Papers by Erkan Ertosun
Uluslararası Hukuk ve Politika, 2013
This essay highlights the underlying role of the
leader in policymaking and argues that, from his... more This essay highlights the underlying role of the
leader in policymaking and argues that, from his premiership to his presidency, Turgut Ozal was the major actor behind the change. Moreover, the essay aims
to contribute to the existing literature by adding a conceptual discussion on
change and leadership in foreign policy, as well as by evaluating Ozal’s statements
and practices during his premiership within this framework. With this
analysis, this essay then revisits the existing debate, moving from investigating
whether there was a change to instead examining the extent and level
of change in Ozal’s foreign policy. Applying Charles F. Hermann’s model of
change in foreign policy, this essay argues that the changes in Turkish foreign
policy during the Ozal governments were changes in the level of effort
as well as changes in the methods and the purposes of foreign policy. However,
these changes were not implemented at Hermann’s level of “international
orientation change.” Finally, this essay emphasizes that there is more
room for the integration of theoretical frameworks in the existing literature,
as the abundance of “change in Turkish foreign policy” arguments need to be
tested against other models on change in political science and international
relations.
For Turkey, which was seeking a leading role in the Middle East, the Palestinian Question became ... more For Turkey, which was seeking a leading role in the Middle East, the Palestinian Question became a priority in its foreign policy during the late 1990s. In this article, it is argued that the role Turkey primarily espoused in the resolution of the Palestinian Question in the period 2000–2009 has mainly been that of a communicator. Nonetheless, in times of crises between Palestine and Israel, Ankara lost its neutrality and credibility to some extent, as it shifted to the role of guardian of Palestinians and proponent of Palestine, thereby undermining its communicator role. Finally, this dilemma in Turkish foreign policy in the Palestinian Question was the fundamental impediment to Turkey's sustainable and constructive contribution to the settlement of the problem in the examined period.
Siyasi tarih disiplini, Türkiye’de ve dünyada önemli bir bunalım yaşamaktadır. Bu çalışma, söz ko... more Siyasi tarih disiplini, Türkiye’de ve dünyada önemli bir bunalım yaşamaktadır. Bu çalışma, söz konusu bunalımın ana nedenlerinden birisinin siyasi tarihçilerin kullandıkları metotlara ilişkin yeterince gelişme sağlayamamaları olduğunu iddia etmektedir. Türkiye’deki siyasi tarih yazını üzerinde yapılan inceleme sonucunda metodoloji şuurunun gereken seviyede olmadığı düşünülmektedir. Sorunun çözülmesi için siyasi tarihin, yakın disiplini siyaset bilimi alanındaki yöntemlerden yararlanması gerektiği öne sürülmektedir. Bu çerçevede, siyaset bilimi alanında sıklıkla kullanılan örnek olay çalışması, siyasi tarih için de elverişli bir metot olarak sunulmakta ve yöntem ana hatlarıyla tanıtıldıktan sonra siyasi tarih alanında nasıl uygulanabileceği açıklanmaktadır.
Bu makale, örgütün kuruluş döneminden günümüze kadar PKK’nın laiklik söylemini incelemektedir. Ça... more Bu makale, örgütün kuruluş döneminden günümüze kadar PKK’nın laiklik söylemini incelemektedir. Çalışmada örgütün laiklik söyleminin hangi temel kavramlar ekseninde şekillendiği, söylemin geçirdiği değişim süreci ve bu değişimin belirleyici nedenleri araştırılmaktadır. İncelemeye PKK kurucu lideri Öcalan başta olmak üzere örgüt ileri gelenlerinin yazılı eserleri, sözlü açıklamaları ve örgütün yayın organlarındaki yazılar kaynaklık etmektedir. Makale, PKK’nın laiklik söyleminin örgütün ideolojisinden daha çok konjonktürel ve işlevsel nedenlere dayandığını öne sürmektedir.
2003 Irak Savaşı, ortak bir Avrupa dış politikası geliştirme çabaları
için hem büyük bir hayal kı... more 2003 Irak Savaşı, ortak bir Avrupa dış politikası geliştirme çabaları
için hem büyük bir hayal kırıklığı hem de sonrasında atılacak adımlar
için önemli bir tecrübe hüviyetindedir. Buradan çıkarılan dikkat çekici
bir ders, AB’nin Irak benzeri uluslararası krizlere askeri gücü ile değil
de, sivil gücünü kullanarak katkıda bulunabileceği gerçeğidir. Genelde
Orta Doğu özelde Irak’la ilgili ortak çıkarlara sahip olan AB ülkeleri,
savaş sonrasında ortak bir politika izleyerek bölge ve ülkedeki gelişmeler
üzerinde etkin olmak istemişlerdir. Bu doğrultuda AB, hukuk devleti
ilkesi, insan hakları, demokratikleşme, temel kamu hizmetleri ve insani
yardımlar gibi alanlara yoğunlaşarak Irak’ın yeniden inşasına katkıda
bulunmaya çalışmıştır. Makalede, 2003-2013 arası AB yardım programları
ele alınarak AB’nin Irak’ın yeniden inşasına katkısı incelenmekte,
örnek bir AB projesi olarak ise EUJUST LEX’e odaklanılmakta
ve böylece AB’nin Irak’ta hukuk devleti ilkesinin yerleşmesine yönelik
katkısına vurgu yapılmaktadır.
Bu çalışma, ABD’nin ve Avrupa Birliği (AB)’nin Filistin sorununa yaklaşımları
ile Türkiye’nin Fil... more Bu çalışma, ABD’nin ve Avrupa Birliği (AB)’nin Filistin sorununa yaklaşımları
ile Türkiye’nin Filistin politikası arasındaki ilişkiyi incelemektedir.
ABD, İsrail’i Orta Doğu’da stratejik değere sahip bir müttefik olarak görmektedir.
Amerikan kamuoyunun İsrail’e sempatisi ve Yahudi lobisinin
ABD dış politikasını yönlendirmesinin de etkisiyle, Washington için, Tel-
Aviv’in güvenliğinin sağlanması bölgedeki öncelikli dış politika hedeflerinden
biridir. Bölgeyle köklü tarihi, kültürel ve ekonomik ilişkilere sahip
olan AB ise, Filistin sorununda Arap tarafının söylemlerine daha fazla yer
veren bir politika izlemektedir. Ancak, AB’nin sorunun çözümüne ilişkin
katkısı “sivil güç” seviyesinde kalmaktadır. ABD’nin ve AB’nin Filistin meselesiyle
ilgili farklı yaklaşımlar sergilemeleri, Türkiye için bir ikilem doğurmaktadır.
Türkiye’nin Filistin politikasının ilkeleri genelde AB çizgisindedir.
Bu makaledeki örnek olay çalışmalarında da görüldüğü üzere,
Türkiye, dış politikasında güvenlik kaygılarının geri planda ve ekonomik
hedeflerinin önde olduğu dönemlerde AB çizgisine paralel bir politika izlemektedir.
Güvenlik endişelerinin yükseldiği zamanlarda ise Ankara,
Washington’la ilişkilerine önem veren ve Tel-Aviv’e karşı göreli olarak
daha yakın ve ılımlı bir tutum takınmaktadır.
Newspaper articles and interviews by Erkan Ertosun
Suriye'deki iç savaşın gün geçtikçe vahim bir hal aldığı ve Mısır'da seçimle işbaşına gelmiş bir ... more Suriye'deki iç savaşın gün geçtikçe vahim bir hal aldığı ve Mısır'da seçimle işbaşına gelmiş bir hükümetin devrilmesiyle Ortadoğu'da demokrasi ümitlerinin azaldığı bir dönemde başladı Filistin-İsrail barış görüşmeleri. Bölgedeki çatışmalardan bıkmış ve barış soluklayan her yürek gibi bu girişime de umutla yaklaştık en baştan beri. Üç yıldır durmuş bir sürecin ABD Dışişleri Bakanı Kerry'nin yoğun gayreti sonucu yeniden başlaması, Washington'un çözüm için gerçekten kararlı olduğu izlenimini vermişti bize. Sürecin gizli biçimde yürütülmesi ve kamuoyunun beklentilerinin düşük tutulması da diplomasi taktikleri açısından başarılı tercihlerdi. Neticede bu bir pazarlık masasıydı ve sonuca ulaşılması için her iki tarafın da taviz vermesi gerekiyordu. Dikkatlerin süreçten göreli olarak uzak tutulması müzakere masasına oturan temsilcilerin daha rahat taviz vermelerine imkân tanıyabilirdi. Temmuz ayında başlayan görüşmelerin içeriğine dair ilk üç ay önemli bir bilgi sızmadı dışarıya. İsrail'in müzakerelerdeki temsilcilerinden Adalet Bakanı Livni, henüz sürecin başındayken, eğer olumlu bir sonuç çıkma izlenimi elde etmezlerse görüşmelere ilk bir ayın sonunda nokta koyacaklarını açıklamıştı. Üç ay geçtiğine ve süreç devam ettiğine göre, olumlu bir şeyler gelişiyor diye düşündük iyimser bir yaklaşımla. Ne var ki kasım ayının ilk günlerinde taraflardan gelen açıklamalarla ümitvar atmosfer dağılıverdi. Filistin Devlet Başkanı Abbas, " Tüm bu toplantılara rağmen bir şey değişmedi. " derken, İsrail Başbakanı Netanyahu, Filistinlilerin görüşmelerdeki tavrını " kışkırtıcı " olarak tanımladı ve Filistin tarafını " yapay krizler çıkarmak " ve " tarihî kararlar almaktan kaçmak " la suçladı. Nihayet, 5 Kasım Salı günü yapılan görüşmelerde taraflar birbirine bağırarak terk etti müzakere masasını. Her şeyden önce bu kadar hassas ve karmaşık bir soruna çözüm bulunabilmesi için her iki tarafın da sürece yapıcı biçimde yaklaşması ve samimi olarak çözümü istemesi gerekiyor. Yıllardır süren şiddet ortamının hep kaybedeni olan Filistinliler gerçekten barış istiyor. Geçmişte Filistinlilerin barışa giden yolu tıkayan birçok hatası oldu. Ancak, artık Filistin yönetimi, silahlı mücadelenin ve çözümsüzlüğün bir şey kazandırmadığına bütünüyle inanmış durumda. Aynı şeyleri İsrail tarafı için söylemek ise çok zor. İsrail, görüşmeler sürecinde samimiyet testini geçemedi maalesef. Bilindiği gibi, Filistinli 104 mahkûmun salıverilmesi aslında Oslo anlaşmalarının gereği olan ve çok gecikmiş bir işlemdi. İsrail, bu konuyu yeni bir koz olarak pazarlayıp, temmuz ayında görüşmelerin başlaması için bir taviz(!) konusu olarak sunmayı başardı. Görüşmeler başlarken mahkûmların salıverilmesiyle ilgili net bir takvim vermekten de kaçındı İsrail yönetimi. Şimdi ise kasım ayının ilk günlerinde açıkladığı yeni yerleşimler kurma kararıyla eşzamanlı olarak bu mahkûmların bir kısmını salıvereceğini duyurdu. Yani, eski bir konuyu tekrar yeni bir taviz olarak sunmaya çalıştı. İsrail, 1948'den bu yana çatışma ve gerilim siyaseti ile uluslararası hukuka aykırı kazanımlar elde etti ve bir sonraki aşamada bir önce elde ettiklerini pazarlık konusu yaparak mevzi kazanmayı sürdürdü. Son açıklamaları ve eylemleri gösteriyor ki İsrail, çözümsüzlükten nemalanmaya devam ediyor. Tel Aviv'in, sadece uluslararası kamuoyuna barış görüşmelerine yanaşmayan taraf olarak görünmemek amacıyla müzakerelere başladığı kanaati de gün geçtikçe güç kazanıyor. Barış umutlarını iyice azaltan bir başka gelişme de iktidardaki Liberman'ın Dışişleri Bakanlığı koltuğuna geri dönüyor olması. Hakkındaki davada aklanan Liberman, baştan beri müzakerelere karşı tutumuyla biliniyor. Kendisi Nokdim adındaki küçük bir yerleşim bölgesinde yaşayan Liberman, Filistinlilerle barış görüşmelerinin İsrail dış politikası için " vakit kaybından öte gitmeyeceği " ni söylemişti. Liberman'ın kabineye dönüşünün, İsrail hükümetinin barış görüşmelerindeki tutumunu olumsuz etkileyeceğine şüphe yok. Kim bilir, belki de İsrailliler arasında barış görüşmelerine yaklaşımını en açık yürekli ve samimi biçimde dile getiren Liberman'dı?
books by Erkan Ertosun
Orta Doğu'da Devlet-altı Gruplar: Örgüt, Mezhep, Etnisite, 2015
Kitap, çalışmanın ana perspektifini ortaya koyacak kuramsal ve kavramsal bir bölüm ile başlamakta... more Kitap, çalışmanın ana perspektifini ortaya koyacak kuramsal ve kavramsal bir bölüm ile başlamaktadır. İkinci ana bölümde bölgede etkin konumda bulunan Müslüman Kardeşler, Hizbullah, IŞİD ve Hamas ayrı birer bölüm halinde ele alınacaktır. Ardından Şiilik, Selefilik, Nasturiler/Keldaniler, Kıptiler, Nusayriler ve Dürziler gibi mezhep ya da inanç gruplarına odaklanılmaktadır. Son bölümde ise Kürtler, Türkmenler, İran Azerileri, Husiler, Ermeniler ve Pakistan içindeki etnik gruplar detaylı olarak incelenmektedir. Her bölümde öncelikle ele alınan örgüt, mezhep ya da etnik grup hakkında temel bilgiler verildikten sonra var olduğu ülke ya da ülkelerin iç siyaseti, bölge politikası ve küresel politika üzerinde nasıl ve ne ölçüde etkili olduğu sorgulanmaktadır. Son olarak, ele alınan grubun niteliğine göre Türkiye ile ilişkileri ve Türkiye üzerindeki etkileri ise ayrıca incelenmektedir.
Uploads
Papers by Erkan Ertosun
leader in policymaking and argues that, from his premiership to his presidency, Turgut Ozal was the major actor behind the change. Moreover, the essay aims
to contribute to the existing literature by adding a conceptual discussion on
change and leadership in foreign policy, as well as by evaluating Ozal’s statements
and practices during his premiership within this framework. With this
analysis, this essay then revisits the existing debate, moving from investigating
whether there was a change to instead examining the extent and level
of change in Ozal’s foreign policy. Applying Charles F. Hermann’s model of
change in foreign policy, this essay argues that the changes in Turkish foreign
policy during the Ozal governments were changes in the level of effort
as well as changes in the methods and the purposes of foreign policy. However,
these changes were not implemented at Hermann’s level of “international
orientation change.” Finally, this essay emphasizes that there is more
room for the integration of theoretical frameworks in the existing literature,
as the abundance of “change in Turkish foreign policy” arguments need to be
tested against other models on change in political science and international
relations.
için hem büyük bir hayal kırıklığı hem de sonrasında atılacak adımlar
için önemli bir tecrübe hüviyetindedir. Buradan çıkarılan dikkat çekici
bir ders, AB’nin Irak benzeri uluslararası krizlere askeri gücü ile değil
de, sivil gücünü kullanarak katkıda bulunabileceği gerçeğidir. Genelde
Orta Doğu özelde Irak’la ilgili ortak çıkarlara sahip olan AB ülkeleri,
savaş sonrasında ortak bir politika izleyerek bölge ve ülkedeki gelişmeler
üzerinde etkin olmak istemişlerdir. Bu doğrultuda AB, hukuk devleti
ilkesi, insan hakları, demokratikleşme, temel kamu hizmetleri ve insani
yardımlar gibi alanlara yoğunlaşarak Irak’ın yeniden inşasına katkıda
bulunmaya çalışmıştır. Makalede, 2003-2013 arası AB yardım programları
ele alınarak AB’nin Irak’ın yeniden inşasına katkısı incelenmekte,
örnek bir AB projesi olarak ise EUJUST LEX’e odaklanılmakta
ve böylece AB’nin Irak’ta hukuk devleti ilkesinin yerleşmesine yönelik
katkısına vurgu yapılmaktadır.
ile Türkiye’nin Filistin politikası arasındaki ilişkiyi incelemektedir.
ABD, İsrail’i Orta Doğu’da stratejik değere sahip bir müttefik olarak görmektedir.
Amerikan kamuoyunun İsrail’e sempatisi ve Yahudi lobisinin
ABD dış politikasını yönlendirmesinin de etkisiyle, Washington için, Tel-
Aviv’in güvenliğinin sağlanması bölgedeki öncelikli dış politika hedeflerinden
biridir. Bölgeyle köklü tarihi, kültürel ve ekonomik ilişkilere sahip
olan AB ise, Filistin sorununda Arap tarafının söylemlerine daha fazla yer
veren bir politika izlemektedir. Ancak, AB’nin sorunun çözümüne ilişkin
katkısı “sivil güç” seviyesinde kalmaktadır. ABD’nin ve AB’nin Filistin meselesiyle
ilgili farklı yaklaşımlar sergilemeleri, Türkiye için bir ikilem doğurmaktadır.
Türkiye’nin Filistin politikasının ilkeleri genelde AB çizgisindedir.
Bu makaledeki örnek olay çalışmalarında da görüldüğü üzere,
Türkiye, dış politikasında güvenlik kaygılarının geri planda ve ekonomik
hedeflerinin önde olduğu dönemlerde AB çizgisine paralel bir politika izlemektedir.
Güvenlik endişelerinin yükseldiği zamanlarda ise Ankara,
Washington’la ilişkilerine önem veren ve Tel-Aviv’e karşı göreli olarak
daha yakın ve ılımlı bir tutum takınmaktadır.
Newspaper articles and interviews by Erkan Ertosun
books by Erkan Ertosun
leader in policymaking and argues that, from his premiership to his presidency, Turgut Ozal was the major actor behind the change. Moreover, the essay aims
to contribute to the existing literature by adding a conceptual discussion on
change and leadership in foreign policy, as well as by evaluating Ozal’s statements
and practices during his premiership within this framework. With this
analysis, this essay then revisits the existing debate, moving from investigating
whether there was a change to instead examining the extent and level
of change in Ozal’s foreign policy. Applying Charles F. Hermann’s model of
change in foreign policy, this essay argues that the changes in Turkish foreign
policy during the Ozal governments were changes in the level of effort
as well as changes in the methods and the purposes of foreign policy. However,
these changes were not implemented at Hermann’s level of “international
orientation change.” Finally, this essay emphasizes that there is more
room for the integration of theoretical frameworks in the existing literature,
as the abundance of “change in Turkish foreign policy” arguments need to be
tested against other models on change in political science and international
relations.
için hem büyük bir hayal kırıklığı hem de sonrasında atılacak adımlar
için önemli bir tecrübe hüviyetindedir. Buradan çıkarılan dikkat çekici
bir ders, AB’nin Irak benzeri uluslararası krizlere askeri gücü ile değil
de, sivil gücünü kullanarak katkıda bulunabileceği gerçeğidir. Genelde
Orta Doğu özelde Irak’la ilgili ortak çıkarlara sahip olan AB ülkeleri,
savaş sonrasında ortak bir politika izleyerek bölge ve ülkedeki gelişmeler
üzerinde etkin olmak istemişlerdir. Bu doğrultuda AB, hukuk devleti
ilkesi, insan hakları, demokratikleşme, temel kamu hizmetleri ve insani
yardımlar gibi alanlara yoğunlaşarak Irak’ın yeniden inşasına katkıda
bulunmaya çalışmıştır. Makalede, 2003-2013 arası AB yardım programları
ele alınarak AB’nin Irak’ın yeniden inşasına katkısı incelenmekte,
örnek bir AB projesi olarak ise EUJUST LEX’e odaklanılmakta
ve böylece AB’nin Irak’ta hukuk devleti ilkesinin yerleşmesine yönelik
katkısına vurgu yapılmaktadır.
ile Türkiye’nin Filistin politikası arasındaki ilişkiyi incelemektedir.
ABD, İsrail’i Orta Doğu’da stratejik değere sahip bir müttefik olarak görmektedir.
Amerikan kamuoyunun İsrail’e sempatisi ve Yahudi lobisinin
ABD dış politikasını yönlendirmesinin de etkisiyle, Washington için, Tel-
Aviv’in güvenliğinin sağlanması bölgedeki öncelikli dış politika hedeflerinden
biridir. Bölgeyle köklü tarihi, kültürel ve ekonomik ilişkilere sahip
olan AB ise, Filistin sorununda Arap tarafının söylemlerine daha fazla yer
veren bir politika izlemektedir. Ancak, AB’nin sorunun çözümüne ilişkin
katkısı “sivil güç” seviyesinde kalmaktadır. ABD’nin ve AB’nin Filistin meselesiyle
ilgili farklı yaklaşımlar sergilemeleri, Türkiye için bir ikilem doğurmaktadır.
Türkiye’nin Filistin politikasının ilkeleri genelde AB çizgisindedir.
Bu makaledeki örnek olay çalışmalarında da görüldüğü üzere,
Türkiye, dış politikasında güvenlik kaygılarının geri planda ve ekonomik
hedeflerinin önde olduğu dönemlerde AB çizgisine paralel bir politika izlemektedir.
Güvenlik endişelerinin yükseldiği zamanlarda ise Ankara,
Washington’la ilişkilerine önem veren ve Tel-Aviv’e karşı göreli olarak
daha yakın ve ılımlı bir tutum takınmaktadır.
Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu ve Almanya’nın Orta Doğu’ya yönelik dini jeopolitik yaklaşımları tarihsel süreçte ele alınmıştır. Kitabın son bölümünde ise İsrail, Filistin, Suriye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan gibi bölge aktörlerinin Orta Doğu’daki gelişmeleri etkileyen dini jeopolitik yaklaşımları incelenmiştir. Değerlendirmelerin dini boyutunda üç büyük semavi din olan Hristiyanlık, İslam ve Yahudiliğin etkilerinin yanında bu dinler içinde gelişmiş mezhepler arasındaki farklılıklar da dikkate alınmıştır. Eserde bölgenin Kudüs başta olmak üzere Kerbela, Lazkiye, Medine, Mekke ve Necef gibi şehirleri dini jeopolitik yörüngesinde analiz edilmiştir. Öte yandan kitabın son kısmında yer alan son dönem Osmanlı dini jeopolitiğine ilişkin makale ise Türk bakış açısının arka planını olduğu kadar bölgesel gelişmelerin temellerini yansıtması bakımından da önem arz etmektedir. Sonuç kısmında detaylandırıldığı üzere, dini jeopolitiğin Orta Doğu’nun kaderinde ne denli önemli bir faktör olduğu ve ilgili ülkelerin bu bölgeye yönelik politikalarının şekillenmesinde dini jeopolitik yaklaşımın ne ölçüde belirleyici olduğu ortaya konmaktadır.
levels made it inevitable to study Turkish-Iranian relations separately after
1990. This study categorizes the relations into bilateral issues, regional issues
and economic relations. Turkish-Iranian relations have a multi-dimensional
structure and there were ups and downs in the course of the relations through
the 1990s. The relations continued on an uncertain ground. Looking to the
future, there are incentives for cooperation on the one hand and obstacles to
cooperation on the other.