenin ayrılması ve böylece mefhumun doğru anlaşılması için yapılan bir vakf türü olduğu anlaşılmaktadır. 4.2.8. Vakf-ı Beyân Tilâvet edilen âyette anlam açısından önemli bir detayın beyanı için yapılan bir vakftır. Bu vakf neticesinde âyetin mefhumunun daha doğru anlaşılaِ ِ ِ � ِ ‫ﻟِﺘُ ْﺆ ِﻣﻨﻮ� ﺑ‬ bileceği kabul edilmektedir. Örneğin “ ً�َ‫ﻮﻩ ﺑُ ْﻜﺮ‬ ُ ُ ‫� ّ ِﺒ ُﺤ‬ ُ ‫ﻭﻩ َﻭﺗُﻮَﻗّ ُﺮ‬ ُ ‫ﺎ� َﻭﺭَ ُﺳﻮﻟ ۪ﻪ َﻭﺗُﻌَ ّﺰِ ُﺭ‬ َ ُ ‫ﻭﻩ ۜ َﻭ‬ 71 ِ ‫ﻴﻼ‬ َ kelimesinde yapılan vakfın bu tür bir vakf olduğu َ âyetinde “ۜ ‫ﻭﻩ‬ ُ ‫”ﻭﺗُ َﻮﻗّ ُﺮ‬ ً ‫”ﻭ� َ ۪ﺻ‬ belirtilmiştir. Zira burada yapılan vakf neticesinde ilk iki fiilin zamirinin mercii, Hz. Peygamber; vakfa konu olan yerin devamındaki fiilin zamirinin mercii ise Allah olduğu beyan edilmiş olur.72 Böylece âyetin anlamı, “Allah’a ve Resûlüne iman edesiniz, Resûlüne yardım edip saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tesbih edesiniz.” şeklinde daha doğru anlaşılmış olur. Vakf yapılması ile bu incelik beyan edilmiş olur. 4.2.9. Vakf-ı İzdivâc Kur’ân-ı Kerîm’in bazı âyetlerinde birbirinin benzeri olan ifadeler vardır. Bu iribarla ikilik, ikiye bölme, eşleşmek, eşlemek, benzeşmek, çift yapmak vb. an) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; benzer lamları ihtiva eden73 “izdivâc” ( İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 12/459; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 1146. en-Nisâ 4/157. 70 Nikzâvî, el-İktidâ, 1/194. 71 el-Fetih 48/9. 72 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/233; Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 172; Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 338; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 95; Yavuz Fırat, Tecvîd ve Kıraat İlmi Terimleri Sözlüğü, (İstanbul: Hacıveyiszade İlim ve Kültür Vakfı, 2018), 230. 73 İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 2/293; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 192. 68 69 35 MUSHAFLARDA ALAMETLER olan iki ifadenin ilkinde vasl yapılıp ikincisinde vakf yapılmak suretiyle gerçekleşen bir vakf türüne işaret etmektedir. Mesela Bakara sûresinin son âyetinde “ ‫ﻟ ََﻬﺎ‬ ‫ﺖ‬ ۜ ْ َ‫ ” َﻣﺎ ﻛَ َﺴﺒَ ْﺖ َﻭ َﻋﻠ َ ْﻴﻬَﺎ َﻣﺎ ﺍ ْﻛﺘَ َﺴﺒ‬ifadesinde birbirinin benzeri olan iki ifadenin ikincisinde yani “‫ﺖ‬ ۜ ْ َ‫ ” َﻭ َﻋﻠ َ ْﻴﻬَﺎ َﻣﺎ ﺍ ْﻛﺘَ َﺴﺒ‬cümlesinde vakf yapılması vakf-ı izdivâc olarak isimlendirilmiştir.74 4.3. Diğer Bazı Vakf Çeşitleri Kur’an tilâvetinde okuyucunun kendi tercihine göre lafız ve anlam irtibatını da dikkate almak suretiyle kendi belirlediği yerlerde veya vakf-ibtidâ ulemasının tayin ettiği yerlerde ya da nefesinin yetmemesi gibi ârızî bir zarurete istinaden herhangi bir yerde vakf yapması şeklinde bir teâmülün olduğu bilinmektedir. Bununla beraber Cebrâil (a.s.) veya Hz. Peygamber’e nispet edilen rivayete dayalı vakf-ı ğufrân, vakf-ı cibrîl / münzel, vakf-ı sünnî, vakf-ı nebî gibi isimlerle anılan bazı vakf türleri de vardır. Bu itibarla çalışmanın boyutunu da aşmamak gayesiyle detaylı bir incelemeye girmeksizin ilgili vakf türleri hususunda bilgi verilmesi uygun görülmüştür: 4.3.1. Vakf-ı Ğufrân Hz. Peygamber’in Kur’an okurken dua ve niyaz maksadı ile af ve mağfirete nail olmak niyazıyla on yerde75 vakf yaptığı rivayet edilmiştir.76 Bu yerlerde vakf yapılması, vakf-ı ğufrân olarak isimlendirilmiştir. Hz. Peygamber’in Kur’an okurken rahmet âyetini okuduğunda vakf yapıp Allah’tan istekte bulunduğu, azap âyetini okuduğunda ise vakf yapıp Allah’a sığındığı77 yönündeki rivayet de böyle bir vakf türünü çağrıştırmaktadır. 4.3.2. Vakf-ı Cibrîl Cebrail’in (a.s.) Hz. Peygamber’e Kur’an’ı vahyettiği esnada durduğu yerler, “vakf-ı cibrîl” veya “vakf-ı münzel” şeklinde isimlendirilmiştir.78 Cebrail’den aldığı vahyi aynı şekilde muhafaza edip sahabîlere nakletmesi hasebiyle Hz. Peygamber’in de bu yerlerde vakf yapmış olabileceği muhtemeldir. Daha detaylı bilgi ve farklı örnekler için bk. İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/237; el-Husarî, Me‘âlimu’l-ihtidâi ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, 168-171. 75 Maide 5/51; En’am 6/36; Secde 32/18, 18; Yasin 36/12, 30, 52, 61, 81; Mülk 67/19. 76 Detaylı bilgi ve ilgili âyetler için bk. Muhammed Sadık el-Hindî, Kunûzu eltâfi’l-Burhân fî rumûzi evkâfi’l-Kur’ân, (Kahire, 1290), 24; Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 337; Demirhan Ünlü, Kur’ân-ı Kerîm’in Tecvidi, (Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2011), 159; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 92-93. 77 Dârimî, “Salat”, 69; Tirmizî, “Salat” 79; Tayâlisî, Müsned, 1/415. 78 Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 25; Temel, Kıraât ve Tecvid Istılahları, 136. 74 36 MUSHAFLARDA ALAMETLER Bundan dolayıdır ki bu vakf türü, vakf-ı nebî ya da vakf-ı sünnet olarak da nitelenmiştir.79 Bu vakf türüne dair nakledilen vakf yerlerinin Hz. Peygamber’e nispeti ihtilaflı80 olmakla birlikte bazı kaynaklarda on âyette81 veya sekiz âyette82 zikri geçen vakf türünün bulunduğu kaydedilmiştir. Mesela Âl-i İmrân 3/95 âyetinde “ُ�‫ﺻ َﺪ َﻕ ﺍ‬ َ ‫ ”ﻗُ ْﻞ‬ifadesinde Cebrail’in (a.s.) vakf yaptığı, Hz. Peygamber’in de bu hususta ona tâbi olduğu nakledilmiştir. Bu sebeple ilgili yerde yapılan vakf, “vakf-ı cibrîl” veya “vakf-ı sünnet” olarak nitelenmiştir.83 4.3.3. Vakf-ı Nebî Hz. Peygamber’in vakf yaptığı yerlere verilen bir isim olduğu anlaşılmaktadır.84 Bu bağlamda Hz. Peygamber’in âyet sonlarında vakf yaptığına dair Ümmü Seleme’den nakledilen rivayete istinaden âyet sonlarında vakf yapılması da “vakf-ı nebî”85, “vakf-ı sünnet”86 gibi isimlerle nitelenmiştir. Muhammed Sâdık el-Hindî, ulemanın ekserisine göre Kur’an’da 14 yerde veya diğer bir görüşe göre 27 yerde vakf-ı nebî olarak değerlendirilen vakf yeri olduğunu aktarmıştır.87 Husârî, Me‘âlimu’l-ihtidâ-i ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, 12; Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 175. 80 Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 175. 81 Husârî, Me‘âlimu’l-ihtidâ-i ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, 12; Hatice Ahmed el-Müftî, elVakfu ve’l-İbtidâ inde’n-nuhât ve’l-kurrâ, (Mekke: Câmi‘atü Ümmi’l-Kurâ, Doktora Tezi, 1406/1985), 10. 82 Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 25; Ünlü, Kur’ân-ı Kerîm’in Tecvidi, 159-160; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 93-94. Bu âyetler: Bakara 2/120, 276; Âl-i imran 3/7, 95; En’am 6/36, 124; Â’raf 7/187; Yasin 36/51. 83 Husârî, Me‘âlimu’l-ihtidâ-i ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, 12; Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 337; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 93. 84 Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 337; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 94; Çetin, “Vakf ve İbtidâ”, 42/462. 85 Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ, 2/552. 86 Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 175. 87 Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 24. Bu âyetler şunlardır: Bakara 2/148, 197; Âl-i İmrân 3/7, 7, 9; Nisâ 4/40; Mâide 5/32, 48, 116, 116; En‘âm 6/19; Yûnus 10/2, 53, 53; Yûsuf 12/108; Ra‘d 13/17, 18; Nahl 16/5, 103; Lokmân 31/13; Mü’min 40/6; Haşr 59/2; Nâziât 79/23; Kadr 97/3, 4; Nasr 110/3; İhlas 112/1. 79 37 İKİNCİ BÖLÜM PRATİK BOYUTUYLA VAKF-İBTİD İLMİNİN MUSHAFLARA YANSIYAN YÖNÜ: VAKF ALAMETLERİ Vakf-ibtidâ alanında eser telif eden bazı âlimler, vakf türlerini gösteren bir takım harf remizler tayin etmişlerdir. Vakf-ibtidâ meselesinin işlenişi ve kategorik tasnifi açısından pratik fayda sağlayan bu uygulama, daha sonraki dönemlerde harf remizlerle vakf yerlerine ve türlerine işaret edilmek suretiyle mushaflara yansıtılmıştır. Bu itibarla vakf-ibtidâ ilmi, tayin edilen harf remizlerin mushaflarda tercih edilmesiyle birlikte Kur’an tilâvetini yönlendirici bir formata dönüşmüştür. Çalışmamızın bu bölümünde, Kur’an tilâvetini yönlendiren söz konusu vakf alametlerinin mushaflarda tercih edilme sürecine değinilmiş ve akabinde günümüzde okunmakta olan bazı mushaflarda esas alınan vakf-ibtidâ gelenekleri incelenmiştir. Son başlıkta ise Secâvendî’nin vakf sisteminin tercih edildiği Türkiye Mushaflarında kullanılmakta olan vakf alametlerinin detaylı tahliline yer verimiştir. 1. Vakf Alametlerinin Mushaflarda Tercih Edilme Süreci Kur’ân-ı Kerîm’in sahih bir şekilde okunmasını temin eden düzenlemelerden birisi de vakf yapılması uygun olan ya da uygun olmayan yerlere konulan vakf alametleridir. İlk dönemlerden itibaren sahih bir Kur’an tilâveti için nerede ve nasıl vakf yapılması gerektiğini konu edinen ciddi bir müellefatın oluştuğu bilinmektedir. Bu çerçevede ilerleyen dönemlerde bazı âlimler, kendilerinden önce kaleme alınmış eserlerdeki ilgili verileri, daha pratik hale getirmek için özellikle lafız-mana irtibatını dikkate alarak vakf yapmaya uygun olan ya da uygun olmayan yerleri tayin etmiş ve akabinde bu yerleri kendi içerisinde tasnif edip bunlar için ayrıca alametler / semboller geliştirmişlerdir. 38 MUSHAFLARDA ALAMETLER Zira vakfa uygun olan yerleri tespit etmek, ciddi bir dil birikiminin yanı sıra tefsir ilmine vâkıf olmayı da gerektirdiği için okuyucuya kolaylık sağlamak üzere tarihî süreç içerisinde vakf alametlerinin geliştirilmesi ve bu alametlerin mushaflarda kullanılması yönünde bir ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Daha sonra bu vakf alametleri, hattatların yazdığı ya da matbaa yolu ile basılan mushaflarda tercih edilir olmuştur. İslam coğrafyasındaki mushafların ekseriyetinde en çok tercih edilen ve müslümanlar tarafından ciddi bir hüsnü kabul gören Secâvendî’nin vakf sistemi bunun güzel bir örneğidir. Vakfa uygun olan ya da uygun olmayan yerleri göstermek üzere geliştirilen harf alametlerinin mushaflarda ne zaman kullanılmaya başladığı hususunda net bir tespit mümkün gözükmemektedir. Hicrî dördüncü asır ulemasından Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Evs el-Mukrî’nin (ö. 341/952); tam vakf, kâfi vakf, hasen-i hafîf vakf olarak belirlediği üçlü vakf tasnifi için sırasıyla (‫)ﻡ‬, (‫)ﻙ‬, (‫ )ﺡ‬harflerini remiz olarak tayin ettiği belirtilmiştir.88 Buna göre vakf türlerinin harf alametlerle gösterilmesi faaliyetinin hicrî dördüncü asırda uygulandığı görülmektedir. Zikri geçen vakf alametlerinin o dönemin mushaflarında kullanılıp kullanılmadığı belli değildir. Bu bağlamda ilerleyen dönemlerde Secâvendî’nin oluşturduğu vakf sistemi üzerinden şöhret bulan vakf alametlerinin ise müellifin yaşadığı bir dönem olan hicrî altıncı asırda mushaflara konulmaya başladığı nakledilmiştir.89 Bu arada Libya, Cezayir, Tunus gibi bazı ülkelerin bulunduğu Mağrib bölgesindeki bazı mushaflarda Ebû Abdullah Muhammed b. Ebî Cum‘a elHebtî’nin (ö. 930/1523) vakf sistemi tercih edilmiştir.90 Bununla ilgili olarak çağdaş araştırmacılardan Müsâid et-Tayyâr, onun vakf sisteminin tercih edildiği ve Hebtî’den hemen sonraki bir dönem olduğu anlaşılan hicrî 968 tarihli bir mushaf gördüğünü kaydetmiştir. Ayrıca Ali el-Kârî’nin (ö. 1014/1605) kendi döneminde, Secâvendî’nin vakf sisteminin esas alındığı ve vakf alametlerinin kullanıldığı mushafların var olduğuna dair sözünü nakletmiştir. Tayyâr’a göre Secâvendî’nin vakf sistemi, Hebtî’nin sisteminden daha önce mushaflarda tatbik edilmiştir.91 Kayhan, “Vakf ve İbtidâ İlmi ve Kur’ân Tefsirindeki Yeri”, 327. Mustafa Karagöz, “Ayetlerdeki Durak Yerlerinin Manaya Etkisi (el-Bakara Sûresi 96. Âyet Örneği)”, Bilimname, 21/2 (2011), 202. 90 Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Cum‘a el-Hebtî’nin (ö. 930/1523) ihdas ettiği bir vakf sis- 88 89 temidir. Bu sistemde vakf alameti olarak sadece “‫ ”ﺻﻪ‬alameti tercih edilmiştir. Vakf-ı kabîh için herhangi bir vakf alameti tayin edilmemiştir. Detaylı bilgi için bk. Mushafü’l-Cemâhiriyye, Libya Uluslararası İslamî Davet Cemiyeti, (Libya, 1989), s. ‫ﻁ‬. 91 Müsâid et-Tayyâr, Vukûfü’l-Kur’ân ve eseruhâ fi’t-tefsîr dirâsâtün nazariyyetün me‘a tatbîki ‘ale’l-vakfi’l-lâzım ve’l-mute‘ânik ve’l-memnu‘, (Medine, 1431), 249-250. 39 MUSHAFLARDA ALAMETLER Bu noktada zikri geçen müelliflerin oluşturduğu vakf sistemi ve alametlerinin kendilerinden sonraki bir zamanda mushaflarda kullanılmaya başlayabileceği hakikatinden hareketle vakf alametlerinin en erken hicrî dört ya da altıncı asır sonrasında mushaflarda yer bulmaya başladığı yorumu yapılabilir. Bu arada Secâvendî’nin vakf tasnifi, kendisinden sonra geliştirilen yeni sembollerin dahi onun sistemi içerisinde yer alarak bugün dünyada basılan mushafların çoğunluğunda tatbik edilen bir vakf sistemi olmuştur.92 Bundan dolayıdır ki mushaflardaki vakf alametleri özellikle ülkemizde aynı zamanda “Secâvend” ismi ile anılmaktadır. Vakf-ibtidâ ilminin pratiğe yansıması şeklinde değerlendirdiğimiz vakf alametlerinin mushaflardaki tarihî seyrini net olarak ortaya koyamasak da en erken hicrî altıncı ya da yedinci asırla birlikte mushaflarda varlık kazanmaya başladığını söyleyebiliriz. Bilindiği üzere vakf-ibtidâ meselesini inceleyen eserlerden birisi esas alınmak suretiyle vakfa konu olan yerlerin ve vakf türlerini sembolize eden alametlerin tayin edilmesi yoluna gidilmiştir. Buna bağlı olarak tayin edilen vakf yerleri ve kullanılan vakf alametleri, tercih edilen kaynak esere göre farklı olabildiği için mushaflar arasında bu konuda yeknesaklıktan bahsedilmesi zordur. Nitekim inceleme imkânı bulabildiğimiz kadîm ve çağdaş bazı mushaflar üzerinden meseleyi tetkik ettiğimizde hem vakf alametlerinin ne zaman kullanılmaya başlandığı hem de vakfa konu olan yerlerin ve tercih edilen alametlerin mushaflardaki farklılığı daha açık bir şekilde görülebilir: Hz. Osmân’a nispet edilen “Topkapı Mushafı”93 ile Hz. Ali’ye nispet edilen “San‘a Mushafı”94 isimli erken dönem mushaflarında herhangi bir vakf alameti bulunmamaktadır. Hicrî dört ve beşinci asırlarda yaşayan İbnu’lBevvâb’ın (ö. 413/1022) mushafında ise genelde âyet sonlarında bazı yerlerde de âyet içerisinde “cezm” işaretine benzeyen işaretlere rastlanılmaktadır. “Bu yönüyle sonraki dönemlerde mushaflarda kullanılmaya başlayan durak işaretlerine (secâvendlere) benzer bir fonksiyona sahip oldukları söylenebilir.”95 Bununla beraber vakf türlerinin harflerle gösterilmesi şeklinde bir vakf sistemi ise söz konusu değildir. Yâkût el-Musta‘sımî (ö. 698/1299) tarafından 688/1289 yılında yazıldığı belirtilen mushafta da herhangi bir vakf alameti bulunmamaktadır. Veli Kayhan, “Doğru Okuma Bağlamında Mushafa İşaret Konulması İ’câm ve Sonrası”, Bilimname, 12/1 (2007), 125, 136. 93 Tayyar Altıkulaç, Hz. Osman’a İzafe Edilen Mushaf-ı Şerif (Topkapı Sarayı Müzesi Nüshası), (İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA), 2007). 94 UNESCO Memory of the World’ Program-San’a Manuscripts CD (Qur’anic Manuscripts), https://archive.org/stream/SanaManuscripts-unesscoCdImages/SanaManuscriptsUnesscoCd_djvu.txt, 12.01.2018. 95 Betül Özdirek, İbnü’l-Bevvâb Mushafı ve İmlâ Yapısı, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007), 43. 92 40 MUSHAFLARDA ALAMETLER İnceleyebildiğimiz kadarıyla erken dönem mushaflarında günümüzdeki yaygın şekliyle harflerle gösterilen bir vakf sisteminin olmadığı görülmektedir. Daha sonraki dönemlere ait ulaşabildiğimiz bazı mushaflarda ise birçok vakf türüne ve alametine yer verilmiştir. Örneğin Mustafa b. Abdullah elHâtemî96 tarafından 1032/1622 yılında yazılan mushafta ( , ‫ ﻙ‬, ‫ ﺹ‬, ‫ ﻻ‬, ‫ ﻁ‬, ‫ ﺕ‬, ‫ﺝ‬ ‫ ﻗﻒ‬, ‫ ﻕ‬, ‫ ﻡ‬, ‫ ﺯ‬, ‫ ﺵ‬, ‫ ﻉ‬, ‫ )ﺽ‬şeklinde birçok vakf alametinin olduğu görülmektedir. Ferağ kaydına göre 1128/1715 yılında yazıldığı anlaşılan Yûsuf es-Saydefî’nin mushafında da tespit edebildiğimiz kadarıyla beş vakf alameti ( ‫ ﻁ‬, ‫ﺝ‬ ‫ ﻻ‬, ‫ ﻗﻒ‬, ‫ ﺹ‬,) bulunmaktadır. Bu iki mushafta, tercih edilen mezkûr vakf ala- metlerini beyan eden herhangi bir malumat olmadığı için hangi vakf sisteminin esas alındığı ya da bu alametlerin maksudunun ne olduğu tam olarak bilinmemektedir. Buna rağmen Secâvendî’nin, vakf türlerini göstermek üzere tayin ettiği bazı harflerin de bulunmasından hareketle onun vakf sisteminden ilham alınarak bazı vakf alametlerinin geliştirildiği ve kullanıldığı düşünülebilir. Hattat Hafız Muhammed b. Kâsım’ın 1037/1627’de, Hattat Hafız Osmân’ın (ö. 1110/1698) 1094/1682’de, Hattat Hasan Âşıkî’nin 1268/1851’de yazdığı anlaşılan incelediğimiz bazı mushaflarda da Secâvendî’nin vakf sisteminin tercih edildiği görülmektedir. Daha sonraki dönemlerde Kur’ân-ı Kerîm’in matbaalarda basılmasının uygun olup olmadığı ve baskı esnasında resm-i Osmânî’yi esas almanın gerekliliği üzerinde ciddi tartışmalar yaşanmıştır. Böylece resm-i Osmânî hassasiyeti de göz önünde bulundurularak matbaa yolu ile yeni mushaflar basılmaya başlanmıştır. Nitekim İslâm dünyasında ilk matbu mushaf Kırım’da 1187/1773, Kazan’da 1218/1803, Hindistan’da 1267/1850, Mısır’da 1281/1864, İstanbul’da ise 1288/1871 yılında basılmıştır.97 Bu itibarla matbuat döneminde öne çıkan bazı mushaflar üzerinden tercih edilen vakf sistemleri ve vakf alametleri değerlendirilmeye devam edilecektir: Resm-i Osmânî esas alınmak suretiyle Rıdvan b. Muhammed el-Muhallilâtî (ö. 1311/1893) tarafından yazılan ve Mısır’da Behiyye matbaasında basılan 1896 tarihli “Muhallilâtî Mushafı”nda Zekeriyya el-Ensârî’nin (ö. 926/1519) vakf sistemi tercih edilmiştir.98 Buna göre kullanılan vakf türleri ve Mushafın ferağ kaydına göre Mustafa b. Abdullah el-Hâtemî ismi ile maruf hattatın, 1614 yılında vefat eden Sadrazam Nasûh Paşa (ö. 1023/1614) döneminde yaşadığı anlaşılmaktadır. 97 Maşalı, “Mushaf”, 246; Mahmut Gündüz, “İlk Kur’ân-ı Kerim Basmaları”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, 13//1 (1974), 7-9. 98 Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân, 249-250. 96 41 MUSHAFLARDA ALAMETLER alametleri ise şu şekildedir: Vakf-ı kâfi (‫)ﻙ‬, vakf-ı hasen (‫)ﺡ‬, vakf-ı câiz (‫)ﺝ‬, vakf-ı sâlih (‫)ﺹ‬, vakf-ı mefhûm (‫ )ﻡ‬ve vakf-ı tâm (‫’)ﺕ‬dır.99 İncelemelerimize göre Ensârî’nin vakf tasnifinde bu altı vakf türüne ilave olarak “vakf-ı beyân” ile “vakf-ı kabîh” de bulunmasına rağmen ilgili mushafta bunlara yer verilmediği anlaşılmaktadır. Mısır kralı I. Fuad (ö. 1936) döneminde reîsü’l-kurrâ Muhammed b. Ali b. Halef el-Haddâd (ö. 1358/1939) başkanlığındaki bir heyet tarafından Muhallilâtî mushafının geliştirilmiş baskısı olan “Haddâd Mushafı” hazırlanmıştır. Bu mushaftaki vakf yerleri ve alametleri ise heyetin başkanı el-Haddâd tarafından tefsir ulemasının işaret ettiği anlam tercihlerine göre tayin edilmiştir.100 Bu itibarla mushafta üç vakf türüne altı alamet ile işaret edilmiştir: a) Vakf-ı lâzım için (‫)ﻡ‬, b) Vakf-ı memnû‘ için (‫ )ﻻ‬alameti tercih edilmiştir. c) Vakf-ı câiz için vakf evlâ (�‫)ﻗ‬, vasl evlâ (�‫)ﺻ‬, vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olduğunu belirten vakf-ı câiz (‫)ﺝ‬, iki farklı i‘rab ve anlam ihtimaline istinaden vakf ve vaslın (vakf-vasl) ya da vasl ve vakfın (vasl-vakf) yapılabileceğini belirten ve iki yerde bulunan piramit şeklindeki vakf-ı mu‘ânaka (∴) olarak dört alamet tayin edilmiştir.101 Buna göre tercih edilen vakf türleri ve alametlerinin, bahsi geçen iki mushafta da farklı olduğu görülmektedir. Bu arada Mısır, Irak, Suriye ve Suud-i Arabistan gibi bazı ülkelerin, mushaf neşrinde Haddâd mushafını esas aldığı belirtilmektedir.102 Abdulaziz b. el-Fettâh el-Kârî başkanlığındaki görevli bir heyet tarafından Haddâd mushafındaki vakf yerleri tekrar gözden geçirilmiş, heyetçe doğru kabul edilenler aynen bırakılmış, diğerlerinde ise değişikliğe gidilmiştir. Bu doğrultuda Haddâd mushafının imlası esas alınmak suretiyle hicrî 1405 yılında Suûd-i Arabistan’da “Medine Mushafı” ismi ile maruf yeni bir mushaf hazırlanmıştır.103 Bu mushafta vakf-ı lâzım (‫)ﻡ‬, vakf evlâ (�‫)ﻗ‬, vasl evlâ (�‫)ﺻ‬, vakf- Kâdî, Târihü’l-Mushafi’ş-şerîf, 59-60; Şevk, Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 12. Bk. Mushaf-ı Şerîf (Haddâd Mushafı), (Mısır, 1342/1923), s. ‫ﻭ‬. 101 Bk. Mushaf-ı Şerîf (Haddâd Mushafı), s. ‫ ﻥ‬, ‫ ;ﺱ‬Kâdî, Târihü’l-Mushafi’ş-şerîf, 61-62; Nikzâvî, el-İktidâ, 1/59; Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 144. 102 Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân, 251; Muhammed Abay, “Mushaf İmlasında Ali el-Kârî Tarzı Meselesi”, Usûl: İslam Araştırmaları, 23 (2015), s.19. 103 Abdulazîz b. Abdülfettâh el-Kârî, et-Takrîrü’l-‘ilmiyyu ‘an Mushafi’l-Medineti’n-nebeviyye, (Medine: Müccemmâ Melik Fahd li tıbâ’atil-Mushafi’ş-Şerif, 1406), 51. 99 100 42 MUSHAFLARDA ALAMETLER ı câiz (‫ )ﺝ‬ve vakf-ı mu‘ânaka (∴) şeklinde beş vakf türü ve alameti bulunmaktadır.104 Dolayısıyla vakf-ı lâ (‫ )ﻻ‬alametine yer verilmemiştir. Bu itibarla Haddâd mushafı ile Medine mushafı arasında vakf yerleri ve alametleri açısından bazı farklılıkların olduğu belirtilmelidir.105 Görüldüğü üzere Muhallilâtî mushafında Ensârî’nin vakf sistemi tercih edilmiştir. Haddâd mushafı ile Medine mushafında ise hangi vakf sisteminin esas alındığı belirtilmemiştir. Bununla beraber Secâvendî’nin vakf sisteminde yer alan bazı vakf türlerinin ve alametlerinin kısmen bulunduğu görülmektedir. Nitekim iki mushafta da vakf-ı lâzım (‫ )ﻡ‬ve vakf-ı câiz (‫ )ﺝ‬alametlerine yer verilmesi, Haddâd mushafında ayrıca vakf-ı lâ (‫ )ﻻ‬alametinin de bulunması böyle bir kanaati teyit etmektedir. Bu münasebetle mezkûr iki mushafta, Secâvendî’den mülhem farklı bir vakf sisteminin geliştirildiği ve kullanıldığı düşünülebilir. Bahsi geçen iki mushafta tercih edilen vakf sisteminin dayanağı hususunda Muhammed Sadık el-Hindî’nin (ö. 1290/1873) Künûzu eltâfi’l-Burhân’ı kanaatimizce dikkate alınması gereken bir eserdir. Bu bağlamda Hindî’nin özellikle vakf-ı câiz ile ilgili takdirleri tetkike değerdir. Zira müellif, vakf-ı câiz’i, “birinin diğerine tercihi olmaksızın vakf ve vaslın müsavi olması” şeklinde açıklamış ve akabinde ‫ ﻗِﻴ َﻞ‬lafzı ile nakletmesinden de anlaşılacağı üzere zayıf bir görüş sadedinde bu vakf türünde “vakfın evlâ” olduğunu -Secâvendî’nin böyle bir bilgi zikretmediğini de ilave ederek- aktarmıştır. Ayrıca vakf-ı câiz’in alt kategorileri sayılabilecek “vasl evlâ (�‫”)ﺻ‬, “vakf evlâ (�‫ ”)ﻗ‬ve iki farklı i‘rab ve anlam ihtimaline istinaden vakf ve vaslın ya da vasl ve vakfın yapılabileceğini belirten ve iki yerde bulunan piramit şeklindeki “vakf-ı mu‘ânaka (∴)” alameti gibi diğer bazı vakf türlerinden bahsetmiştir.106 Bu değerlendirmelere göre Hindî, Secâvendî’nin tek bir vakf türü olarak tayin ettiği vakf-ı câiz’in farklı mertebelerini belirten bazı vakf türleri ve alametleri geliştirmiştir. Aslında geliştirilen her bir vakf türünün, Secâvendî’nin vakf sisteminde karşılığının olduğu görülmektedir. Zira Secâvendî’nin vakf-ı câiz olarak tayin ettiği yerlerdeki değerlendirmelerine bakıldığında bazı yerlerde vakf yapılması evlâ iken diğer bazı yerlerde ise vasl yapılması evlâ olabilmektedir. Ayrıca bazen de vakf ya da vasl yapılmasının hükmü müsavi olabilmektedir. Dolayısıyla Hindî’nin, Secâvendî’nin vakf sisteminden ilham Bk. Mushaf-ı Şerîf, (Medine Mushafı), (Medine, 1423/2002), s. ‫ﻝ‬. “Medine Mushafı” ile “Haddâd Mushafı” arasındaki vakf yerleri farklılıkları için bk. Kârî, et-Takrîrü’l-‘ilmiyyu, 50-53; Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân, 251. 106 Hindî, Kunûzu eltâfi’l-Burhân, 19-23. 104 105 43 MUSHAFLARDA ALAMETLER alarak vakf-ı câiz’i mertebelere ayırdığı ve böylece vakf türleri ve alametleri geliştirdiği düşünülebilir. Bu itibarla muhtemelen Hindî’nin etkisi ile107 Haddâd mushafı108 ile Medine mushafında109 da vakf-ı câiz; vakf evlâ (�‫)ﻗ‬, vasl evlâ (�‫)ﺻ‬, vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olduğunu belirten vakf-ı câiz (‫)ﺝ‬, i‘rab ve anlam tercihine göre vasl-vakf veya vakf-vasl ihtimalini gösteren vakf-ı mu‘ânaka (∴) şeklinde dört vakf türü ve alameti ile revize edilmiştir. Libya, Cezayir gibi bazı Kuzey Afrika ülkelerinin mushaflarında ise daha önce de ifade edildiği üzere Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Cum‘a elHebtî’nin (ö. 930/1523) vakf sistemi kullanılmaktadır. Örneğin İmam Nâfî‘nin birinci ravisi olan Verş rivayetine göre Muhammed b. Saîd Şerîfî tarafından 1398/1978’de yazılan ve 1405/1984’te basılan “Cezayir Mushafı” ismi ile ma‘ruf mushafta110 ve Nâfî‘nin diğer ravisi olan Kâlûn rivayetine göre yazılan “Libya Mushafı”nda diğer mağrib bölgelerinde olduğu gibi Hebtî’nin vakf sistemi tercih edilmiştir. Bu sistemde, vakfa uygun olan yerleri gösteren 107 108 Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 144 (113 no’lu dipnot). Mısır kralı I. Fuad (ö. 1936), “Muhallilâtî Mushafı” olarak bilinen mushafın daha kaliteli bir şekilde basılması için dönemin Mısır reîsü’l-kurrâsı Muhammed b. Ali b. Halef el-Hüseynî el-Haddâd (ö. 1358/1939) başkanlığında bir heyet oluşturmuş ve bu heyet tarafından “Haddâd Mushafı” yazılmıştır. Mushafta 3 vakf türüne 6 remiz ile işaret edilmiştir: 1) Vakfı lâzım için (‫)ﻡ‬, 2) Vakf-ı memnû‘ için (‫ )ﻻ‬alameti tercih edilmiştir. 3) Vakf-ı câiz için ise vakf evlâ (�‫)ﻗ‬, vasl evlâ (�‫ )ﺻ‬ve vakf ve vasl’ın eşit düzeyde câiz olduğunu belirten vakf-ı câiz (‫)ﺝ‬, i‘rab ve anlam tercihine göre vasl-vakf veya vakf-vasl ihtimalini gösteren vakf-ı mu‘ânaka (∴) şeklinde dört remiz tayin edilmiştir. Bk. Mushaf-ı Şerîf (Haddâd Mushafı), s. ‫ ﻥ‬, ‫ ;ﺱ‬el-Kâdî, Tarihu’l-Mushafı’ş-Şerif, 61-62; Nikzâvî, el-İktidâ, 1/59; Maşalı, Tarihi ve 109 Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 144. Abdulaziz b. el-Fettâh el-Kârî başkanlığındaki görevli bir heyet tarafından “Haddad mushafı”ndaki vakf yerleri tekrar gözden geçirilmiş, heyetçe doğru kabul edilenler aynen bırakılmış, diğerlerinde ise değişikliğe gidilmiştir. Bu doğrultuda Haddad mushafı esas alınarak hicrî 1405 yılında “Medine Mushafı” hazırlanmıştır. Bk. el-Kârî, et-Takrîru’l-ilmiyyu, 51. Mushafta vakf-ı memnû‘ (‫ )ﻻ‬haricinde Haddad mushafındaki 5 vakf alameti; vakf-ı lâzım (‫)ﻡ‬, vakf evlâ (�‫)ﻗ‬, vasl evlâ (�‫)ﺻ‬, vakf-ı câiz (‫ )ﺝ‬ve vakf-ı mu‘ânaka (∴) tercih edilmiştir. Bk. Mushaf-ı Şerîf, (Medine Mushafı), (Medine, 1423), s. ‫ﻝ‬. 110 Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân, 252. 44 MUSHAFLARDA ALAMETLER bir alamet olarak sadece “‫ ”ﺻﻪ‬alameti tercih edilmiştir. Bunun haricinde örneğin vakfa uygun olmayan yerleri gösteren başka bir alametin tayinine gidilmemiştir.111 Bu sistemde 9944 tane “‫ ”ﺻﻪ‬alameti kullanıldığı belirtilmiştir.112 Görüldüğü üzere vakf-ibtidâ meselesinin pratik boyutu olan vakf alametlerinin mushaflarda ne zaman kullanılmaya başladığı tam olarak tespit edilememiştir. Bununla beraber hicrî altı ya da yedinci asırla birlikte başladığına dair yorumlar yapılabilmektedir. İnceleme imkânı bulabildiğimiz farklı dönemlere ait kadîm ve çağdaş bazı mushafların özellikle ilk dönemlere ait olanlarında vakf alametlerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Daha sonraki dönemlerde kullanılmaya başlanan vakf sistemleri ise tercih edilen kaynak esere göre hem vakfa konu olan yerler hem de belirlenen vakf alametleri açısından farklıdır. Ayrıca aynı kaynak eserin esas alınması durumunda dahi mushaflardaki vakf yerleri ve alametleri farklı olabilmektedir. Günümüzde basımı gerçekleşen mushaflardaki vakf sistemleri ile ilgili genel bir değerlendirme yapılacak olursa İslam coğrafyasında iki vakf sisteminin öne çıktığı görülmektedir. Libya, Tunus, Cezayir gibi bazı Kuzey Afrika ülkelerinin mushaflarında Hebtî’nin vakf sistemi ve belirlediği tek vakf alameti olan (‫ )ﺻﻪ‬alameti tercih edilmektedir. İslam âleminin ekseriyetinde ise Secâvendî’nin vakf sistemi içerisinde yer bulan vakf türleri ve tayin ettiği alametler bazı cüz’î farklılıklar bulunmakla beraber Türkiye, Pakistan, Hindistan, Suûd-i Arabistan, Suriye, Mısır, Kuveyt gibi birçok ülkenin mushafında kabul görmüştür. Bu çalışmanın çerçevesi, daha önce de ifade edildiği üzere ülkemizdeki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği tüm vakf alametleri ve tilâveti yönlendiren diğer alametlerin tahlili ile sınırlı olacaktır. Bu sebeple Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan veya onaylanan mushaflarda tercih edilen vakf sisteminin kurucusu Ebû Abdillah Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî hakkında kısaca bilgi verildikten sonra bu mushaflarda bulunan ve tilâveti ilgilendiren diğer her bir alametin tahliline imkân verilecektir. 2. Türkiye’deki Mushaflarda Tercih Edilen Vakf Alametleri Ülkemizde hattatlar tarafından yazılan veya matbaalar aracılığıyla yayımlanan mushaflarda Ebû Abdillah Muhammed b. Tayfûr el-Gaznevî es- 111 112 Mushafu’l-Cemâhiriyye, Libya Uluslararası İslamî Davet Cemiyeti, (Libya, 1989), s. ‫ﻁ‬. Nikzâvî, el-İktidâ, 1/58 (muhakkikin verdiği bilgidir). 45 MUSHAFLARDA ALAMETLER Secâvendî’nin vakf tasnifi üzerinden vakf alametlerine yer verilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, vakf yerleri ve alametleri hususunda Abdülkâdir b. Muhammed el-Antâkî’nin 1133/1720 tarihinde yazdığı ve Meclis-i Huffâz âzâlarından Zeyrek Camii Hatibi Hafız Hüseyin Efendi tarafından kuruma bırakılan “Tayfûr 1” ve Muhammed Arif b. Ahmed el-Mûnisî’nin 1228/1813 tarihinde yazdığı ve Meclis-i Huffâz âzâlarından Hulûsi Efendi tarafından kuruma bırakılan “Tayfûr 2” isimli iki eseri esas almaktadır. Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanlığı’nın113 da ülkemizde yayımlanan mushafları, “Resm-i Osmânî” veya “Aliyyu’l-Kârî” imlâsı ve Secâvendî’nin vakf sistemi yönünden incelediği kabul edilmektedir.114 Yukarıda zikri geçen “Tayfûr 1” ve “Tayfûr 2” isimleri ile maruf iki risale incelendiği takdirde bunların, Secâvendî’nin ‘İlelu’l-vukûf adı ile neşredilen eserinin tıpkı yazımı şeklinde iki eser olduğu görülmektedir. Bu sebeple mushaflardaki vakf alametlerinin tahlili sürecinde ‘İlelu’l-vukûf eksenli bir değerlendirme yapılacaktır. İslam âleminin ekseriyetinde mushaflarda kabul gören böyle bir vakf sisteminin kurucusu olan Secâvendî’nin hayatı hakkında maalesef kaynaklarda çok bilgi bulunmamaktadır. Secâvendî nisbesinden hareketle Kâbil ile Gazne şehirleri arasında bulunan Segâvend adlı bir köyde doğmuş olabileceği115 veya Gaznevî nisbesi bağlamında kendisinin, Horasan ve Hindistan sınırındaki günümüzde Afganistan’ın doğusunda Kâbil’in güneyinde bulunan Gazne’li olması da muhtemel görülmüştür. Secâvendî, Abbâsîler döneminde beşinci asır Türkiye’deki matbu‘ mushafları denetleyen “Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanlığı”, ilk olarak 1892 yılında “Heyet-i Tedkîk-i Mesâhife ve Müellefât-i Şer’iyye Meclisi” ismi ile kurulmuştur. Bk. Ayhan Işık, “Tedkîk-i Mesâhif-i Şerîfe ve Müellefât-ı Şer‘iyye Dairesi Defterleri ile Taş Baskı Kur’ân-ı Kerîm’ler”, Din ve Hayat: İstanbul Müftülüğü Dergisi, 2 (2007), 135. Daha sonra 2010 yılında “Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu” şeklinde isim değişikliğine gidilen ve Diyanet İşleri Başkanlı’na bağlı bir birim olarak görev yapan bu kurul, şu anda bir başkan ve on iki üye olmak üzere on üç kişiden oluşmaktadır. Bk. https://mushaflariinceleme.diyanet.gov.tr/sayfa/53/tanitim, 12.08.2022. 114 Kurulun, “Yurt içinde yayınlanacak olan Mushafların, cüzlerin, mealli Mushafların ve tefsirlerdeki âyetlerin hüsnü hattını muhafaza etmek, Basıma hazırlanan Kur’ân-ı Kerim’lerin “Resm-i Osmani” veya “Aliyy’ül Kârî “hatlarına uygun olmasını, aynı şekilde Bilgisayar ortamında hazırlanan Kuran-ı Kerim’lerin bu doğrultuda basılmasını ve yayınlanmasını sağlamak…” gibi sorumluluklarına değinilmiştir. Bk. https://mushaflariinceleme.diyanet.gov.tr/sayfa/53/tanitim, 12.08.2022. Anlaşıldığı kadarıyla yayımlanmak üzere olan mushafların imlâsını inceleme yetkisi bulunan kurulun vakf yerleri ve işaretlerine yönelik görevinin olup olmadığına dair bilgi verilmemektedir. Basım öncesinde mushafların hangi vakf sistemini kullanacağı veya vakf işaretlerinin yerlerinin belirlenmesi hususunda, hattatların, matbaaların veya yayınevlerinin izlemesi gereken bir usulden de bahsedilmemektedir. Ülkemiz mushaflarında her ne kadar Secâvendî’nin vakf sistemi yaygın olarak uygulanıyor ise de kanaatimizce mushaf basımının gerek imlâ gerekse vakf sistemi açısından kontrolünü sağlayan daha etkin merkezî bir denetimin ve yönlendirmenin olması gerektiği söylenebilir. 115 Tayyar Altıkulaç, “Secâvendî, Muhammed b. Tayfûr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2009), 36/268. 113 46 MUSHAFLARDA ALAMETLER sonlarında ve altıncı asır ortalarında yaşamış nahivci, müfessir, mukrî olarak bilinen büyük bir âlimdir.116 ‘Aynu’l-meʿânî fî tefsîri’s-sebʿi’l-mes̱ânî117 isimli tefsirin de müellifi olan Secâvendî, aynı zamanda vakf ve ibtidâ alanında telif ettiği Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ ve ‘İlelu’l-vukûf isimleri ile neşredilen iki kıymetli eserin de müellifidir. Bu yönüyle tefsir ve özellikle kıraat alanında iz bırakmış bir âlim olduğu söylenebilir. Secâvendî’ye nispet edilen vakf ve ibtidâ ile ilgili olan bu iki eserin ilki, Muhsin Hâşim Derviş tarafından diğeri ise ilerleyen dönemlerde Muhammed b. Abdullah el-Îdî tarafından neşredilmiştir. Bu iki eser mukayese edildiğinde aynı eserin iki farklı neşri olduğu görülmektedir. Bu itibarla araştırmamızda, daha kapsamlı ve son telif olan ‘İlelu’l-vukûf eksenli bir tahlil yapılması uygun görülmüştür. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf’ta öncelikle kendi belirlediği kriterlere göre vakfa konu olan yerleri; vakf-ı lâzım (‫)ﻡ‬, vakf-ı mutlak (‫)ﻁ‬, vakf-ı câiz (‫)ﺝ‬, vakf-ı mücevvez (‫)ﺯ‬, vakf-ı murahhas (‫)ﺹ‬, vakf-ı lâ (‫ )ﻻ‬şeklinde kategorize etmiştir. Daha sonra sûre tertibine göre her bir âyeti, lafız ve anlam irtibatına göre i‘rap açısından detaylı bir tahlile tabi tutmuştur. Bu tahlile göre âyetlerde vakfa uygun olan ya da uygun olmayan yerleri belirlemiş ve akabinde tayin ettiği mezkûr vakf alametlerini kullanmak suretiyle ilgili yerdeki vakf türüne işaret etmiştir. Secâvendî’nin vakf sistemini tercih eden Türkiye’deki mushaflarda da onun yer verdiği vakf alametlerinin mushafa genel anlamda aynen yansıtıldığı söylenebilir. Bununla beraber söz konusu mushaflarda Secâvendî’nin sistemindeki vakf-ı lâzım, vakf-ı mutlak, vakf-ı câiz, vakf-ı murahhas, vakf-ı mücevvez ve vakf-ı lâ şeklindeki altı vakf alametine ilave olarak “Kâf (‫”)ﻕ‬, “Kıf (‫”)ﻗﻒ‬, “Ayn (‫ ”)ﻉ‬harfleri ile işaretlenen ve “vakf-ı mu‘ânaka (∴)” olarak bilinen farklı vakf alametleri de bulunmaktadır. Daha önce de ifade edildiği üzere bu araştırmanın hedefi, mushaflardaki vakf alametleri ve tilâveti ilgilendiren diğer alametlerin tespit ve tahlili olduğu için bu mushaflarda var olan her bir alamete yer verilecektir. Bu itibarla yukarıdaki mezkûr sıralamaya göre her bir vakf türü hakkında hangi yerde ve kaç yerde geçtiği, neyi ifade ettiği gibi detaylı bir malumat verilmesi hedeflenmektedir. Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed İbnu’l-Cezerî, Ğâyetu’n-nihâye fî tabakâti’l-kurrâ, (Kahire: Mektebetü İbn Teymiyye, 1351), 2/157; Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/43-44 (muhakkik mukaddimesi). 117 Ebû Cafer Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî, ‘Aynü’l-meânî fî tefsîri seb’i’l-mesânî, Süleymaniye Kütüphanesi Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi, Fazıl Ahmed Paşa Koleksiyonu, nu. 34 Fa 109. 116 47 MUSHAFLARDA ALAMETLER Çalışmanın asıl konusunu oluşturan bu bölüm iki başlığı ihtiva etmektedir. “Secâvendî’nin Tasnifinde Yer Alan Vakf Alametleri” isimli ilk başlıkta söz konusu vakf sisteminin kaynak eseri olan ‘İlelu’l-vukûf’ta saraheten yer verilen vakf-ı lâzım, vakf-ı mutlak, vakf-ı câiz, vakf-ı mücevvez, vakf-ı murahhas ve vakf-ı lâ’dan oluşan altı vakf türü tahlil edilecektir. “Secâvendî’nin Tasnifinde Bulunmayan Vakf Alametleri” isimli ikinci başlıkta Secâvendî’nin vakf tasnifinde olmadığı düşünülen “Kâf (‫”)ﻕ‬, “Kıf (‫”)ﻗﻒ‬, “Ayn (‫ ”)ﻉ‬alametleri ile “vakf-ı mu‘ânaka (∴)” hakkında bilgi verilecektir. 2.1. Secâvendî’nin Tasnifinde Yer Alan Vakf Alametleri Secâvendî’nin İlelu’l-vukûf adlı eserinde kuvvet derecesine göre vakf türlerini kategorize edip sûre tertibine göre âyetlerin ilgili yerlerinde işaret ettiği altı vakf türünün inceleneceği bu kısımda vakf-ı lâzım (‫)ﻡ‬, vakf-ı mutlak (‫)ﻁ‬, vakf-ı câiz (‫)ﺝ‬, vakf-ı mücevvez (‫)ﺯ‬, vakf-ı murahhas (‫)ﺹ‬, vakf-ı lâ (‫ )ﻻ‬isimli vakf türlerinin Türkiye Mushafları üzerinden tespiti ve tahlili yapılmıştır. 2.1.1. Vakf-ı Lâzım (‫)ﻡ‬118 Kur’an tilâveti ile ilgili olarak kullanılan “vakf” kavramı, okumaya devam etmek niyetiyle bir kelimede, nefes alma süresi kadar tilâvete ara vermeyi ve böylece tilâvetin geçici bir süre durdurulmasını ifade etmektedir. “Le-zi-me” (‫ )ﻟﺰﻡ‬fiilinin ism-i fâil kipindeki “lâzım” (‫ )ﻻﺯﻡ‬kelimesinin ise zorunlu, gerekli, zarûri, ayrılmaz gibi anlamları vardır.119 Buradan hareketle vakf-ı lâzım’ın, Kur’an tilâvetinde riayet edilmesi gereken bir vakf türüne işaret ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Secâvendî’nin ifadesiyle vakf-ı lâzım, “vasl yapılması durumunda anlamın değişeceği gerekçesiyle vakfın zorunlu olması ( ‫ﻣﺎ ﻟﻮ ُﻭﺻﻞ‬ ‫”)ﻃﺮﻓﺎﻩ ﻏُ ّ ِ� ﺍﻟﻤﺮ�ﻡ ﻭ ُﺷ ّ ِﻨﻊ ﻣﻌ� ﺍ�ﻜﻼﻡ‬120 şeklinde tarif edilmiş ve alamet olarak “mîm” Bu kısmın telifinde yazarın, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım isimli doktora tezinden istifade edilmiştir. Bk. Mehmet Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2020). 119 Cevherî, es-Sıhah, 5/2029; Zemahşerî, Esâsü’l-belâğa, 2/179; İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 12/541. 120 Ebû Abdullah Muhammed b. Tayfur es-Secâvendî, Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, thk. Muhsin Haşim Derviş, (Ürdün: Dâru’l-Menâhic, 2001), 105. 118 48 MUSHAFLARDA ALAMETLER (‫ )ﻡ‬harfi tayin edilmiştir.121 Buna göre vakf-ı lâzım, kelamın tamamlandığı bir yerde vasl yapılması durumunda âyetin i‘rabının ve buna bağlı olarak anlamının değişmesi veya farklı bir mana tevehhümünün oluşması gibi gerekçelerle vakfın zorunlu addedilmesi şeklinde anlaşılabilir. Vakf-ı lâzım alameti (‫ )ﻡ‬bulunan bir yerde vasl yapılmaması gerektiğini belirtmek için “haram” veya vakfın zorunluluğuna işaret etmek için “vacip” gibi farklı ifadeler de tercih edilmiştir. Bununla beraber her bir âlimin kendi ictihadına göre tayin ettiği vakf yerlerinin şer’î manada “haram” veya “vaِ ‫َﻭﻟ َْﻴ َﺲ‬ cip”e konu edilmediği izahtan varestedir. İbnu’l-Cezerî’nin, ‫� ﺍ ْﻟ ُﻘ ْﺮ� ِﻥ ِﻣ ْﻦ‬ ِ ٍ 122 şeklindeki manzûm ifadesi de Kur’ân’da vacip ‫ﺐ‬ ْ ‫َﻭ ْﻗﻒ ﻳَﺠ‬ ْ َ‫� َﻣﺎ ﻟ َﻪُ َﺳﺒ‬ ُ ْ َ‫ﺐ َﻭﻻ َ َﺣﺮَ�ﻡٌ ﻏ‬ veya haram olarak nitelenen bir vakfın bulunmadığını veciz bir şekilde belirtmektedir. Buna göre ıstılâhî bir terkip olan vakf-ı lâzım’daki luzûm ifadesi, vucûb-u sınâî veya vucûb-u tertîlî olarak anlaşılmalıdır.123 Dolayısıyla vakfibtidâ literatüründe geçen vucûbiyet ifadesi, şer‘î ve fıkhî bir anlam taşımamaktadır.124 Kur’an’ın mesajını, bilerek ve isteyerek tahrif edecek şekilde yapılan vakflar veya bir kelimenin ikiye bölünmesi şeklinde ya da iki kelime olduğu halde Mushaf imlâsı açısından tek kelime olarak kabul edilen kelimelerin bölünmesine yol açan vakflar ise muteber görülmemelidir. Bunun dışında herhangi bir sebeple uygun olan her kelimede vakf yapılması mümkündür. Kur’an tilâvetinde âyetin cümle yapısı ve anlamının değişmemesi için vakf yapılması gerektiği düşünülen yerlerde tercih edilen vakf-ı lâzım (‫ )ﻡ‬alametlerinin bulunduğu âyetler ve bunların sayısı mushaflara göre farklılık arz etmektedir. Nitekim Secâvendî’nin telif ettiği vakf-ibtidâ eserlerinde ve onun vakf tasnifini tercih eden Türkiye, Hindistan, Pakistan, Mısır, Suûd-i Arabistan, Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169. Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed İbnü’l-Cezerî, el-Mukaddime fîmâ yecibü ‘alâ kârii’l-Kur’âni en ye‘lemehû, thk. Eymen Rüşdî Süveyd, (Suud-i Arabistan: Dâru Nûri’l-Mektebât, 2006), 8; İbnu’l-Cezerî, Manzûmetü Tayyibeti’n-Neşr fi’l-kırââti’l-aşr, thk. Eymen Rüşdî Süveyd, (Suriye: Mektebetü İbni’l-Cezerî, 2012), 10. 123 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/232; Muhammed Tâhir İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, (Tunus: Dâru’t-Tûnisiyye, 1984), 1/83; Husârî, Me‘âlimu’l-ihtidâ-i ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, 15; Husârî, Ahkâmu kıraati’l-Kur’ani’l-kerîm, (Mekke: Dâru’l-Besâiri’l-İslamiyye, 1417), 251-255; Ünlü, Kur’ân-ı Kerîm’in Tecvidi, 156; Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 320, 334; üleyman et-Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’an, 179, 270, 271; Sıtkı Gülle, Açıklamalı Örnekleriyle Tecvid İlmi, (İstanbul: Huzur Yayınları, 2005), 438. 124 Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 47. 121 122 49 MUSHAFLARDA ALAMETLER Kuveyt gibi ülkelerin mushaflarında böyle bir tespitin yansıması görülebilmektedir.125 Bu araştırmanın muhtevası Türkiye’de basılan mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği vakf alametleri ile sınırlı olduğu için bu çerçevede sadece Secâvendî’nin vakf-ibtidâ ile ilgili eserleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan bazı mushaflar özelinde bir inceleme yapılacaktır. Secâvendî’nin vakf-ibtidâ’ya dair telif ettiği ve Muhsin Haşim Derviş’in neşrettiği Kitabu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ’da 84 tane vakf-ı lâzım’a işaret edilmiş iken Muhammed b. Abdullah el-Îdî tarafından neşredilen ve muhtemelen aynı eserin diğer bir tahkiki olan ‘İlelu’l-vukûf’ta 88 adet vakf-ı lâzım bulunmaktadır.126 Secâvendî’nin vakf sistemini tercih eden Türkiye’deki mushaflarda ise tespit edebildiğimiz kadarıyla 33 tanesi âyet sonunda 50 tanesi âyet içerisinde olmak üzere toplam 83 tane vakf-ı lâzım alameti vardır.127 Dolayısıyla ülkemiz mushaflarında, ‘İlelu’l-vukûf’taki 88 vakf-ı lâzım’ın hepsine yer verilmemiştir.128 Türkiye’deki mushaflarda bulunan 83 vakf-ı lâzım, vasl yapılması neticesinde âyette oluşan i‘rab ve anlam değişikliğine göre kategorize edildiğinde şöyle bir tablo ile karşılaşılır: Vakfa konu olan bir kelimede vasl yapıldığı takdirde bu kelime ve sonrası arasında oluşması muhtemel sıfat-mevsûf irtibatına istinaden 24, bedel-mübdelün minh nedeniyle 1, fiil-mefûl gerekçesiyle 1, kavlin mekûlü sebebiyle 12, ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh irtibatına binaen 7, zarf ve müteallakı ya da harf-i cer ve müteallakı nedeniyle 27, şart-cevap sebebiyle 7, hâl-zü’l-hâl gerekçesiyle 3, mübtedâ-haber nedeniyle 1 tane vakf-ı lâzım Krş. Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 220 (Ek 1: Bazı Vakf-İbtidâ Eserlerinde Vakf-ı Lâzımlar), 222 (Ek 2: Mushaflarda ve Bazı Vakf-İbtidâ Eserlerinde Vakf-ı Lâzımlar), 226 (Ek 3: Bazı Mushaf ve Vakf-İbtidâ Eserlerinde Vakf-ı Lâzım’a Konu Olan Diğer Âyetler). 126 ‘İlelu’l-vukûf’ta; A’râf 7/148, Tevbe 9/19, Ra’d 13/2, Lokmân 31/10, Duhân 44/54, Ahkâf 46/21 âyetlerinde vakf-ı lâzım olduğu belirtilmesine (Bk. Secâvendî, İlelü’l-vukûf, 2/515, 546, 611, 806, 3/932, 943.) rağmen Kitabu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ’da A’râf 7/148, Duhân 44/54 125 ve Ahkâf 46/21’de vakf-ı mutlak alameti (‫ )ﻁ‬tercih edilmiş (Bk. Secâvendî, Kitâbu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ, 210, 396, 402); Tevbe 9/19, Ra’d 13/2 ve Lokmân 31/10’da ise herhangi bir vakf türüne yer verilmemiştir (Bk. Secâvendî, Kitâbu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ, 222, 240, 338.). Bununla beraber ‘İlelu’l-vukûf’ta vakf-ı lâzım alameti bulunmayan Tevbe 9/81 ve Şems 91/10 âyetlerinde de vakf-ı lâzım alametine yer verilmiştir (Bk. Secâvendî, Kitâbu’l-Vakfi ve’libtidâ, 224, 495.). 127 Bk. Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 41-43 (Tablo 2: Türkiye’deki Mushaflarda Vakf-ı Lâzım Alameti Bulunan Âyetler). Bununla beraber bazı eserlerde 84 vakf-ı lâzım’dan bahsedilmiştir. Bk. Ünlü, Kur’ân-ı Kerîm’in Tecvidi, 156; Karaçam, Kur’ân-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 334. 128 Türkiye’deki mushaflarda, ‘İlelu’l-vukûf’ta vakf-ı lâzım’a konu edilen Ra’d 13/2, Meryem 19/39, Lokmân 31/10, Duhân 44/54, Ahkâf 46/21 âyetlerinde vakf-ı lâzım alametine yer verilmemiştir. 50 MUSHAFLARDA ALAMETLER alametine yer verilmiştir.129 Bu yerlerin i‘râbu’l-Kur’ân, kıraat ve tefsir açısından incelenmesi neticesinde buralarda serdedilen vakf gerekçesi, “kelamın tamamlandığı bir yerde vasl yapılması durumunda âyetin i‘rabının ve buna bağlı olarak mefhumunun değişmesi veya farklı bir mana tevehhümünün oluşması” şeklinde özetlenebilir. Bu gerekçeyi ihtiva eden bazı âyetlerin incelenmesi üzerinden vakf-ı lâzım ile ilgili genel bir kanaate ulaşılmaya çalışılacaktır. 2.1.1.1. Sıfat-Mevsûf Nedeniyle Yapılan Bazı Vakf-ı Lâzımlar Kur’an tilâvetinde bazı yerlerde vasl yapıldığı takdirde âyetin cümle yapısının ve anlamının değişebileceği gerekçesi ileri sürülerek bu tür yerlerde vakf yapılması zorunlu addedilmiştir. Zira bu yerlerin bir kısmında vasl yapılması neticesinde vakfa konu olan kelime ile sonrasındaki ifade arasında sıfatmevsûf irtibatı oluşabilir. Âyetin anlamı üzerinde de etkisi bulunan böyle bir i‘rab değişikliği nedeniyle bu tür yerlerde vasl yapılması uygun görülmemiştir. Aksine vakf yapılması zorunlu addedilmiş ve bu gereklilik mushaflarda vakf-ı lâzım alameti (‫ )ﻡ‬ile gösterilmiştir. Bu gerekçeye istinaden Türkiye’deki mushaflarda 24 tane vakf-ı lâzım alameti bulunmaktadır.130 Bakara sûresinin 253. âyetindeki vakf-ı lâzım alameti bunlardan birisidir: ۪ ‫ﺍﺑ َﻦ َﻣ ْﺮ� َ َﻢ‬ � َ‫ﺍﻟﺮ ُﺳ ُﻞ ﻓ‬ َ ‫ﺗ ِ ْﻠ‬ � ‫ﺾ ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ َﻣ ْﻦ ﻛَﻠ َ�ﻢ‬ � ‫ﻚ‬ َ ‫ﺍ�ُ َﻭ َﺭﻓَﻊَ ﺑ َ ْﻌ‬ َ ‫ﻀ ْﻠﻨَﺎ ﺑ َ ْﻌ‬ ۜ ٍ ‫ﻀ ُﻬ ْﻢ ﺩَ َﺭ َﺟ‬ ْ �‫ﻴ‬ ۢ ٍ ‫ﻀ ُﻬ ْﻢ َﻋ ٰ� ﺑ َ ْﻌ‬ َ ‫ﺎﺕ َﻭ�ٰﺗ َ ْﻴﻨَﺎ ﻋ‬ ِ َ‫“ ﺍ ْﻟﺒَ ِﻴﻨ‬Peygamberlerin bir kısmını, diğer bir kısmından üsِ ِ ُ َ ‫ﺎﺕ َﻭ�َﻳ � ْﺪﻧ‬ ﴾‫ﺱ‬ ۜ ‫ﺎﻩ ﺑ ُﺮﻭ ِﺡ ﺍ ْﻟ ُﻘ ُﺪ‬ ّ tün kıldık. Allah, onların içerisinden kimisiyle konuşmuş, bazılarını da derecelerle yükseltmiştir…”131 âyetinde peygamberlerin kendi aralarındaki üstünlük ve derece farklılığına değinilmiştir. Bunun beyanı sadedinde “Allah’ın (Hz. Mûsâ ile) konuşması”, “Hz. Îsâ’ya bazı delillerin verilmesi ve onun ‘Rûhü’l-kudüs’ ile desteklenmesi” gibi bazı ifadelere yer verilmiştir. Dolayısıyla Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ, Hz. Muhammed gibi bazı peygamberlerin, diğer peygamberlerden üstün kılındığı anlatılmıştır. Bu âyette “‫ﺾ‬ � َ‫ ”ﻓ‬ve “ُ�‫ﺍ‬ � َ‫ ” ِﻣ ْﻨﻬُ ْﻢ َﻣ ْﻦ ﻛَﻠ �ﻢ‬cümleleri vasl yapılarak َ ‫ﻀ ْﻠﻨَﺎ ﺑ َ ْﻌ‬ ۢ ٍ ‫ﻀﻬُ ْﻢ َﻋ ٰ� ﺑ َ ْﻌ‬ birlikte tilâvet edilirse “ُ�‫ﺍ‬ � َ‫ ” ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ َﻣ ْﻦ ﻛَﻠ �ﻢ‬cümlesi, öncesindeki “‫ ”ﺑ َ ْﻌ ٍﺾ‬kelimesinin sıfatı olarak vehmedilebilir. Böyle bir i‘rab değişikliği ise “Peygamberlerin bazısını, Allah ile konuşmuş ve Allah’ın derecelerle yükseltmiş olduğu bazısından üstün kıldık…” şeklinde anlam değişikliğine neden olabilir. Az önce Bu gerekçelerin kategorik tasnifi için bk. Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 44 (Tablo 3: Türkiye’deki Mushaflarda Bulunan Vakf-ı Lâzımların Gerekçeleri). 130 Bakara 2/8, 26, 145, 253; Nisâ 4/171; Mâide 5/51; En‘âm 6/20; A’râf 7/73, 148; Tevbe 9/19, 67, 71; Hûd 11/20, 61; Meryem 19/86; Mü’minûn 23/19; Kasas 28/88; Yâsîn 36/52; Mü’min 40/6, 62; Vâkıa 55/2; Nâziât 79/9; Ğâşiye 88/12; Beled 90/5. 131 el-Bakara 2/253. 129 51 MUSHAFLARDA ALAMETLER de ifade edildiği üzere âyette, Hz. Mûsâ’nın diğer peygamberlerden üstün kılındığı -mufaddalün ‘alâ ğayrihi- belirtildiği halde vasl neticesinde oluşması muhtemel sıfat-mevsuf takdirinde diğer peygamberlerin, Hz. Mûsâ’dan üstün kılındığı -mufaddalün ‘aleyh ğayruhu- bahse konu edilmektedir. Bu gerekçeye istinaden özellikle i‘rab ve anlam değişikliğinin oluşmaması için anılan yerde vakfın zorunlu olduğunu belirtmek için vakf-ı lâzım alameti tercih edilmiştir.132 Bahsi geçen vakf gerekçesi, detaylı bir i‘rab tahlili yapıldığı takdirde ancak fark edilebilir. Dolayısıyla bu şekilde detay bir i‘rap takdirine istinaden vaslın uygun olmadığı yönündeki bir kanaatin yerine vakfın tercihe şayan olduğunu belirten ihtiyatlı bir yoruma gidilebilir. Bu bağlamda belirtilen gerekçeyi ihtiva etmesine rağmen bazı yerlerde vakf-ı lâzım alametine yer verilmemesi de mezkûr gerekçeye istinaden vakfın zorunlu olduğu yönünde genel-geçer bir hüküm inşasını ihtilaflı hale getirmektedir. Mesela ‫َﺎﻥ َﻭﻟِﻴ�ﺎ ِﻣ ْﻦ ﺩُﻭ ِﻥ‬ َ ‫﴿ َﻭ َﻣ ْﻦ ﻳَﺘ � ِﺨ ِﺬ ﺍﻟ �ﺸ ْﻴﻄ‬ ﴾...ۜ ‫﴾ ﻳَﻌِ ُﺪ ُﻫ ْﻢ َﻭ� ُ َﻤ ۪ ّﻨﻴﻬِ ْﻢ‬119﴿ ۜ ‫ﺍ�ِ ﻓَ َﻘ ْﺪ َﺧ ِﺴ َﺮ ُﺧ ْﺴ َﺮ�ﻧًﺎ ُﻣﺒ۪ ﻴﻨًﺎ‬ � “…Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir hüsrana uğramış olur. Şeytan onlara vaad eder ve onları boş umutlarla oyalar…”133 âyetlerinde ilk âyetin sonundaki “ۜ ‫”ﻣﺒ۪ ﻴﻨًﺎ‬ ُ kelimesindeki vakf-ı mutlak alametinin gerekçesi, vasl yapılması du- rumunda “‫ ”ﻳَﻌِ ُﺪ ُﻫ ْﻢ‬fiil cümlesinin, “‫ ” ُﺧ ْﺴ َﺮ�ﻧًﺎ‬kelimesinin sıfatı olarak vehmedil- mesi şeklinde açıklanmıştır.134 Bir diğer benzer gerekçenin ileri sürülebileceği ِ ﴾ ...ۚ ‫ﻭﺡ ۪ﻓﻴﻬَﺎ ﺑِﺎِ ْﺫ ِﻥ ﺭَ ّ ِ� ِ ْﻢ‬ � ‫﴾ ﺗ َ َ� � ُﻝ ﺍ ْﻟﻤَﻠٰ ٓ ِﺌﻜَﺔُ َﻭ‬3﴿ ٍۜ‫� ِﻣ ْﻦ ﺍَ ْﻟ ِﻒ َﺷ ْﻬﺮ‬ ُ ‫�ﻟﺮ‬ ٌ ْ ‫“ ﴿ ﻟ َْﻴﻠَﺔُ ﺍ ْﻟﻘَ ْﺪﺭ َﺧ‬Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. O gecede melekler ve ruh, Rablerinin izniyle her bir iş için inerler.”135 âyetlerinde de ilk âyetin sonundaki vakf-ı mutlak alameti, devamındaki âyetin isti’nâf cümlesi olması ile gerekçelendirilmiştir.136 Böyle bir vakf gerekçesine istinaden Bakara 2/8, 26, A‘râf 7/73, 148, Tevbe 9/67, 71, Hûd 11/61, Meryem 19/86, Nâziât 79/9, Beled 90/5 âyetlerinde vakf-ı lâzım alametine yer verildiği halde bu iki örnek âyette farklı bir vakf türünün tercih edilmesi dikkat çekicidir. Bu münasebetle aynı gerekçeyi ihtiva eden benzer yerlerde aynı vakf türünün bulunması gerektiği kabul edilecek olursa mezkûr iki âyette de vakf-ı lâzım alametine yer verilmesi gerektiği düşünülebilir. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/325; Nîsâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’an, 2/3. en-Nisâ 4/119-120. 134 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/435. 135 el-Kadr 97/3-4. 136 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/1143. 132 133 52 MUSHAFLARDA ALAMETLER Sûre ve Âyet Bakara 2/8 Âyet Metni ِ � ‫َﻭ ِﻣ َﻦ ﺍﻟﻨ‬ ‫ﺍﻻ ِٰﺧﺮِ َﻭ َﻣﺎ ُﻫ ْﻢ‬ ْ ‫ﺎ�ِ َﻭﺑِﺎ ْﻟﻴَ ْﻮ ِﻡ‬ ُ ‫ﺎﺱ َﻣ ْﻦ ﻳ َ ُﻘ‬ � ِ ‫ﻮﻝ ﺍ َٰﻣﻨ�ﺎ ﺑ‬ ِ ‫﴾ ﻳ َﺨ‬8﴿ ۢ َ�‫ﺑِﻤ ْﺆ ِﻣ ۪ﻨ‬ � ‫ﻮﻥ‬ َ ‫ﺎﺩ ُﻋ‬ َ�‫ﺍ‬ ُ ُ Bakara 2/253 Nisa 4/119-120 Kadr 97/3-4 � َ‫ﺍﻟﺮ ُﺳ ُﻞ ﻓ‬ َ ‫ﺗ ِ ْﻠ‬ � ‫ﺾ ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ َﻣ ْﻦ ﻛَﻠ َ�ﻢ‬ � ‫ﻚ‬ َ ‫ﻀ ْﻠﻨَﺎ ﺑ َ ْﻌ‬ ُ�‫ﺍ‬ ۢ ٍ ‫ﻀ ُﻬ ْﻢ َﻋ ٰ� ﺑ َ ْﻌ‬ Vakf Alameti ‫ﻡ‬ ‫ﻡ‬ ‫ﺍ�ِ ﻓَ َﻘ ْﺪ َﺧ ِﺴ َﺮ ُﺧ ْﺴ َﺮ�ﻧًﺎ‬ � ‫َﺎﻥ َﻭﻟِﻴ�ﺎ ِﻣ ْﻦ ﺩُﻭ ِﻥ‬ َ ‫َﻭ َﻣ ْﻦ ﻳَﺘ � ِﺨ ِﺬ ﺍﻟ �ﺸ ْﻴﻄ‬ ‫ﻁ‬ ِ ‫ﻭﺡ ۪ﻓﻴﻬَﺎ‬ � ‫﴾ ﺗ َ َ� � ُﻝ ﺍ ْﻟﻤَﻠٰ ٓ ِﺌﻜَﺔُ َﻭ‬3﴿ ٍۜ‫� ِﻣ ْﻦ ﺍَ ْﻟ ِﻒ َﺷ ْﻬﺮ‬ ُ ‫�ﻟﺮ‬ ٌ ْ ‫ﻟ َْﻴﻠَﺔُ ﺍ ْﻟﻘَ ْﺪﺭ َﺧ‬ ‫ﻁ‬ ۜ ‫﴾ ﻳَﻌِ ُﺪ ُﻫ ْﻢ َﻭ�ُﻤَ ۪ ّﻨﻴﻬِ ْﻢ‬119﴿ ۜ ‫ُﻣﺒ۪ ﻴﻨًﺎ‬ ۚ ‫ﺑِﺎِ ْﺫ ِﻥ َﺭ ّ ِ� ِ ْﻢ‬ Kur’ân-ı Kerîm’de tespit edebildiğimiz kadarıyla 879 adet ‫ ﺍﻟ ِ�ﺬﻱ‬/ ‫ﻳﻦ‬ َ ‫ ﺍﻟ ِ�ﺬ‬ism-i mevsûlünün evvelinde atıf harfi olanlar, ma‘tûf ile ma‘tûfun aleyhin arasını ayırmamak için vakfa konu edilmemelidir. Atıf harfi bulunmayan ism-i mevsuller ise öncesi ile lafız irtibatının olup olmaması bağlamında vakf veya vasl açısından değerlendirilebilir. Bunların bir kısmı, lafız ve anlam açısından öncesi ile irtibatlı iken diğer bir kısmı ise lafız irtibatı bulunmayan isti’naf cümlesi şeklindedir. Mâkabli ile lafız irtibatı bulunan ism-i mevsullerin öncesinde vasl yapılabilir. Genellikle âyet başlarındaki ism-i mevsûllerde olduğu gibi öncesi ile lafız irtibatının bulunmadığı durumlarda ise tercihe şayan olan vakf yapılmasıdır.137 Bu münasebetle Secâvendî sadece Bakara 2/146, En’âm 6/20, 20, 82, Tevbe 9/20, Mü’min 40/7 âyetlerindeki 6 tane ism-i mevsûlün, mübteda olmasını gerekçe göstererek öncesinde vakf yapılmasını zorunlu addetmiş ve bu gerekliliği vakf-ı lâzım alameti ile sembolleştirmiştir.138 Zerkeşî (ö. 794/1392), Suyûtî ve Kastallânî de ism-i mevsûl ile başlayan ve öncesinde vakf yapılması zorunlu olan Bakara 2/121, 146, 275, En’âm 6/20, Tevbe 9/20, Furkân 25/34, Mü’min 40/7 âyetlerinden bahsetmiştir.139 Bu âyetlerin 4 tanesi, Öncesinde vakf ya da vasl yapılması gereken ism-i mevsûllerin bulunduğu âyetler için bk. Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 228 (Ek 4: Kur’ân-ı Kerîm’deki İsm-i Mevsûllerin Vakf / Vasl Durumu). 138 Secâvendî, İlelu’l-vukûf, 1/252, 2/474, 481, 546, 547, 3/888. 139 Ebû Abdillah Bedrüddîn Muhammed b. Bahadır ez-Zerkeşî, el-Burhân fî ‘ulûmi’l-Kur’an, thk. Muhammed Ebü’l-Fadl İbrahim (Kahire: Mektebetü Dâri’t-Türâs, 1984), 1/357-358; Suyûtî, el-İtkân, 2/563; Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/513. Ülkemiz mushaflarında, bu yedi ism-i mevsûlün sadece dört tanesinin öncesinde (el-Bakara 2/145, el-En’âm 6/19, et-Tevbe 19, el-Mü’min 40/6) vakf-ı lâzım alameti bulunur. İki âyette 137 53 MUSHAFLARDA ALAMETLER Secâvendî’nin de bahsettiği yerler iken diğer 3 tanesi ise ayrıca zikredilmiştir. Bu özellikleri hâiz başka âyetler de bulunmasına rağmen Secâvendî’nin sadece 6 âyette vakf-ı lâzım’a işaret etmesi ya da Zerkeşî’nin sadece 7 adet ismi mevsûlü bahse konu etmesi tetkiki gereken bir meseledir. ِ Örneğin ‫ﺖ ﺑِﺘَﺎﺑ ِ ٍﻊ ﻗ ِ ْﺒﻠَﺘَ ُﻬ ْﻢ ۚ َﻭ َﻣﺎ‬ ۚ َ َ‫ﺎﺏ ﺑِﻜُ ّ ِﻞ ٰﺍﻳَﺔٍ َﻣﺎ ﺗ َ ِﺒ ُﻌﻮ� ﻗ ِ ْﺒﻠَﺘ‬ ْ ِ ‫﴿ َﻭﻟ‬ َ ‫ﻚ َﻭ َﻣ ٓﺎ ﺍَ ْﻧ‬ َ ‫َ� ﺍَﺗ َ ْﻴ‬ َ ‫ﺖ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ َ َ‫ﻳﻦ ﺍُﻭ۫ﺗُﻮ� ﺍ ْ�ﻜﺘ‬ ِ ِ ِ ‫ﺾ َﻭﻟ‬ ﴾145﴿ ۢ � َ � ‫ﺖ ﺍَ ْﻫ َﻮ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ِﻣ ْﻦ ﺑ َ ْﻌ ِﺪ َﻣﺎ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ ﺍِﻧ‬ َ ‫ﻚ ﺍِﺫًﺍ ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ۪ﻤ‬ َ ‫َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ‬ ُ ‫ﺑ َ ْﻌ‬ ۜ ٍ ‫ﻀ ُﻬ ْﻢ ﺑِﺘَﺎﺑ ِ ٍﻊ ﻗ ْﺒﻠَﺔ َ ﺑ َ ْﻌ‬ 140 ِ ﴾ۜ ‫ﻮﻥ ﺍَ ْﺑﻨَ ٓﺎﺀَ ُﻫ ْﻢ‬ َ ‫ﺎﺏ ﻳ َ ْﻌﺮِ ُﻓﻮﻧ َ ُﻪ ﻛَ َﻤﺎ ﻳ َ ْﻌﺮِ ُﻓ‬ َ ‫ ﺍَﻟ � ۪ﺬ‬âyetinin bağlamı (142-150. âyetler) ُ َ‫ﻳﻦ ٰﺍﺗ َ ْﻴﻨ‬ َ َ‫ﺎﻫ ُﻢ ﺍ ْ�ﻜﺘ‬ kıble değişikliği ve bu değişikliğe yönelik ehl-i kitabın tepkisini konu edinmektedir. 145. âyette, Hz. Peygamber birçok mûcize gösterse de Yahûdi ve Hıristiyanların, Müslümanların kıblesine hatta birbirlerinin kıblesine dahi tâbi olmayacağına değinilmekte ve Hz. Peygamber’in -bilgilendirilmesine rağmen- onların isteklerine uyması halinde zalimlerden olacağı yönünde uyarıda bulunulmaktadır. 146. âyette ise Kâbenin; Yahûdilerin, Hıristiyanların, Hz. İbrahim’in (a.s.) ve tüm peygamberlerin kıblesi olduğu gerçeğini Yahûdi ve Hıristiyanların -kendi çocuklarını tanıdıkları gibi- bilmelerine rağmen gizlediklerinden bahsedilmektedir.141 (el-Bakara 2/121 ve 275) herhangi bir vakf alameti bulunmazken diğerinde (el-Furkân 25/34) ise vakf-ı mutlak (‫ )ﻁ‬alameti vardır. el-Bakara 2/145-146. Ebu’l-Hasan Mukâtil b. Süleymân el-Belhî, Tefsîru Mukâtil b. Süleyman, thk. Abdullah Mahmut Şehhâte (Beyrut: Dâru İhyâ’it-Turâsi’l-‘Arabî, 2002), 1/147-148; Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmi‘ü’l-beyân ‘an te’vîli âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî (Riyad, 2003), 2/669-670. 146. âyette “ُ‫ ”ﻳ َ ْﻌﺮِﻓُﻮﻧَﻪ‬fiilindeki zamirin mercii ile ilgili esas alınan görüş doğrultusunda âyetin 140 141 anlamı değişebilir. Ayrıntılı bilgi için bk. Ebû İshak İbrahim b. es-Serî ez-Zeccâc, Me’âni’lKur’an ve ‘i’râbuhu, thk. Abdülcelil Abduh eş-Şelebî (Beyrut: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1988), 1/225; Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Hidâye ilâ bulûgi’n-nihâye, thk. Komisyon (Birleşik Arap Emirlikleri, 2007), 1/501; Ebû Muhammed Abdülhak b. Gâlib İbn Atıyye el-Endelûsî, elMuharreru’l-vecîz fî tefsîri’l-Kitâbi’l-‘Azîz, thk. Abdusselam Abduşşâfî Muhammed (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, 2001), 1/223-224; Muhyissünne Ebû Muhammed el-Hüseyn b. Mes’ud Beğavî, Tefsîru’l-Beğavî Meâlimu’t-tenzîl, thk. Muhammed Abdullah en-Nemr Osman Cum’a Damîriyye - Süleyman Müslim el-Haraş (Riyad: Dâru Tayyibe, 1409/1988), 1/164; Cârullah Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer el-Hârizmî ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an hakâ’ikı gavâmizi’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvil fî vücûhi’t-te’vîl, thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd - Ali Muhammed Muavviz (Riyad: Mektebetü’l-‘Ubeykân, 1998), 1/345; Ebu’l-Fazl Fahrüddîn Muhammed b. Ömer er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1981), 4/142143; Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmi‘ li-ahkâmi’l-Kur’an, thk. Abdullah Abdulmuhsin et-Türkî (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2006), 2/447; Nâsırüddîn Abdullah b. Ömer el-Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl, thk. Muhammed Abdurrahmân el-Mer‘aşlî (Beyrut: Dâru İhyâ’it-Turâs, 1998), 1/112; Muhammed b. Yusuf Ebû Hayyân, Bahru’l-muhît, thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd - Ali Muhammed Muavviz (Beyrut: Dâru’l- 54 MUSHAFLARDA ALAMETLER Bilindiği üzere âyetlerin cümle yapısı ve anlamı, âyet içerisindeki vakfa uygun olan veya uygun olmayan yerleri ve bu yerlerdeki vakf türlerini belirleyicidir. 145. âyetin sonundaki vakf-ı lâzım alameti, devamındaki âyetin evvelinde bulunan “‫ﻳﻦ‬ َ ‫ ”ﺍﻟ ِ�ﺬ‬nin i‘rabı ile gerekçelendirilmiştir. Müfessirlerin genel kanaatine göre “‫ﻳﻦ‬ َ ‫ ”ﺍﻟ ِ�ﺬ‬ism-i mevsûlü, mübtedâ; “‫ ”ﻳ َ ْﻌﺮِﻓُﻮﻧ َ ُﻪ‬fiil cümlesi ise onun haberidir.142 İki âyetin, vasl yapılarak birlikte tilâvet edilmesi neticesinde bu ism-i mevsûl, “� َ ‫ ”ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ِﻤ‬kelimesinin sıfatı olarak vehmedilebilir. Bundan do- layı Secâvendî, âyetin anlamının değişmesi yönünde etkisi bulunan böyle bir i‘rab ihtimalinin oluşmaması için “َ�‫ ”ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ِﻤ‬kelimesinde vakf yapılmasını zo- runlu addetmiş ve bu gerekliliği vakf-ı lâzım alameti ile sembolleştirmiştir.143 ِ ِ ‫َﻭﻟ‬ Zira sıfat-mevsûf takdirine göre “ ‫ﻚ ﺍِﺫًﺍ‬ َ � ‫ﺖ ﺍَ ْﻫ َﻮ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ِﻣ ْﻦ ﺑ َ ْﻌ ِﺪ َﻣﺎ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ ﺍِﻧ‬ َ ‫َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ‬ ِ ‫ﺎﺏ‬ َ ‫…“ ”ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ۪ﻤ‬eğer sana ilim verildikten sonra onَ ‫﴾ ﺍَﻟ � ۪ﺬ‬145﴿ ۢ � ُ َ‫ﻳﻦ ٰﺍﺗ َ ْﻴﻨ‬ َ َ‫ﺎﻫ ُﻢ ﺍ ْ�ﻜﺘ‬ ların isteklerine uyarsan kitap verdiğimiz zalim kimselerden olursun…” şeklinde anlam değişikliği oluşur. Böylece Yahûdi ve Hıristiyanlar, zâlim olmakla nitelenmiş ve Hz. Peygamber’in de onların isteklerine tâbi olması durumunda onlar gibi olacağı ifade edilmiş olur. Hâlbuki âyetteki “zâlim” vasfının, Yahûdi ve Hıristiyanları da kapsayan daha geniş bir anlamı vardır. Görüldüğü üzere iki âyet arasında oluşması muhtemel sıfat-mevsuf irtibatı, “� َ ‫”ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ِﻤ‬ ifadesinin kapsamını sınırlandırmaktadır. ِ ِ ‫﴿ َﻭﻟ‬ Bahsi geçen vakf gerekçesini ihtiva eden örneğin, ‫ﺖ ﺍَ ْﻫ َﻮ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ﺑ َ ْﻌ َﺪ ﺍﻟ � ۪ﺬﻱ‬ َ ‫َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ‬ ِ ﴾ۜ ‫ﺎﺏ ﻳ َ ْﺘﻠُﻮﻧَﻪُ َﺣ �ﻖ ﺗ ِ َﻼ َﻭﺗ ِ ۪ﻪ‬ ٍ ِ ‫ﺍ�ِ ِﻣ ْﻦ َﻭ‬ َ ‫َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ َﻣﺎ ﻟ‬ � ‫َﻚ ِﻣ َﻦ‬ َ ‫﴾ ﺍَﻟ � ۪ﺬ‬120﴿ ٍ�‫� َﻭ َﻻ ﻧ َ ۪ﺼ‬ ُ َ‫ﻳﻦ ٰﺍﺗ َ ْﻴﻨ‬ َ َ‫ﺎﻫ ُﻢ ﺍ ْ�ﻜﺘ‬ ّ âyetinde144 ya da benzer özellikleri taşıyan diğer bazı âyetlerde145 ism-i mevsûllerin öncesinde vakf-ı lâzım alametinin tercih edilmemesi ise dikkat Kutubi’l-‘İlmiyye, 1993), 1/608; Ebu’l-Abbas Şihâbüddîn Ahmed b. Yusuf Semîn el-Halebî, ed-Dürru’l-masûn fî ‘ulûmi’l-Kitâbi’l-meknûn, thk. Ahmed Muhammed el-Harrât (Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 1406/1985), 2/168. 142 Zeccâc, Me’âni’l-Kur’an, 1/225; İbn Atıyye, el-Muharreru’l-vecîz, 1/223-224; Kurtubî, elCâmi‘, 2/446; Semîn el-Halebî, ed-Dürru’l-masûn, 2/168; Ebu’l-Bekâ Muhibbüddîn Abdullah b. el-Hüseyn el-Bağdâdî el-Ukberî, et-Tibyân fî ‘i’râbi’l-Kur’an, thk. Sa’d Küreyyim elFakî (Mısır, 2001), 1/99. 143 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/252; Secâvendî, Kitâbu-l-Vakfi ve’l-ibtidâ, 138; Nisâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’ân, 1/418. 144 el-Bakara 2/120-121. 145 Âl-i İmrân 3/15-16, 183, 191; en-Nisâ 4/76 vb. 55 MUSHAFLARDA ALAMETLER çekicidir. Zira bu âyetin sonundaki “ٍ�‫”ﻭﻻ َ ﻧ َ ِﺼ‬ َ kelimesinde vasl yapılması durumunda ikinci âyetin evvelindeki ism-i mevsûl, “ٍ�‫“ ”ﻧ َ ِﺼ‬yardımcı” kelimesini niteleyen sıfat ve buna bağlı olarak “kendilerine kitap verdiğimiz yardımcı” anlamında vehmedilebilir. Vasl neticesinde oluşan bu i‘rab ve anlam değişikliği, vakf-ı lâzımın gerekçesini anımsattığı halde Secâvendî, burada herhangi bir vakf değerlendirmesi yapmamıştır.146 Hâlbuki mezkûr gerekçeye istinaden Hindî’nin de işaret ettiği üzere147 burada vakf yapılması zorunlu olarak değerlendirilebilir ve buna işaret eden vakf-ı lâzım alametine yer verilebilir. Sûre ve Âyet Bakara 2/145-146 Bakara 2/120-121 Âl-i İmrân 3/15-16 Âyet Metni ِ ِ ‫َﻭﻟ‬ ‫ﻚ ﺍِﺫًﺍ‬ َ � ‫ﺖ ﺍَ ْﻫ َﻮ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ِﻣ ْﻦ ﺑ َ ْﻌ ِﺪ َﻣﺎ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ ﺍِﻧ‬ َ ‫َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ‬ ِ ...‫ﺎﺏ‬ َ ‫ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ۪ﻤ‬ َ ‫﴾ ﺍَﻟ � ۪ﺬ‬145﴿ ۢ � ُ َ‫ﻳﻦ ٰﺍﺗ َ ْﻴﻨ‬ َ َ‫ﺎﻫ ُﻢ ﺍ ْ�ﻜﺘ‬ ِ ِ ‫َﻭﻟ‬ ‫َﻚ ِﻣ َﻦ‬ َ ‫ﺖ ﺍَ ْﻫﻮَ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ﺑ َ ْﻌ َﺪ ﺍﻟ � ۪ﺬﻱ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ َﻣﺎ ﻟ‬ َ ‫َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ‬ ِ ...‫ﺎﺏ‬ ٍ ِ ‫ﺍ�ِ ِﻣ ْﻦ َﻭ‬ � َ ‫﴾ ﺍَﻟ � ۪ﺬ‬120﴿ ٍ�‫� َﻭ َﻻ ﻧ َ ۪ﺼ‬ ُ َ‫ﻳﻦ ٰﺍﺗ َ ْﻴﻨ‬ َ َ‫ﺎﻫ ُﻢ ﺍ ْ�ﻜﺘ‬ ّ ِ َ‫�� ﺑ َ ۪ﺼ� ﺑِﺎ ْﻟﻌِﺒ‬ ‫ﻮﻥ َﺭﺑ�ﻨَ ٓﺎ ﺍِﻧ�ﻨَ ٓﺎ ﺍ َٰﻣﻨ�ﺎ‬ َ ُ ‫ﻳﻦ ﻳ َ ُﻘﻮﻟ‬ َ ‫﴾ ﺍَﻟ � ۪ﺬ‬15﴿ ۚ‫ﺎﺩ‬ ُ � ‫َﻭ‬ ٌ ِ ِ ِ‫ﺍﺏ ﺍﻟﻨ�ﺎ ۚﺭ‬ َ ‫ﻓَﺎ ْﻏﻔ ْﺮ ﻟ َﻨَﺎ ﺫُﻧُﻮﺑَﻨَﺎ َﻭﻗﻨَﺎ َﻋ َﺬ‬ Vakf Alameti ‫ﻡ‬ --- ‫ﺝ‬ Bu münasebetle kendi belirlediği vakf gerekçesini ihtiva ettiği halde Secâvendî’nin benzer yerlerde farklı vakf yaklaşımında bulunması müşkil bir durum gibi gözükmektedir. Bu durumda Secâvendî’nin, aynı gerekçeyi hâiz benzer yerlerde sehven vakf-ı lâzım alametine yer vermediği düşünülebilir. Ancak tüm âyetlerin, vakf ya da vasl açısından teferruatlı tahlili yapılan bir vakf sistemi için böyle bir yorum kabul edilebilir gözükmemektedir. Bu itibarla kendi vakf taksimine göre örnek sadedinde bazı âyetlerin tahliline yer verdiği; diğer benzer yerleri ise ehlinin ferasetine tevdi‘ etmiş olabileceği de düşünülebilir. 2.1.1.2. Kavlin Mekûlü Nedeniyle Yapılan Bazı Vakf-ı Lâzımlar Kur’ân-ı Kerîm’de ‫ ﻗﺎﻝ‬/ ‫ ﻳﻘﻮﻝ‬/ ‫ ﻗﻮﻝ‬gibi “kavl” fiillerinden sonra gelen ifade- lerin bir kısmı, “kavl” fiilinin mefûlü / mekûlü’dür. Bu yerlerde kavl ve mekûlü arasındaki lafız ve anlam irtibatı gereği kavl ifadesinden sonra vasl yapılması 146 147 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/234. el-Hindî, Künûz-i eltâfi’l-burhan, 18. 56 MUSHAFLARDA ALAMETLER ِ ِ ِ ِ tercih sebebidir. Diğer taraftan örneğin ‫ﻴﻊ‬ َ ‫﴿ َﻭ َﻻ ﻳ َ ْﺤ ُﺰ ْﻧ‬ ُ ‫ﺍﻟﺴ ۪ﻤ‬ � ‫ﻚ ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ ۢ ﺍ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌﺰ�ﺓَ �� َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ ۜ ُﻫ َﻮ‬ ﴾‫ﻴﻢ‬ ُ ‫ﺍ ْﻟﻌَ ۪ﻠ‬ 148 gibi bazı âyetlerde ise kavl’in (‫ )ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ‬devamındaki “ۜ ‫”ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌِﺰ�ﺓَ ِ ��ِ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ‬ cümlesi, kavlin mekûlü olmadığı ve fakat vasl yapıldığı takdirde kavlin mekûlü vehmedilmesi gerekçesiyle kavl’den (‫ )ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ‬sonra özellikle vakf yapılması zo- runlu olarak değerlendirilmiştir.149 Zira vaslın sebebiyet verdiği böyle bir i‘rab değişikliği, aynı zamanda anlam değişikliğine de neden olmaktadır. Bu itibarla Bakara 2/275, Âl-i İmrân 3/181, Mâide 5/64, 73, Yûnus 10/65, Yâsin 36/76, Zümer 39/3, Zuhruf 43/88, Duhân 44/14, Münâfikûn 63/1, Kalem 68/51, Nâziât 79/12 âyetlerinde de benzer yerlerde aynı gerekçeye istinaden vakf yapılması zorunlu addedilmiş ve bu gerekliliğe vakf-ı lâzım alameti ile işaret edilmiştir. Müşriklerin puta tapmaları ve Allah Teâlâ ile ilgili söyledikleri sözler sebebiyle Hz. Peygamber’in (s.a.v.) üzülmemesi istenen ِ�� ِ َ‫ﻚ ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ ۢ ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟ ِﻌﺰ�ﺓ‬ َ ‫﴿ َﻭ َﻻ ﻳ َ ْﺤ ُﺰ ْﻧ‬ 150 ﴾‫ﻴﻢ‬ ُ ‫ﻴﻊ ﺍ ْﻟﻌَ ۪ﻠ‬ ُ ‫ﺍﻟﺴ ۪ﻤ‬ � ‫ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ ۜ ُﻫ َﻮ‬âyetinde dünya ve ahirette izzet sahibi olan Allah’ın, onların söylediklerini işittiği, şerikinin olmadığı, müşriklerin sözlerinin karşılıksız kalmayacağı anlatılmaktadır.151 Âyetin mesajının doğru anlaşılabilmesi bağlamında vakfa uygun olan yerin belirlenip tilâvetin buna göre icra edilmesi için âyetin öncelikle i‘rab açısından incelenmesi gerekir. Buna göre “ ‫ﻚ‬ َ ‫َﻭ َﻻ ﻳ َ ْﺤ ُﺰ ْﻧ‬ ۢ ‫ ”ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ‬ve “ۜ ‫ ”ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌِﺰ�ﺓَ ِ ��ِ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ‬cümleleri, isti’nâf cümlesidir. Her ne kadar “ َ‫ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌِﺰ�ﺓ‬ 152 ۜ ‫”�ِ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ‬ � ِ cümlesinin hâl olabileceği nakledilmişse de genel kanaat bu cüm- lenin, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) üzülmemesi gerektiğinin gerekçesini serdeden ta‘lîlî153 veya beyanî isti’naf cümlesi154 olduğu yönündedir. Ayrıca “ۢ ‫ﻚ ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ‬ َ ‫ ” َﻭ َﻻ ﻳ َ ْﺤ ُﺰ ْﻧ‬cümlesinin sonunda vasl yapılırsa “ۜ ‫”ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌِﺰ�ﺓَ ِ ��ِ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ‬ cümlesi, ‫ ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ‬ifadesinin (kavl) mefûlü / mekûlü yani müşriklerin sözü gibi düşünülebilir ki müşriklerin böyle bir sözü söylemesi kabul edilebilir değildir. Yûnus 10/65. Zerkeşî, el-Burhan, 1/358-359. 150 Yûnus 10/65. 151 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 12/226. 152 Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed en-Nehhâs, İ‘râbu’l-Kur’ân, thk. Hâlid El‘alî (Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 2008), 401. 153 Ukberî, et-Tibyân, 27441; Zemahşerî, Keşşâf, 3/158; Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl, 3/118. 154 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, 11/221. 148 149 57 MUSHAFLARDA ALAMETLER Zira bu durumda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) üzülmemesi ve bu sözü söyleyen kimselerin de “müşrik” olarak nitelenmemesi gerekirdi. Bundan dolayıdır ki “ۜ ‫ ”ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌِﺰ�ﺓَ ِ ��ِ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ‬cümlesinin, kavlin mekûlü yani müşriklerin sözü şeklinde vehmedilmemesi için “ۢ ‫ﻚ ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ‬ َ ‫ ” َﻭ َﻻ ﻳ َ ْﺤ ُﺰ ْﻧ‬ifadesinin sonunda vakf yapılması zo- runlu addedilmiş155 ve burada vakf-ı lâzım alametine yer verilmiştir.156 Bu değerlendirmelere göre mezkûr yerde vakf yapılması, tercihe şayan olabilir. Ancak vasl yapıldığı takdirde vaslın sebebiyet vereceği âyetteki i‘rab ve anlam değişikliği nedeniyle vakfın zorunlu olduğu ve buna bağlı olarak vaslın uygun olmadığı şeklindeki bir gerekçe ve hüküm çok detay ve zorlama gibi gözükmektedir. Benzer gerekçeyi ihtiva etmesine rağmen ‫ﻳﻦ ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒﻠِﻬِ ْﻢ‬ َ ِ ‫﴿ﻛَ ٰﺬﻟ‬ َ ‫ﻚ ﻗَﺎ َﻝ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ 157 ِ ifadesinde vakf-ı lâzım yerine vakf﴾ۜ ‫ﻮ�ُ ْﻢ‬ َ َ ۜ ‫ ِﻣ ْﺜ َﻞ ﻗَ ْﻮﻟِﻬِ ْﻢ‬âyetinde “ۜ ‫”ﻣ ْﺜ َﻞ ﻗَ ْﻮﻟِﻬِ ْﻢ‬ ْ َ �‫ﺎ‬ َ � ُ ُ‫ﺖ ﻗُﻠ‬ ı mutlak alametine158 yer verilmesi de böyle bir yorumun teyidi olarak görülebilir. Zira bu âyette, vakf-ı mutlak (‫ )ﻁ‬alameti bulunan “ۜ ‫ ” ِﻣ ْﺜ َﻞ ﻗَ ْﻮﻟ ِ ِﻬ ْﻢ‬ifadesinde vasl yapıldığı takdirde “ۜ ‫ﻮ�ُ ْﻢ‬ َ َ ” isti’nâf cümlesi, “ۜ ‫ ”ﻗَ ْﻮﻟِﻬِ ْﻢ‬ifadesinin mefûlü ْ َ �‫ﺎ‬ َ � ُ ُ‫ﺖ ُﻗﻠ‬ / mekûlü olarak düşünülebilir.159 Bilindiği üzere böyle bir i‘rab değişikliği, vakf-ı lâzım’ın gerekçesidir. Bu sebeple “ۜ ‫ ” ِﻣ ْﺜ َﻞ ﻗَ ْﻮﻟِﻬِ ْﻢ‬ifadesinin de Haddâd, Me- dine, Suriye, Libya, Ezher, Kuveyt ve Şemerlî mushaflarında olduğu gibi vakf-ı lâzım’a konu edilmesi muhtemel görülebilir. 2.1.1.3. Ma‘tûf-Ma‘tûfun Aleyh Nedeniyle Yapılan Bazı Vakf-ı Lâzımlar Kur’ân-ı Kerîm’de atıf harfinin (‫ )ﻭ‬öncesi ve sonrası, ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh irtibatı gereği vasl yapılarak birlikte tilâvet edilmelidir. “Vâv” harfi, vâv-ı isti’nâfiyye olduğu takdirde bu harfin bulunduğu kelimenin yeni bir cümle başlangıcı olması nedeniyle öncesinde vakf yapılıp sonrası ile tilâvete devam edilmesi (ibtidâ) tercih sebebidir. Bu sebeple vâv-ı isti’nâfiyye olan ve fakat vasl yapılması neticesinde atıf harfi olarak düşünülmesi muhtemel olan Âl-i İmrân 3/7, Nisâ 4/118, Mâide 5/2, İsrâ 17/8, 105, Meryem 19/87, Ankebût Zerkeşî, el-Burhan, 1/358-359; İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, 11/222; Mennâ‘u’l-Kattân, Mebâhis fî ulûmi’l-Kur’an, (Kahire: Mektebe Vehbe, 1995), 176; Husârî, Me‘âlimü’l-ihtidâ, 7. 156 Secâvendî, İlelu’l-vukûf, 2/574, 3/851; Nisâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’ân, 3/594. 157 el-Bakara 2/118. 158 Secâvendî, İlelu’l-vukûf, 1/233. 159 Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân ve eseruhâ fi’t-tefsîr, 288 vd. 155 58 MUSHAFLARDA ALAMETLER 29/29 âyetlerinde ilgili yerlerde vakf yapılması zorunlu addedilmiş ve buna işaret eden vakf-ı lâzım alametine yer verilmiştir. Burada örnek sadedinde Âli İmrân sûresinin 7. âyetindeki vakf-ı lâzım alameti incelenmiştir: Kur’ân tilâvetinde, âyetin anlamının, âyet içerisindeki vakfa uygun olan kelimeleri belirlediğine dair gösterilebilecek en önemli yerlerden birisi Âl-i ِ ِ �‫ﺍ� ۢ َﻭ�ﻟﺮ‬ İmrân sûresi 7. âyetteki “ ‫ﻮﻥ ٰﺍ َﻣﻨ�ﺎ ﺑ ِ ۪ﻪ ۙ ﻛُ �ﻞ ِﻣ ْﻦ‬ َ ُ‫ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ﻳ َ ُﻘﻮﻟ‬ َ ‫�ﺳ ُﺨ‬ ُ � ‫َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠ َ ُﻪ ٓ ﺍ �ﻻ‬ ۚ ‫ ” ِﻋ ْﻨ ِﺪ َﺭ ّﺑِﻨَﺎ‬ifadesidir. Bu âyette, Kur’an’ın muhkem ve müteşabih âyetler’den oluştuğu, müteşabih âyetler’in te’vilinin bilinip bilinemeyeceğine değinilmektedir. Âyetteki muhkem, müteşabih, âyet ve te’vil kelimelerinin incelenmesi neticesinde müteşabih âyetler’le neyin kastedildiği ve bunların bilinip bilinemeyeceği hususunda yorum yapılabilir ve tercih edilen yoruma göre de âyetteki vakfa uygun olan veya uygun olmayan yerler belirlenebilir. Müteşabih âyetler’in te’vilini, ilim ehli kimselerin bilip bilmeyeceği tefsirlerde ve vakf-ibtidâ eserlerinde tartışılan bir mesele olmuştur. Buna bağlı olarak vakfı lâzım alameti bulunan “ۢ ُ�‫ﺍ‬ � ‫ ” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠَﻪُ ٓ ﺍِ �ﻻ‬ifadesindeki vakf gerekliliği, bu terimlerle ilgili tercih edilen anlama göre değişkenlik arz etmektedir. Biz de bu sebeple konuyu ilgili rivayetler çerçevesinde iki yoruma göre derleyeceğiz: İbn Mes‘ud (ö. 32/652-653), Hz. Âişe (ö. 58/678), İbn Abbâs (ö. 68/687688), Dahhâk (ö. 105/723), Hasan-ı Basrî (ö. 110/728), Nâfi‘ (ö. 169/785), Malik b. Enes (ö. 179/795), Kisâî (ö. 189/805), Ya‘kub (ö. 205/821), Ferrâ (ö. 207/822), Ahfeş (ö. 215/830) gibi sahabe, tâbiin, kurrâ, fukaha ve dil bilginlerinin çoğunluğuna göre “ۢ ُ�‫ﺍ‬ � ‫ ” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠَﻪُ ٓ ﺍِ �ﻻ‬ifadesinde kelam tamam olmakِ �‫”ﻭ�ﻟﺮ‬ tadır.160 Devamındaki “‫ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ‬ َ ‫�ﺳ ُﺨ‬ َ cümlesi ise yeni bir cümle başlangıcı- dır.161 Bu i‘rab takdirine göre ilim ehli kimseler, müteşabih âyetlerin te’vilini bilmez. Bunların te’vilini sadece Allah bilir. İlim ehli kimseler ise bu âyetlerin Allah’tan olduğuna iman ederler. Secâvendî’nin ifadesiyle Kur’an’a imanın şartı, onun muhkem âyetleri ile amel etmek, müteşabih âyetlerine ise teslimiِ ِ ِ �‫ﺍ�ِ َﻭ�ﻟﺮ‬ yet göstermektir.162 İbn Mes‘ud’dan nakledilen �ِ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫�ﺳ ُﺨ‬ َ ‫ﺍ �ﻥ ﺗ َ ْﺄﻭِ�ﻠَﻪُ ﺍﻻ َ ِﻋ ْﻨ َﺪ‬ Nehhâs, el-Kat’ ve’l-i’tinâf, 124-125; Dâni, el-Muktefâ, 57; Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ, 2/572; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâ-i’s-seb‘ati ve ğayrihim… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 2/106-111; İbnu’l-Cezerî, et-Temhîd, 182; Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 4/1792. 161 Mukâtil, Tefsîru Mukâtil b. Süleyman, 1/264; Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, Me’âni’l-Kur’an, thk. Ahmed Yusuf Necati - Muhammed Ali en-Neccar (Beyrut, 1983), 1/190. 162 Secâvendî, İlelu’l-vukûf, 1/361. 160 59 MUSHAFLARDA ALAMETLER ِ �‫ﻮﻝ ﺍﻟﺮ‬ ‫ﻮﻥ‬ ُ ‫ َﻭ� َ ُﻘ‬kıraatiَ ُ‫ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ﻳ َ ُﻘﻮﻟ‬rivayeti ve Übey b. Ka’b’ın (ö. 33/654) ‫ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ‬ َ ‫�ﺳ ُﺨ‬ nin163 de teyit ettiği üzere âyetin bu minvalde anlaşılabilmesi için “ ٓ ‫َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠ َ ُﻪ‬ 164 ۢ ُ�‫ﺍ‬ � ‫ ”ﺍِ �ﻻ‬ifadesinde vakf yapılmalıdır. Nitekim Zeccâc ve diğer vakf-ibtidâ âlimleri de burada vakf yapılmasını, vakf-ı tâm olarak değerlendirmiştir.165 Uşmûnî, vakf ve vaslın her ikisinin de mümkün olduğunu belirten başka bir vakf türünden bahsetmiştir. O, müteşabih âyetlerin tevilinin bilinip bilinmemesi ile ilgili nakledilen görüşlere değindikten sonra vakfa konu olabilecek ِ �‫)”ﻭ�ﻟﺮ‬ vakf-ı murâkabe (vakf-ı iki yerin (“ۢ ُ�‫ﺍ‬ � ‫ ” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠ َ ُﻪ ٓ ﺍِ �ﻻ‬, “‫ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ‬ َ ‫�ﺳ ُﺨ‬ َ mu‘ânaka)166 şeklinde değerlendirilebileceğini belirtmiştir. Bu vakf türünde vakfa uygun olan iki yerin herhangi birisinde tercih edilen vakf, bir görüşün tercih edilmesine; diğer görüşün ise iptaline neden olur.167 Buna rağmen diğer yorumun varlığına da işaret edilmiş olur. Diğer vakf türlerinde ise sadece tek bir yorumun varlığı söz konusudur. ِ �‫ﺍَﻟﺮ‬ Bazı eserlerde Mücâhid’den (ö. 103/721) ‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫ﻮﻥ ﺗ َ ْﺄﻭِ�ﻠ َ ُﻪ َﻭ� َ ُﻘﻮﻟ‬ َ ‫ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻤ‬ َ ‫�ﺳ ُﺨ‬ ِ‫ ﺁﻣﻨ�ﺎ ﺑِﻪ‬veya ‫ﻮﻥ ﺗ َ ْﺄﻭِ�ﻠَﻪ‬ ِ �‫ ﺍَﻟﺮ‬ifadeleri nakledilmektedir. َ ‫ﺁﻣﻨ�ﺎ ﺑِﻪِ َﻭ� َ ْﻌﻠ َ ُﻤ‬ َ ُ‫ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ﻳ َ ُﻘﻮﻟ‬ َ ‫�ﺳ ُﺨ‬ ُ َ َ ‫ﻮﻥ‬ Buna göre ilim ehli kimseler de müteşabihlerin te’vilini bilir.168 Zemahşerî’ye göre de müteşabih âyetlerin te’vilini, Allah ve ilim ehli kimseler bilir. O, bazı kimselerin, müteşabihleri, zebânilerin sayısı gibi Allah’a özel bir bilgi şekِ �‫”ﻭ�ﻟﺮ‬ linde değerlendirdikleri için “ۢ ُ�‫ﺍ‬ � ‫” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠ َ ُﻪ ٓ ﺍِ �ﻻ‬de vakf yapıp “‫ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ‬ َ ‫�ﺳ ُﺨ‬ َ cümlesini ise yeni bir cümle başlangıcı olarak kabul ettiklerini nakletmiştir. Ferrâ, Me’âni’l-Kur’an, 1/191, İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 2/566-567; İbnu’l-Ğazzâl, el-Vakf ve’l-İbtidâ, 212; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/529; Ebû Hayyân, Bahru’lmuhît, 2/401. 164 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/362-363. 165 Zeccâc, Me’âni’l-Kur’an, 1/378; İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 2/565; Nehhâs, el-Kat’ ve’l-i’tinâf, 124; Dâni, el-Muktefâ, 57; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâ-i’s-seb‘ati ve ğayrihim… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 2/107; en-Nikzâvî, el-İktidâ, 1/453; İbnu’l-Ğazzâl, el-Vakf ve’l-İbtidâ, 212; Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ, 572; İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/238; Kastallânî, Letâifu’lişârât, 4/1792; Ensârî, el-Maksıd, 155. 166 Vakf-ı Murâkabe / Mu‘ânaka: Vakf yapılmaya elverişli iki yerin birinde vakf yapılması, diğerinde vasl yapılması şeklinde icra edilen bir vakf türüdür. Her ikisinde aynı anda vakf yapılması ya da vasl yapılması muteber kabul edilmemiştir. Bu vakf türüne dair geniş bilgi için bkz. Mücella Hacımısıroğlu, Vakf-ı Muânaka ve Kur’ân Tefsirine Etkisi, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2015). 167 Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 154. 168 İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 2/565; Nehhâs, el-Kat’ ve’l-i’tinâf, 126; İbnu’l-Ğazzâl, el-Vakf ve’l-İbtidâ, 212. 163 60 MUSHAFLARDA ALAMETLER Kendisi ise ilk görüşü doğru bulmuştur.169 Ayrıca âyetteki te’vil kelimesi, Kur’an’ın tefsiri olarak değerlendirildiğinde170 veya müteşabih terimi, “…hâricî bir delile veya açıklamaya ihtiyaç gösteren hafî, müşkil, mücmel, mübhem, müevvel, mutlak ve genel manalı âyetlerle garib kelimeler ve dilcilerin manalarında ihtilaf ettikleri lafızların bulunduğu âyetler”171 şeklinde Allah’ın sıfatlarının dışındaki kıyas ve te’vilin mümkün olduğu şeylerle ilgili düşünüldüğünde müteşabihlerin anlaşılabileceği imkan dahilindedir. Bu anِ �‫”ﻭ�ﻟﺮ‬, lam takdirinde “‫ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ‬ � lafzına ma‘tûftur. “ ‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫َﻭ� َ ُﻘﻮﻟ‬ َ ‫�ﺳ ُﺨ‬ َ öncesindeki “ۢ ُ�‫”ﺍ‬ ِ‫ ”ﺁﻣﻨ�ﺎ ﺑِﻪ‬ise “‫ﻮﻥ‬ ِ �‫”ﻭ�ﻟﺮ‬deki zamirden hâldir.172 Dolayısıyla vakf-ı lâzım alaَ ‫�ﺳ ُﺨ‬ َ َ meti bulunan “ۢ ُ�‫ﺍ‬ � ‫” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠَﻪُ ٓ ﺍِ �ﻻ‬de vakf yapılması zorunlu değildir. İncelediğimiz âyetle ilgili müteşabihlerin te’vilinin bilinip bilinmeyeceği hususunda selef âlimlerden nakledilen bilgiler çerçevesinde iki tercihin de kendi bağlamında doğru olduğu düşünülebilir. Buna göre ihtilafa konu olan vakf yerinde vakf-ı lâzım tercih edilirse ‘müteşabihlerin te’vilini sadece Allah bilir’ görüşü esas alınmış olur. Bu durumda diğer görüşün (müteşabihlerin te’vilini ilim ehli kimseler de bilir) iptali söz konusudur. Her iki görüşün de kendi bağlamında sahih kabul edilebilmesi sebebiyle burada vakf-ı lâzım tercihi uygun görülmeyebilir. Medine’de basılan mushafta olduğu gibi vakfın evleviyetini belirten “vakf evlâ” (�‫ )ﻗ‬şeklindeki vakf türünde, ikinci görüş tercihe şayan bulunmasa da en azından o görüşün de varlığına işaret edilmiş olur. İbnu’l-Cezerî ve Uşmûnî’nin işaret ettiği üzere “ۢ ُ�‫ﺍ‬ � ‫ ” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠَﻪُ ٓ ﺍِ �ﻻ‬ve ِ �‫”ﻭ�ﻟﺮ‬ “‫ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ‬ َ ‫�ﺳ ُﺨ‬ َ ifadelerindeki vakf türü, vakf-ı murâkabe (mu‘ânaka) olarak tayin edilirse bu durumda bahse konu görüşlerden herhangi birisini öncelemeksizin iki yorumun da varlığına işaret edilmiş olur.173 Yukarıda aktarılan iki anlam ihtimalini de ihtiva eden bu âyette sadece tek bir görüşün anlaşılmasını netice verecek şekilde vakf tercihi oluşturulmamalıdır. Bu sebeple mezkûr yerde vakf yapılmasının zorunlu olduğu, aksi takdirde âyetin i‘rabı ve buna bağlı olarak anlamının değişeceğini sembolize eden vakf-ı lâzım alametinin yerine farklı vakf türlerinin tercihi de mümkündür. Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/527-529. Nehhâs, el-Kat’ ve’l-i’tinâf, 126; Dâni, el-Muktefâ, 58. 171 Demirci, Tefsir Terimleri Sözlüğü, 223. 172 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/362-363; el-Kârî, et-Takrîrü’l-‘ilmiyyu ‘an mushafi’l-Medineti’n-Nebeviyye, 54-55. 173 İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/238; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 154; Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân, 182183. 169 170 61 MUSHAFLARDA ALAMETLER 2.1.1.4. Zarf ve Müteallakı Açısından Yapılan Bazı Vakf-ı Lâzımlar Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı vakf-ı lâzım alametlerinin gerekçesi, “vasl yapılması durumunda zarfın müteallakının ve buna bağlı olarak âyetin anlamının değişmesi” ihtimaline yöneliktir. Bahse konu i‘rab ve anlam değişikliğinin oluşmaması için bazı âyetlerde zarf edatlarının öncesinde vakf yapılması zorunlu addedilmiş ve bu gerekliliğe vakf-ı lâzım alameti ile işaret edilmiştir.174 Örneğin ﴾ ۚ ‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫ﺎﺏ ﺍ ْﻟ َﻘ ْﺮ�َﺔِ ۢ ﺍِ ْﺫ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻫﺎ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳﻠ‬ ْ ‫“ ﴿ َﻭ‬Sen onlara, o şehir َ ‫ﺏ ﻟ َُﻬ ْﻢ َﻣﺜَ ًﻼ ﺍَ ْﺻ َﺤ‬ ْ ِ‫�ﺿﺮ‬ halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.”175 âyetinde “ ‫ﺎﺏ‬ َ ‫ﺍَ ْﺻ َﺤ‬ ۢ ِ‫ ”ﺍ ْﻟﻘَ ْﺮ�َﺔ‬ifadesinde vasl yapıldığı takdirde “‫ ”ﺇِ ْﺫ‬lafzı, “‫ﺏ‬ ْ ‫”ﻭ‬ َ fiilinin zarfı olarak ْ ِ‫�ﺿﺮ‬ düşünülebilir. Hâlbuki “‫ ”ﺇِ ْﺫ‬ile “‫ﺏ‬ ْ ‫”ﻭ‬ َ fiili arasında zaman farklılığı vardır. ْ ِ‫�ﺿﺮ‬ Bu gerekçeye istinaden Secâvendî, burada vakf yapılmasını zorunlu addetmiş ve vakf-ı lâzım alametine yer vermiştir.176 Bu tür âyetlerde “‫ ”ﺇِ ْﺫ‬lafızlarının öncesinde vakfın zorunlu addedilmesinin gerekçesi, bu lafzın müteallakı mahzûf olmasına rağmen vasl yapılması durumunda öncesindeki mezkûr bir fiilin müteallak olarak vehmedilmesi ve âyetin anlamının değişmesi ihtimalidir. Aslında âyetteki geçerli olan i‘rab, vakf veya vasl yapılması neticesinde değişmemelidir. Zira âyetin anlaşılması sürecinde, “vakf halinde mahzûfun takdir edilebilir olması, vasl halinde de takdir edilebileceğini ifade eder.”177 Dolayısıyla vaslın sebebiyet verdiği muhtemel i‘rab ve anlam değişikliği ile ilgili belirtilen mahzurlar zâil olur. Bu münasebetle çok detaylı düşünüldüğünde ancak fark edilebilen vaslın sebebiyet verdiği müteallak değişikliği ihtimali nedeniyle vakfın zorunlu olduğu, vaslın ise uygun olmadığı ihtilafı hâiz bir meseledir. Nitekim vakf-ibtidâ eserlerinin çoğunluğunda bu yerler, vakf ya da vasl açısından herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamıştır. Bilindiği üzere bu eserlerde vakf yapılması gerekli olan yerlere özellikle değinilmiştir. Bu itibarla vakf ya da vasl değerlendirmesinin yapılmadığı yerlerde vaslın da uygun olduğu söylenebilir. 174 Türkiye mushaflarında Bakara 2/246, 258, Mâide 5/27, 110, A’râf 7/163, Yûnus 10/71, Hicr 15/51, Meryem 19/16, Tâhâ 20/9, 39, Şu‘âra 26/69, Yâsin 36/13, Sâffât 37/83, Sâd 38/21, 41, Zâriyât 51/24, Tahrîm 66/11, Kalem 68/48, Nâziât 79/15 âyetlerinde “‫ ”ﺇِ ْﺫ‬lafzının; Ba- kara 2/212, Duhân 44/15, Tûr 52/12, Kamer 54/6, 47, Nâziât 79/5, Abese 80/12 âyetlerinde ise farklı zarf edatlarının öncesinde olmak üzere toplam 26 vakf-ı lâzım alameti bulunmaktadır. 175 Yâsin 36/13. 176 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/843. 177 Enes Yarız, Türkiye’de Tilavet Edilen Mushaftaki Bazı Vakf İşaretlerinin Diğer Mushaflarla Mukayeseli Tahlili, (Malatya: İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2018), 121. 62 MUSHAFLARDA ALAMETLER Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere zikri geçen gerekçeyi ihtiva eden bazı âyetlerde178 Secâvendî’nin de vakf-ı lâzım’ı tercih etmemesi böyle bir yorumu mümkün kılmaktadır. Sûre ve Âyet Meryem 19/39179 Ahkâf 46/21180 Saffât 37/123-124 Âyet Metni ِ ِ ِ ِ ‫ﺍﻻ َْﻣ ُﺮ ۚ َﻭ ُﻫ ْﻢ ۪� ﻏَ ْﻔﻠَﺔٍ َﻭ ُﻫ ْﻢ َﻻ‬ ْ � َ ‫َﻭ� َ ْﻧﺬ ْﺭ ُﻫ ْﻢ ﻳ َ ْﻮﻡَ ﺍ ْﻟ َﺤ ْﺴ َﺮ� ﺍ ْﺫ ُﻗ‬ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ‬ ِ ِ َ‫ﺎﻻ َﺣﻘ‬ ‫ﺎﻑ‬ ْ ْ ِ ‫َﻭ� ْﺫ� ُْﺮ ﺍَ َﺧﺎ َﻋﺎ ٍﺩ ۜ ﺍ ْﺫ ﺍَ ْﻧ َﺬ َﺭ ﻗَ ْﻮ َﻣﻪُ ﺑ‬ ِ ِ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫﴾ ﺍِ ْﺫ ﻗَﺎ َﻝ ﻟِﻘَ ْﻮ ِﻣ ۪ﻪ ٓ ﺍَ َﻻ ﺗَﺘ � ُﻘ‬123﴿ ۜ َ�‫ﺎﺱ ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳ ۪ﻠ‬ َ َ‫َﻭ� �ﻥ ﺍ ْﻟﻴ‬ Vakf Alameti --- ‫ﻁ‬ ‫ﻁ‬ ﴾124﴿ Saffât 37/133-134 ِ ِ ۙ� َ ‫ﺎﻩ َﻭ� َ ْﻫﻠ َ ُﻪ ٓ ﺍَ ْﺟ َﻤ ۪ﻌ‬ َ ‫َﻭ� �ﻥ ﻟُﻮﻃًﺎ ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳ ۪ﻠ‬ ُ َ‫﴾ ﺍ ْﺫ ﻧ َ �ﺠ ْﻴﻨ‬133﴿ ۜ � ‫ﻁ‬ ِ ِ ‫﴾ ﺍِ ْﺫ ﺍَﺑ َ َﻖ ﺍِ َ� ﺍ ْﻟ ُﻔ ْﻠ‬139﴿ ۜ � ‫ﻚ‬ َ ‫ﻮ� ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳ ۪ﻠ‬ َ ُ ُ‫َﻭ� �ﻥ ﻳ‬ ‫ﻁ‬ ﴾134﴿ Saffât 37/139140181 ﴾140﴿ ۙ‫ﺍ ْﻟ َﻤ ْﺸ ُﺤﻮ ِﻥ‬ Bu âyetlerde -yukarıdaki örnek âyetten hareketle- kanaatimizce vakf gerekçesi bulunduğu halde “‫ ”ﺇِ ْﺫ‬lafızlarının öncesinde vakf-ı lâzım alametine yer verilmemiştir. Dolayısıyla aynı gerekçeyi muhtevi benzer yerlerde vakf-ı lâzım’ın tercih edilmemiş olması, mezkûr yerlerde vasl yapılırsa âyetin i‘rab ve anlamının değişeceği ihtimalini ve bu gerekçeye istinaden vakfın zorunlu olduğu değerlendirmesini izale eder. Bu itibarla vakf halinde cârî olan bir 178 Krş. Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 229 (Ek 5: Kur’ân-ı Kerîm’deki “‫”ﺇِ ْﺫ‬ Lafızlarının Vakf / Vasl Durumu). ‘İlelu’l-vukûf’ta ve bu eseri esas alan ülkemiz mushaflarında ilgili yerde herhangi bir vakf alameti bulunmamaktadır. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/682. 180 ‘İlelu’l-vukûf’ta ilgili yerde vakf-ı lâzım, aynı eserin diğer tahkiki olan Kitâbu-l-Vakfi ve’l179 ibtidâ’da ve ülkemiz mushaflarında ise vakf-ı mutlak alametine (‫ )ﻁ‬yer verilmiştir. Bk. 181 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/943; Kitâbu-l-Vakfi ve’l-ibtidâ, 402. Sâffât sûresindeki bu üç âyet için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/859-860; Kitâbu-l-Vakfi ve’l-ibtidâ, 363. Ülkemiz mushaflarında da bu üç âyette ilgili yerlerde vakf-ı mutlak alameti (‫ )ﻁ‬bulunmaktadır. 63 MUSHAFLARDA ALAMETLER i‘rab, vasl yapıldığında da geçerli olacağı için mezkûr yerlerde vaslın uygun olmadığı yönündeki bir hüküm tetkike değerdir. 2.1.1.5. Şart-Cevap Açısından Yapılan Bazı Vakf-ı Lâzımlar Kur’ân-ı Kerîm’de muahhar şart-mukaddem cevap olarak değerlendirilen ve bu sebeple öncesi ile lafız ve anlam irtibatı bulunan “‫ ”ﻟ َْﻮ‬veya “‫ ”ﺇِ ْﻥ‬şart edatlarının öncesinde vasl yapılması tercihe şayan olabilir. Bununla beraber cevabı mahzûf olduğu halde vasl yapılması neticesinde “‫ ”ﻟ َْﻮ‬veya “‫ ”ﺇِ ْﻥ‬şart edatlarının cevabının ve buna bağlı olarak âyetin mefhumunun değişebileceği gerekçesiyle öncesinde vakfın zorunlu değerlendirildiği yerler de vardır.182 Nitekim bu gerekçeye istinaden Nahl 16/41, Ankebût 29/41, 64, Zümer 39/26, Kalem 68/33, Nûh 71/4 âyetlerinde “‫ ”ﻟ َْﻮ‬şart edatının; Duhân 44/7’de ise “‫ ”ﺇِ ْﻥ‬şart eda- tının öncesinde vakf yapılması zorunlu addedilmiş ve buna işaret eden vakf-ı lâzım alametine yer verilmiştir. ِ ِ ِ ‫ﺍ�ِ ﺍَﻭﻟِﻴ ٓﺎﺀ ﻛَﻤﺜَ ِﻞ ﺍ ْﻟﻌﻨﻜَﺒ‬ Örneğin ‫ﺕ ﺑ َ ْﻴﺘًﺎ ۜ َﻭ ِ� �ﻥ ﺍَ ْﻭﻫَ َﻦ‬ ْ ‫ﻮﺕ ﺍﺗ � َﺨ َﺬ‬ ۚ ُ َْ َ َ َ ْ � ‫ﻳﻦ ﺍﺗ � َﺨ ُﺬﻭ� ﻣ ْﻦ ﺩُﻭ ِﻥ‬ َ ‫﴿ َﻣﺜَ ُﻞ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ ِ ‫“ ﺍ ْﻟﺒﻴ‬Allah’tan başka(sını) dost edinenlerin du﴾ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫ﻮﺕ ﻟ َْﻮ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻤ‬ ُ ‫ﻮﺕ ﻟ َﺒَ ْﻴ‬ ۢ ِ ‫ﺖ ﺍ ْﻟﻌَ ْﻨﻜَ ُﺒ‬ ُُ rumu, kendine yuva yapan örümceğinki gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.”183 âyetindeki “‫ﻮﻥ‬ َ ‫”ﻟ َْﻮ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻤ‬ “müşrikler, (dost edindikleri ve ibadet ettikleri putların -örümceğin yaptığı yuvanın kendisini sıcak ve soğuktan koruyamadığı gibi- kendilerine fayda sağlamayacağını) keşke bilselerdi (anlasalardı)” cümlesinin (muahhar şartın) cevabı, “o takdirde onlara ibadet etmezlerdi.” şeklinde mahzûftur. Görüldüğü ِ ‫ ” َﻭ ِ� �ﻥ ﺍَﻭ َﻫ َﻦ ﺍ ْﻟﺒﻴ‬cümleleri arasında muüzere “‫ﻮﻥ‬ َ ‫ ”ﻟ َْﻮ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻤ‬ve “‫ﻮﺕ‬ ُ ‫ﻮﺕ ﻟ َﺒَ ْﻴ‬ ۢ ِ ‫ﺖ ﺍ ْﻟﻌَ ْﻨﻜَ ُﺒ‬ ْ ُُ ahhar şart-mukaddem cevap irtibatı bulunmamaktadır.184 Bu iki cümle arasında böyle bir irtibatın olması durumunda âyetteki “evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır” ifadesi, “müşriklerin bilmesi” şartı ile mukayyet gibi Öncesinde vakf ya da vasl yapılması gereken şart edatlarının bulunduğu âyetler için bk. Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 230 (Ek 6: Kur’ân-ı Kerîm’deki ‫ ﻟَ ْﻮ‬ve ‫ ِﺇ ْﻥ‬Şart Edatlarının Vakf / Vasl Durumu). 183 el-Ankebût 29/64. 184 Zeccâc, Me’âni’l-Kur’an, 4/169; Zemahşerî, Keşşâf, 4/549; Ebû Hayyân, Bahru’l-muhît, 7/148; Semîn el-Halebî, ed-Dürrü’l-masûn, 9/22; Mahmud Sâfî, el-Cedvel fî i‘râbi’l-Kur’an ve sarfihî ve beyânihî, (Dımaşk: Dâru’r-Reşîd, 1995), 10/341. 182 64 MUSHAFLARDA ALAMETLER düşünülebilir. Bundan dolayıdır ki Secâvendî, Nîsâbûrî ve Uşmûnî “ ‫َﻭ ِ� �ﻥ ﺍَ ْﻭ َﻫ َﻦ‬ ِ ‫ ”ﺍ ْﻟﺒﻴ‬cümlesinde vakf yapılması gerektiği görüşündedir.185 ‫ﻮﺕ‬ ُ ‫ﻮﺕ ﻟ َﺒَ ْﻴ‬ ۢ ِ ‫ﺖ ﺍ ْﻟﻌَ ْﻨﻜَ ُﺒ‬ ُُ Görüldüğü üzere “‫ ”ﻟ َْﻮ‬edatının öncesinde vasl yapıldığında “‫ ”ﻟ َْﻮ‬ve öncesi arasında muahhar şart-mukaddem cevap irtibatı vehmedilebilir. Kanaatimizce her iki i‘rab takdiri de âyetin bağlamında makul görülebileceği için aslında iki i‘rab ve anlam ihtimalini ihtiva eden bu âyetlerde “‫ ”ﻟ َْﻮ‬edatının öncesinde vak- fın zorunlu olduğuna delalet eden ve vaslın uygun olmadığını belirten vakf-ı lâzım tercihi zorunlu görülmeyebilir. Bu bağlamda âyetin anlamı açısından zikri geçen i‘rab değişikliği ihtimalini doğru bulmadığı için altı âyette de şart edatından önce vakf yapılmasını zorunlu addeden ve buna işareten vakf-ı lâzım alametini tercih eden Secâvendî’nin diğer benzer yerlerde186 bu vakf türüne yer vermemesi ise dikkat çekicidir. Bu kısımda, Secâvendî’nin vakf sistemini kullanan Türkiye’deki mushaflar özelinde vakf-ı lâzım alameti bulunan yerlerin sadece bir kısmı tahlil edilmiştir. Secâvendî’nin vakf-ı lâzım’a konu ettiği yerlerde serdettiği değerlendirmeler üzerinden bu vakf türünün gerekçesi tayin edilmeye çalışılmıştır. Buna göre vakf-ı lâzım, “kelamın tamamlandığı bir yerde vasl yapılması durumunda âyetin i‘rabının ve buna bağlı olarak anlamının değişebileceği gerekçesiyle vakfın zorunlu olması” şeklinde tarif edilebilir. Bu tanımdan hareketle aslında vasl yapılması uygun olmadığı için vakf-ı lâzım’ın, diğer bir ifadeyle vasl-ı kabîh ya da vasl-ı memnu‘ olarak anlaşılması da mümkündür. Vakfa konu olan kelimenin, kelamın nihayete erdiği bir yer olması ve bu kelimenin sonrasının isti’nâf (ibtidâ) cümlesi olması, vasl yapılması durumunda âyetin i‘rabının ve anlamının değişmesi olarak belirlenen vakf gerekçesi, vakf-ı lâzım’ı diğer vakf türlerinden farklı kılmakta ve onu özgün bir vakf türü olarak değerlendirmeye imkân vermektedir. Secâvendî, bu gerekçeyi ihtiva eden birçok yerde vakf-ı lâzım’ı tercih etmesine rağmen yukarıda da örneklendirildiği üzere bir kısım yerlerde ise bu vakf türüne işaret etmemiştir. Bu itibarla Secâvendî’nin, ya tayin ettiği vakf türlerini birçok örnek âyet üzerinden inceleyip bunların bir kısmında vakf-ı lâzım alametine yer verdiği, diğer benzer yerleri ise ehlinin ferasetine tevdi etmiş olabileceği; ya da vakf-ı lâzım’a konu edilebilecek bazı yerlerde vakf türünü sehven tayin etmediği söylenebilir. Ancak sûre tertibine göre her bir âyetin teferruatlı i‘rab tahlili ile incelendiği bir vakf sisteminde böyle bir yorum kabul edilebilir gözükmemektedir. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/792; Nisâbûrî, Ğarâibu’l-Kur’ân, 5/378; Uşmûnî, Menâru’lhudâ, 594. 186 Bk. Mehmet Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 207-211. 185 65 MUSHAFLARDA ALAMETLER İncelemelerimiz esnasında oluşan kanaatimiz yukarıda da arz ettiğimiz gibi sadece bazı ihtimallerden oluşmaktadır. Bununla beraber gerekçesini ihtiva eden her yerde vakf-ı lâzım alametinin bulunmadığı gerçeğinden hareketle iki yaklaşım geliştirebiliriz: a) Gerekçesini ihtiva eden tüm yerlerde aynı vakf yaklaşımının tercih edilmesi ve bu yerlerin hepsinde vakf-ı lâzım alameti bulunması gerektiğine hükmedilebilir. b) Gerekçesini ihtiva eden yerlerin hepsinde aynı vakf alametinin tercih edilmediği vakıasından hareketle vakf-ı lâzım alameti bulunan bazı yerlerde vakf yapılmasının zorunlu olmadığı sonucuna da ulaşılabilir. Buna göre gerekçesini ihtiva ettiği düşünülen yerlerde -Secâvendî’nin eserinde vakf-ı lâzım olduğuna değinilmese de- bu vakfın varlığına hükmedilebilir. Aynı şekilde Secâvendî’nin eserinde vakf-ı lâzım’a yer verilen bazı yerlerde, gerekçesini ihtiva etmediği düşüncesiyle farklı vakf türleri de tercih edilebilir. Böyle bir sonuç, mushaflardaki vakf-ı lâzım alameti bulunan yerlerin farklılığının izahına katkı sağlamaktadır. Diğer taraftan vakf-ı lâzım alameti bulunan bir kelimede vasl yapılması neticesinde bu kelime ve sonrası arasında sıfat-mevsûf, bedel-mübdelün minh, ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh şeklinde yeni bir i‘rab ihtimalinin ve buna bağlı olarak mefhum değişikliğinin oluşması yönünde ma‘kes bulan vakf gerekçesi, birçok yerde ancak çok detaylı i‘rab tahlili ile fark edilebilir. Ayrıca vakf halinde geçerli olan bir i‘rab, vasl esnasında da pekâlâ geçerlidir. Bu sebeple vasl yapılması neticesinde âyette oluşan i‘rab ve anlam değişikliği ihtimali üzerinden vakfın zorunlu olduğuna hükmedilmesi ihtilaflı bir meseledir. Kaldı ki okuduğu veya dinlediği âyeti anlamak isteyen bir kimse, vakf veya vasl alametlerine bakmaksızın öncelikle âyetin bağlamını, varsa nüzûl sebebini ve i‘rab tahlilini dikkate alarak anlama gayretinde olur. Dolayısıyla anlam eksenli bir tilâvette âyetlerdeki vakf alametleri, okuyucuyu ve dinleyiciyi yönlendirse de âyetin anlaşılması sadece bu alametlere bağlı değildir. 2.1.2. Vakf-ı Mutlak (‫)ﻁ‬ “Serbest”, “sınırsız”, “mutlak”, “genel” vb. anlamları ihtiva eden187 “mutlak” ifadesinden hareketle “vakf-ı mutlak”, Secâvendî’nin vakf tasnifindeki diğer vakf türlerinde geçen lâzım (vakf-ı lâzım), câiz (vakf-ı câiz, vakf-ı mücevvez, lâ yecûzu’l-vakfu/vakf-ı lâ), ruhsat (vakf-ı murahhas) gibi herhangi bir kayıtla mukayyet olmayan mutlak/genel bir vakf türü şeklinde anlaşılabilir. Secâvendî’nin ifadesiyle vakf-ı mutlak; “kendisinden (vakf yapılmasından) sonra ibtidânın (tilâvete devam etmenin) hasen olarak değerlendirildiği 187 Cevherî, es-Sıhah, 4/1519; Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât, 523; Zemahşerî, Esâsü’l-belâğa, 1/611. 66 MUSHAFLARDA ALAMETLER bir yerde vakf yapılmasıdır. (‫”)ﻣﺎ ﻳﺤﺴﻦ ﺍﻻﺑﺘﺪﺍﺀ ﺑﻤﺎ ﺑﻌﺪﻩ‬.188 Bilindiği üzere bu vakf türüne alamet olarak “tâ” (‫ )ﻁ‬harfi tayin edilmiştir.189 İncelediğimiz mushaflarda tespit edebildiğimiz kadarıyla 497’si âyet sonunda, 2940’ı ise âyet içerisinde olmak üzere toplam 3437 adet vakf-ı mutlak alameti vardır. Fâtiha’dan Nâs’a kadar tüm sûrelerin dikkatli bir şekilde taranması neticesinde ulaşılan vakf-ı mutlak ve diğer vakf türlerinin sayısı hususundaki böyle bir nicel tespitin hatadan hâli olmayabileceği hatırlatılmalıdır.190 Muhtasar bir vakf-ı mutlak açıklaması ile yetindiği görülen müellifin, yukarıdaki açıklamaya göre bu vakf yerlerini tayin ederken aslında ibtidâyı öncelediği görülmektedir. Ehlinin de malumu olduğu üzere vakf yerlerinin tayini sürecinde vakfa konu edilen yerin sonrasının ibtidâya uygun olup olmadığı meselesi vakf-ibtidâ alanında telif edilmiş birçok eserde öncelikli dikkate alınan bir husustur. Nitekim Secâvendî’nin mezkûr vakf türünü beyan etmek üzere belli bir tasnifle zikrettiği örnek âyetler de ibtidânın belirleyici olduğunu göstermektedir. Bu münasebetle müellifin zikrettiği örnek âyetlerle iktifa edilerek vakf-ı mutlak’ın beyanı yoluna gidilecektir: 2.1.2.1. Mübtedâ ile Başlayan Yerlerin Öncesi Kur’an tilâvetinde evvelinde mübtedâ bulunan yerlerin tilâvet başlangıcı (ibtidâ) yapılması, öncesi ile lafız irtibatı bulunmadığı için, hasen olarak değerlendirilmiştir. Secâvendî, bu tür yerlerin öncesini, vakf-ı mutlak’ın mahalli olarak tayin etmiştir. Örneğin ﴾ ‫ٓﺎﺀ‬ َ َ ‫ﻮﻫ ْﻢ ﺍِﻟ َْﻴﻪِۜ ﺍَ ��ُ ﻳ َ ْﺠﺘَ ۪ ٓ� ﺍِﻟ َْﻴﻪِ َﻣ ْﻦ‬ ُ ‫ﻛَ ُ�َ َﻋ َ� ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺸﺮِ ۪ﻛ�َ َﻣﺎ ﺗ َ ْﺪ ُﻋ‬ ُ � ِ ِ ۪ ‫ ﴿ ﻭ‬âyetinde191 mübtedâ ile başlayan “�۪ َ‫ ”ﺍَ �� ﻳﺠﺘ‬cümlesinin ev۪ ‫ﻴﺐ‬ َْ َ ٓ َْ ُ ُ ‫�ﺪٓﻱ ﺍﻟ َْﻴﻪ َﻣ ْﻦ ﻳُﻨ‬ velinde “ِۜ‫ ”ﺍِﻟ َْﻴﻪ‬ifadesinde mezkûr gerekçeye istinaden vakf-ı mutlak alametine yer vermiştir.192 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/116; Secâvendî, Kitâbu’l-Vakfi ve’l-İbtidâ, 107. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169. 190 Nitekim vakf-ibtidâ ile ilgili olarak yapılan diğer bazı araştırmalarda farklı nicel tespitler de vardır. Örneğin Recep Koyuncu’nun tespiti 3476 adet, Muhammed Coşkun’un tespiti ise 3510 tane olduğu yönündedir. Bk. Recep Koyuncu, Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf İbtidâ’nın Rolü (İbnü’l-Enbârî, ed-Dânî, ve es-Secâvendî Örneği), (Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2015), 136, (730 nolu dipnot); Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler – Teklifler, 96, 131. (Coşkun’un bu tespiti, Hindî’nin Künuz’undaki verilere dayanmaktadır.). 191 eş-Şûrâ 42/13. 192 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/116, 3/907. 188 189 67 MUSHAFLARDA ALAMETLER 2.1.2.2. Fiil Cümlesi ile Başlayan Yerlerin Öncesi Öncesi ile lafız irtibatı bulunmayan fiil cümlesinin tilâvet başlangıcı (ibtidâ) yapılması hasen olup diğer taraftan nefes almak için böyle bir yerin evvelinde tilâvetin geçici bir süre durdurulması vakf-ı mutlak olarak tayin edil193 miştir. ﴾ ۟ �ً‫�ﺮ‬ � ‫ﻒ‬ � ‫ﺍ�ُ ﻧ َ ْﻔﺴًﺎ ﺍِ �ﻻ َﻣ ٓﺎ ٰﺍ ٰﺗﻴﻬَﺎ ۜ َﺳﻴَ ْﺠﻌَ ُﻞ‬ ُ ِّ‫ ﴿ َﻻ ﻳُﻜَﻠ‬âyetinde fiil cümlesi ْ ُ ٍ‫ﺍ�ُ ﺑ َ ْﻌ َﺪ ُﻋ ْﺴﺮ‬ ile başlayan “‫”ﺳﻴَ ْﺠﻌَ ُﻞ‬ َ fiilinin öncesinde “ۜ ‫ ” ٰﺍ ٰﺗﻴﻬَﺎ‬ifadesindeki vakf-ı mutlak alameti örnek olarak zikre değerdir.194 2.1.2.3. Fiili Hazfedilmiş Bir Mef‘ûl ile Başlayan Yerlerin Öncesi Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı isim tamlamaları, mahzuf bir fiilin mefulünün muzaf, failinin ise muzafun ileyh olması şeklindedir. Örneğin ﴾ � ِ ِ ‫ﺎﻥ َﻋ َ� ﺍﻟﻨ‬ َ َ‫َﻣﺎ ﻛ‬ ّ � 195 ِ ِ ِ � َ ‫ﺍ� ﻟ َﻪ ۜ ﺳﻨ�ﺔ‬ ۜ ‫ﻳﻦ َﺧﻠ َ ْﻮ� ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒ ُﻞ‬ � َ ‫”ﺳﻨ�ﺔ‬ َ ‫ﻴﻤﺎ ﻓَ َﺮ‬ َ ‫ ﴿ ﻣ ْﻦ َﺣ َﺮ ٍﺝ ۪ﻓ‬âyetindeki “�‫ﺍ‬ َ ‫ﺍ� ِ� ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ ُ ifadesi, ُ ُ ُ� ‫ﺽ‬ bu terkibin aslı olan “ً ‫”ﺳ �ﻦ ﺍ�ُ ُﺳﻨ�ﺔ‬ َ cümlesinde de görüldüğü üzere mahzuf “‫”ﺳ �ﻦ‬ َ fiilinin meful (ً ‫)ﺳﻨ�ﺔ‬ ُ ve fâilinin (ُ�‫ )ﺍ‬isim tamlamasına (muzaf - muzafun ileyh) dönüşmüş halidir.196 Bu şekilde olan yerlerde mahzuf bir fiilin mefulü ile tilâvete devam edilmesinin (ibtidâ) uygun olmasına bağlı olarak bu mefulün öncesinde tilâvetin geçici bir süre durdurulması da vakf-ı mutlak olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Secâvendî’nin eserinde197 ve ülkemiz mushaflarında âyetteki “ِ�‫ﺍ‬ � َ ‫ ” ُﺳﻨ�ﺔ‬ifadesinin öncesinde vakf-ı mutlak alametine işaret edilmiştir. Bununla beraber müellifin örnek olarak zikrettiği Rûm 30/6, Ahzâb 33/62, Fetih 48/23 âyetler incelendiğinde gerekçesini ihtiva etmesine rağmen müellifin eserinde198 ve ülkemiz mushaflarında ilgili yerlerde vakf-ı mutlak alametine işaret edilmemiş olması ise dikkat çekicidir. 2.1.2.4. Şart ile Başlayan Yerlerin Öncesi Secâvendî’ye göre vakf-ı mutlak mahalli olan bir diğer yer şart cümlesi ile başlayan yerlerin öncesidir. Zira ona göre Kur’an tilâvetinde vakf yapıldıktan sonra şart cümlesi ile tilâvete devam edilmesi (ibtidâ) hasendir.199 Bunun bir et-Talâk 65/7. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/116, 3/1025. 195 el-Ahzâb 33/38. 196 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/117. 197 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/821. 198 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/797, 3/815, 954. 199 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/117. 193 194 68 MUSHAFLARDA ALAMETLER 200 ِ ِ örneği, ﴾ ۜ ‫ﺍ�ُ ﻳُ ْﻀﻠِ ْﻠ ُﻪ‬ � ِ ‫�ﺎ‬ َ َ ‫ﺎﺕ َﻣ ْﻦ‬ َ ‫ ﴿ َﻭ�ﻟ � ۪ﺬ‬âyetinde şart cümۜ ‫ﻳﻦ ﻛَﺬ�ﺑُﻮ� ﺑِﺎٰﻳَﺎﺗﻨَﺎ ُﺻ �ﻢ َﻭﺑُ ْﻜ ٌﻢ ِ� ﺍﻟﻈ�ﻠُ َﻤ‬ ِ ِ kelimesine konulan vakf-ı mutlak alametilesinin evvelindeki “‫ﺎﺕ‬ ۜ ‫”� ﺍﻟﻈ�ﻠُ َﻤ‬ dir.201 2.1.2.5. İstifham ile Başlayan Yerlerin Öncesi Vakf-ı mutlak alametinin mahalli olarak tayin edilen bir diğer yer, istifham ِ ْ َ‫� ﻓِﺌَﺘ‬ edatı ile başlayan yerlerin öncesidir.202 Bu münasebetle ﴾ � َ ‫ﻓَ َﻤﺎ �َﻜُ ْﻢ ِ� ﺍ ْﻟ ُﻤﻨَﺎﻓِ ۪ﻘ‬ 203 ۜ ُ�‫ﺍ‬ � ‫ﺿ �ﻞ‬ � ‫ ﴿ َﻭ‬âyetinde istifham ile başlayan َ َ‫� ُﺪﻭ� َﻣ ْﻦ ﺍ‬ َ ‫��ُ ﺍَ ْﺭﻛَ َﺴ ُﻬ ْﻢ ﺑ ِ َﻤﺎ ﻛَ َﺴ ُﺒﻮ� ۜ ﺍَﺗُﺮ۪� ُﺪ‬ ْ َ ‫ﻭﻥ ﺍَ ْﻥ‬ fiil cümlesinin evvelinde “ۜ �‫ ”ﺑِﻤَﺎ ﻛَ َﺴﺒُﻮ‬fiilinde vakf-ı mutlak alametine yer veril- miştir.204 2.1.2.6. Nefiy Edatı ile Başlayan Yerlerin Öncesi Kur’an tilâvetinde nefes alma süresi kadar okumaya ara verilip akabinde nefiy edatı bulunan bir cümlenin tilâvet başlangıcı yapılması (ibtidâ) hasendir. Bu nedenle bu tür yerlerin öncesinde vakf yapılması da vakf-ı mutlak olarak 206 tayin edilmiştir.205 Örneğin ﴾ ۜ ُ‫ﺎﻥ ﻟ َُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟ ِﺨ َ�َﺓ‬ َ �‫ ﴿ َﻭﺭَﺑ‬âyetinde َ َ ‫ﻚ ﻳ َ ْﺨﻠُ ُﻖ َﻣﺎ‬ َ َ‫ﺎﺭ ۜ َﻣﺎ ﻛ‬ ُ َ‫ٓﺎﺀ َﻭ� َ ْﺨﺘ‬ ُ � evvelinde nefiy edatı bulunan “ۜ ُ‫ﺎﻥ ﻟ َُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟ ِﺨ َ�َﺓ‬ َ َ‫”ﻣﺎ ﻛ‬ َ cümlesinin öncesinde bu gerekçeye istinaden vakf-ı mutlak alameti tercih edilmiştir.207 2.1.2.7. “İnne” (‫ )ﺍِ �ﻥ‬Edatı ile Başlayan Yerlerin Öncesi “İnne” (‫ )ﺍِ �ﻥ‬edatı ile başlayan cümleler genellikle öncesi ile lafız ve anlam irti- batı bulunmayan yeni bir cümlenin başladığı yerler olması hasebiyle tilâvete devam etmenin ya da başlamanın uygun olduğu yerlerdir. Bu sebeple ﴾ ‫َﻣﺎ ﻧَ ْﻌ ُﺒ ُﺪ ُﻫ ْﻢ ﺍِ �ﻻ‬ el-En‘âm 6/39. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/476. 202 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/117-118. 203 en-Nisâ 4/88. 204 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/430. 205 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/118. 206 el-Kasas 28/68. 207 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/782. 200 201 69 MUSHAFLARDA ALAMETLER ِ � �َ ِ‫ ﴿ ﻟِﻴ َﻘﺮِﺑﻮﻧَ ٓﺎ ﺍ‬âyeِ ۪ َ ‫ﺍ�َ َﻻ‬ ‫ﺎﺭ‬ ُ ‫ﺍ�َ ﻳَ ْﺤ‬ � ‫� ﺍِ �ﻥ‬ � ‫ﻮﻥ ۜ ﺍِ �ﻥ‬ َ ‫ﻜ ُﻢ ﺑَ ْﻴ َﻨ ُﻬ ْﻢ ۪� َﻣﺎ ُﻫ ْﻢ ۪ﻓﻴﻪِ ﻳَ ْﺨ َﺘﻠِ ُﻔ‬ ۜ ٰ ‫ﺍ� ُﺯ ْﻟ‬ ُّ ُ ٌ ‫ﺏ ﻛَ �ﻔ‬ ْ ٌ ‫�ﺪﻱ َﻣ ْﻦ ُﻫ َﻮ ﻛَﺎﺫ‬ tindeki208 iki “inne” (‫ )ﺍِ �ﻥ‬edatının öncesinde de vakf-ı mutlak alameti tercih edil- miştir.209 Bununla beraber öncesi ile sebep-sonuç, kavlin mekûlü gibi lafız ve anlam irtibatının devam ettiği bazı yerlerde ise vasl tercihi daha uygun olabilir. Ör210 ِ neğin ﴾ ‫ﺎﺏ‬ َ ‫ﺐ ﻟ َﻨَﺎ ِﻣ ْﻦ ﻟ َ ُﺪ ْﻧ‬ َ � ‫ﻚ َﺭ ْﺣ َﻤﺔ ً ۚ ﺍِﻧ‬ َ ‫ﻚ ﺍَ ْﻧ‬ ْ ‫ ﴿ َﺭﺑ�ﻨَﺎ َﻻ ﺗُﺰِ ْﻍ ُﻗﻠُﻮﺑَﻨَﺎ ﺑَ ْﻌ َﺪ ﺍ ْﺫ َﻫ َﺪ ْﻳﺘَﻨَﺎ َﻭ َﻫ‬âyetinde ُ �‫ﺖ ﺍ ْﻟ َﻮﻫ‬ “‫ﺎﺏ‬ َ � ‫ ”ﺍِﻧ‬cümlesi, öncesindeki dua cümlesinin devamı olduğu ve buna َ ‫ﻚ ﺍَ ْﻧ‬ ُ ‫ﺖ ﺍ ْﻟ َﻮ �ﻫ‬ bağlı olarak öncesi ile lafız ve anlam irtibatı devam ettiği için “ۚ ً ‫”ﺭ ْﺣ َﻤﺔ‬ َ kelimesinde vasl yapılması daha uygun görülmüştür.211 Bundan dolayıdır ki ilgili yerde vakf ve vaslın uygun olduğunu gösteren vakf-ı câiz alametine yer verilmiş olup vakf-ı mutlak alameti tercih edilmemiştir.212 2.1.2.8. Haber Formundan Hikâye Formuna ya da Hikâye Formundan Haber Formuna Geçiş Şeklinde Form Değişikliği Bulunan Yerler Secâvendî’nin zikrettiği örnek âyet üzerinden beyan edilecek olursa ﴾ ‫َﻭﻟ َ َﻘ ْﺪ َﺍ َﺧ َﺬ‬ 213 ِ ۚ َ ‫ﺍ� ۪ﻣﻴﺜَﺎ َﻕ ﺑَ ۪ ٓ� ﺍِ ْﺳ َﺮ ۪ٓ�ﺀ‬ ۜ ‫ﻜ ْﻢ‬ ُ َ‫ﺍ� ﺍِ ۪ ّ� َﻣﻌ‬ َ َ‫� َﻋ َﺸ َﺮ ﻧَ ۪ﻘﻴ ًﺒﺎ ۜ َﻭﻗ‬ ُ � ﴿ âyetinde “ �‫ﺍ‬ ُ � ‫ﺎﻝ‬ ُ � ‫َﻭﻟ َ َﻘ ْﺪ ﺍَ َﺧ َﺬ‬ ْ َ ‫ﻳﻞ َﻭﺑَﻌَ ْﺜﻨَﺎ ﻣ ْﻨ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﺛ‬ ۪ cümlesi, müellifin ifadesiyle, Allah’ın İsrailoğullarından söz alۚ‫ﻳﻞ‬ َ ‫”ﻣﻴﺜَﺎ َﻕ ﺑَ ۪ ٓ� ﺍِ ْﺳ َﺮ ۪ٓ�ﺀ‬ ِ dığını belirten ihbârî bir cümledir. “ۜ ‫� َﻋ َﺸ َﺮ ﻧَ ۪ﻘﻴ ًﺒﺎ‬ َ ise kendilerinden on ْ َ ‫”ﻭﺑَ َﻌ ْﺜ َﻨﺎ ﻣ ْﻨ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﺛ‬ iki temsilci seçildiğini anlatan bir hikâye cümlesidir. Devamındaki “ �ّ ۪ ِ‫ﺍ� ﺍ‬ َ ‫َﻭ َﻗ‬ ُ � ‫ﺎﻝ‬ ۜ ‫ﻜ ْﻢ‬ ُ ‫”ﻣ َﻌ‬ َ cümlesi de ihbârî bir cümledir. Buna göre bu âyette, ihbârî bir cümleden hikâye cümlesine, hikâye cümlesinden de ihbârî cümleye geçiş vardır. Secâvendî’ye göre bu tür geçişlerin olduğu yerlerde, örneğin incelediğimiz âyette “‫ﻴﻞ“ – ”ﻧَ ِﻘﻴﺒًﺎ‬ ُ ‫”ﻣ َﻌ‬ َ ِ ‫ﻜ ْﻢ ۜ“ – ” ِﺇ ْﺳ َﺮ�ﺋ‬ َ kelimelerinde, vakf yapılması vakf-ı mutlak olarak değerlendirilmiştir.214 ez-Zümer 39/3. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/119, 3/877. 210 Âl-i İmrân 3/8. 211 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/119. Diğer örnek yerler için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/119125. 212 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/364. 213 el-Mâide 5/12. 214 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/125. 208 209 70 MUSHAFLARDA ALAMETLER Mezkûr yerlerde yapılan vakf türünün vakf-ı mutlak olduğu belirtilmesine rağmen sûre tertibine göre vakf türlerinin tayin edildiği kısımda ise Secâvendî, zikri geçen gerekçeyi serdettiği halde “‫ ”ﺇِ ْﺳﺮَ�ﺋِﻴ َﻞ‬ve “‫ ”ﻧ َ ِﻘﻴﺒًﺎ‬kelimelerinde vakf215 ı câiz, “ۜ ‫”ﻣﻌَﻜُ ْﻢ‬ َ kelimesinde vakf-ı mutlak tercihinde bulunmuştur. Bununla beraber ülkemiz mushaflarında ise “‫ ”ﺇِ ْﺳ َﺮ�ﺋِﻴ َﻞ‬kelimesinde vakf-ı câiz, diğer iki kelimede vakf-ı mutlak alameti bulunmaktadır. Görüldüğü üzere müellif, eserinin iki farklı yerinde zikrettiği aynı âyetle ilgili olarak farklı vakf türü tayininde bulunmuştur. Bu durumun bir benzeri de ülkemiz mushaflarında ilgili yerde daha farklı vakf türüne yer verilmiş olmasıdır. Dolayısıyla müellif, kendi belirlediği gerekçeye göre vakf türü tercih etmediği gibi vakf türleri hususunda ülkemiz mushafları ile ‘İlelu’l-vukûf arasında da tam anlamıyla bir uyum söz konusu değildir. 2.1.2.9. Mâzi Kipten Muzârî Kipe ya da Muzârî Kipten Mâzi Kipe Geçiş Şeklinde Kip Değişikliği Bulunan Yerler Kur’an tilâvetinde mâzi-muzârî kip geçişlerinin olduğu yerler de vakf-ı mutlak’ın mahalli olarak değerlendirilmiştir. Mesela ﴾ ‫ﺍﻟﺮ ْﺷ ِﺪ ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎ ﺑ ِ ۪ﻪ ۜ َﻭﻟ َْﻦ‬ � �َ ِ‫� ۪ﺪٓﻱ ﺍ‬ َْ ۙ ‫�ﺮِ َﻙ ﺑ ِ َﺮ ّﺑِﻨَ ٓﺎ ﺍَ َﺣ ًﺪﺍ‬ ْ ُ ﴿ âyetinde 216 “‫ ”ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎ‬mâzi bir fiil, “‫�ﺮِ َﻙ‬ ْ ُ ‫”ﻭﻟ َْﻦ‬ َ ise muzârî bir fiildir. Bu münasebetle mâziden muzârîye geçişin olduğu “ۜ ‫ ”ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎ ﺑ ِ ۪ﻪ‬cümlesinde vakf- ı mutlak alametine yer verilmiştir.217 2.1.2.10. İstifham Formundan Haber Formuna Geçiş Şeklinde Form Değişikliği Bulunan Yerler İstifham ile başlayan ﴾ ۜ ‫ﻳﻦ َﺧﻠ َ ْﻮ� ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒ�ِﻜُ ْﻢ‬ َ ‫ﺍَ ْﻡ َﺣ ِﺴ ْﺒ ُﺘ ْﻢ ﺍَ ْﻥ ﺗ َ ْﺪ ُﺧﻠُﻮ� ﺍ ْﻟ َﺠﻨ�ﺔ َ َﻭﻟ َﻤ�ﺎ ﻳ َ ْﺄﺗِﻜُ ْﻢ َﻣﺜَ ُﻞ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ 218 ِ ِ � ‫ﻮﻝ ﻭ�ﻟ � ۪ﺬﻳﻦ ٰﺍﻣﻨﻮ� ﻣﻌﻪ ﻣ� ﻧَﺼﺮ‬ � ‫ﺎﺀ َﻭ�ﻟ‬ َ ُ ‫ٓ�ﺀ َﻭ ُﺯ ْﻟﺰِﻟُﻮ� َﺣ �� ﻳ َ ُﻘﻮ َﻝ ﺍﻟﺮ� ُﺳ‬ ُ ْ َٰ ََُ ُ َ َ ۜ �‫ﺍ‬ ُ �‫ﻀﺮ‬ ُ ‫ ﴿ َﻣ �ﺴ ْﺘ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟﺒَ ْﺄ َ ٓﺳ‬âyetinde “ ‫ﻣ ْﻦ‬ ۜ ‫ﻜ ْﻢ‬ ُ ِ �‫ ”ﻗَ ْﺒ‬ifadesinde istifham sona erip akabinde “‫ﺎﺀ‬ َ haber cümlesi gelُ ‫”ﻣ �ﺴ ْﺘ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟﺒَ ْﺄ َ ٓﺳ‬ Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/447. el-Cin 72/2. 217 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/126, 3/1054. 218 el-Bakara 2/214. 215 216 71 MUSHAFLARDA ALAMETLER mektedir. Bu itibarla istifham ve haber cümleleri arasında vakf yapılarak cümlelerin farklı formlarda olduğu vurgulanmış olur. Bundan dolayıdır ki âyette ِ ifadesinde vakf-ı mutlak alameti tercih edilmiştir.219 “ۜ ‫”ﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒ�ِﻜُ ْﻢ‬ Örneklerde de görüldüğü üzere vakf-ı mutlak; lâzım, câiz, ruhsat gibi bir kayıtla mukayyet olmayan genel bir vakf türünü temsil etmektedir. Buna göre diğer vakf türleri içerisinde değerlendirilme imkânı olmayan vakf yerlerinde tercih edilen genel bir vakf türü olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kendine özel bir vakf gerekçesinin bulunmadığı ve buna bağlı olarak özgün bir vakf türü olmadığı da söylenebilir. “İbtidânın hasen olarak değerlendirildiği bir yerin öncesinde yapılan vakftır.” şeklinde aktarılan vakf-ı mutlak tanımı da aslında tüm vakf türleri için geçerli olan bir kriterdir. Zira bilindiği üzere bir yerin vakfa uygun olup olmadığının tayininde, sonrasının ibtidâya uygunluğu öncelikli dikkate alınan bir husustur. Bu değerlendirmelerin nihayetinde vakfı mutlak’ın beyanı sadedinde şöyle bir yorumda bulunulabilir: Sıfat-mevsûf, kavlin mekûlü, isim tamlaması vb. şekillerde öncesi ile lafız ve anlam irtibatı bulunmayan ve yeni bir cümlenin başladığı yerlerle ibtidâ hasen olup bu tür yerlerin öncesinde yapılan vakf da vakf-ı mutlak olarak isimlendirilmiştir. 2.1.3. Vakf-ı Câiz (‫)ﺝ‬ Secâvendî’nin vakf tasnifinde (‫ )ﺝ‬harfi ile gösterilen220 vakf-ı câiz, kendi ifadesiyle “vakf ve vasl yapılmasını gerektiren sebeplerin cezbedici olması [bulunması] nedeniyle vakf ve vaslın uygun olmasıdır.” ( ‫ﻣﺎ ﻳﺠﻮﺯ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﻭ�ﻟﻮﻗﻒ‬ �‫)ﻟﺘﺠﺎﺫﺏ ﺍﻟﻤﻮﺟﺒ� ﻣﻦ ﺍﻟﻄﺮﻓ‬.221 Buna göre özellikle tanımda geçen “tecâzüb” ifa- desinden hareketle vakfa konu olan kelimenin, öncesi ve sonrası ile lafız ve anlam açısından irtibatlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple vakf-ı câiz olarak değerlendirilen yerlerde hem vakf ve hem de vasl yapılabilir. Tespitimize göre incelediğimiz mushaflarda 99 sûrede 1184 tanesi âyet içerisinde 454 tanesi ise âyet sonunda olmak üzere toplam 1639 yerde vakf-ı câiz alameti bulunmaktadır. Bu konuda yapılmış bazı araştırmalarda mezkûr vakf alameti ile ilgili olarak farklı nicel tespitlerin olduğu da belirtilmelidir.222 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/126, 293. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169. Ensârî’nin vakf tasnifinde de vakf-ı câiz’e yer verilmiştir. Bk. Ensârî, el-Maksıd, 16. 221 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/128; Suyûtî, el-İtkân, 2/547. 222 Örneğin Hindî’ye göre 1578, Recep Koyuncu’ya göre 1644, Muhammed Coşkun’a göre ise 1578 tane vakf-ı câiz alameti bulunduğu tespiti yapılmıştır. Bk. el-Hindî, Künûzu eltâfi’lBurhân, 15; Koyuncu, Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf İbtidâ’nın Rolü, 137 (736 219 220 72 MUSHAFLARDA ALAMETLER Secâvendî’nin zikrettiği iki örnek âyet üzerinden bu vakf türü beyan edile223 ِ cek olursa ﴾ ۜ ‫ﻮﻥ‬ ْ ِ ‫ﻚ َﻭﺑ‬ ۚ َ ِ‫ﻚ َﻭ َﻣ ٓﺎ ُﺍ ْﻧﺰِ َﻝ ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒﻠ‬ َ ‫ﻮﻥ ﺑ ِ َﻤ ٓﺎ ُﺍ ْﻧﺰِ َﻝ ﺍِﻟ َْﻴ‬ َ ‫ﻳﻦ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ‬ َ ‫ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ� ُﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗ ِ ُﻨ‬ َ ‫ ﴿ َﻭ�ﻟ � ۪ﺬ‬âyetinde ِ “ۜ ‫ﻮﻥ‬ ْ ِ ‫”ﻭﺑ‬ َ ُ‫ﺎﻻ ِٰﺧﺮَ� ُﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗِﻨ‬ َ cümlesi, evvelindeki atıf harfinden (‫ )ﻭ‬de anlaşılacağı üzere öncesi ile lafız ve anlam irtibatı (ma‘tûf – ma‘tûfun aleyh) olan bir cümledir. ِ ifadesinde vasl yapılabilir. Bu sebeple mezkûr cümlenin öncesinde “‫ﻚ‬ ۚ َ ِ‫”ﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒﻠ‬ ِ ِ Diğer taraftan “ۜ ‫ﻮﻥ‬ ْ ِ ‫”ﻭﺑ‬ ْ ِ ‫)ﻭﺑ‬, َ ‫ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ� ُﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗ ِ ُﻨ‬ َ ‫)ﻳُﻮﻗ ِ ُﻨ‬ َ cümlesinde meful (�‫ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ‬ َ fiilinin (ۜ ‫ﻮﻥ‬ önüne geçtiği ve buna bağlı olarak âyetlerdeki söz dizimi farklılaştığı için vakf ٓ ۪ ِ ۪ yapılması da uygundur.224 Bir diğer örnek ise ﴾ ‫ﻚ‬ ُ ‫� ِﻔ‬ ْ َ ‫ﻗَﺎﻟُﻮ� ﺍَﺗ َ ْﺠﻌَ ُﻞ ﻓﻴﻬَﺎ َﻣ ْﻦ ﻳُ ْﻔﺴ ُﺪ ﻓﻴﻬَﺎ َﻭ‬ ِ ﴿ âyetindeki225 “ۚ ‫ﺍﻟﺪ َﻣ ٓﺎﺀ‬ ِ ُ ‫”ﻭ َ� ِﻔ‬ ۜ‫َﻚ‬ َ ‫� ّ ِﺒ ُﺢ ﺑ ِ َﺤ ْﻤ ِﺪ َﻙ َﻭﻧُﻘَ ِّﺪ ُﺱ ﻟ‬ ّ َ ُ ‫ﺍﻟﺪ َﻣ ٓﺎﺀَ ۚ َﻭﻧ َ ْﺤ ُﻦ‬ َ ّ ‫ﻚ‬ ْ َ cümlesidir. Âyetteki “Melekler, [Allah’a]: ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın? dediler.” şeklinde soru cümlesinin son bulduğu ِ َ ‫”ﻭ‬ ِ ‫ﻚ‬ “ۚ َ‫ﺍﻟﺪ َﻣ ٓﺎﺀ‬ ۜ َ ‫� ّ ِﺒ ُﺢ ﺑ ِ َﺤ ْﻤ ِﺪ َﻙ َﻭﻧُ َﻘ ِّﺪ ُﺱ ﻟ‬ َ ّ ُ ‫�ﻔ‬ َ ُ ‫”ﻭﻧ َ ْﺤ ُﻦ‬ ْ َ cümlesinde vakf yapılabilir. Ayrıca “‫َﻚ‬ cümlesinin evvelindeki vâv harfinin, vâv-ı hâliye olarak değerlendirilmesi durumunda vasl yapılması da uygundur.226 Secâvendî’nin yukarıda nakledilen vakf-ı câiz tanımı ve bu vakf türüne örnek olarak zikrettiği iki âyetten anlaşıldığı üzere vakf-ı câiz olarak tayin edilen yerlerde iki farklı i‘rab ihtimali bulunduğu için tercih edilen i‘rab takdirine göre vakf ya da vasl yapılması uygun olabilmektedir. Buna göre vakf ve vaslın uygun olduğu anlaşılırken bazı durumlarda vakf veya vaslın evlâ olup olmadığı ya da vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olup olmadığı hususu ise tetkiki gereken bir meseledir. Zira vakf-ı câiz’i inceleyen bazı müelliflerin eserlerinde bu yönde bilgilerin olması böyle bir tetkiki gerekli kılmaktadır. Örneğin Muhammed Sadık el-Hindî (ö. 1290/1873) vakf-ı câiz’i, “birinin diğerine tercihi olmaksızın vakf ve vaslın müsavi olması” şeklinde açıklamış ve akabinde ‫ ﻗِﻴ َﻞ‬lafzı ile nakletmesinden de anlaşılacağı üzere zayıf bir görüş sadedinde bu vakf türünde “vakfın evlâ” olduğunu da -Secâvendî’nin böyle bir bilgi zikretmediğini belirterek- aktarmıştır.227 no’lu dipnot); Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 96. 223 el-Bakara 2/4. 224 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/128, 177. 225 el-Bakara 2/30. 226 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/128, 197. 227 Hindî, Kunûzu eltâfi’l-Burhân, 19-23. 73 MUSHAFLARDA ALAMETLER Çağdaş müelliflerden Müsâid et-Tayyâr da vakf-ı câiz’in tanımında geçen ‫ ﺗﺠﺎﺫﺏ‬kelimesini, vakf ve vaslın müsaviliği şeklinde açıklamıştır. Ayrıca vakf veya vaslın evlâ olduğu durumlarda Secâvendî’nin, ُ‫ﺿﺢ � َﻭ� ْﻟﻮَ ْﺟﻪ‬ َ ‫ﺃﻭ‬ ْ � ‫ﺃﺟﻮَﺯ‬ ْ � ‫ﺃﻭ َﺟﻪ‬ ْ ‫ ﻛَ َﺬﺍ‬gibi ibarelerle buna işaret ettiğini belirtmiştir. Secâvendî’nin vakf-ı câiz tanımında bu iki duruma sarahaten değinilmese de vakfa konu olan yerlerdeki değerlendirmelerinden hareketle bu vakf türünde, vakf ve vasl gerekçesinin müsavi olması veya vakf gerekçesinin ya da vasl gerekçesinin evlâ olması şeklinde üçlü bir tasnifin bulunduğunu da zikretmiştir.228 Bu değerlendirmeler çerçevesinde vakf-ı câiz ile ilgili olarak farklı tasniflerin yapılabileceği anlaşılmaktadır. Nitekim bazı örnek âyetler üzerinden konuyu inceleyen Mustafa Karagöz’ün ifadesi ile; “Üstelik o [Secâvendî], eserinin muhtevasında vakf-ı caiz kategorisini gösteren ‘‫ ’ﺝ‬rumuzunu kullandığı bazı yerlerde vakf yapmanın bazı yerlerde ise vasletmenin daha uygun olduğunu dile getirmiştir. Ayrıca birçok yerde müellif vakf yapmanın ya da vasletmenin uygun olduğuna dair kanaatini izhar etmeksizin, gerekçesini açıklayarak veya açıklamayarak vakfın caiz olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Aslında Secâvendî’nin tercihini belirtmediği bu yerlerin de bir kısmında vakfın, diğer bir kısmında ise vaslın evla olduğunu söylemek mümkündür. Tercih belirtmediği kimi yerlerde ise vakf veya vasldan biri diğerinden evla olmayıp her ikisi birbirine eşittir.”229 Buna göre vakf-ı câiz’e konu olan yerler 5 kısımda tasnif edilebilir: 1. Secâvendî’nin, vakfın evlâ olduğunu sarahaten belirttiği vakf-ı câizler.230 2. Secâvendî’nin, vaslın evlâ olduğunu açıkça belirttiği vakf-ı câizler.231 Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’an, 186-187. Karagöz, Vakf-ı Câizi Doğru Anlamak, 322. 230 Vakfı tercih ettiğini belirtmek için Secâvendî’nin kullandığı bazı ibareler Karagöz’ün çalış- 228 229 masından naklen şunlardır: / ‫ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭﺟﻪ‬/ ‫ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭﺿﺢ‬/ �‫ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭ‬/ ‫ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﺟﻮﺯ‬/ ‫ﻭﻭﺟﻪ ﺍﻟﻔﺼﻞ ﺃﺟﻮﺯ ﻭﺃﻭﺿﺢ‬ ‫ ﺍﻟﻮﻗﻒ‬/ ‫ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭﺟﺐ‬/ ‫ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﺣﺴﻦ‬/ ‫ ﻭ�ﻷﻭ� ﺃﻥ ﻳﻮﻗﻒ‬/ ‫ ﺗﺤﺴﻦ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻮﻗﻮﻑ‬/ ‫ ﻭ�ﻟﻌﺮﺑﻴﺔ ﺗﻮﺟﺐ ﺍﻟﻮﻗﻒ‬/ ‫ﻭﻭﺟﻪ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭﺿﺢ‬ ‫ ﺃﻟﻴﻖ‬Bk. Karagöz, Vakf-ı Câizi Doğru Anlamak, 339. 231 Vaslı tercih ettiğini belirtmek için Secâvendî’nin kullandığı bazı ibareler Karagöz’ün çalış- masından naklen şunlardır: ‫ ﻳﺤﺴﻦ ﺍﻟﻮﺻﻞ‬/ ‫ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﺣﺴﻦ‬/ ‫ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﺷﻬﺮ‬/ �‫ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻭ‬/ �‫ ﻭﻭﺻﻠﻪ ﺃﻭ‬/ ‫ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﺟﻮﺯ‬ ‫ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻭﺟﻪ‬/ ‫ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻭﺿﺢ‬/ ‫ ﻭﻭﺟﻪ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻭﺿﺢ‬/ ‫ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻇﻬﺮ‬/ ‫ ﻣﻊ ﺣﺴﻦ ﺍﻟﻮﺻﻞ‬/ ‫ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻟﻴﻖ‬/ Bk. Karagöz, Vakfı Câizi Doğru Anlamak, 331-332. 74 MUSHAFLARDA ALAMETLER 3. Herhangi bir tercihte bulunulmayıp vakfın evlâ olduğu vakf-ı câizler.232 4. Herhangi bir tercihte bulunulmayıp vaslın evlâ olduğu vakf-ı câizler.233 5. Herhangi bir tercihte bulunulmayıp vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olduğu vakf-ı câizler. Bu münasebetle Kur’an’ın ilk cüzündeki 51 adet vakf-ı câiz (‫ )ﺝ‬alameti incelendiği takdirde bunların ikisinde234 vakfın evlâ olduğunun sarih bir şekilde belirtildiği görülmektedir. Örneğin ﴾ ۚ ‫ﺖ َﻭ�َﻜُ ْﻢ َﻣﺎ ﻛَ َﺴ ْﺒ ُﺘ ْﻢ‬ ۚ ْ َ ‫ﻚ ﺍُﻣ�ﺔٌ ﻗَ ْﺪ َﺧﻠ‬ َ ‫ﺗ ِ ْﻠ‬ ْ َ‫ﺖ ﻟ َﻬَﺎ َﻣﺎ ﻛَ َﺴﺒ‬ 235 ۟ ‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫ﻮﻥ َﻋﻤ�ﺎ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻌ َﻤﻠ‬ َ ُ‫��َﻠ‬ ْ َ‫ ”ﻟ َﻬَﺎ َﻣﺎ ﻛَ َﺴﺒ‬cümlesi, öncesindeki “ٌ‫” ُﺍﻣ�ﺔ‬ ْ ُ ‫ ﴿ َﻭ َﻻ‬âyetinde “‫ﺖ‬ kelimesinin sıfatı veya isti’nâf cümlesidir. Buna göre öncesi ile olan lafız ve anlam irtibatına istinaden vasl, müstakil bir cümle (isti’nâf cümlesi) olmasına istinaden de vakf yapılabilir. Secâvendî de hem vakf ve hem de vasl gerekçesini ihtiva ettiği için “‫ﺖ‬ ۚ ْ َ ‫ ”ﻗَ ْﺪ َﺧﻠ‬ifadesinde vakf ve vasl yapılabileceğini gösteren vakf-ı câiz alametine yer vermiştir. Ayrıca “ۚ ‫ ” َﻭ�َﻜُ ْﻢ َﻣﺎ ﻛَ َﺴ ْﺒ ُﺘ ْﻢ‬cümlesi, “‫ﺖ‬ ْ َ‫”ﻟ َﻬَﺎ َﻣﺎ ﻛَ َﺴﺒ‬ cümlesine ma‘tûf olduğu için isti’nâf cümlesi olmasını ve buna bağlı olarak mezkûr yerde vakfın evlâ olduğunu “‫ ”ﻭﻫﻮ ﺃﻭﺿﺢ‬ifadesiyle sarih bir şekilde be- lirtmiştir.236 Birinci cüzdeki vakf-ı câiz’e konu olan âyetlerin 11’inde237 vaslın evlâ olduğu ِ ِ ‫ﺎﻃ‬ ۪ ‫ﻳﻦ ٰﺍ َﻣ ُﻨﻮ� َﻗﺎﻟُٓﻮ� ٰﺍ َﻣﻨ�ﺎ ۚ َﻭ ِ�ﺫَﺍ َﺧﻠ َ ْﻮ� ﺍِ ٰ� َﺷ َﻴ‬ belirtilmiştir. Mesela ﴾ ‫ﻜ ْﻢ ۙ ﺍِﻧ � َﻤﺎ‬ ُ ‫ﻴﻨ ِﻬ ْﻢ ۙ َﻗﺎﻟُٓﻮ� ﺍِﻧ�ﺎ َﻣ َﻌ‬ َ ‫َﻭ�ﺫَﺍ ﻟ َ ُﻘﻮ� ﺍﻟ ۪�ﺬ‬ ‫ ﴿ ﻧَ ْﺤ ُﻦ ُﻣ ْﺴ َﺘ ْﻬﺰِ ُﺅ َ۫ﻥ‬âyetinde238 münafıkların ifadesi olan “ۚ ‫ ” َﻗﺎﻟُٓﻮ� ٰﺍ َﻣﻨ�ﺎ‬cümlesinden sonra ِ ‫ﺎﻃ‬ ۪ ‫”ﻭ ِ�ﺫَﺍ َﺧﻠ َ ْﻮ� ﺍِ ٰ� َﺷ َﻴ‬ onların bu sözüne hitaben “ۙ ‫ﻴﻨ ِﻬ ْﻢ‬ َ cümlesi gelmektedir. Bu iki ifade- nin aidiyetinin farklı olduğunun vurgulanması için tilâvet esnasında “ۚ ‫”ﻗَﺎﻟُٓﻮ� ٰﺍ َﻣﻨ�ﺎ‬ cümlesinde vakf yapılabilir. Müminlerle karşılaştıklarında iman ettiklerini, kendi Yûsuf 12/77’deki vakf-ı câiz böyle değerlendirilmiştir. Bk. Karagöz, Vakf-ı Câizi Doğru Anlamak, 351-354. 233 en-Nisâ 4/18’deki vakf-ı câiz bu yönde değerlendirilmiştir. Bk. Karagöz, Vakf-ı Câizi Doğru Anlamak, 346-351. 234 el-Bakara 2/134, 139 (Bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/241, 246). 235 el-Bakara 2/134. 236 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/241. 237 el-Bakara 2/14, 17, 24, 76, 89, 96, 99, 109, 136, 138, 138. 238 el-Bakara 2/14. 232 75 MUSHAFLARDA ALAMETLER aralarında ise müminlerle alay ettiklerini söyleyen münafıkların durumunun anlatılmaya devam edilmesi nedeniyle vasl yapılması da uygundur. Secâvendî burada “�‫ ”ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻭ‬ifadesi ile vaslın evlâ olduğunu vurgulamıştır.239 Diğer vakf-ı câiz alametlerinde ise vakf ve vasl gerekçesini ihtiva ettiği için iki şekilde de tilâvetin yapılabileceği belirtilmesine rağmen vakf veya vaslın evleviyetine değinilmemiştir. Bununla beraber bu âyetlerde de vakfa konu olan yerler özelinde daha detaylı i‘rab ve anlam tahlili yapıldığı takdirde bazı yerlerde vakf veya vaslın evlâ olduğu ya da diğer bir kısım yerlerde de vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olduğu sonucuna ulaşılabilir. Bu değerlendirmelere göre Secâvendî’nin vakf-ı câiz tanımının, efrâdını câmi‘ ağyârını mâni‘ bir tarif olup olmadığı açısından bazı eksikleri olduğu söylenebilir. Zira mezkûr tanımda, “vakf veya vaslın evleviyeti” ya da “vakf ve vaslın müsaviliği” hususu bahse konu edilmemektedir. Buna rağmen Secâvendî, ilgili âyetleri değerlendirmesi esnasında bu iki hususa bazen dolaylı bazen de dolaysız olarak işaret etmektedir. Dolayısıyla vakf ve vaslın câiz olduğu bu vakf türü, bazı yerlerde vakf veya vaslın evleviyetini ya da müsaviliğini de muhtevidir. Bu sebeple vakf-ı câiz ile ilgili olarak vakf ve vaslın uygun olduğu izahı yeterli görülmeyebilir. Kanaatimizce vakf veya vaslın evlâ olabileceği ya da vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olabileceği de tanıma ilave edilebilir. Bu itibarla vakf-ı câiz tanımı aynen aktarılıp akabinde açıklayıcı bilgilere yer verilerek şöyle bir tanım denemesi yapılabilir: Vakf-ı câiz: “Vakf ve vasl yapılmasını gerektiren sebepleri ihtiva etmesi nedeniyle vakf ve vaslın uygun olmasıdır. [Vakf-ı câiz’e konu olan yerlerin bir kısmında vakf, diğer bir kısmında vasl evlâ olabileceği gibi bazı yerlerde ise vakf ve vasl yapılması müsavi olarak da değerlendirilebilir.]”. Böylece vakfa konu olan yerlerde zikri geçen -bize göre aslında tanımın da ihtiva ettiği- vakf-ı câiz’in farklı yönleri de açık bir şekilde ifade edilmiş olur. Bu detaylı vakf-ı câiz tanımından hareketle Hindî’nin yer verdiği bazı vakf türlerinin, Secâvendî’nin vakf-ı câiz tanımı ve bu vakf türüne konu olan yerlerdeki izahlarından mülhem olduğu düşünülebilir. Bilindiği üzere Hindî, vakf-ı câiz’in alt kategorileri sayılabilecek vasl evlâ (�‫)ﺻ‬, vakf evlâ (�‫ )ﻗ‬ve iki farklı i‘rab ve anlam ihtimalinin bulunduğu yerlerde tercih edilen piramit şeklindeki vakf-ı mu‘ânaka (∴) gibi bazı vakf türlerine yer vermiştir.240 Bu itibarla muhtemelen Hindî’nin etkisi ile241 Haddâd Mushafı242 ve Suûd-i Arabistan’da Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/184-185. Hindî, Kunûzu eltâfi’l-Burhân, 19-23. 241 Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 144 (113 no’lu dipnot). 242 Mısır kralı I. Fuad (ö. 1936), “Muhallilâtî Mushafı” olarak bilinen mushafın daha kaliteli bir şekilde basılması için dönemin Mısır reîsü’l-kurrâsı Muhammed b. Ali b. Halef el-Hüseynî el-Haddâd (ö. 1358/1939) başkanlığında bir heyet oluşturmuş ve bu heyet tarafından “Haddâd Mushafı” yazılmıştır. Mushafta 3 vakf türüne 6 remiz ile işaret edilmiştir: 1) Vakf239 240 76 MUSHAFLARDA ALAMETLER (Medine) basılan Mushafta243 da vakf-ı câiz; vakf evlâ (�‫)ﻗ‬, vasl evlâ (�‫)ﺻ‬, vakf ve vasl’ın eşit düzeyde câiz olduğunu belirten vakf-ı câiz (‫)ﺝ‬, i‘rab ve anlam tercihine göre vasl - vakf veya vakf - vasl ihtimalini gösteren vakf-ı mu‘ânaka (∴) şeklinde dört vakf türü ve alameti ile revize edilmiştir. Bu değerlendirmeler çerçevesinde ülkemizdeki ilmî çalışmaların vakf-ı câiz tanımlarına da yansıyan ve kanaatimizce Hindî’nin kategorik tasnifi ile Haddâd ve Medine mushaflarından mülhem olduğu düşünülebilen “vakfın evlâ olduğu”244 veya “vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olduğu”245 gibi çıkarımların / ilavelerin makul görülebileceği anlaşılmaktadır. Buna rağmen yukarıda da bahsedildiği üzere bazı yerlerde vaslın evlâ olabileceği de belirtilmesi gereken diğer bir ayrıntıdır. ı lâzım için (‫)ﻡ‬, 2) Vakf-ı memnû‘ için (‫ )ﻻ‬alameti tercih edilmiştir. 3) Vakf-ı câiz için ise vakf evlâ (�‫)ﻗ‬, vasl evlâ (�‫ )ﺻ‬ve vakf ve vasl’ın eşit düzeyde câiz olduğunu belirten vakf-ı câiz (‫)ﺝ‬, i‘rab ve anlam tercihine göre vasl-vakf veya vakf-vasl ihtimalini gösteren vakf-ı mu‘ânaka (∴) şeklinde dört remiz tayin edilmiştir. Bk. Mushaf-ı Şerîf (Haddâd Mushafı), s. ‫ ﻥ‬, ‫ ;ﺱ‬el-Kâdî, Tarihu’l-Mushafı’ş-Şerif, 61-62; Nikzâvî, el-İktidâ, 1/59; Maşalı, Tarihi ve 243 Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 144. Abdulaziz b. el-Fettâh el-Kârî başkanlığındaki görevli bir heyet tarafından “Haddad mushafı”ndaki vakf yerleri tekrar gözden geçirilmiş, heyetçe doğru kabul edilenler aynen bırakılmış, diğerlerinde ise değişikliğe gidilmiştir. Bu doğrultuda Haddad mushafı esas alınarak hicrî 1405 yılında “Medine Mushafı” hazırlanmıştır. Bk. el-Kârî, et-Takrîru’l-ilmiyyu an mushafi’l-Medineti’n-Nebeviyye, 51. Mushafta vakf-ı memnû‘ (‫ )ﻻ‬haricinde Haddad mushafındaki 5 vakf alameti; vakf-ı lâzım (‫)ﻡ‬, vakf evlâ (�‫)ﻗ‬, vasl evlâ (�‫)ﺻ‬, vakf-ı câiz (‫ )ﺝ‬ve vakf-ı mu‘ânaka (∴) tercih edilmiştir. Bk. Mushaf-ı Şerîf, (Medine Mushafı), s. ‫ﻝ‬. Bk. Nihat Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2018), 173; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 88; Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 334; Abdurrahman Çetin, Kur’an Okuma Esasları, (Bursa: Emin Yayınları, 2013), 272; Ramazan Pakdil, Ta’lim Tecvid ve Kıraat, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2014), 243; Yarız, Türkiye’de Tilavet Edilen Mushaftaki Bazı Vakf İşaretlerinin Diğer Mushaflarla Mukayeseli Tahlili, 20. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2014 yılında ikinci baskı olarak neşrettiği mushafın sonundaki vakf-ı câiz tanımında da “vakf’ın evlâ” olduğuna değinilmiştir. Bk. Kur’ân-ı Kerîm (Muhammed Abay hattı), (Ankara, 2014), 609. 245 Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 148-149; Yarız, Türkiye’de Tilavet Edilen Mushaftaki Bazı Vakf İşaretlerinin Diğer Mushaflarla Mukayeseli Tahlili, 51; Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 116. 244 77 MUSHAFLARDA ALAMETLER 2.1.4. Vakf-ı Mücevvez (‫)ﺯ‬ Secâvendî’nin, “câiz” kelimesinin bir türevi olarak tef‘îl babından ism-i meful sîgası olan “el-Mücevvez li vechin” ismini verdiği246 ve fakat herhangi bir tarifte bulunmadığı vakf-ı mücevvez’in alameti “zây” (‫ )ﺯ‬harfidir.247 Türkiye’deki mushaflarda tespitimize göre 176 tanesi âyet içerisinde 42 tanesi ise âyet sonunda olmak üzere toplam 218 yerde vakf-ı mücevvez alameti vardır. Daha önce de belirtildiği üzere sûre tertibine göre Fâtiha’dan Nâs sûresine kadar dikkatli bir tarama neticesinde ulaşılan bu nicel tespit hatadan hâli olmayabilir. Nitekim bu konuda yapılmış bazı araştırmalarda bu vakf türüne konu olan yerlerin sayısına dair farklı veriler zikredilmiştir.248 Secâvendî’nin, el-mücevvez li vechin ifadesini tercih etmesinden hareketle bu vakf türü, “bir yönüyle / bir takdire göre vakf yapılmasının da uygun olması” şeklinde anlaşılabilir. Buna göre vasl yapılması asıl, vakf yapılması ise tali bir tercih gibi düşünülebilir. Diğer bir ifadeyle vasl yapılması evlâ olup vakfın da uygun olduğu bir vakf türü olduğu söylenebilir.249 Bununla beraber müellifin, bu vakf türünü beyan eden bir tanıma yer vermemesi nedeniyle vakf-ı mücevvez alameti bulunan yerlerde serdettiği gerekçelerden yola çıkılarak mezkûr vakfın daha doğru anlaşılabileceği kanaatindeyiz. Bu münasebetle vakf-ı mücevvez’e konu olan tüm âyetlerin tespit, tasnif ve tahlili bu konuya hasredilmiş çalışmalara250 tevdi edilerek araştırmamızda sadece Bakara sûresindeki bazı âyetler üzerinden bir değerlendirmeye gidilecektir. Bakara sûresindeki 13 adet vakf-ı mücevvez alametinin251 gerekçelendirilmesi hususunda ‘İlelu’l-vukûf’ta, bazen sadece vakf gerekçesinin zikri ile yetinilmiş, bazen de vakf ve vasl gerekçesine birlikte yer verilmiştir. Ayrıca bazı yerlerde vakfın ya da vaslın evlâ olduğu belirtilirken bazı yerlerde ise sadece vakf gerekçesi serdedilmiş, vasl yapılabileceğine dair herhangi bir imada bulunulmamıştır. Bunun muhtemel sebebi, yukarıda da ifade edildiği üzere bu Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/130. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169. 248 Recep Koyuncu 228, Muhammed Coşkun 191, Maşite Engin ise 198 tane vakf-ı mücevvez olduğu yönünde tespitte bulunmuştur. Bk Koyuncu, Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf İbtidâ’nın Rolü, 138 (746 no’lu dipnot); Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 96; Maşite Engin, Secâvendî’nin Vakf ve İbtidâ Sisteminde Vakf-ı Mücevvez, (Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2020), 20. 249 Hindî, Kunûzu eltâfi’l-Burhân, 20. 250 Bu konuda Maşite Engin tarafından Secâvendî’nin Vakf ve İbtidâ Sisteminde Vakf-ı Mücevvez ismi ile tamamlanmış bir yüksek lisans tezi vardır. Ancak bu çalışmada tüm vakf-ı mücevvez alametlerinin tasnif ve tahlili yapılmadığı gibi tahliline yer verilen âyetlerle ilgili değerlendirmelerin de tatmin edici olmadığı söylenmelidir. Bk. Maşite Engin, Secâvendî’nin Vakf ve İbtidâ Sisteminde Vakf-ı Mücevvez, (Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2020). 251 el-Bakara 2/7, 41, 85, 86, 87, 89, 136, 138, 185, 219, 223, 231, 273. 246 247 78 MUSHAFLARDA ALAMETLER vakf türünde vaslın öncelikli, vakfın ise tali bir tercih gibi düşünülmesi olabilir. Buna göre vakf-ı mücevvez, vasl yapılması gereken yerlerde bazı durumlarda bir yönüyle / bir takdire göre vakfın da uygun olması şeklinde anlaşılabilir. Ancak böyle bir vakf-ı mücevvez telakkisi, bu vakf türüne konu olan âyetlerdeki değerlendirmelerden hareketle teyit edilmelidir. Bu bağlamda Bakara sûresindeki vakf-ı mücevvez alameti bulunan yerler incelendiği takdirde mezkûr vakf türü, dört grupta tasnif edilebilir: 1. Vakf Gerekçesi Zikredilip Vasl’a İşaret Edilmemesi 252 ٓ ِ ِ ُ‫ﺍ�ُ َﻋ ٰ� ﻗُﻠ‬ ﴾۟ ‫ﻴﻢ‬ � َ‫ ﴿ َﺧﺘَﻢ‬âyetinde mübٌ ‫ﺍﺏ َﻋ ۪ﻈ‬ َ ‫ﻮ� ِ ْﻢ َﻭ َﻋ ٰ� َﺳ ْﻤﻌِﻬِ ْﻢ ۜ َﻭ َﻋ ٰ� ﺍَ ْﺑ َﺼﺎﺭِﻫ ْﻢ ِﻏ َﺸ‬ ٌ ‫ﺎﻭ�ٌ ۘ َﻭﻟ َﻬُ ْﻢ َﻋ َﺬ‬ ٓ ِ tedâ-haber şeklinde iki isim cümlesinden oluşan “ ‫ﺍﺏ‬ َ ‫َﻭ َﻋ ٰ� ﺍَ ْﺑ َﺼﺎﺭِﻫ ْﻢ ِﻏ َﺸ‬ ٌ ‫ﺎﻭ�ٌ ۘ َﻭﻟ َُﻬ ْﻢ َﻋ َﺬ‬ ٓ ِ ۟ ‫ﻴﻢ‬ ٌ ‫”ﻋ ۪ﻈ‬ َ ifadelerinin ilki (ۘ ٌ�‫ﺎﻭ‬ َ ‫)ﻭ َﻋ ٰ� ﺍَ ْﺑ َﺼﺎﺭِﻫ ْﻢ ِﻏ َﺸ‬ َ kafirlerdeki bir vasfı (gözlerinde perde olmasını), ikinci cümle ise (۟ ‫ﻴﻢ‬ ٌ ‫ﺍﺏ َﻋ ۪ﻈ‬ َ bu kafirlerin hak ettiği cezayı ٌ ‫)ﻭﻟ َُﻬ ْﻢ َﻋ َﺬ‬ bahse konu etmektedir. Buna göre vasıf ve cezanın belirtildiği bu iki cümle ِ kelimesinde vakf yapılabilir. Secâvendî de bu gerekçeye istiarasında “ٌ�‫ﺎﻭ‬ َ ‫”ﻏ َﺸ‬ naden burada vakf yapılabileceğini gösteren vakf-ı mücevvez alametine yer vermesine rağmen vasl yapılabileceğine dair herhangi bir izahı ise söz konusu değildir.253 Bu bağlamda “۟ ‫ﻴﻢ‬ ٌ ‫ﺍﺏ َﻋ ۪ﻈ‬ َ ifadesi, öncesi ile anlam irtibatı olan ٌ ‫”ﻭﻟ َُﻬ ْﻢ َﻋ َﺬ‬ bir cümle olması hasebiyle mezkûr yerde vaslın uygun olduğu evvelemirde anlaşılan bir durum olduğu için ayrıca vasl yapılabileceğine işaret edilmesi gerekli görülmemiş olabilir. Bize göre zikri geçen müstakil iki isim cümlesi arasında vakfın evlâ, vaslın da uygun olduğu yönünde bir yoruma gidilebilir. 2. Vakf Gerekçesi Zikredilip Vakfın Evlâ Olduğunun Belirtilmesi Vakf-ı mücevvez olarak tayin edilen bazı yerlerde vakf gerekçesi zikredilmiş ve akabinde vakfın evlâ olduğu özellikle vurgulanmıştır. Mesela ﴾ �‫� َ�ُﻭ‬ ْ َ ‫َﻭ َﻻ‬ ِ ِ cümlesinde meful, fiilinin ‫ﺎﻱ ﻓَﺎﺗ � ُﻘﻮ ِﻥ‬ ۪ َ ‫ ﴿ ﺑِﺎٰﻳ‬âyetinde254 “‫ﺎﻱ ﻓَﺎﺗ � ُﻘﻮ ِﻥ‬ َ � ‫ﻴﻼ ۘ َﻭ�ﻳ‬ َ � ‫”ﻭ�ﻳ‬ َ ً ‫ﺎ� ﺛَﻤَﻨًﺎ ﻗَ ۪ﻠ‬ önüne geçtiği için âyetteki söz dizimi değişmiştir. Secâvendî, bu sebeple mezkûr cümlenin öncesinde vakf yapılabileceğini gösteren vakf-ı mücevvez el-Bakara 2/7. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/180. Ayrıca Bakara 2/87, 185, 197, 219, 223, 231, 273 âyetlerindeki vakf-ı mücevvez alametlerinin değerlendirilmesi esnasında da Secâvendî, vakf gerekçesini zikretmiş, vasl’a dair herhangi bir izaha yer vermemiştir. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’lvukûf, 1/215, 276, 286, 300, 307, 311, 344. 254 el-Bakara 2/41. 252 253 79 MUSHAFLARDA ALAMETLER alametine yer vermiştir. Ayrıca “daha câizdir.” (‫ )ﺃ َ ْﺟ َﻮﺯ‬şeklinde tercih ettiği ifa- deden de anlaşıldığı üzere burada yapılan vakfın evlâ olduğunu özellikle vurgulamıştır.255 Anlaşıldığı kadarıyla Secâvendî’nin tercih ettiği “daha câiz” ifadesinden hareketle ilgili yerde vakfın evlâ, vaslın da uygun olduğu söylenebilir. Zikri geçen gerekçenin, vakf-ı câiz bölümünde aktarılan örnek âyette de serdedilen bir gerekçe olması bize göre dikkat çekicidir. Daha önce de belirtildiği üzere 256 ِ ِ ﴾ ۜ ‫ﻮﻥ‬ ْ ِ ‫ﻚ َﻭﺑ‬ ْ ِ ‫َﻭﺑ‬ ۚ َ ِ‫ﻚ َﻭ َﻣ ٓﺎ ُﺍ ْﻧﺰِ َﻝ ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒﻠ‬ َ ‫ﻮﻥ ﺑ ِ َﻤ ٓﺎ ُﺍ ْﻧﺰِ َﻝ ﺍِﻟ َْﻴ‬ َ ‫ﻳﻦ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ‬ َ ‫ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ� ُﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗ ِ ُﻨ‬ َ ‫ ﴿ َﻭ�ﻟ � ۪ﺬ‬âyetinde “ �‫ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ‬ ِ ۜ ‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫”ﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗِﻨ‬ ُ cümlesinin evvelinde atıf harfi (‫ )ﻭ‬olması hasebiyle öncesindeki “ ‫ﻣ ْﻦ‬ ِ ‫ﻚ‬ ْ ِ ‫”ﻭﺑ‬ ۚ َ ِ‫ ”ﻗَ ْﺒﻠ‬ifadesinde vasl yapılabilir. Ayrıca “ۜ ‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫ﺎﻻ ِٰﺧﺮَ� ُﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗِﻨ‬ َ cümlesinde meful (ِ�‫ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ‬ ْ ِ ‫)ﻭﺑ‬, َ ‫ )ﻳُﻮﻗ ِ ُﻨ‬önüne geçtiği ve buna bağlı olarak âyetlerdeki söz َ fiilinin (ۜ ‫ﻮﻥ‬ dizimi farklılaştığı için vakf yapılması da uygundur.257 Buna göre vakf-ı câiz ile vakf-ı mücevvez’in bazı yerlerde aynı vakf gerekçesine dayandırılması ve bu bağlamda iki vakf türünde bazen vakfın bazen de vaslın evleviyeti şeklinde aynı hükümlerin ileri sürülebilmesi de göstermektedir ki mezkûr iki vakf çeşidi arasında benzerlik söz konusudur. 3. Vakf ve Vasl Gerekçesi Zikredilip Vaslın Evlâ Olduğunun Belirtilmesi ِ ِ ُ ‫ﻮﻥ ﻓَﺮ۪�ﻘًﺎ ِﻣﻨ‬ ﴾‫ﺎﻻِ ْﺛ ِﻢ َﻭ� ْﻟ ُﻌ ْﺪ َﻭ� ِ ۜﻥ‬ ْ ِ ‫ﻭﻥ َﻋﻠ َ ْﻴﻬِ ْﻢ ﺑ‬ ُ ‫ﻮﻥ ﺍَ ْﻧ ُﻔ َﺴ‬ َ ‫ﻜ ْﻢ َﻭﺗُ ْﺨﺮِ ُﺟ‬ َ ُ‫﴿ ﺛُﻢ� ﺍَ ْﻧ ُﺘ ْﻢ ٰﻫ ٓ ُﺆ َ ٓ۬ﻻ ِﺀ ﺗ َ ْﻘ ُﺘﻠ‬ َ ‫َﺎﻫ ُﺮ‬ ْ َ ‫ﻜ ْﻢ ﻣ ْﻦ ِﺩﻳَﺎﺭِﻫ ْﻢ ۘ ﺗَﻈ‬ ِ âyetinde258 “‫ﻭﻥ‬ َ ‫ ”ﺗَﻈ َﺎﻫَ ُﺮ‬fiili, isti’nâf cümlesi olabileceği için öncesindeki “‫”ﺩﻳَﺎﺭِﻫِ ْﻢ‬ kelimesinde vakf yapılabilir. Secâvendî’ye göre tercihe şayan olan görüş, mezkûr fiilin hâl olarak değerlendirilmesidir ki bu durumda ilgili yerde vasl yapılması daha uygundur. Secâvendî de bu sebeple vakf-ı mücevvez’e konu ettiği bu yerde vaslın evlâ olduğunu “Daha muteberdir.” (‫ )ﺃ َ ْﻭ َﺟﻪ‬ifadesi ile be- lirtmiştir.259 Görüldüğü üzere vakf-ı mücevvez alameti bulunan bu yerde hem Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/201. el-Bakara 2/4. 257 Secâvendî, İlelu’l-vukûf, 1/128, 177. 258 el-Bakara 2/85. 259 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/213. Bakara 2/136, 138 âyetlerindeki vakf-ı mücevvez alameti bulunan yerlerde de aynı şekilde vakf ve vasl gerekçesine yer verildikten sonra vaslın evlâ olduğuna vurgu yapılmıştır. Bu değerlendirmeler için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/243, 245. 255 256 80 MUSHAFLARDA ALAMETLER vakf ve hem de vasl gerekçesi zikredilmiş ve akabinde vaslın evlâ olduğu özellikle vurgulanmıştır. 4. Vakf ve Vasl Gerekçesi Zikredilip Evlâ Olanın Belirtilmemesi Vakf-ı mücevvez alameti bulunan bazı yerlerde ise vakf ve vasl gerekçesi zikredilmiş, hangisinin evlâ olduğu ise belirtilmemiştir. Örneğin ﴾ ‫ﻳﻦ‬ َ ‫ﺍُﻭ۬ﻟٰ ٓ ِﺌ‬ َ ‫ﻚ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ 260 ِ ْ ِ ‫ﺍﺷ َ� َ ُﻭ� ﺍ ْﻟ َﺤ ٰﻴﻮ� َ ﺍﻟ �ﺪ ْﻧﻴَﺎ ﺑ‬ ۟ ‫ﻭﻥ‬ ْ ﴿ âyetinde “‫ﻒ‬ َ ‫ﺍﺏ َﻭ َﻻ ُﻫ ْﻢ ﻳُ ْﻨ َﺼ ُﺮ‬ ُ �‫”ﻓَ َﻼ ﻳُ َﺨﻔ‬ ُ �‫ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ�ۘ ﻓَ َﻼ ﻳُ َﺨﻔ‬ ُ ‫ﻒ َﻋ ْﻨ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟﻌَ َﺬ‬ fiili, isti’nâf cümlesi olduğu için bu fiilin öncesinde yani “ِۘ�‫ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ‬ ْ ِ ‫ ”ﺑ‬kelimesinde vakf yapılabilir. Ayrıca fiilin başındaki “fâ” harfi, cevap ve cezâ anlamını ihtiva eden “fâ-i takibiyye” olduğu ve buna bağlı olarak mezkûr fiilin, öncesi ile lafız ve anlam irtibatı bulunduğu için vasl da yapılabilir.261 Görüldüğü üzere hem vakf ve hem de vaslın uygun olduğunun gerekçeleri serdedilmesine rağmen vakf ya da vaslın evleviyeti ile ilgili herhangi bir tercih belirtilmemiştir. Buna göre iki farklı i‘rap takdirinin geçerli olduğu bu tür yerlerde tercih edilen i‘rap takdirine göre vakf ya da vasl yapılması uygundur. Vakf-ı mücevvez ile ilgili olarak Secâvendî’nin herhangi bir tanıma yer vermemesi, mahiyeti ve özgünlüğünün tespiti için bu vakf türünün ismini ve bu vakfın bulunduğu yerlerde serdedilen gerekçeleri dikkate değer kılmıştır. Bu itibarla el-mücevvez li vechin isminden hareketle vakf-ı mücevvez, vasl yapılması gereken bir yerde bir yönüyle / bir takdire göre vakfın da câiz kılınması şeklinde anlaşılabilir. Buna göre diğer bir deyişle, vasl yapılması öncelikli bir tercih; vakf yapılması ise tali bir tercihtir. Bakara sûresi özelinde vakfı mücevvez alameti bulunan âyetler incelendiğinde ise böyle bir değerlendirmenin her yer için geçerli olmadığı görülmüştür. Zira yukarıda da tasnif edildiği üzere bu vakf türüne konu olan bazı yerlerde vakfın evleviyeti, bir kısım yerlerde de vaslın evleviyeti sarih bir şekilde vurgulanmıştır. Bazı yerlerde ise herhangi bir tercih belirtilmeksizin vakf ve vasl yapılabileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla el-mücevvez li vechin ifadesi için isim ile müsemmanın tam olarak eşdeğer olmadığı yorumu yapılabilir. Nihai olarak şöyle bir tanım denemesi yapılabilir: “Vakf-ı mücevvez, vasl yapılabilecek bir yerde bazı durumlarda bir yönüyle vakf yapılmasının da uygun olmasıdır. [Vakf-ı mücevvez’e konu olan yerlerde bazen vakf, bazen de vasl yapılması evlâ olabilir.]. Bu tanıma göre vakf-ı câiz ile vakf-ı mücevvez’in ciddi anlamda benzerlikleri söz konusudur. Zira vakf-ı câiz’de de vakf ya da vasl evlâ olabileceği gibi bazı durumlarda da vakf ve vasl yapılması eşit 260 261 el-Bakara 2/86. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/130, 214. Ayrıca Bakara 2/89 âyetindeki vakf-ı mücevvez alameti için serdedilen değerlendirmeler için de bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/217. 81 MUSHAFLARDA ALAMETLER düzeyde câiz olabilmektedir. Buna rağmen vakf-ı câiz’in, vakf-ı mücevvez’i de içeren daha kapsamlı bir vakf türü olduğu sonucuna ulaşılabilir. 2.1.5. Vakf-ı Murahhas (‫)ﺹ‬ Secâvendî’nin, “ruhsat” kelimesinin bir türevi olarak tef‘îl babından ism-i meful sîgası olan “el-murahhas zarûreten” ismi ile işaret ettiği262 ve alamet olarak “Sâd” (‫ )ﺹ‬harfini tayin ettiği263 vakf-ı murahhas, müstakil ve anlamlı birkaç cümleden oluşan uzun âyetlerde, cümleler arasındaki lafız ve anlam irtibatına rağmen nefesin yetmemesi gibi ârızî ve zaruri bir duruma istinaden kelamın anlaşılır olduğu bir yerde vakf yapılmasına ruhsat verilmesidir. Vakf yapılan kelimede cümle tamamlandığı ve sonrası da müstakil ve anlaşılır bir cümle olduğu için böyle bir yerde vakf yapıldıktan sonra geriden almaksızın ِ ‫ﺍﻻ َﺭ‬ tilâvete devam edilmesi uygundur. Örneğin ﴾ ۖ ً‫�ﻟﺴ َﻤ ٓﺎﺀَ ﺑِﻨَ ٓﺎﺀ‬ َ ْ ْ ‫ﺍَﻟ � ۪ﺬﻱ َﺟﻌَ َﻞ �َﻜُ ُﻢ‬ � ‫ﺽ ﻓ َﺮ�ﺷًﺎ َﻭ‬ ِ ‫ ﴿ َﻭ� َ ْﻧ َﺰ َﻝ ِﻣ َﻦ ﺍﻟﺴ َﻤ‬âyetinde264 “ۖ ً‫ ”ﺑِﻨَ ٓﺎﺀ‬kelimesinde bahsi ِ ‫ٓﺎﺀ َﻣ ٓﺎﺀً ﻓَﺎ َ ْﺧ َﺮ َﺝ ﺑ ِ ۪ﻪ ِﻣ َﻦ ﺍﻟﺜ � َﻤ َﺮ‬ ۚ ‫ﻜ ْﻢ‬ ُ َ � ‫�ﺕ ﺭِ ْﺯﻗًﺎ‬ � ِ َ‫”ﻭ� َ ْﻧﺰَ َﻝ ِﻣ َﻦ ﺍﻟﺴﻤ‬ geçen gerekçeye istinaden vakf yapılması, “‫ٓﺎﺀ‬ َ cümlesi ile tilâvete � devam edilmesi uygun görülmüştür. Böyle bir durumda iki cümlenin de anlaşılması noktasında herhangi bir sıkıntı oluşmamaktadır. Bununla beraber “‫”ﻭ� َ ْﻧ َﺰ َﻝ‬ َ fiilinin fâili, öncesindeki âyette geçen Allah lafzına râci‘ bir zamir ol- duğu için bu cümle, öncesi ile lafız ve anlam irtibatı olan bir cümledir. Bu sebeple ilgili yerde vasl yapılması öncelikli bir tercih olabilir. Buna rağmen nefesin yetmemesi gibi zaruri bir gerekçeye istinaden vakf yapıldığı takdirde kelam anlaşılır olduğu için geriden almaksızın tilâvete devam edilmesi de uygundur.265 Secâvendî’nin vakf-ı murahhas olarak tayin ettiği yerlerde serdettiği gerekçelerden hareketle bu vakf türünün daha doğru anlaşılabileceği kanaatindeyiz. Bu itibarla Türkiye’deki mushaflarda tespitimize göre 91 tanesi âyet içerisinde 65 tanesi ise âyet sonunda olmak üzere toplam 156 yerde vakf-ı murahhas alameti vardır.266 Bunların 30 tanesi Bakara sûresindedir.267 Vakf-ı Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/131. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169. 264 el-Bakara 2/22. 265 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/131. 266 Bazı ilmî çalışmalarda vakf-ı murahhas alametlerinin sayısı ile ilgili farklı veriler de söz konusudur. Örneğin bk. Koyuncu, Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf İbtidâ’nın Rolü, 139 (752 no’lu dipnot); Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 96. 267 el-Bakara 2/16, 22, 23, 27, 35, 36, 41, 62, 112, 113, 128, 144, 164, 187, 187, 189, 194, 198, 208, 213, 223, 228, 229, 231, 243, 245, 266, 267, 282, 282. 262 263 82 MUSHAFLARDA ALAMETLER murahhas’a konu olan tüm yerlerin tasnif ve tahlili bu çalışmanın kapsamını aşacağı için Bakara sûresi özelindeki bir tasnif ve tahlil ile yetinilecektir. Böyle bir inceleme neticesinde vakf-ı murahhas alameti bulunan yerler aşağıdaki gibi tasnif edilebilir: 1. Vakf-ı murahhas’a konu olan bazı yerlerde vakf gerekçesi; “nefesin yetmemesi” (‫)ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻟﻨﻔﺲ‬,268 “âyetin uzun olması” (‫)ﺿﺮﻭﺭ� ﻃﻮﻝ ﺍﻻﻳﺔ‬269 / (‫)ﻃﻮﻝ ﺍ�ﻜﻼﻡ‬270 gibi ifadelerle sarih bir şekilde belirtilmiştir. Örneğin ﴾ َ ‫ﻀ َﻼﻟَﺔ‬ � ‫ﺍﺷ َ� َ ُﻭ� ﺍﻟ‬ َ ‫ﺍُﻭ۬ﻟٰ ٓ ِﺌ‬ ْ ‫ﻳﻦ‬ َ ‫ﻚ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ 271 ‫ﻳﻦ‬ ْ ‫ﻯ ﻓَ َﻤﺎ َﺭﺑ ِ َﺤ‬ ۖ ‫ ﴿ ﺑِﺎ ْﻟ ُﻬ ٰﺪ‬âyetinde “‫ﻯ‬ ۖ ‫ ”ﺑِﺎ ْﻟ ُﻬ ٰﺪ‬kelimesindeki vakf-ı َ ‫ﺎﺭ ُ�ُ ْﻢ َﻭ َﻣﺎ ﻛَﺎﻧُﻮ� ُﻣ ْﻬﺘَ ۪ﺪ‬ َ ‫ﺖ ﺗ ِ َﺠ‬ murahhas alametinin gerekçesi, “âyetin uzun olmasına bağlı olarak nefesin yetmemesi” (‫ )ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻟﻨﻔﺲ‬ifadesi ile belirtilmiştir. Ayrıca kelam anlaşılır olduğu için vakf yapıldıktan sonra geriden almaksızın tilâvete devam edilebileceği de (ibtidâ) özellikle vurgulanmıştır.272 2. Vakf-ı murahhas olarak tayin edilen bazı yerlerde sadece bu vakf türü- nün alameti olan “sâd” (‫ )ﺹ‬harfine yer verilmiş, bunun haricinde herhangi bir vakf ya da vasl gerekçesine değinilmemiştir.273 Secâvendî muhtemelen sadece bazı örnek yerler üzerinden vakf-ı murahhas gerekçesini tayin etmiş; diğer benzer yerlerin de bu çerçevede değerlendirilmesini ehlinin ferasetine tevdi etmiştir. 3. Vakf-ı murahhas olarak tayin edilen yerlerin önemli bir kısmında ise vakfa konu olan cümle ve sonrasındaki cümle arasında lafız ve anlam irtibatı bulunduğuna işaret etmekle yetinilmiştir. Bu münasebetle ma‘tûf olan iki cümlenin öğelerinin aynı olduğu (�‫)ﻟﻌﻄﻒ ﺍﻟﺠﻤﻠﺘ� ﺍﻟﻤﺘﻔﻘﺘ‬274, (�‫)ﻟﻌﻄﻒ ﺍﻟﻤﺘﻔﻘﺘ‬275, Bakara 2/16’daki vakf-ı murahhas alametinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/185. Bakara 2/164’teki vakf-ı murahhas alametinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/311. 270 Bakara 2/231’deki vakf-ı murahhas alametinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/263. 271 el-Bakara 2/16. 272 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/185. 273 Bakara 2/23, 243 ve 245 âyetlerindeki vakf-ı murahhas alametleri için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/191, 319, 320. 274 Örneğin Bakara 2/22, 36, 112, 113, 128, 187, 194, 208, 282 âyetlerindeki vakf-ı murahhas alametlerinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/191, 199, 229, 230, 237, 278, 282, 291, 351. 275 Örneğin Bakara 2/27, 189, 198, 213, 228, 229, 267, 282 âyetlerindeki vakf-ı murahhas alametlerinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/195, 281, 287, 293, 309, 339, 349. 268 269 83 MUSHAFLARDA ALAMETLER (�‫)ﻻﺗﻔﺎﻕ ﺍﻟﺠﻤﻠﺘ‬276 gibi bazı ifadelerle vurgulanmıştır. Örneğin ﴾ ‫ﺍﺳﻜُ ْﻦ‬ ْ ‫َﻭ ُﻗ ْﻠﻨَﺎ ﻳ َ ٓﺎ ٰﺍﺩَ ُﻡ‬ � ُ َ‫ﺚ ِﺷ ْﺌ ُﺘ َﻤﺎ ۖ َﻭ َﻻ ﺗ َ ْﻘ َﺮﺑَﺎ ٰﻫ ِﺬﻩِ ﺍﻟ �ﺸ َﺠ َﺮ� َ ﻓَﺘ‬ َ ‫ﺖ َﻭ َﺯ ْﻭ ُﺟ‬ ُ ‫ﻚ ﺍ ْﻟ َﺠﻨ�ﺔ َ َﻭ ُﻛ َﻼ ِﻣ ْﻨﻬَﺎ َﺭﻏَ ًﺪﺍ َﺣ ْﻴ‬ َ ‫ﻜﻮﻧَﺎ ِﻣ َﻦ ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ۪ﻤ‬ َ ‫ ﴿ ﺍَ ْﻧ‬âye- tinde277 “‫”ﻭﻛُ َﻼ‬ َ ile “‫”ﻭ َﻻ ﺗ َ ْﻘﺮَﺑَﺎ‬ َ fiillerinin faili olan iki zamirin mercii de Hz. Âdem ve onun eşi Havvâ’dır. Bu iki fiil cümlesi arasındaki böyle bir öğe ittifakına (�‫ )ﻻﺗﻔﺎﻕ ﺍﻟﺠﻤﻠﺘ‬istinaden “ۖ ‫ﺚ ِﺷ ْﺌﺘُ َﻤﺎ‬ ُ ‫ ” َﻭﻛُ َﻼ ِﻣ ْﻨﻬَﺎ َﺭﻏَ ًﺪﺍ َﺣ ْﻴ‬cümlesinin sonunda tilâvetin geçici bir süre durdurulabileceği, vakf-ı murahhas olarak tayin edilmiştir.278 Buna göre iki cümle arasındaki lafız irtibatına istinaden ilgili yerin aslında vasl yeri olduğu dolaylı bir şekilde ifade edilmiş olur. Bununla beraber muhtemelen tek nefeste tilâvet edilmeye uygun olmadığı düşünülerek âyetin ilgili yerinde vakf yapılması da uygun görülmüştür. Zira tayin edilen vakf yerinde tilâvete ara verildiğinde sonrası ile tilâvete devam edilmesi (ibtidâ) kelamın anlaşılır olması nedeniyle uygundur. Dolayısıyla lafız ve anlam irtibatının bulunduğu bu yerde aslında vasl yapılması gerekirken ihtiyaca binaen vakf yapılması da uygun olarak değerlendirilmiştir. Vakf-ı murahhas için serdedilen vakf gerekçesini ihtiva etmesine rağmen Secâvendî, bazı yerlerde vakf-ı murahhas’a işaret etmemiştir. Bu itibarla benzer yerlerde müellifin aynı vakf türünü tayin etmemesi, iki şekilde yorumlanabilir. İlk yoruma göre müellifin bazı yerlerde sehven vakf-ı murahhas’a işaret etmediği söylenebilir. Ancak sûre tertibine göre tüm âyetlerin cümle kurgusu ve anlam açısından detaylıca incelendiği bir vakf sisteminde böyle bir yorumun teyidi mümkün gözükmemektedir. Bu sebeple muhtemeldir ki Secâvendî, bazı yerlerde vakf-ı murahhas’a işaret etmekle iktifa etmiş; aynı vakf gerekçesini ihtiva ettiği halde bu vakf alametine işaret etmediği yerlerin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini ise ehlinin ferasetine tevdi etmiş olabilir. Bu da göstermektedir ki, Secâvendî’nin vakf sisteminin esas alınması, sadece vakf alametleri ile işaret ettiği yerlere tabi olmaktan ibaret değildir. Bunun da ötesinde onun tayin ettiği yerlerdeki değerlendirmelerinden yola çıkarak onun vakf sisteminin künhüne vakıf olmak suretiyle hareket etmek daha makul bir yaklaşımdır. Dolayısıyla Secâvendî’nin vakf tercihlerini benimseyen bir okuyucu, Kur’an tilâvetinde, gerekçesini ihtiva ettiği halde vakf-ı murahhas işareti bulunmayan bir yerde de bu ruhsata binaen vakf yapabilir. Cuma hutbelerinde okunan Nahl sûresi 90. âyetin tilâvetinde yapılan vakf hatası bu bağlamda en çok örnek gösterilen yerlerden birisidir. Mehmet Emin Maşalı’nın da örnek olarak zikrettiği279 bu âyet, bilindiği üzere müstakil ve Örneğin Bakara 2/35, 41, 62 âyetlerindeki vakf-ı murahhas alametlerinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/199, 201, 206. 277 el-Bakara 2/35. 278 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/199. 279 Bk. Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 151-152. 276 84 MUSHAFLARDA ALAMETLER anlamlı üç kısa cümleden oluşmaktadır. İlk cümlede ( ‫�ﻻِ ْﺣ َﺴﺎ ِﻥ‬ ْ ‫ﺍ� َ ﻳ َ ْﺄ ُﻣ ُﺮ ﺑِﺎ ْﻟﻌَ ْﺪ ِﻝ َﻭ‬ � ‫ﺍِ �ﻥ‬ ِ ‫)ﻭ ۪�ﻳﺘَٓﺎ‬ �ٰ ‫ﺉ ِﺫﻱ ﺍ ْﻟ ُﻘ ْﺮ‬ َ üç hususa riayet edilmesi emredilmiş, ikinci cümlede ise ( ‫َﻭ� َ ْﻨ ٰﻬﻰ‬ ِ � َ üç husus nehyedilmiştir. Son cümlede de ( ‫ﻳَﻌِﻈُﻜُ ْﻢ ﻟ َﻌَ��ﻜُ ْﻢ‬ ۚ ِ ْ َ‫)ﻋ ِﻦ ﺍ ْﻟﻔَ ْﺤ َﺸٓﺎﺀ َﻭ� ْﻟ ُﻤ ْﻨﻜَﺮِ َﻭ� ْﻟﺒ‬ ‫ﻭﻥ‬ َ ‫ )ﺗ َ َﺬ� ُ�ﺮ‬bahsi geçen emir ve yasakların hikmetine işaret edilmiştir. Bu yö- nüyle ilgili âyet, vakf yapılmaksızın tek nefeste okunabileceği gibi nefesin yetmemesi gibi nedenlere bağlı olarak mezkûr cümlelerin sonlarında vakf yapılmak suretiyle de okunabilir. Dolayısıyla böyle bir gerekçeye istinaden örneğin ilk cümlenin sonunda vakf yapılması, vakf-ı murahhas olduğuna işaret edilmemiş olsa da, Secâvendî’nin vakf-ibtidâ yaklaşımına göre vakf-ı murahhas olarak değerlendirilebilir ve burada geriden almaksızın vakf yapılabilir. Bu münasebetle Cuma hutbesi ve iç/ikinci ezan öncesinde ülkemizde müezzinler tarafından genellikle okunan ﴾ ‫ﻳﻦ‬ ِ ِ ‫�ﻮﻥ َﻋ َ� ﺍﻟﻨ‬ � ‫ﺍِ �ﻥ‬ َ ‫ﺍ� َ َﻭ َﻣﻠٰ ٓ ِﺌﻜَﺘَ ُﻪ ﻳُ َﺼﻠ‬ َ ‫� ۜ ﻳ َ ٓﺎ ﺍَ ��َﺎ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ ّ � 280 ِ ِ ‫ﻴﻤﺎ‬ ْ َ �‫ﺻﻠ �ﻮ� َﻋﻠ َ ْﻴﻪ َﻭ َﺳﻠّ ُﻤﻮ‬ ً ‫� ۪ﻠ‬ َ �‫ ﴿ ٰﺍ َﻣ ُﻨﻮ‬âyetinde yapılan vakf hatasına da dikkat çekile- bilir. Bu âyeti okuyan bazı görevlilerin “ِ‫”ﺻﻠ �ﻮ� َﻋﻠ َ ْﻴﻪ‬ َ cümlesinde vakf yapıp aka- binde geriden almak suretiyle tilavete devam ettiği görülmektedir. Zira ehlince de malum olduğu üzere ülkemizdeki tilâvet teâmülüne göre vakf alameti bulunmayan bir yerde vakf yapıldığı takdirde geriden alıp tilâvete devam edilmesi gerekir. Hal böyle iken âyette vakfa konu olan “ِ‫”ﺻﻠ �ﻮ� َﻋﻠ َ ْﻴﻪ‬ َ cümlesi ile ِ َ cümlesi arasında matuf-matufun aleyh şeklinde devamındaki “‫ﻴﻤﺎ‬ ْ َ �‫”ﻭ َﺳﻠّ ُﻤﻮ‬ ً ‫� ۪ﻠ‬ lafız irtibatı bulunsa da diğer taraftan her iki cümle de anlaşılır ve müstakil iki cümledir. Bu sebeple herhangi bir gerekçe ile “ِ‫”ﺻﻠ �ﻮ� َﻋﻠ َ ْﻴﻪ‬ َ cümlesinde vakf yapılması, vakf-ı murahhas olarak değerlendirilmeye elverişlidir ve buna bağlı olarak ilgili yerde yapılan vakfın akabinde geriden almaya da gerek olmayabilir. Bununla beraber kısa cümlelerden oluşması hasebiye ilgili yerde vasl yapılması bize göre tercihe şayandır. Vakf-ı murahhas olarak değerlendirilmeye elverişli başka yerler de olmasına rağmen sadece iki örnek âyetle iktifa etmiş olalım. Ülkemizdeki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin dikkatini çeken diğer bir husus ise bazı yerlerde vakf-ı murahhas (‫ )ﺹ‬ile vakf-ı lâ (‫)ﻻ‬ alametlerinin birlikte bulunuyor olmasıdır. Nitekim Tekvîr sûresinde 11 280 el-Ahzâb 33/56 85 MUSHAFLARDA ALAMETLER âyette281, A‘lâ sûresinde 3 âyette282, Fecr sûresinde 8 âyette283, Şems sûresinde 13 âyette284, Fîl sûresinde ise 1 âyette285 olmak üzere toplam 36 yerde bu iki vakf türüne birlikte yer verilmiştir. Bu itibarla vakf yapılmaması gerektiğini belirten vakf-ı lâ ile vakf yapılabileceğini gösteren vakf-ı murahhas’ın aynı yerde birlikte bulunması evvelemirde çelişkili bir durum gibi düşünülebilir. Ancak özellikle âyet sonlarındaki bu durumun yorumlanabileceği kanaatindeyiz. Örneğin bu iki alametin birlikte en çok zikredildiği Şems sûresinde 1-10. âyetler arasında matuf-matufun aleyh ve kasem-cevap şeklinde lafız ve anlam irtibatı bulunmaktadır. Bu sebeple Secâvendî, mezkûr âyetlerin sonunda genel olarak vakf yapılmaması gerektiğini (...‫ )ﻻ ﻭﻗﻒ ﻣﻄﻠﻘﺎ ﺍ� ﻗﻮﻟﻪ‬belirtmiştir. Dolayı- sıyla bu yerlerde vasl yapılması öncelikli bir tercih olarak düşünülebilir. Ay- rıca “nefes yetersizliği” (‫ )ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻟﻨﻔﺲ‬şeklinde belirtilen gerekçeye istinaden her âyet sonunda vakf yapılabileceğine de değinmiştir.286 Ancak bahsi geçen iki duruma işaret eden herhangi bir vakf alameti tayininde bulunmamıştır. Bilindiği üzere Secâvendî’nin kullandığı ilk ifade (‫)ﻻ ﻭﻗﻒ‬, vakf-ı lâ’ya (‫ ;)ﻻ‬zikrettiği diğer gerekçe ise (‫ )ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻟﻨﻔﺲ‬vakf-ı murahhas’a (‫ )ﺹ‬işaret etmektedir. Muhtemeldir ki bu verilerden mülhem olarak ülkemiz mushaflarında mezkûr yerlerde vakf-ı lâ ve vakf-ı murahhas alametlerine birlikte yer verilmiştir. Buna göre vakf-ı murahhas, âyet sonu olmasının da etkisiyle ve nefes alma ihtiyacı gibi zaruri bir duruma istinaden vakf yapılabileğini; vakf-ı lâ ise âyetler arasındaki lafız ve anlam irtibatını göstermektedir. Görüldüğü üzere vakf-ı murahhas, öncesi ile lafız ve anlam irtibatı bulunan bir yer olması nedeniyle vasl yapılması gereken bir yerde, kelamın uzun olması ve buna bağlı olarak nefesin yetmemesi gibi zaruri bir durum nedeniyle vakf yapılmasına ruhsat tanınması şeklinde tarif edilebilir. Bu tarife göre vakfı murahhas’ın diğer vakf türlerinden özellikle de vakf-ı câiz ve vakf-ı mücevvez’den farklı olduğu husus, tek nefeste okumaya uygun olmayan uzun âyetlerde nefesin yetmemesi gibi zaruri bir duruma istinaden vasl yapılması gereken bir yerde vakf yapılmasına da imkân tanınmasıdır. Zira bahsi geçen iki vakf türünde, geçerli olan farklı i‘rap takdirlerinden tercih edilen i‘raba göre vakf ya da vasl yapılması uygun olabilmektedir. Vakf-ı murahhas’ta ise âyetin uzun olması ve buna bağlı olarak nefesin yetmemesi gibi zaruri bir durum söz et-Tekvîr 81/1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 10, 11, 12, 13. el-A‘lâ 87/2, 3, 4. 283 el-Fecr 89/6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13. 284 eş-Şems 91/1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 12, 14, 14. 285 el-Fîl 105/4. 286 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/1132. 281 282 86 MUSHAFLARDA ALAMETLER konusudur. Böyle bir gerekçenin olduğu yerde vakf yapılması zorunlu bir durumdur ki bilindiği üzere vakf-ibtidâ literatüründe bu şekilde yapılan vakf, vakf-ı ızdırârî şeklinde isimlendirilmektedir. Zorunlu bir gerekçeye istinaden vakf yapıldığında kelamın anlaşılır olup olmamasına göre vakf yapılan yerin devamının tilâvet başlangıcı yapılıp yapılmayacağına karar verilmektedir. Bu bağlamda vakf-ı murahhas olarak tayin edilen yerin sonrası anlaşılır bir kelam olduğu için geriden almaksızın tilâvete devam edilmesi (ibtidâ) uygundur. 2.1.6. Vakf-ı Lâ (‫)ﻻ‬ Secâvendî’nin, “vakf yapılması câiz olmayan” (‫ )ﻣﺎ ﻻ ﻳﺠﻮﺯ ﺍﻟﻮﻗﻒ‬şeklinde ifade ettiği287, alamet olarak “lâmelif” (‫ )ﻻ‬harfini tayin ettiği288 “vakf-ı lâ” olarak isimlendirebileceğimiz bu vakf türü ile ilgili müellifin sarih bir tanımı yoktur. Bununla beraber müellifin kullandığı “vakf yapılması câiz olmayan” ( ‫ﻣﺎ‬ ‫ )ﻻ ﻳﺠﻮﺯ ﺍﻟﻮﻗﻒ‬ve “kendisinde vakf yapılmaz” (‫)ﻻ ﻭﻗﻒ ﻋﻠﻴﻪ‬289 gibi bazı ifadelerin- den hareketle vakf-ı lâ, evvelemirde vakf yapılmaması gerektiğini belirten bir alamet şeklinde anlaşılabilir. Secâvendî’ye göre mezkûr vakf türü ile ilgili vurgulanması gereken en önemli husus ise vakf-ı lâ alametinin sonrasının tilâvet başlangıcına (ibtidâya) uygun olmamasıdır. Dolayısıyla vakf-ı lâ, vakfın uygun olmadığını belirtmesinin ötesinde aslında kabîh bir ibtidâya sebep olacak bir vakfın önüne geçِ ِ ‫َﻭﻟ‬ mektedir. Örneğin ﴾ ‫� َﻭ َﻻ‬ ٍ ِ ‫ﺍ�ِ ِﻣ ْﻦ َﻭ‬ َ ‫ﺖ ﺍَ ْﻫﻮَ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ﺑ َ ْﻌ َﺪ ﺍﻟ � ۪ﺬﻱ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ َﻣﺎ ﻟ‬ � ‫َﻚ ِﻣ َﻦ‬ َ ‫َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ‬ ّ ٍ�‫…“ ﴿ ﻧ َ ۪ﺼ‬sana gelen ilimden sonra onların hevâ ve arzusuna tabi olursan Allah senin için ne bir dost ne de bir yardımcıdır.” âyetinde290 muhtemel bir vakf yeri olarak düşünülen “ۙ ‫ ”ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ‬kelimesinde vakf yapılıp geriden almaksızın “ ‫َﻣﺎ‬ ٍ�‫� َﻭ َﻻ ﻧ َ ۪ﺼ‬ ٍ ِ ‫ﺍ�ِ ِﻣ ْﻦ َﻭ‬ َ ‫ ”ﻟ‬ile tilâvete devam edildiği (ibtidâ) takdirde şart ve cevap � ‫َﻚ ِﻣ َﻦ‬ ّ birbirinden ayrılmış olur. Buna göre “…sana gelen ilimden sonra onların hevâ ve arzusuna tabi olursan.” şart cümlesi ile tilâvet sona ermiş ve akabinde “Allah senin için ne bir dost ne de bir yardımcıdır.” ifadesi de ibtidâ cümlesi olmaktadır. Öncesi ile arasında var olan şart-cevap şeklindeki lafız ve anlam Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/132. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169. 289 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169. 290 el-Bakara 2/120. 287 288 87 MUSHAFLARDA ALAMETLER irtibatına halel getirdiği için böyle bir ibtidâ kabîh olarak değerlendirilmiştir.291 Bu sebeple burada vakfın yani diğer bir ifadeyle aslında devamından ibtidânın uygun olmadığını belirten vakf-ı lâ (‫ )ﻻ‬alametine yer verilmiştir.292 Örnek âyet üzerinden yapılan bu değerlendirmeye göre “vakf yapılmaması gerekir.” şeklinde anlaşılabilecek vakf-ı lâ ile aslında sonrasının ibtidâya uygun olmadığı kastedilmiştir. İbnu’l-Cezerî de vakf-ibtidâ âlimlerinin eserlerinde geçen “Şu yerde vakf yapılmaz.” (‫ )ﻻ ﻳﻮﻗﻒ ﻋ� ﻛﺬﺍ‬gibi ifadelerle “Mâba‘di ile ibtidâ yapılmaz.” (‫ )ﻻ ﻳﺒﺘﺪﺃ ﺑﻤﺎ ﺑﻌﺪﻩ‬anlamının kastedildiğini belirtmiştir.293 Buna göre vakf-ibtidâ âlimleri, vakfa elverişli olarak değerlendirdikleri yerlerde aslında sonrası ile ibtidânın uygun olduğunu ifade etmiş olmaktadır. Diğer taraftan âlimlerin vakfın uygun olmadığı yönündeki değerlendirmeleri de aslında o yerin devamının ibtidâya elverişli bir yer olmadığı ile ilgilidir. Bilindiği üzere vakf-ibtidâ alanında eser telif eden âlimler herhangi bir yerde vakfın uygun olup olmadığını ve buna bağlı olarak vakf yerlerini ve türlerini tayin ederken o kelimenin devamından ibtidânın uygun olup olmadığını dikkate almak suretiyle ibtidâ eksenli bir vakf yaklaşımına göre hareket etmektedir. Örneğin vakf-ı mutlak tanımında böyle bir yaklaşım açıkça görülmektedir. Zira vakf-ı mutlak, “kendisinden (vakf yapılmasından) sonra ibtidânın (tilâvete devam etmenin) hasen olarak değerlendirildiği bir yerde vakf yapılmasıdır. (‫”)ﻣﺎ ﻳﺤﺴﻦ ﺍﻻﺑﺘﺪﺍﺀ ﺑﻤﺎ ﺑﻌﺪﻩ‬294 Görüldüğü üzere vakfın konu edildiği bir yerde aslında ibtidâ da incelenmiş olmaktadır. Muhtemelen vakf ile ibtidâ arasındaki böyle bir irtibat nedeniyle vakf-ibtidâ eserlerinde sadece vakf türlerine yer verilmekle yetinilmiş, ibtidânın türlerine ise genellikle ayrıca işaret edilmemiştir. Bu sebeple tayin edilen vakf türleri diğer bir yönüyle ibtidânın da türleri olarak düşünülebilir. Örneğin sonrası ile lafız ve anlam irtibatı olmayan bir yerde vakf yapılması vakf-ı tam olarak isimlendirilirken böyle bir yerin sonrasında yapılan ibtidâ da ibtidâ-i tam şeklinde değerlendirilebilir. Bu açıklamalara göre vakf-ı lâ alameti ile ilgili şu şekilde genel bir yoruma gidilebilir: “Vakf-ı lâ alametinin bulunduğu bir yerde vakf yapılması mümkündür. Uygun olmayan ise sonrasının, tilâvet başlangıcı (ibtidâ) yapılmasıdır. Zira böyle bir yerde vakf yapıldığı takdirde geriden almaksızın sonrası ile Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/148-149. Ayrıca bk. Muhammed Pilgir, “DİB Mushafında Kullanılan ‫ﻻ‬Alametinin Karakteristik Özellikleri ve Bu Alametin Gerekliliği Hususu: Bakara Sûresi Örneği”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 28/1 (Haziran 2023), 181-183. 292 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/234. 293 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/234. 294 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/116; Secâvendî, Kitâbu’l-Vakfi ve’l-İbtidâ, 107. 291 88 MUSHAFLARDA ALAMETLER tilâvete devam edilmesi, kabîh bir ibtidâya sebep olacağı için vakf yapılmaması öncelikli bir tercihtir. Buna rağmen vakf yapılması gerekiyor ise bu durumda geriden alıp tilâvete o şekilde devam edilmelidir.” Vakf yapılması uygun olmakla birlikte aslında sonrasının ibtidâya uygun olmadığının kastedilmesi bu vakf türü ile vakf-ı hasenin benzer özellikte olduğunu göstermektedir. Zira bilindiği üzere vakf-ı hasen olarak değerlendirilen yerde de vakf uygun iken sonrası ise ibtidâya uygun değildir. Vakf-ı lâ alameti bulunan tüm yerler için özellikle de bazı âlimler nezdinde mutlak vakf mahalli olarak değerlendirilen âyet sonları için zikri geçen hükmün geçerliliği tetkike değerdir. Bu bağlamda tespitimize göre Secâvendî’nin vakf sistemini kullanan ülkemiz mushaflarında 346 tanesi âyet içerisinde 1056 tanesi ise âyet sonunda olmak üzere toplam 1402 yerde vakf-ı lâ (‫ )ﻻ‬alameti vardır.295 Bunların dörtte üçüne tekabül eden önemli bir kısmının âyet sonunda olduğu görülmektedir. Bu da göstermektedir ki, iki âyet arasında lafız ve anlam irtibatı devam etmekte ise Secâvendî, bu irtibata vakf-ı lâ alameti ile işaret etmiştir. Bu münasebetle vakf-ı lâ alameti bulunan bazı âyetler üzerinden bahsi geçen hükmün geçerliliği ve böylece mezkûr vakf türü anlaşılmaya çalışılacaktır. Secâvendî şart-cevap, bedel-mübdelün minh, mübtedâ-haber, sıfatmevsûf, ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh, müstesna-müstesna minh, âmil-mamûl gibi aralarında lafız ve anlam irtibatı bulunan terkiplerin arasında vakf yapılmaması gerektiğini belirtmiş ve bu yerleri vakf-ı lâ alametinin mahalli olarak tayin etmiştir.296 Örneğin ﴾ ‫ﻴﻢ‬ � ‫ﺍﺿﻄُﺮ� ۪� َﻣ ْﺨﻤَ َﺼﺔٍ ﻏَ ْ�َ ُﻣﺘَ َﺠﺎﻧ ِ ٍﻒ ِﻻِ ْﺛ ٍﻢ ۙ ﻓَﺎِ �ﻥ‬ ْ ‫ ﴿ ﻓَﻤَ ِﻦ‬âyeٌ ‫ﻮﺭ ﺭَ ۪ﺣ‬ ٌ ‫ﺍ� َ ﻏَ ُﻔ‬ tinde297 “‫ﻴﻢ‬ � ‫ ”ﻓَﺎِ �ﻥ‬cümlesi, öncesindeki şartın (‫ )ﻓَ َﻤ ْﻦ‬cevabıdır. Bu seٌ ‫ﻮﺭ َﺭ ۪ﺣ‬ ٌ ‫ﺍ� َ ﻏَ ُﻔ‬ ِ kelimesinde vakfın uygun olmadıbeple mezkûr cümlenin öncesindeki “ۙ ‫”ﻻِ ْﺛ ٍﻢ‬ ğını belirten vakf-ı lâ (‫ )ﻻ‬alametine yer verilmiştir.298 Nitekim haram olan yiyeceklerden bahseden âyetin bu kısmında, zikri geçen şart ve cevap şeklindeki i‘rap takdirine göre “hayati tehlikeye neden olan ciddi bir açlık durumunda zarurete binaen günaha girme kastı olmaksızın haram olan şeylerden yenil- Muhammed Coşkun’un tespitine göre ise 1155 adet vakf-ı lâ alameti vardır. Bk. Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 96. (Daha önceki vakf alametlerinin sayısı ile ilgili yerlerde olduğu gibi bu vakf alametinin sayısı hususunda da Hindî’nin Künûz’undan nakille böyle bir tespite ulaşmıştır.). 296 Detaylı bilgi için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/132-136. 297 el-Mâide 5/3. 298 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/132-133, 2/445. 295 89 MUSHAFLARDA ALAMETLER diği takdirde Allah’ın günahları bağışlayacağı ve merhametli olduğu” belirtilmektedir. Ancak “ۙ ‫ﺍﺿﻄُﺮ� ۪� َﻣ ْﺨ َﻤ َﺼﺔٍ ﻏَ ْ�َ ُﻣﺘَ َﺠﺎﻧ ِ ٍﻒ ِﻻِ ْﺛ ٍﻢ‬ ْ ‫ ”ﻓَ َﻤ ِﻦ‬ifadesinin sonunda vakf yapıldığı takdirde “hayati tehlikeye neden olan ciddi bir açlık halinde zarurete binaen günaha girme kastı olmaksızın haram olan şeylerden yenildiği takdirde…” şeklinde şart zikredilmiş, “Allah’ın günahları bağışlayacağı ve merhametli olduğu” (‫ﻴﻢ‬ � ‫ )ﻓَﺎِ �ﻥ‬anlamındaki cevap ise eksik kalmış olur. ٌ ‫ﻮﺭ َﺭ ۪ﺣ‬ ٌ ‫ﺍ� َ ﻏَ ُﻔ‬ Dolayısıyla şart-cevap şeklindeki lafız irtibatının vakf ile ayrılması aynı zamanda anlam eksikliğine de sebebiyet vermektedir. Bu âyetteki vakf-ı lâ alameti, şart ve cevabın birlikte tilâvet edilmesi ve ilgili yerde vakf yapılmaması ve buna bağlı olarak diğer bir açıdan devamınِ dan ibtidâ yapılmaması gerektiğine işaret etmektedir. Zira vakf yapılan “ۙ ‫”ﻻِ ْﺛ ٍﻢ‬ kelimesinin sonrasındaki “‫ﻴﻢ‬ � ‫ ”ﻓَﺎِ �ﻥ‬cümlesi, öncesindeki şartın cevabı ٌ ‫ﻮﺭ َﺭ ۪ﺣ‬ ٌ ‫ﺍ� َ ﻏَ ُﻔ‬ olması nedeniyle ibtidâya uygun değildir. Dolayısıyla buradaki vakf-ı lâ, vakf yapılmayacağına işaret etmekle birlikte aslında sonrasının ibtidâya uygun olmadığını belirtmektedir. Nefesin yetmemesi gibi zaruri bir durum gerekçesiyle mezkûr yerde vakf yapılması durumunda ise lafız ve anlam irtibatına istinaden geriden alarak tilâvete devam edilmelidir. Bu arada özellikle âyet içerisindeki vakf-ı lâ alametlerinin ilgili yerde olmaması durumunda ya da hâlihazırda herhangi bir alametin bulunmadığı yerlerde de uygulamanın aynı şekilde olacağı bilinmektedir. Ayrıca vakf-ı lâ’nın gerekçesini bilmeyen birçok Kur’an okuyucusu için bu yerlerin evvelemirde vakf yeri gibi vehmedilmesi de diğer bir sorundur. Bu sebeple âyet içerisindeki vakf-ı lâ alametlerinin önemli bir kısmının gerekli olmadığı yönünde bir yoruma gidilmesi mümkün gözükmektedir.299 Bazı uzun âyetlerde ise geriden almaya gerek duyulmaksızın âmil ile mamûl arasında vakf yapılması uygun olarak değerlendirilebilmiştir. Mesela ِ ‫ﺽ َﻭ� ْﺧ ِﺘ َﻼ ِﻑ ﺍﻟ �ﻴ ِﻞ َﻭ�ﻟﻨ�ﻬَﺎﺭِ َﻭ� ْﻟ ُﻔ ْﻠ‬ ِ َ‫ ﴿ ﺍِ �ﻥ ۪� َﺧ ْﻠ ِﻖ ﺍﻟﺴ ٰﻤﻮ‬âyetinde300 ِ ‫�ﻻ َْﺭ‬ ﴾ ...ِ‫ﻚ ﺍﻟ ۪�� ﺗ َ ْﺠﺮ۪ﻱ ِ� ﺍ ْﻟﺒَ ْﺤﺮ‬ ْ ‫�ﺕ َﻭ‬ ْ � ٍ َ ‫”ﻻٰﻳ‬ َ ifadesi olduğu için âyetin “‫”ﺍِ �ﻥ‬nin haberi, âyetin sonundaki “‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫ﺎﺕ ﻟِﻘَ ْﻮ ٍﻡ ﻳ َ ْﻌ ِﻘﻠ‬ sonuna kadar vakf yapılmadan okunması gerektiği düşünülebilir.301 Bununla Bu konuda tezinde bazı vakf-ı lâ alametleri üzerinden kapsamlı bir değerlendirmede bulunan Muhammed Coşkun’un çalışmasından istifade edilebilir. Bk. Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 187 vd. Bununla beraber ülkemiz mushafları çerçevesinde vakf-ı lâ alameti bulunan her bir âyetin incelenmesi neticesinde daha doğru sonuçlara ulaşılabileceği kanaatindeyiz. 300 el-Bakara 2/164. 301 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/135. 299 90 MUSHAFLARDA ALAMETLER ِ ifadesinde beraber uzun bir âyet olması nedeniyle âyet içerisinde “ۖ ‫”ﻣ ْﻦ ﻛُ ّ ِﻞ ﺩَ ٓﺍﺑ � ٍﺔ‬ vakf yapılmasına ruhsat verilmiştir. Nitekim bu ruhsata işaret etmek üzere burada vakf-ı murahhas alametine (‫ )ﺹ‬yer verilmiştir.302 Anlaşıldığı kadarıyla vakf-ı lâ başlığı altında genel bir ifadeyle âmil ile mamûlü arasında vakf yapılmaması ve devamından ibtidâ yapılmaması gerektiği üzerinde durulurken burada âyetin uzun olması gerekçe gösterilmek suretiyle geriden almaksızın vakf yapılması uygun görülebilmiştir. Bu âyetin diğer âyetten farkı, âmil ile mamûl arasının tek nefeste okunamayacak ölçüde uzun olmasıdır. Ayrıca diğer âyette şartın cevabının hemen öncesinde yapılması muhtemel bir vakf ve bu cevap ifadesiyle ibtidâ yapılması söz konusu edilٍ َ ‫)ﻻٰﻳ‬ َ hemen öncesinde mektedir. Aslında son âyette de mamûlün (‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫ﺎﺕ ﻟِﻘَ ْﻮ ٍﻡ ﻳ َ ْﻌ ِﻘﻠ‬ herhangi bir vakf alametine yer verilmemesinden hareketle ilgili yerde vakf yapıldığı takdirde geriden alınması gerektiği yani mamûlün ibtidâya uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple hemen öncesinde vakf yapıldığı takdirde geriden alarak tilâvete devam edilmeli ve böylece lafız ve anlam irtibatı korunmalıdır. Ezcümle uzun bir âyet olmasına bağlı olarak nefesin yetmemesi vb. bazı gerekçelere istinaden âmil ile mamûl arasında uygun bir yerde vakf yapılabilir. Eğer mümkün ise âmil ile mamûlünü ayırmaksızın tilâvette bulunulması evlâdır. Bununla beraber vakf-ı lâ alametinin olup olmamasına bakılmaksızın lafız ve anlam irtibatı bulunan bir yerde ya da âmil ile mamûl arasında geriden almak suretiyle vakf yapılması da mümkündür. Bazı âlimler tarafından mutlak vakf yeri olarak değerlendirilen âyet sonlarında da vakf-ı lâ alametlerinin bulunuyor olması dikkat çekicidir. Zira ehlince malum olduğu üzere Ümmü Seleme’den (r.a.) nakledilen bir rivayetten hareketle bazı âlimler nezdinde âyet sonları, lafız ve anlam irtibatının devam edip etmemesine bakılmaksızın genel anlamda vakf yerleri olarak kabul edilmiştir. Secâvendî’nin vakf sisteminde ise âyet sonlarında da vakf-ı lâ alameti bulunmasından da anlaşılacağı üzere kelimelerin ya da cümlelerin birbirleri ile olan lafız ve anlam irtibatı dikkate alınmak suretiyle vakf yerleri ve türleri tayin edilmiştir. Dolayısıyla âyetler arasında cümle öğeleri ve anlam açısından bir irtibat söz konusu ise âyet sonunda vakf-ı lâ alametine yer verilerek bu irtibata işaret edilmiştir. Bunların bir kısmında âyet sonu olması hasebiyle kanaatimizce vakf yapılıp devamından ibtidâ yapılması uygun iken bazısında ise iki âyet arasındaki kuvvetli lafız ve anlam irtibatına istinaden özellikle vasl yapılması evlâ olarak düşünülebilir. 302 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/263. 91 MUSHAFLARDA ALAMETLER Bakara sûresi 2. ve 3. âyetlerin sonundaki vakf-ı lâ alametleri bu hususta 303 ِ ‫ﻮﻥ ﺑِﺎ ْﻟﻐَ ْﻴ‬ zikre değerdir. Bir i‘rap takdirine göre ﴾ ‫ﺐ‬ َ ‫ﻳﻦ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ‬ َ ‫ ﴿ ﺍَﻟ � ۪ﺬ‬âyeti, öncesin- deki âyetin sonundaki “ۙ َ�‫ ”ﻟ ِ ْﻠ ُﻤﺘ � ۪ﻘ‬kelimesinin sıfatıdır. Buna göre sıfat-mevsûf şeklindeki lafız ve anlam irtibatı nedeniyle ikinci âyetin sonunda vakf yapılması ve buna bağlı olarak mevsûf zikredilmeksizin sadece sıfat ile ibtidâ yapılması uygun görülmeyebilir.304 Devamındaki ﴾ ‫ﻚ َﻭ َﻣ ٓﺎ‬ َ ‫ﻮﻥ ﺑ ِ َﻤ ٓﺎ ﺍُ ْﻧﺰِ َﻝ ﺍِﻟ َْﻴ‬ َ ‫ﻳﻦ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ‬ َ ‫َﻭ�ﻟ � ۪ﺬ‬ ِ ‫ﻮﻥ ﺑِﺎ ْﻟﻐَ ْﻴ‬ ‫ﻚ‬ ۚ َ ِ‫ ﴿ ُﺍ ْﻧﺰِ َﻝ ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒﻠ‬âyeti305 de öncesinde bulunan “‫ﺐ‬ َ ‫ﻳﻦ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ‬ َ ‫ ”ﺍ َﻟ � ۪ﺬ‬âyetine ma‘tûf ِ cümlesinde vakolması sebebiyle üçüncü âyetin sonundaki “ۙ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫ﺎﻫ ْﻢ ﻳُ ْﻨ ِﻔ ُﻘ‬ َ ُ َ‫”ﻭﻣﻤ�ﺎ َﺭ َﺯ ْﻗﻨ‬ fın ve devamından ibtidânın uygun olmadığı düşünülebilir.306 Nitekim ikinci âyet (ۙ َ�‫ )ﻟ ِ ْﻠ ُﻤﺘ � ۪ﻘ‬ve üçüncü âyet (ۙ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫ )ﻳُ ْﻨ ِﻔ ُﻘ‬sonundaki vakf-ı lâ alametleri de buna işaret etmektedir.307 Kanaatimizce bu iki âyet sonunda vakf yapılması ve akabinde devamındaki âyetlerle ibtidâ yapılması da tercih edilebilir. Zira böyle bir tercih neticesinde geçici bir nefes alma süresi kadar sıfat-mevsûf ya da ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh öğeleri arasında bir kopukluk oluşsa da sonrasındaki kelam müstakil ve anlaşılır bir yapıdadır. Ayrıca ilgili yerlerin âyet sonunda olması da dikkate alındığında vakfın ve sonrasındaki âyetin ibtidâya uygunluğu makul görülebilir. Bu itibarla mezkûr iki âyet sonundaki vakf-ı lâ alametlerinin, ilgili yerlerde vakf yapılmayacağını belirtmesinin ötesinde aslında iki âyet arasındaki lafız ve anlam irtibatının devam ettiğine işaret ettiği düşünülebilir. Bazı âyet sonlarındaki vakf-ı lâ alametleri ise iki âyet arasındaki anlam irtibatına işaret etmekle birlikte ayrıca ilgili yerde vakf yapıldığı takdirde bahsi geçen anlam irtibatının bozulması nedeniyle özellikle vasl yapılması gerektiği düşünülebilir. Mesela ülkemiz mushaflarında Mâûn sûresinde 2, 4, 5 ve 6. âyetlerin sonunda vakf-ı lâ alameti bulunmaktadır.308 Buna göre âyet sonu olması hasebiyle buralarda vakf yapılması, devamındaki âyetlerle ibtidâ yapılması uygun görülebilir. Ancak özellikle 4. âyetin sonunda vasl yapılması, kanaatimizce lafız ve anlam irtibatının vurgulanması açısından önemlidir. Zira el-Bakara 2/3. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/134. 305 el-Bakara 2/4. 306 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/135. 307 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/176. 308 Secâvendî’nin vakf sistemini tercih eden ülkemiz mushaflarında Mâûn sûresindeki vakf alametleri bu şekilde olmasına rağmen müellife ait vakf-ibtidâ eserinde sadece ikinci âyetin sonunda vakf-ı lâ alametine işaret edilmiştir. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/1166; Kitâbu’lvakfi ve’l-ibtidâ, 512. 303 304 92 MUSHAFLARDA ALAMETLER bu âyette, “Namaz kılanlara yazıklar olsun!” (ۙ � َ ّ‫ )ﻓَ َﻮ ْ� ٌﻞ ﻟ ِ ْﻠ ُﻤ َﺼ ۪ﻠ‬şeklindeki ifade, an- cak devamındaki “Onlar namazlarından gafildirler.” (ۙ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫ﺎﻫ‬ َ ‫)ﺍَﻟ � ۪ﺬ‬ ُ ‫ﺻ َﻼ ِ� ِ ْﻢ َﺳ‬ َ ‫ﻳﻦ ُﻫ ْﻢ َﻋ ْﻦ‬ âyeti ile anlaşılabilir. Bu sebeple iki âyetin birlikte tilâvet edilmesi neticesinde “gafil bir şekilde namaz kılanlara yazıklar olsun!” şeklindeki murad-ı ilâhînin doğru anlaşılması da sağlanmış olabilir.309 Görüldüğü üzere âyet sonlarındaki vakf-ı lâ alametleri, iki âyet arasındaki lafız ve anlam irtibatına işaret etmekle birlikte bunların özellikle bir kısmında iki âyetin vasl yapılmak suretiyle okunması gerektiği söylenebilir. İki âyet arasındaki lafız ve anlam irtibatının devam ediyor olmasından hareketle vaslın evlâ olarak düşünülebileceği başka âyetler de vardır.310 Mesela ِ ِٓ Hicr sûresi 31. âyetin evvelinde (‫ﻳﻦ‬ َ ُ‫ﻴﺲ ﺍَ ٰ ٓ� ﺍَ ْﻥ ﻳَﻜ‬ ۜ َ ‫ )ﺍ �ﻻ ﺍ ْﺑ ۪ﻠ‬öncesindeki َ ‫ﺍﻟﺴﺎ ِﺟ ۪ﺪ‬ � َ‫ﻮﻥ َﻣﻊ‬ âyetle lafız ve anlam irtibatını sağlayan ‫ ﺍ ٓﱠِﻻ‬istisna edatı bulunmaktadır. Bu sebeple iki âyet arasındaki müstesna-müstesna minh şeklindeki lafız ve anlam 311 irtibatına işaret etmek üzere öncesindeki ﴾ ۙ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫ ﴿ ﻓَ َﺴ َﺠ َﺪ ﺍ ْﻟ َﻤ ٰﻠ ٓ ِﺌﻜَﺔُ ُﻛﻠ ُ�ﻬ ْﻢ ﺍَ ْﺟ َﻤ ُﻌ‬âyetinin sonunda vakf yapılmaması gerektiğini312 belirten vakf-ı lâ alametine yer verilmiştir.313 Âyet sonu olduğu gerekçesiyle burada vakf yapılıp akabinde istisna edatı ile başlayan sonraki âyet ile ibtidâ yapılması uygun görülebilir. Bize göre iki âyet arasındaki kuvvetli lafız ve anlam irtibatını yansıtmak gayesiyle ilgili yerde özellikle vasl yapılması yönünde bir tercih göz ardı edilmemelidir. Bu itibarla kelime farklılığı olmakla beraber benzer olan bazı âyetlerde314 ilgili yerde hiçbir vakf alametine yer verilmemiş olması da böyle bir kanaatin teyidi olarak düşünülebilir. Âyet sonlarındaki vakf-ı lâ alametlerinin bahse konu edildiği bir yerde de- ğinilmesi gereken diğer bir önemli husus, bazı yerlerde vakf-ı lâ (‫ )ﻻ‬ile vakfı murahhas (‫ )ﺹ‬alametlerinin birlikte bulunmasıdır. Nitekim vakf-ı murah- Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ, 2/553. Örneğin bk. Âl-i İmrân 3/105-106; Nûr 24/36-37; Saffat 37/137-138; Zuhruf 43/34-35. Bu konuda başka âyetler de zikredilebileceği halde biz örnek sadedinde sadece bazı âyetleri inceleyip diğer bazısına burada işaret etmekle iktifa etmeyi yeterli görüyoruz. Özellikle âyet sonlarındaki vakf-ı lâ alametlerinin tamamının inceleneceği daha kapsamlı bir araştırmada bu yorumun varlığı daha bariz bir şekilde görülebilir. 311 el-Hicr 15/30. 312 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/136. 313 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/631. 314 Bk. el-Bakara 2/34; el-Kehf 18/50. 309 310 93 MUSHAFLARDA ALAMETLER has’ın incelendiği kısımda da zikri geçtiği üzere ülkemiz mushaflarında Tekvîr sûresinde 11 âyette315, A‘lâ sûresinde 3 âyette316, Fecr sûresinde 8 âyette317, Şems sûresinde 13 âyette318, Fîl sûresinde ise 1 âyette319 olmak üzere toplam 36 âyette320 vakf-ı lâ ile vakf-ı murahhas alameti birlikte bulunmaktadır.321 Bu itibarla vakf yapılmaması ya da devamından ibtidâ yapılmaması gerektiğini gösteren vakf-ı lâ ile vakfın uygun olduğuna işaret eden vakf-ı murahhas alametlerinin aynı yerde bulunması evvelemirde çelişkili bir durum gibi düşünülebilir. Zira “vakf yapılmaz” ile “vakf yapılabilir” şeklindeki iki farklı hükmün aynı yer için uygulanabilirliği tevile muhtaçtır. Bununla beraber âyet sonlarındaki bu durumun yorumlanabileceği kanaatindeyiz. İki vakf alametinin aynı yerde en çok zikredildiği Şems sûresi 1-10. âyetler arasında ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh ve kasem-cevap şeklinde lafız ve anlam irtibatı bulunmaktadır. Secâvendî de bu sebeple “Şuraya kadar mutlak surette vakf yapılmamalıdır.” (‫ )ﻻ ﻭﻗﻒ ﻣﻄﻠﻘﺎ ﺍ� ﻗﻮﻟﻪ‬şeklindeki ifadesiyle mezkûr âyetlerin sonunda vakfın uygun olmadığına işaret etmiştir. Ayrıca nefesin yetme- yeceği (‫ )ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻟﻨﻔﺲ‬şeklinde belirtilen gerekçeye istinaden bu âyetlerin so- nunda vakf yapılabileceğine de değinmiştir.322 Ancak bahsi geçen iki farklı duruma işaret eden herhangi bir vakf alameti tayininde bulunmamıştır. Zikrettiği ifadelerden hareketle ilk ifadenin vakf-ı lâ’ya (‫)ﻻ‬, diğer gerekçenin ise vakf-ı murahhas’a (‫ )ﺹ‬işaret ettiği anlaşılmaktadır. Muhtemelen müellifin kullandığı bu ifadelerden ilham alınarak ülkemiz mushaflarında da ilgili yerlerde hem vakf-ı lâ ve hem de vakf-ı murahhas alametine birlikte yer verilmiştir. Buna göre vakf-ı murahhas, âyet sonu olmasının da etkisiyle ve nefes alma ihtiyacı gibi bir duruma istinaden vakfın uygun olduğuna; vakf-ı lâ ise âyetler arasında kasem-cevap ve ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh şeklindeki lafız ve anlam irtibatına işaret etmektedir. Bu münasebetle mezkûr yerler âyet sonu olması hasebiyle evvelemirde doğal vakf mahalleri kabul edildiği için iki farklı vakf et-Tekvîr 81/1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 10, 11, 12, 13. el-A‘lâ 87/2, 3, 4. 317 el-Fecr 89/6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13. 318 eş-Şems 91/1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 12, 14, 14. 319 el-Fîl 105/4. 320 Şems 91/14’te işaret edilen yerlerden biri âyet içerisindedir. 321 Bu bağlamda Duhân sûresi 49. âyette [‫ ]ﺫﻕ )ﺝ ﻻ( ﺇِﻧﻚ ﺃَﻧﺖ ﺍﻟْﻌﺰِﻳﺰ ﺍ�ﻜﺮِ�ﻢ‬vakf-ı câiz (‫ )ﺝ‬ile vakf-ı َ ْ ُ َ َ ْ َ � ْ ُ 315 316 ِ vakf-ı lâ ile vakf-ı mu‘ânaka alametilâ alametinin; Kadr sûresi 4. âyette ise [(∴‫]ﻣ ْﻦ ﻛُ ّ ِﻞ ﺃ َ ْﻣﺮٍ )ﻻ‬ nin aynı yerde birlikte olduğu da burada belirtilmelidir. Bununla beraber sadece bir yerde olması hasebiyle bunlara işaret etmekle iktifa edeceğiz. 322 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/1132. 94 MUSHAFLARDA ALAMETLER türüne işaret eden iki vakf alametinin aynı yerde birlikte bulunması yerine özellikle vakf-ı murahhas alametlerinin kaldırılabileceği kanaatindeyiz. Yukarıda nakledilen örnek yerlerde de görüldüğü üzere vakf-ı lâ ile ilgili olarak “mutlak surette vakf yapılması uygun değildir.” şeklinde genel bir hükme varılması uygun değildir. Nitekim Secâvendî’nin de belirttiği üzere bu vakf türü aslında sonrasının ibtidâya uygun olmadığını belirtmektedir. Zira vakf-ı lâ alameti bulunan kelimenin, sonrası ile arasında lafız ve anlam irtibatı devam ettiği için bu kelimenin sonrası, ibtidâya uygun değildir. Bu sebeple vakf-ı lâ’nın öncesinde vakf yapılmadığı takdirde devamından ibtidâ yapılmasına da mahal kalmamış olur. Bu da göstermektedir ki vakf-ı lâ, vakf yapılmayacağını konu edinen bir vakf türü olmasının ötesinde aslında kendisinden sonrası ile ibtidâ yapılmaması gerektiğini belirten bir vakf türüdür. Bununla beraber âmil-mamûl irtibatı devam eden ve tek nefeste okunması mümkün olmayacak ölçüde uzun olan âyetlerin bazı yerlerinde vakf yapılması ve akabinde geriden almaksızın tilâvete devam edilmesi uygun olabilir. Ayrıca lafız ve anlam irtibatı devam eden iki âyet arasında da özellikle bazı yerlerde âyet sonu olması hasebiyle vakf yapılması ve devamından ibtidâ yapılması mümkündür. Bazı âyet sonlarında ise iki âyet arasındaki irtibatın tilâvete yansıtılması gayesiyle özellikle vasl yapılması yönünde bir tercihte de bulunulabilir. Bu incelemenin nihayetinde vakf-ı lâ ile ilgili olarak şöyle bir çerçeve çizilebilir: “Vakf-ı lâ, kendisinden öncesiyle kuvvetli bir lafız ve anlam irtibatı bulunduğu için ibtidâya uygun olmayan bir yerin öncesinde geriden almaksızın vakf yapılmaması gerektiğini belirten bir vakf türüdür. Dolayısıyla böyle bir yerin öncesinde aslında vakf yapılması uygun olmakla beraber sonrasının ibtidâya uygun olmadığı belirtilmiş olur. Bu sebeple vakf yapılması durumunda geriden alıp tilâvete devam edilmesi gerektiğine de işaret edilmiş olur.” 2.2. Secâvendî’nin Tasnifinde Bulunmayan Vakf Alametleri Secâvendî’nin vakf taksiminde sarih bir şekilde belirtilen vakf-ı lâzım, vakf-ı mutlak, vakf-ı câiz, vakf-ı mücevvez, vakf-ı murahhas ve vakf-ı lâ olmak üzere sadece altı vakf türü bulunmaktadır. Bununla beraber onun vakf sistemini tercih eden ülkemiz mushaflarında “Kâf” (‫ )ﻕ‬ve “Kıf” (‫ )ﻗﻒ‬remizli vakf alametleri ile vakf-ı mu‘ânaka olarak isimlendirilen üçgen şeklindeki (∴) vakf alametinin olduğu da görülmektedir. Bu münasebetle ülkemiz mushafları üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği vakf alametlerini konu edinen bu çalışmada mezkûr vakf alametlerinin tahlili de önem arz etmektedir. Böyle bir inceleme neticesinde Secâvendî’nin sarahaten işaret etmediği bu vakf alametlerinin menşei ve mahiyeti hususunda belli bir kanaate ulaşılması hedeflenmektedir. 95 MUSHAFLARDA ALAMETLER 2.2.1. Kaf Alameti (‫)ﻕ‬ “Kâf” (‫ )ﻕ‬alameti, ülkemiz mushafları üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin, tespit edebildiğimiz kadarıyla 94 tanesi âyet içerisinde 7 tanesi ise âyet sonunda olmak üzere toplam 101 yerde karşılaştığı bir vakf alametidir. Bilindiği üzere Secâvendî’nin kendi belirlediği altılı vakf tasnifi içerisinde böyle bir vakf türü ve alameti bulunmamaktadır. Bununla beraber Muhsin Hâşim Derviş’in neşrettiği Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ’da eserin tahkikinde esas alınan nüshalardan birisi olan “Dâru’l-Kütübi’z-Zâhiriyye” nüshasına istinaden yer verilen “Aslında vakf yapılması uygun olan bir yerle ilgili olarak vakf yapılmaması gerektiğini belirten farklı bir görüş var ise bunu da ihtiyaten ‘Kâf’ (‫ )ﻕ‬alameti ile bildireceğiz.” ( ‫ﻭﻛﻞ ﺍﻳﺔ ﻗﺪ ﻗﻴﻞ ﻻ ﻭﻗﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻭ�ﻟﻮﻗﻒ ﺻﺤﻴﺢ ﻧﻌﻠﻤﻬﺎ ﺃﻳﻀﺎ‬ ‫ )ﺍﺣﺘﻴﺎﻃﺎ ﺑﻌﻼﻣﺔ ﻕ‬323 şeklindeki bir cümlede görüldüğü üzere “Kâf (‫ )ﻕ‬alameti (‫ ”)ﺑﻌﻼﻣﺔ ﻕ‬ibaresi geçmektedir. Bu ibare, “Dâru’l-Kütübi’z-Zâhiriyye” haricin- deki diğer nüshalarda ya da aynı eserin bir diğer neşri olan İlelu’l-vukûf’ta ise geçmemektedir. Derviş’e göre bu ibare, daha sonraki bir süreçte mezkûr nüshanın eksiklerini ikmal eden başka bir müstensih tarafından ilave edilmiş olabilir. Ona göre “Kâf” (‫ )ﻕ‬alameti, müellifin metninde geçen ‫ ﻗﻴﻞ‬ifadesinin müstensih tarafından kısaltılmış halidir.324 Nitekim yukarıdaki metinde ve “Kâf” alameti bulunan birçok yerde temrîz sîgası (‫ )ﻗﻴﻞ‬kullanılmak suretiyle nakillerde bulunulması böyle bir yorumu teyit etmektedir. Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ’da vakf türleri için harf alametlerinin tayin edildiği kısımda yukarıda da görüldüğü üzere “Kâf (‫ )ﻕ‬alameti” ibaresi sarahaten zikredilmesine rağmen aynı eserde sûre tertibine göre âyetlerdeki vakf yerleri ve alametleri belirlenirken bu vakf alametine herhangi bir yerde işaret edilmemesi ise dikkat çekicidir. Diğer taraftan mezkûr ibare ’İlelu’l-vukûf’ta geçmemesine rağmen âyetlerdeki her bir vakf yerinin ve türünün belirtilmesi sürecinde ilgili yerlerde “Kâf” alametine yer verilmek suretiyle bu vakf türüne 323 324 Secâvendî, Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 123. Muhakkikin dipnotta yer alan bu yöndeki izahı için bk. Secâvendî, Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 123. 96 MUSHAFLARDA ALAMETLER işaret edildiği görülmektedir. ’İlelu’l-vukûf’ta “Kâf” alameti bulunması gerektiğine işaret edilen yerlerin, incelediğimiz mushaftaki vakf yerleri ile büyük oranda aynı olduğu burada ifade edilmesi gereken bir husustur.325 Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ’dan aktarılan “Aslında vakf yapılması uygun olan bir yerle ilgili olarak vakf yapılmaması gerektiğini belirten farklı bir görüş var ise bunu da ihtiyaten ‘Kâf’ (‫ )ﻕ‬alameti ile bildireceğiz.” cümlesine göre “Kâf alameti”, aslında vakfa uygun olarak değerlendirilen bir yer hakkında temrîz sîgasıyla (‫ )ﻗﻴﻞ‬nakledilen “vakf yapılmaz” (‫ )ﻻ ﻭﻗﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎ‬şeklindeki ifadeden de anlaşılacağı üzere vakfın uygun olmadığı yönünde zayıf bir görüşün olduğuna işaret etmektedir. Buna göre “Kâf” alameti ile gösterilen vakf türünde, vakf yapılması öncelikli bir tercih olmakla beraber aktarılan bir görüşe göre vaslın da uygun olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bu vakf türü ile ilgili olarak “vakf evlâ, vasl câiz” şeklinde özet bir ifade kullanılabilir. İncelediğimiz mushafın sonunda vakf alametlerinin beyan edildiği kısımda ise “Kâf” alameti, yukarıdaki hükmün aksine yani “vasl evlâ, vakf câiz” şeklinde anlaşılmaya elverişlidir. Zira burada “Kâf alameti, kurrânın ekseriyetine göre vasl alametidir. Bununla beraber vakf yapılması da câizdir.” ( ‫ﻋﻼﻣﺔ ﺍﻟﻮﺻﻞ‬ ‫ )ﻋﻨﺪ ﺍﻛ� ﺍﻟﻘﺮ�ﺀ ﻭ�ﺠﻮﺯ ﺍﻟﻮﻗﻒ‬olarak tarif edilmiştir.326 “Kâf” alametinin bulunduğu yerlerde serdedilen değerlendirmeler de böyle bir tanımı teyit eder niteliktedir. Örneğin Fecr sûresi 27. âyetin (ۗ ُ‫ )ﻳ َ ٓﺎ ﺍَﻳ � ُﺘﻬَﺎ ﺍﻟﻨ � ْﻔ ُﺲ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﻄ َﻤ ِﺌﻨ�ﺔ‬sonunda ‫ ﻗﻴﻞ‬temrîz sîgasıyla “Kâf” (‫ )ﻕ‬alameti bulunduğu yani vakf yapılabileceği belirtilmiştir. Bu- ِ َ‫ﻚ ﺭ‬ ِ ِ ‫ﺍِﺭ ِﺟ ۪� ﺍِ ٰ� ﺭَﺑ‬ nunla beraber bu âyetteki nidânın cevabı, devamındaki ﴾ ً ‫�ﺿﻴَﺔ‬ ٓ ْ ّ 325 Daha detaylı bir tarama ve mukayese neticesinde incelediğimiz mushaf ile ‘İlelu’l-vukûf arasında “Kâf” alametine konu olan yerler açısından farklılığın olup olmadığı hususunda daha net yorumlar yapılabilir. Bu itibarla Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri özelinde yaptığımız bir tarama ve mukayese neticesinde sadece iki farklılık tespit edebildiğimizi belirtmeliyiz: ِ ِ � ‫ﻮﻥ ﻟِﻠﻨ‬ Bakara 2/150 âyetinin “‫ﻳﻦ ﻇَﻠ َ ُﻤﻮ� ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ‬ َ ُ‫” ﻟِﺌَ �ﻼ ﻳَﻜ‬kısmında “ۗ ٌ‫”ﺣ �ﺠﺔ‬ َ ‫ﺎﺱ َﻋﻠ َ ْﻴﻜُ ْﻢ ُﺣ �ﺠﺔٌ ۗﺍ �ﻻ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ ُ kelimesinde Türkiye’deki mushaflarda “Kâf” alameti olduğu halde İlelu’l-vukûf’ta vakf-ı mücevvez (‫)ﺯ‬ alametine yer verilmiştir. Bununla beraber muhakkikin verdiği dipnottaki bilgiye göre “Câmiatü’l-Melik Suûd Kütüphanesi” nüshasında ilgili yerde “Kâf” alametinin olduğuna da değinilmiştir. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/254. Diğer bir örnek ise Bakara 2/268 âyetidir. ِ ‫�� َﻭ‬ Bu âyetin sonundaki “ۚ ‫ﻴﻢ‬ ٌ ‫�ﺳ ٌﻊ َﻋ ۪ﻠ‬ َ ifadesinde incelediğimiz mushafta vakf-ı câiz (‫ )ﺝ‬alameti ُ � ‫”ﻭ‬ olmasına rağmen ‘İlelu’l-vukûf’ta “Kâf” alametine işaret edilmiştir. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’lvukûf, 1/340. 326 Kur’ân-ı Kerîm, Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar), (2015 ve 2018), 609-610. 97 MUSHAFLARDA ALAMETLER ۚ ً ‫ ﴿ َﻣ ْﺮ ِﺿﻴ�ﺔ‬âyeti olması sebebiyle ilgili yerde vaslın evlâ olduğu vurgulanmıştır.327 Nitekim ilgili yerde vasl yapıldığı takdirde “Ey nefs-i mutmainne / huzura kavuşmuş nefis! Sen O'ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön.” şeklinde nidâ ve cevabı tilâvet edilmiş olur. Vakf yapılması durumunda ise nidâ tilâvet edildiği halde cevabı eksik kalmış olur. Bu açıklamalara göre âyetteki “Kâf” alametinin, vaslın evlâ olduğu bir yerde vakfın da câiz olduğuna işaret ettiği anlaşılmaktadır. “Kâf” alametinin bulunduğu yerlerin tümü için vakf ya da vasl açısından tek bir değerlendirmenin yapılabilmesi uygun değildir.328 Ehlinin malumu olduğu üzere aslında tüm vakf türleri için her yerde genel-geçer bir hükmün oluşturulabilmesi mümkün değildir. Bu münasebetle “Kâf” alameti bulunan her bir âyetin tahlili neticesinde bu vakf türünün daha doğru anlaşılabileceği kanaatinde olsak da böyle bir yöntem yerine çalışmanın sınırını da aşmamak gayesiyle burada sadece Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerindeki329 “Kâf” alametleri üzerinden bir değerlendirme yapılmıştır. Bu iki sûrede “Kâf” alameti bulunan yerlerdeki değerlendirmelerin özeti bize göre “vaslın evlâ olduğu bir yerde, nakledilen bir görüşe göre vakfın da yapılabilmesi” yani “vasl evlâ, vakf câiz” şeklinde ifade edilebilir. ِ ٌ ‫ﻭﻟ َﻤ�ﺎ ﺟ ٓﺎﺀﻫﻢ ﺭﺳ‬ ِ ‫ﺍ�ِ ﻣﺼ ِﺪ ٌﻕ ﻟِﻤﺎ ﻣﻌﻬﻢ ﻧَﺒ َﺬ ﻓَﺮ‬ ِ ۗ َ‫ﻳﻦ ﺍُﻭ۫ﺗُﻮ� ﺍ ْ� ِﻜﺘ‬ ﴾ َ‫ﺍ�ِ َﻭ َﺭ ٓ�ﺀ‬ � ‫ﺎﺏ‬ َ َ ‫۪�ﻖ ﻣ َﻦ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ َ ْ ُ َ َ َ ّ َ ُ � ‫ﻮﻝ ﻣ ْﻦ ِﻋ ْﻨ ِﺪ‬ ٌ َ َ‫ﺎﺏ ﻛﺘ‬ َ َُ َُْ َ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫“ ﴿ ﻇ ُ ُﻬﻮﺭِﻫِ ْﻢ ﻛَﺎ �َ�ُ ْﻢ َﻻ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻤ‬Onlara (Yahudilere), Allah katından, kendilerinde bulu- nan kitabı (Tevrat’ı) tasdik eden bir peygamber geldiğinde, ehl-i kitabın bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın kitabını (Tevrat’ı) arkalarına atıp ِ terkettiler.” âyetindeki330 “ِ�‫ﺍ‬ � ‫ﺎﺏ‬ ۗ َ َ‫ ”ﺍ ْ� ِﻜﺘ‬kelimeَ َ‫ ”ﻛﺘ‬ifadesinin, öncesindeki “‫ﺎﺏ‬ sinden bedel olmayıp “‫ ”ﻧَﺒَ َﺬ‬fiilinin mefulü olduğunu vurgulamak için “ �‫ﺍُﻭ۫ﺗُﻮ‬ 327 Bu âyetteki “Kâf” (‫ )ﻕ‬alameti, İlelu’l-vukûf’un neşrinde esas alınan nüshalardan birisi olan “Câmiatü’l-Melik Suûd Kütüphanesi” nüshasına dayandırılmıştır. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’lvukûf, 3/1128. Secâvendî’nin eserinin bir diğer neşri olan Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ’da ise yukarıdaki açıklamalara yer verildiği halde “Kâf” alameti ya da farklı bir vakf alameti tayininde bulunulmamıştır. Bk. Secâvendî, Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 493. 328 Bu bağlamda gündeme getirilmesi gereken önemli bir çalışma, Muhammed Coşkun’un doktora tezidir. Coşkun, çalışmasının bir kısmında Kâf alametinin bulunduğu âyetleri anlam açısından uygun olup olmamasına göre kritik etmiştir. Bu alametin bulunduğu yerlerde vakf ya da vaslın uygun olabildiğine dair farklı örnekler için bk. Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 237254. 329 el-Bakara 2/101, 102, 150, 256; Âl-i İmrân 3/45, 98, 119, 173, 193. 330 el-Bakara 2/101. 98 MUSHAFLARDA ALAMETLER ‫ﺎﺏ‬ ۗ َ َ‫ ”ﺍ ْ� ِﻜﺘ‬ifadesinde vakf yapılabileceği nakledilmiştir. Bununla beraber vakf yapılması yönündeki bu görüşün doğru olmadığı da belirtilmiştir.331 Muhtemelen fiil-meful şeklindeki âmil-mamül irtibatının tilâvette de vurgulanması mucibince ilgili yerde vasl yapılması daha doğru bir tercih şeklinde düşünülmüş olabilir. Nitekim diğer vakf-ibtidâ eserlerinde de bu yerde vakf yapılması yönünde herhangi bir görüşe yer verilmemiştir.332 Bu münasebetle bahsi geçen görüşe istinaden vakf yapılabileceği ve fakat yukarıda aktarılan meâlde de görüldüğü üzere vaslın ise daha uygun bir tercih olduğu söylenebilir. ِ ‫� َﻋ ٰ� ﻣ ْﻠ‬ ﴾ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫ﻚ ُﺳﻠ َ ْﻴ ٰﻤ َﻦ ۚ َﻭ َﻣﺎ ﻛَﻔَﺮَ ُﺳﻠ َ ْﻴ ٰﻤ ُﻦ َﻭ ٰ� ِﻜ �ﻦ ﺍﻟ �ﺸﻴَﺎ ۪ﻃ�َ ﻛَﻔَ ُﺮﻭ� ﻳُﻌَﻠِّ ُﻤ‬ ُ ‫َﻭ�ﺗ�ﺒَﻌُﻮ� َﻣﺎ ﺗ َ ْﺘﻠُﻮ� ﺍﻟ �ﺸﻴَﺎ ۪ﻃ‬ ُ ِ ‫ ﴿ ﺍﻟﻨ�ﺎﺱ‬âyetinde333 “� ِ ْ َ‫ﺍﻟﺴ ْﺤﺮَ ۗ َﻭ َﻣ ٓﺎ ﺍُ ْﻧﺰِ َﻝ َﻋ َ� ﺍ ْﻟﻤَ�َﻜ‬ ِ ْ َ‫”ﻭ َﻣ ٓﺎ ﺍُ ْﻧﺰِ َﻝ َﻋ َ� ﺍ ْﻟﻤَ�َﻜ‬ ‫ﻭﺕ‬ ۜ َ ‫ﺎﺭ‬ َ ‫ﺎﺭ‬ َ ُ ‫ﻭﺕ َﻭ َﻣ‬ ُ َ‫� ﺑِﺒَﺎﺑ ِ َﻞ ﻫ‬ ّ َ ifadesinin evvelindeki “‫”ﻣﺎ‬ َ harfi, ulemanın çoğunluğuna göre ism-i mevsûl olup makablindeki “‫ﺴِﺤْ ۗ َﺮ‬ ّ ‫ ”ﺍﻟ‬kelimesine matuftur.334 Buna göre âyetin meâli şu şekildedir: “Süleyman'ın hükümranlığı hususunda onlar (ehl-i kitabın bir kısmı), şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman (büyü yaparak) kâfir olmadı. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve Babil'deki Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğrettikleri için kâfir oldular…” Bu duِ kelimesinde vasl yapılması öncerumda “Kâf” alametinin bulunduğu “ۗ ‫”ﺍﻟﺴ ْﺤ َﺮ‬ ّ likli bir tercihtir. 335 Nakledilen bir diğer görüşe göre “‫”ﻣﺎ‬ َ harfi, nefy edatıdır. Bu durumda âyetin meâli şu şekildedir: “Süleyman'ın hükümranlığı hususunda onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman, kâfir olmadı. Fakat şeytanlar, insanlara sihri öğrettikleri için kâfir oldular. Babil'deki Hârut ile Mârut isimli iki meleğe (sihirle ilgili bilgi, emir ya da bir hüküm) indirilmemişti…” Buna göre mezkûr harfin nefy edatı olması neticesinde oluşan meâlin ِ kelimesinde vakf yapılması önerilebilir. tilâvete yansıtılması gayesiyle “ۗ ‫”ﺍﻟﺴ ْﺤ َﺮ‬ ّ Bu münasebetle Secâvendî’nin de yukarıdaki ilk görüşü tercih ettiği söy- lenebilir. Secâvendî, naklettiği bir görüşe istinaden “‫”ﻣﺎ‬ َ harfinin, nefy edatı Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/220-221; Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 133. İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/525; Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 71; Dâni, el-Muktefâ, 42; Nikzâvî, el-İktidâ, 1/305; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’lkurrâ-i’s-seb‘ati ve ğayrihim… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 1/216; İbnu’lĞazzâl, el-Vakf ve’l-ibtidâ, 166; Kastallânî, Letâifü’l-işârât, 4/1669. 333 el-Bakara 2/102. 334 Ukberî, et-Tibyân, 1/81; Sâfî, el-Cedvel fî i‘râbi’l-Kur’an, 1/215; Muhammed Tayyib, İ‘râbu’l-Kur’âni’l-Kerîm, 16. 335 Ukberî, et-Tibyân, 1/81. 331 332 99 MUSHAFLARDA ALAMETLER şeklinde değerlendirilmesine bağlı olarak ilgili yerde vakf yapılabileceğini belirtmiştir. Zira bu durumda mezkûr harf ile makabli arasında lafız irtibatının bulunmadığı düşünülmektedir. Aslında bu harf nefy edatı olsa dahi “‫”ﻭ َﻣ ٓﺎ ﺍُ ْﻧﺰِ َﻝ‬ َ ifadesinin başındaki “vâv” harfi, “vâv-ı hâliye” olduğu için öncesi ile lafız ve ِ anlam irtibatı devam etmektedir. Ayrıca bu harfin, öncesindeki “ۗ ‫”ﺍﻟﺴ ْﺤ َﺮ‬ keliّ mesine matûf olan bir ism-i mevsûl olduğunu belirten müellif, diğer i‘rab takِ kelidirinin doğru olmadığını sarahaten ifade etmiştir.336 Bu itibarla “ۗ ‫”ﺍﻟﺴ ْﺤ َﺮ‬ ّ mesindeki “Kâf” alameti, “‫”ﻣﺎ‬ َ harfinin nefy edatı olduğu görüşüne göre ilgili yerde vakf yapılabileceğine işaret etmektedir.337 Ezcümle aslında her iki i‘rab takdirinde de makabli ile lafız ve anlam irtibatı devam ettiği için bize göre vasl yapılması evlâ olarak değerlendirilebilir. ِ ‫ﺍِ ْﺫ ﻗَﺎﻟ‬ ۪ ُ ‫ﺍ� َ ﻳُﺒَ ِّﺸ ُﺮ ِﻙ ﺑِﻜَﻠِ َﻤ ٍﺔ ِﻣ ْﻨ ُﻪ ۗ ﺍِﺳ ُﻤ ُﻪ ﺍ ْﻟ َﻤ ۪ﺴ‬ ﴾ �ِ ‫ﺍﺑ ُﻦ َﻣ ْﺮ� َ َﻢ َﻭﺟ۪ ﻴﻬًﺎ‬ � ‫َﺖ ﺍ ْﻟ َﻤﻠٰ ٓ ِﺌﻜَﺔُ ﻳَﺎ َﻣ ْﺮ� َ ُﻢ ﺍِ �ﻥ‬ ْ �‫ﻴ‬ ْ َ ‫ﻴﺢ ﻋ‬ ِ ِ ifadesinde “Kâf” alametine yer veْ ‫ ﴿ ﺍﻟ �ﺪ ْﻧﻴَﺎ َﻭ‬âyetinde338 “‫”ﻣ ْﻨ ُﻪ‬ ۙ �۪ َ ‫�ﻻ ِٰﺧ َﺮ� َﻭ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟ ُﻤ َﻘﺮ�ﺑ‬ rilmiş ve açıklama sadedinde “ٍ‫ ”ﺑِﻜَﻠِ َﻤﺔ‬ifadesinin müennes, “‫ ”ﺍِ ْﺳ ُﻤ ُﻪ‬kelimesindeki zamirin müzekker olduğu aktarılmıştır. Temrîz sîgasıyla nakledilen bu açıklamaya göre muhtemelen müzekker bir zamirin müennes bir kelimeye raci olmadığını vurgulamak için iki ifade arasında vakfın uygun olacağı belirtilmiştir. Bununla beraber “‫ ”ﻛَﻠِ َﻤ ٍﺔ‬ifadesinin maksudu “veled” (‫ )ﻭﻟﺪ‬olduğu için bu kelimenin hakiki müennes olmadığı ve ilgili yerde vaslın daha uygun bir tercih olduğu da ifade edilmiştir.339 ِ َ‫ﺭَﺑ�ﻨَ ٓﺎ ﺍِﻧ�ﻨَﺎ ﺳ ِﻤﻌﻨَﺎ ﻣﻨ‬ ﴾ ‫ﺎﺩﻳًﺎ ﻳُﻨَﺎ ۪ﺩﻱ ﻟ ِ ْ ۪ﻼﻳﻤَﺎ ِﻥ ﺍَ ْﻥ ٰﺍ ِﻣﻨُﻮ� ﺑِﺮَ ّﺑِﻜُ ْﻢ ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎ ۗ ﺭَﺑ�ﻨَﺎ ﻓَﺎ ْﻏ ِﻔ ْﺮ ﻟ َﻨَﺎ ﺫُﻧُﻮﺑَﻨَﺎ َﻭﻛَ ِّﻔ ْﺮ َﻋﻨ�ﺎ‬ ُ ْ َ ِ‫ﺍﻻ َْﺑ َﺮ� ۚﺭ‬ ْ َ‫ ﴿ َﺳ ّ ِﻴ�َﺎﺗ ِﻨَﺎ َﻭﺗ َ َﻮﻓ�ﻨَﺎ َﻣﻊ‬âyetinde340 “ۗ ‫ ”ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎ‬kelimesinde temrîz sîgasıyla vakf ya- pılabileceği belirtilmiştir. Bununla beraber “‫ ”ﻓَﺎ ْﻏ ِﻔ ْﺮ ﻟ َﻨَﺎ‬ifadesi, “ۗ ‫ ”ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎ‬kelime- sine ma‘tuf olduğu için vaslın daha uygun olduğu vurgulanmıştır.341 Buna rağmen dua ifadelerinden oluşan bu âyette anlamın tilâvete yansıtılması gayesiyle Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/222-224; Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 133. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/222-224. 338 Âl-i İmrân 3/45. 339 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/372. 340 Âl-i İmrân 3/193. 341 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/408. 336 337 100 MUSHAFLARDA ALAMETLER ilgili yerde vakf yapılması, ikinci “‫”ﺭﺑ�ﻨَﺎ‬ َ ile tilâvete devam edilmesi daha uygun bir tercih gibi düşünülebilir. Değerlendirilen örnek âyetlerde de görüldüğü üzere “Kâf” alametine konu olan yerlerin genelinde vasl yapılması evlâ olmakla beraber vakfın da yapılabileceği üzerinde durulmaktadır. Buna göre bu vakf türü ile ilgili olarak şöyle bir tanım denemesi yapılabilir: “Kâf alameti, genelde vaslın evlâ olduğu bir yerde, temrîz sîgasıyla (‫ )ﻗﻴﻞ‬nakledilen bir i‘rab takdirine göre vakfın da uygun olabileceğine işaret etmektedir. Alamet olarak belirlenen ‘Kâf’ (‫ )ﻕ‬harfi, temrîz sîgasının (‫ )ﻗﻴﻞ‬kısaltılmış halidir.” Dolayısıyla Secâvendî’nin belirlediği vakf tasnifi içerisinde sarih bir şekilde belirtilmeyen bu vakf türünün, onun değerlendirmelerinden hareketle geliştirilmiş bir vakf çeşidi ve alameti olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla “Kâf” alametinin, Secâvendî’nin vakf sistemine ait bir vakf türü olduğu söylenebilir. 2.2.2. Kıf Alameti (‫)ﻗﻒ‬ Secâvendî’nin vakf tasnifinde sarahaten zikredilmeyen ve fakat ülkemiz mushaflarında 70 tanesi âyet içerisinde 16 tanesi ise âyet sonunda olmak üzere toplam 86 yerde bulunan342 diğer bir vakf türü, “Dur!” anlamındaki “Kıf” (‫)ﻗﻒ‬ alametidir.343 Bilindiği üzere Secâvendî, vakf ya da vasl ile ilgili tercih ettiği bir görüşe muhalif farklı bir yorum söz konusu ise bazen bu görüşe de yer vermiştir. Örneğin daha önce de belirtildiği üzere aslında vakf yapılması uy- Bu alametin bulunduğu yerlerin sayısı ile ilgili olarak farklı tespitler yapılabilmiştir. Örneğin Muhammed Coşkun, Hindî’den naklen 99 yerde bu alametin olduğunu zikretmiştir. (Bk. Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 97); Bu konuda yüksek lisans tezi hazırlayan Mustafa Tuna’ya göre ise 85 adet “Kıf” alameti bulunmaktadır. Bk. Mustafa Tuna, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Kıf Vakf İşaretlerinin Tahlili, (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2021). 343 Bu alametlerin 13’ü, bazı sûrelerin evvelindeki mukattaa harflerindedir. Bilindiği üzere Kur’an-ı Kerîm’de 29 sûre evvelinde 14 farklı harften biri ya da bir kısmıyla oluşan mukat342 taa harfleri bulunmaktadır. Ülkemiz mushaflarında bunların 13’ünde “Kıf” (‫)ﻗﻒ‬, 11’inde vakf-ı mutlak (‫)ﻁ‬, 2’sinde vakf-ı câiz (‫ )ﺝ‬alameti bulunuyor iken kalan 3’ünde ise herhangi bir vakf alameti bulunmamaktadır. Kûfe ehline göre bahse konu 13 tane Kıf alametinin bulunduğu mukattaa harflerinin 5’i müstakil bir âyet iken diğerleri ise devamındaki âyetin bir cüzüdür. 101 MUSHAFLARDA ALAMETLER gun olan bir yerle ilgili olarak vakf yapılmaması yönünde farklı bir görüş nakledilmiş ise bunu ihtiyaten zikredeceğini kendisi açıkça ifade etmiştir.344 Bu itibarla “Kâf” ve “Kıf” alametleri, ihtiyaten zikrettiği bu açıklamaları temsil eden vakf alametleri olarak düşünülebilir. Mesela “Kâf” alameti, yukarıda da bahsi geçtiği üzere ilgili yerlerde ‫ ﻗﻴﻞ‬temrîz sîgasıyla nakledilen vakf yapıla- bileceğine dair görüşleri temsil eden bir alamettir. “Kıf” alameti ise Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ’nın muhakkiki Derviş’e göre Secâvendî’nin bazı yerlerde kullandığı “‫”ﻭﻗﻔﺔ‬, “‫”ﻭﻗﻔﺔ ﻟﻄﻴﻔﺔ‬, “‫ ”ﻳُﻮﻗﻒ‬gibi ifadeleri temsil eden bir alamettir.345 Nitekim ülkemiz mushaflarında “Kıf” alameti bulunan yerler, Secâvendî’nin ‘İlelu’l-vukûf ve Kitâbu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ isimli eserleri üzerinden incelendiğinde ilgili yerlerin büyük bir kısmında vakfın uygun olduğuna işaret etmek üzere “‫”ﻭﻗﻔﺔ‬, “‫”ﻭﻗﻔﺔ ﻟﻄﻴﻔﺔ‬, “‫ ”ﻭﻗﻒ‬gibi ifadelerin kul- lanıldığı görülmektedir.346 Buna rağmen ülkemiz mushaflarındaki bazı “Kıf” alametlerinin yerine mezkûr eserlerde bazen vakf-ı mutlak (‫)ﻁ‬347, vakf-ı câiz (‫)ﺝ‬348, vakf-ı mücevvez (‫)ﺯ‬349 gibi farklı vakf türlerine işaret edildiği ya da bazı yerlerde herhangi bir vakf türü tayin edilmediği350 de burada belirtilmesi gereken önemli bir husustur.351 Bu itibarla Secâvendî’nin vakf sistemini tercih Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169. Secâvendî, Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 123. 346 Örneğin Secâvendî’nin eserlerinden şu âyetlere bakılabilir: Bakara 2/102, 196, 286; Âl-i İmrân 3/106, 111; Mâide 5/8; A‘râf 7/26; Yûnus 10/35, 37; Ra‘d 13/4; Kehf 18/71, 74, 77; Tâhâ 20/21; Hacc 22/11; Nûr 24/58; Neml 27/40, 66, 66; Kasas 28/25, 31, 48; Ankebût 29/33, 38, 66; Rûm 30/8, 34; Lokmân 31/33; Sebe’ 34/45, 46; Fâtır 35/5; Saffât 37/154; Sâd 38/10, 32, 60; Mü’min 40/5, 46; Duhân 44/54; Câsiye 45/28, 31; Muhammed 47/21; Kalem 68/36; Nâziât 79/27; Gâşiye 88/17, 18, 19. 347 Bk. Bakara 2/285; Âl-i İmrân 3/19; Yûnus 10/1; Hûd 11/1; Yûsuf 12/1; Ra‘d 13/1; İbrâhim 14/1; Hicr 15/1; Meryem 19/30; Neml 27/1; Ankebût 29/1; Rûm 30/1, 8; Lokmân 31/1; Secde 32/1; Şûrâ 42/2, 29; Duhân 44/28; Câsiye 45/28; Şems 91/13; Kadr 97/5. 348 Bk. Bakara 2/285, 286; Yûnus 10/1; Nahl 16/55; Meryem 19/29, 30; Câsiye 45/31; Kâf 50/1. 349 Bk. Yûnus 10/35. 350 Bk. Nisâ 4/102; A‘râf 7/29; Ra‘d 13/32; Kehf 18/22; Tâhâ 20/40; Kasas 28/88; Muhammed 47/16, 21; Haşr 59/12. 351 Muhammed Coşkun da bu hususa doktora tezinde Kehf 18/22 ve Tâhâ 20/40 âyetleri üzerinden dikkat çekmiştir. Tükiye’deki mushaflarda bu iki âyette “Kıf” alameti bulunmasına 344 345 rağmen Secâvendî, Kehf 18/22 âyetinde “Kâf” alameti ile temsil edilen “kâd kîle” (‫)ﻗﺪ ﻗﻴﻞ‬ ifadesine yer vermiştir (Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/657). Tâhâ 20/40 âyetinde ise hiçbir alamet ya da izaha yer vermemiştir (Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/693). Bk. Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 203 (616 no’lu dipnot). 102 MUSHAFLARDA ALAMETLER eden ülkemiz mushaflarında “Kıf” alameti bulunan yerlerin, kaynak eserde bazen farklı vakf türlerine konu edilmiş olması tetkike değer bir meseledir. Secâvendî’nin tayin ettiği altılı vakf tasnifinde “Kâf” ve “Kıf” alametleri bulunmamakla beraber bu iki alametin, onun kullandığı bazı ifadelerin kısaltılması şeklinde ortaya çıktığı düşünülebilir. Bu bağlamda “Kâf” alametinin menşei hususunda yazma nüshalardan birisinin müstensihi tarafından oluşturulduğu yönünde bir yorum yapılabilirken “Kıf” alameti için böyle bir yorum ise evvelemirde mümkün gözükmemektedir. Bununla beraber Secâvendî’nin serdettiği değerlendirmelerden hareketle oluşturulduğu anlaşılan bu iki vakf alameti, onun vakf tasnifi içerisinde kabul edilmiş ve bu vakf sistemini esas alan ülkemiz mushaflarında da görüldüğü üzere tercihe değer vakf alametleri olmuştur. İncelediğimiz mushafın sonunda vakf alametlerinin beyan edildiği kısımda bu vakf alameti ile ilgili şöyle bir bilgi geçmektedir: “Kıf (‫)ﻗﻒ‬, ‘vakf’ kelimesinden türetilmiş ‘latîf bir şekilde dur!’ anlamına gelen bir emir kipidir. Bu, vakf yapılmasında anlam açısından fayda bulunmasına işaret etmek suretiyle vakfın evlâ olduğunu belirten bir alamettir.” (. ‫ﺃﻥ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭ� ﻣﻦ ﺍﻟﻮﺻﻞ‬ ّ �‫ﻫﺬﺍ ﻋﻼﻣﺔ ﻋ‬ 352 �‫ﺃﻥ � ﺍﻟﻮﻗﻒ ﻓﺎﺋﺪﺓ � ﺍﻟﻤﻌ‬ ّ �‫)ﺇﺷﺎﺭ� ﺍ‬. Bu tanıma göre bahse konu vakf türünde vakfın evlâ olduğu söylenebilir. Ülkemiz mushaflarındaki her bir “Kıf” alametinin incelenmesi neticesinde bu vakf türünün daha doğru anlaşılabileceği353 kanaatinde olsak da araştırmamızda sadece Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri özelinde bazı âyetler üzerinden bu vakf türü örneklendirilmeye çalışılacaktır. Bu itibarla incelediğimiz mushafta Bakara sûresinde 6, Âl-i İmrân sûresinde 5 adet “Kıf” alameti bulunmasına354 rağmen bu yerlerin bir kısmında Secâvendî’nin farklı değerlendirmelerinin olduğu görülmektedir. İncelediğimiz mushafta “Kıf” alameti bulunan Bakara 2/285 ve 286 âyetlerinde Secâvendî vakf-ı câiz’e,355 Âl-i İmrân 3/19 âyetinde vakf-ı mutlak’a356 işaret etmiştir. Ayrıca Âl-i İmrân 3/112 ve 113 âyetlerinde “vakf yapılmaz” (‫ ﻻﻭﻗﻒ‬: ‫ )ﻗﻴﻞ‬şeklindeki bir görüşü nakletmiştir.357 Diğer altı Kur’ân-ı Kerîm, Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar), (2015 ve 2018). 610. Ülkemiz mushaflarındaki tüm “Kıf” alametlerinin detaylı tahlili için bk. Mustafa Tuna, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Kıf Vakf İşaretlerinin Tahlili, (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2021). 354 Bakara 2/102, 196, 285, 286, 286, 286; Âl-i İmrân 3/19, 106, 111, 112, 113. 355 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/354, 357. 356 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/366. 357 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/385. 352 353 103 MUSHAFLARDA ALAMETLER yerde358 ise “Kıf” alametinin menşei hususunda yukarıda serdedilen yorumlara muvafık olarak “‫ ﻭﻗﻒ‬/‫ ” ﻭﻗﻔﺔ‬ifadelerine yer vermiştir.359 Bu altı yerin bazısında herhangi bir gerekçe zikretmeksizin sadece “‫ﻭﻗﻒ‬/‫ ” ﻭﻗﻔﺔ‬ifadeleri ile vakfın uygun olduğuna işaret etmiş;360 bir kısmında ise vakf tercihinin gerekçesini de beyan etmiştir.361 İncelememize medar olan bu iki sûreden üç örnek seçilerek “Kıf” alameti izah edilmeye çalışılacaktır: ِ ِ ِ ِ ِ ِ ﴾ ‫ﻱ‬ ُ ‫ﻱ َﻭ َﻻ ﺗ َ ْﺤﻠِ ُﻘﻮ� ُﺭ ُﺅ َ۫ﺳ‬ ُ ‫ﻜ ْﻢ َﺣ �� ﻳ َ ْﺒﻠُﻎَ ﺍ ْﻟﻬَ ْﺪ‬ ۚ ِ ‫ﺍﺳﺘَ ْﻴ َﺴ َﺮ ﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻬَ ْﺪ‬ ْ ‫َﻭ�َﺗ �ﻤﻮ� ﺍ ْﻟ َﺤ �ﺞ َﻭ� ْﻟ ُﻌ ْﻤ َﺮ� َ �� ۜ ﻓَﺎ ْﻥ ُﺍ ْﺣﺼ ْﺮﺗُ ْﻢ ﻓَ َﻤﺎ‬ ِ ِ َ َ‫ﻣ ِﺤﻠ �ﻪ ۜ ﻓَﻤﻦ ﻛ‬ ِ ِ ِ ِ ِ۪ ۪ ٍۚ � َ‫ﻚ ﻓَﺎِﺫَٓﺍ ﺍَﻣ ْﻨﺘُ ْﻢ ۠ ﻓَﻤَ ْﻦ ﺗَﻤَﺘ �ﻊ‬ َْ ُ َ ُ ُ ‫ﺻ َﺪﻗَﺔٍ ﺍَ ْﻭ‬ َ ‫ﺎﻥ ﻣ ْﻨﻜُ ْﻢ َﻣﺮ۪�ﻀًﺎ ﺍَ ْﻭ ﺑِﻪ ٓ ﺍَﺫًﻯ ﻣ ْﻦ ﺭَ ْﺃﺳﻪ ﻓَﻔ ْﺪﻳَﺔٌ ﻣ ْﻦ ﺻﻴَﺎ ٍﻡ ﺍَ ْﻭ‬ 362 ِ ِ ِ ِ ِ ِ ‫ﻱ‬ ۚ ِ ‫ﺍﺳﺘَ ْﻴ َﺴﺮَ ﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻬَ ْﺪ‬ ْ ‫ ﴿ ﺑﺎ ْﻟ ُﻌ ْﻤﺮَ� ﺍ َ� ﺍ ْﻟ َﺤ ّﺞِ ﻓَﻤَﺎ‬âyetinde “۠ ‫ ”ﻓَﺎﺫَٓﺍ ﺍَﻣ ْﻨﺘُ ْﻢ‬kelimesinde Türkiye mushaflarında “Kıf” alameti bulunmaktadır. Nitekim Secâvendî de gerekçe- sini beyan etmek suretiyle “‫ ”ﻭﻗﻔﺔ‬ifadesi ile burada vakfa işaret etmiştir. Ona göre �‫[“ )ﻓﺎﺫﺍ ﺃﻣﻨﺘﻢ )ﻣﻦ ﺧﻮﻑ ﺍﻟﻌﺪﻭ ﻭﺿﻌﻒ ﺍﻟﻤﺮﺽ ﻓﺎﻣﻀﻮ‬düşman korkusundan ve hastalık sıkıntısından] kendinizi güvende hissettiğinizde [sorumluluğunuzu tamamlayın.]” takdirinde de görüldüğü üzere âyetteki “‫”ﻓَﺎِﺫَٓﺍ‬nın cevabı mahzuf- tur (�‫)ﻓﺎﻣﻀﻮ‬. Buna bağlı olarak âyetin devamındaki “ ‫ﻓَ َﻤ ْﻦ ﺗ َ َﻤﺘ�ﻊَ ﺑِﺎ ْﻟ ُﻌ ْﻤ َﺮ�ِ ﺍِ َ� ﺍ ْﻟ َﺤ ّﺞِ ﻓَ َﻤﺎ‬ ِ ‫ﻱ‬ ۚ ِ ‫”ﺍﺳﺘَ ْﻴ َﺴ َﺮ ﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻬَ ْﺪ‬ ْ şart-cevap cümlesi ise temettu‘ haccını konu edinen “hacca kadar umreyle faydalanmak [temettu‘ haccı yapmak] isteyen bir kimse, kolayına gelen kurbanı keser. ” şeklinde hüküm ifade eden müstakil bir cümledir.363 Buna göre sonrası ile lafız ve anlam irtibatı bulunmaması nedeniyle “۠ ‫ ”ﻓَﺎِﺫَٓﺍ ﺍَ ِﻣ ْﻨﺘُ ْﻢ‬ifadesinde vakf yapılması tercihe şayan olabilir. Bununla beraber inceleyebildiğimiz bazı tefsirlerde serdedilen anlam tercihi ise özetle “[düşman, hastalık gibi bazı sebeplerden ötürü bir engelin (ihsârın) bulunmayıp kendinizi] güvende hissettiğinizde bir kimse temettu‘ el-Bakara 2/102, 196, 286; Âl-i İmrân 3/106, 111. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/225, 285, 356, 382, 383. 360 Örneğin Bakara 2/102 ve 286 âyetlerindeki vakf yerleri için bakılabilir. 361 Örneğin Bakara 2/196, 286; Âl-i İmrân 3/106, 111 âyetlerindeki vakf yerleri için bakılabilir. 362 el-Bakara 2/196. 363 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/284-285. Ayrıca bk. Nîsâbûrî, Garâibü’l-Kur’ân ve regâibü’lfurkân, 1/535; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 127. 358 359 104 MUSHAFLARDA ALAMETLER haccı yapmak isterse kolayına gelen kurbanı keser.” şeklindedir.364 Bu anlam tercihine göre “۠ ‫ ”ﻓَﺎِﺫَٓﺍ ﺍَ ِﻣ ْﻨ ُﺘ ْﻢ‬ifadesinin cevabı, devamındaki “ �َ ِ‫ﻓَ َﻤ ْﻦ ﺗ َ َﻤﺘ�ﻊَ ﺑِﺎ ْﻟ ُﻌ ْﻤ َﺮ�ِ ﺍ‬ ِ ‫ﻱ‬ ۚ ِ ‫ﺍﺳﺘَ ْﻴ َﺴﺮَ ﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻬَ ْﺪ‬ ْ ‫ ”ﺍ ْﻟ َﺤ ّﺞِ ﻓَﻤَﺎ‬cümlesidir. İ‘râbu’l-Kur’an türü bazı eserlerde kabul edilen i‘rab tercihi de bu yöndedir.365 Şart-cevap şeklindeki böyle bir lafız ve anlam irtibatına göre “۠ ‫ ”ﻓَﺎِﺫَٓﺍ ﺍَ ِﻣ ْﻨﺘُ ْﻢ‬ifadesi, yukarıdaki yorumun aksine vakf yeri olarak tayin edilmemelidir. Nitekim vakf-ibtidâ eserlerinin önemli bir kısmında mezkûr yerin vakfa konu edilmemesi366 böyle bir kanaatin teyidi olarak düşünülebilir. Görüldüğü üzere Secâvendî’nin gerekçesini zikrederek vakf yapılması yönünde tercihte bulunduğu mezkûr yer farklı değerlendirmelere de muhtemeldir. Ezcümle bize göre i‘râbu’l-Kur’ân türü eserlerdeki i‘rap tercihi ve tefsirlerde genel olarak kabul edilen yorum çerçevesinde ilgili yerde vasl yapılması evlâ olarak düşünülebilir. Tahlil edeceğimiz bir diğer “Kıf” alameti, Âl-i İmrân 3/106 âyetindedir: ﴾ ‫ﺍﺏ‬ ُ ِ ‫ﻳﻤﺎﻧ‬ � َ‫ﻳ َ ْﻮﻡَ ﺗ َ ْﺒﻴ‬ ْ � ‫ﺍﺳ َﻮﺩ‬ َ ‫ﻮﻫ ُﻬ ْﻢ ۠ ﺍَ�َ َﻔ ْﺮﺗُ ْﻢ ﺑ َ ْﻌ َﺪ ۪ﺍ‬ َ ‫ﻮﻩ ۚ ﻓَﺎ َﻣ�ﺎ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ ٌ ‫ﺾ ُﻭ ُﺟ‬ ُ ‫ﺕ ُﻭ ُﺟ‬ ٌ ‫� َﻮﺩ� ُﻭ ُﺟ‬ ْ َ ‫ﻮﻩ َﻭ‬ َ ‫ﻜ ْﻢ ﻓَ ُﺬﻭ ُﻗﻮ� ﺍ ْﻟﻌَ َﺬ‬ ْ ‫ﻳﻦ‬ ‫ﻭﻥ‬ َ ‫“ ﴿ ﺑِﻤَﺎ ﻛُ ْﻨﺘُ ْﻢ ﺗ َ ْﻜ ُﻔ ُﺮ‬O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kara- ranlara, ‘İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın’(denilecektir).” âyetindeki “۠ ‫ﻮﻫ ُﻬ ْﻢ‬ ُ ‫”ﻭ ُﺟ‬ ُ kelimesinde Secâvendî, gerekçesini de zikretmek suretiyle “‫ ”ﻭﻗﻔﺔ‬ifadesi ile vakfın uygun olduğuna işaret etmiştir.367 Bu münasebetle âyetin meâlinde de görüldüğü Bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 3/411; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/404; Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl, 1/130; Ebu’l-Berekât Hâfizüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’tTenzîl ve hakâikü’t-te’vîl, thk. Yusûf Ali Bedevî (Beyrut: Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1998), 1/168; Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm, thk. Muhammed Huseyn Şemsuddîn (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, h.1419), 1/399. 365 Ukberî, et-Tibyân, 1/123; Sâfî, el-Cedvel, 1/403; Muhammed Tayyib İbrahim, İ‘râbu’lKur’âni’l-Kerîm, (Beyrut: Dâru’n-Nefâis, 2011), 30. 366 Örneğin bk. İbnu’l-Enbârî Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/545; Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 93; Dânî, el-Muktefâ, 49; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâ-i’s-seb‘ati ve ğayrihim… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 1/303; Nikzâvî, el-İktidâ, 1/372; Kastallânî, Letâifü’l-işârât, 4/1682. 367 ‘İlelu’l-vukûf’un ana metninde ilgili yerde ‫ ﻭﻗﻔﺔ‬ifadesine yer verilmiştir. Bununla beraber bu eserin tahkikinde esas alınan nüshalarda farklı değerlendirmelerin olduğu bilgisine de muhakkik tarafından yer verilmiştir. Buna göre “Hâlis Efendi Kütüphanesi/Türkiye” nüshasında “vakf-ı câiz”, “Mektebetü Câmi‘atü’l-Melik/Suûd-i Arabistan” nüshasında “Kıf” alametinin bulunduğu; “Mektebetü’l-Ezheriyye/Mısır” nüshasında ise herhangi bir vakf türüne işaret edilmediği belirtilmiştir. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/382 (3 no’lu dipnot). 364 105 MUSHAFLARDA ALAMETLER üzere âyetteki “‫ ”ﺍَ�َ َﻔ ْﺮﺗُ ْﻢ‬fiilinden önce takdiren (...‫“ )ﻓﻴﻘﺎﻝ ﻟﻬﻢ ﺃﻛﻔﺮﺗﻢ‬onlara de- nilecektir.” ifadesinin bulunmasını gerekçe göstermiştir.368 Buna göre mukad- der kavl (‫ )ﻓﻴﻘﺎﻝ ﻟﻬﻢ‬ifadesi ve âyetin metninde geçen mekûlü (‫)ﺃﻛﻔﺮﺗﻢ‬, öncesinde vakf yapılmak suretiyle ibtidâya (tilâvet başlangıcı) konu olabilir. Anlam eksenli bir tilâvette ilâhî mesajın vurgulanması açısından böyle bir tercihin evlâ olduğu da düşünülebilir. Bu açıklamalar çerçevesinde ilgili yerde vakfın evlâ olup vaslın da uygun olduğu şeklinde bir hükme varılabilir. Ülkemiz mushaflarında Âl-i İmrân 3/112 ve 113 âyetlerinin sonundaki “Kıf” alametleri de tahlile değerdir. Zira Secâvendî bu iki yerde diğer yerlerden farklı olarak (‫“ )ﻗﻴﻞ ﻻﻭﻗﻒ‬vakf yapılmayacağı söylenmiştir.” şeklindeki bir görüşü nakletmiştir. Bu yönüyle ‫ ﻗﻴﻞ‬temrîz sîgasının zikredilmesinden hareketle burada “Kaf” alametinin olması gerektiği düşünülebilir. Ancak hatırlanacağı üzere “Kaf” alametine konu olan yerlerde mezkûr sîga ile genelde “vakf yapılabileceği” görüşüne yer verilmekte iken burada ise aksine “vakf yapılmayacağı” şeklindeki bir görüş nakledilmiştir. Ayrıca Secâvendî, bu ifadenin akabinde “‫ ”ﻭﻋﻠﻴﻪ ﻭﻗﻒ‬ibaresini zikretmek suretiyle örneğin 112. âyetin sonunda vakf yapılması gerektiğini belirt- miştir. Bu itibarla devamındaki âyetin evvelindeki “�‫ ”ﻟ َْﻴ ُﺴﻮ‬fiilinin zamirinin aidiyeti üzerinden bir vakf gerekçesi oluşturmuştur. Buna göre bağlam olarak bu âyetlerde ehl-i kitabın içerisinde iman etmişlerin de olduğu ve fakat büyük bir kısmının ise iman etmediği;369 Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri, isyan içerisinde olmaları, kendilerine çizilen sınırı aşmaları nedeniyle gazaba, zillete ve yoksulluğa mahkûm oldukları370 anlatılmıştır. Akabinde ise onların hepsinin aynı olmadığı (ۜ ‫ٓ�ﺀ‬ ً ‫ )ﻟ َْﻴ ُﺴﻮ� َﺳ َﻮ‬vurgulanmış ve bunun beyanı sade- dinde detaylara yer verilmiştir.371 Bu bağlamda Secâvendî, “�‫ ”ﻟ َْﻴ ُﺴﻮ‬fiilinin zamiri- ِ ifadesi olmasını ve buna bağlı olanin aidiyetinin 110. âyette geçen “‫ﻮﻥ‬ َ ‫”ﻣ ْﻨ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺆ ِﻣ ُﻨ‬ rak övülen ve yerilen iki farklı ehl-i kitabın tilâvette de ayrılması gerektiğini ge- Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/382. Bu i‘rap tercihi için ayrıca bk. Ukberî, et-Tibyân, 1/203; Sâfî, el-Cedvel, 2/269. 369 Âl-i İmrân 3/110. 370 Âl-i İmrân 3/112. 371 Âl-i İmrân 3/113. 368 106 MUSHAFLARDA ALAMETLER rekçe göstermek suretiyle ilgili yerde vakf yapılması yönünde bir tercihe gitmiştir.372 Secâvendî her ne kadar burada “Kaf” alametinin menşei gibi düşünülen ‫ﻗﻴﻞ‬ ifadesine yer vermişse de akabinde (‫ )ﻭﻋﻠﻴﻪ ﻭﻗﻒ‬ibaresini zikretmesi, ilgili yerde vakfın evleviyetini tercih ettiğini ihsas ettirmektedir. Bu sebeple Secâvendî’nin vakf değerlendirmelerine göre düşünüldüğünde mezkûr âyet sonunda “Kıf” alametine yer verilmesinin, doğru bir tercih olduğu söylenebilir. Görüldüğü üzere ülkemiz mushaflarında “Kıf” alameti bulunan yerler, Secâvendî’ye ait kaynak eserde farklı tercihlere konu olabilmiştir. Dolayısıyla Secâvendî’nin vakf sisteminin kullanıldığı Türkiye Mushafları ile kaynak eser arasında yeknesaklık mevzu bahis değildir. Yukarıdaki örneklerde de belirtildiği üzere bu vakf alameti ile ilgili olarak bir diğer dikkat çekici husus, bilinenin aksine bazen vakfın bazen de vaslın evlâ olabilmesidir. Bu değerlendirmenin aslında tüm vakf türleri için geçerli olduğu da söylenebilir. Zira diğer vakf türlerinde de her yer ve zaman için geçerli olan bir vakf ya da vasl hükmüne varılması mümkün olmayabilir. “Kıf” alameti ile ilgili olarak şöyle bir çerçeve çizilebilir: “Kıf (‫ )ﻗﻒ‬alameti, ‘Dur!’ anlamına gelen bir emir ifadesidir. Anlaşıldığı kadarıyla Secâvendî’nin vakfa işaret etmek üzere kullandığı ‘‫ﻭﻗﻒ‬/‫ ’ﻭﻗﻔﺔ‬gibi ‘vakf’ menşeli kelimelerden türetilmiş bir vakf alametidir. Bu yönüyle Secâvendî’nin vakf tasnifi içerisinde sarahaten belirtilmeyen bir vakf türü olsa da onun vakf sisteminde kabul edilmiş bir vakf türü olduğu söylenebilir. Bu vakf türünde anlamın tilâvete yansıtılması gayesiyle genelde vakfın evlâ olduğu ve fakat bazı yerlerde vaslın da evlâ olabileceği belirtilebilir.” 2.2.3. Vakf-ı Mu‘anaka (∴) Secâvendî’nin vakf tasnifinde bulunmadığı halde onun vakf sisteminin tercih edildiği ülkemiz mushaflarındaki vakf alametlerinden birisi, vakf-ı mu‘ânaka olarak isimlendirilen ve üç noktadan (∴) oluşan üçgen şeklindeki vakf alametidir. Tespitimize göre ülkemiz mushaflarında vakf-ı mu‘ânakaya konu olan 23 yer vardır.373 Kur’an tilâvetinde vakfa uygun olan ya da uygun olmayan yerleri göstermek üzere genelde harf alametler tayin edilirken vakf-ı mu‘ânakaya işaret etmek üzere piramit şeklindeki (∴) bir alametin tercih edilmesi dikkat çekicidir. Sair vakf türlerinde vakf alameti sadece bir yerde bulunuyor iken bu vakf türünü temsil Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/385. Secâvendî’nin ihtisar ederek serdettiği değerlendirmeler daha anlaşılır olması maksadıyla tarafımızca genişletilerek alıntılanmıştır. 373 Bakara 2/2, 195; Âl-i İmrân 3/30, 171-172; Mâide 5/31-32; A’râf 7/91-92, 172; Hûd 11/49; İbrâhim 14/9; Furkân 25/4, 58-59; Şu‘arâ 26/208-209; Ahzâb 33/60-61; Mümin 40/69-70; Duhân 44/44-45; Muhammed 47/4; Fetih 48/29; Mumtehine 60/3; Talak 65/10; Kalem 68/40-41; Müddessir 74/39-40; İnşikâk 84/14-15; Kadr 97/4-5. 372 107 MUSHAFLARDA ALAMETLER eden alametin birbirine yakın iki farklı yerde bulunuyor olması da vakf-ı mu‘ânakanın bir diğer farkı olarak belirtilmelidir. Bu sebeple 23 yerde bulunan vakf-ı mu‘ânakayı göstermek üzere ülkemiz Mushaflarında toplam 46 tane üçgen şeklindeki vakf alametine (∴) yer verilmiştir. İlk dönem vakf-ibtidâ eserlerinde zikri geçmeyen bu vakf türüne “vakf-ı murakabe” ismiyle ilk olarak Ebu’l-Fadl er-Râzî’nin (ö. 454/1062) dikkat çektiği belirtilmiştir.374 Zerkeşî’nin (ö. 794/1392) ifadesiyle vakf-ı murakabe, iki ifade bölümünden oluşan bir kelamda bu ifadelerin birinde vakf yapıldığında diğerinde vaslın gerektiği bir vakf türüdür.375 İbnu’l-Cezerî, Suyûtî ve Uşmûnî’nin de aynı isimle andığı bu vakf türünde, diğer bir deyişle ulemanın bir kısmı bir yeri vakfa uygun addederken diğer ulemanın da farklı bir yeri vakfa uygun kabul etmesi söz konusudur. Buna göre vakfa uygun olan iki yerden birinde vakfın uygun olup diğerinde uygun olmaması durumudur.376 Bu bağlamda “vakf-ı mu‘ânaka” şeklinde farklı bir terim kullanmayı tercih eden müteahhir dönem âlimlerinden Muhammed Sadık el-Hindî (ö. 1290/1873) de aynı duruma işaret etmiştir. Ona göre aynı yerde bulunan iki vakf mahallinden birinde vakf, diğerinde vasl yapılması anlam değişikliği de oluşturmuyorsa okuyucu bu durumda kendi tercihi ya da üstatlarının tercihine göre iki vakf mahallinden birinde vakf, diğerinde vasl yapmalıdır.377 ِ ٍ ِ � ‫ﺹ ﺍﻟﻨ‬ Örneğin ﴾ ۚ ‫ﻒ َﺳﻨَ ٍﺔ‬ َ ‫ﻳﻦ ﺍَ ْﺷ َﺮ ُﻛﻮ� ﻳ َ َﻮﺩ� ﺍَ َﺣ ُﺪ ُﻫ ْﻢ ﻟ َْﻮ ﻳُﻌَﻤ� ُﺮ ﺍَ ْﻟ‬ َ ‫ﺎﺱ َﻋ ٰ� َﺣ ٰﻴﻮ� ۚ َﻭﻣ َﻦ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ َ ‫﴿ َﻭﻟَﺘَ ِﺠ َﺪ ��ُ ْﻢ ﺍَ ْﺣ َﺮ‬ âyetinde378 “ٍۚ�‫”ﺣ ٰﻴﻮ‬ َ kelimesinde vakf yapıldığı takdirde “�‫ ”ﺍَ ْﺷﺮَﻛُﻮ‬kelimesinde vasl; ya da ilk kelimede vasl, ikinci kelimede ise vakf yapılması gerekir.379 ِ Zira âyetteki “�‫ﻳﻦ ﺍَ ْﺷ َﺮﻛُﻮ‬ َ ‫ ” َﻭﻣ َﻦ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ifadesi, bu vakf türünü inceleyen çağdaş âlim- lerden Abdulazîz b. Ali el-Harbî’nin deyimiyle “tecâzüb” konumundadır yani hem öncesi ve hem de sonrası ile irtibatlıdır.380 Bu özelliğinden hareketle elHarbî, ilgili vakf türünü “vakf-ı tecâzüb” ismi ile incelemiştir. Bu itibarla bilinmelidir ki mezkûr ifade, öncesi ile irtibatlı olduğu takdirde sonrası ile irtibat; sonrası ile irtibatlı olduğu düşünüldüğünde de öncesi ile ir- İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/238; Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/21 (Muhakkik mukaddimesi). Zerkeşî, el-Burhan, 1/365. 376 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/237; Suyûtî, el-İtkân, 2/556; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 154. 377 Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 21. 378 el-Bakara 2/96. 379 Zerkeşî, el-Burhan, 1/365. 380 Abdulaziz b. Ali el-Harbî, Vakfu’t-Tecâzüb (el-Mu‘ânaka) fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mecelletü Câmi‘ati Ümmi’l-Kurâ li ‘ulûmi’ş-şerî‘ati ve’l-lugati’l-arabiyyeti ve âdâbihâ, Suud-i Arabistan, 19/31 (h.1425), 14. 374 375 108 MUSHAFLARDA ALAMETLER ِ ifadesi, öncesi ile irtibatlı oltibat kalmamış olur. Buna göre “�‫ﻳﻦ ﺍَ ْﺷ َﺮﻛُﻮ‬ َ ‫”ﻭﻣ َﻦ ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ َ ması durumunda bu ifadenin öncesindeki “ٍۚ�‫”ﺣ ٰﻴﻮ‬ َ kelimesinde vasl, “�‫ ”ﺍَ ْﺷ َﺮ ُﻛﻮ‬ke- limesinde ise vakf yapılmalıdır (vasl-vakf). Diğer taraftan sonrası ile irtibatlı olduğu takdirde “ٍۚ�‫”ﺣ ٰﻴﻮ‬ َ kelimesinde vakf, “�‫ ”ﺍَ ْﺷﺮَﻛُﻮ‬kelimesinde ise vasl yapıl- malıdır (vakf-vasl). Dolayısıyla mezkûr iki yer için özetle vasl-vakf ya da vakf-vasl şeklinde iki durumun geçerli olduğu söylenebilir. Vasl-vakf şeklindeki ilk duruma göre âyetin meâli şöyledir: “…Sen onları (yahudileri), hayata karşı insanların en isteklisi hatta müşriklerden bile daha hırslı olarak bulursun. Onların (Yahudilerin) her biri bin sene yaşamayı arzu eder.” Yahudilerin hayata karşı olan hırslarının çok fazla olduğunu vurgulamak için hass bir ifade olan “müşriklerin” (�‫ﻳﻦ ﺍَ ْﺷ َﺮﻛُﻮ‬ َ ‫)ﺍﻟ � ۪ﺬ‬, amm bir ifade olan ِ � ‫ )ﺍﻟﻨ‬atfedildiği düşünülebilir. Bu sebeple evlâ olan tercihin de “insanlara” (‫ﺎﺱ‬ ilk ifadede vasl, ikincisinde ise vakf yapılması yönünde olduğu belirtilmiştir.381 Vakf-vasl şeklindeki ikinci duruma göre âyetin meâli şöyledir: “…Sen onları (yahudileri), hayata karşı insanların en isteklisi olarak bulursun. Müşriklerin bir kısmı ki onların (müşriklerin) her biri bin sene yaşamayı arzu eder.” Görüldüğü üzere iki farklı ifadenin bulunduğu bu âyette mezkûr yerlerde vakfvasl ya da vasl-vakf tercihine göre iki farklı anlam ihtimali söz konusudur. Bu sebeple mezkûr iki yerde aynı anda vakf ya da aynı anda vasl yapılması yerine birinde vakf diğerinde vasl yapılması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Vakf-ibtidâ literatüründe yaygın kullanılan ifadeyle “vakf-ı mu‘ânaka”382 olarak bilinen bu vakf türü; “murakabe”383, “tecâzüb”384, “mütecâzib”385 gibi farklı isimlere de konu olmuştur. Ayrıca bu vakf türüne konu olan yerler ve bunların sayısı da vakf-ibtidâ eserlerinde ve mushaflarda farklılık arz eden bir husustur. Mesela Türkiye Mushaflarında 23 tane vakf-ı mu‘ânaka bulunuyor iken Hindî, müteahhir ulemaya istinaden 18, mütekaddim ulemaya istinaden Harbî, Vakfu’t-Tecâzüb, Mecelletü Câmi‘ati Ümmi’l-Kurâ, 15. Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 21. 383 Zerkeşî, el-Burhan, 1/365; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/237; Suyûtî, el-İtkân, 2/556; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 154. 384 Ebu’s-Senâ Şihâbuddîn Mahmûd b. Abdillah el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l‘azîm ve’s-seb’i’l-mesânî, (Beyrut: Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts.), 23/33; el-Harbî, Vakfu’t-Tecâzüb, Mecelletü Câmi‘ati Ümmi’l-Kurâ, 14. 385 Safâkusî, Tenbîhu’l-ğâfilîn, 130. 381 382 109 MUSHAFLARDA ALAMETLER 19 olmak üzere toplam 37 adet vakf-ı mu‘ânaka olduğunu zikretmiştir.386 Muhammed Mekkî Nasr ise vakf-ı mu‘ânaka sayısını 35 olarak tayin etmiştir.387 Bu vakf türüne hasredilmiş bir araştırma kaleme alan Mücella Hacımısıroğlu ise muhtelif eserlerden hareketle çalışmasında 42 vakf-ı mu‘ânakayı bahse konu etmiştir.388 Bunların içerisinde ülkemiz mushaflarındaki vakf-ı mu‘ânaka alametleri de bulunduğu için burada örnek sadedinde sadece Bakara sûresindeki iki vakf-ı mu‘ânaka alametinin tahlili ile yetinilecektir: ِ َ ِ ‫ ﴿ ٰﺫﻟ‬âyetindeki389 “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬lafzı ۛ ۚ َ �ْ ‫ﺎﺏ َﻻ َﺭ‬ a) Bakara 2/2: ﴾ ۙ � َ ‫ﺐ ۪ﻓﻴﻪِۚ ۛ ُﻫ ًﺪﻯ ﻟ ِ ْﻠ ُﻤﺘ � ۪ﻘ‬ ُ َ‫ﻚ ﺍ ْ�ﻜﺘ‬ َ nın haberi olması için iki farklı i‘rap takdiri vardır: Buna göre “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬lafzı, “‫”ﻻ‬ ۛ ۚ َ ْ�َ‫” َﻻ ﺭ‬ ۛ ۚ َ ْ�َ‫ ” َﻻ ﺭ‬ifadesinde vakf yapılır. “‫”ﻻ‬ َ nın haberi “(‫ﺐ )ﻓﻴﻪ‬ durumunda “ۛ ِۚ‫ﺐ ۪ﻓﻴﻪ‬ ۛ ۚ َ �ْ ‫ ” َﻻ َﺭ‬ifadetakdirinde olduğu üzere mahzuf “‫ ”ﻓﻴﻪ‬olması durumunda ise “‫ﺐ‬ sinde vakf yapılıp akabinde mukaddem haber (ِ‫ ) ۪ﻓﻴﻪ‬ve muahhar mübtedâdan 390 (‫)ﻫ ًﺪﻯ‬ َ ‫ ” ۪ﻓﻴﻪِۚ ۛ ُﻫ ًﺪﻯ ﻟ ِ ْﻠ ُﻤﺘ � ۪ﻘ‬cümlesi ile tilâvete devam edilir (ibtidâ). Doُ oluşan “ۙ � layısıyla “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬lafzının, öncesi veya sonrası ile irtibatı bulunması hasebiyle “ ‫َﻻ‬ ِ ‫ﺐ‬ ۚ َ �ْ َ‫ ”ﺭ‬ve “ۛ ۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬ifadeleri için vakf ve vasl açısından iki farklı durum oluşabilir. َ nın haberi olup öncesi ile irtibatlı ise “‫ﺐ‬ Bu itibarla “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬lafzı, “‫”ﻻ‬ ۚ َ �ْ ‫ ” َﻻ َﺭ‬ifadesinde vasl, “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬lafzında vakf yapılmalıdır (vasl-vakf). Bu durumda âyetin meâli şöyledir: “Bu (Kur’an), kendisinde şüphe bulunmayan bir kitaptır. O, ۛ ۚ َ �ْ ‫َﻻ َﺭ‬ َ nın haberi “ ‫ﺐ‬ müttakîler için bir hidayet rehberidir.” Diğer taraftan “‫”ﻻ‬ Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 21. Muhammed Mekkî Nasr, Nihâyetü’l-kavli’l-müfîd fî ‘ilmi’t-Tecvîd, (Kâhire: Mektebetü’sSafâ, 1999), 226-227. 388 Vakf-ibtidâyı konu edinen bazı eserlerde ve Mushaflarda vakf-ı mu‘ânaka olarak değerlendirilen yerlerin sayısı ve bulunduğu yerlerin farklı olduğuna dair detaylı bilgi ve mukayese için bk. Mücella Hacımısıroğlu, Vakf-ı Muânaka ve Kur’an Tefsirine Etkisi, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2015), 19-34; Mahmûd Âdil Şevk, Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm dirâsetün mevdû‘iyyetün ve delâliyyetün, Mecelletü Âfaki’s-Sekafiyyeti ve’t-Turas, Dubai, 80 (2012), 18 vd. 389 el-Bakara 2/2. 390 Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 33; Dânî, el-Muktefâ, 33; Ukberî, et-Tibyân, 1/17; Semîn elHalebî, ed-Dürru’l-masûn, 1/86; Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/173-174; Kastallânî, Letâifü’lişârât, 4/1646; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 75-77. 386 387 110 MUSHAFLARDA ALAMETLER ۛ ۚ َ �ْ ‫ ” َﻻ َﺭ‬ifadesinde vakf, sonrası (‫ ”)ﻓﻴﻪ‬takdirinde olduğu üzere mahzuf (‫ )ﻓﻴﻪ‬ise “‫ﺐ‬ ile irtibatı bulunan “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬lafzında vasl yapılır (vakf-vasl).391 Bu durumda âyetin meâli ise şöyledir: “Bu (Kur’an), kendisinde şüphe bulunmayan bir kitaptır. Onda (Kur’an’da) müttakîler için hidayet rehberi olan şeyler vardır.” ۛ ۚ َ �ْ ‫ ” َﻻ َﺭ‬ve “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬kelimelerinde vakf Vakf ve vasl gerekçesini ihtiva eden “‫ﺐ‬ ve vaslın uygun olduğu görülmektedir. Bu duruma işaret eden Secâvendî, “ ‫َﻻ‬ ِ ۛ ۚ َ �ْ ‫”ﺭ‬ ‫ﺐ‬ َ ifadesinde vakf-ı câiz alameti tayininde bulunmuşken “ۛ ۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬lafzında ise sadece vakf ve vaslın uygun olduğunu belirtmekle yetinmiştir.392 Secâvendî’nin vakf sistemini tercih eden Türkiye’deki mushaflarda ise her iki kelimede de vakf ve vaslın uygun olduğunu belirten vakf-ı câiz (‫ )ﺝ‬alametine yer verilmiştir. Bununla beraber vakfa konu olan iki yerden birinde tercih edilen vakf ya da vasl, diğer vakf yerinde bu tercihin aksi yönünde uygulanmalıdır. Dolayısıyla iki farklı i‘rab ve anlam ihtimalinin geçerli olduğu “‫ﺐ‬ ۚ َ �ْ ‫ ” َﻻ َﺭ‬ve “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬ikilisinde, tercih edilen i‘rab ve anlama göre, ilkinde vakf diğerinde vasl (vakf-vasl) ya da birincisinde vasl ikincisinde vakf (vasl-vakf) yapılabilir. Bilindiği üzere buna benzer yerler vakf-ı mu‘ânaka (∴) olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Türkiye’deki mushaflarda mezkûr iki kelimede vakf-ı câiz (‫ )ﺝ‬ve vakf-ı mu‘ânaka (∴) alametlerine birlikte yer verilmiştir. Hal böyle iken vakfa konu olan iki yerden birinde vakfın evleviyeti söz konusu olabildiği takdirde evlâ olan görüş istikametinde tek bir yerin vakfa konu edilmesi ve sadece bu yerde Secâvendî’nin sistemine uygun bir vakf alametinin tercihi yönünde değişikliğe gidilmesi dikkate değer bir mesele gibi gözükmektedir. Böylece Secâvendî’nin vakf tasnifinde olmayan vakf-ı mu‘ânaka yerine onun vakf sistemindeki uygun bir vakf türüne yer verilmesi muhtemel hale gelebilir. Bu bağlamda müfessirlerin tercih ettiği anlamın da “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬ifadesinin öncesi ile irtibatlı kabul edilmesine bağlı olarak şekillendiği Daha detaylı bir tahlil ve değerlendirme için bk. İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/487-490; Harbî, Vakfu’t-Tecâzüb, 13-14; Hacımısıroğlu, Vakf-ı Muânaka ve Kur’an Tefsirine Etkisi, 49-55. 392 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/173. 391 111 MUSHAFLARDA ALAMETLER ve buradan hareketle ilgili ifadede vakfın tercih edildiği yorumuna gidilebilir.393 Bazı vakf-ibtidâ âlimlerinin de bu ifadeyi vakf yeri olarak tayin etmiş olması394 da kanaatimizce böyle bir yorumu kabul edilebilir kılmaktadır. Bu münasebetle ilgili âyette, vakf-ı mu‘ânaka alametinin kaldırılıp “‫ﺐ‬ ۚ َ ْ�َ‫ ” َﻻ ﺭ‬ve “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬ikilisinde mevcut olan vakf-ı câiz alametinin de evlâ olan görüşe göre sadece “ۛ ِۚ‫ ” ۪ﻓﻴﻪ‬ifadesinde bırakılması yönünde bir değişikliğe gidilebilir. ِ ۪‫َﻭ� َ ْﻧ ِﻔ ُﻘﻮ� ۪� َﺳﺒ‬ b) Bakara 2/195: ﴾ َ �‫ﺍ‬ ُ ‫ﺍ�ِ َﻭ َﻻ ﺗُ ْﻠ ُﻘﻮ� ﺑِﺎ َْﻳ ۪ﺪﻳ‬ � ‫ﻜ ْﻢ ﺍِ َ� ﺍﻟﺘ � ْﻬ ُ�ﻜَﺔِۚ ۛ َﻭ� َ ْﺣ ِﺴ ُﻨﻮ� ۚ ۛ ﺍِ �ﻥ‬ � ‫ﻴﻞ‬ ِ ۛ ِ َ ifadesi, ya öncesindeki “�‫”ﻭ� َ ْﻧ ِﻔ ُﻘﻮ‬ � َ ‫ﺐ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺤ ِﺴ ۪ﻨ‬ َ fiiline ma� ‫ ﴿ ﻳُﺤ‬âyetindeki “ۚ �‫”ﻭ� َ ْﺣﺴ ُﻨﻮ‬ tuf ya da isti’nâf cümlesi olmak üzere iki farklı i‘rap takdirine konu edilmiştir.395 Dolayısıyla bu ifadenin, öncesi ve sonrası ile de irtibatı vardır. Bu itibarla “ۛ ۚ �‫”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴ ُﻨﻮ‬ َ kelimesi, atıf harfi ile evvelindeki “�‫”ﻭ� َ ْﻧ ِﻔ ُﻘﻮ‬ َ fiiline matuf olarak öncesi ile irtibatlı düşünüldüğünde “ۛ ِۚ‫ ”ﺍﻟﺘ � ْﻬ ُ�ﻜَﺔ‬kelimesinde vasl, “ۛ ۚ �‫”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴ ُﻨﻮ‬ َ ifade- sinde vakf yapılır (vasl-vakf). Buna göre âyetin meâli şöyledir: “Allah yolunda infakta bulunun, kendi kendinizi tehlikeye atmayın ve iyilikte bulunun. Allah iyilik yapanları sever.” Diğer taraftan sonrası ile irtibatlı olduğu düşünüldüğünde ise “ۛ ِۚ‫ ”ﺍﻟﺘ � ْﻬ�ُﻜَﺔ‬kelimesinde vakf, “ۛ ۚ �‫”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴﻨُﻮ‬ َ ifadesinde vasl yapılır (vakf-vasl). Bu durumda âyetin meâli şöyledir: “Allah yolunda infakta bulunun ve kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilikte bulunun. Zira Allah iyilik yapanları sever.” Bu özelliği sebebiyledir ki Secâvendî, “ۛ ِۚ‫ ”ﺍﻟﺘ � ْﻬ ُ�ﻜَﺔ‬ve “ۛ ۚ �‫”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴ ُﻨﻮ‬ َ kelimelerinin her ikisini de vakf-ı câiz’e konu etmiştir.396 Ancak yukarıda da belirtildiği üzere iki kelimede vakf ya da vasl yapılması yerine birinde yapılan vakf diğerinde vasl şeklinde uygulanması yönünde bir teâmül söz konusudur. Bu da bilindiği üzere vakf-ı mu‘ânaka olarak isimlendirilen bir vakf türüdür. Nitekim ülkemiz mushaflarında iki kelimede de hem vakf-ı câiz ve hem de vakf-ı mu‘ânaka alametine birlikte yer verilmiştir. 393 Örneğin bk. Mukâtil, Tefsîru Mukâtil b. Süleyman, 1/81; Ferrâ, Meânî’l-Kur’ân, 1/11; Taberî Câmi‘u’l-beyân, 1//231-233; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/149-150. 394 Dânî, el-Muktefâ, 33; Ammânî; Ebû Muhammed Hasan b. Ali, el-Mürşid fi’l-vukûfi ‘alâ mezâhibi’l-kurrâi’s-seb‘ati ve gayrihim min bâki’l-eimmeti’l-kurrâi ve’l-müfessirîn, 124; Kastallânî, Letâifü’l-işârât, 4/1646. 395 Sâfî, el-Cedvel, 1/399. 396 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/283. 112 MUSHAFLARDA ALAMETLER Anlaşıldığı kadarıyla aslında her iki durum da (vakf-vasl ya da vasl-vakf) âyetin mefhumunu değiştirmemektedir. Bu sebeple âyette belirtilen üç hususun (infakta bulunun, kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik yapın.) peşpeşe zikredilmesinin ve buna bağlı olarak “ۛ ۚ �‫”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴﻨُﻮ‬ َ kelimesinde vakfın yani vasl-vakf şeklindeki ilk durumun tercihine öncelik verilebilir. Nitekim vakf-ibtidâ eserlerindeki genel kabulün de bu yönde olduğu söylenebilir.397 Bu itibarla âyetteki vakf-ı mu‘ânaka alametinin kaldırılıp bunun yerine zikri geçen iki kelimedeki vakf-ı câiz alametinin de sadece “ۛ ۚ �‫”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴ ُﻨﻮ‬ َ kelimesinde bırakılması de- ğerlendirilebilir. Bahsi geçen örnekler de göstermektedir ki vakf-ı mu‘ânaka, vakfa uygun olarak değerlendirilen iki vakf mahallinden birinde vakfın diğerinde vaslın tercih edilmesi gereken bir vakf türüdür. Dolayısıyla bu vakf türünde, vakfa konu olan iki yerden birinde tercih edilen vakf ya da vasl, diğer vakf yerinde aksiyle uygulanmalıdır. Bu itibarla vakfa konu olan bir yerde hem vakf ve hem de vaslın uygun olabilmesi açısından vakf-ı mu‘ânaka ile vakf-ı câizin benzer olduğu söylenebilir. Zira bilindiği üzere vakf-ı câiz; iki farklı i‘rab ihtimalinin olduğu ve buna bağlı olarak vakf ve vasl yapılmasını gerektiren sebeplerin cezbedici olması (bulunması) nedeniyle tercih edilen i‘rap takdirine göre vakf ya da vaslın uygun olduğu bir vakf türüdür ( ‫ﻣﺎ ﻳﺠﻮﺯ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﻭ�ﻟﻮﻗﻒ ﻟﺘﺠﺎﺫﺏ‬ �‫)ﺍﻟﻤﻮﺟﺒ� ﻣﻦ ﺍﻟﻄﺮﻓ‬.398 Secâvendî’ye ait vakf-ı câiz tanımında geçen ve vakf-ı mu‘ânakaya isim de olan “tecâzüb” ifadesi de iki vakf türünün benzer olduğunun bir diğer karinesi şeklinde düşünülebilir. Yukarıdaki iki örnek âyette ve diğer âyetlerin çoğunluğunda vakf-ı mu‘ânaka alametinin olduğu yerlerde aynı zamanda vakf-ı câiz alametinin bulunuyor olması da ayrıca dikkate değerdir. Dolayısıyla Secâvendî’nin vakf tasnifinde zikri geçmeyen vakf-ı mu‘ânaka, bir yönüyle vakf-ı câiz kapsamındaki bir vakf türü olarak değerlendirilebilir.399 Bununla beraber vakf-ı mu‘ânaka, iki farklı i‘rab ve anlam ihtimalini ihtiva eden bir yerde, i‘rab ve anlam tercihine göre vakf ve vasl ya da vasl ve vakf yapılabileceğini gösteren ve özellikle iki yerde geçerli olan bir vakf türü olması hasebiyle vakf-ı câizden farklıdır. Ancak daha önce de belirtildiği üzere iki vakf yerinden birinde vakfın evleviyeti tespit edilebildiği takdirde evlâ olan Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 93; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûfi…, 1/300; Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 4/1682; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 126. 398 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/128; Suyûtî, el-İtkân, 2/547. 399 Bu yönde kanaatlerin serdedildiği yorumlar için bk. Koyuncu, Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf İbtidâ’nın Rolü, 137; Tuba Çoban, Bakara ve Âl-i İmrân Sureleri Çerçevesinde Secavendi’nin Vakf-İbtida Sistemindeki “Vakf-ı Lâ”ların Tahlili, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2018), 23. 397 113 MUSHAFLARDA ALAMETLER görüşe göre iki vakf yerinin teke indirgenmesi ve bu yer için Secâvendî’nin sistemine uygun bir vakf alametinin tayin edilmesi de mümkündür. Bu sayede Secâvendî’nin vakf tasnifinde olmayan vakf-ı mu‘ânaka yerine onun vakf sistemindeki bir vakf türünün tercih edilmesi yoluna gidilebilir.400 400 Bu yöndeki bir tespit ve tahlil için bk. Hacımısıroğlu, Vakf-ı Muânaka ve Kur’an Tefsirine Etkisi, 41-43. 115 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MUSHAF TAKSİMİNİ ve HAFS RİVAYETİNE ÖZEL TİLÂVET DURUMLARINI GÖSTEREN ALAMETLER Araştırmamızın muhtevası genel anlamda mushaflardaki vakf alametlerinden oluşmakta ise de inceleme konusu yaptığımız ülkemiz mushaflarında bu alametlerin haricinde başka alametlerin de bulunduğu bilinmektedir. Bu nedenle üçüncü bölümün ilk kısmında; mushaf taksimini belirten sayfa kenarlarındaki “cüz” ve “hizb” ifadeleri, onlu âyet bölümlerini veya konu bütünlüğüne göre oluşturulmuş âyet bölümlerini gösterdiği belirtilen ta‘şîr veya ruku‘ alameti olarak isimlendirilen “ayn” ( ) alameti incelenmiştir. İkinci kısımda ise kıraat açısından Hafs rivayetine mahsus tilâvet durumlarına işaret etmek üzere bazı kelimelerin altına veya üstüne yazılmış “sekte”, “imâle”, “idğâm”, “işmâm”, “teshil” gibi tilâveti yönlendirici ifadeler ya da bazı kelimelerdeki “sâd” harfinin altına veya üstüne yazılmış “sîn” harfi gibi ilaveler beyan edilmiştir. Ayrıca bazı kelimelerin altına yazılmış “med”, “kasr”, “vasl nunu” gibi ilaveler de bu araştırmanın kapsamı içerisinde değerlendirilmiş ve üçüncü kısımda bunlara yer verilmiştir. 1. Mushaf Taksimi Hz. Peygamber’e vahyin nâzil olma süreci âyet âyet olduğu için evvelemirde her bir âyet ya da belli sayıda âyetlerden oluşan her bir sûre Kur’an’ın müstakil bir bölümü şeklinde düşünülebilir. Bu bağlamda Hz. Peygamber ve sahabe döneminde âyet sayısı esas alınmak suretiyle beşli (tahmis) ve onlu âyet (ta‘şîr) şeklinde âyet eksenli bölümlemelerin yapıldığı veya ihtiva ettiği âyet sayısına göre uzun veya kısa olması açısından sûrelerin de kendi içerisinde tuvel, miûn, mesânî ve mufassal şeklinde sûre eksenli bir tasnife tabi 116 MUSHAFLARDA ALAMETLER tutulduğu da bilinmektedir. Söz konusu taksimlerin içerisinden ta‘şîr / ruku‘ alameti, hâlihazırda mushaflarda tercih edilmekte olduğu için ilk başlıkta sadece bu alamet ülkemiz mushafları özelinde incelenecektir. Ülkemiz mushaflarında tercih edilmesi nedeniyle araştırmanın muhtevasına dahil edilen ve ikinci başlıkta incelenecek diğer alametler ise tâbiîn döneminde Kur’an’ın harf sayısına göre yapılan “cüz” ve “hizb” ismi ile maruf harf eksenli mushaf taksimi çerçevesinde olacaktır. 1.1. Âyet Eksenli Taksim: Ta‘şîr / Ruku‘ Alameti (‫)ﻉ‬ Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlü, evvelinde Hz. Peygamber’e yönelik “Oku” hitabı bulunan Alak sûresinin ilk âyetleri ile başlamıştır.401 Risâlet döneminde peyderpey nâzil olan âyetler, öncelikle Hz. Peygamber tarafından ezberlenip ashaba tebliğ edilmiş ve akabinde vahiy katipleri aracılığıyla değişik yazı malzemelerinde kayıt altına alınmıştır. Bu süreçte her bir âyetin, hangi sûreye ait olduğu ve sûre içerisindeki yeri bizzat Hz. Peygamber’in yönlendirmesine göre tayin edilmiştir.402 Dolayısıyla nüzûl döneminde hıfz ve kitabet usulü ile muhafaza edilen âyetlerin tertibinin tevkıfî403 olduğu belirtilmelidir.404 Bu itibarla birden fazla âyetin nâzil olduğu durumlarda âyet başlangıçlarının ve sonlarının bilinmesi için her bir âyetin başlangıcının ve sonunun bizzat Hz. Peygamber tarafından vurgulanmış olması muhtemeldir. Nitekim Ümmü Seleme’den (ö. 20/640) nakledilen bir rivayette Hz. Peygamber’in, âyet sonlarında vakf yaparak Kur’an okuduğu aktarılmış ve Fâtiha sûresinin ilk âyetlerinin her birinde vakf yaptığı örnek olarak zikredilmiştir.405 Fatihâ sûresinin tilavetinde vakf yapmak suretiyle Hz. Peygamber’in bu şekilde her bir âyet sonunu vurgulaması, âyet sonlarında uyguladığı bir vakf tercihinin ötesinde özellikle âyet sonu ve başlangıcı ile sûrenin âyet sayısını belirtmek için olduğu Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmi‘u-sahîh, (Dımaşk-Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 1423/2002), “Bed’ül-vahiy”, 3; Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Hâkim enNîsâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, thk. Mustafa Abdulkâdir ‘Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1990), 2/240 (No. 2872, 2873, 2874), 2/576 (No. 3953); Zerkeşî, el-Burhân, 1/206-208; Ebû Bekr Ahmed b. Mûsâ İbn Mücâhid, Kitâbu’s-seb‘a, thk. Şevkî Dayf (Mısır: Dâru’l-Me‘ârif, ts.), 5 (Muhakkik Mukaddimesi); Ebu Amr ed-Dânî, el-Beyân fî ‘addi’lâyi’l-Kur’an, thk. Gânim Kaddûrî Hamed (Kuveyt 1994), 135. 402 Zerkeşî, el-Burhân, 1/256; Suyûtî, el-İtkân, 2/394; Taşköprizâde Ahmed Efendi, Miftâhu’ssa‘âde ve misbâhu’s-siyâde fî mevzu‘âti’l-‘ulûm, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985), 2/356. 403 “Tevkıfî”: Beşer düşüncesiyle olmayıp vahiy yoluyla bildirilen, Allah’a ait olan hususlar için kullanılan bir terimdir. Bk. Demirci, Tefsir Terimleri Sözlüğü, 313. 404 Suyutî, el-İtkân, 2/394; Taşköprizâde, Miftâhu’s-sa‘âde, 2/358; Rıdvan b. Muhammed b. Süleyman el-Muhallilâtî, el-Kavlu’l-vecîz fî fevâsıli’l-Kitâbi’l-‘azîz ‘alâ Nâzımeti’z-züher, thk. Abdurrezzâk Ali İbrahim Musa (Medine, 1992), 113. 405 Ebû Ya’lâ el-Mevsılî, el-Müsnedü Ebî Ya’lâ, 12/451 (No. 7022); Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 11-12. 401 117 MUSHAFLARDA ALAMETLER anlaşılmaktadır. Bu esnada âyet sonlarında vakf yaparken Hz. Peygamber’in aynı zamanda parmakları ile âyetleri saydığına dair aktarılan rivayetler406 de böyle bir kanaati teyit etmektedir. Fâtihâ sûresi özelinde Hz. Peygamber’in her bir âyeti tek tek saydığı ve belirttiği şeklindeki rivayetlerden anlaşıldığı üzere âyetlerin sonu ile başlangıcı hususundaki bilginin ve âyetlerin tertibinin tevkıfî olduğu söylenebilir. Hz. Peygamber’in, Kur’an’ın tamamı için her bir âyetin başlangıcını ve sonunu belirten sûre sûre tafsilatlı bir beyanının olmadığı ifade edilebilir. Bununla beraber sahabe, âyet sonlarını Hz. Peygamber’den âyet âyet öğrenmiş olduğu için âyet sonlarının tevkıfî olarak bilindiği kabul edilmiştir.407 Zira Hz. Peygamber döneminde şifâhî bir eğitim ve öğretim üzerinden okunup ezberlenmekte ve yazılmakta olan Kur’an vahyini, sahabe ve tâbiînden Kur’an hafızları âyetlerin başlangıç ve bitiş yerlerini bilmeye azami derecede önem atfederek ezberlemişlerdir.408 Hz. Peygamber’den öğrenilerek belirlenmiş olan âyet sonlarına göre âyet sayısı esas alınmak suretiyle beşli âyet (tahmîs)409 ve onlu âyet (ta‘şîr)410 bölümlemeleri yapılmıştır. Buna göre Kur’an’ın beşli ve onlu âyet bölümlerine ayrılması şeklindeki uygulamanın, Hz. Peygamber ve sahabe döneminde mevcut olduğu söylenebilir. Zira Kur’an’ın müstakil küçük bir bölümü şeklinde düşünülebilen her bir âyetinin başlangıcı ile bitişi ve hangi sûreye ait olduğu sahabe tarafından bilindiği gibi âyetlerin bir araya gelmesi neticesinde âyet sayısının esas alınarak beş âyetlik (tahmis) ve on âyetlik (ta‘şîr) oluşturulan âyet eksenli bölümlere de vakıf olunduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda Abdullah b. Mes‘ûd’dan (ö. 32/652-653) nakledildiğine göre “On âyet öğrenen bir kimse bu âyetlerin anlamına vâkıf olup içeriği ile amel ettikten sonra diğer Dânî, el-Beyân, 62, 63, 66; Burhânuddîn İbrahim b. Ömer el-Ca‘berî, Hüsnü’l-meded fî marifeti fenni’l-‘aded, nşr. Beşîr b. Hasan el-Himyerî (Riyad: Mecmaul Melik Fahd li tıbâati’lMushafi’ş-şerif, h.1431), 218; Abdurrezzak Ali İbrahim Musa, Mürşidü’l-Hullân ilâ marifeti ‘addi âyi’l-Kur’an, (Beyrut: Mektebetü’l-Asriyye, 1989), 24. 407 el-Muhallilâtî, el-Kavlu’l-vecîz, 106; Abdurrezzak Ali İbrahim Musa, el-Muharreru’l-vecîz fî ‘addi âyi’l-Kitâbi’l-‘aziz, (Riyad: Mektebetü’l-Meârif, 1988) 21. 408 el-Muhallilâtî, el-Kavlu’l-vecîz, 100. 409 Kur’an’ın beş âyetlik bölümlere ayrılmasını belirten “tahmîs” ( ) kelimesi, “beş” sayısını 406 ifade eden “hams” ( ) sözcüğünden türetilmiş ve tef‘îl babından bir masdar olup “beşe bölmek”, “beş bölüm yapmak” anlamındadır. Bk. Fîrûzâbâdî, el-Kâmusü’l-muhît, 542. Bazı ) ifadesi eserlerde bu terimin yerine “hams” ( ) kelimesinin çoğulu olan “humûs” ( kullanılmıştır. Mesela bk. ed-Dânî, el-Beyân, 39. 410 Ta‘şîr: Kur’an’ın on âyetlik bölümlere ayrılmasını belirten “ta‘şîr” ( ) kelimesi ise “on” sayısını ifade eden “aşr” ( ) sözcüğünden türetilmiş ve tef‘îl babından bir masdar olup “ona bölmek”, “on bölüm yapmak” anlamındadır. Bk. el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmusü’l-muhît, 440. Bu terimin yerine “aşr” ( ) kelimesinin çoğulu olan “uşûr” ( ) ifadesi kullanılmıştır. Mesela bk. ed-Dânî, el-Beyân, 39. 118 MUSHAFLARDA ALAMETLER âyetlere geçebilmekte idi.”411 Başka bir rivayette ise “Kehf sûresinin ilk on âyetini ezberleyen bir kimsenin Deccâl’in fitnesinden korunacağı”412 belirtilmiştir. Buna benzer rivayetlerde geçen “şu şu âyeti okuyan…”, “iki âyeti okuyan…”, “üç âyeti okuyan…”, “on âyeti okuyan…” şeklinde Hz. Peygamber’e izafe edilen ifadeler, muhatap kitlenin yani sahabenin bahsi geçen miktarları, âyet sonlarını, beşli âyet ve onlu âyet bölümlerini bizzat Hz. Peygamber’den öğrendiğini göstermektedir. Çünkü bilmedikleri bir şey ile onlara hitap edilmesi uygun değildir.413 Bu doğrultuda sahabe âyet sonları ve âyet sayısı, humus ve uşûr ile ilgili bilgileri Hz. Peygamber’den işitmiş ve öğrenmiştir. Tâbiîn de aynı şekilde sahabeden alıp haleflerine nakletmiştir. Böylece (mushaf gönderilen) şehirlerin ehli de tâbiînden öğrenmiş ve akabinde onlar da ümmete öğretmiştir. Dolayısıyla bu bilgilerin nakledilmesi hususunda istinbât ve içtihat yöntemi olmaksızın sadece nakle dayalı bir öğretim yöntemi esastır. Bunların içtihat ürünü olduğunu ve şehirlere gönderilmiş söz konusu mushaflardan türetilmiş olduğunu, Hz. Peygamber’den tevkıfî ve talimi bir usulle olmadığını iddia etmek doğru değildir.414 Bununla beraber mushaf gönderilen her bir şehir ehline göre Kur’an’ın âyet sayısı ve buna bağlı olarak beş âyetlik ve on âyetlik bölümlerin sayısı hususunda farklı verilerin aktarılması ise tetkike değerdir. Kur’an’daki âyetlerin sayımı ile ilgili olarak Hz. Osman’ın (ö. 35/656) mushaf gönderdiği şehirlerin esas alındığı “el-Medeniyyu’l-Evvel”, el-Medeniyyu’l-Âhir”, “el-Mekkî”, “el-Kûfî”, “el-Basrî”, “eş-Şâmî” isimli muhtelif ekoller ortaya çıkmış ve kıraat ilim geleneğinde bu ekoller çerçevesinde “Addu’l-Ây” ismi ile maruf ilmî bir disiplin teşekkül etmiştir. “Addu’l-Ây” konusunun incelendiği literatürde söz konusu ekollere göre âyet sayısı ile ilgili olarak aşağıdaki veriler aktarılmıştır:415 Ebû Caʿfer Muhammed b. Cerir el-Bağdâdî et-Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan te’vili âyi’lKur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî (Riyad, 2003), 1/74; İbn Kesîr, Tefsîru’lKur’âni’l-‘Azîm, 1/9. 412 Ebû Dâvûd Süleymân b. el-Eş‘as b. İshak es-Sicistânî, es-Sünen, thk. Şuayb el-Arnaût (Beyrut: Dâru’r-Risâleti’l-Âlemiyye, 2009), Melâhim, 14; Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, el-Müsned, thk. Âdil b. Yusuf el-Azzâzî – Ahmed b. Ferid el-Mezîdî (Riyâd: Dâru’l-Vatan, 1997), 1/50. 413 Dânî, el-Beyân, 40. 414 Dânî, el-Beyân, 39. 415 Detaylı bilgi ve farklı veriler için Bk. Dânî, el-Beyân, 67-70, 79-82; Ebû Zür‘a Abdurrahman b. Muhammed İbn Zencele, Tenzîlu’l-Kur’an ve adedu âyâtihi ve’htilâfu’n-nâsi fîhi, thk. Gânim Kaddurî el-Hamed (Ammân: Dâru Ammâr, 2009), 48-49, 275-276; Ca‘berî, Hüsnü’lmeded, 235-237. 411 119 MUSHAFLARDA ALAMETLER Ekol Medeniyyu’lEvvel Medeniyyu’lÂhir Âyet Sayısı Uşûr ( )/ Ta‘şîr 6217 621 ta‘şîr + 2 âyet 6214/6210 621 ta‘şîr + 4 âyet Mekkî 6219 621 ta‘şîr + 9 âyet416 Kûfî 6236 623 ta‘şîr + 6 âyet Basrî Şâmî 6204/6205/6210/6216 6226/6225 620 ta‘şîr + 4/5… âyet 622 ta‘şîr + 6/5 âyet Humûs ( )/ Tahmîs 1243 tahmîs + 2 âyet 1242 tahmîs + 4 âyet 1243 tahmîs + 4 âyet 1247 tahmîs + 1 âyet 1240/1241… tahmis 1245 tahmîs Kur’an’ın muhafazasına verilen önemin bir yansıması olarak ilk dönemlerde Kur’an’ın her bir âyeti, kelimesi, harfi tek tek sayılmıştır. Bu bağlamda yukarıdaki tabloda görülen Kur’an’ın âyet sayısına dair farklı tespitlerin zikredilmiş olması ise Kur’an’ın mevsukiyetiyle ilgisi olmayıp sadece şeklî bir ihtilaftan kaynaklanmıştır. Zira daha önce de aktarıldığı üzere Hz. Peygamber, âyet sonu olduğunun bilinmesi için bu tür yerlerde bazen özellikle vakf yapmış bazen de âyet sonları bilindiği yerlerde vasl yapmıştır. Bu durumda bu tilâveti dinleyen bir kimse vasl yapılması nedeniyle ilgili yerde herhangi bir fasılanın bulunmadığını düşünmüş olabilir.417 Buna göre Hz. Peygamber’in daima durup vasl yapmadığı yerler ittifakla âyet sayılmış; diğer taraftan Hz. Peygamber’in daima vasl yapıp hiç durmadığı yerler ise ittifakla âyet sayımına dahil edilmemiştir. Bazen vakf yapıp bazen vasl yaptığı yerler ise âyet sayımındaki ihtilafın muhtemel bir nedeni olarak görülebilir.418 Mesela Kur’an’daki bazı sûrelerin evvelinde bulunan mukattaa harflerinin müstakil bir âyet sayılıp sayılmamasına göre sûrenin ve buna bağlı olarak Kur’an’ın âyet sayısı değişebilmektedir.419 Medine, Kûfe ve Basra ehline göre dört âyet olan İhlas sûresi, Mekke ve Şam ehline göre beş âyettir. Bu ihtilafın nedeni, üçüncü âyetin (‫ )�َ ْ ﻳَﻠِ ْﺪ َﻭ�َ ْ ﻳُﻮﻟ َ ْﺪ‬Medine, Kûfe ve Basra ehline göre bir âyet; Mekke ve Şam ehline göre iki âyet kabul edilmesidir. Şöyle ki bu âyeti Bazı ekollerde aşır ve hamse sayılarına işaret edilmemiştir. Âyet sayılarına dair aktarılan verilerden hareketle aşır ve hamse sayıları tarafımızca tespit edilmiş ve italik olarak yazılmıştır. 417 Ca‘berî, Hüsnü’l-Meded, 243. 418 Abdurrezzak Ali İbrahim Musa, el-Muharreru’l-vecîz, 29. 419 Dânî, el-Beyân, 113-114. 416 120 MUSHAFLARDA ALAMETLER iki âyet kabul edenlere göre ‫ �َ ْ ﻳَﻠِ ْﺪ‬kısmı üçüncü âyet; ‫ َﻭ�َ ْ ﻳُﻮﻟ َ ْﺪ‬kısmı ise dördüncü âyet olur ve böylece sûrenin tamamı beş âyet olur.420 Medine, Kûfe ve Basra ehline göre altı âyet olan Nâs sûresinin, Mekke ve Şam ehline göre yedi âyet kabul edilmesi de başka bir örnektir. Mekke ve Şam ِ ‫ ِﻣ ْﻦ َﺷﺮِ ﺍ ْﻟ َﻮﺳ َﻮ‬ifadesinde sona erer; beşinci ehline göre sûrenin dördüncü âyeti, ‫�ﺱ‬ ْ ّ 421 ِ âyet ise buna göre ‫ﺎﺱ‬ ۙ � ‫ ﺍ ْﻟ َﺨﻨ‬kelimesidir. Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere Basra ekolünde Kur’an’daki toplam âyet sayısı bir görüşe göre 6204 iken diğer bir görüşe göre 6205’dir. Zira bu ekolün içerisindeki bir görüşe 422 göre ۚ‫ﻮﻝ‬ ُ ُ‫َﻭ� ْﻟ َﺤ �ﻖ ﺍَﻗ‬ ُ ُ‫ ﻗَﺎ َﻝ ﻓَﺎ ْﻟ َﺤ �ﻖ ۘ َﻭ� ْﻟ َﺤ �ﻖ ﺍَﻗ‬âyeti bir âyet, diğer görüşe göre ۘ ‫ ﻗَﺎ َﻝ ﻓَﺎ ْﻟ َﺤ �ﻖ‬ve ۚ‫ﻮﻝ‬ şeklinde iki âyetten oluşmaktadır.423 Dolayısıyla aynı ekol içerisinde dahi farklı tespitler söz konusu edilebilmiştir. Aktarılan bu örnekler de göstermektedir ki âyet sayımı konusundaki farklı tercihlere göre sadece şeklen de olsa sûrenin âyet sayısı değişebilmektedir. Zikri geçen ihtilaflardan kaynaklı bu yöndeki sayısal bir ihtilafın, özünde Kur’an’da bir ziyade ya da noksanlık şeklinde bir ihtilaf olmadığı anlaşılan bir husustur. Muhtemelen Hz. Peygamber ve sahabe döneminde uygulanmakta olan on âyetlik bölümleme şeklindeki fiilî ve kavlî sünnete uymak için sonraki süreçte mushaf yazımında sûreler onar âyetlik bölümlere ayrılmış ve buna ta‘şîr denilmiştir. Ta‘şîre işaret etmek üzere de her on âyetlik bölümün sonuna aşr ( ) kelimesinin ilk harfi olan “ayn” ( ) konmuş, böylece bu harf, bir aşrın bittiğini ve yeni bir aşrın başladığını gösteren bir işaret olmuştur.424 Bununla beraber Kur’an lafızlarının haricindeki şeylerin ona ilave edilmemesi gerektiği şeklindeki hassasiyetin bir neticesi olarak Hz. Peygamber döneminde, tilâvet esnasında vurgulanan ve böylece bilinen âyet sonları ile âyet sayısı üzerinden sayısal bir tasnifle yapılan tahmîs ve ta‘şîr taksiminin ilk dönemlerde mushaflarda bazı işaretlerle gösterilmesi evvelemirde muteber Dânî, el-Beyân, 296; Caberî, Hüsnü’l-Meded, 542; Ebu’l-Abbas el-Fadl İbn Şâzân er-Râzî, Suveru’l-Kur’ân ve âyâtuhu ve hurufuhu ve nüzûluhu, thk. Beşîr b. Hasan el-Hımyerî (Riyad: Dâru İbn Hazm, 2009), 439. 421 Dânî, el-Beyân, 298; Ca‘berî, Hüsnü’l-Meded, 544. Ayrıca diğer bazı örnekler için bk. Dânî, el-Beyân, 114 vd. 422 Sâd 38/84. 423 Dânî, el-Beyân, 80-81. 424 Muhammed Eroğlu, “Aşr-ı Şerif”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1991), 4/24. 420 121 MUSHAFLARDA ALAMETLER görülmemiştir.425 Nitekim İbn Mes‘ûd’un mushaf üzerinde ta‘şîr uygulamasını kerih gördüğü ve mushaftan ta‘şîri sildiği nakledilmiştir.426 Sahabenin bir kısmı, mushaf üzerinde ta‘şîri gösteren eklemeleri genel anlamda uygun görmemiş iken diğer taraftan onların bazısı sadece kırmızı, sarı vb. farklı renklerin kullanılmasını kerih görmüşlerdir.427 İmam Mâlik’in (ö. 179/795) de mushaf üzerinde ta‘şîr uygulamasını kerih gördüğü nakledilmekle beraber ta‘şîrin siyah bir mürekkep ile gösterilmesini ise uygun gördüğü bildirilmiştir.428 Dolayısıyla mushaf üzerinde farklı renkler kullanmak suretiyle işaretleme yapılmasının uygun görülmediği anlaşılmaktadır. İlerleyen dönemlerde müslümanlar böyle bir faaliyetin cevazı yönünde tatbikte bulunmuş ve böylece tahmîs ve ta‘şîri göstermek üzere bazı işaretler geliştirmişler ve bunları mushaflarda kullanmışlardır.429 Tayyar Altıkulaç’ın neşrettiği430 Hz. Osman’a nisbet edilen ve fakat mesâhif-i Osmâniye’den olmadıkları, Hz. Osman mushaflarından ya da bu mushaflardan istinsah edilmiş ilk dönem mushaflarından istinsah edilmiş olabileceği yönünde tespitte bulunulan431 hicrî birinci veya ikinci asırda yazıldığı belirtilen432 kadîm mushaflarda âyet fasılaları ve beşli ya da onlu âyet bölümleri için bazı işaretler kullanılmıştır.433 Örneğin Topkapı Nüshasında âyet sonlarına ve onlu âyet bölümlerine (ta‘şîr) işaret etmek üzere bazı alametler kullanılmıştır. Bu kapsamda ta‘şîre Bu hususla ilgili bazı rivayetler için bk. Ebû Bekr Abdullah İbn Ebî Dâvûd Süleymân b. Eş‘as es-Sicistânî, Kitâbu’l-Mesâhif, thk. Muhibbuddin Abdu's-Sübhan Vaiz (Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslamiyye, 1995) 2/511-525; Ebû Ubeyd el-Kâsım İbn Sellâm el-Herevî, Fezâilu'l-Kur'an, thk. Mervan el-Atiyye, Muhsin Harabe, Vefâ Takiyuddin (Beyrut: Daru İbn Kesir, 1999), 394-395; Dânî, el-Beyân, 129-130. 426 Dânî, el-Beyân, 129. 427 Dânî, el-Beyân, 131. 428 Dânî, el-Beyân, 129-130. 429 Dânî, el-Beyân, 129-131. 430 Tayyar Altıkulaç’ın ciddi bir emek ve titizlikle inceleyip neşrettiği Hz. Osman’a nisbet edilen kadîm mushafların bir kısmı şunlardır: 1. Tayyar Altıkulaç, Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerif (Topkapı Sarayı Müzesi Nüshası), (İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2007 ve 2019). 2. Tayyar Altıkulaç, Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerîf (Türk İslam Eserleri Müzesi Nüshası), (İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2007). 3. Tayyar Altıkulaç, Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerîf (Kahire el-Meşhedü’l-Hüseynî Nüshası), (İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2009). 4. Tayyar Altıkulaç, Mushaf-ı Şerîf (Londra, British Library Nüshası), (İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2017). Bu mushaflardan istifade edilirken metin içerisinde veya dipnotlarda “Topkapı Nüshası”, “TİEM Nüshası”, “Kahire Nüshası”, “Londra Nüshası” şeklinde muhtasar isimler kullanılacaktır. 431 Altıkulaç, Topkapı Nüshası, 83. 432 Altıkulaç, Topkapı Nüshası, 89; TİEM Nüshası, 1/106 (Dirase/Türkçe Kısmı); Kahire Nüshası, 1/121-123 (Dirase/Türkçe Kısmı); Londra Nüshası, 27 (Dirase/Türkçe Kısmı). 433 Altıkulaç, Topkapı Nüshası, 87; TİEM Nüshası, 1/101 (Dirase/Türkçe Kısmı); Kahire Nüshası, 1/117 (Dirase/Türkçe Kısmı); Londra Nüshası, 22 (Dirase/Türkçe Kısmı). 425 122 MUSHAFLARDA ALAMETLER işaret etmek için tercih edilen alametin, fasılayı belirtmek için kullanılan “âyet gülü” şeklindeki remizden daha büyük olduğu görülmektedir: (Bakara 2/7-11. Âyetler)434 (Hac 22/8-11. Âyetler)435 Kahire Nüshasında da âyet sonlarını belirtmek için 5-8 tane çizginin istiflenmesiyle oluşturulan işaretler kullanılmış iken ta‘şir yerlerini göstermek 434 435 Altıkulaç, Topkapı Nüshası, 3 (Mushaf Kısmı). Altıkulaç, Topkapı Nüshası, 423 (Mushaf Kısmı). 123 MUSHAFLARDA ALAMETLER üzere içerisinde renkli süslemelerin olduğu kare şeklinde bir alamet tercih edilmiştir:436 (Âl-i İmrân 3/10. Âyet)437 Türk İslam Eserleri Nüshasında (TİEM) da beşli ve onlu âyet bölümlerine işaret edilmek üzere her beş âyetin sonunda “d” harfine benzer bir remiz (tahmîs işareti), her on âyetin sonunda ise on veya on bir adet renkli noktalarla çevrili daire şeklinde bir alamet (ta’şir işareti) tercih edilmiştir:438 (En‘âm 6/5-10 Âyetler)439 Altıkulaç, Kahire Nüshası, 1/117 (Dirase/Türkçe Kısmı). Altıkulaç, Kahire Nüshası, 1/60 (Mushaf Kısmı). 438 Altıkulaç, TİEM Nüshası, 1/101 (Dirase/Türkçe Kısmı). 439 Altıkulaç, TİEM Nüshası, 187 (Mushaf Kısmı). 436 437 124 MUSHAFLARDA ALAMETLER Âyet sayısına göre Kur’an’ın beş ve on âyet şeklinde bölümlere ayrılmasını ifade eden tahmis ve ta‘şîr uygulamasının ilk dönemlerden itibaren mevcut olduğu ve birtakım remizler tayin edilmek suretiyle söz konusu taksime ilk dönem mushaflarında işaret edildiği görülmektedir. Hicrî dördüncü ve beşinci asırda yaşamış olan İbnü’l-Bevvâb’ın440 (ö. 413/1022) mushafında aşağıdaki sayfada da görüleceği üzere âyet sonlarında fasıla olarak üçgen şeklinde üç nokta tercih edilmiştir. Beşli âyet bölümlerini göstermek üzere beş - on beş – yirmi beş şeklinde devam eden yerlerde, içerisinde beşin ebced hesabındaki441 karşılığı olan “he” (‫ )ﻩ‬harfinin bulunduğu damla şeklinde “hamse gülü” diyebileceğimiz bir simge kullanılmıştır. On yirmi – otuz şeklinde onarlı âyet bölümlerini göstermek üzere âyetlerin arasında, içerisinde kaçıncı onluk olduğunu ebced hesabına göre belirten harfin bulunduğu tam daire şeklinde “aşere gülü” diyebileceğimiz bir simgeye yer verilmiştir.442 Bununla birlikte bu simgenin hizasında sayfa kenarında içerisinde “aşr” ifadesinin yazılı olduğu madalyon şeklinde bir simge de bulunmaktadır. Örnek olarak aşağıda yer verilen Bakara 2/40-49 âyetlerinin olduğu sayfada ilk satırda 40. âyetin bittiği yerde daire içerisinde ebced hesabına göre dördüncü onluk (40) olduğunu belirten “mîm” harfine, sayfa kenarında da onlu âyet bölümü olduğunu gösteren madalyon şeklinde bir simgeye yer verilmiştir. Ayrıca 45. âyetin sonunda da beşli âyet bölümü olduğunu gösteren damla şeklindeki simgenin içerisinde ebced hesabına göre beşin karşılığı olan “he” harfine yer verilmiştir: Aklâm-ı sittenin kurucularından ve İbn Mukle’den (ö. 328/940) sonraki en büyük hat üstadı olarak kabul edilen İbnü’l-Bevvâb’ın (ö. 413/1022) tam ismi, Ebu’l-Hasen Alâuddîn Alî b. Hilâl el-Kâtib el-Bağdâdî’dir. Kendisinin altmış dört mushaf yazdığı yönünde bir bilgiye yer verilmişse de bu mushaflardan sadece iki tanesi günümüze ulaşmıştır. Bunlardan birisi olan ve bu çalışmada esas alınan mushaf, Dublin’de Chester Beatty Library’de bulunan h.391 tarihli mushaftır. Detaylı bilgi için bk. Betül Özdirek, İbnü’l-Bevvâb Mushafı ve İmlâ Yapısı, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2017). 441 Ebced Hesabı: Arap alfabesinin ilk tertibi ve harflerinin taşıdığı sayı değerlerine dayanan bir hesap sistemidir. Detaylı bilgi için bk. Mustafa İsmet Uzun, “Ebced”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994), 10/68-70. 442 Bu işaretlerin içinde farklı harflerin yazılı olduğu görülmektedir. Bu işaretler incelendiğinde ebced hesap sisteminin esas alındığı anlaşılmaktadır. Buna göre her bir suredeki onuncu ayetlerin sonundaki dairesel işarette “yâ” (‫ )ﻯ‬harfi, yirminci ayetlerin sonunda “kâf” (‫)ﻙ‬ harfi, otuzuncu ayetlerin sonunda “lâm” (‫ )ﻝ‬harfi, kırkıncı ayetlerin sonunda “mîm” (‫ )ﻡ‬harfi, ellinci ayetlerin sonunda “nûn” (‫ )ﻥ‬harfi, altmışıncı ayetlerin sonunda “sîn” (‫ )ﺱ‬harfi, yetmişinci ayetlerin sonunda “ayn” (‫ )ﻉ‬harfi, sekseninci ayetlerin sonunda “fe” (‫ )ﻑ‬harfi, doksanıncı ayetlerin sonunda “sâd” (‫ )ﺹ‬harfi, yüzüncü ayetin sonunda “kaf” (‫ )ﻕ‬harfi bulunmakta, iki yüzden sonrakileri göstermek için de “râ” (‫ )ﺭ‬harfi kullanılmaktadır. Bk. Özdirek, İbnü’l-Bevvâb Mushafı ve İmlâ Yapısı, 39-40. 440 125 MUSHAFLARDA ALAMETLER (Bakara 2/40-49. Âyetler) Hicrî yedinci asır hattatlarından Yâkût el-Musta‘sımî’nin (ö. 698/1299) mushafında âyet sonlarını belirtmek için günümüzde de kullanılan şekle benzeyen “âyet gülü” kullanılmıştır. Ayrıca sayfa kenarlarında beşli âyet bölümlerine “hamse” (‫)ﺧﻤﺲ‬, onlu âyet bölümlerine ise “aşr” (‫ )ﻋﺸﺮ‬ifadesiyle işaret edilmiştir. Bakara 2/5-11 âyetlerinin yer aldığı aşağıdaki sayfada kırmızı renk ile işaret edildiği üzere sûrenin 5. âyetinin hizasında sayfa kenarında “hamse gülü”, 10. âyetinin hizasında ise “aşere gülü” bulunmaktadır: 126 MUSHAFLARDA ALAMETLER (Bakara 2/5-11. Âyetler) Bazı mushaflarda ise beşli âyet bölümlerinin remzi olarak ‫ ﺧﻤﺴﺔ‬kelimesinin ilk harfi olan ‫ ﺥ‬, onlu âyet bölümlerinin remzi olarak da ‫ ﻋﺸﺮ‬kelimesinin ilk harfi olan ‫ ﻉ‬harfinin kullanıldığı belirtilmiştir.443 Bu bağlamda Osmanlı döne- minde hattatlar tarafından yazılan mushaflarda da beşli ve onlu âyet bölümlerine birtakım remizlerle işaret edilmiştir. Nitekim İbnü’l-Bevvâb ve Yakut elMusta‘sımî’nin mushaflarında olduğu gibi ülkemizdeki mushaf kitabeti geleneğinin öncüleri kabul edilen Şeyh Hamdullah (ö. 926/1520), Ali el-Kârî (ö. 1014/1605), Hafız Osman (ö. 1110/1698), Kayışzâde Hafız Osman Nuri (ö. 1894) gibi hattatlar tarafından yazılan mushaflarda da bahsi geçen işaretlemelere yer verilmiştir. Hafız Osmân’ın hicri 1094 tarihli mushafında beşli âyet bölümlerine işaret etmek üzere her beş âyette beşin ebced hesabındaki karşılığı olan “he” (‫)ﻩ‬ harfi, onlu âyet bölümlerine işaret etmek üzere de her on âyette “aşr” kelimesinin ilk harfi olan “ayn” harfi remiz olarak tayin edilmiş ve ayrıca sayfa kenarında da içerisinde “aşere” kelimesinin yazılı olduğu “aşere gülü” tercih edilmiştir: 443 Fahd b. Abdurrahman b. Süleyman er-Rûmî, Dirâsâtun fî ‘ulûmi’l-Kur’âni’l-Kerîm, (Riyâd, 2005), 497. 127 MUSHAFLARDA ALAMETLER (Bakara 2/5. Âyet) (Bakara 2/80. Âyet) Kayışzâde Hâfız Osmân Nûrî’nin incelediğimiz hicrî 1305 tarihli mushafında ise beşli âyet bölümlerine işaret edilmemiş iken onlu âyet bölümlerine bazı sûrelerde her on âyette “ayn” harfi ile işaret edilmiştir: (Bakara 2/250. Âyet) Kur’ân-ı Kerîm’in beş ve on âyet şeklinde bölümlenmesinin ve birtakım remizlerle mushaflarda bunlara işaret edilmesinin; Kur’an’ın peyderpey öğrenilmesi ve ezberlenmesi, ilâhî mesajının anlaşılmasını kolaylaştırması ve namazlarda okunacak yerleri tayin etmesi gibi bazı hikmetleri ihraz ettiği söylenebilir. Nitekim bu doğrultuda Fetâvâyı Kâdîhan müellifi Ebu’l-Mehâsin Fahruddîn Hasen b. Mansûr b. Mahmûd el-Ferganî (ö. 592/1196) de “Terâvih Namazında Okunacak Kıraat Miktarı” isimli açtığı bir fasılda, terâvihte Kur’an’ı baştan sona bir kez hatmetmenin sünnet olduğunu belirtmiş ve bu hususta Ebû Hanîfe’den (ö. 150/767) naklen her rekâtta on âyet okunabileceğini aktarmıştır. Böylece 6000 küsur âyetten oluşan Kur’ân-ı Kerîm, 30 gün boyunca kılı- 128 MUSHAFLARDA ALAMETLER nacak olan toplam 600 rekatlık terâvih namazında baştan sona okunmuş olacaktır.444 Bu uygulamada 30 günde hatmin bitirilmesi için Kur’ân-ı Kerîm onar âyet şeklinde bölümlere ayrılmıştır. Buhârî ulemasının da zikri geçen uygulamadan biraz farklı da olsa hatimle kılınan teravih namazını Ramazan’ın 27’sinde Kadir gecesinde bitirilmesini sağlamak üzere mushafı 540 ruku‘a böldüğü ve mushaflarında söz konusu rukû‘ yerlerini “ayn” alameti ile gösterdiği belirtilmiştir. Buna göre 20 rekâtlık teravih namazının her rekâtında bir ruku‘ okunmak suretiyle her gece toplam 20 ruku‘ okunmuş ve böylece 27. gece hatim bitirilmiş olur. Buhârî, Hindistan, Pakistan’daki matbu mushaflarda da zikri geçen şekilde “ayn” alameti ile sembolize edilen ruku‘ alametlerinin bulunduğu ifade edilmiştir.445 Bu sebepledir ki namazda iken tilâvetin hangi âyetlerde nihayete erdirilip ruku‘a gidilmesi gerektiğine işaret ettiği için söz konusu “ayn” alameti, ruku‘ alameti olarak isimlendirilmiştir.446 Hal böyle iken incelediğimiz Tac Company’nin yayınladığı Hindistan mushafında ve Kudretullah Company’nin yayınladığı Pakistan mushafında ise 558 ruku‘ alametinin ( ) bulunduğu tarafımızca tespit edilmiştir.447 Bu mushaflarda otuzlu cüz taksimi esas alınmış ve buna göre her bir cüzün yeri de yaygın uygulamadaki şekildedir. Ruku‘ ( ) alameti ile belirtilen bölümlemenin ise konu eksenli bir taksim olduğu kabul edilebilir. Her sûrenin sonunun “ayn” alametinin mahalli olarak tayin edilmesi de böyle bir kanaatin teyidi olarak görülebilir. Ancak hatimle kılınacak 20 rekâtlık teravih namazının her bir rekâtında bir ruku‘ okunmak suretiyle Ramazan’ın 27’sinde hatmin bitirilmesini hedeflediği hususu ise tetkike muhtaç gibi gözükmektedir. Ebu’l-Mehâsin Fahrüddîn Hasen b. Mansûr b. Mahmûd el-Fergânî, Fetâvâ Kâdîhan fî mezhebi’l-imâmi’l-‘azam Ebî Hanîfe, thk. Sâlim Mustafa el-Bedrî (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2009), 1/208. 445 Abdulazîz b. Ali el-Harbî, Tahzîbu’l-Kur’ân, (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2010), 194. 446 Muhammed Sâdık el-Hindî, Künûz-ü eltâfi’l-burhân fî rumûzi evkâfi’l-Kur’ân, (Kahire, h.1290), 24. 447 Bu mushaflardaki ruku‘ alameti sayısının sûrelere göre dağılımı şu şekildedir: Fâtiha 1, Bakara 40, Âl-i İmrân 20, Nisâ 24, Mâide 16, En‘âm 20, A‘râf 24, Enfâl 10, Tevbe 16, Yûnus 11, Hûd 10, Yûsuf 12, Ra‘d 6, İbrâhîm 7, Hicr 6, Nahl 16, İsrâ 12, Kehf 12, Meryem 6, Tâhâ 8, Enbiyâ 7, Hac 10, Mü’minûn 6, Nûr 9, Furkân 6, Şu‘arâ 11, Neml 7, Kasas 9, Ankebût 7, Rûm 6, Lokmân 4, Secde 3, Ahzâb 9, Sebe’ 6, Fâtır 5, Yâsîn 5, Saffât 5, Sâd 5, Zümer 8, Mü’min 9, Fussilet 6, Şûrâ 5, Zuhruf 7, Duhân 3, Câsiye 4, Ahkâf 4, Muhammed 4, Fetih 4, Hucurat 2, Kâf 3, Zâriyât 3, Tûr 2, Necm 3, Kamer 3, Rahmân 3, Vâkıa 3, Hadîd 4, Mücadele 3, Haşr 3, Mümtehine 2, Saf 2, Cum‘a 2, Münâfikûn 2, Teğâbun 2, Talak 2, Tahrîm 2, Mülk 2, Kalem 2, Hakka 2, Me‘âric 2, Nûh 2, Cin 2, Müzzemmil 2, Müddessir 2, Kıyame 2, İnsan 2, Mürselat 2, Nebe’ 2, Nâzi‘ât 2, Abese 1, Tekvîr 1, İnfitâr 1, Mutaffifîn 1, İnşikâk 1, Burûc 1, Târık 1, A‘lâ 1, Gâşiye 1, Fecr 1, Beled 1, Şems 1, Leyl 1, Duhâ 1, İnşirâh 1, Tîn 1, Alak 1, Kadr 1, Beyyine 1, Zilzâl 1, Adiyât 1, Kâria 1, Tekâsür 1, Asr 1, Hümeze 1, Fîl 1, Kureyş 1, Mâûn 1, Kevser 1, Kâfirûn 1, Nasr 1, Tebbet 1, İhlâs 1, Felak 1, Nâs 1. 444 129 MUSHAFLARDA ALAMETLER Hafız Osman ve Kayışzâde Hafız Osman Nuri mushaflarının esas alındığı hâlihazırdaki ülkemiz mushaflarında448 ise beşli âyet bölümlerine işaret edilmemektedir. Bu mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin tespit edebildiğimiz kadarıyla 444 yerde karşılaştığı “ayn” alametlerinin ise neyi sembolize ettiği kanaatimizce tetkiki gereken bir husustur. Zira söz konusu mushaflardaki “ayn” alametleri, âyet sayısı açısından incelendiğinde iki “ayn” alameti arasında bazı yerlerde onar âyet bulunmasına rağmen bir kısmında ise daha az ya da daha fazla sayıda âyet vardır. Örneğin aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere Bakara sûresinde iki “ayn” arasında iki âyetten on dört âyete kadar farklı sayıda âyet bulunabilmektedir. Dolayısıyla bu mushaflarda “ayn” alametinin bulunduğu yerlerin onlu âyet bölümlerini göstermediği anlaşılmaktadır. Buna göre ülkemizdeki mushaf kitabeti geleneği açısından önceki dönemlerdeki mushaflarda ta‘şîr’in sembolü olarak kullanılan “ayn” alameti uygulaması ile aynı alametin hâlihazırdaki mushaflardaki kullanım gayesinin farklı olduğu şeklinde bir tespite gidilebilir. Rukû‘ Alametine Konu Olan Âyet Bölümleri (Bakara Sûresi) İki “Ayn” AraÂyet Bilgisi sındaki Âyet Sayısı 2 Âyet 3 Âyet 4 Âyet 5 Âyet 6 Âyet Bakara 2/60-61, 282-283. Bakara 2/229-231, 258-260, 284-286. Bakara 2/83-86, 164-167, 232-235, 254-257. Bakara 2/148-152, 217-221, 249-253. Bakara 2/142-147, 177-182, 183-188, 211-216, 243248, 261-266. 7 Âyet Bakara 2/40-46, 222-228, 236-242, 267-273. 8 Âyet Bakara 2/1-7, 97-103, 122-129, 189-196, 274-281. 9 Âyet Bakara 2/21-29, 104-112, 113-121, 168-176. 10 Âyet Bakara 2/30-39, 62-71, 87-96. 11 Âyet Bakara 2/72-82, 153-163. 12 Âyet Bakara 2/130-141. 13 Âyet Bakara 2/8-20, 47-59. 14 Âyet Bakara 2/197-210. Toplam Rukû‘ Bölümü Toplam 2 3 4 3 6 4 5 4 3 2 1 2 1 40 İncelediğimiz Türkiye mushafında vakf alametlerinin beyan edildiği kısımda ta‘şîr değil de rukû‘un sembolü olarak açıklanan449 “ayn” alametinin, Örneğin bk. Kur’ân-ı Kerîm Meâli, Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı, (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2006); Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı, (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2003); Kur’ân-ı Kerîm, Aliyyü’l-Kârî Tarzı (Muhammed Abay Hattı ile), (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2014); Kur’ân-ı Kerîm, Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar Hattı), (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2015 ve 2018). 449 Kur’ân-ı Kerîm, Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar Hattı), 609. 448 130 MUSHAFLARDA ALAMETLER bir kıssa veya konunun bitip yenisinin başladığını belirtmek ve namaz kılanların rukû‘a gidebilecekleri en uygun yeri göstermek üzere rukû‘ (‫ )ﺭﻛﻮﻉ‬kelimesinin son harfinin ( ) alamet olarak tayin edildiği bir ruku‘ alameti şeklinde değerlendirilmesi mümkündür.450 Bununla beraber ülkemizdeki mushaflarda “ayn” alametinin bulunduğu yerler incelendiğinde bunların bir kısmı için “bir konunun bittiği ve yeni bir konunun başladığı” yer olma özelliğini taşıdığı söylenebilirken bir kısım yerlerde ise böyle bir durumun gerçekleşmediği ifade edilebilir. Mesela Bakara sûresindeki ilk “ayn” alametinin bulunduğu 7. âyete kadar olan kısımda muttakîlerin ve kâfirlerin vasıfları üzerinde durulmaktadır. İkinci “ayn” alametinin bulunduğu 20. âyete kadar olan kısımda yani 8-20. âyetler arasında ise münafıkların özellikleri anlatılmaktadır. “Ayn” alametinin bulunduğu bu iki yerde de anlatılan bir konu bitmiş ve yeni bir konu başlamıştır. Bununla beraber bir kısım yerlerde ise böyle bir durumun gerçekleşmediği de ifade edilmelidir. Örneğin Bakara sûresine isim olan Bakara kıssasının anlatıldığı 67-73. âyetler bölümünde kıssa bitmemesine rağmen 71. âyetin sonunda “ayn” alametine yer verilmiştir. Dolayısıyla “ayn” alameti bulunan her yer için geçerli olabilecek “bir konunun bittiği ve yeni bir konunun başladığı” şeklinde genel-geçer bir yargıya varılması mümkün gözükmemektedir. Bu sebeple konu bütünlüğü açısından “ayn” alametinin olduğu yerlere ihtiyatlı yaklaşılması gerektiği kanaatindeyiz. Böyle bir ihtiyat payı göz önünde bulundurularak özellikle Türkiye’deki mushaflarda bulunan ayn alametleri için genel anlamda, bir konunun bittiği ve yeni bir konunun başladığı yerleri tayin eden ve buna bağlı olarak namazda okunabilecek ya da namaz haricinde aşr-ı şerif451 olarak okunabilecek âyet bölümlerini gösteren bir alamet tarifi yapılabilir. Bu itibarla her ne kadar mezkûr alamet bulunmasa da anlatılan konunun bittiği sûre sonları da “ayn” alametinin mahalli olarak değerlendirilebilir. Böylece ülkemiz mushaflarında 114 tane daha rukû‘ alametinin zımnen var olduğuna hükmedilir ve toplam 558 adet rukû‘ alametinin bulunduğu tespitine ulaşılabilir. Böyle bir tespit, mezkûr alametin Ramazan ayında hatimle kılınan teravih namazı için yapılan bir taksimin sembolü olduğu şeklindeki açıklamayı tartışmalı kılmakta ise de yukarıda bahsi geçen Hindistan ve Pakistan mushaflarındaki uygulama ile benzerliklerini teyit etmektedir. Buraya kadar yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber döneminden itibaren Kur’ân-ı Kerîm, beşli ve onlu âyet şeklindeki bir taksime konu edilmiş ve sonraki süreçte birtakım remizler tayin edilmek suretiyle ilk 450 Eroğlu, “Aşr-ı Şerif”, 4/24. Ayrıca bk. Kenan Aklan, Kıraat Farklılıklarının Vakf ve İbtidâya Etkisi Secâvendî ve Uşmûnî Örneği (Ankara: İlâhiyât Yayınları, 2023), 54-55. 451 Kur’ân-ı Kerîm’in bir cemaat içinde sesli olarak okunan ve genellikle orta uzunluktaki on âyet kadar olan bölümlerine Türkler arasında verilen isimdir. Bk. Eroğlu, “Aşr-ı Şerif”, 4/24. 131 MUSHAFLARDA ALAMETLER dönemlerde istinsah edilen, daha sonraki dönemlerde hattatlar marifetiyle yazılan ve matbu olarak baskısı yapılan mushafların bir kımında da söz konusu onlu âyet bölümlerine işaret edilmiştir. Böyle bir taksimin; Kur’an’ın peyderpey ve daha kolay öğrenilmesi ve ezberlenmesi, ihtiva ettiği ilahî mesajının anlaşılması, namazlarda okunacak yerlerin periyodik bir şekilde tayin edilmesi gibi bazı faydaları ihtiva ettiği söylenebilir. Bunun yanı sıra Türkiye, Hindistan, Pakistan vb. bazı ülkelerin hâlihazırdaki mushaflarında da olduğu üzere söz konusu ta‘şîr uygulamasından farklı olarak genel anlamda konu eksenli bir şekilde ruku‘ yerlerinin tayin edildiği ve bu yerler için de aynı alametin tercih edilmekte olduğu şeklinde bir çıkarımda bulunulabilir. 1.2. Harf Eksenli Taksim: Cüz ve Hizb Kur’an’ın muhafaza edilmesine yönelik onun her bir âyetinin ezberlenmesi ve yazılarak kayıt altına alınması şeklinde yapılan faaliyetlerin yanı sıra aynı amaca matuf olarak onun her bir harfi, kelimesi ve noktaları dahi sayılmıştır.452 Bu kapsamda mesela dönemin Irak valisi olan Haccâc b. Yûsuf’un (ö. 95/714) isteği doğrultusunda ileri gelen ulema tarafından Kur’an’ın harf ve kelime sayısının, harf sayısına göre Kur’an’ın yarısının, üçte birinin, yedide birinin vs. tespitine yönelik bazı araştırmalar yapılmıştır. Hasan-ı Basrî (ö. 110/728), Ebu’l-‘Âliye (ö. 90/709), Nasr b. Âsım (ö. 89/708), Âsım el-Cahderî (ö. 128/746) ve Mâlik b. Dinar’ın (ö. 131/748) da yer aldığı ve yaklaşık dört ay sürdüğü belirtilen böyle bir araştırma neticesinde harf sayısının 323015453 / 321000454 / 340740455 / 300671456 / 323671457 / 321533458 / 321250459 / 360023460 / 340740461 / 363023462 / 321880463 / 323690464 / 321138465; kelime el-Muhallilâtî, el-Kavlu’l-vecîz, 120. Dânî, el-Beyân, 73; Zerkeşî, el-Burhân, 1/249; İbn Zencele, Tenzîlu’l-Kur’an, 49. 454 Sehâvî, Cemâlu’l-Kurrâ, 1/231; Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 238. 455 İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif, 1/467-468; Dânî, el-Beyân, 300-301; Sehâvî, Cemâlu’lKurrâ, 1/126; Zerkeşî, el-Burhân, 1/249-250. 456 Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 238; Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 15. 457 Dânî, el-Beyân, 73, 74. 458 Dânî, el-Beyân, 73. 459 Dânî, el-Beyân, 73. 460 Dânî, el-Beyân, 74. 461 Dânî, el-Beyân, 74. 462 Dânî, el-Beyân, 74. 463 Dânî, el-Beyân, 74. 464 Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 238. 465 Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 239. Ayrıca diğer farklı nicel veriler için bk. Ca‘berî, Hüsnü’lmeded, 238 vd. 452 453 132 MUSHAFLARDA ALAMETLER sayısının ise 70439466 / 76641467 / 77934468 / 77430469 / 77460470 olduğu şeklinde farklı tespitlere yer verilmiştir. Kur’an’ın harf ve kelime sayısına dair bu şekilde birbirinden farklı sayısal verilerin olması daha önce de belirtildiği üzere Kur’an’da harf veya kelime noksanlığı ya da fazlalığı ile ilgili olan bir durum değildir. Nitekim harf veya kelime sayısındaki farklılığa yol açan hususlara bakıldığında bunların, Kur’an’ın mevsukiyetini etkilemeyen sadece şeklî birtakım farklılıklardan ibaret olduğu görülmektedir. Örneğin Hz. Osman tarafından şehirlere gönderilen mushaflardaki resm/form farklılığına göre kelime sayısı değişebilmektedir. Bilindiği üzere söz konusu mushaflarda ziyade-noksan, hazif-isbât, kat‘vasl gibi resmu’l-mushafla ilgili ihtilafı haiz meseleler vardır. Mesela gibi kelimelerin yazılışı görüldüğü şekilde bu mushaflarda ayrı veya birleşik yazılabilmiştir. Bunun neticesinde ayrı yazıma göre kelime sayısı iki, birleşik yazıma göre ise bir olmaktadır.471 Fâtiha sûresinin evvelindeki besmelenin, sûrenin ilk âyeti olup olmamasına göre de sûrenin harf ve kelime sayısı değişebilmektedir. Bu kapsamda Mekke ve Kûfe ehline göre besmele, sûrenin ilk âyeti iken Medine, Basra ve Şam ehline göre ise ilk âyeti değildir.472 Buna göre ilk âyeti olarak kabul edenlere göre sûrenin harf sayısı 141, kelime sayısı 29 olup ilk âyeti olmadığı görüşünü tercih eden âlimlere göre harf sayısı 122, kelime sayısı ise 25 olmaktadır.473 Kıraat farklılıkları da bu bağlamda harf ve kelime sayısını değiştiren bir etken olarak düşünülebilir. Örneğin Tevbe 9/100’de ‫ﺎﺭ‬ ْ ‫ ﺗ َ ْﺠﺮ۪ﻱ ﺗ َ ْﺤﺘَﻬَﺎ‬ifadesinin, ‫ِﻣ ْﻦ‬ ُ َ �َْ ‫ﺍﻻ‬ cer harfi ile okunup okunmamasına göre harf ve kelime sayısı değişebilmektedir. Harf ve kelime sayısı hususundaki ihtilafın nedeni bu şekilde yorumlandıktan sonra Kur’ân-ı Kerîm bilindiği üzere harf ve kelime sayımına göre farklı bölümlere ayrılmıştır. Bu doğrultuda harf sayısına göre Kur’an’ın ikiye bölünmesi durumunda yarısı, üçe bölünmesi durumunda üçte birlik kısımları, yediye bölünmesi durumunda yedide birlik kısımları; sûre, âyet, son kelime ve son harf bilgisi verilmek suretiyle aşağıdaki tabloda serdedilmiştir:474 Dânî, el-Beyân, 73; Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 237; Zerkeşî, el-Burhân, 1/249. Dânî, el-Beyân, 74; Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 237. 468 Suyûti, el-İtkân, 2/455; İbrahim, Buhûsun Menheciyyetün fî Ulûmi'l-Kur'âni'l-Kerîm, 60. 469 İbn Zencele, Tenzîlu’l-Kur’an, 49; Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 15. 470 Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 237. 471 Dânî, el-Beyân, 77. 472 Dânî, el-Beyân, 139; Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 298. 473 Dânî, el-Beyân, 77. 474 İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif, 1/467-468; Dânî, el-Beyân, 300-301; Sehâvî, Cemâlu’lKurrâ, 1/126; Zerkeşî, el-Burhân, 1/249-250. 466 467 133 MUSHAFLARDA ALAMETLER İki Bölüm Üç Bölüm 1. Kısım Sûre / Âyet Bilgisi Fatihâ 1/1 – Kehf 18/19475 2. Kısım Kehf 18/19 – Nâs 114/6 1. Kısım Fatihâ 1/1 – Tevbe 9/100 Tevbe 9/101 – Şu‘arâ 26/100 Şu‘arâ 26/101 – Nâs 114/6 2. Kısım 3. Kısım Yedi Bölüm 1. Kısım Fatihâ 1/1 – Nisâ 4/55 2. Kısım Nisâ 4/55 – A‘râf 7/147 3. Kısım A‘râf 7/147 – Ra‘d 13/35 4. Kısım 6. Kısım Ra‘d 13/35 – Hacc 22/67 Hacc 22/67 – Ahzâb 33/36 Ahzâb 33/36 – Fetih 48/6 7. Kısım Fetih 48/6 – Nâs 114/6 5. Kısım Son Kelime Son Harf Bu bağlamda Kur’ân-ı Kerîm; iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz ve on kısma ayrılmak suretiyle ikide birlik ( ), üçte birlik ( ), dörtte birlik ( ), beşte birlik ( ), altıda birlik ( ), yedide birlik ( ), sekizde birlik ( ), dokuzda birlik ( ), onda birlik ( ) şeklindeki muhtelif bölümlemelere de konu edilmiştir.476 Böyle bir taksimin varlığını teyit eden bir rivayette Haccâc’ın (ö. 95/714), her gece Kur’an’ın dörtte birini (rubu‘) okuduğu belirtilmiştir. Buna göre ilk Bu konuda farklı bilgiler de vardır: a) Kur’an’ın yarısı, Kehf 18/74 âyetindeki 475 kelimesindeki harfinde bitip ikinci yarısı bu kelimedeki harfi ile başlamaktadır. Bk. Zerkeşî, el-Burhân, 1/253; Suyûtî, el-İtkân, 2/457. ِ ۪ ْ َ kelimelerinde ya da Kehf 18/19 âyetinde b) Kehf 18/67 veya 72 âyetinde ‫ﺻ ْ�ًﺍ‬ َ � َ ‫ َﻣ‬veya َ‫�ﺘَﻄﻴﻊ‬ ‫ َﻭﻟْﻴَﺘَﻠَﻄ ْ�ﻒ‬kelimesindeki ikinci “lâm” harfi olduğu da aktarılmıştır. Bk. Ca’berî, Hüsnü’l-me- 476 ded, 240. Örneğin bk. Dânî, el-Beyân, 302-310; Sehâvî, Cemâlu’l-Kurrâ, 1/126-134; Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 240; el-Muhallilâtî, el-Kavlu’l-vecîz, 121-124. 134 MUSHAFLARDA ALAMETLER rubu’ En’âm sûresinin sonunda, ikinci rubu‘ Kehf sûresindeki ‫ ﻭﻟﻴﺘﻠﻄﻒ‬kelimesinde, üçüncü rubu’ Mü’min sûresinin sonunda, dördüncü rubu‘ ise Nâs sûresinde nihayete ermektedir:477 Dört Bölüm (Rubu‘) Rubu‘ 1. Kısım Sûre / Âyet Bilgisi Fatihâ 1/1 – En‘âm 6/165 2. Kısım A‘râf 7/1 – Kehf 18/19 Kehf 18/19 – Mü’min 40/85 Fussilet 41/1 – Nâs 114/6 3. Kısım 4. Kısım Son Kelime ◌۪ Harf sayısı esas alınmak suretiyle yapılan ve periyodik bir okuma takvimini hedefleyen harf eksenli bölümlemeler içerisinde hâlihazırda en çok bilinen ve uygulanmakta olan “cüz” ve “hizb” ismiyle maruf olan taksimdir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber ve sahabe de kendileri için belirledikleri hususi bir taksime göre her gün düzenli olarak okudukları Kur’an bölümlerini belirtmek için “cüz” ve “hizb” ifadelerini kullanmışlardır. Nitekim Hz. Peygamber’in, kendisini beklemekte olan bir gruba yönelik “Kur’an hizbim aklıma geldi ve onu tamamlamadan mescitten çıkmak istemedim.”478 ifadesi ve farklı bir bağlamda kullandığı “Kur’an’dan bir cüz okudum.”479 şeklindeki sözü böyle bir kanaati teyit eder niteliktedir. Sahabe döneminde de bu yönde bölümlemelerin yapıldığı görülmektedir. Örneğin; Abdullah b. Ömer’in (ö. 73/693), “Bu gece okumam gereken cüzüm…”480 şeklindeki sözü ile “Hz. Hasan’ın (ö. 49/669), virdini gecenin evvelinde; Hz. Hüseyin’in (ö. 61/680) ise sonunda okuduğu”481 yönündeki rivayet ve bu rivayetlerde geçen “cüz” “hizb”, “vird” gibi ifadelerden böyle bir tespite ulaşılabilir. Aktarılan bu rivayetlere göre Hz. Peygamber ve sahabe döneminde herkesin kendi özel durumuna göre tayin edilmiş “cüz” ve “hizb” gibi isimlerle anılan günlük hususi okuma bölümlerinin oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bu ifadelerle Kur’an’ın ne kadarlık bir bölümünün kastedildiği ise belli değildir. Kanaatimizce kişiden kişiye değişebilen ve herkesin kendi özel durumuna göre belirlenmiş şahsi okuma bölümleri şeklinde düşünülmesi muhtemeldir. Bu araştırmada bahse konu edilecek olan “cüz” ve “hizb” taksimi ise sonraki süreçte harf sayısına göre yapılan bir bölümlemedir. Dolayısıyla aynı isimlerle Zerkeşî, el-Burhân, 1/250. Dânî, el-Beyân, 300; İbn Sellâm, Fezâilu’l-Kur’an, 184, 185; Zerkeşî, el-Burhân, 1/247, 250. 479 Ebû Dâvûd, Ramazan, 9 (No. 1392); İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif, 1/465. 480 İbn Sellâm, Fezâilu’l-Kur’an, 186. 481 İbn Sellâm, Fezâilu’l-Kur’an, 186. 477 478 135 MUSHAFLARDA ALAMETLER yapılan bir bölümleme olsa da selefin uygulaması ile halefin uygulaması arasında farklılığın olduğu görülmektedir. İlki, kişiye özel muhtemelen anlam eksenli bir bölümleme iken diğeri harf sayısına göre yapılan bir bölümlemedir. Buna göre ilkinde cüz ve hizb ile ilgili olarak herkes için geçerli olan standart ölçüler tayin edilemezken diğerinde ise bu mümkündür. 1.2.1. Cüz Kur’an’ın harf sayısına göre cüzlere bölünmesi hususunda ümmetin çoğunluğu tarafından kabul gören en meşhur taksim 30 cüz şeklindeki bölümlemedir.482 Bu taksimin kabul görmesinin ve günümüzde de hemen hemen bütün İslâm dünyasında uygulanmasının Kur’an’ın 30 günde hatmedilmesi arzusundan kaynaklandığı, özellikle ramazan aylarında indirilen hatimler ve hatimle kıldırılan teravih namazları için bunun önemli görüldüğü anlaşılmaktadır.483 Nitekim hâlihazırda ümmetin büyük bir kısmının uygulaması, Kur’an’ın ayda bir kez hatmedilmesi yönündedir. Şöyle ki ehl-i Kur’an’ın okuma, dinleme veya namazda okuma açısından aylık hatim indirme ya da Ramazan ayında hatimle teravih namazı kılma şeklinde devam ettirdikleri tilâvet gelenekleri vardır.484 Bu itibarla “cüz” ifadesi günümüzde artık Kur’an’ın 30 bölümünden birisi için kullanılır olmuştur.485 Bu taksime göre bir aydaki ortalama gün sayısı olan 30 gün esas alınmak suretiyle aylık hatim bitirme hedeflenmektedir. Kur’an’ın bir ayda hatmedilmesini hedeflediği anlaşılan ve harf sayısına göre yapılan söz konusu taksimin düzenli bir okuma takvimi oluşturduğu ya da hafızlık eğitiminde hıfzın takibi açısından belli bir disiplin kazandırdığı düşünülebilir. Bununla beraber sadece harf sayısının esas alınıp anlamın dikkate alınmamış olması, cüz sonlarının veya başlangıçlarının bazısında;486 anlatılmakta olan ahkâmın, konunun veya kıssanın bölünmesi gibi anlam açısından bazı inkıtalara neden olmuştur. Bu açıdan Hz. Peygamber’in ve sahabenin tilâvete konu olan yerin anlamını da dikkate alarak âyet ve sûre eksenli bir takvim oluşturdukları, daha sonraki neslin ise anlamı öncelemeksizin harf sayısına göre gün eksenli bir taksim benimsedikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla selefin tercih etmiş olduğu anlamın esas alındığı sûre eksenli taksimin, hâlihazırda uygulanmakta olan halefin harf eksenli taksiminden evla olduğu söylenebilir. Zerkeşî, el-Burhân, 1/250. Maşalı, “Mushaf”, 31/245. 484 el-Harbî, Tahzîbu’l-Kur’ân, 139. 485 el-Harbî, Tahzîbu’l-Kur’ân, 101. 486 Örneğin 5, 13, 16, 20, 22, 23. cüzler; öncesi ile lafız ve anlam irtibatı devam etmekte olan âyetle başlamaktadır. 482 483 136 MUSHAFLARDA ALAMETLER Cüz İslam coğrafyasında hâlihazırda yaygın olarak okunmakta olan Suudi Arabistan’da basılan “Medine Mushafı” ismi ile maruf mushafta ve ülkemiz mushaflarında da tercih edilen otuzlu cüz taksiminin ilk dönemlerden itibaren bilinmekte olduğu söylenebilir. Bu bağlamda hicrî beşinci asır ulemasından Dânî’nin otuzlu ve altmışlı cüz taksimine yer vermesi487, Dânî ile aynı dönemlerde yaşadığı bilinen İbnü’l-Bevvâb’ın da (ö. 413/1022) mushafında söz konusu otuzlu ve altmışlı cüz taksimini esas alıp bu yerleri sayfa kenarlarında belirtmiş olması dikkate değerdir. Zikri geçen otuzlu cüz taksimi ile şu anda okunmakta olan mushaflardaki cüz bölümleri mukayese edildiğinde günümüz mushafları ile Dânî’nin yer verdiği taksim iki yer488 haricinde genel anlamda aynı iken İbnü’l-Bevvâb mushafında ise 11 yerde489 cüzî de olsa farklılık vardır: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 İbnü’l-Bevvâb Mushafı (Cüz Sonu) Bakara 2/141 Bakara 2/252 Âl-i İmrân 3/91 Nisâ 4/16 Nisâ 4/147 Mâide 5/81 En‘âm 6/111 A‘râf 7/87 Enfâl 8/41 Tevbe 9/92 --Yûsuf 12/52 İbrâhîm 14/52 Nahl 16/128 Kehf 18/74 Tâha 20/135 Hacc 22/78 Furkân 25/25 Ebû Amr ed-Dânî (Cüz Sonu) Bakara 2/141 Bakara 2/250 veya 252490 Âl-i İmrân 3/91 Nisâ 4/23 Nisâ 4/147 Mâide 5/81 En‘âm 6/110 A‘râf 7/87 Enfâl 8/40 Tevbe 9/93 Yûnus 10/109 / Hûd 11/5491 Yûsuf 12/52 İbrâhîm 14/52 Nahl 16/128 Kehf 18/73 veya 74492 Tâha 20/135 Hacc 22/78 Furkân 25/20 Medine ve Türkiye Mushafı (Cüz Sonu) Bakara 2/141 Bakara 2/252 Âl-i İmrân 3/91 Nisâ 4/23 Nisâ 4/147 Mâide 5/82 En‘âm 6/110 A‘râf 7/87 Enfâl 8/40 Tevbe 9/93 Hûd 11/5 Yûsuf 12/52 İbrâhîm 14/52 Nahl 16/128 Kehf 18/74 Tâha 20/135 Hacc 22/78 Furkân 25/20 Dânî, el-Beyân, 317-320. Mâide 5/81; Câsiye 45/37. 489 Nisâ 4/16; Mâide 5/81; En‘âm 6/111; Enfâl 8/41; Tevbe 9/92; Furkân 25/25; Ahzâb 33/31; Yâsin 36/25; Zümer 39/32; Zâriyât 51/32; Murselât 77/46. 490 Muhakkikin dipnotta belirttiğine göre müellif burada 252. âyeti kastetmiştir. Bk. Dânî, elBeyân, 317. 491 Temrîz sîgası ile ( ) cüzün sonunun, Hûd 11/5 âyeti olabileceği de belirtilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 318. 492 Cüzün son âyetinin, 73. âyet olarak belirtilmesine rağmen cüzün son kelimesinin ise 74. kelimesi olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 318. âyetteki 487 488 137 MUSHAFLARDA ALAMETLER 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 Neml 27/55 Ankebût 29/45 Ahzâb 33/31 Yâsin 36/25 Zümer 39/32 Fussilet 41/46 Câsiye 45/32 Zâriyât 51/32 Hadîd 57/29 Tahrîm 66/12 Murselât 77/46 Nâs 114/6 Neml 27/57 veya 55493 Ankebût 29/45 Ahzâb 33/30 Yâsin 36/26 veya 27494 Zümer 39/30 veya 31495 Fussilet 41/45 veya 46496 Câsiye 45/37 Zâriyât 51/30 Hadîd 57/29 Tahrîm 66/12 Murselât 77/50 Nâs 114/6 Neml 27/55 Ankebût 29/45 Ahzâb 33/30 Yâsin 36/27 Zümer 39/31 Fussilet 41/46 Câsiye 45/32 Zâriyât 51/30 Hadîd 57/29 Tahrîm 66/12 Murselât 77/50 Nâs 114/6 Tablo üzerinden de görüleceği üzere İslam coğrafyasında hâlihazırda uygulanmakta olan “30 cüz” bölümlemesinin, hicrî beşinci asırda da tatbik edilmekte olduğu şeklindeki bir kanaate ulaşılması mümkündür. İslam coğrafyasında kabul gören Kur’an’ın 30 cüze bölümlenmesi şeklindeki bu uygulama, birtakım ifadeler ya da alametler kullanılmak suretiyle mushaflarda da görünür kılınmıştır. Örneğin İbnü’l-Bevvâb’ın ve Yâkût elMusta‘sımî’nin (ö. 698/1299) mushaflarında, “otuzlu cüz bölümünün ilk cüzü” ( ) gibi ifadelerle otuzlu cüz bölümlerinden kaçıncı cüz olduğuna sayfa kenarlarında işaret edilmiştir: (Bakara 2/141-143. Âyetler – İbnü’l-Bevvâb Mushafı) Cüzün son âyetteki 494 Cüzün son âyetteki 495 Cüzün son âyetteki 496 Cüzün son âyetteki 493 âyetinin, 57. âyet olarak belirtilmesine rağmen cüzün son kelimesinin kelimesi olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 319. âyetinin, 26. âyet olarak belirtilmesine rağmen cüzün son kelimesinin kelimesi olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 319. âyetinin, 30. âyet olarak belirtilmesine rağmen cüzün son kelimesinin kelimesi olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 319. âyetinin, 45. âyet olarak belirtilmesine rağmen cüzün son kelimesinin kelimesi olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 319. ise 55. ise 27. ise 31. ise 46. 138 MUSHAFLARDA ALAMETLER (Bakara 2/141-143. Âyetler – Yâkût el-Musta‘sımî Mushafı) Bu mushaflarda da görüldüğü üzere ilk dönemlerde harf sayısına göre cüzün bittiği veya başladığı yer, sahifenin herhangi bir yerinde olabilmektedir. İlerleyen dönemlerde ise sahifenin bir âyetle başlayıp bir âyetle bittiği “âyetberkenar” olarak isimlendirilen ve her bir sahifenin 15 satır üzerine yazıldığı “sahife tutar” mushaflar yazılmaya başlanmıştır. Âyet-berkenar” şeklindeki mushaf türünün Kayışzâde Hafız Osman Mushafları ile başladığı belirtilmiştir.497 Bu bağlamda Sultan Abdülhamid’in (ö. 1918) Kur’an basımına fevkalade önem verdiği, dönemin meşhur hattatlarından Kayışzâde Hafız Osman Efendi’nin 15 satır üzerine tertiplenmiş “âyet-berkenar” ve her cüzü 20 sahifede tamamlanmış mushafını bastırarak İslam âlemine on binlerce nüsha dağıttığı ifade edilmiştir.498 Günümüzde de genel olarak “âyet-berkenar”, “sahife tutar” ve her bir cüzü 20 sayfada tamamlanmış mushaflar yaygın bir şekilde kullanıldığı için buna göre bir cüzün 20 sayfadan oluştuğu bilinmektedir. Ancak söz konusu taksimde belirleyici olanın sayfa sayısı değil de harf sayısı olduğu burada hatırlatılması gerekmektedir. Harf sayısına göre yapılan bölümlemelerin içerisinde özellikle Ramazan ayına yönelik olduğu ve bu ayda hatimle kılınan teravih namazının Kadir gecesinde bitirilmesini hedeflediği anlaşılan Kur’an’ın 27 cüz şeklinde bölümlenmesi de bu bağlamda dikkat çekicidir. Ebû Bekir İbn Mücâhid’e (ö. 324/936) göre bu cüzlerin her birindeki harf sayısı 12755 olup son cüzdeki harf sayısı ise 12757 adettir:499 Muhsin Demirel, “Bir Mushaf Kitâbetinin Serencâmı”, Osmanlı’dan Günümüze Kur’an ve Hüsn-i Hat Sempozyumu, (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2017), 151; Muhittin Serin, “Mushaf (Hat)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2006), 31/252. 498 Demirel, “Bir Mushaf Kitâbetinin Serencâmı”, 160. 499 Dânî, el-Beyân, 311-312; Sehâvî, Cemâlu’l-Kurrâ, 1/138-140. 497 139 MUSHAFLARDA ALAMETLER 1 Âyet Bilgisi Bakara 2/1 – 158 2 Bakara 2/159 – 272 3 Bakara 2/273 – Âl-i İmrân 3/148 Âl-i İmrân 3/149 – Nisâ 4/82 4 5 Nisâ 4/83 – Mâide 5/36 6 7 Mâide 5/37 – En‘âm 6/62 En‘âm 6/63 – A‘râf 7/53 8 A‘râf 7/54 – Enfâl 8/25 9 Enfâl 8/26 – Tevbe 9/100 10 Tevbe 9/101 – Hûd 11/32 Hûd 11/33 – Yûsuf 12/100 11 12 Yûsuf 12/101 – Nahl 16/29 13 Nahl 16/30 – İsrâ 17/99 14 İsrâ 17/100 – Tâha 20/38 15 Tâha 20/39 22/36 16 Hacc 22/37 – Nûr 24/59 17 Nûr 24/60 – Neml 27/39 18 Neml 27/40 – Ankebût 29/52 – Hacc İlk Âyet Son Âyet 140 MUSHAFLARDA ALAMETLER 19 20 Ankebût 29/53 – Ahzâb 33/52 Ahzâb 33/53 – Saffât 37/35 21 Saffât 37/36 – Gâfir 40/21 22 Gâfir 40/22 – Zuhruf 43/37 23 Zuhruf 43/38 – Fetih 48/23 24 Fetih 48/24 – Vakıa 56/50 25 Vakıa 56/51 – Tegâbun 64/13 Tegâbun 64/14 – İnsân 76/3 İnsân 76/4 – Nâs 114/6 26 27 Bu doğrultuda Buhârî ulemasının da geçmiş dönemlerden itibaren hatimle kılınan teravih namazının, Ramazan’ın 27’sinde Kadir gecesinde bitirilmesini sağlayan 27 cüzlük taksimi tercih ettiği belirtilmiştir. Buna göre her bir cüzde 20 rukû‘ bulunmak üzere Kur’an’ı toplam 540 rukû‘ya bölmüşler ve her bir rukû‘ bölümünü göstermek üzere mushaflarda ilgili yerlerde “ayn” alametini kullanmışlardır. Böylece her gece 20 rekât kılınan teravihin her bir rekâtında bir ruku‘ okunmak suretiyle bir cüz okunmuş ve nihayetinde Ramazan’ın 27’sinde hatim bitirilmiş olur. Buhârî, Hindistan ve Pakistan’daki matbu mushafların da bu şekilde olduğu ifade edilmektedir.500 Bununla beraber incelediğimiz Tac Company’nin yayınladığı Hindistan mushafında ve Kudretullah Company’nin yayınladığı Pakistan mushafında ise Türkiye mushaflarında da olduğu üzere toplam 558 ruku‘ bulunduğu tarafımızca tespit edilmiştir.501 Bu mushaflarda otuzlu cüz taksimi esas alınmış ve 500 501 el-Harbî, Tahzîbu’l-Kur’ân, 194. Bu mushaflardaki ruku‘ alameti sayısının sûrelere göre dağılımı şu şekildedir: Fâtiha 1, Bakara 40, Âl-i İmrân 20, Nisâ 24, Mâide 16, En‘âm 20, A‘râf 24, Enfâl 10, Tevbe 16, Yûnus 11, Hûd 10, Yûsuf 12, Ra‘d 6, İbrâhîm 7, Hicr 6, Nahl 16, İsrâ 12, Kehf 12, Meryem 6, Tâhâ 8, Enbiyâ 7, Hac 10, Mü’minûn 6, Nûr 9, Furkân 6, Şu‘arâ 11, Neml 7, Kasas 9, Ankebût 7, Rûm 6, Lokmân 4, Secde 3, Ahzâb 9, Sebe’ 6, Fâtır 5, Yâsîn 5, Saffât 5, Sâd 5, Zümer 8, Mü’min 9, Fussilet 6, Şûrâ 5, Zuhruf 7, Duhân 3, Câsiye 4, Ahkâf 4, Muhammed 4, Fetih 4, Hucurat 2, Kâf 3, Zâriyât 3, Tûr 2, Necm 3, Kamer 3, Rahmân 3, Vâkıa 3, Hadîd 4, Mücadele 3, Haşr 3, Mümtehine 2, Saf 2, Cum‘a 2, Münâfikûn 2, Teğâbun 2, Talak 2, Tahrîm 2, Mülk 141 MUSHAFLARDA ALAMETLER buna göre her bir cüzün yeri de yaygın olan uygulamadaki şekildedir. Ruku‘ ( ) alameti ile belirtilen bölümlemenin ise konu eksenli bir taksim olduğu anlaşılmakta ise de hatimle kılınacak 20 rekâtlık teravih namazının her bir rekâtında bir ruku‘ okunmak suretiyle Ramazan’ın 27’sinde hatmin bitirilmesini hedeflediği hususu tetkike muhtaç gibi gözükmektedir. Bu kapsamda kısa sûrelerin ve dahi her bir sûrenin sonunun ruku‘ alametinin mahalli olarak tayin edilmesi de konu eksenli bir bölümleme olduğunu teyit etmektedir. Söz konusu uygulama, yukarıdaki tabloda arz edilen Dânî’nin nakletmiş olduğu 27 cüzlük taksimden bazı yerlerde ayrışmaktadır. Örneğin ilgili mushaflarda Bakara sûresi 20’şer ruku‘ şeklinde iki bölüme ayrılmış ve buna göre bu sûrenin Ramazan’ın iki gecesinde teravih namazında bitirilmesi planlanmıştır. 1.2.2. Hizb Harf sayısı esas alınmak suretiyle yapılan otuzlu cüz taksimi ayrıca kendi içerisinde de alt bölümlere ayrılmış olup böylece daha fazla sayıda cüz ortaya çıkmış ve bunların her biri için “hizb” tabiri kullanılmıştır. Bu kapsamda Kur’ân-ı Kerîm, 30 cüzden her bir cüz ikiye bölünerek 60 hizbe502 veya dörde bölünerek 120 hizbe503 ayrılmıştır. Muhammed Sâdık el-Hindî’nin aktardığına göre Abbâsî halifelerinden Mansûr (ö. 158/775) Kur’an’ı 60 kısma ayırmış ve her bir kısım “hizb” olarak isimlendirilmiştir. Bu taksimin gayesi Kur’an’ı, bir veya iki senede hıfzetmek isteyen kimselere ezber işini kolaylaştırmaktır. Buna göre mesela Kur’an’ı bir senede ezberlemek isteyen kimse, her hizbi altı günde ezberlemesi gerekir. Böylece Kur’an, bir yılda ezberlenmiş olur. Hizblerin boyutu, âyetlerin uzunluğu ve kısalığı ile ezber kolaylığı ve zorluğu dikkate alınmak suretiyle tayin edilmiştir. Bu sebeple hizblerin bir kısmında âyet sayısı fazla iken diğer bir kısım hizb ise hıfz zorluğu ve âyetlerin uzunluğu nedeniyle daha az sayıda âyetten oluşabilmiştir.504 Bize göre hizblerde yer alan âyet sayılarının az ya da fazla olabilmesinin nedeni hıfz kolaylığı veya zorluğunun esas alınmış olması değildir. Daha önce de ifade edildiği üzere cüz ve hizb taksiminde harf sayısının esas alınıyor olması, hizblerde âyet sayısı veya sayfa sayısı açısından yeknesaklığın bulunmamasına yol açmış olabilir. 2, Kalem 2, Hakka 2, Me‘âric 2, Nûh 2, Cin 2, Müzzemmil 2, Müddessir 2, Kıyame 2, İnsan 2, Mürselat 2, Nebe’ 2, Nâzi‘ât 2, Abese 1, Tekvîr 1, İnfitâr 1, Mutaffifîn 1, İnşikâk 1, Burûc 1, Târık 1, A‘lâ 1, Gâşiye 1, Fecr 1, Beled 1, Şems 1, Leyl 1, Duhâ 1, İnşirâh 1, Tîn 1, Alak 1, Kadr 1, Beyyine 1, Zilzâl 1, Adiyât 1, Kâria 1, Tekâsür 1, Asr 1, Hümeze 1, Fîl 1, Kureyş 1, Mâûn 1, Kevser 1, Kâfirûn 1, Nasr 1, Tebbet 1, İhlâs 1, Felak 1, Nâs 1. 502 el-Harbî, Tahzîbu’l-Kur’ân, 101. 503 Dânî, el-Beyân, 312-316. 504 Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 29. Zikri geçen 60 hizbin; başlangıç ve bitiş yerlerini gösteren tablo için bk. Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 30. 142 MUSHAFLARDA ALAMETLER 505 506 Ebû Amr edDânî (Cüz Başlangıcı) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 Fâtihâ Sûresi Bakara 2/40 Bakara 2/77 Bakara 2/108 Bakara 2/142 Bakara 2/176 Bakara 2/203 Bakara 2/230 Bakara 2/252 Bakara 2/274 Âl-i İmrân 3/19 Âl-i İmrân 3/56 Âl-i İmrân 3/95 Âl-i İmrân 3/134 Âl-i İmrân 3/168 Nisâ 4/2 Nisâ 4/25 Nisâ 4/57 Nisâ 4/89 Nisâ 4/114 Nisâ 4/150 Mâide 5/2 Mâide 5/27 Mâide 5/53 Mâide 5/86 Mâide 5/115 En‘âm 6/33 En‘âm 6/70 En‘âm 6/106 En‘âm 6/140 A‘râf 7/8 Türkiye Mushafı (Hizb Başlangıcı) Fâtihâ Sûresi Bakara 2/44 Bakara 2/75 Bakara 2/107 Bakara 2/142 Bakara 2/177 Bakara 2/203 Bakara 2/233 Bakara 2/253 Bakara 2/272 Âl-i İmrân 3/15 Âl-i İmrân 3/52 Âl-i İmrân 3/92 Âl-i İmrân 3/133 Âl-i İmrân 3/171 Nisâ 4/1 Nisâ 4/24 Nisâ 4/58 Nisâ 4/87 Nisâ 4/114 Nisâ 4/148 Mâide 5/2 Mâide 5/27 Mâide 5/51 Mâide 5/83 Mâide 5/109 En‘âm 6/36 En‘âm 6/74 En‘âm 6/111 En‘âm 6/141 A‘râf 7/1 Cüz/Hizb Cüz/Hizb Ülkemiz mushaflarında da olduğu üzere yaygın uygulama ise her bir cüzün dörde bölünmek suretiyle toplam 120 hizbin olması şeklindedir. Ebû Amr edDânî’nin yer verdiği Kur’an’ın 120 cüz şeklinde bölümlenmesi bu bağlamda dikkate değerdir. Bu taksimde her bir cüzün 2870 harf ve buna göre Kur’an’ın tamamının da 344400 harf olduğu belirtilmiştir.505 120 bölümlük bu taksimdeki “cüz” başlangıçları ve bitişleri ile ülkemiz mushaflarındaki “hizb” ismi ile maruf bölümler mukayese edildiğinde söz konusu iki uygulama arasında genel anlamda bir benzerliğin olduğu söylenebilir. Nitekim aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere “cüz” ve “hizb” başlangıç yerlerinin altı tanesi506 birebir aynı iken diğerlerinin büyük bir kısmında da bir âyetten dört âyete kadar olan sadece cüz’î bir farklılıktan bahsedilebilir. Buna göre ülkemiz mushaflarındaki “hizb” uygulamasının, Dânî’nin yer verdiği harf sayısına göre yapılmış 120 cüz şeklindeki taksimden mülhem bir uygulama olduğu kanaatine ulaşılabilir. Ebû Amr edDânî (Cüz Başlangıcı) 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 Kehf 18/82 Meryem 19/36 Tâha 20/8 Tâha 20/83 Enbiyâ 21/5 Enbiyâ 21/68 Hacc 22/8 Hacc 22/47 Mü’minûn 23/22 Mü’minûn 23/90 Nûr 24/26 Nûr 24/55 Furkân 25/27 Şu‘arâ 26/15 Şu‘arâ 26/126 Neml 27/7 Neml 27/58 Kasas 28/15 Kasas 28/56 Ankebût 29/10 Ankebût 29/52 Rûm 30/33 Lokmân 31/19 Ahzâb 33/2 Ahzâb 33/35 Ahzâb 33/73 Sebe’ 34/38 Fatır 35/27 Yâsîn 36/36 Saffât 37/41 Saffât 37/172 Türkiye Mushafı (Hizb Başlangıcı) Kehf 18/75 Meryem 19/37 Tâha 20/4 Tâha 20/84 Enbiyâ 21/1 Enbiyâ 21/51 Hacc 22/1 Hacc 22/38 Mü’minûn 23/1 Mü’minûn 23/75 Nûr 24/21 Nûr 24/53 Furkân 25/21 Şu‘arâ 26/1 Şu‘arâ 26/111 Neml 27/1 Neml 27/56 Kasas 28/12 Kasas 28/52 Ankebût 29/1 Ankebût 29/46 Rûm 30/31 Lokmân 31/22 Ahzâb 33/1 Ahzâb 33/31 Ahzâb 33/57 Sebe’ 34/24 Fatır 35/14 Yâsîn 36/28 Saffât 37/22 Saffât 37/150 Dânî, el-Beyân, 312-316. Örneğin bk. Bakara 2/142, 203; Nisâ 4/114; Mâide 5/2, 27; Yûsuf 12/101. 143 MUSHAFLARDA ALAMETLER 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 A‘râf 7/46 A‘râf 7/85 A‘râf 7/135 A‘râf 7/162 A‘râf 7/200 Enfâl 8/37 Enfâl 8/75 Tevbe 9/35 Tevbe 9/68 Tevbe 9/100 Yûnus 10/2 Yûnus 10/35 Yûnus 10/79 Hûd 11/12 Hûd 11/53 Hûd 11/93 Yûsuf 12/21 Yûsuf 12/58 Yûsuf 12/101 Ra‘d 13/25 İbrâhîm 14/17 Hicr 15/17 Nahl 16/9 Nahl 16/58 Nahl 16/94 İsrâ 17/11 İsrâ 17/59 İsrâ 17/106 Kehf 18/36 A‘râf 7/47 A‘râf 7/87 A‘râf 7/142 A‘râf 7/170 Enfâl 8/1 Enfâl 8/40 Tevbe 9/1 Tevbe 9/34 Tevbe 9/61 Tevbe 9/94 Tevbe 9/123 Yûnus 10/31 Yûnus 10/71 Hûd 11/5 Hûd 11/41 Hûd 11/84 Yûsuf 12/11 Yûsuf 12/53 Yûsuf 12/101 Ra‘d 13/19 İbrâhîm 14/11 Hicr 15/1 Nahl 16/1 Nahl 16/51 Nahl 16/91 İsrâ 17/1 İsrâ 17/50 İsrâ 17/101 Kehf 18/32 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 Sâd 38/69 Zümer 39/34 Gâfir 40/4 Gâfir 40/47 Fussilet 41/19 Şûrâ 42/3 Şûrâ 42/44 Zuhruf 43/47 Duhân 44/41 Ahkâf 46/5 Muhammed 47/9 Fetih 48/12 Hucurât 49/13 Zâriyât 51/37 Necm 53/29 Rahmân 55/28 Vâkıa 56/86 Hadîd 57/29 Haşr 59/28 Mümtehine 60/13 Tegâbun 64/5 Tahrîm 66/9 Kalem 68/47 Nûh 71/12 Müddessir 74/19 Murselât 77/13 Abese 80/36 Târık 86/17 Alak 96/12 Sâd 38/54 Zümer 39/32 Gâfir 40/1 Gâfir 40/41 Fussilet 41/1 Fussilet 41/47 Şûrâ 42/32 Zuhruf 43/36 Duhân 44/31 Câsiye 45/33 Muhammed 47/1 Fetih 48/18 Kâf 50/1 Zâriyât 51/31 Necm 53/31 Rahmân 55/1 Vâkıa 56/74 Mücâdele 58/1 Haşr 59/11 Saff 61/10 Talak 65/1 Mülk 67/1 Hâkka 69/1 Cinn 72/1 Kıyâme 75/1 Nebe’ 78/1 Mutaffifîn 83/1 Fecr 89/1 Beyyine 98/1 Görüldüğü üzere “hizb” ismi ile maruf bölümler, otuz cüz taksiminde olduğu gibi harf eksenli bir taksim olup harf sayısına göre her bir hizb, cüzün dörtte biridir. Bu sebepledir ki bir hizbin, 20 sayfadan oluşan bir cüzün 5 sayfalık bölümü olduğu ifade edilmiştir.507 Hal böyle iken mushaflarda 20 sayfalık bir cüzün içerisindeki hizb yerleri incelendiğinde hizblerin genel olarak 5 sayfadan oluştuğu söylenebilirse de cüz ve hizb taksiminde harf sayısı esas alındığı için bazı yerlerde 4 veya 6 sayfadan oluştuğu görülmektedir. Dolayısıyla hizblerin 5 sayfadan oluştuğu şeklindeki yaygın bilginin tashihe muhtaç olduğu anlaşılmaktadır. Ezcümle Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetini ve hıfzını disipline etmek üzere yapıldığı anlaşılan bölümleme ameliyesinin âyet, sûre ve harf eksenli olmak üzere üç çeşit olduğu söylenebilir. Bu kapsamda tahmîs ve ta‘şîr ismi ile maruf olan beşli ve onlu âyet bölümleri âyet sayısına göre yapılan bir tasnif olup “tuvel”, “miûn”, “mesânî” ve “mufassal” şeklinde dört kısmı bulunan sûre eksenli tasnif ise âyet sayısına göre sûrenin uzun veya kısa olması açısından oluşturulmuş bir taksimdir. Bu yönüyle sûre eksenli tasnifin de âyet eksenli bir tasnif olarak değerlendirilmesi mümkündür. Hz. Peygamber döneminde de 507 Maşalı, “Mushaf”, 245. 144 MUSHAFLARDA ALAMETLER mevcut olduğu anlaşılan söz konusu iki taksimden sadece tahmis ve ta‘şîr uygulamasına bir takım ifadeler ya da remizlerle bazı mushaflarda işaret edildiği görülmektedir. İslam âleminin ekseriyetinde mushaf kitabetinde hâlihazırda tatbik edilmekte olan taksim ise ta‘şîr veya ruku‘ olarak isimlendirilen ve “ayn” alameti ile sembolize edilen taksim ve harf sayısına göre yapılan “cüz” ve “hizb” tasnifidir. Bilindiği üzere ilk dönemlerde yapılan harf sayımına göre Kur’ân-ı Kerîm; 27, 30, 60, 120 vb. şekillerde farklı sayılardan oluşan bölümlere ayrılmıştır. Bunların içerisinden periyodik bir tilâvet takvimi imkânı sunan ve Kur’an’ın hıfzını disipline eden 30 cüz ve bu cüzlerin her birinin dörde bölünmesi şeklindeki 120 hizb uygulaması, günümüz mushaflarında daha çok yaygındır. Harf sayısı esas alındığı için söz konusu taksimde bölümlerin eşit olarak ayrılması bir açıdan faydalı iken diğer taraftan bazı yerlerde anlam açısından inkıtalara neden olması hasebiyle kritiğe tabi tutulabilir niteliktedir. 2. Hafs Rivayetine Özel Tilâvet Durumlarını Gösteren Alametler Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetinde, talim ve tedrisinde İslam âleminin ekseriyetinde Hafs rivayeti esas alındığı için hattatlar marifetiyle mushaf yazımı veya matbaalar aracılığıyla mushaf basımı genellikle Âsım kıraatının Hafs rivayetine göre yapılmaktadır. Bu bağlamda Âsım’ın, ilk ravisi olan Şu‘be’ye Zir b. Hubeyş’in İbn Mes‘ûd’dan ahzettiği kıraatı; ikinci ravisi olan Hafs’a ise Abdurrahman es-Sülemî’nin Hz. Ali’den ahzettiği kıraatı öğrettiği bilinmektedir.508 Bu nedenle Âsım’ın iki ravisi arasında bazı okuyuş farklılıkları vardır. Hafs’ın Âsım’dan ahzettiği kıraat, tarik olarak isimlendirilen ravileri aracılığıyla sonraki dönemlere nakledilmiştir. Örneğin Ubeyd b. es-Sabbâh (ö. 235/834) ile Amr b. es-Sabbâh (ö. 221/835) Hafs’ın tariklerinden ikisidir.509 Tarik olarak isimlendirilen bu ravilerin de her birine ait alt raviler (tarikler) vardır. Nitekim Ubeyd b. es-Sabbâh’ın Ebu’l-Hasan el-Hâşimî (ö. 368/978) ile Ebû Tâhir (ö. 349/960); Amr b. es-Sabbâh’ın da el-Fîl (ö. 289/902) ile Zer’ân (ö. 290/903) olmak üzere ikişer tarikleri vardır.510 Bu tarikler aracılığıyla nakledilen Hafs rivayeti içerisinde de tariklere göre bazı kıraat farklılıkları vardır. Bunların bir kısmı, Hafs’ın Şu‘be ve diğer kıraat imamlarından infirad ederek sadece kendisine mahsus olan okuyuş farklılıkları şeklindedir. Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî, Ma‘rifetü’l-kurrâi’l-kibâr ‘ale’ttabakâti ve’l‘asâr, thk. Tayyar Altıkulaç (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı 1995), 1/208, 289; Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-nübelâ, nşr. Şuayb el-Arnaût (Beyrut: Müessesetür’r-Risâle, 1985), 5/259. 509 Zehebî, Ma‘rifetü’l-kurrâi’l-kibâr, 1/288, 410, 411; İbnü’l-Cezerî, Gâye, 1/230; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/55; Muhammed Sâlim Muhaysin, Mu‘cemu huffâzi’l-Kur’âni ‘abre’t-târih, (Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1992), 1/210. 510 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/55; İbnü’l-Cezerî, Gâye, 1/229. 508 145 MUSHAFLARDA ALAMETLER Bu itibarla Hafs’ın kıraat usûlünün dışında sadece bazı yerlerde okuduğu farklılıklara mushaflarda bazı ifadelerle ya da remizlerle işaret edilmektedir. Hafs’ın tercih ettiği dört yer haricinde sekte uygulamasının bulunmadığı Âsım kıraatında Hafs, bu yönüyle temayüz etmiş bir ravidir. Bu dört yerde Hafs’ın uyguladığı sekteye işaret etmek üzere mushaflarda ilgili kelimenin altına veya üstüne bazı ifadeler eklenmiştir. Ayrıca Hafs’ın sadece bir yerde uyguladığı imâle, işmâm ve teshîle de işaret edilmiştir. Hafs’ın kıraat usûlünde sekte, imâle, işmâm ve teshîlin bulunmaması nedeniyle, bu işaretlerle Kur’an okuyucusu özellikle yönlendirilmektedir. Hafs’ın hâ-i kinâyeyi sadece bir yerde medli okuması hasebiyle ilgili yerde buna da işaret edilmiştir. Bu itibarla Hafs rivayetinin esas alındığı mushaflardan Kur’an okuyan bir kimsenin yönlendirilmesi amacıyla mushaflara eklenmiş bu tür ilaveler açıklanmaya çalışılmıştır. Zira daha önce de belirtildiği üzere bu araştırmada, Türkiye’deki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği tüm ilave alametlerin veya kelimelerin beyan edilmesi hedeflenmiştir. 2.1. Sekte Kıraat ve tecvid ilminde “vakfetün hafîfetün”511, “sektetün latîfetün”512 gibi farklı isimlerle513 de anılan “sekte”nin terim anlamı şu şekildedir: “Sekte, normal bir vakf süresinden daha kısa süreliğine nefes almaksızın sesi [tilâveti] kesmekten ibarettir.” ( ‫ﺍﻟﺴﻜﺘﺔ ﻫﻮ ﻋﺒﺎﺭ� ﻋﻦ ﻗﻄﻊ ﺍﻟﺼﻮﺕ ﺯﻣﻨﺎ ﻫﻮ ﺩﻭﻥ ﺯﻣﻦ ﺍﻟﻮﻗﻒ‬ ‫)ﻋﺎﺩﺓ ﻣﻦ ﻏ� ﺗﻨﻔﺲ‬.514 Bu tanıma göre nefesin tutulması ve tatbik süresinin vakf süresinden daha az olması şeklinde belirtilen iki özelliğiyle sektenin vakftan farklı olduğu görülmektedir. Dolayısıyla vakfta nefes alınması gerekli iken sektede ise aksine nefes alınmaması esastır. Bilindiği üzere vakf, nefes alma ihtiyacı gibi ârızî ve hâricî bir nedene bağlı olarak veya anlam eksenli bir tilâvette okuyanın ya da ulemanın tercihine göre belirlenen uygun bir yerde tilâvetin geçici bir süre durdurulmasıdır. Dolayısıyla vakfta ictihadi bir durum söz konusu iken sektede ise sadece rivayete Ebû Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî, el-Keşf ‘an vucûhi’l-kırâât ve ‘ilelihâ ve hicecihâ, thk. Muhyiddin Ramadan (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1984), 2/55; Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 180. 512 Ebû Amr Osman b. Saîd ed-Dânî, Câmi‘u’l-beyân fi’l-kırââti’s-seb‘i’l-meşhûre, thk. Muhammed Sadûk el-Cezâirî (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2005), 599; Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed el-Bennâ ed-Dimyâtî, İthâfu fudalâi’l-beşer bi’l-kırââti’l-erba‘ate ‘aşere, thk. Şaban Muhammed İsmail (Beyrut: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1987), 2/208. 513 Bu bağlamda “sektetün yesîretün”, “sektetün kasîretün”, “vakfetün yesîretün”, “vukayfetün” gibi daha farklı isimlerle anıldığı da belirtilmelidir. Bk. İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/240-241; Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 180. 514 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/240. 511 146 MUSHAFLARDA ALAMETLER istinaden yapılabilmesi nedeniyle nakil esastır.515 Bu itibarla “Kıraat imamları sekteyi, o doğrultuda bir kıraat rivayetinin olması durumunda yapmışlar, nakle dayanmayan bir sekteyi câiz addetmemişlerdir. Çünkü kıraat bir sünnet ve gelenek işidir, dolayısıyla da nakle dayanmayan hiçbir vecih uygulanamaz, okunamaz.”516 Kıraat imamlarının tercih ettikleri rivayetlere dayalı olarak sekteye konu olan yerler ve bunların sayısı farklı olabilmektedir. Bu itibarla Hafs rivayetinin esas alındığı Türkiye Mushaflarında Kehf 18/1, Yâsin 36/52, Kıyâme 75/27, Mutaffifin 83/14 âyetlerinde işaret edilen sekte tercihi sadece Hafs rivayetine göredir. Zira diğer kıraat imamları buralarda sekte yapmamaktadır.517 Nitekim kıraat imamları içerisinde sadece Hafs’ın sekte ile okuduğu bu dört 519 ٍ ‫ َﻣ ْﻦ َﺭ‬âyetinde518 ve ‫�ﻥ‬ yerin ikisinde, ‫�ﻕ‬ َ ‫ ﺑ َ ْﻞ َﺭ‬âyetinde Şu‘be idğam yapmakta- dır.520 Şâtıbiyye ve Teysîr tarikinde Hafs; Kehf 18/1, Yâsîn 36/52, Kıyâme 75/27 ve Mutaffifîn 83/14 âyetlerinde tek bir vecih olarak tercih ettiği sekte ile Şu‘be’den ve diğer kıraat imamlarından ayrılarak bu yönüyle temayüz etmiştir. Bu itibarla Şâtıbiyye ve Teysîr tarikinde sadece sekte ile okunan bu dört yerde, Tayyibe tarikinde Hafs’ın iki tariki Amr b. es-Sabbah ile Ubeyd b. esSabbah arasındaki ihtilaf bağlamında sekte vechine ilaveten ikinci vecih olarak sektesiz okuyuş da nakledilmiştir. Nitekim bu dört yerde Hafs’ın Amr b. es-Sabbah tarikine göre sekte; Ubeyd b. es-Sabbah tarikine göre ise sektesiz okuyuş nakledilmiştir.521 2.1.1. Kehf 18/1 ِ ِ ِ ِ ِِ ﴾ ‫ﻳﺪﺍ ِﻣ ْﻦ‬ ً ‫﴾ ﻗَ ّ ِﻴ ًﻤﺎ ﻟ ُﻴ ْﻨ ِﺬ َﺭ ﺑ َ ْﺄﺳًﺎ َﺷ ۪ﺪ‬1﴿ ۜ‫ﺎﺏ َﻭ�َ ْ ﻳ َ ْﺠﻌَ ْﻞ ﻟ َُﻪ ِﻋ َﻮﺟًﺎ ۔‬ َ َ‫ﺍَ ْﻟ َﺤ ْﻤ ُﺪ �� ﺍﻟ � ۪ﺬ ٓﻱ ﺍَ ْﻧ َﺰ َﻝ َﻋ ٰ� َﻋ ْﺒﺪﻩ ﺍ ْ�ﻜﺘ‬ ِ ‫ﻮﻥ ﺍﻟﺼﺎﻟ ِ َﺤ‬ ﴾3﴿ ۙ ‫� ۪ﻓﻴﻪِ ﺍَﺑ َ ًﺪﺍ‬ َ ‫﴾ َﻣﺎﻛِ ۪ﺜ‬2﴿ ۙ ‫ﺎﺕ ﺍَ �ﻥ ﻟ َُﻬ ْﻢ ﺍَ ْﺟﺮً� َﺣ َﺴﻨًﺎ‬ َ ‫(“ ﴿ ﻟ َ ُﺪ ْﻧ ُﻪ َﻭ�ُﺒَ ِّﺸ َﺮ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺆ ِﻣ ۪ﻨ‬İnَ ‫� ﺍﻟ � ۪ﺬ‬ � َ ُ‫ﻳﻦ ﻳ َ ْﻌ َﻤﻠ‬ sanları) kendi tarafından şiddetli bir azap ile uyarmak, salih amelde bulunan müminleri, kendileri için, içinde ebedî olarak kalacakları (cennette) güzel bir İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/243; İbrahim Muhammed el-Cermî, Mu‘cemu ‘ulûmi’l-Kur’an, (Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 2001), 166. 516 Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 55. 517 Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 599-600; Ebu’l-Kâsım b. Fîrruh b. Halef eş-Şâtıbî, Metnu’ş-Şâtıbiyyeti el-müsemmâ Hirzu’l-emânî ve vechu’t-tehânî fi’l-kırââti’s-seb‘, nşr. Muhammed Temim ez-Zuabi (Medine: Dâru’l-Hudâ, 2010), 66; Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf ‘an vucûhi’lkırâât, 2/55; Ebu’l-Kâsım Abdurrahmân b. İsmâîl b. İbrâhîm Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî min Hırzi’l-emânî fi’l-kırââti’s-seb‘, thk. İbrahim Atve Avaz (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, ts.), 566; ed-Dimyâtî, İthâf, 2/208-209. 518 Kıyâme 75/27. 519 Mutaffifîn 83/14. 520 Ebû Şâme, İbrâzü’l-Meânî, 631; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 2/232. 521 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/425-426. 515 147 MUSHAFLARDA ALAMETLER ecir olduğunu müjdelemek için kuluna (Hz. Muhammed’e), kendisinde hiçbir eğrilik bulunmayan dosdoğru Kitab’ı indiren Allah’a hamd olsun.” âyetlerinde ilk âyetin sonundaki “ۜ‫ ” ِﻋﻮَﺟًﺎ ۔‬kelimesinin altındaki “sekte” ifadesinin de işaret ettiği üzere bu kelimede vasl yapıldığı takdirde tenvinsiz bir şekilde medli olarak sekte yapılmaktadır.522 Görüldüğü üzere sektenin icrasında ilgili kelimede vakf yapıyormuş gibi meddin de tatbiki ile nefes almaksızın kısa bir süre için sesin kesilip akabinde tilâvetin devamı şeklinde bir uygulama söz konusudur. Hafs’ın kıraat tercihinde geçerli olan sekte uygulamasında rivayet belirleyici olsa da buna dair bazı gerekçeler de serdedilmiştir. Buna göre özellikle iki âyet vasl ile okunduğunda ikinci âyetteki “‫ ”ﻗَ ّ ِﻴ ًﻤﺎ‬kelimesi ile “ۜ‫ ” ِﻋ َﻮﺟًﺎ ۔‬kelimesi arasında sıfat-mevsûf şeklinde lafız ve anlam irtibatının bulunmadığını vurgulamak için ilgili kelimede özellikle sekte yapılmasının gerekliliği üzerinde durulmuştur.523 Zira bu iki kelime arasında sıfat-mevsûf irtibatı söz konusu değildir. Bilindiği üzere “‫ ”ﻗَ ّ ِﻴﻤًﺎ‬kelimesi, öncesindeki âyette geçen 524 ِ “‫ﺎﺏ‬ َ َ‫ ”ﺍ ْ�ﻜﺘ‬kelimesinden hâl ya da mahzuf bir fiilin (‫ﺟﻌﻠﻪ‬/‫ )ﺃﻧﺰﻟﻪ‬mefulüdür. Bu- nunla beraber ilgili yerde vasl yapıldığı takdirde zikri geçen şekilde sıfatmevsûf irtibatı ve buna bağlı olarak anlam değişikliği vehmedilebilir.525 Bu sebeple anılan şekilde bir değişikliğe mahal bırakmamak için ilgili yerde vakf yapılması ya da vasl yapılacak ise sekte yapılması uygun görülmüştür. İlgili yerin âyet sonu olması durumu da dikkate alındığında vakfın evlâ olduğu belirtilebilir. Vaslın da uygun olduğu söylenebilirse de bu durumda yukarıda zikri geçen sebeplere istinaden sektenin uygulanması gerektiği ifade edilmelidir. 2.1.2. Yâsin 36/52 Hafs rivayetine göre bir diğer sekte, ﴾ ‫ﻗَﺎﻟُﻮ� ﻳَﺎ َﻭ�ْﻠَﻨَﺎ َﻣ ْﻦ ﺑَﻌَﺜَﻨَﺎ ِﻣ ْﻦ َﻣ ْﺮﻗَ ِﺪﻧَﺎ ۢ ۔ ٰﻫ َﺬﺍ َﻣﺎ َﻭ َﻋ َﺪ‬ ‫ َ ِ ۔‬kelimesindedir.526 Bu âyette genel ka‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫ﺻ َﺪ َﻕ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳﻠ‬ َ ‫ ﴿ ﺍﻟﺮ� ْﺣ ٰﻤ ُﻦ َﻭ‬âyetindeki “ۢ ‫”ﻣ ْﺮﻗَﺪﻧَﺎ‬ Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 599; Şâtıbî, Hirzu’l-emânî, 66; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/310. Neşr, 1/426; Zerkeşî, el-Burhan, 1/344; Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566; Dimyâtî, İthâf, 2/208. 524 Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/55; Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/426. 525 Dimyâtî, İthâf, 2/208 (muhakkik notu). 526 Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 599; Şâtıbî, Hirzu’l-emânî, 66; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/353. 522 523 Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/55; İbnü’l-Cezerî, en- 148 MUSHAFLARDA ALAMETLER bule göre “ۢ ‫ ” َﻣ ْﺮﻗَ ِﺪﻧ َ ۔ﺎ‬kelimesinde kâfirlerden nakledilen söz son bulmuş, aka- binde meleklerin ya da mü’minlerin sözü olduğu belirtilen mübtedâ ve haber527 den oluşan “‫ﻮﻥ‬ َ ُ‫ﺻ َﺪ َﻕ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳﻠ‬ ٰ cümlesi ile devam edilmiştir. َ ‫”ﻫ َﺬﺍ َﻣﺎ َﻭ َﻋ َﺪ ﺍﻟﺮ� ْﺣ ٰﻤ ُﻦ َﻭ‬ Buna göre anlam eksenli bir tilâvette, cümlelerin aidiyetinin (ilk cümle, kâfirlerin; diğer cümle ise melekler veya mü’minlerin ifadesi) farklılığı, “ۢ ‫” َﻣ ْﺮﻗَ ِﺪﻧ َ ۔ﺎ‬ kelimesinde vakf yapılmasını gerektirir. Bu sebepledir ki vakf-ibtidâ âlimleri de burada vakfın gerekliliğine işaret etmişlerdir.528 Kıraat imamı Âsım’ın (ö. 127/745) râvisi Hafs (ö. 180/796) da âyetteki iki cümlenin aidiyetinin farklı olmasını gerekçe göstererek burada vakf yapılmasını veya vasl yapılacaksa “ۢ ‫ ” َﻣ ْﺮﻗَ ِﺪﻧ َ ۔ﺎ‬kelimesinde sekte yapılmasını nakletmiştir.529 Zira vasl durumunda “‫”ﻫ َﺬﺍ‬ lafzı, öncesindeki “ۢ ‫”ﻣ ْﺮﻗَ ِﺪﻧ َ ۔ﺎ‬ ٰ َ kelimesinin sıfatı olarak vehmedilebilir. Böyle bir i‘rab ihtimali ise âyetin anlamı açısından doğru değildir. Görüldüğü üzere ilgili yerde vasl yapılması durumunda iki kelime arasında sıfat-mevsûf şeklinde lafız ve anlam irtibatının oluşması ihtimali, vakfın ya da vasl durumunda sektenin gerekçesi olarak tayin edilmiştir.530 Böyle bir değişikliğin oluşmaması için aidiyeti farklı olan iki cümlenin vakf ile ayrılması tercihe şayan olarak değerlendirilebilir.531 Bununla beraber sektenin uygulanması şartıyla vasl yapılması da uygundur. 2.1.3. Kıyâme 75/27 ٍ َ‫ ﴿ َﻭ ۪ﻗﻴ َﻞ َﻣ ۔ ْﻦ ﺭ‬âyetinde “‫”ﻣ ْﻦ‬ Hafs rivayetine göre ﴾ ۙ‫�ﻕ‬ َ lafzında sekte yapılması gerekir.532 Buradaki sekte, nefesin hapsedilmesi suretiyle kısa bir süreliğine Nehhâs, İ‘râbu’l-Kur’ân, 825; Ukberî, et-Tibyân, 2/671; Ferrâ, Me’âni’l-Kur’ân, 2/380; Zeccâc, Me’âni’l-Kur’ân, 4/290-291; Secâvendî, ‘Aynü’l-me‘ânî, vr. 314a; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, 3/107; Semîn el-Halebî, ed-Dürrü’l-masûn, 9/275-276; Sâfî, el-Cedvel, 12/20. 528 İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 2/853; Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 581; Dâni, el-Muktefâ, 195; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’n-Nâs), 596; Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/848; Ensârî, el-Maksıd, 641; Uşmûnî, Menârü’l-hüdâ, 641. 529 Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 581; Semîn el-Halebî, ed-Dürrü’l-masûn, 7/434. 530 Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/55; Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/426; Dimyâtî, İthâf, 2/209, 402. 531 Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566. 532 Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 599; Şâtıbî, Hirzu’l-emânî, 66; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/393-394. 527 149 MUSHAFLARDA ALAMETLER “‫”ﻣ ْﻦ‬ َ lafzında tilâvetin durdurulması ve akabinde “‫ ” َﺭ� ٍﻕ‬kelimesi ile okumaya devam edilmesi şeklinde uygulanmaktadır.533 Ehlince malum olduğu üzere Kur’an tilâvetinde tenvîn ya da sakin bir nûn harfinden sonra “lâm” veya “râ” harflerinden birinin gelmesi durumunda ilk harf ikinci harfe dönüştürülüp şeddeli olarak okunmaktadır (idğam bilâ gunne).534 Dolayısıyla “‫”ﻣ ْﻦ َﺭ� ٍﻕ‬ َ ifadesi de bu kurala göre idğam ile “merrâk” ٍ �‫ ) َﻣﺮ‬şeklinde okunmalıdır. Nitekim Hafs’ın haricindeki diğer kıraat imam(‫�ﻕ‬ ları, bu kelimeyi, sekteye konu olan yerde vasl ve idğam ile okumaktadır.535 Örneğin Ebû Amr kıraatının esas alındığı İbnü’l-Bevvâb mushafında söz konusu yerde sekte bulunmadığı için özel bir işaret kullanılmadığı gibi müdğamun fîh olan “râ” (‫ )ﺭ‬harfinde idğâma şedde ile işaret edilmiştir.536 (Kıyame 75/27) ٍ �‫ ) َﻣﺮ‬şekDiğer taraftan ilgili yerde idğam yapılması neticesinde iki lafzın (‫�ﻕ‬ linde tek bir kelime gibi düşünülebileceği gerekçesiyle ilgili yerde özellikle sekte yapılması gerekli görülmüştür.537 Dolayısıyla sekte vesilesiyle bahsi geçen lafız değişikliği engellenmiş olur. Bu münasebetle tekrar belirtilmelidir ki Hafs’ın uygulamakta olduğu her bir sekte, zikri geçen gerekçeye bağlı olmaksızın sadece rivayete istinaden yapılmaktadır.538 Zira detaylı bir araştırma yapıldığı takdirde idğam neticesinde lafız değişikliği ihtimali bulunan Kur’an’daki başka yerlerin sekteye mahal kılınmaması da kanaatimizce böyle bir yorumun teyidi olarak düşünülebilir. Buna göre Hafs’ın rivayetinin esas alındığı bir tilâvette rivayete istinaden ilgili yerde sektenin tatbikinin önem arz ettiği söylenebilir. İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 661. Çetin, Kur’an Okuma Esasları, 174; Pakdil, Ta‘lim Tecvid ve Kıraat, 183. 535 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 661; Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 600. 536 Özdirek, İbnü’l-Bevvâb Mushafı ve İmlâ Yapısı, 62. 537 Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/55; Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566; İbnü’l-Cezerî, enNeşr, 1/426; Dimyâtî, İthâf, 2/209, 574. 538 Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566. 533 534 150 MUSHAFLARDA ALAMETLER 2.1.4. Mutaffifîn 83/14 ِ ُ‫�ﻥ َﻋ ٰ� ُﻗﻠ‬ ﴾ ‫ﻮﻥ‬ َ ‫ﻮ� ِ ْﻢ َﻣﺎ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻜ ِﺴ ُﺒ‬ َ ‫ ﴿ ﻛَ �ﻼ ﺑ َ ۔ ْﻞ َﺭ‬âyetinde “‫�ﻥ‬ َ ‫ ”ﺑ َ ۔ ْﻞ َﺭ‬ifadesini, Hafs’ın hari- cindeki diğer kıraat imamları, yukarıda belirtilen kural gereği idğam ile 539 “berrâne” (‫�ﻥ‬ َ َ‫ )ﺑ َ ّﺮ‬şeklinde okumuştur. Hafs ise “‫ ”ﺑ َ ْﻞ‬lafzında nefesi tutmak suretiyle tilâvetin kısa bir süreliğine durdurulması ve akabinde “‫ ” َﺭ� َﻥ‬kelimesi ile okumaya devam edilmesi şeklinde sekte yapmaktadır.540 Rivayete istinaden uygulanmakta olan bu sektenin gerekçesi ise yukarıdaki örnekte olduğu gibi “lâm” harfinin “râ” harfine idğam edilmesi neticesinde “berrâne” şeklinde tek bir kelime gibi vehmedilmesidir.541 İlgili yerde vakf yapılması uygun olmadığına göre Hafs’ın rivayetinin esas alındığı bir tilâvette rivayete istinaden sektenin gerekli olduğuna hükmedilebilir. 2.2. İmâle Kıraat ilminde “İmâle” (‫ )ﺍَ ْﻻِ َﻣﺎﻟ َﺔ‬kavramı, elif’in yâ harfine veya fethanın kesreye meylettirilerek yâ harfine veya kesreye yakın bir telaffuzla okunması anlamına gelir. Fethanın kesreye meyli esnasında fethaya yakın telaffuz edilmesi “imâle-i suğrâ (veya taklîl / beyne beyne)”, kesreye yakın telaffuz edilmesi ise “imâle-i kübra” olarak isimlendirilmektedir.542 Kûfe’nin Hamza, Kisâi ve Halef olmak üzere diğer kıraat imamlarında imâle ile okuyuş yaygın olmasına rağmen543 Hafs rivâyetinde sadece Hûd 11/41 âyetindeki ‫ َﻣ ْﺠ � ٰﺮ�َﺎ‬kelimesinde imâleli (imâle-i kübrâ) okuyuş vardır.544 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 675-676; Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 599-600; Şâtıbî, Hirzu’lemânî, 66; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/399. 540 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 675-676. 541 Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/55; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/426; Dimyâtî, İthâf, 2/209, 596. 542 İbn Tahhân el-Endülüsî, Mürşidü’l-kâri’ ilâ tahkiki me‘âlimi’l-mekâri’, thk. Hâtim Salih edDâmin (Birleşik Arap Emirlikleri: Mektebetü’s-Sahâbe, 2007), 72-73; el-Cermî, Mu‘cemu ‘ulûmi’l-Kur’an, 49-51; el-Hafeyân, Eşheru’l-mustalahât fî fenni’l-edâ ve ‘ilmi’l-kırâat, 230; Ali Muhammed ed-Dabba‘, el-İdâe fî beyâni usûli’l-kırâe, (Mısır: el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1999), 28; Ahmed b. Ömer b. Muhammed b. Ebi’r-Rıza el-Hamevî, el-Kavâid ve’lişârât fî usûli’l-kırâât, thk. Abdulkerîm b. Muhammed el-Hasen Bekkâr (Dımaşk: Dâru’lKalem, 1986), 50; Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 37; Temel, Kırâat ve Tecvid Istılahları, 91-92; Fırat, Tecvîd ve Kıraat İlmi Terimleri Sözlüğü, 52. 543 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 2/30-40. 544 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 333; Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 553; Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/528; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/288; Dimyâtî, İthâf, 2/125. 539 151 MUSHAFLARDA ALAMETLER Buna göre Hafs rivayeti itibarıyla sadece bu kelimede imâle yapılması Hafs rivayetinin bir hususiyeti olarak değerlendirilebilir. ۪ Hafs rivayetinin esas alındığı Türkiye Mushaflarında “ ِ�‫ﺍ‬ � ‫� ِﻢ‬ ْ ‫َﻭﻗَﺎ َﻝ‬ ْ ِ ‫ﺍﺭﻛَﺒُﻮ� ﻓﻴﻬَﺎ‬ ۜ ‫ ” َﻣ ْﺠ � ٰﺮ�َﺎ َﻭ ُﻣ ْﺮ ٰﺳﻴﻬَﺎ‬âyetinde görüleceği üzere “‫”ﻣ ْﺠ � ٰﺮ�َﺎ‬ َ kelimesinin altına ilave edilen “‫( ”ﺍِ َﻣﺎﻟ َﺔ‬imâle) ifadesi ile bu duruma işaret edilmiş ve böylece bu kelimenin Hafs rivayetindeki telaffuz keyfiyeti hatırlatılmıştır. Buna göre ilgili kelime, “râ” harfinin fethası kesreye meyilli bir şekilde, kesre ile okumamaya dikkat edilerek, okunmalıdır. Ehlinin de malumu olduğu üzere anlatılan telaffuzun keyfiyetinin, fem-i muhsin bir rehber nezaretinde talim edilmesinin önemi burada hatırlatılması gereken bir husustur. 2.3. İdğâm Hafs rivayetinin esas alındığı Türkiye’deki mushaflarda ﴾ ‫� ﺗ َ ْﺠﺮ۪ﻱ ِ� ِ ْﻢ ۪� َﻣ ْﻮ ٍﺝ‬ َ ِ ‫َﻭ‬ 545 ِ ‫۪�ﻦ‬ َ َ‫ﺍﺑﻨَ ُﻪ َﻭﻛ‬ َ ‫ﺐ َﻣﻌَﻨَﺎ َﻭ َﻻ ﺗَﻜُ ْﻦ َﻣﻊَ ﺍ ْ�ﻜَﺎﻓﺮ‬ ْ ��َ ُ‫ﺎﻥ ۪� َﻣ ْﻌﺰِ ٍﻝ ﻳَﺎ ﺑ‬ ْ ۨ ‫ﻮﺡ‬ ْ ٌ ُ‫ ﴿ ﻛَﺎ ْﻟ ِﺠﺒَﺎ ِﻝ َﻭﻧَﺎ ٰﺩﻯ ﻧ‬âyetinde “‫ﺐ‬ ْ � َ‫ﺍﺭﻛ‬ ْ � َ‫”ﺍﺭﻛ‬ kelimesinin altında “‫( ”ﺍﺩﻏﺎﻡ‬idğâm) ifadesine yer verilmiştir. Bilindiği üzere Kur’an tilâvetinde, aynı iki harfin (mütemasil) veya mahreçleri bir, sıfatları farklı olan iki harfin (mütecânis) ya da mahreç veya sıfat yakınlığı bulunan iki harfin (mütekarib) peşpeşe gelmesi durumunda ilk harfin ikincisine dönüştürülerek şeddeli bir harf gibi okunmasına idğam denilmektedir.546 Buna göre idğâm-ı misleyn, idğâm-ı mütecâniseyn ve idğâm-ı mütekaribeyn şeklinde isimlendirilen idğam çeşitleri oluşmaktadır. İdğam konusu, tam idğâm – nâkıs idğâm veya idğâm-ı kebîr – idğâm-ı sağîr gibi ya da idğâm-ı şemsiyye – izhârı kameriyye veya idğâm ma‘a’l-ğunne – idğâm bilâ ğunne gibi tecvid ilminde daha farklı birçok detayı bulunan bir konudur.547 İdğam ile ilgili söz konusu detaylara girmeksizin “‫ﺐ َﻣﻌَﻨَﺎ‬ ْ ��َ ُ‫ ”ﻳَﺎ ﺑ‬ifadesinْ � َ‫ﺍﺭﻛ‬ deki idğamın izahı ile yetinilecektir. Bu itibarla sıfatları farklı, mahreçleri aynı olan mütecânis “bâ” ve “mîm” harfleri, birincisi sakin ikincisi harekeli olmak Hûd 11/42. İbn Tahhân, Mürşidü’l-kâri’ ilâ tahkiki me‘âlimi’l-mekâri’, 65; Cermî, Mu‘cemu ‘ulûmi’lKur’an, 20; Hamevî, el-Kavâid ve’l-işârât fî usûli’l-kırâât, 44. 547 Bk. Çetin, Kur’ân Okuma Esasları, 231-242; Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, 85-88, 131, 132, 134, 156, 169; Pakdil, Ta‘lim Tecvid ve Kıraat, 175-195; Fırat, Tecvîd ve Kıraat İlmi Terimleri Sözlüğü, 35-37. 545 546 152 MUSHAFLARDA ALAMETLER üzere peşpeşe geldiği için idğâm-ı mütecâniseyn yapılarak “‫ﺍﺭﻛَ ّ َﻤﻌَﻨَﺎ‬ ْ ��َ ُ‫ ”ﻳَﺎ ﺑ‬şek- linde şeddeli mim ile okunmaktadır. “Bâ” harfi “mîm” harfine mahreci ve sıfatları ile tam olarak dönüştüğü için burada tam idğâm548 söz konusudur. Bununla beraber Uleymî tarikinden Şu‘be, Amr b. es-Sabbah tarikinden de Hafs bu kelimeyi izhâr ile okumakta ise de Âsım kıraatında bu kelimenin idğam ile okunması daha yaygındır.549 Bu itibarla Âsım’ın ilgili kelimeyi izhâr ve idğâm şeklinde iki vecihle de okuduğu anlaşılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de “bâ” ve “mîm” harfinin idğâm edilmesine örnek olarak gösterilebilecek yegâne yer burasıdır. Kıraat imamları içerisinde İbn Kesîr, Ebû Amr, Âsım, Kisâî ve Yakub’un tercihi de bu kelimenin idğamlı olarak okunması yönündedir.550 2.4. İşmâm Kıraat ve tecvid ıstılahında üç farklı işmâm türünden bahsedilmektedir:551 Birincisi, örneğin İmam Hamza’ya göre “‫( ”ﺍﻟﺼﺮ�ﻁ‬es-Sırât) kelimesinin “‫( ”ﺍﻟﺰﺭ�ﻁ‬ez- Zırât) olarak okunması gibi “sâd” harfinin “zây” harfine dönüştürülmesi şeklinde harfte yapılan işmâmdır.552 İkincisi, bazı kıraat imamlarına göre örneğin ‫ ﻗﻴﻞ‬keli- mesindeki “kâf” harfinin esresinin ötreye meylettirilerek okunması şeklinde harekede yapılan işmâmdır.553 Üçüncüsü ise bizim özellikle üzerinde duracağımız işmâm türüdür. Bu işmâm, “harfin sükûnundan sonra ötreye işaret etmek üzere sessiz bir şekilde sadece dudakların ileriye doğru büzülerek toplanması”554 şeklinde tarif edilmiştir.555 Medd-i Ârız bahsinde, vakf dolayısıyla oluşan ârızî İdğâm-ı tam: İdğâma konu olan bir kelimede ilk harfin (müdğam) ikinci harfe (müdğamun fîh) idğam edilmesi sürecinde mahreç ve sıfatlar açısından ikinci harfe tam dönüşüm olması durumudur. Aksi durumda ise idğâm-ı nâkıs söz konusudur. Bk. Çetin, Kur’ân Okuma Esasları, 234-235; Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, 134, 156; Pakdil, Ta‘lim Tecvid ve Kıraat, 177-179. 549 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 2/11; Tevfîk İbrahim Damra, Ahsenü’l-beyân şerhu turuki’t-Tayyibe bi rivayeti Hafs b. Süleymân, (Ürdün: Mektebetü’l-Vataniyye, 2006), 45. 550 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/11; Dimyâtî, İthâf, 2/126; Abdulfettâh el-Pâluvî, Zübdetü’l-irfân, (İstanbul: Hilal Yayınları, ts.), 70; Cermî, Mu‘cemu ‘ulûmi’l-Kur’an, 27. 551 Örneğin bk. el-Hafeyân, Eşheru’l-mustalahât fî fenni’l-edâ ve ‘ilmi’l-kırâat, 233-234; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 177-179. 552 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 105; Dimyâtî, İthâf, 1/365. 553 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 141; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/208; Dimyâtî, İthâf, 1/378-379. 554 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/121; el-Hafeyân, Eşheru’l-mustalahât fî fenni’l-edâ ve ‘ilmi’lkırâat, 233; Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât fî ‘ilmeyi’t-tecvîd ve’l-kırâât, 31. 555 Bahsi geçen işmâm türlerindeki okuyuş keyfiyetlerinin sıhhati için fem-i muhsin bir öğreticiden öğrenilmesi gerektiği hatırlatılmalıdır. 548 153 MUSHAFLARDA ALAMETLER sükûnun asıl harekesinin ötre olması durumunda uygulanan da işmâmın bu türüdür.556 Ancak bu çalışmanın kapsamı, Türkiye’deki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği vakf alametleri ve tilâveti ilgilendiren diğer işaret ve ifadeler olduğu için burada sadece Yûsuf 12/11’deki “‫ ” َﻻ ﺗَ ْﺄ َﻣ �ﻨ�ﺎ‬kelimesin- deki işmâmın tahlili ile yetinilecektir. Bilindiği üzere “‫ ” َﻻ ﺗ َ ْﺄ َﻣ �ﻨ �ﺎ‬kelimesinin aslı, “‫ ”ﻻ َ ﺗ َ ْﺄ َﻣ ُﻨﻨَﺎ‬şeklinde iki nûn harfin- den oluşmaktadır. Her ikisi de harekeli olan bu harfler, idğam yapılarak (idğâm-ı kebîr) şeddeli bir nûn gibi okunmaktadır. Bu itibarla resm-i Osmânî kaidesi mucibince zikri geçen kelimenin mushaflardaki yazılışı da şeddelidir. Bu iki nûn harfinin idğamı hususunda kıraat imamlarının ittifakı bulunmakta iken idğamın telaffuzu hususunda ise imamlar arasında ihtilaf söz konusudur. Nitekim Ebû Cafer dışındaki diğer kıraat imamları, bu kelimede idğamla birlikte revm veya idğamla birlikte işmâm yapmaktadır.557 Buna göre Âsım’ın da içerisinde bulunduğu kıraat imamlarının ekseriyeti bu kelimeyi idğamlı ve işmâm yaparak okumaktadır.558 Buradaki işmâmın uygulaması, kelimedeki idğamın/şeddenin tatbiki esnasında bu kelimenin aslındaki birinci “nûn” harfinin ötresine dudak hareketiyle işaret edilmesi şeklindedir.559 Âsım’ın tercih ettiği işmâm veçhinin bir yansıması olarak Hafs rivayetinin esas alındığı mushaflarda ilgili kelime üzerinde ya da altında Kur’an okuyucusunun bu hususa dikkatini çeken bir kısım işaretlere ya da ifadelere yer verilmiştir. Mesela Sûud-i Arabistan’da basılan “Medine Mushafı” ismi ile maruf mushafta, işmâm yapılması gereken harfin üzerinde kalın bir nokta bulunmakta iken Türkiye’deki mushaflarda ise ilgili kelimenin altında “‫”ﺍﺷﻤﺎﻡ‬ (işmâm) ifadesi vardır. 2.5. Teshîl Âsım kıraatında hemzenin genelde tahkik ile okunduğu, teshilin yaygın olmadığı belirtilmelidir. Bu itibarla Âsım (Şu‘be ile Hafs) sadece ‫ ٰﺍٓﻟﺬ�� ََﺮ ْ� ِﻦ‬560, ٓ 561 ve ‫ ٰﺍ ٓ ْﻟ ٰ�ــــﻦ‬562 kelimelerinde diğer kıraat imamları gibi ikinci vecih olarak َ ُ�� ‫ٰﺍ‬ Dimyâtî, İthâf, 1/314. İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/303-304. 558 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 345; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/303-304; Dimyâtî, İthâf, 2/141. 559 Cermî, Mu‘cemu ‘ulûmi’l-Kur’an, 37. 560 En‘am 6/143, 144. 561 Yûnus 10/59, en-Neml 27/59. 562 Yûnus 10/51, 91. 556 557 154 MUSHAFLARDA ALAMETLER teshil yapmaktadır.563 Bu üç kelimenin haricinde Şu‘be’nin ikinci hemzesini tahkik ile okuduğu �ِ�‫ ﺀَ �ﺍَ ْﻋ َﺠ‬kelimesini564 Hafs teshil ile okumaktadır.565 Hafs rivayetine göre teshîlin uygulandığı tek yer ﴾ ‫َﻭﻟ َْﻮ َﺟﻌَ ْﻠ َﻨـﺎﻩُ ﻗُ ْﺮ�ٰﻧـً ﺎ ﺍَ ْﻋ َﺠ ِﻤﻴـ� ﺎ‬ 566 567 ۜ� ُ ‫ﺖ ٰﺍ َﻳــ‬ ْ ‫ ﴿ ﻟ ََﻘــﺎﻟُﻮ� ﻟ َْﻮ َﻻ ﻓُ ِ ّﺼــ ـ َﻠــ‬âyetindeki “ �ِ�‫ ” ﺀَ �ﺍَ ْﻋ َﺠـ‬kelimesidir. � ِ َ‫ﺎﺗــﻪُ ۜ ﺀَ �ﺍَ ْﻋ َﺠـ�ِ� َﻭ َﻋﺮ‬ Dolayısıyla Hafs’ın sadece bir yerde uyguladığı teshil, Hafs rivayetinin bir özelliği olarak görülebilir. Kıraat ve tecvid literatüründe “teshîl”; hemzenin, hemze ile hemzenin harekesi cinsinden olan med harfi arasında okunmasını ifade etmektedir. Buna göre “ �ِ�‫ ” ﺀَ �ﺍَ ْﻋ َﺠ‬kelimesinde ikinci hemzenin teshîli şu şekildedir: Bu hemze, hemze ile hemzenin harekesi cinsinden olan med harfi arasında yani hemze ile elif arasında bir ses ile okunmalıdır.568 Teshîlin tatbiki esnasında hemzenin, “he” harfine dönüştürülmemesine özellikle dikkat edilmelidir.569 Ehlinin de malumu olduğu üzere anlatılan telaffuzun keyfiyetinin, fem-i muhsin bir rehber nezaretinde talim edilmesinin önemi burada hatırlatılması gereken bir husustur. 2.6. “Sâd” Harfinin Altına İlave Edilen “Sîn” Harfi Hafs rivayetinin esas alındığı ülkemiz mushaflarında Bakara 2/245’deki “ۖ ‫ﻂ‬ ُ ‫”ﻭ� َ ْﺒ ۣ ُﺼ‬ َ kelimesinde ve A‘râf 7/69’daki “ۚ ً ‫ ”ﺑ َ ۣ ْﺼﻄَﺔ‬kelimesinde “sâd” harfinin altına “sîn” (‫ )ﺱ‬harfinin ilave edilmiş olduğu görülmektedir. Resm-i Osmânî gereği “sâd” harfi ile yazılan570 bu kelimelerin altına ilave edilen “sîn” harfi, Kur’an okuyucusuna, “sâd” harfi ile yazılan bu kelimenin “sîn” harfi ile okunması gerektiğini hatırlatmaktadır. Zira söz konusu iki kelime, bazı kıraat İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/377. Fussilet 41/44. 565 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/366. 566 el-Fussilet 41/44. 567 Hafeyân, Eşheru’l-mustalahât fî fenni’l-edâ ve ‘ilmi’l-kırâat, 231; Cermî, Mu‘cemu ‘ulûmi’l-Kur’an, 93. 568 Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, 165; Fırat, Tecvîd ve Kıraat İlmi Terimleri Sözlüğü, 79; Dabba‘, el-İdâe, 23. 569 Dabba‘, el-İdâe, 24. 570 Ebû Amr Osman b. Saîd ed-Dânî, el-Mukni‘ fî resmi mesâhifi’l-emsâr, thk. Muhammed Sadık Kamhâvî (Kahire: Mektebetü’l-Külliyât, h.1431), 88, 89. Bununla beraber aynı keli‫ﻳﺒﺴﻂ‬ meler başka yerlerde “sîn” harfi ile yazılmıştır. Örneğin bk. Şûrâ 42/12: ‫ٓﺎﺀ‬ َ َ ‫ﺍﻟﺮِ ْﺯ َﻕ ﻟِﻤَ ْﻦ‬ ُ � ّ ُ ُ َْ ۜ ‫ َﻭ� َ ْﻘ ِﺪ ُﺭ‬, Bakara 2/247: ۜ‫�ﻄَﺔ ً ِ� ﺍﻟْﻌِ ْﻠ ِﻢ َﻭ� ْﻟ ِﺠ ْﺴ ِﻢ‬ ْ َ ‫ َﻭﺯَﺍﺩَ ُﻩ‬. 563 564 155 MUSHAFLARDA ALAMETLER imamlarına göre “sâd” harfi ile okunmakta iken bazılarına göre ise “sîn” harfi ile okunmaktadır. Hafs rivayetinde Teysîr/Şâtıbiyye tarikinde sadece “sîn” harfi ile okunurken Tayyibe tarikinde ise Amr b. Sabbâh tarikine göre “sâd” harfi ile, Ubeyd b. Sabbâh tarikine göre “sîn” harfi ile olmak üzere iki şekilde okunduğu belirtilmiştir.571 Bununla beraber Hafs rivayetinde mukaddem vecih olarak (‫ )ﺱ‬harfi ile okunması yaygındır.572 Bilinmelidir ki zikri geçen iki kelimenin asıllarında var olan “sîn” harfi, kendisinden sonra gelen isti‘lâ sıfatlı “tâ” harfi nedeniyle “sâd” harfine ibdal edilmiştir.573 Buna göre ülkemizdeki Mushaflarda söz konusu kelimelerdeki “sâd” harfinin altına “sîn” harfi ilave edilmek suretiyle hem kelimenin aslına işaret edilmiş ve hem de bu kelimelerin “sîn” harfi ile okunmasının Hafs için mukaddem vecih olduğu belirtilmiş olur. Medine Mushafı ismi ile maruf Suud-i Arabistan’da basılan mushafta “sîn” harfi özellikle “sâd” harfinin üstüne konulmuştur. Böylece Teysîr/Şâtıbiyye tarikine göre Hafs rivayetinde söz konusu iki kelimenin sadece “sîn” harfi ile okunduğuna ve mukaddem vechin “sîn” harfi ile okunması olduğuna işaret edilmek istenmiştir. Tûr 52/37’deki “ۜ ‫ﻭﻥ‬ َ ‫ ”ﺍ ْﻟ ُﻤ َﺼ ْﻴ ِﻄ ُﺮ‬kelimesi ile Gâşiye 88/22’deki “ۙ ٍ‫ ”ﺑ ِ ُﻤ َﺼ ْﻴ ِﻄﺮ‬keli- mesinde bulunan “sâd” harfleri de bu bağlamda zikre değerdir. Hafs rivayetinde bu iki kelime, Amr b. es-Sabbâh tarikinde “sîn” harfi ile, Ubeyd b. esSabbâh tarikinde ise “sâd” harfi ile olmak üzere iki vecihle okunmaktadır.574 Tûr 52/37’deki “ۜ ‫ﻭﻥ‬ َ ‫ ”ﺍ ْﻟ ُﻤ َﺼ ْﻴ ِﻄ ُﺮ‬kelimesinde mukaddem vecih, “sâd” harfi ile okunmasıdır. Bu nedenledir ki ülkemiz Mushaflarında bu kelimenin “sîn” harfi ile de okunabileceğini belirtmek için herhangi bir ilaveye yer verilmemiştir. Medine mushafında ise mukaddem olmayan ikinci veche yani “sîn” harfi ile okunabildiğine de işaret edilmiştir. Ancak bu kelimenin “sâd” harfi ile okunmasının mukaddem vecih olduğunu belirtmek için “sîn” harfi, özellikle “sâd” harfinin altına konulmuştur.575 Gâşiye 88/22’deki “ۙ ٍ‫ ”ﺑ ِ ُﻤ َﺼ ْﻴ ِﻄﺮ‬kelime- sinde ise sadece “sâd” harfi ile okunması yönünde tercihte bulunulduğu576 için iki mushafta da herhangi bir ilaveye yer verilmemiştir. İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 185-186; Ebû Amr Osman b. Saîd ed-Dânî, et-Teysîr fi’lkırââti’s-seb‘, thk. Halef b. Hamûd b. Sâlim eş-Şağdelî (Suud-i Arabistan: Dâru'l-Endülüs, 2015), 296; Şâtıbî, Hirzu’l-emânî, 41; Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 1/302; Ebu’l-Hasan Alemüddin Ali b. Muhammed es-Sehâvî, Fethu’l-vasîd fî şerhi’l-Kasîd, thk. Mevlâ Muhammed el-İdrîsî et-Tâhirî (Riyâd: Mektebetü’r-Rüşd, 2002), 4/723; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/228229; Dimyâtî, İthâf, 1/444; Damra, Ahsenü’l-beyan, 45. 572 Pâluvî, Zübdetü’l-irfân, 36, 60. 573 Ukberî, et-Tibyân, 1/147. 574 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/378. Dânî, et-Teysîr, 519; Pâluvî, Zübdetü’l-irfân, 129. 575 Bk. Mushaf-ı Şerîf, (Medine Mushafı), s. ‫ﻭ‬. 576 Dânî, et-Teysîr, 551; Pâluvî, Zübdetü’l-irfân, 144. 571 156 MUSHAFLARDA ALAMETLER Görüldüğü üzere “sîn” harfi ile okunması mukaddem vecih olduğunda Türkiye’deki Mushaflarda “sîn” harfi “sâd” harfinin altına yazılmış, Medine mushafında ise “sâd” harfinin üstüne yazılmıştır. “Sîn” harfi mukaddem vecih değilse Türkiye Mushaflarında kelimenin “sâd” harfi ile yazılmış olması ile yetinilmiş ve “sîn” harfi ile de okunabileceğine işaret edilmemiştir. Medine mushafında ise mukaddem olmayan ikinci veçhe de işaret etmek üzere “sâd” harfinin altına “sin” harfi eklenmiştir. Dolayısıyla “sîn” harfi ile okunması mukaddem vecih olduğunda Medine mushafında “sâd” harfinin üstüne, mukaddem vecih olmadığında ise altına ilave edilmiştir. Bu yönüyle iki mushafta uygulama farklılığı söz konusudur. 3. Tilâvet ile İlgili Diğer Bazı Alametler Türkiye Mushafları özelinde yapılan çalışmamızın bu kısmında bazı kelimelerin medli ve kasr ile okunması gerektiğine işaret eden “med”, “kasr” ilaveleri ve bazı kelimelerin vasl durumundaki okuyuş keyfiyetini belirtmek için konulan “vasl nunu” ilavesi değerlendirilmiştir. 3.1. Med (‫ )ﻣﺪ‬ve Kasr (‫)ﻗﺼﺮ‬ Kur’ân-ı Kerîm’de bazı kelimelerde resm-i Osmânî gereği med harfi bulunmadığı halde uzatılması gereken yerler vardır. Bu sebeple özellikle böyle bir kelimeye aşina olmayan okuyucuların tilâvet hatasını önlemek maksadıyla uzatılması gereken harfin altına ülkemiz mushaflarında “med” (‫ )ﻣﺪ‬ifadesi eklenmiştir. Nitekim incelediğimiz mushaflarda tespit edebildiğimiz kadarıyla bu şekilde 50’den fazla sayıda farklı kelime olmak üzere takriben 236 yerde bu tür kelimelerin olduğu görülmektedir. Örneğin Bakara sûresindeki 577 580 581 582 583 “‫”ﻣ ْﺴﺘَ ْﻬﺰِ ُﺅ َ۫ﻥ‬ , “�۪۫ ‫”ﺍَ ْﻧ ِﺒ ُﺆ‬578, “‫”ﺍُﻭ ِ۫ﻑ‬579, “۫‫”ﻭﺑ َ ٓﺎ ُﺅ‬ , “�۫ ٌ ‫ ”ﻟ ََﺮ ُﺅ‬, “‫ ”ﺗ َ َ� � ُﺅ۫ﺍ‬, َ ُ َ ِ ‫ ”ﺍُﻭ‬, “‫۫ﻑ‬ 587 584 586 “‫”ﺭ ُﺅ َ۫ﺱ‬ kelimelerinde görüldüğü üzere medli , “ ۫‫” ﻓَٓﺎ ُﺅ‬585, “ُ‫ﺍﻭ۫ﺩ‬ َ ُ ُ َ‫ ”ﺩ‬, “‫”ﻭ َﻻ ﻳ َ ُﺆ۫ﺩُ ُﻩ‬ el-Bakara 2/14. el-Bakara 2/31. 579 el-Bakara 2/40. 580 el-Bakara 2/61, 90. 581 el-Bakara 2/136, 144, 145, 213, 269. 582 el-Bakara 2/143, 207. 583 el-Bakara 2/167. 584 el-Bakara 2/196, 279. 585 el-Bakara 2/226. 586 el-Bakara 2/251. 587 el-Bakara 2/255. 577 578 157 MUSHAFLARDA ALAMETLER okunması gereken harflerin altına “med” ifadesi ilave edilmiştir. Buna göre ülkemiz mushafları üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin bu gibi yerlerde medli okumaları gerektiği hatırlatılmıştır. Hafs rivayetine göre Furkan 25/69’daki “‫ ” ۪ﻓﻴ ۪ﻪ‬ifadesindeki zamirin uzatıl- ması gerektiğine işaret etmek üzere bazı mushaflarda zamirin altında ayrıca “med” ilavesine yer verilmiş olması da bu bağlamda değerlendirilebilir. Bilindiği üzere hâ-i kinâye olarak isimlendirilen müfred müzekker gâib zamirinin harekesi ve vasl esnasında sıla/med veya kasr ile okunması hususu kıraat imamları arasında ihtilaflıdır. Sonrasında harekeli harf bulunan hâ-i kinayenin öncesinde sakin bir yâ harfi varsa vasl durumunda bu zamiri İbn Kesîr, med harfi yâ ilavesiyle sıla ile okurken Âsım’ın da dahil olduğu diğer kıraat imamları ise sakin yâ’dan sonra gelen hâ-i kinâyeyi kesre ile ve sılasız okur. Bununla beraber Hafs, Furkan 25/69’daki “‫ ” ۪ﻓﻴ ۪ﻪ‬zamirini genel kuralın aksine sıla ile okumaktadır.588 Görüldüğü üzere İbn Kesîr’in sıla ile okuduğu hâ-i kinâye, Hafs’ın sadece bir yerde sıla ile okuması hasebiyle ilgili yerde okuyucu doğru bir tilâvet için “med” ilavesiyle uyarılmak istenmiştir. Diğer taraftan bazı kelimelerde de med harfi bulunduğu halde uzatılmaması gereken bazı harfler de vardır. Bu sebeple ülkemiz mushafları üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin bu yerlerde bulunan med harfini dikkate almaması ve ilgili harfi medli okumaması için bu tür yerlerin altına “kasr” (‫)ﻗﺼﺮ‬ ifadesi ilave edilmiştir. Nitekim incelediğimiz mushaflarda tespit edebildiğimiz kadarıyla 57 farklı kelime olmak üzere yaklaşık 500 yerde bu tür kelime590 589 , lerin olduğu görülmektedir. Örneğin Bakara sûresinde; “‫ﻚ‬ َ ‫ ”ﺍُﻭ۬ﻟٰ ٓ ِﺌ‬, “‫”ﻫ ٓ ُﺆ َ ٓ۬ﻻ ِﺀ‬ ٰ “‫” ٰﺍﺑ َ ٓﺎ ُﺅ ُ۬ﻫ ْﻢ‬591, “�ِ۬ ‫”ﺍُﻭ‬592, “‫”ﺍَ ْﻭﻟِﻴَ ٓﺎ ُﺅ ُ۬ﻫ ُﻢ‬593, “۬‫”ﺍَﻧَﺎ‬594 kelimelerinde med harfi olduğu halde uzatılmaması gereken harflerin altında görüldüğü üzere “kasr” ifadesine yer verilmiştir. Dolayısıyla bu ifadelerin yer aldığı kelimenin tilâvetinde ilgili harfin medsiz okunması gerektiği hatırlatılmış olur. İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/305. el-Bakara 2/5, 16, 36, 82, 86, 114, 121, 157, 159, 160, 161, 174, 175, 177, 202, 217, 218, 221, 229, 257, 275. 590 el-Bakara 2/31, 85. 591 el-Bakara 2/170. 592 el-Bakara 2/179, 197, 269. 593 el-Bakara 2/257. 594 el-Bakara 2/258. 588 589 158 MUSHAFLARDA ALAMETLER 3.2. Vasl Nûnu (‫) ِﻥ‬ Türkiye’deki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaştığı alametlerden birisi de bazı kelime altlarına yazılan “esreli küçük nûn harfidir (‫”) ِﻥ‬. Tespitimize göre ülkemiz mushaflarında 33 yerde “esreli küçük nûn” ila- vesine yer verilmiştir.595 Bilindiği üzere evvelinde hemze-i vasl596 bulunan kelimeler, öncesi ile vasl yapılarak okunduğu takdirde bu hemzeler okunmamaktadır. Bu sebepledir ki Medine Mushafında âyet sonlarında vasl esas alındığı için âyet evvelindeki hemze-i vasıllara hareke verilmemiştir. Türkiye’deki mushaflarda ise vakf esas alındığı için âyetlerin başındaki hemze-i vasıllar harekelenmiştir. Bununla beraber bu yerlerde vasl yapıldığı takdirde hemzelerin öncesindeki harfin harekesi üstün, esre veya ötre ise tilâvet buna göre icra edilmektedir. Mesela ülkemiz mushaflarında âyet sonlarında vakf esas alındığı için Fâtiha sûresinin üçüncü âyetinin (ۙ ‫ )ﺍَﻟﺮ� ْﺣ ٰﻤ ِﻦ ﺍﻟﺮ� ۪ﺣﻴ ِﻢ‬evvelindeki hemze-i vasl (‫ )ﺍَﻟﺮ� ْﺣ ٰﻤ ِﻦ‬görüldüğü üzere harekelenmiş iken vasl yapılması gereken âyet içerisindeki hemzei vasl (ۙ ‫ )ﺍﻟﺮ� ۪ﺣﻴ ِﻢ‬ise harekelenmemiştir. Bu hemze-i vasılların öncesindeki harfler harekeli olduğu için vasl yapıldığında hemze-i vasıl okunmaksızın öncesindeki harfin harekesine göre okuma yapılmaktadır. Hemze-i vasl, tenvinli bir kelimeden sonra geldiği takdirde vasl esnasında tenvindeki cezmli nûna esre takdir edilip hemze-i vasl okunmaksızın sonrasındaki harfe geçiş yapılmaktadır. Bu itibarla bu tür yerlerde vasl esnasında tilâvetin doğru bir şekilde yapılabilmesi için ülkemizdeki mushaflarda tenvinin altına esreli küçük bir nûn harfi eklenmiştir. Vaslın nasıl yapılması gerektiğini hatırlatan bu ilave nûn harfinin bu sebeple “vasl nûnu” şeklinde isimlendirilmesi uygun görülebilir. Örneğin ﴾ ُ‫ﺍﺑﻨَﻪ‬ ْ ۨ ‫ﻮﺡ‬ ٌ ُ‫� ﺗ َ ْﺠ ۪ﺮﻱ ِ� ِ ْﻢ ۪� َﻣ ْﻮ ٍﺝ ﻛَﺎ ْﻟ ِﺠﺒَﺎ ِﻝ َﻭﻧَﺎ ٰﺩﻯ ﻧ‬ َ ِ ‫َﻭ‬ ﴿ âyetinde597 “‫”ﺍﺑﻨَ ُﻪ‬ ْ kelimesinin evvelinde hemze-i vasl vardır. Burada vasl yapılması gerektiği için hemzeye hareke verilmemiştir. Ayrıca öncesinde tenvin bulunduğu için vaslın doğru yapılabilmesi (ilgili kelimenin, “Nûhunibnehû” şeklinde okunması gerektiğini hatırlatmak) için tenvinli harfin altına esreli bir “vasl nûnu” eklenmiştir. A’raf 7/8, 158, 164, 177; Tevbe 9/24, 30; Hûd 12/42, İbrahim 14/18, 26, Hicr 15/61, Nahl 16/87, Kehf 18/77, 88, Meryem 19/7, 61, Hacc 22/11, 11, 25, Mü’minûn 23/38, Furkan 25/4, 26, Şu‘arâ 26/105, 123, 160, Sebe’ 34/31, Saffat 37/6, Mümin 40/8, Câsiye 45/9, Hadîd 57/27, Cum‘a 62/11, Kıyâme 75/12, 30, Hümeze 104/1. 596 Hemze-i Vasl: Hemze ile başlayan kelimelerin evvelinde bulunan, yazıda mevcut, kendisiyle başlanınca okunan ve fakat kendisinden önce harekeli bir harf gelince okunmayan hemzelere denilir. Bk. Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, 76. 597 Hûd 12/42. 595 159 MUSHAFLARDA ALAMETLER Diğer taraftan vakfın öncelikli olarak değerlendirildiği âyet sonlarında ise vakf esas alındığı için böyle bir ilaveye yer verilmediği görülmektedir. Bununla beraber vasl yapıldığı takdirde ilgili yerin de bu şekilde okunması gerektiği hatırlatılmalıdır. Mesela İhlas sûresinin ikinci âyeti, evvelinde hemzei vasıl olan ُ�� َ‫ ﺍ‬lafzı ile başlamaktadır. Öncesindeki âyetin son harfi de (‫)ﺃ َ َﺣ ٌﺪ‬ tenvinlidir. Bu itibarla vasl yapıldığı takdirde tenvindeki cezimli nûna esre takdir edilmesi ve “ehadunillâhu’s-samed” şeklinde okunması gerektiği belirtilmelidir. Bu kapsamda öncesinde vakf yapılan hemze-i vaslın vasl durumunda ya da öncesinde vasl yapılan hemze-i vaslın vakf durumunda nasıl okunması gerektiği hususu kanaatimizce bazı örnekler üzerinden zikredilmeye değerdir. Zira bu tür yerlerde bazı okuyucuların hatalı okuyuşlarına rastlanılabilmektedir. Örneğin Kâria ve Tekâsür sûrelerinin evvelindeki hemzeler, besmelede vaslın nasıl yapılacağı açısından bazı meclislerde sınama amaçlı sorulabilmektedir. Kâria sûresinin evvelindeki hemze (ۙ ُ‫)ﺍَ ْﻟ َﻘﺎﺭِ َﻋﺔ‬, vasl hemzesi olduğu için besmele vasledildiğinde hemze-i vasl okunmazken Tekâsür sûresinin evvelindeki hemze (‫)ﺍَ ْﻟ ٰﻬﻴﻜُ ُﻢ‬, kat‘ hemzesi olduğu için besmele vasledildiğinde de okunması gerekir. Ahkâf 46/4’deki �‫ﺃ‬ ۪ ‫( ۪ﺍﻳ ُﺘ‬aslı: �‫ﻮ‬ ۪ ‫ )ﺍِ ْﺋ ُﺘ‬kelimesi de vasl َ fiilinin emir kipi olan �‫ﻮ‬ ِ ِ ٍ َ‫ﻮ� ﺑ ِ ِﻜﺘ‬ açısından güzel bir örnektir. Buna göre ‫ﺎﺏ‬ ۪ ‫�ﺕ ۪ﺍﻳ ُﺘ‬ ۜ ‫ﺍﻟﺴ ٰﻤ َﻮ‬ � �ِ ‫ ﺍَ ْﻡ ﻟ َُﻬ ْﻢ ﺷ ْﺮ ٌﻙ‬âyetinde �‫ﻮ‬ ۪ ُ‫ ۪ﺍﻳﺘ‬fiilindeki hemze-i vaslın öncesinde vakf-ı mutlak alameti bulunduğu için öncesinde vakf yapıldığında tüm kurra hemze-i vaslı okuyarak ve aslında var olan hemzeyi (kat‘ hemzesi) telaffuzu kolaylaştırma adına i‘lâl kuralı gereği yâ’ya ibdal ederek �‫ﻮ‬ ۪ ‫ ۪ﺍﻳ ُﺘ‬şeklinde ibtidâ yapmaktadır. Öncesinde vasl yapıldı- ğında ise Hafs’ın da içerisinde bulunduğu bazı kıraat imamları hemze-i vaslı hazfedip kelimenin aslında ilk harf olarak mevcut olan kat‘ hemzesini tilâvet ِ َ‫ ِ� ﺍﻟﺴﻤَﻮ‬şeklinde okumaktadır.598 ِ ُ‫�ﺕ ﺍ ْﺋﺘ‬ etmek suretiyle �‫ﻮ‬ � Bir diğer husus ise öncesinde vasl yapılmakta olan hemze-i vaslın, vakf durumunda yani hemzeden ibtidâ yapılması durumunda nasıl okunması gerektiği ile ilgilidir. Örneğin ‫ ﻓَ ْﻠ ُﻴ َﺆ ِّﺩ ﺍﻟ ِ�ﺬﻱ ﺍ ْﺅﺗُ ِﻤ َﻦ ﺍَ َﻣﺎﻧَﺘَ ُﻪ‬âyetindeki599 “‫ ”ﺍ ْﺅﺗُ ِﻤ َﻦ‬kelimesi- 598 599 Dimyâtî, İthâf, 2/469. Bakara 2/283. 160 MUSHAFLARDA ALAMETLER nin öncesinde vakf yapıldığında bu kelimeyi tüm kurra, hemze-i vaslı okuyarak ve hemze-i vaslın sonrasında var olan kat‘ hemzesini ise telaffuzu kolaylaştırma adına i‘lâl kuralı gereği vâv’a ibdal ederek ‫ ﺍُﻭﺗُ ِﻤ َﻦ‬şeklinde okumakta- 601 dır.600 Bir diğer örnek ise �۪ ‫ﻮﻝ ﺍ ْﺋ َﺬ ْﻥ‬ ُ ‫ ﻳ َ ُﻘ‬âyetindeki ‫ ﺍ ْﺋ َﺬ ْﻥ‬kelimesinin öncesinde vakf yapılıp sonrası ile ibtidâ yapıldığı takdirde hemze-i vaslın okunması ve i‘lal kuralı gereği aslında var olan kat‘ hemzesinin de yâ’ya ibdal edilerek ‫ﺍِﻳ َﺬ ْﻥ‬ şeklinde okunmasıdır.602 Dimyâtî, İthâf, 1/461. Tevbe 9/49. 602 Dimyâtî, İthâf, 2/92. 600 601 161 SONUÇ Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan bazı mushaflar örnekliğinde vakf alametlerinin ve tilâveti ilgilendiren diğer sembollerin/ilavelerin tespit, tasnif ve tahliline yer veren araştırmamızın bir tarafında incelemeye medar olan bazı mushaflar bulunmakta iken diğer tarafında ise söz konusu mushaflarda takip edilen vakf-ibtidâ sisteminin kaynak eseri olan ‘İlelu’l-vukûf vardır. Bu itibarla öncelikle söz konusu mushaflardaki vakf türleri ve bunların yerleri belirlenmiş ve akabinde kaynak eserden de istifade edilerek her bir alametin örnek âyetler üzerinden anlaşılması hedeflenmiştir. Araştırmanın nihayetinde vakf-ibtidâ çerçevesinde ulaşılan sonuçlar iki maddede özetlenebilir: 1. İncelediğimiz mushaflarda Secâvendî’nin vakf tasnifi esas alındığı halde söz konusu tasnifteki vakf türlerinin haricinde “Kâf”, “Kıf”, “Ayn” gibi harflerle gösterilen veya üçgen şeklinde üç noktadan (∴) oluşan bir alamet ile işaretlenen vakf-ı muânaka olarak bilinen daha farklı vakf türlerine de yer verilmiştir. Bu bağlamda “Kâf” ve “Kıf” alametlerinin, ’İlelu’l-vukûf’ta ilgili yerlerin değerlendirilmesi esnasında müellif tarafından kullanılan bazı ifadelerin kısaltılmış hali olduğu söylenebilir. İki farklı i‘rab ve anlam ihtimalinin bulunması hasebiyle vakfa uygun olarak değerlendirilen birbirine yakın iki vakf mahallinden birinde -tercih edilen i‘rab ve anlama göre- vakfın diğerinde ise vaslın tercih edilmesi gerektiğini belirten vakf-ı muânaka için de şöyle bir yorum yapılabilir. Tercih edilen i‘rab takdirine göre bir yerde hem vakfın hem de vaslın uygun olabilmesinden hareketle vakf-ı muânaka ile vakf-ı câiz’in benzer vakf türleri olduğu belirtilebilir. Nitekim vakf-ı muânaka olarak tayin edilen yerler, ’İlelu’l-vukûf’tan incelendiğinde Secâvendî’nin değerlendirmelerinin de böyle bir yorumu elverişli kıldığı düşünülebilir. Bu yönüyle vakf-ı muânaka, vakf-ı câiz’in kapsamı içerisinde alt derecede yer alan bir vakf türü şeklinde kabul edilebilir. Buna göre Secâvendî’nin değerlendirmelerinden ilham alınarak geliştirilmiş vakf türlerini temsil eden üç vakf alameti, onun vakf sistemi içerisinde addedilebilir. Bu noktada müellifin sarahaten belirttiği altılı vakf tasnifine göre vakf ala- 162 MUSHAFLARDA ALAMETLER meti tayinine gidilmesi mümkün olan bu gibi yerlerde daha farklı vakf alametlerinin geliştirilmesi ve bunların mushaflarda tercih edilmesi neticesinde vakf türlerinin ve alametlerinin sayısının çoğaltılması hususu ise kritik edilmesi gereken bir mesele olarak düşünülebilir. 2. Tespit edilen her bir vakf türü; Secâvendî’nin, ilgili vakf türünü beyan eden tanımı, ileri sürdüğü vakf gerekçesi ve vakfa konu olan yerlerdeki değerlendirmeleri gibi veriler dikkate alınmak suretiyle müellifin vakf sistemi içerisinde anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu münasebetle müellifin tanımlamadığı vakf türleri için yeni bir tanım ya da tanımladığı halde bize göre eksik yönleri bulunan tanımlar için de açıklayıcı bazı ifadelerin eklendiği tanım denemeleri yapılmıştır. Daha sonra tebeyyün eden tanım ve vakf gerekçesi doğrultusunda benzer gerekçeyi ihtiva eden tüm yerlerde aynı vakf alametine yer verilmediği tespit edilmiştir. Müellifin, kendi belirlediği ölçütlere göre, benzer yerlerde bazen farklı vakf alametine yer vermesi bazen de herhangi bir alamet tayinine işaret etmemesi şeklinde farklı vakf yaklaşımında bulunması evvelemirde çelişkili bir durum gibi gözükebilir. Bilindiği üzere müellif, mushaf tertibine göre birçok âyet üzerinde tayin ettiği her bir vakf türüne harf alametlerle ayrı ayrı işaret etmiştir. İşaret etmediği diğer benzer yerleri, ehlinin ferasetine tevdi etmiş olabileceği düşünülebilir. Aynı gerekçeyi ihtiva eden yerlerin bir kısmında farklı vakf alametine işaret etmesi ise ilgili yerin farklı yorumlara ihtimalli olmasından kaynaklı olabilir. Bu da vakf-ibtidâ ilminde ictihâdî bir anlayışın hakim olması ile açıklanabilir. Görüldüğü üzere vakf-ibtidâ hususunda Secâvendî’nin sistemine ittiba edilmesi, sadece onun tayin ettiği vakf yerleri ve alametlerine harfiyyen tabi olunmasından ibaret değildir. Aksine onun sisteminin künhüne vakıf olmak suretiyle bu yönde bir vakf anlayışına sahip olmak önem arz etmektedir. Secâvendî’nin kendi eserinde dahi benzer durumlar için farklı değerlendirmelere gidebilmesinden hareketle benzer yerler için aynı vakf alametinin bulunması gerektiği düşünülerek vakf yerleri konusunda kısmi bir tashih gündeme getirilebilir. Diğer taraftan gerekçesini ihtiva eden yerlerin tümünde aynı vakf alametinin tercih edilmediği olgusundan hareketle özellikle farklı yorumlara ihtimalli olan yerler için farklı vakf alametlerinin bulunması yönünde bir revizyon üzerinde de durulabilir. Bu yorumlar muvacehesinde Secâvendî’nin sistemini esas alan farklı ülkelerin mushaflarında yetkili bir uzman ya da komisyon tarafından vakfa konu olan yerlerin ve vakf alametlerinin değiştirilebilmesi anlaşılır bir durum gibi gözükmektedir. Çalışmamızın bir diğer konusu olan mushaf taksimi hususunda ise şunlar söylenebilir: Mushaf taksimini belirten ifadelerle ilgili yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber döneminden itibaren Kur’ân-ı Kerîm, beşli (tahmis) ve onlu âyet (ta‘şîr) şeklindeki bir taksime konu edilmiş ve sonraki süreçte birtakım remizler tayin edilmek suretiyle ilk dönemlerde istinsah edilen, daha 163 MUSHAFLARDA ALAMETLER sonraki dönemlerde hattatlar marifetiyle yazılan ve matbu olarak baskısı yapılan mushafların bir kısmında da söz konusu onlu âyet bölümlerine işaret edilmiştir. Buna göre vakf-ibtidâ müellefatında yer verilen vakf türleri ile ilgisi bulunmadığı anlaşılan “Ayn” alameti, mushaf taksimini belirten bir alamettir. Bu şekilde yapılan mushaf taksiminin Kur’an’ın peyderpey ve daha kolay öğrenilmesi ve ezberlenmesi, ihtiva ettiği ilahî mesajının anlaşılması, namazlarda okunacak yerlerin periyodik bir şekilde tayin edilmesi gibi bazı faydaları ihtiva ettiği söylenebilir. Diğer taraftan Türkiye, Hindistan, Pakistan vb. bazı ülkelerin hâlihazırdaki mushaflarında tercih edilmekte olan “Ayn” alametinin söz konusu ta‘şîr uygulamasından farklı olarak genel anlamda konu eksenli tayin edilmiş ruku‘ yerlerine işaret etmekte olduğu şeklinde bir çıkarımda bulunulabilir. Bu münasebetle incelenen mushaflardaki “Ayn” alametleri için -her yerde konu bütünlüğünün olduğu söylenemese de- genel anlamda bir konunun bittiği ve yeni bir konunun başladığı yerleri tayin eden ve buna bağlı olarak namazda okunabilecek ya da namaz haricinde aşr-ı şerif olarak okunabilecek âyet bölümlerini gösteren bir alamet tanımlaması yapılabilir. Bu özelliğiyle “Ayn” alameti, özellikle âyetlerin anlamına vâkıf olmayanlar için namazda ya da namaz haricinde okunabilecek kısımları tayin etmesi hasebiyle pratiğe dönük faydası olan bir semboldür. Bununla beraber mevcut “Ayn” alametleri için konu bütünlüğünü ve âyet sayısını dikkate alan kısmi tashihlerin gerekliliği bize göre düşünülmesi gereken bir meseledir. Hz. Peygamber ve sahabe döneminde herkesin kendi özel durumuna göre tayin edilmiş “cüz” ve “hizb” gibi isimlerle anılan günlük hususi okuma bölümlerinin oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bu ifadelerle Kur’an’ın ne kadarlık bir bölümünün kastedildiği ise belli değildir. Kanaatimizce kişiden kişiye değişebilen ve herkesin kendi özel durumuna göre belirlenmiş şahsi okuma bölümleri şeklinde düşünülmesi muhtemeldir. Tilâvet edilmekte olan mushaflardaki “cüz” ve “hizb” taksiminin menşei ise kanaatimizce sonraki süreçte harf sayısına göre yapılan bir bölümlemedir. Dolayısıyla aynı isimlerle yapılan bir bölümleme olsa da selefin uygulaması ile halefin uygulaması arasında farklılığın olduğu görülmektedir. İlki, kişiye özel muhtemelen anlam eksenli bir bölümleme iken diğeri harf sayısına göre yapılan bir bölümlemedir. Buna göre ilkinde cüz ve hizb ile ilgili olarak herkes için geçerli olan standart ölçüler tayin edilemezken diğerinde ise bu mümkündür. Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetini ve hıfzını disipline etmek üzere yapıldığı anlaşılan bölümleme ameliyesinin âyet, sûre ve harf eksenli olmak üzere üç çeşit olduğu söylenebilir. Bu kapsamda tahmîs ve ta‘şîr ismi ile maruf olan beşli ve onlu âyet bölümleri âyet sayısına göre yapılan bir tasnif olup “tuvel”, “miûn”, “mesânî” ve “mufassal” şeklinde dört kısmı bulunan sûre eksenli tasnif ise âyet sayısına göre sûrenin uzun veya kısa olması açısından oluşturulmuş bir taksimdir. Bu yönüyle sûre eksenli tasnifin de âyet eksenli bir tasnif olarak değerlendirilmesi mümkündür. Hz. Peygamber döneminde de mevcut olduğu 164 MUSHAFLARDA ALAMETLER anlaşılan söz konusu iki taksimden sadece tahmis ve ta‘şîr uygulamasına bir takım ifadeler ya da remizlerle bazı mushaflarda işaret edildiği görülmektedir. İslam âleminin ekseriyetinde mushaf kitabetinde hâlihazırda tatbik edilmekte olan taksim ise ta‘şîr veya ruku‘ olarak isimlendirilen ve “ayn” alameti ile sembolize edilen taksim ve harf sayısına göre yapılan “cüz” ve “hizb” tasnifidir. Bilindiği üzere ilk dönemlerde yapılan harf sayımına göre Kur’ân-ı Kerîm; 27, 30, 60, 120 vb. şekillerde farklı sayılardan oluşan bölümlere ayrılmıştır. Bunların içerisinden periyodik bir tilâvet takvimi imkânı sunan ve Kur’an’ın hıfzını disipline eden 30 cüz ve bu cüzlerin her birinin dörde bölünmesi şeklindeki 120 cüz/hizb uygulaması, günümüz mushaflarında daha çok yaygındır. Harf sayısı esas alındığı için söz konusu taksimde bölümlerin eşit olarak ayrılması bir açıdan faydalı iken diğer taraftan bazı yerlerde anlam açısından inkıtalara neden olması hasebiyle kritiğe tabi tutulabilir niteliktedir. 165 KAYNAKÇA Abay, Muhammed. “Mushaf İmlasında Ali el-Kârî Tarzı Meselesi”, Usûl: İslam Araştırmaları 23 (2015), 7-44. Akdemir, Mustafa Atilla. Kıraat İlmi Eğitim ve Öğretim Metotları. İstanbul: İFAV Yayınları, 2005. Aklan, Kenan. Kıraat Farklılıklarının Vakf ve İbtidâya Etkisi Secâvendî ve Uşmûnî Örneği. Ankara: İlâhiyât Yayınları, 2023. Âlûsî, Ebu’s-Senâ Şihâbuddîn Mahmûd b. Abdillah. Rûhu’l-me‘ânî fî tefsîri’lKur’âni’l-‘azîm ve’s-seb’i’l-mesânî. 30 Cilt. Beyrut: Daru İhyâi’t-Türâsi’lArabî, ts. Altıkulaç, Tayyar. Hz. Osman’a İzafe Edilen Mushaf-ı Şerif (Topkapı Sarayı Müzesi Nüshası). İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA), 2007 ve 2019.. Altıkulaç, Tayyar. Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerîf (Türk İslam Eserleri Müzesi Nüshası). İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2007. Altıkulaç, Tayyar. Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerîf (Kahire el-Meşhedü’lHüseynî Nüshası). İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2009. Altıkulaç, Tayyar. Mushaf-ı Şerîf (Londra, British Library Nüshası). İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2017. Altıkulaç, Tayyar. “Secâvendî, Muhammed b. Tayfûr”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 36/268. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2009. Ammânî, Ebû Muhammed Hasan b. Ali. el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâi’s-seb‘ati ve ğayrihim min bâki’l-eimmeti’l-kurrâ-i ve’l-müfessirîn (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ). thk. Hind bint Mansûr b. Avn elAbdelî. 2cilt. Mekke: Câmi’atü Ümmi’l-Kurâ, Yüksek Lisans Tezi, 1423/2002). Ammânî, Ebû Muhammed Hasan b. Ali. el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’n-Nâs). thk. Muhammed b. Hamûd b. Muhammed el-Ezûrî. Suud-i Arabistan: Cami‘atü Ümmi’l-Kurâ, Yüksek Lisans Tezi, 1423/2002. A‘zamî, Muhammed Mustafa. Vahyedilişinden Derlenişine Kur’ân Tarihi. trc. Ömer Türker - Fatih Serenli. İstanbul: İz Yayıncılık, 2014. 166 MUSHAFLARDA ALAMETLER Beğavî, Muhyissünne Ebû Muhammed el-Hüseyn b. Mes’ud. Tefsîru’l-Beğavî Meâlimu’t-tenzîl. thk. Muhammed Abdullah en-Nemr - Osman Cum’a Damîriyye - Süleyman Müslim el-Haraş. Riyad: Dâru Tayyibe, 1409/1988. Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn. es-Sünenü’s-sağîr. thk. Abdulmu‘tî Emîn Kal‘acî. Pakistan: Câmi‘atü’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye, 1989. Beyzâvî, Nâsırüddîn Abdullah b. Ömer. Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl. thk. Muhammed Abdurrahmân el-Mer‘aşlî. 5 Cilt. Beyrut: Dâru İhyâ’it-Turâs, 1998. Birışık, Abdülhamit. Kıraat İlmi ve Tarihi. Bursa: Emin Yayınları, 2014. Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail. el-Câmi‘u-sahîh. Dımaşk-Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 1423/2002. Cermî, İbrahim Muhammed. Mu‘cemu ‘ulûmi’l-Kur’an. Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 2001. Ca‘berî, Burhânuddîn İbrahim b. Ömer. Hüsnü’l-meded fî marifeti fenni’l-‘aded. nşr. Beşîr b. Hasan el-Himyerî. Riyad: Mecmaul Melik Fahd li tıbâati’l-Mushafi’ş-şerif, h.1431. Cevherî, Ebû Nasr İsmail b. Hammâd. es-Sıhah tâcü’l-lugâ ve sıhâhi’l-‘arabiyye. thk. Ahmed Abdülğafûr Attâr. 6 Cilt. Beyrut: Dâru’l-‘İlm, 1987. Coşkun, Muhammed. Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler – Teklifler. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2018. Çoban, Tuba. Bakara ve Âl-i İmrân Sureleri Çerçevesinde Secavendi’nin Vakf-İbtida Sistemindeki “Vakf-ı Lâ”ların Tahlili. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2018. Çetin, Abdurrahman. Kur’an Okuma Esasları. Bursa: Emin Yayınları, 2013. Çetin, Abdurrahman. “Vakf ve İbtidâ”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 42/461-463. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2012. Çetin, Nihad M. “Arap (Yazı, Dil, Edebiyat)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 3/279. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1991. Dabba‘, Ali Muhammed. el-İdâe fî beyâni usûli’l-kırâe. Mısır: el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1999. Damra, Tevfîk İbrahim Damra. Ahsenü’l-beyân şerhu turuki’t-Tayyibe bi rivayeti Hafs b. Süleymân. Ürdün: Mektebetü’l-Vataniyye, 2006. Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd. Câmi‘u’l-beyân fi’l-kırââti’s-seb‘i’l-meşhûre. thk. Muhammed Sadûk el-Cezâirî. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2005. Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd. el-Muktefâ fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ. thk. Cemâlüddin Muhammed Şeref. Mısır: Dâru’s-Sahâbe, 2006. Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd. et-Teysîr fi’l-kırââti’s-seb‘. thk. Halef b. Hamûd b. Sâlim eş-Şağdelî. Suud-i Arabistan: Dâru'l-Endülüs, 2015. Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd. el-Beyân fî ‘addi’l-âyi’l-Kur’an. thk. Gânim Kaddûrî Hamed. Kuveyt 1994. Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd. el-Mukni‘ fî resmi mesâhifi’l-emsâr. thk. Muhammed Sadık Kamhâvî. Kahire: Mektebetü’l-Külliyât, h.1431. Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân. es-Sünen. thk. Hüseyn Selim Esed ed-Dârânî. 4 Cilt. Suud-i Arabistan: Dâru’l-Muğnî, 2000. Demirci, Muhsin. Kur’ân Tarihi. İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları (İFAV), 2015. 167 MUSHAFLARDA ALAMETLER Demirci, Muhsin. Tefsir Terimleri Sözlüğü. İstanbul: İFAV Yayınları, 2014. Demirel, Muhsin. “Bir Mushaf Kitâbetinin Serencâmı”. Osmanlı’dan Günümüze Kur’an ve Hüsn-i Hat Sempozyumu. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2017. Devserî, İbrahim b. Saîd. Mu‘cemu’l-mustalahât fî ‘ilmeyi’t-tecvîd ve’l-kırâât. 2004. Dimyâtî, Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed el-Bennâ. İthâfu fudalâi’l-beşer bi’lkırââti’l-erba‘ate ‘aşere. thk. Şaban Muhammed İsmail. Beyrut: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1987. Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş‘as b. İshak es-Sicistânî. es-Sünen. thk. Şuayb el-Arnaût. 7 Cilt. Beyrut: Dâru’r-Risâleti’l-Âlemiyye, 2009. Ebû Hayyân, Muhammed b. Yusuf. Bahru’l-muhît. thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd Ali Muhammed Muavviz. 8 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, 1993. Ebû Şâme, Ebu’l-Kâsım Abdurrahmân b. İsmâîl b. İbrâhîm. İbrâzu’l-me‘ânî min Hırzi’l-emânî fi’l-kırââti’s-seb‘. thk. İbrahim Atve Avaz. Beyrut: Dâru’lKutubi’l-İlmiyye, ts. Engin, Maşite. Secâvendî’nin Vakf ve İbtidâ Sisteminde Vakf-ı Mücevvez. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2020. Ensârî, Zekeriyya b. Muhammed. el-Maksıd li telhîsi mâ fi’l-Mürşid fi’l-vakfi ve’libtidâ (Uşmûnî, Menâru’l-hudâ içinde). Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 2002. Eroğlu, Muhammed. “Aşr-ı Şerif”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 4/24. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1991. Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd. Me’âni’l-Kur’an. thk. Ahmed Yusuf Necati Muhammed Ali en-Neccar. 3 Cilt. Beyrut, 1983. Fîrûzâbâdî, Ebu’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Yakub. Kâmusu’l-muhît. thk. Mektebü Tahkiki’t-Türâs fî Müesseseti’r-Risâle. Beyrut: y.y., 2005. Fırat, Yavuz. Tecvîd ve Kıraat İlmi Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Hacıveyiszade İlim ve Kültür Vakfı, 2018. Gülle, Sıtkı. Açıklamalı Örnekleriyle Tecvid İlmi. İstanbul: Huzur Yayınları, 2005. Gündüz, Mahmut. “İlk Kur’ân-ı Kerim Basmaları”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi 1/13 (1974), 7-11. Hacımısıroğlu, Mücella. Vakf-ı Muânaka ve Kur’an Tefsirine Etkisi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2015. Hafeyân, Ahmed Mahmud Abdussemi‘. Eşheru’l-mustalahât fî fenni’l-edâ ve ‘ilmi’lkırâat. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2001. Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah. el-Müstedrek ‘ale’sSahîhayn. thk. Mustafa Abdulkâdir ‘Atâ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1990. Halebî, Ebu’l-Abbas Şihâbüddîn Ahmed b. Yusuf Semîn. ed-Dürru’l-masûn fî ‘ulûmi’l-Kitâbi’l-meknûn. thk. Ahmed Muhammed el-Harrât. 11 Cilt. Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 1406/1985. Hamevî, Ahmed b. Ömer b. Muhammed b. Ebi’r-Rıza. el-Kavâid ve’l-işârât fî usûli’lkırâât. thk. Abdulkerîm b. Muhammed el-Hasen Bekkâr. Dımaşk: Dâru’lKalem, 1986. Harbî, Abdulazîz b. Ali. Tahzîbu’l-Kur’ân. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2010. 168 MUSHAFLARDA ALAMETLER Harbî, Abdulaziz b. Ali. “Vakfu’t-Tecâzüb (el-Mu‘ânaka) fi’l-Kur’âni’l-Kerîm”. Mecelletü Câmi‘ati Ümmi’l-Kurâ li ‘ulûmi’ş-şerî‘ati ve’l-lugati’l-arabiyyeti ve âdâbihâ 19/31 (h.1425). Hindî, Muhammed Sadık. Kunûzu eltâfi’l-Burhân fî rumûzi evkâfi’l-Kur’ân. Kahire, 1290. Husarî, Mahmûd Halîl. Me‘âlimu’l-ihtidâi ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ. Kahire: Mektebetü’s-Sünne, 2002. Husârî, Mahmûd Halîl. Ahkâmu kıraati’l-Kur’ani’l-kerîm. Mekke: Dâru’l-Besâiri’lİslamiyye, 1417. Hüzelî, Ebu’l-Kâsım Yûsuf b. Ali. el-Kâmil fi’l-kırââti’l-‘aşr ve’l-erba‘îne’z-zâideti ‘aleyhâ. thk. Cemâl b. es-Seyyid b. Rufâî eş-Şâyib. Mısır: Müessesetü Semâ, 2007. İbn Âşûr, Muhammed Tâhir. et-Tahrîr ve’t-tenvîr. 30 Cilt. Tunus: Dâru’t-Tûnisiyye, 1984. İbn Atıyye, Ebû Muhammed Abdülhak b. Gâlib. el-Muharreru’l-vecîz fî tefsîri’lKitâbi’l-‘Azîz. thk. Abdusselam Abduşşâfî Muhammed. 5 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, 2001. İbnu’l-Cezerî, Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed. en-Neşr fi’l-kıraâti’l-aşr. 2 Cilt. thk. Muhammed Ali ed-Dabbâğ. Beyrut, 1940. İbnu’l-Cezerî, Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed. et-Temhîd fî ‘ilmi’t-Tecvîd. thk. Ğânim Kaddûrî Hamed. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2001. İbnu’l-Cezerî, Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed. Gâyetu’n-nihâye fî tabakâti’l-kurrâ. 3 Cilt. Kahire: Mektebetü İbn Teymiyye, 1351. İbnu’l-Cezerî, Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed. el-Mukaddime fîmâ yecibü ‘alâ kârii’l-Kur’âni en ye‘lemehû. thk. Eymen Rüşdî Süveyd. Suud-i Arabistan: Dâru Nûri’l-Mektebât, 2006. İbnu’l-Cezerî, Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed. Manzûmetü Tayyibeti’n-Neşr fi’l-kırââti’l-aşr. thk. Eymen Rüşdî Süveyd. Suriye: Mektebetü İbni’l-Cezerî, 2012. İbn Ebî Dâvûd, Ebû Bekr Abdullah Süleymân b. Eş‘as es-Sicistânî. Kitâbu’l-Mesâhif. thk. Muhibbuddin Abdu's-Sübhan Vaiz. Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslamiyye, 1995. İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekir. el-Müsned. thk. Âdil b. Yusuf el-Azzâzî – Ahmed b. Ferid el-Mezîdî. 2 Cilt. Riyâd: Dâru’l-Vatan, 1997. İbnu’l-Enbârî, Ebû Bekr Muhammed b. Kasım b. Beşşar. Kitâbu Îzahi’l-vakfi ve’libtidâ. thk. Muhyiddin Abdurrahman Ramadan. 2 Cilt. Dımaşk, 1971. İbn Fâris, Ebu’l-Hüseyn Ahmed. Mu‘cemu Mekâyisi’l-lugâ. thk. Abdusselâm Muhammed Harun. 6 Cilt. Dâru’l-Fikr, 1979. İbnu’l-Ğazzâl, Ali b. Ahmed en-Nîsâbûrî. el-Vakf ve’l-ibtidâ. thk. Tâhir Muhammed el-Hems. Dımaşk: Dımaşk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2000. İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer. Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm. thk. Muhammed Huseyn Şemsuddîn. 9 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, h.1419. İbn Manzûr, Muhammed b. Mukrim İbn Manzûr el-İfrîkî. Lisânu’l-‘Arab. 15 Cilt. Beyrut: Dâru Sâdır, 1414. İbn Mücâhid, Ebû Bekr Ahmed b. Mûsâ b. el-Abbâs. Kitâbu’s-Seb‘a. thk. Şevkî Dayf. Kâhire: Dâru’l-Me‘ârif, ts. 169 MUSHAFLARDA ALAMETLER İbn Sellâm, Ebû Ubeyd el-Kâsım el-Herevî. Fezâilu'l-Kur'an. thk. Mervan el-Atiyye, Muhsin Harabe, Vefâ Takiyuddin. Beyrut: Daru İbn Kesir, 1999. İbn Şâzân er-Râzî, Ebu’l-Abbas el-Fadl. Suveru’l-Kur’ân ve âyâtuhu ve hurufuhu ve nüzûluhu. thk. Beşîr b. Hasan el-Hımyerî. Riyad: Dâru İbn Hazm, 2009. İbn Tahhân, Ebü’l-Asbağ Abdülazîz b. Alî b. Muhammed el-İşbîlî el-Endülüsî. Mürşidü’l-kâri’ ilâ tahkiki me‘âlimi’l-mekâri’. thk. Hâtim Salih ed-Dâmin. Birleşik Arap Emirlikleri: Mektebetü’s-Sahâbe, 2007. İbn Tahhân, Ebu’l-Asbağ Abdulaziz b. Ali el-Endelûsî. Nizâmu’l-edâ-i fi’l-vakfi ve’libtidâ. thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb. Riyad: Mektebetü’l-Meârif, 1985. İbn Zencele, Ebû Zür‘a Abdurrahman b. Muhammed. Tenzîlu’l-Kur’an ve adedu âyâtihi ve’htilâfu’n-nâsi fîhi. thk. Gânim Kaddurî el-Hamed. Ammân: Dâru Ammâr, 2009. İbrahim Musa, Abdurrezzak Ali. el-Muharreru’l-vecîz fî ‘addi âyi’l-Kitâbi’l-‘aziz. Riyad: Mektebetü’l-Meârif, 1988. İbrahim Musa, Abdurrezzak Ali. Mürşidü’l-Hullân ilâ marifeti ‘addi âyi’l-Kur’an. Beyrut: Mektebetü’l-Asriyye, 1989. Işık, Ayhan. “Tedkîk-i Mesâhif-i Şerîfe ve Müellefât-ı Şer‘iyye Dairesi Defterleri ile Taş Baskı Kur’ân-ı Kerîm’ler”. Din ve Hayat: İstanbul Müftülüğü Dergisi 2 (2007), 134-138. Kâdî, Abdulfettâh. Târihü’l-Mushafi’ş-şerîf. Mısır: Meketebetü’l-Cündî, 1951. Kâdîhân, Ebu’l-Mehâsin Fahrüddîn Hasen b. Mansûr b. Mahmûd el-Fergânî. Fetâvâ Kâdîhan fî mezhebi İmâmi’l-‘azam Ebî Hanîfe. nşr. Sâlim Mustafa elBedrî. 3 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2009. Kara, Mehmet. Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2020. Karaçam, İsmail. Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri. İstanbul: İFAV Yayınları, 2007. Karagöz, Mustafa. “Vakf-ı Câizi Doğru Anlamak -Secâvendî’nin Eseri ve İlgili Ayetlerin Manası Çerçevesinde-”, Bilimname, 35/1 (2018), 321-362. Karagöz, Mustafa. “Ayetlerdeki Durak Yerlerinin Manaya Etkisi (Bakara Sûresi 96. Âyet Örneği)”. Bilimname 21/2 (2011), 199-222. Kârî, Abdulazîz b. Abdülfettâh. Kavâidü’t-tecvîd. Medine: Mektebetü’d-Dâr, 1410. Kârî, Abdulazîz b. Abdülfettâh. et-Takrîrü’l-‘ilmiyyu ‘an Mushafi’l-Medineti’n-nebeviyye. Medine: Müccemmâ Melik Fahd li tıbâ’atil-Mushafi’ş-Şerif, 1406. Kastallânî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr. Letâifu’l-işârât li fünûni’l-kıraât. thk. Merkezü’d-Dirâsâti’l-Kur’aniyye. 10 Cilt. Suud-i Arabistan: İslami İşler, Davet ve İrşat Bakanlığı, ts. Kayhan, Veli. “Vakf ve İbtidâ İlmi ve Kur’ân Tefsirindeki Yeri”. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 10/2 (2006), 293-336. Kayhan, Veli. “Doğru Okuma Bağlamında Mushafa İşaret Konulması: İ’câm ve Sonrası”. Bilimname 5/12 (2007), 101-136. Koyuncu, Recep. Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf İbtidâ’nın Rolü (İbnü’lEnbârî, ed-Dânî, ve es-Secâvendî Örneği). Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2015. Koyuncu, Recep. Kıraat İlmi Takrîb Usûlü. İstanbul: Hacıveyiszâde İlim ve Kültür Vakfı Yayınları, 2018. 170 MUSHAFLARDA ALAMETLER Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed. el-Câmi‘ li-ahkâmi’l-Kur’an. thk. Abdullah Abdulmuhsin et-Türkî. 24 Cilt. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2006. Maşalı, Mehmet Emin. Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi. Ankara: Otto Yayınları, 2016. Maşalı, Mehmet Emin. “Mushaf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 31/245. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2020. Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed. Risâle fî mâ lâ yecûzü’l-vakfü aleyhi fi’l-Kur’ân. Süleymaniye Kütüphanesi Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi, Mehmed Âsım Bey Koleksiyonu, 705, vr. 44a, 44b. Mekkî b. Ebî Tâlib. Ebû Muhammed el-Kaysî. el-Hidâye ilâ bulûgi’n-nihâye fî ʿilmi meʿâni’l-Kur’an ve tefsirihi ve ahkâmihi ve cümelin min fünûni ʿulûmih. thk. Komisyon. Birleşik Arap Emirlikleri: Şarika Üniversitesi, 2008. Mekkî b. Ebî Tâlib, Ebû Muhammed el-Kaysî. el-Keşf ‘an vucûhi’l-kırâât ve ‘ilelihâ ve hicecihâ. thk. Muhyiddin Ramadan. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1984. Mennâ‘u’l-Kattân. Mebâhis fî ulûmi’l-Kur’an. Kahire: Mektebe Vehbe, 1995. Mevsılî, Ebû Ya’lâ Ahmed b. Ali b. el-Müsennâ et-Temimî. el-Müsnedü Ebî Ya’lâ. thk. Hüseyin Esed Selîm. 13 Cilt. Dımaşk, 1984. Muhallilâtî, Rıdvan b. Muhammed b. Süleyman. el-Kavlu’l-vecîz fî fevâsıli’l-Kitâbi’l‘azîz ‘alâ Nâzımeti’z-züher. thk. Abdurrezzâk Ali İbrahim Musa. Medine, 1992. Muhammed Mekkî Nasr. Nihâyetü’l-kavli’l-müfîd fî ‘ilmi’t-Tecvîd. Kâhire: Mektebetü’s-Safâ, 1999. Muhammed Tayyib İbrahim. İ‘râbu’l-Kur’âni’l-Kerîm. Beyrut: Dâru’n-Nefâis, 2011. Muhaysin, Muhammed Sâlim. Mu‘cemu huffâzi’l-Kur’âni ‘abre’t-târih. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1992. Mukâtil b. Süleymân, Ebu’l-Hasan el-Belhî. Tefsîru Mukâtil b. Süleyman. thk. Abdullah Mahmut Şehhâte. 5 Cilt. Beyrut: Dâru İhyâ’it-Turâsi’l-‘Arabî, 2002. Müftî, Hatice Ahmed. el-Vakfu ve’l-İbtidâ inde’n-nuhât ve’l-kurrâ. Mekke: Câmi‘atü Ümmi’l-Kurâ, Doktora Tezi, 1406/1985. Nehhâs, Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. İsmail. el-Kat‘ ve’l-i’tinâf. thk. Abdurrahmân b. İbrahim el-Matrûdî. Riyad: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1992. Nehhâs, Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed en-Nehhâs. İ‘râbu’l-Kur’ân. thk. Hâlid El‘alî. Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 2008. Nesefî, Ebu’l-Berekât Hâfizüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd. Medârikü’t-Tenzîl ve hakâikü’t-te’vîl. thk. Yusûf Ali Bedevî. 3 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kelimi’tTayyib, 1998. Nikzâvî, Abdullah b. Muhammed. el-İktidâ fî ma‘rifeti’l-vakfi ve’l-ibtidâ. thk. Mes‘ud Ahmed Seyyid Muhammed İlyas. 2 Cilt. Medine: Câmi‘atü’l-İslâmiyye, Doktora Tezi, 1413/1992. Nîsâbûrî, Nizâmuddîn Hasan b. Muhammed el-Kummî. Garâibü’l-Kur’ân ve regâibü’l-Furkân. thk. Zekeriya ‘Umeyrât. 6 Cilt. Beyrut: Dâru-l-Kütübi’l‘İlmiyye, 1996. Özdirek, Betül. İbnü’l-Bevvâb Mushafı ve İmlâ Yapısı. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007. Pakdil, Ramazan. Ta’lim Tecvid ve Kıraat. İstanbul: İFAV Yayınları, 2014. Pâluvî, Abdulfettâh. Zübdetü’l-irfân. İstanbul: Hilal Yayınları, ts. 171 MUSHAFLARDA ALAMETLER Pilgir, Muhammed. “DİB Mushafında Kullanılan ‫ ﻻ‬Alametinin Karakteristik Özellikleri ve Bu Alametin Gerekliliği Hususu: Bakara Sûresi Örneği”. Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 28/1 (Haziran 2023), 175-194. Râgıb el-İsfehânî, Ebu’l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed. el-Müfredât. thk. Safvan Adnan ed-Dâvûdî. Dımaşk: Dâru-l-Kalem, 1412. Râzî, Ebu’l-Fazl Fahrüddîn Muhammed b. Ömer. Mefâtîhu’l-ğayb. 32 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1981. Rûmî, Fahd b. Abdurrahman b. Süleyman. Dirâsâtun fî ‘ulûmi’l-Kur’âni’l-Kerîm. Riyâd, 2005. Safâkusî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed en-Nûri. Tenbîhü’l-ğâfilîn ve irşâdü’lcâhilîn ‘ammâ yeka‘u lehüm mine’l-hatai hâle tilâvetihim li-Kitâbillâhi’lmübîn. thk. Muhammed Şâzelî en-Neyfûr. Tunus: Müessesâtü Abdulkerîm b. Abdillah, 1974. Sâfî, Mahmud. el-Cedvel fî i‘râbi’l-Kur’an ve sarfihî ve beyânihî. 15 Cilt. Dımaşk: Dâru’r-Reşîd, 1995. Secâvendî, Ebû Abdullah Muhammed b. Tayfur. Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ. thk. Muhsin Haşim Derviş. Ürdün: Dâru’l-Menâhic, 2001. Secâvendî, Ebû Abdullah Muhammed b. Tayfur. ‘İlelu’l-vukûf. thk. Muhammed b. Abdullah b. Muhammed el-Îdî. 3 Cilt. Riyâd: Mektebetü’r-Rüşd, 2006. Secâvendî, Ebû Cafer Muhammed b. Tayfûr. ‘Aynü’l-meânî fî tefsîri seb’i’l-mesânî. Süleymaniye Kütüphanesi Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi, Fazıl Ahmed Paşa Koleksiyonu, nu. 34 Fa 109. Sehâvî, Ebu’l-Hasan Alemüddin Ali b. Muhammed. Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ. thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb. 2 Cilt. Mekke: Mektebetü’t-Türâs, 1987. Sehâvî, Ebu’l-Hasan Alemüddin Ali b. Muhammed. Fethu’l-vasîd fî şerhi’l-Kasîd. thk. Mevlây Muhammed el-İdrîsî et-Tâhirî. 4 Cit. Riyâd: Mektebetü’rRüşd, 2002. Serin, Muhittin. “Mushaf (Hat)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 31/252, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 2006. Suyûtî, Ebu’l-Fazl Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr b. Muhammed. el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’an. thk. Merkezü’d-Dirâsati’l-Kur’aniyye. 7 Cilt. Suud-i Arabistan: İslami İşler, Davet ve İrşat Bakanlığı, ts. Şâtıbî, Ebu’l-Kâsım b. Fîrruh b. Halef. Metnu’ş-Şâtıbiyyeti el-müsemmâ Hirzu’lemânî ve vechu’t-tehânî fi’l-kırââti’s-seb‘. nşr. Muhammed Temim ez-Zuabi. Medine: Dâru’l-Hudâ, 2010. Şevk, Mahmud Âdil. “Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm dirâsetün mevdû‘iyyetün ve delâliyyetün”. Mecelletü Âfâki’s-Sekafiyyeti ve’t-Turâs 80 (2012), 6-36. Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr. Câmi‘ü’l-beyân ‘an te’vîli âyi’l-Kur’ân. thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî. 26 Cilt. Riyad, 2003. Taşköprizâde Ahmed Efendi. Miftâhu’s-sa‘âde ve misbâhu’s-siyâde fî mevzu‘âti’l‘ulûm. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985. Tayâlisî, Ebû Dâvûd Süleymân b. Dâvûd. el-Müsned. thk. Muhammed Abdulmuhsin et-Türkî. 4 Cilt. Mısır: Dâru Hicr, 1999. Tayyâr, Müsâid. Vukûfü’l-Kur’ân ve eseruhâ fi’t-tefsîr dirâsâtün nazariyyetün me‘a tatbîki ‘ale’l-vakfi’l-lâzım ve’l-mute‘ânik ve’l-memnu‘. Medine, 1431. Temel, Nihat. Kıraat ve Tecvid Istılahları. İstanbul: İFAV Yayınları, 2018. 172 MUSHAFLARDA ALAMETLER Temel, Nihat. Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ. İstanbul: İFAV Yayınları, 2016. Tuna, Mustafa. Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Kıf Vakf İşaretlerinin Tahlili. Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2021. Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa. Sünenü’t-Tirmizî. thk. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf. 6 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, 1998. Ukberî, Ebu’l-Bekâ Muhibbüddîn Abdullah b. el-Hüseyn el-Bağdâdî. et-Tibyân fî ‘i’râbi’l-Kur’an. thk. Sa’d Küreyyim el-Fakî. 2 Cilt. Mısır, 2001. Uşmûnî, Ahmed b. Muhammed. Menâru’l-hudâ fî beyâni’l-vakfi ve’l-ibtidâ. nşr. Ebu’l-‘Alâ el-‘Adevî. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ʿİlmiyye, 2002. Uzun, Mustafa İsmet. “Ebced”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 10/68-70. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994. Ünlü, Demirhan. “Vakf ve Vakfın Hükümleri”. Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi 9/98-99 (1970), 236-239. Ünlü, Demirhan. Kur’ân-ı Kerîm’in Tecvidi. Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2011. Yarız, Enes. Türkiye’de Tilavet Edilen Mushaftaki Bazı Vakf İşaretlerinin Diğer Mushaflarla Mukayeseli Tahlili. Malatya: İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2018. Zeccâc, Ebû İshak İbrahim b. es-Serî. Me’âni’l-Kur’an ve ‘i’râbuhu. thk. Abdülcelil Abduh eş-Şelebî. 5 Cilt. Beyrut: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1988. Zehebî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân. Ma‘rifetü’l-kurrâi’l-kibâr ‘ale’t-tabakâti ve’l‘asâr. thk. Tayyar Altıkulaç. 4 Cilt. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı 1995. Zehebî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân. Siyeru A’lâmi’n-nübelâ. nşr. Şuayb el-Arnaût. 25 Cilt. Beyrut: Müessesetür’r-Risâle, 1985. Zemahşerî, Cârullah Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer el-Hârizmî. el-Keşşâf an hakâ’ikı gavâmizi’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvil fî vücûhi’t-te’vîl. thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd - Ali Muhammed Muavviz. 6 Cilt. Riyad: Mektebetü’l‘Ubeykân, 1998. Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer el-Hârizmî. Esâsü’l-belâğa. thk. Muhammed Bâsil ‘Uyûnu’s-Sûd. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1998. Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed b. Abdullah. el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’an. thk. Muhammed Ebu’l-Fadl. 4 Cilt. Kahire: Dâru’t-Turâs, ts. Zürkânî, Muhammed Abdülazîm. Menâhilü’l-‘irfân fî ‘ulûmi’l-Kur’ân. 2 Cilt. Kahire: Matbaatü ‘Îsâ, 1943. https://mushaflariinceleme.diyanet.gov.tr/sayfa/53/tanitim, 12.08.2022. UNESCO Memory of the World’ Program-San’a Manuscripts CD (Qur’anic Manuscripts), https://archive.org/stream/SanaManuscripts-unesscoCdImages/SanaManuscriptsUnesscoCd_djvu.txt,12.01.2018. Mushaflar Mushaf-ı Şerîf (Haddâd Mushafı), (Mısır, 1342/1923). Mushaf-ı Şerîf, (Medine Mushafı). Medine, 1423/2002. Mushafu’l-Cemâhiriyye. Libya Uluslararası İslamî Davet Cemiyeti, 1989. Kur’ân-ı Kerîm, (Aliyyü’l-Kârî Tarzı) (Muhammed Abay Hattı ile), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2014. 173 MUSHAFLARDA ALAMETLER Kur’ân-ı Kerîm Meâli (Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı), Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2006. Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli (Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2003. Kur’ân-ı Kerîm, (Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar), 2015 ve 2018.