Edited Volumes by Fatma Aykanat
Through the Working Class: Ecology and Society Investigated through the Lens of Labour - Edited by Silvio Cristiano - Edizioni Ca’Foscari Digital Publishing , 2018
Abstract:
The Anthropocene refers to a geological time interval triggered by the human activities... more Abstract:
The Anthropocene refers to a geological time interval triggered by the human activities on Earth, and proposes humans as geological forces changing the ecosystems irreversibly. How- ever, human activities, such as industrialization, overpopulation, extreme consumption habits, and exploitation of natural resources put pressure on our planet’s sustainability. Thus, these human induced stressors on the environment pose a threat for all biological species inhabiting the Earth, both human and nonhuman. Industrialization is one of the suggested starting points of the Anthropocene epoch. Taking industrialisation, which started to accelerate in the late eighteenth and early Nineteenth centuries, and the transition from wood to fossil fuels like coal to meet the need for energy during the industrialization process as its primary focus, this article explores how the efforts of industrialisation effect socio-cultural life and the relations of human and nonhuman agents nearby. Portraying the entangled lives of the coal miners and their nonhuman helpers, miner mules, in a newly developing mining town in the nineteenth century Turkey, Zonguldak, this study opens to discussion or consideration various issues related to the working class environmentalism and the nonhuman labour. For illustrative purposes, various literary texts written in this period, such as Turkish novelist Mehmet Şeyda’s Yanartaş [The Burning Stone] and poems by Turkish poet like Orhan Veli Kanık and Rıfat Ilgaz, will be referred.
Keywords: The Anthropocene, working class environmentalism, nonhuman labour, coal mines, miner mules, Zonguldak, Turkey.
Chapter 1 in Turkish Ecocriticism: From Neolithic to Contemporary Timescapes. Eds. Serpil Oppermann and Sinan Akıllı, 2020
When Tengrism was the dominant religion among the ancient Turkic communities, providing them with... more When Tengrism was the dominant religion among the ancient Turkic communities, providing them with a collective ecological consciousness, the Tengrist Turks knew how to communicate with animals, plants, elements, and spirits, an ability which they gradually forgot over the centuries. Today, however, there is a profound interest in the revival of Tengrist environmental insights among Turkish climate change fiction (Cli-Fi) writers who offer these insights as a way of changing the present anthropocentric mindset. Following this movement, this chapter will first introduce the main principles of Tengrism and then examine two contemporary Turkish Cli-Fi novels: Hasan Ali Toptaş’s Ben Bir Gürgen Dalıyım (I am a Branch of Hornbeam)1 (1997) and Azra Kohen’s Aeden (2018).
NALANS Journal of Narrative and Language Studies (Ecocriticism Special Issue) , 2020
APA Citation: Aykanat, F. (2020). Dark humorous mode in anthropocene fictions: a contemporary car... more APA Citation: Aykanat, F. (2020). Dark humorous mode in anthropocene fictions: a contemporary carnival of Victorian g o e q e in Li Jen en Ark Baby. Journal of Narrative and Language Studies, 8 (15), 278-290.
Doğa ve Kent [Nature and the City], 2017
A collection of essays
Papers by Fatma Aykanat
DOĞUBATI Düşünce Dergisi: Son Dönemeç Ekolojik Kriz Özel Sayısı, 2021
ISSN: 1303- 7242
Volume: 24 Issue: 95
November-December-January 2020-21
Şarkî Edebiyat ve Sanat Dergisi: Ekoeleştiri Özel Sayısı, 2017
AM Journal of Art and Media Studies. Topic of Issue: New Materialism and Art (Issue No. 5, April 2014 ), 2014
Şarkî Edebiyat ve Sanat Dergisi: Hayvan Çalışmaları Özel Sayısı, 2018
DOĞU BATI Düşünce Dergisi: "Flora'ya Ağıt: Doğa" Özel Sayısı (Kasım, Aralık, Ocak 2017-2018), 2018
Bir sabah uyandığınızı ve gündelik hayatta sıkça karşılaştığınız pek çok doğa ve bitki imgesinin ... more Bir sabah uyandığınızı ve gündelik hayatta sıkça karşılaştığınız pek çok doğa ve bitki imgesinin artık hayatınızda olmadığını, dolayısıyla bunların artık size hiçbir şey ifade etmediğini fark ettiğinizi hayal edin. Örneğin, kanada bayrağı üzerindeki akçaağaç yaprağını, ekvator Ginesi bayrağı üzerindeki gülibrişim ağacını, Lübnan bayrağı üzerindeki sedir ağacını, Meksika bayrağının tam merkezinde duran dikenli armut kaktüs üzerine ağzında, yakaladığı yılanla konmuş kartalı, paraguay bayrağı üzerindeki yarısı palmiye dalı yarısı defne yaprağından oluşturulmuş çelengi ve Myanmar bayrağı üzerindeki çeltik bitkisini hayalî bir silgiyle silin. Yerlerini boş bırakın. Yukarıdaki sadece birkaç ülkeden seçilmiş örneklerdeki, her biri ait oldukları ulus için uğruna çağlar boyunca savaşılmış pek çok değeri temsil eden ulusal bayraklardan, titizlikle seçilmiş bu bitki imgelerini teker teker kaldırdığımızda, geriye sadece birtakım renklerden oluşmuş zeminler kalacak ve bu ülkelerin kültürel hafızalarında hep bir şeyler eksik kalacaktır.
MCBÜ [Manisa Celal Bayar Üniversitesi] Sosyal Bilimler Dergisi: Çevre ve Edebiyat Özel Sayısı, 2018
Under the contemporary ecological threats and human-induced environmental transformations observe... more Under the contemporary ecological threats and human-induced environmental transformations observed in the Anthropocene, water has turned into an irreplaceable natural resource and a valuable asset for human survival. More alarmingly, scarcity of water has been expected to be more severe in the near future, and cause global scale water wars over the possession of it involving many countries. Within a New Materialist theoretical framework, this study, which is based on the ecocritical analysis of Emmi Itäranta’s Cli-Fi novel Memory of Water (2014), treats water as an agential nonhuman element with the capacity to change the morphology of its surroundings as well as having a consciousness enabling water to store “in its memory everything that’s ever happened in this world” (Itäranta 90), both literally and metaphorically. Literally, absorbing the toxic chemicals released by various human activities nearby, water gets contaminated by humans. Its unnaturally changed colour reveals the responsibility of the humans in this contamination. In a similar way, metaphorically, water remembers what has been “done” to it by humans. In this respect, this study argues that water has a mnemonic narrative agency combining human memory and environmental memory. Although water is a vital natural resource for human beings, it is also an independent environmental force that will never yield to man-made chains, as Emmi Itäranta highlights in Memory of Water (2014). Water can never be possessed by humans; it belongs to everyone and to no one.
In Memory of Water (2014), Itäranta envisions a dystopic future –The Twilight Century- challenged by global warming, melting ice-caps, shortage of fresh water, and dominated by water criminals, strict water quotas, illegal water pipes, water guards, black markets, toxic plastic graves, water-related illnesses, and military and political power holders trying to monopolise the remaining fresh water reserves through fear and violence. Although it is not customary for the tea masters to accept women as apprentices, the seventeen-year-old female protagonist of the novel, Noria, is unconventionally trained by her father Master Kaitio to be a tea master; the watcher of water as well as its servant. In such an apocalyptic future, when scarcity of water reconfigures all prevailing discursive formations, Noria tries to survive, to make crucial decisions, and most importantly, to tell herstory as a female voice raised against the history written by the suppressive patriarchal forces. At that point, the memory of water as a versatile, unyielding nonhuman element, and the human memory of a tea master, the watcher of water, are entangled.
Keywords: water, the Anthropocene, memory, agency, dystopia, eco-fiction, Cli-Fi
Öz:
Antroposen Çağı’nda gözlemlenen güncel ekolojik tehditler ve insan kaynaklı çevresel dönüşümler altında, su yeri doldurulamaz bir doğal kaynağa, insanın hayatta kalması için gerekli değerli bir varlığa dönüşmüştür. Daha endişe verici olan ise, su kıtlığının yakın gelecekte daha da şiddetlenmesinin ve suya sahip olma meselesinin pek çok ülkeyi de içine alacak şekilde küresel boyutlarda su savaşlarına sebep olabileceği beklenmesidir. Yeni Maddecilik teorik çerçevesi içinde, Emmi Itäranta’nın iklim-kurgu romanı Su Unutmaz’ın [Memory of Water] (2014) ekoeleştirel analizi üzerine kurulu bu çalışma, suyu çevresinin morfolojik yapısını değiştirme kapasitesine, aynı zamanda da, gerçek ve mecazi anlamda, “bu dünyada gerçekleşmiş herşeyi hafızasında depolayabilen” (Itäranta 90) bir bilince sahip insan olmayan eyleyici bir öğe olarak ele alır. Gerçek anlamda bakıldığında, yakınında gerçekleşen çeşitli insan eylemleri sonucunda çevreye yayılan toksik kimyasalları emerek, su insanlar taraından kirletilir. Doğal olmayan bu yollarla değişen rengi, insanların bu kirlenmedeki sorumluluğunu da ele verir. Benze şekilde, mecezi anlamda da, su, insanlar yarafından kendine “yapılan” herşeyi hatırlar. Bu bağlamda, bu çalışma, suyun insan hafızasını ve çevresel hafızayı bir araya getiren bir anlatı aracı olarak hafızaya dayalı bir eyleyici olduğunu iddia eder. Emmi Itäranta’nın Su Unutmaz [Memory of Water]’da vurguladığı gibi, su, insanlar için hayati bir doğal kaynak olmasına rağmen, aynı zamanda da insan yapımı zincirlere asla boyun eğmeyecek, bağımsız bir çevresel güçtür. Su asla insanlar tarafından sahiplenilemez; su herkese ve hiçkimseye aittir.
Su Unutmaz [Memory of Water]’da Itäranta, küresel ısınma, eriyen buzullar, su kıtlığı gibi sorunların meydan okuması altında olan, ve su suçluları, sıkı su kotaları, kanundışı su boru hatları, su muhafızları, su karaborsası, toksik plastic mezarlıkları, suya bağlı hastalıklar ve korku ve şiddet yoluyla dünyada arta kalan içme suyu kaynaklarını tekel altına almaya çalışan askeri ve siyasi güç odakları tarafından domine edildiği -Milenyum Yüzyılı olarak adlandırılan- distopik bir gelecek canlandırır. Her ne kadar, çay üstadları tarafından kadınların çırak alınması geleneksel bir uygulama olmasa da, romanın on yedi yaşındaki ana karakteri Noria, geleneklere aykırıolarak babası Master Kaitio tarafından bir çay üstadı olmak üzere eğitilir, ki çay üstadı aynı zamanda suyun hizmetkari ve de koruyucusu olmak anlamına gelmektedir. Su kıtlığının mevcut tüm söylemsel oluşumları yeniden şekillendirdiği böyle kıyametvari bir gelecekte, Noria hayatta kalmaya, hayati kararlar almaya ve en önemlisi de baskıcı ataerkil güçler tarafından yazılmakta olan tarih içinde kendi dişi sesini yükselterek, kendi hikayesini anltmaya çalışmaktadır. Bu noktada, değişken, zapt altına alınamayan insan olmayan bir öğe olarak suyun hafızası ve suyun koruyucusu görevini üstlenmiş bir çay üstadının beşeri hafızası birbiri içine girer.
Anahtar Kelimeler: su, Antroposen, hafıza, eyleyicilik, distopya, eko-kurgu, iklim-kurgu
Uploads
Edited Volumes by Fatma Aykanat
The Anthropocene refers to a geological time interval triggered by the human activities on Earth, and proposes humans as geological forces changing the ecosystems irreversibly. How- ever, human activities, such as industrialization, overpopulation, extreme consumption habits, and exploitation of natural resources put pressure on our planet’s sustainability. Thus, these human induced stressors on the environment pose a threat for all biological species inhabiting the Earth, both human and nonhuman. Industrialization is one of the suggested starting points of the Anthropocene epoch. Taking industrialisation, which started to accelerate in the late eighteenth and early Nineteenth centuries, and the transition from wood to fossil fuels like coal to meet the need for energy during the industrialization process as its primary focus, this article explores how the efforts of industrialisation effect socio-cultural life and the relations of human and nonhuman agents nearby. Portraying the entangled lives of the coal miners and their nonhuman helpers, miner mules, in a newly developing mining town in the nineteenth century Turkey, Zonguldak, this study opens to discussion or consideration various issues related to the working class environmentalism and the nonhuman labour. For illustrative purposes, various literary texts written in this period, such as Turkish novelist Mehmet Şeyda’s Yanartaş [The Burning Stone] and poems by Turkish poet like Orhan Veli Kanık and Rıfat Ilgaz, will be referred.
Keywords: The Anthropocene, working class environmentalism, nonhuman labour, coal mines, miner mules, Zonguldak, Turkey.
Papers by Fatma Aykanat
In Memory of Water (2014), Itäranta envisions a dystopic future –The Twilight Century- challenged by global warming, melting ice-caps, shortage of fresh water, and dominated by water criminals, strict water quotas, illegal water pipes, water guards, black markets, toxic plastic graves, water-related illnesses, and military and political power holders trying to monopolise the remaining fresh water reserves through fear and violence. Although it is not customary for the tea masters to accept women as apprentices, the seventeen-year-old female protagonist of the novel, Noria, is unconventionally trained by her father Master Kaitio to be a tea master; the watcher of water as well as its servant. In such an apocalyptic future, when scarcity of water reconfigures all prevailing discursive formations, Noria tries to survive, to make crucial decisions, and most importantly, to tell herstory as a female voice raised against the history written by the suppressive patriarchal forces. At that point, the memory of water as a versatile, unyielding nonhuman element, and the human memory of a tea master, the watcher of water, are entangled.
Keywords: water, the Anthropocene, memory, agency, dystopia, eco-fiction, Cli-Fi
Öz:
Antroposen Çağı’nda gözlemlenen güncel ekolojik tehditler ve insan kaynaklı çevresel dönüşümler altında, su yeri doldurulamaz bir doğal kaynağa, insanın hayatta kalması için gerekli değerli bir varlığa dönüşmüştür. Daha endişe verici olan ise, su kıtlığının yakın gelecekte daha da şiddetlenmesinin ve suya sahip olma meselesinin pek çok ülkeyi de içine alacak şekilde küresel boyutlarda su savaşlarına sebep olabileceği beklenmesidir. Yeni Maddecilik teorik çerçevesi içinde, Emmi Itäranta’nın iklim-kurgu romanı Su Unutmaz’ın [Memory of Water] (2014) ekoeleştirel analizi üzerine kurulu bu çalışma, suyu çevresinin morfolojik yapısını değiştirme kapasitesine, aynı zamanda da, gerçek ve mecazi anlamda, “bu dünyada gerçekleşmiş herşeyi hafızasında depolayabilen” (Itäranta 90) bir bilince sahip insan olmayan eyleyici bir öğe olarak ele alır. Gerçek anlamda bakıldığında, yakınında gerçekleşen çeşitli insan eylemleri sonucunda çevreye yayılan toksik kimyasalları emerek, su insanlar taraından kirletilir. Doğal olmayan bu yollarla değişen rengi, insanların bu kirlenmedeki sorumluluğunu da ele verir. Benze şekilde, mecezi anlamda da, su, insanlar yarafından kendine “yapılan” herşeyi hatırlar. Bu bağlamda, bu çalışma, suyun insan hafızasını ve çevresel hafızayı bir araya getiren bir anlatı aracı olarak hafızaya dayalı bir eyleyici olduğunu iddia eder. Emmi Itäranta’nın Su Unutmaz [Memory of Water]’da vurguladığı gibi, su, insanlar için hayati bir doğal kaynak olmasına rağmen, aynı zamanda da insan yapımı zincirlere asla boyun eğmeyecek, bağımsız bir çevresel güçtür. Su asla insanlar tarafından sahiplenilemez; su herkese ve hiçkimseye aittir.
Su Unutmaz [Memory of Water]’da Itäranta, küresel ısınma, eriyen buzullar, su kıtlığı gibi sorunların meydan okuması altında olan, ve su suçluları, sıkı su kotaları, kanundışı su boru hatları, su muhafızları, su karaborsası, toksik plastic mezarlıkları, suya bağlı hastalıklar ve korku ve şiddet yoluyla dünyada arta kalan içme suyu kaynaklarını tekel altına almaya çalışan askeri ve siyasi güç odakları tarafından domine edildiği -Milenyum Yüzyılı olarak adlandırılan- distopik bir gelecek canlandırır. Her ne kadar, çay üstadları tarafından kadınların çırak alınması geleneksel bir uygulama olmasa da, romanın on yedi yaşındaki ana karakteri Noria, geleneklere aykırıolarak babası Master Kaitio tarafından bir çay üstadı olmak üzere eğitilir, ki çay üstadı aynı zamanda suyun hizmetkari ve de koruyucusu olmak anlamına gelmektedir. Su kıtlığının mevcut tüm söylemsel oluşumları yeniden şekillendirdiği böyle kıyametvari bir gelecekte, Noria hayatta kalmaya, hayati kararlar almaya ve en önemlisi de baskıcı ataerkil güçler tarafından yazılmakta olan tarih içinde kendi dişi sesini yükselterek, kendi hikayesini anltmaya çalışmaktadır. Bu noktada, değişken, zapt altına alınamayan insan olmayan bir öğe olarak suyun hafızası ve suyun koruyucusu görevini üstlenmiş bir çay üstadının beşeri hafızası birbiri içine girer.
Anahtar Kelimeler: su, Antroposen, hafıza, eyleyicilik, distopya, eko-kurgu, iklim-kurgu
The Anthropocene refers to a geological time interval triggered by the human activities on Earth, and proposes humans as geological forces changing the ecosystems irreversibly. How- ever, human activities, such as industrialization, overpopulation, extreme consumption habits, and exploitation of natural resources put pressure on our planet’s sustainability. Thus, these human induced stressors on the environment pose a threat for all biological species inhabiting the Earth, both human and nonhuman. Industrialization is one of the suggested starting points of the Anthropocene epoch. Taking industrialisation, which started to accelerate in the late eighteenth and early Nineteenth centuries, and the transition from wood to fossil fuels like coal to meet the need for energy during the industrialization process as its primary focus, this article explores how the efforts of industrialisation effect socio-cultural life and the relations of human and nonhuman agents nearby. Portraying the entangled lives of the coal miners and their nonhuman helpers, miner mules, in a newly developing mining town in the nineteenth century Turkey, Zonguldak, this study opens to discussion or consideration various issues related to the working class environmentalism and the nonhuman labour. For illustrative purposes, various literary texts written in this period, such as Turkish novelist Mehmet Şeyda’s Yanartaş [The Burning Stone] and poems by Turkish poet like Orhan Veli Kanık and Rıfat Ilgaz, will be referred.
Keywords: The Anthropocene, working class environmentalism, nonhuman labour, coal mines, miner mules, Zonguldak, Turkey.
In Memory of Water (2014), Itäranta envisions a dystopic future –The Twilight Century- challenged by global warming, melting ice-caps, shortage of fresh water, and dominated by water criminals, strict water quotas, illegal water pipes, water guards, black markets, toxic plastic graves, water-related illnesses, and military and political power holders trying to monopolise the remaining fresh water reserves through fear and violence. Although it is not customary for the tea masters to accept women as apprentices, the seventeen-year-old female protagonist of the novel, Noria, is unconventionally trained by her father Master Kaitio to be a tea master; the watcher of water as well as its servant. In such an apocalyptic future, when scarcity of water reconfigures all prevailing discursive formations, Noria tries to survive, to make crucial decisions, and most importantly, to tell herstory as a female voice raised against the history written by the suppressive patriarchal forces. At that point, the memory of water as a versatile, unyielding nonhuman element, and the human memory of a tea master, the watcher of water, are entangled.
Keywords: water, the Anthropocene, memory, agency, dystopia, eco-fiction, Cli-Fi
Öz:
Antroposen Çağı’nda gözlemlenen güncel ekolojik tehditler ve insan kaynaklı çevresel dönüşümler altında, su yeri doldurulamaz bir doğal kaynağa, insanın hayatta kalması için gerekli değerli bir varlığa dönüşmüştür. Daha endişe verici olan ise, su kıtlığının yakın gelecekte daha da şiddetlenmesinin ve suya sahip olma meselesinin pek çok ülkeyi de içine alacak şekilde küresel boyutlarda su savaşlarına sebep olabileceği beklenmesidir. Yeni Maddecilik teorik çerçevesi içinde, Emmi Itäranta’nın iklim-kurgu romanı Su Unutmaz’ın [Memory of Water] (2014) ekoeleştirel analizi üzerine kurulu bu çalışma, suyu çevresinin morfolojik yapısını değiştirme kapasitesine, aynı zamanda da, gerçek ve mecazi anlamda, “bu dünyada gerçekleşmiş herşeyi hafızasında depolayabilen” (Itäranta 90) bir bilince sahip insan olmayan eyleyici bir öğe olarak ele alır. Gerçek anlamda bakıldığında, yakınında gerçekleşen çeşitli insan eylemleri sonucunda çevreye yayılan toksik kimyasalları emerek, su insanlar taraından kirletilir. Doğal olmayan bu yollarla değişen rengi, insanların bu kirlenmedeki sorumluluğunu da ele verir. Benze şekilde, mecezi anlamda da, su, insanlar yarafından kendine “yapılan” herşeyi hatırlar. Bu bağlamda, bu çalışma, suyun insan hafızasını ve çevresel hafızayı bir araya getiren bir anlatı aracı olarak hafızaya dayalı bir eyleyici olduğunu iddia eder. Emmi Itäranta’nın Su Unutmaz [Memory of Water]’da vurguladığı gibi, su, insanlar için hayati bir doğal kaynak olmasına rağmen, aynı zamanda da insan yapımı zincirlere asla boyun eğmeyecek, bağımsız bir çevresel güçtür. Su asla insanlar tarafından sahiplenilemez; su herkese ve hiçkimseye aittir.
Su Unutmaz [Memory of Water]’da Itäranta, küresel ısınma, eriyen buzullar, su kıtlığı gibi sorunların meydan okuması altında olan, ve su suçluları, sıkı su kotaları, kanundışı su boru hatları, su muhafızları, su karaborsası, toksik plastic mezarlıkları, suya bağlı hastalıklar ve korku ve şiddet yoluyla dünyada arta kalan içme suyu kaynaklarını tekel altına almaya çalışan askeri ve siyasi güç odakları tarafından domine edildiği -Milenyum Yüzyılı olarak adlandırılan- distopik bir gelecek canlandırır. Her ne kadar, çay üstadları tarafından kadınların çırak alınması geleneksel bir uygulama olmasa da, romanın on yedi yaşındaki ana karakteri Noria, geleneklere aykırıolarak babası Master Kaitio tarafından bir çay üstadı olmak üzere eğitilir, ki çay üstadı aynı zamanda suyun hizmetkari ve de koruyucusu olmak anlamına gelmektedir. Su kıtlığının mevcut tüm söylemsel oluşumları yeniden şekillendirdiği böyle kıyametvari bir gelecekte, Noria hayatta kalmaya, hayati kararlar almaya ve en önemlisi de baskıcı ataerkil güçler tarafından yazılmakta olan tarih içinde kendi dişi sesini yükselterek, kendi hikayesini anltmaya çalışmaktadır. Bu noktada, değişken, zapt altına alınamayan insan olmayan bir öğe olarak suyun hafızası ve suyun koruyucusu görevini üstlenmiş bir çay üstadının beşeri hafızası birbiri içine girer.
Anahtar Kelimeler: su, Antroposen, hafıza, eyleyicilik, distopya, eko-kurgu, iklim-kurgu