Graduate School of Social Sciences

Türkiye'de Atatürkçülük Kavramı Üzerine Denilir ki her asırda bir toplumdan önemli bir lider çıkar. Bugüne kadar çok farklı halkların ve ulusların değişik karakterdeki ve önemdeki liderleri, gerek kendi toplumlarında gerekse Dünya üzerinde açtıkları yeni çığırlar ile dönemlerini etkileyegelmiştir. Bu liderler kendi milletlerini ve halklarını siyasal, sosyal ya da fikrî yönden etkilemişler ve dönemlerinde belirleyici bir öneme haiz olarak adeta zamanı şekillendirmişlerdir. Şekillendirme kavramı, elbette bir toplum yapısının değiştirilmesinden ya da var olan düzeninin yeniden yapılandırılmasını kasteder. Bu bağlamda: Çin'de Mao, Güney Afrika'da Mandela, Küba'da Che ne ise Türkiye Cumhuriyeti için kabul edilen lider de elbette Mustafa Kemal olacaktır.

Bu ödevde önce ödevin konusuna dair, ardından araştırma sorusuna ve itibariyle ödevin içeriği ile ilgili bilgiler verilecektir. Ardından yararlanılan kaynaklar belirtilerek ödevin muhteviyatının daha sarih bir şekilde anlaşılması sağlanacaktır.

Bu çalışmada: " Oğuz Atay'ın yazdığı Tutunamayanlar adlı romanda Türkiye'nin modernleşme sürecinin romana nasıl aksettiği, romanda hangi kısımların bu bağlamda bir işaret olduğu " incelenecektir. Öncelikle giriş kısmında modernizmin ne olduğu, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı kısaca açıklanacak, ardından yine kabaca Türk toplumunun modernizm sürecinden nasıl etkilendiği hususu ele alınacak, " Modern Türk Toplumu " nun inşaası incelenecek ve giriş kısmı son bulacaktır. Çalışmanın gelişme kısmında ise, ilk olarak yazarın otobiyografik özelliklerden yararlanarak okucuya çizdiği portre ve öneminden bahsedilecektir. Ardından çalışmanın ana gövdesi olarak yeni bir devlet ve toplum yaratılırken, modernleşmenin getirdiği sorunların Tutunamayanlar adlı romanda Oğuz Atay tarafından nasıl ve hangi noktalarda belirtildiği, Türk Aydını'nın ve toplumun yaşadığı doğu-batı kimlik sorunsalı ele alınacaktır. Hiciv-mizah öğelerinin, romanın modernistik yapısı ve geleneğe ne denli karşı çıktığı durumlarıyla birlikte dönemin " küçük burjuva " sının analizi, roman karakterlerinin bu bağlamda bahsedilenleri nasıl temsil ettiği yönünde çıkarımlar yapılarak açıklığa kavuşturulacaktır. Son olarak sonuç kısmında kısa bir özetin ardından Oğuz Atay'ın eserinin incelemesinde soruda belirtilen hususa çalışmanın tümünde makul bir cevap arandığı üzere, yazarın neden bu yola başvurduğu açıklanacak ve çalışma sona erdirilecektir.

Halihazırda gündemi meşgul eden konulardan birisi olan ermeni meselesi, 100. yıldönümü olması itibariyle basın ve kamuoyunda geniş yankılar buluyor. Geçtiğimiz günlerde Hıristiyanların dini lideri olan Papa'nın da konuyla alakalı bir açıklamasınnın bulunması tartışmaları daha da alevlendirdi ve bunların gündemdeki yerini arttırdı. Bu ödevde Papa'nın açıklaması üzerinden Türk ve bazı yabancı medya organlarının olayı nasıl aksettirdiği, yine olayı haberleştirirken kullanılan söylemin altında ne yattığı incelenecek ve bunlar aynı çerçevede tartışılacaktır.

Dönem sonu ödevine ilişkin bu çalışmada, öncelikle incelenecek soruya, bunun kapsamının ve sorunun aslında neyi ifade ettiğine, çeşitli perspektiflerden bunun nasıl algılandığına ve nasıl anlaşılması gerektiğine yer verilerek, Final ödevine kullanılacak sorunun ve belirtilen hususların hangi biçim ve kısımlara ayrılarak ödevin aslî gövdesini oluşturacağı hususu ele alınacaktır.

Birliktelik olarak Muhafazakarlık ve Sanat Üzerine-Picasso'nun: "Sanat asla edepli olmamıştır. Zaten edepli olsaydı sanat olmazdı" sözü her okunuşta farklı tahayyüller yaratıyor zihinlerde. Bunun sebebi; aslında yazarın ne dediği veya ne demek istediği değil, söylediği sözü, okuyucu olarak okurken aslında yazarın o anda ne hissetmiş olabileceğinin düşünülmesinden kaynaklıdır nihayetinde, derinlerde. Bundan dolayı da belki de birçok farklı dönemde tartışılagelen sanatla muhafazakârlığın, belki de Picasso'nun deyimiyle edebin, ilişkisi bu noktada ilginç ve en kaba tabiriyle incelenmeye değer bir alan işgal eder. Bu çalışmada, muhafazakar bir sanatın olup olamayacağı tartışmasından yola çıkılarak farklı perspektifler ve bu tartışmaya yüklenen karşı yönlerin yine karşıt manalarından yola çıkılarak, yapılacak tartışmalara yer verilecektir. Bu anlamda; "Muhafazakar sanat olabilir mi?" sorusuna dair yapılacak tartışmada öncelikle bazı tanımlara ihtiyaç bulunmaktadır. Yani, öncelikle muhafazakarlık kavramından ne kastedildiği incelenmelidir. İskender Pala'ya göre (2012) muhafazakarlık; milli manevi değerlere, eserlere ve geleneklere bağlı olarak yaşamakla ve bunları yaşatmayı istemekle olur. Bu anlamda muhafazakarlığa milliyetçi-gelenekçi bir eksen çizmek elbette makul olacaktır. Bunun aksine muhafazakarlığı Mehmet Yılmaz'ın (2012) yaptığı gibi; "devrimsel dönüşümlere direnen", tam anlamıyla gericilik olmasa da onunla akraba olduğu için mücadele edilmesi gereken bir şey olarak kavramsallaştırma yapıldığında ise daha sivri bir anlam çıkacağından muhafazakar sanat kavramı da, dolayısıyla, sivrilecektir. Beşir Ayvazoğlu, kendisiyle yapılan bir mülakatta, muhafazakarlığın da moderniteyle beraber ortaya çıktığını vurgulaması ise yapılacak belki de en ilginç ve üzerinde düşünülmesi gereken vurgudur. (Güveli, 2013) Gerçekten de muhafazakarlık kavramının esas olarak kullanımı, değişimi başlatan modernizm akımının etkilediği bir şeylerle birlikte görülmeye başlanmıştır. Kara rengin bilinebilmesi için ak

Time is continually shifting our lives. People do not think about the change but change is still exist with people and it still works. We can find out the change when we examine our family, especially our ancestry. The change manifests itself especially in cultural world of people. Therefore, I will point out that differences of our cultural world between three generations: my grandparents, my parents and me in this homework. Our cultural distinctions from past are seen at three points: in our relationships, in our worldview and ultimately in our way of life. To begin with, it is no wonder that our relationships has transformed throughout in time because of our cultural changing. When I consider about my grandparents, I can see the difference with us. They were different and we are different as a family. They were in Kars when they passed their childhood. Kars is a city which has not sufficient opportunities for living as a human. It is two thousand metres above from sea level. Because of this, it is always, four seasons, cold and chilly. There is not satisfactory job occasions for people and even the vehicle's existence is a problem due to lack of asphalt roads. Just as because of these reasons, people do not want live in there especially, educated ones. They are migrating to big cities for work, education or medical services. However, the main differences are still exist. For instance, most of the villages in Kars, breeding is being operated with midwifes. My grandparents have born like this example. On the other hand, in big cities there are big hospitals and medical opportunities for people. Moreover, when I compare my grandparents with my parents or me, another discrepancy reveals itself. In the past, the families and family members were close to themselves. They were living together and big families which including grandparents were common. Today, I just live with my mother and father. In our day, there is a notion which about family: " Nuclear family " which is consists of parents and only children or handful relatives. (Greif, 2005, p. 2) Furthermore, our daily life has changed. To clarify, once we were dealing with husbandry and daily domestic responsibilities. Today, as my parents we have a lot on our plate. We are in a hurry always and every day we are getting a handle on our works, lessons or other things. We are being gone to offices, classes. We cannot take off our animals out on grass in nature. As Weber mentions, people in an " iron cage " today. Every single day their activities are same and they have not freedom as their 05.01.15 UNI 117