Light Pink Pointer
Anime etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anime etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ağustos 2022 Salı

Temmuz Ayında Okuduklarım | Toplu Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Temmuz ayının da toplu kitap incelemesini bitirip artık tek tek kitapları incelemek istiyorum. Tabii tekrardan blogdan uzun süre ayrı kalma gibi bir durumum olmazsa, umarım da olmaz. O zaman Temmuz ayında neler okuduğuma ve bunların kısa kısa incelemelerine geçelim.

Vakıf Kurulurken

“Vakıf” serisinden bir kitap. Spoiler içermemesi açısından sadece puanımı yazacağım. Seriyi merak ediyorsanız ilk kitabının incelemesini yaptım. Buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Bu kitaba puanım: 8/10

Tanrısız Gençlik | Ne anlatıyor,
benim düşüncelerim neler?

Nazilerin iktidara geldiği dönemde çocuklara saldırganlık, ırkçılık ve nefret gibi düşünceler dayatılıyordu. Bu dönemde öğretmenlik yapan bir beyefendi, tüm bu olanlara rağmen çocukları bu tarz duygulardan arındırmaya ve doğru yolu öğretmeye çalışır. Ne var ki faşizmin etkisi altında büyüyen bu çocuklar, insan öldürecek, can yakmaktan zevk alacak düzeye gelmiş ve tamamen kurtarılamayacak durumdadırlar. İşverenlerinin, velilerin ve diğer bütün baskıların altından kalkmaya ve yine de görevini yapmaya çalışan bu aydın ve idealist öğretmen bütün bu zorlukların altında tek başına kalır. Ta ki umut yavaştan görününceye kadar.

Savaş psikolojisi ve bir neslin beyninin nasıl yıkandığını çarpıcı bir şekilde yüzümüze vuran bir roman. Okurken “İnsanlar nasıl bu hale gelebilirler, nasıl bu kadar acımasız olabilirler?” diye düşündürtmekle kalmıyor, aynı zamanda tüylerimizi diken diken ediyor. Her ne kadar kısa bir kitap da olsa yüzümüze tokat gibi iniyor. Kesinlikle okunmasını öneririm.

Bu kitaba puanım: 7/10

Serbest Düşüş | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Sammy Mountjoy, nasıl bu hale geldiğini bilmiyordu. Onu bu kadar yıpratan, hayatta soğutan ve kendini sorgulamaya iten ne olmuştu? Kendini boşlukta hissediyor, hatta o boşluğun içine düşüyormuş gibi hissediyordu…

Sammy’nin küçüklük yıllarından şimdiki zamana kadar yaşadığı olayları okuyor ve bunların üstünde bıraktığı etki üzerinden kendini çözümleme çabasını okuyoruz. Derin bir psikoloji işlenmiş her sayfa ayrı bir duygu barındırıyor. Fakirlik dönemleri, babasız büyüyüşü sebebiyle annesiyle tek başına yaşayışı, ilk cinsel deneyimi ve ilk aşkı, savaşta esir düşmesi gibi yaşadığı olayları okudukça biz de Sammy’i çözümlemeye çalışıyor aynı zamanda da kendimizi sorgulamaya başlıyoruz. Okurken zevk aldığım ve bol bol karakter analizi yaptığım bir kitaptı. Okuması zevkli ve düşündürtücü.

Bu kitaba puanım: 7/10

Babil’in En Zengin Adamı | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Babil’de yaşayan en zengin adam olan Arkad’ın diğer orta halli ya da fakir olan kişilere nasıl zengin olacaklarını ve para biriktireceklerini öğrettiği ders niteliğindeki bir kitap. Okudukça para biriktirmeye olan bakış açınız değişiyor ve para biriktirmenin inceliklerini öğreniyorsunuz. İlgi çekici ve ister istemez “Ben de artık para biriktirmeye başlamalıyım.” diyeceğiniz bir kitap.

Bu kitaba puanım: 8/10

Morgue Sokağı Cinayetleri | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

İlk dedektiflik öyküsü olarak geçen Morgue Sokağı Cinayeti, oldukça dikkatli ve olaylar arasında bağlantı kurmakta usta olan bir beyefendinin şehirde işlenen suçları çözmesi ve polise yardım etmesini konu alıyor. Polisin tıkandığı yerde tüm olayları çözüyor ve tüm suçluları buluyor. Günümüzdeki birçok dedektiflik öyküsüne ve filmlerine ilham kaynağı olmuştur.

Spoiler içerir: İlk öyküde katilin goril çıkması çok saçmaydı. Sonunu okuduğumda “Nasıl yani?” diyerek gülmeye başladım. Gerçekten çok saçma geldi. Ne okudum şimdi böyle diye sorguladım. Allahtan diğer öyküler daha güzeldi. 

Bu kitaba puanım: 6/10

Sen Varsın Gecede | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Cemal Süreya’nın çeviri şiirlerinden oluşan derleme. En sevdiğim şiiri ise kitaba adını veren şiirdi.

Bu kitaba puanım: 7/10

Empedokles’in Dostları | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Alec, gazetelerde karikatür bölümünden sorumlu bir çizerdir. Yaşadığı adada bir tek kendisi ve yazar komşusu Eve vardır. Günün birinde radyo dinlerken bir anda bütün yayınların kesilmesi üzerine sonlarının geldiğini düşünür. O sıralar ülkenin birçok yerinde bombalar patlatılıyor ve çeşitli sorunlar çıkıyordu. Bunlar da radyo kanallarının aksamasına sebep oluyordu. Bu sefer radyolar olması gerekenden uzun süre çalışmadı, ortalık iyice paniğe kapıldı. Ta ki bu kesikliğin sebebinin bombalar olmadığı öğrenilene kadar. Kendilerine Empedokles’in Dostları diyen bir topluluk dünyaya geldiklerini ve ellerindeki tüm zararlı şeyleri imha edene kadar gitmeyeklerini bu süre içerisinde de halka ve devlete yardımcı olacaklarını ileri sürüyorlardır.

Nereden geldiği belli olmayan bu Empedokles’in Dostları, ülkede ve dünya çapında bir kargaşaya sebep olur ve insanlar tarih kitaplarında daha önce görmedikleri birtakım olaylarla karşı karşıya kalırlar…

Oldukça iyi, gelişmiş ve yardımsever bir topluluğun günümüzün yobaz ve çıkarcı topluluğuna karşısında yaşadıkları ve bu iki topluluk arasındaki ilişkiyi okuduğumuzda nasıl da iyiliği kullanmasını bilen ve bu iyiliklerin değerini asla bilmeyen yaratıklar olduğumuzu anlıyoruz. Sosyal karmaşa ve iç isyanın siyaseti ve devleti nasıl etkilediğini de gözlemliyoruz. Okuması zevkli ve akıcı bir kitaptı. Genel olarak beğendim.

Bu kitaba puanım: 7/10

Mutlu Olma Sanatı | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Arthur Schopenhauer isimli filozofumuz aslında bu kitabı daha çok “Nasıl mutsuz olmayız.” mantığını güderek yazmış. Bende böyle bir izlenim yarattı. 45 adet hayat kuralı yazmış, bu kuralları nasıl uygulayacağımızı bizlere anlatmış. Aman aman bir kitap değildi benim için, okunmasa da olurdu. Diğer kitapların arasına çıtır çerezlik başka bir kitap koymuşum gibi oldu. Yine de okuduğum için pişman olduğumu söyleyemem. Merak edenler okuyabilir.

Bu kitaba puanım: 5/10

Yaratılış | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Sivrisineklerin yaydığı bir virüs sonucu tüm dünya bu virüsle çalkalanır ve ölüm oranları oldukça artar. Sosyal statüler keskinleşir, insanlar birbirlerini küçük görmeye başlar.

Alt tabakadan olan Rosie Black ve okul arkadaşı günün birinde eski bir şehre gider ve gizemli bir kutu bulurlar. Bu kutuyu kurcalarlar ve yanlışlıkla bir mekanizmayı çalıştırırlar. Bunun üzerine çeşitli kişiler peşlerine düşer ve ne kadar büyük bir şey yaptıklarını anlamalarına sebep olurlar. Tüm dünyanın kaderi Rosie ve kutudaki o bilgiye bağlıdır. Bunun üzerine kedi ve fare arasındaki gibi bir kovalamaca başlar ve kimin iyi kimin kötü olduğu bilinmeyen olaylar yaşanmaya başlar.

Karakterler, olaylar, karakterler arasındaki aşk, virüs vb. her şeyiyle oldukça klasik bir kitaptı. Herhangi bir bilimkurgu kitabından farksızdı. Özgün olduğunu, diğer kitaplardan kendisini ayıran herhangi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Kitap okuma düzeninizde bir aksama olduğunda sırf araya çıtır çerez olsun diye alınabilecek ve okuma düzenini geri sağlayabilecek bir kitap. Akıcılığı da bu yönden bir artı sağlıyor. Onun dışında herhangi bir farklılık ya da “Vay canına!” dedirtecek bir yönüne rastlayamadım maalesef.

Bu kitaba puanım: 6/10

Tom Bombadil’in Maceraları | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Yüzüklerin Efendisi’nde geçen Tom Bombadil karakterinin maceralarını şiirle anlatıyor ve bu şiirlerin temasına ters düşmeyecek diğer birçok şiirle de kitabı devam ettiriyor Tolkien. Okurken çokça gülümsediğim ve çizimleriyle bayıldığım bir kitap oldu. Yüzüklerin Efendisi’ni okumadan önce aradan çıkarmış oldum.

Bu kitaba puanım: 8/10

Hamli Çiftçi Giles | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
İlk başta Roverandom gibi  bir çocuk kitabı olması beklenen “Hamli Çiftçi Giles” daha sonrasında birtakım düzeltmeler ve eklemeler sonucu yetişkinler için basılmıştır. Tabii ki bu çocukların da okuyamayacağı anlamına gelmiyor.

Çiftçi Giles, evinde huzurlu bir uyku çeker ve sıradan yaşantısına devam ederken birden tarlasına doğru yolunu kaybetmiş bir ejderhanın gelmekte olduğunu görür. Bunun üzerine tamamen tarlasını korumak amacıyla harekete geçer ve ejderhaya saldırır. Ejderha kaçar. Bunun üzerine tüm köy Giles’ı görür ve cesurluğundan ötürü kendisini kutlamaya gelir. Bir anda şöhret sahibi olur Giles. Öyle ki bu şöhretten kralın bile haberi olur. Daha sonralarında ise olaylar çok daha fazla karışır ve zorlu bir görev için kral Cesur Giles’ı zorla gönderir. Böylece Giles’ın gerçek becerileri de ortaya çıkacaktır.

Açgözlülüğün ve para hırsının ne gibi sonuçlar verdiğini, gerçek büyüklüğün insanın içindeki cesaret ve amaç duygusu olduğunu okuduğumuz hoş ve ilgi çekici bir öyküydü. Hiç yoktan birinin nasıl yükseldiğini ve şöhret sahibi olduğunu, bu şöhretin onu nasıl etkilediğini de canlı canlı okuyoruz.

Bu kitaba puanım: 7/10

Yalnız Sıkıcı İnsanlar Kahvaltıda Parıldar

Oscar Wilde’ın aforizmalarından oluşan bir kitap.

Bu kitaba puanım: 6/10

Kızıl Kahkaha | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Rus- Japon savaşı sırasına genç bir subayın tuttuğu günlüğü okuyor, yavaş yavaş nasıl akıl sağlığının sınırlarında gezdiğine şahit oluyoruz. Savaş psikolojisi o kadar ağır, o kadar korkunçtur ki savaşa gitmemesine rağmen öldükten sonra ağabeyinin günlüğüne devam eden kardeş de yavaş yavaş akıl sağlığını yitirmeye başlıyor.

Savaşın çarpıcılığı, gereksizliği ve hiçbir tarafın bir kazanç elde etmediği tam tersi iki tarafın da nasıl çokça şeyler kaybettiğini okuduğumuz çarpıcı bir kitaptı. Okurken savaş atmosferini sanki siz de o kitabın içindeymişsiniz gibi hissedeceksiniz. Okunmalı, okutulmalı.

Bu kitaba puanım: 8/10

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Umarım sizler için yararlı olabilmiştir. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla kalın…

 

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Nisan, Mayıs ve Haziran Ayında Okuduklarım | Toplu Kitap Yorumu

Hepinize selamlar. Yoğunluktan kaynaklı bloğumu çok aksattım. Yaklaşık 4 aydır inceleme yazmıyordum. Artık yazmam gerektiğini ve bu döngüyü bozmam gerektiğine karar verdim. Bu yüzden yine karşınızdayım. Bir an önce toplu inceleme yazıp okuduğum kitapları aradan çıkarmak istiyorum. Kısa kısa her kitaba biraz değineceğim. Seri olan kitapların ilk kitabını inceleyecek, devam kitaplarının sadece ismini yazacağım. Umarım bu incelemem sizler için yararlı olur.

Jane Eyre | Ne anlatıyor, benim
düşüncelerim neler?

Jane Eyre, anne babasının ölümü üzerine akrabalarının evinde yaşamaya başlar. Ne var ki bu akrabalar korkunç kişilerdir ve kendisine eziyet çektirmekten başka bir şey yapmazlar. Bu şekilde bir süre daha yaşayan Jane, en sonunda yatılı okula verilir. Yatılı okulda kendini oldukça geliştirir ve oradan öğretmen olarak mezun olur. İş için ilan verdiğinde en sonunda bir ev bulur ve bu evde küçük bir kıza öğretmenlik yapmak için görevlendirilir. Ama planda olmayan bir şey olur. Jane, ev sahibine karşı bir şeyler hissetmeye başlar. Bu olmadık aşk ise birçok hayatın kökünden değişmesine vesile olur…

Okuduğum en güzel kitaplardan bir tanesiydi. Yazıldığı dönemin çok ötesindeydi. Jane’in döneminin kadın yapısından farklı oluşu ve 21. Yüzyılda yaşamama rağmen Jane’in davranışlarının birçoğunu şu ana göre bile oldukça olgun ve düşünceleri bulmam bence her şeyi açıklıyor. Eksiksiz bir kütüphane ve inanılmaz bir hikaye için Jane Eyre her okura lazım. Şimdiden iyi okumalar!

Bu kitaba puanım: 9/10

Gölge ve Kemik | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Alina ve Malyen birlikte büyümüş iki yetim kişidir. Yetimhanede bir şekilde hayatta kalan bu ikili günün birinde asker olarak orduya katılırlar. Karanlıklar Efendisi’nin yarattığı sis bulutunun arasından geçerken saldırıya uğrarlar. Herkes çaresizken bir anda bir mucize gerçekleşir. Alina Starkov, parıl parıl parlamaktadır.

O anda herkes anlar ki Alina yüzyıllardır kayıp olan bir Grisha türüne aittir. Grishalar özel güçleri olan bireylerdir.  Rüzgâr, dalga ve ateşi yönetebilmektedirler. Ama şu ana kadar hiç kimse güneşin gücüne sahip bir Grisha görmemiştir. Bunun üzerine ortalık iyice çalkalanır ve kimin iyi kimin kötü olduğu anlaşılmayan birtakım olaylar meydana gelir…

Genel olarak keyifle okuduğum bir kitaptı. Grisha evreni her ne kadar klasik de görünse güzel ve incelikli bir şekilde oluşturulmuş ve kurgulanmıştı. Okurken herhangi bir rahatsızlık duymadım. Fakat yine Grisha evrenini konu alan ama farklı bir konuya sahip olan “Kargalar Meclisi” serisini çok daha fazla beğendiğimi belirtmeliyim. Sırf “Kargalar Meclisi”ni okumak için bile Gölge ve Kemik serisi okunabilir.

Bu kitaba puanım: 7/10

Uğultulu Tepeler | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Günün birinde Mr. Lockwood isimli bir beyefendi kiralık bir ev tutmak ister. Bunun üzerine bir ev bulur ve oraya yerleşir. Buraya yerleştikten sonra evin diğer tarafında yaşayanlarla da tanışmak ister ve oraya bir ziyarette bulunur. Evde yaşayanlar oldukça gariptirler ve aynı zamanda asık suratlıdırlar. Bunun üzerine evin kâhyasından durumun ne olduğunu öğrenmeye çalışır ve şoke edici bir sürü şey öğrenir. Nesillerdir devam eden zulüm dolu bir hikâyenin izlerini taşıyan bu kişiler bir anda Mr. Lockwood denen bu beyefendinin hayatının merkezine oturur. Zulüm, nefret, aşk ve özlem içeren bu hikâye Lockwood’un hayatını tepetaklak eder.

Güzel başlayan bu kitap son 100-200 sayfasında oldukça sabır gerektiriyor. İyi bir psikolojideyken okunması gereken bir kitap. Açıkçası ciddi anlamda son sayfalarda bunaltıyor. Kurgu güzel olsa da bana kalırsa bazı şeyler oldukça uzatılmıştı. Karakterler de – özellikle Heathcliff- beni oldukça sıktı ve bir kaşık suda boğdurtmak istedi. Son sayfalar dediğim gibi olsa da kitabın geneli hoştu ve okunabilirdi. İki neslin aile içi kavgalarını konu edinen bu kitap Jane Eyre’ı okuyunca biraz hayal kırıklığına uğrattığı. Yazarlar her ne kadar farklı olsa da kardeş oldukları için olsa gerek Jane Eyre gibi bir kitap bekleyip umutlanmıştım. Bu da biraz benim hatamdı. Yine de okunabilir ve güzel bir kitaptı.

Bu kitaba puanım: 7/10

Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Poyraz Musa isimli bir ağa, Lozan Antlaşması sonucu giden Rumların yaşadığı bir adaya yerleşmek ister. Herkes bu isteğine şaşırır çünkü adada kimse yoktur. Koskoca ağa yalnız başına ne yapacaktır? Yine de tüm işlemler halledilir ve Poyraz Musa adaya yerleşir. Ama beklemediği bir şeyle karşılaşır. Adada yalnız değildir. Rumları almak için gelen gemilerden saklanan Vasili isimli bir Rum, hala adadır. Ama Vasili ile bir türlü karşılaşamaz Poyraz Musa. Sadece kendisini sürekli izleyen bir karaltı görür. Vasili ise kendine söz vermiştir. Bu adaya çıkan ilk kişiyi tüfeğiyle vuracaktır. Ancak her ne kadar kendine söz vermiş olursa olsun bir türlü Poyraz Musa’yı vurmak içine sinmez. Bunun üzerine bu ikilinin kaderi birbirine bağlanır ve oldukça duygusal bir öykü çıkar ortaya.

Çok güzel bir kitaptı. Kelimelerle anlatılamaz. Rumların bulundukları ve ev dedikleri bu topraklardan ayrılırken hissettikleri o üzüntü, acı ve evlerini bırakmanın getirdiği kederi okuyan herkes ister istemez duygulanır. Ciddi anlamda insanı sarsan bir romandı. Savaştan sizi nefret ettirmenin de ötesine taşıyacak, bol bol millet sevgisiyle sarılacağınız mükemmel bir kitap. İlk başlarda yavaş ilerlese de ortalarda oldukça açılıyor. Herkese önerimdir. Tarih bilginize bilgi katmak için de birebir.

Bu kitaba puanım: 8/10

Kitapçı Mendel | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Mendel işi gücü sadece kitap okumak olan ve dış dünyayla tamamen bağlarını kesmiş bir sahaftır. Öyle bir bağlarını kesmiştir ki dünyayla ülkede yaşanan savaştan habersizdir. Bu şekilde yaşayıp giderken günün birinde istediği bir derginin gelmemesi sonucu yayınevine mektup yazar ve gönderir. Savaş zamanında gönderilen bu mektubu yadırgayan yetkililer ise mektubun herhangi bir suç unsuru olabileceğini düşünüp Mendel’i tutuklarlar. Savaş kamplarından birine gönderilen Mendel ise kendisini kitaplardan oluşan kendi dünyasından çok daha farklı bir dünyada bulur.

Savaşın insan üzerindeki psikolojisi güzel bir şekilde işlenmişti işlenmesine ama bana kalırsa burada anlatılmak istenen savaş psikolojisinden ziyade bir insanın hayatının merkezine koyduğu bir şeyin bir anda ortadan kaybolması veya yok olmasının yıkıcı etkileriydi. Mendel için hayat kitaplardan emanetti. Oysa o onlardan aylarca uzak kaldı. Ve sonunda çöktü. Bu hepimiz için geçerli değil midir zaten? Bir şey ne kadar hayatımızın merkezinde olursa o şeyin yokluğu veya o şeyde istediğimiz başarıyı elde edemememiz bizi sanki hayatımız mahvolmuş veya bitmiş gibi hissettirir. Çünkü bütün bir hayatımız ondan ibaret olmuştur. Bu yönden Mendel’in psikolojisinin çok güzel bir şekilde yazıldığını düşünüyorum. “Kitapçı Mendel” içinde aynı zamanda “Kızıl” isimli başka bir öyküyü barındırıyor. Ona da bayılmıştım. Onu burada incelemeyeceğim çünkü daha önce incelemiştim. Buraya tıklayarak incelememe ulaşabilirsiniz.

Bu kitaba puanım: 10/10

Kuşatma ve Fırtına

“Gölge ve Kemik” kitabının devam kitabı. Spoiler olmasın diye sadece puanımı yazacağım.

Bu kitaba puanım: 7/10

İçimizdeki Şeytan | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Ömer arkadaşı ile birlikte bindiği bir botta karşılarında oturan bir hanımefendi görür ve bir anda kalbini ona kaptırır. Sanki daha önceki hayatında onunla berabermiş gibi hisseder. En sonunda kızla konuşmak için yanına giderken kızın yanında bir akrabasını görür ve bu şanstan istifade kızla konuşmaya çalışır. Kızın ismi ise Macide’dir. Gittikçe Macide’ye gönlünü kaptıran Ömer, duygularının karşılıksız olmadığını öğrenir bir zaman sonra. Evlenmeye karar verirler ama bu karar ikisinin de hayatını rayından çıkaracaktır. Bir tutkuyla evlenen bu çifti korkunç olaylar beklemektedir…

İnsanın içindeki kötülüğü sürekli olarak başka birine atmaya çalışmasından doğan “İçimizdeki Şeytan” aslında içimizdeki kötülüğün kimseye atılamayacağını, kötülüğün kendisinin de “şeytan”ın da kendisinin insanın kendisi olduğunu bize sunuyor. Toplumsal problemlerle birlikte iyice şekillenen ve darbeler alan Macide ve Ömer aşkı bize Sabahattin Ali’nin toplum sorunlarıyla bireysel sorunları harmanlayıp harika bir eseri nasıl ortaya çıkardığını gösteriyor. Sabahattin Ali Türk yazarlar arasında en sevdiğim yazar. Bu kitabına da hayliyle âşık oldum. Para kazanma derdi ve hırsı, bağımlılıklar ve toplumsal diğer sorunların insan ilişkileri ve karakteri üzerindeki tesirlerini okumak, ve bunu Sabahattin Ali’nin kaleminden okumak, çok çok çok ayrıydı. Herkese tavsiyemdir “İçimizdeki Şeytan.”

Bu kitaba puanım: 9/10

Çocukluk | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Tolstoy’un kendi çocukluğunun izlerini kitabımızın ana karakteri Nikolenka üzerinden anlatıyor. Aile bağlarını, çocuk aklıyla düşündüklerini, ilk aşkı ve sayısız daha nice duyguyu küçük bir çocuğun kalbinden okuyacağımız bu bir oturuşluk kitap kalbinizi yumuşacık yapacak!

Bu kitaba puanım: 9/10

Markopaşa Yazıları ve Ötekiler | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Sabahattin Ali ve birkaç arkadaşının kurduğu Markopaşa dergisindeki yazıların yer aldığı bir kitap. Aynı zamanda Markopaşa hakkında da ayrıntılı bilgiler edinilebilecek bir kitap. Sabahattin Ali’nin düşüncelerini ve yazılarını okudukça dönemini aşmış ve kendini oldukça geliştirmiş olduğunu görüyoruz. Bir kere daha kendisine hayran kaldım. Yazıları okudukça ülkemize dair birçok şeyin hiç değişmediğini fark ettim. Gazeteciliğe getirilen sınırlamalar, özgür düşünce ortamının olmaması, ekonomik sıkıntılar, halkın bu ekonomik sıkıntılar karşısında çektikleri ve daha nicesi… Markopaşa’nın amacı ise halkı bilinçlendirmek ve kendi ve halkın düşüncelerini hükümet her ne kadar engel olmaya çalışsa da yayabilmek.

Herkesin okuması gereken yine çok güzel bir eser.

Bu kitaba puanım: 10/10

Rüzgarın On İki Köşesi | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Ursula K. Le Guin’den okuduğum ilk kitaptı. 12 adet öyküden oluşuyor. Öyküler bilim kurgu tadında. Özellikle Üstatlar ve diğer birkaç öyküsünü bayılarak okudum.

Bu kitaba puanım: 8/10

On Kişiydiler | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

On farklı kişi on farklı mektup alır. Farklı yaş grupları ve farklı meslek gruplarındaki birbirinden alakasız on kişi aldıkları bu sahte mektuplar üzerine bir malikânede bir araya gelirler. Evin sahibi evde değildir, onun yerine hizmetliler misafirleri karşılar. Yerleştikten ve yiyip içtikten sonra bir anda malikânenin bir yerinden bir ses gelmeye başlar. Bu ses hayatlarını kökünden değiştirecek o şeyi söyler: burada toplanan 10 kişinin onu da bir şekilde birilerinin hayatını sona erdirmiş yani o kişileri öldürmüşlerdir. Bunun cezası olarak her gün bu on kişiden biri masalarına bırakılan bir şiirin bahsettiği şekilde ölecektir. Mesela şiirde baltayla öldürüleceği yazıyorsa o kişi baltayla öldürülecektir. Tabii kimin nasıl öleceği belli değildir. Aynı zamanda konuklar katilin aralarından biri olduğunu öğrenince iyice paniklerler. Bunun üzerine kime güveneceğini bilmeyen bu on kişi katili bulmaya çalışırlar.

Okurken oldukça merakta kaldığım ama sonu beni pek de tatmin etmeyen bir kitaptı. Özellikle John Verdon’ın kitaplarını okuduktan sonra onunki gibi devasa bir kurgu ve son beklerdim. Maalesef bana bunu vermedi ve sonda “Ciddi misin?” dedirtti. Ama yine de büyük bir merakla okuduğumu itiraf etmeliyim. Okunabilir bir kitaptı ama sonunu aman aman beklememek gerek. Şiirle ölümlerin aynı olması fikri ise güzeldi.

Bu kitaba puanım: 8/10

Yalnızlık Paylaşılmaz

Özdemir Asaf’tan okuduğum, güzel ve kaliteli şiirlerle bezenmiş bir kitaptı. Aşk şiirleri okumayı sevenlere şiddetli önerimdir.

Bu kitaba puanım: 9/10

Outliers | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Outliers bize insanın başarılı olmasının sadece çok çalışkan olmakla alakalı olmadığını anlatıyor. Elbette ki çok çalışmak büyük bir faktör ama Outliers buna aynı zamanda “fırsatı iyi değerlendirmek” ve “kültürel, ailevi, genetik” faktörleri de ekliyor. Özellikle başarılı olan insanların karşısına her zaman bir “fırsat”ın çıktığını ve bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirdikleri için başarılı olduklarını anlatıyor Outliers. Fırsatı değerlendirmenin sonuçlarına ve aynı zamanda başarının kimi zaman doğduğunuz yıla, ırkınıza ve kültürel, ailevi değerlerinize göre nasıl değiştiğini ve bunun sonuçlarının ne olduğunu da inceliyor. Okuduğum en güzel ve kaliteli kitaplardan bir tanesi. Kendinizi geliştirmek için oldukça ideal. Sıkılmadan dolu dolu okunan bir kitap.

Bu kitaba puanım: 10/10

Çöküş ve Yükseliş

Gölge ve Kemik serisinin 3. Kitabı. Spoiler olmasın diye sadece puanımı yazacağım.

Bu kitaba puanım: 7/10

Çakıcının İlk Kurşunu | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Sabahattin Ali’nin öyküleri, şiirleri ve denemelerinden oluşan bir kitap. İsmini de içinde geçen “Çakıcının İlk Kurşunu” öyküsünden alıyor. Çakırcalı Efe günün birinde babası adaletsiz bir şekilde öldürülünce tüm kötülere ve kötülüklere karşı bir savaş açar ve gittikçe kötülerin korkulu rüyası olur. Bir nevi halkın kahramanına dönüşen Çakırcalı Efe adaletsizliğe ve kötülüğe karşı açtığı bu savaşla devletin yapması gereken sorumluluğu halkına karşı kendisi yapar.

Yine çok sevdiğim bir kitabı oldu Sabahattin Ali’nin. Toplumun sorunları ve yaşadıkları üzerine yazılarıyla onlara yol göstermeyi amaç edinen Sabahattin Ali yine bize kaleminin kalitesini ve güzelliğini kanıtlıyor. Diğer kitaplarda alıntı paylaşmadım ama bu kitap için bir alıntı paylaşmak istiyorum. Bu alıntıdan Sabahattin Ali’nin nasıl döneminin çok üstünde bir yazar olduğunu görecek, hatta 21. Yüzyılı bile aşmış bir yazar olduğunu görecek ve kadına verdiği değeri bir kez daha anlamış olacağız.

“Kadın bir erkeğe varmaz, kadın bir erkeğe verilmez ve bir erkek bir kızı almaz, (almak, vermek) bu tabirler kadını kıymetten düşüren, ona ahkar (en hakir) mahiyeti veren şeylerdir ve her şeyden evvel bu zihniyeti kadınlarımız kafalarından çıkarmalıdır; bilmelidirler ki iki cins birbirleriyle hayatlarını birleştirirken yuvaya getirdikleri aynı kıymette şeylerdir ve koca mal sahibi değil, ortak, hayat ortağı demektir.”

Bu kitaba puanım: 10/10

İntibah | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Ali Bey günün birinde arkadaşlarıyla pikniğe gider. Sıradan bir günün sıradan bir saatinde ne olacaksa o oluyordur. Ta ki arabayla önlerinden bir hanımefendi geçene kadar. Ali Bey kalbini bu hanıma kaptırır. O kadar güzel ve o kadar göz alıcıdır ki… Bu hanımefendinin ismi Mehpeyker’dir. Hayattan ve aşktan habersiz Ali Bey ilk defa böyle şeyler hissettiği için Mehpeyker’in de kendisine karşı gösterdiği ilgiyi gerçek sanır. Ama daha sonralarında Mehpeyker’in gerçek yüzünü görecek olan Ali Bey hatalarından dönmek için çok geç olduğunu anlayacaktır.

İyi ve kötünün ne olduğu karakterler üzerinden keskin bir şekilde anlatıldığı “İntibah” aynı zamanda Türk edebiyatının ilk romanı olma özelliğini de taşıyor. Aşktan gözü dönen Ali Bey’in aşkı yüzünden çöküşü, yaşadıklarının karakteri üzerindeki tesirleri ve Mehpeyker ile Dilaşub karakterleri üzerinden saf iyi ve saf kötünün anlatılması oldukça incelikli bir şekilde okura aktarılmıştı. Mehpeyker hakkında söylenenleri umursamayıp kendisini de çevresindekileri de yakan Ali Bey’den körü körüne bir şeylere inanmamayı ve son pişmanlığın fayda etmediğinden ötürü bir şeyleri iyice araştırıp sonsuz güven duymamayı öğreniyoruz.

Bu kitaba puanım: 8/10

İrade Eğitimi | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Jules Payot bu kitabı özellikle gençlere yol göstermesi için yazıyor. İradenin eğitilebilir oluşunu kanıtlarla destekliyor ve bunun nasıl yapılacağına alttan alta ve kısa kısa değiniyor. Son sayfalara doğru oldukça tekrara düşülmüştü ve bu bir yerden sonra okuru biraz bunaltıyor. Ama onun dışında kitap eğitici ve herkesin anlayabileceği hafif bir dille yazıldığında ötürü oldukça akıcıydı. Tabii ki yer yer döneminin dayattığı bazı düşünceler de yazarı etkilemiş ama onları da dönemi kapsamında değerlendirdiğim için çok da takılmadım.

Bu kitaba puanım: 8/10

Vakıf’ın Sınırı

Asimov’un “Vakıf” serisine ait bir kitabı. Spoiler içermemesi için sadece puanımı yazacağım ve ilk kitabına yaptığım incelemenin linkini bırakacağım. Buraya tıklayarak incelemeye ulaşabilirsiniz.

Bu kitaba puanı: 8/10

Gömülü Şamdan | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Yahudilerin yaşadıkları zorlukları ve şehirlerine yapılan baskın sırasındaki duygularını temel alan bir kitap. Baskın sırasında Yahudiler’den kutsal bildikleri bir şamdan alınıyor. Şamdanın da alınmasıyla bu durum bardaktan taşan son damla oluyor ve bir ekip toplanıp şamdanı geri almak üzere yola çıkıyor. İki neslin inançlarına olan saf sevgisini, ezilip zulüm görmelerini ve kendilerine ait olan kutsal şamdanı canları gibi korumalarını konu edinen bir kitap. Yahudilerin birbirlerine karşı kardeş gibi davranmaları ve ne olursa olsun o şamdanı bulmaya çalışmaları çok güzeldi. Ana karakterin tutumu, özellikle ahlaklı ve vicdanlı olması kitaba çok ayrı bir hava katmıştı. Zevkle okuduğum ve herkese önerdiğim akıcı bir kitaptı.

Bu kitaba puanım: 7/10

Vakıf ve Dünya

Asimov’un “Vakıf” serisinden bir kitap. Spoiler olmaması için sadece puanımı yazacağım.

Bu kitaba puanım: 8/10

Üç Kız Kardeş | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?

Doğdukları yer olan Moskova’dan 11 yıldır ayrı kalan Maşa, Olga ve İrina isimli üç kız kardeşin babalarının ölümü sonucu iyice çöken bu kardeşlerin insanlarla olan ilişkilerini, aşk hayatlarını ve hayata bakış açılarını okuyoruz. Her sayfadan buram buram özlem, üzüntü ve keder okunsa da aynı zamanda buruk bir umut da bizi karşılıyor bu 128 sayfalık kitapta. Kederi ve özlemi iyice hissettiğimiz bir öyküydü. Aman aman beğenmesem de okuduğum için pişmanlık da duymadım.

Bu kitaba puanım: 6/10

Martı | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Treplev genç bir tiyatro yazarı olma yolundadır. Yazdığı tiyatroyu oyuncu olan annesi ve diğer seyircilere sunmak ister ama annesi Arkadina’nın daha ilk dakikadan kendisini başarısız görmesi bu isteğini iyice söndürür ve yaptığı işe olan tutkusuna balta vurur.

Treplev aynı zamanda Nina isimli bir oyuncuya aşıktır. Nina ailesinin baskılarına rağmen yaşadığı yerden kaçar ve şöhreti bulmak için yeni bir hayata atılır. Ne var ki hayatı istediği gibi ilerlemez. Tiyatro oyunu sırasında seyirciler arasında bulunan başarılı bir yazar olan Trigorin’i görür ve kendisini ona kaptırır. Daha doğrusu onun şöhretine. Ama hayatını daha da mahvedeceğinden habersiz Nina hem kendini hem de Treplev’in ona adadığı sevgisini harcayacağından habersizdir. Treplev hem aşkta hem de yazdığı şeylerde yaşadığı başarısızlık üzerine ise iyice çöker ve hayatı yanlış bir yönde ilerlemeye başlar.

Eskiye karşı çıkıp yenilik getirmeye çalışan bir gencin karşısına döneminin basma kalıp fikirleri ve akımları çıkınca düştüğü çıkmaz yolda hissettiklerini okuyoruz. Martı sembolünden verilmeye çalışılan mesajıyla dolu dolu bir kitaptı. Tıpkı “Üç Kız Kardeş”te de olduğu gibi umutsuzluk, hüzün ve kederle bezenmiş bir kitaptı. Ama  bana kalırsa “Martı” “Üç Kız Kardeş” kitabından çok daha güzeldi.

Bu kitaba puanım: 7/10

Devlet | Ne anlatıyor, benim düşüncelerim neler?
Sokrates doğru ve doğru olmayanın neler olduğu üzerinden ideal devlet kavramını açıklamıştır. Devletin filozoflarca yönetilmesi gerektiği, devlette nelerin olması nelerin olmaması gerektiği, sanat ve bilimin devletteki yerinden kadın ve erkeğin devlete karşı olan sorumlulukları ve eşitlikleri incelikle ve ayrıntılarla açıklanmıştı. Demokrasi, monarşi ve aristokrasinin incelendiği, hangisinin daha uygun olduğu ve ideal bir devlette insanların nasıl karakterlere sahip olması gerektiği gibi düşüncelerle de bezenmişti. Genel olarak düşüncelerini mantıklı bulduğum ve farklı bir bakış açısı kazandırmak adına okunması düşündüğüm kaliteli bir eserdi. Sonlara doğru biraz bunaldım ve kitap bana biraz ağır geldi. İleriki zamanlarda tekrar okumayı düşünebilirim. Ağırdan kastım da o dönemin yapısını bilmeden okumam oldu. Bazı yerlere “Nasıl yani?” demememden kaynaklı diğer kişilerin de yorumlarını okuyayım dedim ve oldukça ayrıntılı ve açıklayıcı incelemelerle karşılaştım. Bundan ötürü ileriki zamanlarda tekrardan okumayı düşünebilirim ama şu anlık düşüncelerim bu şekilde.

Bu kitaba puanım: 6/10

Nisan, Mayıs ve Haziran aylarım bu şekilde geçti. İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve sevgiyle kalın!

 


20 Mayıs 2021 Perşembe

Yuri!!! on Ice | Anime yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere MAPPA tarafından hazırlanan bir spor animesi olan “Yuri!!! on Ice” ı inceliyorum. Umuyorum bu incelememden hoşnut kalırsınız. O zaman daha fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Katsuki Yuri, küçük yaşlardan beri artistik paten yapmaktadır ama en son katıldığı yarışmada neredeyse berbat denecek bir performans gösterdikten sonra artistik patenle arasına bir soğukluk girer.

Çocukluğundan beri idolü olan ve kendisinden sadece 4 yaş büyük olmasına rağmen beş kez dünya şampiyonu olan Victor Nikiforov ise Katsuki Yuri’nin küçüklüğünden beri büyük bir hayranı olduğu Rus bir artistik patencidir.

Günün birinde Katsuki Yuri’nin sıradan bir günde çalışmak için buz pistine gitmesi ve orada Victor Nikiforov’un artistik paten yarışmalarında yaptığı koreografiyi yaparken gizlice çekilen videosunun internete sızdırılması ile bu video sosyal medyada patlar. Normal olarak bu video Victor’a da ulaşır. Videoyu gören Victor, Yuri’nin içinde parlamayı bekleyen bir başka Yuri olduğunu fark eder ve ani bir kararla bulunduğu yerden Japonya’ya, Katsuki Yuri’nin yanına, uçakla gider. Yuri’ye bundan sonra kendisinin koçu olacağını ve kendisine önlerinde duran Grand Prix Olimpiyatları’nda altın madalyayı kazanmasında yardımcı olacağını söyler. Bunun üzerine küçüklüğünden beri Victor’a hayran olan Yuri için her anlamda yeni bir dönem başlamış olur.

Benim düşüncelerim neler?

Animenin isminin “Yuri on Ice” olması bana kalırsa her anlamda çok hoş çünkü özgüvensiz ve kendini yetersiz hisseden Yuri’nin buz üstünde ne kadar da farklı, asi ve kendinden emin oluşunu izliyoruz.

Kimi yerlerinde haykırarak güldüğüm oldukça sevimli bir animeydi. Shounen-ai diyebileceğimiz bir türdü. Victor ve Yuri’nin birbirlerini tamamlayışlarını aşkla izledim. Given tarzı animeleri sevenlerin büyük bir ilgiyle izleyeceklerini düşünüyorum Yuri on Ice’ı.

Bunun dışında müzikleri de oldukça hoştu. Birkaç tanesini sizin için aşağıya bırakacağım.

Paten kayarken hissedilen o duygular, müzikler ve çizimlerle kendisini benim gözümde oldukça yükseklere taşıyan bir anime oldu. Öyle ki art arda bir sürü bölüm izlememe ve gözlük takmama rağmen gözlerim ağrımadan büyük bir zevkle izledim. Umuyorum ki filmi de en kısa süre içerisinde gelir.

Herkesin eksiklerini kapatacağı ve kendini sonunda tamamlanmış hissedeceği, kendisini bulacağı bir kişinin karşımıza çıkacağını oldukça sevimli bir şekilde izlediğimiz bu anime hakkında siz neler düşünüyorsunuz?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Kendinize çok iyi bakmayı unutmayın, bol animeli kalın…


Bu animeye puanım: 10/10


 




18 Mayıs 2021 Salı

Psycho-Pass | Anime Yorumu

Hepinize selamlar. Bugün sizlere Prodiction I.G tarafından hazırlanan Gen Urobuchi tarafından yazılan ve Naoyoshi Shiotani ve Katsuyuki Motohiro tarafından yönetmenliği yapılan “Psycho-Pass” i inceliyorum. Umarım bu incelememden memnun kalırsınız. Uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

Teknolojinin oldukça geliştiği ileriki yıllarda artık insanların tercihlerini ve nasıl mutlu yaşayacaklarını Sybil Sistemi isimli bir sistem kontrol etmekte. Sybil Sistemi tabii ki sadece bundan ibaret değil. Bünyesinde bulundurduğu Psycho-Pass isimli sistemle çalışıyor daha çok. Psycho-Pass ise insanların psikolojik durumunu renk kategorisiyle ölçen bir sistem.  Bu psikolojik analiz kişinin potansiyel suçlu olup olamayacağını ölçerek daha mutlu ve suç katsayısı düşük bir toplum oluşturma amacı güder. Tabii ki kişi eğer yüksek bir potansiyel suç katsayısına sahipse kişi infaz edilebilir yani öldürülebilir. 

Bu sistem insanlar arasında tabakalaşmaya neden olurken aynı zamanda tüm yetkinin makinelerde toplanmasına ve adalet duygusunun göreceli bir kavram olmasına sebep olmakta.

Tabii ki her potansiyel suçlunun sonu uzun soluklu ve neredeyse iyileşmesi imkânsız terapilerle ya da ölümlerle sonuçlanmıyor.

Sybil Sistemi tarafından belirlenen bazı potansiyel suçlular, Hükümet’in Cinayet Masası bölümünde dedektiflerin yanına infazcı olarak atanabilmekte. İnfazcıların görevi ise renk tonları zaten kirli ve suç katsayıları zaten yüksek olduğundan dedektiflerin suç katsayısını koruyup diğer suçluları etkisiz hale getirmektir. Kısacası elini kana bulayan taraf daha çok infazcılardır. Bu durum suçluların diğer suçluların psikolojisinden anlayıp soruşturmaya yardımcı olmasını sağlamakla beraber toplumu suçlulardan temizlemeye yardımcı oluyorlar.

Her şeyinize karar veren bir sistem düşünün. Kariyerinize, neyle mutlu olup olmayacağınıza, kararlarınıza kısacası her şeyinize karar veren ve toplumun suç katsayısını düşürmeyi amaç edinen ama içten içe ters bir etki bırakan bir sistem düşünün. İşte, Sybil Sistemi ile yönetilen bu dünyaya hoş geldiniz.

Benim düşüncelerim neler?

1. Sezonu özellikle 17. Bölümden sonra o kadar güzel ve heyecanlıydı ki insan 2. Sezon için ümitlenmeden edemiyor. Ama okuduğum birkaç yorum 2. Sezonun hayal kırıklığı yarattığından bahsediyordu. Bundan dolayı çok da umutlanmamaya çalıştım ama elbette ki o kadar güzel ilerliyordu ki umutlanmadan edemedim. Ve ben de biraz hayal kırıklığına uğradım. 2. Sezon kesinlikle kötü değildi ama 1. Sezonun yanında bana kalırsa biraz sönük kalmıştı. Hatta öyle ki bir yerden sonra “Kaç dakika kaldı, ne zaman bitecek?” demeye başladım. Ama dediğim gibi 2. Sezona kötü demek kesinlikle haksızlık olur.

Onun dışında “Psycho-Pass” izlediğimizde anlıyoruz ki gelecekte biz teknolojiye değil teknoloji bize sahip oluyor artık.  Bu durumun da yarattığı zorlukları ve eziyeti, insan psikolojisinin hilelerini ve kırılganlığının efsane bir şekilde yansıtıldığını düşünüyorum. Adalet kavramının göreceliğini ve ne olursa olsun doğrularımızdan sapmamamız gerektiğini anlatan çok güzel bir yapımdı.

İnsanların gün geçtikçe teknolojiyle beraber yozlaşması ve duyarsız hale gelmesi, öyle ki birbirlerine dahi yardım etmekten korkacak düzeye gelmesi çok üzücü ve kaygılandırıcı.

Bunun dışında 1. Sezonda gönlümüzde özel birer yer kaplayan bazı karakterlerin 2. Sezonda olmayışları beni çok üzdü.

Karakterlerin alıntı yaptıkları cümleler çok güzeldi. Öyle ki dinlerken bu alıntıları yapan kişileri araştırmadan edemedim.

Sistem ve adaletin ağır bir şekilde eleştirinin merkezinde tutulduğu bu polisiye tarzı animeyi çok severek izledim. Kandan ve cinayet tarzı şeylerden rahatsız olmuyorsanız izlemenizi öneririm. Belli bir yaşın üstündeki kişilerin izlemesi daha uygun olur diye düşünüyorum.

Benim düşüncelerim bunlar. Siz “Psycho-Pass” i izlediniz mi? İzlediyseniz sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için teşekkür ederim. Kendinize çok iyi bakın bol animeli ve sağlıklı kalın…

Bu animeye puanım: 9/10

 


8 Mayıs 2021 Cumartesi

Anohana: Ano Hi Mita Hana no Namae o Bokutachi wa Mada Shiranai | Anime Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Netflix'ten izlediğim ve A-1 Pictures tarafından 2011’de ilk bölümü yayımlanan “Anohana” ya da tam adıyla “Ano Hi Mita Hana no Namae o Bokutachi wa Mada Shiranai” isimli animeyi inceleyeceğim. Umarım incelemem size yararlı olur. O zaman daha fazla uzatmadan incelemeye geçiyorum!

Ne anlatıyor?

Jinta Yadomi, Meiko Honma, Naruko Anjo, Yukiatsu, Tetsudou Hisakawa ve Chiriko Tsurumi çok yakın arkadaşlardır. Öyle yakındırlar ki gruplarının bir ismi bile vardır.  Grubun ismi “Barış Fedaileri”dir.

Günün birinde Barış Fedaileri yine toplanmıştır ama o günün hayatlarının
dönüm noktası olacağından habersizlerdir. Aralarından bir kişinin onlara sonsuza kadar veda edeceğini bilmiyorlardır...

Meiko Honma’nın ölümünden sonra Barış Fedaileri dağılmıştır ve bir daha bir araya gelmemişlerdir. Ta ki Meiko Honma, yani herkesin ona seslendiği adıyla Menma, Jinta’ya hayalet olarak görünene kadar…

Menma kendisinin bir dileği olduğunu ve bu dileğinin gerçekleştirilmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Barış Fedaileri tekrardan toplanır ve Menma’nın dileğini gerçekleştirmek için ellerinden geleni yaparlar.

Benim düşüncelerim neler?

Çok kısa bir animeydi. Hemen bitti. Ama iyi ki öyle uzun soluklu bir anime değildi. Oldukça güzel ve yerinde bitirilmişti.

İlk izlediğimde hoşuma gitmeyen diyaloglar ve hareketler olduysa da “Anohana”yı çok sevdim.  Öyle ki son bölümde gözyaşlarıma teslim olup ağladım.

Menma’nın ölümünün ardında aslında Barış Fedaileri’nin geçmişi geride bırakamayışlarını ve eksik kalışlarını izliyoruz. Her karakterin Menma gittikten sonra yaşadığı şeyleri ve hissettiklerini izlemek o kadar duygusaldı ki…

Çok sevdiğim sözler de oldu diyaloglar arasında. Özellikle anne ve babaların çocuklarına ne kadar değer verdiğini anlatan sözler çok ama çok derinden etkiledi beni.

Birinin ölümünün ne kadar büyük travmalara sebep olabileceğini ve geçmişi geride bırakmanın ne kadar zor olduğunu doruk noktalarında izlediğimiz bu dram türündeki anime kesinlikle çok güzeldi. Dediğim gibi birkaç hoşuma gitmeyen sahne ve diyalog oldu. Netflix’in içeriklerinden haberdar olanların neden bahsettiğimi anladığını düşünüyorum. Çok aman aman şeyler değildi ama yine de çok hoşuma gitmediğini söylemeden geçemeyeceğim.

İzlerken kimi yerlerinde güldüğüm kimi yerlerinde ağladığım bu anime kesinlikle benim için unutulmaz oldu.

Siz “Anohana”yı izlediniz mi? İzlediyseniz sizin düşünceleriniz neler?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve bol bol anime izleyerek kalın…

Bu animeye puanım: 7/10

1 Aralık 2020 Salı

Hero Mask | Anime Yorumu

 Hepinize selamlar. Bugün sizlere Netflix’in orijinal bir animesi olan “Hero Mask”i inceleyeceğim. Normalde Kate Chopin’in “Uyanış” kitabını incelemeyi düşünüyordum ama yaklaşık 1 ay önce bitirdiğimden nasıl inceleyeceğimi bilemedim. Bundan dolayı size daha yeni bitirdiğim bu animenin incelemesini yapmayı daha uygun gördüm. Umarım bu incelememden hoşnut kalırsınız. Daha fazla uzatmadan incelememe geçiyorum.

Ne anlatıyor?

James Blood, SSC isimli polis departmanında çalışmaktadır. Günün birinde savcılık yapan Monica’nın ölümü üzerine meslektaşı Sarah yoğun bir hüzün içerisine girer ve Monica’nın ölümünün doğal yollarla değil planlanmış bir şekilde olduğunu düşünür. İlk başta bu düşüncesine bir kanıt bulamasa da sonrasında Monica’nın odasına sakladığı birtakım gizli belgeler bulur. Bu belgeleri görmesi üzerine iyice Monica’nın kasıtlı öldürüldüğünü düşünen Sarah, SCC’deki James ve diğer yetkililere bu görüşünü belirtir. 

Monica’nın sakladığı belgeler bir laboratuvarda üretilen maskelerle alakalıydı. Zaman ilerledikçe SCC’dekilerin de göreceği üzerine bu maskelerin insana olağanüstü yetenekler ve büyük oranda bir güç verdiği görülüyordu. Daha garip olanıysa bu maskeyi uzun süre kullananlar bir anda yaşlanıyor ve ölüyordu. Bu anormal duruma karşı ne yapacağını şaşıran SCC olayın derinliklerine inmek üzere maskeler üzerinde çalışan insanlarla irtibat kurmaya çalışırlar ve başlarına aslında tahmin ettiklerinden daha çok risk alırlar. Hayatlarına karşılık belki de maskenin sırrını ve onun ardında olan şeytani insanları ortaya çıkaracaklardı. Risk almaya değer miydi?

Benim düşüncelerim neler?

Hero Mask’i bir solukta bitirdim. Heyecanı doruklarında yaşatan bir anime gerçekten. Ama daha iyi olmasını istediğim birkaç şey oldu tabii ki. Mesela James Blood’un bir türlü normal bir insan gibi yaralanamaması. O kadar kan kaybetmesine ya da daha riskli şeyler yaşamasına rağmen nasıl olduğunu anlamadığımız bir şekilde her şeyden kurtuluyor. Elbette böyle olması gerekiyor ama daha gerçekçi olması adına ağır bir yaralanma atlatmasını isterdim.

Dizinin sonu fena değildi yani “Keşke böyle olmasaydı.” diyeceğim kadar kötü değildi ama daha etkileyici bitebilirdi. Bu kurgu, bu olay örgüsüne bakıldığında daha çarpıcı bir son bekliyor insan. Bunlar dışında polisiye ve olağanüstü olayları izlemeyi sevenleriniz varsa gönül rahatlığıyla izleyebilirsiniz. Benim beğendiğim bir anime oldu açıkçası.

Söylemeden geçemeyeceğim dizinin çizimlerine gerçekten hayran kaldım. En küçük ayrıntısına kadar dikkatle ve özenle çizdiklerini düşünüyorum. Bu anlamda kalbimde kendine bir yer açmayı başardı "Hero Mask".

Benim düşüncelerim bunlar. Umarım bu incelememden hoşnut kalmışsınızdır. Sizin düşünceleriniz ne oldu? İzlemeyi düşünüyor musunuz?

İncelememi okuduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Kendinize çok dikkat edin, sağlıcakla ve sevgiyle kalın…

Bu animeye puanım: 8/10


28 Nisan 2019 Pazar

Sword Art Online | Anime Yorumu



Hepinize selamlar! Bugün Reki Kawahara tarafından yazılan “Sword Art Online” adındaki animenin incelemesini yazıyorum. Öncellikle belirtmeliyim ki Sword Art Online 2 sezondan oluşmakta. Ben sadece 1. sezonunu izledim. Nedeni ise birçok kişinin 2.sezonun farklı olduğunu ve 1. sezonla hiç alakası olmadığını belirtmesiyle biraz sarsıldım. Ama yine de bakmak istedim. Üstünkörü baktığımda ise gerçekten de 2. sezonun biraz farklı olduğu izlenimine ulaştım. Aslında yine de izlemeyi çok istiyordum ama izlediğim anime filmleri yayınlayan sitede 2. sezonun 1. bölümünü bulamadım. Bunun üzerinde çok durmadım ve siz değerli okuyuculara sadece 1. sezonun incelemesini yazmaya karar verdim.  O zaman hemen incelememe geçiyorum!



Ne anlatıyor?

2022 yılında Kayaba Akihiko adında bir oyun yapımcısının Sword Art Online isimli oyunu piyasaya sürmesiyle her şey başlar. NerveGear adındaki aleti kafanıza takmanızla kendinizi oyunun içinde buluyorsunuz. Bu oyunda ise 100 tane kat vardır. Her katta da bir canavar vardır. Bu canavarları yenerek 100. katın sonuna gelen oyuncu oyunu kazanmaktadır. Ne kadar normal değil mi? Tabii ki de değil!

Kazuto Kirigaya yani oyundaki ismiyle Kirito, NerveGear adlı aleti kafasına geçirip normal bir şekilde oyuna başlar. Hatta karşısına Klein adlı bir oyuncu çıkar ve tanışırlar. Beraber zaman geçirdikten sonra Klein oyundan çıkması gerektiğini çünkü yemek sipariş ettiğini söyler. Kirito da onaylar. Klein oyundan çıkacağı sırada bir şey fark eder.

Oyundan çıkış düğmesi yok.

Kirito bunun bir oyun hatası olabileceğini söyler. Ama o da oyuncu menüsüne girdiğinde çıkış butonunu bulamaz. Bir anda oyundaki bir şehre ışınlanırlar. Tüm oyuncular da oradadır. Karşılarına oyunun yapımcısı Kayaba Akihiko çıkar. Oyunculara çıkış düğmesinin bulunmamasının bir oyun hatası olmadığını söyler. Bunun Sword Art Online’ın yeni bir özelliği olduğunu söyler. Ama asıl korkunç şeylere daha değinmemişti. Eğer oyuncu oyunda ölürse gerçek hayatta da ölmüş olacaktı. Aynı zamanda eğer dışarıdan biri oyuncunun kafasındaki NerveGear’ı çıkarırsa, NerveGear oyuncunun beynini yok edecektir. Yani kısacası oyuncular oyunun içinde hapis olmuşlardır. Eğer 100. kata ulaşırlarsa oyuncular gerçek dünyaya dönebileceklerdir. Tabii eğer ölmezlerse. Oyuncuların hepsi dehşete düşmüşlerdir. Kirito bu olaya bir son vermesi gerektiğine kanaat getirir ve oyunu bitireceğine kendi kendine söz verir. Ne kadar zorlu olsa da hayatta kalmaya çalışacaktır. Peki, başarabilecek mi? Romantizm, aksiyon ve macera içeren Sword Art Online tüm mükemmelliği ile karşımızda. Soluksuz izlediğim bu anime tek kelimeyle muhteşemdi. Kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Şimdiden size iyi izlemeler!

Benim düşüncelerim neler?

Kesinlikle mükemmel bir animeydi. Her şeyiyle aklıma kazındı. Bayıldım. 2. sezonu izlemesem de 1. sezon kesinlikle nefes kesiciydi. Umarım sizde beğenirsiniz. Kendinize iyi bakın, tekrardan görüşmek üzere! 





DÜZENLEME: 16.06.2019
2. Sezonu da izlemiş bulunmaktayım. Size diyeceğim tek şey en kısa zamanda ikinci sezonu da izlemeniz. 2. Sezonun kendine özgü bir havası var.
Bence bu havayı sizde tatmalısınız!
Diğer yorumların aksine ben çok beğendim umarım sizde benimle aynı görüşe sahip olursunuz...