Hepinize
selamlar. Bu hafta tatildeydim ve hemen sonrasında da okula başladığım için
inceleme yazısı paylaşamadım. Bu süreçte çok kitap da okuyamadım ama
okuduklarımı bugün sizlere inceleyeceğim. Bunlardan biri de Honoré de Balzac’ın
yazdığı “Vadideki Zambak” isimli kitabı. Umarım bu incelemem sizler için
faydalı olur.
Ne
anlatıyor?
Ailesi
tarafından hor görülen ve bir birey yerine konulmayan Felix, yalnız başına bir
çocukluk geçirmekle kalmamış, gençliğini de yalnız ve
çocukluktan itibaren
baskılanan duygularının esiri olarak geçiriyordur.
Günün birinde
ailesini gururlandırmak için gittiği bir davette anlık arzularına yenik düşerek
bir hanımefendiyi öpmeye çalışır. Bu düşünülmeden yapılan hareket bir insanın
hayatını ne kadar etkileyebilirdi ki? Oysa Felix’in hayatı bu hanımefendiden
sonra başlıyordur asıl…
Ailesi
tarafından kafasını toparlaması ve sorumluluklarından ötürü girdiği bunalım
halinden kurtulması için tanıdık birinin vadinin ortasındaki evine gönderilir. Komşularını
ziyarete giderken komşunun o akşam öpmeye çalıştığı hanımefendinin ta kendisi
olduğunu görür. Bunun üzerine ister istemez bir dostluk filizlenir ama zamanla
bu ikilinin de duyguları zamanın akışına ayak uydurarak çok farklı yönlere
doğru sürüklenir. Ve asıl olaylar da buradan sonra başlar.
Benim
düşüncelerim neler?
Okurken bir
sürü kendimce yorum yapıp not aldığım bir kitaptı ki ben de böyle kitaplara
bayılırım. Bu yüzden “Vadideki Zambak” hem kurgusuyla hem de altında yatan
mesajlarla gönlümde koskocaman bir yer kazanmayı başardı.
Öncelikle Felix’in
davete giderkenki halinden bahsedelim. Ailesi kendilerini temsil etmesini ve
doğruyu söylemek gerekirse onların gözünde “ilk defa işe yaraması” için davete
gönderilir Felix. Onların istediği gibi giyinir ve istedikleri her şeyi yapar. Bu
haliyle ailesinin gözünde azıcık da olsa insan yerine konur. Bundan destek alan
Felix davete gider. Farklı giyinmesiyle adeta farklı biri olan Felix kendi
gözünde de ilk defa bir bireye dönüşür. Bunun üzerine hanımefendiye doğru bir
hamle yapmaktan kendini engelleyemez. Özellikle hanımefendinin kendisine “mösyö”
demesiyle de iyice kendi içinde bir birey olduğunu kabullenir. Herkesin gözünde
bir çocuk ve işe yaramazın teki olarak görülen Felix, ilk defa benliğini
keşfetmeye başlar. Tabii hanımefendi kendisini reddeder ve kızar ama bu olay
yine de Felix için oldukça önemli bir başlangıçtır.
Bu hanımefendi
ise bir kontun eşidir. Beraber vadideki bir evde yaşıyorlardır. Felix’in
görünmesi üzerine hanımefendi için iyice işler karışır.
Zamanla aralarında
gelişen bu husumet, arkadaşlık tohumlarıyla birlikte unutulur. Kontes, acı dolu
aile hayatından ötürü Felix’in ona dert ortağı olmasını seviyor ve benzer
şeyler yaşadıkları için kendisini Felix’e daha yakın hissediyordur. Felix her
ne kadar bu duygusunu aşk olarak tanımlasa da benim gözlemlerim şu şekilde
oldu:
Felix annesinden herhangi bir annelik görmüyor. Çocukluğu boyunca yalnız kalmış
ve ailesi tarafından bile istenilmemiş bir çocuk olmuştur. Kontesin çocuklarına
karşı sergilediği bu anaç tutum ona o kadar güzel geliyor ki… Kontes sadece
çocuklarına değil çevresindeki herkese karşı bu kadar anaçtır. Felix bundan
etkileniyor biraz da. Görmediği annelik duygusunu Konteste görüyor. Bundan
ötürü kendisine karşı şiddetli bir arzu ve sevgi duyuyor.
Kontesin ve
Felix’in ebeveynlerine ve aile hayatlarına baktığımızda da yanlış ebeveynliğin
çocukluktan yetişkinliğe kadar yarattığı sorunları ve bunların birey üzerindeki
psikolojisini gözlemliyoruz.
Kadın-erkek
ilişkilerinin içindeki çatışmayı, kadının hor görülmesi ve birey yerine konulmaması
gibi durumları da Kontes’in Kontla olan evlilikleri üzerinden okuyoruz.
Felix’in
Kontese duyduğu duygular bahsettiğim üzere hem bir anneye duyulan sevgi hem de
ilahi bir sevgi. Bu ilahi sevginin
kaynağının da anne sevgisiyle bütünleştirebiliriz çünkü bu kadar fedakârlık
gerektiren ve kendinden verip sevdiklerine katan başka bir sevgi türü yoktur. Bu
da Felix’in aşkını ilahi bir aşk seviyesine çıkarmasına sebep oluyor.
Kontes ise
hayatında hep bir annelik rolü üstlenmiştir. Felix gibi o da bir birey olarak,
bir eş olarak hiçbir zaman görülmemiştir. Hep hasta çocukları için çabalamış ve
hep kocasının hakaretlerine boyun eğmek zorunda kalmıştır. Kontes artık annelik
kimliğiyle öyle bütünleşmiştir ki Felix’e karşı duyduğu sevginin annelik
sevgisi olduğunu iddia etse de aslında bu iddia kendisini zamanla yanıltacaktır.
Her ne kadar bunu kabul etmek istemese de.
Dediğim gibi
annelik kimliğiyle o kadar bütünleşmiştir ki Kontes, tek kimliği olarak bu
kalmıştır kendisine. Ailesi asla onu gerçek anlamda tanıyamamıştır. Bu durumda tıpkı
Felix’in onun yanında olduğu gibi o da Felix’in yanında bir bireye dönüştüğü,
kendi kimliğini kazanabildiği için belki de kendisi de Felix’e karşı bu kadar
büyük bir sevgi besliyordur. Benim çıkarımım en azından bu şekilde oldu.
Karakterlerin
durumunu bir kenara bıraktığımızda da kitabın cümleleri, betimlemeleri ve olay
akışı o kadar güzeldi ki elimden düşüremedim. Okurken ciddi anlamda zevk
aldığım kitaplardan bir tanesiydi. Çevirmen de kaliteliydi. Bu cümleleri
anlamlarını en az yitirecekleri şekilde çevirip Türkçesiyle bile bu kadar derinden
etkileyecek şekilde yazmak herkesin harcı değildir.
Benim düşüncelerim
bunlardı. Siz “Vadideki Zambak”ı okudunuz mu? Sizin düşünceleriniz neler?
İncelememi okuduğunuz
için teşekkür ederim. Kendinize dikkat edin, sağlıcakla kalın…
Bu kitaba
puanım: 9/10
Alıntılar
“Zorbaca
yasaklar çocuklarda bir tutkuyu yetişkinlerde olduğundan daha çok perçinler;
çocukların yetişkinlere kıyasla, kendilerine karşı konulmaz çekicilikler sunan
o yasaklamadan başka bir şey düşünmeme gibi bir üstünlükleri vardır.”
“Vaktimi bir
ağacın altında, kederli hayallere dalarak ya da kütüphanecinin bize her ay
dağıttığı kitapları okuyarak geçiriyordum. Bu korkunç yalnızlığın altında ne
acılar gizliydi!”
“Gözyaşları
içinde sönüp gitmiş dahiler, değeri bilinmemiş yürekler, hatırlanmayan Azize
Clarisse'ler, reddedilmiş çocuklar, sürgüne giden masumlar, hayata ıssız
çöllerinden giren, her yanda soğuk yüzlerle, suskun yüreklerle, duymayan
kulaklarla karşılaşan sizler, asla yakınmayın! Bir yürek size karşılık
verdiğinde mutluluğun sonsuzluğunu ancak siz hissedebilirsiniz.”
“Aşk, bir
suç karşısında geri adım attıkça, bize sınırları varmış gibi görünür, oysa aşk
sınırsız olmalıdır.”
“Aşk kendisi
olmayan her şeyden ürker.”
“Evet, çok
sonraları, bir kadını severiz; oysa ilk sevdiğimiz kadında her şeyi severiz:
Çocukları bizim çocuklarımız, evi bizim evimiz, çıkarları bizim çıkarlarımız,
bahtsızlığı bizim en büyük felaketimizdir; elbisesini ve mobilyalarını severiz;
buğdaylarının tarlada heba oluşuna paramızı çaldırmamızdan daha çok üzülürüz;
şöminesinin üzerindeki antika eşyalara dokunan ziyaretçiyi azarlamaya
hazırızdır. Bu kutsal aşk bizi bir başkasında yaşatır, ne yazık ki daha sonra,
bir başka yaşamı kendimize çekerken, kadından, toy duygularıyla körelmiş
yeteneklerimizi zenginleştirmesini bekleriz.”
“Siz beni
severseniz, dünya umurumda olur mu?”
“Çok
mutluyum, mutluluk benim için bir hastalık gibidir, beni yorar ve bir düş gibi
silinip gitmesinden korkarım.”
“(...)
üstelik, yanınızda öyle sonsuz bir mutluluk hissediyorum ki o anki duygularım
geride kalmış duyguları siliyor. Her seferinde daha engin bir yaşama doğuyor ve
kendimi, yüksek bir kayalığa tırmanırken, her adımda yeni bir ufuk keşfeden bir
yolcu gibi hissediyorum. Her yeni sohbette uçsuz bucaksız hazinelerime bir
yenisini eklemedim mi? Sanırım, uzun, bitmek bilmeyen bağlılıkların sırrı
budur. Bu yüzden size kendinizden ancak sizden uzak olduğumda söz edebilirim.
Sizin karşınızda, gözlerim etrafımı göremeyecek ölçüde kamaşıyor, mutluluğumu
sorgulayamayacak kadar mutlu oluyorum, benliğim kendim olamayacağım ölçüde
sizinle doluyor, konuşmam sizinle konuşamayacak ölçüde akıcılaşıyor, zihnim
geçmişi hatırlamayacak ölçüde o anı yakalamaya çalışıyor. Hatalarımı bağışlamak
için, sürekli bir esrime halinde olduğumu iyi bilin. Sizin yanınızda, sadece
hissedebiliyorum.”
“Keder sonsuzdur, sevincin sınırları vardır.”
“(...) çünkü
sıradanlık zayıf insanların dayanağıdır ve zayıflar, ne yazık ki her mensubunda
sadece kendi aracını gören bir toplum tarafından aşağılanır (...)”
“(...) çünkü
insanlar bize kinlerimizden olduğu kadar, dostluklarımızdan dolayı da hesap
sorar; bu konuda kararlarınızı uzun uzun düşünüp olgunlaştırdıktan sonra, ama
bir daha vazgeçmeyecek şekilde verin.”
“(...)
ahlakın, onursuz insanların içinde boğuldukları çamuru en asil insanların
üzerine sıçratmaya çalıştıkları dereleri vardır; ama her alanda vereceğiniz son
kararlarda göstereceğiniz sarsılmazlıkla saygı uyandırabilirsiniz.”
“Her
kurnazlık, her dalaverecilik açığa çıkar ve kişiye zarar verir; oysa bir insan
her koşulda içtenlikle davrandığında tehlikelerle daha az karşılaşır.”
“Sizi terk
edecekleri gün, tıpkı aşklarını masum kılan Seni seviyorum, sözleri gibi,
ayrılmayı haklı gösteren Artık seni sevmiyorum, sözlerini edecek, aşkın
istemsizce yaşandığını söyleyeceklerdir. Dostum, ne saçma bir öğreti! Gerçek
aşkın sonsuz, hep kendisi gibi olduğuna, kararlığını ve saflığını koruduğuna,
taşkınlık gösterilerine gerek duymadığına inanın (...)”
“Sevgili
dostum, sevilmek, anlaşılmak en büyük mutluluktur, bu mutluluğu tatmanızı
dilerim; ama ruhunuzun çiçeğini soldurmayın, sevginizi vereceğiniz yürekten
emin olun.”
“Başkalarının
mutluluğu artık mutlu olamayacakların tesellisidir.”
“O zamanlar
yüreğim arzularla doluydu, şimdi gözlerim yaşlarla dolu; eskiden içini
dolduracağım bir hayatım vardı, bugün yaşamımın ıssızlığını hissediyorum. Çok
gençtim, yirmi dokuz yaşındaydım, ama ruhum şimdiden solmuştu.”
“Manevi yapı
fiziki yapıdan hiçbir şeyin mutlak olmamasıla ayrışır; davranışlarının
yoğunluğu kişiliklerin ya da etrafında bir araya geldiğimiz bir olguyla ilgili
düşüncelerin düzeyiyle ilintilidir.”
“En yetkin
zihinler bile geçici heveslere kapılabiliyorsa, aşağılandığını, alaya
alındığını görüp ağlayan çocuk nasıl hoşgörülmez.”
“Aşk
hakkında hiçbir şey bilmediğim halde birdenbire sevdim. İnsandaki en yoğun
duygunun bu ilk baskını garip bir şey değil miydi?”
“Aşkın da
yaşam gibi, yaşandığı süreç boyunca kendi kendine yeten bir erinlik dönemi
vardır.”
“Sonradan
görmeler, benzer yeteneklere sahip oldukları maymunlar gibidir: onların
yükselişi izlenir, yukarı tırmanırken gösterdikleri çeviklik hayranlık
uyandırır, ama zirveye ulaştıklarında sadece ayıp yerleri görünür.”
“Mücadele
etmek beni ürpertmiyordu, ama paylaşılmış bir aşkın mutluluğunu tatmadan ölmek
istemiyordum.”
“ ‘(...)
insani adalet bir insanın boynunu vurmak için kılıcını her çekişinde, kendi
kendime "Ceza yasaları hiçbir bahtsızlık yaşamamış kişilerce hazırlanıyor,’
dedim.”
“Aşk yaşamı
dünyevi yasanın lanetli bir istisnasıdır; her çiçek solar, büyük sevinçlerin
yarınları varsa bu yarınlar berbattır. Gerçek yaşam bir endişeler yaşamıdır,
görüntüsü taraçanın dibine doğru uzanan ve güneş görmeden sapının üzerinde
yeşil duran şu ısırganotunda gizlidir.”