Papers by Bilge Duruturk
Bu calismada feminizmin cokkulturluluk ile iliskisi uzerine bir inceleme yapilmasi amaclanmaktadi... more Bu calismada feminizmin cokkulturluluk ile iliskisi uzerine bir inceleme yapilmasi amaclanmaktadir. Bu paralelde 1980’ler itibari ile ortaya konmus olan ikinci dalga feminizmin parametreleri ele alinarak 1990’lar itibari ile bu parametrelerin donustugu toplumsal cinsiyet kavramsallastirmasi ile iliskisi ve gunumuzdeki yansimalari degerlendirilecektir. Bu temel unsurlar uzerinden cokkulturluluk kurami icerisindeki liberal ve elestirel yaklasimlarin ikinci ve ucuncu dalga feminizm ile kesistigi problemli durumlar ataerkillik ve kadinin ozgurlesmesi baglaminda kulturel farkliliklarin ortaya koydugu irk, cinsiyet ve sinif temelindeki tartismalar uzerinden degerlendirilecektir.
Bu calisma, Ibn Haldun’un kavramsallastirmasini gerceklestirdigi asabiye kavraminin 3 temel yakla... more Bu calisma, Ibn Haldun’un kavramsallastirmasini gerceklestirdigi asabiye kavraminin 3 temel yaklasim uzerinden ele alinan millet ve milliyetcilik olgulari ile hangi noktalarda kesistigi ve farklilastigini ele alan bir okumayi amaclamaktadir. Bu paralelde oncelikle asabiye kavrami Ibn Haldun’un donemi icinde bulundugu toplum uzerinden ele alinacaktir. Asabiye kavraminin Islam siyasal dusuncesi icerisindeki yeri ve tanimi ile toplumsal donusum paralelinde nasil bir olgusal degisim surecine girdigi, Arap kabile toplumlari icin ne anlam ifade ettigi uzerinde durulacaktir. Buradan hareketle millet kavraminin temel olarak uc bakis uzerinden ele alindigi ilkci, modernist ve sosyo-biyolojik yaklasimlar ile nasil tanimlandigi ve bu tanimlarin ele alinan asabiye kavrami ile ne gibi benzer ya da farkli noktalari oldugu uzerinde durulacaktir. Calismanin temel aldigi arguman, birisi Islam siyasal dusunceler tarihinde digeri ise Bati siyasal dusunceler tarihinde yer alan ve farkli donemler ve tar...
Toplumsal Cinsiyet calismalari icerisinde cinsiyet (sex) ve toplumsal cinsiyet (gender) ayrimi ‘t... more Toplumsal Cinsiyet calismalari icerisinde cinsiyet (sex) ve toplumsal cinsiyet (gender) ayrimi ‘toplumsallasma’ sureci ile ortaya konan ‘kadin’ ve ‘erkek’ rolleri uzerinden kendisini uretmektedir. Kadin ve erkek rollerinin toplumda uretimi ve yeniden uretimi; aile, okul, arkadas gruplari, is ortami kisacasi “devletin ideolojik aygitlari” araciligiyla gerceklesmektedir. Biyolojik olarak tamamen rastlanti sonucu olusan cinsiyetler uzerinden kendine yasam alani bulan toplumsal cinsiyet, insa edilen bir kavramdir. Toplumsal cinsiyet, sosyallesme surecinde dinamikligini ve devamliligini okul, arkadas gruplari, aile gibi kurumlar tarafindan kazandigi gibi ‘medya’nin yeniden uretimdeki yeri de oldukca onemlidir. Her kultur seviyesi ile iletisime girebilen ve bu iliskiyi dogrudan birey ve bireyin bilinc alti ile kurdugu kabul edilen gorsel ve isitsel faaliyetler, toplumsal cinsiyetin yeniden uretimine yardimci olur. Medyanin belirlemeciligi, Stuart Hall’un “sifreleme ve desifreleme” ( encod...
3. SEKTÖR SOSYAL EKONOMİ DERGİSİ, 2018
Foucault'nun iktidar ve özne arasındaki ilişkiyi her yerde ve her durumda oluşan bir olgusal kabu... more Foucault'nun iktidar ve özne arasındaki ilişkiyi her yerde ve her durumda oluşan bir olgusal kabulden yola çıkarak açıklamış olması çalışmadaki temel çıkış noktasıdır. Foucault' ya göre özne bireyden farklıdır ve içinde bulunduğu toplumun disiplinci-düzenleyici politikaları tarafından ehlileştirilmiştir. Çalışma öncelikle öznenin nasıl ortaya çıktığı, bireyden farklı yönlerinin neler olduğu ve özneyi özne konumuna getiren iktidarın nasıl işlediğini ele almaktadır. Bu noktadan hareketle modern toplum içerisinde kendisini özgür bir karar veren olarak gören "özneleşmiş" bireyin aslında iktidar tarafından nasıl bir sarmal içerisinde yeniden üretildiği analiz edilmelidir düşüncesi çalışmanın temel amacını oluşturmaktadır. Bu analizin sorunsallaştırma ve sorgulama olduğunu dile getiren Foucaultcu bakış açısı, direniş hareketini göstererek içinde bulunduğu iktidarı sorgulayan bireyin yeniden özneden dönüşümünü ele almaktadır. Bu direnişte entelektüelin rolüne vurgu yapan Foucault, entelektüel aracılığıyla öznenin gözetim toplumundan nasıl kurtulacağının değerlendirmesini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada Foucaultcu bakış açısı ile iktidar, özne ve birey arasındaki ilişkinin nasıl işlediği üzerine bir okuma yapılmaktadır.
Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2019
Bu çalışma, küçük ve orta ölçekli işletmelerin gelişmesini destekleme ve istihdamı artırma yolund... more Bu çalışma, küçük ve orta ölçekli işletmelerin gelişmesini destekleme ve istihdamı artırma yolunda yürütülen uygulamalardan biri olan uygulamalı girişimcilik eğitimlerine katılan bireylerle gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların demografik özellikleri, girişimcilik ile ilişkilendirilen kişilik özellikleri, kurstan beklenti ve iş planları paralelinde yapılan nitel analiz ile girişimcilik eğitimlerine bir bakış sunmak amaçlanmıştır. Katılımcıların katıldıkları kurs ile ilgili olarak sahip oldukları bilgi ve bilinçlerine yönelik olarak bir değerlendirme yapmak hedeflenmiştir. Bu doğrultuda bir devlet üniversitesine bağlı sürekli eğitim merkezinde yürütülen girişimcilik eğitimine devam etmiş olan 73 katılımcı ile kapalı ve açık uçlu sorulardan oluşan bir anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Değerlendirme neticesinde katılımcılar eğitime katılım amaçlarına göre 'belirli bir iş fikri ile gelen', 'maddi destekten faydalanmayı amaçlayan' ve 'herhangi bir iş fikrine sahip olmayan' katılımcılar olmak üzere üç grupta değerlendirilmiştir. Ayrıca bu grupların kişilik özelliklerinde belirli benzerlikler dikkati çekmiştir. Mevcut çalışma, girişimcilik sertifika eğitimi katılımcı profilini özgün kategoriler ile ortaya koymak niyetiyle yola çıkarak bu amaç doğrultusunda zengiler veriler ortaya koymaktadır.
Özet Bu çalışma, İbn Haldun'un kavramsallaştırmasını gerçekleştirdiği asabiye kavramının 3 temel ... more Özet Bu çalışma, İbn Haldun'un kavramsallaştırmasını gerçekleştirdiği asabiye kavramının 3 temel yaklaşım üzerinden ele alınan millet ve milliyetçilik olguları ile hangi noktalarda kesiştiği ve farklılaştığını ele alan bir okumayı amaçlamaktadır. Bu paralelde öncelikle asabiye kavramı İbn Haldun'un dönemi içinde bulunduğu toplum üzerinden ele alınacaktır. Asabiye kavramının İslam siyasal düşüncesi içerisindeki yeri ve tanımı ile toplumsal dönüşüm paralelinde nasıl bir olgusal değişim sürecine girdiği, Arap kabile toplumları için ne anlam ifade ettiği üzerinde durulacaktır. Buradan hareketle millet kavramının temel olarak üç bakış üzerinden ele alındığı ilkçi, modernist ve sosyo-biyolojik yaklaşımlar ile nasıl tanımlandığı ve bu tanımların ele alınan asabiye kavramı ile ne gibi benzer ya da farklı noktaları olduğu üzerinde durulacaktır. Çalışmanın temel aldığı argüman, birisi İslam siyasal düşünceler tarihinde diğeri ise Batı siyasal düşünceler tarihinde yer alan ve farklı dönemler ve tarihsel arka planlar sonucunda ortaya çıkan iki kavramsallaştırmanın nasıl yakın anlamlar taşıyor olduğunun ortaya konmasıdır. Abstract This study aims to give a reading of comparision compr Ibn Khaldun's concept of "asabiya" to the concept of "nation" and "nationality" within the context of 3 basic approaches. In this parallel, the concept of "asabiya" by Ibn Khaldun through the society will be discussed. The aim and definition of the concept of "asabiya" in Islamic political thought and how it place to the social transformation, and what it means for Arab tribe societies. From this point of view, the similarities and differentiations between the concept of nation which is defined by primordialist, modernist and socio-biological approaches, and the concept of asabiya will be executed. The argument of the study is based on an assessment from a concept which comes from Islamic political thought and another concept which comes from Western political thoughts, in which they can be parallel or different in explaining the social order.
Öz Bu makalede disipline edici ve düzenleyici iktidar kavramları Foucault'nun bireye dönüştürülen... more Öz Bu makalede disipline edici ve düzenleyici iktidar kavramları Foucault'nun bireye dönüştürülen bedenlerin kontrolünün anlaşılabilmesi için ele alınmıştır. Biyoiktidar ve özne kavramları ile Foucault, iktidarın her şeyi kapsadığı ve her yerde olduğu kabulünü ortaya koymaktadır. Özne, biyoiktidar tarafından sarılmıştır. Öznenin sorgulama ile iktidara karşı direnişi, biyoiktidarın özneden beslenerek kendini yeniden üretmesi ile sonuçlanmaktadır. Bu paralelde çalışmada disipline edici ve düzenleyici iktidar kavramsallaştırmalarının modern dönem ve ulus-devlet olgularına denk geldiği; yeni dünya düzeni ve küreselleşme kavramlarının ise biyoiktidarın bir parçası ve temeli olarak görüldüğü argümanları ortaya konmaktadır. Öznenin oluşturduğu direnç ise çokluk olarak kavramsallaştırılmaktadır. Bu paralelde çalışmanın amacı, Hardt ve Negri tarafından Foucault'da ele alınan biyoiktidar-özne arasındaki sarmal ilişkinin öncelikle imparatorluk ve çokluk kavramsallaştırmaları üzerinden bir okumasının yapılması, daha sonra çokluk olarak sorunsallaştırılan öznenin biyoiktidarın içerisinden bir çıkışının bulunup bulanamadığına dair sorunun sorulmasıdır. Abstract This article examines the concepts of disciplinary and regulatory power with a view to comprehending the control of bodies through individualization. Foucault emphasized that biopower is a form of power which is everywhere and encompasses everything. The subject is intertwined by biopower. The resistance of subject against power though interrogation, ends up in a situation where biopower reproduces itself by feeding on the subject. In this study it is argued that the conceptualization of disciplinary and regulatory powers corresponds to the phenomena of modern era and nation-state; while the new world order and globalization fit into biopower. In addition, the resistance of the subject is conceptualized as multitude. Hence, this study aims to assert a reading of empire and multitude by Hardt and Negri via the spiral/grifted relation between biopower and the subject; then asking whether there is a way for the subject, which turns into multitude, out of biopower.
Nisan, 2020
ÖZ Toplumsal Cinsiyet çalışmaları içerisinde cinsiyet (sex) ve toplumsal cinsiyet (gender) ayrımı... more ÖZ Toplumsal Cinsiyet çalışmaları içerisinde cinsiyet (sex) ve toplumsal cinsiyet (gender) ayrımı 'toplumsallaşma' süreci ile ortaya konan 'kadın' ve 'erkek' rolleri üzerinden kendisini üretmektedir. Kadın ve erkek rollerinin toplumda üretimi ve yeniden üretimi; aile, okul, arkadaş grupları, iş ortamı kısacası "devletin ideolojik aygıtları" aracılığıyla gerçekleşmektedir. Biyolojik olarak tamamen rastlantı sonucu oluşan cinsiyetler üzerinden kendine yaşam alanı bulan toplumsal cinsiyet, inşa edilen bir kavramdır. Toplumsal cinsiyet, sosyalleşme sürecinde dinamikliğini ve devamlılığını okul, arkadaş grupları, aile gibi kurumlar tarafından kazandığı gibi 'medya'nın yeniden üretim aracı olarak kullanımı ile de uygulanmaktadır. Bu paralelde Stuart Hall'un "şifreleme ve deşifreleme" (encoding-decoding) kuramıyla ortaya koyduğu medyanın belirlemeciliği ve izleyiciye yani topluma aktarılan kodlar ile toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretilmesi süreci çalışmanın temel hareket noktası olarak alınmaktadır. Bu paralelde küreselleşme ile beraber dünyaya açılan ve uluslararası bir firma olan Coca-Cola'nın "küreyerelleşme" ekseninde Ramazan ayında yayınlanan ve iftar temasını içeren reklamı incelemeye alınacaktır. Bu incelemede toplumsal cinsiyet rollerinin izleyiciye aktarımı, küreyerelleşme ile izleyicinin kültürü örf ve adetleri ile yakınlık kurularak oluşturulan örnek reklam, Hall'un kuramı içerisinde yer alan yöntemsel öğeler üzerinden incelenecektir. Bu inceleme ile küreselleşme çağında izleyicilerin medyanın etkisi ile belirli toplumsal cinsiyet kodları üzerinden nasıl şekillenebileceği ortaya konacaktır. Aynı zamanda medyanın toplum yapısı üzerinde benzerlik ve farklılıkları birbirlerine entegre ederek izleyicinin algısını dönüştürdükleri argümanı örneklenerek ele alınacaktır. ABSTRACT In the studies of gender the difference between sex and gender are revealed by the roles of woman and men through the socialization process. The production and reproduction of women and men are executed by the ideological instruments of state such as the family, the school, the peer groups and the work. Gender is a constructed term that is maintained from sex which is biologically coincidental. Other than family, school, work or peer groups, media is another instrument to reconstruct gender roles in the society. Visual and audial programmes, which are directly related to the person's subconscious and different cultural levels, help the reconstruction process. In parallel with this, the advertisement of Coca-Cola, which is an international company opened to the world together with globalization, aired in Ramadan within the context of "glocalization" is examined. In this study, the aim is to examine the ad and how the gender roles are transferred to the audience via this ad, which is created by establishing intimacy with the cultural and customary traditions of the audience, through the methodological elements of Hall's theory. In this review, it will be demonstrated how the audience can be constructed through the influence of the media through certain gender codes in the age of globalization. At the same time, it will be discussed by exemplifying the argument that the media transform the audience's perception by integrating similarities and differences on its social structure.
ÖZET Foucault'nun iktidar ve özne arasındaki ilişkiyi her yerde ve her durumda oluşan bir olgusal... more ÖZET Foucault'nun iktidar ve özne arasındaki ilişkiyi her yerde ve her durumda oluşan bir olgusal kabulden yola çıkarak açıklamış olması çalışmadaki temel çıkış noktasıdır. Foucault' ya göre özne bireyden farklıdır ve içinde bulunduğu toplumun disiplinci-düzenleyici politikaları tarafından ehlileştirilmiştir. Çalışma öncelikle öznenin nasıl ortaya çıktığı, bireyden farklı yönlerinin neler olduğu ve özneyi özne konumuna getiren iktidarın nasıl işlediğini ele almaktadır. Bu noktadan hareketle modern toplum içerisinde kendisini özgür bir karar veren olarak gören "özneleşmiş" bireyin aslında iktidar tarafından nasıl bir sarmal içerisinde yeniden üretildiği analiz edilmelidir düşüncesi çalışmanın temel amacını oluşturmaktadır. Bu analizin sorunsallaştırma ve sorgulama olduğunu dile getiren Foucaultcu bakış açısı, direniş hareketini göstererek içinde bulunduğu iktidarı sorgulayan bireyin yeniden özneden dönüşümünü ele almaktadır. Bu direnişte entelektüelin rolüne vurgu yapan Foucault, entelektüel aracılığıyla öznenin gözetim toplumundan nasıl kurtulacağının değerlendirmesini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada Foucaultcu bakış açısı ile iktidar, özne ve birey arasındaki ilişkinin nasıl işlediği üzerine bir okuma yapılmaktadır. ABSTRACT The starting point of this study is the Foucauldian's conceptualization of the relation between power and subject as n factual acceptance in anywhere and any situtation. According to Foucault, subject, which gets obeyed by the politics of disciplinary and regulatory whitin the society, is different than the agent. This study appraches how the subject is constructed, what are the differences from the agent and how the power works for constructing the subject. Therefore, this study aims at analyzing the reconstruction of the "subjectified" agent, which sees itself as a free will, spirally by the power. The Foucauldian approach embodies that analyze as a problematization and questioning process, and points the reconstruction of the agent from the subject questioned the power. Foucault emphasizes the role of the intellectual in that revolution. It is executed how the subject is rescued from survelliance society by intellectual. Hence, in this study it is revealed how the relationship of the power, the subject and the agent work with by Foucauldian perspective.
Bu çalışmada feminizmin ve çokkültürlülük ilişkisi üzerine bir inceleme yapılması amaçlanmaktadır... more Bu çalışmada feminizmin ve çokkültürlülük ilişkisi üzerine bir inceleme yapılması amaçlanmaktadır. Bu paralelde 1980’li yıllardan beri ortaya konmuş olan ikinci dalga feminizmin parametreleri ve 1990’lar itibari ile toplumsal cinsiyet kavramsallaştırması ve kimlik politikaları paralelinde ele alınan üçüncü dalga feminizmin parametreleri değerlendirilecektir. Bu temel unsurlar üzerinden çokkültürlülük kuramı içerisindeki liberal ve eleştirel yaklaşımların ikinci ve üçüncü dalga feminizm ile kesiştiği problemli durumlar ataerkillik ve kadının özgürleşmesi bağlamında kültürel farklılıkların ortaya koyduğu ırk, cinsiyet ve sınıf temelindeki tartışmalar üzerinden değerlendirilecektir.
Öz Bu çalışmanın temel argümanı, küreselleşmenin ulus-devletin egemenlik alanı ve farklılıklar te... more Öz Bu çalışmanın temel argümanı, küreselleşmenin ulus-devletin egemenlik alanı ve farklılıklar temelinde demokrasi üzerindeki etkilerinin bir analizinin ortaya konmasıdır. Demokrasi kavramı, küreselleşmenin temel unsurları çerçevesinde ele alındığında muğlak bir kavram haline dö-nüşmüştür. Yeni dünya düzeninde demokrasi nedir, neleri temsil eder ya da etmelidir sorularının sorulması önemlidir.Küreselleşmenin beraberinde getirmiş olduğu farklılık, çoğulluk gibi kimlik politikaları temelinde ele alınan parametreler küreselleşmenin de etkisi ile sınırları belirsizleşen ve birbirleri ile iletişimleri grift hale dönüşen ulus devletin de sorgulanmasını gerekli kılmaktadır. Bu paralleled ulus-devlet ve liberal demokrasi arasındaki ilişki, kendi içerisinde birsorgulama sürecine girmiştir. Çoğunluğun zorbalığı olarak ele alınabilecek olan ve farklılıkların gözardı edilmesi ile sonuçlanan liberal demokrasi 90'lar ile bearer konjonktürel değişikliklerle beraber değerlendirildi-ğinde dönüşüme ihtiyaç duyar bir hal almıştır. Bu sebeple çalışma içerisinde liberal olan demokras-inin ne gibi alternatifleri vardır sorusuna Chantal Mouffe'un karşılaştırmalı olarak ele aldığı alter-natif demokrasi modelleri ve içerikleri değerlendirilerek bir analiz yapılacaktır.Radikal, kozmopolit ve müzakereci demokrasilerin, var olan liberal demokrasi örneğine ne gibi eleştirileri vardır ve nasıl modeler ortaya koymaktadırlar sorusuna cevap verilerek bir analiz yapılacaktır. Bu analizin neti-cesinde ise yakın dönem siyasi olayları ile beraber liberal demokrasilerin nasıl bir dönüşüm yaşadıkları, bu süreçte ortaya çıkan ulus güvenliği temelindeki liberal olan demokrasilerin geçirdiği dönüşüm ve illebral demokrasilerin ortaya çıkışı da değerlendirmeye dahil edilerek günümüze dair sürece de kısaca değinilecektir.
KaosQ Talim Terbiye, 2017
Bilgi 20/2/2018 by Bilge Duruturk
Books by Bilge Duruturk
100. YILINDA TÜRKİYE - RUSYA İLİŞKİLERİ : Çok Taraflı Gelişmeler, Karşılıklı Etkileşimler, 2021
ÖNSÖZ
Çok sayıda bilim insanının Türkiye - Rusya ilişkilerini siyasi, ekonomik, stratejik ve ç... more ÖNSÖZ
Çok sayıda bilim insanının Türkiye - Rusya ilişkilerini siyasi, ekonomik, stratejik ve çevresel boyutlarıyla değerlendiren makalelerini Doç. Dr. Elif Hatun Kılıçbeyli’ nin çabalarıyla bir araya getiren 100. yılında Türkiye - Rusya İlişkileri: Çok Taraflı Gelişmeler, Karşılıklı Etkileşimler başlıklı kitap önemli bir boşluğu dolduracak değerli bir eser olmuştur.
Avrupa, Asya ve Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden olan Türkiye ve Rusya tarih boyunca bu bölgedeki gelişmeler üzerinde önemli rol oynamışlardır. Dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle inişli çıkışlı bir seyir gösteren bu ilişkilerin dönüm noktası 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması olmuştur. Kitabın bu antlaşmanın 100. yıldönümünde yayınlanması özel bir önem taşımaktadır.
Dünyada ve bölgede yaşanan ve milyonlarca insanın hayatına mal olan savaşlara, iki ülkenin uzun süre farklı kamplarda yer almalarına rağmen Moskova Antlaşmasından bu yana yaşanan yüz yıl içinde Türkiye’yle Rusya arasında barışın sürdürülebilmesi, üzerinde önemle durulması gereken bir noktadır. Zira ondan önceki iki yüzyılı aşkın zamanda iki ülke arasında, kısa süreli yakınlaşma dönemleri dışında, çoğunlukla savaş, gerginlik ve güvensizlik havası egemen olmuştu.
Gerçekten, Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya’sının farklı stratejik çıkarları, siyasi beklentileri, Avrupa’nın diğer büyük devletlerinin kendi menfaatleri doğrultusunda izledikleri politikalar bölgede uzun barış, güvenlik ve istikrar dönemlerinin yaşanmasına olanak vermemişti.
Birinci Dünya Savaşı’na iki düşman ülke olarak giren Türkiye ile Rusya’nın savaş yıllarında yaşadıkları tecrübelerden sonra, ortak çıkarlarının önemini daha iyi kavrayarak, Atatürk ve Lenin’in önderliğinde başlattıkları dostluk ve işbirliği dönemi kalıcı izler bırakmıştır.
Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na Rusya’nın verdiği destek ve Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh ve Cihanda Sulh’ sözleriyle simgeleşen Türkiye’nin barışçı politikası farklı ideolojileri benimsemelerine rağmen Türkiye’yi ve Rusya’yı birbirine yakınlaştırmıştır.
Savaştan sonra imzalanan Lozan Antlaşması ve Montreux Sözleşmesi Türkiye ile Rusya’nın güvenliğine ve Karadeniz’in bir barış denizi olmasına katkı sağlamıştır.
Soğuk Savaş yıllarının güçlüklerine ve zaman zaman yaşanan arzu edilmeyen söylemlere ve gelişmelere rağmen sonunda o dönemde bile iki ülke ortak ekonomik çıkarlarını değerlendirerek önemli projeleri gerçekleştirmişlerdir.
Türkiye ve Rusya, ekonomi, ticaret, sanayi, enerji ve turizm gibi alanlarda önemli başarılara imza atmışlardır. Bugün iki ülke, başta Suriye olmak üzere, bölgesel sorunların barışçı çözümlere kavuşturulması için aralarındaki diyalogu sürdürmekte, işbirliği yapma yollarını araştırmaktadırlar. BM yasasının özünü teşkil eden devletlerin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü ilkelerine saygı gösterilerek bütün bu sorunların çözüme kavuşturulması Türkiye’nin ve Rusya’nın ortak hedefi olmalıdır.
Bu kitap işte bütün bu konularda siyasetçilere, bilim insanlarına, gazetecilere ve aydınlara ufuk açıcı bir kaynak olacaktır. Kitaba katkıda bulunan değerli yazarları içtenlikle kutluyorum.
Onur Öymen Emekli Büyükelçi
Bu kitabın basım, yayın, satış hakları © Nika Yayınevi Basım Yayın Matbaacılık Dağıtım Reklam Eğitim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti.'ye aittir. Anılan kuruluşun izni alınmadan kitabın tümü ya da bölümleri, mekanik, elektronik, manyetik ya da başka yöntemlerle çoğaltılamaz, basılamaz.
Uploads
Papers by Bilge Duruturk
Bilgi 20/2/2018 by Bilge Duruturk
Books by Bilge Duruturk
Çok sayıda bilim insanının Türkiye - Rusya ilişkilerini siyasi, ekonomik, stratejik ve çevresel boyutlarıyla değerlendiren makalelerini Doç. Dr. Elif Hatun Kılıçbeyli’ nin çabalarıyla bir araya getiren 100. yılında Türkiye - Rusya İlişkileri: Çok Taraflı Gelişmeler, Karşılıklı Etkileşimler başlıklı kitap önemli bir boşluğu dolduracak değerli bir eser olmuştur.
Avrupa, Asya ve Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden olan Türkiye ve Rusya tarih boyunca bu bölgedeki gelişmeler üzerinde önemli rol oynamışlardır. Dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle inişli çıkışlı bir seyir gösteren bu ilişkilerin dönüm noktası 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması olmuştur. Kitabın bu antlaşmanın 100. yıldönümünde yayınlanması özel bir önem taşımaktadır.
Dünyada ve bölgede yaşanan ve milyonlarca insanın hayatına mal olan savaşlara, iki ülkenin uzun süre farklı kamplarda yer almalarına rağmen Moskova Antlaşmasından bu yana yaşanan yüz yıl içinde Türkiye’yle Rusya arasında barışın sürdürülebilmesi, üzerinde önemle durulması gereken bir noktadır. Zira ondan önceki iki yüzyılı aşkın zamanda iki ülke arasında, kısa süreli yakınlaşma dönemleri dışında, çoğunlukla savaş, gerginlik ve güvensizlik havası egemen olmuştu.
Gerçekten, Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya’sının farklı stratejik çıkarları, siyasi beklentileri, Avrupa’nın diğer büyük devletlerinin kendi menfaatleri doğrultusunda izledikleri politikalar bölgede uzun barış, güvenlik ve istikrar dönemlerinin yaşanmasına olanak vermemişti.
Birinci Dünya Savaşı’na iki düşman ülke olarak giren Türkiye ile Rusya’nın savaş yıllarında yaşadıkları tecrübelerden sonra, ortak çıkarlarının önemini daha iyi kavrayarak, Atatürk ve Lenin’in önderliğinde başlattıkları dostluk ve işbirliği dönemi kalıcı izler bırakmıştır.
Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na Rusya’nın verdiği destek ve Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh ve Cihanda Sulh’ sözleriyle simgeleşen Türkiye’nin barışçı politikası farklı ideolojileri benimsemelerine rağmen Türkiye’yi ve Rusya’yı birbirine yakınlaştırmıştır.
Savaştan sonra imzalanan Lozan Antlaşması ve Montreux Sözleşmesi Türkiye ile Rusya’nın güvenliğine ve Karadeniz’in bir barış denizi olmasına katkı sağlamıştır.
Soğuk Savaş yıllarının güçlüklerine ve zaman zaman yaşanan arzu edilmeyen söylemlere ve gelişmelere rağmen sonunda o dönemde bile iki ülke ortak ekonomik çıkarlarını değerlendirerek önemli projeleri gerçekleştirmişlerdir.
Türkiye ve Rusya, ekonomi, ticaret, sanayi, enerji ve turizm gibi alanlarda önemli başarılara imza atmışlardır. Bugün iki ülke, başta Suriye olmak üzere, bölgesel sorunların barışçı çözümlere kavuşturulması için aralarındaki diyalogu sürdürmekte, işbirliği yapma yollarını araştırmaktadırlar. BM yasasının özünü teşkil eden devletlerin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü ilkelerine saygı gösterilerek bütün bu sorunların çözüme kavuşturulması Türkiye’nin ve Rusya’nın ortak hedefi olmalıdır.
Bu kitap işte bütün bu konularda siyasetçilere, bilim insanlarına, gazetecilere ve aydınlara ufuk açıcı bir kaynak olacaktır. Kitaba katkıda bulunan değerli yazarları içtenlikle kutluyorum.
Onur Öymen Emekli Büyükelçi
Bu kitabın basım, yayın, satış hakları © Nika Yayınevi Basım Yayın Matbaacılık Dağıtım Reklam Eğitim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti.'ye aittir. Anılan kuruluşun izni alınmadan kitabın tümü ya da bölümleri, mekanik, elektronik, manyetik ya da başka yöntemlerle çoğaltılamaz, basılamaz.
Çok sayıda bilim insanının Türkiye - Rusya ilişkilerini siyasi, ekonomik, stratejik ve çevresel boyutlarıyla değerlendiren makalelerini Doç. Dr. Elif Hatun Kılıçbeyli’ nin çabalarıyla bir araya getiren 100. yılında Türkiye - Rusya İlişkileri: Çok Taraflı Gelişmeler, Karşılıklı Etkileşimler başlıklı kitap önemli bir boşluğu dolduracak değerli bir eser olmuştur.
Avrupa, Asya ve Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden olan Türkiye ve Rusya tarih boyunca bu bölgedeki gelişmeler üzerinde önemli rol oynamışlardır. Dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle inişli çıkışlı bir seyir gösteren bu ilişkilerin dönüm noktası 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması olmuştur. Kitabın bu antlaşmanın 100. yıldönümünde yayınlanması özel bir önem taşımaktadır.
Dünyada ve bölgede yaşanan ve milyonlarca insanın hayatına mal olan savaşlara, iki ülkenin uzun süre farklı kamplarda yer almalarına rağmen Moskova Antlaşmasından bu yana yaşanan yüz yıl içinde Türkiye’yle Rusya arasında barışın sürdürülebilmesi, üzerinde önemle durulması gereken bir noktadır. Zira ondan önceki iki yüzyılı aşkın zamanda iki ülke arasında, kısa süreli yakınlaşma dönemleri dışında, çoğunlukla savaş, gerginlik ve güvensizlik havası egemen olmuştu.
Gerçekten, Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya’sının farklı stratejik çıkarları, siyasi beklentileri, Avrupa’nın diğer büyük devletlerinin kendi menfaatleri doğrultusunda izledikleri politikalar bölgede uzun barış, güvenlik ve istikrar dönemlerinin yaşanmasına olanak vermemişti.
Birinci Dünya Savaşı’na iki düşman ülke olarak giren Türkiye ile Rusya’nın savaş yıllarında yaşadıkları tecrübelerden sonra, ortak çıkarlarının önemini daha iyi kavrayarak, Atatürk ve Lenin’in önderliğinde başlattıkları dostluk ve işbirliği dönemi kalıcı izler bırakmıştır.
Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na Rusya’nın verdiği destek ve Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh ve Cihanda Sulh’ sözleriyle simgeleşen Türkiye’nin barışçı politikası farklı ideolojileri benimsemelerine rağmen Türkiye’yi ve Rusya’yı birbirine yakınlaştırmıştır.
Savaştan sonra imzalanan Lozan Antlaşması ve Montreux Sözleşmesi Türkiye ile Rusya’nın güvenliğine ve Karadeniz’in bir barış denizi olmasına katkı sağlamıştır.
Soğuk Savaş yıllarının güçlüklerine ve zaman zaman yaşanan arzu edilmeyen söylemlere ve gelişmelere rağmen sonunda o dönemde bile iki ülke ortak ekonomik çıkarlarını değerlendirerek önemli projeleri gerçekleştirmişlerdir.
Türkiye ve Rusya, ekonomi, ticaret, sanayi, enerji ve turizm gibi alanlarda önemli başarılara imza atmışlardır. Bugün iki ülke, başta Suriye olmak üzere, bölgesel sorunların barışçı çözümlere kavuşturulması için aralarındaki diyalogu sürdürmekte, işbirliği yapma yollarını araştırmaktadırlar. BM yasasının özünü teşkil eden devletlerin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü ilkelerine saygı gösterilerek bütün bu sorunların çözüme kavuşturulması Türkiye’nin ve Rusya’nın ortak hedefi olmalıdır.
Bu kitap işte bütün bu konularda siyasetçilere, bilim insanlarına, gazetecilere ve aydınlara ufuk açıcı bir kaynak olacaktır. Kitaba katkıda bulunan değerli yazarları içtenlikle kutluyorum.
Onur Öymen Emekli Büyükelçi
Bu kitabın basım, yayın, satış hakları © Nika Yayınevi Basım Yayın Matbaacılık Dağıtım Reklam Eğitim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti.'ye aittir. Anılan kuruluşun izni alınmadan kitabın tümü ya da bölümleri, mekanik, elektronik, manyetik ya da başka yöntemlerle çoğaltılamaz, basılamaz.