Papers by Prof. Dr. Mustafa ÖKMEN
Dumlupýnar Üniversitesi, 2010
Özet:1950'li yÕllarda beraber önce NATO'ya giren daha sonra da Avrupa Ekonomik Toplulu÷u (AET)'na... more Özet:1950'li yÕllarda beraber önce NATO'ya giren daha sonra da Avrupa Ekonomik Toplulu÷u (AET)'na ortak üye olan Türkiye ve Yunanistan ülke kaynaklarÕnÕn verimli bir úekilde kullanÕlmasÕnÕ ve kalkÕnmanÕn hÕzlandÕrÕlmasÕnÕ sa÷lamak, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkÕnmayÕ planlÕ bir úekilde yürütmek, uzun süreli kalkÕnma planlarÕ ile yÕllÕk programlar hazÕrlamak ve bunlarÕn uygulanmasÕnÕ takip etmek gayesiyle merkezi planlama teúkilatlarÕ kurmuúlar ve beúer yÕllÕk kalkÕnma planlarÕ hazÕrlamaya baúlamÕúlardÕr. Ancak 1981'de AET'ye tam üye olan Yunanistan, özellikle Avrupa Birli÷i (AB) fonlarÕndan yararlanabilmek için Bölgesel PolitikasÕnda ve YapÕsal AraçlarÕnda kapsamlÕ reformlar gerçekleútirmiú ve merkezi planlamadan vazgeçerek mevzuatlarÕnda bölgeselleúmeyi destekleyici unsurlara yer vermiútir. 1999'da aday ülke olan ve katÕlÕm öncesi strateji uygulamaya baúlayan Türkiye de, Yunanistan'Õn daha önce yaptÕ÷Õ gibi AB etkisiyle, bölgesel politika alanÕnda, AB istatistikî sistemine uyum sa÷lamak amacÕyla düzey sÕnÕflandÕrmasÕ oluúturmak, KalkÕnma AjanslarÕ kurmak, Ön Ulusal KalkÕnma PlanÕ hazÕrlamak ve AB destekli bölgesel kalkÕnma planlarÕna baúlamak gibi bölgeselleúmeyi destekleyici geliúmeleri hayata geçirmektedir. Bu çalÕúmada Yunanistan'Õn daha önce yapmÕú oldu÷u yasal ve kurumsal dönüúümler dikkate alÕnarak Türkiye'de gerçekleúen ve gerçekleúebilecek muhtemel yapÕsal ve kurumsal düzenlemelerin analizi ortaya konmaya çalÕúÕlmÕútÕr.
Yerel ve Kentsel Politikalar -Küresel, Bölgesel ve Yerel Perspektifler-, 2021
Günümüzde genel olarak kamu yönetimi ve özelde ise yapısal-işlevsel olarak kamu yönetiminin bir b... more Günümüzde genel olarak kamu yönetimi ve özelde ise yapısal-işlevsel olarak kamu yönetiminin bir boyutunu oluşturan yerel yönetimleri etkileyen faktörlerin sayısı ve çeşitliliğinde bir artış söz konusudur. Küreselleşme, bölgeselleşme ve yerelleşme tartışmalarının yanı sıra, insan hakları, devletçilik-piyasa ekonomisi tartışmaları ve beraberinde getirdiği gelişmeler, aşırı merkeziyetçilikten doğan siyasal sorunlar, bürokrat ve teknokrat hegemonyası, sivilleşme eğilimi ve sivil toplum hareketleri, yerelleşme ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi çabaları, yeni yönetim tekniklerinin yaygınlaşması ve kamu sektöründe uygulanması girişimleri, politikacı-bürokrat ilişkisi ve bürokrasi-siyaset bütünleşmesi, kamu hizmeti konusundaki yeni eğilimler, özelleştirme vb. konu başlıkları, ülkelerin kamu yönetimlerine belirleyici düzeyde etkide bulunan ve onları değişime zorlayan eğilim ve gelişmeler olarak öne çıkmaktadır..
Bu çerçevede, kamusal hizmetlerin yerel düzeyde sunulması ve kentsel hizmetlerin ete kemiğe büründürülmesi sürecinin temel aktörleri olan yerel yönetimler, bir dizi politikanın öznesi haline gelmiş bulunmaktadır. Hızlı bir değişim sürecine paralel olarak halen ivmelenme eğilimi gösteren bu süreçte yerel yönetimler, demokrasinin gelişmesinde ve yaygınlaşmasında da önemli roller üstlenmektedirler. Bir ülkedeki demokrasinin gücü, o ülkedeki “küçük demokrasiler”in gücüne bağlı olup, yerel yönetimler halkın katılımına en uygun ve elverişli birimlerdir.
Yerel-kentsel kamu hizmetlerine bakışta yalnızca “etkinlik” güdüsüyle hareket etmenin yanlışlığı ortadadır. Yerel yönetimlerin, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde, merkezi yönetime göre en üstün oldukları taraf, katılıma fırsat vermeleridir. Katılımın ve demokratik yönetimin etkinlik kadar önem taşıdığı günümüzde, yerel yönetimlerin yerel-kentsel hizmetlerin etkinliği konusunda da önemli yararlar sağladığı bir realite olarak karşımızda durmaktadır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, yerel yönetimler optimalitenin reel ölçeği olmaya, yerel-kentsel politikaların odağında yer almaya ve Alex de Tocquaville’in veciz ifadesiyle “demokrasinin okulu” kalmaya el’an devam etmektedir.
Avrasya’nın Ekoloji- Politiği: Türkmenistan Perspektifinden Uluslararası Çevre Aktörleri Olarak Hazar ve Aral, Apr 1, 2023
Çevre sorunları, günümüzde hızla ar- tan ve içindekilerle birlikte gezegenimizi tehdit eden en bü... more Çevre sorunları, günümüzde hızla ar- tan ve içindekilerle birlikte gezegenimizi tehdit eden en büyük tehlikelerin başında yer almaktadır. Bugün gelişmişiyle gelişmekte olanıyla, doğulusuyla batılısıyla, kuzeylisiyle güneylisiyle ve sosyalistiyle kapitalistiyle in- sanlık bir çevresel felaketle karşı karşıya bulunmaktadır. Özellikle, küresel, bölgesel ve yerel nitelikteki ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmeler çevre sorunlarının önemini daha da arttırmış ve bu süreçte sorunun sınırlar ötesi ve global niteliği daha da öne çıkmıştır.
1990 sonrası eski Sovyetler Birliği’nin karşı karşıya kaldığı ekonomik, sosyal ve siya- sal değişim sürecinde realize olan konulardan biri de bu coğrafyada yer alan ülkelerin çevre sorunları boyutlu olarak yaşadıkları felaketin gün yüzüne çıkmış bulunmasıdır. Ortaya çı- kan tablo, çevre sorunlarının kapitalist - sosyalist vb. ayrımların ötesinde global ve kümü-
latif nitelikli evrensel bir sorun olduğunu açık bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Avrasya’da yaşanan çevre sorunları
içinde özellikle Hazar Denizi ve Aral Gölü örnekleri, küresel ortak malların karşı karşıya kaldığı trajediyi realize eden önemli örnekler-
dir. Bu iki örnek “atalarımızdan miras değil, torunlarımızdan emanet olarak aldığımız” çevresel değerlerin bir anlamda kötü bir öyküsünü de dile getirmektedir. Bu öykü aynı zamanda bize, uluslararası bir aktör olarak
çevre sorunları konusunda yerelin çok ötesin-
de, bölgesel ve küresel iş birliği yapılması ge-
rektiği gerçeğini de fısıldıyor. Zira, en önemli
iki temel niteliği, uluslar ötesi (sınır tanımaz)
ve kümülatif (birikimli) olma şeklinde te-
zahür eden çevre sorunları, bu iş birliği ve proaktif (önleyici) adımlar atılmaz ise telafisi imkansız noktalara doğru evrilme eğilimi taşımaktadır. Bu çalışmada, Avrasya’nın eko- loji-politiği bağlamında realize olan Hazar
ve Aral çevre felaketlerinin dünden bugüne gelişim keyfiyeti, yarına ilişkin projeksiyonları da içerecek biçimde analiz edilmektedir.
Hızlı kentleşme sonucunda büyük kentlerin daha çok büyümesi belediye sınırları dışında düzensiz v... more Hızlı kentleşme sonucunda büyük kentlerin daha çok büyümesi belediye sınırları dışında düzensiz ve plansız gelişmelere yol açınca, Türkiye’de büyükşehirlerin yönetiminde özel modeller arayışı güncellik kazanmıştır. Bu bağlamda 1984 yılında İstanbul, İzmir ve Ankara; 1986 yılında Adana; 1987 yılında Bursa, Konya, Gaziantep; 1988 yılında Kayseri; 1993 yılında Samsun, Diyarbakır, Erzurum, İzmit (Kocaeli), Eskişehir, Mersin ve Antalya; 2000 yılında da Sakarya (Adapazarı) Belediyeleri; büyükşehir belediyelerine dönüştürülmüştür. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı yasa ile 16 olan büyükşehir belediyesi sayısı 29’a çıkarılmıştır. 6360 sayılı yasa ile Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, K. Maraş, Mardin, Malatya, Manisa, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van illerinin belediyeleri büyükşehir statüsüne kavuşmuştur. 2013 yılının Mart ayında çıkarılan 6447 sayılı yasa ile Ordu ili de büyükşehir statüsüne kavuşmuş böylece bu yasaların 30 Mart 2014 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte Türk...
Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED), yatırım projelerinin çevreye etkisinin önceden, pro-aktif bi... more Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED), yatırım projelerinin çevreye etkisinin önceden, pro-aktif bir yaklaşımla değerlendirilmesini içermekte ve sürecin her aşamasına halkın katılımını öngören bir mekanizmadır. Bu bağlamda AB’de kamu yönetiminin dayandığı temel ilkelerden biri olan katılımcılığın hayata geçirilmesi söz konusudur. Çalışmada çevresel etki değerlendirmesinin geçmişine kısaca göz atılmakta, ÇED ile ilgili olarak Türk mevzuatında AB müktesebatına uyum açısından gelinen nokta değerlendirilmekte ve Uşak ili örneğinde özellikle halkın çevresel etki değerlendirmesine katılımıyla ilgili durum ele alınmaktadır.Environmental Impact Assessment (EIA) is a mechanism which involves beforehand assessment of environmental impacts of investment projects with a pro-active approach and envisages civic participation at every stage of the process. In this regard, participation, which is one of the basic principles that serves as a pillar for public administration within EU, is being put int...
Kamusal bir zenginlik olan toprağın, elde ettiği gelir bakımından, üretim faktörleri arasında ayr... more Kamusal bir zenginlik olan toprağın, elde ettiği gelir bakımından, üretim faktörleri arasında ayrı bir önemi bulunmaktadır. Oluşan değer artışı (rant) gelirinden bütçeye pay verilip verilmeyeceği, toplumun refah düzeyi açısından önemlidir. Kentsel planlama ile yaşanılan alanların iyileştirilmesine çalışılmaktadır. Bu nedenle ortaya çıkan toprak rantının da belirli kişilere sağlanması yerine, vergilendirilerek toplumda yeniden dağıtılması gerekir. Ülkemizde değeri artan gayrimenkullerin satışından elde edilen gelirlerin vergilendirilmesine ilişkin mevcut yasal düzenlemelerde bazı değişiklikler yapılması planlanmaktadır. Çalışmamızda, rant ve kentsel rant kavramları ile kentsel planlama sonucunda oluşan gelirlerin vergilendirilme gereği ortaya konulmaya çalışılacak, bazı ülkelerdeki toprak rantının vergilendirilmesi örnekleri verilerek, rantların vergilendirilmesi konusu karşılaştırılmalı olarak irdelenecektir.Land as public wealth holds importance among the factors of production in t...
Çalışmamız II. Dünya Savaşı sürecinde yaşanan vatansızlaştırma olgusunun insan hakları mekanizmal... more Çalışmamız II. Dünya Savaşı sürecinde yaşanan vatansızlaştırma olgusunun insan hakları mekanizmalarını, bu konuda gelişen Arendtçi yaklaşımla, nasıl ulus üstü süreçlerle desteklendiğini tartışacak ve bunu yaparken uluslararası göç olgusunu ulus ve ulus-ötesi mekanizmalar bağlamında değerlendirmeye çalışacaktır. Türkiye’nin bulunduğu hassas jeopolitik konum ve bağlamında Arendtçi yaklaşımla vatansızlaştırma süreçlerinin ülkemizi nasıl etkilediği/etkileyebileceği tartışılacak ve önleyici güvenlik yaklaşımları bakımından nelerin yapılabileceğine dair açılımlar getirilmeye çalışılacaktır.This work aims to elaborate the very backing of human rights mechanism by making use of Hannah Arendt terms within the destatization phenomenon. Whilsr realizing the given objective, terms shall be discussed in relation to the processes of international migration. In the context of geopolitical position of Turkey, destatification processes in the Arenditian sense of the terms will be discussed and diffe...
One of the impotrant side of human is his economic and social side. At this mean urban and manage... more One of the impotrant side of human is his economic and social side. At this mean urban and management are old as well as human history. Urbanization and local government are dynamıc side of urban, management and human history.The aim of this study is to investigate the local government-urban relations in the process of economic transformation. İn this manner the research has been investigate theoretically. The theoretical research consist of five part; First four part related to general human history and especially western societies, and lastly part related to Turkey.In the first part of the research; the consepts of economic transformation process, urban, urbanization, local government- urbanization continuity, western and non-western societies difference, ındustrializatıon- urbanization continuity and tendencies of decenralization- democratization have been described under the topıc "Generally, Economic Transformation Process, Cenralization- Decentralization Management, Local...
Transnational Press London, 2015
This book is a collection of selected papers presented at the 3rd Turkish Migration Conference (T... more This book is a collection of selected papers presented at the 3rd Turkish Migration Conference (TMC). TMC 2015 was hosted by Charles University Prague, Czech Republic from 25 to 27 June 2015. The TMC 2015 was the third event in the series that we were proud to organise and host at Charles University Prague. This selection of papers presented at the conference are only a small portion of contributions. Many other papers are included in edited books and submitted to refereed journals in due course. There were a total of about 146 papers by over 200 authors presented in 40 parallel sessions and three plenary sessions at Jinonice Campus of Charles University Prague. About a fıfth of the sessions at the conference were in Turkish language although the main language was English. Therefore some of the proceedings are in Turkish too. The keynote speakers included Douglas Massey of Princeton University, Caroline Brettell of Southern Methodist University, and Nedim Gürsel of CNRS.
Özet Son yıllarda "bilişsel zekânın" (IQ=Intelligence Quotient) tek başına insan zekâ d... more Özet Son yıllarda "bilişsel zekânın" (IQ=Intelligence Quotient) tek başına insan zekâ düzeyini yansıtmadığı ileri sürülmüş, başkalarını anlayabilme ve insan ilişkilerinde akılcı davranmayı kapsayan "duygusal zekâ" (EQ) kavramı ortaya atılmıştır. Duygusal zekâ, kişinin kendi duygularını bilmesi, anlaması, yönetebilmesi ve diğerlerinin de duygularını anlayabilmesi ve onlarla etkili ilişkiler kurabilmesi olarak tanımlanmaktadır. Öfke, bireyin kendisine yönelik bir tehlike nedeniyle karşısındakini uyarması sonucu ortaya çıkan etkili bir yaşam olarak tanımlanabilir. Öfke incindiğimiz, haklarımızın çiğnendiği, istek ve gereksinimlerimizin engellendiği ve bir şeyin doğru olmadığı konusunda verilen mesajdır. Tüm duygularda olduğu gibi öfke ve öfke kontrolü de duygusal zekâ ile bağlantılıdır. Bu noktadan hareketle çalışmanın amacı, meslek yüksekokulu öğrencilerinin duygusal zekâ düzeyleri ile sürekli öfke düzeyleri ve öfke ifade tarzları arasındaki ilişkiyi incelemektir. ...
Ekoloji, 1996
We are living in an age oftechnology which has been developing rapidly since industrial revolotio... more We are living in an age oftechnology which has been developing rapidly since industrial revolotion. Everthing has an adverse effect, which are caused by misi4sing and misunderstanding. it is likely that enviromental problems are maining due to misusing of technological developments. If we do not want to inherit a destroyed world to our children we must think about a wide range of subjects from our phlosophy to consuming habits. It must be at the top of our agenda as we are living objects.
Bilig, 2000
Cevre ve ona iliskin sorunlar merkezli tartismalar 1960'lardan bu yana gelismisi- gelismekte... more Cevre ve ona iliskin sorunlar merkezli tartismalar 1960'lardan bu yana gelismisi- gelismekte olani, Dogulusu-Batilisi ve Guneylisi-Kuzeylisiyle butun toplumlarin gundemine yerlesmistir. Sanayi toplumunun en belirgin niteliklerinden biri olan cevre sorunlari bugun ortaya cikis sartlari ve niteliklerini de asarak butun toplumlar ve insanlik icin ortak bir negatif dissallik olarak karsimizda durmaktadir. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna dogru yol alinan bir surecte cevre sorunlari sistemler-ustu ve kumulatif niteligiyle butun insanlik icin bir tehdit ve sorun alani olmaya devam etmektedir. Bu calismada, cevre sorunlari kapitalist ya da sosyalist gibi sistem ayrimlarinin otesinde tasidigi temel nitelikleriyle ele alinmaktadir. Cevre sorunlarinin ortaya cikisinda farkli sistemlerin etkileri ve agirliklari farkli olsa da sonuclari ve etkileri itibariyle cevre sorunlari sistemler-ustu bir nitelik tasimaktadir. Bu calismada cevre sorunlarinin bu sistemler-ustu niteligi Orta Asya ...
Öz Sosyal belediyecilik, temelde sosyal risk gruplarına ve dezavantajlı kesimler olarak ifade edi... more Öz Sosyal belediyecilik, temelde sosyal risk gruplarına ve dezavantajlı kesimler olarak ifade edilen kadın, çocuk, yaşlı ve yoksullara, işsizlere ya da etnik kimlik, cinsiyet, göçmenlik gibi nedenlerle toplumdan dışlanmış gruplara yönelik hizmetler sunulmasıdır. Çalışmamızda Ege Bölgesi’nde yer alan Denizli, İzmir, Kütahya ve Manisa Belediyeleri örnek iller olarak seçilmiştir. Belediyelerin faaliyet raporları, performans programları ve kesin hesap belgeleri incelenmiştir. Ülkemizde sosyal belediyecilik olarak nitelendirilebilecek hizmet düzeyinin düşük olduğu, tüm dezavantajlı kesimleri içeren bir kapsayıcılıkta olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Çalışma, sosyal bütçe düzeyinin belirlenmesine yönelik diğer çalışmalara katkı sağlamayı hedeflemektedir Abstract Social municipality is offering services basically to social risk groups and women, children, elders and poor that are stated as disadvantaged categories, and to unemployed individuals, or groups that are casted away from the society because of reasons such as ethnical identity, gender or immigration. Situated in the Aegean Region Denizli, İzmir, Kütahya and Manisa Municipalities were chosen as examples in our study. Annual Reports, Performance Programs and Final Accounts documents of the Municipals were examined. The service level, which can be qualified as social municipality, is concluded to be low and not comprehensive enough to include all disadvantaged categories in our country. The study aims to contribute to other studies devoted to the determination of the social budget level.
Selcuklu’dan Osmanli’ya miras kalan birikimlerle zenginlesen Osmanli kenti, Klasik donemde iyi bi... more Selcuklu’dan Osmanli’ya miras kalan birikimlerle zenginlesen Osmanli kenti, Klasik donemde iyi bir orgutlenmeye sahipti ve yerel yonetim hizmetleri etkin bir bicimde sunuluyordu. Klasik donem Osman kenti ve yerel yonetim hizmetlerinin sunumu, Tanzimat’la birlikte hem orgutsel hem de islevsel anlamda onemli degisimlere ugramistir. Tanzimat’in, ekonomik, mali, askeri ve idari parametreler baglamindaki ciktilarinin en somut yansidigi alanlardan ve kurumlardan birisi, Osmanli kentidir. Ozellikle, yerel hizmetlerin sunumuna iliskin gerek anlayis ve gerekse orgutlenme baglaminda kentler, bu donemde yepyeni bir surecle karsi karsiya kalmislardir. Bu durum, Osmanli’dan Cumhuriyet’e devreden zihinsel, orgutsel ve islevsel bircok parametrenin sekillenmesinde de onemli olmustur
... Kentsel Planlama Sürecinde Oluşan Kamusal Rantın Vergilendirilmesi Mustafa ÖKMEN* Hatice YURT... more ... Kentsel Planlama Sürecinde Oluşan Kamusal Rantın Vergilendirilmesi Mustafa ÖKMEN* Hatice YURTSEVER** ... maddesinde yer alan gayrimenkul değer artış kazancı üzerinden alınan vergileri bu kapsamda değerlendirmekte yarar bulunmaktadır. 4.1. ...
In the context of technological-economical and political-ideological happenings all over the worl... more In the context of technological-economical and political-ideological happenings all over the world, a consensus on the issue of necessity which empower the local goverments and improve the system came into existance in many parts of Turkish Society and among varied political
Uploads
Papers by Prof. Dr. Mustafa ÖKMEN
Bu çerçevede, kamusal hizmetlerin yerel düzeyde sunulması ve kentsel hizmetlerin ete kemiğe büründürülmesi sürecinin temel aktörleri olan yerel yönetimler, bir dizi politikanın öznesi haline gelmiş bulunmaktadır. Hızlı bir değişim sürecine paralel olarak halen ivmelenme eğilimi gösteren bu süreçte yerel yönetimler, demokrasinin gelişmesinde ve yaygınlaşmasında da önemli roller üstlenmektedirler. Bir ülkedeki demokrasinin gücü, o ülkedeki “küçük demokrasiler”in gücüne bağlı olup, yerel yönetimler halkın katılımına en uygun ve elverişli birimlerdir.
Yerel-kentsel kamu hizmetlerine bakışta yalnızca “etkinlik” güdüsüyle hareket etmenin yanlışlığı ortadadır. Yerel yönetimlerin, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde, merkezi yönetime göre en üstün oldukları taraf, katılıma fırsat vermeleridir. Katılımın ve demokratik yönetimin etkinlik kadar önem taşıdığı günümüzde, yerel yönetimlerin yerel-kentsel hizmetlerin etkinliği konusunda da önemli yararlar sağladığı bir realite olarak karşımızda durmaktadır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, yerel yönetimler optimalitenin reel ölçeği olmaya, yerel-kentsel politikaların odağında yer almaya ve Alex de Tocquaville’in veciz ifadesiyle “demokrasinin okulu” kalmaya el’an devam etmektedir.
1990 sonrası eski Sovyetler Birliği’nin karşı karşıya kaldığı ekonomik, sosyal ve siya- sal değişim sürecinde realize olan konulardan biri de bu coğrafyada yer alan ülkelerin çevre sorunları boyutlu olarak yaşadıkları felaketin gün yüzüne çıkmış bulunmasıdır. Ortaya çı- kan tablo, çevre sorunlarının kapitalist - sosyalist vb. ayrımların ötesinde global ve kümü-
latif nitelikli evrensel bir sorun olduğunu açık bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Avrasya’da yaşanan çevre sorunları
içinde özellikle Hazar Denizi ve Aral Gölü örnekleri, küresel ortak malların karşı karşıya kaldığı trajediyi realize eden önemli örnekler-
dir. Bu iki örnek “atalarımızdan miras değil, torunlarımızdan emanet olarak aldığımız” çevresel değerlerin bir anlamda kötü bir öyküsünü de dile getirmektedir. Bu öykü aynı zamanda bize, uluslararası bir aktör olarak
çevre sorunları konusunda yerelin çok ötesin-
de, bölgesel ve küresel iş birliği yapılması ge-
rektiği gerçeğini de fısıldıyor. Zira, en önemli
iki temel niteliği, uluslar ötesi (sınır tanımaz)
ve kümülatif (birikimli) olma şeklinde te-
zahür eden çevre sorunları, bu iş birliği ve proaktif (önleyici) adımlar atılmaz ise telafisi imkansız noktalara doğru evrilme eğilimi taşımaktadır. Bu çalışmada, Avrasya’nın eko- loji-politiği bağlamında realize olan Hazar
ve Aral çevre felaketlerinin dünden bugüne gelişim keyfiyeti, yarına ilişkin projeksiyonları da içerecek biçimde analiz edilmektedir.
Bu çerçevede, kamusal hizmetlerin yerel düzeyde sunulması ve kentsel hizmetlerin ete kemiğe büründürülmesi sürecinin temel aktörleri olan yerel yönetimler, bir dizi politikanın öznesi haline gelmiş bulunmaktadır. Hızlı bir değişim sürecine paralel olarak halen ivmelenme eğilimi gösteren bu süreçte yerel yönetimler, demokrasinin gelişmesinde ve yaygınlaşmasında da önemli roller üstlenmektedirler. Bir ülkedeki demokrasinin gücü, o ülkedeki “küçük demokrasiler”in gücüne bağlı olup, yerel yönetimler halkın katılımına en uygun ve elverişli birimlerdir.
Yerel-kentsel kamu hizmetlerine bakışta yalnızca “etkinlik” güdüsüyle hareket etmenin yanlışlığı ortadadır. Yerel yönetimlerin, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde, merkezi yönetime göre en üstün oldukları taraf, katılıma fırsat vermeleridir. Katılımın ve demokratik yönetimin etkinlik kadar önem taşıdığı günümüzde, yerel yönetimlerin yerel-kentsel hizmetlerin etkinliği konusunda da önemli yararlar sağladığı bir realite olarak karşımızda durmaktadır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, yerel yönetimler optimalitenin reel ölçeği olmaya, yerel-kentsel politikaların odağında yer almaya ve Alex de Tocquaville’in veciz ifadesiyle “demokrasinin okulu” kalmaya el’an devam etmektedir.
1990 sonrası eski Sovyetler Birliği’nin karşı karşıya kaldığı ekonomik, sosyal ve siya- sal değişim sürecinde realize olan konulardan biri de bu coğrafyada yer alan ülkelerin çevre sorunları boyutlu olarak yaşadıkları felaketin gün yüzüne çıkmış bulunmasıdır. Ortaya çı- kan tablo, çevre sorunlarının kapitalist - sosyalist vb. ayrımların ötesinde global ve kümü-
latif nitelikli evrensel bir sorun olduğunu açık bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Avrasya’da yaşanan çevre sorunları
içinde özellikle Hazar Denizi ve Aral Gölü örnekleri, küresel ortak malların karşı karşıya kaldığı trajediyi realize eden önemli örnekler-
dir. Bu iki örnek “atalarımızdan miras değil, torunlarımızdan emanet olarak aldığımız” çevresel değerlerin bir anlamda kötü bir öyküsünü de dile getirmektedir. Bu öykü aynı zamanda bize, uluslararası bir aktör olarak
çevre sorunları konusunda yerelin çok ötesin-
de, bölgesel ve küresel iş birliği yapılması ge-
rektiği gerçeğini de fısıldıyor. Zira, en önemli
iki temel niteliği, uluslar ötesi (sınır tanımaz)
ve kümülatif (birikimli) olma şeklinde te-
zahür eden çevre sorunları, bu iş birliği ve proaktif (önleyici) adımlar atılmaz ise telafisi imkansız noktalara doğru evrilme eğilimi taşımaktadır. Bu çalışmada, Avrasya’nın eko- loji-politiği bağlamında realize olan Hazar
ve Aral çevre felaketlerinin dünden bugüne gelişim keyfiyeti, yarına ilişkin projeksiyonları da içerecek biçimde analiz edilmektedir.
Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de ülke kalkınmasında kent yönetimlerinin yeri ve önemi giderek daha önemli hale gelmektedir. Küresel düzeyde yaşanan yerelleşme eğilimleri, ülkemizde de yerel-bölgesel inisiyatifleri, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın odağında yer almaya zorlamaktadır. Bu şekilde, yerinden yönetim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve diğer kentsel aktörler, yerel kalkınmadaki artan rolleriyle ülke kalkınması açısından hızla öne çıkmaktadır. Küresel rekabet süreci, karşılaştırmalı üstünlükler temelinde, yerel ve bölgesel uzmanlaşma sürecini de hızlandırmaktadır. Yerel girişimcilik, yerel kaynakların harekete geçirilmesi, bilgi ve beceri bikrimi ve diğer yerel potansiyellere de bağımlı olarak, belirli sektörlerde uzmanlaşabilen yöreler, dünya ve ülke ekonomisi içerisinde karşılaştırmalı üstünlükler elde edebilmekte ve bu sayede ülke ortalamasından daha fazla büyüme ve gelişme şansı bulurken, ülkenin genel büyümesine, refah ve istikrarına da daha fazla katkı sağlayabilmektedir. Mevcut şartlar altında, ülkeler arası rekabetin artık kentler ve bölgeler arası rekabete dönüştüğü gözlenmektedir. Bölge ekonomilerinin, yeni ulusal ve yeni rekabet koşullarına ayak uydurma yeteneğini geliştirmek ve bunun için gerekli her türlü altyapıyı hazırlayabilmek için ise, çabuk karar alıp uygulayabilen, esnek ve dinamik kurumsal yapılara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu bağlamda artık, bütün dünyada bölgesel gelişme planlarının hareket noktası sadece bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarını gidermeye yönelik değildir. Bu yaklaşımlar çerçevesinde bu çalışma, AB sürecinde ortaya çıkan yerelleşme eğilimleri ve ekonomik, sosyal, kültürel içerikli bütüncül kalkınmanın bir aracı olarak bölge yönetimleri konusunda ortaya çıkan standartların ve yapılanmaların Türkiye özelindeki yansımalarını ele almaktadır. Bugün AB'nin, 2-3 köy yerel yönetimini içine alan küçük ölçekli yapılardan, birden çok ili kapsayan bölgelere kadar faklı ölçekleri kapsayan bölge yönetimleri konusunda getirdiği standartlar, yaklaşımlar ve yapılanmalar, üye ülkeleri olduğu kadar, üyelik sürecinde bulunan Türkiye'yi de yakından ilgilendirmektedir. Konu özellikle, ekonomik ve sosyal içerikli kalkınma çabaları konusunda sunduğu alternatifler ve yaklaşımlar açısından büyük ya da küçük ölçekli bu tür çabaların Türkiye'ye yansımaları açısından önem taşımaktadır. Manisa Valiliği öncülüğünde Yunt Dağı bölgesinde başlatılan ve buradaki 2 belde ve 61 köyün ekonomik, sosyal ve kültürel olarak kalkındırılmasını hedefleyen " Yuntdağı Yöresi Sürdürülebilir Kalkınma Projesi " , yukarıda çizilen çerçevede, bu çalışmada örnek olay olarak incelenmektedir. AB standartları bağlamında, orta ölçekli bir bölgesel kalkınma modeli olabilecek bu proje, hem AB hem de Türkiye'de yerel-bölgesel yönetimler ve kalkınma çabaları çerçevesinde ele alınmaktadır. 1. Küreselleşme, Bölgeselleşme ve Yerelleşme Dinamikleri Yirminci yüzyılın sonundan bu yana bütün dünyada yaşanmakta olan hızlı değişim ve bu bağlamda ortaya çıkan sorunlara uluslar arası düzeyde çözüm arayışları vb. gelişmeler, dünyada bir küreselleşme sürecini öne çıkarırken, diğer yandan ulaşım-iletişim alanındaki baş döndürücü sıçrama ve bilginin hızla yayılması olgusu, yönetimde merkeziyetçi yapılardan uzaklaşmayı ve yerelleşmeyi zorunlu kılan sonuçları da beraberinde getirmiştir. İlk bakışta birbiri ile çelişir görünen bu iki yönlü değişim süreci bağlamında küreselleşme eğilimi, geleneksel yönetim anlayışlarını, uluslar arası yapılanmaları ve bunların işleyişlerini hızlı bir biçimde dönüştürmektedir; buna karşılık, yerelleşme süreci ise küreselleşme eğiliminin kendi bünyesinde taşıdığı tekdüze ve merkeziyetçi anlayışları yeniden üreterek ve birbirine eklemleyerek daha
İl özel idareleri, “il” adı verilen coğrafi idari birimde görev yapan bir yerel yönetim birimleridir. Türkiye’de son yıllarda kamu yönetimi reformlarının bir bölümünü de İl Özel İdareleri oluşturmaktadır. İl Özel İdareleri ile ilgili, kaldırılmalarının daha iyi olup olmayacağını da içeren tartışmalar sürmektedir. İl Özel İdarelerinin Türk kamu yönetimindeki yeri her zaman tartışma konusu olmuştur; günümüzde bölgesel veya ilçe bazlı yerel yönetimlerin İl Özel İdarelerine alternatif olup olmayacağı, ya da yeni düzenlemelerle İl Özel İdarelerine özgün fonksiyonlar verilerek daha etkin kurumlar haline getirilmeleri gibi konularda da tartışmalar sürmektedir. Bugün İl Özel İdarelerinin yerel yönetim organları olduğu ileri sürülmektedir, fakat Türkiye’de merkezi yönetimin idari “vesayet” görevini bırakması zor görünmektedir. Son düzenlemelere karşın, valinin İl Özel İdaresinin tüzel kişiliğinin başı olarak önemli bir pozisyonu ve etkisi olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla İl Özel İdareleri, yerel yönetimi güçlendirme çabaları ile merkezi idarenin vesayeti devam ettirme çabaları arasına melez bir yapı arz etmektedir.
Anahtar Kelimeler: il özel idaresi, yerel yönetim, vali
Provincial Special Administrations in Turkey:
A Hybrid Local Government Model
Abstract
Provincial special administration (PSA) is a local government unit which operates on the administrative geographical division called “province”. One component of the public administration reform efforts in Turkey in the last decade consists of PSAs. Debates have been sparked on whether it would be better to abolish PSAs, whose place in administration was already controversial; other issues of argument are whether regional or district-based local government units would be alternative to PSAs, or whether PSAs could be equipped with unique functions ve become effective institutions with new arrangements. Today it is claimed that PSAs are local government bodies, but in Turkey it is not easy for the central government to give up on its administrative “tutelage” role; despite recent arrangements, the position ve impact of the governor, who is assigned by the central administration as the head of legal personality of PSA, still continues. Therefore PSAs continue to present “hybridized” structure between the efforts for strengthening local governments ve efforts by central administration for preserving its tutelage role.
Keywords: provincial special administration, local governance, governor
Son dönemlerde benimsenen yerel kalkınma modellerinden bir tanesi, kentleri markalaştırmak ya da diğer adıyla marka kentler oluşturmaktır. Kentleri marka kent haline getirebilmenin yolu ise, şehrin var olan kaynaklarını harekete geçirerek bu kaynakların kentin sembolü haline gelmesini sağlayacak etkileşimlerden geçmektedir. Günümüzde kentleri uluslararasılaştırarak marka kent haline gelmesine katkıda bulunan en önemli organizasyonlardan bir tanesi de EXPO organizasyonudur. Bu çalışmada "Daha İyi Bir Dünya İçin Yeni Yollar / Herkes İçin Sağlık" ana temasıyla yola çıkarak EXPO 2020 için adaylığını açıklayan İzmir kentinin uluslararası alanda marka kent olabilme potansiyeli hem EXPO adaylığı kabul edilmiş bir kent açısından hem de daha önceden bu organizasyonu düzenlemiş şehirlerin kazanımları açısından ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: EXPO 2020, Marka Kentler, Kentlerin Uluslararasılaşması
ORGANIZATION OF EXPO 2020 AND THE POTENTIAL OF IZMIR TO BECOME A BRAND CITY
One of the local development models which has been accepted lately is to brand the cities, or in other words, to create brand cities. Creating brand cities is possible by activating the existing resources of the city and by creating city symbols through the transformation of these resources. Nowadays, one of the most important organizations, which enable the cities to become a brand city by internationalizing them, is the organization of EXPO. EXPO is a significant international event which contributes to the recognition of the host city in the international area and moves its host towards the objective of becoming a brand city by enabling the urban transformation and the creation of symbol structures. In this study, we will handle the potential of Izmir, as a candidate city for EXPO 2020, to become a brand city in the international platform by evolving out of its theme “New routes to a better world / Health for all” both from the perspective of a city of which candidacy for EXPO has been accepted, and also from the perspective of other cities acquisitions which have already organized this international event.
Keywords: EXPO 2020, Brand Cities, Internationalization of cities
Jel Codes: R10, R11, R52, R58
Türkiye’de 3030 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun ile birlikte İstanbul, Ankara ve İzmir’de iki kademeli yerel yönetim yapısı oluşturularak büyükşehir belediyesi sistemine geçilmiştir. 2004 yılında yürürlüğe giren 5216 sayılı kanunla birlikte büyükşehir belediyelerinin sorumluluk alanları tekrar düzenlenmiş ve bu kapsamda İstanbul ve Kocaeli illeri için il sınırları belediye sınırları olarak kabul edilmiş, büyükşehir statüsünde olan diğer iller için merkezden itibaren 20, 30 veya 50 kilometrelik yarıçaplı dairenin içinde kalan alanlar büyükşehir belediyelerinin sorumluluğuna bırakılmıştır. 6360 sayılı kanun ile yapılan değişiklikle ise tüm büyükşehir belediyelerinin sorumluluk alanları il sınırlarına kadar genişletilmiş ve bu kapsamda söz konusu illerde özel idare teşkilatları kapatılmış ve ayrıca mevcut köylerin statüsü değiştirilerek mahalle olarak yeniden düzenlenmişlerdir. Bu çalışmada yeni büyükşehir modelinin uygulamaya girmesinden bu yana geçen yaklaşık bir buçuk sene zarfında, Manisa ilinde mahalleye dönüşen köylerde yaşayan vatandaşların günlük hayatlarında ne gibi değişikliklerin olduğu ve bu değişimlerin vatandaşlar tarafından nasıl algılandığı belirlenmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Yerel Yönetimler, Belediye, Büyükşehir Belediyesi, 6360 sayılı yasa
Uzun fikir aşaması sürecinden sonra yeni kamu yönetimi, kamu yönetimi alanında 1980 ve 1990’lar arasında etkili bir yaklaşım olarak ortaya çıktığı bilinmektedir. ABD de Osborne ve Gaebler ‘in en çok satan kitabı olan yönetimin yeniden icadı (1992) ve Bill Clinton yönetiminin ulusal performansının ele alındığı farklı kitaplar ile değişim ortaya konulmuştur. Yeni kamu yönetimi hükümetlerin hataları ile konuları ele alarak pazarın yararı ve verimlilik, ekonomik akılcılık, büyük geniş merkezi devlet birimlerinin devri ve özelleştirilmesi anlayışlarına inanılmaktadır (Bryson, Crosby, & Bloomberg, 2014:447). Aslında dünyada yaşanan bu değişim Türkiye’de merkezi yönetim olduğu kadar özellikle 2000’li yıllardan sonra yerel yönetimleri de etkileyerek yeni arayışlar ve yerelin güçlendiği halkın yönetimde daha etkili olduğu kanun düzenlemelerinin yanında Belediyelerdeki değişimlerde hızlı şekilde ortaya çıkmıştır.
Pazarlar ve rekabet yaklaşımı (sıklıkla farklı sektörlerden aktörler içinden) vatandaş olarak görülmeyen ‘’müşteriler’’ olarak görülen alıcılara en yararlı ve en verimli yol ile devletin hizmetlerini sunmada farklı tercihlerin ortaya konulması olarak ifade edilmektedir. Kamu yöneticileri dar yetki alanlarından sıyrılarak serbest ve yetkili kılınmış bu yol ile ‘’girişimci’’ ve ‘’sonuç için yöneten’’ şeklinde çalışmaya başlamışlardır. Ancak uygulamada elbette yöneticiler sorumlu oldukları durumların en kötüsü ile karşılaşacak fakat ortaya çıkan sonuçları yönetemeyecektir. Devlet sadece yönetimle ilgili değil aynı zamanda neyin nasıl idare edeceği ile ilgili merkezdedir. Bugün artık toplumların artan şekilde bölünmesi ve karmaşık hale gelmesi ile karmaşık problemler ortaya çıkmaktadır. Doğal afetler, ekonomikkayıplar, eşit olmayan sağlık ve eğitim sistemleri, hiç gelişmeyen orta sınıf, derinleşen eşitsizlik, toplumun iflas etmesi gibi örnekler verilebilir. Bütün bu örnekler sadece devlet değil, iş dünyası sivil toplum ve kar elde etmeyen sektörlerde de enerji ve zamanın harcanmasına neden olmaktadır (Bryson, Crosby, & Bloomberg, 2014:447). Dolayısı ile merkezi ve yerel yönetimlerin artık akılcı, pratik halkın beklenti ve isteklerine yönelik hizmetleri ortaya koyabilmeleri önemli hale gelmektedir.
ve bugün bağımsızlıklarının 20. yılını geride bırakmış bulunmaktadırlar. Bahsettiğimiz bu geçiş süreci, her alanda olduğu gibi ilgili ülkelerin devlet örgütlenmesi ve idari yapılanmalarında da bir dönüşümü gerekli kılmıştır. Bu bağlamda, bağımsız Türk Cumhuriyetleri yerel yönetim yapılarını merkezi hükümet eliyle yeniden inşa etmişlerdir.
Sovyetler Birliği döneminde devlet ve kamu yönetimi örgütlenmesi, komünist ideolojinin de etkisiyle batılı anlamda klasik devlet örgütlenmesinden farklı bir yapılanma arzetmiştir. Bu yönetim yapılanması çerçevesinde birlik bünyesinde yerel yönetim fonksiyonunu “Yerel Sovyetler” yaşama geçirmiştir.
Yerel sovyet uygulamalarında somutlaşan Rus yerel yönetimleri, günümüz yerel yönetimlerinden bazı temel noktalarda farklılaşmaktadır. Uygulamada Batılı modelden üç önemli biçimde ayrılan Rus yerel yönetim sisteminde ilk olarak, yerel yönetim aynı federal ve federe meclisler gibi iktidar organı olarak tanımlanmışlardır. Buna ek olarak, yerel yönetimler arasında hiyerarşik bir ilişki vardır.
Son olarak ise, yerel yönetim birimleri çifte bağımlılık ilkesine göre faaliyetlerini sürdürmektedir.
Bu bağlamda bu kuruluşları, yapıları, fonksiyonları ve sistem içindeki konumları itibariyle çağdaş anlamda yerel yönetim yapıları olarak görmek pek mümkün değildir. Parti ve devlet örgütlenmesinin katı hiyerarşisi ve vesayeti altında bu kuruluşlar daha çok sembolik temsili yapılar ve Sovyet ideolojisinin propaganda araçları olarak işlev görmüşlerdir. Dolayısıyla, post - sovyet ülkelerine bu dönemden ciddi bir yerel yönetim mirası kalmamıştır.
Bununla birlikte, Sovyet sonrası dönemde Türk Cumhuriyetleri’nde inşa edilen kamu yönetimi sistemi ve bu çerçevede yerel yönetim yapılanması formel anlamda Batı tarzı bir görünüme sahip olsa da, geçmiş dönemin yönetim örgütleri ve idari kültüründen de hala önemli izler taşımaktadır. Kamu yönetimi sistemi ve onun bir parçası olarak yerel yönetimlerin hem yapısal hem de işlevsel yönünün uzun zaman dilimlerine yayılan birikim süreçleri sonucunda oluştuğu
gerçeğini hatırlarsak, bu normal bir durumdur. Türkiye örneğinde, Osmanlıdan Cumhuriyete, Tanzimat’tan Avrupa Birliği sürecine devam eden arayışlar ve yeniden yapılandırma çabaları da bu yaklaşımı doğrulamaktadır.
Hem etkin - verimli hizmet sunmanın aracı olarak hem de daha demokratik ve katılımcı yönetim taleplerine yerel düzeyde verilen bir cevap olarak yerel yönetimler ve bu çerçevede merkezi yönetim - yerel yönetim ilişkileri toplumların, ülkelerin tarihinde uzun zaman dilimlerinde evrilerek realize olmaktadır. Devlet sistemi, kamu yönetiminin örgütsel - işlevsel yönü ve merkezi yönetim - yerel yönetim ilişkileri bağlamında yerel yönetimlerin oluşumu keyfiyeti bakımından, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini de uzun ince bir yol beklemektedir.
Geçen zaman diliminde alınan yol, bu bağlamda ümitli olmamız gerektiğini fısıldarken, her alanda tesis edilecek sinerjiyle Türk dünyası olarak geleceğe hep birlikte daha güçlü yürüyebileceğimizin de işaretlerini vermektedir. Kamu yönetimi ve yerel yönetimlerin, çağdaş demokratik normlar ve değerler çerçevesinde inşası ve “bizce” yeniden yapılandırılması konusu, geleceğe doğru atılan
bu adımlar içerisinde önemli bir yere sahip olacaktır
Yerel nitelikli kamu hizmetlerinin geniş bir yelpazede yer alması; buna karşılık bu hizmetleri sunmak zorunda olan yerel yönetimlerin finansman kaynaklarının sınırlı oluşu belediyeleri finansal kaynak yetersizliği sorunuyla karşı karşıya bırakmaktadır. Yerel yönetimlerin büyük oranda altyapı yatırımlarına yönelik olan yatırım projeleri, ülkemizin ekonomik büyümesinde ve kalkınmasında önemli bir role sahiptir. Yatırım projelerinin gerçekleştirilmesiyle bir yandan toplumdaki bireyler bundan hizmet alarak fayda görmekte, diğer yandan ülke ekonomisi de olumlu etkilenmektedir. Ülkemizde 1980’li yıllardan itibaren yerel yönetimlerin yatırım projelerinin finansmanında, başlıca finansman kaynağı olarak yabancı kaynak kullanımına başvurduğu görülmektedir. Yatırım harcamalarının gerekliliği ile büyüklüğü ve yerel yönetimlerin sınırlı finansal kapasiteleri, yerel yönetimlerin yabancı kaynak kullanımına başvurmalarının temel gerekçelerini oluşturmaktadır. Yerel yönetimlerin borçlanma yoluyla elde ettikleri finansman kaynaklarının, cari harcamaların karşılanmasında kullanılmayıp, yerel yönetimlerin gerçekleştirecekleri yatırım projelerinin finansmanında kullanılması etik ve doğru bir yaklaşımdır. Aksi takdirde borçlanma yoluyla sağlanan yabancı kaynakların, cari harcamaların karşılanmasında ve vadesi gelen eski borçların ana para ile faiz ödemelerinde kullanılması ek bir maliyet olarak vatandaşlara yüklenmiş olacaktır.
“Uzun Vadeli Yabancı Kaynak Kullanımı ile Yerel Yönetim Yatırım Projelerinin Finansmanı” başlıklı bu çalışmamızda, yerel yönetimlerin yatırım projelerinin finansmanında uzun vadeli yabancı kaynak kullanımlarının incelenmesi amaçlanmakta ve çalışmanın bundan sonraki bölümlerinde, yerel yönetimlerde yabancı kaynak kullanımının yönetimine, yerel yönetimlerin finansal piyasalardan yararlanmasına, yerel yönetimlerin borçlanma kapasitelerinin belirlenmesine, Türkiye’de yerel yönetimlerin yabancı kaynak kullanımına ve yabancı kaynak kullanımına yönelik sayısal verilere, Türkiye’de yerel yönetimlerin yabancı kaynak kullanımına yönelik yasal çerçeveye ve Türkiye’de yerel yönetimlerin yabancı kaynak kullanımına ilişkin koşullara yer verilmektedir.
Küreselleşme ve beraberinde gelen bölgeselleşme, yerelleşme eğilimlerinin yönlendirdiği süreçler içinde diğer faktörlerle birlikte yönetim anlayışları ve yapılanmaları da önemli dönüşümleri yaşamaktadır. Yöneten-yönetilen arasındaki değişen ilişkilerin yeniden tanımlanmasını gerekli kılan bu süreçte, bir taraftan sorumluluk, katılım, saydamlık gibi ilkeler yönetim ve kamu yönetimi yaklaşımlarında öne çıkarken, diğer taraftan ise, etkin ve verimli hizmet sunan birimler ve demokratik yönetim birimi olma gibi iki boyutu bulunan yerel yönetimler hızla önem kazanmaktadır.
Yeni teknolojiler toplumsal yapılar üzerinde bu derece hızlı bir değişime neden olacak şekilde bir motor gücü işlevi üstlendiklerinde, yeni ekonomik faaliyet alanlarının oluşmasına yol açmaktadırlar. Bu tür teknolojilere OECD literatüründe, yayılgan-kapsamlı teknolojiler anlamına gelen “pervasive-generic technologies” denilmektedir. Türk bilim literatüründe de “jenerik teknolojiler” biçiminde ifade edilmektedirler (Göker, 1995: 115-116). Başta yeni bilgi ve iletişim teknolojileri olmak üzere, esnek üretim/esnek otomasyon, ileri malzeme, uzay, havacılık teknolojileri, nükleer teknoloji, biyoteknoloji ve gen mühendisliği günümüzün jenerik teknolojileridir (Renda, 1995: 27).
Jenerik teknolojiler perspektifinden kentler ve onların yönetimleri ele alındığında iki yön ön plana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, yapı endüstrisindeki gelişmelerin üretim, çalışma ve yaşam alanlarını yeni bir peyzajla tekrar kurgulamasıdır. İkincisi de bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin kentlerde daha az insan hareketini ve daha çok meta dolaşımını ortaya çıkarıyor olmasıdır. Bunlardan ilki bu bölümün doğrudan ilgi alanına girmemektedir. İkincisi ise kentsel alt yapının bu yapı hakkında gelişmiş düzeyde bilgi sağlayan otomasyon sistemleri ile yönetilmesinden vatandaşa uzanan e-devlet hizmetlerine kadar çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Bir jenerik teknoloji olarak bilgi ve iletişim teknolojilerine kentsel ve yönetsel uyum sorunlarının analizi kitabın bu bölümünün odağını oluşturmaktadır. Öncelikle 21. yüzyılın ilk on yılında bilgi ve iletişim teknolojilerinde gözlenen gelişme ve teknoloji politikalarına ilişkin yeni eğilimler irdelenecektir. Ardından bu gelişmelerin kentsel bilgi sistemleri oluşturması ve e-devlet hizmetleri açısından yerel yönetimlere sunduğu potansiyeller sorgulanacaktır. Son olarak konu Türkiye perspektifi ile ele alınacaktır.
Uluslar arası ilişkilerin ve ulus- ötesi yapılanmaların yaygınlaştığı günümüz ortamında ve küreselleşme sürecinde yaşanan hızlı değişim ve gelişmeler, yönetim olgusunu hızla öne çıkarmaktadır. İlişkilerin, hizmetlerin, eğitimin, üretimin, iletişimin, kısacası gündelik yaşamın niteliğini değiştiren teknolojik gelişmeler, diğer kurum ve kuruluşları olduğu gibi, yerel yönetimlerin de işlerini kolaylaştırmakta ve hızlandırmakta, buna karşılık yerel yöneticileri yeni taleplerle ve yönetimler arası yeni ilişkilerle yüz yüze getirmektedir. Sürekli değişme ve gelişme sürecinde, yerelleşme eğilimlerinin önemli bir parametresi olan yerel yönetimlerin ve kentlerin niteliğinde- işlevlerinde ortaya çıkan değişmeler, yerel yönetimlerin, demokratik bir yönetim birimi ve etkin, verimli birer hizmet sunan birimler olması bağlamında, kamu hizmeti sunmadan, örgüt ve yönetim anlayışına, demokratikleşmeden, etkin ve verimli hizmet sunma ilkelerine ve modern yönetim tekniklerine, teknolojik etkileşimden işbirliği çabalarına ve sosyal sorumluluk anlayışına kadar, iki binli yıllarda yerel yönetimlerin görünümünü belirleyen birçok alanda kendini göstermekte, ağırlığını duyurmaktadır.
Bu süreçte ortaya çıkan yerelleşme, bölgeselleşme, ulus-devletin dönüşümü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi, yerel yönetimlerin güçlenmesi ve kentleşme gibi kavramlar çerçevesinde ortaya çıkan gelişmeler, ülkelerin idari örgütlenmelerinde, yerel yönetimlerin yeniden yapılanmasını ve bu bağlamda bazı ilkelerin yeniden belirlenmesini gündeme getirmiştir. Küresel gelişmeler bugün, karar verme ve ilişkiler sistemini kontrol altında tutan eski merkeziyetçi yönetim sistemlerinden farklı, yeni, kompleks ve adem-i merkeziyetçi sistemler yaratmaktadır. Küresel gelişmeler, yerel yönetimlerin fonksiyonlarını ve hareket alanlarını da etkilemekte, yerel yöneticiler global etkilerden uzak kalamamaktadırlar. Küreselleşmenin yönetimler üzerinde de etkileri, özellikle ulus-devletin işlevlerindeki değişimle birlikte, egemenliğinin bir yandan ulus-üstü, diğer yandan bölgesel- yerel yönetimler gibi ulus-altı birimlerle paylaşılması sonucunu ortaya çıkarıyor. Bu bağlamdaki en somut örneklerden biri olan Avrupa Birliği’nin yaşadığı deneyim ve bu deneyimin müzakere sürecindeki Türkiye özelindeki yansımaları, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.
Çevre, insanı etkileyen ve ondan etkilenen her şey olarak tanımlanırsa, çevre sorunlarının kökleri tarihin ilk çağlarına kadar uzanır. Ancak ekosistemin ciddi anlamda bozulması ve canlılar için tehlikeli olmaya başlaması sanayi devriminden sonraya rastlar. Çünkü gerçek anlamda, insanın tabiata hakimiyeti sanayi devrimiyle birlikte başlamıştır. Konunun bir başka yanını ise, sebebi ve sorumlusu kim olursa olsun, sorunun bütün insanlığı etkilemesi gerçeği oluşturmaktadır. Çevre sorunları bugün, gelişmişi-azgelişmişi, doğulusu-batılısı, güneylisi-kuzeylisi ve sosyalisti-kapitalisti ile bütün dünyayı tehdit eder bir nitelik kazanmıştır. Bu gerçek, son yıllarda iyice anlaşılmaya başladığı için, artık konu, ortak çareler ve çözüm çabalarının yoğunlaştığı bir alan olarak karşımızda durmaktadır. Çevre sorunları, kümülatif niteliğiyle ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi- idari pek çok parametre ile de yakından ilgilidir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında hızlanan sanayileşme- kentleşme sürekliliği bağlamında ortaya çıkan anlayış ve yapılanmalar bugün, ideolojik ayrımların ötesinde önümüze birçok sorun getirmiştir. Çevre sorunları bunların en önemlilerinden birisi ve en global nitelikte olanıdır denilebilir. Konu, bu global niteliğine paralel olarak aynı zamanda global çözümler de beklemektedir. Konunun uluslararası ve uluslar ötesi niteliği, ülkelerin bu bağlamdaki politikalarının ötesinde bir işbirliği yapmalarını zorunlu kılmaktadır.
Global ve bölgesel nitelikli gelişmeler bağlamında ortaya çıkan en somut yapılanmalardan biri olan Avrupa Birliği, diğer birçok konuda olduğu gibi çevre konusunda da ortak değerler, standartlar ve politikalar oluşturmaya çalışmaktadır. Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan Avrupa Topluluğu’na ve günümüzdeki şekliyle Avrupa Birliği’ne kadar uzun bir gelişim süreci geçiren bu organizasyon, çevre ve çevre politikaları konusunda da diğer ülkelere öncülük yapmıştır. Çevre konusunda oldukça ileri ve oturmuş düzenlemeler oluşturan Avrupa Birliği’nin bu bağlamdaki politikaları, Birliğe girişi konusunda önemli tartışmaların yaşandığı ülkemiz açısından oldukça önemlidir. Bu çalışmada, sözü edilen gelişim sürecinde Avrupa Birliği’nin çevre politikası Türkiye açısından irdelenecektir.