sinecine: Sinema Araştırmaları Dergisi, Apr 30, 2019
İnsan sonlu bir varlık olduğunun bilgisine sahip olması nedeniyle her çağda zamanla ilişkisini dü... more İnsan sonlu bir varlık olduğunun bilgisine sahip olması nedeniyle her çağda zamanla ilişkisini düzenlemeye, kültür ürünleriyle sonsuzluğa ulaşmaya çalışmıştır. Bu çabadan modernleşme süreci de muaf değildir. Temelinde Antik Yunan'ın ve binyılcılığın bulunduğu modern zaman anlayışı ilerleme düşüncesine dayalıdır ve ilerleme üç aşamalıdır: Geçmiş (Hz. İsa'dan Önce), Şimdi (Hz. İsa'dan Sonra), Gelecek (Hz. İsa Dönünce). Hz. İsa'nın dönüşü kıyameti işaret etmektedir. XXI. Yüzyılda geleceğe ve kıyamete ilişkin spekülasyonlar güçlenmekte ve sayıları artmaktadır. Ancak bu spekülasyonların hepsi ilerleme fikrini olumlamamaktadır; bazılarına göre tarihin ilerleme güdüsü artık sona ermiştir ve bu nedenle beklenen kıyamet zaten gerçekleşmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında tıpkı bilim gibi, sanatta da ilerleyen tek şey aslında teknolojidir. Dolayısıyla "yeni"nin imkânı ortadan kalkmış gibi görünmektedir. Sinema da benzer bir bunalım yaşamakta ve bu bunalımı özellikle kıyamet temasıyla yansıtmaktadır. Çalışmada "spekülasyon" yeniye imkân sağlayan bir kavram olarak önerilmekte ve Melancholia (Melankoli), 2012, Le Temps de Loup (Kurdun Günü) filmleri felsefi bakış açısıyla ve üç evreli zaman anlayışına uygun bir sırayla çözümlenmektedir. Böylece "yeni"nin imkânı sorgulanmaktadır.
no pueden reproducirse en su totalidad o en parte sin permiso por escrito. Toda la responsabilida... more no pueden reproducirse en su totalidad o en parte sin permiso por escrito. Toda la responsabilidad de los textos es de los autores. Diseño de Portada y Libro: Ahmet Şahiner Traductores: Öze Yavuz, Begüm Asker Corrección de textos en Turco: Bahadır Elal Corrección de textos en Español: Kevser Akçıl Director de cinematografía: Görkem Katmer Deka'dans: Estética de la destrucción es un proyecto de artimu.org. Este libro fue diseñado y publicado dentro del alcance del BAP (Proyectos
Kent çok zengindir: Sürekli yineler kendisini, yineler ki bir şeyler akıllarda çakılıp kalsın… Be... more Kent çok zengindir: Sürekli yineler kendisini, yineler ki bir şeyler akıllarda çakılıp kalsın… Bellek denen şey çok zengin: Sürekli yineler göstergeleri, yineler ki kent var olmaya başlasın. Italo Calvino Anlatmak ve tartışmak istediğim şey referansını kişisel deneyimimden ve dolayısıyla belleğimden aldığı için meseleye yabancılaşıp neredeyse tanrısal bir bakışla ve "-dir " li, "-dır " lı cümlelerle nasıl dile getirebileceğimi bilemedim. Bunun nedeni meselenin benimle ilgili olması ancak genel çerçeveden baktığımda sizi de meselenin içine davet etmek isteğim. Diğer yandan dilden bahsetmişken, akademik dil ile sağlanabilmesi muhtemel mesafenin bu bağlamda oldukça göstermelik olduğunu düşünüyorum ve en başından itiraf ediyorum ki ben tam olarak tarafım. Tüm bu zihinsel karmaşanın içinden geçerek neticede Batı Edebiyatı'nın ilk dönemlerinde kullandığı ve gayet samimi bulduğum bir yöntemle, mektubumsu ifade biçimiyle bu metindeki dil sorunumu çözmeye çalışacağım. Metin aslında sürece tanıklığım ve sürecin kanıtı olarak çektiğim fotoğraflar üzerinden şekillenmekte. Süreci fotoğrafla belgelemiş olmam, metnin diline ilişkin kaygımın yanında ve düşünülenin aksine, metnin akışını daha da zorlaştırmakta çünkü iç içe girmiş birçok kavram ve olgu arasındaki gerilimden oluşan metnin tüm sorumluluğu bana ait. Kuşkusuz bu süreci fark etmem ve bir problem haline getirmemde, bilgisine sahip olduğum kavramlar ekseni oluşturdu ancak kuram ve uygulamanın giderek birbirlerinden uzaklaştığı günümüz düşünsel ikliminde ikisini eşzamanlı düşünmek ve ilerletmek çok da kolay görünmemekte. Ayrıca uygulamayı yapan da ben değilim. Hatta bu benim etki bakımından oldukça dışında kaldığım bir süreç. Bu metni yazarak etki yaratmayı umut ediyorum. Metnin ve ekseni oluşturan kavramların iç içeliğine uygun biçimde metni alt bölümlere ayırmadan, fotoğrafların dikte ettiği düz çizgisel zaman yerine düşünümsel bir tavırla metni kurgulamanın daha işlevsel ve anlamlı olduğuna inanıyorum. Deneyimlerimle sabittir ki bilmek her zaman bölmek değildir. Mesele mekânla ilgili. Haftada en az üç kez içinden geçtiğim, Bağdat Caddesi'ne (Suadiye) açılan bir sokağın hemen köşesindeki bir apartman ve onun bahçe duvarındaki dönüşüm beni bu metni yazmaya zorladı. Bağdat Caddesi İstanbul'un " prestij " caddelerinden birisidir. Onu herhangi bir prestij caddesinden daha fazla prestijli kılan şey, devlet ya da onun bir kurumu tarafından seçilip resmi törenler ve kutlamalarla teşvik edilen bir cadde olmayıp tersine, modern yaşamın ve tüketimden referans alan toplumsal yapının bir sembolü olarak sivil duruşuyla popüler ve prestijli kimliğini kendisinin yaratmasıdır (Akarsu 2010; 11). Hatta tersine bir duruşla sivil duruştan kaynaklanan prestijle bu tür kutlama ve törenleri kendisine çekmektedir. Bağdat Caddesi'ne yakın tarih üzerinden bakıldığında, İstanbul'daki diğer birçok caddeden daha yeni oluşu dikkati çeker. Varsıl olanın hem hane hem de ticarethane olarak bu caddede bulunmasıyla yani sermayeye duyulan imanla şekillenmiş olmasıyla diğerlerinden farklıdır. Bu caddeye varsıl yerleşim Saray'a yakın bulunmak isteyen tacirlerin Sultan Hamid Dönemi'nde konaklar yaptırmasıyla başlamış. Osmanlı mimarisine ilişkin önemli ve değerli eserler olarak ele alınabilecek bu konaklar yirminci yüzyılın ikinci yarısında, özellikle de altmışların sonu, yetmişlerin başında yerlerini teker teker betonarme binalara terk etmişler. " Bugün o güzelim ahşap Türk konaklarından geriye sadece birkaç örnek kalmıştır. Onlar da Özlem Oğuzhan 1
This study proposes the concept of " intercultural contact " with reference to the discussion reg... more This study proposes the concept of " intercultural contact " with reference to the discussion regarding the " predominant way of comprehending cultural diversities " in the social sciences. This new concept that is introduced in this paper through a case study, refers to the obsession of scientism based on objectivity that is a product of Euro-centric universalism, and it comprises an opportunity for understanding cultures in their own particularities. This aforementioned case consists of two texts, published consecutively: An article on Nasreddin Hodja by Kathleen R.F. Burril, and a critical note on this article by Çiğdem Erkal İpek, the translator of the article. These texts were published in the special issue of Gül Diken, a journal of humor culture. Re-reading these two texts, this study aims to question the predominant way of thinking in social sciences and argues for an approach that grasps cultural diversities in an age of globalization.
Doğu Batı Dergisi Sinema Tutkusu II yıl:18 sayı: 73, 2015 Özlem Oğuzhan "Biz modern insanlar, eyl... more Doğu Batı Dergisi Sinema Tutkusu II yıl:18 sayı: 73, 2015 Özlem Oğuzhan "Biz modern insanlar, eylemli hiçbir-şey-yapmama sanatçılarıyız. Sabahları işe girişip dünyayı alt-üst eder, akşamları ellerimizi kaderci bir masumlukla yıkarız (…) Suya bakıyor ve kabullenmiyorum." Ulrich Beck
Gündeliğin çok içinden bir mesele ile uğraşır, olan biteni anlamaya çalışırken akademik dilin -di... more Gündeliğin çok içinden bir mesele ile uğraşır, olan biteni anlamaya çalışırken akademik dilin -dirler'i ve -dırlar'ından uzak durmanın bazen gerekli olduğunu düşünürüm.
Cebimize hatta gözlüğümüze kadar girmiş olan yeni medya ve uygulamaları, geçmişe oranla bizi çepe... more Cebimize hatta gözlüğümüze kadar girmiş olan yeni medya ve uygulamaları, geçmişe oranla bizi çepe çevre sarmış, gerçeği arttırmıştır. Dolayısıyla düşünme ve eylemenin imkânı bu istilada daha da daralırken; daha çok laflamanın, gözetlemenin, teşhirin, popülizmin kapıları ardına kadar açılmıştır: "Kendini yayınla!" ***
sinecine: Sinema Araştırmaları Dergisi, Apr 30, 2019
İnsan sonlu bir varlık olduğunun bilgisine sahip olması nedeniyle her çağda zamanla ilişkisini dü... more İnsan sonlu bir varlık olduğunun bilgisine sahip olması nedeniyle her çağda zamanla ilişkisini düzenlemeye, kültür ürünleriyle sonsuzluğa ulaşmaya çalışmıştır. Bu çabadan modernleşme süreci de muaf değildir. Temelinde Antik Yunan'ın ve binyılcılığın bulunduğu modern zaman anlayışı ilerleme düşüncesine dayalıdır ve ilerleme üç aşamalıdır: Geçmiş (Hz. İsa'dan Önce), Şimdi (Hz. İsa'dan Sonra), Gelecek (Hz. İsa Dönünce). Hz. İsa'nın dönüşü kıyameti işaret etmektedir. XXI. Yüzyılda geleceğe ve kıyamete ilişkin spekülasyonlar güçlenmekte ve sayıları artmaktadır. Ancak bu spekülasyonların hepsi ilerleme fikrini olumlamamaktadır; bazılarına göre tarihin ilerleme güdüsü artık sona ermiştir ve bu nedenle beklenen kıyamet zaten gerçekleşmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında tıpkı bilim gibi, sanatta da ilerleyen tek şey aslında teknolojidir. Dolayısıyla "yeni"nin imkânı ortadan kalkmış gibi görünmektedir. Sinema da benzer bir bunalım yaşamakta ve bu bunalımı özellikle kıyamet temasıyla yansıtmaktadır. Çalışmada "spekülasyon" yeniye imkân sağlayan bir kavram olarak önerilmekte ve Melancholia (Melankoli), 2012, Le Temps de Loup (Kurdun Günü) filmleri felsefi bakış açısıyla ve üç evreli zaman anlayışına uygun bir sırayla çözümlenmektedir. Böylece "yeni"nin imkânı sorgulanmaktadır.
no pueden reproducirse en su totalidad o en parte sin permiso por escrito. Toda la responsabilida... more no pueden reproducirse en su totalidad o en parte sin permiso por escrito. Toda la responsabilidad de los textos es de los autores. Diseño de Portada y Libro: Ahmet Şahiner Traductores: Öze Yavuz, Begüm Asker Corrección de textos en Turco: Bahadır Elal Corrección de textos en Español: Kevser Akçıl Director de cinematografía: Görkem Katmer Deka'dans: Estética de la destrucción es un proyecto de artimu.org. Este libro fue diseñado y publicado dentro del alcance del BAP (Proyectos
Kent çok zengindir: Sürekli yineler kendisini, yineler ki bir şeyler akıllarda çakılıp kalsın… Be... more Kent çok zengindir: Sürekli yineler kendisini, yineler ki bir şeyler akıllarda çakılıp kalsın… Bellek denen şey çok zengin: Sürekli yineler göstergeleri, yineler ki kent var olmaya başlasın. Italo Calvino Anlatmak ve tartışmak istediğim şey referansını kişisel deneyimimden ve dolayısıyla belleğimden aldığı için meseleye yabancılaşıp neredeyse tanrısal bir bakışla ve "-dir " li, "-dır " lı cümlelerle nasıl dile getirebileceğimi bilemedim. Bunun nedeni meselenin benimle ilgili olması ancak genel çerçeveden baktığımda sizi de meselenin içine davet etmek isteğim. Diğer yandan dilden bahsetmişken, akademik dil ile sağlanabilmesi muhtemel mesafenin bu bağlamda oldukça göstermelik olduğunu düşünüyorum ve en başından itiraf ediyorum ki ben tam olarak tarafım. Tüm bu zihinsel karmaşanın içinden geçerek neticede Batı Edebiyatı'nın ilk dönemlerinde kullandığı ve gayet samimi bulduğum bir yöntemle, mektubumsu ifade biçimiyle bu metindeki dil sorunumu çözmeye çalışacağım. Metin aslında sürece tanıklığım ve sürecin kanıtı olarak çektiğim fotoğraflar üzerinden şekillenmekte. Süreci fotoğrafla belgelemiş olmam, metnin diline ilişkin kaygımın yanında ve düşünülenin aksine, metnin akışını daha da zorlaştırmakta çünkü iç içe girmiş birçok kavram ve olgu arasındaki gerilimden oluşan metnin tüm sorumluluğu bana ait. Kuşkusuz bu süreci fark etmem ve bir problem haline getirmemde, bilgisine sahip olduğum kavramlar ekseni oluşturdu ancak kuram ve uygulamanın giderek birbirlerinden uzaklaştığı günümüz düşünsel ikliminde ikisini eşzamanlı düşünmek ve ilerletmek çok da kolay görünmemekte. Ayrıca uygulamayı yapan da ben değilim. Hatta bu benim etki bakımından oldukça dışında kaldığım bir süreç. Bu metni yazarak etki yaratmayı umut ediyorum. Metnin ve ekseni oluşturan kavramların iç içeliğine uygun biçimde metni alt bölümlere ayırmadan, fotoğrafların dikte ettiği düz çizgisel zaman yerine düşünümsel bir tavırla metni kurgulamanın daha işlevsel ve anlamlı olduğuna inanıyorum. Deneyimlerimle sabittir ki bilmek her zaman bölmek değildir. Mesele mekânla ilgili. Haftada en az üç kez içinden geçtiğim, Bağdat Caddesi'ne (Suadiye) açılan bir sokağın hemen köşesindeki bir apartman ve onun bahçe duvarındaki dönüşüm beni bu metni yazmaya zorladı. Bağdat Caddesi İstanbul'un " prestij " caddelerinden birisidir. Onu herhangi bir prestij caddesinden daha fazla prestijli kılan şey, devlet ya da onun bir kurumu tarafından seçilip resmi törenler ve kutlamalarla teşvik edilen bir cadde olmayıp tersine, modern yaşamın ve tüketimden referans alan toplumsal yapının bir sembolü olarak sivil duruşuyla popüler ve prestijli kimliğini kendisinin yaratmasıdır (Akarsu 2010; 11). Hatta tersine bir duruşla sivil duruştan kaynaklanan prestijle bu tür kutlama ve törenleri kendisine çekmektedir. Bağdat Caddesi'ne yakın tarih üzerinden bakıldığında, İstanbul'daki diğer birçok caddeden daha yeni oluşu dikkati çeker. Varsıl olanın hem hane hem de ticarethane olarak bu caddede bulunmasıyla yani sermayeye duyulan imanla şekillenmiş olmasıyla diğerlerinden farklıdır. Bu caddeye varsıl yerleşim Saray'a yakın bulunmak isteyen tacirlerin Sultan Hamid Dönemi'nde konaklar yaptırmasıyla başlamış. Osmanlı mimarisine ilişkin önemli ve değerli eserler olarak ele alınabilecek bu konaklar yirminci yüzyılın ikinci yarısında, özellikle de altmışların sonu, yetmişlerin başında yerlerini teker teker betonarme binalara terk etmişler. " Bugün o güzelim ahşap Türk konaklarından geriye sadece birkaç örnek kalmıştır. Onlar da Özlem Oğuzhan 1
This study proposes the concept of " intercultural contact " with reference to the discussion reg... more This study proposes the concept of " intercultural contact " with reference to the discussion regarding the " predominant way of comprehending cultural diversities " in the social sciences. This new concept that is introduced in this paper through a case study, refers to the obsession of scientism based on objectivity that is a product of Euro-centric universalism, and it comprises an opportunity for understanding cultures in their own particularities. This aforementioned case consists of two texts, published consecutively: An article on Nasreddin Hodja by Kathleen R.F. Burril, and a critical note on this article by Çiğdem Erkal İpek, the translator of the article. These texts were published in the special issue of Gül Diken, a journal of humor culture. Re-reading these two texts, this study aims to question the predominant way of thinking in social sciences and argues for an approach that grasps cultural diversities in an age of globalization.
Doğu Batı Dergisi Sinema Tutkusu II yıl:18 sayı: 73, 2015 Özlem Oğuzhan "Biz modern insanlar, eyl... more Doğu Batı Dergisi Sinema Tutkusu II yıl:18 sayı: 73, 2015 Özlem Oğuzhan "Biz modern insanlar, eylemli hiçbir-şey-yapmama sanatçılarıyız. Sabahları işe girişip dünyayı alt-üst eder, akşamları ellerimizi kaderci bir masumlukla yıkarız (…) Suya bakıyor ve kabullenmiyorum." Ulrich Beck
Gündeliğin çok içinden bir mesele ile uğraşır, olan biteni anlamaya çalışırken akademik dilin -di... more Gündeliğin çok içinden bir mesele ile uğraşır, olan biteni anlamaya çalışırken akademik dilin -dirler'i ve -dırlar'ından uzak durmanın bazen gerekli olduğunu düşünürüm.
Cebimize hatta gözlüğümüze kadar girmiş olan yeni medya ve uygulamaları, geçmişe oranla bizi çepe... more Cebimize hatta gözlüğümüze kadar girmiş olan yeni medya ve uygulamaları, geçmişe oranla bizi çepe çevre sarmış, gerçeği arttırmıştır. Dolayısıyla düşünme ve eylemenin imkânı bu istilada daha da daralırken; daha çok laflamanın, gözetlemenin, teşhirin, popülizmin kapıları ardına kadar açılmıştır: "Kendini yayınla!" ***
İLETİŞİMDE SOSYAL MEDYA SOSYAL MEDYADA ETKİLEŞİM , 2015
Cebimize hatta gözlüğümüze kadar girmiş olan yeni medya ve uygulama-ları, geçmişe oranla bizi çep... more Cebimize hatta gözlüğümüze kadar girmiş olan yeni medya ve uygulama-ları, geçmişe oranla bizi çepe çevre sarmış, gerçeği arttırmıştır. Dolayı-sıyla düşünme ve eylemenin imkânı bu istilada daha da daralırken; daha çok laflamanın, gözetlemenin, teşhirin, popülizmin kapıları ardına kadar açılmıştır: "Kendini yayınla!" *** Sosyal medya üzerine akademik çalışma yapmak göründüğü kadar kolay bir iş değil. "Olan" ve "olması gereken" üzerinden düşününce meseleyi değil çözmek, anlamak dâhi gerçekten zor. Sosyal medyanın yaşamın ne-redeyse her anına temas etmesi, cepte hatta gözlükte kullanıcısının her an yanında olması nedeniyle ele alınan meseleleri çerçevelemek hiç de kolay değil. Bu zorluğun bir boyutu yeni iletişim teknolojilerinin hızlı tüketi-mi ve aşırı içerik üretimiyken, diğeri Zygmunt Bauman'ın akışkanlıkla tanımladığı modernitede bu araçların yaşamın akışını dolayımlayan, be-lirleyen, yönlendiren bir işlevi olması. Bu yüzden özellikle sosyal medya, temel amacı sosyal olguları ve süreçleri anlamak olan sosyal bilimci için elde tutulması, sınırlandırılması ve tanımlanması oldukça güç bir alan. Tam da bu nedenlerden dolayı sosyal medyanın tek bir disiplinin kapsa-mında çalışılması ve değerlendirilmesi neredeyse mümkün değil. İleti-şim bilimlerinin birikimini eksen tutarak, başta siyaset bilimi, sosyoloji, psikoloji gibi disiplinlerin hep birlikte düşünebileceği disiplinlerarası bir alanı gerektirmekte. Yine aynı nedenlerden ötürü sosyal medya, klasik disiplinlerin sınır(-lılık)larını ve güncel sorunlarını tartışmaya açmak için önemli bir zemin sunuyor. Bu karşılıklı akışkanlık ya da yurtsuzluk iki tarafı içiçe geçiriyor. Mesele "arkadaşlarla çekilmiş bir kendi çekim (sel-fie) yayınlamak"tan çok daha karmaşık. Diğer yandan büyük toplumsal dönüşümlere yerinden kalkmadan, "bir tıkla" tanık ya da dâhil olmak bir o kadar kolay.
Uploads
Papers by Özlem Oğuzhan