Books by Zeynep Yeşilova-Editör (İdeal Kültür Yayıncılık)
Editors:Ferdi Güçyetmez-Diren Doğan, 2024
The Asia-Pacific and Indo-Pacific regions have emerged ... more Editors:Ferdi Güçyetmez-Diren Doğan, 2024
The Asia-Pacific and Indo-Pacific regions have emerged as pivotal geopolitical theaters, wielding significant influence in shaping the trajectory of the 21st century. Historically, the Asia-Pacific term has been widely used to encapsulate the vast expanse from East Asia to the Western Pacific, encompassing diverse nations with varied cultural, economic, and political backgrounds. However, the evolving global dynamics have led to this region's redefinition, with the Indo-Pacific concept gaining prominence.
The Indo-Pacific extends beyond the traditional Asia-Pacific boundaries, incorporating the Indian Ocean into the geopolitical calculus. This expanded framework reflects the interconnectedness of maritime routes and underscores the strategic importance of both the Pacific and Indian Oceans. The Indo-Pacific encapsulates the convergence of interests and the interplay of major powers, amplifying the significance of regional cooperation and competition. Regional disputes have become integral to this narrative, with contested territorial claims, historical rivalries, and maritime disputes defining the geopolitical landscape.
In this book, we have examined the claims about the South China Sea, national interests in the region, balancing policies, disputes, diplomatic efforts and multilateral dialogues in a wide perspective in terms of geopolitical developments.
Authors: Ömer Emre Kuşçu * Bilal Ersin Elikoğlu * Sinan Haskan * Sina Kısacık * Murat Yorulmaz * Gamze Helvacıköylü * Bilal Nas * Aybaba Lale Kahraman * Tuğçe Pulurluoğlu * Oktay Küçükdeğirmenci * Dr. Rahman Nurdun
Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askeri başarılarının ardından hâkimiyeti
altındaki toprakların geni... more Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askeri başarılarının ardından hâkimiyeti
altındaki toprakların genişlemesi ve sahip olunan bu geniş coğrafyada devrin ulaşım, iletişim, lojistik ve güvenlik şartları çerçevesinde merkezi otoritesini zaafa uğratmayacak şekilde yerel unsurları da bir ölçüde idarede kullandığı bilinmektedir. Merkeze uzak olan ve Osmanlıların çok da tanımadıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Kafkasya ve kısmen Kuzey Irak coğrafyasındaki aşiret sahibi etkin yerel aktörler, ocaklık sancaklar ihdas edilerek idarenin içine çekilmişlerdir. Ocaklık sisteminin, bu kitapta ayrıntılarını bulacağınız, kendi içinde birtakım farklı şekilleri bulunmaktadır. Esere esas olan ocaklık çeşidi ise taşra idari taksimatında klasik sancaklardan farklı olarak bir diğer unsur olarak karşımıza çıkan yurtluk-ocaklık ve hükümet sancaklardır.
Yurtluk-ocaklık ve hükümet sancaklar üzerine sistemi bütünüyle veya bir bölümü ile ortaya koyan kıymetli araştırmalar yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Bu çalışma, şimdiye kadar konu ile ilgili çok kıymetli eserler veren ve her biri kendi alanlarında temayüz etmiş kıymetli bilim adamlarının elde ettikleri yeni bilgi ve belgelerin ışığında kaleme aldıkları yazılardan oluşmaktadır. Kitaptaki konular, ocaklık sancakların bütünüyle anlaşılmasına katkı sağlayacak bir anlayışla, uygulamanın yapıldığı bütün bölgeler dikkate alınarak tespit edilmiş olmakla beraber komple bir bakış açısıyla ocaklık sancak panoraması çizilmeye çalışılmıştır.
İbrahim Erdal , 2022
There is no doubt that the wind of change and freedom brought about by the French Revolution in a... more There is no doubt that the wind of change and freedom brought about by the French Revolution in a process in which empires were destroyed and nation-states were established also spread to the land of Ottoman State, especially the Balkans.
This process also paved the way for the elements living under the identity of Ottoman non-Muslim subjects and the Muslims who remained in the lands lost by the empire to pursue the right to determine their own future in their own ethnic identity and territory, and to fight against the "other".
The population change, which came to the fore with the proposal of the League of Nations, caused social and cultural wounds in both societies. The population exchange led to similar pains, longings and social problems in different tones in both sides. People were forced to immigrate from the land they had lived for nearly 500 years and they adopted as their homeland, due to war, security concerns and the policies that were pursued.
Yusuf Mazı, 2022
This book presents mainly the findings of Germany’s minority policy in Romania. In doing so, the ... more This book presents mainly the findings of Germany’s minority policy in Romania. In doing so, the research concentrates on the German minority and considers the extent to which this minority plays a role in German-Romanian relations. Regarding the German minority, the main aspect is on its bridge function between Germany and Romania. In addition, this book looks at which German companies, foundations and educational institutions are active. Furthermore, several concepts in the field of minority studies in international relations are used in this book as a theoretical basis and the concept of diaspora is discussed in detail in order to better understand the bridge function of the German minority in Romania. The outcome of this research shows that through its minority policy in Romania, Germany is able to establish close relations with the Romanian state. In this context, the activities of German foundations and institutions are important tools for Germany’s minority policy in order to build up a large network in Romania. Also, the preservation of German-Romanian culture is strongly supported by Germany from the post-communist period onwards. The political foundations play a particularly critical role in the education of potential politicians and academics who can take important positions in the Romanian politics in the long term.
Fatih Selçuk , 2022
Milli Mücadele yılları, tarihimizin dönüm noktalarından biridir. Bu dönemin en belirgin özelliği,... more Milli Mücadele yılları, tarihimizin dönüm noktalarından biridir. Bu dönemin en belirgin özelliği, askeri alanda verilen mücadele ile siyasi alanda verilen mücadelenin iç içe geçmiş olmasıdır. Bu bakımdan dış ilişkiler, Milli Mücadele'nin kaderini doğrudan etkilemiştir. İngiltere ile birlikte Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasında birincil rol oynayan Fransa, bu dönemin ana öznelerinden biri olmuştur. Bu sebeple Fransa'nın politikalarını anlamak, Milli Mücadele yıllarını anlamak açısından büyük önem taşımaktadır.
Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasına yönelik planlara imza atan Fransa'nın bölgeye yönelik siyaseti İngiltere ile olan rekabet, Anadolu'da ortaya çıkan direniş, İslam dünyasının tutumu, Bolşevizm tehlikesi ve doğuda kaybedilen Fransız nüfuzu gibi etkenler sebebiyle zaman içerisinde değişim geçirmeye başlamıştır. Bölgede değişen dengeleri erken bir tarihte görmeye başlayan Fransız yetkililer, Paris'teki siyasileri Anadolu'daki direniş ile ilgili olarak sıklıkla uyarmışlardır. Fransız basını da sahadaki gerçekliği kısa sürede kavrayarak hükümet üzerinde baskı kurmuştur. Fransız siyasilerin değişen dengeleri gözetmesi ise biraz zaman almıştır. Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki direnişin artık önlemeyecek bir hale gelmesi, Sevr Antlaşması'na imza atan Fransız hükümetini kamuoyunun sesine kulak vermeye ve doğuya yönelik politikalarını gözden geçirmeye itmiştir. Elinizdeki kitap, Milli Mücadele döneminde değişen dengeler üzerinde temellenen Türk-Fransız ilişkilerini yeni bilgi ve belgeler ışığında ele almaktadır.
Yazar: Ahmed Cevad Hazırlayan: Fatma Ürekli Ebul Faruk Önal , 2022
“Geçirdiğimiz felâketler, her an tehdidi altında bulunduğumuz muhâtaralar bize öğretmiş olabilmel... more “Geçirdiğimiz felâketler, her an tehdidi altında bulunduğumuz muhâtaralar bize öğretmiş olabilmelidir ki efrâdın ayrı ayrı refah ve saadetinden evvel umum vatanın hârici tehlikelere karşı masûniyyet ve mahfûziyyeti mühimdir... ”
Ahmed Cevad
Oku, Ağla, Düşün ve Uyan! ifadeleriyle başlayan ve özellikle Osmanlı Türklerinin Balkanlarda uğradıkları mezalimden çıkarılacak dersleri vurgulayan bu eser, basit bir “propaganda” çabası olarak görülemez. Aksine, ‘millî bir şuur ve hafıza inşâsı’ olarak değerlendirmek, yakın geçmişten yükselen bir ihtâr belgesi olarak görmek daha yerinde olacaktır.
Selim Hilmi Özkan , 2022
Suriye ve Lübnan çevresinden Amerika Birleşik Devletleri veya Amerika kıtasına ilk defa kimin göç... more Suriye ve Lübnan çevresinden Amerika Birleşik Devletleri veya Amerika kıtasına ilk defa kimin göç ettiği veya göçün hangi tarihte başladığı konusunda elimizde net bir bilgi olmamakla beraber Lübnan'dan ilk göçlerin 1850'lilerin başında başladığı tahmin edilmektedir. ABD göç kayıtlarına göre Doğu Lübnan'daki Salima köyünün bir vatandaşı olan Antonio Bishallany, Amerika Birleşik Devletleri'ne göç eden ilk Marûnî olarak kabul ediliyor. Yaklaşık 300 $ bir para ile 22 Ağustos 1854 tarihinde Lübnan'dan ayrılan Antonio Bishallany, uzun bir yolculuktan sonra New York'a vardı. Buradan trenle Boston'a geçti. İngilizce bilgisi olmadan sadece elindeki adres bilgileri ile gitmek istediği yere ulaştı. Antonio Bishallany büyük hayaller ile geldiği ABD'ye yerleşmesinden iki yıl sonra 34 yaşında öldü. Antonio Bishallany'nin büyük umutla başlayan yolculuğu böylece büyük bir trajedi ile son bulmuş oldu.
Cebel-i Lübnan ve Suriyelilerin 19. yüzyılın ortalarından itibaren Suriye ve Lübnan'dan başlayan yolculukları kıtalar arası, karmaşık ve riskli bir şekilde bazen Avrupa'da bazen de Amerika kıtasında son buldu. Göçlerin nedenleri kadar nasıl yapıldığı da önemli bir konudur. Göç etmek için neden bulanları yollarda bekleyen birçok tehlike beklemekteydi. Göçe başlayanları kaçakçılar, rüşvetler, göçü engellemek için bekleyen görevli memurlar, konaklama gibi daha birçok bilinmez karşılamaktaydı. Günümüzde sıradan bir olay gibi görünse de göç sonuçları itibari ile son derece zor ve zor olduğu kadar tarihi açıdan karmaşık ve önemli bir olaydır.
Editör: Selim Karakaş
Sosyal bir olgu olarak kimlik, her şeyden önce aidiyet bildiren bir ifadedir. Kişinin kendini tan... more Sosyal bir olgu olarak kimlik, her şeyden önce aidiyet bildiren bir ifadedir. Kişinin kendini tanımlama biçiminin yansımasıdır. Bireyler, içinde yer aldıkları kimlikler ile bir yönüyle kim olduklarının yanıtını verirlerken bir yönüyle de ötekini tanımlamış olmaktadırlar.
Buna karşın ötekileştirme, ferdin aidiyet hissettiği ve mensubu bulunduğu kimliği (ben ya da biz) merkeze alarak, yabancı addettiği diğer kimlik ya da kimlikleri yok sayıp dairenin dışında kabul etmesi, bunun neticesinde de kendisini ondan ayrı ve bazen de üstün tutmasıdır; farklı olana olumsuz bir anlam yükleme, onu değersizleştirme çabasıdır.
Unutulmamalıdır ki, her insan içinde bir benlik hissiyatı ile var olur. Ancak toplumsal ilişkilerimizde benmerkezciliği esas kabul etmek daima problemlere yol açacaktır. Çünkü başkasının da içinde taşıdığı "ben" ile yollar kesiştiğinde çatışma kaçınılmaz bir hal alır. Toplumsal barış için bireylerin sağlıklı bir öz denetim mekanizması geliştirmeleri elzemdir. Bu da "ben" ile "sen" arasındaki münasebette ötekileştirici tavrı terk etmekle sağlanacaktır. Böylece insan zamanla, içindeki öz beni yok etmeden de birbirini anlama tecrübesi geliştirecek ve buradan farklılığın zenginlik olduğu bilincine ulaşacaktır. Zira öteki, her zaman kötü veyahut düşman olan demek değildir. Bazen de hakiki beni idrak edebilmenin, biz olabilmenin yegâne yoludur.
Tarihte öteki veya ötekinin tarihi hakkında düşünmek, aynı minval üzere objektif ve duygusallıktan uzak bilimsel çalışmalar ortaya koymak ise yekdiğerini anlamak bakımından önemlidir. Bu kavrama çabası ötekileştirmenin de önüne geçecek ilk adımdır.
Yazar: Meral Demiryürek , 2022
Anlatıda “sen/siz" diline dair neler biliyorsunuz?
Günümüzde basılı edebiyat eserlerine ilaveten ... more Anlatıda “sen/siz" diline dair neler biliyorsunuz?
Günümüzde basılı edebiyat eserlerine ilaveten çeşitli sosyal medya mecraları üzerinden paylaşılan dijital edebî ürünlerle bilgisayar oyunlarının metinleri ve “görsel roman” olarak nitelendirilen filmler sayesinde “sen/siz” dili farklılaşıp genişleyerek daha fazla önem kazanmaktadır. İkinci kişili anlatıcı ve bakış açısı olarak tanımlanan bu anlatı modunu, yenilikçi yazarlar deneysel ve özel bir biçimde kullanırlar. Bu bağlamda akademik çevreler tarafından da dünyanın çeşitli ülkelerinde konuyla ilgili birçok bilimsel çalışma yapılmaktadır. Bazı araştırmacıların “marjinal”, “yapay” ve “karmaşık” bularak küçümsemesine karşın ikinci kişi anlatımının sanat ve bilgi boyutunda 1980’lerin sonundan itibaren sürekli artan bir gelişme söz konusudur.
Türk edebiyatında ikinci kişili anlatıcı ve bakış açısıyla yazılmış hikâye ve romanların sayısı, her geçen gün çoğalmasına rağmen konunun teorik yönünü ele alan yayınlar yok denecek kadar azdır.
Anlatıcının Sen/Siz Hâli isimli bu eser, ikinci kişili anlatıcı ve bakış açısı (sen/siz anlatımı) hakkında teorik bilgiler vermenin yanı sıra Türk ve dünya edebiyatından seçilmiş örnek eserleri tahlil eden ilk bilimsel çalışmadır.
Yazar: Ercüment Sarıay , 2022
Örfi İdare yönetimi ile Divân-ı Harb-i Örfîlerin uygulanmasında ön plana çıkan 31 Mart Vak’ası, A... more Örfi İdare yönetimi ile Divân-ı Harb-i Örfîlerin uygulanmasında ön plana çıkan 31 Mart Vak’ası, Anadolu ve Rumeli’deki kalkışma ve eşkıyalık eylemleri ile Mahmut Şevket Paşa Suikastı gibi gelişmeler meydana geliş biçimleri ve sonuçları itibarıyla kamu düzenini bozmakla kalmamış, devletin birlik ve bütünlüğünü de tehdit etmiştir. Örfi İdare ile Divân-ı
Harb-i Örfîler, bu tür tehditlerin sona erdirilmesinde ve olaylara karışanların
cezalandırılmasında, merkezi hükûmet tarafından kullanılan en etkili araçlardan biri olmuştur. Bununla birlikte bilhassa İttihatçıların denetimindeki hükûmetler, Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîleri hem güvenlik politikasının meşru bir aracı olarak hem de iktidara tutunabilmenin ve muhalif kesimleri susturmanın en kestirme yolu olarak görmüşlerdir.
Bu eserde, Örfi İdare rejiminin bir uzvu olarak kurulan Divân-ı Harb-i Örfîler, bağımsız ve tarafsız mahkemeler miydi?, 31 Mart Vak’ası’nın Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîler açısından önemi neydi?, Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîlerin iç ve dış güvenliğin sağlanmasındaki rolleri neydi?, Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîler iktidar ve muhalefet ilişkilerini ne ölçüde etkilemişti?, İttihat ve Terakki Cemiyeti siyasetin dizayn edilmesinde bu yapıları kullandı mı?, Divân-ı Harb-i Örfîler suç faillerine hangi gerekçelerle ne gibi cezalar verdi?, İsyan, eşkıyalık gibi kamu düzenini bozan eylemlerin önlenmesinde Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîler nasıl bir işlev üstlenmişlerdi? sorularına cevap aranmıştır.
Yazar: Berkay Yekta Özer , 2022
“Bizans ile Haçlılar arasındaki sözde kardeşliğin dramatik bir şekilde sonlandığı 1204 yılı facia... more “Bizans ile Haçlılar arasındaki sözde kardeşliğin dramatik bir şekilde sonlandığı 1204 yılı faciasının akabinde Büyük Roma İmparatorluğu’nun geride kalan tek ve yaşlı varisinin yaşadığı şok kısa sürede atlatılmıştı. Latin işgalinden bağımsız bir şekilde kurulan Trabzon Komnenosları’nın dışında sürgündeki Epiros ve İznik hükümetleri, imparatorluk mirasını yeniden bütünlemek için Haçlılar ve Bulgarlarla olduğu kadar birbirleriyle de kıyasıya bir mücadeleye girişmişlerdi. Bütün bu varisler arasında iznik’e yerleşen Laskarisler konumları, faaliyetleri ve diplomatik maharetleriyle en şanslı aday olarak göze çarpıyordu. Bu eserde, adı geçen hanedanın, imparatorluk ve patriklik makamlarının restorasyonu başta olmak üzere Haçlıların eline düşen başkentlerini yeniden ele geçirmek adına ortaya koyduğu çabalar dönemin kaynakları ışığında incelenmiştir. Okuyucular burada Bizans’ın yeniden ihyasına giden süreci akıcı ve tafsilatlı şekilde bulacaklardır.”
Prof. Dr. Aydın Usta
İdeal Kültür Yayıncılık , 2021
İnsanlık tarihi yazılırken; siyasi, coğrafi, dini, sosyal ve ekonomik faktörler hep ön planda olm... more İnsanlık tarihi yazılırken; siyasi, coğrafi, dini, sosyal ve ekonomik faktörler hep ön planda olmuş, jeolojik ve meteorolojik afetler ile salgın hastalıkların bu ana faktörleri doğrudan etkilediği hususu, çoğu zaman gerektiği kadar dikkate alınmamıştır. Oysa salgın hastalıklar insanlık tarihinin şekillenmesine belki de en çok tesiri olan faktörlerden birisidir.
Eskiçağlardan 19. yüzyılın sonuna kadar, salgın özelliği gösteren bulaşıcı hastalıklar hep gündemde olmuşlardır. Özellikle veba, sıtma, grip ve kolera salgınlarının dikkate değer sonuçlarının olduğunun altını çizmek gerekir. Savaşların, muhasaraların ve seferlerin kaybedilmesi veya kazanılmasının ağırlıklı sebebi salgın hastalıklar olmuş, Orta ve Yeniçağlarda insanlar korku ve çaresizlik içinde hastalıklara boyun eğmişlerdir. Psikolojileri bozulmuş, bedenen dirençsiz kalmışlar, yaşadıkları yerlerden göç etmişler, ailelerini terk etmişler hatta canlarına dahi kıyabilmişlerdir.
Bu kitap, Türkiye’de bu konuda eser veren ilk akademisyenlerden birisi olan Prof. Dr. Orhan Kılıç’ın yirmi yıla yakın bir süredir oluşturduğu bilgi birikiminin bir ürünüdür. Dünya ve özelde Osmanlı ülkesi ölçekli ele alınan salgınlar; siyasi, askeri, coğrafi, demografik, dini, edebi, kültürel ve sosyal bakımdan bütün yönleri ile değerlendirilmiştir. Tarihe salgın hastalıklar penceresinden bakan bu çalışma, okuyucunun tarihi olayları farklı bir perspektiften değerlendirmesini amaçlıyor.
İdeal Kültür Yayıncılık, 2021
Osmanlı Devleti'nde Fikri Mülkiyet Hakları isimli eser, Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Dönemiyle bi... more Osmanlı Devleti'nde Fikri Mülkiyet Hakları isimli eser, Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Dönemiyle birlikte yaşadığı sosyal, ekonomik ve hukuki dönüşümünün şimdiye kadar fazla ön plana çıkmamış bir unsuru olan fikri mülkiyet haklarını incelemektedir.
Zorlu 19. yüzyılda Osmanlı Devleti, hârici ve dâhili birçok sorunla uğraşırken diğer taraftan, büyük önem atfettiği meselelerden biri de ülkenin ekonomik, teknolojik, bilimsel ve kültürel gelişimine zemin hazırlamaktı. Bu dönemde başarısı tartışmalı birçok kanun ve teşviklerle, yabancı yatırımcının ülkeye çekilmesi yanında bilgi ve teknolojinin transfer edilmesi amaçlanmıştır.
İşte bu süreçte gerek bilgi ve teknoloji transferi gerekse yerel kaynakların harekete geçirilmesi amacıyla başvurulan yollardan biri de fikri mülkiyet hakları şemsiyesi altında telif hakları, marka ve patent hukuku alanlarında mevzuatın oluşturulmasıydı. Osmanlı Devleti 1850’li yıllardan itibaren her üç alanda çeşitli hukuki düzenlemeleri ortaya koymak suretiyle fikri mülkiyet hakları açısından gerekli altyapıyı oluşturmuştur. Bu kitapta telif hakları ile marka ve patent hukukunun oluşturulması çalışmaları yanında, bu kanunların uygulanması ve pratikte devlet ve toplumun kazanımları ele alınmaya çalışılmıştır.
Yazarımız Prof. Dr. Orhan Kılıç, 'Mikrop, Salgın ve Toplum: İnsanlığın Ölümle İmtihanı' ve 'Osman... more Yazarımız Prof. Dr. Orhan Kılıç, 'Mikrop, Salgın ve Toplum: İnsanlığın Ölümle İmtihanı' ve 'Osmanlı Taşrasının İdari Taksimatı ve Yöneticileri: Kuruluştan 19. Yüzyıla' eserleri ile 2022 yılı TÜBA Sosyal Bilimler "Halil İnalcık Özel Ödülü"ne layık görülmüştür.
İdeal Kültür Yayıncılık - Yazar: Murat Çelik , 2022
In this book, the concepts of kemerbaşı and consiliarius, both being student organisation/unions,... more In this book, the concepts of kemerbaşı and consiliarius, both being student organisation/unions, one in the Ottoman medreses and the other one at the Italian universities, will be discussed. Both concepts include an approach to student management in the Ottoman and the Italian higher education. In the study, first of all, the concepts of kemerbaşı and consiliarius will be discussed and the reasons for their emergence will be emphasized. The qualifications and quantities of each student institution will be pointed out, and their position, authority, and duties in the Ottoman and Italian higher education will be discussed. The result obtained, it is aimed to reveal a position in the Ottoman medrese system that has not been discussed much, and to open new subdivisions in the field of the Ottoman education history. In the study, both inductive and deductive methods will be used to discuss the subject, and it can be stated that the study is qualitative. While making these definitions, the use of analogy will also be applied to understand the scales and forms. The sources and data needed for the discussed topic were primarily obtained from Ottoman archival documents. In this respect, Ottoman archive sources were scanned, and the Ottoman chronicles were added to this scan. Secondary sources and research records will then be used to explain each institution and the position of the Ottoman kemerbaşı and the Italian consiliarius.
İdeal Kültür Yayıncılık , 2021
**Öğretim yılı ders programına uygun, PPT sunum dosyalı**
Sanayileşme sonrasında Avrupa toplumlar... more **Öğretim yılı ders programına uygun, PPT sunum dosyalı**
Sanayileşme sonrasında Avrupa toplumlarının bunalımlarını anlamak için doğan sosyolojinin bir alt alanı olarak 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan eğitim sosyolojisi, bireyi hemen her bakımdan sarıp sarmalayan toplumsal yapı ve kurumlar ile eğitim sisteminin kesiştiği noktada bireye nerede durduğuna dair bir anlam dünyası sunar. Eğitim sosyolojisinin bu gerçekliği, son yüzyılın önemli pedagojik farkındalıklarından biri olmuş, bu bilim alanı önemli derslerden ve araştırma sahalarından biri haline gelmiştir. Bu bakımdan sadece öğretmen yetişecek kişilerin değil, eğitimle ilgili ayakları yere sağlam basan açıklamalarda bulunacakların ve eğitim politikası üreticilerinin ciddi biçimde eğitim sosyolojisinden faydalanmaları gerekir.
Eğitim Fakültelerindeki Eğitim Sosyolojisi dersi için bir rehber ve kaynak metin olması amacıyla hazırlanan bu eser, mevcut toplumsal sorunları eğitimle ilişkilendirerek, en yeni bilgiler ve canlı örneklerle sunmaktadır. Toplumsal sorunların sonsuzluğu malumdur. Ancak bunlar arasında en belirgin olan başlıklar 24 konu şeklinde Eğitim Sosyolojisi dersinde öğretim yılı boyunca izlenilen programa uygun biçimde ele alınmış, gerekli kavramsal bilgiler verilmiştir. Her konunun girişine derse başlamadan önce araştırma soruları eklenmiş, ders bittikten sonra da konularla ilgili ileri okuma yapmak isteyenler için de kaynak önerilmiştir. Tüm bu özellikler çerçevesinde eğitim Sosyolojisi kitabı başta eğitimciler ve öğretmen adayları olmak üzere tüm okuyuculara hitap eden bir başvuru kaynağı niteliğini taşımaktadır.
İdeal Kültür Yayıncılık-Editör: Öztürk Emiroğlu, 2021
Edebiyat tarihleri, dil vasıtasıyla üretilen sözlü ve yazılı ürünleri temel malzeme olarak yapı, ... more Edebiyat tarihleri, dil vasıtasıyla üretilen sözlü ve yazılı ürünleri temel malzeme olarak yapı, içerik, sanatkâr, devir bağlamında genelde kronolojik olarak sistemli değerlendirmeye tabi tutar. Temelde edebi eser ve sanatkârını değerlendirmek olarak görülen edebiyat tarihinden, aslında o milletin veya toplumun kültür ve medeniyet hayatının edebiyat şubesindeki bütün gelişmeleri aydınlatması beklenir. Bir edebiyat tarihinin bu yüksek beklentiyi karşılayabilmesi için edebiyat tarihi yazarı veya yazarları tarafsız olmak zorundadır. Böyle bir mecburiyetle hareket eden bir edebiyat tarihçisi, temel malzemesi olan edebi ürünü objektif bir şekilde incelemeye, edebî kıymetini belirlemeye, o ürünün yazıldığı devir ve sanatkârın hayatının yanında edebi cereyanları etraflıca aktarmaya, döneme damgasını vuran tarihî, siyasî, toplumsal olayları isabetli bir şekilde değerlendirmeye çalışır. Bu çerçevede bir milletin dünya kültür ve medeniyet tarihinde diğer milletlerden edebi ürünler ve sanatkârlar yönünden farklarını ortaya koymak bakımından edebiyat tarihi yazmak yüksek sorumluluk gerektirir.
Türk Edebiyatı Tarihi, Türk milletine duyulan yüksek sorumluluk bilinciyle, Türk edebiyatına ilgi duyan herkes düşünülerek yazılmıştır. Dünyada Türk edebiyatı üzerine araştırma yapanlara bir kaynak kitap sunabilmek için Türk edebiyatında edebi türlerin gelişimi bütünlüklü bir şekilde incelenmiştir. Türkler ve Türkçe bilen yabancılar gözetilerek geniş kitlelere hitap edecek nitelikte bir çalışma olmasına azami gayret edilmiştir. Türk edebiyatının edebî evrelerini edebî türler üzerinden devir-şahıs-eser ekseninde eskiden günümüze takip etmek ve Türk edebiyatı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere yönelik hazırlanan bu inceleme, bir ders kitabı veya bir ansiklopedi değildir. Bilimsel edebiyat tarihçiliği yöntemine göre başlangıçtan günümüze nazım-şiir, hikâye, roman, deneme, hatırat, mektup, seyahat, günlük, söyleşi gibi edebi türlerin yanında edebiyat tarihi, edebiyat teorisi, edebiyat eleştirisi, tiyatro ve çocuk edebiyatı gibi alanları da içeren farklı kaynaklardan faydalanılarak yazılmış bir genel ve akademik edebiyat tarihi olarak dikkatlere sunulmuştur.
İdeal Kültür Yayıncılık - Yazar: Orhan Kılıç, 2021
Osmanlı Devleti kuruluşunu tamamladıktan sonraki süreçte askeri başarılarına bağlı olarak sınırla... more Osmanlı Devleti kuruluşunu tamamladıktan sonraki süreçte askeri başarılarına bağlı olarak sınırlarını üç kıtaya yayacak oranda genişletmiş, bu bağlamda merkez ve taşrada devrin şartlarına bağlı olarak sürekli gelişim ve değişim gösteren bir idari yapılanma içerisinde olmuştur. Devletin taşradaki mülki idari yapılanmasının temel iki unsuru, sancaklar ve kazalardır. Fonksiyonları itibariyle bu iki temel idari ünite birbirinden ayrılmaktadır. Bu bakımdan Osmanlı taşrasını sancak ve kaza idaresi şeklinde iki başlı değerlendirmek gerekir. Bu idari üniteler, vilayet veya eyalet denilen üst idari taksimat ünitelerinin bünyesinde yer alıyorlardı.
Elinizdeki kitap, alanın Türkiye’deki en yetkin isimlerinden olan Prof. Dr. Orhan Kılıç’ın Osmanlı Devleti’nin eyalet ve sancak eksenli olarak taşra idari taksimatı ve yöneticileri ile ilgili yaklaşık yirmi beş yıllık süreçte yaptığı bilimsel çalışmaların yeniden gözden geçirilerek güncelleştirilmiş ve seçilmiş 52 makalesinden oluşmaktadır.
İki cilt halinde hazırlanan eser; Osmanlı Devleti’nin Eyalet/Sancak Taksimatı ve Teşkilatı, Anadolu, Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi adlı altı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerde, Osmanlı idari taksimatının nasıl şekillendiği ve yöneticilerinin kimler olduğunu içeren yazılar yer almaktadır. Bu ciltte ise Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi bölümleri bulunmaktadır.
Makalelerin birçoğunda arşiv kaynaklarından elde edilen bilgiler sistematik bir anlayışla sunulmuş ve Osmanlı taşra idaresinin şifreleri çözülmeye çalışılmıştır. Osmanlı merkezi yönetiminin taşradaki idari tercihlerinin devletin güçlenmesi veya zayıflamasına nasıl etki ettiğinin cevaplarına çeşitli bölgelerdeki farklı uygulamalara bakarak ulaşmak mümkündür. Bu sistematik bilgiler araştırmacılar tarafından farklı bakış açıları ile değerlendirilebilir. Kitap; idari ve mülki tarih, tarihi coğrafya ve ekonomik tarih bakımından da önemli veriler içermektedir. Bu özelliklerinden dolayı Osmanlı taşrası ile ilgili araştırma yapan veya bilgi sahibi olmak isteyen herkesin istifade edebileceği bir başvuru eseri niteliğindedir.
İdeal Kültür Yayıncılık - Yazar: Orhan Kılıç , 2021
Osmanlı Devleti kuruluşunu tamamladıktan sonraki süreçte askeri başarılarına bağlı olarak sınırla... more Osmanlı Devleti kuruluşunu tamamladıktan sonraki süreçte askeri başarılarına bağlı olarak sınırlarını üç kıtaya yayacak oranda genişletmiş, bu bağlamda merkez ve taşrada devrin şartlarına bağlı olarak sürekli gelişim ve değişim gösteren bir idari yapılanma içerisinde olmuştur. Devletin taşradaki mülki idari yapılanmasının temel iki unsuru, sancaklar ve kazalardır. Fonksiyonları itibariyle bu iki temel idari ünite birbirinden ayrılmaktadır. Bu bakımdan Osmanlı taşrasını sancak ve kaza idaresi şeklinde iki başlı değerlendirmek gerekir. Bu idari üniteler, vilayet veya eyalet denilen üst idari taksimat ünitelerinin bünyesinde yer alıyorlardı.
Elinizdeki kitap, alanın Türkiye’deki en yetkin isimlerinden olan Prof. Dr. Orhan Kılıç’ın Osmanlı Devleti’nin eyalet ve sancak eksenli olarak taşra idari taksimatı ve yöneticileri ile ilgili yaklaşık yirmi beş yıllık süreçte yaptığı bilimsel çalışmaların yeniden gözden geçirilerek güncelleştirilmiş ve seçilmiş 52 makalesinden oluşmaktadır.
İki cilt halinde hazırlanan eser; Osmanlı Devleti’nin Eyalet/Sancak Taksimatı ve Teşkilatı, Anadolu, Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi adlı altı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerde, Osmanlı idari taksimatının nasıl şekillendiği ve yöneticilerinin kimler olduğunu içeren yazılar yer almaktadır. Bu ciltte ise Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi bölümleri bulunmaktadır.
Makalelerin birçoğunda arşiv kaynaklarından elde edilen bilgiler sistematik bir anlayışla sunulmuş ve Osmanlı taşra idaresinin şifreleri çözülmeye çalışılmıştır. Osmanlı merkezi yönetiminin taşradaki idari tercihlerinin devletin güçlenmesi veya zayıflamasına nasıl etki ettiğinin cevaplarına çeşitli bölgelerdeki farklı uygulamalara bakarak ulaşmak mümkündür. Bu sistematik bilgiler araştırmacılar tarafından farklı bakış açıları ile değerlendirilebilir. Kitap; idari ve mülki tarih, tarihi coğrafya ve ekonomik tarih bakımından da önemli veriler içermektedir. Bu özelliklerinden dolayı Osmanlı taşrası ile ilgili araştırma yapan veya bilgi sahibi olmak isteyen herkesin istifade edebileceği bir başvuru eseri niteliğindedir.
İdeal Kültür Yayıncılık - Yazar: Selim Hilmi Özkan , 2021
Tarihi gerçeklere dayanılarak hazırlanan cihan devletinin kuruluş hikayesi...
Oğuz Kağan idareyi... more Tarihi gerçeklere dayanılarak hazırlanan cihan devletinin kuruluş hikayesi...
Oğuz Kağan idareyi ele alır almaz bütün kavimlere elçiler göndererek, “Ben artık bütün dünyanın hakanıyım” dediği zaman veziri Uluğ-Türk’ün de “Ey kağanım, Gök-Tanrı bütün dünyayı sana bağışlasın” diye hitap etmişti.
Oğuz’un torunu Tuğrul Bey’e Halife, “Doğunun ve batının hükümdarı” unvanını vermişti.
Tuğrul Bey’in kardeşi Çağrı Bey’in torunu kendini Melikü'd-dünya ilan etmişti.
Alâeddin Keykubat, Fırat’a kadar her yeri zapt ederek Kayılara yol vermişti.
Kayılar ise Fırat’tan Tuna ötelerine kadar uzanmıştı.
Sadece Tuna mı?
Türkistan bozkırlarından başlayan bu yolculuğun şanı ve şöhreti önce Tuna, sonra Nil sınırlarını aşıp Vistül ve Neretva’ya ulaşacaktı.
Fırat’tan Tuna’ya serisinin ilk eseri olan bu romanda, Kayıların Mahan’dan başlayan zorlu, bir o kadar macera dolu bu yolculuğunun, Anadolu bozkırlarında nasıl bir cihan devletine dönüştüğünü okuyacaksınız…
*****
Osmanlı tarihi ile ilgili serinin ilk kitabı olan bu eserimizde, Türklerin dünya medeniyetini oluşturmadaki mücadelesini roman tadında, gönlümüzden dilimize, dilimizden de sayfalara aktığı şekliyle kaynaklara dayalı olarak satırlar arasında canlandırmaya
çalışacağız. Tarihi kurgu olarak kaleme alınan bu eserde genelde Türklerin
batıya yürüyüşü, özelde ise Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen sürede, dünyaya huzur ve barış getirmek için giriştiği mücadelesinin hikâyesini bulacaksınız. Vistül’ün, Tuna’nın, Fırat’ın, Neretva’nın, Nil’in kucakladığı coğrafyalardakilerin beklediği gibi dünyaya barış ve huzur getirmek için yapılan zorlu, bir o kadar da ‘Kut’lu mücadelenin kilometre taşlarını tarihî gerçeklere uygun şekilde okuyacaksınız. Eseri okurken Türklerin ideal devlet anlayışına ulaşmak için verdiği takdire şayan mücadeleye şahit olacaksınız. Buna şahit olurken devlet içindeki çekişmelerin sonucu, milletin ne zorluklarla karşı karşıya kaldığını göreceksiniz. Zor kazanılan değerlerin, zor fethedilen yerlerin ne kadar kolay kaybedildiğine tanıklık edeceksiniz. Hırsın ve ihtirasın yılların birikimini nasıl bir anda silip süpürdüğünü okuyacaksınız. Okurken ise bazen hüzünlenecek, bazen gururlanacak ama her seferinde de dersler çıkaracaksınız.
Uploads
Books by Zeynep Yeşilova-Editör (İdeal Kültür Yayıncılık)
The Asia-Pacific and Indo-Pacific regions have emerged as pivotal geopolitical theaters, wielding significant influence in shaping the trajectory of the 21st century. Historically, the Asia-Pacific term has been widely used to encapsulate the vast expanse from East Asia to the Western Pacific, encompassing diverse nations with varied cultural, economic, and political backgrounds. However, the evolving global dynamics have led to this region's redefinition, with the Indo-Pacific concept gaining prominence.
The Indo-Pacific extends beyond the traditional Asia-Pacific boundaries, incorporating the Indian Ocean into the geopolitical calculus. This expanded framework reflects the interconnectedness of maritime routes and underscores the strategic importance of both the Pacific and Indian Oceans. The Indo-Pacific encapsulates the convergence of interests and the interplay of major powers, amplifying the significance of regional cooperation and competition. Regional disputes have become integral to this narrative, with contested territorial claims, historical rivalries, and maritime disputes defining the geopolitical landscape.
In this book, we have examined the claims about the South China Sea, national interests in the region, balancing policies, disputes, diplomatic efforts and multilateral dialogues in a wide perspective in terms of geopolitical developments.
Authors: Ömer Emre Kuşçu * Bilal Ersin Elikoğlu * Sinan Haskan * Sina Kısacık * Murat Yorulmaz * Gamze Helvacıköylü * Bilal Nas * Aybaba Lale Kahraman * Tuğçe Pulurluoğlu * Oktay Küçükdeğirmenci * Dr. Rahman Nurdun
altındaki toprakların genişlemesi ve sahip olunan bu geniş coğrafyada devrin ulaşım, iletişim, lojistik ve güvenlik şartları çerçevesinde merkezi otoritesini zaafa uğratmayacak şekilde yerel unsurları da bir ölçüde idarede kullandığı bilinmektedir. Merkeze uzak olan ve Osmanlıların çok da tanımadıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Kafkasya ve kısmen Kuzey Irak coğrafyasındaki aşiret sahibi etkin yerel aktörler, ocaklık sancaklar ihdas edilerek idarenin içine çekilmişlerdir. Ocaklık sisteminin, bu kitapta ayrıntılarını bulacağınız, kendi içinde birtakım farklı şekilleri bulunmaktadır. Esere esas olan ocaklık çeşidi ise taşra idari taksimatında klasik sancaklardan farklı olarak bir diğer unsur olarak karşımıza çıkan yurtluk-ocaklık ve hükümet sancaklardır.
Yurtluk-ocaklık ve hükümet sancaklar üzerine sistemi bütünüyle veya bir bölümü ile ortaya koyan kıymetli araştırmalar yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Bu çalışma, şimdiye kadar konu ile ilgili çok kıymetli eserler veren ve her biri kendi alanlarında temayüz etmiş kıymetli bilim adamlarının elde ettikleri yeni bilgi ve belgelerin ışığında kaleme aldıkları yazılardan oluşmaktadır. Kitaptaki konular, ocaklık sancakların bütünüyle anlaşılmasına katkı sağlayacak bir anlayışla, uygulamanın yapıldığı bütün bölgeler dikkate alınarak tespit edilmiş olmakla beraber komple bir bakış açısıyla ocaklık sancak panoraması çizilmeye çalışılmıştır.
This process also paved the way for the elements living under the identity of Ottoman non-Muslim subjects and the Muslims who remained in the lands lost by the empire to pursue the right to determine their own future in their own ethnic identity and territory, and to fight against the "other".
The population change, which came to the fore with the proposal of the League of Nations, caused social and cultural wounds in both societies. The population exchange led to similar pains, longings and social problems in different tones in both sides. People were forced to immigrate from the land they had lived for nearly 500 years and they adopted as their homeland, due to war, security concerns and the policies that were pursued.
Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasına yönelik planlara imza atan Fransa'nın bölgeye yönelik siyaseti İngiltere ile olan rekabet, Anadolu'da ortaya çıkan direniş, İslam dünyasının tutumu, Bolşevizm tehlikesi ve doğuda kaybedilen Fransız nüfuzu gibi etkenler sebebiyle zaman içerisinde değişim geçirmeye başlamıştır. Bölgede değişen dengeleri erken bir tarihte görmeye başlayan Fransız yetkililer, Paris'teki siyasileri Anadolu'daki direniş ile ilgili olarak sıklıkla uyarmışlardır. Fransız basını da sahadaki gerçekliği kısa sürede kavrayarak hükümet üzerinde baskı kurmuştur. Fransız siyasilerin değişen dengeleri gözetmesi ise biraz zaman almıştır. Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki direnişin artık önlemeyecek bir hale gelmesi, Sevr Antlaşması'na imza atan Fransız hükümetini kamuoyunun sesine kulak vermeye ve doğuya yönelik politikalarını gözden geçirmeye itmiştir. Elinizdeki kitap, Milli Mücadele döneminde değişen dengeler üzerinde temellenen Türk-Fransız ilişkilerini yeni bilgi ve belgeler ışığında ele almaktadır.
Ahmed Cevad
Oku, Ağla, Düşün ve Uyan! ifadeleriyle başlayan ve özellikle Osmanlı Türklerinin Balkanlarda uğradıkları mezalimden çıkarılacak dersleri vurgulayan bu eser, basit bir “propaganda” çabası olarak görülemez. Aksine, ‘millî bir şuur ve hafıza inşâsı’ olarak değerlendirmek, yakın geçmişten yükselen bir ihtâr belgesi olarak görmek daha yerinde olacaktır.
Cebel-i Lübnan ve Suriyelilerin 19. yüzyılın ortalarından itibaren Suriye ve Lübnan'dan başlayan yolculukları kıtalar arası, karmaşık ve riskli bir şekilde bazen Avrupa'da bazen de Amerika kıtasında son buldu. Göçlerin nedenleri kadar nasıl yapıldığı da önemli bir konudur. Göç etmek için neden bulanları yollarda bekleyen birçok tehlike beklemekteydi. Göçe başlayanları kaçakçılar, rüşvetler, göçü engellemek için bekleyen görevli memurlar, konaklama gibi daha birçok bilinmez karşılamaktaydı. Günümüzde sıradan bir olay gibi görünse de göç sonuçları itibari ile son derece zor ve zor olduğu kadar tarihi açıdan karmaşık ve önemli bir olaydır.
Buna karşın ötekileştirme, ferdin aidiyet hissettiği ve mensubu bulunduğu kimliği (ben ya da biz) merkeze alarak, yabancı addettiği diğer kimlik ya da kimlikleri yok sayıp dairenin dışında kabul etmesi, bunun neticesinde de kendisini ondan ayrı ve bazen de üstün tutmasıdır; farklı olana olumsuz bir anlam yükleme, onu değersizleştirme çabasıdır.
Unutulmamalıdır ki, her insan içinde bir benlik hissiyatı ile var olur. Ancak toplumsal ilişkilerimizde benmerkezciliği esas kabul etmek daima problemlere yol açacaktır. Çünkü başkasının da içinde taşıdığı "ben" ile yollar kesiştiğinde çatışma kaçınılmaz bir hal alır. Toplumsal barış için bireylerin sağlıklı bir öz denetim mekanizması geliştirmeleri elzemdir. Bu da "ben" ile "sen" arasındaki münasebette ötekileştirici tavrı terk etmekle sağlanacaktır. Böylece insan zamanla, içindeki öz beni yok etmeden de birbirini anlama tecrübesi geliştirecek ve buradan farklılığın zenginlik olduğu bilincine ulaşacaktır. Zira öteki, her zaman kötü veyahut düşman olan demek değildir. Bazen de hakiki beni idrak edebilmenin, biz olabilmenin yegâne yoludur.
Tarihte öteki veya ötekinin tarihi hakkında düşünmek, aynı minval üzere objektif ve duygusallıktan uzak bilimsel çalışmalar ortaya koymak ise yekdiğerini anlamak bakımından önemlidir. Bu kavrama çabası ötekileştirmenin de önüne geçecek ilk adımdır.
Günümüzde basılı edebiyat eserlerine ilaveten çeşitli sosyal medya mecraları üzerinden paylaşılan dijital edebî ürünlerle bilgisayar oyunlarının metinleri ve “görsel roman” olarak nitelendirilen filmler sayesinde “sen/siz” dili farklılaşıp genişleyerek daha fazla önem kazanmaktadır. İkinci kişili anlatıcı ve bakış açısı olarak tanımlanan bu anlatı modunu, yenilikçi yazarlar deneysel ve özel bir biçimde kullanırlar. Bu bağlamda akademik çevreler tarafından da dünyanın çeşitli ülkelerinde konuyla ilgili birçok bilimsel çalışma yapılmaktadır. Bazı araştırmacıların “marjinal”, “yapay” ve “karmaşık” bularak küçümsemesine karşın ikinci kişi anlatımının sanat ve bilgi boyutunda 1980’lerin sonundan itibaren sürekli artan bir gelişme söz konusudur.
Türk edebiyatında ikinci kişili anlatıcı ve bakış açısıyla yazılmış hikâye ve romanların sayısı, her geçen gün çoğalmasına rağmen konunun teorik yönünü ele alan yayınlar yok denecek kadar azdır.
Anlatıcının Sen/Siz Hâli isimli bu eser, ikinci kişili anlatıcı ve bakış açısı (sen/siz anlatımı) hakkında teorik bilgiler vermenin yanı sıra Türk ve dünya edebiyatından seçilmiş örnek eserleri tahlil eden ilk bilimsel çalışmadır.
Harb-i Örfîler, bu tür tehditlerin sona erdirilmesinde ve olaylara karışanların
cezalandırılmasında, merkezi hükûmet tarafından kullanılan en etkili araçlardan biri olmuştur. Bununla birlikte bilhassa İttihatçıların denetimindeki hükûmetler, Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîleri hem güvenlik politikasının meşru bir aracı olarak hem de iktidara tutunabilmenin ve muhalif kesimleri susturmanın en kestirme yolu olarak görmüşlerdir.
Bu eserde, Örfi İdare rejiminin bir uzvu olarak kurulan Divân-ı Harb-i Örfîler, bağımsız ve tarafsız mahkemeler miydi?, 31 Mart Vak’ası’nın Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîler açısından önemi neydi?, Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîlerin iç ve dış güvenliğin sağlanmasındaki rolleri neydi?, Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîler iktidar ve muhalefet ilişkilerini ne ölçüde etkilemişti?, İttihat ve Terakki Cemiyeti siyasetin dizayn edilmesinde bu yapıları kullandı mı?, Divân-ı Harb-i Örfîler suç faillerine hangi gerekçelerle ne gibi cezalar verdi?, İsyan, eşkıyalık gibi kamu düzenini bozan eylemlerin önlenmesinde Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîler nasıl bir işlev üstlenmişlerdi? sorularına cevap aranmıştır.
Prof. Dr. Aydın Usta
Eskiçağlardan 19. yüzyılın sonuna kadar, salgın özelliği gösteren bulaşıcı hastalıklar hep gündemde olmuşlardır. Özellikle veba, sıtma, grip ve kolera salgınlarının dikkate değer sonuçlarının olduğunun altını çizmek gerekir. Savaşların, muhasaraların ve seferlerin kaybedilmesi veya kazanılmasının ağırlıklı sebebi salgın hastalıklar olmuş, Orta ve Yeniçağlarda insanlar korku ve çaresizlik içinde hastalıklara boyun eğmişlerdir. Psikolojileri bozulmuş, bedenen dirençsiz kalmışlar, yaşadıkları yerlerden göç etmişler, ailelerini terk etmişler hatta canlarına dahi kıyabilmişlerdir.
Bu kitap, Türkiye’de bu konuda eser veren ilk akademisyenlerden birisi olan Prof. Dr. Orhan Kılıç’ın yirmi yıla yakın bir süredir oluşturduğu bilgi birikiminin bir ürünüdür. Dünya ve özelde Osmanlı ülkesi ölçekli ele alınan salgınlar; siyasi, askeri, coğrafi, demografik, dini, edebi, kültürel ve sosyal bakımdan bütün yönleri ile değerlendirilmiştir. Tarihe salgın hastalıklar penceresinden bakan bu çalışma, okuyucunun tarihi olayları farklı bir perspektiften değerlendirmesini amaçlıyor.
Zorlu 19. yüzyılda Osmanlı Devleti, hârici ve dâhili birçok sorunla uğraşırken diğer taraftan, büyük önem atfettiği meselelerden biri de ülkenin ekonomik, teknolojik, bilimsel ve kültürel gelişimine zemin hazırlamaktı. Bu dönemde başarısı tartışmalı birçok kanun ve teşviklerle, yabancı yatırımcının ülkeye çekilmesi yanında bilgi ve teknolojinin transfer edilmesi amaçlanmıştır.
İşte bu süreçte gerek bilgi ve teknoloji transferi gerekse yerel kaynakların harekete geçirilmesi amacıyla başvurulan yollardan biri de fikri mülkiyet hakları şemsiyesi altında telif hakları, marka ve patent hukuku alanlarında mevzuatın oluşturulmasıydı. Osmanlı Devleti 1850’li yıllardan itibaren her üç alanda çeşitli hukuki düzenlemeleri ortaya koymak suretiyle fikri mülkiyet hakları açısından gerekli altyapıyı oluşturmuştur. Bu kitapta telif hakları ile marka ve patent hukukunun oluşturulması çalışmaları yanında, bu kanunların uygulanması ve pratikte devlet ve toplumun kazanımları ele alınmaya çalışılmıştır.
Sanayileşme sonrasında Avrupa toplumlarının bunalımlarını anlamak için doğan sosyolojinin bir alt alanı olarak 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan eğitim sosyolojisi, bireyi hemen her bakımdan sarıp sarmalayan toplumsal yapı ve kurumlar ile eğitim sisteminin kesiştiği noktada bireye nerede durduğuna dair bir anlam dünyası sunar. Eğitim sosyolojisinin bu gerçekliği, son yüzyılın önemli pedagojik farkındalıklarından biri olmuş, bu bilim alanı önemli derslerden ve araştırma sahalarından biri haline gelmiştir. Bu bakımdan sadece öğretmen yetişecek kişilerin değil, eğitimle ilgili ayakları yere sağlam basan açıklamalarda bulunacakların ve eğitim politikası üreticilerinin ciddi biçimde eğitim sosyolojisinden faydalanmaları gerekir.
Eğitim Fakültelerindeki Eğitim Sosyolojisi dersi için bir rehber ve kaynak metin olması amacıyla hazırlanan bu eser, mevcut toplumsal sorunları eğitimle ilişkilendirerek, en yeni bilgiler ve canlı örneklerle sunmaktadır. Toplumsal sorunların sonsuzluğu malumdur. Ancak bunlar arasında en belirgin olan başlıklar 24 konu şeklinde Eğitim Sosyolojisi dersinde öğretim yılı boyunca izlenilen programa uygun biçimde ele alınmış, gerekli kavramsal bilgiler verilmiştir. Her konunun girişine derse başlamadan önce araştırma soruları eklenmiş, ders bittikten sonra da konularla ilgili ileri okuma yapmak isteyenler için de kaynak önerilmiştir. Tüm bu özellikler çerçevesinde eğitim Sosyolojisi kitabı başta eğitimciler ve öğretmen adayları olmak üzere tüm okuyuculara hitap eden bir başvuru kaynağı niteliğini taşımaktadır.
Türk Edebiyatı Tarihi, Türk milletine duyulan yüksek sorumluluk bilinciyle, Türk edebiyatına ilgi duyan herkes düşünülerek yazılmıştır. Dünyada Türk edebiyatı üzerine araştırma yapanlara bir kaynak kitap sunabilmek için Türk edebiyatında edebi türlerin gelişimi bütünlüklü bir şekilde incelenmiştir. Türkler ve Türkçe bilen yabancılar gözetilerek geniş kitlelere hitap edecek nitelikte bir çalışma olmasına azami gayret edilmiştir. Türk edebiyatının edebî evrelerini edebî türler üzerinden devir-şahıs-eser ekseninde eskiden günümüze takip etmek ve Türk edebiyatı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere yönelik hazırlanan bu inceleme, bir ders kitabı veya bir ansiklopedi değildir. Bilimsel edebiyat tarihçiliği yöntemine göre başlangıçtan günümüze nazım-şiir, hikâye, roman, deneme, hatırat, mektup, seyahat, günlük, söyleşi gibi edebi türlerin yanında edebiyat tarihi, edebiyat teorisi, edebiyat eleştirisi, tiyatro ve çocuk edebiyatı gibi alanları da içeren farklı kaynaklardan faydalanılarak yazılmış bir genel ve akademik edebiyat tarihi olarak dikkatlere sunulmuştur.
Elinizdeki kitap, alanın Türkiye’deki en yetkin isimlerinden olan Prof. Dr. Orhan Kılıç’ın Osmanlı Devleti’nin eyalet ve sancak eksenli olarak taşra idari taksimatı ve yöneticileri ile ilgili yaklaşık yirmi beş yıllık süreçte yaptığı bilimsel çalışmaların yeniden gözden geçirilerek güncelleştirilmiş ve seçilmiş 52 makalesinden oluşmaktadır.
İki cilt halinde hazırlanan eser; Osmanlı Devleti’nin Eyalet/Sancak Taksimatı ve Teşkilatı, Anadolu, Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi adlı altı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerde, Osmanlı idari taksimatının nasıl şekillendiği ve yöneticilerinin kimler olduğunu içeren yazılar yer almaktadır. Bu ciltte ise Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi bölümleri bulunmaktadır.
Makalelerin birçoğunda arşiv kaynaklarından elde edilen bilgiler sistematik bir anlayışla sunulmuş ve Osmanlı taşra idaresinin şifreleri çözülmeye çalışılmıştır. Osmanlı merkezi yönetiminin taşradaki idari tercihlerinin devletin güçlenmesi veya zayıflamasına nasıl etki ettiğinin cevaplarına çeşitli bölgelerdeki farklı uygulamalara bakarak ulaşmak mümkündür. Bu sistematik bilgiler araştırmacılar tarafından farklı bakış açıları ile değerlendirilebilir. Kitap; idari ve mülki tarih, tarihi coğrafya ve ekonomik tarih bakımından da önemli veriler içermektedir. Bu özelliklerinden dolayı Osmanlı taşrası ile ilgili araştırma yapan veya bilgi sahibi olmak isteyen herkesin istifade edebileceği bir başvuru eseri niteliğindedir.
Elinizdeki kitap, alanın Türkiye’deki en yetkin isimlerinden olan Prof. Dr. Orhan Kılıç’ın Osmanlı Devleti’nin eyalet ve sancak eksenli olarak taşra idari taksimatı ve yöneticileri ile ilgili yaklaşık yirmi beş yıllık süreçte yaptığı bilimsel çalışmaların yeniden gözden geçirilerek güncelleştirilmiş ve seçilmiş 52 makalesinden oluşmaktadır.
İki cilt halinde hazırlanan eser; Osmanlı Devleti’nin Eyalet/Sancak Taksimatı ve Teşkilatı, Anadolu, Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi adlı altı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerde, Osmanlı idari taksimatının nasıl şekillendiği ve yöneticilerinin kimler olduğunu içeren yazılar yer almaktadır. Bu ciltte ise Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi bölümleri bulunmaktadır.
Makalelerin birçoğunda arşiv kaynaklarından elde edilen bilgiler sistematik bir anlayışla sunulmuş ve Osmanlı taşra idaresinin şifreleri çözülmeye çalışılmıştır. Osmanlı merkezi yönetiminin taşradaki idari tercihlerinin devletin güçlenmesi veya zayıflamasına nasıl etki ettiğinin cevaplarına çeşitli bölgelerdeki farklı uygulamalara bakarak ulaşmak mümkündür. Bu sistematik bilgiler araştırmacılar tarafından farklı bakış açıları ile değerlendirilebilir. Kitap; idari ve mülki tarih, tarihi coğrafya ve ekonomik tarih bakımından da önemli veriler içermektedir. Bu özelliklerinden dolayı Osmanlı taşrası ile ilgili araştırma yapan veya bilgi sahibi olmak isteyen herkesin istifade edebileceği bir başvuru eseri niteliğindedir.
Oğuz Kağan idareyi ele alır almaz bütün kavimlere elçiler göndererek, “Ben artık bütün dünyanın hakanıyım” dediği zaman veziri Uluğ-Türk’ün de “Ey kağanım, Gök-Tanrı bütün dünyayı sana bağışlasın” diye hitap etmişti.
Oğuz’un torunu Tuğrul Bey’e Halife, “Doğunun ve batının hükümdarı” unvanını vermişti.
Tuğrul Bey’in kardeşi Çağrı Bey’in torunu kendini Melikü'd-dünya ilan etmişti.
Alâeddin Keykubat, Fırat’a kadar her yeri zapt ederek Kayılara yol vermişti.
Kayılar ise Fırat’tan Tuna ötelerine kadar uzanmıştı.
Sadece Tuna mı?
Türkistan bozkırlarından başlayan bu yolculuğun şanı ve şöhreti önce Tuna, sonra Nil sınırlarını aşıp Vistül ve Neretva’ya ulaşacaktı.
Fırat’tan Tuna’ya serisinin ilk eseri olan bu romanda, Kayıların Mahan’dan başlayan zorlu, bir o kadar macera dolu bu yolculuğunun, Anadolu bozkırlarında nasıl bir cihan devletine dönüştüğünü okuyacaksınız…
*****
Osmanlı tarihi ile ilgili serinin ilk kitabı olan bu eserimizde, Türklerin dünya medeniyetini oluşturmadaki mücadelesini roman tadında, gönlümüzden dilimize, dilimizden de sayfalara aktığı şekliyle kaynaklara dayalı olarak satırlar arasında canlandırmaya
çalışacağız. Tarihi kurgu olarak kaleme alınan bu eserde genelde Türklerin
batıya yürüyüşü, özelde ise Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen sürede, dünyaya huzur ve barış getirmek için giriştiği mücadelesinin hikâyesini bulacaksınız. Vistül’ün, Tuna’nın, Fırat’ın, Neretva’nın, Nil’in kucakladığı coğrafyalardakilerin beklediği gibi dünyaya barış ve huzur getirmek için yapılan zorlu, bir o kadar da ‘Kut’lu mücadelenin kilometre taşlarını tarihî gerçeklere uygun şekilde okuyacaksınız. Eseri okurken Türklerin ideal devlet anlayışına ulaşmak için verdiği takdire şayan mücadeleye şahit olacaksınız. Buna şahit olurken devlet içindeki çekişmelerin sonucu, milletin ne zorluklarla karşı karşıya kaldığını göreceksiniz. Zor kazanılan değerlerin, zor fethedilen yerlerin ne kadar kolay kaybedildiğine tanıklık edeceksiniz. Hırsın ve ihtirasın yılların birikimini nasıl bir anda silip süpürdüğünü okuyacaksınız. Okurken ise bazen hüzünlenecek, bazen gururlanacak ama her seferinde de dersler çıkaracaksınız.
The Asia-Pacific and Indo-Pacific regions have emerged as pivotal geopolitical theaters, wielding significant influence in shaping the trajectory of the 21st century. Historically, the Asia-Pacific term has been widely used to encapsulate the vast expanse from East Asia to the Western Pacific, encompassing diverse nations with varied cultural, economic, and political backgrounds. However, the evolving global dynamics have led to this region's redefinition, with the Indo-Pacific concept gaining prominence.
The Indo-Pacific extends beyond the traditional Asia-Pacific boundaries, incorporating the Indian Ocean into the geopolitical calculus. This expanded framework reflects the interconnectedness of maritime routes and underscores the strategic importance of both the Pacific and Indian Oceans. The Indo-Pacific encapsulates the convergence of interests and the interplay of major powers, amplifying the significance of regional cooperation and competition. Regional disputes have become integral to this narrative, with contested territorial claims, historical rivalries, and maritime disputes defining the geopolitical landscape.
In this book, we have examined the claims about the South China Sea, national interests in the region, balancing policies, disputes, diplomatic efforts and multilateral dialogues in a wide perspective in terms of geopolitical developments.
Authors: Ömer Emre Kuşçu * Bilal Ersin Elikoğlu * Sinan Haskan * Sina Kısacık * Murat Yorulmaz * Gamze Helvacıköylü * Bilal Nas * Aybaba Lale Kahraman * Tuğçe Pulurluoğlu * Oktay Küçükdeğirmenci * Dr. Rahman Nurdun
altındaki toprakların genişlemesi ve sahip olunan bu geniş coğrafyada devrin ulaşım, iletişim, lojistik ve güvenlik şartları çerçevesinde merkezi otoritesini zaafa uğratmayacak şekilde yerel unsurları da bir ölçüde idarede kullandığı bilinmektedir. Merkeze uzak olan ve Osmanlıların çok da tanımadıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Kafkasya ve kısmen Kuzey Irak coğrafyasındaki aşiret sahibi etkin yerel aktörler, ocaklık sancaklar ihdas edilerek idarenin içine çekilmişlerdir. Ocaklık sisteminin, bu kitapta ayrıntılarını bulacağınız, kendi içinde birtakım farklı şekilleri bulunmaktadır. Esere esas olan ocaklık çeşidi ise taşra idari taksimatında klasik sancaklardan farklı olarak bir diğer unsur olarak karşımıza çıkan yurtluk-ocaklık ve hükümet sancaklardır.
Yurtluk-ocaklık ve hükümet sancaklar üzerine sistemi bütünüyle veya bir bölümü ile ortaya koyan kıymetli araştırmalar yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Bu çalışma, şimdiye kadar konu ile ilgili çok kıymetli eserler veren ve her biri kendi alanlarında temayüz etmiş kıymetli bilim adamlarının elde ettikleri yeni bilgi ve belgelerin ışığında kaleme aldıkları yazılardan oluşmaktadır. Kitaptaki konular, ocaklık sancakların bütünüyle anlaşılmasına katkı sağlayacak bir anlayışla, uygulamanın yapıldığı bütün bölgeler dikkate alınarak tespit edilmiş olmakla beraber komple bir bakış açısıyla ocaklık sancak panoraması çizilmeye çalışılmıştır.
This process also paved the way for the elements living under the identity of Ottoman non-Muslim subjects and the Muslims who remained in the lands lost by the empire to pursue the right to determine their own future in their own ethnic identity and territory, and to fight against the "other".
The population change, which came to the fore with the proposal of the League of Nations, caused social and cultural wounds in both societies. The population exchange led to similar pains, longings and social problems in different tones in both sides. People were forced to immigrate from the land they had lived for nearly 500 years and they adopted as their homeland, due to war, security concerns and the policies that were pursued.
Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasına yönelik planlara imza atan Fransa'nın bölgeye yönelik siyaseti İngiltere ile olan rekabet, Anadolu'da ortaya çıkan direniş, İslam dünyasının tutumu, Bolşevizm tehlikesi ve doğuda kaybedilen Fransız nüfuzu gibi etkenler sebebiyle zaman içerisinde değişim geçirmeye başlamıştır. Bölgede değişen dengeleri erken bir tarihte görmeye başlayan Fransız yetkililer, Paris'teki siyasileri Anadolu'daki direniş ile ilgili olarak sıklıkla uyarmışlardır. Fransız basını da sahadaki gerçekliği kısa sürede kavrayarak hükümet üzerinde baskı kurmuştur. Fransız siyasilerin değişen dengeleri gözetmesi ise biraz zaman almıştır. Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki direnişin artık önlemeyecek bir hale gelmesi, Sevr Antlaşması'na imza atan Fransız hükümetini kamuoyunun sesine kulak vermeye ve doğuya yönelik politikalarını gözden geçirmeye itmiştir. Elinizdeki kitap, Milli Mücadele döneminde değişen dengeler üzerinde temellenen Türk-Fransız ilişkilerini yeni bilgi ve belgeler ışığında ele almaktadır.
Ahmed Cevad
Oku, Ağla, Düşün ve Uyan! ifadeleriyle başlayan ve özellikle Osmanlı Türklerinin Balkanlarda uğradıkları mezalimden çıkarılacak dersleri vurgulayan bu eser, basit bir “propaganda” çabası olarak görülemez. Aksine, ‘millî bir şuur ve hafıza inşâsı’ olarak değerlendirmek, yakın geçmişten yükselen bir ihtâr belgesi olarak görmek daha yerinde olacaktır.
Cebel-i Lübnan ve Suriyelilerin 19. yüzyılın ortalarından itibaren Suriye ve Lübnan'dan başlayan yolculukları kıtalar arası, karmaşık ve riskli bir şekilde bazen Avrupa'da bazen de Amerika kıtasında son buldu. Göçlerin nedenleri kadar nasıl yapıldığı da önemli bir konudur. Göç etmek için neden bulanları yollarda bekleyen birçok tehlike beklemekteydi. Göçe başlayanları kaçakçılar, rüşvetler, göçü engellemek için bekleyen görevli memurlar, konaklama gibi daha birçok bilinmez karşılamaktaydı. Günümüzde sıradan bir olay gibi görünse de göç sonuçları itibari ile son derece zor ve zor olduğu kadar tarihi açıdan karmaşık ve önemli bir olaydır.
Buna karşın ötekileştirme, ferdin aidiyet hissettiği ve mensubu bulunduğu kimliği (ben ya da biz) merkeze alarak, yabancı addettiği diğer kimlik ya da kimlikleri yok sayıp dairenin dışında kabul etmesi, bunun neticesinde de kendisini ondan ayrı ve bazen de üstün tutmasıdır; farklı olana olumsuz bir anlam yükleme, onu değersizleştirme çabasıdır.
Unutulmamalıdır ki, her insan içinde bir benlik hissiyatı ile var olur. Ancak toplumsal ilişkilerimizde benmerkezciliği esas kabul etmek daima problemlere yol açacaktır. Çünkü başkasının da içinde taşıdığı "ben" ile yollar kesiştiğinde çatışma kaçınılmaz bir hal alır. Toplumsal barış için bireylerin sağlıklı bir öz denetim mekanizması geliştirmeleri elzemdir. Bu da "ben" ile "sen" arasındaki münasebette ötekileştirici tavrı terk etmekle sağlanacaktır. Böylece insan zamanla, içindeki öz beni yok etmeden de birbirini anlama tecrübesi geliştirecek ve buradan farklılığın zenginlik olduğu bilincine ulaşacaktır. Zira öteki, her zaman kötü veyahut düşman olan demek değildir. Bazen de hakiki beni idrak edebilmenin, biz olabilmenin yegâne yoludur.
Tarihte öteki veya ötekinin tarihi hakkında düşünmek, aynı minval üzere objektif ve duygusallıktan uzak bilimsel çalışmalar ortaya koymak ise yekdiğerini anlamak bakımından önemlidir. Bu kavrama çabası ötekileştirmenin de önüne geçecek ilk adımdır.
Günümüzde basılı edebiyat eserlerine ilaveten çeşitli sosyal medya mecraları üzerinden paylaşılan dijital edebî ürünlerle bilgisayar oyunlarının metinleri ve “görsel roman” olarak nitelendirilen filmler sayesinde “sen/siz” dili farklılaşıp genişleyerek daha fazla önem kazanmaktadır. İkinci kişili anlatıcı ve bakış açısı olarak tanımlanan bu anlatı modunu, yenilikçi yazarlar deneysel ve özel bir biçimde kullanırlar. Bu bağlamda akademik çevreler tarafından da dünyanın çeşitli ülkelerinde konuyla ilgili birçok bilimsel çalışma yapılmaktadır. Bazı araştırmacıların “marjinal”, “yapay” ve “karmaşık” bularak küçümsemesine karşın ikinci kişi anlatımının sanat ve bilgi boyutunda 1980’lerin sonundan itibaren sürekli artan bir gelişme söz konusudur.
Türk edebiyatında ikinci kişili anlatıcı ve bakış açısıyla yazılmış hikâye ve romanların sayısı, her geçen gün çoğalmasına rağmen konunun teorik yönünü ele alan yayınlar yok denecek kadar azdır.
Anlatıcının Sen/Siz Hâli isimli bu eser, ikinci kişili anlatıcı ve bakış açısı (sen/siz anlatımı) hakkında teorik bilgiler vermenin yanı sıra Türk ve dünya edebiyatından seçilmiş örnek eserleri tahlil eden ilk bilimsel çalışmadır.
Harb-i Örfîler, bu tür tehditlerin sona erdirilmesinde ve olaylara karışanların
cezalandırılmasında, merkezi hükûmet tarafından kullanılan en etkili araçlardan biri olmuştur. Bununla birlikte bilhassa İttihatçıların denetimindeki hükûmetler, Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîleri hem güvenlik politikasının meşru bir aracı olarak hem de iktidara tutunabilmenin ve muhalif kesimleri susturmanın en kestirme yolu olarak görmüşlerdir.
Bu eserde, Örfi İdare rejiminin bir uzvu olarak kurulan Divân-ı Harb-i Örfîler, bağımsız ve tarafsız mahkemeler miydi?, 31 Mart Vak’ası’nın Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîler açısından önemi neydi?, Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîlerin iç ve dış güvenliğin sağlanmasındaki rolleri neydi?, Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîler iktidar ve muhalefet ilişkilerini ne ölçüde etkilemişti?, İttihat ve Terakki Cemiyeti siyasetin dizayn edilmesinde bu yapıları kullandı mı?, Divân-ı Harb-i Örfîler suç faillerine hangi gerekçelerle ne gibi cezalar verdi?, İsyan, eşkıyalık gibi kamu düzenini bozan eylemlerin önlenmesinde Örfi İdare ile Divân-ı Harb-i Örfîler nasıl bir işlev üstlenmişlerdi? sorularına cevap aranmıştır.
Prof. Dr. Aydın Usta
Eskiçağlardan 19. yüzyılın sonuna kadar, salgın özelliği gösteren bulaşıcı hastalıklar hep gündemde olmuşlardır. Özellikle veba, sıtma, grip ve kolera salgınlarının dikkate değer sonuçlarının olduğunun altını çizmek gerekir. Savaşların, muhasaraların ve seferlerin kaybedilmesi veya kazanılmasının ağırlıklı sebebi salgın hastalıklar olmuş, Orta ve Yeniçağlarda insanlar korku ve çaresizlik içinde hastalıklara boyun eğmişlerdir. Psikolojileri bozulmuş, bedenen dirençsiz kalmışlar, yaşadıkları yerlerden göç etmişler, ailelerini terk etmişler hatta canlarına dahi kıyabilmişlerdir.
Bu kitap, Türkiye’de bu konuda eser veren ilk akademisyenlerden birisi olan Prof. Dr. Orhan Kılıç’ın yirmi yıla yakın bir süredir oluşturduğu bilgi birikiminin bir ürünüdür. Dünya ve özelde Osmanlı ülkesi ölçekli ele alınan salgınlar; siyasi, askeri, coğrafi, demografik, dini, edebi, kültürel ve sosyal bakımdan bütün yönleri ile değerlendirilmiştir. Tarihe salgın hastalıklar penceresinden bakan bu çalışma, okuyucunun tarihi olayları farklı bir perspektiften değerlendirmesini amaçlıyor.
Zorlu 19. yüzyılda Osmanlı Devleti, hârici ve dâhili birçok sorunla uğraşırken diğer taraftan, büyük önem atfettiği meselelerden biri de ülkenin ekonomik, teknolojik, bilimsel ve kültürel gelişimine zemin hazırlamaktı. Bu dönemde başarısı tartışmalı birçok kanun ve teşviklerle, yabancı yatırımcının ülkeye çekilmesi yanında bilgi ve teknolojinin transfer edilmesi amaçlanmıştır.
İşte bu süreçte gerek bilgi ve teknoloji transferi gerekse yerel kaynakların harekete geçirilmesi amacıyla başvurulan yollardan biri de fikri mülkiyet hakları şemsiyesi altında telif hakları, marka ve patent hukuku alanlarında mevzuatın oluşturulmasıydı. Osmanlı Devleti 1850’li yıllardan itibaren her üç alanda çeşitli hukuki düzenlemeleri ortaya koymak suretiyle fikri mülkiyet hakları açısından gerekli altyapıyı oluşturmuştur. Bu kitapta telif hakları ile marka ve patent hukukunun oluşturulması çalışmaları yanında, bu kanunların uygulanması ve pratikte devlet ve toplumun kazanımları ele alınmaya çalışılmıştır.
Sanayileşme sonrasında Avrupa toplumlarının bunalımlarını anlamak için doğan sosyolojinin bir alt alanı olarak 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan eğitim sosyolojisi, bireyi hemen her bakımdan sarıp sarmalayan toplumsal yapı ve kurumlar ile eğitim sisteminin kesiştiği noktada bireye nerede durduğuna dair bir anlam dünyası sunar. Eğitim sosyolojisinin bu gerçekliği, son yüzyılın önemli pedagojik farkındalıklarından biri olmuş, bu bilim alanı önemli derslerden ve araştırma sahalarından biri haline gelmiştir. Bu bakımdan sadece öğretmen yetişecek kişilerin değil, eğitimle ilgili ayakları yere sağlam basan açıklamalarda bulunacakların ve eğitim politikası üreticilerinin ciddi biçimde eğitim sosyolojisinden faydalanmaları gerekir.
Eğitim Fakültelerindeki Eğitim Sosyolojisi dersi için bir rehber ve kaynak metin olması amacıyla hazırlanan bu eser, mevcut toplumsal sorunları eğitimle ilişkilendirerek, en yeni bilgiler ve canlı örneklerle sunmaktadır. Toplumsal sorunların sonsuzluğu malumdur. Ancak bunlar arasında en belirgin olan başlıklar 24 konu şeklinde Eğitim Sosyolojisi dersinde öğretim yılı boyunca izlenilen programa uygun biçimde ele alınmış, gerekli kavramsal bilgiler verilmiştir. Her konunun girişine derse başlamadan önce araştırma soruları eklenmiş, ders bittikten sonra da konularla ilgili ileri okuma yapmak isteyenler için de kaynak önerilmiştir. Tüm bu özellikler çerçevesinde eğitim Sosyolojisi kitabı başta eğitimciler ve öğretmen adayları olmak üzere tüm okuyuculara hitap eden bir başvuru kaynağı niteliğini taşımaktadır.
Türk Edebiyatı Tarihi, Türk milletine duyulan yüksek sorumluluk bilinciyle, Türk edebiyatına ilgi duyan herkes düşünülerek yazılmıştır. Dünyada Türk edebiyatı üzerine araştırma yapanlara bir kaynak kitap sunabilmek için Türk edebiyatında edebi türlerin gelişimi bütünlüklü bir şekilde incelenmiştir. Türkler ve Türkçe bilen yabancılar gözetilerek geniş kitlelere hitap edecek nitelikte bir çalışma olmasına azami gayret edilmiştir. Türk edebiyatının edebî evrelerini edebî türler üzerinden devir-şahıs-eser ekseninde eskiden günümüze takip etmek ve Türk edebiyatı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlere yönelik hazırlanan bu inceleme, bir ders kitabı veya bir ansiklopedi değildir. Bilimsel edebiyat tarihçiliği yöntemine göre başlangıçtan günümüze nazım-şiir, hikâye, roman, deneme, hatırat, mektup, seyahat, günlük, söyleşi gibi edebi türlerin yanında edebiyat tarihi, edebiyat teorisi, edebiyat eleştirisi, tiyatro ve çocuk edebiyatı gibi alanları da içeren farklı kaynaklardan faydalanılarak yazılmış bir genel ve akademik edebiyat tarihi olarak dikkatlere sunulmuştur.
Elinizdeki kitap, alanın Türkiye’deki en yetkin isimlerinden olan Prof. Dr. Orhan Kılıç’ın Osmanlı Devleti’nin eyalet ve sancak eksenli olarak taşra idari taksimatı ve yöneticileri ile ilgili yaklaşık yirmi beş yıllık süreçte yaptığı bilimsel çalışmaların yeniden gözden geçirilerek güncelleştirilmiş ve seçilmiş 52 makalesinden oluşmaktadır.
İki cilt halinde hazırlanan eser; Osmanlı Devleti’nin Eyalet/Sancak Taksimatı ve Teşkilatı, Anadolu, Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi adlı altı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerde, Osmanlı idari taksimatının nasıl şekillendiği ve yöneticilerinin kimler olduğunu içeren yazılar yer almaktadır. Bu ciltte ise Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi bölümleri bulunmaktadır.
Makalelerin birçoğunda arşiv kaynaklarından elde edilen bilgiler sistematik bir anlayışla sunulmuş ve Osmanlı taşra idaresinin şifreleri çözülmeye çalışılmıştır. Osmanlı merkezi yönetiminin taşradaki idari tercihlerinin devletin güçlenmesi veya zayıflamasına nasıl etki ettiğinin cevaplarına çeşitli bölgelerdeki farklı uygulamalara bakarak ulaşmak mümkündür. Bu sistematik bilgiler araştırmacılar tarafından farklı bakış açıları ile değerlendirilebilir. Kitap; idari ve mülki tarih, tarihi coğrafya ve ekonomik tarih bakımından da önemli veriler içermektedir. Bu özelliklerinden dolayı Osmanlı taşrası ile ilgili araştırma yapan veya bilgi sahibi olmak isteyen herkesin istifade edebileceği bir başvuru eseri niteliğindedir.
Elinizdeki kitap, alanın Türkiye’deki en yetkin isimlerinden olan Prof. Dr. Orhan Kılıç’ın Osmanlı Devleti’nin eyalet ve sancak eksenli olarak taşra idari taksimatı ve yöneticileri ile ilgili yaklaşık yirmi beş yıllık süreçte yaptığı bilimsel çalışmaların yeniden gözden geçirilerek güncelleştirilmiş ve seçilmiş 52 makalesinden oluşmaktadır.
İki cilt halinde hazırlanan eser; Osmanlı Devleti’nin Eyalet/Sancak Taksimatı ve Teşkilatı, Anadolu, Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi adlı altı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerde, Osmanlı idari taksimatının nasıl şekillendiği ve yöneticilerinin kimler olduğunu içeren yazılar yer almaktadır. Bu ciltte ise Orta ve Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Azerbaycan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Akdeniz ve Adalar Denizi bölümleri bulunmaktadır.
Makalelerin birçoğunda arşiv kaynaklarından elde edilen bilgiler sistematik bir anlayışla sunulmuş ve Osmanlı taşra idaresinin şifreleri çözülmeye çalışılmıştır. Osmanlı merkezi yönetiminin taşradaki idari tercihlerinin devletin güçlenmesi veya zayıflamasına nasıl etki ettiğinin cevaplarına çeşitli bölgelerdeki farklı uygulamalara bakarak ulaşmak mümkündür. Bu sistematik bilgiler araştırmacılar tarafından farklı bakış açıları ile değerlendirilebilir. Kitap; idari ve mülki tarih, tarihi coğrafya ve ekonomik tarih bakımından da önemli veriler içermektedir. Bu özelliklerinden dolayı Osmanlı taşrası ile ilgili araştırma yapan veya bilgi sahibi olmak isteyen herkesin istifade edebileceği bir başvuru eseri niteliğindedir.
Oğuz Kağan idareyi ele alır almaz bütün kavimlere elçiler göndererek, “Ben artık bütün dünyanın hakanıyım” dediği zaman veziri Uluğ-Türk’ün de “Ey kağanım, Gök-Tanrı bütün dünyayı sana bağışlasın” diye hitap etmişti.
Oğuz’un torunu Tuğrul Bey’e Halife, “Doğunun ve batının hükümdarı” unvanını vermişti.
Tuğrul Bey’in kardeşi Çağrı Bey’in torunu kendini Melikü'd-dünya ilan etmişti.
Alâeddin Keykubat, Fırat’a kadar her yeri zapt ederek Kayılara yol vermişti.
Kayılar ise Fırat’tan Tuna ötelerine kadar uzanmıştı.
Sadece Tuna mı?
Türkistan bozkırlarından başlayan bu yolculuğun şanı ve şöhreti önce Tuna, sonra Nil sınırlarını aşıp Vistül ve Neretva’ya ulaşacaktı.
Fırat’tan Tuna’ya serisinin ilk eseri olan bu romanda, Kayıların Mahan’dan başlayan zorlu, bir o kadar macera dolu bu yolculuğunun, Anadolu bozkırlarında nasıl bir cihan devletine dönüştüğünü okuyacaksınız…
*****
Osmanlı tarihi ile ilgili serinin ilk kitabı olan bu eserimizde, Türklerin dünya medeniyetini oluşturmadaki mücadelesini roman tadında, gönlümüzden dilimize, dilimizden de sayfalara aktığı şekliyle kaynaklara dayalı olarak satırlar arasında canlandırmaya
çalışacağız. Tarihi kurgu olarak kaleme alınan bu eserde genelde Türklerin
batıya yürüyüşü, özelde ise Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen sürede, dünyaya huzur ve barış getirmek için giriştiği mücadelesinin hikâyesini bulacaksınız. Vistül’ün, Tuna’nın, Fırat’ın, Neretva’nın, Nil’in kucakladığı coğrafyalardakilerin beklediği gibi dünyaya barış ve huzur getirmek için yapılan zorlu, bir o kadar da ‘Kut’lu mücadelenin kilometre taşlarını tarihî gerçeklere uygun şekilde okuyacaksınız. Eseri okurken Türklerin ideal devlet anlayışına ulaşmak için verdiği takdire şayan mücadeleye şahit olacaksınız. Buna şahit olurken devlet içindeki çekişmelerin sonucu, milletin ne zorluklarla karşı karşıya kaldığını göreceksiniz. Zor kazanılan değerlerin, zor fethedilen yerlerin ne kadar kolay kaybedildiğine tanıklık edeceksiniz. Hırsın ve ihtirasın yılların birikimini nasıl bir anda silip süpürdüğünü okuyacaksınız. Okurken ise bazen hüzünlenecek, bazen gururlanacak ama her seferinde de dersler çıkaracaksınız.