1190
© MAKGRUP MEDYA PRO. REK. YAY. A.Ş.
Mushaflarda Alametler
(Türkiye Örneği)
Mehmet KARA
ISBN 978-625-6640-12-2
1. Baskı: Aralık 2023
Sertifika No: 44396
Mizanpaj: Tavoos
Sayfa Düzeni: Tavoos
Kapak: Mak Grup Medya Pro. Rek. Yay. A.Ş.
Baskı: Vadi Grafik - Sertifika No: 47479
Fora İş Merkezi, 1354. Cadde No: 138/5, 06378
Ostim/Ankara
Tel: (0312) 439 01 69
www.ilahiyatyayin.com
[email protected]
[email protected]
www.instagram.com/ilahiyatyayin
MUSHAFLARDA
ALAMETLER
(TÜRKİYE ÖRNEĞİ)
Mehmet KARA
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR ................................................................................................... 7
ÖNSÖZ .................................................................................................................... 9
GİRİŞ ..................................................................................................................... 11
BİRİNCİ BÖLÜM
TEORİK BOYUTUYLA VAKF-İBTİDÂ İLMİ
1. Vakf ve İbtidâ’nın Kavramsal Çerçevesi .........................................................
2. Vakf ve İbtidâ ile İlgili Diğer Bazı Kavramlar ................................................
3. Vakf-İbtidâ İlminin Konusu, Önemi ve Tarihi Gelişimi .................................
4. Vakf-İbtidâ Literatüründe Vakfın Kısımları .....................................................
4.1. Vakf Yapmayı Gerektiren Sebepler Açısından Vakfın Kısımları ...........
4.1.1. Vakf-ı Izdırârî ..................................................................................
4.1.2. Vakf-ı İhtiyârî ..................................................................................
4.1.3. Vakf-ı İhtibârî ..................................................................................
4.1.4. Vakf-ı İntizârî ..................................................................................
4.2. Lafız-Anlam İrtibatı Açısından Vakfın Kısımları ....................................
4.2.1. Vakf-ı Tam ve Vakf-ı Etemm .........................................................
4.2.2. Vakf-ı Kâfî ve Vakf-ı Ekfâ .............................................................
4.2.3. Vakf-ı Hasen ve Vakf-ı Ahsen ........................................................
4.2.4. Vakf-ı Kabîh / Memnu‘ / Nâkıs ve Vakf-ı Akbah .........................
4.2.5. Vakf-ı Sâlih ve Vakf-ı Aslah ...........................................................
4.2.6. Vakf-ı Kâmil ...................................................................................
15
17
18
22
24
25
25
26
26
27
29
31
31
32
33
33
4.2.7. Vakf-ı Mefhûm ...............................................................................
4.2.8. Vakf-ı Beyân ...................................................................................
4.2.9. Vakf-ı İzdivâc ..................................................................................
4.3. Diğer Bazı Vakf Çeşitleri ..........................................................................
4.3.1. Vakf-ı Ğufrân ..................................................................................
4.3.2. Vakf-ı Cibrîl ....................................................................................
4.3.3. Vakf-ı Nebî ......................................................................................
34
34
34
35
35
35
36
İKİNCİ BÖLÜM
PRATİK BOYUTUYLA VAKF-İBTİDÂ İLMİNİN MUSHAFLARA
YANSIYAN YÖNÜ: VAKF ALAMETLERİ
1. Vakf Alametlerinin Mushaflarda Tercih Edilme Süreci .................................. 37
2. Türkiye’deki Mushaflarda Tercih Edilen Vakf Alametleri ............................. 44
2.1. Secâvendî’nin Tasnifinde Yer Alan Vakf Alametleri ............................... 47
2.1.1. Vakf-ı Lâzım ( )م.............................................................................. 47
2.1.2. Vakf-ı Mutlak ( )ط........................................................................... 65
2.1.3. Vakf-ı Câiz ( )ج................................................................................ 71
2.1.4. Vakf-ı Mücevvez ( )ز....................................................................... 77
2.1.5. Vakf-ı Murahhas ( )ص..................................................................... 81
2.1.6. Vakf-ı Lâ ( )ال................................................................................... 86
2.2. Secâvendî’nin Tasnifinde Bulunmayan Vakf Alametleri ........................ 94
2.2.1. Kaf Alameti ( )ق.............................................................................. 95
2.2.2. Kıf Alameti ( )قف........................................................................... 100
2.2.3. Vakf-ı Mu‘anaka (∴) ..................................................................... 106
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MUSHAF TAKSİMİNİ ve HAFS RİVAYETİNE ÖZEL TİLÂVET
DURUMLARINI GÖSTEREN ALAMETLER
1. Mushaf Taksimi ............................................................................................... 115
1.1. Âyet Eksenli Taksim: Ta‘şîr / Ruku‘ Alameti ( )ع.................................. 116
1.2. Harf Eksenli Taksim: Cüz ve Hizb ........................................................ 131
1.2.1. Cüz ................................................................................................ 135
1.2.2. Hizb ............................................................................................... 141
2. Hafs Rivayetine Özel Tilâvet Durumlarını Gösteren Alametler .................. 144
2.1. Sekte ........................................................................................................ 145
2.2. İmâle ........................................................................................................ 150
2.3. İdğâm ....................................................................................................... 151
2.4. İşmâm ......................................................................................................
2.5. Teshîl .......................................................................................................
2.6. “Sâd” Harfinin Altına İlave Edilen “Sîn” Harfi ....................................
3. Tilâvet ile İlgili Diğer Bazı Alametler ...........................................................
3.1. Med ( )مدve Kasr ( )قصر...........................................................................
3.2. Vasl Nûnu ()ن
ِ ..........................................................................................
152
153
154
156
156
158
SONUÇ ............................................................................................................... 161
KAYNAKÇA ..................................................................................................... 165
8
KISALTMALAR
a.s.
b.
Bk.
DİA
h.
Hz.
İFAV
Krş.
nşr.
nu.
ö.
r.a.
s.a.v.
thk.
ts.
trc.
vb.
vd.
vr.
: Aleyhisselam
: Bin (Oğlu)
: Bakınız
: Diyanet İslâm Ansiklopedisi
: Hicrî
: Hazreti
: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları
: Karşılaştırınız
: Neşreden
: Numarası
: Ölüm tarihi
: Radıyallâhü anh/anhâ (Allah ondan razı olsun)
: Sallallahu aleyhi ve sellem
: Tahkik
: Tarihsiz
: Tercüme eden
: ve benzeri
: ve devamı
: varak
9
ÖNSÖZ
Hz. Peygamber döneminde nâzil olan âyetler vahiy katipleri aracılığıyla
yazıya geçirilmiş ve daha sonraki süreçte Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osman dönemlerinde söz konusu yazılı nüshalardan da istifade edilmek suretiyle Kur’an
âyetlerinin cem‘ edilmesi ve mushaf istinsahı faaliyetine girişilmiştir. Evvelemirde istinsah edilen mushafların nokta ve hareke gibi vahiy harici ilavelerden
hâlî olması gerektiği üzerinde durulmasına rağmen ilerleyen dönemlerde özellikle fetihlerle birlikte gayr-i arap unsurların müslüman olması neticesinde ortaya çıkan ihtiyaca binaen noktalama, harekeleme, harf-âyet-sûre eksenli bölümleme, vakf-ibtidâ ile ilgili tilâveti kolaylaştırıcı ve yönlendirici bazı ilaveler/alametler mushaflara peyderpey eklenmiştir.
Mushaflarla ilgili olarak belirtilen söz konusu vâkıadan hareketle özellikle
ülkemizdeki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaştığı
tilâveti kolaylaştırıcı ve yönlendirici mahiyette kabul edilen tüm ilavelerin/alametlerin incelenmesini hedefleyen bir çalışmanın; Kur’an okuyan, öğrenen ve öğreten kimseler için faydalı olacağı mülahaza edilmiştir. Bu itibarla
üç bölümden oluşan çalışmanın ikinci ve üçüncü bölümünde ülkemizdeki
mushaflarda tercih edilmekte olan tüm vakf alametleri, mushaf taksimini gösteren cüz ve hizb ifadeleri, Hafs rivayetine mahsus okuyuş usullerini belirten
ifadeler tespit, tasnif ve tahlil edilmiştir.
Böyle bir çalışmanın ortaya çıkması sürecinde öncelikle istifade ettiğim
tüm kıraat müellefatının kıymetli âlimlerine ve bizlere zengin kaynak eser
imkânı sunmakla birlikte huzurlu bir çalışma ortamı sağlayan Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi’ne (İSAM) medyun-i şükran olduğumu
belirtmek isterim. Eseri yayına hazırlayan Veli Aknar beye ve İlâhiyât Yayınları’nın değerli çalışanlarına da teşekkür ederim. Ayrıca küçük yaşlarda bizleri
Kur’an’la buluşturan ve bizlere Kur’an’ı sevdiren hafızlık hocalarım İsmet
10
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Aydın ile Cevdet Maşalı’ya, kendisinin rehberliğinden her daim istifade ettiğim kıymetli hocam Mehmet Emin Maşalı’ya müteşekkirim. Bu süreçte
maddî ve manevî desteklerini her zaman yanımda hissettiğim değerli eşim ve
çocuklarıma da teşekkür ederim.
Mehmet Kara
İstanbul 2023
11
GİRİŞ
Allah Teâla tarafından Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Hz. Peygamber’e gönderilen Kur’ân-ı Kerîm, okunup anlaşılabilmesi için ilk muhatapların dili üzere
tedrîcî bir şekilde nâzil olmuştur. Zira bilindiği üzere Kur’an’ın nüzûlündeki
en önemli gayelerden birisi, onun anlaşılması ve ilahî mesajının tatbik edilerek
adeta hayat bulmasıdır. Böyle bir gayenin gerçekleşmesi aynı zamanda
Kur’an’ın, mevsukiyetine halel gelmeyecek şekilde lafızlarının ve bununla beraber tilâvetinin de nâzil olduğu hal üzere muhafaza edilmesine bağlıdır. Bu
sebepledir ki Hz. Peygamber döneminde hıfz ve kitâbet usulü ile Kur’ân’ın
hiçbir değişikliğe uğramadan muhafaza edilmesi gayretleri, Hz. Ebû Bekir ve
Hz. Osmân dönemlerinde cem‘ ve istinsah faaliyetleri ile devam etmiştir.
Hz. Osmân döneminde Mekke, Basra, Kûfe, Şam gibi bazı şehirlere gönderilmek üzere1 istinsah edilen mushaflarda hareke ve nokta gibi ilavelerin
bulunmadığı bilinmektedir. İslâm coğrafyasının fetihlerle genişlediği ve özellikle gayr-i arap unsurların müslüman olmaya başladığı dönemlerde Kur’ân-ı
Kerîm’in nâzil olduğu hal üzere sahih bir tilavete göre okunması ve buna bağlı
olarak doğru anlaşılması için mushaflarda bazı düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu hassasiyetin bir neticesi olarak Kur’an tilâvetini kolaylaştıran ve
doğru okunmasını sağlayan harekeleme ve noktalama gibi bazı faaliyetlere
girişilmiştir. Bu münasebetle ilk olarak Ebu’l-Esved ed-Düelî (ö. 69/688) tarafından harf ve kelimelerin doğru seslendirilebilmesini sağlayan yani harflerin harekelerini belirten noktalar konulmuştur (naktu’l-i‘râb). Daha sonra
Nasr b. Âsım el-Leysî (ö. 89/707) veya Yahya b. Ya‘mer (ö. 118/736) tarafından yazı şekilleri birbirine benzeyen harflerin ayırt edilebilmesi için de aynı
şekilde noktalar kullanılmıştır (naktu’l-i‘câm). Nihaî olarak bu iki faaliyette
1
Muhammed Abdülazîm ez-Zürkânî, Menâhilü’l-‘irfân fî ‘ulûmi’l-Kur’ân, (Kahire: Matbaatü ‘Îsâ, 1943), 1/403-404; Muhammed Mustafa el-A‘zamî, Vahyedilişinden Derlenişine
Kur’ân Tarihi, trc. Ömer Türker, Fatih Serenli (İstanbul: İz Yayıncılık, 2014), 136-137;
Muhsin Demirci, Kur’ân Tarihi, (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları (İFAV), 2015), 159-171; Abdülhamit Birışık, Kıraat İlmi ve Tarihi, (Bursa: Emin
Yayınları, 2014), 40.
12
MUSHAFLARDA ALAMETLER
kullanılan noktaların karışmasını önlemek için ilerleyen süreçte Halil b. Ahmed (ö. 175/791) tarafından günümüzde kullanılan hareke sistemi geliştirilmiş2 ve böylece noktalar sadece benzer harflerin ayırt edilmesi için kullanılır
olmuştur. Hareke ve noktalardan sonra sükûn ve şedde için de bazı işaretler
geliştirilmiş ve bunlar da mushaflarda kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca sûre
ve âyetleri ayırıcı fasılalar da geliştirilmiş ve âyet fasılalarının içerisine daha
sonra âyet numaraları yazılmıştır. Sûre başlarında bulunan ve “Fevâtih” olarak
isimlendirilen kısımlarda da sûrenin ismi, âyet sayısı ve nâzil olduğu yer hakkında bilgiler verilerek adeta sûrenin kimliği oluşturulmuştur.3
İlâhî vahyin Hz. Peygamber’e nâzil olduğu şekliyle muhafaza edilmesi hususundaki hassasiyetin bir neticesi olarak yapılan bu düzenlemelerden birisi
de Kur’an tilâvetinde vakfa uygun olan ya da vakfa uygun olmayan yerleri
göstermek üzere geliştirilen vakf alametleridir. Nitekim Kur’an kelimelerinin
tilâvete yansıyan farklılıklarına dair rivayetleri inceleyen, okunuş keyfiyeti
gibi meseleleri konu edinen kıraat ilminin içerisinde Kur’an tilâvetinde nerede
ve nasıl vakf yapılması, tilâvete nereden ve nasıl başlanılması gerektiğinin
usullerini tayin eden vakf-ibtidâ ismi ile maruf ilmî bir disiplin teşekkül etmiştir. Bu itibarla Kur’an okuyucusuna kolaylık sağlamak üzere vakf-ibtidâ
alanında temayüz etmiş bazı âlimler tarafından her bir âyet, cümle kurgusu ve
anlam açısından detaylı bir tahlile tabi tutulmuştur. Ayrıca bazı vakf-ibtidâ
âlimleri, kendi ictihatlarına göre belirledikleri vakf türlerini gösteren bazı vakf
alametleri tayin etmişler ve bunların bir kısmı mushaflarda tercih edilmiştir.
Mesela Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî’nin (ö. 560/1164) geliştirdiği vakf
sistemi bu bağlamda günümüzde mushaflarda en çok tercih edilen bir vakf
sistemi olagelmiştir.
İslam coğrafyasının ekseriyetinde olduğu gibi Türkiye’de de hattatlar tarafından yazılmış mushaflarda ya da matbu mushaflarda esas alınan
Secâvendî’nin vakf tasnifinin, alametler üzerinden tahliline gerek duyulmuştur. İhtiyaç duyulan bu gereklilik üzerine çalışmamızda, ülkemizdeki hâlihazırda tedavülde bulunan özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanmış bazı mushaflar4 örnekliğinde mushaflarda kullanılan vakf alametleri-
2
3
4
Abdulfettâh el-Kâdî, Târihü’l-Mushafi’ş-şerîf, (Mısır: Meketebetü’l-Cündî, 1951), 46; Nihad M. Çetin, “Arap (Yazı, Dil, Edebiyat)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1991), 3/279.
Mehmet Emin Maşalı, “Mushaf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2020), 31/245.
Araştırmamız için vakfa konu olan yerleri taradığımız matbu‘ mushaflardan bazıları şunlardır:
1. Kur’ân-ı Kerîm Meâli, Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı, (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2006).
2. Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı, (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2003).
13
MUSHAFLARDA ALAMETLER
nin tespit, tasnif ve tahliline yer verilmiştir. Böylece Secâvendî’nin vakf sisteminin tercih edildiği mushaflarda vakfa konu olan yerler ve kullanılan vakf
türlerinin Secâvendî’nin tercihleri ile ne kadar uyuştuğu açıklanmış olacaktır.
Dolayısıyla Secâvendî’nin tasnifinde sarahaten yer verilmediği anlaşılan bazı
vakf alametlerinin menşei hususu da bu kapsamda yorumlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca söz konusu mushaflarda mushaf taksimi ile ilgili olarak yer verilen
“cüz” ve “hizb” ifadelerinin ve Hafs rivayetine özel tilâvet durumlarını gösteren “sekte”, “imâle”, “işmâm”, “idğâm” vb. bazı ifadelerin de tahliline yer
verilmiştir. Bu sayede ülkemizdeki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir
kimsenin karşılaşabileceği her bir alametin mahiyetinin anlaşılması hedeflenmiştir.
Araştırmanın muhtevası, ülkemizdeki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan
bir kimsenin karşılaşabileceği tüm vakf alametleri ve tilâveti ilgilendiren ve
yönlendiren diğer tüm alametlerin tespit, tasnif ve tahlili ile sınırlandırılmıştır.
Araştırmanın ilk iki bölümü özelinde bir tarafta mushaflar bulunmakta iken
diğer tarafta Secâvendî’nin vakf-ibtidâ ile ilgili olan ’İlelu’l-vukûf adlı eseri
olacaktır. Dolayısıyla mushaflardaki olgudan hareketle söz konusu alametler,
ilgili kaynaklardan istifade edilerek izah edilecektir. Ancak bu konunun öncesinde ilk bölümde girizgah sadedinde vakf-ibtidâ ilminin teorik boyutunun incelenmesi gerekli görülmüştür. Bu sebeple ilk bölümde vakf ve ibtidâ ifadelerinin sözlük ve terim anlamları, ilgili diğer bazı kavramlar, vakf-ibtidâ ilminin teşekkül süreci, konusu ve önemi, vakf-ibtidâ alanında telif edilen eserlerde tercih edilen vakf türleri gibi genel bilgilere yer verilmiştir. Böylece çalışmanın asıl konusu olan ikinci bölümün alt yapısı hazırlanmış ve buna bağlı
olarak mushaflardaki alametlerin daha kolay anlaşılması ve mukayesesi hedeflenmiştir. Ayrıca ikinci bölümde geçen bazı ifadelerin ilgili yerde dipnotta
açıklanması yerine müstakil bir bölümde açıklanmasının faydalı olacağı mülahaza edilmiştir.
İkinci bölümde, öncelikle mushaflarda vakf alametlerinin tercih edilme süreci ortaya konulmuştur. Akabinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanmış bazı mushaflardan hareketle bu mushaflarda kullanılan vakf alametleri iki başlıkta incelenmiştir. “Secâvendî’nin Tasnifinde Yer Alan Vakf
Alametleri” adlı ilk kısımda ‘İlelu’l-vukûf’ta zikri geçen vakf-ı lâzım, vakf-ı
mutlak, vakf-ı câiz, vakf-ı mücevvez, vakf-ı murahhas, vakf-ı lâ alametleri
tahlil edilmiştir. Bu alametlerin bulunduğu âyetler, her bir vakf türünün mushaftaki sayısı, vakfa konu olan yerde Secâvendî’nin belirlediği vakf gerekçesinin bulunup bulunmadığı, belirlenen vakf gerekçesini ihtiva eden yerlerin
hepsinde aynı vakf türüne işaret edilip edilmediği gibi meseleler izah edilmiştir. Secâvendî’nin tasnifinde bulunmadığı düşünülen “Kâf”, “Kıf” remizleri
3. Kur’ân-ı Kerîm, Aliyyü’l-Kârî Tarzı (Muhammed Abay Hattı ile), (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2014).
4. Kur’ân-ı Kerîm, Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar), (2015 ve 2018).
14
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ile belirtilen vakf türleri ve vakf-ı muânaka olarak bilinen vakf çeşidi
“Secâvendî’nin Tasnifinde Bulunmayan Vakf Alametleri” isimli ikinci başlıkta beyan edilmiştir.
Üçüncü bölümde ise Kur’an okuyucusunun karşılaştığı diğer alametler incelenmiştir. Bu bölümün ilk kısmında mushaf taksimine işaret etmek üzere
kullanılan alametlere değinilmiştir. Bu meyanda öncelikle âyet eksenli ve harf
eksenli mushaf taksimi açıklanmak suretiyle ta‘şîr, tahmis, cüz, hizb şeklindeki uygulamalara yer verilmiştir. Akabinde ikinci kısımda Hafs rivayetine
mahsus tilâvet usullerini belirtmek için bazı kelimelerin üstüne ya da altına
ilave edilmiş sekte, imâle, idğâm, işmâm, teshîl gibi ifadelerin izahı yapılmıştır. Son kısımda da bazı kelimelerin altına yazılmış ve yukarıdaki başlıkların
altında değerlendirilmesi uygun görülmeyen “med” ()ﻣﺪ, “kasr” ()ﻗﺼﺮ, “vasl
nunu” ( ) ِﻥgibi alametler açıklanmıştır.
15
BİRİNCİ BÖLÜM
TEORİK BOYUTUYLA VAKF-İBTİDÂ İLMİ
Vakf-ibtidâ ilminin teorik boyutunun inceleneceği bu bölümde öncelikle
vakf ve ibtidâ kelimelerinin sözlük anlamı üzerinde durulmuştur. Bununla
beraber vakf ve ibtidâ ifadelerinin, vakf-ibtidâ terminolojisinde kazanmış
olduğu terim anlamlarına değinilmiş ve böylece kavramsal çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır. Vakf-ibtidâ müellefatında bu iki kavramın yerine kullanılan farklı bazı kelimeler bahse konu edilmiş ve söz konusu ifadeler arasındaki nüanslar zikredilmiştir. Bir diğer başlıkta ise vakf-ibtidâ ilminin muhtevası, önemi ve tarihî süreçte izlemiş olduğu seyir hakkında bilgi verilmiştir. Nihâi olarak tarihî süreçte telif edilen vakf-ibtidâ müellefatındaki vakf
taksimleri ve bu taksimlere göre yapılan vakf çeşitleri tespit, tasnif ve tahlil
edilmiştir.
1. Vakf ve İbtidâ’nın Kavramsal Çerçevesi
Kur’ân-ı Kerîm tilâvetinde bir kelimenin, sonrası ile irtibatının geçici bir
süre kesilmesi5 ya da okumaya devam etmek niyetiyle bir kelimede, nefes
alma süresi kadar tilâvete ara vermeyi ifade eden “vakf” ( )ﻭﻗﻒkavramı; sözlük anlamı itibarıyla “durmak”, “durdurmak”, “duraklamak”, “ayağa kalkmak”, “ayakta durmak”, “okuyucunun bir kelime üzerinde durması” gibi
5
Nizâmuddîn Hasan b. Muhammed el-Kummî en-Nîsâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’ân ve reğâibü’lFurkân, thk. Zekeriya ‘Umeyrât (Beyrut: Dâru-l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1996), 1/44; Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed en-Nûri es-Safâkusî, Tenbîhü’l-ğâfilîn ve irşâdü’l-câhilîn ‘ammâ
yeka‘u lehüm mine’l-hatai hâle tilâvetihim li-Kitâbillâhi’l-mübîn, thk. Muhammed Şâzelî
en-Neyfûr (Tunus: Müessesâtü Abdulkerîm b. Abdillah, 1974), 128.
16
MUSHAFLARDA ALAMETLER
manaları ihtiva etmektedir.6 Kur’an’da sadece dört âyette7 geçen “vakf” lafzı
ve türevleri genel olarak “durmak” ve “durdurmak” anlamındadır. Hz. Peygamber’in tilâvetini tavsif eden bazı rivayetlerde 8 de bu anlamda kullanıldığı
görülmektedir.
Vakfın zıddı olarak kullanılan “ibtidâ” ise sözlükte “başlamak” ve “bir
şeyi ilk defa yapmak”9 anlamına gelmektedir. Kur’ân tilâveti ile ilgili olarak
kullanıldığında ibtidâ kelimesi, okumaya ilk defa başlamayı veya okuma esnasında herhangi bir sebeple ara verilen (vakf) veya nihayete erdirilen (kat‘)
tilâvete devam etmeyi belirtmektedir.
Kıraat ilminin temel meselelerinden biri sayılan vakf ve ibtidâ, Kur’an
tilâveti esnasında nefes almak için durmak ve sonrasında okumaya devam
etmek şeklinde kısaca tanımlanabilir. Bu hususta İbnu’l-Cezerî’nin (ö.
833/1429) “Vakf, Kur’ân tilâvetine tekrar devam etmek düşüncesiyle bir kelimede, nefes alma süresi kadar okuyuşu ve sesi kesmekten ibarettir.” ( ﺍﻟﻮﻗﻒ
ﺑﻨﻴﺔ ﺍﺳﺘﺌﻨﺎﻑ ﺍﻟﻘﺮ�ﺀﺓ
ﺯﻣﻨﺎ
)ﻋﺒﺎﺭ� ﻋﻦ ﻗﻄﻊ ﺍﻟﺼﻮﺕ ﻋ� ﺍ�ﻜﻠﻤﺔ10 şeklindeki
ً
ّ
ّ ًﻳﺘﻨﻔﺲ ﻓﻴﻪ ﻋﺎﺩﺓ
tarifi ise daha kapsamlı bir tanım olması (efrâdını câmi‘, ağyârını mâni‘)
hasebiyle kanaatimizce tercihe şayandır. Buna göre sözlük ve terim anlamlarını aktarmaya çalıştığımız vakf ve ibtidâ’nın, âyette murad edilen mananın anlaşılabilmesini hedefleyen ve bu sebeple özellikle bu alanda eser telif
etmiş kıraat âlimlerinin tespit ettikleri yerlerde durulması ve âyetin mefhumunun bozulmayacağı şekilde uygun yerlerden başlanılması suretiyle
Kur’ân tilâvetinin keyfiyetini belirleyen önemli bir ilim olduğu söylenebilir.
Ebû Nasr İsmail b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhah tâcü’l-lugâ ve sıhâhi’l-‘arabiyye, thk. Ahmed Abdülğafûr Attâr (Beyrut: Dâru’l-‘İlm, 1987), 4/1440; Ebu’l-Hüseyn Ahmed İbn Fâris,
Mu‘cemu Mekâyisi’l-lugâ, thk. Abdusselâm Muhammed Harun (Dâru’l-Fikr, 1979), 6/135;
Ebu’l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed er-Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât, thk. Safvan Adnan
ed-Dâvûdî (Dımaşk: Dâru-l-Kalem, 1412), 88; Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer el-Hârizmî
ez-Zemahşerî, Esâsü’l-belâğa, thk. Muhammed Bâsil ‘Uyûnu’s-Sûd (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1998), 2/350; Muhammed b. Mukrim İbn Manzûr el-İfrîkî, Lisânu’l-‘Arab,
(Beyrut: Dâru Sâdır, 1414), 9/359; Ebu’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Yakub
Fîrûzâbâdî, Kâmusu’l-muhît, thk. Mektebü Tahkiki’t-Türâs fî Müesseseti’r-Risâle (Beyrut:
y.y., 2005), 860.
7 el-En‘âm 6/27, 30; es-Sebe’ 34/31; es-Sâffât 37/24.
8 Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân ed-Dârimî, es-Sünen, thk. Hüseyn Selim Esed
ed-Dârânî (Suud-i Arabistan: Dâru’l-Muğnî, 2000), “Salat”, 69; Ebû İsa Muhammed b. İsa
et-Tirmizî, Sünenü’t-Tirmizî, thk. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf (Beyrut: Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî,
1998), “Salat” 79; Ebû Dâvûd Süleymân b. Dâvûd et-Tayâlisî, el-Müsned, thk. Muhammed
Abdulmuhsin et-Türkî (Mısır: Dâru Hicr, 1999), 1/415.
9 Cevherî, es-Sıhâh, 1/35; İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 1/26; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 33.
10 Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed İbnu’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-kıraâti’l-aşr,
thk. Muhammed Ali ed-Dabbâğ (Beyrut, 1940), 1/240.
6
17
MUSHAFLARDA ALAMETLER
2. Vakf ve İbtidâ ile İlgili Diğer Bazı Kavramlar
Kur’an tilâvetinde okumaya devam etmek niyetiyle bir kelime üzerinde
nefes alma süresi kadar tilâvete ara vermeyi ifade eden vakf kavramı ile eş
anlamlı veya yakın anlamlı olarak değerlendirilen bazı kelimeler vardır.
İbnu’l-Cezerî’nin belirttiğine göre bazı kaynaklarda mütekaddimûn ve müteahhirûn şeklinde yapılan bir tasnife göre mütekaddim dönem âlimlerinin
bir kısmı, kat’ ve sekte ifadelerini, “vakf” anlamında değerlendirmişlerdir.
Bu itibarla Ebû Cafer en-Nehhâs’ın vakf ve ibtidâ ile ilgili eserine el-Kat‘
ve’l-i’tinâf ismini seçmesi, ilk dönemlerde kat‘ ile vakfın aynı anlamda kullanılabildiğini teyit etmektedir. Müteahhir dönem âlimleri ise vakf, kat‘ ve
sekte kavramları arasında bazı farkların bulunduğu görüşündedir. Kat‘ ifadesi, tilâveti tamamen nihayete erdirip kıraatin dışındaki başka bir şeye intikal etme anlamındadır. Bu durumda tilâvete tekrar başlamak isteyen bir
kimsenin istiâze okuması gerekir. Ayrıca kat‘ sadece âyet sonlarında yapılabilir. Vakf ise bir kelimenin öncesinden veya sonrasından Kur’ân tilâvetine tekrar devam etmek düşüncesiyle o kelimede, nefes alma süresi kadar
okuyuşa ara vermektir. Buna göre âyet sonlarında veya ortalarında da gerçekleşebilen vakfta nefes alınması gerekir. Sekte ise Kur’ân tilâvetinde vakf
süresinden daha kısa bir zaman için nefes almaksızın sesi ve nefesi tutup
ardından okumaya devam etmektir.11
İbnu’l-Cezerî’nin vakf tanımında geçen “normal bir nefes alma süresi
kadar” (ً)ﻳﺘﻨﻔﺲ ﻓﻴﻪ ﻋﺎﺩﺓ
ifadesi, vakfın sekteden farklı olduğunu göstermekteّ
dir. Zira vakfın bir gerekçesinin de nefes ihtiyacı olduğu belirtilmesine rağmen sektede nefes alınmaması esastır. Ayrıca vakf tanımında geçen “tilâvete
başlama [devam etme] niyeti” ()ﺑﻨﻴﺔ ﺍﺳﺘﺌﻨﺎﻑ ﺍﻟﻘﺮ�ﺀﺓ
ifadesi, vakfın, kat‘dan
ّ
da farklı olduğunu gösteren diğer bir detaydır. 12 Zira bilindiği üzere kat’,
Kur’ân tilâvetine bir daha başlamamak, devam etmemek üzere son vermektir. Vakfta ise okuyuşa kısa süreliğine ara verdikten sonra tekrar devam etme
İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/239-240; Ebu’l-Fazl Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr b. Muhammed es-Suyûtî, el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’an, thk. Merkezü’d-Dirâsati’l-Kur’aniyye,
(Suud-i Arabistan: İslami İşler, Davet ve İrşat Bakanlığı, ts.), 2/560-561; Ebû Muhammed
Hasan b. Ali el-Ammânî, el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ
âhiri süreti’n-Nâs), thk. Muhammed b. Hamûd b. Muhammed el-Ezûrî, (Suud-i Arabistan:
Cami‘atü Ümmi’l-Kurâ, Yüksek Lisans Tezi, 1423/2002), 13-14; Demirhan Ünlü, “Vakf ve
Vakfın Hükümleri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi 9/98-99 (1970), 236. (Bu eserlerde
mütekaddimûn ve müteahhirûn ile hangi âlimlerin ve hangi dönemin kastedildiği belirtilmemiştir.)
12 Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr el-Kastallânî, Letâifu’l-işârât li fünûni’lkıraât, thk. Merkezü’d-Dirâsâti’l-Kur’aniyye, (Suud-i Arabistan: İslami İşler, Davet ve İrşat
Bakanlığı, ts.), 2/492.
11
18
MUSHAFLARDA ALAMETLER
niyeti vardır. Buna göre müteahhir dönemi âlimlerin vakf, kat‘ ve sekte terimlerini farklı kavramlar şeklinde kabul etmeleri daha makul bir yaklaşım
olarak görülebilir.
Bu değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere kat’, Kur’an tilâvetini tamamen nihayete erdirmeyi ifade eder ve buna bağlı olarak sadece âyet sonlarında gerçekleşebilir. Bu durumda tekrar Kur’an okumak isteyen bir kimsenin tilâvete istiâze ile başlaması gerekir. Vakf, bir kelimede nefes alma
süresi kadar okuyuşu ve sesi, Kur’an tilâvetine tekrar devam etmek düşüncesiyle geçici bir süre kesmektir. Sekte ise vakf süresinden daha kısa bir
zaman için nefes almaksızın sesi ve nefesi tutup ardından okumaya devam
etmeyi ifade etmektedir.13 Dolayısıyla vakf ve sekteden sonra tilâvete devam
edilirken kat’da ise okuyuş tamamen sonlandırılmaktadır. Vakf ve kat’ nefes
alarak yapılırken sektede ise nefes alınmamaktadır. 14 Kat’dan sonra tilâvete
istiâze ile başlanılması gerekirken vakf ve sekteden sonra istiâzeye gerek
yoktur. Zikredilen bu detay bilgiler vakf, kat’ ve sekte kavramlarının farklı
olduğunu göstermektedir.
Kur’an tilâvetine ilk olarak başlamayı ya da okuma esnasında yapılan
vakfın akabinde tilâvete tekrar devam etmeyi ifade eden ibtidâ ile ilintili olan
bazı kelimeler de vardır. Mesela Nehhâs’ın yukarıda aktarılan eserinin isminde geçen “i’tinâf” ifadesi veya “vasl” kavramı akla ilk gelen kelimelerdir. Bu münasebetle bir şeye yeniden başlamak veya kaldığı yerden devam
etmek anlamına gelen i’tinâf ile ibtidânın benzer anlamları muhtevi olduğu
söylenebilirse de ibtidâ, daha yaygın kullanılan bir ifadedir. Bağlama, birleştirme, bir araya getirme, ulaştırma gibi anlamlara gelen vasl ise bir kelime
veya cümleyi diğer bir kelime ya da cümleye, ses ve nefesi kesmeksizin bağlamak veya sözü meydana getiren cümleleri atıf harfi “vâv” ile birbirine atfetmektir.15 Dolayısıyla vasl, bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelimeyle birleştirilmesi manasında kullanılan bir terimdir.
3. Vakf-İbtidâ İlminin Konusu, Önemi ve Tarihi Gelişimi
Kıraat ilminin temel meselelerinden biri sayılan vakf-ibtidâ, Kur’an
tilâvetinde okuyucunun nerede ve nasıl vakf yapması, tilâvete nereden ve
nasıl başlaması gerektiğini tespit eden ve öğreten bir ilimdir. Zira okuyucunun bir sûreyi veya kıssayı ya da konuyu tek nefeste bitirmesi her zaman
Suyûtî, el-İtkân, 2/560-561.
Ammânî, el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’n-Nâs), 13-14; Ünlü, “Vakf ve Vakfın Hükümleri”, 236.
15 Muhsin Demirci, Tefsir Terimleri Sözlüğü, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2014), 328; Nihat Temel, Kıraat ve Tecvid Istılahları, (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları (İFAV) 2018), 177; Recep Koyuncu, Kıraat İlmi Takrîb Usûlü, (İstanbul: Hacıveyiszâde İlim ve Kültür Vakfı Yayınları, 2018), 174.
13
14
19
MUSHAFLARDA ALAMETLER
mümkün değildir. Ayrıca âyet içerisindeki bazı yerlerde geçici bir süre durulması ve ardından tilâvete devam edilmesi anlamın vurgulanması açısından bazen gerekli de görülebilir. Bu sebeple tilâvet esnasında vakfa uygun
olan yerlerin tayini ve okumanın da buna göre icra edilmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda bilinmektedir ki, okumaya başlamak için tercih edilen
yer (ibtidâ) ya da belirlenen durma yeri (vakf), âyetin anlamını etkilemektedir. Dolayısıyla buna göre vakf ve ibtidâ, bir yönüyle sahih bir tilâveti hedeflerken diğer taraftan anlam ihlaline yol açmayacak şekilde murad-ı
ilâhînin doğru anlaşılmasına da katkı sağlamaktadır.
Vakf-ibtidâ ilminin muhtevasının, genel bir değerlendirmeye göre iki temel konudan oluştuğu söylenebilir. Bunların ilki, kelime sonlarında resm /
hat açısından vakf veya vaslın nasıl olacağı ile ilgili iken diğeri ise âyetlerdeki vakfa ve ibtidâya uygun olan ya da uygun olmayan yerlerin / kelimelerin tespit edilmesine yöneliktir. 16 Buna göre Kur’an tilâveti ile ilgili bir bağlamda kullanılan vakf ifadesinin bu şekilde iki maksudu vardır. Birincisi,
Kur’an tilâveti esnasında durulduğunda kelimenin sonundaki harfte (mesela
müenneslik tâ’sı, iki üstünde) nasıl durulacağı ile ilgilidir. İkincisi ise çalışmamızın da mihverini oluşturan âyetlerdeki cümle kurgusunun ve anlam yapısının dikkate alınarak nerede vakf yapılması ve nereden tilâvete devam
edilmesi ile ilgilidir. Buna göre vakf-ibtidâ ilmi, Kur’an tilâvetinde nerede
ve nasıl vakf yapılması, tilâvete nereden ve nasıl başlanılması ya da devam
edilmesi meselelerini konu edinen bir ilmî disiplindir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.), Kur’an tilâvetinde vakf ve ibtidâya riayet edilmesi yönündeki uygulamalarından hareketle vakf-ibtidâ meselesinin en
azından amelî düzeyde Kur’an’ın nüzûlü döneminde var olduğu söylenebilir. Nitekim “Hz. Peygamber, rahmet âyetini okuduğunda vakf yapar, Allah’tan istekte bulunurdu. Azap âyetini okuduğu zaman ise vakf yapar, Allah’a sığınırdı.”17 hadisi, anlam eksenli bir tilâvette vakfın önemine işaret
etmektedir. Ümmü Seleme’den (ö. 20/640) nakledilen bir rivayette de Hz.
Peygamber’in Fâtiha sûresini okurken âyet sonlarında vakf yaptığı bildirilmektedir.18 Yedi harf ruhsatı ile ilgili olarak Hz. Peygamber’in, “…rahmet
âyetini azap âyeti; azap âyetini de rahmet âyeti ile bitirmeyin.” 19 şeklindeki
Ebû Bekr Muhammed b. Kasım b. Beşşar İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, thk.
Muhyiddin Abdurrahman Ramadan, (Dımaşk, 1971), 1/108-149; Ebû Amr Osman b. Saîd
ed-Dânî, el-Muktefâ fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, thk. Cemâluddin Muhammed Şeref, (Mısır:
Dâru’s-Sahâbe, 2006), 17-29; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/224 vd.
17 Dârimî, “Salat”, 69; Tirmizî, “Salat” 79; Tayâlisî, Müsned, 1/415.
18 Ebû Ya’lâ Ahmed b. Ali b. el-Müsennâ et-Temimî el-Mevsılî, el-Müsnedü Ebî Ya’lâ, thk.
Hüseyin Esed Selîm, (Dımaşk, 1984), 12/451; Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed b. İsmail
en-Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, thk. Abdurrahmân b. İbrahim el-Matrûdî, (Riyad: Dâru
Âlemi’l-Kütüb, 1992), 11-12.
19 Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn el-Beyhakî, es-Sünenü’s-sağîr, thk. Abdulmu‘tî Emîn Kal‘acî,
(Pakistan: Câmi‘atü’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye, 1989), 1/356.
16
20
MUSHAFLARDA ALAMETLER
sözleri de bu ilmin istidlali için birçok eserde nakledilmiştir. Bundan dolayıdır ki bazı kaynaklarda, cennet ve mükâfat ile cehennem ve cezayı konu
edinen âyetler arasında vakf yapılması gerektiği belirtilmiş ve vakf-ibtidâ
ilminin bizzat Hz. Peygamber tarafından öğretildiği kabul edilmiştir. 20
Kur’ân’ın tertîl ve tedebbür ile okunması yönündeki ilahî ikazlar da
tilâvetin gelişigüzel olmaması ve kıraat esnasında belli kurallara riayet edilmesinin gerekliliğini hatırlatmaktadır. Örneğin Kur’an’ın tertîl üzere okunmasına işaret eden Müzzemmil 73/4 âyetindeki “tertîl” kelimesi, Hz. Ali’ye
(r.a.) nispet edilerek “vakfları (yerlerini) bilmek ve harfleri düzgün telaffuz
etmek” ( ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺍﻟﻮﻗﻮﻑ ﻭﺗﺠﻮ�ﺪ ﺍﻟﺤﺮﻭﻑ: )ﺍﻟ�ﺗﻴﻞşeklinde beyan edilmiştir.21 Bu iti-
barla vakf ve ibtidâ, okuyucunun kıraatini disipline eden, ahenkli bir okuyuş
sergilemesini temin eden, tilâvetini süsleyen, okuyanın ve dinleyenin âyeti
anlamasını sağlayan ve farklı hükümleri anlaşılır kılan ilmî bir disiplindir.
Bu özelliği sebebiyledir ki İslâm âlimleri Kur’ân’ın nüzûlünden itibaren
vakf ve ibtidâ meselesine ciddi bir hassasiyet göstermişlerdir.
İbnu’l-Enbârî’ye göre Kur’an’ın i’rabı, manaları ve garîbi ancak vakf ve
ibtidâ bilgisi ile anlaşılabilir.22 Kur’an hakikatlerinin anlaşılabilmesi için öncelikle onun fasılalarının bilinmesi gerektiğini söyleyen Uşmûnî, bu nedenle
vakf ve ibtidâyı öğrenmenin ve öğretmenin zorunlu olduğunu söylemiştir. 23
Bu sebeple “Kur’ân âyetlerinin tilâveti esnasında, murad edilen manayı
ifade edecek şekilde vakf ve ibtidâ mahallerine riayet edilmesi kaçınılmazdır.”24 Zira vakf ve ibtidâ ilminin önemini bilmeyen, mana tamamlanmadan
vakf yapan ve okuduğunu anlamayan bir kimse, vakfa uygun olmayan bir
yerde durduğunda bazen Allah’ın kelamında murad edilen anlamı tahrif etmiş olabilir. Nitekim, bazı yerlerde vakf yapılması, anlamı değiştirdiği veya
Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 13; Dânî, el-Muktefâ, 15.
Ebu’l-Kâsım Yûsuf b. Ali el-Hüzelî, el-Kâmil fi’l-kırââti’l-‘aşr ve’l-erba‘îne’z-zâideti
‘aleyhâ, thk. Cemâl b. es-Seyyid b. Rufâî eş-Şâyib, (Mısır: Müessesetü Semâ, 2007), 93;
Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed İbnu’l-Cezerî, et-Temhîd fî ‘ilmi’tTecvîd, thk. Ğânim Kaddûrî Hamed, (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2001), 60; İbnu’l-Cezerî,
en-Neşr fi’l-kıraâti’l-aşr, 1/225; Suyûtî, el-İtkân, 2/541; Abdülfettah el-Kârî, Kavâidü’ttecvîd, (Medine: Mektebetü’d-Dâr, 1410), 107.
Vakf ve ibtidânın önemini belirtmek için kullanılan bu istidlalin isabetli olmadığını belirten
Mehmet Emin Maşalı, “tertîl” terimi ile ilgili Hz. Ali’den rivayetle aktarılan yorumun ilk
olarak Ebû Amr ed-Dânî (ö. 444/1053) ve Ebü’l-Kâsım el-Hüzelî’nin (ö. 465/1073) eserlerinde geçmesi, tecvid kavramının dördüncü asırdan itibaren kullanılması ve Şii kaynaklarda
Hz. Ali’nin böyle bir sözünün bulunmayışı gerekçeleriyle bu rivayetlere ihtiyatlı yaklaşılmasını tavsiye etmektedir. (Bk. Mehmet Emin Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat
İlmi, (Ankara: Otto Yayınları, 2016), 136-140).
22 İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 1/108.
23 Ahmed b. Muhammed el-Uşmûnî, Menâru’l-hudâ fî beyâni’l-vakfi ve’l-ibtidâ, nşr. Ebu’l‘Alâ el-‘Adevî, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ʿİlmiyye, 2002), 13.
24 Nihat Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayınları (İFAV), 2016), 45.
20
21
21
MUSHAFLARDA ALAMETLER
kasten yapıldığı takdirde inkara neden olacak şekilde mefhum değişikliğine
yol açtığı için vakf-ı kabîh ya da vakf-ı küfr (mâ lâ yecûzü’l-vakfü aleyh)
olarak isimlendirilmiştir. 25 Örneğin Mâide 5/73 âyetinde “ ٌَﻭﻣَﺎ ِﻣ ْﻦ ﺇِﻟَﻪٍ ﺇِﻻ � ﺇِﻟ َﻪ
ِ
ِ ”ﻭ
�ﺣ ٌﺪ
َ cümlesi tilâvet edilirken “ٍ”ﻭﻣَﺎ ﻣ ْﻦ ﺇِﻟَﻪ
َ ifadesinde vakf yapılması duru-
munda “(hâşâ) hiçbir ilah yoktur.” şeklinde yaratıcının inkâr edilmesi gibi
ciddi bir anlam tahrifi söz konusu olur. Bu sebeple bilerek ya da bilmeyerek
bu şekilde anlam tahrifine neden olacak şekilde vakf yapılmaması önem arz
eden bir husustur.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Kur’ân tilâvetinde uyguladığı görülen vakf ve
ibtidâ meselesine dair detaylı bilgilerin tedvin ve telifinin başlangıcı ise hicrî
ikinci asrın ilk dönemlerine kadar gitmektedir. Nitekim telifleri günümüze
ulaşmamış olsa da Dırâr b. Surad el-Kûfî (ö. 129/746) ve Şeybe b. Nisâh (ö.
130/748) gibi ilk dönem âlimleri tarafından vakf-ibtidânın ilk olarak müdevven bir ilim haline getirildiği kabul edilmektedir. Bunların akabinde vakfibtidâ ile ilgili telifler devam etmiştir. Örneğin Ebû Cafer Muhammed b.
Se‘dân ed-Darîr (ö. 231/846) el-Vakfu ve’l-ibtidâ fî Kitâbillâhi azze ve celle,
İbnu’l-Enbârî (ö. 328/939) Kitâbu Îzâhi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, Nehhâs (ö.
338/949) el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, Ebû Amr ed-Dânî (ö. 444/1052) el-Muktefâ
fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, Ebû Muhammed Hasan b. Ali el-Ammânî26 (ö.
500/1106) el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, İbnu’l-Ğazzâl (ö. 516/1122) elVakf ve’l-ibtidâ, Ebû Cafer Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî (ö.
560/1164) ‘İlelu’l-vukûf / Kitâbu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ, İbn Tahhân (ö.
560/1165) Nizâmu’l-edâ-i fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, Sehâvî (ö. 643/1246)
Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ, Nikzâvî (ö. 683/1284) el-İktidâ fî ma‘rifeti’l-vakfi ve’l-ibtidâ, Zekeriyya el-Ensârî (ö. 926/1519) el-Maksıd li telhîsi
mâ fi’l-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, Uşmûnî (ö. h.11.asır) Menâru’l-hudâ
isimli eserleri ile vakf-ibtidâ müellefatına katkı veren âlimlerden bazılarıdır.
Ayrıca Nîsâbûrî’nin (ö. 730/1329) Garâibü’l-Kur’ân ve regâibü’l-Furkân
tefsiri ile Kastallânî’nin (ö. 923/1517) kıraatle ilgili geniş hacimli Letâifü’lBu konuda örnek âyetler için Mâtürîdî’ye nispet edilen risaleye bakılabilir. Bk. Ebû Mansûr
Muhammed b. Muhammed el-Mâtürîdî, Risâle fî mâ lâ yecûzü’l-vakfü aleyhi fi’l-Kur’ân,
Süleymaniye Kütüphanesi Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi, Mehmed Âsım Bey Koleksiyonu, 705, vr. 44a, 44b.
26 Bazı eserlerde Ummânî ya da Umânî şeklinde yazılmıştır. Mesela bk. Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 30; Mustafa Karagöz, Vakf-ı Câizi Doğru Anlamak -Secâvendî’nin
Eseri ve İlgili Ayetlerin Manası Çerçevesinde-, Bilimname, 35/1 (2018), 323. Bizim tercihimiz ise Ammânî şeklinde yazılması yönündedir. Örneğin bk. Ebû Muhammed Hasan b. Ali
el-Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâ-i’s-seb‘ati ve ğayrihim min bâki’leimmeti’l-kurrâ-i ve’l-müfessirîn (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), thk. Hind bint
Mansûr b. Avn el-Abdelî, (Mekke: Câmi’atü Ümmi’l-Kurâ, Yüksek Lisans Tezi,
1423/2002), 1/28 (muhakkikten naklen); Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/494, 519; Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 147.
25
22
MUSHAFLARDA ALAMETLER
işârât’ı da vakf-ibtidâ alanında istifadeden müstağni kalınmaması gereken
önemli eserlerdir.
Zikri geçen bu eserlerde her bir müellif, öncelikle kendi ictihadına göre
vakf ve ibtidâ kriterlerini tayin etmiş ve buna göre vakf türlerini oluşturmuştur. Daha sonra mushaftaki tertip sırasına göre her bir sûreyi âyet âyet ele
alıp âyetlerdeki vakf yapmaya uygun olan ya da uygun olmayan yerlerin /
kelimelerin önüne vakf çeşidinin adını yazmak suretiyle vakf türlerini belirtmiştir. Bu eserlerin bir kısmında vakf türleri için ayrıca harf remizler de
tayin edilmiştir.
4. Vakf-İbtidâ Literatüründe Vakfın Kısımları
Kur’ân-ı Kerîm tilâvetinde okuyucunun, bir sûreyi ya da konu bütünlüğü
arz eden bir bölümü veya kıssayı tek nefeste okuması her zaman ve her yer
için mümkün olmayabilir. Bu durum, vakf ve ibtidâya uygun olan yerlerin
tayinini gerekli ve önemli kılmaktadır. Bu itibarla vakf-ibtidâ âlimleri, âyetlerdeki vakfa uygun olan yerlerin tayininde tefsir, fıkıh, kelâm, nahiv, kıraat
ilimlerinden istifade ederek tâbi olacakları bazı vakf-ibtidâ kriterleri oluşturmuştur. Buna göre âyet sonlarında veya nefesin nihayete erdiği bir yerde
ya da tilâvete konu olan âyetin anlamını gözönünde bulundurarak lafız ve
mana açısından kelamın anlaşılır olduğu bir yerde vakf yapılabileceği üzerinde durmuşlardır.27 Bu hususta her bir âlimin esas aldığı kriterin farklı olabilmesi nedeniyle vakf-ibtidâ geleneğinde genel olarak üç yaklaşımın bahse
konu edildiği görülmektedir.
Ümmü Seleme’den nakledilen rivayete göre Hz. Peygamber’in, Fâtiha
sûresini âyet sonlarında vakf yaparak okuduğu bildirilmiştir. 28 Bu rivayete
istinaden ulemanın bir kısmı, kelamın tamam olup olmamasını dikkate almaksızın her bir âyet sonunu mutlak surette vakf mahalli olarak tayin etmiştir.29 Ayrıca Hz. Peygamber’in uygulamasına tabi olunması evlâ olarak değerlendirildiği için âyet sonlarında vakf yapılması bazı âlimler tarafından
sünnet kabul edilmiştir.30
İbn Kesir (ö. 120/738) ile Hamza (ö. 156/773) gibi bazı kıraat imamlarına
göre âyetlerdeki vakf yerlerini belirleyen okuyucunun nefes durumudur. Do-
Zekeriyya b. Muhammed el-Ensârî, el-Maksıd li telhîsi mâ fi’l-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ
(Uşmûnî, Menâru’l-hudâ içinde), (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 2002), 11; Suyûtî, elİtkân, 2/559.
28 Mevsılî, Müsned, 12/451; Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 11-12.
29 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/238.
30 Mahmûd Halîl el-Husarî, Me‘âlimu’l-ihtidâi ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, (Kahire: Mektebetü’s-Sünne, 2002), 49-51; Mahmud Âdil Şevk, “Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm
dirâsetün mevdû‘iyyetün ve delâliyyetün”, Mecelletü Âfâki’s-Sekafiyyeti ve’t-Turâs, 80
(2012), 12-13.
27
23
MUSHAFLARDA ALAMETLER
layısıyla sadece nefesin tükendiği yerlerde vakf yapılması uygun olabilmektedir. Nafi‘ (ö. 169/785), Âsım (ö. 127/745) ve Kisâî’nin (ö. 189/805) diğer
bir kısım kıraat imamına göre ise âyet sonu olup olmamasına bakmaksızın
âyetlerdeki cümle kurgusunu ve anlamı esas alan bir yaklaşım içerisinde olmuşlardır.31 Bu doğrultuda lafız ve anlam irtibatına göre anlamın tamamlandığı yerleri vakf mahalli olarak tayin etmişlerdir.
Kur’an tilâvetinde vakf yerlerinin tayin edilmesinde tercih edilen mezkûr
kriterlere istinaden vakf-ibtidâ müellefatında farklı tasnifler ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda vakf türleri, araştırmamızda da tercih ettiğimiz üzere belli
bir tasnife tabi tutulacak olursa en genel haliyle üç şekilde kategorize edilebilir:
1) Kur’an okuyucusu, bazen kendi iradesine bağlı olmaksızın hâricî ve
ârızî faktörlere istinaden bazen de kendi tercihine göre vakf yapmak durumunda kalabilir. Bu itibarla nefesin yetmemesi, sesin kısılması, ezberden
okunduğu takdirde ezberin unutulması gibi okuyucunun iradesi dışındaki
bazı hâricî etkenlere bağlı olarak tilâvetin geçici bir süre durdurulması zarureti, “vakf-ı ızdırârî” olarak literatürde yer bulmuştur. Zorunlu bir sebep olmaksızın Kur’an okuyucusu bizzat kendi ihtiyarına göre vakf yapabileceği
yerleri de tayin edebilir ki buna da “vakf-ı ihtiyârî” denilmektedir. Ayrıca
bazen vakfın bir kelimede nasıl yapılması gerektiğinin talimi için (vakf-ı ihtibârî) bazen de tilâvete konu olan âyetteki kıraat vecihlerinin icrası için
(vakf-ı intizârî) vakf yapılması da mümkündür. Bu son iki vakf türü, bir yönüyle okuyucunun kendi iradesi haricindeki nedenlere bağlı olarak yaptığı
vakflar şeklinde anlaşılabilirse de vakf-ı ızdırârî’de olduğu gibi bir zorunluluk bahse konu değildir. Dolayısıyla okuyucunun kendi ihtiyarına göre belirlediği vakf yerleri olarak anlaşılması kanaatimizce daha makul bir tercih
gibi gözükmektedir. Bu değerlendirmelere göre mezkûr vakf türleri, vakf-ı
ızdırârî ve vakf-ı ihtiyârî şeklinde ikili bir tasnife tabi tutulabilir. 32 Ârızî ve
hâricî bir sebebe bağlı olarak yapılmak zorunda kalınan vakf-ı ızdırârî’nin
dışındaki diğer vakf türleri kanaatimizce vakf-ı ihtiyârî’nin kapsamı içerisinde değerlendirilebilir. Bu bağlamda okuyucunun tercihine bağlı olup olmaması bakımından vakflar, “vakf-ı ızdırârî” ve “vakf-ı ihtiyârî” şeklinde
iki kısımda da tasnif edilebilir. Bununla beraber “Vakf Yapmayı Gerektiren
Sebepler Açısından Vakfın Kısımları” isimli ilk kısımda, zikri geçen bu dört
vakf türüne ayrı ayrı yer verilecektir.
2) Vakf-ibtidâ âlimleri tarafından yapılan bir diğer tasnif, kelamın cüzleri
olan kelimelerin ya da cümlelerin kendi aralarındaki lafız ve anlam irtibatına
bağlı olarak anlamın tamam olup olmamasına göre vakf yerlerinin kategorize edilmesidir. Dikkat edildiği takdirde böyle bir tasnifte, vakf yapılmasını
31
32
İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/238.
Abdurrahman Çetin, “Vakf ve İbtidâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2012), 42/462.
24
MUSHAFLARDA ALAMETLER
zorunlu kılan hâricî bir etken söz konusu olmadığı için bu yönüyle burada
yer verilecek vakf türleri, tercihe bağlı olarak yapılan “vakf-ı ihtiyârî”nin alt
kısımları olarak değerlendirilebilir. Nitekim kelamın anlaşıldığı ve tamam
olduğu bir yerde vakf yapılmasını, “vakf-ı ihtiyârî” olarak isimlendiren
İbnu’l-Cezerî, vakfa konu olan kelimenin, kendisinden sonraki cümle ile lafız ve mana irtibatı olup olmamasına göre bu vakf türünü üç kısma ayırmaktadır. Ona göre sonrası ile lafız ve mana irtibatı olmayan bir yerde vakf yapılması, “vakf-ı tam”; sadece mana irtibatı bulunan bir yerde vakf yapılması,
“vakf-ı kâfî”; sadece lafız irtibatı olan bir yerde vakf yapılması ise “vakf-ı
hasen” olmaktadır. Hem lafız hem de mana irtibatı olan bir yerde yani kelamın tamam olmadığı bir yerde durulmasını ise “vakf-ı ızdırârî” / “vakf-ı
kabîh” olarak isimlendirmiştir.33 Böyle bir yerde zaruret olmaksızın durulmasının muteber bir vakf olmadığı ise bilinmektedir. Bu itibarla “Lafız-Anlam İrtibatı Açısından Vakfın Kısımları” isimli ikinci başlıkta, bahsi geçen
kritere göre tasnif edilen “vakf-ı tâm”, “vakf-ı kâfî”, “vakf-ı hasen”, “vakf-ı
kabîh” gibi bazı vakf türleri beyan edilecektir.
3) Son taksim ise rivayete dayalı vakf türlerini ihtiva etmesinden hareketle zikri geçen iki kısmın kapsamına girmeyeceği düşünülen vakf türlerinden oluşan bir tasniftir. “Diğer Bazı Vakf Çeşitleri” isimli bu kısımda;
“vakf-ı ğufrân”, “vakf-ı nebî”, “vakf-ı sünnî”, “vakf-ı cibrîl”, “vakf-ı münzel” gibi bazı vakf türlerine yer verilecektir.
Bu arada genel anlamda vakf-ibtidâ müellefatında ibtidâ türleri şeklinde
bir başlık açılmaması dikkat çekicidir. Zira bu tür eserlerde, vakfın uygun
olup olmadığı meselesi, sonrasının ibtidâya uygun olup olmadığı üzerinden
değerlendirilmektedir. Böylece ibtidânın uygun olup olmadığına da vakf
üzerinden işaret edilmiş olmaktadır. Bu sebepledir ki vakf-ibtidâ literatüründe genellikle vakf türlerinden bahsedilirken ibtidânın türlerine çok fazla
yer verilmemektedir. Zira tayin edilen vakf türleri aslında diğer bir yönüyle
ibtidânın da türleri şeklinde düşünülebilir. Örneğin vakf-ı tam olarak değerlendirilen bir yerin devamından ibtidâ yapılması da aynı şekilde ibtidâ-i
tam’dır. Zira lafız ve anlam irtibatının olmadığı bir yerde vakf yapılması tam
bir vakf; devamından ibtidâ yapılması da tam bir ibtidâdır. İbtidâ konusu,
aslında vakfın neticesinde ortaya çıkan bir durumdur. Dolayısıyla âlimler
tarafından vakf esas alınmış, ibtidâ ise ona bağlı ârızî bir durum olarak değerlendirilmiştir.
4.1. Vakf Yapmayı Gerektiren Sebepler Açısından Vakfın Kısımları
Kur’an tilâvetinde, konu bütünlüğüne dikkat edilerek manayı tahrif etmeden âyetlerin bazı yerlerinde durulması gerekebilir. Zira okuma esnasında
33
İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/225-230.
25
MUSHAFLARDA ALAMETLER
âyetlerde anlatılan kıssa veya herhangi bir konuyu tek nefeste tamamlamak
mümkün olmayabilir. Dolayısıyla âyetlerin bazı yerlerinde vakf yapılmasını
zorunlu kılan veya tercihe bağlı durumlar ortaya çıkabilir. Tilâvetin durdurulmasına sebep olan bu durumlar, vakfın yapılış gayesini de belirlemektedir. Bu gaye bazen zorunlu bir sebebe bazen de okuyan kişinin tercihine
bağlıdır. Bazı vakflar da bir kelimede vakfın nasıl yapılması gerektiğinin
öğretimi için bir kısmı ise kıraat imamlarının farklı okuyuş vecihlerini sergileyebilmek için yapılmaktadır.
4.1.1. Vakf-ı Izdırârî
Mecbûrî, zorunlu, kaçınılmaz, ihtiyaç duymak vb. anlamları ihtiva eden34
) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; Kur’an tilâvetinde
“ızdırârî” (
nefesin yetmemesi veya sesin kısılması, ezberin unutulması ya da herhangi
bir sebeple tilâvete devam edilememesi gibi zaruri bir duruma istinaden kelamın lafız ve mana açısından tamam olup olmadığına bakılmaksızın herhangi bir yerde yapılan zorunlu vakfa işaret etmektedir.35 Kur’an okuyucusunun tercihi dışında zorunlu olarak tilâvetin durdurulduğu yerde kelamın
anlaşılır olup olmaması önem arz eden bir husustur. Nitekim lafız ve mana
açısından kelamın tamam olmadığı bir yerde tilâvetin durdurulması vakf-ı
kabîh olarak değerlendirilmiştir.36 Âyette anlatılmak istenen manaya dikkat
edilmemesi ve anlamın tamam olmadığı yerlerde durulmasının muhtemelliği
dolayısıyla bu tür bir vakf uygun görülmese de kârînin iradesi dışında ortaya
çıkan zorunlu bir vakf olduğu için mazur görülebilir. Bu itibarla vakfa konu
olan kelimenin uygun bir vakf yeri olmaması durumunda en azından ibtidânın manayı gözeterek yapılması önerilebilir. Vakf yapılmasını zorunlu
kılan durum ortadan kalktığında vakf yapılan kelimenin sonrası ibtidâya uygun bir yer ise bu yerden; uygun olmaması durumunda ise ibtidâya uygun
olan öncesindeki bir yerden tilâvete devam edilebilir.37
4.1.2. Vakf-ı İhtiyârî
Seçmek, tercih etmek, alternatifli olmak gibi anlamlara gelen 38 “ihtiyârî”
) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; Kur’an tilâvetinde okuyucunun
(
iradesine bağlı olarak vakfa uygun olan bir yerde ya da tayin edilmiş vakf
alametlerinin bulunduğu yerlerde herhangi bir zorunluluk olmaksızın isteğe
bağlı olarak yapılan vakf türünü belirtmektedir. Okuyucunun ihtiyarına göre
İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 4/483-484; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 428.
İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/225; İsmail Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma
Kâideleri, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2007), 328; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ,
63; Temel, Kıraât ve Tecvid Istılahları, 137.
36 Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 27-28.
37 Şevk, Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 13.
38 İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 4/266; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 389.
34
35
26
MUSHAFLARDA ALAMETLER
gerçekleşen bir vakf türü olması hasebiyle tilâvete konu olan âyetin cümle
yapısı ve anlamı dikkate alınmak suretiyle vakf yapılır. Bu bağlamda vakfibtidâ’yı konu edinen eserlerde geçen “vakf” ifadesi ile genelde vakf-ı ihtiyârî’nin kastedildiği söylenebilir. Bu itibarla vakfları, ihtiyârî ve ızdırârî
şeklinde kategorize eden İbnu’l-Cezerî tilâvetin, kelamın lafzen ve mânen
tamam olduğu bir yerde durdurulmasını vakf-ı ihtiyârî olarak değerlendirmiştir. Kelam tamam olsa da vakf yapılan kelime ile sonrası arasında bazen
lafız ve mana irtibatı devam edebilir. Bu irtibatın durumuna göre vakf yerleri, farklı dereceler ve buna bağlı olarak farklı isimler altında tasnif edilmiştir.39 Bu sebeple vakf-ı ızdırârî ve vakf-ı ihtiyârî şeklindeki ikili tasnifte;
vakf-ı ihtiyârî ayrıca lafız ve anlam irtibatının keyfiyetine göre vakf-ı tam,
vakf-ı kâfi, vakf-ı hasen gibi alt kategorilere de ayrılabilmektedir.
4.1.3. Vakf-ı İhtibârî
Denemek, sınamak, imtihan etmek, tecrübe etmek gibi anlamlara gelen40
) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; Kur’an okuyan bir
“ihtibârî” (
kimsenin tilâvet bilgisinin özellikle vakf ve vasl açısından sınanması ya da
yanlış yerde yapılan bir vakfın nedeni üzerinde durulması gibi maksatlarla
yaptırılan bir vakf türünü ifade etmektedir.41 Özellikle Kur’an muallimi olan
bir kimse, öğrencisinin vakf-ibtidâ ile ilgili bilgi ve becerisini ölçmek ve
buna göre öğretim faaliyetinde bulunmak amacıyla öğrencisinden belirli bir
kelimede vakf yapmasını isteyebilir.42 Dolayısıyla vakf-ı ihtibârî, bu tür saiklerle yapılan bir vakf türüdür. Görüldüğü üzere bu vakf ameliyesi, bir diğer
ifadeyle vakf ve vasl hususunda yapılan bir imtihan faaliyetidir. Ayrıca bir
kelimede nasıl vakf yapılması gerektiğinin talimi de söz konusudur. Bundan
dolayı bu vakf türü bazı yerlerde “vakf-ı ta‘limî” olarak da isimlendirilmiştir.43
4.1.4. Vakf-ı İntizârî
Bir âyetin içerisindeki kıraat farklılıklarının kıraat imamlarına göre okunmasında farklı yöntemler izlenmektedir. Bu yöntemlerden biri de “vakfta
cem” metodudur. Vakfta cem’, vakfa uygun bir kelimenin seçilip o kelimenin olduğu yere kadar olan kısımdaki tüm kıraat vecihlerinin cem edilerek
okunmasıdır.44 Bu itibarla beklemek, durmak, bir yerde kalmak, gözetmek
İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/226.
İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 4/227; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 382.
41 İbrahim b. Saîd ed-Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât fî ‘ilmeyi’t-tecvîd ve’l-kırâât, (2004),
172; Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 328.
42 Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 64.
43 Şevk, Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 13.
44 Kıraatlerin icrâsına ilişkin usullerle ilgili detaylı bilgi için bk. Mustafa Atilla Akdemir, Kıraat
İlmi Eğitim ve Öğretim Metotları, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2005), 100-104.
39
40
27
MUSHAFLARDA ALAMETLER
gibi anlamlara gelen45 “intizârî” (
) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde;
okuyuş farklılıkları ile ilgili muhtelif rivayetleri okumak gayesiyle yapılan
vakf türüne işaret etmektedir.46
4.2. Lafız-Anlam İrtibatı Açısından Vakfın Kısımları
Kur’ân tilâvetinde âyetlerdeki vakf yerlerinin tayininde, vakfa konu olan
kelimenin, sonrası ile lafız ve mana irtibatının olup olmaması önem arz etmektedir. Bundan dolayıdır ki vakf ve ibtidânın incelendiği eserlerde âyetlerin lafız ve mana açısından tahlil edildiği ve vakf literatürünün buna göre
oluşturulduğu bir vakf sistemi yaygındır. Nitekim Ebû Amr ed-Dânî’nin benimsediği “vakf-ı tâm”, “vakf-ı kâfî”, “vakf-ı hasen”, “vakf-ı kabîh” şeklindeki dörtlü vakf tasnifinin birçok âlim tarafından kabule şayan görülmesi
böyle bir yorumu desteklemektedir. Bununla beraber her bir âlimin kendi
yorumuna göre tercihlerde bulunması nedeniyle vakf gerekçeleri farklı olabilmekte ve buna bağlı olarak vakf-ibtidâ müellefatında vakf türleri ve hükümleri, vakf terminolojisi, âyetlerdeki vakfa uygun olan veya uygun olmayan yerlerin tercihi gibi hususlarda birliktelik olmadığı da belirtilmesi gereken bir husustur. Zira vakf-ibtidâ âlimleri, vakfları muhtelif yönlerden farklı
tasniflere tabi tutmuşlar ve bu çerçevede farklı vakf türlerine yer vermişlerdir. Aşağıda arz edeceğimiz tabloda da görüleceği üzere vakfın kısımları ve
bunların isimlendirilmesi hususunda yeknesaklıktan bahsedilmesi zordur.
İnceleme imkanı bulabildiğimiz eserlerde, vakfa konu olan bir kelimenin,
cümle içerisindeki konumu ve sonrası ile lafız ve mana irtibatı dikkate alınarak vakf-ı etemm, vakf-ı kâmil, vakf-ı tâm, vakf-ı temel, vakf-ı ekfâ, vakf-ı
kâfi, vakf-ı ahsen, vakf-ı hasen, vakf-ı aslah, vakf-ı sâlih, vakf-ı mefhûm,
vakf-ı muânaka, vakf-ı lâzım, vakf-ı beyân, vakf-ı mutlak, vakf-ı câiz, vakf-ı
mücevvez, vakf-ı murahhas, vakf-ı lâ / kabîh / memnu‘,vakf-ı akbah gibi birçok vakf türü geliştirilmiştir:
45
46
İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 5/216; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 484.
Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 65.
28
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Lafız-Anlam İrtibatı Açısından Vakfın Kısımları
4
+
+
+
5
Ammânî
5
+
+
+
6
İ.Ğazzâl
4
+
+
+
7
İ.Tahhân
4
+
+
+
8
Secâvendî
6
9
Hemedânî
4
10
Sehâvî
4
11
Nikzâvî
4
12
Nîsâbûrî
6
13
İ.Cezerî
4
+
+
+
+
14
Kastallânî
5
+ +
+
+
+
15
Ensârî
8
+
+
+
16
Uşmûnî
10
+
+
+ + + + + +
+ +
17
Safâkusî
8
+
+
+ + + +
+ +
+
+
+
+ +
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
Vakf-ı Akbah
Dânî
Vakf-ı Kabîh/Memnu’
4
Vakf-ı Murahhas
+
+
Vakf-ı Mücevvez
+
Vakf-ı Câiz
+
Vakf-ı Mutlak
3
Vakf-ı Beyan
İbn Evs
Vakf-ı Lâzım
3
Vakf-ı Mefhûm
+
Vakf-ı Sâlih
+
Vakf-ı Aslah
+
Vakf-ı Hasen
4
Vakf-ı Ahsen
Nehhâs
Vakf-ı Kâfî
2
Vakf-ı Ekfâ
+
Vakf-ı Temel
3
Vakf-ı tâm
Vakf Tasnifleri
İ.Enbârî
Vakf-ı Kâmil
Vakf ve İbtidâ Âlimleri
1
Vakf-ı Etemm
Sıra Nu:
Vakfın Kısımları
+ + + + +
+
+
+
+
+
+ +
+ + + + +
+
+
+
29
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Görüldüğü üzere tabloda 19 farklı vakf türüne yer verilmiştir.47 Bunların
bir kısmı, aynı vakf türünün kendi içerisinde daha detaylı bir şekilde mertebelere ayrılması neticesinde oluşturulan vakf türleri olduğu aşağıdaki tahlillerimizde de değinilen bir husustur. Bu sebeple bahsi geçen şekildeki vakf türlerine aynı başlık altında yer verilecektir. Ayrıca bu araştırmanın ikinci bölümünde detaylı bir şekilde incelenen vakf türlerine de -tekrara düşmemek içinbu kısımda yer verilmeyecektir. Buna göre bu kısımda beyan edilecek olan
vakf türleri şunlardır: vakf-ı tam ve vakf-ı etemm, vakf-ı kâfî ve vakf-ı ekfâ,
vakf-ı hasen ve vakf-ı ahsen, vakf-ı kabîh / memnu‘ / nâkıs ve vakf-ı akbah,
vakf-ı sâlih ve vakf-ı aslah, vakf-ı kâmil, vakf-ı mefhûm, vakf-ı beyân, vakf-ı
izdivâc.
4.2.1. Vakf-ı Tam ve Vakf-ı Etemm
Vakf-ibtidâ literatüründe, vakfa konu olan yerler, sonrası ile olan lafız ve
anlam irtibatına göre derecelendirilmiş ve buna göre tam, kâfî, hasen, kabîh
47
Tablodaki müelliflerin vakf tasnifleri, tabloda vakfın kısımları bölümünde (+) işareti konularak belirtilmiştir. Her bir âlimin -tablodaki sıra numarasına göre- vakf tasnifi ile ilgili detaylı bilgi için bk:
1. İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/108, 149.
2. Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 219.
3. Veli Kayhan, “Vakf ve İbtidâ İlmi ve Kur’ân Tefsirindeki Yeri”, Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10/2 (2006), 314-315.
4. Dâni, el-Muktefâ, 18-29.
5. el-Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâ-i’s-seb‘ati ve ğayrihim min bâki’leimmeti’l-kurrâ-i ve’l-müfessirîn… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 1/2; elAmmânî, el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’n-Nâs),
55. Bazı eserlerde ise Ammânî’nin vakfları 8 kısma ayırdığı aktarılmıştır. (tam, hasen, kâfî,
sâlih, mefhûm, câiz, beyân, kabîh). Bk. Abdullah b. Muhammed en-Nikzâvî, el-İktidâ fî ma‘rifeti’l-vakfi ve’l-ibtidâ, thk. Mes‘ud Ahmed Seyyid Muhammed İlyas, (Medine: Câmi‘atü’lİslâmiyye, Doktora Tezi, 1413/1992), 1/34. Ayrıca Ammânî’nin eserini ihtisar eden Ensârî’nin
de vakfları, 8 kategoriye ayırması dikkat çekicidir. Bk. Ensârî, el-Maksıd, 15-16.
6. Ali b. Ahmed en-Nîsâbûrî İbnu’l-Ğazzâl, el-Vakf ve’l-ibtidâ, thk. Tâhir Muhammed el-Hems,
(Dımaşk: Dımaşk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2000), 134-135.
7. Ebu’l-Asbağ Abdulaziz b. Ali el-Endelûsî İbn Tahhân, Nizâmu’l-edâ-i fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, thk.
Ali Hüseyin el-Bevvâb, (Riyad: Mektebetü’l-Meârif, 1985), 28-29.
8. Ebû Abdullah Muhammed b. Tayfur es-Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, thk. Muhammed b. Abdullah b. Muhammed el-Îdî, (Riyâd: Mektebetü’r-Rüşd, 2006), 1/108 vd.
9. Karaçam, Kur’ân-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 336.
10. Ebu’l-Hasan Alemüddin Ali b. Muhammed es-Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ,
thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb, (Mekke: Mektebetü’t-Türâs, 1987), 2/563.
11. Nikzâvî, el-İktidâ, 1/190.
12. Nîsâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’ân, 1/44.
13. İbnu’l-Cezerî, et-Temhîd, 177; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-kıraâti’l-aşr, 1/225; Suyûtî, elİtkân, 2/548.
14. Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/494, 519.
15. Ensârî, el-Maksıd, 15-16.
16. Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 28.
17. Safâkusî, Tenbîhü’l-ğâfilîn, 130-131.
30
MUSHAFLARDA ALAMETLER
şeklinde vakf türleri oluşturulmuştur. Bununla beraber bazı âlimler bu dört
vakf türünün her birini de aralarındaki nüanslara göre ayrıca kendi içerisinde
mertebelendirmiştir. Mesela ulemanın bir kısmı, vakf-ı tam olarak değerlendirilen yerleri, kendi içerisinde ehemm – mühim açısından “etemm – tam”
şeklinde nitelemiştir. Bu yönüyle aslında aynı vakf türünün daha detaylı derecelendirilmesi neticesinde oluşturulan bir tasnif olduğu için bu tür yerler tek
başlık altında incelenecektir.
Kelamın tamamlandığı ve sonrası ile lafız ve anlam irtibatı bulunmayan bir
yerde vakf yapılması vakf-ı tam olarak isimlendirilmiştir. Böyle bir yerde yapılan vakfın akabinde sonrası ile tilâvete devam edilmesi de “tam ibtidâ” şeklinde nitelenmiştir. Örneğin Bakara 2/5 âyetinin sonunda muttakilerin niteliklerinin anlatımı bitmiş, devamındaki iki âyette kafirlerin vasıfları bahse konu
edilmiştir. Buna göre 5. âyetin sonunda kelamın tamamlandığı ve sonrası ile
lafız ve anlam irtibatının kalmadığı “ﻮﻥ
َ ”ﻭﺃُﻭﻟ َِﺌ
َ ﻚ ُﻫ ُﻢ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﻔﻠِ ُﺤ
َ cümlesinde vakf yapılması vakf-ı tamdır. Bu özelliği hâiz yerler âyet sonlarında olabildiği gibi bazen âyet başında ya da ortasında da olabilir.48
Bu bağlamda vakf-ı tamın da kendi içerisinde farklı mertebeleri olduğu
söylenebilir. Mesela İbnu’l-Cezerî, Fâtiha 2/5 âyetinin sonunda yapılan vakfı,
“tam” şeklinde nitelemişken 4. âyetin sonunda yapılan vakfı ise “etemm” olarak isimlendirmiştir. Bu itibarla vakfa konu olan iki yer de kelamın tamamlandığı ve sonrası ile lafız ve anlam irtibatının kalmadığı âyet sonları olması
hasebiyle vakf-ı tam mahallidir. Bununla beraber ilk âyetlerdeki üçüncü tekil
ِ ﻚ ﻳَﻮ ِﻡ
ِ ِ َ sona erip akabinde
şahıs zamiri ile olan anlatım dördüncü âyette (ﺍﻟﺪﻳ ِﻦ
ّ ْ )ﻣﺎﻟ
birinci çoğul şahıs zamiri ile anlatım başladığı için bu yerde vakf yapılması
“etemm”dir. Vakfa konu olan diğer yerin devamı ise kendisi ile aynı zamir
kipinde olduğu için buradaki vakf tercihi ise “tam”dır.49 Aslında İbnu’l-Cezerî’nin, “etemm” ifadesi ile “vakf-ı etemm” şeklinde ayrı bir vakf türünü kasِ ﻚ ﻳَﻮ ِﻡ
ِ ِ ”ﻣﺎﻟ
detmediği düşünülebilir. Kanaatimizce “ﺍﻟﺪﻳ ِﻦ
َ âyetinde kelamın lafız
ّ ْ
ve mana açısından diğer âyete göre daha bağımsız olduğunu belirtmek istemiş
olabilir. Ayrıca Uşmûnî ve Safâkusî gibi bazı âlimler de “etemm” ifadesini
kullanarak vakf-ı tam mahalli olan yerleri derecelendirmiştir.50
İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/149; Dâni, el-Muktefâ, 19-20; Uşmûnî,
Menâru’l-hudâ, 27-30; Suyûtî, el-İtkân, 2/544; Safâkusî, Tenbîhu’l-ğâfilîn, 131-134.
49 İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/227-228.
50 Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 28-30; Safâkusî, Tenbîhu’l-ğâfilîn, 131.
48
31
MUSHAFLARDA ALAMETLER
4.2.2. Vakf-ı Kâfî ve Vakf-ı Ekfâ
Yeterli, uygun, münasip, yerinde, elverişli gibi anlamlara gelen51 “kâfî”
( ) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; kelam anlaşılır olmakla birlikte vakf
yapılan yerin, sonrası ile olan anlam irtibatı devam etmekte ise bu tür yerlerde
yapılan vakfa işaret etmektedir. Buna göre vakf-ı kâfî, sonrası ile lafız açısından herhangi bir irtibatın kalmadığı, ancak bir yönüyle de olsa anlam irtibatının devam ettiği bir yerde yapılan vakftır. Örneğin Bakara 2/3 âyetinin soِ
nunda “ﻮﻥ
َ ﺎﻫ ْﻢ ﻳُ ْﻨ ِﻔ ُﻘ
َ cümlesinde vakf yapıldığı takdirde kelam anlaşılُ َ”ﻭﻣﻤ�ﺎ َﺭ َﺯ ْﻗﻨ
maktadır. Ayrıca bu âyetin, devamındaki âyetle aralarında anlam irtibatı olsa
da lafzî bir irtibat söz konusu değildir. Bu sebeple burada yapılan vakf, kâfî
bir vakftır.52 Bununla beraber vakf-ı kâfî’ye örnek olarak zikredilen yerlerin
bir kısmı için bu tanımın geçerliliği tartışılabilir. Zira bazı örneklerde anlam
irtibatının yanı sıra lafzî bir irtibatın olduğu da görülmektedir.53
Vakf-ı kâfî olarak değerlendirilen yerler de kendi içerisinde farklı mertebelere ayrılabilir. Nitekim İbnu’l-Cezerî, Uşmûnî ve Safâkusi, “kâfî”nin yanı
sıra “ekfâ” ifadesini de kullanmışlardır.54 Mesela İbnu’l-Cezerî, Bakara 2/9
ِ ifadesinde vakf yapılmasını vakf-ı kâfî şeklinde niteِ ُ”� ﻗُﻠ
âyetinde “ﺽ
ٌ ﻮ� ِ ْﻢ َﻣ َﺮ
lemiş iken devamındaki “ ”ﻓَ َﺰﺍﺩَ ُﻫ ُﻢ ﺍ�ُ َﻣ َﺮﺿًﺎifadesindeki vakf tercihini “ekfâ
ِ
minh”; âyet sonundaki “ﻮﻥ
َ ُﻴﻢ ﺑ ِ َﻤﺎ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻜ ِﺬﺑ
ٌ ﺍﺏ ﺃَﻟ
ٌ ” َﻭﻟ َُﻬ ْﻢ َﻋ َﺬcümlesindeki vakf terci-
hini ise “ekfâ minhumâ” terimi ile belirtmiştir.55 İbnu’l-Cezerî’nin tercih ettiği
“ekfâ” lafzından hareketle onun yeni bir vakf türünden bashettiği çıkarımı zordur. Zira görüldüğü üzere burada bahsi geçen durum, vakf-ı kâfînin kendi içerisinde derecelendirilmesinden ibarettir.
4.2.3. Vakf-ı Hasen ve Vakf-ı Ahsen
Vakf-ibtidâ literatüründe vakfa uygun olan yerler tayin edilirken bu yerin
sonrasının ibtidâya uygun olup olmadığı önem arz eden bir husustur. Bu bağlamda vakfa uygun olarak belirlenen bir yer diğer taraftan o yerin sonrasının
ibtidâya uygun olduğunu da göstermektedir. Kelam anlaşılır olmakla birlikte
vakfa konu olan yerin, sonrası ile lafız ve anlam irtibatı devam etmekte ise bu
İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 15/225; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 1329.
İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/227.
53 Detaylı bilgi ve örnekler için bk. Muhammed Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle
Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler – Teklifler, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2018), 33.
54 Detaylı bilgi ve örnekler için bk. İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/228; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 28,
84, 86; Safâkusî, Tenbîhu’l-ğâfilîn, 131, 134.
55 İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/228.
51
52
32
MUSHAFLARDA ALAMETLER
tür yerlerde vakf yapılması uygun olabilir. Buna rağmen devam eden lafız ve
anlam irtibatı gereği ilgili yerin sonrası ile ibtidâ uygun olmayabilir.
Bu şekilde vakfın uygun olduğu, ancak sonrası ile ibtidânın uygun olmadığı bir yerde vakf yapılması, vakf-ı hasen olarak isimlendirilmiştir. Örneğin
ِ
Fâtiha sûresinin ilk âyetinde “ِ�
� ”ﺍَ ْﻟ َﺤ ْﻤ ُﺪifadesi, anlam açısından anlaşılır ol-
duğu için vakf yapılması uygundur. Ancak sıfat-mevsûf şeklinde öncesi ile
ِ ”ﺭ
kuvvetli bir lafız ve anlam irtibatı bulunan “�
َ ﺏ ﺍ ْﻟﻌَﺎﻟ َِﻤ
ّ َ ifadesi ibtidâya uygun
değildir.56 Uşmûnî ve Safâkusî, vakf-ı hasenin de kendi içerisinde hasen – ahsen şeklinde farklı dereceleri bulunduğunu söylemiş olsalar da bu yönde bir
açıklamaya ve örneklemeye gitmemişlerdir.57
4.2.4. Vakf-ı Kabîh / Memnu‘ / Nâkıs ve Vakf-ı Akbah
Hoş olmayan, kötü, çirkin, fena vb. anlamları ihtiva eden58 “kabîh” ( )
ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; sonrası ile kuvvetli bir lafız ve anlam irtibatı bulunan bir yerde vakf yapıldığı takdirde kelamın anlaşılır olmaması ya
da anlam değişikliğinin oluşması gibi gerekçelere istinaden vakfın uygun göِ ﻚ ﻳَﻮ ِﻡ
ِ ِ ”ﻣﺎﻟ
rülmemesini ifade etmektedir. Örneğin Fâtiha sûresinde “ﺍﻟﺪﻳ ِﻦ
َ âyeْ
ّ
tindeki isim tamlamasında muzaf ile muzafun ileyhin arasını ayırmak suretiyle
59
ِ ِ ”ﻣﺎﻟ
“ﻚ
َ kelimesinde vakf yapılması kabîh olarak nitelenmiştir. Bu itibarla
âyetteki cümle kurgusuna göre vakf yerlerinin tayin edildiği vakf sisteminde
lafzın / kelamın tamamlanmadığı bir yerde yapılan vakf, nâkıs veya kabîh bir
vakf olarak isimlendirilmektedir.60
Vakf-ı kabîhin de kendi içerisinde kabîh – akbah şeklinde farklı mertebeleri vardır. Nitekim âyetlerin bazı yerlerinde zaruri bir durum haricinde vakf
yapılması Kur’an’ın anlamının tahrifine neden olabilir. Bu sebeple böyle bir
yerde yapılan vakf “akbah” (daha fazla kabîh) olarak isimlendirilmiştir.61 Örِ ”ﻭ َﻣﺎ ِﻣﻦ ﺇِﻟَﻪٍ ﺇِﻻ � ﺇِﻟ َﻪٌ َﻭ
neğin Mâide 5/73 âyetinde “�ﺣ ٌﺪ
َ cümlesi tilâvet edilirken “ َﻭ َﻣﺎ
ْ
ِ ifadesinde vakf yapılması durumunda “(hâşâ) hiçbir ilah yoktur.” şekٍ”ﻣ ْﻦ ﺇِﻟَﻪ
linde yaratıcının inkâr edilmesi gibi ciddi bir anlam tahrifi söz konusu olur.
İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/150; Dâni, el-Muktefâ, 22; İbnu’l-Cezerî, enNeşr, 1/226.
57 Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 28; Safâkusî, Tenbîhu’l-ğâfilîn, 133.
58 Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 235.
59 Daha detaylı bilgi ve örnekler için bk. İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/116150; Dâni, el-Muktefâ, 25.
60 Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/494.
61 Dâni, el-Muktefâ, 26-29.
56
33
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Bu sebeple bilerek ya da bilmeyerek bu şekilde anlam tahrifine neden olacak
şekilde vakf yapılmaması önem arz eden bir husustur.
4.2.5. Vakf-ı Sâlih ve Vakf-ı Aslah
Vakf-ibtidâ müellefatında sadece Nehhâs, Ammânî, Ensârî ve Uşmûnî’nin
vakf tasnifine dair değerlendirmeleri içerisinde zikri geçen vakf-ı sâlih ve
vakf-ı aslah ile ilgili beyan edici bir bilgiye ve bu vakf türüne dair örneklere
yer verilmemiştir.62 Bununla beraber vakf-ı mefhûm ya da vakf-ı kâfî ile aynı
vakf türü olduğuna dair bazı yorumlar yapılmıştır.63
4.2.6. Vakf-ı Kâmil
Kastallânî’nin vakf taksimi; vakf-ı kâmil ()ﻡ, vakf-ı tam ()ﺕ, vakf-ı kâfî
()ﻙ, vakf-ı hasen ( )ﺡve vakf-ı nâkıs ( )ﻥolmak üzere 5 kısımdır.64 Bu bağlamda
eksiksiz, gerekli şeyleri tam olan, yetkin, mükemmel, kusursuz vb. anlamları
ihtiva eden65 “kâmil” ( ) ifadesi Kastallânî’nin vakf taksiminde vakf-ı
tam’ın bir derece üstü olarak yer verdiği bir vakf türünü belirtmektedir. Vakf
yerlerini lafız ve anlam açısından inceleyen müellife göre lafız ya tam olur ya
da olmaz. Lafzın tam olmadığı bir yerde yapılan vakf, vakf-ı nâkıs/vakf-ı
kabîh şeklinde isimlendirilir. Eğer vakfedilen lafız tam ve kendisinden sonra
gelen kelime ile hiçbir şekilde lafız ve mana irtibatı bulunmuyor ise vakf-ı
kâmil olur. Sûre sonları veya Bakara sûresi 5. âyet sonundaki “ ﻚ ُﻫ ُﻢ
َ َﻭﺃُﻭﻟ َِﺌ
66
ﻮﻥ
َ ”ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﻔﻠِ ُﺤgibi yerlerde yapılan vakflar bu türün örneğidir. Görüldüğü üzere
vakf-ı kâmil, özellikle sûre sonlarında yapılan ve bu yönüyle vakf-ı tam’ın üst
derecesi sayılan bir vakf türüdür.67
Bk. Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 219; el-Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâi’s-seb‘ati ve ğayrihim min bâki’l-eimmeti’l-kurrâ-i ve’l-müfessirîn… (min evveli’l- kitâbi
ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 1/2; el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ
âhiri süreti’n-Nâs), 55; Ensârî, el-Maksıd, 15-16; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 28.
63 el-Ammânî, el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’nNâs), 55; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 32.
64 Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/519.
65 İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 11/598; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 1054.
66 Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/494.
67 Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 177.
62
34
MUSHAFLARDA ALAMETLER
4.2.7. Vakf-ı Mefhûm
Anlaşılır, anlaşılan, belli, kastedilmekte olan mana vb. anlamları ihtiva
eden68 “mefhûm” (
) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; vakf yapılan yerin öncesindeki anlamın/mefhumun doğru anlaşılmasını sağlayan bir vakf tü۪ َ ” َﻭﻗَ ْﻮﻟ ِ ِﻬ ْﻢ ﺍِﻧ�ﺎ ﻗَﺘَ ْﻠﻨَﺎ ﺍ ْﻟ َﻤ ۪ﺴâyerüne işaret etmektedir. Örneğin “ِۚ�ﺍ
� ﺍﺑ َﻦ َﻣ ْﺮ�َﻢَ َﺭ ُﺳﻮ َﻝ
ْ �ﻴ
َ ﻴﺢ ﻋ
ِ � ”ﺭﺳﻮ َﻝsözü ile
tinde69 “”ﻣ ْﺮ� َ َﻢ
َ kelimesinde vakf yapılmalı ve akabinde “ۚ �ﺍ
َُ
tilâvete devam edilmelidir. Zira burada vasl yapılması durumunda “ِۚ�ﺍ
� ” َﺭ ُﺳﻮ َﻝ
(Allah’ın resûlü) sözü, yahûdilerin ifadesi gibi vehmedilebilir.70 Buna göre
yahûdilerin sözü ile onlara ait olmayan bir ifadenin ayrılması ve böylece mefhumun doğru anlaşılması için yapılan bir vakf türü olduğu anlaşılmaktadır.
4.2.8. Vakf-ı Beyân
Tilâvet edilen âyette anlam açısından önemli bir detayın beyanı için yapılan bir vakftır. Bu vakf neticesinde âyetin mefhumunun daha doğru anlaşılaِ
ِ
ِ � ِ ﻟِﺘُ ْﺆ ِﻣﻨﻮ� ﺑ
bileceği kabul edilmektedir. Örneğin “ ً�َﻮﻩ ﺑُ ْﻜﺮ
ُ
ُ � ّ ِﺒ ُﺤ
ُ ﻭﻩ َﻭﺗُﻮَﻗّ ُﺮ
ُ ﺎ� َﻭﺭَ ُﺳﻮﻟ ۪ﻪ َﻭﺗُﻌَ ّﺰِ ُﺭ
َ ُ ﻭﻩ ۜ َﻭ
71
ِ
ﻴﻼ
َ kelimesinde yapılan vakfın bu tür bir vakf olduğu
َ âyetinde “ۜ ﻭﻩ
ُ ”ﻭﺗُ َﻮﻗّ ُﺮ
ً ”ﻭ� َ ۪ﺻ
belirtilmiştir. Zira burada yapılan vakf neticesinde ilk iki fiilin zamirinin mercii, Hz. Peygamber; vakfa konu olan yerin devamındaki fiilin zamirinin mercii
ise Allah olduğu beyan edilmiş olur.72 Böylece âyetin anlamı, “Allah’a ve
Resûlüne iman edesiniz, Resûlüne yardım edip saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tesbih edesiniz.” şeklinde daha doğru anlaşılmış olur. Vakf yapılması ile bu incelik beyan edilmiş olur.
4.2.9. Vakf-ı İzdivâc
Kur’ân-ı Kerîm’in bazı âyetlerinde birbirinin benzeri olan ifadeler vardır. Bu
iribarla ikilik, ikiye bölme, eşleşmek, eşlemek, benzeşmek, çift yapmak vb. an) ifadesi vakf-ibtidâ terminolojisinde; benzer
lamları ihtiva eden73 “izdivâc” (
İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 12/459; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 1146.
en-Nisâ 4/157.
70 Nikzâvî, el-İktidâ, 1/194.
71 el-Fetih 48/9.
72 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/233; Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 172; Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 338; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 95;
Yavuz Fırat, Tecvîd ve Kıraat İlmi Terimleri Sözlüğü, (İstanbul: Hacıveyiszade İlim ve Kültür Vakfı, 2018), 230.
73 İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab, 2/293; Fîrûzâbâdî, Kâmûsü’l-muhît, 192.
68
69
35
MUSHAFLARDA ALAMETLER
olan iki ifadenin ilkinde vasl yapılıp ikincisinde vakf yapılmak suretiyle gerçekleşen bir vakf türüne işaret etmektedir. Mesela Bakara sûresinin son âyetinde “ ﻟ ََﻬﺎ
ﺖ
ۜ ْ َ ” َﻣﺎ ﻛَ َﺴﺒَ ْﺖ َﻭ َﻋﻠ َ ْﻴﻬَﺎ َﻣﺎ ﺍ ْﻛﺘَ َﺴﺒifadesinde birbirinin benzeri olan iki ifadenin ikincisinde
yani “ﺖ
ۜ ْ َ ” َﻭ َﻋﻠ َ ْﻴﻬَﺎ َﻣﺎ ﺍ ْﻛﺘَ َﺴﺒcümlesinde vakf yapılması vakf-ı izdivâc olarak isimlendirilmiştir.74
4.3. Diğer Bazı Vakf Çeşitleri
Kur’an tilâvetinde okuyucunun kendi tercihine göre lafız ve anlam irtibatını da dikkate almak suretiyle kendi belirlediği yerlerde veya vakf-ibtidâ ulemasının tayin ettiği yerlerde ya da nefesinin yetmemesi gibi ârızî bir zarurete
istinaden herhangi bir yerde vakf yapması şeklinde bir teâmülün olduğu bilinmektedir. Bununla beraber Cebrâil (a.s.) veya Hz. Peygamber’e nispet edilen
rivayete dayalı vakf-ı ğufrân, vakf-ı cibrîl / münzel, vakf-ı sünnî, vakf-ı nebî
gibi isimlerle anılan bazı vakf türleri de vardır. Bu itibarla çalışmanın boyutunu da aşmamak gayesiyle detaylı bir incelemeye girmeksizin ilgili vakf türleri hususunda bilgi verilmesi uygun görülmüştür:
4.3.1. Vakf-ı Ğufrân
Hz. Peygamber’in Kur’an okurken dua ve niyaz maksadı ile af ve mağfirete nail olmak niyazıyla on yerde75 vakf yaptığı rivayet edilmiştir.76 Bu yerlerde vakf yapılması, vakf-ı ğufrân olarak isimlendirilmiştir. Hz. Peygamber’in Kur’an okurken rahmet âyetini okuduğunda vakf yapıp Allah’tan istekte bulunduğu, azap âyetini okuduğunda ise vakf yapıp Allah’a sığındığı77
yönündeki rivayet de böyle bir vakf türünü çağrıştırmaktadır.
4.3.2. Vakf-ı Cibrîl
Cebrail’in (a.s.) Hz. Peygamber’e Kur’an’ı vahyettiği esnada durduğu yerler, “vakf-ı cibrîl” veya “vakf-ı münzel” şeklinde isimlendirilmiştir.78 Cebrail’den aldığı vahyi aynı şekilde muhafaza edip sahabîlere nakletmesi hasebiyle Hz. Peygamber’in de bu yerlerde vakf yapmış olabileceği muhtemeldir.
Daha detaylı bilgi ve farklı örnekler için bk. İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/237; el-Husarî,
Me‘âlimu’l-ihtidâi ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, 168-171.
75 Maide 5/51; En’am 6/36; Secde 32/18, 18; Yasin 36/12, 30, 52, 61, 81; Mülk 67/19.
76 Detaylı bilgi ve ilgili âyetler için bk. Muhammed Sadık el-Hindî, Kunûzu eltâfi’l-Burhân fî
rumûzi evkâfi’l-Kur’ân, (Kahire, 1290), 24; Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve
Okunma Kâideleri, 337; Demirhan Ünlü, Kur’ân-ı Kerîm’in Tecvidi, (Ankara: Diyanet
Vakfı Yayınları, 2011), 159; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 92-93.
77 Dârimî, “Salat”, 69; Tirmizî, “Salat” 79; Tayâlisî, Müsned, 1/415.
78 Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 25; Temel, Kıraât ve Tecvid Istılahları, 136.
74
36
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Bundan dolayıdır ki bu vakf türü, vakf-ı nebî ya da vakf-ı sünnet olarak da
nitelenmiştir.79 Bu vakf türüne dair nakledilen vakf yerlerinin Hz. Peygamber’e nispeti ihtilaflı80 olmakla birlikte bazı kaynaklarda on âyette81 veya sekiz
âyette82 zikri geçen vakf türünün bulunduğu kaydedilmiştir.
Mesela Âl-i İmrân 3/95 âyetinde “ُ�ﺻ َﺪ َﻕ ﺍ
َ ”ﻗُ ْﻞifadesinde Cebrail’in (a.s.)
vakf yaptığı, Hz. Peygamber’in de bu hususta ona tâbi olduğu nakledilmiştir.
Bu sebeple ilgili yerde yapılan vakf, “vakf-ı cibrîl” veya “vakf-ı sünnet” olarak nitelenmiştir.83
4.3.3. Vakf-ı Nebî
Hz. Peygamber’in vakf yaptığı yerlere verilen bir isim olduğu anlaşılmaktadır.84 Bu bağlamda Hz. Peygamber’in âyet sonlarında vakf yaptığına dair
Ümmü Seleme’den nakledilen rivayete istinaden âyet sonlarında vakf yapılması da “vakf-ı nebî”85, “vakf-ı sünnet”86 gibi isimlerle nitelenmiştir. Muhammed Sâdık el-Hindî, ulemanın ekserisine göre Kur’an’da 14 yerde veya diğer
bir görüşe göre 27 yerde vakf-ı nebî olarak değerlendirilen vakf yeri olduğunu
aktarmıştır.87
Husârî, Me‘âlimu’l-ihtidâ-i ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, 12; Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 175.
80 Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 175.
81 Husârî, Me‘âlimu’l-ihtidâ-i ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, 12; Hatice Ahmed el-Müftî, elVakfu ve’l-İbtidâ inde’n-nuhât ve’l-kurrâ, (Mekke: Câmi‘atü Ümmi’l-Kurâ, Doktora Tezi,
1406/1985), 10.
82 Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 25; Ünlü, Kur’ân-ı Kerîm’in Tecvidi, 159-160; Temel, Kur’an
Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 93-94. Bu âyetler: Bakara 2/120, 276; Âl-i imran 3/7, 95; En’am
6/36, 124; Â’raf 7/187; Yasin 36/51.
83 Husârî, Me‘âlimu’l-ihtidâ-i ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ, 12; Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in
Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 337; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 93.
84 Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 337; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 94; Çetin, “Vakf ve İbtidâ”, 42/462.
85 Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ, 2/552.
86 Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 175.
87 Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 24. Bu âyetler şunlardır: Bakara 2/148, 197; Âl-i İmrân 3/7,
7, 9; Nisâ 4/40; Mâide 5/32, 48, 116, 116; En‘âm 6/19; Yûnus 10/2, 53, 53; Yûsuf 12/108;
Ra‘d 13/17, 18; Nahl 16/5, 103; Lokmân 31/13; Mü’min 40/6; Haşr 59/2; Nâziât 79/23;
Kadr 97/3, 4; Nasr 110/3; İhlas 112/1.
79
37
İKİNCİ BÖLÜM
PRATİK BOYUTUYLA VAKF-İBTİDÂ İLMİNİN
MUSHAFLARA YANSIYAN YÖNÜ:
VAKF ALAMETLERİ
Vakf-ibtidâ alanında eser telif eden bazı âlimler, vakf türlerini gösteren bir
takım harf remizler tayin etmişlerdir. Vakf-ibtidâ meselesinin işlenişi ve kategorik tasnifi açısından pratik fayda sağlayan bu uygulama, daha sonraki dönemlerde harf remizlerle vakf yerlerine ve türlerine işaret edilmek suretiyle
mushaflara yansıtılmıştır. Bu itibarla vakf-ibtidâ ilmi, tayin edilen harf remizlerin mushaflarda tercih edilmesiyle birlikte Kur’an tilâvetini yönlendirici bir
formata dönüşmüştür. Çalışmamızın bu bölümünde, Kur’an tilâvetini yönlendiren söz konusu vakf alametlerinin mushaflarda tercih edilme sürecine değinilmiş ve akabinde günümüzde okunmakta olan bazı mushaflarda esas alınan
vakf-ibtidâ gelenekleri incelenmiştir. Son başlıkta ise Secâvendî’nin vakf sisteminin tercih edildiği Türkiye Mushaflarında kullanılmakta olan vakf alametlerinin detaylı tahliline yer verimiştir.
1. Vakf Alametlerinin Mushaflarda Tercih Edilme Süreci
Kur’ân-ı Kerîm’in sahih bir şekilde okunmasını temin eden düzenlemelerden birisi de vakf yapılması uygun olan ya da uygun olmayan yerlere konulan
vakf alametleridir. İlk dönemlerden itibaren sahih bir Kur’an tilâveti için nerede ve nasıl vakf yapılması gerektiğini konu edinen ciddi bir müellefatın
oluştuğu bilinmektedir. Bu çerçevede ilerleyen dönemlerde bazı âlimler, kendilerinden önce kaleme alınmış eserlerdeki ilgili verileri, daha pratik hale getirmek için özellikle lafız-mana irtibatını dikkate alarak vakf yapmaya uygun
olan ya da uygun olmayan yerleri tayin etmiş ve akabinde bu yerleri kendi
içerisinde tasnif edip bunlar için ayrıca alametler / semboller geliştirmişlerdir.
38
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Zira vakfa uygun olan yerleri tespit etmek, ciddi bir dil birikiminin yanı sıra
tefsir ilmine vâkıf olmayı da gerektirdiği için okuyucuya kolaylık sağlamak
üzere tarihî süreç içerisinde vakf alametlerinin geliştirilmesi ve bu alametlerin
mushaflarda kullanılması yönünde bir ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Daha sonra bu
vakf alametleri, hattatların yazdığı ya da matbaa yolu ile basılan mushaflarda
tercih edilir olmuştur. İslam coğrafyasındaki mushafların ekseriyetinde en çok
tercih edilen ve müslümanlar tarafından ciddi bir hüsnü kabul gören
Secâvendî’nin vakf sistemi bunun güzel bir örneğidir.
Vakfa uygun olan ya da uygun olmayan yerleri göstermek üzere geliştirilen
harf alametlerinin mushaflarda ne zaman kullanılmaya başladığı hususunda
net bir tespit mümkün gözükmemektedir. Hicrî dördüncü asır ulemasından
Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Evs el-Mukrî’nin (ö. 341/952); tam
vakf, kâfi vakf, hasen-i hafîf vakf olarak belirlediği üçlü vakf tasnifi için sırasıyla ()ﻡ, ()ﻙ, ( )ﺡharflerini remiz olarak tayin ettiği belirtilmiştir.88 Buna göre
vakf türlerinin harf alametlerle gösterilmesi faaliyetinin hicrî dördüncü asırda
uygulandığı görülmektedir. Zikri geçen vakf alametlerinin o dönemin mushaflarında kullanılıp kullanılmadığı belli değildir. Bu bağlamda ilerleyen dönemlerde Secâvendî’nin oluşturduğu vakf sistemi üzerinden şöhret bulan vakf alametlerinin ise müellifin yaşadığı bir dönem olan hicrî altıncı asırda mushaflara
konulmaya başladığı nakledilmiştir.89
Bu arada Libya, Cezayir, Tunus gibi bazı ülkelerin bulunduğu Mağrib bölgesindeki bazı mushaflarda Ebû Abdullah Muhammed b. Ebî Cum‘a elHebtî’nin (ö. 930/1523) vakf sistemi tercih edilmiştir.90 Bununla ilgili olarak
çağdaş araştırmacılardan Müsâid et-Tayyâr, onun vakf sisteminin tercih edildiği ve Hebtî’den hemen sonraki bir dönem olduğu anlaşılan hicrî 968 tarihli
bir mushaf gördüğünü kaydetmiştir. Ayrıca Ali el-Kârî’nin (ö. 1014/1605)
kendi döneminde, Secâvendî’nin vakf sisteminin esas alındığı ve vakf alametlerinin kullanıldığı mushafların var olduğuna dair sözünü nakletmiştir.
Tayyâr’a göre Secâvendî’nin vakf sistemi, Hebtî’nin sisteminden daha önce
mushaflarda tatbik edilmiştir.91
Kayhan, “Vakf ve İbtidâ İlmi ve Kur’ân Tefsirindeki Yeri”, 327.
Mustafa Karagöz, “Ayetlerdeki Durak Yerlerinin Manaya Etkisi (el-Bakara Sûresi 96. Âyet
Örneği)”, Bilimname, 21/2 (2011), 202.
90 Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Cum‘a el-Hebtî’nin (ö. 930/1523) ihdas ettiği bir vakf sis-
88
89
temidir. Bu sistemde vakf alameti olarak sadece “ ”ﺻﻪalameti tercih edilmiştir. Vakf-ı kabîh
için herhangi bir vakf alameti tayin edilmemiştir. Detaylı bilgi için bk. Mushafü’l-Cemâhiriyye, Libya Uluslararası İslamî Davet Cemiyeti, (Libya, 1989), s. ﻁ.
91
Müsâid et-Tayyâr, Vukûfü’l-Kur’ân ve eseruhâ fi’t-tefsîr dirâsâtün nazariyyetün me‘a tatbîki
‘ale’l-vakfi’l-lâzım ve’l-mute‘ânik ve’l-memnu‘, (Medine, 1431), 249-250.
39
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Bu noktada zikri geçen müelliflerin oluşturduğu vakf sistemi ve alametlerinin kendilerinden sonraki bir zamanda mushaflarda kullanılmaya başlayabileceği hakikatinden hareketle vakf alametlerinin en erken hicrî dört ya da altıncı asır sonrasında mushaflarda yer bulmaya başladığı yorumu yapılabilir.
Bu arada Secâvendî’nin vakf tasnifi, kendisinden sonra geliştirilen yeni sembollerin dahi onun sistemi içerisinde yer alarak bugün dünyada basılan mushafların çoğunluğunda tatbik edilen bir vakf sistemi olmuştur.92 Bundan dolayıdır ki mushaflardaki vakf alametleri özellikle ülkemizde aynı zamanda
“Secâvend” ismi ile anılmaktadır.
Vakf-ibtidâ ilminin pratiğe yansıması şeklinde değerlendirdiğimiz vakf
alametlerinin mushaflardaki tarihî seyrini net olarak ortaya koyamasak da en
erken hicrî altıncı ya da yedinci asırla birlikte mushaflarda varlık kazanmaya
başladığını söyleyebiliriz. Bilindiği üzere vakf-ibtidâ meselesini inceleyen
eserlerden birisi esas alınmak suretiyle vakfa konu olan yerlerin ve vakf türlerini sembolize eden alametlerin tayin edilmesi yoluna gidilmiştir. Buna bağlı
olarak tayin edilen vakf yerleri ve kullanılan vakf alametleri, tercih edilen kaynak esere göre farklı olabildiği için mushaflar arasında bu konuda yeknesaklıktan bahsedilmesi zordur. Nitekim inceleme imkânı bulabildiğimiz kadîm ve
çağdaş bazı mushaflar üzerinden meseleyi tetkik ettiğimizde hem vakf alametlerinin ne zaman kullanılmaya başlandığı hem de vakfa konu olan yerlerin ve
tercih edilen alametlerin mushaflardaki farklılığı daha açık bir şekilde görülebilir:
Hz. Osmân’a nispet edilen “Topkapı Mushafı”93 ile Hz. Ali’ye nispet edilen “San‘a Mushafı”94 isimli erken dönem mushaflarında herhangi bir vakf
alameti bulunmamaktadır. Hicrî dört ve beşinci asırlarda yaşayan İbnu’lBevvâb’ın (ö. 413/1022) mushafında ise genelde âyet sonlarında bazı yerlerde
de âyet içerisinde “cezm” işaretine benzeyen işaretlere rastlanılmaktadır. “Bu
yönüyle sonraki dönemlerde mushaflarda kullanılmaya başlayan durak işaretlerine (secâvendlere) benzer bir fonksiyona sahip oldukları söylenebilir.”95
Bununla beraber vakf türlerinin harflerle gösterilmesi şeklinde bir vakf sistemi
ise söz konusu değildir. Yâkût el-Musta‘sımî (ö. 698/1299) tarafından
688/1289 yılında yazıldığı belirtilen mushafta da herhangi bir vakf alameti
bulunmamaktadır.
Veli Kayhan, “Doğru Okuma Bağlamında Mushafa İşaret Konulması İ’câm ve Sonrası”, Bilimname, 12/1 (2007), 125, 136.
93 Tayyar Altıkulaç, Hz. Osman’a İzafe Edilen Mushaf-ı Şerif (Topkapı Sarayı Müzesi Nüshası),
(İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA), 2007).
94 UNESCO Memory of the World’ Program-San’a Manuscripts CD (Qur’anic Manuscripts),
https://archive.org/stream/SanaManuscripts-unesscoCdImages/SanaManuscriptsUnesscoCd_djvu.txt, 12.01.2018.
95 Betül Özdirek, İbnü’l-Bevvâb Mushafı ve İmlâ Yapısı, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007), 43.
92
40
MUSHAFLARDA ALAMETLER
İnceleyebildiğimiz kadarıyla erken dönem mushaflarında günümüzdeki
yaygın şekliyle harflerle gösterilen bir vakf sisteminin olmadığı görülmektedir. Daha sonraki dönemlere ait ulaşabildiğimiz bazı mushaflarda ise birçok
vakf türüne ve alametine yer verilmiştir. Örneğin Mustafa b. Abdullah elHâtemî96 tarafından 1032/1622 yılında yazılan mushafta ( , ﻙ, ﺹ, ﻻ, ﻁ, ﺕ, ﺝ
ﻗﻒ, ﻕ, ﻡ, ﺯ, ﺵ, ﻉ, )ﺽşeklinde birçok vakf alametinin olduğu görülmektedir.
Ferağ kaydına göre 1128/1715 yılında yazıldığı anlaşılan Yûsuf es-Saydefî’nin mushafında da tespit edebildiğimiz kadarıyla beş vakf alameti ( ﻁ, ﺝ
ﻻ, ﻗﻒ, ﺹ,) bulunmaktadır. Bu iki mushafta, tercih edilen mezkûr vakf ala-
metlerini beyan eden herhangi bir malumat olmadığı için hangi vakf sisteminin esas alındığı ya da bu alametlerin maksudunun ne olduğu tam olarak bilinmemektedir. Buna rağmen Secâvendî’nin, vakf türlerini göstermek üzere
tayin ettiği bazı harflerin de bulunmasından hareketle onun vakf sisteminden
ilham alınarak bazı vakf alametlerinin geliştirildiği ve kullanıldığı düşünülebilir.
Hattat Hafız Muhammed b. Kâsım’ın 1037/1627’de, Hattat Hafız
Osmân’ın (ö. 1110/1698) 1094/1682’de, Hattat Hasan Âşıkî’nin
1268/1851’de yazdığı anlaşılan incelediğimiz bazı mushaflarda da
Secâvendî’nin vakf sisteminin tercih edildiği görülmektedir.
Daha sonraki dönemlerde Kur’ân-ı Kerîm’in matbaalarda basılmasının uygun olup olmadığı ve baskı esnasında resm-i Osmânî’yi esas almanın gerekliliği üzerinde ciddi tartışmalar yaşanmıştır. Böylece resm-i Osmânî hassasiyeti
de göz önünde bulundurularak matbaa yolu ile yeni mushaflar basılmaya başlanmıştır. Nitekim İslâm dünyasında ilk matbu mushaf Kırım’da 1187/1773,
Kazan’da 1218/1803, Hindistan’da 1267/1850, Mısır’da 1281/1864, İstanbul’da ise 1288/1871 yılında basılmıştır.97 Bu itibarla matbuat döneminde öne
çıkan bazı mushaflar üzerinden tercih edilen vakf sistemleri ve vakf alametleri
değerlendirilmeye devam edilecektir:
Resm-i Osmânî esas alınmak suretiyle Rıdvan b. Muhammed el-Muhallilâtî (ö. 1311/1893) tarafından yazılan ve Mısır’da Behiyye matbaasında basılan 1896 tarihli “Muhallilâtî Mushafı”nda Zekeriyya el-Ensârî’nin (ö.
926/1519) vakf sistemi tercih edilmiştir.98 Buna göre kullanılan vakf türleri ve
Mushafın ferağ kaydına göre Mustafa b. Abdullah el-Hâtemî ismi ile maruf hattatın, 1614
yılında vefat eden Sadrazam Nasûh Paşa (ö. 1023/1614) döneminde yaşadığı anlaşılmaktadır.
97 Maşalı, “Mushaf”, 246; Mahmut Gündüz, “İlk Kur’ân-ı Kerim Basmaları”, Diyanet İşleri
Başkanlığı Dergisi, 13//1 (1974), 7-9.
98 Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân, 249-250.
96
41
MUSHAFLARDA ALAMETLER
alametleri ise şu şekildedir: Vakf-ı kâfi ()ﻙ, vakf-ı hasen ()ﺡ, vakf-ı câiz ()ﺝ,
vakf-ı sâlih ()ﺹ, vakf-ı mefhûm ( )ﻡve vakf-ı tâm (’)ﺕdır.99 İncelemelerimize
göre Ensârî’nin vakf tasnifinde bu altı vakf türüne ilave olarak “vakf-ı beyân”
ile “vakf-ı kabîh” de bulunmasına rağmen ilgili mushafta bunlara yer verilmediği anlaşılmaktadır.
Mısır kralı I. Fuad (ö. 1936) döneminde reîsü’l-kurrâ Muhammed b. Ali b.
Halef el-Haddâd (ö. 1358/1939) başkanlığındaki bir heyet tarafından Muhallilâtî mushafının geliştirilmiş baskısı olan “Haddâd Mushafı” hazırlanmıştır.
Bu mushaftaki vakf yerleri ve alametleri ise heyetin başkanı el-Haddâd tarafından tefsir ulemasının işaret ettiği anlam tercihlerine göre tayin edilmiştir.100
Bu itibarla mushafta üç vakf türüne altı alamet ile işaret edilmiştir: a) Vakf-ı
lâzım için ()ﻡ, b) Vakf-ı memnû‘ için ( )ﻻalameti tercih edilmiştir. c) Vakf-ı câiz
için vakf evlâ (�)ﻗ, vasl evlâ (�)ﺻ, vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olduğunu
belirten vakf-ı câiz ()ﺝ, iki farklı i‘rab ve anlam ihtimaline istinaden vakf ve
vaslın (vakf-vasl) ya da vasl ve vakfın (vasl-vakf) yapılabileceğini belirten ve
iki yerde bulunan piramit şeklindeki vakf-ı mu‘ânaka (∴) olarak dört alamet
tayin edilmiştir.101 Buna göre tercih edilen vakf türleri ve alametlerinin, bahsi
geçen iki mushafta da farklı olduğu görülmektedir. Bu arada Mısır, Irak, Suriye ve Suud-i Arabistan gibi bazı ülkelerin, mushaf neşrinde Haddâd mushafını esas aldığı belirtilmektedir.102
Abdulaziz b. el-Fettâh el-Kârî başkanlığındaki görevli bir heyet tarafından
Haddâd mushafındaki vakf yerleri tekrar gözden geçirilmiş, heyetçe doğru kabul edilenler aynen bırakılmış, diğerlerinde ise değişikliğe gidilmiştir. Bu doğrultuda Haddâd mushafının imlası esas alınmak suretiyle hicrî 1405 yılında
Suûd-i Arabistan’da “Medine Mushafı” ismi ile maruf yeni bir mushaf hazırlanmıştır.103 Bu mushafta vakf-ı lâzım ()ﻡ, vakf evlâ (�)ﻗ, vasl evlâ (�)ﺻ, vakf-
Kâdî, Târihü’l-Mushafi’ş-şerîf, 59-60; Şevk, Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 12.
Bk. Mushaf-ı Şerîf (Haddâd Mushafı), (Mısır, 1342/1923), s. ﻭ.
101 Bk. Mushaf-ı Şerîf (Haddâd Mushafı), s. ﻥ, ;ﺱKâdî, Târihü’l-Mushafi’ş-şerîf, 61-62; Nikzâvî, el-İktidâ, 1/59; Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 144.
102 Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân, 251; Muhammed Abay, “Mushaf İmlasında Ali el-Kârî Tarzı Meselesi”, Usûl: İslam Araştırmaları, 23 (2015), s.19.
103 Abdulazîz b. Abdülfettâh el-Kârî, et-Takrîrü’l-‘ilmiyyu ‘an Mushafi’l-Medineti’n-nebeviyye, (Medine: Müccemmâ Melik Fahd li tıbâ’atil-Mushafi’ş-Şerif, 1406), 51.
99
100
42
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ı câiz ( )ﺝve vakf-ı mu‘ânaka (∴) şeklinde beş vakf türü ve alameti bulunmaktadır.104 Dolayısıyla vakf-ı lâ ( )ﻻalametine yer verilmemiştir. Bu itibarla
Haddâd mushafı ile Medine mushafı arasında vakf yerleri ve alametleri açısından bazı farklılıkların olduğu belirtilmelidir.105
Görüldüğü üzere Muhallilâtî mushafında Ensârî’nin vakf sistemi tercih
edilmiştir. Haddâd mushafı ile Medine mushafında ise hangi vakf sisteminin
esas alındığı belirtilmemiştir. Bununla beraber Secâvendî’nin vakf sisteminde
yer alan bazı vakf türlerinin ve alametlerinin kısmen bulunduğu görülmektedir. Nitekim iki mushafta da vakf-ı lâzım ( )ﻡve vakf-ı câiz ( )ﺝalametlerine yer
verilmesi, Haddâd mushafında ayrıca vakf-ı lâ ( )ﻻalametinin de bulunması
böyle bir kanaati teyit etmektedir. Bu münasebetle mezkûr iki mushafta,
Secâvendî’den mülhem farklı bir vakf sisteminin geliştirildiği ve kullanıldığı
düşünülebilir.
Bahsi geçen iki mushafta tercih edilen vakf sisteminin dayanağı hususunda
Muhammed Sadık el-Hindî’nin (ö. 1290/1873) Künûzu eltâfi’l-Burhân’ı kanaatimizce dikkate alınması gereken bir eserdir. Bu bağlamda Hindî’nin özellikle vakf-ı câiz ile ilgili takdirleri tetkike değerdir. Zira müellif, vakf-ı câiz’i,
“birinin diğerine tercihi olmaksızın vakf ve vaslın müsavi olması” şeklinde
açıklamış ve akabinde ﻗِﻴ َﻞlafzı ile nakletmesinden de anlaşılacağı üzere zayıf
bir görüş sadedinde bu vakf türünde “vakfın evlâ” olduğunu -Secâvendî’nin
böyle bir bilgi zikretmediğini de ilave ederek- aktarmıştır. Ayrıca vakf-ı
câiz’in alt kategorileri sayılabilecek “vasl evlâ (�”)ﺻ, “vakf evlâ (� ”)ﻗve iki
farklı i‘rab ve anlam ihtimaline istinaden vakf ve vaslın ya da vasl ve vakfın
yapılabileceğini belirten ve iki yerde bulunan piramit şeklindeki “vakf-ı
mu‘ânaka (∴)” alameti gibi diğer bazı vakf türlerinden bahsetmiştir.106
Bu değerlendirmelere göre Hindî, Secâvendî’nin tek bir vakf türü olarak
tayin ettiği vakf-ı câiz’in farklı mertebelerini belirten bazı vakf türleri ve alametleri geliştirmiştir. Aslında geliştirilen her bir vakf türünün, Secâvendî’nin
vakf sisteminde karşılığının olduğu görülmektedir. Zira Secâvendî’nin vakf-ı
câiz olarak tayin ettiği yerlerdeki değerlendirmelerine bakıldığında bazı yerlerde vakf yapılması evlâ iken diğer bazı yerlerde ise vasl yapılması evlâ olabilmektedir. Ayrıca bazen de vakf ya da vasl yapılmasının hükmü müsavi olabilmektedir. Dolayısıyla Hindî’nin, Secâvendî’nin vakf sisteminden ilham
Bk. Mushaf-ı Şerîf, (Medine Mushafı), (Medine, 1423/2002), s. ﻝ.
“Medine Mushafı” ile “Haddâd Mushafı” arasındaki vakf yerleri farklılıkları için bk. Kârî,
et-Takrîrü’l-‘ilmiyyu, 50-53; Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân, 251.
106 Hindî, Kunûzu eltâfi’l-Burhân, 19-23.
104
105
43
MUSHAFLARDA ALAMETLER
alarak vakf-ı câiz’i mertebelere ayırdığı ve böylece vakf türleri ve alametleri
geliştirdiği düşünülebilir. Bu itibarla muhtemelen Hindî’nin etkisi ile107
Haddâd mushafı108 ile Medine mushafında109 da vakf-ı câiz; vakf evlâ (�)ﻗ,
vasl evlâ (�)ﺻ, vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olduğunu belirten vakf-ı câiz
()ﺝ, i‘rab ve anlam tercihine göre vasl-vakf veya vakf-vasl ihtimalini gösteren
vakf-ı mu‘ânaka (∴) şeklinde dört vakf türü ve alameti ile revize edilmiştir.
Libya, Cezayir gibi bazı Kuzey Afrika ülkelerinin mushaflarında ise daha
önce de ifade edildiği üzere Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Cum‘a elHebtî’nin (ö. 930/1523) vakf sistemi kullanılmaktadır. Örneğin İmam
Nâfî‘nin birinci ravisi olan Verş rivayetine göre Muhammed b. Saîd Şerîfî tarafından 1398/1978’de yazılan ve 1405/1984’te basılan “Cezayir Mushafı”
ismi ile ma‘ruf mushafta110 ve Nâfî‘nin diğer ravisi olan Kâlûn rivayetine göre
yazılan “Libya Mushafı”nda diğer mağrib bölgelerinde olduğu gibi Hebtî’nin
vakf sistemi tercih edilmiştir. Bu sistemde, vakfa uygun olan yerleri gösteren
107
108
Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 144 (113 no’lu dipnot).
Mısır kralı I. Fuad (ö. 1936), “Muhallilâtî Mushafı” olarak bilinen mushafın daha kaliteli bir
şekilde basılması için dönemin Mısır reîsü’l-kurrâsı Muhammed b. Ali b. Halef el-Hüseynî
el-Haddâd (ö. 1358/1939) başkanlığında bir heyet oluşturmuş ve bu heyet tarafından
“Haddâd Mushafı” yazılmıştır. Mushafta 3 vakf türüne 6 remiz ile işaret edilmiştir: 1) Vakfı lâzım için ()ﻡ, 2) Vakf-ı memnû‘ için ( )ﻻalameti tercih edilmiştir. 3) Vakf-ı câiz için ise vakf
evlâ (�)ﻗ, vasl evlâ (� )ﺻve vakf ve vasl’ın eşit düzeyde câiz olduğunu belirten vakf-ı câiz
()ﺝ, i‘rab ve anlam tercihine göre vasl-vakf veya vakf-vasl ihtimalini gösteren vakf-ı
mu‘ânaka (∴) şeklinde dört remiz tayin edilmiştir. Bk. Mushaf-ı Şerîf (Haddâd Mushafı), s.
ﻥ, ;ﺱel-Kâdî, Tarihu’l-Mushafı’ş-Şerif, 61-62; Nikzâvî, el-İktidâ, 1/59; Maşalı, Tarihi ve
109
Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 144.
Abdulaziz b. el-Fettâh el-Kârî başkanlığındaki görevli bir heyet tarafından “Haddad mushafı”ndaki vakf yerleri tekrar gözden geçirilmiş, heyetçe doğru kabul edilenler aynen bırakılmış, diğerlerinde ise değişikliğe gidilmiştir. Bu doğrultuda Haddad mushafı esas alınarak
hicrî 1405 yılında “Medine Mushafı” hazırlanmıştır. Bk. el-Kârî, et-Takrîru’l-ilmiyyu, 51.
Mushafta vakf-ı memnû‘ ( )ﻻharicinde Haddad mushafındaki 5 vakf alameti; vakf-ı lâzım ()ﻡ,
vakf evlâ (�)ﻗ, vasl evlâ (�)ﺻ, vakf-ı câiz ( )ﺝve vakf-ı mu‘ânaka (∴) tercih edilmiştir. Bk.
Mushaf-ı Şerîf, (Medine Mushafı), (Medine, 1423), s. ﻝ.
110
Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân, 252.
44
MUSHAFLARDA ALAMETLER
bir alamet olarak sadece “ ”ﺻﻪalameti tercih edilmiştir. Bunun haricinde örneğin vakfa uygun olmayan yerleri gösteren başka bir alametin tayinine gidilmemiştir.111 Bu sistemde 9944 tane “ ”ﺻﻪalameti kullanıldığı belirtilmiştir.112
Görüldüğü üzere vakf-ibtidâ meselesinin pratik boyutu olan vakf alametlerinin mushaflarda ne zaman kullanılmaya başladığı tam olarak tespit edilememiştir. Bununla beraber hicrî altı ya da yedinci asırla birlikte başladığına
dair yorumlar yapılabilmektedir. İnceleme imkânı bulabildiğimiz farklı dönemlere ait kadîm ve çağdaş bazı mushafların özellikle ilk dönemlere ait olanlarında vakf alametlerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Daha sonraki dönemlerde kullanılmaya başlanan vakf sistemleri ise tercih edilen kaynak esere göre
hem vakfa konu olan yerler hem de belirlenen vakf alametleri açısından farklıdır. Ayrıca aynı kaynak eserin esas alınması durumunda dahi mushaflardaki
vakf yerleri ve alametleri farklı olabilmektedir.
Günümüzde basımı gerçekleşen mushaflardaki vakf sistemleri ile ilgili genel bir değerlendirme yapılacak olursa İslam coğrafyasında iki vakf sisteminin
öne çıktığı görülmektedir. Libya, Tunus, Cezayir gibi bazı Kuzey Afrika ülkelerinin mushaflarında Hebtî’nin vakf sistemi ve belirlediği tek vakf alameti
olan ( )ﺻﻪalameti tercih edilmektedir. İslam âleminin ekseriyetinde ise
Secâvendî’nin vakf sistemi içerisinde yer bulan vakf türleri ve tayin ettiği alametler bazı cüz’î farklılıklar bulunmakla beraber Türkiye, Pakistan, Hindistan,
Suûd-i Arabistan, Suriye, Mısır, Kuveyt gibi birçok ülkenin mushafında kabul
görmüştür.
Bu çalışmanın çerçevesi, daha önce de ifade edildiği üzere ülkemizdeki
mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği tüm vakf
alametleri ve tilâveti yönlendiren diğer alametlerin tahlili ile sınırlı olacaktır.
Bu sebeple Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan veya onaylanan
mushaflarda tercih edilen vakf sisteminin kurucusu Ebû Abdillah Muhammed
b. Tayfûr es-Secâvendî hakkında kısaca bilgi verildikten sonra bu mushaflarda
bulunan ve tilâveti ilgilendiren diğer her bir alametin tahliline imkân verilecektir.
2. Türkiye’deki Mushaflarda Tercih Edilen Vakf Alametleri
Ülkemizde hattatlar tarafından yazılan veya matbaalar aracılığıyla yayımlanan mushaflarda Ebû Abdillah Muhammed b. Tayfûr el-Gaznevî es-
111
112
Mushafu’l-Cemâhiriyye, Libya Uluslararası İslamî Davet Cemiyeti, (Libya, 1989), s. ﻁ.
Nikzâvî, el-İktidâ, 1/58 (muhakkikin verdiği bilgidir).
45
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Secâvendî’nin vakf tasnifi üzerinden vakf alametlerine yer verilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, vakf yerleri ve alametleri hususunda Abdülkâdir b.
Muhammed el-Antâkî’nin 1133/1720 tarihinde yazdığı ve Meclis-i Huffâz
âzâlarından Zeyrek Camii Hatibi Hafız Hüseyin Efendi tarafından kuruma bırakılan “Tayfûr 1” ve Muhammed Arif b. Ahmed el-Mûnisî’nin 1228/1813
tarihinde yazdığı ve Meclis-i Huffâz âzâlarından Hulûsi Efendi tarafından kuruma bırakılan “Tayfûr 2” isimli iki eseri esas almaktadır. Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanlığı’nın113 da ülkemizde yayımlanan mushafları,
“Resm-i Osmânî” veya “Aliyyu’l-Kârî” imlâsı ve Secâvendî’nin vakf sistemi
yönünden incelediği kabul edilmektedir.114
Yukarıda zikri geçen “Tayfûr 1” ve “Tayfûr 2” isimleri ile maruf iki risale
incelendiği takdirde bunların, Secâvendî’nin ‘İlelu’l-vukûf adı ile neşredilen
eserinin tıpkı yazımı şeklinde iki eser olduğu görülmektedir. Bu sebeple mushaflardaki vakf alametlerinin tahlili sürecinde ‘İlelu’l-vukûf eksenli bir değerlendirme yapılacaktır.
İslam âleminin ekseriyetinde mushaflarda kabul gören böyle bir vakf sisteminin kurucusu olan Secâvendî’nin hayatı hakkında maalesef kaynaklarda
çok bilgi bulunmamaktadır. Secâvendî nisbesinden hareketle Kâbil ile Gazne
şehirleri arasında bulunan Segâvend adlı bir köyde doğmuş olabileceği115 veya
Gaznevî nisbesi bağlamında kendisinin, Horasan ve Hindistan sınırındaki günümüzde Afganistan’ın doğusunda Kâbil’in güneyinde bulunan Gazne’li olması da muhtemel görülmüştür. Secâvendî, Abbâsîler döneminde beşinci asır
Türkiye’deki matbu‘ mushafları denetleyen “Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanlığı”, ilk olarak 1892 yılında “Heyet-i Tedkîk-i Mesâhife ve Müellefât-i Şer’iyye Meclisi”
ismi ile kurulmuştur. Bk. Ayhan Işık, “Tedkîk-i Mesâhif-i Şerîfe ve Müellefât-ı Şer‘iyye
Dairesi Defterleri ile Taş Baskı Kur’ân-ı Kerîm’ler”, Din ve Hayat: İstanbul Müftülüğü Dergisi, 2 (2007), 135. Daha sonra 2010 yılında “Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu” şeklinde isim değişikliğine gidilen ve Diyanet İşleri Başkanlı’na bağlı bir birim olarak görev
yapan bu kurul, şu anda bir başkan ve on iki üye olmak üzere on üç kişiden oluşmaktadır.
Bk. https://mushaflariinceleme.diyanet.gov.tr/sayfa/53/tanitim, 12.08.2022.
114 Kurulun, “Yurt içinde yayınlanacak olan Mushafların, cüzlerin, mealli Mushafların ve tefsirlerdeki âyetlerin hüsnü hattını muhafaza etmek, Basıma hazırlanan Kur’ân-ı Kerim’lerin
“Resm-i Osmani” veya “Aliyy’ül Kârî “hatlarına uygun olmasını, aynı şekilde Bilgisayar
ortamında hazırlanan Kuran-ı Kerim’lerin bu doğrultuda basılmasını ve yayınlanmasını
sağlamak…” gibi sorumluluklarına değinilmiştir. Bk. https://mushaflariinceleme.diyanet.gov.tr/sayfa/53/tanitim, 12.08.2022.
Anlaşıldığı kadarıyla yayımlanmak üzere olan mushafların imlâsını inceleme yetkisi bulunan
kurulun vakf yerleri ve işaretlerine yönelik görevinin olup olmadığına dair bilgi verilmemektedir. Basım öncesinde mushafların hangi vakf sistemini kullanacağı veya vakf işaretlerinin yerlerinin belirlenmesi hususunda, hattatların, matbaaların veya yayınevlerinin izlemesi gereken bir usulden de bahsedilmemektedir. Ülkemiz mushaflarında her ne kadar
Secâvendî’nin vakf sistemi yaygın olarak uygulanıyor ise de kanaatimizce mushaf basımının
gerek imlâ gerekse vakf sistemi açısından kontrolünü sağlayan daha etkin merkezî bir denetimin ve yönlendirmenin olması gerektiği söylenebilir.
115 Tayyar Altıkulaç, “Secâvendî, Muhammed b. Tayfûr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2009), 36/268.
113
46
MUSHAFLARDA ALAMETLER
sonlarında ve altıncı asır ortalarında yaşamış nahivci, müfessir, mukrî olarak
bilinen büyük bir âlimdir.116
‘Aynu’l-meʿânî fî tefsîri’s-sebʿi’l-mes̱ânî117 isimli tefsirin de müellifi olan
Secâvendî, aynı zamanda vakf ve ibtidâ alanında telif ettiği Kitâbu’l-vakfi
ve’l-ibtidâ ve ‘İlelu’l-vukûf isimleri ile neşredilen iki kıymetli eserin de müellifidir. Bu yönüyle tefsir ve özellikle kıraat alanında iz bırakmış bir âlim olduğu söylenebilir. Secâvendî’ye nispet edilen vakf ve ibtidâ ile ilgili olan bu
iki eserin ilki, Muhsin Hâşim Derviş tarafından diğeri ise ilerleyen dönemlerde Muhammed b. Abdullah el-Îdî tarafından neşredilmiştir. Bu iki eser mukayese edildiğinde aynı eserin iki farklı neşri olduğu görülmektedir. Bu itibarla araştırmamızda, daha kapsamlı ve son telif olan ‘İlelu’l-vukûf eksenli bir
tahlil yapılması uygun görülmüştür.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf’ta öncelikle kendi belirlediği kriterlere göre
vakfa konu olan yerleri; vakf-ı lâzım ()ﻡ, vakf-ı mutlak ()ﻁ, vakf-ı câiz ()ﺝ,
vakf-ı mücevvez ()ﺯ, vakf-ı murahhas ()ﺹ, vakf-ı lâ ( )ﻻşeklinde kategorize
etmiştir. Daha sonra sûre tertibine göre her bir âyeti, lafız ve anlam irtibatına
göre i‘rap açısından detaylı bir tahlile tabi tutmuştur. Bu tahlile göre âyetlerde
vakfa uygun olan ya da uygun olmayan yerleri belirlemiş ve akabinde tayin
ettiği mezkûr vakf alametlerini kullanmak suretiyle ilgili yerdeki vakf türüne
işaret etmiştir.
Secâvendî’nin vakf sistemini tercih eden Türkiye’deki mushaflarda da
onun yer verdiği vakf alametlerinin mushafa genel anlamda aynen yansıtıldığı
söylenebilir. Bununla beraber söz konusu mushaflarda Secâvendî’nin sistemindeki vakf-ı lâzım, vakf-ı mutlak, vakf-ı câiz, vakf-ı murahhas, vakf-ı mücevvez ve vakf-ı lâ şeklindeki altı vakf alametine ilave olarak “Kâf (”)ﻕ, “Kıf
(”)ﻗﻒ, “Ayn ( ”)ﻉharfleri ile işaretlenen ve “vakf-ı mu‘ânaka (∴)” olarak bilinen farklı vakf alametleri de bulunmaktadır. Daha önce de ifade edildiği üzere
bu araştırmanın hedefi, mushaflardaki vakf alametleri ve tilâveti ilgilendiren
diğer alametlerin tespit ve tahlili olduğu için bu mushaflarda var olan her bir
alamete yer verilecektir. Bu itibarla yukarıdaki mezkûr sıralamaya göre her
bir vakf türü hakkında hangi yerde ve kaç yerde geçtiği, neyi ifade ettiği gibi
detaylı bir malumat verilmesi hedeflenmektedir.
Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed İbnu’l-Cezerî, Ğâyetu’n-nihâye fî tabakâti’l-kurrâ, (Kahire: Mektebetü İbn Teymiyye, 1351), 2/157; Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf,
1/43-44 (muhakkik mukaddimesi).
117 Ebû Cafer Muhammed b. Tayfûr es-Secâvendî, ‘Aynü’l-meânî fî tefsîri seb’i’l-mesânî, Süleymaniye Kütüphanesi Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi, Fazıl Ahmed Paşa Koleksiyonu,
nu. 34 Fa 109.
116
47
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Çalışmanın asıl konusunu oluşturan bu bölüm iki başlığı ihtiva etmektedir.
“Secâvendî’nin Tasnifinde Yer Alan Vakf Alametleri” isimli ilk başlıkta söz
konusu vakf sisteminin kaynak eseri olan ‘İlelu’l-vukûf’ta saraheten yer verilen vakf-ı lâzım, vakf-ı mutlak, vakf-ı câiz, vakf-ı mücevvez, vakf-ı murahhas
ve vakf-ı lâ’dan oluşan altı vakf türü tahlil edilecektir. “Secâvendî’nin Tasnifinde Bulunmayan Vakf Alametleri” isimli ikinci başlıkta Secâvendî’nin vakf
tasnifinde olmadığı düşünülen “Kâf (”)ﻕ, “Kıf (”)ﻗﻒ, “Ayn ( ”)ﻉalametleri ile
“vakf-ı mu‘ânaka (∴)” hakkında bilgi verilecektir.
2.1. Secâvendî’nin Tasnifinde Yer Alan Vakf Alametleri
Secâvendî’nin İlelu’l-vukûf adlı eserinde kuvvet derecesine göre vakf türlerini kategorize edip sûre tertibine göre âyetlerin ilgili yerlerinde işaret ettiği
altı vakf türünün inceleneceği bu kısımda vakf-ı lâzım ()ﻡ, vakf-ı mutlak ()ﻁ,
vakf-ı câiz ()ﺝ, vakf-ı mücevvez ()ﺯ, vakf-ı murahhas ()ﺹ, vakf-ı lâ ( )ﻻisimli
vakf türlerinin Türkiye Mushafları üzerinden tespiti ve tahlili yapılmıştır.
2.1.1. Vakf-ı Lâzım ()ﻡ118
Kur’an tilâveti ile ilgili olarak kullanılan “vakf” kavramı, okumaya devam
etmek niyetiyle bir kelimede, nefes alma süresi kadar tilâvete ara vermeyi ve
böylece tilâvetin geçici bir süre durdurulmasını ifade etmektedir. “Le-zi-me”
( )ﻟﺰﻡfiilinin ism-i fâil kipindeki “lâzım” ( )ﻻﺯﻡkelimesinin ise zorunlu, gerekli,
zarûri, ayrılmaz gibi anlamları vardır.119 Buradan hareketle vakf-ı lâzım’ın,
Kur’an tilâvetinde riayet edilmesi gereken bir vakf türüne işaret ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Secâvendî’nin ifadesiyle vakf-ı lâzım, “vasl yapılması durumunda anlamın değişeceği gerekçesiyle vakfın zorunlu olması ( ﻣﺎ ﻟﻮ ُﻭﺻﻞ
”)ﻃﺮﻓﺎﻩ ﻏُ ّ ِ� ﺍﻟﻤﺮ�ﻡ ﻭ ُﺷ ّ ِﻨﻊ ﻣﻌ� ﺍ�ﻜﻼﻡ120 şeklinde tarif edilmiş ve alamet olarak “mîm”
Bu kısmın telifinde yazarın, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım isimli doktora tezinden
istifade edilmiştir. Bk. Mehmet Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, (İstanbul:
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2020).
119 Cevherî, es-Sıhah, 5/2029; Zemahşerî, Esâsü’l-belâğa, 2/179; İbn Manzûr, Lisânu’l-’Arab,
12/541.
120 Ebû Abdullah Muhammed b. Tayfur es-Secâvendî, Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, thk. Muhsin
Haşim Derviş, (Ürdün: Dâru’l-Menâhic, 2001), 105.
118
48
MUSHAFLARDA ALAMETLER
( )ﻡharfi tayin edilmiştir.121 Buna göre vakf-ı lâzım, kelamın tamamlandığı bir
yerde vasl yapılması durumunda âyetin i‘rabının ve buna bağlı olarak anlamının değişmesi veya farklı bir mana tevehhümünün oluşması gibi gerekçelerle
vakfın zorunlu addedilmesi şeklinde anlaşılabilir.
Vakf-ı lâzım alameti ( )ﻡbulunan bir yerde vasl yapılmaması gerektiğini
belirtmek için “haram” veya vakfın zorunluluğuna işaret etmek için “vacip”
gibi farklı ifadeler de tercih edilmiştir. Bununla beraber her bir âlimin kendi
ictihadına göre tayin ettiği vakf yerlerinin şer’î manada “haram” veya “vaِ َﻭﻟ َْﻴ َﺲ
cip”e konu edilmediği izahtan varestedir. İbnu’l-Cezerî’nin, � ﺍ ْﻟ ُﻘ ْﺮ� ِﻥ ِﻣ ْﻦ
ِ ٍ 122 şeklindeki manzûm ifadesi de Kur’ân’da vacip
ﺐ
ْ َﻭ ْﻗﻒ ﻳَﺠ
ْ َ� َﻣﺎ ﻟ َﻪُ َﺳﺒ
ُ ْ َﺐ َﻭﻻ َ َﺣﺮَ�ﻡٌ ﻏ
veya haram olarak nitelenen bir vakfın bulunmadığını veciz bir şekilde belirtmektedir. Buna göre ıstılâhî bir terkip olan vakf-ı lâzım’daki luzûm ifadesi,
vucûb-u sınâî veya vucûb-u tertîlî olarak anlaşılmalıdır.123 Dolayısıyla vakfibtidâ literatüründe geçen vucûbiyet ifadesi, şer‘î ve fıkhî bir anlam taşımamaktadır.124 Kur’an’ın mesajını, bilerek ve isteyerek tahrif edecek şekilde yapılan vakflar veya bir kelimenin ikiye bölünmesi şeklinde ya da iki kelime
olduğu halde Mushaf imlâsı açısından tek kelime olarak kabul edilen kelimelerin bölünmesine yol açan vakflar ise muteber görülmemelidir. Bunun dışında herhangi bir sebeple uygun olan her kelimede vakf yapılması mümkündür.
Kur’an tilâvetinde âyetin cümle yapısı ve anlamının değişmemesi için vakf
yapılması gerektiği düşünülen yerlerde tercih edilen vakf-ı lâzım ( )ﻡalametlerinin bulunduğu âyetler ve bunların sayısı mushaflara göre farklılık arz etmektedir. Nitekim Secâvendî’nin telif ettiği vakf-ibtidâ eserlerinde ve onun vakf
tasnifini tercih eden Türkiye, Hindistan, Pakistan, Mısır, Suûd-i Arabistan,
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169.
Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed İbnü’l-Cezerî, el-Mukaddime fîmâ yecibü ‘alâ kârii’l-Kur’âni en ye‘lemehû, thk. Eymen Rüşdî Süveyd, (Suud-i Arabistan: Dâru
Nûri’l-Mektebât, 2006), 8; İbnu’l-Cezerî, Manzûmetü Tayyibeti’n-Neşr fi’l-kırââti’l-aşr,
thk. Eymen Rüşdî Süveyd, (Suriye: Mektebetü İbni’l-Cezerî, 2012), 10.
123 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/232; Muhammed Tâhir İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, (Tunus:
Dâru’t-Tûnisiyye, 1984), 1/83; Husârî, Me‘âlimu’l-ihtidâ-i ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ,
15; Husârî, Ahkâmu kıraati’l-Kur’ani’l-kerîm, (Mekke: Dâru’l-Besâiri’l-İslamiyye, 1417),
251-255; Ünlü, Kur’ân-ı Kerîm’in Tecvidi, 156; Karaçam, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve
Okunma Kâideleri, 320, 334; üleyman et-Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’an, 179, 270, 271; Sıtkı
Gülle, Açıklamalı Örnekleriyle Tecvid İlmi, (İstanbul: Huzur Yayınları, 2005), 438.
124 Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 47.
121
122
49
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Kuveyt gibi ülkelerin mushaflarında böyle bir tespitin yansıması görülebilmektedir.125 Bu araştırmanın muhtevası Türkiye’de basılan mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği vakf alametleri ile sınırlı
olduğu için bu çerçevede sadece Secâvendî’nin vakf-ibtidâ ile ilgili eserleri ve
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan bazı mushaflar özelinde bir
inceleme yapılacaktır.
Secâvendî’nin vakf-ibtidâ’ya dair telif ettiği ve Muhsin Haşim Derviş’in
neşrettiği Kitabu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ’da 84 tane vakf-ı lâzım’a işaret edilmiş
iken Muhammed b. Abdullah el-Îdî tarafından neşredilen ve muhtemelen aynı
eserin diğer bir tahkiki olan ‘İlelu’l-vukûf’ta 88 adet vakf-ı lâzım bulunmaktadır.126 Secâvendî’nin vakf sistemini tercih eden Türkiye’deki mushaflarda
ise tespit edebildiğimiz kadarıyla 33 tanesi âyet sonunda 50 tanesi âyet içerisinde olmak üzere toplam 83 tane vakf-ı lâzım alameti vardır.127 Dolayısıyla
ülkemiz mushaflarında, ‘İlelu’l-vukûf’taki 88 vakf-ı lâzım’ın hepsine yer verilmemiştir.128
Türkiye’deki mushaflarda bulunan 83 vakf-ı lâzım, vasl yapılması neticesinde âyette oluşan i‘rab ve anlam değişikliğine göre kategorize edildiğinde
şöyle bir tablo ile karşılaşılır: Vakfa konu olan bir kelimede vasl yapıldığı
takdirde bu kelime ve sonrası arasında oluşması muhtemel sıfat-mevsûf irtibatına istinaden 24, bedel-mübdelün minh nedeniyle 1, fiil-mefûl gerekçesiyle 1,
kavlin mekûlü sebebiyle 12, ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh irtibatına binaen 7, zarf ve
müteallakı ya da harf-i cer ve müteallakı nedeniyle 27, şart-cevap sebebiyle
7, hâl-zü’l-hâl gerekçesiyle 3, mübtedâ-haber nedeniyle 1 tane vakf-ı lâzım
Krş. Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 220 (Ek 1: Bazı Vakf-İbtidâ Eserlerinde
Vakf-ı Lâzımlar), 222 (Ek 2: Mushaflarda ve Bazı Vakf-İbtidâ Eserlerinde Vakf-ı Lâzımlar),
226 (Ek 3: Bazı Mushaf ve Vakf-İbtidâ Eserlerinde Vakf-ı Lâzım’a Konu Olan Diğer Âyetler).
126 ‘İlelu’l-vukûf’ta; A’râf 7/148, Tevbe 9/19, Ra’d 13/2, Lokmân 31/10, Duhân 44/54, Ahkâf
46/21 âyetlerinde vakf-ı lâzım olduğu belirtilmesine (Bk. Secâvendî, İlelü’l-vukûf, 2/515,
546, 611, 806, 3/932, 943.) rağmen Kitabu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ’da A’râf 7/148, Duhân 44/54
125
ve Ahkâf 46/21’de vakf-ı mutlak alameti ( )ﻁtercih edilmiş (Bk. Secâvendî, Kitâbu’l-Vakfi
ve’l-ibtidâ, 210, 396, 402); Tevbe 9/19, Ra’d 13/2 ve Lokmân 31/10’da ise herhangi bir vakf
türüne yer verilmemiştir (Bk. Secâvendî, Kitâbu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ, 222, 240, 338.). Bununla beraber ‘İlelu’l-vukûf’ta vakf-ı lâzım alameti bulunmayan Tevbe 9/81 ve Şems 91/10
âyetlerinde de vakf-ı lâzım alametine yer verilmiştir (Bk. Secâvendî, Kitâbu’l-Vakfi ve’libtidâ, 224, 495.).
127 Bk. Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 41-43 (Tablo 2: Türkiye’deki Mushaflarda Vakf-ı Lâzım Alameti Bulunan Âyetler). Bununla beraber bazı eserlerde 84 vakf-ı
lâzım’dan bahsedilmiştir. Bk. Ünlü, Kur’ân-ı Kerîm’in Tecvidi, 156; Karaçam, Kur’ân-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri, 334.
128 Türkiye’deki mushaflarda, ‘İlelu’l-vukûf’ta vakf-ı lâzım’a konu edilen Ra’d 13/2, Meryem
19/39, Lokmân 31/10, Duhân 44/54, Ahkâf 46/21 âyetlerinde vakf-ı lâzım alametine yer
verilmemiştir.
50
MUSHAFLARDA ALAMETLER
alametine yer verilmiştir.129 Bu yerlerin i‘râbu’l-Kur’ân, kıraat ve tefsir açısından incelenmesi neticesinde buralarda serdedilen vakf gerekçesi, “kelamın
tamamlandığı bir yerde vasl yapılması durumunda âyetin i‘rabının ve buna
bağlı olarak mefhumunun değişmesi veya farklı bir mana tevehhümünün oluşması” şeklinde özetlenebilir. Bu gerekçeyi ihtiva eden bazı âyetlerin incelenmesi üzerinden vakf-ı lâzım ile ilgili genel bir kanaate ulaşılmaya çalışılacaktır.
2.1.1.1. Sıfat-Mevsûf Nedeniyle Yapılan Bazı Vakf-ı Lâzımlar
Kur’an tilâvetinde bazı yerlerde vasl yapıldığı takdirde âyetin cümle yapısının ve anlamının değişebileceği gerekçesi ileri sürülerek bu tür yerlerde vakf
yapılması zorunlu addedilmiştir. Zira bu yerlerin bir kısmında vasl yapılması
neticesinde vakfa konu olan kelime ile sonrasındaki ifade arasında sıfatmevsûf irtibatı oluşabilir. Âyetin anlamı üzerinde de etkisi bulunan böyle bir
i‘rab değişikliği nedeniyle bu tür yerlerde vasl yapılması uygun görülmemiştir. Aksine vakf yapılması zorunlu addedilmiş ve bu gereklilik mushaflarda
vakf-ı lâzım alameti ( )ﻡile gösterilmiştir. Bu gerekçeye istinaden Türkiye’deki
mushaflarda 24 tane vakf-ı lâzım alameti bulunmaktadır.130 Bakara sûresinin
253. âyetindeki vakf-ı lâzım alameti bunlardan birisidir:
۪
ﺍﺑ َﻦ َﻣ ْﺮ� َ َﻢ
� َﺍﻟﺮ ُﺳ ُﻞ ﻓ
َ ﺗ ِ ْﻠ
� ﺾ ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ َﻣ ْﻦ ﻛَﻠ َ�ﻢ
� ﻚ
َ ﺍ�ُ َﻭ َﺭﻓَﻊَ ﺑ َ ْﻌ
َ ﻀ ْﻠﻨَﺎ ﺑ َ ْﻌ
ۜ ٍ ﻀ ُﻬ ْﻢ ﺩَ َﺭ َﺟ
ْ �ﻴ
ۢ ٍ ﻀ ُﻬ ْﻢ َﻋ ٰ� ﺑ َ ْﻌ
َ ﺎﺕ َﻭ�ٰﺗ َ ْﻴﻨَﺎ ﻋ
ِ َ“ ﺍ ْﻟﺒَ ِﻴﻨPeygamberlerin bir kısmını, diğer bir kısmından üsِ
ِ ُ َ ﺎﺕ َﻭ�َﻳ � ْﺪﻧ
﴾ﺱ
ۜ ﺎﻩ ﺑ ُﺮﻭ ِﺡ ﺍ ْﻟ ُﻘ ُﺪ
ّ
tün kıldık. Allah, onların içerisinden kimisiyle konuşmuş, bazılarını da derecelerle yükseltmiştir…”131 âyetinde peygamberlerin kendi aralarındaki üstünlük ve derece farklılığına değinilmiştir. Bunun beyanı sadedinde “Allah’ın
(Hz. Mûsâ ile) konuşması”, “Hz. Îsâ’ya bazı delillerin verilmesi ve onun
‘Rûhü’l-kudüs’ ile desteklenmesi” gibi bazı ifadelere yer verilmiştir. Dolayısıyla Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ, Hz. Muhammed gibi bazı peygamberlerin, diğer peygamberlerden üstün kılındığı anlatılmıştır.
Bu âyette “ﺾ
� َ ”ﻓve “ُ�ﺍ
� َ ” ِﻣ ْﻨﻬُ ْﻢ َﻣ ْﻦ ﻛَﻠ �ﻢcümleleri vasl yapılarak
َ ﻀ ْﻠﻨَﺎ ﺑ َ ْﻌ
ۢ ٍ ﻀﻬُ ْﻢ َﻋ ٰ� ﺑ َ ْﻌ
birlikte tilâvet edilirse “ُ�ﺍ
� َ ” ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ َﻣ ْﻦ ﻛَﻠ �ﻢcümlesi, öncesindeki “ ”ﺑ َ ْﻌ ٍﺾkelimesinin
sıfatı olarak vehmedilebilir. Böyle bir i‘rab değişikliği ise “Peygamberlerin
bazısını, Allah ile konuşmuş ve Allah’ın derecelerle yükseltmiş olduğu bazısından üstün kıldık…” şeklinde anlam değişikliğine neden olabilir. Az önce
Bu gerekçelerin kategorik tasnifi için bk. Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 44
(Tablo 3: Türkiye’deki Mushaflarda Bulunan Vakf-ı Lâzımların Gerekçeleri).
130 Bakara 2/8, 26, 145, 253; Nisâ 4/171; Mâide 5/51; En‘âm 6/20; A’râf 7/73, 148; Tevbe 9/19,
67, 71; Hûd 11/20, 61; Meryem 19/86; Mü’minûn 23/19; Kasas 28/88; Yâsîn 36/52; Mü’min
40/6, 62; Vâkıa 55/2; Nâziât 79/9; Ğâşiye 88/12; Beled 90/5.
131 el-Bakara 2/253.
129
51
MUSHAFLARDA ALAMETLER
de ifade edildiği üzere âyette, Hz. Mûsâ’nın diğer peygamberlerden üstün kılındığı -mufaddalün ‘alâ ğayrihi- belirtildiği halde vasl neticesinde oluşması
muhtemel sıfat-mevsuf takdirinde diğer peygamberlerin, Hz. Mûsâ’dan üstün
kılındığı -mufaddalün ‘aleyh ğayruhu- bahse konu edilmektedir. Bu gerekçeye istinaden özellikle i‘rab ve anlam değişikliğinin oluşmaması için anılan
yerde vakfın zorunlu olduğunu belirtmek için vakf-ı lâzım alameti tercih edilmiştir.132
Bahsi geçen vakf gerekçesi, detaylı bir i‘rab tahlili yapıldığı takdirde ancak
fark edilebilir. Dolayısıyla bu şekilde detay bir i‘rap takdirine istinaden vaslın
uygun olmadığı yönündeki bir kanaatin yerine vakfın tercihe şayan olduğunu
belirten ihtiyatlı bir yoruma gidilebilir. Bu bağlamda belirtilen gerekçeyi ihtiva etmesine rağmen bazı yerlerde vakf-ı lâzım alametine yer verilmemesi de
mezkûr gerekçeye istinaden vakfın zorunlu olduğu yönünde genel-geçer bir
hüküm inşasını ihtilaflı hale getirmektedir. Mesela َﺎﻥ َﻭﻟِﻴ�ﺎ ِﻣ ْﻦ ﺩُﻭ ِﻥ
َ ﴿ َﻭ َﻣ ْﻦ ﻳَﺘ � ِﺨ ِﺬ ﺍﻟ �ﺸ ْﻴﻄ
﴾...ۜ ﴾ ﻳَﻌِ ُﺪ ُﻫ ْﻢ َﻭ� ُ َﻤ ۪ ّﻨﻴﻬِ ْﻢ119﴿ ۜ ﺍ�ِ ﻓَ َﻘ ْﺪ َﺧ ِﺴ َﺮ ُﺧ ْﺴ َﺮ�ﻧًﺎ ُﻣﺒ۪ ﻴﻨًﺎ
� “…Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı
dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir hüsrana uğramış olur. Şeytan onlara vaad
eder ve onları boş umutlarla oyalar…”133 âyetlerinde ilk âyetin sonundaki
“ۜ ”ﻣﺒ۪ ﻴﻨًﺎ
ُ kelimesindeki vakf-ı mutlak alametinin gerekçesi, vasl yapılması du-
rumunda “ ”ﻳَﻌِ ُﺪ ُﻫ ْﻢfiil cümlesinin, “ ” ُﺧ ْﺴ َﺮ�ﻧًﺎkelimesinin sıfatı olarak vehmedil-
mesi şeklinde açıklanmıştır.134 Bir diğer benzer gerekçenin ileri sürülebileceği
ِ
﴾ ...ۚ ﻭﺡ ۪ﻓﻴﻬَﺎ ﺑِﺎِ ْﺫ ِﻥ ﺭَ ّ ِ� ِ ْﻢ
� ﴾ ﺗ َ َ� � ُﻝ ﺍ ْﻟﻤَﻠٰ ٓ ِﺌﻜَﺔُ َﻭ3﴿ ٍۜ� ِﻣ ْﻦ ﺍَ ْﻟ ِﻒ َﺷ ْﻬﺮ
ُ �ﻟﺮ
ٌ ْ “ ﴿ ﻟ َْﻴﻠَﺔُ ﺍ ْﻟﻘَ ْﺪﺭ َﺧKadir gecesi bin
aydan daha hayırlıdır. O gecede melekler ve ruh, Rablerinin izniyle her bir iş
için inerler.”135 âyetlerinde de ilk âyetin sonundaki vakf-ı mutlak alameti, devamındaki âyetin isti’nâf cümlesi olması ile gerekçelendirilmiştir.136 Böyle bir
vakf gerekçesine istinaden Bakara 2/8, 26, A‘râf 7/73, 148, Tevbe 9/67, 71,
Hûd 11/61, Meryem 19/86, Nâziât 79/9, Beled 90/5 âyetlerinde vakf-ı lâzım
alametine yer verildiği halde bu iki örnek âyette farklı bir vakf türünün tercih
edilmesi dikkat çekicidir. Bu münasebetle aynı gerekçeyi ihtiva eden benzer
yerlerde aynı vakf türünün bulunması gerektiği kabul edilecek olursa mezkûr
iki âyette de vakf-ı lâzım alametine yer verilmesi gerektiği düşünülebilir.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/325; Nîsâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’an, 2/3.
en-Nisâ 4/119-120.
134 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/435.
135 el-Kadr 97/3-4.
136 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/1143.
132
133
52
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Sûre ve Âyet
Bakara 2/8
Âyet Metni
ِ � َﻭ ِﻣ َﻦ ﺍﻟﻨ
ﺍﻻ ِٰﺧﺮِ َﻭ َﻣﺎ ُﻫ ْﻢ
ْ ﺎ�ِ َﻭﺑِﺎ ْﻟﻴَ ْﻮ ِﻡ
ُ ﺎﺱ َﻣ ْﻦ ﻳ َ ُﻘ
� ِ ﻮﻝ ﺍ َٰﻣﻨ�ﺎ ﺑ
ِ ﴾ ﻳ َﺨ8﴿ ۢ َ�ﺑِﻤ ْﺆ ِﻣ ۪ﻨ
� ﻮﻥ
َ ﺎﺩ ُﻋ
َ�ﺍ
ُ
ُ
Bakara 2/253
Nisa 4/119-120
Kadr 97/3-4
� َﺍﻟﺮ ُﺳ ُﻞ ﻓ
َ ﺗ ِ ْﻠ
� ﺾ ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ َﻣ ْﻦ ﻛَﻠ َ�ﻢ
� ﻚ
َ ﻀ ْﻠﻨَﺎ ﺑ َ ْﻌ
ُ�ﺍ
ۢ ٍ ﻀ ُﻬ ْﻢ َﻋ ٰ� ﺑ َ ْﻌ
Vakf
Alameti
ﻡ
ﻡ
ﺍ�ِ ﻓَ َﻘ ْﺪ َﺧ ِﺴ َﺮ ُﺧ ْﺴ َﺮ�ﻧًﺎ
� َﺎﻥ َﻭﻟِﻴ�ﺎ ِﻣ ْﻦ ﺩُﻭ ِﻥ
َ َﻭ َﻣ ْﻦ ﻳَﺘ � ِﺨ ِﺬ ﺍﻟ �ﺸ ْﻴﻄ
ﻁ
ِ
ﻭﺡ ۪ﻓﻴﻬَﺎ
� ﴾ ﺗ َ َ� � ُﻝ ﺍ ْﻟﻤَﻠٰ ٓ ِﺌﻜَﺔُ َﻭ3﴿ ٍۜ� ِﻣ ْﻦ ﺍَ ْﻟ ِﻒ َﺷ ْﻬﺮ
ُ �ﻟﺮ
ٌ ْ ﻟ َْﻴﻠَﺔُ ﺍ ْﻟﻘَ ْﺪﺭ َﺧ
ﻁ
ۜ ﴾ ﻳَﻌِ ُﺪ ُﻫ ْﻢ َﻭ�ُﻤَ ۪ ّﻨﻴﻬِ ْﻢ119﴿ ۜ ُﻣﺒ۪ ﻴﻨًﺎ
ۚ ﺑِﺎِ ْﺫ ِﻥ َﺭ ّ ِ� ِ ْﻢ
Kur’ân-ı Kerîm’de tespit edebildiğimiz kadarıyla 879 adet ﺍﻟ ِ�ﺬﻱ/ ﻳﻦ
َ ﺍﻟ ِ�ﺬism-i
mevsûlünün evvelinde atıf harfi olanlar, ma‘tûf ile ma‘tûfun aleyhin arasını
ayırmamak için vakfa konu edilmemelidir. Atıf harfi bulunmayan ism-i mevsuller ise öncesi ile lafız irtibatının olup olmaması bağlamında vakf veya vasl
açısından değerlendirilebilir. Bunların bir kısmı, lafız ve anlam açısından öncesi ile irtibatlı iken diğer bir kısmı ise lafız irtibatı bulunmayan isti’naf cümlesi şeklindedir. Mâkabli ile lafız irtibatı bulunan ism-i mevsullerin öncesinde
vasl yapılabilir. Genellikle âyet başlarındaki ism-i mevsûllerde olduğu gibi
öncesi ile lafız irtibatının bulunmadığı durumlarda ise tercihe şayan olan vakf
yapılmasıdır.137
Bu münasebetle Secâvendî sadece Bakara 2/146, En’âm 6/20, 20, 82,
Tevbe 9/20, Mü’min 40/7 âyetlerindeki 6 tane ism-i mevsûlün, mübteda olmasını gerekçe göstererek öncesinde vakf yapılmasını zorunlu addetmiş ve bu
gerekliliği vakf-ı lâzım alameti ile sembolleştirmiştir.138 Zerkeşî (ö.
794/1392), Suyûtî ve Kastallânî de ism-i mevsûl ile başlayan ve öncesinde
vakf yapılması zorunlu olan Bakara 2/121, 146, 275, En’âm 6/20, Tevbe 9/20,
Furkân 25/34, Mü’min 40/7 âyetlerinden bahsetmiştir.139 Bu âyetlerin 4 tanesi,
Öncesinde vakf ya da vasl yapılması gereken ism-i mevsûllerin bulunduğu âyetler için bk.
Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 228 (Ek 4: Kur’ân-ı Kerîm’deki İsm-i
Mevsûllerin Vakf / Vasl Durumu).
138 Secâvendî, İlelu’l-vukûf, 1/252, 2/474, 481, 546, 547, 3/888.
139 Ebû Abdillah Bedrüddîn Muhammed b. Bahadır ez-Zerkeşî, el-Burhân fî ‘ulûmi’l-Kur’an,
thk. Muhammed Ebü’l-Fadl İbrahim (Kahire: Mektebetü Dâri’t-Türâs, 1984), 1/357-358;
Suyûtî, el-İtkân, 2/563; Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 2/513.
Ülkemiz mushaflarında, bu yedi ism-i mevsûlün sadece dört tanesinin öncesinde (el-Bakara
2/145, el-En’âm 6/19, et-Tevbe 19, el-Mü’min 40/6) vakf-ı lâzım alameti bulunur. İki âyette
137
53
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Secâvendî’nin de bahsettiği yerler iken diğer 3 tanesi ise ayrıca zikredilmiştir.
Bu özellikleri hâiz başka âyetler de bulunmasına rağmen Secâvendî’nin sadece 6 âyette vakf-ı lâzım’a işaret etmesi ya da Zerkeşî’nin sadece 7 adet ismi mevsûlü bahse konu etmesi tetkiki gereken bir meseledir.
ِ
Örneğin ﺖ ﺑِﺘَﺎﺑ ِ ٍﻊ ﻗ ِ ْﺒﻠَﺘَ ُﻬ ْﻢ ۚ َﻭ َﻣﺎ
ۚ َ َﺎﺏ ﺑِﻜُ ّ ِﻞ ٰﺍﻳَﺔٍ َﻣﺎ ﺗ َ ِﺒ ُﻌﻮ� ﻗ ِ ْﺒﻠَﺘ
ْ ِ ﴿ َﻭﻟ
َ ﻚ َﻭ َﻣ ٓﺎ ﺍَ ْﻧ
َ َ� ﺍَﺗ َ ْﻴ
َ ﺖ ﺍﻟ � ۪ﺬ
َ َﻳﻦ ﺍُﻭ۫ﺗُﻮ� ﺍ ْ�ﻜﺘ
ِ
ِ ِ ﺾ َﻭﻟ
﴾145﴿ ۢ �
َ � ﺖ ﺍَ ْﻫ َﻮ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ِﻣ ْﻦ ﺑ َ ْﻌ ِﺪ َﻣﺎ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ ﺍِﻧ
َ ﻚ ﺍِﺫًﺍ ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ۪ﻤ
َ َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ
ُ ﺑ َ ْﻌ
ۜ ٍ ﻀ ُﻬ ْﻢ ﺑِﺘَﺎﺑ ِ ٍﻊ ﻗ ْﺒﻠَﺔ َ ﺑ َ ْﻌ
140
ِ
﴾ۜ ﻮﻥ ﺍَ ْﺑﻨَ ٓﺎﺀَ ُﻫ ْﻢ
َ ﺎﺏ ﻳ َ ْﻌﺮِ ُﻓﻮﻧ َ ُﻪ ﻛَ َﻤﺎ ﻳ َ ْﻌﺮِ ُﻓ
َ ﺍَﻟ � ۪ﺬâyetinin bağlamı (142-150. âyetler)
ُ َﻳﻦ ٰﺍﺗ َ ْﻴﻨ
َ َﺎﻫ ُﻢ ﺍ ْ�ﻜﺘ
kıble değişikliği ve bu değişikliğe yönelik ehl-i kitabın tepkisini konu edinmektedir. 145. âyette, Hz. Peygamber birçok mûcize gösterse de Yahûdi ve
Hıristiyanların, Müslümanların kıblesine hatta birbirlerinin kıblesine dahi tâbi
olmayacağına değinilmekte ve Hz. Peygamber’in -bilgilendirilmesine rağmen- onların isteklerine uyması halinde zalimlerden olacağı yönünde uyarıda
bulunulmaktadır. 146. âyette ise Kâbenin; Yahûdilerin, Hıristiyanların, Hz.
İbrahim’in (a.s.) ve tüm peygamberlerin kıblesi olduğu gerçeğini Yahûdi ve
Hıristiyanların -kendi çocuklarını tanıdıkları gibi- bilmelerine rağmen gizlediklerinden bahsedilmektedir.141
(el-Bakara 2/121 ve 275) herhangi bir vakf alameti bulunmazken diğerinde (el-Furkân
25/34) ise vakf-ı mutlak ( )ﻁalameti vardır.
el-Bakara 2/145-146.
Ebu’l-Hasan Mukâtil b. Süleymân el-Belhî, Tefsîru Mukâtil b. Süleyman, thk. Abdullah
Mahmut Şehhâte (Beyrut: Dâru İhyâ’it-Turâsi’l-‘Arabî, 2002), 1/147-148; Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmi‘ü’l-beyân ‘an te’vîli âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî (Riyad, 2003), 2/669-670.
146. âyette “ُ ”ﻳ َ ْﻌﺮِﻓُﻮﻧَﻪfiilindeki zamirin mercii ile ilgili esas alınan görüş doğrultusunda âyetin
140
141
anlamı değişebilir. Ayrıntılı bilgi için bk. Ebû İshak İbrahim b. es-Serî ez-Zeccâc, Me’âni’lKur’an ve ‘i’râbuhu, thk. Abdülcelil Abduh eş-Şelebî (Beyrut: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1988),
1/225; Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Hidâye ilâ bulûgi’n-nihâye, thk. Komisyon (Birleşik Arap
Emirlikleri, 2007), 1/501; Ebû Muhammed Abdülhak b. Gâlib İbn Atıyye el-Endelûsî, elMuharreru’l-vecîz fî tefsîri’l-Kitâbi’l-‘Azîz, thk. Abdusselam Abduşşâfî Muhammed (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, 2001), 1/223-224; Muhyissünne Ebû Muhammed el-Hüseyn
b. Mes’ud Beğavî, Tefsîru’l-Beğavî Meâlimu’t-tenzîl, thk. Muhammed Abdullah en-Nemr Osman Cum’a Damîriyye - Süleyman Müslim el-Haraş (Riyad: Dâru Tayyibe, 1409/1988),
1/164; Cârullah Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer el-Hârizmî ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an
hakâ’ikı gavâmizi’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvil fî vücûhi’t-te’vîl, thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd
- Ali Muhammed Muavviz (Riyad: Mektebetü’l-‘Ubeykân, 1998), 1/345; Ebu’l-Fazl Fahrüddîn Muhammed b. Ömer er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1981), 4/142143; Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmi‘ li-ahkâmi’l-Kur’an, thk. Abdullah Abdulmuhsin et-Türkî (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2006), 2/447; Nâsırüddîn Abdullah b. Ömer el-Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl, thk. Muhammed Abdurrahmân
el-Mer‘aşlî (Beyrut: Dâru İhyâ’it-Turâs, 1998), 1/112; Muhammed b. Yusuf Ebû Hayyân,
Bahru’l-muhît, thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd - Ali Muhammed Muavviz (Beyrut: Dâru’l-
54
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Bilindiği üzere âyetlerin cümle yapısı ve anlamı, âyet içerisindeki vakfa
uygun olan veya uygun olmayan yerleri ve bu yerlerdeki vakf türlerini belirleyicidir. 145. âyetin sonundaki vakf-ı lâzım alameti, devamındaki âyetin evvelinde bulunan “ﻳﻦ
َ ”ﺍﻟ ِ�ﺬnin i‘rabı ile gerekçelendirilmiştir. Müfessirlerin genel
kanaatine göre “ﻳﻦ
َ ”ﺍﻟ ِ�ﺬism-i mevsûlü, mübtedâ; “ ”ﻳ َ ْﻌﺮِﻓُﻮﻧ َ ُﻪfiil cümlesi ise onun
haberidir.142 İki âyetin, vasl yapılarak birlikte tilâvet edilmesi neticesinde bu
ism-i mevsûl, “�
َ ”ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ِﻤkelimesinin sıfatı olarak vehmedilebilir. Bundan do-
layı Secâvendî, âyetin anlamının değişmesi yönünde etkisi bulunan böyle bir
i‘rab ihtimalinin oluşmaması için “َ� ”ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ِﻤkelimesinde vakf yapılmasını zo-
runlu addetmiş ve bu gerekliliği vakf-ı lâzım alameti ile sembolleştirmiştir.143
ِ ِ َﻭﻟ
Zira sıfat-mevsûf takdirine göre “ ﻚ ﺍِﺫًﺍ
َ � ﺖ ﺍَ ْﻫ َﻮ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ِﻣ ْﻦ ﺑ َ ْﻌ ِﺪ َﻣﺎ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ ﺍِﻧ
َ َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ
ِ
ﺎﺏ
َ …“ ”ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ۪ﻤeğer sana ilim verildikten sonra onَ ﴾ ﺍَﻟ � ۪ﺬ145﴿ ۢ �
ُ َﻳﻦ ٰﺍﺗ َ ْﻴﻨ
َ َﺎﻫ ُﻢ ﺍ ْ�ﻜﺘ
ların isteklerine uyarsan kitap verdiğimiz zalim kimselerden olursun…” şeklinde anlam değişikliği oluşur. Böylece Yahûdi ve Hıristiyanlar, zâlim olmakla nitelenmiş ve Hz. Peygamber’in de onların isteklerine tâbi olması durumunda onlar gibi olacağı ifade edilmiş olur. Hâlbuki âyetteki “zâlim” vasfının, Yahûdi ve Hıristiyanları da kapsayan daha geniş bir anlamı vardır. Görüldüğü üzere iki âyet arasında oluşması muhtemel sıfat-mevsuf irtibatı, “�
َ ”ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ِﻤ
ifadesinin kapsamını sınırlandırmaktadır.
ِ ِ ﴿ َﻭﻟ
Bahsi geçen vakf gerekçesini ihtiva eden örneğin, ﺖ ﺍَ ْﻫ َﻮ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ﺑ َ ْﻌ َﺪ ﺍﻟ � ۪ﺬﻱ
َ َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ
ِ
﴾ۜ ﺎﺏ ﻳ َ ْﺘﻠُﻮﻧَﻪُ َﺣ �ﻖ ﺗ ِ َﻼ َﻭﺗ ِ ۪ﻪ
ٍ ِ ﺍ�ِ ِﻣ ْﻦ َﻭ
َ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ َﻣﺎ ﻟ
� َﻚ ِﻣ َﻦ
َ ﴾ ﺍَﻟ � ۪ﺬ120﴿ ٍ�� َﻭ َﻻ ﻧ َ ۪ﺼ
ُ َﻳﻦ ٰﺍﺗ َ ْﻴﻨ
َ َﺎﻫ ُﻢ ﺍ ْ�ﻜﺘ
ّ
âyetinde144 ya da benzer özellikleri taşıyan diğer bazı âyetlerde145 ism-i
mevsûllerin öncesinde vakf-ı lâzım alametinin tercih edilmemesi ise dikkat
Kutubi’l-‘İlmiyye, 1993), 1/608; Ebu’l-Abbas Şihâbüddîn Ahmed b. Yusuf Semîn el-Halebî, ed-Dürru’l-masûn fî ‘ulûmi’l-Kitâbi’l-meknûn, thk. Ahmed Muhammed el-Harrât (Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 1406/1985), 2/168.
142 Zeccâc, Me’âni’l-Kur’an, 1/225; İbn Atıyye, el-Muharreru’l-vecîz, 1/223-224; Kurtubî, elCâmi‘, 2/446; Semîn el-Halebî, ed-Dürru’l-masûn, 2/168; Ebu’l-Bekâ Muhibbüddîn Abdullah b. el-Hüseyn el-Bağdâdî el-Ukberî, et-Tibyân fî ‘i’râbi’l-Kur’an, thk. Sa’d Küreyyim elFakî (Mısır, 2001), 1/99.
143 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/252; Secâvendî, Kitâbu-l-Vakfi ve’l-ibtidâ, 138; Nisâbûrî,
Ğarâibü’l-Kur’ân, 1/418.
144 el-Bakara 2/120-121.
145 Âl-i İmrân 3/15-16, 183, 191; en-Nisâ 4/76 vb.
55
MUSHAFLARDA ALAMETLER
çekicidir. Zira bu âyetin sonundaki “ٍ�”ﻭﻻ َ ﻧ َ ِﺼ
َ kelimesinde vasl yapılması durumunda ikinci âyetin evvelindeki ism-i mevsûl, “ٍ�“ ”ﻧ َ ِﺼyardımcı” kelimesini
niteleyen sıfat ve buna bağlı olarak “kendilerine kitap verdiğimiz yardımcı”
anlamında vehmedilebilir. Vasl neticesinde oluşan bu i‘rab ve anlam değişikliği, vakf-ı lâzımın gerekçesini anımsattığı halde Secâvendî, burada herhangi
bir vakf değerlendirmesi yapmamıştır.146 Hâlbuki mezkûr gerekçeye istinaden
Hindî’nin de işaret ettiği üzere147 burada vakf yapılması zorunlu olarak değerlendirilebilir ve buna işaret eden vakf-ı lâzım alametine yer verilebilir.
Sûre ve Âyet
Bakara 2/145-146
Bakara 2/120-121
Âl-i İmrân 3/15-16
Âyet Metni
ِ ِ َﻭﻟ
ﻚ ﺍِﺫًﺍ
َ � ﺖ ﺍَ ْﻫ َﻮ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ِﻣ ْﻦ ﺑ َ ْﻌ ِﺪ َﻣﺎ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ ﺍِﻧ
َ َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ
ِ
...ﺎﺏ
َ ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ۪ﻤ
َ ﴾ ﺍَﻟ � ۪ﺬ145﴿ ۢ �
ُ َﻳﻦ ٰﺍﺗ َ ْﻴﻨ
َ َﺎﻫ ُﻢ ﺍ ْ�ﻜﺘ
ِ ِ َﻭﻟ
َﻚ ِﻣ َﻦ
َ ﺖ ﺍَ ْﻫﻮَ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ﺑ َ ْﻌ َﺪ ﺍﻟ � ۪ﺬﻱ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ َﻣﺎ ﻟ
َ َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ
ِ
...ﺎﺏ
ٍ ِ ﺍ�ِ ِﻣ ْﻦ َﻭ
�
َ ﴾ ﺍَﻟ � ۪ﺬ120﴿ ٍ�� َﻭ َﻻ ﻧ َ ۪ﺼ
ُ َﻳﻦ ٰﺍﺗ َ ْﻴﻨ
َ َﺎﻫ ُﻢ ﺍ ْ�ﻜﺘ
ّ
ِ َ�� ﺑ َ ۪ﺼ� ﺑِﺎ ْﻟﻌِﺒ
ﻮﻥ َﺭﺑ�ﻨَ ٓﺎ ﺍِﻧ�ﻨَ ٓﺎ ﺍ َٰﻣﻨ�ﺎ
َ ُ ﻳﻦ ﻳ َ ُﻘﻮﻟ
َ ﴾ ﺍَﻟ � ۪ﺬ15﴿ ۚﺎﺩ
ُ � َﻭ
ٌ
ِ
ِ
ِﺍﺏ ﺍﻟﻨ�ﺎ ۚﺭ
َ ﻓَﺎ ْﻏﻔ ْﺮ ﻟ َﻨَﺎ ﺫُﻧُﻮﺑَﻨَﺎ َﻭﻗﻨَﺎ َﻋ َﺬ
Vakf Alameti
ﻡ
---
ﺝ
Bu münasebetle kendi belirlediği vakf gerekçesini ihtiva ettiği halde
Secâvendî’nin benzer yerlerde farklı vakf yaklaşımında bulunması müşkil bir
durum gibi gözükmektedir. Bu durumda Secâvendî’nin, aynı gerekçeyi hâiz
benzer yerlerde sehven vakf-ı lâzım alametine yer vermediği düşünülebilir.
Ancak tüm âyetlerin, vakf ya da vasl açısından teferruatlı tahlili yapılan bir
vakf sistemi için böyle bir yorum kabul edilebilir gözükmemektedir. Bu itibarla kendi vakf taksimine göre örnek sadedinde bazı âyetlerin tahliline yer
verdiği; diğer benzer yerleri ise ehlinin ferasetine tevdi‘ etmiş olabileceği de
düşünülebilir.
2.1.1.2. Kavlin Mekûlü Nedeniyle Yapılan Bazı Vakf-ı Lâzımlar
Kur’ân-ı Kerîm’de ﻗﺎﻝ/ ﻳﻘﻮﻝ/ ﻗﻮﻝgibi “kavl” fiillerinden sonra gelen ifade-
lerin bir kısmı, “kavl” fiilinin mefûlü / mekûlü’dür. Bu yerlerde kavl ve mekûlü
arasındaki lafız ve anlam irtibatı gereği kavl ifadesinden sonra vasl yapılması
146
147
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/234.
el-Hindî, Künûz-i eltâfi’l-burhan, 18.
56
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ِ ِ ِ ِ
tercih sebebidir. Diğer taraftan örneğin ﻴﻊ
َ ﴿ َﻭ َﻻ ﻳ َ ْﺤ ُﺰ ْﻧ
ُ ﺍﻟﺴ ۪ﻤ
� ﻚ ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ ۢ ﺍ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌﺰ�ﺓَ �� َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ ۜ ُﻫ َﻮ
﴾ﻴﻢ
ُ ﺍ ْﻟﻌَ ۪ﻠ
148
gibi bazı âyetlerde ise kavl’in ( )ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢdevamındaki “ۜ ”ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌِﺰ�ﺓَ ِ ��ِ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ
cümlesi, kavlin mekûlü olmadığı ve fakat vasl yapıldığı takdirde kavlin mekûlü
vehmedilmesi gerekçesiyle kavl’den ( )ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢsonra özellikle vakf yapılması zo-
runlu olarak değerlendirilmiştir.149 Zira vaslın sebebiyet verdiği böyle bir i‘rab
değişikliği, aynı zamanda anlam değişikliğine de neden olmaktadır. Bu itibarla Bakara 2/275, Âl-i İmrân 3/181, Mâide 5/64, 73, Yûnus 10/65, Yâsin
36/76, Zümer 39/3, Zuhruf 43/88, Duhân 44/14, Münâfikûn 63/1, Kalem
68/51, Nâziât 79/12 âyetlerinde de benzer yerlerde aynı gerekçeye istinaden
vakf yapılması zorunlu addedilmiş ve bu gerekliliğe vakf-ı lâzım alameti ile
işaret edilmiştir.
Müşriklerin puta tapmaları ve Allah Teâlâ ile ilgili söyledikleri sözler sebebiyle Hz. Peygamber’in (s.a.v.) üzülmemesi istenen ِ�� ِ َﻚ ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ ۢ ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟ ِﻌﺰ�ﺓ
َ ﴿ َﻭ َﻻ ﻳ َ ْﺤ ُﺰ ْﻧ
150
﴾ﻴﻢ
ُ ﻴﻊ ﺍ ْﻟﻌَ ۪ﻠ
ُ ﺍﻟﺴ ۪ﻤ
� َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ ۜ ُﻫ َﻮâyetinde dünya ve ahirette izzet sahibi olan Allah’ın,
onların söylediklerini işittiği, şerikinin olmadığı, müşriklerin sözlerinin karşılıksız kalmayacağı anlatılmaktadır.151 Âyetin mesajının doğru anlaşılabilmesi
bağlamında vakfa uygun olan yerin belirlenip tilâvetin buna göre icra edilmesi
için âyetin öncelikle i‘rab açısından incelenmesi gerekir. Buna göre “ ﻚ
َ َﻭ َﻻ ﻳ َ ْﺤ ُﺰ ْﻧ
ۢ ”ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢve “ۜ ”ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌِﺰ�ﺓَ ِ ��ِ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎcümleleri, isti’nâf cümlesidir. Her ne kadar “ َﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌِﺰ�ﺓ
152
ۜ ”�ِ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ
� ِ cümlesinin hâl olabileceği nakledilmişse de genel kanaat bu cüm-
lenin, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) üzülmemesi gerektiğinin gerekçesini serdeden ta‘lîlî153 veya beyanî isti’naf cümlesi154 olduğu yönündedir.
Ayrıca “ۢ ﻚ ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ
َ ” َﻭ َﻻ ﻳ َ ْﺤ ُﺰ ْﻧcümlesinin sonunda vasl yapılırsa “ۜ ”ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌِﺰ�ﺓَ ِ ��ِ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎ
cümlesi, ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢifadesinin (kavl) mefûlü / mekûlü yani müşriklerin sözü gibi düşünülebilir ki müşriklerin böyle bir sözü söylemesi kabul edilebilir değildir.
Yûnus 10/65.
Zerkeşî, el-Burhan, 1/358-359.
150 Yûnus 10/65.
151 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 12/226.
152 Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed en-Nehhâs, İ‘râbu’l-Kur’ân, thk. Hâlid El‘alî (Beyrut:
Dâru’l-Ma‘rife, 2008), 401.
153 Ukberî, et-Tibyân, 27441; Zemahşerî, Keşşâf, 3/158; Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl, 3/118.
154 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, 11/221.
148
149
57
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Zira bu durumda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) üzülmemesi ve bu sözü söyleyen
kimselerin de “müşrik” olarak nitelenmemesi gerekirdi. Bundan dolayıdır ki
“ۜ ”ﺍِ �ﻥ ﺍ ْﻟﻌِﺰ�ﺓَ ِ ��ِ َﺟ ۪ﻤﻴﻌًﺎcümlesinin, kavlin mekûlü yani müşriklerin sözü şeklinde
vehmedilmemesi için “ۢ ﻚ ﻗَ ْﻮﻟُ ُﻬ ْﻢ
َ ” َﻭ َﻻ ﻳ َ ْﺤ ُﺰ ْﻧifadesinin sonunda vakf yapılması zo-
runlu addedilmiş155 ve burada vakf-ı lâzım alametine yer verilmiştir.156
Bu değerlendirmelere göre mezkûr yerde vakf yapılması, tercihe şayan olabilir. Ancak vasl yapıldığı takdirde vaslın sebebiyet vereceği âyetteki i‘rab ve
anlam değişikliği nedeniyle vakfın zorunlu olduğu ve buna bağlı olarak vaslın
uygun olmadığı şeklindeki bir gerekçe ve hüküm çok detay ve zorlama gibi
gözükmektedir. Benzer gerekçeyi ihtiva etmesine rağmen ﻳﻦ ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒﻠِﻬِ ْﻢ
َ ِ ﴿ﻛَ ٰﺬﻟ
َ ﻚ ﻗَﺎ َﻝ ﺍﻟ � ۪ﺬ
157
ِ ifadesinde vakf-ı lâzım yerine vakf﴾ۜ ﻮ�ُ ْﻢ
َ َ ۜ ِﻣ ْﺜ َﻞ ﻗَ ْﻮﻟِﻬِ ْﻢâyetinde “ۜ ”ﻣ ْﺜ َﻞ ﻗَ ْﻮﻟِﻬِ ْﻢ
ْ َ �ﺎ
َ �
ُ ُﺖ ﻗُﻠ
ı mutlak alametine158 yer verilmesi de böyle bir yorumun teyidi olarak görülebilir. Zira bu âyette, vakf-ı mutlak ( )ﻁalameti bulunan “ۜ ” ِﻣ ْﺜ َﻞ ﻗَ ْﻮﻟ ِ ِﻬ ْﻢifadesinde
vasl yapıldığı takdirde “ۜ ﻮ�ُ ْﻢ
َ َ ” isti’nâf cümlesi, “ۜ ”ﻗَ ْﻮﻟِﻬِ ْﻢifadesinin mefûlü
ْ َ �ﺎ
َ �
ُ ُﺖ ُﻗﻠ
/ mekûlü olarak düşünülebilir.159 Bilindiği üzere böyle bir i‘rab değişikliği,
vakf-ı lâzım’ın gerekçesidir. Bu sebeple “ۜ ” ِﻣ ْﺜ َﻞ ﻗَ ْﻮﻟِﻬِ ْﻢifadesinin de Haddâd, Me-
dine, Suriye, Libya, Ezher, Kuveyt ve Şemerlî mushaflarında olduğu gibi
vakf-ı lâzım’a konu edilmesi muhtemel görülebilir.
2.1.1.3. Ma‘tûf-Ma‘tûfun Aleyh Nedeniyle Yapılan Bazı Vakf-ı
Lâzımlar
Kur’ân-ı Kerîm’de atıf harfinin ( )ﻭöncesi ve sonrası, ma‘tûf-ma‘tûfun
aleyh irtibatı gereği vasl yapılarak birlikte tilâvet edilmelidir. “Vâv” harfi,
vâv-ı isti’nâfiyye olduğu takdirde bu harfin bulunduğu kelimenin yeni bir
cümle başlangıcı olması nedeniyle öncesinde vakf yapılıp sonrası ile tilâvete
devam edilmesi (ibtidâ) tercih sebebidir. Bu sebeple vâv-ı isti’nâfiyye olan ve
fakat vasl yapılması neticesinde atıf harfi olarak düşünülmesi muhtemel olan
Âl-i İmrân 3/7, Nisâ 4/118, Mâide 5/2, İsrâ 17/8, 105, Meryem 19/87, Ankebût
Zerkeşî, el-Burhan, 1/358-359; İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, 11/222; Mennâ‘u’l-Kattân,
Mebâhis fî ulûmi’l-Kur’an, (Kahire: Mektebe Vehbe, 1995), 176; Husârî, Me‘âlimü’l-ihtidâ,
7.
156 Secâvendî, İlelu’l-vukûf, 2/574, 3/851; Nisâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’ân, 3/594.
157 el-Bakara 2/118.
158 Secâvendî, İlelu’l-vukûf, 1/233.
159 Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân ve eseruhâ fi’t-tefsîr, 288 vd.
155
58
MUSHAFLARDA ALAMETLER
29/29 âyetlerinde ilgili yerlerde vakf yapılması zorunlu addedilmiş ve buna
işaret eden vakf-ı lâzım alametine yer verilmiştir. Burada örnek sadedinde Âli İmrân sûresinin 7. âyetindeki vakf-ı lâzım alameti incelenmiştir:
Kur’ân tilâvetinde, âyetin anlamının, âyet içerisindeki vakfa uygun olan
kelimeleri belirlediğine dair gösterilebilecek en önemli yerlerden birisi Âl-i
ِ
ِ �ﺍ� ۢ َﻭ�ﻟﺮ
İmrân sûresi 7. âyetteki “ ﻮﻥ ٰﺍ َﻣﻨ�ﺎ ﺑ ِ ۪ﻪ ۙ ﻛُ �ﻞ ِﻣ ْﻦ
َ ُﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ﻳ َ ُﻘﻮﻟ
َ �ﺳ ُﺨ
ُ � َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠ َ ُﻪ ٓ ﺍ �ﻻ
ۚ ” ِﻋ ْﻨ ِﺪ َﺭ ّﺑِﻨَﺎifadesidir. Bu âyette, Kur’an’ın muhkem ve müteşabih âyetler’den
oluştuğu, müteşabih âyetler’in te’vilinin bilinip bilinemeyeceğine değinilmektedir. Âyetteki muhkem, müteşabih, âyet ve te’vil kelimelerinin incelenmesi neticesinde müteşabih âyetler’le neyin kastedildiği ve bunların bilinip
bilinemeyeceği hususunda yorum yapılabilir ve tercih edilen yoruma göre de
âyetteki vakfa uygun olan veya uygun olmayan yerler belirlenebilir. Müteşabih âyetler’in te’vilini, ilim ehli kimselerin bilip bilmeyeceği tefsirlerde ve
vakf-ibtidâ eserlerinde tartışılan bir mesele olmuştur. Buna bağlı olarak vakfı lâzım alameti bulunan “ۢ ُ�ﺍ
� ” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠَﻪُ ٓ ﺍِ �ﻻifadesindeki vakf gerekliliği, bu
terimlerle ilgili tercih edilen anlama göre değişkenlik arz etmektedir. Biz de
bu sebeple konuyu ilgili rivayetler çerçevesinde iki yoruma göre derleyeceğiz:
İbn Mes‘ud (ö. 32/652-653), Hz. Âişe (ö. 58/678), İbn Abbâs (ö. 68/687688), Dahhâk (ö. 105/723), Hasan-ı Basrî (ö. 110/728), Nâfi‘ (ö. 169/785),
Malik b. Enes (ö. 179/795), Kisâî (ö. 189/805), Ya‘kub (ö. 205/821), Ferrâ (ö.
207/822), Ahfeş (ö. 215/830) gibi sahabe, tâbiin, kurrâ, fukaha ve dil bilginlerinin çoğunluğuna göre “ۢ ُ�ﺍ
� ” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠَﻪُ ٓ ﺍِ �ﻻifadesinde kelam tamam olmakِ �”ﻭ�ﻟﺮ
tadır.160 Devamındaki “ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ
َ �ﺳ ُﺨ
َ cümlesi ise yeni bir cümle başlangıcı-
dır.161 Bu i‘rab takdirine göre ilim ehli kimseler, müteşabih âyetlerin te’vilini
bilmez. Bunların te’vilini sadece Allah bilir. İlim ehli kimseler ise bu âyetlerin
Allah’tan olduğuna iman ederler. Secâvendî’nin ifadesiyle Kur’an’a imanın
şartı, onun muhkem âyetleri ile amel etmek, müteşabih âyetlerine ise teslimiِ
ِ
ِ �ﺍ�ِ َﻭ�ﻟﺮ
yet göstermektir.162 İbn Mes‘ud’dan nakledilen �ِ ﻮﻥ
َ �ﺳ ُﺨ
َ ﺍ �ﻥ ﺗ َ ْﺄﻭِ�ﻠَﻪُ ﺍﻻ َ ِﻋ ْﻨ َﺪ
Nehhâs, el-Kat’ ve’l-i’tinâf, 124-125; Dâni, el-Muktefâ, 57; Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ ve
kemâlü’l-ikrâ, 2/572; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâ-i’s-seb‘ati ve
ğayrihim… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 2/106-111; İbnu’l-Cezerî, et-Temhîd, 182; Kastallânî, Letâifu’l-işârât, 4/1792.
161 Mukâtil, Tefsîru Mukâtil b. Süleyman, 1/264; Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ,
Me’âni’l-Kur’an, thk. Ahmed Yusuf Necati - Muhammed Ali en-Neccar (Beyrut, 1983),
1/190.
162 Secâvendî, İlelu’l-vukûf, 1/361.
160
59
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ِ �ﻮﻝ ﺍﻟﺮ
ﻮﻥ
ُ َﻭ� َ ُﻘkıraatiَ ُ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ﻳ َ ُﻘﻮﻟrivayeti ve Übey b. Ka’b’ın (ö. 33/654) ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ
َ �ﺳ ُﺨ
nin163 de teyit ettiği üzere âyetin bu minvalde anlaşılabilmesi için “ ٓ َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠ َ ُﻪ
164
ۢ ُ�ﺍ
� ”ﺍِ �ﻻifadesinde vakf yapılmalıdır. Nitekim Zeccâc ve diğer vakf-ibtidâ
âlimleri de burada vakf yapılmasını, vakf-ı tâm olarak değerlendirmiştir.165
Uşmûnî, vakf ve vaslın her ikisinin de mümkün olduğunu belirten başka
bir vakf türünden bahsetmiştir. O, müteşabih âyetlerin tevilinin bilinip bilinmemesi ile ilgili nakledilen görüşlere değindikten sonra vakfa konu olabilecek
ِ �)”ﻭ�ﻟﺮ
vakf-ı murâkabe (vakf-ı
iki yerin (“ۢ ُ�ﺍ
� ” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠ َ ُﻪ ٓ ﺍِ �ﻻ, “ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ
َ �ﺳ ُﺨ
َ
mu‘ânaka)166 şeklinde değerlendirilebileceğini belirtmiştir. Bu vakf türünde
vakfa uygun olan iki yerin herhangi birisinde tercih edilen vakf, bir görüşün
tercih edilmesine; diğer görüşün ise iptaline neden olur.167 Buna rağmen diğer
yorumun varlığına da işaret edilmiş olur. Diğer vakf türlerinde ise sadece tek
bir yorumun varlığı söz konusudur.
ِ �ﺍَﻟﺮ
Bazı eserlerde Mücâhid’den (ö. 103/721) ﻮﻥ
َ ُﻮﻥ ﺗ َ ْﺄﻭِ�ﻠ َ ُﻪ َﻭ� َ ُﻘﻮﻟ
َ ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻤ
َ �ﺳ ُﺨ
ِ ﺁﻣﻨ�ﺎ ﺑِﻪveya ﻮﻥ ﺗ َ ْﺄﻭِ�ﻠَﻪ
ِ � ﺍَﻟﺮifadeleri nakledilmektedir.
َ ﺁﻣﻨ�ﺎ ﺑِﻪِ َﻭ� َ ْﻌﻠ َ ُﻤ
َ ُﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ﻳ َ ُﻘﻮﻟ
َ �ﺳ ُﺨ
ُ
َ
َ ﻮﻥ
Buna göre ilim ehli kimseler de müteşabihlerin te’vilini bilir.168 Zemahşerî’ye
göre de müteşabih âyetlerin te’vilini, Allah ve ilim ehli kimseler bilir. O, bazı
kimselerin, müteşabihleri, zebânilerin sayısı gibi Allah’a özel bir bilgi şekِ �”ﻭ�ﻟﺮ
linde değerlendirdikleri için “ۢ ُ�ﺍ
� ” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠ َ ُﻪ ٓ ﺍِ �ﻻde vakf yapıp “ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ
َ �ﺳ ُﺨ
َ
cümlesini ise yeni bir cümle başlangıcı olarak kabul ettiklerini nakletmiştir.
Ferrâ, Me’âni’l-Kur’an, 1/191, İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 2/566-567;
İbnu’l-Ğazzâl, el-Vakf ve’l-İbtidâ, 212; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/529; Ebû Hayyân, Bahru’lmuhît, 2/401.
164 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/362-363.
165 Zeccâc, Me’âni’l-Kur’an, 1/378; İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 2/565;
Nehhâs, el-Kat’ ve’l-i’tinâf, 124; Dâni, el-Muktefâ, 57; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ
mezâhibi’l-kurrâ-i’s-seb‘ati ve ğayrihim… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ),
2/107; en-Nikzâvî, el-İktidâ, 1/453; İbnu’l-Ğazzâl, el-Vakf ve’l-İbtidâ, 212; Sehâvî,
Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ, 572; İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/238; Kastallânî, Letâifu’lişârât, 4/1792; Ensârî, el-Maksıd, 155.
166 Vakf-ı Murâkabe / Mu‘ânaka: Vakf yapılmaya elverişli iki yerin birinde vakf yapılması,
diğerinde vasl yapılması şeklinde icra edilen bir vakf türüdür. Her ikisinde aynı anda vakf
yapılması ya da vasl yapılması muteber kabul edilmemiştir. Bu vakf türüne dair geniş bilgi
için bkz. Mücella Hacımısıroğlu, Vakf-ı Muânaka ve Kur’ân Tefsirine Etkisi, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2015).
167 Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 154.
168 İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 2/565; Nehhâs, el-Kat’ ve’l-i’tinâf, 126;
İbnu’l-Ğazzâl, el-Vakf ve’l-İbtidâ, 212.
163
60
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Kendisi ise ilk görüşü doğru bulmuştur.169 Ayrıca âyetteki te’vil kelimesi,
Kur’an’ın tefsiri olarak değerlendirildiğinde170 veya müteşabih terimi,
“…hâricî bir delile veya açıklamaya ihtiyaç gösteren hafî, müşkil, mücmel,
mübhem, müevvel, mutlak ve genel manalı âyetlerle garib kelimeler ve dilcilerin manalarında ihtilaf ettikleri lafızların bulunduğu âyetler”171 şeklinde
Allah’ın sıfatlarının dışındaki kıyas ve te’vilin mümkün olduğu şeylerle ilgili
düşünüldüğünde müteşabihlerin anlaşılabileceği imkan dahilindedir. Bu anِ �”ﻭ�ﻟﺮ,
lam takdirinde “ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ
� lafzına ma‘tûftur. “ ﻮﻥ
َ َُﻭ� َ ُﻘﻮﻟ
َ �ﺳ ُﺨ
َ öncesindeki “ۢ ُ�”ﺍ
ِ ”ﺁﻣﻨ�ﺎ ﺑِﻪise “ﻮﻥ
ِ �”ﻭ�ﻟﺮdeki
zamirden hâldir.172 Dolayısıyla vakf-ı lâzım alaَ �ﺳ ُﺨ
َ
َ
meti bulunan “ۢ ُ�ﺍ
� ” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠَﻪُ ٓ ﺍِ �ﻻde vakf yapılması zorunlu değildir.
İncelediğimiz âyetle ilgili müteşabihlerin te’vilinin bilinip bilinmeyeceği
hususunda selef âlimlerden nakledilen bilgiler çerçevesinde iki tercihin de
kendi bağlamında doğru olduğu düşünülebilir. Buna göre ihtilafa konu olan
vakf yerinde vakf-ı lâzım tercih edilirse ‘müteşabihlerin te’vilini sadece Allah
bilir’ görüşü esas alınmış olur. Bu durumda diğer görüşün (müteşabihlerin
te’vilini ilim ehli kimseler de bilir) iptali söz konusudur. Her iki görüşün de
kendi bağlamında sahih kabul edilebilmesi sebebiyle burada vakf-ı lâzım tercihi uygun görülmeyebilir. Medine’de basılan mushafta olduğu gibi vakfın
evleviyetini belirten “vakf evlâ” (� )ﻗşeklindeki vakf türünde, ikinci görüş tercihe şayan bulunmasa da en azından o görüşün de varlığına işaret edilmiş olur.
İbnu’l-Cezerî ve Uşmûnî’nin işaret ettiği üzere “ۢ ُ�ﺍ
� ” َﻭ َﻣﺎ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻢ ﺗ َ ْﺄﻭ۪�ﻠَﻪُ ٓ ﺍِ �ﻻve
ِ �”ﻭ�ﻟﺮ
“ﻮﻥ ِ� ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ
َ �ﺳ ُﺨ
َ ifadelerindeki vakf türü, vakf-ı murâkabe (mu‘ânaka) olarak
tayin edilirse bu durumda bahse konu görüşlerden herhangi birisini öncelemeksizin iki yorumun da varlığına işaret edilmiş olur.173
Yukarıda aktarılan iki anlam ihtimalini de ihtiva eden bu âyette sadece tek
bir görüşün anlaşılmasını netice verecek şekilde vakf tercihi oluşturulmamalıdır. Bu sebeple mezkûr yerde vakf yapılmasının zorunlu olduğu, aksi takdirde âyetin i‘rabı ve buna bağlı olarak anlamının değişeceğini sembolize eden
vakf-ı lâzım alametinin yerine farklı vakf türlerinin tercihi de mümkündür.
Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/527-529.
Nehhâs, el-Kat’ ve’l-i’tinâf, 126; Dâni, el-Muktefâ, 58.
171 Demirci, Tefsir Terimleri Sözlüğü, 223.
172 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/362-363; el-Kârî, et-Takrîrü’l-‘ilmiyyu ‘an mushafi’l-Medineti’n-Nebeviyye, 54-55.
173 İbnu’l-Cezerî; en-Neşr, 1/238; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 154; Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’ân, 182183.
169
170
61
MUSHAFLARDA ALAMETLER
2.1.1.4. Zarf ve Müteallakı Açısından Yapılan Bazı Vakf-ı Lâzımlar
Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı vakf-ı lâzım alametlerinin gerekçesi, “vasl yapılması durumunda zarfın müteallakının ve buna bağlı olarak âyetin anlamının
değişmesi” ihtimaline yöneliktir. Bahse konu i‘rab ve anlam değişikliğinin
oluşmaması için bazı âyetlerde zarf edatlarının öncesinde vakf yapılması zorunlu addedilmiş ve bu gerekliliğe vakf-ı lâzım alameti ile işaret edilmiştir.174
Örneğin ﴾ ۚ ﻮﻥ
َ ُﺎﺏ ﺍ ْﻟ َﻘ ْﺮ�َﺔِ ۢ ﺍِ ْﺫ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻫﺎ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳﻠ
ْ “ ﴿ َﻭSen onlara, o şehir
َ ﺏ ﻟ َُﻬ ْﻢ َﻣﺜَ ًﻼ ﺍَ ْﺻ َﺤ
ْ ِ�ﺿﺮ
halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.”175 âyetinde “ ﺎﺏ
َ ﺍَ ْﺻ َﺤ
ۢ ِ ”ﺍ ْﻟﻘَ ْﺮ�َﺔifadesinde vasl yapıldığı takdirde “ ”ﺇِ ْﺫlafzı, “ﺏ
ْ ”ﻭ
َ fiilinin zarfı olarak
ْ ِ�ﺿﺮ
düşünülebilir. Hâlbuki “ ”ﺇِ ْﺫile “ﺏ
ْ ”ﻭ
َ fiili arasında zaman farklılığı vardır.
ْ ِ�ﺿﺮ
Bu gerekçeye istinaden Secâvendî, burada vakf yapılmasını zorunlu addetmiş
ve vakf-ı lâzım alametine yer vermiştir.176
Bu tür âyetlerde “ ”ﺇِ ْﺫlafızlarının öncesinde vakfın zorunlu addedilmesinin
gerekçesi, bu lafzın müteallakı mahzûf olmasına rağmen vasl yapılması durumunda öncesindeki mezkûr bir fiilin müteallak olarak vehmedilmesi ve âyetin
anlamının değişmesi ihtimalidir. Aslında âyetteki geçerli olan i‘rab, vakf veya
vasl yapılması neticesinde değişmemelidir. Zira âyetin anlaşılması sürecinde,
“vakf halinde mahzûfun takdir edilebilir olması, vasl halinde de takdir edilebileceğini ifade eder.”177 Dolayısıyla vaslın sebebiyet verdiği muhtemel i‘rab
ve anlam değişikliği ile ilgili belirtilen mahzurlar zâil olur. Bu münasebetle
çok detaylı düşünüldüğünde ancak fark edilebilen vaslın sebebiyet verdiği
müteallak değişikliği ihtimali nedeniyle vakfın zorunlu olduğu, vaslın ise uygun olmadığı ihtilafı hâiz bir meseledir. Nitekim vakf-ibtidâ eserlerinin çoğunluğunda bu yerler, vakf ya da vasl açısından herhangi bir değerlendirmeye
tabi tutulmamıştır. Bilindiği üzere bu eserlerde vakf yapılması gerekli olan
yerlere özellikle değinilmiştir. Bu itibarla vakf ya da vasl değerlendirmesinin
yapılmadığı yerlerde vaslın da uygun olduğu söylenebilir.
174
Türkiye mushaflarında Bakara 2/246, 258, Mâide 5/27, 110, A’râf 7/163, Yûnus 10/71, Hicr
15/51, Meryem 19/16, Tâhâ 20/9, 39, Şu‘âra 26/69, Yâsin 36/13, Sâffât 37/83, Sâd 38/21,
41, Zâriyât 51/24, Tahrîm 66/11, Kalem 68/48, Nâziât 79/15 âyetlerinde “ ”ﺇِ ْﺫlafzının; Ba-
kara 2/212, Duhân 44/15, Tûr 52/12, Kamer 54/6, 47, Nâziât 79/5, Abese 80/12 âyetlerinde
ise farklı zarf edatlarının öncesinde olmak üzere toplam 26 vakf-ı lâzım alameti bulunmaktadır.
175 Yâsin 36/13.
176 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/843.
177 Enes Yarız, Türkiye’de Tilavet Edilen Mushaftaki Bazı Vakf İşaretlerinin Diğer Mushaflarla
Mukayeseli Tahlili, (Malatya: İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi,
2018), 121.
62
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere zikri geçen gerekçeyi ihtiva eden
bazı âyetlerde178 Secâvendî’nin de vakf-ı lâzım’ı tercih etmemesi böyle bir
yorumu mümkün kılmaktadır.
Sûre ve Âyet
Meryem 19/39179
Ahkâf 46/21180
Saffât 37/123-124
Âyet Metni
ِ ِ ِ
ِ
ﺍﻻ َْﻣ ُﺮ ۚ َﻭ ُﻫ ْﻢ ۪� ﻏَ ْﻔﻠَﺔٍ َﻭ ُﻫ ْﻢ َﻻ
ْ �
َ َﻭ� َ ْﻧﺬ ْﺭ ُﻫ ْﻢ ﻳ َ ْﻮﻡَ ﺍ ْﻟ َﺤ ْﺴ َﺮ� ﺍ ْﺫ ُﻗ
ﻮﻥ
َ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ
ِ
ِ َﺎﻻ َﺣﻘ
ﺎﻑ
ْ ْ ِ َﻭ� ْﺫ� ُْﺮ ﺍَ َﺧﺎ َﻋﺎ ٍﺩ ۜ ﺍ ْﺫ ﺍَ ْﻧ َﺬ َﺭ ﻗَ ْﻮ َﻣﻪُ ﺑ
ِ ِ
ﻮﻥ
َ ﴾ ﺍِ ْﺫ ﻗَﺎ َﻝ ﻟِﻘَ ْﻮ ِﻣ ۪ﻪ ٓ ﺍَ َﻻ ﺗَﺘ � ُﻘ123﴿ ۜ َ�ﺎﺱ ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳ ۪ﻠ
َ ََﻭ� �ﻥ ﺍ ْﻟﻴ
Vakf Alameti
---
ﻁ
ﻁ
﴾124﴿
Saffât 37/133-134
ِ
ِ
ۙ�
َ ﺎﻩ َﻭ� َ ْﻫﻠ َ ُﻪ ٓ ﺍَ ْﺟ َﻤ ۪ﻌ
َ َﻭ� �ﻥ ﻟُﻮﻃًﺎ ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳ ۪ﻠ
ُ َ﴾ ﺍ ْﺫ ﻧ َ �ﺠ ْﻴﻨ133﴿ ۜ �
ﻁ
ِ
ِ ﴾ ﺍِ ْﺫ ﺍَﺑ َ َﻖ ﺍِ َ� ﺍ ْﻟ ُﻔ ْﻠ139﴿ ۜ �
ﻚ
َ ﻮ� ﻟ َِﻤ َﻦ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳ ۪ﻠ
َ ُ َُﻭ� �ﻥ ﻳ
ﻁ
﴾134﴿
Saffât 37/139140181
﴾140﴿ ۙﺍ ْﻟ َﻤ ْﺸ ُﺤﻮ ِﻥ
Bu âyetlerde -yukarıdaki örnek âyetten hareketle- kanaatimizce vakf gerekçesi bulunduğu halde “ ”ﺇِ ْﺫlafızlarının öncesinde vakf-ı lâzım alametine yer
verilmemiştir. Dolayısıyla aynı gerekçeyi muhtevi benzer yerlerde vakf-ı
lâzım’ın tercih edilmemiş olması, mezkûr yerlerde vasl yapılırsa âyetin i‘rab
ve anlamının değişeceği ihtimalini ve bu gerekçeye istinaden vakfın zorunlu
olduğu değerlendirmesini izale eder. Bu itibarla vakf halinde cârî olan bir
178
Krş. Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 229 (Ek 5: Kur’ân-ı Kerîm’deki “”ﺇِ ْﺫ
Lafızlarının Vakf / Vasl Durumu).
‘İlelu’l-vukûf’ta ve bu eseri esas alan ülkemiz mushaflarında ilgili yerde herhangi bir vakf
alameti bulunmamaktadır. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/682.
180 ‘İlelu’l-vukûf’ta ilgili yerde vakf-ı lâzım, aynı eserin diğer tahkiki olan Kitâbu-l-Vakfi ve’l179
ibtidâ’da ve ülkemiz mushaflarında ise vakf-ı mutlak alametine ( )ﻁyer verilmiştir. Bk.
181
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/943; Kitâbu-l-Vakfi ve’l-ibtidâ, 402.
Sâffât sûresindeki bu üç âyet için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/859-860; Kitâbu-l-Vakfi
ve’l-ibtidâ, 363. Ülkemiz mushaflarında da bu üç âyette ilgili yerlerde vakf-ı mutlak alameti
( )ﻁbulunmaktadır.
63
MUSHAFLARDA ALAMETLER
i‘rab, vasl yapıldığında da geçerli olacağı için mezkûr yerlerde vaslın uygun
olmadığı yönündeki bir hüküm tetkike değerdir.
2.1.1.5. Şart-Cevap Açısından Yapılan Bazı Vakf-ı Lâzımlar
Kur’ân-ı Kerîm’de muahhar şart-mukaddem cevap olarak değerlendirilen
ve bu sebeple öncesi ile lafız ve anlam irtibatı bulunan “ ”ﻟ َْﻮveya “ ”ﺇِ ْﻥşart edatlarının öncesinde vasl yapılması tercihe şayan olabilir. Bununla beraber cevabı
mahzûf olduğu halde vasl yapılması neticesinde “ ”ﻟ َْﻮveya “ ”ﺇِ ْﻥşart edatlarının
cevabının ve buna bağlı olarak âyetin mefhumunun değişebileceği gerekçesiyle öncesinde vakfın zorunlu değerlendirildiği yerler de vardır.182 Nitekim
bu gerekçeye istinaden Nahl 16/41, Ankebût 29/41, 64, Zümer 39/26, Kalem
68/33, Nûh 71/4 âyetlerinde “ ”ﻟ َْﻮşart edatının; Duhân 44/7’de ise “ ”ﺇِ ْﻥşart eda-
tının öncesinde vakf yapılması zorunlu addedilmiş ve buna işaret eden vakf-ı
lâzım alametine yer verilmiştir.
ِ
ِ ِ ﺍ�ِ ﺍَﻭﻟِﻴ ٓﺎﺀ ﻛَﻤﺜَ ِﻞ ﺍ ْﻟﻌﻨﻜَﺒ
Örneğin ﺕ ﺑ َ ْﻴﺘًﺎ ۜ َﻭ ِ� �ﻥ ﺍَ ْﻭﻫَ َﻦ
ْ ﻮﺕ ﺍﺗ � َﺨ َﺬ
ۚ ُ َْ
َ َ َ ْ � ﻳﻦ ﺍﺗ � َﺨ ُﺬﻭ� ﻣ ْﻦ ﺩُﻭ ِﻥ
َ ﴿ َﻣﺜَ ُﻞ ﺍﻟ � ۪ﺬ
ِ “ ﺍ ْﻟﺒﻴAllah’tan başka(sını) dost edinenlerin du﴾ ﻮﻥ
َ ﻮﺕ ﻟ َْﻮ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻤ
ُ ﻮﺕ ﻟ َﺒَ ْﻴ
ۢ ِ ﺖ ﺍ ْﻟﻌَ ْﻨﻜَ ُﺒ
ُُ
rumu, kendine yuva yapan örümceğinki gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü
şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.”183 âyetindeki “ﻮﻥ
َ ”ﻟ َْﻮ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻤ
“müşrikler, (dost edindikleri ve ibadet ettikleri putların -örümceğin yaptığı
yuvanın kendisini sıcak ve soğuktan koruyamadığı gibi- kendilerine fayda sağlamayacağını) keşke bilselerdi (anlasalardı)” cümlesinin (muahhar şartın)
cevabı, “o takdirde onlara ibadet etmezlerdi.” şeklinde mahzûftur. Görüldüğü
ِ ” َﻭ ِ� �ﻥ ﺍَﻭ َﻫ َﻦ ﺍ ْﻟﺒﻴcümleleri arasında muüzere “ﻮﻥ
َ ”ﻟ َْﻮ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻤve “ﻮﺕ
ُ ﻮﺕ ﻟ َﺒَ ْﻴ
ۢ ِ ﺖ ﺍ ْﻟﻌَ ْﻨﻜَ ُﺒ
ْ
ُُ
ahhar şart-mukaddem cevap irtibatı bulunmamaktadır.184 Bu iki cümle arasında böyle bir irtibatın olması durumunda âyetteki “evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır” ifadesi, “müşriklerin bilmesi” şartı ile mukayyet gibi
Öncesinde vakf ya da vasl yapılması gereken şart edatlarının bulunduğu âyetler için bk.
Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 230 (Ek 6: Kur’ân-ı Kerîm’deki ﻟَ ْﻮve ِﺇ ْﻥŞart
Edatlarının Vakf / Vasl Durumu).
183 el-Ankebût 29/64.
184 Zeccâc, Me’âni’l-Kur’an, 4/169; Zemahşerî, Keşşâf, 4/549; Ebû Hayyân, Bahru’l-muhît,
7/148; Semîn el-Halebî, ed-Dürrü’l-masûn, 9/22; Mahmud Sâfî, el-Cedvel fî i‘râbi’l-Kur’an
ve sarfihî ve beyânihî, (Dımaşk: Dâru’r-Reşîd, 1995), 10/341.
182
64
MUSHAFLARDA ALAMETLER
düşünülebilir. Bundan dolayıdır ki Secâvendî, Nîsâbûrî ve Uşmûnî “ َﻭ ِ� �ﻥ ﺍَ ْﻭ َﻫ َﻦ
ِ ”ﺍ ْﻟﺒﻴcümlesinde vakf yapılması gerektiği görüşündedir.185
ﻮﺕ
ُ ﻮﺕ ﻟ َﺒَ ْﻴ
ۢ ِ ﺖ ﺍ ْﻟﻌَ ْﻨﻜَ ُﺒ
ُُ
Görüldüğü üzere “ ”ﻟ َْﻮedatının öncesinde vasl yapıldığında “ ”ﻟ َْﻮve öncesi
arasında muahhar şart-mukaddem cevap irtibatı vehmedilebilir. Kanaatimizce
her iki i‘rab takdiri de âyetin bağlamında makul görülebileceği için aslında iki
i‘rab ve anlam ihtimalini ihtiva eden bu âyetlerde “ ”ﻟ َْﻮedatının öncesinde vak-
fın zorunlu olduğuna delalet eden ve vaslın uygun olmadığını belirten vakf-ı
lâzım tercihi zorunlu görülmeyebilir. Bu bağlamda âyetin anlamı açısından
zikri geçen i‘rab değişikliği ihtimalini doğru bulmadığı için altı âyette de şart
edatından önce vakf yapılmasını zorunlu addeden ve buna işareten vakf-ı
lâzım alametini tercih eden Secâvendî’nin diğer benzer yerlerde186 bu vakf türüne yer vermemesi ise dikkat çekicidir.
Bu kısımda, Secâvendî’nin vakf sistemini kullanan Türkiye’deki mushaflar özelinde vakf-ı lâzım alameti bulunan yerlerin sadece bir kısmı tahlil edilmiştir. Secâvendî’nin vakf-ı lâzım’a konu ettiği yerlerde serdettiği değerlendirmeler üzerinden bu vakf türünün gerekçesi tayin edilmeye çalışılmıştır.
Buna göre vakf-ı lâzım, “kelamın tamamlandığı bir yerde vasl yapılması durumunda âyetin i‘rabının ve buna bağlı olarak anlamının değişebileceği gerekçesiyle vakfın zorunlu olması” şeklinde tarif edilebilir. Bu tanımdan hareketle aslında vasl yapılması uygun olmadığı için vakf-ı lâzım’ın, diğer bir ifadeyle vasl-ı kabîh ya da vasl-ı memnu‘ olarak anlaşılması da mümkündür.
Vakfa konu olan kelimenin, kelamın nihayete erdiği bir yer olması ve bu
kelimenin sonrasının isti’nâf (ibtidâ) cümlesi olması, vasl yapılması durumunda âyetin i‘rabının ve anlamının değişmesi olarak belirlenen vakf gerekçesi, vakf-ı lâzım’ı diğer vakf türlerinden farklı kılmakta ve onu özgün bir
vakf türü olarak değerlendirmeye imkân vermektedir. Secâvendî, bu gerekçeyi ihtiva eden birçok yerde vakf-ı lâzım’ı tercih etmesine rağmen yukarıda
da örneklendirildiği üzere bir kısım yerlerde ise bu vakf türüne işaret etmemiştir. Bu itibarla Secâvendî’nin, ya tayin ettiği vakf türlerini birçok örnek
âyet üzerinden inceleyip bunların bir kısmında vakf-ı lâzım alametine yer verdiği, diğer benzer yerleri ise ehlinin ferasetine tevdi etmiş olabileceği; ya da
vakf-ı lâzım’a konu edilebilecek bazı yerlerde vakf türünü sehven tayin etmediği söylenebilir. Ancak sûre tertibine göre her bir âyetin teferruatlı i‘rab tahlili ile incelendiği bir vakf sisteminde böyle bir yorum kabul edilebilir gözükmemektedir.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/792; Nisâbûrî, Ğarâibu’l-Kur’ân, 5/378; Uşmûnî, Menâru’lhudâ, 594.
186 Bk. Mehmet Kara, Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım, 207-211.
185
65
MUSHAFLARDA ALAMETLER
İncelemelerimiz esnasında oluşan kanaatimiz yukarıda da arz ettiğimiz
gibi sadece bazı ihtimallerden oluşmaktadır. Bununla beraber gerekçesini ihtiva eden her yerde vakf-ı lâzım alametinin bulunmadığı gerçeğinden hareketle iki yaklaşım geliştirebiliriz: a) Gerekçesini ihtiva eden tüm yerlerde aynı
vakf yaklaşımının tercih edilmesi ve bu yerlerin hepsinde vakf-ı lâzım alameti
bulunması gerektiğine hükmedilebilir. b) Gerekçesini ihtiva eden yerlerin
hepsinde aynı vakf alametinin tercih edilmediği vakıasından hareketle vakf-ı
lâzım alameti bulunan bazı yerlerde vakf yapılmasının zorunlu olmadığı sonucuna da ulaşılabilir. Buna göre gerekçesini ihtiva ettiği düşünülen yerlerde
-Secâvendî’nin eserinde vakf-ı lâzım olduğuna değinilmese de- bu vakfın varlığına hükmedilebilir. Aynı şekilde Secâvendî’nin eserinde vakf-ı lâzım’a yer
verilen bazı yerlerde, gerekçesini ihtiva etmediği düşüncesiyle farklı vakf türleri de tercih edilebilir. Böyle bir sonuç, mushaflardaki vakf-ı lâzım alameti
bulunan yerlerin farklılığının izahına katkı sağlamaktadır.
Diğer taraftan vakf-ı lâzım alameti bulunan bir kelimede vasl yapılması
neticesinde bu kelime ve sonrası arasında sıfat-mevsûf, bedel-mübdelün minh,
ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh şeklinde yeni bir i‘rab ihtimalinin ve buna bağlı olarak
mefhum değişikliğinin oluşması yönünde ma‘kes bulan vakf gerekçesi, birçok
yerde ancak çok detaylı i‘rab tahlili ile fark edilebilir. Ayrıca vakf halinde
geçerli olan bir i‘rab, vasl esnasında da pekâlâ geçerlidir. Bu sebeple vasl yapılması neticesinde âyette oluşan i‘rab ve anlam değişikliği ihtimali üzerinden
vakfın zorunlu olduğuna hükmedilmesi ihtilaflı bir meseledir. Kaldı ki okuduğu veya dinlediği âyeti anlamak isteyen bir kimse, vakf veya vasl alametlerine bakmaksızın öncelikle âyetin bağlamını, varsa nüzûl sebebini ve i‘rab
tahlilini dikkate alarak anlama gayretinde olur. Dolayısıyla anlam eksenli bir
tilâvette âyetlerdeki vakf alametleri, okuyucuyu ve dinleyiciyi yönlendirse de
âyetin anlaşılması sadece bu alametlere bağlı değildir.
2.1.2. Vakf-ı Mutlak ()ﻁ
“Serbest”, “sınırsız”, “mutlak”, “genel” vb. anlamları ihtiva eden187 “mutlak” ifadesinden hareketle “vakf-ı mutlak”, Secâvendî’nin vakf tasnifindeki
diğer vakf türlerinde geçen lâzım (vakf-ı lâzım), câiz (vakf-ı câiz, vakf-ı mücevvez, lâ yecûzu’l-vakfu/vakf-ı lâ), ruhsat (vakf-ı murahhas) gibi herhangi
bir kayıtla mukayyet olmayan mutlak/genel bir vakf türü şeklinde anlaşılabilir. Secâvendî’nin ifadesiyle vakf-ı mutlak; “kendisinden (vakf yapılmasından) sonra ibtidânın (tilâvete devam etmenin) hasen olarak değerlendirildiği
187
Cevherî, es-Sıhah, 4/1519; Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât, 523; Zemahşerî, Esâsü’l-belâğa,
1/611.
66
MUSHAFLARDA ALAMETLER
bir yerde vakf yapılmasıdır. (”)ﻣﺎ ﻳﺤﺴﻦ ﺍﻻﺑﺘﺪﺍﺀ ﺑﻤﺎ ﺑﻌﺪﻩ.188 Bilindiği üzere bu vakf
türüne alamet olarak “tâ” ( )ﻁharfi tayin edilmiştir.189
İncelediğimiz mushaflarda tespit edebildiğimiz kadarıyla 497’si âyet sonunda, 2940’ı ise âyet içerisinde olmak üzere toplam 3437 adet vakf-ı mutlak
alameti vardır. Fâtiha’dan Nâs’a kadar tüm sûrelerin dikkatli bir şekilde taranması neticesinde ulaşılan vakf-ı mutlak ve diğer vakf türlerinin sayısı hususundaki böyle bir nicel tespitin hatadan hâli olmayabileceği hatırlatılmalıdır.190
Muhtasar bir vakf-ı mutlak açıklaması ile yetindiği görülen müellifin, yukarıdaki açıklamaya göre bu vakf yerlerini tayin ederken aslında ibtidâyı öncelediği görülmektedir. Ehlinin de malumu olduğu üzere vakf yerlerinin tayini
sürecinde vakfa konu edilen yerin sonrasının ibtidâya uygun olup olmadığı
meselesi vakf-ibtidâ alanında telif edilmiş birçok eserde öncelikli dikkate alınan bir husustur. Nitekim Secâvendî’nin mezkûr vakf türünü beyan etmek
üzere belli bir tasnifle zikrettiği örnek âyetler de ibtidânın belirleyici olduğunu
göstermektedir. Bu münasebetle müellifin zikrettiği örnek âyetlerle iktifa edilerek vakf-ı mutlak’ın beyanı yoluna gidilecektir:
2.1.2.1. Mübtedâ ile Başlayan Yerlerin Öncesi
Kur’an tilâvetinde evvelinde mübtedâ bulunan yerlerin tilâvet başlangıcı
(ibtidâ) yapılması, öncesi ile lafız irtibatı bulunmadığı için, hasen olarak değerlendirilmiştir. Secâvendî, bu tür yerlerin öncesini, vakf-ı mutlak’ın mahalli
olarak tayin etmiştir. Örneğin ﴾ ٓﺎﺀ
َ َ ﻮﻫ ْﻢ ﺍِﻟ َْﻴﻪِۜ ﺍَ ��ُ ﻳ َ ْﺠﺘَ ۪ ٓ� ﺍِﻟ َْﻴﻪِ َﻣ ْﻦ
ُ ﻛَ ُ�َ َﻋ َ� ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺸﺮِ ۪ﻛ�َ َﻣﺎ ﺗ َ ْﺪ ُﻋ
ُ �
ِ ِ ۪ ﴿ ﻭâyetinde191 mübtedâ ile başlayan “�۪ َ ”ﺍَ �� ﻳﺠﺘcümlesinin ev۪
ﻴﺐ
َْ َ
ٓ َْ ُ
ُ �ﺪٓﻱ ﺍﻟ َْﻴﻪ َﻣ ْﻦ ﻳُﻨ
velinde “ِۜ ”ﺍِﻟ َْﻴﻪifadesinde mezkûr gerekçeye istinaden vakf-ı mutlak alametine
yer vermiştir.192
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/116; Secâvendî, Kitâbu’l-Vakfi ve’l-İbtidâ, 107.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169.
190 Nitekim vakf-ibtidâ ile ilgili olarak yapılan diğer bazı araştırmalarda farklı nicel tespitler de
vardır. Örneğin Recep Koyuncu’nun tespiti 3476 adet, Muhammed Coşkun’un tespiti ise
3510 tane olduğu yönündedir. Bk. Recep Koyuncu, Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf
İbtidâ’nın Rolü (İbnü’l-Enbârî, ed-Dânî, ve es-Secâvendî Örneği), (Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2015), 136, (730 nolu dipnot);
Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden
Okunması Eleştiriler – Teklifler, 96, 131. (Coşkun’un bu tespiti, Hindî’nin Künuz’undaki
verilere dayanmaktadır.).
191 eş-Şûrâ 42/13.
192 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/116, 3/907.
188
189
67
MUSHAFLARDA ALAMETLER
2.1.2.2. Fiil Cümlesi ile Başlayan Yerlerin Öncesi
Öncesi ile lafız irtibatı bulunmayan fiil cümlesinin tilâvet başlangıcı (ibtidâ) yapılması hasen olup diğer taraftan nefes almak için böyle bir yerin evvelinde tilâvetin geçici bir süre durdurulması vakf-ı mutlak olarak tayin edil193
miştir. ﴾ ۟ �ً�ﺮ
� ﻒ
� ﺍ�ُ ﻧ َ ْﻔﺴًﺎ ﺍِ �ﻻ َﻣ ٓﺎ ٰﺍ ٰﺗﻴﻬَﺎ ۜ َﺳﻴَ ْﺠﻌَ ُﻞ
ُ ِّ ﴿ َﻻ ﻳُﻜَﻠâyetinde fiil cümlesi
ْ ُ ٍﺍ�ُ ﺑ َ ْﻌ َﺪ ُﻋ ْﺴﺮ
ile başlayan “”ﺳﻴَ ْﺠﻌَ ُﻞ
َ fiilinin öncesinde “ۜ ” ٰﺍ ٰﺗﻴﻬَﺎifadesindeki vakf-ı mutlak alameti örnek olarak zikre değerdir.194
2.1.2.3. Fiili Hazfedilmiş Bir Mef‘ûl ile Başlayan Yerlerin Öncesi
Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı isim tamlamaları, mahzuf bir fiilin mefulünün
muzaf, failinin ise muzafun ileyh olması şeklindedir. Örneğin ﴾ �
ِ ِ ﺎﻥ َﻋ َ� ﺍﻟﻨ
َ ََﻣﺎ ﻛ
ّ �
195 ِ
ِ
ِ � َ ﺍ� ﻟ َﻪ ۜ ﺳﻨ�ﺔ
ۜ ﻳﻦ َﺧﻠ َ ْﻮ� ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒ ُﻞ
� َ ”ﺳﻨ�ﺔ
َ ﻴﻤﺎ ﻓَ َﺮ
َ ﴿ ﻣ ْﻦ َﺣ َﺮ ٍﺝ ۪ﻓâyetindeki “�ﺍ
َ ﺍ� ِ� ﺍﻟ � ۪ﺬ
ُ ifadesi,
ُ ُ ُ� ﺽ
bu terkibin aslı olan “ً ”ﺳ �ﻦ ﺍ�ُ ُﺳﻨ�ﺔ
َ cümlesinde de görüldüğü üzere mahzuf “”ﺳ �ﻦ
َ
fiilinin meful (ً )ﺳﻨ�ﺔ
ُ ve fâilinin (ُ� )ﺍisim tamlamasına (muzaf - muzafun ileyh)
dönüşmüş halidir.196 Bu şekilde olan yerlerde mahzuf bir fiilin mefulü ile
tilâvete devam edilmesinin (ibtidâ) uygun olmasına bağlı olarak bu mefulün
öncesinde tilâvetin geçici bir süre durdurulması da vakf-ı mutlak olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Secâvendî’nin eserinde197 ve ülkemiz mushaflarında âyetteki “ِ�ﺍ
� َ ” ُﺳﻨ�ﺔifadesinin öncesinde vakf-ı mutlak alametine işaret
edilmiştir. Bununla beraber müellifin örnek olarak zikrettiği Rûm 30/6, Ahzâb
33/62, Fetih 48/23 âyetler incelendiğinde gerekçesini ihtiva etmesine rağmen
müellifin eserinde198 ve ülkemiz mushaflarında ilgili yerlerde vakf-ı mutlak
alametine işaret edilmemiş olması ise dikkat çekicidir.
2.1.2.4. Şart ile Başlayan Yerlerin Öncesi
Secâvendî’ye göre vakf-ı mutlak mahalli olan bir diğer yer şart cümlesi ile
başlayan yerlerin öncesidir. Zira ona göre Kur’an tilâvetinde vakf yapıldıktan
sonra şart cümlesi ile tilâvete devam edilmesi (ibtidâ) hasendir.199 Bunun bir
et-Talâk 65/7.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/116, 3/1025.
195 el-Ahzâb 33/38.
196 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/117.
197 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/821.
198 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/797, 3/815, 954.
199 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/117.
193
194
68
MUSHAFLARDA ALAMETLER
200
ِ
ِ
örneği, ﴾ ۜ ﺍ�ُ ﻳُ ْﻀﻠِ ْﻠ ُﻪ
� ِ �ﺎ
َ َ ﺎﺕ َﻣ ْﻦ
َ ﴿ َﻭ�ﻟ � ۪ﺬâyetinde şart cümۜ ﻳﻦ ﻛَﺬ�ﺑُﻮ� ﺑِﺎٰﻳَﺎﺗﻨَﺎ ُﺻ �ﻢ َﻭﺑُ ْﻜ ٌﻢ ِ� ﺍﻟﻈ�ﻠُ َﻤ
ِ
ِ kelimesine konulan vakf-ı mutlak alametilesinin evvelindeki “ﺎﺕ
ۜ ”� ﺍﻟﻈ�ﻠُ َﻤ
dir.201
2.1.2.5. İstifham ile Başlayan Yerlerin Öncesi
Vakf-ı mutlak alametinin mahalli olarak tayin edilen bir diğer yer, istifham
ِ ْ َ� ﻓِﺌَﺘ
edatı ile başlayan yerlerin öncesidir.202 Bu münasebetle ﴾ �
َ ﻓَ َﻤﺎ �َﻜُ ْﻢ ِ� ﺍ ْﻟ ُﻤﻨَﺎﻓِ ۪ﻘ
203
ۜ ُ�ﺍ
� ﺿ �ﻞ
� ﴿ َﻭâyetinde istifham ile başlayan
َ َ� ُﺪﻭ� َﻣ ْﻦ ﺍ
َ ��ُ ﺍَ ْﺭﻛَ َﺴ ُﻬ ْﻢ ﺑ ِ َﻤﺎ ﻛَ َﺴ ُﺒﻮ� ۜ ﺍَﺗُﺮ۪� ُﺪ
ْ َ ﻭﻥ ﺍَ ْﻥ
fiil cümlesinin evvelinde “ۜ � ”ﺑِﻤَﺎ ﻛَ َﺴﺒُﻮfiilinde vakf-ı mutlak alametine yer veril-
miştir.204
2.1.2.6. Nefiy Edatı ile Başlayan Yerlerin Öncesi
Kur’an tilâvetinde nefes alma süresi kadar okumaya ara verilip akabinde
nefiy edatı bulunan bir cümlenin tilâvet başlangıcı yapılması (ibtidâ) hasendir.
Bu nedenle bu tür yerlerin öncesinde vakf yapılması da vakf-ı mutlak olarak
206
tayin edilmiştir.205 Örneğin ﴾ ۜ ُﺎﻥ ﻟ َُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟ ِﺨ َ�َﺓ
َ � ﴿ َﻭﺭَﺑâyetinde
َ َ ﻚ ﻳ َ ْﺨﻠُ ُﻖ َﻣﺎ
َ َﺎﺭ ۜ َﻣﺎ ﻛ
ُ َٓﺎﺀ َﻭ� َ ْﺨﺘ
ُ �
evvelinde nefiy edatı bulunan “ۜ ُﺎﻥ ﻟ َُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟ ِﺨ َ�َﺓ
َ َ”ﻣﺎ ﻛ
َ cümlesinin öncesinde bu gerekçeye istinaden vakf-ı mutlak alameti tercih edilmiştir.207
2.1.2.7. “İnne” ( )ﺍِ �ﻥEdatı ile Başlayan Yerlerin Öncesi
“İnne” ( )ﺍِ �ﻥedatı ile başlayan cümleler genellikle öncesi ile lafız ve anlam irti-
batı bulunmayan yeni bir cümlenin başladığı yerler olması hasebiyle tilâvete devam etmenin ya da başlamanın uygun olduğu yerlerdir. Bu sebeple ﴾ َﻣﺎ ﻧَ ْﻌ ُﺒ ُﺪ ُﻫ ْﻢ ﺍِ �ﻻ
el-En‘âm 6/39.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/476.
202 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/117-118.
203 en-Nisâ 4/88.
204 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/430.
205 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/118.
206 el-Kasas 28/68.
207 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/782.
200
201
69
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ِ � �َ ِ ﴿ ﻟِﻴ َﻘﺮِﺑﻮﻧَ ٓﺎ ﺍâyeِ
۪ َ ﺍ�َ َﻻ
ﺎﺭ
ُ ﺍ�َ ﻳَ ْﺤ
� � ﺍِ �ﻥ
� ﻮﻥ ۜ ﺍِ �ﻥ
َ ﻜ ُﻢ ﺑَ ْﻴ َﻨ ُﻬ ْﻢ ۪� َﻣﺎ ُﻫ ْﻢ ۪ﻓﻴﻪِ ﻳَ ْﺨ َﺘﻠِ ُﻔ
ۜ ٰ ﺍ� ُﺯ ْﻟ
ُّ ُ
ٌ ﺏ ﻛَ �ﻔ
ْ
ٌ �ﺪﻱ َﻣ ْﻦ ُﻫ َﻮ ﻛَﺎﺫ
tindeki208 iki “inne” ( )ﺍِ �ﻥedatının öncesinde de vakf-ı mutlak alameti tercih edil-
miştir.209 Bununla beraber öncesi ile sebep-sonuç, kavlin mekûlü gibi lafız ve anlam irtibatının devam ettiği bazı yerlerde ise vasl tercihi daha uygun olabilir. Ör210
ِ
neğin ﴾ ﺎﺏ
َ ﺐ ﻟ َﻨَﺎ ِﻣ ْﻦ ﻟ َ ُﺪ ْﻧ
َ � ﻚ َﺭ ْﺣ َﻤﺔ ً ۚ ﺍِﻧ
َ ﻚ ﺍَ ْﻧ
ْ ﴿ َﺭﺑ�ﻨَﺎ َﻻ ﺗُﺰِ ْﻍ ُﻗﻠُﻮﺑَﻨَﺎ ﺑَ ْﻌ َﺪ ﺍ ْﺫ َﻫ َﺪ ْﻳﺘَﻨَﺎ َﻭ َﻫâyetinde
ُ �ﺖ ﺍ ْﻟ َﻮﻫ
“ﺎﺏ
َ � ”ﺍِﻧcümlesi, öncesindeki dua cümlesinin devamı olduğu ve buna
َ ﻚ ﺍَ ْﻧ
ُ ﺖ ﺍ ْﻟ َﻮ �ﻫ
bağlı olarak öncesi ile lafız ve anlam irtibatı devam ettiği için “ۚ ً ”ﺭ ْﺣ َﻤﺔ
َ kelimesinde
vasl yapılması daha uygun görülmüştür.211 Bundan dolayıdır ki ilgili yerde vakf
ve vaslın uygun olduğunu gösteren vakf-ı câiz alametine yer verilmiş olup vakf-ı
mutlak alameti tercih edilmemiştir.212
2.1.2.8. Haber Formundan Hikâye Formuna ya da Hikâye Formundan
Haber Formuna Geçiş Şeklinde Form Değişikliği Bulunan Yerler
Secâvendî’nin zikrettiği örnek âyet üzerinden beyan edilecek olursa ﴾ َﻭﻟ َ َﻘ ْﺪ َﺍ َﺧ َﺬ
213
ِ
ۚ َ ﺍ� ۪ﻣﻴﺜَﺎ َﻕ ﺑَ ۪ ٓ� ﺍِ ْﺳ َﺮ ۪ٓ�ﺀ
ۜ ﻜ ْﻢ
ُ َﺍ� ﺍِ ۪ ّ� َﻣﻌ
َ َ� َﻋ َﺸ َﺮ ﻧَ ۪ﻘﻴ ًﺒﺎ ۜ َﻭﻗ
ُ � ﴿ âyetinde “ �ﺍ
ُ � ﺎﻝ
ُ � َﻭﻟ َ َﻘ ْﺪ ﺍَ َﺧ َﺬ
ْ َ ﻳﻞ َﻭﺑَﻌَ ْﺜﻨَﺎ ﻣ ْﻨ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﺛ
۪ cümlesi, müellifin ifadesiyle, Allah’ın İsrailoğullarından söz alۚﻳﻞ
َ ”ﻣﻴﺜَﺎ َﻕ ﺑَ ۪ ٓ� ﺍِ ْﺳ َﺮ ۪ٓ�ﺀ
ِ
dığını belirten ihbârî bir cümledir. “ۜ � َﻋ َﺸ َﺮ ﻧَ ۪ﻘﻴ ًﺒﺎ
َ ise kendilerinden on
ْ َ ”ﻭﺑَ َﻌ ْﺜ َﻨﺎ ﻣ ْﻨ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﺛ
iki temsilci seçildiğini anlatan bir hikâye cümlesidir. Devamındaki “ �ّ ۪ ِﺍ� ﺍ
َ َﻭ َﻗ
ُ � ﺎﻝ
ۜ ﻜ ْﻢ
ُ ”ﻣ َﻌ
َ cümlesi de ihbârî bir cümledir. Buna göre bu âyette, ihbârî bir cümleden
hikâye cümlesine, hikâye cümlesinden de ihbârî cümleye geçiş vardır.
Secâvendî’ye göre bu tür geçişlerin olduğu yerlerde, örneğin incelediğimiz âyette
“ﻴﻞ“ – ”ﻧَ ِﻘﻴﺒًﺎ
ُ ”ﻣ َﻌ
َ ِ ﻜ ْﻢ ۜ“ – ” ِﺇ ْﺳ َﺮ�ﺋ
َ kelimelerinde, vakf yapılması vakf-ı mutlak olarak
değerlendirilmiştir.214
ez-Zümer 39/3.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/119, 3/877.
210 Âl-i İmrân 3/8.
211 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/119. Diğer örnek yerler için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/119125.
212 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/364.
213 el-Mâide 5/12.
214 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/125.
208
209
70
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Mezkûr yerlerde yapılan vakf türünün vakf-ı mutlak olduğu belirtilmesine
rağmen sûre tertibine göre vakf türlerinin tayin edildiği kısımda ise Secâvendî,
zikri geçen gerekçeyi serdettiği halde “ ”ﺇِ ْﺳﺮَ�ﺋِﻴ َﻞve “ ”ﻧ َ ِﻘﻴﺒًﺎkelimelerinde vakf215
ı câiz, “ۜ ”ﻣﻌَﻜُ ْﻢ
َ kelimesinde vakf-ı mutlak tercihinde bulunmuştur. Bununla
beraber ülkemiz mushaflarında ise “ ”ﺇِ ْﺳ َﺮ�ﺋِﻴ َﻞkelimesinde vakf-ı câiz, diğer iki
kelimede vakf-ı mutlak alameti bulunmaktadır. Görüldüğü üzere müellif, eserinin iki farklı yerinde zikrettiği aynı âyetle ilgili olarak farklı vakf türü tayininde bulunmuştur. Bu durumun bir benzeri de ülkemiz mushaflarında ilgili
yerde daha farklı vakf türüne yer verilmiş olmasıdır. Dolayısıyla müellif,
kendi belirlediği gerekçeye göre vakf türü tercih etmediği gibi vakf türleri hususunda ülkemiz mushafları ile ‘İlelu’l-vukûf arasında da tam anlamıyla bir
uyum söz konusu değildir.
2.1.2.9. Mâzi Kipten Muzârî Kipe ya da Muzârî Kipten Mâzi Kipe Geçiş Şeklinde Kip Değişikliği Bulunan Yerler
Kur’an tilâvetinde mâzi-muzârî kip geçişlerinin olduğu yerler de vakf-ı
mutlak’ın mahalli olarak değerlendirilmiştir. Mesela ﴾ ﺍﻟﺮ ْﺷ ِﺪ ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎ ﺑ ِ ۪ﻪ ۜ َﻭﻟ َْﻦ
� �َ ِ� ۪ﺪٓﻱ ﺍ
َْ
ۙ �ﺮِ َﻙ ﺑ ِ َﺮ ّﺑِﻨَ ٓﺎ ﺍَ َﺣ ًﺪﺍ
ْ ُ ﴿ âyetinde
216
“ ”ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎmâzi bir fiil, “�ﺮِ َﻙ
ْ ُ ”ﻭﻟ َْﻦ
َ ise muzârî bir fiildir.
Bu münasebetle mâziden muzârîye geçişin olduğu “ۜ ”ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎ ﺑ ِ ۪ﻪcümlesinde vakf-
ı mutlak alametine yer verilmiştir.217
2.1.2.10. İstifham Formundan Haber Formuna Geçiş Şeklinde Form
Değişikliği Bulunan Yerler
İstifham ile başlayan ﴾ ۜ ﻳﻦ َﺧﻠ َ ْﻮ� ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒ�ِﻜُ ْﻢ
َ ﺍَ ْﻡ َﺣ ِﺴ ْﺒ ُﺘ ْﻢ ﺍَ ْﻥ ﺗ َ ْﺪ ُﺧﻠُﻮ� ﺍ ْﻟ َﺠﻨ�ﺔ َ َﻭﻟ َﻤ�ﺎ ﻳ َ ْﺄﺗِﻜُ ْﻢ َﻣﺜَ ُﻞ ﺍﻟ � ۪ﺬ
218
ِ
ِ � ﻮﻝ ﻭ�ﻟ � ۪ﺬﻳﻦ ٰﺍﻣﻨﻮ� ﻣﻌﻪ ﻣ� ﻧَﺼﺮ
� ﺎﺀ َﻭ�ﻟ
َ ُ ٓ�ﺀ َﻭ ُﺯ ْﻟﺰِﻟُﻮ� َﺣ �� ﻳ َ ُﻘﻮ َﻝ ﺍﻟﺮ� ُﺳ
ُ ْ َٰ ََُ ُ َ َ
ۜ �ﺍ
ُ �ﻀﺮ
ُ ﴿ َﻣ �ﺴ ْﺘ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟﺒَ ْﺄ َ ٓﺳâyetinde “ ﻣ ْﻦ
ۜ ﻜ ْﻢ
ُ ِ � ”ﻗَ ْﺒifadesinde istifham sona erip akabinde “ﺎﺀ
َ haber cümlesi gelُ ”ﻣ �ﺴ ْﺘ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟﺒَ ْﺄ َ ٓﺳ
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/447.
el-Cin 72/2.
217 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/126, 3/1054.
218 el-Bakara 2/214.
215
216
71
MUSHAFLARDA ALAMETLER
mektedir. Bu itibarla istifham ve haber cümleleri arasında vakf yapılarak cümlelerin farklı formlarda olduğu vurgulanmış olur. Bundan dolayıdır ki âyette
ِ ifadesinde vakf-ı mutlak alameti tercih edilmiştir.219
“ۜ ”ﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒ�ِﻜُ ْﻢ
Örneklerde de görüldüğü üzere vakf-ı mutlak; lâzım, câiz, ruhsat gibi bir
kayıtla mukayyet olmayan genel bir vakf türünü temsil etmektedir. Buna göre
diğer vakf türleri içerisinde değerlendirilme imkânı olmayan vakf yerlerinde
tercih edilen genel bir vakf türü olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kendine
özel bir vakf gerekçesinin bulunmadığı ve buna bağlı olarak özgün bir vakf
türü olmadığı da söylenebilir. “İbtidânın hasen olarak değerlendirildiği bir
yerin öncesinde yapılan vakftır.” şeklinde aktarılan vakf-ı mutlak tanımı da
aslında tüm vakf türleri için geçerli olan bir kriterdir. Zira bilindiği üzere bir
yerin vakfa uygun olup olmadığının tayininde, sonrasının ibtidâya uygunluğu
öncelikli dikkate alınan bir husustur. Bu değerlendirmelerin nihayetinde vakfı mutlak’ın beyanı sadedinde şöyle bir yorumda bulunulabilir: Sıfat-mevsûf,
kavlin mekûlü, isim tamlaması vb. şekillerde öncesi ile lafız ve anlam irtibatı
bulunmayan ve yeni bir cümlenin başladığı yerlerle ibtidâ hasen olup bu tür
yerlerin öncesinde yapılan vakf da vakf-ı mutlak olarak isimlendirilmiştir.
2.1.3. Vakf-ı Câiz ()ﺝ
Secâvendî’nin vakf tasnifinde ( )ﺝharfi ile gösterilen220 vakf-ı câiz, kendi
ifadesiyle “vakf ve vasl yapılmasını gerektiren sebeplerin cezbedici olması
[bulunması] nedeniyle vakf ve vaslın uygun olmasıdır.” ( ﻣﺎ ﻳﺠﻮﺯ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﻭ�ﻟﻮﻗﻒ
�)ﻟﺘﺠﺎﺫﺏ ﺍﻟﻤﻮﺟﺒ� ﻣﻦ ﺍﻟﻄﺮﻓ.221 Buna göre özellikle tanımda geçen “tecâzüb” ifa-
desinden hareketle vakfa konu olan kelimenin, öncesi ve sonrası ile lafız ve
anlam açısından irtibatlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple vakf-ı câiz olarak
değerlendirilen yerlerde hem vakf ve hem de vasl yapılabilir. Tespitimize göre
incelediğimiz mushaflarda 99 sûrede 1184 tanesi âyet içerisinde 454 tanesi ise
âyet sonunda olmak üzere toplam 1639 yerde vakf-ı câiz alameti bulunmaktadır. Bu konuda yapılmış bazı araştırmalarda mezkûr vakf alameti ile ilgili olarak farklı nicel tespitlerin olduğu da belirtilmelidir.222
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/126, 293.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169. Ensârî’nin vakf tasnifinde de vakf-ı câiz’e yer verilmiştir.
Bk. Ensârî, el-Maksıd, 16.
221 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/128; Suyûtî, el-İtkân, 2/547.
222 Örneğin Hindî’ye göre 1578, Recep Koyuncu’ya göre 1644, Muhammed Coşkun’a göre ise
1578 tane vakf-ı câiz alameti bulunduğu tespiti yapılmıştır. Bk. el-Hindî, Künûzu eltâfi’lBurhân, 15; Koyuncu, Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf İbtidâ’nın Rolü, 137 (736
219
220
72
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Secâvendî’nin zikrettiği iki örnek âyet üzerinden bu vakf türü beyan edile223
ِ
cek olursa ﴾ ۜ ﻮﻥ
ْ ِ ﻚ َﻭﺑ
ۚ َ ِﻚ َﻭ َﻣ ٓﺎ ُﺍ ْﻧﺰِ َﻝ ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒﻠ
َ ﻮﻥ ﺑ ِ َﻤ ٓﺎ ُﺍ ْﻧﺰِ َﻝ ﺍِﻟ َْﻴ
َ ﻳﻦ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ
َ ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ� ُﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗ ِ ُﻨ
َ ﴿ َﻭ�ﻟ � ۪ﺬâyetinde
ِ
“ۜ ﻮﻥ
ْ ِ ”ﻭﺑ
َ ُﺎﻻ ِٰﺧﺮَ� ُﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗِﻨ
َ cümlesi, evvelindeki atıf harfinden ( )ﻭde anlaşılacağı üzere
öncesi ile lafız ve anlam irtibatı (ma‘tûf – ma‘tûfun aleyh) olan bir cümledir.
ِ ifadesinde vasl yapılabilir.
Bu sebeple mezkûr cümlenin öncesinde “ﻚ
ۚ َ ِ”ﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒﻠ
ِ
ِ
Diğer taraftan “ۜ ﻮﻥ
ْ ِ ”ﻭﺑ
ْ ِ )ﻭﺑ,
َ ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ� ُﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗ ِ ُﻨ
َ )ﻳُﻮﻗ ِ ُﻨ
َ cümlesinde meful (�ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ
َ fiilinin (ۜ ﻮﻥ
önüne geçtiği ve buna bağlı olarak âyetlerdeki söz dizimi farklılaştığı için vakf
ٓ
۪ ِ
۪
yapılması da uygundur.224 Bir diğer örnek ise ﴾ ﻚ
ُ � ِﻔ
ْ َ ﻗَﺎﻟُﻮ� ﺍَﺗ َ ْﺠﻌَ ُﻞ ﻓﻴﻬَﺎ َﻣ ْﻦ ﻳُ ْﻔﺴ ُﺪ ﻓﻴﻬَﺎ َﻭ
ِ ﴿ âyetindeki225 “ۚ ﺍﻟﺪ َﻣ ٓﺎﺀ
ِ ُ ”ﻭ َ� ِﻔ
َۜﻚ
َ � ّ ِﺒ ُﺢ ﺑ ِ َﺤ ْﻤ ِﺪ َﻙ َﻭﻧُﻘَ ِّﺪ ُﺱ ﻟ
ّ
َ ُ ﺍﻟﺪ َﻣ ٓﺎﺀَ ۚ َﻭﻧ َ ْﺤ ُﻦ
َ ّ ﻚ
ْ َ cümlesidir. Âyetteki
“Melekler, [Allah’a]: ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek bir
varlık mı yaratacaksın? dediler.” şeklinde soru cümlesinin son bulduğu
ِ َ ”ﻭ
ِ ﻚ
“ۚ َﺍﻟﺪ َﻣ ٓﺎﺀ
ۜ َ � ّ ِﺒ ُﺢ ﺑ ِ َﺤ ْﻤ ِﺪ َﻙ َﻭﻧُ َﻘ ِّﺪ ُﺱ ﻟ
َ
ّ ُ �ﻔ
َ ُ ”ﻭﻧ َ ْﺤ ُﻦ
ْ َ cümlesinde vakf yapılabilir. Ayrıca “َﻚ
cümlesinin evvelindeki vâv harfinin, vâv-ı hâliye olarak değerlendirilmesi durumunda vasl yapılması da uygundur.226
Secâvendî’nin yukarıda nakledilen vakf-ı câiz tanımı ve bu vakf türüne örnek olarak zikrettiği iki âyetten anlaşıldığı üzere vakf-ı câiz olarak tayin edilen
yerlerde iki farklı i‘rab ihtimali bulunduğu için tercih edilen i‘rab takdirine
göre vakf ya da vasl yapılması uygun olabilmektedir. Buna göre vakf ve vaslın
uygun olduğu anlaşılırken bazı durumlarda vakf veya vaslın evlâ olup olmadığı ya da vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olup olmadığı hususu ise tetkiki
gereken bir meseledir. Zira vakf-ı câiz’i inceleyen bazı müelliflerin eserlerinde bu yönde bilgilerin olması böyle bir tetkiki gerekli kılmaktadır. Örneğin
Muhammed Sadık el-Hindî (ö. 1290/1873) vakf-ı câiz’i, “birinin diğerine tercihi olmaksızın vakf ve vaslın müsavi olması” şeklinde açıklamış ve akabinde
ﻗِﻴ َﻞlafzı ile nakletmesinden de anlaşılacağı üzere zayıf bir görüş sadedinde bu
vakf türünde “vakfın evlâ” olduğunu da -Secâvendî’nin böyle bir bilgi zikretmediğini belirterek- aktarmıştır.227
no’lu dipnot); Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin
Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 96.
223 el-Bakara 2/4.
224 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/128, 177.
225 el-Bakara 2/30.
226 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/128, 197.
227 Hindî, Kunûzu eltâfi’l-Burhân, 19-23.
73
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Çağdaş müelliflerden Müsâid et-Tayyâr da vakf-ı câiz’in tanımında geçen
ﺗﺠﺎﺫﺏkelimesini, vakf ve vaslın müsaviliği şeklinde açıklamıştır. Ayrıca vakf
veya vaslın evlâ olduğu durumlarda Secâvendî’nin, ُﺿﺢ � َﻭ� ْﻟﻮَ ْﺟﻪ
َ ﺃﻭ
ْ � ﺃﺟﻮَﺯ
ْ � ﺃﻭ َﺟﻪ
ْ
ﻛَ َﺬﺍgibi ibarelerle buna işaret ettiğini belirtmiştir. Secâvendî’nin vakf-ı câiz
tanımında bu iki duruma sarahaten değinilmese de vakfa konu olan yerlerdeki
değerlendirmelerinden hareketle bu vakf türünde, vakf ve vasl gerekçesinin
müsavi olması veya vakf gerekçesinin ya da vasl gerekçesinin evlâ olması
şeklinde üçlü bir tasnifin bulunduğunu da zikretmiştir.228 Bu değerlendirmeler
çerçevesinde vakf-ı câiz ile ilgili olarak farklı tasniflerin yapılabileceği anlaşılmaktadır. Nitekim bazı örnek âyetler üzerinden konuyu inceleyen Mustafa
Karagöz’ün ifadesi ile;
“Üstelik o [Secâvendî], eserinin muhtevasında vakf-ı caiz kategorisini
gösteren ‘ ’ﺝrumuzunu kullandığı bazı yerlerde vakf yapmanın bazı yerlerde
ise vasletmenin daha uygun olduğunu dile getirmiştir. Ayrıca birçok yerde
müellif vakf yapmanın ya da vasletmenin uygun olduğuna dair kanaatini izhar etmeksizin, gerekçesini açıklayarak veya açıklamayarak vakfın caiz olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Aslında Secâvendî’nin tercihini belirtmediği
bu yerlerin de bir kısmında vakfın, diğer bir kısmında ise vaslın evla olduğunu söylemek mümkündür. Tercih belirtmediği kimi yerlerde ise vakf veya
vasldan biri diğerinden evla olmayıp her ikisi birbirine eşittir.”229
Buna göre vakf-ı câiz’e konu olan yerler 5 kısımda tasnif edilebilir:
1. Secâvendî’nin, vakfın evlâ olduğunu sarahaten belirttiği vakf-ı câizler.230
2. Secâvendî’nin, vaslın evlâ olduğunu açıkça belirttiği vakf-ı câizler.231
Tayyâr, Vukûfu’l-Kur’an, 186-187.
Karagöz, Vakf-ı Câizi Doğru Anlamak, 322.
230 Vakfı tercih ettiğini belirtmek için Secâvendî’nin kullandığı bazı ibareler Karagöz’ün çalış-
228
229
masından naklen şunlardır: / ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭﺟﻪ/ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭﺿﺢ/ � ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭ/ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﺟﻮﺯ/ ﻭﻭﺟﻪ ﺍﻟﻔﺼﻞ ﺃﺟﻮﺯ ﻭﺃﻭﺿﺢ
ﺍﻟﻮﻗﻒ/ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭﺟﺐ/ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﺣﺴﻦ/ ﻭ�ﻷﻭ� ﺃﻥ ﻳﻮﻗﻒ/ ﺗﺤﺴﻦ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻮﻗﻮﻑ/ ﻭ�ﻟﻌﺮﺑﻴﺔ ﺗﻮﺟﺐ ﺍﻟﻮﻗﻒ/ ﻭﻭﺟﻪ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭﺿﺢ
ﺃﻟﻴﻖBk. Karagöz, Vakf-ı Câizi Doğru Anlamak, 339.
231
Vaslı tercih ettiğini belirtmek için Secâvendî’nin kullandığı bazı ibareler Karagöz’ün çalış-
masından naklen şunlardır: ﻳﺤﺴﻦ ﺍﻟﻮﺻﻞ/ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﺣﺴﻦ/ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﺷﻬﺮ/ � ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻭ/ � ﻭﻭﺻﻠﻪ ﺃﻭ/ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﺟﻮﺯ
ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻭﺟﻪ/ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻭﺿﺢ/ ﻭﻭﺟﻪ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻭﺿﺢ/ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻇﻬﺮ/ ﻣﻊ ﺣﺴﻦ ﺍﻟﻮﺻﻞ/ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻟﻴﻖ/ Bk. Karagöz, Vakfı Câizi Doğru Anlamak, 331-332.
74
MUSHAFLARDA ALAMETLER
3. Herhangi bir tercihte bulunulmayıp vakfın evlâ olduğu vakf-ı câizler.232
4. Herhangi bir tercihte bulunulmayıp vaslın evlâ olduğu vakf-ı câizler.233
5. Herhangi bir tercihte bulunulmayıp vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olduğu vakf-ı câizler.
Bu münasebetle Kur’an’ın ilk cüzündeki 51 adet vakf-ı câiz ( )ﺝalameti
incelendiği takdirde bunların ikisinde234 vakfın evlâ olduğunun sarih bir şekilde belirtildiği görülmektedir. Örneğin ﴾ ۚ ﺖ َﻭ�َﻜُ ْﻢ َﻣﺎ ﻛَ َﺴ ْﺒ ُﺘ ْﻢ
ۚ ْ َ ﻚ ﺍُﻣ�ﺔٌ ﻗَ ْﺪ َﺧﻠ
َ ﺗ ِ ْﻠ
ْ َﺖ ﻟ َﻬَﺎ َﻣﺎ ﻛَ َﺴﺒ
235
۟ ﻮﻥ
َ ُﻮﻥ َﻋﻤ�ﺎ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻌ َﻤﻠ
َ ُ��َﻠ
ْ َ ”ﻟ َﻬَﺎ َﻣﺎ ﻛَ َﺴﺒcümlesi, öncesindeki “ٌ” ُﺍﻣ�ﺔ
ْ ُ ﴿ َﻭ َﻻâyetinde “ﺖ
kelimesinin sıfatı veya isti’nâf cümlesidir. Buna göre öncesi ile olan lafız ve
anlam irtibatına istinaden vasl, müstakil bir cümle (isti’nâf cümlesi) olmasına
istinaden de vakf yapılabilir. Secâvendî de hem vakf ve hem de vasl gerekçesini ihtiva ettiği için “ﺖ
ۚ ْ َ ”ﻗَ ْﺪ َﺧﻠifadesinde vakf ve vasl yapılabileceğini gösteren
vakf-ı câiz alametine yer vermiştir. Ayrıca “ۚ ” َﻭ�َﻜُ ْﻢ َﻣﺎ ﻛَ َﺴ ْﺒ ُﺘ ْﻢcümlesi, “ﺖ
ْ َ”ﻟ َﻬَﺎ َﻣﺎ ﻛَ َﺴﺒ
cümlesine ma‘tûf olduğu için isti’nâf cümlesi olmasını ve buna bağlı olarak
mezkûr yerde vakfın evlâ olduğunu “ ”ﻭﻫﻮ ﺃﻭﺿﺢifadesiyle sarih bir şekilde be-
lirtmiştir.236
Birinci cüzdeki vakf-ı câiz’e konu olan âyetlerin 11’inde237 vaslın evlâ olduğu
ِ
ِ ﺎﻃ
۪ ﻳﻦ ٰﺍ َﻣ ُﻨﻮ� َﻗﺎﻟُٓﻮ� ٰﺍ َﻣﻨ�ﺎ ۚ َﻭ ِ�ﺫَﺍ َﺧﻠ َ ْﻮ� ﺍِ ٰ� َﺷ َﻴ
belirtilmiştir. Mesela ﴾ ﻜ ْﻢ ۙ ﺍِﻧ � َﻤﺎ
ُ ﻴﻨ ِﻬ ْﻢ ۙ َﻗﺎﻟُٓﻮ� ﺍِﻧ�ﺎ َﻣ َﻌ
َ َﻭ�ﺫَﺍ ﻟ َ ُﻘﻮ� ﺍﻟ ۪�ﺬ
﴿ ﻧَ ْﺤ ُﻦ ُﻣ ْﺴ َﺘ ْﻬﺰِ ُﺅ َ۫ﻥâyetinde238 münafıkların ifadesi olan “ۚ ” َﻗﺎﻟُٓﻮ� ٰﺍ َﻣﻨ�ﺎcümlesinden sonra
ِ ﺎﻃ
۪ ”ﻭ ِ�ﺫَﺍ َﺧﻠ َ ْﻮ� ﺍِ ٰ� َﺷ َﻴ
onların bu sözüne hitaben “ۙ ﻴﻨ ِﻬ ْﻢ
َ cümlesi gelmektedir. Bu iki ifade-
nin aidiyetinin farklı olduğunun vurgulanması için tilâvet esnasında “ۚ ”ﻗَﺎﻟُٓﻮ� ٰﺍ َﻣﻨ�ﺎ
cümlesinde vakf yapılabilir. Müminlerle karşılaştıklarında iman ettiklerini, kendi
Yûsuf 12/77’deki vakf-ı câiz böyle değerlendirilmiştir. Bk. Karagöz, Vakf-ı Câizi Doğru
Anlamak, 351-354.
233 en-Nisâ 4/18’deki vakf-ı câiz bu yönde değerlendirilmiştir. Bk. Karagöz, Vakf-ı Câizi Doğru
Anlamak, 346-351.
234 el-Bakara 2/134, 139 (Bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/241, 246).
235 el-Bakara 2/134.
236 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/241.
237 el-Bakara 2/14, 17, 24, 76, 89, 96, 99, 109, 136, 138, 138.
238 el-Bakara 2/14.
232
75
MUSHAFLARDA ALAMETLER
aralarında ise müminlerle alay ettiklerini söyleyen münafıkların durumunun anlatılmaya devam edilmesi nedeniyle vasl yapılması da uygundur. Secâvendî burada
“� ”ﺍﻟﻮﺻﻞ ﺃﻭifadesi ile vaslın evlâ olduğunu vurgulamıştır.239
Diğer vakf-ı câiz alametlerinde ise vakf ve vasl gerekçesini ihtiva ettiği için
iki şekilde de tilâvetin yapılabileceği belirtilmesine rağmen vakf veya vaslın
evleviyetine değinilmemiştir. Bununla beraber bu âyetlerde de vakfa konu
olan yerler özelinde daha detaylı i‘rab ve anlam tahlili yapıldığı takdirde bazı
yerlerde vakf veya vaslın evlâ olduğu ya da diğer bir kısım yerlerde de vakf
ve vaslın eşit düzeyde câiz olduğu sonucuna ulaşılabilir.
Bu değerlendirmelere göre Secâvendî’nin vakf-ı câiz tanımının, efrâdını
câmi‘ ağyârını mâni‘ bir tarif olup olmadığı açısından bazı eksikleri olduğu
söylenebilir. Zira mezkûr tanımda, “vakf veya vaslın evleviyeti” ya da “vakf
ve vaslın müsaviliği” hususu bahse konu edilmemektedir. Buna rağmen
Secâvendî, ilgili âyetleri değerlendirmesi esnasında bu iki hususa bazen dolaylı bazen de dolaysız olarak işaret etmektedir. Dolayısıyla vakf ve vaslın
câiz olduğu bu vakf türü, bazı yerlerde vakf veya vaslın evleviyetini ya da
müsaviliğini de muhtevidir. Bu sebeple vakf-ı câiz ile ilgili olarak vakf ve
vaslın uygun olduğu izahı yeterli görülmeyebilir. Kanaatimizce vakf veya vaslın evlâ olabileceği ya da vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olabileceği de tanıma ilave edilebilir. Bu itibarla vakf-ı câiz tanımı aynen aktarılıp akabinde
açıklayıcı bilgilere yer verilerek şöyle bir tanım denemesi yapılabilir: Vakf-ı
câiz: “Vakf ve vasl yapılmasını gerektiren sebepleri ihtiva etmesi nedeniyle
vakf ve vaslın uygun olmasıdır. [Vakf-ı câiz’e konu olan yerlerin bir kısmında
vakf, diğer bir kısmında vasl evlâ olabileceği gibi bazı yerlerde ise vakf ve
vasl yapılması müsavi olarak da değerlendirilebilir.]”. Böylece vakfa konu
olan yerlerde zikri geçen -bize göre aslında tanımın da ihtiva ettiği- vakf-ı
câiz’in farklı yönleri de açık bir şekilde ifade edilmiş olur.
Bu detaylı vakf-ı câiz tanımından hareketle Hindî’nin yer verdiği bazı vakf
türlerinin, Secâvendî’nin vakf-ı câiz tanımı ve bu vakf türüne konu olan yerlerdeki izahlarından mülhem olduğu düşünülebilir. Bilindiği üzere Hindî,
vakf-ı câiz’in alt kategorileri sayılabilecek vasl evlâ (�)ﺻ, vakf evlâ (� )ﻗve iki
farklı i‘rab ve anlam ihtimalinin bulunduğu yerlerde tercih edilen piramit şeklindeki vakf-ı mu‘ânaka (∴) gibi bazı vakf türlerine yer vermiştir.240 Bu itibarla
muhtemelen Hindî’nin etkisi ile241 Haddâd Mushafı242 ve Suûd-i Arabistan’da
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/184-185.
Hindî, Kunûzu eltâfi’l-Burhân, 19-23.
241 Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 144 (113 no’lu dipnot).
242 Mısır kralı I. Fuad (ö. 1936), “Muhallilâtî Mushafı” olarak bilinen mushafın daha kaliteli bir
şekilde basılması için dönemin Mısır reîsü’l-kurrâsı Muhammed b. Ali b. Halef el-Hüseynî
el-Haddâd (ö. 1358/1939) başkanlığında bir heyet oluşturmuş ve bu heyet tarafından
“Haddâd Mushafı” yazılmıştır. Mushafta 3 vakf türüne 6 remiz ile işaret edilmiştir: 1) Vakf239
240
76
MUSHAFLARDA ALAMETLER
(Medine) basılan Mushafta243 da vakf-ı câiz; vakf evlâ (�)ﻗ, vasl evlâ (�)ﺻ,
vakf ve vasl’ın eşit düzeyde câiz olduğunu belirten vakf-ı câiz ()ﺝ, i‘rab ve
anlam tercihine göre vasl - vakf veya vakf - vasl ihtimalini gösteren vakf-ı
mu‘ânaka (∴) şeklinde dört vakf türü ve alameti ile revize edilmiştir.
Bu değerlendirmeler çerçevesinde ülkemizdeki ilmî çalışmaların vakf-ı
câiz tanımlarına da yansıyan ve kanaatimizce Hindî’nin kategorik tasnifi ile
Haddâd ve Medine mushaflarından mülhem olduğu düşünülebilen “vakfın
evlâ olduğu”244 veya “vakf ve vaslın eşit düzeyde câiz olduğu”245 gibi çıkarımların / ilavelerin makul görülebileceği anlaşılmaktadır. Buna rağmen yukarıda da bahsedildiği üzere bazı yerlerde vaslın evlâ olabileceği de belirtilmesi gereken diğer bir ayrıntıdır.
ı lâzım için ()ﻡ, 2) Vakf-ı memnû‘ için ( )ﻻalameti tercih edilmiştir. 3) Vakf-ı câiz için ise vakf
evlâ (�)ﻗ, vasl evlâ (� )ﺻve vakf ve vasl’ın eşit düzeyde câiz olduğunu belirten vakf-ı câiz
()ﺝ, i‘rab ve anlam tercihine göre vasl-vakf veya vakf-vasl ihtimalini gösteren vakf-ı
mu‘ânaka (∴) şeklinde dört remiz tayin edilmiştir. Bk. Mushaf-ı Şerîf (Haddâd Mushafı), s.
ﻥ, ;ﺱel-Kâdî, Tarihu’l-Mushafı’ş-Şerif, 61-62; Nikzâvî, el-İktidâ, 1/59; Maşalı, Tarihi ve
243
Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 144.
Abdulaziz b. el-Fettâh el-Kârî başkanlığındaki görevli bir heyet tarafından “Haddad mushafı”ndaki vakf yerleri tekrar gözden geçirilmiş, heyetçe doğru kabul edilenler aynen bırakılmış, diğerlerinde ise değişikliğe gidilmiştir. Bu doğrultuda Haddad mushafı esas alınarak
hicrî 1405 yılında “Medine Mushafı” hazırlanmıştır. Bk. el-Kârî, et-Takrîru’l-ilmiyyu an
mushafi’l-Medineti’n-Nebeviyye, 51.
Mushafta vakf-ı memnû‘ ( )ﻻharicinde Haddad mushafındaki 5 vakf alameti; vakf-ı lâzım ()ﻡ,
vakf evlâ (�)ﻗ, vasl evlâ (�)ﺻ, vakf-ı câiz ( )ﺝve vakf-ı mu‘ânaka (∴) tercih edilmiştir. Bk.
Mushaf-ı Şerîf, (Medine Mushafı), s. ﻝ.
Bk. Nihat Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2018), 173; Temel,
Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 88; Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Faziletleri ve Okunma
Kâideleri, 334; Abdurrahman Çetin, Kur’an Okuma Esasları, (Bursa: Emin Yayınları,
2013), 272; Ramazan Pakdil, Ta’lim Tecvid ve Kıraat, (İstanbul: İFAV Yayınları, 2014),
243; Yarız, Türkiye’de Tilavet Edilen Mushaftaki Bazı Vakf İşaretlerinin Diğer Mushaflarla
Mukayeseli Tahlili, 20.
Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2014 yılında ikinci baskı olarak neşrettiği mushafın sonundaki vakf-ı câiz tanımında da “vakf’ın evlâ” olduğuna değinilmiştir. Bk. Kur’ân-ı Kerîm
(Muhammed Abay hattı), (Ankara, 2014), 609.
245 Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 148-149; Yarız, Türkiye’de Tilavet Edilen
Mushaftaki Bazı Vakf İşaretlerinin Diğer Mushaflarla Mukayeseli Tahlili, 51; Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 116.
244
77
MUSHAFLARDA ALAMETLER
2.1.4. Vakf-ı Mücevvez ()ﺯ
Secâvendî’nin, “câiz” kelimesinin bir türevi olarak tef‘îl babından ism-i
meful sîgası olan “el-Mücevvez li vechin” ismini verdiği246 ve fakat herhangi
bir tarifte bulunmadığı vakf-ı mücevvez’in alameti “zây” ( )ﺯharfidir.247 Türkiye’deki mushaflarda tespitimize göre 176 tanesi âyet içerisinde 42 tanesi ise
âyet sonunda olmak üzere toplam 218 yerde vakf-ı mücevvez alameti vardır.
Daha önce de belirtildiği üzere sûre tertibine göre Fâtiha’dan Nâs sûresine
kadar dikkatli bir tarama neticesinde ulaşılan bu nicel tespit hatadan hâli olmayabilir. Nitekim bu konuda yapılmış bazı araştırmalarda bu vakf türüne
konu olan yerlerin sayısına dair farklı veriler zikredilmiştir.248
Secâvendî’nin, el-mücevvez li vechin ifadesini tercih etmesinden hareketle
bu vakf türü, “bir yönüyle / bir takdire göre vakf yapılmasının da uygun olması” şeklinde anlaşılabilir. Buna göre vasl yapılması asıl, vakf yapılması ise
tali bir tercih gibi düşünülebilir. Diğer bir ifadeyle vasl yapılması evlâ olup
vakfın da uygun olduğu bir vakf türü olduğu söylenebilir.249 Bununla beraber
müellifin, bu vakf türünü beyan eden bir tanıma yer vermemesi nedeniyle
vakf-ı mücevvez alameti bulunan yerlerde serdettiği gerekçelerden yola çıkılarak mezkûr vakfın daha doğru anlaşılabileceği kanaatindeyiz. Bu münasebetle vakf-ı mücevvez’e konu olan tüm âyetlerin tespit, tasnif ve tahlili bu
konuya hasredilmiş çalışmalara250 tevdi edilerek araştırmamızda sadece Bakara sûresindeki bazı âyetler üzerinden bir değerlendirmeye gidilecektir.
Bakara sûresindeki 13 adet vakf-ı mücevvez alametinin251 gerekçelendirilmesi hususunda ‘İlelu’l-vukûf’ta, bazen sadece vakf gerekçesinin zikri ile yetinilmiş, bazen de vakf ve vasl gerekçesine birlikte yer verilmiştir. Ayrıca bazı
yerlerde vakfın ya da vaslın evlâ olduğu belirtilirken bazı yerlerde ise sadece
vakf gerekçesi serdedilmiş, vasl yapılabileceğine dair herhangi bir imada bulunulmamıştır. Bunun muhtemel sebebi, yukarıda da ifade edildiği üzere bu
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/130.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169.
248 Recep Koyuncu 228, Muhammed Coşkun 191, Maşite Engin ise 198 tane vakf-ı mücevvez
olduğu yönünde tespitte bulunmuştur. Bk Koyuncu, Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf
İbtidâ’nın Rolü, 138 (746 no’lu dipnot); Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle
Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 96; Maşite Engin,
Secâvendî’nin Vakf ve İbtidâ Sisteminde Vakf-ı Mücevvez, (Erzurum: Atatürk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2020), 20.
249 Hindî, Kunûzu eltâfi’l-Burhân, 20.
250 Bu konuda Maşite Engin tarafından Secâvendî’nin Vakf ve İbtidâ Sisteminde Vakf-ı Mücevvez ismi ile tamamlanmış bir yüksek lisans tezi vardır. Ancak bu çalışmada tüm vakf-ı mücevvez alametlerinin tasnif ve tahlili yapılmadığı gibi tahliline yer verilen âyetlerle ilgili
değerlendirmelerin de tatmin edici olmadığı söylenmelidir. Bk. Maşite Engin, Secâvendî’nin
Vakf ve İbtidâ Sisteminde Vakf-ı Mücevvez, (Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2020).
251 el-Bakara 2/7, 41, 85, 86, 87, 89, 136, 138, 185, 219, 223, 231, 273.
246
247
78
MUSHAFLARDA ALAMETLER
vakf türünde vaslın öncelikli, vakfın ise tali bir tercih gibi düşünülmesi olabilir. Buna göre vakf-ı mücevvez, vasl yapılması gereken yerlerde bazı durumlarda bir yönüyle / bir takdire göre vakfın da uygun olması şeklinde anlaşılabilir. Ancak böyle bir vakf-ı mücevvez telakkisi, bu vakf türüne konu olan
âyetlerdeki değerlendirmelerden hareketle teyit edilmelidir. Bu bağlamda Bakara sûresindeki vakf-ı mücevvez alameti bulunan yerler incelendiği takdirde
mezkûr vakf türü, dört grupta tasnif edilebilir:
1. Vakf Gerekçesi Zikredilip Vasl’a İşaret Edilmemesi
252
ٓ
ِ
ِ ُﺍ�ُ َﻋ ٰ� ﻗُﻠ
﴾۟ ﻴﻢ
� َ ﴿ َﺧﺘَﻢâyetinde mübٌ ﺍﺏ َﻋ ۪ﻈ
َ ﻮ� ِ ْﻢ َﻭ َﻋ ٰ� َﺳ ْﻤﻌِﻬِ ْﻢ ۜ َﻭ َﻋ ٰ� ﺍَ ْﺑ َﺼﺎﺭِﻫ ْﻢ ِﻏ َﺸ
ٌ ﺎﻭ�ٌ ۘ َﻭﻟ َﻬُ ْﻢ َﻋ َﺬ
ٓ
ِ
tedâ-haber şeklinde iki isim cümlesinden oluşan “ ﺍﺏ
َ َﻭ َﻋ ٰ� ﺍَ ْﺑ َﺼﺎﺭِﻫ ْﻢ ِﻏ َﺸ
ٌ ﺎﻭ�ٌ ۘ َﻭﻟ َُﻬ ْﻢ َﻋ َﺬ
ٓ
ِ
۟ ﻴﻢ
ٌ ”ﻋ ۪ﻈ
َ ifadelerinin ilki (ۘ ٌ�ﺎﻭ
َ )ﻭ َﻋ ٰ� ﺍَ ْﺑ َﺼﺎﺭِﻫ ْﻢ ِﻏ َﺸ
َ kafirlerdeki bir vasfı (gözlerinde
perde olmasını), ikinci cümle ise (۟ ﻴﻢ
ٌ ﺍﺏ َﻋ ۪ﻈ
َ bu kafirlerin hak ettiği cezayı
ٌ )ﻭﻟ َُﻬ ْﻢ َﻋ َﺬ
bahse konu etmektedir. Buna göre vasıf ve cezanın belirtildiği bu iki cümle
ِ kelimesinde vakf yapılabilir. Secâvendî de bu gerekçeye istiarasında “ٌ�ﺎﻭ
َ ”ﻏ َﺸ
naden burada vakf yapılabileceğini gösteren vakf-ı mücevvez alametine yer
vermesine rağmen vasl yapılabileceğine dair herhangi bir izahı ise söz konusu
değildir.253 Bu bağlamda “۟ ﻴﻢ
ٌ ﺍﺏ َﻋ ۪ﻈ
َ ifadesi, öncesi ile anlam irtibatı olan
ٌ ”ﻭﻟ َُﻬ ْﻢ َﻋ َﺬ
bir cümle olması hasebiyle mezkûr yerde vaslın uygun olduğu evvelemirde
anlaşılan bir durum olduğu için ayrıca vasl yapılabileceğine işaret edilmesi
gerekli görülmemiş olabilir. Bize göre zikri geçen müstakil iki isim cümlesi
arasında vakfın evlâ, vaslın da uygun olduğu yönünde bir yoruma gidilebilir.
2. Vakf Gerekçesi Zikredilip Vakfın Evlâ Olduğunun Belirtilmesi
Vakf-ı mücevvez olarak tayin edilen bazı yerlerde vakf gerekçesi zikredilmiş ve akabinde vakfın evlâ olduğu özellikle vurgulanmıştır. Mesela ﴾ �� َ�ُﻭ
ْ َ َﻭ َﻻ
ِ
ِ cümlesinde meful, fiilinin
ﺎﻱ ﻓَﺎﺗ � ُﻘﻮ ِﻥ
۪ َ ﴿ ﺑِﺎٰﻳâyetinde254 “ﺎﻱ ﻓَﺎﺗ � ُﻘﻮ ِﻥ
َ � ﻴﻼ ۘ َﻭ�ﻳ
َ � ”ﻭ�ﻳ
َ
ً ﺎ� ﺛَﻤَﻨًﺎ ﻗَ ۪ﻠ
önüne geçtiği için âyetteki söz dizimi değişmiştir. Secâvendî, bu sebeple
mezkûr cümlenin öncesinde vakf yapılabileceğini gösteren vakf-ı mücevvez
el-Bakara 2/7.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/180. Ayrıca Bakara 2/87, 185, 197, 219, 223, 231, 273 âyetlerindeki vakf-ı mücevvez alametlerinin değerlendirilmesi esnasında da Secâvendî, vakf gerekçesini zikretmiş, vasl’a dair herhangi bir izaha yer vermemiştir. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’lvukûf, 1/215, 276, 286, 300, 307, 311, 344.
254 el-Bakara 2/41.
252
253
79
MUSHAFLARDA ALAMETLER
alametine yer vermiştir. Ayrıca “daha câizdir.” ( )ﺃ َ ْﺟ َﻮﺯşeklinde tercih ettiği ifa-
deden de anlaşıldığı üzere burada yapılan vakfın evlâ olduğunu özellikle vurgulamıştır.255
Anlaşıldığı kadarıyla Secâvendî’nin tercih ettiği “daha câiz” ifadesinden
hareketle ilgili yerde vakfın evlâ, vaslın da uygun olduğu söylenebilir. Zikri
geçen gerekçenin, vakf-ı câiz bölümünde aktarılan örnek âyette de serdedilen
bir gerekçe olması bize göre dikkat çekicidir. Daha önce de belirtildiği üzere
256 ِ
ِ
﴾ ۜ ﻮﻥ
ْ ِ ﻚ َﻭﺑ
ْ ِ َﻭﺑ
ۚ َ ِﻚ َﻭ َﻣ ٓﺎ ُﺍ ْﻧﺰِ َﻝ ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒﻠ
َ ﻮﻥ ﺑ ِ َﻤ ٓﺎ ُﺍ ْﻧﺰِ َﻝ ﺍِﻟ َْﻴ
َ ﻳﻦ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ
َ ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ� ُﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗ ِ ُﻨ
َ ﴿ َﻭ�ﻟ � ۪ﺬâyetinde “ �ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ
ِ
ۜ ﻮﻥ
َ ُ”ﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗِﻨ
ُ cümlesinin evvelinde atıf harfi ( )ﻭolması hasebiyle öncesindeki “ ﻣ ْﻦ
ِ
ﻚ
ْ ِ ”ﻭﺑ
ۚ َ ِ ”ﻗَ ْﺒﻠifadesinde vasl yapılabilir. Ayrıca “ۜ ﻮﻥ
َ ُﺎﻻ ِٰﺧﺮَ� ُﻫ ْﻢ ﻳُﻮﻗِﻨ
َ cümlesinde meful
(ِ�ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ
ْ ِ )ﻭﺑ,
َ )ﻳُﻮﻗ ِ ُﻨönüne geçtiği ve buna bağlı olarak âyetlerdeki söz
َ fiilinin (ۜ ﻮﻥ
dizimi farklılaştığı için vakf yapılması da uygundur.257 Buna göre vakf-ı câiz
ile vakf-ı mücevvez’in bazı yerlerde aynı vakf gerekçesine dayandırılması ve
bu bağlamda iki vakf türünde bazen vakfın bazen de vaslın evleviyeti şeklinde
aynı hükümlerin ileri sürülebilmesi de göstermektedir ki mezkûr iki vakf çeşidi arasında benzerlik söz konusudur.
3. Vakf ve Vasl Gerekçesi Zikredilip Vaslın Evlâ Olduğunun Belirtilmesi
ِ
ِ ُ ﻮﻥ ﻓَﺮ۪�ﻘًﺎ ِﻣﻨ
﴾ﺎﻻِ ْﺛ ِﻢ َﻭ� ْﻟ ُﻌ ْﺪ َﻭ� ِ ۜﻥ
ْ ِ ﻭﻥ َﻋﻠ َ ْﻴﻬِ ْﻢ ﺑ
ُ ﻮﻥ ﺍَ ْﻧ ُﻔ َﺴ
َ ﻜ ْﻢ َﻭﺗُ ْﺨﺮِ ُﺟ
َ ُ﴿ ﺛُﻢ� ﺍَ ْﻧ ُﺘ ْﻢ ٰﻫ ٓ ُﺆ َ ٓ۬ﻻ ِﺀ ﺗ َ ْﻘ ُﺘﻠ
َ َﺎﻫ ُﺮ
ْ
َ ﻜ ْﻢ ﻣ ْﻦ ِﺩﻳَﺎﺭِﻫ ْﻢ ۘ ﺗَﻈ
ِ
âyetinde258 “ﻭﻥ
َ ”ﺗَﻈ َﺎﻫَ ُﺮfiili, isti’nâf cümlesi olabileceği için öncesindeki “”ﺩﻳَﺎﺭِﻫِ ْﻢ
kelimesinde vakf yapılabilir. Secâvendî’ye göre tercihe şayan olan görüş,
mezkûr fiilin hâl olarak değerlendirilmesidir ki bu durumda ilgili yerde vasl
yapılması daha uygundur. Secâvendî de bu sebeple vakf-ı mücevvez’e konu
ettiği bu yerde vaslın evlâ olduğunu “Daha muteberdir.” ( )ﺃ َ ْﻭ َﺟﻪifadesi ile be-
lirtmiştir.259 Görüldüğü üzere vakf-ı mücevvez alameti bulunan bu yerde hem
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/201.
el-Bakara 2/4.
257 Secâvendî, İlelu’l-vukûf, 1/128, 177.
258 el-Bakara 2/85.
259 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/213. Bakara 2/136, 138 âyetlerindeki vakf-ı mücevvez alameti
bulunan yerlerde de aynı şekilde vakf ve vasl gerekçesine yer verildikten sonra vaslın evlâ
olduğuna vurgu yapılmıştır. Bu değerlendirmeler için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/243,
245.
255
256
80
MUSHAFLARDA ALAMETLER
vakf ve hem de vasl gerekçesi zikredilmiş ve akabinde vaslın evlâ olduğu özellikle vurgulanmıştır.
4. Vakf ve Vasl Gerekçesi Zikredilip Evlâ Olanın Belirtilmemesi
Vakf-ı mücevvez alameti bulunan bazı yerlerde ise vakf ve vasl gerekçesi
zikredilmiş, hangisinin evlâ olduğu ise belirtilmemiştir. Örneğin ﴾ ﻳﻦ
َ ﺍُﻭ۬ﻟٰ ٓ ِﺌ
َ ﻚ ﺍﻟ � ۪ﺬ
260
ِ
ْ ِ ﺍﺷ َ� َ ُﻭ� ﺍ ْﻟ َﺤ ٰﻴﻮ� َ ﺍﻟ �ﺪ ْﻧﻴَﺎ ﺑ
۟ ﻭﻥ
ْ ﴿ âyetinde “ﻒ
َ ﺍﺏ َﻭ َﻻ ُﻫ ْﻢ ﻳُ ْﻨ َﺼ ُﺮ
ُ �”ﻓَ َﻼ ﻳُ َﺨﻔ
ُ �ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ�ۘ ﻓَ َﻼ ﻳُ َﺨﻔ
ُ ﻒ َﻋ ْﻨ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟﻌَ َﺬ
fiili, isti’nâf cümlesi olduğu için bu fiilin öncesinde yani “ِۘ�ﺎﻻ ِٰﺧ َﺮ
ْ ِ ”ﺑkelimesinde
vakf yapılabilir. Ayrıca fiilin başındaki “fâ” harfi, cevap ve cezâ anlamını ihtiva eden “fâ-i takibiyye” olduğu ve buna bağlı olarak mezkûr fiilin, öncesi ile
lafız ve anlam irtibatı bulunduğu için vasl da yapılabilir.261 Görüldüğü üzere
hem vakf ve hem de vaslın uygun olduğunun gerekçeleri serdedilmesine rağmen vakf ya da vaslın evleviyeti ile ilgili herhangi bir tercih belirtilmemiştir.
Buna göre iki farklı i‘rap takdirinin geçerli olduğu bu tür yerlerde tercih edilen
i‘rap takdirine göre vakf ya da vasl yapılması uygundur.
Vakf-ı mücevvez ile ilgili olarak Secâvendî’nin herhangi bir tanıma yer
vermemesi, mahiyeti ve özgünlüğünün tespiti için bu vakf türünün ismini ve
bu vakfın bulunduğu yerlerde serdedilen gerekçeleri dikkate değer kılmıştır.
Bu itibarla el-mücevvez li vechin isminden hareketle vakf-ı mücevvez, vasl
yapılması gereken bir yerde bir yönüyle / bir takdire göre vakfın da câiz kılınması şeklinde anlaşılabilir. Buna göre diğer bir deyişle, vasl yapılması öncelikli bir tercih; vakf yapılması ise tali bir tercihtir. Bakara sûresi özelinde vakfı mücevvez alameti bulunan âyetler incelendiğinde ise böyle bir değerlendirmenin her yer için geçerli olmadığı görülmüştür. Zira yukarıda da tasnif edildiği üzere bu vakf türüne konu olan bazı yerlerde vakfın evleviyeti, bir kısım
yerlerde de vaslın evleviyeti sarih bir şekilde vurgulanmıştır. Bazı yerlerde
ise herhangi bir tercih belirtilmeksizin vakf ve vasl yapılabileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla el-mücevvez li vechin ifadesi için isim ile müsemmanın tam
olarak eşdeğer olmadığı yorumu yapılabilir.
Nihai olarak şöyle bir tanım denemesi yapılabilir: “Vakf-ı mücevvez, vasl
yapılabilecek bir yerde bazı durumlarda bir yönüyle vakf yapılmasının da uygun olmasıdır. [Vakf-ı mücevvez’e konu olan yerlerde bazen vakf, bazen de
vasl yapılması evlâ olabilir.]. Bu tanıma göre vakf-ı câiz ile vakf-ı mücevvez’in ciddi anlamda benzerlikleri söz konusudur. Zira vakf-ı câiz’de de vakf
ya da vasl evlâ olabileceği gibi bazı durumlarda da vakf ve vasl yapılması eşit
260
261
el-Bakara 2/86.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/130, 214. Ayrıca Bakara 2/89 âyetindeki vakf-ı mücevvez alameti için serdedilen değerlendirmeler için de bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/217.
81
MUSHAFLARDA ALAMETLER
düzeyde câiz olabilmektedir. Buna rağmen vakf-ı câiz’in, vakf-ı mücevvez’i
de içeren daha kapsamlı bir vakf türü olduğu sonucuna ulaşılabilir.
2.1.5. Vakf-ı Murahhas ()ﺹ
Secâvendî’nin, “ruhsat” kelimesinin bir türevi olarak tef‘îl babından ism-i
meful sîgası olan “el-murahhas zarûreten” ismi ile işaret ettiği262 ve alamet
olarak “Sâd” ( )ﺹharfini tayin ettiği263 vakf-ı murahhas, müstakil ve anlamlı
birkaç cümleden oluşan uzun âyetlerde, cümleler arasındaki lafız ve anlam
irtibatına rağmen nefesin yetmemesi gibi ârızî ve zaruri bir duruma istinaden
kelamın anlaşılır olduğu bir yerde vakf yapılmasına ruhsat verilmesidir. Vakf
yapılan kelimede cümle tamamlandığı ve sonrası da müstakil ve anlaşılır bir
cümle olduğu için böyle bir yerde vakf yapıldıktan sonra geriden almaksızın
ِ ﺍﻻ َﺭ
tilâvete devam edilmesi uygundur. Örneğin ﴾ ۖ ً�ﻟﺴ َﻤ ٓﺎﺀَ ﺑِﻨَ ٓﺎﺀ
َ ْ ْ ﺍَﻟ � ۪ﺬﻱ َﺟﻌَ َﻞ �َﻜُ ُﻢ
� ﺽ ﻓ َﺮ�ﺷًﺎ َﻭ
ِ ﴿ َﻭ� َ ْﻧ َﺰ َﻝ ِﻣ َﻦ ﺍﻟﺴ َﻤâyetinde264 “ۖ ً ”ﺑِﻨَ ٓﺎﺀkelimesinde bahsi
ِ ٓﺎﺀ َﻣ ٓﺎﺀً ﻓَﺎ َ ْﺧ َﺮ َﺝ ﺑ ِ ۪ﻪ ِﻣ َﻦ ﺍﻟﺜ � َﻤ َﺮ
ۚ ﻜ ْﻢ
ُ َ � �ﺕ ﺭِ ْﺯﻗًﺎ
�
ِ َ”ﻭ� َ ْﻧﺰَ َﻝ ِﻣ َﻦ ﺍﻟﺴﻤ
geçen gerekçeye istinaden vakf yapılması, “ٓﺎﺀ
َ cümlesi ile tilâvete
�
devam edilmesi uygun görülmüştür. Böyle bir durumda iki cümlenin de anlaşılması noktasında herhangi bir sıkıntı oluşmamaktadır. Bununla beraber
“”ﻭ� َ ْﻧ َﺰ َﻝ
َ fiilinin fâili, öncesindeki âyette geçen Allah lafzına râci‘ bir zamir ol-
duğu için bu cümle, öncesi ile lafız ve anlam irtibatı olan bir cümledir. Bu
sebeple ilgili yerde vasl yapılması öncelikli bir tercih olabilir. Buna rağmen
nefesin yetmemesi gibi zaruri bir gerekçeye istinaden vakf yapıldığı takdirde
kelam anlaşılır olduğu için geriden almaksızın tilâvete devam edilmesi de uygundur.265
Secâvendî’nin vakf-ı murahhas olarak tayin ettiği yerlerde serdettiği gerekçelerden hareketle bu vakf türünün daha doğru anlaşılabileceği kanaatindeyiz. Bu itibarla Türkiye’deki mushaflarda tespitimize göre 91 tanesi âyet
içerisinde 65 tanesi ise âyet sonunda olmak üzere toplam 156 yerde vakf-ı
murahhas alameti vardır.266 Bunların 30 tanesi Bakara sûresindedir.267 Vakf-ı
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/131.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169.
264 el-Bakara 2/22.
265 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/131.
266 Bazı ilmî çalışmalarda vakf-ı murahhas alametlerinin sayısı ile ilgili farklı veriler de söz
konusudur. Örneğin bk. Koyuncu, Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf İbtidâ’nın Rolü,
139 (752 no’lu dipnot); Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf
Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 96.
267 el-Bakara 2/16, 22, 23, 27, 35, 36, 41, 62, 112, 113, 128, 144, 164, 187, 187, 189, 194, 198,
208, 213, 223, 228, 229, 231, 243, 245, 266, 267, 282, 282.
262
263
82
MUSHAFLARDA ALAMETLER
murahhas’a konu olan tüm yerlerin tasnif ve tahlili bu çalışmanın kapsamını
aşacağı için Bakara sûresi özelindeki bir tasnif ve tahlil ile yetinilecektir.
Böyle bir inceleme neticesinde vakf-ı murahhas alameti bulunan yerler aşağıdaki gibi tasnif edilebilir:
1. Vakf-ı murahhas’a konu olan bazı yerlerde vakf gerekçesi; “nefesin yetmemesi” ()ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻟﻨﻔﺲ,268 “âyetin uzun olması” ()ﺿﺮﻭﺭ� ﻃﻮﻝ ﺍﻻﻳﺔ269 / ()ﻃﻮﻝ ﺍ�ﻜﻼﻡ270
gibi ifadelerle sarih bir şekilde belirtilmiştir. Örneğin ﴾ َ ﻀ َﻼﻟَﺔ
� ﺍﺷ َ� َ ُﻭ� ﺍﻟ
َ ﺍُﻭ۬ﻟٰ ٓ ِﺌ
ْ ﻳﻦ
َ ﻚ ﺍﻟ � ۪ﺬ
271
ﻳﻦ
ْ ﻯ ﻓَ َﻤﺎ َﺭﺑ ِ َﺤ
ۖ ﴿ ﺑِﺎ ْﻟ ُﻬ ٰﺪâyetinde “ﻯ
ۖ ”ﺑِﺎ ْﻟ ُﻬ ٰﺪkelimesindeki vakf-ı
َ ﺎﺭ ُ�ُ ْﻢ َﻭ َﻣﺎ ﻛَﺎﻧُﻮ� ُﻣ ْﻬﺘَ ۪ﺪ
َ ﺖ ﺗ ِ َﺠ
murahhas alametinin gerekçesi, “âyetin uzun olmasına bağlı olarak nefesin
yetmemesi” ( )ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻟﻨﻔﺲifadesi ile belirtilmiştir. Ayrıca kelam anlaşılır olduğu için vakf yapıldıktan sonra geriden almaksızın tilâvete devam edilebileceği de (ibtidâ) özellikle vurgulanmıştır.272
2. Vakf-ı murahhas olarak tayin edilen bazı yerlerde sadece bu vakf türü-
nün alameti olan “sâd” ( )ﺹharfine yer verilmiş, bunun haricinde herhangi bir
vakf ya da vasl gerekçesine değinilmemiştir.273 Secâvendî muhtemelen sadece
bazı örnek yerler üzerinden vakf-ı murahhas gerekçesini tayin etmiş; diğer
benzer yerlerin de bu çerçevede değerlendirilmesini ehlinin ferasetine tevdi
etmiştir.
3. Vakf-ı murahhas olarak tayin edilen yerlerin önemli bir kısmında ise
vakfa konu olan cümle ve sonrasındaki cümle arasında lafız ve anlam irtibatı
bulunduğuna işaret etmekle yetinilmiştir. Bu münasebetle ma‘tûf olan iki
cümlenin öğelerinin aynı olduğu (�)ﻟﻌﻄﻒ ﺍﻟﺠﻤﻠﺘ� ﺍﻟﻤﺘﻔﻘﺘ274, (�)ﻟﻌﻄﻒ ﺍﻟﻤﺘﻔﻘﺘ275,
Bakara 2/16’daki vakf-ı murahhas alametinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/185.
Bakara 2/164’teki vakf-ı murahhas alametinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf,
1/311.
270 Bakara 2/231’deki vakf-ı murahhas alametinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf,
1/263.
271 el-Bakara 2/16.
272 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/185.
273 Bakara 2/23, 243 ve 245 âyetlerindeki vakf-ı murahhas alametleri için bk. Secâvendî,
‘İlelu’l-vukûf, 1/191, 319, 320.
274 Örneğin Bakara 2/22, 36, 112, 113, 128, 187, 194, 208, 282 âyetlerindeki vakf-ı murahhas
alametlerinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/191, 199, 229, 230, 237, 278, 282,
291, 351.
275 Örneğin Bakara 2/27, 189, 198, 213, 228, 229, 267, 282 âyetlerindeki vakf-ı murahhas alametlerinin tahlili için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/195, 281, 287, 293, 309, 339, 349.
268
269
83
MUSHAFLARDA ALAMETLER
(�)ﻻﺗﻔﺎﻕ ﺍﻟﺠﻤﻠﺘ276 gibi bazı ifadelerle vurgulanmıştır. Örneğin ﴾ ﺍﺳﻜُ ْﻦ
ْ َﻭ ُﻗ ْﻠﻨَﺎ ﻳ َ ٓﺎ ٰﺍﺩَ ُﻡ
�
ُ َﺚ ِﺷ ْﺌ ُﺘ َﻤﺎ ۖ َﻭ َﻻ ﺗ َ ْﻘ َﺮﺑَﺎ ٰﻫ ِﺬﻩِ ﺍﻟ �ﺸ َﺠ َﺮ� َ ﻓَﺘ
َ ﺖ َﻭ َﺯ ْﻭ ُﺟ
ُ ﻚ ﺍ ْﻟ َﺠﻨ�ﺔ َ َﻭ ُﻛ َﻼ ِﻣ ْﻨﻬَﺎ َﺭﻏَ ًﺪﺍ َﺣ ْﻴ
َ ﻜﻮﻧَﺎ ِﻣ َﻦ ﺍﻟﻈ �ﺎﻟ ِ ۪ﻤ
َ ﴿ ﺍَ ْﻧâye-
tinde277 “”ﻭﻛُ َﻼ
َ ile “”ﻭ َﻻ ﺗ َ ْﻘﺮَﺑَﺎ
َ fiillerinin faili olan iki zamirin mercii de Hz. Âdem
ve onun eşi Havvâ’dır. Bu iki fiil cümlesi arasındaki böyle bir öğe ittifakına
(� )ﻻﺗﻔﺎﻕ ﺍﻟﺠﻤﻠﺘistinaden “ۖ ﺚ ِﺷ ْﺌﺘُ َﻤﺎ
ُ ” َﻭﻛُ َﻼ ِﻣ ْﻨﻬَﺎ َﺭﻏَ ًﺪﺍ َﺣ ْﻴcümlesinin sonunda tilâvetin
geçici bir süre durdurulabileceği, vakf-ı murahhas olarak tayin edilmiştir.278
Buna göre iki cümle arasındaki lafız irtibatına istinaden ilgili yerin aslında
vasl yeri olduğu dolaylı bir şekilde ifade edilmiş olur. Bununla beraber muhtemelen tek nefeste tilâvet edilmeye uygun olmadığı düşünülerek âyetin ilgili
yerinde vakf yapılması da uygun görülmüştür. Zira tayin edilen vakf yerinde
tilâvete ara verildiğinde sonrası ile tilâvete devam edilmesi (ibtidâ) kelamın
anlaşılır olması nedeniyle uygundur. Dolayısıyla lafız ve anlam irtibatının bulunduğu bu yerde aslında vasl yapılması gerekirken ihtiyaca binaen vakf yapılması da uygun olarak değerlendirilmiştir.
Vakf-ı murahhas için serdedilen vakf gerekçesini ihtiva etmesine rağmen
Secâvendî, bazı yerlerde vakf-ı murahhas’a işaret etmemiştir. Bu itibarla benzer yerlerde müellifin aynı vakf türünü tayin etmemesi, iki şekilde yorumlanabilir. İlk yoruma göre müellifin bazı yerlerde sehven vakf-ı murahhas’a işaret etmediği söylenebilir. Ancak sûre tertibine göre tüm âyetlerin cümle kurgusu ve anlam açısından detaylıca incelendiği bir vakf sisteminde böyle bir
yorumun teyidi mümkün gözükmemektedir. Bu sebeple muhtemeldir ki
Secâvendî, bazı yerlerde vakf-ı murahhas’a işaret etmekle iktifa etmiş; aynı
vakf gerekçesini ihtiva ettiği halde bu vakf alametine işaret etmediği yerlerin
de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini ise ehlinin ferasetine tevdi etmiş
olabilir. Bu da göstermektedir ki, Secâvendî’nin vakf sisteminin esas alınması,
sadece vakf alametleri ile işaret ettiği yerlere tabi olmaktan ibaret değildir.
Bunun da ötesinde onun tayin ettiği yerlerdeki değerlendirmelerinden yola çıkarak onun vakf sisteminin künhüne vakıf olmak suretiyle hareket etmek daha
makul bir yaklaşımdır. Dolayısıyla Secâvendî’nin vakf tercihlerini benimseyen bir okuyucu, Kur’an tilâvetinde, gerekçesini ihtiva ettiği halde vakf-ı murahhas işareti bulunmayan bir yerde de bu ruhsata binaen vakf yapabilir.
Cuma hutbelerinde okunan Nahl sûresi 90. âyetin tilâvetinde yapılan vakf
hatası bu bağlamda en çok örnek gösterilen yerlerden birisidir. Mehmet Emin
Maşalı’nın da örnek olarak zikrettiği279 bu âyet, bilindiği üzere müstakil ve
Örneğin Bakara 2/35, 41, 62 âyetlerindeki vakf-ı murahhas alametlerinin tahlili için bk.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/199, 201, 206.
277 el-Bakara 2/35.
278 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/199.
279 Bk. Maşalı, Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi, 151-152.
276
84
MUSHAFLARDA ALAMETLER
anlamlı üç kısa cümleden oluşmaktadır. İlk cümlede ( �ﻻِ ْﺣ َﺴﺎ ِﻥ
ْ ﺍ� َ ﻳ َ ْﺄ ُﻣ ُﺮ ﺑِﺎ ْﻟﻌَ ْﺪ ِﻝ َﻭ
� ﺍِ �ﻥ
ِ )ﻭ ۪�ﻳﺘَٓﺎ
�ٰ ﺉ ِﺫﻱ ﺍ ْﻟ ُﻘ ْﺮ
َ üç hususa riayet edilmesi emredilmiş, ikinci cümlede ise ( َﻭ� َ ْﻨ ٰﻬﻰ
ِ
�
َ üç husus nehyedilmiştir. Son cümlede de ( ﻳَﻌِﻈُﻜُ ْﻢ ﻟ َﻌَ��ﻜُ ْﻢ
ۚ ِ ْ َ)ﻋ ِﻦ ﺍ ْﻟﻔَ ْﺤ َﺸٓﺎﺀ َﻭ� ْﻟ ُﻤ ْﻨﻜَﺮِ َﻭ� ْﻟﺒ
ﻭﻥ
َ )ﺗ َ َﺬ� ُ�ﺮbahsi geçen emir ve yasakların hikmetine işaret edilmiştir. Bu yö-
nüyle ilgili âyet, vakf yapılmaksızın tek nefeste okunabileceği gibi nefesin
yetmemesi gibi nedenlere bağlı olarak mezkûr cümlelerin sonlarında vakf yapılmak suretiyle de okunabilir. Dolayısıyla böyle bir gerekçeye istinaden örneğin ilk cümlenin sonunda vakf yapılması, vakf-ı murahhas olduğuna işaret
edilmemiş olsa da, Secâvendî’nin vakf-ibtidâ yaklaşımına göre vakf-ı murahhas olarak değerlendirilebilir ve burada geriden almaksızın vakf yapılabilir.
Bu münasebetle Cuma hutbesi ve iç/ikinci ezan öncesinde ülkemizde müezzinler tarafından genellikle okunan ﴾ ﻳﻦ
ِ ِ �ﻮﻥ َﻋ َ� ﺍﻟﻨ
� ﺍِ �ﻥ
َ ﺍ� َ َﻭ َﻣﻠٰ ٓ ِﺌﻜَﺘَ ُﻪ ﻳُ َﺼﻠ
َ � ۜ ﻳ َ ٓﺎ ﺍَ ��َﺎ ﺍﻟ � ۪ﺬ
ّ �
280
ِ ِ
ﻴﻤﺎ
ْ َ �ﺻﻠ �ﻮ� َﻋﻠ َ ْﻴﻪ َﻭ َﺳﻠّ ُﻤﻮ
ً � ۪ﻠ
َ � ﴿ ٰﺍ َﻣ ُﻨﻮâyetinde yapılan vakf hatasına da dikkat çekile-
bilir. Bu âyeti okuyan bazı görevlilerin “ِ”ﺻﻠ �ﻮ� َﻋﻠ َ ْﻴﻪ
َ cümlesinde vakf yapıp aka-
binde geriden almak suretiyle tilavete devam ettiği görülmektedir. Zira ehlince
de malum olduğu üzere ülkemizdeki tilâvet teâmülüne göre vakf alameti bulunmayan bir yerde vakf yapıldığı takdirde geriden alıp tilâvete devam edilmesi gerekir. Hal böyle iken âyette vakfa konu olan “ِ”ﺻﻠ �ﻮ� َﻋﻠ َ ْﻴﻪ
َ cümlesi ile
ِ َ cümlesi arasında matuf-matufun aleyh şeklinde
devamındaki “ﻴﻤﺎ
ْ َ �”ﻭ َﺳﻠّ ُﻤﻮ
ً � ۪ﻠ
lafız irtibatı bulunsa da diğer taraftan her iki cümle de anlaşılır ve müstakil iki
cümledir. Bu sebeple herhangi bir gerekçe ile “ِ”ﺻﻠ �ﻮ� َﻋﻠ َ ْﻴﻪ
َ cümlesinde vakf yapılması, vakf-ı murahhas olarak değerlendirilmeye elverişlidir ve buna bağlı
olarak ilgili yerde yapılan vakfın akabinde geriden almaya da gerek olmayabilir. Bununla beraber kısa cümlelerden oluşması hasebiye ilgili yerde vasl
yapılması bize göre tercihe şayandır. Vakf-ı murahhas olarak değerlendirilmeye elverişli başka yerler de olmasına rağmen sadece iki örnek âyetle iktifa
etmiş olalım.
Ülkemizdeki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin dikkatini
çeken diğer bir husus ise bazı yerlerde vakf-ı murahhas ( )ﺹile vakf-ı lâ ()ﻻ
alametlerinin birlikte bulunuyor olmasıdır. Nitekim Tekvîr sûresinde 11
280
el-Ahzâb 33/56
85
MUSHAFLARDA ALAMETLER
âyette281, A‘lâ sûresinde 3 âyette282, Fecr sûresinde 8 âyette283, Şems sûresinde
13 âyette284, Fîl sûresinde ise 1 âyette285 olmak üzere toplam 36 yerde bu iki
vakf türüne birlikte yer verilmiştir. Bu itibarla vakf yapılmaması gerektiğini
belirten vakf-ı lâ ile vakf yapılabileceğini gösteren vakf-ı murahhas’ın aynı
yerde birlikte bulunması evvelemirde çelişkili bir durum gibi düşünülebilir.
Ancak özellikle âyet sonlarındaki bu durumun yorumlanabileceği kanaatindeyiz.
Örneğin bu iki alametin birlikte en çok zikredildiği Şems sûresinde 1-10.
âyetler arasında matuf-matufun aleyh ve kasem-cevap şeklinde lafız ve anlam
irtibatı bulunmaktadır. Bu sebeple Secâvendî, mezkûr âyetlerin sonunda genel
olarak vakf yapılmaması gerektiğini (... )ﻻ ﻭﻗﻒ ﻣﻄﻠﻘﺎ ﺍ� ﻗﻮﻟﻪbelirtmiştir. Dolayı-
sıyla bu yerlerde vasl yapılması öncelikli bir tercih olarak düşünülebilir. Ay-
rıca “nefes yetersizliği” ( )ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻟﻨﻔﺲşeklinde belirtilen gerekçeye istinaden
her âyet sonunda vakf yapılabileceğine de değinmiştir.286 Ancak bahsi geçen
iki duruma işaret eden herhangi bir vakf alameti tayininde bulunmamıştır. Bilindiği üzere Secâvendî’nin kullandığı ilk ifade ()ﻻ ﻭﻗﻒ, vakf-ı lâ’ya ( ;)ﻻzikrettiği diğer gerekçe ise ( )ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻟﻨﻔﺲvakf-ı murahhas’a ( )ﺹişaret etmektedir.
Muhtemeldir ki bu verilerden mülhem olarak ülkemiz mushaflarında mezkûr
yerlerde vakf-ı lâ ve vakf-ı murahhas alametlerine birlikte yer verilmiştir.
Buna göre vakf-ı murahhas, âyet sonu olmasının da etkisiyle ve nefes alma
ihtiyacı gibi zaruri bir duruma istinaden vakf yapılabileğini; vakf-ı lâ ise âyetler arasındaki lafız ve anlam irtibatını göstermektedir.
Görüldüğü üzere vakf-ı murahhas, öncesi ile lafız ve anlam irtibatı bulunan
bir yer olması nedeniyle vasl yapılması gereken bir yerde, kelamın uzun olması ve buna bağlı olarak nefesin yetmemesi gibi zaruri bir durum nedeniyle
vakf yapılmasına ruhsat tanınması şeklinde tarif edilebilir. Bu tarife göre vakfı murahhas’ın diğer vakf türlerinden özellikle de vakf-ı câiz ve vakf-ı mücevvez’den farklı olduğu husus, tek nefeste okumaya uygun olmayan uzun âyetlerde nefesin yetmemesi gibi zaruri bir duruma istinaden vasl yapılması gereken bir yerde vakf yapılmasına da imkân tanınmasıdır. Zira bahsi geçen iki
vakf türünde, geçerli olan farklı i‘rap takdirlerinden tercih edilen i‘raba göre
vakf ya da vasl yapılması uygun olabilmektedir. Vakf-ı murahhas’ta ise âyetin
uzun olması ve buna bağlı olarak nefesin yetmemesi gibi zaruri bir durum söz
et-Tekvîr 81/1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 10, 11, 12, 13.
el-A‘lâ 87/2, 3, 4.
283 el-Fecr 89/6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13.
284 eş-Şems 91/1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 12, 14, 14.
285 el-Fîl 105/4.
286 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/1132.
281
282
86
MUSHAFLARDA ALAMETLER
konusudur. Böyle bir gerekçenin olduğu yerde vakf yapılması zorunlu bir durumdur ki bilindiği üzere vakf-ibtidâ literatüründe bu şekilde yapılan vakf,
vakf-ı ızdırârî şeklinde isimlendirilmektedir. Zorunlu bir gerekçeye istinaden
vakf yapıldığında kelamın anlaşılır olup olmamasına göre vakf yapılan yerin
devamının tilâvet başlangıcı yapılıp yapılmayacağına karar verilmektedir. Bu
bağlamda vakf-ı murahhas olarak tayin edilen yerin sonrası anlaşılır bir kelam
olduğu için geriden almaksızın tilâvete devam edilmesi (ibtidâ) uygundur.
2.1.6. Vakf-ı Lâ ()ﻻ
Secâvendî’nin, “vakf yapılması câiz olmayan” ( )ﻣﺎ ﻻ ﻳﺠﻮﺯ ﺍﻟﻮﻗﻒşeklinde
ifade ettiği287, alamet olarak “lâmelif” ( )ﻻharfini tayin ettiği288 “vakf-ı lâ” olarak isimlendirebileceğimiz bu vakf türü ile ilgili müellifin sarih bir tanımı yoktur. Bununla beraber müellifin kullandığı “vakf yapılması câiz olmayan” ( ﻣﺎ
)ﻻ ﻳﺠﻮﺯ ﺍﻟﻮﻗﻒve “kendisinde vakf yapılmaz” ()ﻻ ﻭﻗﻒ ﻋﻠﻴﻪ289 gibi bazı ifadelerin-
den hareketle vakf-ı lâ, evvelemirde vakf yapılmaması gerektiğini belirten bir
alamet şeklinde anlaşılabilir.
Secâvendî’ye göre mezkûr vakf türü ile ilgili vurgulanması gereken en
önemli husus ise vakf-ı lâ alametinin sonrasının tilâvet başlangıcına (ibtidâya)
uygun olmamasıdır. Dolayısıyla vakf-ı lâ, vakfın uygun olmadığını belirtmesinin ötesinde aslında kabîh bir ibtidâya sebep olacak bir vakfın önüne geçِ ِ َﻭﻟ
mektedir. Örneğin ﴾ � َﻭ َﻻ
ٍ ِ ﺍ�ِ ِﻣ ْﻦ َﻭ
َ ﺖ ﺍَ ْﻫﻮَ ٓ�ﺀَ ُﻫ ْﻢ ﺑ َ ْﻌ َﺪ ﺍﻟ � ۪ﺬﻱ َﺟ ٓﺎﺀَ َﻙ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢ ۙ َﻣﺎ ﻟ
� َﻚ ِﻣ َﻦ
َ َ� ﺍﺗ�ﺒَ ْﻌ
ّ
ٍ�…“ ﴿ ﻧ َ ۪ﺼsana gelen ilimden sonra onların hevâ ve arzusuna tabi olursan Allah
senin için ne bir dost ne de bir yardımcıdır.” âyetinde290 muhtemel bir vakf
yeri olarak düşünülen “ۙ ”ﺍ ْﻟﻌِ ْﻠ ِﻢkelimesinde vakf yapılıp geriden almaksızın “ َﻣﺎ
ٍ�� َﻭ َﻻ ﻧ َ ۪ﺼ
ٍ ِ ﺍ�ِ ِﻣ ْﻦ َﻭ
َ ”ﻟile tilâvete devam edildiği (ibtidâ) takdirde şart ve cevap
� َﻚ ِﻣ َﻦ
ّ
birbirinden ayrılmış olur. Buna göre “…sana gelen ilimden sonra onların hevâ
ve arzusuna tabi olursan.” şart cümlesi ile tilâvet sona ermiş ve akabinde “Allah senin için ne bir dost ne de bir yardımcıdır.” ifadesi de ibtidâ cümlesi
olmaktadır. Öncesi ile arasında var olan şart-cevap şeklindeki lafız ve anlam
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/132.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169.
289 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169.
290 el-Bakara 2/120.
287
288
87
MUSHAFLARDA ALAMETLER
irtibatına halel getirdiği için böyle bir ibtidâ kabîh olarak değerlendirilmiştir.291 Bu sebeple burada vakfın yani diğer bir ifadeyle aslında devamından
ibtidânın uygun olmadığını belirten vakf-ı lâ ( )ﻻalametine yer verilmiştir.292
Örnek âyet üzerinden yapılan bu değerlendirmeye göre “vakf yapılmaması
gerekir.” şeklinde anlaşılabilecek vakf-ı lâ ile aslında sonrasının ibtidâya uygun olmadığı kastedilmiştir. İbnu’l-Cezerî de vakf-ibtidâ âlimlerinin eserlerinde geçen “Şu yerde vakf yapılmaz.” ( )ﻻ ﻳﻮﻗﻒ ﻋ� ﻛﺬﺍgibi ifadelerle “Mâba‘di
ile ibtidâ yapılmaz.” ( )ﻻ ﻳﺒﺘﺪﺃ ﺑﻤﺎ ﺑﻌﺪﻩanlamının kastedildiğini belirtmiştir.293
Buna göre vakf-ibtidâ âlimleri, vakfa elverişli olarak değerlendirdikleri yerlerde aslında sonrası ile ibtidânın uygun olduğunu ifade etmiş olmaktadır. Diğer taraftan âlimlerin vakfın uygun olmadığı yönündeki değerlendirmeleri de
aslında o yerin devamının ibtidâya elverişli bir yer olmadığı ile ilgilidir.
Bilindiği üzere vakf-ibtidâ alanında eser telif eden âlimler herhangi bir
yerde vakfın uygun olup olmadığını ve buna bağlı olarak vakf yerlerini ve
türlerini tayin ederken o kelimenin devamından ibtidânın uygun olup olmadığını dikkate almak suretiyle ibtidâ eksenli bir vakf yaklaşımına göre hareket
etmektedir. Örneğin vakf-ı mutlak tanımında böyle bir yaklaşım açıkça görülmektedir. Zira vakf-ı mutlak, “kendisinden (vakf yapılmasından) sonra ibtidânın (tilâvete devam etmenin) hasen olarak değerlendirildiği bir yerde vakf
yapılmasıdır. (”)ﻣﺎ ﻳﺤﺴﻦ ﺍﻻﺑﺘﺪﺍﺀ ﺑﻤﺎ ﺑﻌﺪﻩ294
Görüldüğü üzere vakfın konu edildiği bir yerde aslında ibtidâ da incelenmiş olmaktadır. Muhtemelen vakf ile ibtidâ arasındaki böyle bir irtibat nedeniyle vakf-ibtidâ eserlerinde sadece vakf türlerine yer verilmekle yetinilmiş,
ibtidânın türlerine ise genellikle ayrıca işaret edilmemiştir. Bu sebeple tayin
edilen vakf türleri diğer bir yönüyle ibtidânın da türleri olarak düşünülebilir.
Örneğin sonrası ile lafız ve anlam irtibatı olmayan bir yerde vakf yapılması
vakf-ı tam olarak isimlendirilirken böyle bir yerin sonrasında yapılan ibtidâ
da ibtidâ-i tam şeklinde değerlendirilebilir.
Bu açıklamalara göre vakf-ı lâ alameti ile ilgili şu şekilde genel bir yoruma
gidilebilir: “Vakf-ı lâ alametinin bulunduğu bir yerde vakf yapılması mümkündür. Uygun olmayan ise sonrasının, tilâvet başlangıcı (ibtidâ) yapılmasıdır.
Zira böyle bir yerde vakf yapıldığı takdirde geriden almaksızın sonrası ile
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/148-149. Ayrıca bk. Muhammed Pilgir, “DİB Mushafında Kullanılan ﻻAlametinin Karakteristik Özellikleri ve Bu Alametin Gerekliliği Hususu: Bakara
Sûresi Örneği”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 28/1 (Haziran 2023), 181-183.
292 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/234.
293 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/234.
294 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/116; Secâvendî, Kitâbu’l-Vakfi ve’l-İbtidâ, 107.
291
88
MUSHAFLARDA ALAMETLER
tilâvete devam edilmesi, kabîh bir ibtidâya sebep olacağı için vakf yapılmaması öncelikli bir tercihtir. Buna rağmen vakf yapılması gerekiyor ise bu durumda geriden alıp tilâvete o şekilde devam edilmelidir.” Vakf yapılması uygun olmakla birlikte aslında sonrasının ibtidâya uygun olmadığının kastedilmesi bu vakf türü ile vakf-ı hasenin benzer özellikte olduğunu göstermektedir.
Zira bilindiği üzere vakf-ı hasen olarak değerlendirilen yerde de vakf uygun
iken sonrası ise ibtidâya uygun değildir.
Vakf-ı lâ alameti bulunan tüm yerler için özellikle de bazı âlimler nezdinde
mutlak vakf mahalli olarak değerlendirilen âyet sonları için zikri geçen hükmün geçerliliği tetkike değerdir. Bu bağlamda tespitimize göre Secâvendî’nin
vakf sistemini kullanan ülkemiz mushaflarında 346 tanesi âyet içerisinde 1056
tanesi ise âyet sonunda olmak üzere toplam 1402 yerde vakf-ı lâ ( )ﻻalameti
vardır.295 Bunların dörtte üçüne tekabül eden önemli bir kısmının âyet sonunda
olduğu görülmektedir. Bu da göstermektedir ki, iki âyet arasında lafız ve anlam irtibatı devam etmekte ise Secâvendî, bu irtibata vakf-ı lâ alameti ile işaret
etmiştir. Bu münasebetle vakf-ı lâ alameti bulunan bazı âyetler üzerinden
bahsi geçen hükmün geçerliliği ve böylece mezkûr vakf türü anlaşılmaya çalışılacaktır.
Secâvendî şart-cevap, bedel-mübdelün minh, mübtedâ-haber, sıfatmevsûf, ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh, müstesna-müstesna minh, âmil-mamûl gibi
aralarında lafız ve anlam irtibatı bulunan terkiplerin arasında vakf yapılmaması gerektiğini belirtmiş ve bu yerleri vakf-ı lâ alametinin mahalli olarak tayin etmiştir.296 Örneğin ﴾ ﻴﻢ
� ﺍﺿﻄُﺮ� ۪� َﻣ ْﺨﻤَ َﺼﺔٍ ﻏَ ْ�َ ُﻣﺘَ َﺠﺎﻧ ِ ٍﻒ ِﻻِ ْﺛ ٍﻢ ۙ ﻓَﺎِ �ﻥ
ْ ﴿ ﻓَﻤَ ِﻦâyeٌ ﻮﺭ ﺭَ ۪ﺣ
ٌ ﺍ� َ ﻏَ ُﻔ
tinde297 “ﻴﻢ
� ”ﻓَﺎِ �ﻥcümlesi, öncesindeki şartın ( )ﻓَ َﻤ ْﻦcevabıdır. Bu seٌ ﻮﺭ َﺭ ۪ﺣ
ٌ ﺍ� َ ﻏَ ُﻔ
ِ kelimesinde vakfın uygun olmadıbeple mezkûr cümlenin öncesindeki “ۙ ”ﻻِ ْﺛ ٍﻢ
ğını belirten vakf-ı lâ ( )ﻻalametine yer verilmiştir.298 Nitekim haram olan yiyeceklerden bahseden âyetin bu kısmında, zikri geçen şart ve cevap şeklindeki
i‘rap takdirine göre “hayati tehlikeye neden olan ciddi bir açlık durumunda
zarurete binaen günaha girme kastı olmaksızın haram olan şeylerden yenil-
Muhammed Coşkun’un tespitine göre ise 1155 adet vakf-ı lâ alameti vardır. Bk. Coşkun,
Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 96. (Daha önceki vakf alametlerinin sayısı ile ilgili yerlerde olduğu gibi bu
vakf alametinin sayısı hususunda da Hindî’nin Künûz’undan nakille böyle bir tespite ulaşmıştır.).
296 Detaylı bilgi için bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/132-136.
297 el-Mâide 5/3.
298 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/132-133, 2/445.
295
89
MUSHAFLARDA ALAMETLER
diği takdirde Allah’ın günahları bağışlayacağı ve merhametli olduğu” belirtilmektedir. Ancak “ۙ ﺍﺿﻄُﺮ� ۪� َﻣ ْﺨ َﻤ َﺼﺔٍ ﻏَ ْ�َ ُﻣﺘَ َﺠﺎﻧ ِ ٍﻒ ِﻻِ ْﺛ ٍﻢ
ْ ”ﻓَ َﻤ ِﻦifadesinin sonunda vakf
yapıldığı takdirde “hayati tehlikeye neden olan ciddi bir açlık halinde zarurete
binaen günaha girme kastı olmaksızın haram olan şeylerden yenildiği takdirde…” şeklinde şart zikredilmiş, “Allah’ın günahları bağışlayacağı ve merhametli olduğu” (ﻴﻢ
� )ﻓَﺎِ �ﻥanlamındaki cevap ise eksik kalmış olur.
ٌ ﻮﺭ َﺭ ۪ﺣ
ٌ ﺍ� َ ﻏَ ُﻔ
Dolayısıyla şart-cevap şeklindeki lafız irtibatının vakf ile ayrılması aynı zamanda anlam eksikliğine de sebebiyet vermektedir.
Bu âyetteki vakf-ı lâ alameti, şart ve cevabın birlikte tilâvet edilmesi ve
ilgili yerde vakf yapılmaması ve buna bağlı olarak diğer bir açıdan devamınِ
dan ibtidâ yapılmaması gerektiğine işaret etmektedir. Zira vakf yapılan “ۙ ”ﻻِ ْﺛ ٍﻢ
kelimesinin sonrasındaki “ﻴﻢ
� ”ﻓَﺎِ �ﻥcümlesi, öncesindeki şartın cevabı
ٌ ﻮﺭ َﺭ ۪ﺣ
ٌ ﺍ� َ ﻏَ ُﻔ
olması nedeniyle ibtidâya uygun değildir. Dolayısıyla buradaki vakf-ı lâ, vakf
yapılmayacağına işaret etmekle birlikte aslında sonrasının ibtidâya uygun olmadığını belirtmektedir. Nefesin yetmemesi gibi zaruri bir durum gerekçesiyle mezkûr yerde vakf yapılması durumunda ise lafız ve anlam irtibatına
istinaden geriden alarak tilâvete devam edilmelidir. Bu arada özellikle âyet
içerisindeki vakf-ı lâ alametlerinin ilgili yerde olmaması durumunda ya da
hâlihazırda herhangi bir alametin bulunmadığı yerlerde de uygulamanın aynı
şekilde olacağı bilinmektedir. Ayrıca vakf-ı lâ’nın gerekçesini bilmeyen birçok Kur’an okuyucusu için bu yerlerin evvelemirde vakf yeri gibi vehmedilmesi de diğer bir sorundur. Bu sebeple âyet içerisindeki vakf-ı lâ alametlerinin
önemli bir kısmının gerekli olmadığı yönünde bir yoruma gidilmesi mümkün
gözükmektedir.299
Bazı uzun âyetlerde ise geriden almaya gerek duyulmaksızın âmil ile
mamûl arasında vakf yapılması uygun olarak değerlendirilebilmiştir. Mesela
ِ ﺽ َﻭ� ْﺧ ِﺘ َﻼ ِﻑ ﺍﻟ �ﻴ ِﻞ َﻭ�ﻟﻨ�ﻬَﺎﺭِ َﻭ� ْﻟ ُﻔ ْﻠ
ِ َ ﴿ ﺍِ �ﻥ ۪� َﺧ ْﻠ ِﻖ ﺍﻟﺴ ٰﻤﻮâyetinde300
ِ �ﻻ َْﺭ
﴾ ...ِﻚ ﺍﻟ ۪�� ﺗ َ ْﺠﺮ۪ﻱ ِ� ﺍ ْﻟﺒَ ْﺤﺮ
ْ �ﺕ َﻭ
ْ
�
ٍ َ ”ﻻٰﻳ
َ ifadesi olduğu için âyetin
“”ﺍِ �ﻥnin haberi, âyetin sonundaki “ﻮﻥ
َ ُﺎﺕ ﻟِﻘَ ْﻮ ٍﻡ ﻳ َ ْﻌ ِﻘﻠ
sonuna kadar vakf yapılmadan okunması gerektiği düşünülebilir.301 Bununla
Bu konuda tezinde bazı vakf-ı lâ alametleri üzerinden kapsamlı bir değerlendirmede bulunan
Muhammed Coşkun’un çalışmasından istifade edilebilir. Bk. Coşkun, Mushaf Basımına
Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler,
187 vd. Bununla beraber ülkemiz mushafları çerçevesinde vakf-ı lâ alameti bulunan her bir
âyetin incelenmesi neticesinde daha doğru sonuçlara ulaşılabileceği kanaatindeyiz.
300 el-Bakara 2/164.
301 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/135.
299
90
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ِ ifadesinde
beraber uzun bir âyet olması nedeniyle âyet içerisinde “ۖ ”ﻣ ْﻦ ﻛُ ّ ِﻞ ﺩَ ٓﺍﺑ � ٍﺔ
vakf yapılmasına ruhsat verilmiştir. Nitekim bu ruhsata işaret etmek üzere burada vakf-ı murahhas alametine ( )ﺹyer verilmiştir.302
Anlaşıldığı kadarıyla vakf-ı lâ başlığı altında genel bir ifadeyle âmil ile
mamûlü arasında vakf yapılmaması ve devamından ibtidâ yapılmaması gerektiği üzerinde durulurken burada âyetin uzun olması gerekçe gösterilmek suretiyle geriden almaksızın vakf yapılması uygun görülebilmiştir. Bu âyetin diğer
âyetten farkı, âmil ile mamûl arasının tek nefeste okunamayacak ölçüde uzun
olmasıdır. Ayrıca diğer âyette şartın cevabının hemen öncesinde yapılması
muhtemel bir vakf ve bu cevap ifadesiyle ibtidâ yapılması söz konusu edilٍ َ )ﻻٰﻳ
َ hemen öncesinde
mektedir. Aslında son âyette de mamûlün (ﻮﻥ
َ ُﺎﺕ ﻟِﻘَ ْﻮ ٍﻡ ﻳ َ ْﻌ ِﻘﻠ
herhangi bir vakf alametine yer verilmemesinden hareketle ilgili yerde vakf
yapıldığı takdirde geriden alınması gerektiği yani mamûlün ibtidâya uygun
olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple hemen öncesinde vakf yapıldığı takdirde
geriden alarak tilâvete devam edilmeli ve böylece lafız ve anlam irtibatı korunmalıdır. Ezcümle uzun bir âyet olmasına bağlı olarak nefesin yetmemesi
vb. bazı gerekçelere istinaden âmil ile mamûl arasında uygun bir yerde vakf
yapılabilir. Eğer mümkün ise âmil ile mamûlünü ayırmaksızın tilâvette bulunulması evlâdır. Bununla beraber vakf-ı lâ alametinin olup olmamasına bakılmaksızın lafız ve anlam irtibatı bulunan bir yerde ya da âmil ile mamûl arasında geriden almak suretiyle vakf yapılması da mümkündür.
Bazı âlimler tarafından mutlak vakf yeri olarak değerlendirilen âyet sonlarında da vakf-ı lâ alametlerinin bulunuyor olması dikkat çekicidir. Zira ehlince
malum olduğu üzere Ümmü Seleme’den (r.a.) nakledilen bir rivayetten hareketle bazı âlimler nezdinde âyet sonları, lafız ve anlam irtibatının devam edip
etmemesine bakılmaksızın genel anlamda vakf yerleri olarak kabul edilmiştir.
Secâvendî’nin vakf sisteminde ise âyet sonlarında da vakf-ı lâ alameti bulunmasından da anlaşılacağı üzere kelimelerin ya da cümlelerin birbirleri ile olan
lafız ve anlam irtibatı dikkate alınmak suretiyle vakf yerleri ve türleri tayin
edilmiştir. Dolayısıyla âyetler arasında cümle öğeleri ve anlam açısından bir
irtibat söz konusu ise âyet sonunda vakf-ı lâ alametine yer verilerek bu irtibata
işaret edilmiştir. Bunların bir kısmında âyet sonu olması hasebiyle kanaatimizce vakf yapılıp devamından ibtidâ yapılması uygun iken bazısında ise iki
âyet arasındaki kuvvetli lafız ve anlam irtibatına istinaden özellikle vasl yapılması evlâ olarak düşünülebilir.
302
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/263.
91
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Bakara sûresi 2. ve 3. âyetlerin sonundaki vakf-ı lâ alametleri bu hususta
303
ِ ﻮﻥ ﺑِﺎ ْﻟﻐَ ْﻴ
zikre değerdir. Bir i‘rap takdirine göre ﴾ ﺐ
َ ﻳﻦ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ
َ ﴿ ﺍَﻟ � ۪ﺬâyeti, öncesin-
deki âyetin sonundaki “ۙ َ� ”ﻟ ِ ْﻠ ُﻤﺘ � ۪ﻘkelimesinin sıfatıdır. Buna göre sıfat-mevsûf
şeklindeki lafız ve anlam irtibatı nedeniyle ikinci âyetin sonunda vakf yapılması ve buna bağlı olarak mevsûf zikredilmeksizin sadece sıfat ile ibtidâ yapılması uygun görülmeyebilir.304 Devamındaki ﴾ ﻚ َﻭ َﻣ ٓﺎ
َ ﻮﻥ ﺑ ِ َﻤ ٓﺎ ﺍُ ْﻧﺰِ َﻝ ﺍِﻟ َْﻴ
َ ﻳﻦ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ
َ َﻭ�ﻟ � ۪ﺬ
ِ ﻮﻥ ﺑِﺎ ْﻟﻐَ ْﻴ
ﻚ
ۚ َ ِ ﴿ ُﺍ ْﻧﺰِ َﻝ ِﻣ ْﻦ ﻗَ ْﺒﻠâyeti305 de öncesinde bulunan “ﺐ
َ ﻳﻦ ﻳُ ْﺆ ِﻣ ُﻨ
َ ”ﺍ َﻟ � ۪ﺬâyetine ma‘tûf
ِ cümlesinde vakolması sebebiyle üçüncü âyetin sonundaki “ۙ ﻮﻥ
َ ﺎﻫ ْﻢ ﻳُ ْﻨ ِﻔ ُﻘ
َ
ُ َ”ﻭﻣﻤ�ﺎ َﺭ َﺯ ْﻗﻨ
fın ve devamından ibtidânın uygun olmadığı düşünülebilir.306 Nitekim ikinci
âyet (ۙ َ� )ﻟ ِ ْﻠ ُﻤﺘ � ۪ﻘve üçüncü âyet (ۙ ﻮﻥ
َ )ﻳُ ْﻨ ِﻔ ُﻘsonundaki vakf-ı lâ alametleri de buna
işaret etmektedir.307 Kanaatimizce bu iki âyet sonunda vakf yapılması ve akabinde devamındaki âyetlerle ibtidâ yapılması da tercih edilebilir. Zira böyle
bir tercih neticesinde geçici bir nefes alma süresi kadar sıfat-mevsûf ya da
ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh öğeleri arasında bir kopukluk oluşsa da sonrasındaki
kelam müstakil ve anlaşılır bir yapıdadır. Ayrıca ilgili yerlerin âyet sonunda
olması da dikkate alındığında vakfın ve sonrasındaki âyetin ibtidâya uygunluğu makul görülebilir. Bu itibarla mezkûr iki âyet sonundaki vakf-ı lâ alametlerinin, ilgili yerlerde vakf yapılmayacağını belirtmesinin ötesinde aslında
iki âyet arasındaki lafız ve anlam irtibatının devam ettiğine işaret ettiği düşünülebilir.
Bazı âyet sonlarındaki vakf-ı lâ alametleri ise iki âyet arasındaki anlam
irtibatına işaret etmekle birlikte ayrıca ilgili yerde vakf yapıldığı takdirde
bahsi geçen anlam irtibatının bozulması nedeniyle özellikle vasl yapılması gerektiği düşünülebilir. Mesela ülkemiz mushaflarında Mâûn sûresinde 2, 4, 5
ve 6. âyetlerin sonunda vakf-ı lâ alameti bulunmaktadır.308 Buna göre âyet
sonu olması hasebiyle buralarda vakf yapılması, devamındaki âyetlerle ibtidâ
yapılması uygun görülebilir. Ancak özellikle 4. âyetin sonunda vasl yapılması,
kanaatimizce lafız ve anlam irtibatının vurgulanması açısından önemlidir. Zira
el-Bakara 2/3.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/134.
305 el-Bakara 2/4.
306 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/135.
307 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/176.
308 Secâvendî’nin vakf sistemini tercih eden ülkemiz mushaflarında Mâûn sûresindeki vakf alametleri bu şekilde olmasına rağmen müellife ait vakf-ibtidâ eserinde sadece ikinci âyetin
sonunda vakf-ı lâ alametine işaret edilmiştir. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/1166; Kitâbu’lvakfi ve’l-ibtidâ, 512.
303
304
92
MUSHAFLARDA ALAMETLER
bu âyette, “Namaz kılanlara yazıklar olsun!” (ۙ �
َ ّ )ﻓَ َﻮ ْ� ٌﻞ ﻟ ِ ْﻠ ُﻤ َﺼ ۪ﻠşeklindeki ifade, an-
cak devamındaki “Onlar namazlarından gafildirler.” (ۙ ﻮﻥ
َ ﺎﻫ
َ )ﺍَﻟ � ۪ﺬ
ُ ﺻ َﻼ ِ� ِ ْﻢ َﺳ
َ ﻳﻦ ُﻫ ْﻢ َﻋ ْﻦ
âyeti ile anlaşılabilir. Bu sebeple iki âyetin birlikte tilâvet edilmesi neticesinde
“gafil bir şekilde namaz kılanlara yazıklar olsun!” şeklindeki murad-ı ilâhînin
doğru anlaşılması da sağlanmış olabilir.309 Görüldüğü üzere âyet sonlarındaki
vakf-ı lâ alametleri, iki âyet arasındaki lafız ve anlam irtibatına işaret etmekle
birlikte bunların özellikle bir kısmında iki âyetin vasl yapılmak suretiyle okunması gerektiği söylenebilir.
İki âyet arasındaki lafız ve anlam irtibatının devam ediyor olmasından hareketle vaslın evlâ olarak düşünülebileceği başka âyetler de vardır.310 Mesela
ِ ِٓ
Hicr sûresi 31. âyetin evvelinde (ﻳﻦ
َ ُﻴﺲ ﺍَ ٰ ٓ� ﺍَ ْﻥ ﻳَﻜ
ۜ َ )ﺍ �ﻻ ﺍ ْﺑ ۪ﻠöncesindeki
َ ﺍﻟﺴﺎ ِﺟ ۪ﺪ
� َﻮﻥ َﻣﻊ
âyetle lafız ve anlam irtibatını sağlayan ﺍ ٓﱠِﻻistisna edatı bulunmaktadır. Bu sebeple iki âyet arasındaki müstesna-müstesna minh şeklindeki lafız ve anlam
311
irtibatına işaret etmek üzere öncesindeki ﴾ ۙ ﻮﻥ
َ ﴿ ﻓَ َﺴ َﺠ َﺪ ﺍ ْﻟ َﻤ ٰﻠ ٓ ِﺌﻜَﺔُ ُﻛﻠ ُ�ﻬ ْﻢ ﺍَ ْﺟ َﻤ ُﻌâyetinin
sonunda vakf yapılmaması gerektiğini312 belirten vakf-ı lâ alametine yer verilmiştir.313 Âyet sonu olduğu gerekçesiyle burada vakf yapılıp akabinde istisna edatı ile başlayan sonraki âyet ile ibtidâ yapılması uygun görülebilir.
Bize göre iki âyet arasındaki kuvvetli lafız ve anlam irtibatını yansıtmak gayesiyle ilgili yerde özellikle vasl yapılması yönünde bir tercih göz ardı edilmemelidir. Bu itibarla kelime farklılığı olmakla beraber benzer olan bazı âyetlerde314 ilgili yerde hiçbir vakf alametine yer verilmemiş olması da böyle bir
kanaatin teyidi olarak düşünülebilir.
Âyet sonlarındaki vakf-ı lâ alametlerinin bahse konu edildiği bir yerde de-
ğinilmesi gereken diğer bir önemli husus, bazı yerlerde vakf-ı lâ ( )ﻻile vakfı murahhas ( )ﺹalametlerinin birlikte bulunmasıdır. Nitekim vakf-ı murah-
Sehâvî, Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ, 2/553.
Örneğin bk. Âl-i İmrân 3/105-106; Nûr 24/36-37; Saffat 37/137-138; Zuhruf 43/34-35. Bu
konuda başka âyetler de zikredilebileceği halde biz örnek sadedinde sadece bazı âyetleri
inceleyip diğer bazısına burada işaret etmekle iktifa etmeyi yeterli görüyoruz. Özellikle âyet
sonlarındaki vakf-ı lâ alametlerinin tamamının inceleneceği daha kapsamlı bir araştırmada
bu yorumun varlığı daha bariz bir şekilde görülebilir.
311 el-Hicr 15/30.
312 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/136.
313 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/631.
314 Bk. el-Bakara 2/34; el-Kehf 18/50.
309
310
93
MUSHAFLARDA ALAMETLER
has’ın incelendiği kısımda da zikri geçtiği üzere ülkemiz mushaflarında Tekvîr sûresinde 11 âyette315, A‘lâ sûresinde 3 âyette316, Fecr sûresinde 8 âyette317,
Şems sûresinde 13 âyette318, Fîl sûresinde ise 1 âyette319 olmak üzere toplam
36 âyette320 vakf-ı lâ ile vakf-ı murahhas alameti birlikte bulunmaktadır.321 Bu
itibarla vakf yapılmaması ya da devamından ibtidâ yapılmaması gerektiğini
gösteren vakf-ı lâ ile vakfın uygun olduğuna işaret eden vakf-ı murahhas alametlerinin aynı yerde bulunması evvelemirde çelişkili bir durum gibi düşünülebilir. Zira “vakf yapılmaz” ile “vakf yapılabilir” şeklindeki iki farklı hükmün
aynı yer için uygulanabilirliği tevile muhtaçtır. Bununla beraber âyet sonlarındaki bu durumun yorumlanabileceği kanaatindeyiz.
İki vakf alametinin aynı yerde en çok zikredildiği Şems sûresi 1-10. âyetler
arasında ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh ve kasem-cevap şeklinde lafız ve anlam irtibatı bulunmaktadır. Secâvendî de bu sebeple “Şuraya kadar mutlak surette
vakf yapılmamalıdır.” ( )ﻻ ﻭﻗﻒ ﻣﻄﻠﻘﺎ ﺍ� ﻗﻮﻟﻪşeklindeki ifadesiyle mezkûr âyetlerin sonunda vakfın uygun olmadığına işaret etmiştir. Ayrıca nefesin yetme-
yeceği ( )ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻟﻨﻔﺲşeklinde belirtilen gerekçeye istinaden bu âyetlerin so-
nunda vakf yapılabileceğine de değinmiştir.322 Ancak bahsi geçen iki farklı
duruma işaret eden herhangi bir vakf alameti tayininde bulunmamıştır. Zikrettiği ifadelerden hareketle ilk ifadenin vakf-ı lâ’ya ()ﻻ, diğer gerekçenin ise
vakf-ı murahhas’a ( )ﺹişaret ettiği anlaşılmaktadır. Muhtemelen müellifin
kullandığı bu ifadelerden ilham alınarak ülkemiz mushaflarında da ilgili yerlerde hem vakf-ı lâ ve hem de vakf-ı murahhas alametine birlikte yer verilmiştir. Buna göre vakf-ı murahhas, âyet sonu olmasının da etkisiyle ve nefes alma
ihtiyacı gibi bir duruma istinaden vakfın uygun olduğuna; vakf-ı lâ ise âyetler
arasında kasem-cevap ve ma‘tûf-ma‘tûfun aleyh şeklindeki lafız ve anlam irtibatına işaret etmektedir. Bu münasebetle mezkûr yerler âyet sonu olması hasebiyle evvelemirde doğal vakf mahalleri kabul edildiği için iki farklı vakf
et-Tekvîr 81/1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 10, 11, 12, 13.
el-A‘lâ 87/2, 3, 4.
317 el-Fecr 89/6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13.
318 eş-Şems 91/1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 12, 14, 14.
319 el-Fîl 105/4.
320 Şems 91/14’te işaret edilen yerlerden biri âyet içerisindedir.
321 Bu bağlamda Duhân sûresi 49. âyette [ ]ﺫﻕ )ﺝ ﻻ( ﺇِﻧﻚ ﺃَﻧﺖ ﺍﻟْﻌﺰِﻳﺰ ﺍ�ﻜﺮِ�ﻢvakf-ı câiz ( )ﺝile vakf-ı
َ ْ ُ َ َ ْ َ �
ْ ُ
315
316
ِ vakf-ı lâ ile vakf-ı mu‘ânaka alametilâ alametinin; Kadr sûresi 4. âyette ise [(∴]ﻣ ْﻦ ﻛُ ّ ِﻞ ﺃ َ ْﻣﺮٍ )ﻻ
nin aynı yerde birlikte olduğu da burada belirtilmelidir. Bununla beraber sadece bir yerde
olması hasebiyle bunlara işaret etmekle iktifa edeceğiz.
322 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/1132.
94
MUSHAFLARDA ALAMETLER
türüne işaret eden iki vakf alametinin aynı yerde birlikte bulunması yerine
özellikle vakf-ı murahhas alametlerinin kaldırılabileceği kanaatindeyiz.
Yukarıda nakledilen örnek yerlerde de görüldüğü üzere vakf-ı lâ ile ilgili
olarak “mutlak surette vakf yapılması uygun değildir.” şeklinde genel bir
hükme varılması uygun değildir. Nitekim Secâvendî’nin de belirttiği üzere bu
vakf türü aslında sonrasının ibtidâya uygun olmadığını belirtmektedir. Zira
vakf-ı lâ alameti bulunan kelimenin, sonrası ile arasında lafız ve anlam irtibatı
devam ettiği için bu kelimenin sonrası, ibtidâya uygun değildir. Bu sebeple
vakf-ı lâ’nın öncesinde vakf yapılmadığı takdirde devamından ibtidâ yapılmasına da mahal kalmamış olur. Bu da göstermektedir ki vakf-ı lâ, vakf yapılmayacağını konu edinen bir vakf türü olmasının ötesinde aslında kendisinden
sonrası ile ibtidâ yapılmaması gerektiğini belirten bir vakf türüdür. Bununla
beraber âmil-mamûl irtibatı devam eden ve tek nefeste okunması mümkün olmayacak ölçüde uzun olan âyetlerin bazı yerlerinde vakf yapılması ve akabinde geriden almaksızın tilâvete devam edilmesi uygun olabilir. Ayrıca lafız
ve anlam irtibatı devam eden iki âyet arasında da özellikle bazı yerlerde âyet
sonu olması hasebiyle vakf yapılması ve devamından ibtidâ yapılması mümkündür. Bazı âyet sonlarında ise iki âyet arasındaki irtibatın tilâvete yansıtılması gayesiyle özellikle vasl yapılması yönünde bir tercihte de bulunulabilir.
Bu incelemenin nihayetinde vakf-ı lâ ile ilgili olarak şöyle bir çerçeve çizilebilir: “Vakf-ı lâ, kendisinden öncesiyle kuvvetli bir lafız ve anlam irtibatı
bulunduğu için ibtidâya uygun olmayan bir yerin öncesinde geriden almaksızın vakf yapılmaması gerektiğini belirten bir vakf türüdür. Dolayısıyla böyle
bir yerin öncesinde aslında vakf yapılması uygun olmakla beraber sonrasının
ibtidâya uygun olmadığı belirtilmiş olur. Bu sebeple vakf yapılması durumunda geriden alıp tilâvete devam edilmesi gerektiğine de işaret edilmiş
olur.”
2.2. Secâvendî’nin Tasnifinde Bulunmayan Vakf Alametleri
Secâvendî’nin vakf taksiminde sarih bir şekilde belirtilen vakf-ı lâzım,
vakf-ı mutlak, vakf-ı câiz, vakf-ı mücevvez, vakf-ı murahhas ve vakf-ı lâ olmak üzere sadece altı vakf türü bulunmaktadır. Bununla beraber onun vakf
sistemini tercih eden ülkemiz mushaflarında “Kâf” ( )ﻕve “Kıf” ( )ﻗﻒremizli
vakf alametleri ile vakf-ı mu‘ânaka olarak isimlendirilen üçgen şeklindeki (∴)
vakf alametinin olduğu da görülmektedir. Bu münasebetle ülkemiz mushafları
üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği vakf alametlerini
konu edinen bu çalışmada mezkûr vakf alametlerinin tahlili de önem arz etmektedir. Böyle bir inceleme neticesinde Secâvendî’nin sarahaten işaret etmediği bu vakf alametlerinin menşei ve mahiyeti hususunda belli bir kanaate
ulaşılması hedeflenmektedir.
95
MUSHAFLARDA ALAMETLER
2.2.1. Kaf Alameti ()ﻕ
“Kâf” ( )ﻕalameti, ülkemiz mushafları üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin, tespit edebildiğimiz kadarıyla 94 tanesi âyet içerisinde 7 tanesi ise âyet
sonunda olmak üzere toplam 101 yerde karşılaştığı bir vakf alametidir. Bilindiği üzere Secâvendî’nin kendi belirlediği altılı vakf tasnifi içerisinde böyle
bir vakf türü ve alameti bulunmamaktadır. Bununla beraber Muhsin Hâşim
Derviş’in neşrettiği Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ’da eserin tahkikinde esas alınan
nüshalardan birisi olan “Dâru’l-Kütübi’z-Zâhiriyye” nüshasına istinaden yer
verilen “Aslında vakf yapılması uygun olan bir yerle ilgili olarak vakf yapılmaması gerektiğini belirten farklı bir görüş var ise bunu da ihtiyaten ‘Kâf’
( )ﻕalameti ile bildireceğiz.” ( ﻭﻛﻞ ﺍﻳﺔ ﻗﺪ ﻗﻴﻞ ﻻ ﻭﻗﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻭ�ﻟﻮﻗﻒ ﺻﺤﻴﺢ ﻧﻌﻠﻤﻬﺎ ﺃﻳﻀﺎ
)ﺍﺣﺘﻴﺎﻃﺎ ﺑﻌﻼﻣﺔ ﻕ323 şeklindeki bir cümlede görüldüğü üzere “Kâf ( )ﻕalameti
( ”)ﺑﻌﻼﻣﺔ ﻕibaresi geçmektedir. Bu ibare, “Dâru’l-Kütübi’z-Zâhiriyye” haricin-
deki diğer nüshalarda ya da aynı eserin bir diğer neşri olan İlelu’l-vukûf’ta ise
geçmemektedir. Derviş’e göre bu ibare, daha sonraki bir süreçte mezkûr nüshanın eksiklerini ikmal eden başka bir müstensih tarafından ilave edilmiş olabilir. Ona göre “Kâf” ( )ﻕalameti, müellifin metninde geçen ﻗﻴﻞifadesinin
müstensih tarafından kısaltılmış halidir.324 Nitekim yukarıdaki metinde ve
“Kâf” alameti bulunan birçok yerde temrîz sîgası ( )ﻗﻴﻞkullanılmak suretiyle
nakillerde bulunulması böyle bir yorumu teyit etmektedir.
Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ’da vakf türleri için harf alametlerinin tayin edildiği kısımda yukarıda da görüldüğü üzere “Kâf ( )ﻕalameti” ibaresi sarahaten
zikredilmesine rağmen aynı eserde sûre tertibine göre âyetlerdeki vakf yerleri
ve alametleri belirlenirken bu vakf alametine herhangi bir yerde işaret edilmemesi ise dikkat çekicidir. Diğer taraftan mezkûr ibare ’İlelu’l-vukûf’ta geçmemesine rağmen âyetlerdeki her bir vakf yerinin ve türünün belirtilmesi sürecinde ilgili yerlerde “Kâf” alametine yer verilmek suretiyle bu vakf türüne
323
324
Secâvendî, Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 123.
Muhakkikin dipnotta yer alan bu yöndeki izahı için bk. Secâvendî, Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ,
123.
96
MUSHAFLARDA ALAMETLER
işaret edildiği görülmektedir. ’İlelu’l-vukûf’ta “Kâf” alameti bulunması gerektiğine işaret edilen yerlerin, incelediğimiz mushaftaki vakf yerleri ile büyük
oranda aynı olduğu burada ifade edilmesi gereken bir husustur.325
Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ’dan aktarılan “Aslında vakf yapılması uygun
olan bir yerle ilgili olarak vakf yapılmaması gerektiğini belirten farklı bir görüş var ise bunu da ihtiyaten ‘Kâf’ ( )ﻕalameti ile bildireceğiz.” cümlesine
göre “Kâf alameti”, aslında vakfa uygun olarak değerlendirilen bir yer hakkında temrîz sîgasıyla ( )ﻗﻴﻞnakledilen “vakf yapılmaz” ( )ﻻ ﻭﻗﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎşeklindeki
ifadeden de anlaşılacağı üzere vakfın uygun olmadığı yönünde zayıf bir görüşün olduğuna işaret etmektedir. Buna göre “Kâf” alameti ile gösterilen vakf
türünde, vakf yapılması öncelikli bir tercih olmakla beraber aktarılan bir görüşe göre vaslın da uygun olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bu vakf türü ile
ilgili olarak “vakf evlâ, vasl câiz” şeklinde özet bir ifade kullanılabilir.
İncelediğimiz mushafın sonunda vakf alametlerinin beyan edildiği kısımda
ise “Kâf” alameti, yukarıdaki hükmün aksine yani “vasl evlâ, vakf câiz” şeklinde anlaşılmaya elverişlidir. Zira burada “Kâf alameti, kurrânın ekseriyetine
göre vasl alametidir. Bununla beraber vakf yapılması da câizdir.” ( ﻋﻼﻣﺔ ﺍﻟﻮﺻﻞ
)ﻋﻨﺪ ﺍﻛ� ﺍﻟﻘﺮ�ﺀ ﻭ�ﺠﻮﺯ ﺍﻟﻮﻗﻒolarak tarif edilmiştir.326 “Kâf” alametinin bulunduğu
yerlerde serdedilen değerlendirmeler de böyle bir tanımı teyit eder niteliktedir.
Örneğin Fecr sûresi 27. âyetin (ۗ ُ )ﻳ َ ٓﺎ ﺍَﻳ � ُﺘﻬَﺎ ﺍﻟﻨ � ْﻔ ُﺲ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﻄ َﻤ ِﺌﻨ�ﺔsonunda ﻗﻴﻞtemrîz sîgasıyla “Kâf” ( )ﻕalameti bulunduğu yani vakf yapılabileceği belirtilmiştir. Bu-
ِ َﻚ ﺭ
ِ ِ ﺍِﺭ ِﺟ ۪� ﺍِ ٰ� ﺭَﺑ
nunla beraber bu âyetteki nidânın cevabı, devamındaki ﴾ ً �ﺿﻴَﺔ
ٓ ْ
ّ
325
Daha detaylı bir tarama ve mukayese neticesinde incelediğimiz mushaf ile ‘İlelu’l-vukûf
arasında “Kâf” alametine konu olan yerler açısından farklılığın olup olmadığı hususunda
daha net yorumlar yapılabilir. Bu itibarla Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri özelinde yaptığımız
bir tarama ve mukayese neticesinde sadece iki farklılık tespit edebildiğimizi belirtmeliyiz:
ِ
ِ � ﻮﻥ ﻟِﻠﻨ
Bakara 2/150 âyetinin “ﻳﻦ ﻇَﻠ َ ُﻤﻮ� ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ
َ ُ” ﻟِﺌَ �ﻼ ﻳَﻜkısmında “ۗ ٌ”ﺣ �ﺠﺔ
َ ﺎﺱ َﻋﻠ َ ْﻴﻜُ ْﻢ ُﺣ �ﺠﺔٌ ۗﺍ �ﻻ ﺍﻟ � ۪ﺬ
ُ kelimesinde
Türkiye’deki mushaflarda “Kâf” alameti olduğu halde İlelu’l-vukûf’ta vakf-ı mücevvez ()ﺯ
alametine yer verilmiştir. Bununla beraber muhakkikin verdiği dipnottaki bilgiye göre
“Câmiatü’l-Melik Suûd Kütüphanesi” nüshasında ilgili yerde “Kâf” alametinin olduğuna da
değinilmiştir. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/254. Diğer bir örnek ise Bakara 2/268 âyetidir.
ِ �� َﻭ
Bu âyetin sonundaki “ۚ ﻴﻢ
ٌ �ﺳ ٌﻊ َﻋ ۪ﻠ
َ ifadesinde incelediğimiz mushafta vakf-ı câiz ( )ﺝalameti
ُ � ”ﻭ
olmasına rağmen ‘İlelu’l-vukûf’ta “Kâf” alametine işaret edilmiştir. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’lvukûf, 1/340.
326 Kur’ân-ı Kerîm, Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar), (2015 ve 2018), 609-610.
97
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ۚ ً ﴿ َﻣ ْﺮ ِﺿﻴ�ﺔâyeti olması sebebiyle ilgili yerde vaslın evlâ olduğu vurgulanmıştır.327
Nitekim ilgili yerde vasl yapıldığı takdirde “Ey nefs-i mutmainne / huzura kavuşmuş nefis! Sen O'ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön.” şeklinde nidâ ve cevabı tilâvet edilmiş olur. Vakf yapılması durumunda ise nidâ
tilâvet edildiği halde cevabı eksik kalmış olur. Bu açıklamalara göre âyetteki
“Kâf” alametinin, vaslın evlâ olduğu bir yerde vakfın da câiz olduğuna işaret
ettiği anlaşılmaktadır.
“Kâf” alametinin bulunduğu yerlerin tümü için vakf ya da vasl açısından
tek bir değerlendirmenin yapılabilmesi uygun değildir.328 Ehlinin malumu olduğu üzere aslında tüm vakf türleri için her yerde genel-geçer bir hükmün
oluşturulabilmesi mümkün değildir. Bu münasebetle “Kâf” alameti bulunan
her bir âyetin tahlili neticesinde bu vakf türünün daha doğru anlaşılabileceği
kanaatinde olsak da böyle bir yöntem yerine çalışmanın sınırını da aşmamak
gayesiyle burada sadece Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerindeki329 “Kâf” alametleri üzerinden bir değerlendirme yapılmıştır. Bu iki sûrede “Kâf” alameti bulunan yerlerdeki değerlendirmelerin özeti bize göre “vaslın evlâ olduğu bir
yerde, nakledilen bir görüşe göre vakfın da yapılabilmesi” yani “vasl evlâ,
vakf câiz” şeklinde ifade edilebilir.
ِ ٌ ﻭﻟ َﻤ�ﺎ ﺟ ٓﺎﺀﻫﻢ ﺭﺳ
ِ ﺍ�ِ ﻣﺼ ِﺪ ٌﻕ ﻟِﻤﺎ ﻣﻌﻬﻢ ﻧَﺒ َﺬ ﻓَﺮ
ِ ۗ َﻳﻦ ﺍُﻭ۫ﺗُﻮ� ﺍ ْ� ِﻜﺘ
﴾ َﺍ�ِ َﻭ َﺭ ٓ�ﺀ
� ﺎﺏ
َ
َ ۪�ﻖ ﻣ َﻦ ﺍﻟ � ۪ﺬ
َ ْ ُ َ َ َ ّ َ ُ � ﻮﻝ ﻣ ْﻦ ِﻋ ْﻨ ِﺪ
ٌ
َ َﺎﺏ ﻛﺘ
َ
َُ َُْ َ
ﻮﻥ
َ “ ﴿ ﻇ ُ ُﻬﻮﺭِﻫِ ْﻢ ﻛَﺎ �َ�ُ ْﻢ َﻻ ﻳ َ ْﻌﻠ َ ُﻤOnlara (Yahudilere), Allah katından, kendilerinde bulu-
nan kitabı (Tevrat’ı) tasdik eden bir peygamber geldiğinde, ehl-i kitabın bir
kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah’ın kitabını (Tevrat’ı) arkalarına atıp
ِ
terkettiler.” âyetindeki330 “ِ�ﺍ
� ﺎﺏ
ۗ َ َ ”ﺍ ْ� ِﻜﺘkelimeَ َ ”ﻛﺘifadesinin, öncesindeki “ﺎﺏ
sinden bedel olmayıp “ ”ﻧَﺒَ َﺬfiilinin mefulü olduğunu vurgulamak için “ �ﺍُﻭ۫ﺗُﻮ
327
Bu âyetteki “Kâf” ( )ﻕalameti, İlelu’l-vukûf’un neşrinde esas alınan nüshalardan birisi olan
“Câmiatü’l-Melik Suûd Kütüphanesi” nüshasına dayandırılmıştır. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’lvukûf, 3/1128. Secâvendî’nin eserinin bir diğer neşri olan Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ’da ise
yukarıdaki açıklamalara yer verildiği halde “Kâf” alameti ya da farklı bir vakf alameti tayininde bulunulmamıştır. Bk. Secâvendî, Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 493.
328 Bu bağlamda gündeme getirilmesi gereken önemli bir çalışma, Muhammed Coşkun’un doktora tezidir. Coşkun, çalışmasının bir kısmında Kâf alametinin bulunduğu âyetleri anlam
açısından uygun olup olmamasına göre kritik etmiştir. Bu alametin bulunduğu yerlerde vakf
ya da vaslın uygun olabildiğine dair farklı örnekler için bk. Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 237254.
329 el-Bakara 2/101, 102, 150, 256; Âl-i İmrân 3/45, 98, 119, 173, 193.
330 el-Bakara 2/101.
98
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ﺎﺏ
ۗ َ َ ”ﺍ ْ� ِﻜﺘifadesinde vakf yapılabileceği nakledilmiştir. Bununla beraber vakf
yapılması yönündeki bu görüşün doğru olmadığı da belirtilmiştir.331 Muhtemelen fiil-meful şeklindeki âmil-mamül irtibatının tilâvette de vurgulanması
mucibince ilgili yerde vasl yapılması daha doğru bir tercih şeklinde düşünülmüş olabilir. Nitekim diğer vakf-ibtidâ eserlerinde de bu yerde vakf yapılması
yönünde herhangi bir görüşe yer verilmemiştir.332 Bu münasebetle bahsi geçen
görüşe istinaden vakf yapılabileceği ve fakat yukarıda aktarılan meâlde de görüldüğü üzere vaslın ise daha uygun bir tercih olduğu söylenebilir.
ِ � َﻋ ٰ� ﻣ ْﻠ
﴾ ﻮﻥ
َ ﻚ ُﺳﻠ َ ْﻴ ٰﻤ َﻦ ۚ َﻭ َﻣﺎ ﻛَﻔَﺮَ ُﺳﻠ َ ْﻴ ٰﻤ ُﻦ َﻭ ٰ� ِﻜ �ﻦ ﺍﻟ �ﺸﻴَﺎ ۪ﻃ�َ ﻛَﻔَ ُﺮﻭ� ﻳُﻌَﻠِّ ُﻤ
ُ َﻭ�ﺗ�ﺒَﻌُﻮ� َﻣﺎ ﺗ َ ْﺘﻠُﻮ� ﺍﻟ �ﺸﻴَﺎ ۪ﻃ
ُ
ِ ﴿ ﺍﻟﻨ�ﺎﺱâyetinde333 “�
ِ ْ َﺍﻟﺴ ْﺤﺮَ ۗ َﻭ َﻣ ٓﺎ ﺍُ ْﻧﺰِ َﻝ َﻋ َ� ﺍ ْﻟﻤَ�َﻜ
ِ ْ َ”ﻭ َﻣ ٓﺎ ﺍُ ْﻧﺰِ َﻝ َﻋ َ� ﺍ ْﻟﻤَ�َﻜ
ﻭﺕ
ۜ َ ﺎﺭ
َ ﺎﺭ
َ
ُ ﻭﺕ َﻭ َﻣ
ُ َ� ﺑِﺒَﺎﺑ ِ َﻞ ﻫ
ّ َ
ifadesinin evvelindeki “”ﻣﺎ
َ harfi, ulemanın çoğunluğuna göre ism-i mevsûl
olup makablindeki “ﺴِﺤْ ۗ َﺮ
ّ ”ﺍﻟkelimesine matuftur.334 Buna göre âyetin meâli şu
şekildedir: “Süleyman'ın hükümranlığı hususunda onlar (ehl-i kitabın bir
kısmı), şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman (büyü yaparak) kâfir olmadı. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve Babil'deki Hârut ile
Mârut isimli iki meleğe indirileni öğrettikleri için kâfir oldular…” Bu duِ
kelimesinde vasl yapılması öncerumda “Kâf” alametinin bulunduğu “ۗ ”ﺍﻟﺴ ْﺤ َﺮ
ّ
likli bir tercihtir.
335
Nakledilen bir diğer görüşe göre “”ﻣﺎ
َ harfi, nefy edatıdır. Bu durumda
âyetin meâli şu şekildedir: “Süleyman'ın hükümranlığı hususunda onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Hâlbuki Süleyman, kâfir olmadı. Fakat
şeytanlar, insanlara sihri öğrettikleri için kâfir oldular. Babil'deki Hârut ile
Mârut isimli iki meleğe (sihirle ilgili bilgi, emir ya da bir hüküm) indirilmemişti…” Buna göre mezkûr harfin nefy edatı olması neticesinde oluşan meâlin
ِ
kelimesinde vakf yapılması önerilebilir.
tilâvete yansıtılması gayesiyle “ۗ ”ﺍﻟﺴ ْﺤ َﺮ
ّ
Bu münasebetle Secâvendî’nin de yukarıdaki ilk görüşü tercih ettiği söy-
lenebilir. Secâvendî, naklettiği bir görüşe istinaden “”ﻣﺎ
َ harfinin, nefy edatı
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/220-221; Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 133.
İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/525; Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 71; Dâni,
el-Muktefâ, 42; Nikzâvî, el-İktidâ, 1/305; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’lkurrâ-i’s-seb‘ati ve ğayrihim… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 1/216; İbnu’lĞazzâl, el-Vakf ve’l-ibtidâ, 166; Kastallânî, Letâifü’l-işârât, 4/1669.
333 el-Bakara 2/102.
334 Ukberî, et-Tibyân, 1/81; Sâfî, el-Cedvel fî i‘râbi’l-Kur’an, 1/215; Muhammed Tayyib,
İ‘râbu’l-Kur’âni’l-Kerîm, 16.
335 Ukberî, et-Tibyân, 1/81.
331
332
99
MUSHAFLARDA ALAMETLER
şeklinde değerlendirilmesine bağlı olarak ilgili yerde vakf yapılabileceğini belirtmiştir. Zira bu durumda mezkûr harf ile makabli arasında lafız irtibatının
bulunmadığı düşünülmektedir. Aslında bu harf nefy edatı olsa dahi “”ﻭ َﻣ ٓﺎ ﺍُ ْﻧﺰِ َﻝ
َ
ifadesinin başındaki “vâv” harfi, “vâv-ı hâliye” olduğu için öncesi ile lafız ve
ِ
anlam irtibatı devam etmektedir. Ayrıca bu harfin, öncesindeki “ۗ ”ﺍﻟﺴ ْﺤ َﺮ
keliّ
mesine matûf olan bir ism-i mevsûl olduğunu belirten müellif, diğer i‘rab takِ
kelidirinin doğru olmadığını sarahaten ifade etmiştir.336 Bu itibarla “ۗ ”ﺍﻟﺴ ْﺤ َﺮ
ّ
mesindeki “Kâf” alameti, “”ﻣﺎ
َ harfinin nefy edatı olduğu görüşüne göre ilgili
yerde vakf yapılabileceğine işaret etmektedir.337 Ezcümle aslında her iki i‘rab
takdirinde de makabli ile lafız ve anlam irtibatı devam ettiği için bize göre vasl
yapılması evlâ olarak değerlendirilebilir.
ِ ﺍِ ْﺫ ﻗَﺎﻟ
۪ ُ ﺍ� َ ﻳُﺒَ ِّﺸ ُﺮ ِﻙ ﺑِﻜَﻠِ َﻤ ٍﺔ ِﻣ ْﻨ ُﻪ ۗ ﺍِﺳ ُﻤ ُﻪ ﺍ ْﻟ َﻤ ۪ﺴ
﴾ �ِ ﺍﺑ ُﻦ َﻣ ْﺮ� َ َﻢ َﻭﺟ۪ ﻴﻬًﺎ
� َﺖ ﺍ ْﻟ َﻤﻠٰ ٓ ِﺌﻜَﺔُ ﻳَﺎ َﻣ ْﺮ� َ ُﻢ ﺍِ �ﻥ
ْ �ﻴ
ْ
َ ﻴﺢ ﻋ
ِ
ِ ifadesinde “Kâf” alametine yer veْ ﴿ ﺍﻟ �ﺪ ْﻧﻴَﺎ َﻭâyetinde338 “”ﻣ ْﻨ ُﻪ
ۙ �۪
َ �ﻻ ِٰﺧ َﺮ� َﻭ ِﻣ َﻦ ﺍ ْﻟ ُﻤ َﻘﺮ�ﺑ
rilmiş ve açıklama sadedinde “ٍ ”ﺑِﻜَﻠِ َﻤﺔifadesinin müennes, “ ”ﺍِ ْﺳ ُﻤ ُﻪkelimesindeki zamirin müzekker olduğu aktarılmıştır. Temrîz sîgasıyla nakledilen bu
açıklamaya göre muhtemelen müzekker bir zamirin müennes bir kelimeye raci
olmadığını vurgulamak için iki ifade arasında vakfın uygun olacağı belirtilmiştir. Bununla beraber “ ”ﻛَﻠِ َﻤ ٍﺔifadesinin maksudu “veled” ( )ﻭﻟﺪolduğu için bu
kelimenin hakiki müennes olmadığı ve ilgili yerde vaslın daha uygun bir tercih
olduğu da ifade edilmiştir.339
ِ َﺭَﺑ�ﻨَ ٓﺎ ﺍِﻧ�ﻨَﺎ ﺳ ِﻤﻌﻨَﺎ ﻣﻨ
﴾ ﺎﺩﻳًﺎ ﻳُﻨَﺎ ۪ﺩﻱ ﻟ ِ ْ ۪ﻼﻳﻤَﺎ ِﻥ ﺍَ ْﻥ ٰﺍ ِﻣﻨُﻮ� ﺑِﺮَ ّﺑِﻜُ ْﻢ ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎ ۗ ﺭَﺑ�ﻨَﺎ ﻓَﺎ ْﻏ ِﻔ ْﺮ ﻟ َﻨَﺎ ﺫُﻧُﻮﺑَﻨَﺎ َﻭﻛَ ِّﻔ ْﺮ َﻋﻨ�ﺎ
ُ ْ َ
ِﺍﻻ َْﺑ َﺮ� ۚﺭ
ْ َ ﴿ َﺳ ّ ِﻴ�َﺎﺗ ِﻨَﺎ َﻭﺗ َ َﻮﻓ�ﻨَﺎ َﻣﻊâyetinde340 “ۗ ”ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎkelimesinde temrîz sîgasıyla vakf ya-
pılabileceği belirtilmiştir. Bununla beraber “ ”ﻓَﺎ ْﻏ ِﻔ ْﺮ ﻟ َﻨَﺎifadesi, “ۗ ”ﻓَﺎ َٰﻣﻨ�ﺎkelime-
sine ma‘tuf olduğu için vaslın daha uygun olduğu vurgulanmıştır.341 Buna rağmen dua ifadelerinden oluşan bu âyette anlamın tilâvete yansıtılması gayesiyle
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/222-224; Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 133.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/222-224.
338 Âl-i İmrân 3/45.
339 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/372.
340 Âl-i İmrân 3/193.
341 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/408.
336
337
100
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ilgili yerde vakf yapılması, ikinci “”ﺭﺑ�ﻨَﺎ
َ ile tilâvete devam edilmesi daha uygun
bir tercih gibi düşünülebilir.
Değerlendirilen örnek âyetlerde de görüldüğü üzere “Kâf” alametine konu
olan yerlerin genelinde vasl yapılması evlâ olmakla beraber vakfın da yapılabileceği üzerinde durulmaktadır. Buna göre bu vakf türü ile ilgili olarak şöyle
bir tanım denemesi yapılabilir: “Kâf alameti, genelde vaslın evlâ olduğu bir
yerde, temrîz sîgasıyla ( )ﻗﻴﻞnakledilen bir i‘rab takdirine göre vakfın da uygun olabileceğine işaret etmektedir. Alamet olarak belirlenen ‘Kâf’ ( )ﻕharfi,
temrîz sîgasının ( )ﻗﻴﻞkısaltılmış halidir.” Dolayısıyla Secâvendî’nin belirlediği vakf tasnifi içerisinde sarih bir şekilde belirtilmeyen bu vakf türünün,
onun değerlendirmelerinden hareketle geliştirilmiş bir vakf çeşidi ve alameti
olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla “Kâf” alametinin, Secâvendî’nin vakf sistemine ait bir vakf türü olduğu söylenebilir.
2.2.2. Kıf Alameti ()ﻗﻒ
Secâvendî’nin vakf tasnifinde sarahaten zikredilmeyen ve fakat ülkemiz
mushaflarında 70 tanesi âyet içerisinde 16 tanesi ise âyet sonunda olmak üzere
toplam 86 yerde bulunan342 diğer bir vakf türü, “Dur!” anlamındaki “Kıf” ()ﻗﻒ
alametidir.343 Bilindiği üzere Secâvendî, vakf ya da vasl ile ilgili tercih ettiği
bir görüşe muhalif farklı bir yorum söz konusu ise bazen bu görüşe de yer
vermiştir. Örneğin daha önce de belirtildiği üzere aslında vakf yapılması uy-
Bu alametin bulunduğu yerlerin sayısı ile ilgili olarak farklı tespitler yapılabilmiştir. Örneğin
Muhammed Coşkun, Hindî’den naklen 99 yerde bu alametin olduğunu zikretmiştir. (Bk.
Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 97); Bu konuda yüksek lisans tezi hazırlayan Mustafa Tuna’ya
göre ise 85 adet “Kıf” alameti bulunmaktadır. Bk. Mustafa Tuna, Mushaf Basımına Yansıyan
Yönüyle Kıf Vakf İşaretlerinin Tahlili, (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2021).
343 Bu alametlerin 13’ü, bazı sûrelerin evvelindeki mukattaa harflerindedir. Bilindiği üzere
Kur’an-ı Kerîm’de 29 sûre evvelinde 14 farklı harften biri ya da bir kısmıyla oluşan mukat342
taa harfleri bulunmaktadır. Ülkemiz mushaflarında bunların 13’ünde “Kıf” ()ﻗﻒ, 11’inde
vakf-ı mutlak ()ﻁ, 2’sinde vakf-ı câiz ( )ﺝalameti bulunuyor iken kalan 3’ünde ise herhangi
bir vakf alameti bulunmamaktadır. Kûfe ehline göre bahse konu 13 tane Kıf alametinin bulunduğu mukattaa harflerinin 5’i müstakil bir âyet iken diğerleri ise devamındaki âyetin bir
cüzüdür.
101
MUSHAFLARDA ALAMETLER
gun olan bir yerle ilgili olarak vakf yapılmaması yönünde farklı bir görüş nakledilmiş ise bunu ihtiyaten zikredeceğini kendisi açıkça ifade etmiştir.344 Bu
itibarla “Kâf” ve “Kıf” alametleri, ihtiyaten zikrettiği bu açıklamaları temsil
eden vakf alametleri olarak düşünülebilir. Mesela “Kâf” alameti, yukarıda da
bahsi geçtiği üzere ilgili yerlerde ﻗﻴﻞtemrîz sîgasıyla nakledilen vakf yapıla-
bileceğine dair görüşleri temsil eden bir alamettir.
“Kıf” alameti ise Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ’nın muhakkiki Derviş’e göre
Secâvendî’nin bazı yerlerde kullandığı “”ﻭﻗﻔﺔ, “”ﻭﻗﻔﺔ ﻟﻄﻴﻔﺔ, “ ”ﻳُﻮﻗﻒgibi ifadeleri
temsil eden bir alamettir.345 Nitekim ülkemiz mushaflarında “Kıf” alameti bulunan yerler, Secâvendî’nin ‘İlelu’l-vukûf ve Kitâbu’l-Vakfi ve’l-ibtidâ isimli
eserleri üzerinden incelendiğinde ilgili yerlerin büyük bir kısmında vakfın uygun olduğuna işaret etmek üzere “”ﻭﻗﻔﺔ, “”ﻭﻗﻔﺔ ﻟﻄﻴﻔﺔ, “ ”ﻭﻗﻒgibi ifadelerin kul-
lanıldığı görülmektedir.346 Buna rağmen ülkemiz mushaflarındaki bazı “Kıf”
alametlerinin yerine mezkûr eserlerde bazen vakf-ı mutlak ()ﻁ347, vakf-ı câiz
()ﺝ348, vakf-ı mücevvez ()ﺯ349 gibi farklı vakf türlerine işaret edildiği ya da bazı
yerlerde herhangi bir vakf türü tayin edilmediği350 de burada belirtilmesi gereken önemli bir husustur.351 Bu itibarla Secâvendî’nin vakf sistemini tercih
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/169.
Secâvendî, Kitabu’l-vakfi ve’l-ibtidâ, 123.
346 Örneğin Secâvendî’nin eserlerinden şu âyetlere bakılabilir: Bakara 2/102, 196, 286; Âl-i
İmrân 3/106, 111; Mâide 5/8; A‘râf 7/26; Yûnus 10/35, 37; Ra‘d 13/4; Kehf 18/71, 74, 77;
Tâhâ 20/21; Hacc 22/11; Nûr 24/58; Neml 27/40, 66, 66; Kasas 28/25, 31, 48; Ankebût
29/33, 38, 66; Rûm 30/8, 34; Lokmân 31/33; Sebe’ 34/45, 46; Fâtır 35/5; Saffât 37/154; Sâd
38/10, 32, 60; Mü’min 40/5, 46; Duhân 44/54; Câsiye 45/28, 31; Muhammed 47/21; Kalem
68/36; Nâziât 79/27; Gâşiye 88/17, 18, 19.
347 Bk. Bakara 2/285; Âl-i İmrân 3/19; Yûnus 10/1; Hûd 11/1; Yûsuf 12/1; Ra‘d 13/1; İbrâhim
14/1; Hicr 15/1; Meryem 19/30; Neml 27/1; Ankebût 29/1; Rûm 30/1, 8; Lokmân 31/1;
Secde 32/1; Şûrâ 42/2, 29; Duhân 44/28; Câsiye 45/28; Şems 91/13; Kadr 97/5.
348 Bk. Bakara 2/285, 286; Yûnus 10/1; Nahl 16/55; Meryem 19/29, 30; Câsiye 45/31; Kâf 50/1.
349 Bk. Yûnus 10/35.
350 Bk. Nisâ 4/102; A‘râf 7/29; Ra‘d 13/32; Kehf 18/22; Tâhâ 20/40; Kasas 28/88; Muhammed
47/16, 21; Haşr 59/12.
351 Muhammed Coşkun da bu hususa doktora tezinde Kehf 18/22 ve Tâhâ 20/40 âyetleri üzerinden dikkat çekmiştir. Tükiye’deki mushaflarda bu iki âyette “Kıf” alameti bulunmasına
344
345
rağmen Secâvendî, Kehf 18/22 âyetinde “Kâf” alameti ile temsil edilen “kâd kîle” ()ﻗﺪ ﻗﻴﻞ
ifadesine yer vermiştir (Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/657). Tâhâ 20/40 âyetinde ise hiçbir alamet ya da izaha yer vermemiştir (Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 2/693). Bk. Coşkun, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler / Teklifler, 203 (616 no’lu dipnot).
102
MUSHAFLARDA ALAMETLER
eden ülkemiz mushaflarında “Kıf” alameti bulunan yerlerin, kaynak eserde
bazen farklı vakf türlerine konu edilmiş olması tetkike değer bir meseledir.
Secâvendî’nin tayin ettiği altılı vakf tasnifinde “Kâf” ve “Kıf” alametleri
bulunmamakla beraber bu iki alametin, onun kullandığı bazı ifadelerin kısaltılması şeklinde ortaya çıktığı düşünülebilir. Bu bağlamda “Kâf” alametinin
menşei hususunda yazma nüshalardan birisinin müstensihi tarafından oluşturulduğu yönünde bir yorum yapılabilirken “Kıf” alameti için böyle bir yorum
ise evvelemirde mümkün gözükmemektedir. Bununla beraber Secâvendî’nin
serdettiği değerlendirmelerden hareketle oluşturulduğu anlaşılan bu iki vakf
alameti, onun vakf tasnifi içerisinde kabul edilmiş ve bu vakf sistemini esas
alan ülkemiz mushaflarında da görüldüğü üzere tercihe değer vakf alametleri
olmuştur.
İncelediğimiz mushafın sonunda vakf alametlerinin beyan edildiği kısımda
bu vakf alameti ile ilgili şöyle bir bilgi geçmektedir: “Kıf ()ﻗﻒ, ‘vakf’ kelimesinden türetilmiş ‘latîf bir şekilde dur!’ anlamına gelen bir emir kipidir. Bu,
vakf yapılmasında anlam açısından fayda bulunmasına işaret etmek suretiyle
vakfın evlâ olduğunu belirten bir alamettir.” (. ﺃﻥ ﺍﻟﻮﻗﻒ ﺃﻭ� ﻣﻦ ﺍﻟﻮﺻﻞ
ّ �ﻫﺬﺍ ﻋﻼﻣﺔ ﻋ
352
�ﺃﻥ � ﺍﻟﻮﻗﻒ ﻓﺎﺋﺪﺓ � ﺍﻟﻤﻌ
ّ �)ﺇﺷﺎﺭ� ﺍ. Bu tanıma göre bahse konu vakf türünde
vakfın evlâ olduğu söylenebilir.
Ülkemiz mushaflarındaki her bir “Kıf” alametinin incelenmesi neticesinde
bu vakf türünün daha doğru anlaşılabileceği353 kanaatinde olsak da araştırmamızda sadece Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri özelinde bazı âyetler üzerinden bu
vakf türü örneklendirilmeye çalışılacaktır. Bu itibarla incelediğimiz mushafta
Bakara sûresinde 6, Âl-i İmrân sûresinde 5 adet “Kıf” alameti bulunmasına354
rağmen bu yerlerin bir kısmında Secâvendî’nin farklı değerlendirmelerinin olduğu görülmektedir. İncelediğimiz mushafta “Kıf” alameti bulunan Bakara
2/285 ve 286 âyetlerinde Secâvendî vakf-ı câiz’e,355 Âl-i İmrân 3/19 âyetinde
vakf-ı mutlak’a356 işaret etmiştir. Ayrıca Âl-i İmrân 3/112 ve 113 âyetlerinde
“vakf yapılmaz” ( ﻻﻭﻗﻒ: )ﻗﻴﻞşeklindeki bir görüşü nakletmiştir.357 Diğer altı
Kur’ân-ı Kerîm, Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar), (2015 ve 2018). 610.
Ülkemiz mushaflarındaki tüm “Kıf” alametlerinin detaylı tahlili için bk. Mustafa Tuna, Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Kıf Vakf İşaretlerinin Tahlili, (Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2021).
354 Bakara 2/102, 196, 285, 286, 286, 286; Âl-i İmrân 3/19, 106, 111, 112, 113.
355 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/354, 357.
356 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/366.
357 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/385.
352
353
103
MUSHAFLARDA ALAMETLER
yerde358 ise “Kıf” alametinin menşei hususunda yukarıda serdedilen yorumlara muvafık olarak “ ﻭﻗﻒ/ ” ﻭﻗﻔﺔifadelerine yer vermiştir.359 Bu altı yerin bazısında herhangi bir gerekçe zikretmeksizin sadece “ﻭﻗﻒ/ ” ﻭﻗﻔﺔifadeleri ile
vakfın uygun olduğuna işaret etmiş;360 bir kısmında ise vakf tercihinin gerekçesini de beyan etmiştir.361
İncelememize medar olan bu iki sûreden üç örnek seçilerek “Kıf” alameti
izah edilmeye çalışılacaktır:
ِ
ِ
ِ ِ ِ
ِ
﴾ ﻱ
ُ ﻱ َﻭ َﻻ ﺗ َ ْﺤﻠِ ُﻘﻮ� ُﺭ ُﺅ َ۫ﺳ
ُ ﻜ ْﻢ َﺣ �� ﻳ َ ْﺒﻠُﻎَ ﺍ ْﻟﻬَ ْﺪ
ۚ ِ ﺍﺳﺘَ ْﻴ َﺴ َﺮ ﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻬَ ْﺪ
ْ َﻭ�َﺗ �ﻤﻮ� ﺍ ْﻟ َﺤ �ﺞ َﻭ� ْﻟ ُﻌ ْﻤ َﺮ� َ �� ۜ ﻓَﺎ ْﻥ ُﺍ ْﺣﺼ ْﺮﺗُ ْﻢ ﻓَ َﻤﺎ
ِ
ِ َ َﻣ ِﺤﻠ �ﻪ ۜ ﻓَﻤﻦ ﻛ
ِ
ِ ِ
ِ ِ۪
۪
ٍۚ �
َﻚ ﻓَﺎِﺫَٓﺍ ﺍَﻣ ْﻨﺘُ ْﻢ ۠ ﻓَﻤَ ْﻦ ﺗَﻤَﺘ �ﻊ
َْ ُ َ
ُ ُ ﺻ َﺪﻗَﺔٍ ﺍَ ْﻭ
َ ﺎﻥ ﻣ ْﻨﻜُ ْﻢ َﻣﺮ۪�ﻀًﺎ ﺍَ ْﻭ ﺑِﻪ ٓ ﺍَﺫًﻯ ﻣ ْﻦ ﺭَ ْﺃﺳﻪ ﻓَﻔ ْﺪﻳَﺔٌ ﻣ ْﻦ ﺻﻴَﺎ ٍﻡ ﺍَ ْﻭ
362
ِ
ِ ِ
ِ ِ
ِ
ﻱ
ۚ ِ ﺍﺳﺘَ ْﻴ َﺴﺮَ ﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻬَ ْﺪ
ْ ﴿ ﺑﺎ ْﻟ ُﻌ ْﻤﺮَ� ﺍ َ� ﺍ ْﻟ َﺤ ّﺞِ ﻓَﻤَﺎâyetinde “۠ ”ﻓَﺎﺫَٓﺍ ﺍَﻣ ْﻨﺘُ ْﻢkelimesinde Türkiye
mushaflarında “Kıf” alameti bulunmaktadır. Nitekim Secâvendî de gerekçe-
sini beyan etmek suretiyle “ ”ﻭﻗﻔﺔifadesi ile burada vakfa işaret etmiştir. Ona
göre �[“ )ﻓﺎﺫﺍ ﺃﻣﻨﺘﻢ )ﻣﻦ ﺧﻮﻑ ﺍﻟﻌﺪﻭ ﻭﺿﻌﻒ ﺍﻟﻤﺮﺽ ﻓﺎﻣﻀﻮdüşman korkusundan ve hastalık sıkıntısından] kendinizi güvende hissettiğinizde [sorumluluğunuzu tamamlayın.]” takdirinde de görüldüğü üzere âyetteki “”ﻓَﺎِﺫَٓﺍnın cevabı mahzuf-
tur (�)ﻓﺎﻣﻀﻮ. Buna bağlı olarak âyetin devamındaki “ ﻓَ َﻤ ْﻦ ﺗ َ َﻤﺘ�ﻊَ ﺑِﺎ ْﻟ ُﻌ ْﻤ َﺮ�ِ ﺍِ َ� ﺍ ْﻟ َﺤ ّﺞِ ﻓَ َﻤﺎ
ِ
ﻱ
ۚ ِ ”ﺍﺳﺘَ ْﻴ َﺴ َﺮ ﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻬَ ْﺪ
ْ şart-cevap cümlesi ise temettu‘ haccını konu edinen “hacca
kadar umreyle faydalanmak [temettu‘ haccı yapmak] isteyen bir kimse, kolayına gelen kurbanı keser. ” şeklinde hüküm ifade eden müstakil bir cümledir.363 Buna göre sonrası ile lafız ve anlam irtibatı bulunmaması nedeniyle
“۠ ”ﻓَﺎِﺫَٓﺍ ﺍَ ِﻣ ْﻨﺘُ ْﻢifadesinde vakf yapılması tercihe şayan olabilir.
Bununla beraber inceleyebildiğimiz bazı tefsirlerde serdedilen anlam tercihi ise özetle “[düşman, hastalık gibi bazı sebeplerden ötürü bir engelin
(ihsârın) bulunmayıp kendinizi] güvende hissettiğinizde bir kimse temettu‘
el-Bakara 2/102, 196, 286; Âl-i İmrân 3/106, 111.
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/225, 285, 356, 382, 383.
360 Örneğin Bakara 2/102 ve 286 âyetlerindeki vakf yerleri için bakılabilir.
361 Örneğin Bakara 2/196, 286; Âl-i İmrân 3/106, 111 âyetlerindeki vakf yerleri için bakılabilir.
362 el-Bakara 2/196.
363 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/284-285. Ayrıca bk. Nîsâbûrî, Garâibü’l-Kur’ân ve regâibü’lfurkân, 1/535; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 127.
358
359
104
MUSHAFLARDA ALAMETLER
haccı yapmak isterse kolayına gelen kurbanı keser.” şeklindedir.364 Bu anlam
tercihine göre “۠ ”ﻓَﺎِﺫَٓﺍ ﺍَ ِﻣ ْﻨ ُﺘ ْﻢifadesinin cevabı, devamındaki “ �َ ِﻓَ َﻤ ْﻦ ﺗ َ َﻤﺘ�ﻊَ ﺑِﺎ ْﻟ ُﻌ ْﻤ َﺮ�ِ ﺍ
ِ
ﻱ
ۚ ِ ﺍﺳﺘَ ْﻴ َﺴﺮَ ﻣ َﻦ ﺍ ْﻟﻬَ ْﺪ
ْ ”ﺍ ْﻟ َﺤ ّﺞِ ﻓَﻤَﺎcümlesidir. İ‘râbu’l-Kur’an türü bazı eserlerde kabul
edilen i‘rab tercihi de bu yöndedir.365 Şart-cevap şeklindeki böyle bir lafız ve
anlam irtibatına göre “۠ ”ﻓَﺎِﺫَٓﺍ ﺍَ ِﻣ ْﻨﺘُ ْﻢifadesi, yukarıdaki yorumun aksine vakf yeri
olarak tayin edilmemelidir. Nitekim vakf-ibtidâ eserlerinin önemli bir kısmında mezkûr yerin vakfa konu edilmemesi366 böyle bir kanaatin teyidi olarak
düşünülebilir. Görüldüğü üzere Secâvendî’nin gerekçesini zikrederek vakf yapılması yönünde tercihte bulunduğu mezkûr yer farklı değerlendirmelere de
muhtemeldir. Ezcümle bize göre i‘râbu’l-Kur’ân türü eserlerdeki i‘rap tercihi
ve tefsirlerde genel olarak kabul edilen yorum çerçevesinde ilgili yerde vasl
yapılması evlâ olarak düşünülebilir.
Tahlil edeceğimiz bir diğer “Kıf” alameti, Âl-i İmrân 3/106 âyetindedir:
﴾ ﺍﺏ
ُ ِ ﻳﻤﺎﻧ
� َﻳ َ ْﻮﻡَ ﺗ َ ْﺒﻴ
ْ � ﺍﺳ َﻮﺩ
َ ﻮﻫ ُﻬ ْﻢ ۠ ﺍَ�َ َﻔ ْﺮﺗُ ْﻢ ﺑ َ ْﻌ َﺪ ۪ﺍ
َ ﻮﻩ ۚ ﻓَﺎ َﻣ�ﺎ ﺍﻟ � ۪ﺬ
ٌ ﺾ ُﻭ ُﺟ
ُ ﺕ ُﻭ ُﺟ
ٌ � َﻮﺩ� ُﻭ ُﺟ
ْ َ ﻮﻩ َﻭ
َ ﻜ ْﻢ ﻓَ ُﺬﻭ ُﻗﻮ� ﺍ ْﻟﻌَ َﺬ
ْ ﻳﻦ
ﻭﻥ
َ “ ﴿ ﺑِﻤَﺎ ﻛُ ْﻨﺘُ ْﻢ ﺗ َ ْﻜ ُﻔ ُﺮO gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kara-
ranlara, ‘İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize
karşılık
azabı
tadın’(denilecektir).”
âyetindeki
“۠ ﻮﻫ ُﻬ ْﻢ
ُ ”ﻭ ُﺟ
ُ
kelimesinde
Secâvendî, gerekçesini de zikretmek suretiyle “ ”ﻭﻗﻔﺔifadesi ile vakfın uygun
olduğuna işaret etmiştir.367 Bu münasebetle âyetin meâlinde de görüldüğü
Bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 3/411; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/404; Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl,
1/130; Ebu’l-Berekât Hâfizüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’tTenzîl ve hakâikü’t-te’vîl, thk. Yusûf Ali Bedevî (Beyrut: Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1998),
1/168; Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm, thk. Muhammed Huseyn Şemsuddîn (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, h.1419), 1/399.
365 Ukberî, et-Tibyân, 1/123; Sâfî, el-Cedvel, 1/403; Muhammed Tayyib İbrahim, İ‘râbu’lKur’âni’l-Kerîm, (Beyrut: Dâru’n-Nefâis, 2011), 30.
366 Örneğin bk. İbnu’l-Enbârî Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/545; Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf,
93; Dânî, el-Muktefâ, 49; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâ-i’s-seb‘ati ve
ğayrihim… (min evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ), 1/303; Nikzâvî, el-İktidâ, 1/372;
Kastallânî, Letâifü’l-işârât, 4/1682.
367 ‘İlelu’l-vukûf’un ana metninde ilgili yerde ﻭﻗﻔﺔifadesine yer verilmiştir. Bununla beraber bu
eserin tahkikinde esas alınan nüshalarda farklı değerlendirmelerin olduğu bilgisine de muhakkik tarafından yer verilmiştir. Buna göre “Hâlis Efendi Kütüphanesi/Türkiye” nüshasında “vakf-ı câiz”, “Mektebetü Câmi‘atü’l-Melik/Suûd-i Arabistan” nüshasında “Kıf” alametinin bulunduğu; “Mektebetü’l-Ezheriyye/Mısır” nüshasında ise herhangi bir vakf türüne
işaret edilmediği belirtilmiştir. Bk. Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/382 (3 no’lu dipnot).
364
105
MUSHAFLARDA ALAMETLER
üzere âyetteki “ ”ﺍَ�َ َﻔ ْﺮﺗُ ْﻢfiilinden önce takdiren (...“ )ﻓﻴﻘﺎﻝ ﻟﻬﻢ ﺃﻛﻔﺮﺗﻢonlara de-
nilecektir.” ifadesinin bulunmasını gerekçe göstermiştir.368 Buna göre mukad-
der kavl ( )ﻓﻴﻘﺎﻝ ﻟﻬﻢifadesi ve âyetin metninde geçen mekûlü ()ﺃﻛﻔﺮﺗﻢ, öncesinde
vakf yapılmak suretiyle ibtidâya (tilâvet başlangıcı) konu olabilir. Anlam eksenli bir tilâvette ilâhî mesajın vurgulanması açısından böyle bir tercihin evlâ
olduğu da düşünülebilir. Bu açıklamalar çerçevesinde ilgili yerde vakfın evlâ
olup vaslın da uygun olduğu şeklinde bir hükme varılabilir.
Ülkemiz mushaflarında Âl-i İmrân 3/112 ve 113 âyetlerinin sonundaki “Kıf”
alametleri de tahlile değerdir. Zira Secâvendî bu iki yerde diğer yerlerden farklı
olarak (“ )ﻗﻴﻞ ﻻﻭﻗﻒvakf yapılmayacağı söylenmiştir.” şeklindeki bir görüşü nakletmiştir. Bu yönüyle ﻗﻴﻞtemrîz sîgasının zikredilmesinden hareketle burada
“Kaf” alametinin olması gerektiği düşünülebilir. Ancak hatırlanacağı üzere “Kaf”
alametine konu olan yerlerde mezkûr sîga ile genelde “vakf yapılabileceği” görüşüne yer verilmekte iken burada ise aksine “vakf yapılmayacağı” şeklindeki bir
görüş nakledilmiştir. Ayrıca Secâvendî, bu ifadenin akabinde “ ”ﻭﻋﻠﻴﻪ ﻭﻗﻒibaresini
zikretmek suretiyle örneğin 112. âyetin sonunda vakf yapılması gerektiğini belirt-
miştir. Bu itibarla devamındaki âyetin evvelindeki “� ”ﻟ َْﻴ ُﺴﻮfiilinin zamirinin aidiyeti üzerinden bir vakf gerekçesi oluşturmuştur. Buna göre bağlam olarak bu âyetlerde ehl-i kitabın içerisinde iman etmişlerin de olduğu ve fakat büyük bir kısmının ise iman etmediği;369 Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız
yere öldürmeleri, isyan içerisinde olmaları, kendilerine çizilen sınırı aşmaları nedeniyle gazaba, zillete ve yoksulluğa mahkûm oldukları370 anlatılmıştır. Akabinde
ise onların hepsinin aynı olmadığı (ۜ ٓ�ﺀ
ً )ﻟ َْﻴ ُﺴﻮ� َﺳ َﻮvurgulanmış ve bunun beyanı sade-
dinde detaylara yer verilmiştir.371 Bu bağlamda Secâvendî, “� ”ﻟ َْﻴ ُﺴﻮfiilinin zamiri-
ِ ifadesi olmasını ve buna bağlı olanin aidiyetinin 110. âyette geçen “ﻮﻥ
َ ”ﻣ ْﻨ ُﻬ ُﻢ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺆ ِﻣ ُﻨ
rak övülen ve yerilen iki farklı ehl-i kitabın tilâvette de ayrılması gerektiğini ge-
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/382. Bu i‘rap tercihi için ayrıca bk. Ukberî, et-Tibyân, 1/203;
Sâfî, el-Cedvel, 2/269.
369 Âl-i İmrân 3/110.
370 Âl-i İmrân 3/112.
371 Âl-i İmrân 3/113.
368
106
MUSHAFLARDA ALAMETLER
rekçe göstermek suretiyle ilgili yerde vakf yapılması yönünde bir tercihe gitmiştir.372 Secâvendî her ne kadar burada “Kaf” alametinin menşei gibi düşünülen ﻗﻴﻞ
ifadesine yer vermişse de akabinde ( )ﻭﻋﻠﻴﻪ ﻭﻗﻒibaresini zikretmesi, ilgili yerde
vakfın evleviyetini tercih ettiğini ihsas ettirmektedir. Bu sebeple Secâvendî’nin
vakf değerlendirmelerine göre düşünüldüğünde mezkûr âyet sonunda “Kıf” alametine yer verilmesinin, doğru bir tercih olduğu söylenebilir.
Görüldüğü üzere ülkemiz mushaflarında “Kıf” alameti bulunan yerler,
Secâvendî’ye ait kaynak eserde farklı tercihlere konu olabilmiştir. Dolayısıyla
Secâvendî’nin vakf sisteminin kullanıldığı Türkiye Mushafları ile kaynak eser
arasında yeknesaklık mevzu bahis değildir. Yukarıdaki örneklerde de belirtildiği üzere bu vakf alameti ile ilgili olarak bir diğer dikkat çekici husus, bilinenin aksine bazen vakfın bazen de vaslın evlâ olabilmesidir. Bu değerlendirmenin aslında tüm vakf türleri için geçerli olduğu da söylenebilir. Zira diğer
vakf türlerinde de her yer ve zaman için geçerli olan bir vakf ya da vasl hükmüne varılması mümkün olmayabilir.
“Kıf” alameti ile ilgili olarak şöyle bir çerçeve çizilebilir: “Kıf ( )ﻗﻒalameti, ‘Dur!’ anlamına gelen bir emir ifadesidir. Anlaşıldığı kadarıyla
Secâvendî’nin vakfa işaret etmek üzere kullandığı ‘ﻭﻗﻒ/ ’ﻭﻗﻔﺔgibi ‘vakf’ menşeli kelimelerden türetilmiş bir vakf alametidir. Bu yönüyle Secâvendî’nin vakf
tasnifi içerisinde sarahaten belirtilmeyen bir vakf türü olsa da onun vakf sisteminde kabul edilmiş bir vakf türü olduğu söylenebilir. Bu vakf türünde anlamın tilâvete yansıtılması gayesiyle genelde vakfın evlâ olduğu ve fakat bazı
yerlerde vaslın da evlâ olabileceği belirtilebilir.”
2.2.3. Vakf-ı Mu‘anaka (∴)
Secâvendî’nin vakf tasnifinde bulunmadığı halde onun vakf sisteminin tercih
edildiği ülkemiz mushaflarındaki vakf alametlerinden birisi, vakf-ı mu‘ânaka olarak isimlendirilen ve üç noktadan (∴) oluşan üçgen şeklindeki vakf alametidir.
Tespitimize göre ülkemiz mushaflarında vakf-ı mu‘ânakaya konu olan 23 yer vardır.373 Kur’an tilâvetinde vakfa uygun olan ya da uygun olmayan yerleri göstermek üzere genelde harf alametler tayin edilirken vakf-ı mu‘ânakaya işaret etmek
üzere piramit şeklindeki (∴) bir alametin tercih edilmesi dikkat çekicidir. Sair vakf
türlerinde vakf alameti sadece bir yerde bulunuyor iken bu vakf türünü temsil
Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/385. Secâvendî’nin ihtisar ederek serdettiği değerlendirmeler
daha anlaşılır olması maksadıyla tarafımızca genişletilerek alıntılanmıştır.
373 Bakara 2/2, 195; Âl-i İmrân 3/30, 171-172; Mâide 5/31-32; A’râf 7/91-92, 172; Hûd 11/49;
İbrâhim 14/9; Furkân 25/4, 58-59; Şu‘arâ 26/208-209; Ahzâb 33/60-61; Mümin 40/69-70;
Duhân 44/44-45; Muhammed 47/4; Fetih 48/29; Mumtehine 60/3; Talak 65/10; Kalem
68/40-41; Müddessir 74/39-40; İnşikâk 84/14-15; Kadr 97/4-5.
372
107
MUSHAFLARDA ALAMETLER
eden alametin birbirine yakın iki farklı yerde bulunuyor olması da vakf-ı mu‘ânakanın bir diğer farkı olarak belirtilmelidir. Bu sebeple 23 yerde bulunan vakf-ı
mu‘ânakayı göstermek üzere ülkemiz Mushaflarında toplam 46 tane üçgen şeklindeki vakf alametine (∴) yer verilmiştir.
İlk dönem vakf-ibtidâ eserlerinde zikri geçmeyen bu vakf türüne “vakf-ı
murakabe” ismiyle ilk olarak Ebu’l-Fadl er-Râzî’nin (ö. 454/1062) dikkat çektiği belirtilmiştir.374 Zerkeşî’nin (ö. 794/1392) ifadesiyle vakf-ı murakabe, iki
ifade bölümünden oluşan bir kelamda bu ifadelerin birinde vakf yapıldığında
diğerinde vaslın gerektiği bir vakf türüdür.375 İbnu’l-Cezerî, Suyûtî ve
Uşmûnî’nin de aynı isimle andığı bu vakf türünde, diğer bir deyişle ulemanın
bir kısmı bir yeri vakfa uygun addederken diğer ulemanın da farklı bir yeri
vakfa uygun kabul etmesi söz konusudur. Buna göre vakfa uygun olan iki yerden birinde vakfın uygun olup diğerinde uygun olmaması durumudur.376 Bu
bağlamda “vakf-ı mu‘ânaka” şeklinde farklı bir terim kullanmayı tercih eden
müteahhir dönem âlimlerinden Muhammed Sadık el-Hindî (ö. 1290/1873) de
aynı duruma işaret etmiştir. Ona göre aynı yerde bulunan iki vakf mahallinden
birinde vakf, diğerinde vasl yapılması anlam değişikliği de oluşturmuyorsa
okuyucu bu durumda kendi tercihi ya da üstatlarının tercihine göre iki vakf
mahallinden birinde vakf, diğerinde vasl yapmalıdır.377
ِ ٍ
ِ � ﺹ ﺍﻟﻨ
Örneğin ﴾ ۚ ﻒ َﺳﻨَ ٍﺔ
َ ﻳﻦ ﺍَ ْﺷ َﺮ ُﻛﻮ� ﻳ َ َﻮﺩ� ﺍَ َﺣ ُﺪ ُﻫ ْﻢ ﻟ َْﻮ ﻳُﻌَﻤ� ُﺮ ﺍَ ْﻟ
َ ﺎﺱ َﻋ ٰ� َﺣ ٰﻴﻮ� ۚ َﻭﻣ َﻦ ﺍﻟ � ۪ﺬ
َ ﴿ َﻭﻟَﺘَ ِﺠ َﺪ ��ُ ْﻢ ﺍَ ْﺣ َﺮ
âyetinde378 “ٍۚ�”ﺣ ٰﻴﻮ
َ kelimesinde vakf yapıldığı takdirde “� ”ﺍَ ْﺷﺮَﻛُﻮkelimesinde
vasl; ya da ilk kelimede vasl, ikinci kelimede ise vakf yapılması gerekir.379
ِ
Zira âyetteki “�ﻳﻦ ﺍَ ْﺷ َﺮﻛُﻮ
َ ” َﻭﻣ َﻦ ﺍﻟ � ۪ﺬifadesi, bu vakf türünü inceleyen çağdaş âlim-
lerden Abdulazîz b. Ali el-Harbî’nin deyimiyle “tecâzüb” konumundadır yani
hem öncesi ve hem de sonrası ile irtibatlıdır.380 Bu özelliğinden hareketle elHarbî, ilgili vakf türünü “vakf-ı tecâzüb” ismi ile incelemiştir.
Bu itibarla bilinmelidir ki mezkûr ifade, öncesi ile irtibatlı olduğu takdirde
sonrası ile irtibat; sonrası ile irtibatlı olduğu düşünüldüğünde de öncesi ile ir-
İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/238; Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/21 (Muhakkik mukaddimesi).
Zerkeşî, el-Burhan, 1/365.
376 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/237; Suyûtî, el-İtkân, 2/556; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 154.
377 Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 21.
378 el-Bakara 2/96.
379 Zerkeşî, el-Burhan, 1/365.
380 Abdulaziz b. Ali el-Harbî, Vakfu’t-Tecâzüb (el-Mu‘ânaka) fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mecelletü
Câmi‘ati Ümmi’l-Kurâ li ‘ulûmi’ş-şerî‘ati ve’l-lugati’l-arabiyyeti ve âdâbihâ, Suud-i Arabistan, 19/31 (h.1425), 14.
374
375
108
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ِ ifadesi, öncesi ile irtibatlı oltibat kalmamış olur. Buna göre “�ﻳﻦ ﺍَ ْﺷ َﺮﻛُﻮ
َ ”ﻭﻣ َﻦ ﺍﻟ � ۪ﺬ
َ
ması durumunda bu ifadenin öncesindeki “ٍۚ�”ﺣ ٰﻴﻮ
َ kelimesinde vasl, “� ”ﺍَ ْﺷ َﺮ ُﻛﻮke-
limesinde ise vakf yapılmalıdır (vasl-vakf). Diğer taraftan sonrası ile irtibatlı
olduğu takdirde “ٍۚ�”ﺣ ٰﻴﻮ
َ kelimesinde vakf, “� ”ﺍَ ْﺷﺮَﻛُﻮkelimesinde ise vasl yapıl-
malıdır (vakf-vasl). Dolayısıyla mezkûr iki yer için özetle vasl-vakf ya da
vakf-vasl şeklinde iki durumun geçerli olduğu söylenebilir.
Vasl-vakf şeklindeki ilk duruma göre âyetin meâli şöyledir: “…Sen onları
(yahudileri), hayata karşı insanların en isteklisi hatta müşriklerden bile daha
hırslı olarak bulursun. Onların (Yahudilerin) her biri bin sene yaşamayı arzu
eder.” Yahudilerin hayata karşı olan hırslarının çok fazla olduğunu vurgulamak için hass bir ifade olan “müşriklerin” (�ﻳﻦ ﺍَ ْﺷ َﺮﻛُﻮ
َ )ﺍﻟ � ۪ﺬ, amm bir ifade olan
ِ � )ﺍﻟﻨatfedildiği düşünülebilir. Bu sebeple evlâ olan tercihin de
“insanlara” (ﺎﺱ
ilk ifadede vasl, ikincisinde ise vakf yapılması yönünde olduğu belirtilmiştir.381
Vakf-vasl şeklindeki ikinci duruma göre âyetin meâli şöyledir: “…Sen onları (yahudileri), hayata karşı insanların en isteklisi olarak bulursun. Müşriklerin bir kısmı ki onların (müşriklerin) her biri bin sene yaşamayı arzu eder.”
Görüldüğü üzere iki farklı ifadenin bulunduğu bu âyette mezkûr yerlerde vakfvasl ya da vasl-vakf tercihine göre iki farklı anlam ihtimali söz konusudur. Bu
sebeple mezkûr iki yerde aynı anda vakf ya da aynı anda vasl yapılması yerine
birinde vakf diğerinde vasl yapılması gerektiği üzerinde durulmaktadır.
Vakf-ibtidâ literatüründe yaygın kullanılan ifadeyle “vakf-ı mu‘ânaka”382
olarak bilinen bu vakf türü; “murakabe”383, “tecâzüb”384, “mütecâzib”385 gibi
farklı isimlere de konu olmuştur. Ayrıca bu vakf türüne konu olan yerler ve
bunların sayısı da vakf-ibtidâ eserlerinde ve mushaflarda farklılık arz eden bir
husustur. Mesela Türkiye Mushaflarında 23 tane vakf-ı mu‘ânaka bulunuyor
iken Hindî, müteahhir ulemaya istinaden 18, mütekaddim ulemaya istinaden
Harbî, Vakfu’t-Tecâzüb, Mecelletü Câmi‘ati Ümmi’l-Kurâ, 15.
Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 21.
383 Zerkeşî, el-Burhan, 1/365; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/237; Suyûtî, el-İtkân, 2/556; Uşmûnî,
Menâru’l-hudâ, 154.
384 Ebu’s-Senâ Şihâbuddîn Mahmûd b. Abdillah el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l‘azîm ve’s-seb’i’l-mesânî, (Beyrut: Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts.), 23/33; el-Harbî,
Vakfu’t-Tecâzüb, Mecelletü Câmi‘ati Ümmi’l-Kurâ, 14.
385 Safâkusî, Tenbîhu’l-ğâfilîn, 130.
381
382
109
MUSHAFLARDA ALAMETLER
19 olmak üzere toplam 37 adet vakf-ı mu‘ânaka olduğunu zikretmiştir.386 Muhammed Mekkî Nasr ise vakf-ı mu‘ânaka sayısını 35 olarak tayin etmiştir.387
Bu vakf türüne hasredilmiş bir araştırma kaleme alan Mücella Hacımısıroğlu
ise muhtelif eserlerden hareketle çalışmasında 42 vakf-ı mu‘ânakayı bahse
konu etmiştir.388 Bunların içerisinde ülkemiz mushaflarındaki vakf-ı
mu‘ânaka alametleri de bulunduğu için burada örnek sadedinde sadece Bakara
sûresindeki iki vakf-ı mu‘ânaka alametinin tahlili ile yetinilecektir:
ِ َ ِ ﴿ ٰﺫﻟâyetindeki389 “ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪlafzı
ۛ ۚ َ �ْ ﺎﺏ َﻻ َﺭ
a) Bakara 2/2: ﴾ ۙ �
َ ﺐ ۪ﻓﻴﻪِۚ ۛ ُﻫ ًﺪﻯ ﻟ ِ ْﻠ ُﻤﺘ � ۪ﻘ
ُ َﻚ ﺍ ْ�ﻜﺘ
َ nın haberi olması
için iki farklı i‘rap takdiri vardır: Buna göre “ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪlafzı, “”ﻻ
ۛ ۚ َ ْ�َ” َﻻ ﺭ
ۛ ۚ َ ْ�َ ” َﻻ ﺭifadesinde vakf yapılır. “”ﻻ
َ nın haberi “(ﺐ )ﻓﻴﻪ
durumunda “ۛ ِۚﺐ ۪ﻓﻴﻪ
ۛ ۚ َ �ْ ” َﻻ َﺭifadetakdirinde olduğu üzere mahzuf “ ”ﻓﻴﻪolması durumunda ise “ﺐ
sinde vakf yapılıp akabinde mukaddem haber (ِ ) ۪ﻓﻴﻪve muahhar mübtedâdan
390
()ﻫ ًﺪﻯ
َ ” ۪ﻓﻴﻪِۚ ۛ ُﻫ ًﺪﻯ ﻟ ِ ْﻠ ُﻤﺘ � ۪ﻘcümlesi ile tilâvete devam edilir (ibtidâ). Doُ oluşan “ۙ �
layısıyla “ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪlafzının, öncesi veya sonrası ile irtibatı bulunması hasebiyle “ َﻻ
ِ
ﺐ
ۚ َ �ْ َ ”ﺭve “ۛ ۚ ” ۪ﻓﻴﻪifadeleri için vakf ve vasl açısından iki farklı durum oluşabilir.
َ nın haberi olup öncesi ile irtibatlı ise “ﺐ
Bu itibarla “ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪlafzı, “”ﻻ
ۚ َ �ْ ” َﻻ َﺭifadesinde vasl, “ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪlafzında vakf yapılmalıdır (vasl-vakf). Bu durumda âyetin
meâli şöyledir: “Bu (Kur’an), kendisinde şüphe bulunmayan bir kitaptır. O,
ۛ ۚ َ �ْ َﻻ َﺭ
َ nın haberi “ ﺐ
müttakîler için bir hidayet rehberidir.” Diğer taraftan “”ﻻ
Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 21.
Muhammed Mekkî Nasr, Nihâyetü’l-kavli’l-müfîd fî ‘ilmi’t-Tecvîd, (Kâhire: Mektebetü’sSafâ, 1999), 226-227.
388 Vakf-ibtidâyı konu edinen bazı eserlerde ve Mushaflarda vakf-ı mu‘ânaka olarak değerlendirilen yerlerin sayısı ve bulunduğu yerlerin farklı olduğuna dair detaylı bilgi ve mukayese
için bk. Mücella Hacımısıroğlu, Vakf-ı Muânaka ve Kur’an Tefsirine Etkisi, (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2015), 19-34; Mahmûd
Âdil Şevk, Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm dirâsetün mevdû‘iyyetün ve delâliyyetün,
Mecelletü Âfaki’s-Sekafiyyeti ve’t-Turas, Dubai, 80 (2012), 18 vd.
389 el-Bakara 2/2.
390 Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 33; Dânî, el-Muktefâ, 33; Ukberî, et-Tibyân, 1/17; Semîn elHalebî, ed-Dürru’l-masûn, 1/86; Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/173-174; Kastallânî, Letâifü’lişârât, 4/1646; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 75-77.
386
387
110
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ۛ ۚ َ �ْ ” َﻻ َﺭifadesinde vakf, sonrası
( ”)ﻓﻴﻪtakdirinde olduğu üzere mahzuf ( )ﻓﻴﻪise “ﺐ
ile irtibatı bulunan “ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪlafzında vasl yapılır (vakf-vasl).391 Bu durumda âyetin
meâli ise şöyledir: “Bu (Kur’an), kendisinde şüphe bulunmayan bir kitaptır.
Onda (Kur’an’da) müttakîler için hidayet rehberi olan şeyler vardır.”
ۛ ۚ َ �ْ ” َﻻ َﺭve “ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪkelimelerinde vakf
Vakf ve vasl gerekçesini ihtiva eden “ﺐ
ve vaslın uygun olduğu görülmektedir. Bu duruma işaret eden Secâvendî, “ َﻻ
ِ
ۛ ۚ َ �ْ ”ﺭ
ﺐ
َ ifadesinde vakf-ı câiz alameti tayininde bulunmuşken “ۛ ۚ ” ۪ﻓﻴﻪlafzında ise
sadece vakf ve vaslın uygun olduğunu belirtmekle yetinmiştir.392
Secâvendî’nin vakf sistemini tercih eden Türkiye’deki mushaflarda ise her iki
kelimede de vakf ve vaslın uygun olduğunu belirten vakf-ı câiz ( )ﺝalametine
yer verilmiştir. Bununla beraber vakfa konu olan iki yerden birinde tercih edilen vakf ya da vasl, diğer vakf yerinde bu tercihin aksi yönünde uygulanmalıdır. Dolayısıyla iki farklı i‘rab ve anlam ihtimalinin geçerli olduğu “ﺐ
ۚ َ �ْ ” َﻻ َﺭve
“ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪikilisinde, tercih edilen i‘rab ve anlama göre, ilkinde vakf diğerinde vasl
(vakf-vasl) ya da birincisinde vasl ikincisinde vakf (vasl-vakf) yapılabilir. Bilindiği üzere buna benzer yerler vakf-ı mu‘ânaka (∴) olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Türkiye’deki mushaflarda mezkûr iki kelimede vakf-ı câiz ( )ﺝve
vakf-ı mu‘ânaka (∴) alametlerine birlikte yer verilmiştir.
Hal böyle iken vakfa konu olan iki yerden birinde vakfın evleviyeti söz
konusu olabildiği takdirde evlâ olan görüş istikametinde tek bir yerin vakfa
konu edilmesi ve sadece bu yerde Secâvendî’nin sistemine uygun bir vakf alametinin tercihi yönünde değişikliğe gidilmesi dikkate değer bir mesele gibi
gözükmektedir. Böylece Secâvendî’nin vakf tasnifinde olmayan vakf-ı
mu‘ânaka yerine onun vakf sistemindeki uygun bir vakf türüne yer verilmesi
muhtemel hale gelebilir. Bu bağlamda müfessirlerin tercih ettiği anlamın da
“ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪifadesinin öncesi ile irtibatlı kabul edilmesine bağlı olarak şekillendiği
Daha detaylı bir tahlil ve değerlendirme için bk. İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 1/487-490; Harbî, Vakfu’t-Tecâzüb, 13-14; Hacımısıroğlu, Vakf-ı Muânaka ve Kur’an
Tefsirine Etkisi, 49-55.
392 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/173.
391
111
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ve buradan hareketle ilgili ifadede vakfın tercih edildiği yorumuna gidilebilir.393 Bazı vakf-ibtidâ âlimlerinin de bu ifadeyi vakf yeri olarak tayin etmiş
olması394 da kanaatimizce böyle bir yorumu kabul edilebilir kılmaktadır. Bu
münasebetle ilgili âyette, vakf-ı mu‘ânaka alametinin kaldırılıp “ﺐ
ۚ َ ْ�َ ” َﻻ ﺭve
“ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪikilisinde mevcut olan vakf-ı câiz alametinin de evlâ olan görüşe göre
sadece “ۛ ِۚ ” ۪ﻓﻴﻪifadesinde bırakılması yönünde bir değişikliğe gidilebilir.
ِ َ۪ﻭ� َ ْﻧ ِﻔ ُﻘﻮ� ۪� َﺳﺒ
b) Bakara 2/195: ﴾ َ �ﺍ
ُ ﺍ�ِ َﻭ َﻻ ﺗُ ْﻠ ُﻘﻮ� ﺑِﺎ َْﻳ ۪ﺪﻳ
� ﻜ ْﻢ ﺍِ َ� ﺍﻟﺘ � ْﻬ ُ�ﻜَﺔِۚ ۛ َﻭ� َ ْﺣ ِﺴ ُﻨﻮ� ۚ ۛ ﺍِ �ﻥ
� ﻴﻞ
ِ
ۛ ِ َ ifadesi, ya öncesindeki “�”ﻭ� َ ْﻧ ِﻔ ُﻘﻮ
�
َ ﺐ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺤ ِﺴ ۪ﻨ
َ fiiline ma� ﴿ ﻳُﺤâyetindeki “ۚ �”ﻭ� َ ْﺣﺴ ُﻨﻮ
tuf ya da isti’nâf cümlesi olmak üzere iki farklı i‘rap takdirine konu edilmiştir.395 Dolayısıyla bu ifadenin, öncesi ve sonrası ile de irtibatı vardır. Bu itibarla “ۛ ۚ �”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴ ُﻨﻮ
َ kelimesi, atıf harfi ile evvelindeki “�”ﻭ� َ ْﻧ ِﻔ ُﻘﻮ
َ fiiline matuf olarak
öncesi ile irtibatlı düşünüldüğünde “ۛ ِۚ ”ﺍﻟﺘ � ْﻬ ُ�ﻜَﺔkelimesinde vasl, “ۛ ۚ �”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴ ُﻨﻮ
َ ifade-
sinde vakf yapılır (vasl-vakf). Buna göre âyetin meâli şöyledir: “Allah yolunda infakta bulunun, kendi kendinizi tehlikeye atmayın ve iyilikte bulunun.
Allah iyilik yapanları sever.” Diğer taraftan sonrası ile irtibatlı olduğu düşünüldüğünde ise “ۛ ِۚ ”ﺍﻟﺘ � ْﻬ�ُﻜَﺔkelimesinde vakf, “ۛ ۚ �”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴﻨُﻮ
َ ifadesinde vasl yapılır
(vakf-vasl). Bu durumda âyetin meâli şöyledir: “Allah yolunda infakta bulunun ve kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilikte bulunun. Zira Allah iyilik
yapanları sever.”
Bu özelliği sebebiyledir ki Secâvendî, “ۛ ِۚ ”ﺍﻟﺘ � ْﻬ ُ�ﻜَﺔve “ۛ ۚ �”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴ ُﻨﻮ
َ kelimelerinin
her ikisini de vakf-ı câiz’e konu etmiştir.396 Ancak yukarıda da belirtildiği
üzere iki kelimede vakf ya da vasl yapılması yerine birinde yapılan vakf diğerinde vasl şeklinde uygulanması yönünde bir teâmül söz konusudur. Bu da
bilindiği üzere vakf-ı mu‘ânaka olarak isimlendirilen bir vakf türüdür. Nitekim ülkemiz mushaflarında iki kelimede de hem vakf-ı câiz ve hem de vakf-ı
mu‘ânaka alametine birlikte yer verilmiştir.
393 Örneğin bk. Mukâtil,
Tefsîru Mukâtil b. Süleyman, 1/81; Ferrâ, Meânî’l-Kur’ân, 1/11; Taberî
Câmi‘u’l-beyân, 1//231-233; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/149-150.
394 Dânî, el-Muktefâ, 33; Ammânî; Ebû Muhammed Hasan b. Ali, el-Mürşid fi’l-vukûfi ‘alâ
mezâhibi’l-kurrâi’s-seb‘ati ve gayrihim min bâki’l-eimmeti’l-kurrâi ve’l-müfessirîn, 124;
Kastallânî, Letâifü’l-işârât, 4/1646.
395 Sâfî, el-Cedvel, 1/399.
396 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/283.
112
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Anlaşıldığı kadarıyla aslında her iki durum da (vakf-vasl ya da vasl-vakf)
âyetin mefhumunu değiştirmemektedir. Bu sebeple âyette belirtilen üç hususun (infakta bulunun, kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik yapın.) peşpeşe zikredilmesinin ve buna bağlı olarak “ۛ ۚ �”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴﻨُﻮ
َ kelimesinde vakfın yani vasl-vakf
şeklindeki ilk durumun tercihine öncelik verilebilir. Nitekim vakf-ibtidâ eserlerindeki genel kabulün de bu yönde olduğu söylenebilir.397 Bu itibarla âyetteki vakf-ı mu‘ânaka alametinin kaldırılıp bunun yerine zikri geçen iki kelimedeki vakf-ı câiz alametinin de sadece “ۛ ۚ �”ﻭ� َ ْﺣ ِﺴ ُﻨﻮ
َ kelimesinde bırakılması de-
ğerlendirilebilir.
Bahsi geçen örnekler de göstermektedir ki vakf-ı mu‘ânaka, vakfa uygun
olarak değerlendirilen iki vakf mahallinden birinde vakfın diğerinde vaslın
tercih edilmesi gereken bir vakf türüdür. Dolayısıyla bu vakf türünde, vakfa
konu olan iki yerden birinde tercih edilen vakf ya da vasl, diğer vakf yerinde
aksiyle uygulanmalıdır. Bu itibarla vakfa konu olan bir yerde hem vakf ve
hem de vaslın uygun olabilmesi açısından vakf-ı mu‘ânaka ile vakf-ı câizin
benzer olduğu söylenebilir. Zira bilindiği üzere vakf-ı câiz; iki farklı i‘rab ihtimalinin olduğu ve buna bağlı olarak vakf ve vasl yapılmasını gerektiren sebeplerin cezbedici olması (bulunması) nedeniyle tercih edilen i‘rap takdirine
göre vakf ya da vaslın uygun olduğu bir vakf türüdür ( ﻣﺎ ﻳﺠﻮﺯ ﺍﻟﻮﺻﻞ ﻭ�ﻟﻮﻗﻒ ﻟﺘﺠﺎﺫﺏ
�)ﺍﻟﻤﻮﺟﺒ� ﻣﻦ ﺍﻟﻄﺮﻓ.398
Secâvendî’ye ait vakf-ı câiz tanımında geçen ve vakf-ı mu‘ânakaya isim
de olan “tecâzüb” ifadesi de iki vakf türünün benzer olduğunun bir diğer karinesi şeklinde düşünülebilir. Yukarıdaki iki örnek âyette ve diğer âyetlerin
çoğunluğunda vakf-ı mu‘ânaka alametinin olduğu yerlerde aynı zamanda
vakf-ı câiz alametinin bulunuyor olması da ayrıca dikkate değerdir. Dolayısıyla Secâvendî’nin vakf tasnifinde zikri geçmeyen vakf-ı mu‘ânaka, bir yönüyle vakf-ı câiz kapsamındaki bir vakf türü olarak değerlendirilebilir.399 Bununla beraber vakf-ı mu‘ânaka, iki farklı i‘rab ve anlam ihtimalini ihtiva eden
bir yerde, i‘rab ve anlam tercihine göre vakf ve vasl ya da vasl ve vakf yapılabileceğini gösteren ve özellikle iki yerde geçerli olan bir vakf türü olması
hasebiyle vakf-ı câizden farklıdır. Ancak daha önce de belirtildiği üzere iki
vakf yerinden birinde vakfın evleviyeti tespit edilebildiği takdirde evlâ olan
Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 93; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vukûfi…, 1/300; Kastallânî,
Letâifu’l-işârât, 4/1682; Uşmûnî, Menâru’l-hudâ, 126.
398 Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 1/128; Suyûtî, el-İtkân, 2/547.
399 Bu yönde kanaatlerin serdedildiği yorumlar için bk. Koyuncu, Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf İbtidâ’nın Rolü, 137; Tuba Çoban, Bakara ve Âl-i İmrân Sureleri Çerçevesinde Secavendi’nin Vakf-İbtida Sistemindeki “Vakf-ı Lâ”ların Tahlili, (İstanbul: Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2018), 23.
397
113
MUSHAFLARDA ALAMETLER
görüşe göre iki vakf yerinin teke indirgenmesi ve bu yer için Secâvendî’nin
sistemine uygun bir vakf alametinin tayin edilmesi de mümkündür. Bu sayede
Secâvendî’nin vakf tasnifinde olmayan vakf-ı mu‘ânaka yerine onun vakf sistemindeki bir vakf türünün tercih edilmesi yoluna gidilebilir.400
400
Bu yöndeki bir tespit ve tahlil için bk. Hacımısıroğlu, Vakf-ı Muânaka ve Kur’an Tefsirine
Etkisi, 41-43.
115
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MUSHAF TAKSİMİNİ ve
HAFS RİVAYETİNE ÖZEL TİLÂVET
DURUMLARINI GÖSTEREN ALAMETLER
Araştırmamızın muhtevası genel anlamda mushaflardaki vakf alametlerinden oluşmakta ise de inceleme konusu yaptığımız ülkemiz mushaflarında bu
alametlerin haricinde başka alametlerin de bulunduğu bilinmektedir. Bu nedenle üçüncü bölümün ilk kısmında; mushaf taksimini belirten sayfa kenarlarındaki “cüz” ve “hizb” ifadeleri, onlu âyet bölümlerini veya konu bütünlüğüne göre oluşturulmuş âyet bölümlerini gösterdiği belirtilen ta‘şîr veya ruku‘
alameti olarak isimlendirilen “ayn” ( ) alameti incelenmiştir. İkinci kısımda
ise kıraat açısından Hafs rivayetine mahsus tilâvet durumlarına işaret etmek
üzere bazı kelimelerin altına veya üstüne yazılmış “sekte”, “imâle”, “idğâm”,
“işmâm”, “teshil” gibi tilâveti yönlendirici ifadeler ya da bazı kelimelerdeki
“sâd” harfinin altına veya üstüne yazılmış “sîn” harfi gibi ilaveler beyan edilmiştir. Ayrıca bazı kelimelerin altına yazılmış “med”, “kasr”, “vasl nunu” gibi
ilaveler de bu araştırmanın kapsamı içerisinde değerlendirilmiş ve üçüncü kısımda bunlara yer verilmiştir.
1. Mushaf Taksimi
Hz. Peygamber’e vahyin nâzil olma süreci âyet âyet olduğu için evvelemirde her bir âyet ya da belli sayıda âyetlerden oluşan her bir sûre Kur’an’ın
müstakil bir bölümü şeklinde düşünülebilir. Bu bağlamda Hz. Peygamber ve
sahabe döneminde âyet sayısı esas alınmak suretiyle beşli (tahmis) ve onlu
âyet (ta‘şîr) şeklinde âyet eksenli bölümlemelerin yapıldığı veya ihtiva ettiği
âyet sayısına göre uzun veya kısa olması açısından sûrelerin de kendi içerisinde tuvel, miûn, mesânî ve mufassal şeklinde sûre eksenli bir tasnife tabi
116
MUSHAFLARDA ALAMETLER
tutulduğu da bilinmektedir. Söz konusu taksimlerin içerisinden ta‘şîr / ruku‘
alameti, hâlihazırda mushaflarda tercih edilmekte olduğu için ilk başlıkta sadece bu alamet ülkemiz mushafları özelinde incelenecektir. Ülkemiz mushaflarında tercih edilmesi nedeniyle araştırmanın muhtevasına dahil edilen ve
ikinci başlıkta incelenecek diğer alametler ise tâbiîn döneminde Kur’an’ın
harf sayısına göre yapılan “cüz” ve “hizb” ismi ile maruf harf eksenli mushaf
taksimi çerçevesinde olacaktır.
1.1. Âyet Eksenli Taksim: Ta‘şîr / Ruku‘ Alameti ()ﻉ
Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlü, evvelinde Hz. Peygamber’e yönelik “Oku” hitabı bulunan Alak sûresinin ilk âyetleri ile başlamıştır.401 Risâlet döneminde
peyderpey nâzil olan âyetler, öncelikle Hz. Peygamber tarafından ezberlenip
ashaba tebliğ edilmiş ve akabinde vahiy katipleri aracılığıyla değişik yazı malzemelerinde kayıt altına alınmıştır. Bu süreçte her bir âyetin, hangi sûreye ait
olduğu ve sûre içerisindeki yeri bizzat Hz. Peygamber’in yönlendirmesine
göre tayin edilmiştir.402 Dolayısıyla nüzûl döneminde hıfz ve kitabet usulü ile
muhafaza edilen âyetlerin tertibinin tevkıfî403 olduğu belirtilmelidir.404
Bu itibarla birden fazla âyetin nâzil olduğu durumlarda âyet başlangıçlarının ve sonlarının bilinmesi için her bir âyetin başlangıcının ve sonunun bizzat
Hz. Peygamber tarafından vurgulanmış olması muhtemeldir. Nitekim Ümmü
Seleme’den (ö. 20/640) nakledilen bir rivayette Hz. Peygamber’in, âyet sonlarında vakf yaparak Kur’an okuduğu aktarılmış ve Fâtiha sûresinin ilk âyetlerinin her birinde vakf yaptığı örnek olarak zikredilmiştir.405 Fatihâ sûresinin
tilavetinde vakf yapmak suretiyle Hz. Peygamber’in bu şekilde her bir âyet
sonunu vurgulaması, âyet sonlarında uyguladığı bir vakf tercihinin ötesinde
özellikle âyet sonu ve başlangıcı ile sûrenin âyet sayısını belirtmek için olduğu
Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmi‘u-sahîh, (Dımaşk-Beyrut: Dâru İbn
Kesîr, 1423/2002), “Bed’ül-vahiy”, 3; Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Hâkim enNîsâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, thk. Mustafa Abdulkâdir ‘Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1990), 2/240 (No. 2872, 2873, 2874), 2/576 (No. 3953); Zerkeşî, el-Burhân,
1/206-208; Ebû Bekr Ahmed b. Mûsâ İbn Mücâhid, Kitâbu’s-seb‘a, thk. Şevkî Dayf (Mısır:
Dâru’l-Me‘ârif, ts.), 5 (Muhakkik Mukaddimesi); Ebu Amr ed-Dânî, el-Beyân fî ‘addi’lâyi’l-Kur’an, thk. Gânim Kaddûrî Hamed (Kuveyt 1994), 135.
402 Zerkeşî, el-Burhân, 1/256; Suyûtî, el-İtkân, 2/394; Taşköprizâde Ahmed Efendi, Miftâhu’ssa‘âde ve misbâhu’s-siyâde fî mevzu‘âti’l-‘ulûm, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985),
2/356.
403 “Tevkıfî”: Beşer düşüncesiyle olmayıp vahiy yoluyla bildirilen, Allah’a ait olan hususlar
için kullanılan bir terimdir. Bk. Demirci, Tefsir Terimleri Sözlüğü, 313.
404 Suyutî, el-İtkân, 2/394; Taşköprizâde, Miftâhu’s-sa‘âde, 2/358; Rıdvan b. Muhammed b.
Süleyman el-Muhallilâtî, el-Kavlu’l-vecîz fî fevâsıli’l-Kitâbi’l-‘azîz ‘alâ Nâzımeti’z-züher,
thk. Abdurrezzâk Ali İbrahim Musa (Medine, 1992), 113.
405 Ebû Ya’lâ el-Mevsılî, el-Müsnedü Ebî Ya’lâ, 12/451 (No. 7022); Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf,
11-12.
401
117
MUSHAFLARDA ALAMETLER
anlaşılmaktadır. Bu esnada âyet sonlarında vakf yaparken Hz. Peygamber’in
aynı zamanda parmakları ile âyetleri saydığına dair aktarılan rivayetler406 de
böyle bir kanaati teyit etmektedir.
Fâtihâ sûresi özelinde Hz. Peygamber’in her bir âyeti tek tek saydığı ve
belirttiği şeklindeki rivayetlerden anlaşıldığı üzere âyetlerin sonu ile başlangıcı hususundaki bilginin ve âyetlerin tertibinin tevkıfî olduğu söylenebilir.
Hz. Peygamber’in, Kur’an’ın tamamı için her bir âyetin başlangıcını ve sonunu belirten sûre sûre tafsilatlı bir beyanının olmadığı ifade edilebilir. Bununla beraber sahabe, âyet sonlarını Hz. Peygamber’den âyet âyet öğrenmiş
olduğu için âyet sonlarının tevkıfî olarak bilindiği kabul edilmiştir.407 Zira Hz.
Peygamber döneminde şifâhî bir eğitim ve öğretim üzerinden okunup ezberlenmekte ve yazılmakta olan Kur’an vahyini, sahabe ve tâbiînden Kur’an hafızları âyetlerin başlangıç ve bitiş yerlerini bilmeye azami derecede önem atfederek ezberlemişlerdir.408
Hz. Peygamber’den öğrenilerek belirlenmiş olan âyet sonlarına göre âyet
sayısı esas alınmak suretiyle beşli âyet (tahmîs)409 ve onlu âyet (ta‘şîr)410 bölümlemeleri yapılmıştır. Buna göre Kur’an’ın beşli ve onlu âyet bölümlerine
ayrılması şeklindeki uygulamanın, Hz. Peygamber ve sahabe döneminde mevcut olduğu söylenebilir. Zira Kur’an’ın müstakil küçük bir bölümü şeklinde
düşünülebilen her bir âyetinin başlangıcı ile bitişi ve hangi sûreye ait olduğu
sahabe tarafından bilindiği gibi âyetlerin bir araya gelmesi neticesinde âyet
sayısının esas alınarak beş âyetlik (tahmis) ve on âyetlik (ta‘şîr) oluşturulan
âyet eksenli bölümlere de vakıf olunduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda Abdullah b. Mes‘ûd’dan (ö. 32/652-653) nakledildiğine göre “On âyet öğrenen
bir kimse bu âyetlerin anlamına vâkıf olup içeriği ile amel ettikten sonra diğer
Dânî, el-Beyân, 62, 63, 66; Burhânuddîn İbrahim b. Ömer el-Ca‘berî, Hüsnü’l-meded fî marifeti fenni’l-‘aded, nşr. Beşîr b. Hasan el-Himyerî (Riyad: Mecmaul Melik Fahd li tıbâati’lMushafi’ş-şerif, h.1431), 218; Abdurrezzak Ali İbrahim Musa, Mürşidü’l-Hullân ilâ marifeti ‘addi âyi’l-Kur’an, (Beyrut: Mektebetü’l-Asriyye, 1989), 24.
407 el-Muhallilâtî, el-Kavlu’l-vecîz, 106; Abdurrezzak Ali İbrahim Musa, el-Muharreru’l-vecîz
fî ‘addi âyi’l-Kitâbi’l-‘aziz, (Riyad: Mektebetü’l-Meârif, 1988) 21.
408 el-Muhallilâtî, el-Kavlu’l-vecîz, 100.
409 Kur’an’ın beş âyetlik bölümlere ayrılmasını belirten “tahmîs” (
) kelimesi, “beş” sayısını
406
ifade eden “hams” ( ) sözcüğünden türetilmiş ve tef‘îl babından bir masdar olup “beşe
bölmek”, “beş bölüm yapmak” anlamındadır. Bk. Fîrûzâbâdî, el-Kâmusü’l-muhît, 542. Bazı
) ifadesi
eserlerde bu terimin yerine “hams” ( ) kelimesinin çoğulu olan “humûs” (
kullanılmıştır. Mesela bk. ed-Dânî, el-Beyân, 39.
410 Ta‘şîr: Kur’an’ın on âyetlik bölümlere ayrılmasını belirten “ta‘şîr” (
) kelimesi ise “on”
sayısını ifade eden “aşr” ( ) sözcüğünden türetilmiş ve tef‘îl babından bir masdar olup
“ona bölmek”, “on bölüm yapmak” anlamındadır. Bk. el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmusü’l-muhît,
440. Bu terimin yerine “aşr” ( ) kelimesinin çoğulu olan “uşûr” (
) ifadesi kullanılmıştır. Mesela bk. ed-Dânî, el-Beyân, 39.
118
MUSHAFLARDA ALAMETLER
âyetlere geçebilmekte idi.”411 Başka bir rivayette ise “Kehf sûresinin ilk on
âyetini ezberleyen bir kimsenin Deccâl’in fitnesinden korunacağı”412 belirtilmiştir. Buna benzer rivayetlerde geçen “şu şu âyeti okuyan…”, “iki âyeti okuyan…”, “üç âyeti okuyan…”, “on âyeti okuyan…” şeklinde Hz. Peygamber’e
izafe edilen ifadeler, muhatap kitlenin yani sahabenin bahsi geçen miktarları,
âyet sonlarını, beşli âyet ve onlu âyet bölümlerini bizzat Hz. Peygamber’den
öğrendiğini göstermektedir. Çünkü bilmedikleri bir şey ile onlara hitap edilmesi uygun değildir.413
Bu doğrultuda sahabe âyet sonları ve âyet sayısı, humus ve uşûr ile ilgili
bilgileri Hz. Peygamber’den işitmiş ve öğrenmiştir. Tâbiîn de aynı şekilde sahabeden alıp haleflerine nakletmiştir. Böylece (mushaf gönderilen) şehirlerin
ehli de tâbiînden öğrenmiş ve akabinde onlar da ümmete öğretmiştir. Dolayısıyla bu bilgilerin nakledilmesi hususunda istinbât ve içtihat yöntemi olmaksızın sadece nakle dayalı bir öğretim yöntemi esastır. Bunların içtihat ürünü
olduğunu ve şehirlere gönderilmiş söz konusu mushaflardan türetilmiş olduğunu, Hz. Peygamber’den tevkıfî ve talimi bir usulle olmadığını iddia etmek
doğru değildir.414 Bununla beraber mushaf gönderilen her bir şehir ehline göre
Kur’an’ın âyet sayısı ve buna bağlı olarak beş âyetlik ve on âyetlik bölümlerin
sayısı hususunda farklı verilerin aktarılması ise tetkike değerdir.
Kur’an’daki âyetlerin sayımı ile ilgili olarak Hz. Osman’ın (ö. 35/656)
mushaf gönderdiği şehirlerin esas alındığı “el-Medeniyyu’l-Evvel”, el-Medeniyyu’l-Âhir”, “el-Mekkî”, “el-Kûfî”, “el-Basrî”, “eş-Şâmî” isimli muhtelif
ekoller ortaya çıkmış ve kıraat ilim geleneğinde bu ekoller çerçevesinde
“Addu’l-Ây” ismi ile maruf ilmî bir disiplin teşekkül etmiştir. “Addu’l-Ây”
konusunun incelendiği literatürde söz konusu ekollere göre âyet sayısı ile ilgili
olarak aşağıdaki veriler aktarılmıştır:415
Ebû Caʿfer Muhammed b. Cerir el-Bağdâdî et-Taberî, Câmiʿu’l-beyân ʿan te’vili âyi’lKur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî (Riyad, 2003), 1/74; İbn Kesîr, Tefsîru’lKur’âni’l-‘Azîm, 1/9.
412 Ebû Dâvûd Süleymân b. el-Eş‘as b. İshak es-Sicistânî, es-Sünen, thk. Şuayb el-Arnaût (Beyrut: Dâru’r-Risâleti’l-Âlemiyye, 2009), Melâhim, 14; Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, el-Müsned,
thk. Âdil b. Yusuf el-Azzâzî – Ahmed b. Ferid el-Mezîdî (Riyâd: Dâru’l-Vatan, 1997), 1/50.
413 Dânî, el-Beyân, 40.
414 Dânî, el-Beyân, 39.
415 Detaylı bilgi ve farklı veriler için Bk. Dânî, el-Beyân, 67-70, 79-82; Ebû Zür‘a Abdurrahman
b. Muhammed İbn Zencele, Tenzîlu’l-Kur’an ve adedu âyâtihi ve’htilâfu’n-nâsi fîhi, thk.
Gânim Kaddurî el-Hamed (Ammân: Dâru Ammâr, 2009), 48-49, 275-276; Ca‘berî, Hüsnü’lmeded, 235-237.
411
119
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Ekol
Medeniyyu’lEvvel
Medeniyyu’lÂhir
Âyet Sayısı
Uşûr (
)/
Ta‘şîr
6217
621 ta‘şîr + 2 âyet
6214/6210
621 ta‘şîr + 4 âyet
Mekkî
6219
621 ta‘şîr + 9
âyet416
Kûfî
6236
623 ta‘şîr + 6 âyet
Basrî
Şâmî
6204/6205/6210/6216
6226/6225
620 ta‘şîr + 4/5…
âyet
622 ta‘şîr + 6/5
âyet
Humûs (
)/
Tahmîs
1243 tahmîs + 2
âyet
1242 tahmîs + 4
âyet
1243 tahmîs + 4
âyet
1247 tahmîs + 1
âyet
1240/1241… tahmis
1245 tahmîs
Kur’an’ın muhafazasına verilen önemin bir yansıması olarak ilk dönemlerde Kur’an’ın her bir âyeti, kelimesi, harfi tek tek sayılmıştır. Bu bağlamda
yukarıdaki tabloda görülen Kur’an’ın âyet sayısına dair farklı tespitlerin zikredilmiş olması ise Kur’an’ın mevsukiyetiyle ilgisi olmayıp sadece şeklî bir
ihtilaftan kaynaklanmıştır. Zira daha önce de aktarıldığı üzere Hz. Peygamber,
âyet sonu olduğunun bilinmesi için bu tür yerlerde bazen özellikle vakf yapmış bazen de âyet sonları bilindiği yerlerde vasl yapmıştır. Bu durumda bu
tilâveti dinleyen bir kimse vasl yapılması nedeniyle ilgili yerde herhangi bir
fasılanın bulunmadığını düşünmüş olabilir.417 Buna göre Hz. Peygamber’in
daima durup vasl yapmadığı yerler ittifakla âyet sayılmış; diğer taraftan Hz.
Peygamber’in daima vasl yapıp hiç durmadığı yerler ise ittifakla âyet sayımına
dahil edilmemiştir. Bazen vakf yapıp bazen vasl yaptığı yerler ise âyet sayımındaki ihtilafın muhtemel bir nedeni olarak görülebilir.418
Mesela Kur’an’daki bazı sûrelerin evvelinde bulunan mukattaa harflerinin
müstakil bir âyet sayılıp sayılmamasına göre sûrenin ve buna bağlı olarak
Kur’an’ın âyet sayısı değişebilmektedir.419 Medine, Kûfe ve Basra ehline göre
dört âyet olan İhlas sûresi, Mekke ve Şam ehline göre beş âyettir. Bu ihtilafın
nedeni, üçüncü âyetin ( )�َ ْ ﻳَﻠِ ْﺪ َﻭ�َ ْ ﻳُﻮﻟ َ ْﺪMedine, Kûfe ve Basra ehline göre bir
âyet; Mekke ve Şam ehline göre iki âyet kabul edilmesidir. Şöyle ki bu âyeti
Bazı ekollerde aşır ve hamse sayılarına işaret edilmemiştir. Âyet sayılarına dair aktarılan verilerden
hareketle aşır ve hamse sayıları tarafımızca tespit edilmiş ve italik olarak yazılmıştır.
417 Ca‘berî, Hüsnü’l-Meded, 243.
418 Abdurrezzak Ali İbrahim Musa, el-Muharreru’l-vecîz, 29.
419 Dânî, el-Beyân, 113-114.
416
120
MUSHAFLARDA ALAMETLER
iki âyet kabul edenlere göre �َ ْ ﻳَﻠِ ْﺪkısmı üçüncü âyet; َﻭ�َ ْ ﻳُﻮﻟ َ ْﺪkısmı ise dördüncü
âyet olur ve böylece sûrenin tamamı beş âyet olur.420
Medine, Kûfe ve Basra ehline göre altı âyet olan Nâs sûresinin, Mekke ve
Şam ehline göre yedi âyet kabul edilmesi de başka bir örnektir. Mekke ve Şam
ِ ِﻣ ْﻦ َﺷﺮِ ﺍ ْﻟ َﻮﺳ َﻮifadesinde sona erer; beşinci
ehline göre sûrenin dördüncü âyeti, �ﺱ
ْ ّ
421
ِ
âyet ise buna göre ﺎﺱ
ۙ � ﺍ ْﻟ َﺨﻨkelimesidir. Yukarıdaki tabloda da görüldüğü
üzere Basra ekolünde Kur’an’daki toplam âyet sayısı bir görüşe göre 6204
iken diğer bir görüşe göre 6205’dir. Zira bu ekolün içerisindeki bir görüşe
422
göre ۚﻮﻝ
ُ َُﻭ� ْﻟ َﺤ �ﻖ ﺍَﻗ
ُ ُ ﻗَﺎ َﻝ ﻓَﺎ ْﻟ َﺤ �ﻖ ۘ َﻭ� ْﻟ َﺤ �ﻖ ﺍَﻗâyeti bir âyet, diğer görüşe göre ۘ ﻗَﺎ َﻝ ﻓَﺎ ْﻟ َﺤ �ﻖve ۚﻮﻝ
şeklinde iki âyetten oluşmaktadır.423 Dolayısıyla aynı ekol içerisinde dahi
farklı tespitler söz konusu edilebilmiştir. Aktarılan bu örnekler de göstermektedir ki âyet sayımı konusundaki farklı tercihlere göre sadece şeklen de olsa
sûrenin âyet sayısı değişebilmektedir. Zikri geçen ihtilaflardan kaynaklı bu
yöndeki sayısal bir ihtilafın, özünde Kur’an’da bir ziyade ya da noksanlık şeklinde bir ihtilaf olmadığı anlaşılan bir husustur.
Muhtemelen Hz. Peygamber ve sahabe döneminde uygulanmakta olan on âyetlik bölümleme şeklindeki fiilî ve kavlî sünnete uymak için sonraki süreçte mushaf
yazımında sûreler onar âyetlik bölümlere ayrılmış ve buna ta‘şîr denilmiştir. Ta‘şîre
işaret etmek üzere de her on âyetlik bölümün sonuna aşr ( ) kelimesinin ilk harfi
olan “ayn” ( ) konmuş, böylece bu harf, bir aşrın bittiğini ve yeni bir aşrın başladığını gösteren bir işaret olmuştur.424 Bununla beraber Kur’an lafızlarının haricindeki
şeylerin ona ilave edilmemesi gerektiği şeklindeki hassasiyetin bir neticesi olarak
Hz. Peygamber döneminde, tilâvet esnasında vurgulanan ve böylece bilinen âyet
sonları ile âyet sayısı üzerinden sayısal bir tasnifle yapılan tahmîs ve ta‘şîr taksiminin ilk dönemlerde mushaflarda bazı işaretlerle gösterilmesi evvelemirde muteber
Dânî, el-Beyân, 296; Caberî, Hüsnü’l-Meded, 542; Ebu’l-Abbas el-Fadl İbn Şâzân er-Râzî,
Suveru’l-Kur’ân ve âyâtuhu ve hurufuhu ve nüzûluhu, thk. Beşîr b. Hasan el-Hımyerî (Riyad: Dâru İbn Hazm, 2009), 439.
421 Dânî, el-Beyân, 298; Ca‘berî, Hüsnü’l-Meded, 544. Ayrıca diğer bazı örnekler için bk. Dânî,
el-Beyân, 114 vd.
422 Sâd 38/84.
423 Dânî, el-Beyân, 80-81.
424 Muhammed Eroğlu, “Aşr-ı Şerif”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1991), 4/24.
420
121
MUSHAFLARDA ALAMETLER
görülmemiştir.425 Nitekim İbn Mes‘ûd’un mushaf üzerinde ta‘şîr uygulamasını kerih gördüğü ve mushaftan ta‘şîri sildiği nakledilmiştir.426
Sahabenin bir kısmı, mushaf üzerinde ta‘şîri gösteren eklemeleri genel anlamda uygun görmemiş iken diğer taraftan onların bazısı sadece kırmızı, sarı
vb. farklı renklerin kullanılmasını kerih görmüşlerdir.427 İmam Mâlik’in (ö.
179/795) de mushaf üzerinde ta‘şîr uygulamasını kerih gördüğü nakledilmekle beraber ta‘şîrin siyah bir mürekkep ile gösterilmesini ise uygun gördüğü bildirilmiştir.428 Dolayısıyla mushaf üzerinde farklı renkler kullanmak
suretiyle işaretleme yapılmasının uygun görülmediği anlaşılmaktadır. İlerleyen dönemlerde müslümanlar böyle bir faaliyetin cevazı yönünde tatbikte bulunmuş ve böylece tahmîs ve ta‘şîri göstermek üzere bazı işaretler geliştirmişler ve bunları mushaflarda kullanmışlardır.429
Tayyar Altıkulaç’ın neşrettiği430 Hz. Osman’a nisbet edilen ve fakat
mesâhif-i Osmâniye’den olmadıkları, Hz. Osman mushaflarından ya da bu
mushaflardan istinsah edilmiş ilk dönem mushaflarından istinsah edilmiş olabileceği yönünde tespitte bulunulan431 hicrî birinci veya ikinci asırda yazıldığı
belirtilen432 kadîm mushaflarda âyet fasılaları ve beşli ya da onlu âyet bölümleri için bazı işaretler kullanılmıştır.433
Örneğin Topkapı Nüshasında âyet sonlarına ve onlu âyet bölümlerine
(ta‘şîr) işaret etmek üzere bazı alametler kullanılmıştır. Bu kapsamda ta‘şîre
Bu hususla ilgili bazı rivayetler için bk. Ebû Bekr Abdullah İbn Ebî Dâvûd Süleymân b.
Eş‘as es-Sicistânî, Kitâbu’l-Mesâhif, thk. Muhibbuddin Abdu's-Sübhan Vaiz (Beyrut:
Dâru’l-Beşâiri’l-İslamiyye, 1995) 2/511-525; Ebû Ubeyd el-Kâsım İbn Sellâm el-Herevî,
Fezâilu'l-Kur'an, thk. Mervan el-Atiyye, Muhsin Harabe, Vefâ Takiyuddin (Beyrut: Daru
İbn Kesir, 1999), 394-395; Dânî, el-Beyân, 129-130.
426 Dânî, el-Beyân, 129.
427 Dânî, el-Beyân, 131.
428 Dânî, el-Beyân, 129-130.
429 Dânî, el-Beyân, 129-131.
430 Tayyar Altıkulaç’ın ciddi bir emek ve titizlikle inceleyip neşrettiği Hz. Osman’a nisbet edilen kadîm mushafların bir kısmı şunlardır:
1. Tayyar Altıkulaç, Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerif (Topkapı Sarayı Müzesi Nüshası), (İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2007 ve 2019).
2. Tayyar Altıkulaç, Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerîf (Türk İslam Eserleri Müzesi Nüshası),
(İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2007).
3. Tayyar Altıkulaç, Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerîf (Kahire el-Meşhedü’l-Hüseynî Nüshası), (İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2009).
4. Tayyar Altıkulaç, Mushaf-ı Şerîf (Londra, British Library Nüshası), (İstanbul: İslam Tarih,
Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2017).
Bu mushaflardan istifade edilirken metin içerisinde veya dipnotlarda “Topkapı Nüshası”, “TİEM Nüshası”, “Kahire Nüshası”, “Londra Nüshası” şeklinde muhtasar isimler kullanılacaktır.
431 Altıkulaç, Topkapı Nüshası, 83.
432 Altıkulaç, Topkapı Nüshası, 89; TİEM Nüshası, 1/106 (Dirase/Türkçe Kısmı); Kahire Nüshası, 1/121-123 (Dirase/Türkçe Kısmı); Londra Nüshası, 27 (Dirase/Türkçe Kısmı).
433 Altıkulaç, Topkapı Nüshası, 87; TİEM Nüshası, 1/101 (Dirase/Türkçe Kısmı); Kahire Nüshası, 1/117 (Dirase/Türkçe Kısmı); Londra Nüshası, 22 (Dirase/Türkçe Kısmı).
425
122
MUSHAFLARDA ALAMETLER
işaret etmek için tercih edilen alametin, fasılayı belirtmek için kullanılan “âyet
gülü” şeklindeki remizden daha büyük olduğu görülmektedir:
(Bakara 2/7-11. Âyetler)434
(Hac 22/8-11. Âyetler)435
Kahire Nüshasında da âyet sonlarını belirtmek için 5-8 tane çizginin istiflenmesiyle oluşturulan işaretler kullanılmış iken ta‘şir yerlerini göstermek
434
435
Altıkulaç, Topkapı Nüshası, 3 (Mushaf Kısmı).
Altıkulaç, Topkapı Nüshası, 423 (Mushaf Kısmı).
123
MUSHAFLARDA ALAMETLER
üzere içerisinde renkli süslemelerin olduğu kare şeklinde bir alamet tercih
edilmiştir:436
(Âl-i İmrân 3/10. Âyet)437
Türk İslam Eserleri Nüshasında (TİEM) da beşli ve onlu âyet bölümlerine
işaret edilmek üzere her beş âyetin sonunda “d” harfine benzer bir remiz (tahmîs işareti), her on âyetin sonunda ise on veya on bir adet renkli noktalarla
çevrili daire şeklinde bir alamet (ta’şir işareti) tercih edilmiştir:438
(En‘âm 6/5-10 Âyetler)439
Altıkulaç, Kahire Nüshası, 1/117 (Dirase/Türkçe Kısmı).
Altıkulaç, Kahire Nüshası, 1/60 (Mushaf Kısmı).
438 Altıkulaç, TİEM Nüshası, 1/101 (Dirase/Türkçe Kısmı).
439 Altıkulaç, TİEM Nüshası, 187 (Mushaf Kısmı).
436
437
124
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Âyet sayısına göre Kur’an’ın beş ve on âyet şeklinde bölümlere ayrılmasını
ifade eden tahmis ve ta‘şîr uygulamasının ilk dönemlerden itibaren mevcut
olduğu ve birtakım remizler tayin edilmek suretiyle söz konusu taksime ilk
dönem mushaflarında işaret edildiği görülmektedir.
Hicrî dördüncü ve beşinci asırda yaşamış olan İbnü’l-Bevvâb’ın440 (ö.
413/1022) mushafında aşağıdaki sayfada da görüleceği üzere âyet sonlarında
fasıla olarak üçgen şeklinde üç nokta tercih edilmiştir. Beşli âyet bölümlerini
göstermek üzere beş - on beş – yirmi beş şeklinde devam eden yerlerde, içerisinde beşin ebced hesabındaki441 karşılığı olan “he” ( )ﻩharfinin bulunduğu
damla şeklinde “hamse gülü” diyebileceğimiz bir simge kullanılmıştır. On yirmi – otuz şeklinde onarlı âyet bölümlerini göstermek üzere âyetlerin arasında, içerisinde kaçıncı onluk olduğunu ebced hesabına göre belirten harfin
bulunduğu tam daire şeklinde “aşere gülü” diyebileceğimiz bir simgeye yer
verilmiştir.442 Bununla birlikte bu simgenin hizasında sayfa kenarında içerisinde “aşr” ifadesinin yazılı olduğu madalyon şeklinde bir simge de bulunmaktadır. Örnek olarak aşağıda yer verilen Bakara 2/40-49 âyetlerinin olduğu
sayfada ilk satırda 40. âyetin bittiği yerde daire içerisinde ebced hesabına göre
dördüncü onluk (40) olduğunu belirten “mîm” harfine, sayfa kenarında da
onlu âyet bölümü olduğunu gösteren madalyon şeklinde bir simgeye yer verilmiştir. Ayrıca 45. âyetin sonunda da beşli âyet bölümü olduğunu gösteren
damla şeklindeki simgenin içerisinde ebced hesabına göre beşin karşılığı olan
“he” harfine yer verilmiştir:
Aklâm-ı sittenin kurucularından ve İbn Mukle’den (ö. 328/940) sonraki en büyük hat üstadı
olarak kabul edilen İbnü’l-Bevvâb’ın (ö. 413/1022) tam ismi, Ebu’l-Hasen Alâuddîn Alî b.
Hilâl el-Kâtib el-Bağdâdî’dir. Kendisinin altmış dört mushaf yazdığı yönünde bir bilgiye yer
verilmişse de bu mushaflardan sadece iki tanesi günümüze ulaşmıştır. Bunlardan birisi olan
ve bu çalışmada esas alınan mushaf, Dublin’de Chester Beatty Library’de bulunan h.391
tarihli mushaftır. Detaylı bilgi için bk. Betül Özdirek, İbnü’l-Bevvâb Mushafı ve İmlâ Yapısı,
(İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2017).
441 Ebced Hesabı: Arap alfabesinin ilk tertibi ve harflerinin taşıdığı sayı değerlerine dayanan
bir hesap sistemidir. Detaylı bilgi için bk. Mustafa İsmet Uzun, “Ebced”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994), 10/68-70.
442 Bu işaretlerin içinde farklı harflerin yazılı olduğu görülmektedir. Bu işaretler incelendiğinde
ebced hesap sisteminin esas alındığı anlaşılmaktadır. Buna göre her bir suredeki onuncu
ayetlerin sonundaki dairesel işarette “yâ” ( )ﻯharfi, yirminci ayetlerin sonunda “kâf” ()ﻙ
harfi, otuzuncu ayetlerin sonunda “lâm” ( )ﻝharfi, kırkıncı ayetlerin sonunda “mîm” ( )ﻡharfi,
ellinci ayetlerin sonunda “nûn” ( )ﻥharfi, altmışıncı ayetlerin sonunda “sîn” ( )ﺱharfi, yetmişinci ayetlerin sonunda “ayn” ( )ﻉharfi, sekseninci ayetlerin sonunda “fe” ( )ﻑharfi, doksanıncı ayetlerin sonunda “sâd” ( )ﺹharfi, yüzüncü ayetin sonunda “kaf” ( )ﻕharfi bulunmakta, iki yüzden sonrakileri göstermek için de “râ” ( )ﺭharfi kullanılmaktadır. Bk. Özdirek,
İbnü’l-Bevvâb Mushafı ve İmlâ Yapısı, 39-40.
440
125
MUSHAFLARDA ALAMETLER
(Bakara 2/40-49. Âyetler)
Hicrî yedinci asır hattatlarından Yâkût el-Musta‘sımî’nin (ö. 698/1299)
mushafında âyet sonlarını belirtmek için günümüzde de kullanılan şekle benzeyen “âyet gülü” kullanılmıştır. Ayrıca sayfa kenarlarında beşli âyet bölümlerine “hamse” ()ﺧﻤﺲ, onlu âyet bölümlerine ise “aşr” ( )ﻋﺸﺮifadesiyle işaret
edilmiştir. Bakara 2/5-11 âyetlerinin yer aldığı aşağıdaki sayfada kırmızı renk
ile işaret edildiği üzere sûrenin 5. âyetinin hizasında sayfa kenarında “hamse
gülü”, 10. âyetinin hizasında ise “aşere gülü” bulunmaktadır:
126
MUSHAFLARDA ALAMETLER
(Bakara 2/5-11. Âyetler)
Bazı mushaflarda ise beşli âyet bölümlerinin remzi olarak ﺧﻤﺴﺔkelimesinin
ilk harfi olan ﺥ, onlu âyet bölümlerinin remzi olarak da ﻋﺸﺮkelimesinin ilk
harfi olan ﻉharfinin kullanıldığı belirtilmiştir.443 Bu bağlamda Osmanlı döne-
minde hattatlar tarafından yazılan mushaflarda da beşli ve onlu âyet bölümlerine birtakım remizlerle işaret edilmiştir. Nitekim İbnü’l-Bevvâb ve Yakut elMusta‘sımî’nin mushaflarında olduğu gibi ülkemizdeki mushaf kitabeti geleneğinin öncüleri kabul edilen Şeyh Hamdullah (ö. 926/1520), Ali el-Kârî (ö.
1014/1605), Hafız Osman (ö. 1110/1698), Kayışzâde Hafız Osman Nuri (ö.
1894) gibi hattatlar tarafından yazılan mushaflarda da bahsi geçen işaretlemelere yer verilmiştir.
Hafız Osmân’ın hicri 1094 tarihli mushafında beşli âyet bölümlerine işaret
etmek üzere her beş âyette beşin ebced hesabındaki karşılığı olan “he” ()ﻩ
harfi, onlu âyet bölümlerine işaret etmek üzere de her on âyette “aşr” kelimesinin ilk harfi olan “ayn” harfi remiz olarak tayin edilmiş ve ayrıca sayfa kenarında da içerisinde “aşere” kelimesinin yazılı olduğu “aşere gülü” tercih
edilmiştir:
443
Fahd b. Abdurrahman b. Süleyman er-Rûmî, Dirâsâtun fî ‘ulûmi’l-Kur’âni’l-Kerîm, (Riyâd,
2005), 497.
127
MUSHAFLARDA ALAMETLER
(Bakara 2/5. Âyet)
(Bakara 2/80. Âyet)
Kayışzâde Hâfız Osmân Nûrî’nin incelediğimiz hicrî 1305 tarihli mushafında ise beşli âyet bölümlerine işaret edilmemiş iken onlu âyet bölümlerine
bazı sûrelerde her on âyette “ayn” harfi ile işaret edilmiştir:
(Bakara 2/250. Âyet)
Kur’ân-ı Kerîm’in beş ve on âyet şeklinde bölümlenmesinin ve birtakım
remizlerle mushaflarda bunlara işaret edilmesinin; Kur’an’ın peyderpey öğrenilmesi ve ezberlenmesi, ilâhî mesajının anlaşılmasını kolaylaştırması ve namazlarda okunacak yerleri tayin etmesi gibi bazı hikmetleri ihraz ettiği söylenebilir. Nitekim bu doğrultuda Fetâvâyı Kâdîhan müellifi Ebu’l-Mehâsin Fahruddîn Hasen b. Mansûr b. Mahmûd el-Ferganî (ö. 592/1196) de “Terâvih Namazında Okunacak Kıraat Miktarı” isimli açtığı bir fasılda, terâvihte Kur’an’ı
baştan sona bir kez hatmetmenin sünnet olduğunu belirtmiş ve bu hususta Ebû
Hanîfe’den (ö. 150/767) naklen her rekâtta on âyet okunabileceğini aktarmıştır. Böylece 6000 küsur âyetten oluşan Kur’ân-ı Kerîm, 30 gün boyunca kılı-
128
MUSHAFLARDA ALAMETLER
nacak olan toplam 600 rekatlık terâvih namazında baştan sona okunmuş olacaktır.444 Bu uygulamada 30 günde hatmin bitirilmesi için Kur’ân-ı Kerîm
onar âyet şeklinde bölümlere ayrılmıştır.
Buhârî ulemasının da zikri geçen uygulamadan biraz farklı da olsa hatimle
kılınan teravih namazını Ramazan’ın 27’sinde Kadir gecesinde bitirilmesini
sağlamak üzere mushafı 540 ruku‘a böldüğü ve mushaflarında söz konusu
rukû‘ yerlerini “ayn” alameti ile gösterdiği belirtilmiştir. Buna göre 20 rekâtlık
teravih namazının her rekâtında bir ruku‘ okunmak suretiyle her gece toplam
20 ruku‘ okunmuş ve böylece 27. gece hatim bitirilmiş olur. Buhârî, Hindistan, Pakistan’daki matbu mushaflarda da zikri geçen şekilde “ayn” alameti ile
sembolize edilen ruku‘ alametlerinin bulunduğu ifade edilmiştir.445 Bu sebepledir ki namazda iken tilâvetin hangi âyetlerde nihayete erdirilip ruku‘a gidilmesi gerektiğine işaret ettiği için söz konusu “ayn” alameti, ruku‘ alameti olarak isimlendirilmiştir.446
Hal böyle iken incelediğimiz Tac Company’nin yayınladığı Hindistan
mushafında ve Kudretullah Company’nin yayınladığı Pakistan mushafında ise
558 ruku‘ alametinin ( ) bulunduğu tarafımızca tespit edilmiştir.447 Bu mushaflarda otuzlu cüz taksimi esas alınmış ve buna göre her bir cüzün yeri de
yaygın uygulamadaki şekildedir. Ruku‘ ( ) alameti ile belirtilen bölümlemenin ise konu eksenli bir taksim olduğu kabul edilebilir. Her sûrenin sonunun
“ayn” alametinin mahalli olarak tayin edilmesi de böyle bir kanaatin teyidi
olarak görülebilir. Ancak hatimle kılınacak 20 rekâtlık teravih namazının her
bir rekâtında bir ruku‘ okunmak suretiyle Ramazan’ın 27’sinde hatmin bitirilmesini hedeflediği hususu ise tetkike muhtaç gibi gözükmektedir.
Ebu’l-Mehâsin Fahrüddîn Hasen b. Mansûr b. Mahmûd el-Fergânî, Fetâvâ Kâdîhan fî mezhebi’l-imâmi’l-‘azam Ebî Hanîfe, thk. Sâlim Mustafa el-Bedrî (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2009), 1/208.
445 Abdulazîz b. Ali el-Harbî, Tahzîbu’l-Kur’ân, (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2010), 194.
446 Muhammed Sâdık el-Hindî, Künûz-ü eltâfi’l-burhân fî rumûzi evkâfi’l-Kur’ân, (Kahire,
h.1290), 24.
447 Bu mushaflardaki ruku‘ alameti sayısının sûrelere göre dağılımı şu şekildedir: Fâtiha 1, Bakara 40, Âl-i İmrân 20, Nisâ 24, Mâide 16, En‘âm 20, A‘râf 24, Enfâl 10, Tevbe 16, Yûnus
11, Hûd 10, Yûsuf 12, Ra‘d 6, İbrâhîm 7, Hicr 6, Nahl 16, İsrâ 12, Kehf 12, Meryem 6, Tâhâ
8, Enbiyâ 7, Hac 10, Mü’minûn 6, Nûr 9, Furkân 6, Şu‘arâ 11, Neml 7, Kasas 9, Ankebût 7,
Rûm 6, Lokmân 4, Secde 3, Ahzâb 9, Sebe’ 6, Fâtır 5, Yâsîn 5, Saffât 5, Sâd 5, Zümer 8,
Mü’min 9, Fussilet 6, Şûrâ 5, Zuhruf 7, Duhân 3, Câsiye 4, Ahkâf 4, Muhammed 4, Fetih 4,
Hucurat 2, Kâf 3, Zâriyât 3, Tûr 2, Necm 3, Kamer 3, Rahmân 3, Vâkıa 3, Hadîd 4, Mücadele
3, Haşr 3, Mümtehine 2, Saf 2, Cum‘a 2, Münâfikûn 2, Teğâbun 2, Talak 2, Tahrîm 2, Mülk
2, Kalem 2, Hakka 2, Me‘âric 2, Nûh 2, Cin 2, Müzzemmil 2, Müddessir 2, Kıyame 2, İnsan
2, Mürselat 2, Nebe’ 2, Nâzi‘ât 2, Abese 1, Tekvîr 1, İnfitâr 1, Mutaffifîn 1, İnşikâk 1, Burûc
1, Târık 1, A‘lâ 1, Gâşiye 1, Fecr 1, Beled 1, Şems 1, Leyl 1, Duhâ 1, İnşirâh 1, Tîn 1, Alak
1, Kadr 1, Beyyine 1, Zilzâl 1, Adiyât 1, Kâria 1, Tekâsür 1, Asr 1, Hümeze 1, Fîl 1, Kureyş
1, Mâûn 1, Kevser 1, Kâfirûn 1, Nasr 1, Tebbet 1, İhlâs 1, Felak 1, Nâs 1.
444
129
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Hafız Osman ve Kayışzâde Hafız Osman Nuri mushaflarının esas alındığı
hâlihazırdaki ülkemiz mushaflarında448 ise beşli âyet bölümlerine işaret edilmemektedir. Bu mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin tespit edebildiğimiz kadarıyla 444 yerde karşılaştığı “ayn” alametlerinin ise neyi sembolize ettiği kanaatimizce tetkiki gereken bir husustur. Zira söz konusu mushaflardaki “ayn” alametleri, âyet sayısı açısından incelendiğinde iki “ayn” alameti arasında bazı yerlerde onar âyet bulunmasına rağmen bir kısmında ise
daha az ya da daha fazla sayıda âyet vardır. Örneğin aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere Bakara sûresinde iki “ayn” arasında iki âyetten on dört âyete
kadar farklı sayıda âyet bulunabilmektedir. Dolayısıyla bu mushaflarda “ayn”
alametinin bulunduğu yerlerin onlu âyet bölümlerini göstermediği anlaşılmaktadır. Buna göre ülkemizdeki mushaf kitabeti geleneği açısından önceki dönemlerdeki mushaflarda ta‘şîr’in sembolü olarak kullanılan “ayn” alameti uygulaması ile aynı alametin hâlihazırdaki mushaflardaki kullanım gayesinin
farklı olduğu şeklinde bir tespite gidilebilir.
Rukû‘ Alametine Konu Olan Âyet Bölümleri (Bakara Sûresi)
İki “Ayn” AraÂyet Bilgisi
sındaki Âyet
Sayısı
2 Âyet
3 Âyet
4 Âyet
5 Âyet
6 Âyet
Bakara 2/60-61, 282-283.
Bakara 2/229-231, 258-260, 284-286.
Bakara 2/83-86, 164-167, 232-235, 254-257.
Bakara 2/148-152, 217-221, 249-253.
Bakara 2/142-147, 177-182, 183-188, 211-216, 243248, 261-266.
7 Âyet
Bakara 2/40-46, 222-228, 236-242, 267-273.
8 Âyet
Bakara 2/1-7, 97-103, 122-129, 189-196, 274-281.
9 Âyet
Bakara 2/21-29, 104-112, 113-121, 168-176.
10 Âyet
Bakara 2/30-39, 62-71, 87-96.
11 Âyet
Bakara 2/72-82, 153-163.
12 Âyet
Bakara 2/130-141.
13 Âyet
Bakara 2/8-20, 47-59.
14 Âyet
Bakara 2/197-210.
Toplam Rukû‘ Bölümü
Toplam
2
3
4
3
6
4
5
4
3
2
1
2
1
40
İncelediğimiz Türkiye mushafında vakf alametlerinin beyan edildiği kısımda ta‘şîr değil de rukû‘un sembolü olarak açıklanan449 “ayn” alametinin,
Örneğin bk. Kur’ân-ı Kerîm Meâli, Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı, (Ankara: Diyanet
İşleri Başkanlığı, 2006); Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Kayışzâde Hafız Osman Nuri
Hattı, (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2003); Kur’ân-ı Kerîm, Aliyyü’l-Kârî Tarzı (Muhammed Abay Hattı ile), (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2014); Kur’ân-ı Kerîm, Süleyman
Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar Hattı), (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2015 ve 2018).
449 Kur’ân-ı Kerîm, Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar Hattı), 609.
448
130
MUSHAFLARDA ALAMETLER
bir kıssa veya konunun bitip yenisinin başladığını belirtmek ve namaz kılanların rukû‘a gidebilecekleri en uygun yeri göstermek üzere rukû‘ ( )ﺭﻛﻮﻉkelimesinin son harfinin ( ) alamet olarak tayin edildiği bir ruku‘ alameti şeklinde
değerlendirilmesi mümkündür.450 Bununla beraber ülkemizdeki mushaflarda
“ayn” alametinin bulunduğu yerler incelendiğinde bunların bir kısmı için “bir
konunun bittiği ve yeni bir konunun başladığı” yer olma özelliğini taşıdığı
söylenebilirken bir kısım yerlerde ise böyle bir durumun gerçekleşmediği
ifade edilebilir.
Mesela Bakara sûresindeki ilk “ayn” alametinin bulunduğu 7. âyete kadar
olan kısımda muttakîlerin ve kâfirlerin vasıfları üzerinde durulmaktadır. İkinci
“ayn” alametinin bulunduğu 20. âyete kadar olan kısımda yani 8-20. âyetler
arasında ise münafıkların özellikleri anlatılmaktadır. “Ayn” alametinin bulunduğu bu iki yerde de anlatılan bir konu bitmiş ve yeni bir konu başlamıştır.
Bununla beraber bir kısım yerlerde ise böyle bir durumun gerçekleşmediği de
ifade edilmelidir. Örneğin Bakara sûresine isim olan Bakara kıssasının anlatıldığı 67-73. âyetler bölümünde kıssa bitmemesine rağmen 71. âyetin sonunda “ayn” alametine yer verilmiştir. Dolayısıyla “ayn” alameti bulunan her
yer için geçerli olabilecek “bir konunun bittiği ve yeni bir konunun başladığı”
şeklinde genel-geçer bir yargıya varılması mümkün gözükmemektedir. Bu sebeple konu bütünlüğü açısından “ayn” alametinin olduğu yerlere ihtiyatlı yaklaşılması gerektiği kanaatindeyiz. Böyle bir ihtiyat payı göz önünde bulundurularak özellikle Türkiye’deki mushaflarda bulunan ayn alametleri için genel
anlamda, bir konunun bittiği ve yeni bir konunun başladığı yerleri tayin eden
ve buna bağlı olarak namazda okunabilecek ya da namaz haricinde aşr-ı şerif451 olarak okunabilecek âyet bölümlerini gösteren bir alamet tarifi yapılabilir. Bu itibarla her ne kadar mezkûr alamet bulunmasa da anlatılan konunun
bittiği sûre sonları da “ayn” alametinin mahalli olarak değerlendirilebilir. Böylece ülkemiz mushaflarında 114 tane daha rukû‘ alametinin zımnen var olduğuna hükmedilir ve toplam 558 adet rukû‘ alametinin bulunduğu tespitine ulaşılabilir. Böyle bir tespit, mezkûr alametin Ramazan ayında hatimle kılınan
teravih namazı için yapılan bir taksimin sembolü olduğu şeklindeki açıklamayı tartışmalı kılmakta ise de yukarıda bahsi geçen Hindistan ve Pakistan
mushaflarındaki uygulama ile benzerliklerini teyit etmektedir.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber döneminden itibaren Kur’ân-ı Kerîm, beşli ve onlu âyet şeklindeki bir taksime
konu edilmiş ve sonraki süreçte birtakım remizler tayin edilmek suretiyle ilk
450 Eroğlu, “Aşr-ı Şerif”, 4/24. Ayrıca bk. Kenan Aklan,
Kıraat Farklılıklarının Vakf ve İbtidâya
Etkisi Secâvendî ve Uşmûnî Örneği (Ankara: İlâhiyât Yayınları, 2023), 54-55.
451 Kur’ân-ı Kerîm’in bir cemaat içinde sesli olarak okunan ve genellikle orta uzunluktaki on
âyet kadar olan bölümlerine Türkler arasında verilen isimdir. Bk. Eroğlu, “Aşr-ı Şerif”, 4/24.
131
MUSHAFLARDA ALAMETLER
dönemlerde istinsah edilen, daha sonraki dönemlerde hattatlar marifetiyle yazılan ve matbu olarak baskısı yapılan mushafların bir kımında da söz konusu
onlu âyet bölümlerine işaret edilmiştir. Böyle bir taksimin; Kur’an’ın peyderpey ve daha kolay öğrenilmesi ve ezberlenmesi, ihtiva ettiği ilahî mesajının
anlaşılması, namazlarda okunacak yerlerin periyodik bir şekilde tayin edilmesi gibi bazı faydaları ihtiva ettiği söylenebilir. Bunun yanı sıra Türkiye,
Hindistan, Pakistan vb. bazı ülkelerin hâlihazırdaki mushaflarında da olduğu
üzere söz konusu ta‘şîr uygulamasından farklı olarak genel anlamda konu eksenli bir şekilde ruku‘ yerlerinin tayin edildiği ve bu yerler için de aynı alametin tercih edilmekte olduğu şeklinde bir çıkarımda bulunulabilir.
1.2. Harf Eksenli Taksim: Cüz ve Hizb
Kur’an’ın muhafaza edilmesine yönelik onun her bir âyetinin ezberlenmesi
ve yazılarak kayıt altına alınması şeklinde yapılan faaliyetlerin yanı sıra aynı
amaca matuf olarak onun her bir harfi, kelimesi ve noktaları dahi sayılmıştır.452 Bu kapsamda mesela dönemin Irak valisi olan Haccâc b. Yûsuf’un (ö.
95/714) isteği doğrultusunda ileri gelen ulema tarafından Kur’an’ın harf ve
kelime sayısının, harf sayısına göre Kur’an’ın yarısının, üçte birinin, yedide
birinin vs. tespitine yönelik bazı araştırmalar yapılmıştır. Hasan-ı Basrî (ö.
110/728), Ebu’l-‘Âliye (ö. 90/709), Nasr b. Âsım (ö. 89/708), Âsım el-Cahderî
(ö. 128/746) ve Mâlik b. Dinar’ın (ö. 131/748) da yer aldığı ve yaklaşık dört
ay sürdüğü belirtilen böyle bir araştırma neticesinde harf sayısının 323015453
/ 321000454 / 340740455 / 300671456 / 323671457 / 321533458 / 321250459 /
360023460 / 340740461 / 363023462 / 321880463 / 323690464 / 321138465; kelime
el-Muhallilâtî, el-Kavlu’l-vecîz, 120.
Dânî, el-Beyân, 73; Zerkeşî, el-Burhân, 1/249; İbn Zencele, Tenzîlu’l-Kur’an, 49.
454 Sehâvî, Cemâlu’l-Kurrâ, 1/231; Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 238.
455 İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif, 1/467-468; Dânî, el-Beyân, 300-301; Sehâvî, Cemâlu’lKurrâ, 1/126; Zerkeşî, el-Burhân, 1/249-250.
456 Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 238; Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 15.
457 Dânî, el-Beyân, 73, 74.
458 Dânî, el-Beyân, 73.
459 Dânî, el-Beyân, 73.
460 Dânî, el-Beyân, 74.
461 Dânî, el-Beyân, 74.
462 Dânî, el-Beyân, 74.
463 Dânî, el-Beyân, 74.
464 Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 238.
465 Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 239. Ayrıca diğer farklı nicel veriler için bk. Ca‘berî, Hüsnü’lmeded, 238 vd.
452
453
132
MUSHAFLARDA ALAMETLER
sayısının ise 70439466 / 76641467 / 77934468 / 77430469 / 77460470 olduğu şeklinde farklı tespitlere yer verilmiştir.
Kur’an’ın harf ve kelime sayısına dair bu şekilde birbirinden farklı sayısal
verilerin olması daha önce de belirtildiği üzere Kur’an’da harf veya kelime
noksanlığı ya da fazlalığı ile ilgili olan bir durum değildir. Nitekim harf veya
kelime sayısındaki farklılığa yol açan hususlara bakıldığında bunların,
Kur’an’ın mevsukiyetini etkilemeyen sadece şeklî birtakım farklılıklardan
ibaret olduğu görülmektedir. Örneğin Hz. Osman tarafından şehirlere gönderilen mushaflardaki resm/form farklılığına göre kelime sayısı değişebilmektedir. Bilindiği üzere söz konusu mushaflarda ziyade-noksan, hazif-isbât, kat‘vasl gibi resmu’l-mushafla ilgili ihtilafı haiz meseleler vardır. Mesela
gibi kelimelerin yazılışı görüldüğü şekilde bu mushaflarda ayrı veya birleşik yazılabilmiştir. Bunun neticesinde ayrı yazıma göre
kelime sayısı iki, birleşik yazıma göre ise bir olmaktadır.471
Fâtiha sûresinin evvelindeki besmelenin, sûrenin ilk âyeti olup olmamasına
göre de sûrenin harf ve kelime sayısı değişebilmektedir. Bu kapsamda Mekke
ve Kûfe ehline göre besmele, sûrenin ilk âyeti iken Medine, Basra ve Şam
ehline göre ise ilk âyeti değildir.472 Buna göre ilk âyeti olarak kabul edenlere
göre sûrenin harf sayısı 141, kelime sayısı 29 olup ilk âyeti olmadığı görüşünü
tercih eden âlimlere göre harf sayısı 122, kelime sayısı ise 25 olmaktadır.473
Kıraat farklılıkları da bu bağlamda harf ve kelime sayısını değiştiren bir etken
olarak düşünülebilir. Örneğin Tevbe 9/100’de ﺎﺭ
ْ ﺗ َ ْﺠﺮ۪ﻱ ﺗ َ ْﺤﺘَﻬَﺎifadesinin, ِﻣ ْﻦ
ُ َ �َْ ﺍﻻ
cer harfi ile okunup okunmamasına göre harf ve kelime sayısı değişebilmektedir.
Harf ve kelime sayısı hususundaki ihtilafın nedeni bu şekilde yorumlandıktan sonra Kur’ân-ı Kerîm bilindiği üzere harf ve kelime sayımına göre
farklı bölümlere ayrılmıştır. Bu doğrultuda harf sayısına göre Kur’an’ın ikiye
bölünmesi durumunda yarısı, üçe bölünmesi durumunda üçte birlik kısımları,
yediye bölünmesi durumunda yedide birlik kısımları; sûre, âyet, son kelime
ve son harf bilgisi verilmek suretiyle aşağıdaki tabloda serdedilmiştir:474
Dânî, el-Beyân, 73; Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 237; Zerkeşî, el-Burhân, 1/249.
Dânî, el-Beyân, 74; Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 237.
468 Suyûti, el-İtkân, 2/455; İbrahim, Buhûsun Menheciyyetün fî Ulûmi'l-Kur'âni'l-Kerîm, 60.
469 İbn Zencele, Tenzîlu’l-Kur’an, 49; Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 15.
470 Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 237.
471 Dânî, el-Beyân, 77.
472 Dânî, el-Beyân, 139; Ca‘berî, Hüsnü’l-meded, 298.
473 Dânî, el-Beyân, 77.
474 İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif, 1/467-468; Dânî, el-Beyân, 300-301; Sehâvî, Cemâlu’lKurrâ, 1/126; Zerkeşî, el-Burhân, 1/249-250.
466
467
133
MUSHAFLARDA ALAMETLER
İki Bölüm
Üç Bölüm
1. Kısım
Sûre / Âyet Bilgisi
Fatihâ 1/1 – Kehf 18/19475
2. Kısım
Kehf 18/19 – Nâs 114/6
1. Kısım
Fatihâ 1/1 – Tevbe 9/100
Tevbe 9/101 – Şu‘arâ
26/100
Şu‘arâ 26/101 – Nâs
114/6
2. Kısım
3. Kısım
Yedi Bölüm
1. Kısım
Fatihâ 1/1 – Nisâ 4/55
2. Kısım
Nisâ 4/55 – A‘râf 7/147
3. Kısım
A‘râf 7/147 – Ra‘d 13/35
4. Kısım
6. Kısım
Ra‘d 13/35 – Hacc 22/67
Hacc 22/67 – Ahzâb
33/36
Ahzâb 33/36 – Fetih 48/6
7. Kısım
Fetih 48/6 – Nâs 114/6
5. Kısım
Son Kelime
Son Harf
Bu bağlamda Kur’ân-ı Kerîm; iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz ve
on kısma ayrılmak suretiyle ikide birlik (
), üçte birlik ( ), dörtte birlik
( ), beşte birlik (
), altıda birlik (
), yedide birlik (
), sekizde birlik
( ), dokuzda birlik ( ), onda birlik ( ) şeklindeki muhtelif bölümlemelere
de konu edilmiştir.476
Böyle bir taksimin varlığını teyit eden bir rivayette Haccâc’ın (ö. 95/714),
her gece Kur’an’ın dörtte birini (rubu‘) okuduğu belirtilmiştir. Buna göre ilk
Bu konuda farklı bilgiler de vardır:
a) Kur’an’ın yarısı, Kehf 18/74 âyetindeki
475
kelimesindeki
harfinde bitip ikinci yarısı bu
kelimedeki harfi ile başlamaktadır. Bk. Zerkeşî, el-Burhân, 1/253; Suyûtî, el-İtkân, 2/457.
ِ
۪ ْ َ kelimelerinde ya da Kehf 18/19 âyetinde
b) Kehf 18/67 veya 72 âyetinde ﺻ ْ�ًﺍ
َ �
َ َﻣveya َ�ﺘَﻄﻴﻊ
َﻭﻟْﻴَﺘَﻠَﻄ ْ�ﻒkelimesindeki ikinci “lâm” harfi olduğu da aktarılmıştır. Bk. Ca’berî, Hüsnü’l-me-
476
ded, 240.
Örneğin bk. Dânî, el-Beyân, 302-310; Sehâvî, Cemâlu’l-Kurrâ, 1/126-134; Ca‘berî,
Hüsnü’l-meded, 240; el-Muhallilâtî, el-Kavlu’l-vecîz, 121-124.
134
MUSHAFLARDA ALAMETLER
rubu’ En’âm sûresinin sonunda, ikinci rubu‘ Kehf sûresindeki ﻭﻟﻴﺘﻠﻄﻒkelimesinde, üçüncü rubu’ Mü’min sûresinin sonunda, dördüncü rubu‘ ise Nâs sûresinde nihayete ermektedir:477
Dört Bölüm
(Rubu‘)
Rubu‘
1. Kısım
Sûre / Âyet Bilgisi
Fatihâ 1/1 – En‘âm 6/165
2. Kısım
A‘râf 7/1 – Kehf 18/19
Kehf 18/19 – Mü’min
40/85
Fussilet 41/1 – Nâs 114/6
3. Kısım
4. Kısım
Son Kelime
◌۪
Harf sayısı esas alınmak suretiyle yapılan ve periyodik bir okuma takvimini hedefleyen harf eksenli bölümlemeler içerisinde hâlihazırda en çok bilinen ve uygulanmakta olan “cüz” ve “hizb” ismiyle maruf olan taksimdir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber ve sahabe de kendileri için belirledikleri hususi
bir taksime göre her gün düzenli olarak okudukları Kur’an bölümlerini belirtmek için “cüz” ve “hizb” ifadelerini kullanmışlardır. Nitekim Hz. Peygamber’in, kendisini beklemekte olan bir gruba yönelik “Kur’an hizbim aklıma
geldi ve onu tamamlamadan mescitten çıkmak istemedim.”478 ifadesi ve farklı
bir bağlamda kullandığı “Kur’an’dan bir cüz okudum.”479 şeklindeki sözü
böyle bir kanaati teyit eder niteliktedir. Sahabe döneminde de bu yönde bölümlemelerin yapıldığı görülmektedir. Örneğin; Abdullah b. Ömer’in (ö.
73/693), “Bu gece okumam gereken cüzüm…”480 şeklindeki sözü ile “Hz. Hasan’ın (ö. 49/669), virdini gecenin evvelinde; Hz. Hüseyin’in (ö. 61/680) ise
sonunda okuduğu”481 yönündeki rivayet ve bu rivayetlerde geçen “cüz”
“hizb”, “vird” gibi ifadelerden böyle bir tespite ulaşılabilir.
Aktarılan bu rivayetlere göre Hz. Peygamber ve sahabe döneminde herkesin kendi özel durumuna göre tayin edilmiş “cüz” ve “hizb” gibi isimlerle anılan günlük hususi okuma bölümlerinin oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bu ifadelerle Kur’an’ın ne kadarlık bir bölümünün kastedildiği ise belli değildir. Kanaatimizce kişiden kişiye değişebilen ve herkesin kendi özel durumuna göre
belirlenmiş şahsi okuma bölümleri şeklinde düşünülmesi muhtemeldir. Bu
araştırmada bahse konu edilecek olan “cüz” ve “hizb” taksimi ise sonraki süreçte harf sayısına göre yapılan bir bölümlemedir. Dolayısıyla aynı isimlerle
Zerkeşî, el-Burhân, 1/250.
Dânî, el-Beyân, 300; İbn Sellâm, Fezâilu’l-Kur’an, 184, 185; Zerkeşî, el-Burhân, 1/247,
250.
479 Ebû Dâvûd, Ramazan, 9 (No. 1392); İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif, 1/465.
480 İbn Sellâm, Fezâilu’l-Kur’an, 186.
481 İbn Sellâm, Fezâilu’l-Kur’an, 186.
477
478
135
MUSHAFLARDA ALAMETLER
yapılan bir bölümleme olsa da selefin uygulaması ile halefin uygulaması arasında farklılığın olduğu görülmektedir. İlki, kişiye özel muhtemelen anlam
eksenli bir bölümleme iken diğeri harf sayısına göre yapılan bir bölümlemedir.
Buna göre ilkinde cüz ve hizb ile ilgili olarak herkes için geçerli olan standart
ölçüler tayin edilemezken diğerinde ise bu mümkündür.
1.2.1. Cüz
Kur’an’ın harf sayısına göre cüzlere bölünmesi hususunda ümmetin çoğunluğu tarafından kabul gören en meşhur taksim 30 cüz şeklindeki bölümlemedir.482 Bu taksimin kabul görmesinin ve günümüzde de hemen hemen bütün
İslâm dünyasında uygulanmasının Kur’an’ın 30 günde hatmedilmesi arzusundan kaynaklandığı, özellikle ramazan aylarında indirilen hatimler ve hatimle
kıldırılan teravih namazları için bunun önemli görüldüğü anlaşılmaktadır.483
Nitekim hâlihazırda ümmetin büyük bir kısmının uygulaması, Kur’an’ın ayda
bir kez hatmedilmesi yönündedir. Şöyle ki ehl-i Kur’an’ın okuma, dinleme
veya namazda okuma açısından aylık hatim indirme ya da Ramazan ayında
hatimle teravih namazı kılma şeklinde devam ettirdikleri tilâvet gelenekleri
vardır.484 Bu itibarla “cüz” ifadesi günümüzde artık Kur’an’ın 30 bölümünden
birisi için kullanılır olmuştur.485 Bu taksime göre bir aydaki ortalama gün sayısı olan 30 gün esas alınmak suretiyle aylık hatim bitirme hedeflenmektedir.
Kur’an’ın bir ayda hatmedilmesini hedeflediği anlaşılan ve harf sayısına
göre yapılan söz konusu taksimin düzenli bir okuma takvimi oluşturduğu ya
da hafızlık eğitiminde hıfzın takibi açısından belli bir disiplin kazandırdığı
düşünülebilir. Bununla beraber sadece harf sayısının esas alınıp anlamın dikkate alınmamış olması, cüz sonlarının veya başlangıçlarının bazısında;486 anlatılmakta olan ahkâmın, konunun veya kıssanın bölünmesi gibi anlam açısından bazı inkıtalara neden olmuştur. Bu açıdan Hz. Peygamber’in ve sahabenin
tilâvete konu olan yerin anlamını da dikkate alarak âyet ve sûre eksenli bir
takvim oluşturdukları, daha sonraki neslin ise anlamı öncelemeksizin harf sayısına göre gün eksenli bir taksim benimsedikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
selefin tercih etmiş olduğu anlamın esas alındığı sûre eksenli taksimin, hâlihazırda uygulanmakta olan halefin harf eksenli taksiminden evla olduğu söylenebilir.
Zerkeşî, el-Burhân, 1/250.
Maşalı, “Mushaf”, 31/245.
484 el-Harbî, Tahzîbu’l-Kur’ân, 139.
485 el-Harbî, Tahzîbu’l-Kur’ân, 101.
486 Örneğin 5, 13, 16, 20, 22, 23. cüzler; öncesi ile lafız ve anlam irtibatı devam etmekte olan
âyetle başlamaktadır.
482
483
136
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Cüz
İslam coğrafyasında hâlihazırda yaygın olarak okunmakta olan Suudi Arabistan’da basılan “Medine Mushafı” ismi ile maruf mushafta ve ülkemiz mushaflarında da tercih edilen otuzlu cüz taksiminin ilk dönemlerden itibaren bilinmekte olduğu söylenebilir. Bu bağlamda hicrî beşinci asır ulemasından
Dânî’nin otuzlu ve altmışlı cüz taksimine yer vermesi487, Dânî ile aynı dönemlerde yaşadığı bilinen İbnü’l-Bevvâb’ın da (ö. 413/1022) mushafında söz konusu otuzlu ve altmışlı cüz taksimini esas alıp bu yerleri sayfa kenarlarında
belirtmiş olması dikkate değerdir.
Zikri geçen otuzlu cüz taksimi ile şu anda okunmakta olan mushaflardaki
cüz bölümleri mukayese edildiğinde günümüz mushafları ile Dânî’nin yer verdiği taksim iki yer488 haricinde genel anlamda aynı iken İbnü’l-Bevvâb mushafında ise 11 yerde489 cüzî de olsa farklılık vardır:
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
İbnü’l-Bevvâb Mushafı
(Cüz Sonu)
Bakara 2/141
Bakara 2/252
Âl-i İmrân 3/91
Nisâ 4/16
Nisâ 4/147
Mâide 5/81
En‘âm 6/111
A‘râf 7/87
Enfâl 8/41
Tevbe 9/92
--Yûsuf 12/52
İbrâhîm 14/52
Nahl 16/128
Kehf 18/74
Tâha 20/135
Hacc 22/78
Furkân 25/25
Ebû Amr ed-Dânî
(Cüz Sonu)
Bakara 2/141
Bakara 2/250 veya 252490
Âl-i İmrân 3/91
Nisâ 4/23
Nisâ 4/147
Mâide 5/81
En‘âm 6/110
A‘râf 7/87
Enfâl 8/40
Tevbe 9/93
Yûnus 10/109 / Hûd 11/5491
Yûsuf 12/52
İbrâhîm 14/52
Nahl 16/128
Kehf 18/73 veya 74492
Tâha 20/135
Hacc 22/78
Furkân 25/20
Medine ve Türkiye Mushafı
(Cüz Sonu)
Bakara 2/141
Bakara 2/252
Âl-i İmrân 3/91
Nisâ 4/23
Nisâ 4/147
Mâide 5/82
En‘âm 6/110
A‘râf 7/87
Enfâl 8/40
Tevbe 9/93
Hûd 11/5
Yûsuf 12/52
İbrâhîm 14/52
Nahl 16/128
Kehf 18/74
Tâha 20/135
Hacc 22/78
Furkân 25/20
Dânî, el-Beyân, 317-320.
Mâide 5/81; Câsiye 45/37.
489 Nisâ 4/16; Mâide 5/81; En‘âm 6/111; Enfâl 8/41; Tevbe 9/92; Furkân 25/25; Ahzâb 33/31;
Yâsin 36/25; Zümer 39/32; Zâriyât 51/32; Murselât 77/46.
490 Muhakkikin dipnotta belirttiğine göre müellif burada 252. âyeti kastetmiştir. Bk. Dânî, elBeyân, 317.
491 Temrîz sîgası ile ( ) cüzün sonunun, Hûd 11/5 âyeti olabileceği de belirtilmiştir. Bk. Dânî,
el-Beyân, 318.
492 Cüzün son âyetinin, 73. âyet olarak belirtilmesine rağmen cüzün son kelimesinin ise 74.
kelimesi olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 318.
âyetteki
487
488
137
MUSHAFLARDA ALAMETLER
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
Neml 27/55
Ankebût 29/45
Ahzâb 33/31
Yâsin 36/25
Zümer 39/32
Fussilet 41/46
Câsiye 45/32
Zâriyât 51/32
Hadîd 57/29
Tahrîm 66/12
Murselât 77/46
Nâs 114/6
Neml 27/57 veya 55493
Ankebût 29/45
Ahzâb 33/30
Yâsin 36/26 veya 27494
Zümer 39/30 veya 31495
Fussilet 41/45 veya 46496
Câsiye 45/37
Zâriyât 51/30
Hadîd 57/29
Tahrîm 66/12
Murselât 77/50
Nâs 114/6
Neml 27/55
Ankebût 29/45
Ahzâb 33/30
Yâsin 36/27
Zümer 39/31
Fussilet 41/46
Câsiye 45/32
Zâriyât 51/30
Hadîd 57/29
Tahrîm 66/12
Murselât 77/50
Nâs 114/6
Tablo üzerinden de görüleceği üzere İslam coğrafyasında hâlihazırda uygulanmakta olan “30 cüz” bölümlemesinin, hicrî beşinci asırda da tatbik edilmekte olduğu şeklindeki bir kanaate ulaşılması mümkündür.
İslam coğrafyasında kabul gören Kur’an’ın 30 cüze bölümlenmesi şeklindeki bu uygulama, birtakım ifadeler ya da alametler kullanılmak suretiyle
mushaflarda da görünür kılınmıştır. Örneğin İbnü’l-Bevvâb’ın ve Yâkût elMusta‘sımî’nin (ö. 698/1299) mushaflarında, “otuzlu cüz bölümünün ilk
cüzü” (
) gibi ifadelerle otuzlu cüz bölümlerinden kaçıncı cüz
olduğuna sayfa kenarlarında işaret edilmiştir:
(Bakara 2/141-143. Âyetler – İbnü’l-Bevvâb Mushafı)
Cüzün son
âyetteki
494 Cüzün son
âyetteki
495 Cüzün son
âyetteki
496 Cüzün son
âyetteki
493
âyetinin, 57. âyet olarak belirtilmesine rağmen cüzün son kelimesinin
kelimesi olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 319.
âyetinin, 26. âyet olarak belirtilmesine rağmen cüzün son kelimesinin
kelimesi olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 319.
âyetinin, 30. âyet olarak belirtilmesine rağmen cüzün son kelimesinin
kelimesi olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 319.
âyetinin, 45. âyet olarak belirtilmesine rağmen cüzün son kelimesinin
kelimesi olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bk. Dânî, el-Beyân, 319.
ise 55.
ise 27.
ise 31.
ise 46.
138
MUSHAFLARDA ALAMETLER
(Bakara 2/141-143. Âyetler – Yâkût el-Musta‘sımî Mushafı)
Bu mushaflarda da görüldüğü üzere ilk dönemlerde harf sayısına göre cüzün bittiği veya başladığı yer, sahifenin herhangi bir yerinde olabilmektedir.
İlerleyen dönemlerde ise sahifenin bir âyetle başlayıp bir âyetle bittiği “âyetberkenar” olarak isimlendirilen ve her bir sahifenin 15 satır üzerine yazıldığı
“sahife tutar” mushaflar yazılmaya başlanmıştır. Âyet-berkenar” şeklindeki
mushaf türünün Kayışzâde Hafız Osman Mushafları ile başladığı belirtilmiştir.497 Bu bağlamda Sultan Abdülhamid’in (ö. 1918) Kur’an basımına fevkalade önem verdiği, dönemin meşhur hattatlarından Kayışzâde Hafız Osman
Efendi’nin 15 satır üzerine tertiplenmiş “âyet-berkenar” ve her cüzü 20 sahifede tamamlanmış mushafını bastırarak İslam âlemine on binlerce nüsha dağıttığı ifade edilmiştir.498
Günümüzde de genel olarak “âyet-berkenar”, “sahife tutar” ve her bir cüzü
20 sayfada tamamlanmış mushaflar yaygın bir şekilde kullanıldığı için buna
göre bir cüzün 20 sayfadan oluştuğu bilinmektedir. Ancak söz konusu taksimde belirleyici olanın sayfa sayısı değil de harf sayısı olduğu burada hatırlatılması gerekmektedir.
Harf sayısına göre yapılan bölümlemelerin içerisinde özellikle Ramazan
ayına yönelik olduğu ve bu ayda hatimle kılınan teravih namazının Kadir gecesinde bitirilmesini hedeflediği anlaşılan Kur’an’ın 27 cüz şeklinde bölümlenmesi de bu bağlamda dikkat çekicidir. Ebû Bekir İbn Mücâhid’e (ö.
324/936) göre bu cüzlerin her birindeki harf sayısı 12755 olup son cüzdeki
harf sayısı ise 12757 adettir:499
Muhsin Demirel, “Bir Mushaf Kitâbetinin Serencâmı”, Osmanlı’dan Günümüze Kur’an ve
Hüsn-i Hat Sempozyumu, (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2017), 151; Muhittin Serin, “Mushaf (Hat)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, 2006), 31/252.
498 Demirel, “Bir Mushaf Kitâbetinin Serencâmı”, 160.
499 Dânî, el-Beyân, 311-312; Sehâvî, Cemâlu’l-Kurrâ, 1/138-140.
497
139
MUSHAFLARDA ALAMETLER
1
Âyet Bilgisi
Bakara 2/1 – 158
2
Bakara 2/159 – 272
3
Bakara 2/273 – Âl-i
İmrân 3/148
Âl-i İmrân 3/149 – Nisâ
4/82
4
5
Nisâ 4/83 – Mâide 5/36
6
7
Mâide 5/37 – En‘âm
6/62
En‘âm 6/63 – A‘râf 7/53
8
A‘râf 7/54 – Enfâl 8/25
9
Enfâl 8/26 – Tevbe
9/100
10
Tevbe 9/101 – Hûd
11/32
Hûd 11/33 – Yûsuf
12/100
11
12
Yûsuf 12/101 – Nahl
16/29
13
Nahl 16/30 – İsrâ 17/99
14
İsrâ 17/100 – Tâha 20/38
15
Tâha 20/39
22/36
16
Hacc 22/37 – Nûr 24/59
17
Nûr 24/60 – Neml 27/39
18
Neml 27/40 – Ankebût
29/52
– Hacc
İlk Âyet
Son Âyet
140
MUSHAFLARDA ALAMETLER
19
20
Ankebût 29/53 – Ahzâb
33/52
Ahzâb 33/53 – Saffât
37/35
21
Saffât 37/36 – Gâfir
40/21
22
Gâfir 40/22 – Zuhruf
43/37
23
Zuhruf 43/38 – Fetih
48/23
24
Fetih 48/24 – Vakıa
56/50
25
Vakıa 56/51 – Tegâbun
64/13
Tegâbun 64/14 – İnsân
76/3
İnsân 76/4 – Nâs 114/6
26
27
Bu doğrultuda Buhârî ulemasının da geçmiş dönemlerden itibaren hatimle
kılınan teravih namazının, Ramazan’ın 27’sinde Kadir gecesinde bitirilmesini
sağlayan 27 cüzlük taksimi tercih ettiği belirtilmiştir. Buna göre her bir cüzde
20 rukû‘ bulunmak üzere Kur’an’ı toplam 540 rukû‘ya bölmüşler ve her bir
rukû‘ bölümünü göstermek üzere mushaflarda ilgili yerlerde “ayn” alametini
kullanmışlardır. Böylece her gece 20 rekât kılınan teravihin her bir rekâtında
bir ruku‘ okunmak suretiyle bir cüz okunmuş ve nihayetinde Ramazan’ın
27’sinde hatim bitirilmiş olur. Buhârî, Hindistan ve Pakistan’daki matbu mushafların da bu şekilde olduğu ifade edilmektedir.500
Bununla beraber incelediğimiz Tac Company’nin yayınladığı Hindistan
mushafında ve Kudretullah Company’nin yayınladığı Pakistan mushafında ise
Türkiye mushaflarında da olduğu üzere toplam 558 ruku‘ bulunduğu tarafımızca tespit edilmiştir.501 Bu mushaflarda otuzlu cüz taksimi esas alınmış ve
500
501
el-Harbî, Tahzîbu’l-Kur’ân, 194.
Bu mushaflardaki ruku‘ alameti sayısının sûrelere göre dağılımı şu şekildedir: Fâtiha 1, Bakara 40, Âl-i İmrân 20, Nisâ 24, Mâide 16, En‘âm 20, A‘râf 24, Enfâl 10, Tevbe 16, Yûnus
11, Hûd 10, Yûsuf 12, Ra‘d 6, İbrâhîm 7, Hicr 6, Nahl 16, İsrâ 12, Kehf 12, Meryem 6, Tâhâ
8, Enbiyâ 7, Hac 10, Mü’minûn 6, Nûr 9, Furkân 6, Şu‘arâ 11, Neml 7, Kasas 9, Ankebût 7,
Rûm 6, Lokmân 4, Secde 3, Ahzâb 9, Sebe’ 6, Fâtır 5, Yâsîn 5, Saffât 5, Sâd 5, Zümer 8,
Mü’min 9, Fussilet 6, Şûrâ 5, Zuhruf 7, Duhân 3, Câsiye 4, Ahkâf 4, Muhammed 4, Fetih 4,
Hucurat 2, Kâf 3, Zâriyât 3, Tûr 2, Necm 3, Kamer 3, Rahmân 3, Vâkıa 3, Hadîd 4, Mücadele
3, Haşr 3, Mümtehine 2, Saf 2, Cum‘a 2, Münâfikûn 2, Teğâbun 2, Talak 2, Tahrîm 2, Mülk
141
MUSHAFLARDA ALAMETLER
buna göre her bir cüzün yeri de yaygın olan uygulamadaki şekildedir. Ruku‘
( ) alameti ile belirtilen bölümlemenin ise konu eksenli bir taksim olduğu anlaşılmakta ise de hatimle kılınacak 20 rekâtlık teravih namazının her bir
rekâtında bir ruku‘ okunmak suretiyle Ramazan’ın 27’sinde hatmin bitirilmesini hedeflediği hususu tetkike muhtaç gibi gözükmektedir. Bu kapsamda kısa
sûrelerin ve dahi her bir sûrenin sonunun ruku‘ alametinin mahalli olarak tayin
edilmesi de konu eksenli bir bölümleme olduğunu teyit etmektedir. Söz konusu uygulama, yukarıdaki tabloda arz edilen Dânî’nin nakletmiş olduğu 27
cüzlük taksimden bazı yerlerde ayrışmaktadır. Örneğin ilgili mushaflarda Bakara sûresi 20’şer ruku‘ şeklinde iki bölüme ayrılmış ve buna göre bu sûrenin
Ramazan’ın iki gecesinde teravih namazında bitirilmesi planlanmıştır.
1.2.2. Hizb
Harf sayısı esas alınmak suretiyle yapılan otuzlu cüz taksimi ayrıca kendi
içerisinde de alt bölümlere ayrılmış olup böylece daha fazla sayıda cüz ortaya
çıkmış ve bunların her biri için “hizb” tabiri kullanılmıştır. Bu kapsamda
Kur’ân-ı Kerîm, 30 cüzden her bir cüz ikiye bölünerek 60 hizbe502 veya dörde
bölünerek 120 hizbe503 ayrılmıştır.
Muhammed Sâdık el-Hindî’nin aktardığına göre Abbâsî halifelerinden
Mansûr (ö. 158/775) Kur’an’ı 60 kısma ayırmış ve her bir kısım “hizb” olarak
isimlendirilmiştir. Bu taksimin gayesi Kur’an’ı, bir veya iki senede hıfzetmek
isteyen kimselere ezber işini kolaylaştırmaktır. Buna göre mesela Kur’an’ı bir
senede ezberlemek isteyen kimse, her hizbi altı günde ezberlemesi gerekir.
Böylece Kur’an, bir yılda ezberlenmiş olur. Hizblerin boyutu, âyetlerin uzunluğu ve kısalığı ile ezber kolaylığı ve zorluğu dikkate alınmak suretiyle tayin
edilmiştir. Bu sebeple hizblerin bir kısmında âyet sayısı fazla iken diğer bir
kısım hizb ise hıfz zorluğu ve âyetlerin uzunluğu nedeniyle daha az sayıda
âyetten oluşabilmiştir.504 Bize göre hizblerde yer alan âyet sayılarının az ya da
fazla olabilmesinin nedeni hıfz kolaylığı veya zorluğunun esas alınmış olması
değildir. Daha önce de ifade edildiği üzere cüz ve hizb taksiminde harf sayısının esas alınıyor olması, hizblerde âyet sayısı veya sayfa sayısı açısından
yeknesaklığın bulunmamasına yol açmış olabilir.
2, Kalem 2, Hakka 2, Me‘âric 2, Nûh 2, Cin 2, Müzzemmil 2, Müddessir 2, Kıyame 2, İnsan
2, Mürselat 2, Nebe’ 2, Nâzi‘ât 2, Abese 1, Tekvîr 1, İnfitâr 1, Mutaffifîn 1, İnşikâk 1, Burûc
1, Târık 1, A‘lâ 1, Gâşiye 1, Fecr 1, Beled 1, Şems 1, Leyl 1, Duhâ 1, İnşirâh 1, Tîn 1, Alak
1, Kadr 1, Beyyine 1, Zilzâl 1, Adiyât 1, Kâria 1, Tekâsür 1, Asr 1, Hümeze 1, Fîl 1, Kureyş
1, Mâûn 1, Kevser 1, Kâfirûn 1, Nasr 1, Tebbet 1, İhlâs 1, Felak 1, Nâs 1.
502 el-Harbî, Tahzîbu’l-Kur’ân, 101.
503 Dânî, el-Beyân, 312-316.
504 Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 29. Zikri geçen 60 hizbin; başlangıç ve bitiş yerlerini gösteren tablo için bk. Hindî, Künûzu eltâfi’l-Burhân, 30.
142
MUSHAFLARDA ALAMETLER
505
506
Ebû Amr edDânî
(Cüz Başlangıcı)
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
Fâtihâ Sûresi
Bakara 2/40
Bakara 2/77
Bakara 2/108
Bakara 2/142
Bakara 2/176
Bakara 2/203
Bakara 2/230
Bakara 2/252
Bakara 2/274
Âl-i İmrân 3/19
Âl-i İmrân 3/56
Âl-i İmrân 3/95
Âl-i İmrân 3/134
Âl-i İmrân 3/168
Nisâ 4/2
Nisâ 4/25
Nisâ 4/57
Nisâ 4/89
Nisâ 4/114
Nisâ 4/150
Mâide 5/2
Mâide 5/27
Mâide 5/53
Mâide 5/86
Mâide 5/115
En‘âm 6/33
En‘âm 6/70
En‘âm 6/106
En‘âm 6/140
A‘râf 7/8
Türkiye Mushafı
(Hizb Başlangıcı)
Fâtihâ Sûresi
Bakara 2/44
Bakara 2/75
Bakara 2/107
Bakara 2/142
Bakara 2/177
Bakara 2/203
Bakara 2/233
Bakara 2/253
Bakara 2/272
Âl-i İmrân 3/15
Âl-i İmrân 3/52
Âl-i İmrân 3/92
Âl-i İmrân 3/133
Âl-i İmrân 3/171
Nisâ 4/1
Nisâ 4/24
Nisâ 4/58
Nisâ 4/87
Nisâ 4/114
Nisâ 4/148
Mâide 5/2
Mâide 5/27
Mâide 5/51
Mâide 5/83
Mâide 5/109
En‘âm 6/36
En‘âm 6/74
En‘âm 6/111
En‘âm 6/141
A‘râf 7/1
Cüz/Hizb
Cüz/Hizb
Ülkemiz mushaflarında da olduğu üzere yaygın uygulama ise her bir cüzün
dörde bölünmek suretiyle toplam 120 hizbin olması şeklindedir. Ebû Amr edDânî’nin yer verdiği Kur’an’ın 120 cüz şeklinde bölümlenmesi bu bağlamda
dikkate değerdir. Bu taksimde her bir cüzün 2870 harf ve buna göre Kur’an’ın
tamamının da 344400 harf olduğu belirtilmiştir.505 120 bölümlük bu taksimdeki “cüz” başlangıçları ve bitişleri ile ülkemiz mushaflarındaki “hizb” ismi
ile maruf bölümler mukayese edildiğinde söz konusu iki uygulama arasında
genel anlamda bir benzerliğin olduğu söylenebilir. Nitekim aşağıdaki tabloda
da görüleceği üzere “cüz” ve “hizb” başlangıç yerlerinin altı tanesi506 birebir
aynı iken diğerlerinin büyük bir kısmında da bir âyetten dört âyete kadar olan
sadece cüz’î bir farklılıktan bahsedilebilir. Buna göre ülkemiz mushaflarındaki “hizb” uygulamasının, Dânî’nin yer verdiği harf sayısına göre yapılmış
120 cüz şeklindeki taksimden mülhem bir uygulama olduğu kanaatine ulaşılabilir.
Ebû Amr edDânî
(Cüz Başlangıcı)
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
Kehf 18/82
Meryem 19/36
Tâha 20/8
Tâha 20/83
Enbiyâ 21/5
Enbiyâ 21/68
Hacc 22/8
Hacc 22/47
Mü’minûn 23/22
Mü’minûn 23/90
Nûr 24/26
Nûr 24/55
Furkân 25/27
Şu‘arâ 26/15
Şu‘arâ 26/126
Neml 27/7
Neml 27/58
Kasas 28/15
Kasas 28/56
Ankebût 29/10
Ankebût 29/52
Rûm 30/33
Lokmân 31/19
Ahzâb 33/2
Ahzâb 33/35
Ahzâb 33/73
Sebe’ 34/38
Fatır 35/27
Yâsîn 36/36
Saffât 37/41
Saffât 37/172
Türkiye Mushafı
(Hizb Başlangıcı)
Kehf 18/75
Meryem 19/37
Tâha 20/4
Tâha 20/84
Enbiyâ 21/1
Enbiyâ 21/51
Hacc 22/1
Hacc 22/38
Mü’minûn 23/1
Mü’minûn 23/75
Nûr 24/21
Nûr 24/53
Furkân 25/21
Şu‘arâ 26/1
Şu‘arâ 26/111
Neml 27/1
Neml 27/56
Kasas 28/12
Kasas 28/52
Ankebût 29/1
Ankebût 29/46
Rûm 30/31
Lokmân 31/22
Ahzâb 33/1
Ahzâb 33/31
Ahzâb 33/57
Sebe’ 34/24
Fatır 35/14
Yâsîn 36/28
Saffât 37/22
Saffât 37/150
Dânî, el-Beyân, 312-316.
Örneğin bk. Bakara 2/142, 203; Nisâ 4/114; Mâide 5/2, 27; Yûsuf 12/101.
143
MUSHAFLARDA ALAMETLER
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
A‘râf 7/46
A‘râf 7/85
A‘râf 7/135
A‘râf 7/162
A‘râf 7/200
Enfâl 8/37
Enfâl 8/75
Tevbe 9/35
Tevbe 9/68
Tevbe 9/100
Yûnus 10/2
Yûnus 10/35
Yûnus 10/79
Hûd 11/12
Hûd 11/53
Hûd 11/93
Yûsuf 12/21
Yûsuf 12/58
Yûsuf 12/101
Ra‘d 13/25
İbrâhîm 14/17
Hicr 15/17
Nahl 16/9
Nahl 16/58
Nahl 16/94
İsrâ 17/11
İsrâ 17/59
İsrâ 17/106
Kehf 18/36
A‘râf 7/47
A‘râf 7/87
A‘râf 7/142
A‘râf 7/170
Enfâl 8/1
Enfâl 8/40
Tevbe 9/1
Tevbe 9/34
Tevbe 9/61
Tevbe 9/94
Tevbe 9/123
Yûnus 10/31
Yûnus 10/71
Hûd 11/5
Hûd 11/41
Hûd 11/84
Yûsuf 12/11
Yûsuf 12/53
Yûsuf 12/101
Ra‘d 13/19
İbrâhîm 14/11
Hicr 15/1
Nahl 16/1
Nahl 16/51
Nahl 16/91
İsrâ 17/1
İsrâ 17/50
İsrâ 17/101
Kehf 18/32
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
Sâd 38/69
Zümer 39/34
Gâfir 40/4
Gâfir 40/47
Fussilet 41/19
Şûrâ 42/3
Şûrâ 42/44
Zuhruf 43/47
Duhân 44/41
Ahkâf 46/5
Muhammed 47/9
Fetih 48/12
Hucurât 49/13
Zâriyât 51/37
Necm 53/29
Rahmân 55/28
Vâkıa 56/86
Hadîd 57/29
Haşr 59/28
Mümtehine 60/13
Tegâbun 64/5
Tahrîm 66/9
Kalem 68/47
Nûh 71/12
Müddessir 74/19
Murselât 77/13
Abese 80/36
Târık 86/17
Alak 96/12
Sâd 38/54
Zümer 39/32
Gâfir 40/1
Gâfir 40/41
Fussilet 41/1
Fussilet 41/47
Şûrâ 42/32
Zuhruf 43/36
Duhân 44/31
Câsiye 45/33
Muhammed 47/1
Fetih 48/18
Kâf 50/1
Zâriyât 51/31
Necm 53/31
Rahmân 55/1
Vâkıa 56/74
Mücâdele 58/1
Haşr 59/11
Saff 61/10
Talak 65/1
Mülk 67/1
Hâkka 69/1
Cinn 72/1
Kıyâme 75/1
Nebe’ 78/1
Mutaffifîn 83/1
Fecr 89/1
Beyyine 98/1
Görüldüğü üzere “hizb” ismi ile maruf bölümler, otuz cüz taksiminde olduğu gibi harf eksenli bir taksim olup harf sayısına göre her bir hizb, cüzün
dörtte biridir. Bu sebepledir ki bir hizbin, 20 sayfadan oluşan bir cüzün 5 sayfalık bölümü olduğu ifade edilmiştir.507 Hal böyle iken mushaflarda 20 sayfalık bir cüzün içerisindeki hizb yerleri incelendiğinde hizblerin genel olarak 5
sayfadan oluştuğu söylenebilirse de cüz ve hizb taksiminde harf sayısı esas
alındığı için bazı yerlerde 4 veya 6 sayfadan oluştuğu görülmektedir. Dolayısıyla hizblerin 5 sayfadan oluştuğu şeklindeki yaygın bilginin tashihe muhtaç
olduğu anlaşılmaktadır.
Ezcümle Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetini ve hıfzını disipline etmek üzere yapıldığı anlaşılan bölümleme ameliyesinin âyet, sûre ve harf eksenli olmak
üzere üç çeşit olduğu söylenebilir. Bu kapsamda tahmîs ve ta‘şîr ismi ile maruf
olan beşli ve onlu âyet bölümleri âyet sayısına göre yapılan bir tasnif olup
“tuvel”, “miûn”, “mesânî” ve “mufassal” şeklinde dört kısmı bulunan sûre eksenli tasnif ise âyet sayısına göre sûrenin uzun veya kısa olması açısından
oluşturulmuş bir taksimdir. Bu yönüyle sûre eksenli tasnifin de âyet eksenli
bir tasnif olarak değerlendirilmesi mümkündür. Hz. Peygamber döneminde de
507
Maşalı, “Mushaf”, 245.
144
MUSHAFLARDA ALAMETLER
mevcut olduğu anlaşılan söz konusu iki taksimden sadece tahmis ve ta‘şîr uygulamasına bir takım ifadeler ya da remizlerle bazı mushaflarda işaret edildiği
görülmektedir.
İslam âleminin ekseriyetinde mushaf kitabetinde hâlihazırda tatbik edilmekte olan taksim ise ta‘şîr veya ruku‘ olarak isimlendirilen ve “ayn” alameti
ile sembolize edilen taksim ve harf sayısına göre yapılan “cüz” ve “hizb” tasnifidir. Bilindiği üzere ilk dönemlerde yapılan harf sayımına göre Kur’ân-ı
Kerîm; 27, 30, 60, 120 vb. şekillerde farklı sayılardan oluşan bölümlere ayrılmıştır. Bunların içerisinden periyodik bir tilâvet takvimi imkânı sunan ve
Kur’an’ın hıfzını disipline eden 30 cüz ve bu cüzlerin her birinin dörde bölünmesi şeklindeki 120 hizb uygulaması, günümüz mushaflarında daha çok yaygındır. Harf sayısı esas alındığı için söz konusu taksimde bölümlerin eşit olarak ayrılması bir açıdan faydalı iken diğer taraftan bazı yerlerde anlam açısından inkıtalara neden olması hasebiyle kritiğe tabi tutulabilir niteliktedir.
2. Hafs Rivayetine Özel Tilâvet Durumlarını Gösteren Alametler
Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetinde, talim ve tedrisinde İslam âleminin ekseriyetinde Hafs rivayeti esas alındığı için hattatlar marifetiyle mushaf yazımı veya
matbaalar aracılığıyla mushaf basımı genellikle Âsım kıraatının Hafs rivayetine göre yapılmaktadır. Bu bağlamda Âsım’ın, ilk ravisi olan Şu‘be’ye Zir b.
Hubeyş’in İbn Mes‘ûd’dan ahzettiği kıraatı; ikinci ravisi olan Hafs’a ise Abdurrahman es-Sülemî’nin Hz. Ali’den ahzettiği kıraatı öğrettiği bilinmektedir.508 Bu nedenle Âsım’ın iki ravisi arasında bazı okuyuş farklılıkları vardır.
Hafs’ın Âsım’dan ahzettiği kıraat, tarik olarak isimlendirilen ravileri aracılığıyla sonraki dönemlere nakledilmiştir. Örneğin Ubeyd b. es-Sabbâh (ö.
235/834) ile Amr b. es-Sabbâh (ö. 221/835) Hafs’ın tariklerinden ikisidir.509
Tarik olarak isimlendirilen bu ravilerin de her birine ait alt raviler (tarikler)
vardır. Nitekim Ubeyd b. es-Sabbâh’ın Ebu’l-Hasan el-Hâşimî (ö. 368/978)
ile Ebû Tâhir (ö. 349/960); Amr b. es-Sabbâh’ın da el-Fîl (ö. 289/902) ile
Zer’ân (ö. 290/903) olmak üzere ikişer tarikleri vardır.510 Bu tarikler aracılığıyla nakledilen Hafs rivayeti içerisinde de tariklere göre bazı kıraat farklılıkları vardır. Bunların bir kısmı, Hafs’ın Şu‘be ve diğer kıraat imamlarından
infirad ederek sadece kendisine mahsus olan okuyuş farklılıkları şeklindedir.
Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî, Ma‘rifetü’l-kurrâi’l-kibâr ‘ale’ttabakâti ve’l‘asâr, thk. Tayyar Altıkulaç (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı 1995), 1/208,
289; Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-nübelâ, nşr.
Şuayb el-Arnaût (Beyrut: Müessesetür’r-Risâle, 1985), 5/259.
509 Zehebî, Ma‘rifetü’l-kurrâi’l-kibâr, 1/288, 410, 411; İbnü’l-Cezerî, Gâye, 1/230; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/55; Muhammed Sâlim Muhaysin, Mu‘cemu huffâzi’l-Kur’âni ‘abre’t-târih,
(Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1992), 1/210.
510 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/55; İbnü’l-Cezerî, Gâye, 1/229.
508
145
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Bu itibarla Hafs’ın kıraat usûlünün dışında sadece bazı yerlerde okuduğu farklılıklara mushaflarda bazı ifadelerle ya da remizlerle işaret edilmektedir.
Hafs’ın tercih ettiği dört yer haricinde sekte uygulamasının bulunmadığı
Âsım kıraatında Hafs, bu yönüyle temayüz etmiş bir ravidir. Bu dört yerde
Hafs’ın uyguladığı sekteye işaret etmek üzere mushaflarda ilgili kelimenin altına veya üstüne bazı ifadeler eklenmiştir. Ayrıca Hafs’ın sadece bir yerde uyguladığı imâle, işmâm ve teshîle de işaret edilmiştir. Hafs’ın kıraat usûlünde
sekte, imâle, işmâm ve teshîlin bulunmaması nedeniyle, bu işaretlerle Kur’an
okuyucusu özellikle yönlendirilmektedir. Hafs’ın hâ-i kinâyeyi sadece bir
yerde medli okuması hasebiyle ilgili yerde buna da işaret edilmiştir. Bu itibarla Hafs rivayetinin esas alındığı mushaflardan Kur’an okuyan bir kimsenin
yönlendirilmesi amacıyla mushaflara eklenmiş bu tür ilaveler açıklanmaya çalışılmıştır. Zira daha önce de belirtildiği üzere bu araştırmada, Türkiye’deki
mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği tüm ilave
alametlerin veya kelimelerin beyan edilmesi hedeflenmiştir.
2.1. Sekte
Kıraat ve tecvid ilminde “vakfetün hafîfetün”511, “sektetün latîfetün”512
gibi farklı isimlerle513 de anılan “sekte”nin terim anlamı şu şekildedir: “Sekte,
normal bir vakf süresinden daha kısa süreliğine nefes almaksızın sesi
[tilâveti] kesmekten ibarettir.” ( ﺍﻟﺴﻜﺘﺔ ﻫﻮ ﻋﺒﺎﺭ� ﻋﻦ ﻗﻄﻊ ﺍﻟﺼﻮﺕ ﺯﻣﻨﺎ ﻫﻮ ﺩﻭﻥ ﺯﻣﻦ ﺍﻟﻮﻗﻒ
)ﻋﺎﺩﺓ ﻣﻦ ﻏ� ﺗﻨﻔﺲ.514 Bu tanıma göre nefesin tutulması ve tatbik süresinin vakf
süresinden daha az olması şeklinde belirtilen iki özelliğiyle sektenin vakftan
farklı olduğu görülmektedir. Dolayısıyla vakfta nefes alınması gerekli iken
sektede ise aksine nefes alınmaması esastır.
Bilindiği üzere vakf, nefes alma ihtiyacı gibi ârızî ve hâricî bir nedene bağlı
olarak veya anlam eksenli bir tilâvette okuyanın ya da ulemanın tercihine göre
belirlenen uygun bir yerde tilâvetin geçici bir süre durdurulmasıdır. Dolayısıyla vakfta ictihadi bir durum söz konusu iken sektede ise sadece rivayete
Ebû Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kaysî, el-Keşf ‘an vucûhi’l-kırâât ve ‘ilelihâ ve hicecihâ, thk. Muhyiddin Ramadan (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1984), 2/55; Devserî,
Mu‘cemu’l-mustalahât, 180.
512 Ebû Amr Osman b. Saîd ed-Dânî, Câmi‘u’l-beyân fi’l-kırââti’s-seb‘i’l-meşhûre, thk. Muhammed Sadûk el-Cezâirî (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2005), 599; Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed el-Bennâ ed-Dimyâtî, İthâfu fudalâi’l-beşer bi’l-kırââti’l-erba‘ate
‘aşere, thk. Şaban Muhammed İsmail (Beyrut: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1987), 2/208.
513 Bu bağlamda “sektetün yesîretün”, “sektetün kasîretün”, “vakfetün yesîretün”, “vukayfetün”
gibi daha farklı isimlerle anıldığı da belirtilmelidir. Bk. İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/240-241;
Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 180.
514 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/240.
511
146
MUSHAFLARDA ALAMETLER
istinaden yapılabilmesi nedeniyle nakil esastır.515 Bu itibarla “Kıraat imamları
sekteyi, o doğrultuda bir kıraat rivayetinin olması durumunda yapmışlar,
nakle dayanmayan bir sekteyi câiz addetmemişlerdir. Çünkü kıraat bir sünnet
ve gelenek işidir, dolayısıyla da nakle dayanmayan hiçbir vecih uygulanamaz,
okunamaz.”516
Kıraat imamlarının tercih ettikleri rivayetlere dayalı olarak sekteye konu
olan yerler ve bunların sayısı farklı olabilmektedir. Bu itibarla Hafs rivayetinin esas alındığı Türkiye Mushaflarında Kehf 18/1, Yâsin 36/52, Kıyâme
75/27, Mutaffifin 83/14 âyetlerinde işaret edilen sekte tercihi sadece Hafs rivayetine göredir. Zira diğer kıraat imamları buralarda sekte yapmamaktadır.517
Nitekim kıraat imamları içerisinde sadece Hafs’ın sekte ile okuduğu bu dört
519
ٍ َﻣ ْﻦ َﺭâyetinde518 ve �ﻥ
yerin ikisinde, �ﻕ
َ ﺑ َ ْﻞ َﺭâyetinde Şu‘be idğam yapmakta-
dır.520
Şâtıbiyye ve Teysîr tarikinde Hafs; Kehf 18/1, Yâsîn 36/52, Kıyâme 75/27
ve Mutaffifîn 83/14 âyetlerinde tek bir vecih olarak tercih ettiği sekte ile
Şu‘be’den ve diğer kıraat imamlarından ayrılarak bu yönüyle temayüz etmiştir. Bu itibarla Şâtıbiyye ve Teysîr tarikinde sadece sekte ile okunan bu dört
yerde, Tayyibe tarikinde Hafs’ın iki tariki Amr b. es-Sabbah ile Ubeyd b. esSabbah arasındaki ihtilaf bağlamında sekte vechine ilaveten ikinci vecih olarak sektesiz okuyuş da nakledilmiştir. Nitekim bu dört yerde Hafs’ın Amr b.
es-Sabbah tarikine göre sekte; Ubeyd b. es-Sabbah tarikine göre ise sektesiz
okuyuş nakledilmiştir.521
2.1.1. Kehf 18/1
ِ ِ
ِ
ِ ِِ
﴾ ﻳﺪﺍ ِﻣ ْﻦ
ً ﴾ ﻗَ ّ ِﻴ ًﻤﺎ ﻟ ُﻴ ْﻨ ِﺬ َﺭ ﺑ َ ْﺄﺳًﺎ َﺷ ۪ﺪ1﴿ ۜﺎﺏ َﻭ�َ ْ ﻳ َ ْﺠﻌَ ْﻞ ﻟ َُﻪ ِﻋ َﻮﺟًﺎ ۔
َ َﺍَ ْﻟ َﺤ ْﻤ ُﺪ �� ﺍﻟ � ۪ﺬ ٓﻱ ﺍَ ْﻧ َﺰ َﻝ َﻋ ٰ� َﻋ ْﺒﺪﻩ ﺍ ْ�ﻜﺘ
ِ ﻮﻥ ﺍﻟﺼﺎﻟ ِ َﺤ
﴾3﴿ ۙ � ۪ﻓﻴﻪِ ﺍَﺑ َ ًﺪﺍ
َ ﴾ َﻣﺎﻛِ ۪ﺜ2﴿ ۙ ﺎﺕ ﺍَ �ﻥ ﻟ َُﻬ ْﻢ ﺍَ ْﺟﺮً� َﺣ َﺴﻨًﺎ
َ (“ ﴿ ﻟ َ ُﺪ ْﻧ ُﻪ َﻭ�ُﺒَ ِّﺸ َﺮ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺆ ِﻣ ۪ﻨİnَ � ﺍﻟ � ۪ﺬ
� َ ُﻳﻦ ﻳ َ ْﻌ َﻤﻠ
sanları) kendi tarafından şiddetli bir azap ile uyarmak, salih amelde bulunan
müminleri, kendileri için, içinde ebedî olarak kalacakları (cennette) güzel bir
İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/243; İbrahim Muhammed el-Cermî, Mu‘cemu ‘ulûmi’l-Kur’an,
(Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 2001), 166.
516 Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 55.
517 Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 599-600; Ebu’l-Kâsım b. Fîrruh b. Halef eş-Şâtıbî, Metnu’ş-Şâtıbiyyeti el-müsemmâ Hirzu’l-emânî ve vechu’t-tehânî fi’l-kırââti’s-seb‘, nşr. Muhammed Temim ez-Zuabi (Medine: Dâru’l-Hudâ, 2010), 66; Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf ‘an vucûhi’lkırâât, 2/55; Ebu’l-Kâsım Abdurrahmân b. İsmâîl b. İbrâhîm Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî
min Hırzi’l-emânî fi’l-kırââti’s-seb‘, thk. İbrahim Atve Avaz (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, ts.), 566; ed-Dimyâtî, İthâf, 2/208-209.
518 Kıyâme 75/27.
519 Mutaffifîn 83/14.
520 Ebû Şâme, İbrâzü’l-Meânî, 631; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 2/232.
521 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/425-426.
515
147
MUSHAFLARDA ALAMETLER
ecir olduğunu müjdelemek için kuluna (Hz. Muhammed’e), kendisinde hiçbir
eğrilik bulunmayan dosdoğru Kitab’ı indiren Allah’a hamd olsun.” âyetlerinde ilk âyetin sonundaki “ۜ ” ِﻋﻮَﺟًﺎ ۔kelimesinin altındaki “sekte” ifadesinin de
işaret ettiği üzere bu kelimede vasl yapıldığı takdirde tenvinsiz bir şekilde
medli olarak sekte yapılmaktadır.522 Görüldüğü üzere sektenin icrasında ilgili
kelimede vakf yapıyormuş gibi meddin de tatbiki ile nefes almaksızın kısa bir
süre için sesin kesilip akabinde tilâvetin devamı şeklinde bir uygulama söz
konusudur.
Hafs’ın kıraat tercihinde geçerli olan sekte uygulamasında rivayet belirleyici olsa da buna dair bazı gerekçeler de serdedilmiştir. Buna göre özellikle
iki âyet vasl ile okunduğunda ikinci âyetteki “ ”ﻗَ ّ ِﻴ ًﻤﺎkelimesi ile “ۜ ” ِﻋ َﻮﺟًﺎ ۔kelimesi arasında sıfat-mevsûf şeklinde lafız ve anlam irtibatının bulunmadığını
vurgulamak için ilgili kelimede özellikle sekte yapılmasının gerekliliği üzerinde durulmuştur.523 Zira bu iki kelime arasında sıfat-mevsûf irtibatı söz konusu değildir. Bilindiği üzere “ ”ﻗَ ّ ِﻴﻤًﺎkelimesi, öncesindeki âyette geçen
524
ِ
“ﺎﺏ
َ َ ”ﺍ ْ�ﻜﺘkelimesinden hâl ya da mahzuf bir fiilin (ﺟﻌﻠﻪ/ )ﺃﻧﺰﻟﻪmefulüdür. Bu-
nunla beraber ilgili yerde vasl yapıldığı takdirde zikri geçen şekilde sıfatmevsûf irtibatı ve buna bağlı olarak anlam değişikliği vehmedilebilir.525 Bu
sebeple anılan şekilde bir değişikliğe mahal bırakmamak için ilgili yerde vakf
yapılması ya da vasl yapılacak ise sekte yapılması uygun görülmüştür. İlgili
yerin âyet sonu olması durumu da dikkate alındığında vakfın evlâ olduğu belirtilebilir. Vaslın da uygun olduğu söylenebilirse de bu durumda yukarıda
zikri geçen sebeplere istinaden sektenin uygulanması gerektiği ifade edilmelidir.
2.1.2. Yâsin 36/52
Hafs rivayetine göre bir diğer sekte, ﴾ ﻗَﺎﻟُﻮ� ﻳَﺎ َﻭ�ْﻠَﻨَﺎ َﻣ ْﻦ ﺑَﻌَﺜَﻨَﺎ ِﻣ ْﻦ َﻣ ْﺮﻗَ ِﺪﻧَﺎ ۢ ۔ ٰﻫ َﺬﺍ َﻣﺎ َﻭ َﻋ َﺪ
َ ِ ۔kelimesindedir.526 Bu âyette genel kaﻮﻥ
َ ُﺻ َﺪ َﻕ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳﻠ
َ ﴿ ﺍﻟﺮ� ْﺣ ٰﻤ ُﻦ َﻭâyetindeki “ۢ ”ﻣ ْﺮﻗَﺪﻧَﺎ
Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 599; Şâtıbî, Hirzu’l-emânî, 66; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/310.
Neşr, 1/426; Zerkeşî, el-Burhan, 1/344;
Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566; Dimyâtî, İthâf, 2/208.
524 Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/55; Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr,
1/426.
525 Dimyâtî, İthâf, 2/208 (muhakkik notu).
526 Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 599; Şâtıbî, Hirzu’l-emânî, 66; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/353.
522
523 Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/55; İbnü’l-Cezerî, en-
148
MUSHAFLARDA ALAMETLER
bule göre “ۢ ” َﻣ ْﺮﻗَ ِﺪﻧ َ ۔ﺎkelimesinde kâfirlerden nakledilen söz son bulmuş, aka-
binde meleklerin ya da mü’minlerin sözü olduğu belirtilen mübtedâ ve haber527
den oluşan “ﻮﻥ
َ ُﺻ َﺪ َﻕ ﺍ ْﻟ ُﻤ ْﺮ َﺳﻠ
ٰ cümlesi ile devam edilmiştir.
َ ”ﻫ َﺬﺍ َﻣﺎ َﻭ َﻋ َﺪ ﺍﻟﺮ� ْﺣ ٰﻤ ُﻦ َﻭ
Buna göre anlam eksenli bir tilâvette, cümlelerin aidiyetinin (ilk cümle, kâfirlerin; diğer cümle ise melekler veya mü’minlerin ifadesi) farklılığı, “ۢ ” َﻣ ْﺮﻗَ ِﺪﻧ َ ۔ﺎ
kelimesinde vakf yapılmasını gerektirir. Bu sebepledir ki vakf-ibtidâ âlimleri
de burada vakfın gerekliliğine işaret etmişlerdir.528
Kıraat imamı Âsım’ın (ö. 127/745) râvisi Hafs (ö. 180/796) da âyetteki iki
cümlenin aidiyetinin farklı olmasını gerekçe göstererek burada vakf
yapılmasını veya vasl yapılacaksa “ۢ ” َﻣ ْﺮﻗَ ِﺪﻧ َ ۔ﺎkelimesinde sekte yapılmasını
nakletmiştir.529 Zira vasl durumunda “”ﻫ َﺬﺍ
lafzı, öncesindeki “ۢ ”ﻣ ْﺮﻗَ ِﺪﻧ َ ۔ﺎ
ٰ
َ
kelimesinin sıfatı olarak vehmedilebilir. Böyle bir i‘rab ihtimali ise âyetin
anlamı açısından doğru değildir. Görüldüğü üzere ilgili yerde vasl yapılması
durumunda iki kelime arasında sıfat-mevsûf şeklinde lafız ve anlam irtibatının
oluşması ihtimali, vakfın ya da vasl durumunda sektenin gerekçesi olarak
tayin edilmiştir.530 Böyle bir değişikliğin oluşmaması için aidiyeti farklı olan
iki cümlenin vakf ile ayrılması tercihe şayan olarak değerlendirilebilir.531 Bununla beraber sektenin uygulanması şartıyla vasl yapılması da uygundur.
2.1.3. Kıyâme 75/27
ٍ َ ﴿ َﻭ ۪ﻗﻴ َﻞ َﻣ ۔ ْﻦ ﺭâyetinde “”ﻣ ْﻦ
Hafs rivayetine göre ﴾ ۙ�ﻕ
َ lafzında sekte yapılması
gerekir.532 Buradaki sekte, nefesin hapsedilmesi suretiyle kısa bir süreliğine
Nehhâs, İ‘râbu’l-Kur’ân, 825; Ukberî, et-Tibyân, 2/671; Ferrâ, Me’âni’l-Kur’ân, 2/380;
Zeccâc, Me’âni’l-Kur’ân, 4/290-291; Secâvendî, ‘Aynü’l-me‘ânî, vr. 314a; Nesefî,
Medârikü’t-tenzîl, 3/107; Semîn el-Halebî, ed-Dürrü’l-masûn, 9/275-276; Sâfî, el-Cedvel,
12/20.
528 İbnu’l-Enbârî, Kitâbu Îzahi’l-vakf ve’l-ibtidâ, 2/853; Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 581; Dâni,
el-Muktefâ, 195; Ammânî, el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti sûreti’l-Mâide ilâ
âhiri süreti’n-Nâs), 596; Secâvendî, ‘İlelu’l-vukûf, 3/848; Ensârî, el-Maksıd, 641; Uşmûnî,
Menârü’l-hüdâ, 641.
529 Nehhâs, el-Kat‘ ve’l-i’tinâf, 581; Semîn el-Halebî, ed-Dürrü’l-masûn, 7/434.
530 Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/55; Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr,
1/426; Dimyâtî, İthâf, 2/209, 402.
531 Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566.
532 Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 599; Şâtıbî, Hirzu’l-emânî, 66; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/393-394.
527
149
MUSHAFLARDA ALAMETLER
“”ﻣ ْﻦ
َ lafzında tilâvetin durdurulması ve akabinde “ ” َﺭ� ٍﻕkelimesi ile okumaya
devam edilmesi şeklinde uygulanmaktadır.533
Ehlince malum olduğu üzere Kur’an tilâvetinde tenvîn ya da sakin bir nûn
harfinden sonra “lâm” veya “râ” harflerinden birinin gelmesi durumunda ilk
harf ikinci harfe dönüştürülüp şeddeli olarak okunmaktadır (idğam bilâ
gunne).534 Dolayısıyla “”ﻣ ْﻦ َﺭ� ٍﻕ
َ ifadesi de bu kurala göre idğam ile “merrâk”
ٍ � ) َﻣﺮşeklinde okunmalıdır. Nitekim Hafs’ın haricindeki diğer kıraat imam(�ﻕ
ları, bu kelimeyi, sekteye konu olan yerde vasl ve idğam ile okumaktadır.535
Örneğin Ebû Amr kıraatının esas alındığı İbnü’l-Bevvâb mushafında söz konusu yerde sekte bulunmadığı için özel bir işaret kullanılmadığı gibi
müdğamun fîh olan “râ” ( )ﺭharfinde idğâma şedde ile işaret edilmiştir.536
(Kıyame 75/27)
ٍ � ) َﻣﺮşekDiğer taraftan ilgili yerde idğam yapılması neticesinde iki lafzın (�ﻕ
linde tek bir kelime gibi düşünülebileceği gerekçesiyle ilgili yerde özellikle
sekte yapılması gerekli görülmüştür.537 Dolayısıyla sekte vesilesiyle bahsi geçen lafız değişikliği engellenmiş olur. Bu münasebetle tekrar belirtilmelidir ki
Hafs’ın uygulamakta olduğu her bir sekte, zikri geçen gerekçeye bağlı olmaksızın sadece rivayete istinaden yapılmaktadır.538 Zira detaylı bir araştırma yapıldığı takdirde idğam neticesinde lafız değişikliği ihtimali bulunan
Kur’an’daki başka yerlerin sekteye mahal kılınmaması da kanaatimizce böyle
bir yorumun teyidi olarak düşünülebilir. Buna göre Hafs’ın rivayetinin esas
alındığı bir tilâvette rivayete istinaden ilgili yerde sektenin tatbikinin önem arz
ettiği söylenebilir.
İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 661.
Çetin, Kur’an Okuma Esasları, 174; Pakdil, Ta‘lim Tecvid ve Kıraat, 183.
535 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 661; Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 600.
536 Özdirek, İbnü’l-Bevvâb Mushafı ve İmlâ Yapısı, 62.
537 Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/55; Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566; İbnü’l-Cezerî, enNeşr,
1/426; Dimyâtî, İthâf, 2/209, 574.
538 Ebû Şâme, İbrâzu’l-me‘ânî, 566.
533
534
150
MUSHAFLARDA ALAMETLER
2.1.4. Mutaffifîn 83/14
ِ ُ�ﻥ َﻋ ٰ� ُﻗﻠ
﴾ ﻮﻥ
َ ﻮ� ِ ْﻢ َﻣﺎ ﻛَﺎﻧُﻮ� ﻳ َ ْﻜ ِﺴ ُﺒ
َ ﴿ ﻛَ �ﻼ ﺑ َ ۔ ْﻞ َﺭâyetinde “�ﻥ
َ ”ﺑ َ ۔ ْﻞ َﺭifadesini, Hafs’ın hari-
cindeki diğer kıraat imamları, yukarıda belirtilen kural gereği idğam ile
539
“berrâne” (�ﻥ
َ َ )ﺑ َ ّﺮşeklinde okumuştur. Hafs ise “ ”ﺑ َ ْﻞlafzında nefesi tutmak
suretiyle tilâvetin kısa bir süreliğine durdurulması ve akabinde “ ” َﺭ� َﻥkelimesi
ile okumaya devam edilmesi şeklinde sekte yapmaktadır.540 Rivayete istinaden uygulanmakta olan bu sektenin gerekçesi ise yukarıdaki örnekte olduğu
gibi “lâm” harfinin “râ” harfine idğam edilmesi neticesinde “berrâne” şeklinde
tek bir kelime gibi vehmedilmesidir.541 İlgili yerde vakf yapılması uygun olmadığına göre Hafs’ın rivayetinin esas alındığı bir tilâvette rivayete istinaden
sektenin gerekli olduğuna hükmedilebilir.
2.2. İmâle
Kıraat ilminde “İmâle” ( )ﺍَ ْﻻِ َﻣﺎﻟ َﺔkavramı, elif’in yâ harfine veya fethanın
kesreye meylettirilerek yâ harfine veya kesreye yakın bir telaffuzla okunması
anlamına gelir. Fethanın kesreye meyli esnasında fethaya yakın telaffuz edilmesi “imâle-i suğrâ (veya taklîl / beyne beyne)”, kesreye yakın telaffuz edilmesi ise “imâle-i kübra” olarak isimlendirilmektedir.542
Kûfe’nin Hamza, Kisâi ve Halef olmak üzere diğer kıraat imamlarında
imâle ile okuyuş yaygın olmasına rağmen543 Hafs rivâyetinde sadece Hûd
11/41 âyetindeki َﻣ ْﺠ � ٰﺮ�َﺎkelimesinde imâleli (imâle-i kübrâ) okuyuş vardır.544
İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 675-676; Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 599-600; Şâtıbî, Hirzu’lemânî, 66; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/399.
540 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 675-676.
541 Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 2/55; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/426; Dimyâtî, İthâf, 2/209,
596.
542 İbn Tahhân el-Endülüsî, Mürşidü’l-kâri’ ilâ tahkiki me‘âlimi’l-mekâri’, thk. Hâtim Salih edDâmin (Birleşik Arap Emirlikleri: Mektebetü’s-Sahâbe, 2007), 72-73; el-Cermî, Mu‘cemu
‘ulûmi’l-Kur’an, 49-51; el-Hafeyân, Eşheru’l-mustalahât fî fenni’l-edâ ve ‘ilmi’l-kırâat,
230; Ali Muhammed ed-Dabba‘, el-İdâe fî beyâni usûli’l-kırâe, (Mısır: el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1999), 28; Ahmed b. Ömer b. Muhammed b. Ebi’r-Rıza el-Hamevî, el-Kavâid ve’lişârât fî usûli’l-kırâât, thk. Abdulkerîm b. Muhammed el-Hasen Bekkâr (Dımaşk: Dâru’lKalem, 1986), 50; Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât, 37; Temel, Kırâat ve Tecvid Istılahları,
91-92; Fırat, Tecvîd ve Kıraat İlmi Terimleri Sözlüğü, 52.
543 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 2/30-40.
544 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 333; Dânî, Câmi‘u’l-beyân, 553; Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf,
2/528; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/288; Dimyâtî, İthâf, 2/125.
539
151
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Buna göre Hafs rivayeti itibarıyla sadece bu kelimede imâle yapılması Hafs
rivayetinin bir hususiyeti olarak değerlendirilebilir.
۪
Hafs rivayetinin esas alındığı Türkiye Mushaflarında “ ِ�ﺍ
� � ِﻢ
ْ َﻭﻗَﺎ َﻝ
ْ ِ ﺍﺭﻛَﺒُﻮ� ﻓﻴﻬَﺎ
ۜ ” َﻣ ْﺠ � ٰﺮ�َﺎ َﻭ ُﻣ ْﺮ ٰﺳﻴﻬَﺎâyetinde görüleceği üzere “”ﻣ ْﺠ � ٰﺮ�َﺎ
َ kelimesinin altına ilave edilen “( ”ﺍِ َﻣﺎﻟ َﺔimâle) ifadesi ile bu duruma işaret edilmiş ve böylece bu kelimenin
Hafs rivayetindeki telaffuz keyfiyeti hatırlatılmıştır. Buna göre ilgili kelime,
“râ” harfinin fethası kesreye meyilli bir şekilde, kesre ile okumamaya dikkat
edilerek, okunmalıdır. Ehlinin de malumu olduğu üzere anlatılan telaffuzun
keyfiyetinin, fem-i muhsin bir rehber nezaretinde talim edilmesinin önemi burada hatırlatılması gereken bir husustur.
2.3. İdğâm
Hafs rivayetinin esas alındığı Türkiye’deki mushaflarda ﴾ � ﺗ َ ْﺠﺮ۪ﻱ ِ� ِ ْﻢ ۪� َﻣ ْﻮ ٍﺝ
َ ِ َﻭ
545
ِ
۪�ﻦ
َ َﺍﺑﻨَ ُﻪ َﻭﻛ
َ ﺐ َﻣﻌَﻨَﺎ َﻭ َﻻ ﺗَﻜُ ْﻦ َﻣﻊَ ﺍ ْ�ﻜَﺎﻓﺮ
ْ ��َ ُﺎﻥ ۪� َﻣ ْﻌﺰِ ٍﻝ ﻳَﺎ ﺑ
ْ ۨ ﻮﺡ
ْ
ٌ ُ ﴿ ﻛَﺎ ْﻟ ِﺠﺒَﺎ ِﻝ َﻭﻧَﺎ ٰﺩﻯ ﻧâyetinde “ﺐ
ْ � َﺍﺭﻛ
ْ � َ”ﺍﺭﻛ
kelimesinin altında “( ”ﺍﺩﻏﺎﻡidğâm) ifadesine yer verilmiştir. Bilindiği üzere
Kur’an tilâvetinde, aynı iki harfin (mütemasil) veya mahreçleri bir, sıfatları
farklı olan iki harfin (mütecânis) ya da mahreç veya sıfat yakınlığı bulunan iki
harfin (mütekarib) peşpeşe gelmesi durumunda ilk harfin ikincisine dönüştürülerek şeddeli bir harf gibi okunmasına idğam denilmektedir.546 Buna göre
idğâm-ı misleyn, idğâm-ı mütecâniseyn ve idğâm-ı mütekaribeyn şeklinde
isimlendirilen idğam çeşitleri oluşmaktadır. İdğam konusu, tam idğâm – nâkıs
idğâm veya idğâm-ı kebîr – idğâm-ı sağîr gibi ya da idğâm-ı şemsiyye – izhârı kameriyye veya idğâm ma‘a’l-ğunne – idğâm bilâ ğunne gibi tecvid ilminde
daha farklı birçok detayı bulunan bir konudur.547
İdğam ile ilgili söz konusu detaylara girmeksizin “ﺐ َﻣﻌَﻨَﺎ
ْ ��َ ُ ”ﻳَﺎ ﺑifadesinْ � َﺍﺭﻛ
deki idğamın izahı ile yetinilecektir. Bu itibarla sıfatları farklı, mahreçleri aynı
olan mütecânis “bâ” ve “mîm” harfleri, birincisi sakin ikincisi harekeli olmak
Hûd 11/42.
İbn Tahhân, Mürşidü’l-kâri’ ilâ tahkiki me‘âlimi’l-mekâri’, 65; Cermî, Mu‘cemu ‘ulûmi’lKur’an, 20; Hamevî, el-Kavâid ve’l-işârât fî usûli’l-kırâât, 44.
547 Bk. Çetin, Kur’ân Okuma Esasları, 231-242; Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, 85-88,
131, 132, 134, 156, 169; Pakdil, Ta‘lim Tecvid ve Kıraat, 175-195; Fırat, Tecvîd ve Kıraat
İlmi Terimleri Sözlüğü, 35-37.
545
546
152
MUSHAFLARDA ALAMETLER
üzere peşpeşe geldiği için idğâm-ı mütecâniseyn yapılarak “ﺍﺭﻛَ ّ َﻤﻌَﻨَﺎ
ْ ��َ ُ ”ﻳَﺎ ﺑşek-
linde şeddeli mim ile okunmaktadır. “Bâ” harfi “mîm” harfine mahreci ve sıfatları ile tam olarak dönüştüğü için burada tam idğâm548 söz konusudur. Bununla beraber Uleymî tarikinden Şu‘be, Amr b. es-Sabbah tarikinden de Hafs
bu kelimeyi izhâr ile okumakta ise de Âsım kıraatında bu kelimenin idğam ile
okunması daha yaygındır.549 Bu itibarla Âsım’ın ilgili kelimeyi izhâr ve idğâm
şeklinde iki vecihle de okuduğu anlaşılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de “bâ” ve “mîm” harfinin idğâm edilmesine örnek olarak
gösterilebilecek yegâne yer burasıdır. Kıraat imamları içerisinde İbn Kesîr,
Ebû Amr, Âsım, Kisâî ve Yakub’un tercihi de bu kelimenin idğamlı olarak
okunması yönündedir.550
2.4. İşmâm
Kıraat ve tecvid ıstılahında üç farklı işmâm türünden bahsedilmektedir:551 Birincisi, örneğin İmam Hamza’ya göre “( ”ﺍﻟﺼﺮ�ﻁes-Sırât) kelimesinin “( ”ﺍﻟﺰﺭ�ﻁez-
Zırât) olarak okunması gibi “sâd” harfinin “zây” harfine dönüştürülmesi şeklinde
harfte yapılan işmâmdır.552 İkincisi, bazı kıraat imamlarına göre örneğin ﻗﻴﻞkeli-
mesindeki “kâf” harfinin esresinin ötreye meylettirilerek okunması şeklinde harekede yapılan işmâmdır.553 Üçüncüsü ise bizim özellikle üzerinde duracağımız
işmâm türüdür. Bu işmâm, “harfin sükûnundan sonra ötreye işaret etmek üzere
sessiz bir şekilde sadece dudakların ileriye doğru büzülerek toplanması”554 şeklinde tarif edilmiştir.555 Medd-i Ârız bahsinde, vakf dolayısıyla oluşan ârızî
İdğâm-ı tam: İdğâma konu olan bir kelimede ilk harfin (müdğam) ikinci harfe (müdğamun
fîh) idğam edilmesi sürecinde mahreç ve sıfatlar açısından ikinci harfe tam dönüşüm olması
durumudur. Aksi durumda ise idğâm-ı nâkıs söz konusudur. Bk. Çetin, Kur’ân Okuma Esasları, 234-235; Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, 134, 156; Pakdil, Ta‘lim Tecvid ve Kıraat,
177-179.
549 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 2/11; Tevfîk İbrahim Damra, Ahsenü’l-beyân şerhu turuki’t-Tayyibe
bi rivayeti Hafs b. Süleymân, (Ürdün: Mektebetü’l-Vataniyye, 2006), 45.
550 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/11; Dimyâtî, İthâf, 2/126; Abdulfettâh el-Pâluvî, Zübdetü’l-irfân,
(İstanbul: Hilal Yayınları, ts.), 70; Cermî, Mu‘cemu ‘ulûmi’l-Kur’an, 27.
551 Örneğin bk. el-Hafeyân, Eşheru’l-mustalahât fî fenni’l-edâ ve ‘ilmi’l-kırâat, 233-234; Temel, Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ, 177-179.
552 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 105; Dimyâtî, İthâf, 1/365.
553 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 141; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/208; Dimyâtî, İthâf, 1/378-379.
554 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/121; el-Hafeyân, Eşheru’l-mustalahât fî fenni’l-edâ ve ‘ilmi’lkırâat, 233; Devserî, Mu‘cemu’l-mustalahât fî ‘ilmeyi’t-tecvîd ve’l-kırâât, 31.
555 Bahsi geçen işmâm türlerindeki okuyuş keyfiyetlerinin sıhhati için fem-i muhsin bir öğreticiden öğrenilmesi gerektiği hatırlatılmalıdır.
548
153
MUSHAFLARDA ALAMETLER
sükûnun asıl harekesinin ötre olması durumunda uygulanan da işmâmın bu türüdür.556 Ancak bu çalışmanın kapsamı, Türkiye’deki mushaflar üzerinden Kur’an
okuyan bir kimsenin karşılaşabileceği vakf alametleri ve tilâveti ilgilendiren diğer
işaret ve ifadeler olduğu için burada sadece Yûsuf 12/11’deki “ ” َﻻ ﺗَ ْﺄ َﻣ �ﻨ�ﺎkelimesin-
deki işmâmın tahlili ile yetinilecektir.
Bilindiği üzere “ ” َﻻ ﺗ َ ْﺄ َﻣ �ﻨ �ﺎkelimesinin aslı, “ ”ﻻ َ ﺗ َ ْﺄ َﻣ ُﻨﻨَﺎşeklinde iki nûn harfin-
den oluşmaktadır. Her ikisi de harekeli olan bu harfler, idğam yapılarak (idğâm-ı kebîr) şeddeli bir nûn gibi okunmaktadır. Bu itibarla resm-i Osmânî kaidesi mucibince zikri geçen kelimenin mushaflardaki yazılışı da şeddelidir. Bu
iki nûn harfinin idğamı hususunda kıraat imamlarının ittifakı bulunmakta iken
idğamın telaffuzu hususunda ise imamlar arasında ihtilaf söz konusudur. Nitekim Ebû Cafer dışındaki diğer kıraat imamları, bu kelimede idğamla birlikte
revm veya idğamla birlikte işmâm yapmaktadır.557 Buna göre Âsım’ın da içerisinde bulunduğu kıraat imamlarının ekseriyeti bu kelimeyi idğamlı ve işmâm
yaparak okumaktadır.558 Buradaki işmâmın uygulaması, kelimedeki idğamın/şeddenin tatbiki esnasında bu kelimenin aslındaki birinci “nûn” harfinin
ötresine dudak hareketiyle işaret edilmesi şeklindedir.559
Âsım’ın tercih ettiği işmâm veçhinin bir yansıması olarak Hafs rivayetinin
esas alındığı mushaflarda ilgili kelime üzerinde ya da altında Kur’an okuyucusunun bu hususa dikkatini çeken bir kısım işaretlere ya da ifadelere yer verilmiştir. Mesela Sûud-i Arabistan’da basılan “Medine Mushafı” ismi ile maruf mushafta, işmâm yapılması gereken harfin üzerinde kalın bir nokta bulunmakta iken Türkiye’deki mushaflarda ise ilgili kelimenin altında “”ﺍﺷﻤﺎﻡ
(işmâm) ifadesi vardır.
2.5. Teshîl
Âsım kıraatında hemzenin genelde tahkik ile okunduğu, teshilin yaygın olmadığı belirtilmelidir. Bu itibarla Âsım (Şu‘be ile Hafs) sadece ٰﺍٓﻟﺬ�� ََﺮ ْ� ِﻦ560,
ٓ 561 ve ٰﺍ ٓ ْﻟ ٰ�ــــﻦ562 kelimelerinde diğer kıraat imamları gibi ikinci vecih olarak
َ
ُ�� ٰﺍ
Dimyâtî, İthâf, 1/314.
İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/303-304.
558 İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 345; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 1/303-304; Dimyâtî, İthâf, 2/141.
559 Cermî, Mu‘cemu ‘ulûmi’l-Kur’an, 37.
560 En‘am 6/143, 144.
561 Yûnus 10/59, en-Neml 27/59.
562 Yûnus 10/51, 91.
556
557
154
MUSHAFLARDA ALAMETLER
teshil yapmaktadır.563 Bu üç kelimenin haricinde Şu‘be’nin ikinci hemzesini
tahkik ile okuduğu �ِ� ﺀَ �ﺍَ ْﻋ َﺠkelimesini564 Hafs teshil ile okumaktadır.565
Hafs rivayetine göre teshîlin uygulandığı tek yer ﴾ َﻭﻟ َْﻮ َﺟﻌَ ْﻠ َﻨـﺎﻩُ ﻗُ ْﺮ�ٰﻧـً ﺎ ﺍَ ْﻋ َﺠ ِﻤﻴـ� ﺎ
566
567
ۜ�
ُ ﺖ ٰﺍ َﻳــ
ْ ﴿ ﻟ ََﻘــﺎﻟُﻮ� ﻟ َْﻮ َﻻ ﻓُ ِ ّﺼــ ـ َﻠــâyetindeki “ �ِ� ” ﺀَ �ﺍَ ْﻋ َﺠـkelimesidir.
� ِ َﺎﺗــﻪُ ۜ ﺀَ �ﺍَ ْﻋ َﺠـ�ِ� َﻭ َﻋﺮ
Dolayısıyla Hafs’ın sadece bir yerde uyguladığı teshil, Hafs rivayetinin bir
özelliği olarak görülebilir. Kıraat ve tecvid literatüründe “teshîl”; hemzenin,
hemze ile hemzenin harekesi cinsinden olan med harfi arasında okunmasını
ifade etmektedir. Buna göre “ �ِ� ” ﺀَ �ﺍَ ْﻋ َﺠkelimesinde ikinci hemzenin teshîli şu
şekildedir: Bu hemze, hemze ile hemzenin harekesi cinsinden olan med harfi
arasında yani hemze ile elif arasında bir ses ile okunmalıdır.568 Teshîlin tatbiki
esnasında hemzenin, “he” harfine dönüştürülmemesine özellikle dikkat edilmelidir.569 Ehlinin de malumu olduğu üzere anlatılan telaffuzun keyfiyetinin,
fem-i muhsin bir rehber nezaretinde talim edilmesinin önemi burada hatırlatılması gereken bir husustur.
2.6. “Sâd” Harfinin Altına İlave Edilen “Sîn” Harfi
Hafs rivayetinin esas alındığı ülkemiz mushaflarında Bakara 2/245’deki
“ۖ ﻂ
ُ ”ﻭ� َ ْﺒ ۣ ُﺼ
َ kelimesinde ve A‘râf 7/69’daki “ۚ ً ”ﺑ َ ۣ ْﺼﻄَﺔkelimesinde “sâd” harfinin altına “sîn” ( )ﺱharfinin ilave edilmiş olduğu görülmektedir. Resm-i Osmânî
gereği “sâd” harfi ile yazılan570 bu kelimelerin altına ilave edilen “sîn” harfi,
Kur’an okuyucusuna, “sâd” harfi ile yazılan bu kelimenin “sîn” harfi ile okunması gerektiğini hatırlatmaktadır. Zira söz konusu iki kelime, bazı kıraat
İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/377.
Fussilet 41/44.
565 İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/366.
566 el-Fussilet 41/44.
567 Hafeyân, Eşheru’l-mustalahât fî fenni’l-edâ ve ‘ilmi’l-kırâat, 231; Cermî, Mu‘cemu
‘ulûmi’l-Kur’an, 93.
568 Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, 165; Fırat, Tecvîd ve Kıraat İlmi Terimleri Sözlüğü, 79;
Dabba‘, el-İdâe, 23.
569 Dabba‘, el-İdâe, 24.
570 Ebû Amr Osman b. Saîd ed-Dânî, el-Mukni‘ fî resmi mesâhifi’l-emsâr, thk. Muhammed
Sadık Kamhâvî (Kahire: Mektebetü’l-Külliyât, h.1431), 88, 89. Bununla beraber aynı keliﻳﺒﺴﻂ
meler başka yerlerde “sîn” harfi ile yazılmıştır. Örneğin bk. Şûrâ 42/12: ٓﺎﺀ
َ َ ﺍﻟﺮِ ْﺯ َﻕ ﻟِﻤَ ْﻦ
ُ �
ّ ُ ُ َْ
ۜ َﻭ� َ ْﻘ ِﺪ ُﺭ, Bakara 2/247: ۜ�ﻄَﺔ ً ِ� ﺍﻟْﻌِ ْﻠ ِﻢ َﻭ� ْﻟ ِﺠ ْﺴ ِﻢ
ْ َ َﻭﺯَﺍﺩَ ُﻩ.
563
564
155
MUSHAFLARDA ALAMETLER
imamlarına göre “sâd” harfi ile okunmakta iken bazılarına göre ise “sîn” harfi
ile okunmaktadır. Hafs rivayetinde Teysîr/Şâtıbiyye tarikinde sadece “sîn”
harfi ile okunurken Tayyibe tarikinde ise Amr b. Sabbâh tarikine göre “sâd”
harfi ile, Ubeyd b. Sabbâh tarikine göre “sîn” harfi ile olmak üzere iki şekilde
okunduğu belirtilmiştir.571 Bununla beraber Hafs rivayetinde mukaddem vecih
olarak ( )ﺱharfi ile okunması yaygındır.572
Bilinmelidir ki zikri geçen iki kelimenin asıllarında var olan “sîn” harfi,
kendisinden sonra gelen isti‘lâ sıfatlı “tâ” harfi nedeniyle “sâd” harfine ibdal
edilmiştir.573 Buna göre ülkemizdeki Mushaflarda söz konusu kelimelerdeki
“sâd” harfinin altına “sîn” harfi ilave edilmek suretiyle hem kelimenin aslına
işaret edilmiş ve hem de bu kelimelerin “sîn” harfi ile okunmasının Hafs için
mukaddem vecih olduğu belirtilmiş olur. Medine Mushafı ismi ile maruf
Suud-i Arabistan’da basılan mushafta “sîn” harfi özellikle “sâd” harfinin üstüne konulmuştur. Böylece Teysîr/Şâtıbiyye tarikine göre Hafs rivayetinde
söz konusu iki kelimenin sadece “sîn” harfi ile okunduğuna ve mukaddem
vechin “sîn” harfi ile okunması olduğuna işaret edilmek istenmiştir.
Tûr 52/37’deki “ۜ ﻭﻥ
َ ”ﺍ ْﻟ ُﻤ َﺼ ْﻴ ِﻄ ُﺮkelimesi ile Gâşiye 88/22’deki “ۙ ٍ ”ﺑ ِ ُﻤ َﺼ ْﻴ ِﻄﺮkeli-
mesinde bulunan “sâd” harfleri de bu bağlamda zikre değerdir. Hafs rivayetinde bu iki kelime, Amr b. es-Sabbâh tarikinde “sîn” harfi ile, Ubeyd b. esSabbâh tarikinde ise “sâd” harfi ile olmak üzere iki vecihle okunmaktadır.574
Tûr 52/37’deki “ۜ ﻭﻥ
َ ”ﺍ ْﻟ ُﻤ َﺼ ْﻴ ِﻄ ُﺮkelimesinde mukaddem vecih, “sâd” harfi ile
okunmasıdır. Bu nedenledir ki ülkemiz Mushaflarında bu kelimenin “sîn”
harfi ile de okunabileceğini belirtmek için herhangi bir ilaveye yer verilmemiştir. Medine mushafında ise mukaddem olmayan ikinci veche yani “sîn”
harfi ile okunabildiğine de işaret edilmiştir. Ancak bu kelimenin “sâd” harfi
ile okunmasının mukaddem vecih olduğunu belirtmek için “sîn” harfi, özellikle “sâd” harfinin altına konulmuştur.575 Gâşiye 88/22’deki “ۙ ٍ ”ﺑ ِ ُﻤ َﺼ ْﻴ ِﻄﺮkelime-
sinde ise sadece “sâd” harfi ile okunması yönünde tercihte bulunulduğu576 için
iki mushafta da herhangi bir ilaveye yer verilmemiştir.
İbn Mücâhid, Kitâbu’s-Seb‘a, 185-186; Ebû Amr Osman b. Saîd ed-Dânî, et-Teysîr fi’lkırââti’s-seb‘, thk. Halef b. Hamûd b. Sâlim eş-Şağdelî (Suud-i Arabistan: Dâru'l-Endülüs,
2015), 296; Şâtıbî, Hirzu’l-emânî, 41; Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Keşf, 1/302; Ebu’l-Hasan Alemüddin Ali b. Muhammed es-Sehâvî, Fethu’l-vasîd fî şerhi’l-Kasîd, thk. Mevlâ Muhammed
el-İdrîsî et-Tâhirî (Riyâd: Mektebetü’r-Rüşd, 2002), 4/723; İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/228229; Dimyâtî, İthâf, 1/444; Damra, Ahsenü’l-beyan, 45.
572 Pâluvî, Zübdetü’l-irfân, 36, 60.
573 Ukberî, et-Tibyân, 1/147.
574 İbnu’l-Cezerî, en-Neşr, 2/378. Dânî, et-Teysîr, 519; Pâluvî, Zübdetü’l-irfân, 129.
575 Bk. Mushaf-ı Şerîf, (Medine Mushafı), s. ﻭ.
576 Dânî, et-Teysîr, 551; Pâluvî, Zübdetü’l-irfân, 144.
571
156
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Görüldüğü üzere “sîn” harfi ile okunması mukaddem vecih olduğunda Türkiye’deki Mushaflarda “sîn” harfi “sâd” harfinin altına yazılmış, Medine mushafında ise “sâd” harfinin üstüne yazılmıştır. “Sîn” harfi mukaddem vecih değilse Türkiye Mushaflarında kelimenin “sâd” harfi ile yazılmış olması ile yetinilmiş ve “sîn” harfi ile de okunabileceğine işaret edilmemiştir. Medine mushafında ise mukaddem olmayan ikinci veçhe de işaret etmek üzere “sâd” harfinin altına “sin” harfi eklenmiştir. Dolayısıyla “sîn” harfi ile okunması mukaddem vecih olduğunda Medine mushafında “sâd” harfinin üstüne, mukaddem vecih olmadığında ise altına ilave edilmiştir. Bu yönüyle iki mushafta
uygulama farklılığı söz konusudur.
3. Tilâvet ile İlgili Diğer Bazı Alametler
Türkiye Mushafları özelinde yapılan çalışmamızın bu kısmında bazı kelimelerin medli ve kasr ile okunması gerektiğine işaret eden “med”, “kasr” ilaveleri ve bazı kelimelerin vasl durumundaki okuyuş keyfiyetini belirtmek için
konulan “vasl nunu” ilavesi değerlendirilmiştir.
3.1. Med ( )ﻣﺪve Kasr ()ﻗﺼﺮ
Kur’ân-ı Kerîm’de bazı kelimelerde resm-i Osmânî gereği med harfi bulunmadığı halde uzatılması gereken yerler vardır. Bu sebeple özellikle böyle
bir kelimeye aşina olmayan okuyucuların tilâvet hatasını önlemek maksadıyla
uzatılması gereken harfin altına ülkemiz mushaflarında “med” ( )ﻣﺪifadesi eklenmiştir. Nitekim incelediğimiz mushaflarda tespit edebildiğimiz kadarıyla
bu şekilde 50’den fazla sayıda farklı kelime olmak üzere takriben 236 yerde
bu tür kelimelerin olduğu görülmektedir. Örneğin Bakara sûresindeki
577
580
581
582
583
“”ﻣ ْﺴﺘَ ْﻬﺰِ ُﺅ َ۫ﻥ
, “�۪۫ ”ﺍَ ْﻧ ِﺒ ُﺆ578, “”ﺍُﻭ ِ۫ﻑ579, “۫”ﻭﺑ َ ٓﺎ ُﺅ
, “�۫
ٌ ”ﻟ ََﺮ ُﺅ, “ ”ﺗ َ َ� � ُﺅ۫ﺍ,
َ
ُ
َ ِ ”ﺍُﻭ, “۫ﻑ
587
584
586
“”ﺭ ُﺅ َ۫ﺱ
kelimelerinde görüldüğü üzere medli
, “ ۫” ﻓَٓﺎ ُﺅ585, “ُﺍﻭ۫ﺩ
َ
ُ
ُ َ ”ﺩ, “”ﻭ َﻻ ﻳ َ ُﺆ۫ﺩُ ُﻩ
el-Bakara 2/14.
el-Bakara 2/31.
579 el-Bakara 2/40.
580 el-Bakara 2/61, 90.
581 el-Bakara 2/136, 144, 145, 213, 269.
582 el-Bakara 2/143, 207.
583 el-Bakara 2/167.
584 el-Bakara 2/196, 279.
585 el-Bakara 2/226.
586 el-Bakara 2/251.
587 el-Bakara 2/255.
577
578
157
MUSHAFLARDA ALAMETLER
okunması gereken harflerin altına “med” ifadesi ilave edilmiştir. Buna göre
ülkemiz mushafları üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin bu gibi yerlerde
medli okumaları gerektiği hatırlatılmıştır.
Hafs rivayetine göre Furkan 25/69’daki “ ” ۪ﻓﻴ ۪ﻪifadesindeki zamirin uzatıl-
ması gerektiğine işaret etmek üzere bazı mushaflarda zamirin altında ayrıca
“med” ilavesine yer verilmiş olması da bu bağlamda değerlendirilebilir. Bilindiği üzere hâ-i kinâye olarak isimlendirilen müfred müzekker gâib zamirinin
harekesi ve vasl esnasında sıla/med veya kasr ile okunması hususu kıraat
imamları arasında ihtilaflıdır. Sonrasında harekeli harf bulunan hâ-i kinayenin
öncesinde sakin bir yâ harfi varsa vasl durumunda bu zamiri İbn Kesîr, med
harfi yâ ilavesiyle sıla ile okurken Âsım’ın da dahil olduğu diğer kıraat imamları ise sakin yâ’dan sonra gelen hâ-i kinâyeyi kesre ile ve sılasız okur. Bununla beraber Hafs, Furkan 25/69’daki “ ” ۪ﻓﻴ ۪ﻪzamirini genel kuralın aksine sıla
ile okumaktadır.588 Görüldüğü üzere İbn Kesîr’in sıla ile okuduğu hâ-i kinâye,
Hafs’ın sadece bir yerde sıla ile okuması hasebiyle ilgili yerde okuyucu doğru
bir tilâvet için “med” ilavesiyle uyarılmak istenmiştir.
Diğer taraftan bazı kelimelerde de med harfi bulunduğu halde uzatılmaması gereken bazı harfler de vardır. Bu sebeple ülkemiz mushafları üzerinden
Kur’an okuyan bir kimsenin bu yerlerde bulunan med harfini dikkate almaması ve ilgili harfi medli okumaması için bu tür yerlerin altına “kasr” ()ﻗﺼﺮ
ifadesi ilave edilmiştir. Nitekim incelediğimiz mushaflarda tespit edebildiğimiz kadarıyla 57 farklı kelime olmak üzere yaklaşık 500 yerde bu tür kelime590
589
,
lerin olduğu görülmektedir. Örneğin Bakara sûresinde; “ﻚ
َ ”ﺍُﻭ۬ﻟٰ ٓ ِﺌ, “”ﻫ ٓ ُﺆ َ ٓ۬ﻻ ِﺀ
ٰ
“” ٰﺍﺑ َ ٓﺎ ُﺅ ُ۬ﻫ ْﻢ591, “�ِ۬ ”ﺍُﻭ592, “”ﺍَ ْﻭﻟِﻴَ ٓﺎ ُﺅ ُ۬ﻫ ُﻢ593, “۬”ﺍَﻧَﺎ594 kelimelerinde med harfi olduğu halde
uzatılmaması gereken harflerin altında görüldüğü üzere “kasr” ifadesine yer
verilmiştir. Dolayısıyla bu ifadelerin yer aldığı kelimenin tilâvetinde ilgili harfin medsiz okunması gerektiği hatırlatılmış olur.
İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1/305.
el-Bakara 2/5, 16, 36, 82, 86, 114, 121, 157, 159, 160, 161, 174, 175, 177, 202, 217, 218,
221, 229, 257, 275.
590 el-Bakara 2/31, 85.
591 el-Bakara 2/170.
592 el-Bakara 2/179, 197, 269.
593 el-Bakara 2/257.
594 el-Bakara 2/258.
588
589
158
MUSHAFLARDA ALAMETLER
3.2. Vasl Nûnu () ِﻥ
Türkiye’deki mushaflar üzerinden Kur’an okuyan bir kimsenin karşılaştığı
alametlerden birisi de bazı kelime altlarına yazılan “esreli küçük nûn harfidir
(”) ِﻥ. Tespitimize göre ülkemiz mushaflarında 33 yerde “esreli küçük nûn” ila-
vesine yer verilmiştir.595
Bilindiği üzere evvelinde hemze-i vasl596 bulunan kelimeler, öncesi ile vasl
yapılarak okunduğu takdirde bu hemzeler okunmamaktadır. Bu sebepledir ki
Medine Mushafında âyet sonlarında vasl esas alındığı için âyet evvelindeki
hemze-i vasıllara hareke verilmemiştir. Türkiye’deki mushaflarda ise vakf
esas alındığı için âyetlerin başındaki hemze-i vasıllar harekelenmiştir. Bununla beraber bu yerlerde vasl yapıldığı takdirde hemzelerin öncesindeki harfin harekesi üstün, esre veya ötre ise tilâvet buna göre icra edilmektedir. Mesela ülkemiz mushaflarında âyet sonlarında vakf esas alındığı için Fâtiha sûresinin üçüncü âyetinin (ۙ )ﺍَﻟﺮ� ْﺣ ٰﻤ ِﻦ ﺍﻟﺮ� ۪ﺣﻴ ِﻢevvelindeki hemze-i vasl ( )ﺍَﻟﺮ� ْﺣ ٰﻤ ِﻦgörüldüğü üzere harekelenmiş iken vasl yapılması gereken âyet içerisindeki hemzei vasl (ۙ )ﺍﻟﺮ� ۪ﺣﻴ ِﻢise harekelenmemiştir. Bu hemze-i vasılların öncesindeki harfler
harekeli olduğu için vasl yapıldığında hemze-i vasıl okunmaksızın öncesindeki harfin harekesine göre okuma yapılmaktadır.
Hemze-i vasl, tenvinli bir kelimeden sonra geldiği takdirde vasl esnasında
tenvindeki cezmli nûna esre takdir edilip hemze-i vasl okunmaksızın sonrasındaki harfe geçiş yapılmaktadır. Bu itibarla bu tür yerlerde vasl esnasında
tilâvetin doğru bir şekilde yapılabilmesi için ülkemizdeki mushaflarda tenvinin altına esreli küçük bir nûn harfi eklenmiştir. Vaslın nasıl yapılması gerektiğini hatırlatan bu ilave nûn harfinin bu sebeple “vasl nûnu” şeklinde isimlendirilmesi uygun görülebilir. Örneğin ﴾ ُﺍﺑﻨَﻪ
ْ ۨ ﻮﺡ
ٌ ُ� ﺗ َ ْﺠ ۪ﺮﻱ ِ� ِ ْﻢ ۪� َﻣ ْﻮ ٍﺝ ﻛَﺎ ْﻟ ِﺠﺒَﺎ ِﻝ َﻭﻧَﺎ ٰﺩﻯ ﻧ
َ ِ َﻭ
﴿ âyetinde597 “”ﺍﺑﻨَ ُﻪ
ْ kelimesinin evvelinde hemze-i vasl vardır. Burada vasl yapılması gerektiği için hemzeye hareke verilmemiştir. Ayrıca öncesinde tenvin
bulunduğu için vaslın doğru yapılabilmesi (ilgili kelimenin, “Nûhunibnehû”
şeklinde okunması gerektiğini hatırlatmak) için tenvinli harfin altına esreli bir
“vasl nûnu” eklenmiştir.
A’raf 7/8, 158, 164, 177; Tevbe 9/24, 30; Hûd 12/42, İbrahim 14/18, 26, Hicr 15/61, Nahl
16/87, Kehf 18/77, 88, Meryem 19/7, 61, Hacc 22/11, 11, 25, Mü’minûn 23/38, Furkan 25/4,
26, Şu‘arâ 26/105, 123, 160, Sebe’ 34/31, Saffat 37/6, Mümin 40/8, Câsiye 45/9, Hadîd
57/27, Cum‘a 62/11, Kıyâme 75/12, 30, Hümeze 104/1.
596 Hemze-i Vasl: Hemze ile başlayan kelimelerin evvelinde bulunan, yazıda mevcut, kendisiyle
başlanınca okunan ve fakat kendisinden önce harekeli bir harf gelince okunmayan hemzelere
denilir. Bk. Temel, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, 76.
597 Hûd 12/42.
595
159
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Diğer taraftan vakfın öncelikli olarak değerlendirildiği âyet sonlarında ise
vakf esas alındığı için böyle bir ilaveye yer verilmediği görülmektedir. Bununla beraber vasl yapıldığı takdirde ilgili yerin de bu şekilde okunması gerektiği hatırlatılmalıdır. Mesela İhlas sûresinin ikinci âyeti, evvelinde hemzei vasıl olan ُ�� َ ﺍlafzı ile başlamaktadır. Öncesindeki âyetin son harfi de ()ﺃ َ َﺣ ٌﺪ
tenvinlidir. Bu itibarla vasl yapıldığı takdirde tenvindeki cezimli nûna esre
takdir edilmesi ve “ehadunillâhu’s-samed” şeklinde okunması gerektiği belirtilmelidir.
Bu kapsamda öncesinde vakf yapılan hemze-i vaslın vasl durumunda ya da
öncesinde vasl yapılan hemze-i vaslın vakf durumunda nasıl okunması gerektiği hususu kanaatimizce bazı örnekler üzerinden zikredilmeye değerdir. Zira
bu tür yerlerde bazı okuyucuların hatalı okuyuşlarına rastlanılabilmektedir.
Örneğin Kâria ve Tekâsür sûrelerinin evvelindeki hemzeler, besmelede vaslın
nasıl yapılacağı açısından bazı meclislerde sınama amaçlı sorulabilmektedir.
Kâria sûresinin evvelindeki hemze (ۙ ُ)ﺍَ ْﻟ َﻘﺎﺭِ َﻋﺔ, vasl hemzesi olduğu için besmele
vasledildiğinde hemze-i vasl okunmazken Tekâsür sûresinin evvelindeki
hemze ()ﺍَ ْﻟ ٰﻬﻴﻜُ ُﻢ, kat‘ hemzesi olduğu için besmele vasledildiğinde de okunması
gerekir.
Ahkâf 46/4’deki �ﺃ
۪ ( ۪ﺍﻳ ُﺘaslı: �ﻮ
۪ )ﺍِ ْﺋ ُﺘkelimesi de vasl
َ fiilinin emir kipi olan �ﻮ
ِ
ِ
ٍ َﻮ� ﺑ ِ ِﻜﺘ
açısından güzel bir örnektir. Buna göre ﺎﺏ
۪ �ﺕ ۪ﺍﻳ ُﺘ
ۜ ﺍﻟﺴ ٰﻤ َﻮ
� �ِ ﺍَ ْﻡ ﻟ َُﻬ ْﻢ ﺷ ْﺮ ٌﻙâyetinde
�ﻮ
۪ ُ ۪ﺍﻳﺘfiilindeki hemze-i vaslın öncesinde vakf-ı mutlak alameti bulunduğu için
öncesinde vakf yapıldığında tüm kurra hemze-i vaslı okuyarak ve aslında var
olan hemzeyi (kat‘ hemzesi) telaffuzu kolaylaştırma adına i‘lâl kuralı gereği
yâ’ya ibdal ederek �ﻮ
۪ ۪ﺍﻳ ُﺘşeklinde ibtidâ yapmaktadır. Öncesinde vasl yapıldı-
ğında ise Hafs’ın da içerisinde bulunduğu bazı kıraat imamları hemze-i vaslı
hazfedip kelimenin aslında ilk harf olarak mevcut olan kat‘ hemzesini tilâvet
ِ َ ِ� ﺍﻟﺴﻤَﻮşeklinde okumaktadır.598
ِ ُ�ﺕ ﺍ ْﺋﺘ
etmek suretiyle �ﻮ
�
Bir diğer husus ise öncesinde vasl yapılmakta olan hemze-i vaslın, vakf
durumunda yani hemzeden ibtidâ yapılması durumunda nasıl okunması gerektiği ile ilgilidir. Örneğin ﻓَ ْﻠ ُﻴ َﺆ ِّﺩ ﺍﻟ ِ�ﺬﻱ ﺍ ْﺅﺗُ ِﻤ َﻦ ﺍَ َﻣﺎﻧَﺘَ ُﻪâyetindeki599 “ ”ﺍ ْﺅﺗُ ِﻤ َﻦkelimesi-
598
599
Dimyâtî, İthâf, 2/469.
Bakara 2/283.
160
MUSHAFLARDA ALAMETLER
nin öncesinde vakf yapıldığında bu kelimeyi tüm kurra, hemze-i vaslı okuyarak ve hemze-i vaslın sonrasında var olan kat‘ hemzesini ise telaffuzu kolaylaştırma adına i‘lâl kuralı gereği vâv’a ibdal ederek ﺍُﻭﺗُ ِﻤ َﻦşeklinde okumakta-
601
dır.600 Bir diğer örnek ise �۪ ﻮﻝ ﺍ ْﺋ َﺬ ْﻥ
ُ ﻳ َ ُﻘâyetindeki ﺍ ْﺋ َﺬ ْﻥkelimesinin öncesinde
vakf yapılıp sonrası ile ibtidâ yapıldığı takdirde hemze-i vaslın okunması ve
i‘lal kuralı gereği aslında var olan kat‘ hemzesinin de yâ’ya ibdal edilerek ﺍِﻳ َﺬ ْﻥ
şeklinde okunmasıdır.602
Dimyâtî, İthâf, 1/461.
Tevbe 9/49.
602 Dimyâtî, İthâf, 2/92.
600
601
161
SONUÇ
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan bazı mushaflar örnekliğinde
vakf alametlerinin ve tilâveti ilgilendiren diğer sembollerin/ilavelerin tespit,
tasnif ve tahliline yer veren araştırmamızın bir tarafında incelemeye medar
olan bazı mushaflar bulunmakta iken diğer tarafında ise söz konusu mushaflarda takip edilen vakf-ibtidâ sisteminin kaynak eseri olan ‘İlelu’l-vukûf vardır. Bu itibarla öncelikle söz konusu mushaflardaki vakf türleri ve bunların
yerleri belirlenmiş ve akabinde kaynak eserden de istifade edilerek her bir alametin örnek âyetler üzerinden anlaşılması hedeflenmiştir.
Araştırmanın nihayetinde vakf-ibtidâ çerçevesinde ulaşılan sonuçlar iki
maddede özetlenebilir:
1. İncelediğimiz mushaflarda Secâvendî’nin vakf tasnifi esas alındığı halde
söz konusu tasnifteki vakf türlerinin haricinde “Kâf”, “Kıf”, “Ayn” gibi harflerle gösterilen veya üçgen şeklinde üç noktadan (∴) oluşan bir alamet ile işaretlenen vakf-ı muânaka olarak bilinen daha farklı vakf türlerine de yer verilmiştir. Bu bağlamda “Kâf” ve “Kıf” alametlerinin, ’İlelu’l-vukûf’ta ilgili yerlerin değerlendirilmesi esnasında müellif tarafından kullanılan bazı ifadelerin
kısaltılmış hali olduğu söylenebilir.
İki farklı i‘rab ve anlam ihtimalinin bulunması hasebiyle vakfa uygun olarak değerlendirilen birbirine yakın iki vakf mahallinden birinde -tercih edilen
i‘rab ve anlama göre- vakfın diğerinde ise vaslın tercih edilmesi gerektiğini
belirten vakf-ı muânaka için de şöyle bir yorum yapılabilir. Tercih edilen i‘rab
takdirine göre bir yerde hem vakfın hem de vaslın uygun olabilmesinden hareketle vakf-ı muânaka ile vakf-ı câiz’in benzer vakf türleri olduğu belirtilebilir. Nitekim vakf-ı muânaka olarak tayin edilen yerler, ’İlelu’l-vukûf’tan incelendiğinde Secâvendî’nin değerlendirmelerinin de böyle bir yorumu elverişli kıldığı düşünülebilir. Bu yönüyle vakf-ı muânaka, vakf-ı câiz’in kapsamı
içerisinde alt derecede yer alan bir vakf türü şeklinde kabul edilebilir. Buna
göre Secâvendî’nin değerlendirmelerinden ilham alınarak geliştirilmiş vakf
türlerini temsil eden üç vakf alameti, onun vakf sistemi içerisinde addedilebilir. Bu noktada müellifin sarahaten belirttiği altılı vakf tasnifine göre vakf ala-
162
MUSHAFLARDA ALAMETLER
meti tayinine gidilmesi mümkün olan bu gibi yerlerde daha farklı vakf alametlerinin geliştirilmesi ve bunların mushaflarda tercih edilmesi neticesinde vakf
türlerinin ve alametlerinin sayısının çoğaltılması hususu ise kritik edilmesi gereken bir mesele olarak düşünülebilir.
2. Tespit edilen her bir vakf türü; Secâvendî’nin, ilgili vakf türünü beyan
eden tanımı, ileri sürdüğü vakf gerekçesi ve vakfa konu olan yerlerdeki değerlendirmeleri gibi veriler dikkate alınmak suretiyle müellifin vakf sistemi içerisinde anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu münasebetle müellifin tanımlamadığı
vakf türleri için yeni bir tanım ya da tanımladığı halde bize göre eksik yönleri
bulunan tanımlar için de açıklayıcı bazı ifadelerin eklendiği tanım denemeleri
yapılmıştır. Daha sonra tebeyyün eden tanım ve vakf gerekçesi doğrultusunda
benzer gerekçeyi ihtiva eden tüm yerlerde aynı vakf alametine yer verilmediği
tespit edilmiştir.
Müellifin, kendi belirlediği ölçütlere göre, benzer yerlerde bazen farklı
vakf alametine yer vermesi bazen de herhangi bir alamet tayinine işaret etmemesi şeklinde farklı vakf yaklaşımında bulunması evvelemirde çelişkili bir
durum gibi gözükebilir. Bilindiği üzere müellif, mushaf tertibine göre birçok
âyet üzerinde tayin ettiği her bir vakf türüne harf alametlerle ayrı ayrı işaret
etmiştir. İşaret etmediği diğer benzer yerleri, ehlinin ferasetine tevdi etmiş olabileceği düşünülebilir. Aynı gerekçeyi ihtiva eden yerlerin bir kısmında farklı
vakf alametine işaret etmesi ise ilgili yerin farklı yorumlara ihtimalli olmasından kaynaklı olabilir. Bu da vakf-ibtidâ ilminde ictihâdî bir anlayışın hakim
olması ile açıklanabilir.
Görüldüğü üzere vakf-ibtidâ hususunda Secâvendî’nin sistemine ittiba
edilmesi, sadece onun tayin ettiği vakf yerleri ve alametlerine harfiyyen tabi
olunmasından ibaret değildir. Aksine onun sisteminin künhüne vakıf olmak
suretiyle bu yönde bir vakf anlayışına sahip olmak önem arz etmektedir.
Secâvendî’nin kendi eserinde dahi benzer durumlar için farklı değerlendirmelere gidebilmesinden hareketle benzer yerler için aynı vakf alametinin bulunması gerektiği düşünülerek vakf yerleri konusunda kısmi bir tashih gündeme
getirilebilir. Diğer taraftan gerekçesini ihtiva eden yerlerin tümünde aynı vakf
alametinin tercih edilmediği olgusundan hareketle özellikle farklı yorumlara
ihtimalli olan yerler için farklı vakf alametlerinin bulunması yönünde bir revizyon üzerinde de durulabilir. Bu yorumlar muvacehesinde Secâvendî’nin
sistemini esas alan farklı ülkelerin mushaflarında yetkili bir uzman ya da komisyon tarafından vakfa konu olan yerlerin ve vakf alametlerinin değiştirilebilmesi anlaşılır bir durum gibi gözükmektedir.
Çalışmamızın bir diğer konusu olan mushaf taksimi hususunda ise şunlar
söylenebilir:
Mushaf taksimini belirten ifadelerle ilgili yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber döneminden itibaren Kur’ân-ı Kerîm, beşli (tahmis)
ve onlu âyet (ta‘şîr) şeklindeki bir taksime konu edilmiş ve sonraki süreçte
birtakım remizler tayin edilmek suretiyle ilk dönemlerde istinsah edilen, daha
163
MUSHAFLARDA ALAMETLER
sonraki dönemlerde hattatlar marifetiyle yazılan ve matbu olarak baskısı yapılan mushafların bir kısmında da söz konusu onlu âyet bölümlerine işaret
edilmiştir. Buna göre vakf-ibtidâ müellefatında yer verilen vakf türleri ile ilgisi bulunmadığı anlaşılan “Ayn” alameti, mushaf taksimini belirten bir alamettir. Bu şekilde yapılan mushaf taksiminin Kur’an’ın peyderpey ve daha
kolay öğrenilmesi ve ezberlenmesi, ihtiva ettiği ilahî mesajının anlaşılması,
namazlarda okunacak yerlerin periyodik bir şekilde tayin edilmesi gibi bazı
faydaları ihtiva ettiği söylenebilir.
Diğer taraftan Türkiye, Hindistan, Pakistan vb. bazı ülkelerin hâlihazırdaki
mushaflarında tercih edilmekte olan “Ayn” alametinin söz konusu ta‘şîr uygulamasından farklı olarak genel anlamda konu eksenli tayin edilmiş ruku‘
yerlerine işaret etmekte olduğu şeklinde bir çıkarımda bulunulabilir. Bu münasebetle incelenen mushaflardaki “Ayn” alametleri için -her yerde konu bütünlüğünün olduğu söylenemese de- genel anlamda bir konunun bittiği ve yeni
bir konunun başladığı yerleri tayin eden ve buna bağlı olarak namazda okunabilecek ya da namaz haricinde aşr-ı şerif olarak okunabilecek âyet bölümlerini
gösteren bir alamet tanımlaması yapılabilir. Bu özelliğiyle “Ayn” alameti,
özellikle âyetlerin anlamına vâkıf olmayanlar için namazda ya da namaz haricinde okunabilecek kısımları tayin etmesi hasebiyle pratiğe dönük faydası
olan bir semboldür. Bununla beraber mevcut “Ayn” alametleri için konu bütünlüğünü ve âyet sayısını dikkate alan kısmi tashihlerin gerekliliği bize göre
düşünülmesi gereken bir meseledir.
Hz. Peygamber ve sahabe döneminde herkesin kendi özel durumuna göre
tayin edilmiş “cüz” ve “hizb” gibi isimlerle anılan günlük hususi okuma bölümlerinin oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bu ifadelerle Kur’an’ın ne kadarlık
bir bölümünün kastedildiği ise belli değildir. Kanaatimizce kişiden kişiye değişebilen ve herkesin kendi özel durumuna göre belirlenmiş şahsi okuma bölümleri şeklinde düşünülmesi muhtemeldir. Tilâvet edilmekte olan mushaflardaki “cüz” ve “hizb” taksiminin menşei ise kanaatimizce sonraki süreçte harf
sayısına göre yapılan bir bölümlemedir. Dolayısıyla aynı isimlerle yapılan bir
bölümleme olsa da selefin uygulaması ile halefin uygulaması arasında farklılığın olduğu görülmektedir. İlki, kişiye özel muhtemelen anlam eksenli bir
bölümleme iken diğeri harf sayısına göre yapılan bir bölümlemedir. Buna göre
ilkinde cüz ve hizb ile ilgili olarak herkes için geçerli olan standart ölçüler
tayin edilemezken diğerinde ise bu mümkündür.
Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetini ve hıfzını disipline etmek üzere yapıldığı anlaşılan bölümleme ameliyesinin âyet, sûre ve harf eksenli olmak üzere üç çeşit
olduğu söylenebilir. Bu kapsamda tahmîs ve ta‘şîr ismi ile maruf olan beşli ve
onlu âyet bölümleri âyet sayısına göre yapılan bir tasnif olup “tuvel”, “miûn”,
“mesânî” ve “mufassal” şeklinde dört kısmı bulunan sûre eksenli tasnif ise
âyet sayısına göre sûrenin uzun veya kısa olması açısından oluşturulmuş bir
taksimdir. Bu yönüyle sûre eksenli tasnifin de âyet eksenli bir tasnif olarak
değerlendirilmesi mümkündür. Hz. Peygamber döneminde de mevcut olduğu
164
MUSHAFLARDA ALAMETLER
anlaşılan söz konusu iki taksimden sadece tahmis ve ta‘şîr uygulamasına bir
takım ifadeler ya da remizlerle bazı mushaflarda işaret edildiği görülmektedir.
İslam âleminin ekseriyetinde mushaf kitabetinde hâlihazırda tatbik edilmekte olan taksim ise ta‘şîr veya ruku‘ olarak isimlendirilen ve “ayn” alameti
ile sembolize edilen taksim ve harf sayısına göre yapılan “cüz” ve “hizb” tasnifidir. Bilindiği üzere ilk dönemlerde yapılan harf sayımına göre Kur’ân-ı
Kerîm; 27, 30, 60, 120 vb. şekillerde farklı sayılardan oluşan bölümlere ayrılmıştır. Bunların içerisinden periyodik bir tilâvet takvimi imkânı sunan ve
Kur’an’ın hıfzını disipline eden 30 cüz ve bu cüzlerin her birinin dörde bölünmesi şeklindeki 120 cüz/hizb uygulaması, günümüz mushaflarında daha çok
yaygındır. Harf sayısı esas alındığı için söz konusu taksimde bölümlerin eşit
olarak ayrılması bir açıdan faydalı iken diğer taraftan bazı yerlerde anlam açısından inkıtalara neden olması hasebiyle kritiğe tabi tutulabilir niteliktedir.
165
KAYNAKÇA
Abay, Muhammed. “Mushaf İmlasında Ali el-Kârî Tarzı Meselesi”, Usûl: İslam Araştırmaları 23 (2015), 7-44.
Akdemir, Mustafa Atilla. Kıraat İlmi Eğitim ve Öğretim Metotları. İstanbul: İFAV
Yayınları, 2005.
Aklan, Kenan. Kıraat Farklılıklarının Vakf ve İbtidâya Etkisi Secâvendî ve Uşmûnî
Örneği. Ankara: İlâhiyât Yayınları, 2023.
Âlûsî, Ebu’s-Senâ Şihâbuddîn Mahmûd b. Abdillah. Rûhu’l-me‘ânî fî tefsîri’lKur’âni’l-‘azîm ve’s-seb’i’l-mesânî. 30 Cilt. Beyrut: Daru İhyâi’t-Türâsi’lArabî, ts.
Altıkulaç, Tayyar. Hz. Osman’a İzafe Edilen Mushaf-ı Şerif (Topkapı Sarayı Müzesi
Nüshası). İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA), 2007 ve 2019..
Altıkulaç, Tayyar. Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerîf (Türk İslam Eserleri
Müzesi Nüshası). İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi
(IRCICA) Yayınları, 2007.
Altıkulaç, Tayyar. Hz. Osman’a Nisbet Edilen Mushaf-ı Şerîf (Kahire el-Meşhedü’lHüseynî Nüshası). İstanbul: İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2009.
Altıkulaç, Tayyar. Mushaf-ı Şerîf (Londra, British Library Nüshası). İstanbul: İslam
Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Yayınları, 2017.
Altıkulaç, Tayyar. “Secâvendî, Muhammed b. Tayfûr”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi. 36/268. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2009.
Ammânî, Ebû Muhammed Hasan b. Ali. el-Mürşid fi’l-vukûf ‘alâ mezâhibi’l-kurrâi’s-seb‘ati ve ğayrihim min bâki’l-eimmeti’l-kurrâ-i ve’l-müfessirîn (min
evveli’l- kitâbi ilâ âhiri süreti’n-Nisâ). thk. Hind bint Mansûr b. Avn elAbdelî. 2cilt. Mekke: Câmi’atü Ümmi’l-Kurâ, Yüksek Lisans Tezi,
1423/2002).
Ammânî, Ebû Muhammed Hasan b. Ali. el-Mürşid fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ (min bidâyeti
sûreti’l-Mâide ilâ âhiri süreti’n-Nâs). thk. Muhammed b. Hamûd b. Muhammed el-Ezûrî. Suud-i Arabistan: Cami‘atü Ümmi’l-Kurâ, Yüksek Lisans Tezi, 1423/2002.
A‘zamî, Muhammed Mustafa. Vahyedilişinden Derlenişine Kur’ân Tarihi. trc. Ömer
Türker - Fatih Serenli. İstanbul: İz Yayıncılık, 2014.
166
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Beğavî, Muhyissünne Ebû Muhammed el-Hüseyn b. Mes’ud. Tefsîru’l-Beğavî
Meâlimu’t-tenzîl. thk. Muhammed Abdullah en-Nemr - Osman Cum’a
Damîriyye - Süleyman Müslim el-Haraş. Riyad: Dâru Tayyibe, 1409/1988.
Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn. es-Sünenü’s-sağîr. thk. Abdulmu‘tî Emîn
Kal‘acî. Pakistan: Câmi‘atü’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye, 1989.
Beyzâvî, Nâsırüddîn Abdullah b. Ömer. Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl. thk. Muhammed Abdurrahmân el-Mer‘aşlî. 5 Cilt. Beyrut: Dâru İhyâ’it-Turâs,
1998.
Birışık, Abdülhamit. Kıraat İlmi ve Tarihi. Bursa: Emin Yayınları, 2014.
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail. el-Câmi‘u-sahîh. Dımaşk-Beyrut: Dâru
İbn Kesîr, 1423/2002.
Cermî, İbrahim Muhammed. Mu‘cemu ‘ulûmi’l-Kur’an. Dımaşk: Dâru’l-Kalem,
2001.
Ca‘berî, Burhânuddîn İbrahim b. Ömer. Hüsnü’l-meded fî marifeti fenni’l-‘aded. nşr.
Beşîr b. Hasan el-Himyerî. Riyad: Mecmaul Melik Fahd li tıbâati’l-Mushafi’ş-şerif, h.1431.
Cevherî, Ebû Nasr İsmail b. Hammâd. es-Sıhah tâcü’l-lugâ ve sıhâhi’l-‘arabiyye. thk.
Ahmed Abdülğafûr Attâr. 6 Cilt. Beyrut: Dâru’l-‘İlm, 1987.
Coşkun, Muhammed. Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Secâvendî’nin Vakf Sisteminin Yeniden Okunması Eleştiriler – Teklifler. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2018.
Çoban, Tuba. Bakara ve Âl-i İmrân Sureleri Çerçevesinde Secavendi’nin Vakf-İbtida
Sistemindeki “Vakf-ı Lâ”ların Tahlili. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2018.
Çetin, Abdurrahman. Kur’an Okuma Esasları. Bursa: Emin Yayınları, 2013.
Çetin, Abdurrahman. “Vakf ve İbtidâ”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
42/461-463. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2012.
Çetin, Nihad M. “Arap (Yazı, Dil, Edebiyat)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 3/279. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1991.
Dabba‘, Ali Muhammed. el-İdâe fî beyâni usûli’l-kırâe. Mısır: el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1999.
Damra, Tevfîk İbrahim Damra. Ahsenü’l-beyân şerhu turuki’t-Tayyibe bi rivayeti
Hafs b. Süleymân. Ürdün: Mektebetü’l-Vataniyye, 2006.
Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd. Câmi‘u’l-beyân fi’l-kırââti’s-seb‘i’l-meşhûre. thk.
Muhammed Sadûk el-Cezâirî. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2005.
Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd. el-Muktefâ fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ. thk. Cemâlüddin Muhammed Şeref. Mısır: Dâru’s-Sahâbe, 2006.
Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd. et-Teysîr fi’l-kırââti’s-seb‘. thk. Halef b. Hamûd
b. Sâlim eş-Şağdelî. Suud-i Arabistan: Dâru'l-Endülüs, 2015.
Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd. el-Beyân fî ‘addi’l-âyi’l-Kur’an. thk. Gânim Kaddûrî
Hamed. Kuveyt 1994.
Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd. el-Mukni‘ fî resmi mesâhifi’l-emsâr. thk. Muhammed
Sadık Kamhâvî. Kahire: Mektebetü’l-Külliyât, h.1431.
Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân. es-Sünen. thk. Hüseyn Selim
Esed ed-Dârânî. 4 Cilt. Suud-i Arabistan: Dâru’l-Muğnî, 2000.
Demirci, Muhsin. Kur’ân Tarihi. İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Vakfı Yayınları (İFAV), 2015.
167
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Demirci, Muhsin. Tefsir Terimleri Sözlüğü. İstanbul: İFAV Yayınları, 2014.
Demirel, Muhsin. “Bir Mushaf Kitâbetinin Serencâmı”. Osmanlı’dan Günümüze
Kur’an ve Hüsn-i Hat Sempozyumu. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2017.
Devserî, İbrahim b. Saîd. Mu‘cemu’l-mustalahât fî ‘ilmeyi’t-tecvîd ve’l-kırâât. 2004.
Dimyâtî, Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed el-Bennâ. İthâfu fudalâi’l-beşer bi’lkırââti’l-erba‘ate ‘aşere. thk. Şaban Muhammed İsmail. Beyrut: Dâru
Âlemi’l-Kütüb, 1987.
Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş‘as b. İshak es-Sicistânî. es-Sünen. thk. Şuayb el-Arnaût. 7 Cilt. Beyrut: Dâru’r-Risâleti’l-Âlemiyye, 2009.
Ebû Hayyân, Muhammed b. Yusuf. Bahru’l-muhît. thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd Ali Muhammed Muavviz. 8 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, 1993.
Ebû Şâme, Ebu’l-Kâsım Abdurrahmân b. İsmâîl b. İbrâhîm. İbrâzu’l-me‘ânî min
Hırzi’l-emânî fi’l-kırââti’s-seb‘. thk. İbrahim Atve Avaz. Beyrut: Dâru’lKutubi’l-İlmiyye, ts.
Engin, Maşite. Secâvendî’nin Vakf ve İbtidâ Sisteminde Vakf-ı Mücevvez. Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2020.
Ensârî, Zekeriyya b. Muhammed. el-Maksıd li telhîsi mâ fi’l-Mürşid fi’l-vakfi ve’libtidâ (Uşmûnî, Menâru’l-hudâ içinde). Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye,
2002.
Eroğlu, Muhammed. “Aşr-ı Şerif”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 4/24.
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1991.
Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd. Me’âni’l-Kur’an. thk. Ahmed Yusuf Necati Muhammed Ali en-Neccar. 3 Cilt. Beyrut, 1983.
Fîrûzâbâdî, Ebu’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Yakub. Kâmusu’l-muhît. thk.
Mektebü Tahkiki’t-Türâs fî Müesseseti’r-Risâle. Beyrut: y.y., 2005.
Fırat, Yavuz. Tecvîd ve Kıraat İlmi Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Hacıveyiszade İlim
ve Kültür Vakfı, 2018.
Gülle, Sıtkı. Açıklamalı Örnekleriyle Tecvid İlmi. İstanbul: Huzur Yayınları, 2005.
Gündüz, Mahmut. “İlk Kur’ân-ı Kerim Basmaları”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi
1/13 (1974), 7-11.
Hacımısıroğlu, Mücella. Vakf-ı Muânaka ve Kur’an Tefsirine Etkisi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2015.
Hafeyân, Ahmed Mahmud Abdussemi‘. Eşheru’l-mustalahât fî fenni’l-edâ ve ‘ilmi’lkırâat. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2001.
Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah. el-Müstedrek ‘ale’sSahîhayn. thk. Mustafa Abdulkâdir ‘Atâ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
1990.
Halebî, Ebu’l-Abbas Şihâbüddîn Ahmed b. Yusuf Semîn. ed-Dürru’l-masûn fî
‘ulûmi’l-Kitâbi’l-meknûn. thk. Ahmed Muhammed el-Harrât. 11 Cilt. Dımaşk: Dâru’l-Kalem, 1406/1985.
Hamevî, Ahmed b. Ömer b. Muhammed b. Ebi’r-Rıza. el-Kavâid ve’l-işârât fî usûli’lkırâât. thk. Abdulkerîm b. Muhammed el-Hasen Bekkâr. Dımaşk: Dâru’lKalem, 1986.
Harbî, Abdulazîz b. Ali. Tahzîbu’l-Kur’ân. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2010.
168
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Harbî, Abdulaziz b. Ali. “Vakfu’t-Tecâzüb (el-Mu‘ânaka) fi’l-Kur’âni’l-Kerîm”. Mecelletü Câmi‘ati Ümmi’l-Kurâ li ‘ulûmi’ş-şerî‘ati ve’l-lugati’l-arabiyyeti
ve âdâbihâ 19/31 (h.1425).
Hindî, Muhammed Sadık. Kunûzu eltâfi’l-Burhân fî rumûzi evkâfi’l-Kur’ân. Kahire,
1290.
Husarî, Mahmûd Halîl. Me‘âlimu’l-ihtidâi ilâ ma‘rifeti’l-vukûfi ve’l-ibtidâ. Kahire:
Mektebetü’s-Sünne, 2002.
Husârî, Mahmûd Halîl. Ahkâmu kıraati’l-Kur’ani’l-kerîm. Mekke: Dâru’l-Besâiri’lİslamiyye, 1417.
Hüzelî, Ebu’l-Kâsım Yûsuf b. Ali. el-Kâmil fi’l-kırââti’l-‘aşr ve’l-erba‘îne’z-zâideti
‘aleyhâ. thk. Cemâl b. es-Seyyid b. Rufâî eş-Şâyib. Mısır: Müessesetü
Semâ, 2007.
İbn Âşûr, Muhammed Tâhir. et-Tahrîr ve’t-tenvîr. 30 Cilt. Tunus: Dâru’t-Tûnisiyye,
1984.
İbn Atıyye, Ebû Muhammed Abdülhak b. Gâlib. el-Muharreru’l-vecîz fî tefsîri’lKitâbi’l-‘Azîz. thk. Abdusselam Abduşşâfî Muhammed. 5 Cilt. Beyrut:
Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, 2001.
İbnu’l-Cezerî, Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed. en-Neşr fi’l-kıraâti’l-aşr. 2 Cilt. thk. Muhammed Ali ed-Dabbâğ. Beyrut, 1940.
İbnu’l-Cezerî, Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed. et-Temhîd fî
‘ilmi’t-Tecvîd. thk. Ğânim Kaddûrî Hamed. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle,
2001.
İbnu’l-Cezerî, Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed. Gâyetu’n-nihâye
fî tabakâti’l-kurrâ. 3 Cilt. Kahire: Mektebetü İbn Teymiyye, 1351.
İbnu’l-Cezerî, Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed. el-Mukaddime
fîmâ yecibü ‘alâ kârii’l-Kur’âni en ye‘lemehû. thk. Eymen Rüşdî Süveyd.
Suud-i Arabistan: Dâru Nûri’l-Mektebât, 2006.
İbnu’l-Cezerî, Ebu’l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed. Manzûmetü Tayyibeti’n-Neşr fi’l-kırââti’l-aşr. thk. Eymen Rüşdî Süveyd. Suriye: Mektebetü İbni’l-Cezerî, 2012.
İbn Ebî Dâvûd, Ebû Bekr Abdullah Süleymân b. Eş‘as es-Sicistânî. Kitâbu’l-Mesâhif.
thk. Muhibbuddin Abdu's-Sübhan Vaiz. Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslamiyye, 1995.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekir. el-Müsned. thk. Âdil b. Yusuf el-Azzâzî – Ahmed b. Ferid
el-Mezîdî. 2 Cilt. Riyâd: Dâru’l-Vatan, 1997.
İbnu’l-Enbârî, Ebû Bekr Muhammed b. Kasım b. Beşşar. Kitâbu Îzahi’l-vakfi ve’libtidâ. thk. Muhyiddin Abdurrahman Ramadan. 2 Cilt. Dımaşk, 1971.
İbn Fâris, Ebu’l-Hüseyn Ahmed. Mu‘cemu Mekâyisi’l-lugâ. thk. Abdusselâm Muhammed Harun. 6 Cilt. Dâru’l-Fikr, 1979.
İbnu’l-Ğazzâl, Ali b. Ahmed en-Nîsâbûrî. el-Vakf ve’l-ibtidâ. thk. Tâhir Muhammed
el-Hems. Dımaşk: Dımaşk Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2000.
İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer. Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm. thk. Muhammed Huseyn Şemsuddîn. 9 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, h.1419.
İbn Manzûr, Muhammed b. Mukrim İbn Manzûr el-İfrîkî. Lisânu’l-‘Arab. 15 Cilt.
Beyrut: Dâru Sâdır, 1414.
İbn Mücâhid, Ebû Bekr Ahmed b. Mûsâ b. el-Abbâs. Kitâbu’s-Seb‘a. thk. Şevkî Dayf.
Kâhire: Dâru’l-Me‘ârif, ts.
169
MUSHAFLARDA ALAMETLER
İbn Sellâm, Ebû Ubeyd el-Kâsım el-Herevî. Fezâilu'l-Kur'an. thk. Mervan el-Atiyye,
Muhsin Harabe, Vefâ Takiyuddin. Beyrut: Daru İbn Kesir, 1999.
İbn Şâzân er-Râzî, Ebu’l-Abbas el-Fadl. Suveru’l-Kur’ân ve âyâtuhu ve hurufuhu ve
nüzûluhu. thk. Beşîr b. Hasan el-Hımyerî. Riyad: Dâru İbn Hazm, 2009.
İbn Tahhân, Ebü’l-Asbağ Abdülazîz b. Alî b. Muhammed el-İşbîlî el-Endülüsî. Mürşidü’l-kâri’ ilâ tahkiki me‘âlimi’l-mekâri’. thk. Hâtim Salih ed-Dâmin. Birleşik Arap Emirlikleri: Mektebetü’s-Sahâbe, 2007.
İbn Tahhân, Ebu’l-Asbağ Abdulaziz b. Ali el-Endelûsî. Nizâmu’l-edâ-i fi’l-vakfi ve’libtidâ. thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb. Riyad: Mektebetü’l-Meârif, 1985.
İbn Zencele, Ebû Zür‘a Abdurrahman b. Muhammed. Tenzîlu’l-Kur’an ve adedu
âyâtihi ve’htilâfu’n-nâsi fîhi. thk. Gânim Kaddurî el-Hamed. Ammân: Dâru
Ammâr, 2009.
İbrahim Musa, Abdurrezzak Ali. el-Muharreru’l-vecîz fî ‘addi âyi’l-Kitâbi’l-‘aziz. Riyad: Mektebetü’l-Meârif, 1988.
İbrahim Musa, Abdurrezzak Ali. Mürşidü’l-Hullân ilâ marifeti ‘addi âyi’l-Kur’an.
Beyrut: Mektebetü’l-Asriyye, 1989.
Işık, Ayhan. “Tedkîk-i Mesâhif-i Şerîfe ve Müellefât-ı Şer‘iyye Dairesi Defterleri ile
Taş Baskı Kur’ân-ı Kerîm’ler”. Din ve Hayat: İstanbul Müftülüğü Dergisi
2 (2007), 134-138.
Kâdî, Abdulfettâh. Târihü’l-Mushafi’ş-şerîf. Mısır: Meketebetü’l-Cündî, 1951.
Kâdîhân, Ebu’l-Mehâsin Fahrüddîn Hasen b. Mansûr b. Mahmûd el-Fergânî. Fetâvâ
Kâdîhan fî mezhebi İmâmi’l-‘azam Ebî Hanîfe. nşr. Sâlim Mustafa elBedrî. 3 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2009.
Kara, Mehmet. Kıraat ve Tefsir Boyutuyla Vakf-ı Lâzım. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2020.
Karaçam, İsmail. Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kâideleri. İstanbul: İFAV
Yayınları, 2007.
Karagöz, Mustafa. “Vakf-ı Câizi Doğru Anlamak -Secâvendî’nin Eseri ve İlgili Ayetlerin Manası Çerçevesinde-”, Bilimname, 35/1 (2018), 321-362.
Karagöz, Mustafa. “Ayetlerdeki Durak Yerlerinin Manaya Etkisi (Bakara Sûresi 96.
Âyet Örneği)”. Bilimname 21/2 (2011), 199-222.
Kârî, Abdulazîz b. Abdülfettâh. Kavâidü’t-tecvîd. Medine: Mektebetü’d-Dâr, 1410.
Kârî, Abdulazîz b. Abdülfettâh. et-Takrîrü’l-‘ilmiyyu ‘an Mushafi’l-Medineti’n-nebeviyye. Medine: Müccemmâ Melik Fahd li tıbâ’atil-Mushafi’ş-Şerif, 1406.
Kastallânî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr. Letâifu’l-işârât li
fünûni’l-kıraât. thk. Merkezü’d-Dirâsâti’l-Kur’aniyye. 10 Cilt. Suud-i Arabistan: İslami İşler, Davet ve İrşat Bakanlığı, ts.
Kayhan, Veli. “Vakf ve İbtidâ İlmi ve Kur’ân Tefsirindeki Yeri”. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 10/2 (2006), 293-336.
Kayhan, Veli. “Doğru Okuma Bağlamında Mushafa İşaret Konulması: İ’câm ve Sonrası”. Bilimname 5/12 (2007), 101-136.
Koyuncu, Recep. Kur’ân-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Vakf İbtidâ’nın Rolü (İbnü’lEnbârî, ed-Dânî, ve es-Secâvendî Örneği). Konya: Necmettin Erbakan
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2015.
Koyuncu, Recep. Kıraat İlmi Takrîb Usûlü. İstanbul: Hacıveyiszâde İlim ve Kültür
Vakfı Yayınları, 2018.
170
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed. el-Câmi‘ li-ahkâmi’l-Kur’an. thk. Abdullah Abdulmuhsin et-Türkî. 24 Cilt. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2006.
Maşalı, Mehmet Emin. Tarihi ve Temel Meseleleriyle Kıraat İlmi. Ankara: Otto Yayınları, 2016.
Maşalı, Mehmet Emin. “Mushaf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 31/245.
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2020.
Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed. Risâle fî mâ lâ yecûzü’l-vakfü
aleyhi fi’l-Kur’ân. Süleymaniye Kütüphanesi Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi, Mehmed Âsım Bey Koleksiyonu, 705, vr. 44a, 44b.
Mekkî b. Ebî Tâlib. Ebû Muhammed el-Kaysî. el-Hidâye ilâ bulûgi’n-nihâye fî ʿilmi
meʿâni’l-Kur’an ve tefsirihi ve ahkâmihi ve cümelin min fünûni ʿulûmih.
thk. Komisyon. Birleşik Arap Emirlikleri: Şarika Üniversitesi, 2008.
Mekkî b. Ebî Tâlib, Ebû Muhammed el-Kaysî. el-Keşf ‘an vucûhi’l-kırâât ve ‘ilelihâ
ve hicecihâ. thk. Muhyiddin Ramadan. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1984.
Mennâ‘u’l-Kattân. Mebâhis fî ulûmi’l-Kur’an. Kahire: Mektebe Vehbe, 1995.
Mevsılî, Ebû Ya’lâ Ahmed b. Ali b. el-Müsennâ et-Temimî. el-Müsnedü Ebî Ya’lâ.
thk. Hüseyin Esed Selîm. 13 Cilt. Dımaşk, 1984.
Muhallilâtî, Rıdvan b. Muhammed b. Süleyman. el-Kavlu’l-vecîz fî fevâsıli’l-Kitâbi’l‘azîz ‘alâ Nâzımeti’z-züher. thk. Abdurrezzâk Ali İbrahim Musa. Medine,
1992.
Muhammed Mekkî Nasr. Nihâyetü’l-kavli’l-müfîd fî ‘ilmi’t-Tecvîd. Kâhire: Mektebetü’s-Safâ, 1999.
Muhammed Tayyib İbrahim. İ‘râbu’l-Kur’âni’l-Kerîm. Beyrut: Dâru’n-Nefâis, 2011.
Muhaysin, Muhammed Sâlim. Mu‘cemu huffâzi’l-Kur’âni ‘abre’t-târih. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1992.
Mukâtil b. Süleymân, Ebu’l-Hasan el-Belhî. Tefsîru Mukâtil b. Süleyman. thk. Abdullah Mahmut Şehhâte. 5 Cilt. Beyrut: Dâru İhyâ’it-Turâsi’l-‘Arabî, 2002.
Müftî, Hatice Ahmed. el-Vakfu ve’l-İbtidâ inde’n-nuhât ve’l-kurrâ. Mekke: Câmi‘atü
Ümmi’l-Kurâ, Doktora Tezi, 1406/1985.
Nehhâs, Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. İsmail. el-Kat‘ ve’l-i’tinâf. thk. Abdurrahmân b. İbrahim el-Matrûdî. Riyad: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1992.
Nehhâs, Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed en-Nehhâs. İ‘râbu’l-Kur’ân. thk. Hâlid
El‘alî. Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 2008.
Nesefî, Ebu’l-Berekât Hâfizüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd. Medârikü’t-Tenzîl
ve hakâikü’t-te’vîl. thk. Yusûf Ali Bedevî. 3 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kelimi’tTayyib, 1998.
Nikzâvî, Abdullah b. Muhammed. el-İktidâ fî ma‘rifeti’l-vakfi ve’l-ibtidâ. thk. Mes‘ud
Ahmed Seyyid Muhammed İlyas. 2 Cilt. Medine: Câmi‘atü’l-İslâmiyye,
Doktora Tezi, 1413/1992.
Nîsâbûrî, Nizâmuddîn Hasan b. Muhammed el-Kummî. Garâibü’l-Kur’ân ve
regâibü’l-Furkân. thk. Zekeriya ‘Umeyrât. 6 Cilt. Beyrut: Dâru-l-Kütübi’l‘İlmiyye, 1996.
Özdirek, Betül. İbnü’l-Bevvâb Mushafı ve İmlâ Yapısı. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007.
Pakdil, Ramazan. Ta’lim Tecvid ve Kıraat. İstanbul: İFAV Yayınları, 2014.
Pâluvî, Abdulfettâh. Zübdetü’l-irfân. İstanbul: Hilal Yayınları, ts.
171
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Pilgir, Muhammed. “DİB Mushafında Kullanılan ﻻAlametinin Karakteristik Özellikleri ve Bu Alametin Gerekliliği Hususu: Bakara Sûresi Örneği”. Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 28/1 (Haziran 2023), 175-194.
Râgıb el-İsfehânî, Ebu’l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed. el-Müfredât. thk. Safvan Adnan ed-Dâvûdî. Dımaşk: Dâru-l-Kalem, 1412.
Râzî, Ebu’l-Fazl Fahrüddîn Muhammed b. Ömer. Mefâtîhu’l-ğayb. 32 Cilt. Beyrut:
Dâru’l-Fikr, 1981.
Rûmî, Fahd b. Abdurrahman b. Süleyman. Dirâsâtun fî ‘ulûmi’l-Kur’âni’l-Kerîm.
Riyâd, 2005.
Safâkusî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed en-Nûri. Tenbîhü’l-ğâfilîn ve irşâdü’lcâhilîn ‘ammâ yeka‘u lehüm mine’l-hatai hâle tilâvetihim li-Kitâbillâhi’lmübîn. thk. Muhammed Şâzelî en-Neyfûr. Tunus: Müessesâtü Abdulkerîm
b. Abdillah, 1974.
Sâfî, Mahmud. el-Cedvel fî i‘râbi’l-Kur’an ve sarfihî ve beyânihî. 15 Cilt. Dımaşk:
Dâru’r-Reşîd, 1995.
Secâvendî, Ebû Abdullah Muhammed b. Tayfur. Kitâbu’l-vakfi ve’l-ibtidâ. thk. Muhsin Haşim Derviş. Ürdün: Dâru’l-Menâhic, 2001.
Secâvendî, Ebû Abdullah Muhammed b. Tayfur. ‘İlelu’l-vukûf. thk. Muhammed b.
Abdullah b. Muhammed el-Îdî. 3 Cilt. Riyâd: Mektebetü’r-Rüşd, 2006.
Secâvendî, Ebû Cafer Muhammed b. Tayfûr. ‘Aynü’l-meânî fî tefsîri seb’i’l-mesânî.
Süleymaniye Kütüphanesi Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi, Fazıl Ahmed Paşa Koleksiyonu, nu. 34 Fa 109.
Sehâvî, Ebu’l-Hasan Alemüddin Ali b. Muhammed. Cemâlü’l-kurrâ ve kemâlü’l-ikrâ.
thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb. 2 Cilt. Mekke: Mektebetü’t-Türâs, 1987.
Sehâvî, Ebu’l-Hasan Alemüddin Ali b. Muhammed. Fethu’l-vasîd fî şerhi’l-Kasîd.
thk. Mevlây Muhammed el-İdrîsî et-Tâhirî. 4 Cit. Riyâd: Mektebetü’rRüşd, 2002.
Serin, Muhittin. “Mushaf (Hat)”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 31/252,
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 2006.
Suyûtî, Ebu’l-Fazl Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr b. Muhammed. el-İtkân fî
ulûmi’l-Kur’an. thk. Merkezü’d-Dirâsati’l-Kur’aniyye. 7 Cilt. Suud-i Arabistan: İslami İşler, Davet ve İrşat Bakanlığı, ts.
Şâtıbî, Ebu’l-Kâsım b. Fîrruh b. Halef. Metnu’ş-Şâtıbiyyeti el-müsemmâ Hirzu’lemânî ve vechu’t-tehânî fi’l-kırââti’s-seb‘. nşr. Muhammed Temim ez-Zuabi. Medine: Dâru’l-Hudâ, 2010.
Şevk, Mahmud Âdil. “Te‘ânuku’l-vakfi fi’l-Kur’âni’l-Kerîm dirâsetün mevdû‘iyyetün ve delâliyyetün”. Mecelletü Âfâki’s-Sekafiyyeti ve’t-Turâs 80 (2012),
6-36.
Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr. Câmi‘ü’l-beyân ‘an te’vîli âyi’l-Kur’ân. thk.
Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî. 26 Cilt. Riyad, 2003.
Taşköprizâde Ahmed Efendi. Miftâhu’s-sa‘âde ve misbâhu’s-siyâde fî mevzu‘âti’l‘ulûm. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985.
Tayâlisî, Ebû Dâvûd Süleymân b. Dâvûd. el-Müsned. thk. Muhammed Abdulmuhsin
et-Türkî. 4 Cilt. Mısır: Dâru Hicr, 1999.
Tayyâr, Müsâid. Vukûfü’l-Kur’ân ve eseruhâ fi’t-tefsîr dirâsâtün nazariyyetün me‘a
tatbîki ‘ale’l-vakfi’l-lâzım ve’l-mute‘ânik ve’l-memnu‘. Medine, 1431.
Temel, Nihat. Kıraat ve Tecvid Istılahları. İstanbul: İFAV Yayınları, 2018.
172
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Temel, Nihat. Kur’an Kıraatında Vakf ve İbtidâ. İstanbul: İFAV Yayınları, 2016.
Tuna, Mustafa. Mushaf Basımına Yansıyan Yönüyle Kıf Vakf İşaretlerinin Tahlili. Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, 2021.
Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa. Sünenü’t-Tirmizî. thk. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf. 6
Cilt. Beyrut: Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, 1998.
Ukberî, Ebu’l-Bekâ Muhibbüddîn Abdullah b. el-Hüseyn el-Bağdâdî. et-Tibyân fî
‘i’râbi’l-Kur’an. thk. Sa’d Küreyyim el-Fakî. 2 Cilt. Mısır, 2001.
Uşmûnî, Ahmed b. Muhammed. Menâru’l-hudâ fî beyâni’l-vakfi ve’l-ibtidâ. nşr.
Ebu’l-‘Alâ el-‘Adevî. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-ʿİlmiyye, 2002.
Uzun, Mustafa İsmet. “Ebced”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 10/68-70.
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1994.
Ünlü, Demirhan. “Vakf ve Vakfın Hükümleri”. Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi
9/98-99 (1970), 236-239.
Ünlü, Demirhan. Kur’ân-ı Kerîm’in Tecvidi. Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2011.
Yarız, Enes. Türkiye’de Tilavet Edilen Mushaftaki Bazı Vakf İşaretlerinin Diğer Mushaflarla Mukayeseli Tahlili. Malatya: İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Doktora Tezi, 2018.
Zeccâc, Ebû İshak İbrahim b. es-Serî. Me’âni’l-Kur’an ve ‘i’râbuhu. thk. Abdülcelil
Abduh eş-Şelebî. 5 Cilt. Beyrut: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 1988.
Zehebî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân. Ma‘rifetü’l-kurrâi’l-kibâr
‘ale’t-tabakâti ve’l‘asâr. thk. Tayyar Altıkulaç. 4 Cilt. İstanbul: Türkiye
Diyanet Vakfı 1995.
Zehebî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân. Siyeru A’lâmi’n-nübelâ. nşr.
Şuayb el-Arnaût. 25 Cilt. Beyrut: Müessesetür’r-Risâle, 1985.
Zemahşerî, Cârullah Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer el-Hârizmî. el-Keşşâf an hakâ’ikı
gavâmizi’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvil fî vücûhi’t-te’vîl. thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd - Ali Muhammed Muavviz. 6 Cilt. Riyad: Mektebetü’l‘Ubeykân, 1998.
Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ömer el-Hârizmî. Esâsü’l-belâğa. thk. Muhammed Bâsil ‘Uyûnu’s-Sûd. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1998.
Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed b. Abdullah. el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’an. thk. Muhammed Ebu’l-Fadl. 4 Cilt. Kahire: Dâru’t-Turâs, ts.
Zürkânî, Muhammed Abdülazîm. Menâhilü’l-‘irfân fî ‘ulûmi’l-Kur’ân. 2 Cilt. Kahire:
Matbaatü ‘Îsâ, 1943.
https://mushaflariinceleme.diyanet.gov.tr/sayfa/53/tanitim, 12.08.2022.
UNESCO Memory of the World’ Program-San’a Manuscripts CD (Qur’anic Manuscripts), https://archive.org/stream/SanaManuscripts-unesscoCdImages/SanaManuscriptsUnesscoCd_djvu.txt,12.01.2018.
Mushaflar
Mushaf-ı Şerîf (Haddâd Mushafı), (Mısır, 1342/1923).
Mushaf-ı Şerîf, (Medine Mushafı). Medine, 1423/2002.
Mushafu’l-Cemâhiriyye. Libya Uluslararası İslamî Davet Cemiyeti, 1989.
Kur’ân-ı Kerîm, (Aliyyü’l-Kârî Tarzı) (Muhammed Abay Hattı ile), Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı, 2014.
173
MUSHAFLARDA ALAMETLER
Kur’ân-ı Kerîm Meâli (Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı), Ankara: Diyanet İşleri
Başkanlığı, 2006.
Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli (Kayışzâde Hafız Osman Nuri Hattı), Ankara:
Türkiye Diyanet Vakfı, 2003.
Kur’ân-ı Kerîm, (Süleyman Feyzullahoğlu Hattı (Bilgisayar), 2015 ve 2018.