DEUİFD XLVI / 2017, ss. 63-99.
KUR’ÂN’DA DİNÎ ŞÜPHE
Nurullah DENİZER*
ÖZ
İnsan, doğası gereği merak eden, sorgulayan, bir bilginin hakikatini
kabullenebilmek için ikna olması gereken ve bu konuda sürekli tatmin arayışı
içerisinde bulunan bir varlıktır. Bu durumdan dinî bilgi de istisna değildir. İnsan
vahiy ile kendisine bildirilen dinî bilgiler hususunda da sürekli bir merak ve
onların hakikatini arayış içerisinde olmuştur. Dinî bilginin fizikî dünyaya dair
yönü her devrin imkânları nispetince araştırılmış ve araştırılmaya devam
etmektedir. Dinî bilginin metafizik yönü ise fizikî imkânlarla doğrulanabilir bir
alan değildir. Dolayısıyla bu konular iman sahası içine girmektedir. Sağlam bir
imanın, içerisinde şüphe barındırmaması beklenir. Bununla birlikte imanın bu
seviyeye ulaşması sürecinde birey, inandığı konular hakkında şüphe içerisine
düşebilir. Bu durumda şüphe; bireyin imanî meselelerde çıkmaza girmesine ve
hatta imanını kaybetmesine sebep olabileceği gibi onu, kuşku duyduğu konuları
araştırmaya sevk ederek imanda tahkik seviyesine de ulaştırabilir. Bu çalışmada
öncelikle, Kur’ân-ı Kerîm’de şüphe anlamında kullanılan kavramlar ele alınacak,
Kur’ân-ı Kerîm’de hangi konularda insanların şüpheye düştüğü
değerlendirilecek ve Hz. Peygamber’in konu ile ilgili hadîs-i şerîflerinden de
yararlanılarak şüphenin iman ile olan ilişkisi, Kur’ân-ı Kerîm ışığında ortaya
konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kur’ân, din, iman, şüphe, dinî şüphe
RELIGIOUS DOUBT IN THE QUR'AN
ABSTRACT
Human beings by nature, are curious and in need of persuasion to acknowledge
the truth of knowledge accompanied by a pursuit of constant satisfaction in this
matter. In this case, religious knowledge has no exception. The human being
has been searching for a constant curiosity and their truth about the religious
knowledge reported to him through revelation. The direction of religious
knowledge to the physical world has been researched and it is still continues to
be investigated. The metaphysical aspect of religious knowledge is not verifiable
*
Yrd. Doç. Dr., Uşak Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı.
Makalenin Hakemlere Gönderiliş Tarihi : 06/10/2017
Makalenin Hakemlerden Geliş Tarihi
: 28/11/2017
64
Nurullah DENİZER
by physical means. Therefore, these subjects fall into the field of faith. It is
expected that a Iman belief should not contain doubt. However, in the process
of reaching this level of faith, the mind or heart may be in doubt about their
beliefs. Doubt in this case; It may lead the individual to break out of the faith
and even lose faith, and may even reach the level of the ascertain of Iman, by
referring him to his suspicions. In this study, firstly the concepts used in the
Qur'an in the sense of doubt will be discussed and in which subjects the Qur'an
will fall into doubt in the Qur'an. Utilizing the Prophet's hadiths related to the
subject, the relationship between skepticism and faith will be tried to be
revealed in the light of the Holy Qur'an.
Key words: Quran, religion, faith, doubt, religious doubt
Giriş
İnsan, doğası gereği merak eden, sorgulayan ve bir bilginin
hakikatini kabullenebilmek için ikna olması gereken bir varlıktır. Objesini
metafizik konuların oluşturduğu imana dair meselelerde ise insan, her ne
kadar kendisine ulaşan dinî bilgiye teslim olarak iman etse de bu
metafizik konuların içeriğine tam manasıyla vâkıf olması mümkün
olmadığından, ömrü müddetince çeşitli boyutlarda şüpheler içerisine
düşebilmektedir. Ayrıca insan yaşamı boyunca, dinî inançlarla
bağdaştırmakta zorlandığı çeşitli durumlarla da karşılaşabilir. Karşılaştığı
durumlarla dinî inançlarını bağdaştıramaması, bireyin bu inançlara dair
şüphe içerisine düşmesine neden olabilir. Kişinin içine düşebileceği bu
şüphe hali yadırganmamalı ve kaçınılması gereken bir durum olarak kabul
edilmemelidir. Zira şüphe olmaksızın bir kimsenin tasdik ve inanma
kapasitesini tam olarak kullanabildiği söylenemez. Çünkü zihni en
kuvvetli şekilde daha yüksek yorum seviyesine zorlamak şüphenin bir
özelliğidir. Bu nedenle şüphe ruhsal yaşamın gelişiminin zorunlu ve
evrensel bir belirtisi sayılabilir.1
Somut verilerle doğrulanması mümkün olmayan iman ile ilgili
meseleler hakkında şüpheye düşmek ve onları sorgulamak, bireyin
imanını tahkîkî boyuta ulaştırmasıyla da onu tamamen kaybetmesiyle de
sonuçlanabilir. Bu noktadaki ayrımı belirleyen husus, içine düşülen
1
Abdurrahman Kasapoğlu, “Dinsel Şüphe”, Kelam Araştırmaları, cilt: 3, sayı: 2 (2005),
s. 66.
Kur’an’da Dinî Şüphe
65
şüphenin niteliğidir. İnsanı hakikatten uzaklaştıran, hiçbir şeyin mutlak
olarak bilinemeyeceği, bilinebilen şeylerin ise sübjektif olduğu sonucuna
götüren septik şüphe, imana konu olan meselelerin kabulü hususunda
bireyi çıkmaza sürüklerken; doğru bilgiye ulaşmak için temel bir esas
olarak kabul edilen metodik şüphe2 ise imanın sağlamlaşmasına yardımcı
olan bir mahiyet arz eder.
Müslüman olmanın ilk şartı olan iman, Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok
ayetinde farklı boyutları ile ele alınmıştır. Bu boyutlardan birisi de iman
ve iman esasları ile ilgili konularda insanların düşmüş olduğu şüphedir.
Kur’ân-ı Kerîm insanların iman edip etmeme konusundaki tercihlerine
yahut iman ettikten sonra iman ettikleri şeyin hakikati hakkında
düştükleri şüphelere yer yer değinmiş ve bu tür durumlarda insanların
nasıl bir tutum sergilemesi gerektiğine dair tavsiyelerde bulunmuştur.
Kur’ân’da şüphe, çeşitli kavramlarla ifade edilmiştir. Bu
kavramların yer aldığı ayetlere bakıldığında şüpheye konu olan objenin
genellikle metafizik unsurlar olduğu görülmektedir. Bu unsurlara dair
şüphenin bahis konusu edildiği ayetlerde, şüphenin türünün genellikle
‘inkârcı şüphe’ yani imanla ilgili metafizik gerçeklikleri inkâr eden
kimselerin inkârlarının tamamlayıcı bir elemanı işlevini üstlendiği
görülmektedir.3 Kur’an yer yer, inkârcıların nasıl şüphe duyduklarına
2
3
Doğru bilgiye ulaşmada şüpheyi öncül olarak kullanma Descartes’ın bilgi
felsefesinde önemli bir yere sahiptir. Descartes, şüpheyi, doğru ve kesin bilgiye
ulaşmak için bir metot olarak kullanmıştır. Bu nedenle, onun şüphesi, kendiliğinden
doğan bir şüphe değil, düşünülen istenilen, aklın ışığı ve iradenin gücü ile hakikati
aramaya yönelik, hiçbir şeyi dışarıda bırakmayan tam bir şüphe, yani metodik
şüphedir. Böyle bir şüpheden sonra ancak mutlak ve sarsılmaz bir hakikate ulaşılmış
olacak ve bu hakikat bilgi binasının kuruluşunda sağlam bir temel teşkil edecektir.
(Ülker Öktem, “Descartes’da Bilginin Kesinliği Problemi”, Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: XV (1999), s. 311.) Benzer şekilde metodik şüphenin
Mevlana'da da olduğu söylenebilir. Çünkü Mevlana bilgi hakkında, “Bilgiyi terk
etmede arayalım.” der. Bu, şimdiye kadar öğrendiğimiz bilgilerden sıyrılıp, onları
‘askıya alıp’, kesin olana ulaşmamız için yeniden çaba sarf etmemiz gerektiği
anlamına gelir. Bu öğretide şüphe, yakîne ulaşmanın başlangıcıdır. İnsan şüphe
eder. Bu şüphesini gidermenin yollarını arayıp durur. Ona göre her şüphe, ‘yakîn’
bilgiye susamış bir ‘hâl’i ifade eder. (Hasan Çiçek, “Kadîm Üç Felsefe Problemi
Bağlamında Mevlana’nın Mesnevî’sinde Metaforik Anlatım”, Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: XLIV (2003), s. 304.)
Kasapoğlu, “Şüphe İnkâr İlişkisi”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, cilt: 4,
sayı: 1 (2004), s. 58.
66
Nurullah DENİZER
değinmekte, bazen de imana dair meseleler hakkında şüphe
duyulmamasını ve bu konular hakkında şüphe duyanlardan olunmaması
gerektiğini bildirmektedir.
Bu çalışmada öncelikle Kur’ân’da şüphe anlamında kullanılan
kavramlar incelenecek, sonra da şüpheye konu olan meseleler esas
alınarak ilgili ayetler hakkında değerlendirmelerde bulunulacaktır.
1. Kur’ân’da Şüphe İle İlgili Kavramlar
Kur’ân’da şüphe, ‘rayb’, ‘şekk’, ‘mirye’, ‘zann’, ‘maraz’ ve ‘harec’
kavramlarıyla ifade edilmiştir. Ayrıca bu kavramlara mana ilişkisi
içerisinde olan ‘vesvese’ kelimesi de konuyla olan ilişkisinden ötürü önem
arz etmektedir.
1.1. Rayb / رﻳﺐ/ ب-ي-ر
‘ ’ر ي بkökünden gelen ‘rayb’ kelimesi sözlükte zamanın akışı
içerisinde meydana gelen musibet ve felaketleri ifade eden ‘sarfu’d-dehr’
ifadesi ile açıklanmıştır4 ki insan bu musibetler karşısında kuşkuya
düşmektedir. Yine bu kelime şekk, zan ve töhmet manalarına da
gelmektedir.5 Zemahşerî ise bu kelimeyi, nefsin sıkıntı ve ızdıraba
4
5
Ebû Abdurrahmân Halîl b. Ahmed b. Amr el-Ferâhidî, Kitâbu’l-Ayn, thk.
Abdulhamîd Hindâvî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003, III, 164.
Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasan el-Ezdî el-Basrî İbn Düreyd, Cemheratü’l-Lüga,
thk. Remzi Münîr Ba‘lebekî, Dâru’l-ilm li’l-melâyîn, Beyrut, 1987, I, 332; Ebû
Mansur Muhammed b. Ahmed b. Ezher el-Herevî Ezherî, Tehzîbu’l-Luga, Dâru
ihyâi’t-turâsi’l-arabî, Beyrut, 2001, XV, 182; Ebû Nasr İsmail b. Hammâd Cevherî,
es-Sıhâh Tâcu’l-Luga ve Sıhâhi’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdulgafûr Attâr, Dâru’l-ilm li’lmelâyîn, Beyrut, 1987, I, 141; Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal
Râgıb İsfahânî, Müfredâtü Elfâzi’l-Kur’ân, thk. Safvân Adnân Dâvûdî, Dâru’l-kalem,
Dimeşk, 2002, s. 368; Ebu’s-Seâdât Mecdüddîn Mübârek b. Esîrüddîn Muhammed
b. Muhammed Şeybânî Cezerî İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-Usûl fî Ehâdîsi’r-Resûl, thk.
Abdulkadir el-Arnaut, Mektebetü’l-halvanî-Matbaatü’l-milâh-Mektebetü dârîlbeyân, IV, 83; Ebu’l-Fadl Cemâluddîn İbn Mükrem İbn Manzûr, Lîsânu’l-Arab,
Dâru Sâdır, Beyrut, 1414, I, 442; Ebu’l-Feyz Murtazâ Muhammed b. Muhammed b.
Muhammed Zebîdî, Tâcü'l-Arûs min Cevâhiri'l-Kâmûs, thk. Ali Hilâlî, Matbaatu
Hukûmeti Kuveyt, Kuveyt, 2004, II, 547
Kur’an’da Dinî Şüphe
67
düşmesi olarak açıklamaktadır.6 Rayb kelimesi türevleriyle birlikte
Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi altı ayette yer almaktadır.7
1.2. Şekk/ ﺷﻚ/ ك-ك-ش
Kur’ân-ı Kerîm’de on beş yerde geçen8 ve ‘ ’ش ك كkökünden
gelen ‘Şekk’ kelimesi; kesin bilgi ve inanç anlamındaki yakîn kavramının
zıddı9, birbiriyle tenakuz durumunda bulunan iki düşünce yahut inanışın
zihinde eşit miktarda bulunması10 ve kalbin bu iki taraftan hiçbirine
meyletmeme durumu olarak tarif edilmektedir.11 Şekk, bir şeyin varlığı
veya yokluğu, türü, cinsi, niteliği, amacı gibi konularda meydana
gelebilir.12 Şekk içerisinde bulunmak, kanun ve kuralları çiğnemeye; onları
ihlal etme ve hiçe saymaya yol açabilir. Zira bu durumda olan kimse,
kesin ve kararlı bir görüş sahibi olmadığı için dayanacağı sabit bir
düşünce bulamaz ve bunun sonucu olarak da kuralları çiğnemek için
kendisine daha rahat hareket edebileceği bir alan bulur.
1.3. Mirye/ ﻣﺮﻳﺔ/ ي-ر-م
‘Mirye’ ise ‘ ’م ر يkökünden türemiş, şüphe ve cedel anlamına
gelen, bir iş hakkındaki tereddüt halini ifade eden bir kelimedir.13 Bu
kökten türemiş olan ‘imtirâ’ fiili bir mesele hakkında oluşan süphe ve
tereddüdü, bu mesele hakkında bir başkasıyla tartışma ve münakaşa etme
6
7
8
9
10
11
12
13
Ebu’l-Kasım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed Zemahşerî, el-Keşşâf an
Hakâiki Gavâmizi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vüchi'’t-Te’vîl, Dâru’l-kitâbi’l-arabî,
Beyrut, 1407, I, 34.
Muhammed Fuâd Abdulbâkî, el-Mu‘cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’lHadîs, Kahire, 2001, s. 404.
Abdulbâkî, s. 475.
Ezherî, IX, 316; Cevherî, IV, 1594; İbn Manzûr, X, 451.
İsfahânî, s. 461.
Ebu’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Alî Seyyid Şerîf Hanefî Cürcânî, et-Ta‘rîfât,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1983, s. 128.
Ebu’l-Abbas Şehabeddîn Ahmed b. Yusuf b. Abdiddaîm Halebî es-Semîn, Umdetü’lHuffâz fî Tefsîri Eşrefi’l-Elfâz, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 1996, II, 285-286.
İbn Düreyd, II, 807; Ezherî, XV, 204; Cevherî, VI, 2491; İbn Manzûr, XV, 278.
68
Nurullah DENİZER
manasına gelir.14 Türevleri ile birlikte bu kelime Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi
ayette bulunmaktadır.15
1.4. Zann/ ﻇﻦ/ ن-ن-ظ
İtham, töhmet, hakkında kesin bilgi olmaksızın bir şey hakkındaki
varsayım anlamlarına gelen16 ‘zan/ ’ﻇﻦkelimesi de Kur’ân’da şüphe
anlamında kullanılan kavramlardan biri olmakla birlikte Kur’ân’da, kesin
bilgi/yakîn anlamını da ifade etmektedir. Zann kavramı Câsiye suresi 32.
ayette şüphe manasına karşılık gelirken, Bakara: 2/230, Sâd: 38/24 ve
Hâkka: 69/20 ayetlerinde ise yakîn anlamında kullanılmıştır. 17 Bu kelime
Kur’ân’da çeşitli formlarda atmış dokuz ayette yer almaktadır.18
1.5. Maraz/ ﻣﺮض/ ض-ر-م
Kur’ân’da şüphe anlamında kullanılan bir diğer kelime
‘maraz/ ’ﻣﺮضkelimesidir. Sözlükte sağlığın zıttı, hastalık19, kalp için
kullanıldığında nifak ve düşmanlık20 manalarına gelen bu kelimenin aslı
noksanlık olarak belirtilmiş, bedendeki hastalık kuvvet noksanlığı,
kalpteki hastalık ise din noksanlığı olarak tanımlanmıştır. 21 Bu iki kavram
arasındaki anlam ilişkisi; dindeki eksikliğin iman eksikliği olduğunun
düşünülmesi ve iman eksikliğine yol açacak sebeplerden biri olarak da
şüphenin kabul edilmesi olarak kurulabilir. Kur’ân’da yirmi beş ayette
14
15
16
17
18
19
20
21
İsfahânî, s. 766; İbn Manzûr, XV, 277; es-Semîn, IV, 85.
Abdulbâkî, s. 762.
İbn Düreyd, I, 154; Cevherî, VI, 2160; İbn Manzûr, XIII, 272.
Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Hâtim Sâlih ezZâmin, Merkezü Cum‘ati’l-mâcid li’s-sekâfe ve’t-türâs, Dübeyy, 2006, s. 149;
Ezherî, XIV, 260.
Abdulbâkî, s. 539-540.
İbn Manzûr, VII, 232.
Ferâhidî, IV, 134.
Ezherî, XII, 26.
Kur’an’da Dinî Şüphe
69
türevleri ile birlikte geçen bu kelime Bakara: 2/20; Tevbe: 9/125 ve
Muhammed: 47/20 ayetlerinde şüphe anlamında kullanılmıştır.22
1.6. Harec/ ﺣﺮج/ ج-ر-ح
Zorluk, darlık, yasak ve günah anlamlarındaki23 ‘harec/’ﺣﺮج
kelimesinin de Kur’ân’da şüphe manasında kullanıldığı görülmektedir.
Kur’ân’da on beş ayette kullanılan bu kelime24 Nisâ: 4/65, En‘âm: 6/125
ve A‘râf: 7/2 ayetlerinde şüphe anlamında kullanılmıştır.25
1.7. Vesvese/وﺳﻮﺳﺔ
Kur’ân’da bütün bu kavramlarla mefhum olarak benzerlik
gösteren ‘vesvese’ kavramının da yer aldığı görülmektedir. İmanî boyutta
vesvesenin farkı, diğerleri gibi insanın kendi nefsinden kaynaklanan bir
hal olmayıp şeytani bir dayanağı bulunmasıdır. Sözlükte vesvese, insanın
zihnine gelen bir takım fısıltıları ifade etmekte26, ıstılahta ise şeytanın veya
nefsin insana kötü ve zararlı telkinde bulunması, şeytandan yahut nefisten
gelen, insanı dine aykırı aşırı davranışlara yönelten telkin manasına
gelmektedir.27
Kur’ân’da vesvese kavramı beş ayette geçmektedir. Bu ayetlerin
ikisinde28 şeytanın Âdem ve eşine vesvese vererek onları günah işlemeye
teşvik ettiğinden bahsedilmekte, Nâs suresi 4-5. ayetlerde ise insanları
günah işlemeleri için sinsice kışkırtmasından ötürü bu işi yapan cin ve
insanlardan Allah’a sığınılması bir dua kalıbında bildirilmektedir. Kâf
suresi 16. ayette ise Allah, yeniden diriltilme hususunda şüphe içerisinde
bulunanları zikrettikten sonra insanı yarattığını ve nefsinin ona verdiği
22
23
24
25
26
27
28
Cemâlüddîn Ebu’l-Ferec Abdurrahmân b. Alî b. el-Cevzî, Nüzhetü'l-A’yüni’n-Nevazir
fî İlmi’l-Vüc’uh ve’n-Nezâir, thk. Muhammed Abdulkerîm Kâzım er-Râzî,
Müessesetü’r-risâle, Beyrut, 1984, s. 546; Mukâtil b. Süleyman, s. 29.
İbn Düreyd, I, 436; Ezherî, IV, 84; Cevherî, I, 305.
Abdulbâkî, s. 241.
Cevzî, s. 239.
İsfahânî, s. 869.
Mustafa Çağrıcı, “Vesvese”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2013, XLIII, 70.
A‘râf 7/20; Tâhâ 20/120.
70
Nurullah DENİZER
vesveseleri bildiğini dile getirmektedir ki bu da imânî meseleler
hakkındaki şüphe ile vesvese ilişkisini açıkça ortaya koymaktadır.
Kur’ân’da şüphe anlamında kullanılan bu kavramlar, Kur’ân’daki
kullanım alanları ve dildeki karşılıkları açısından değerlendirildiğinde
şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır. ‘Rayb’ kelimesi ‘endişe, korku, tasa,
ihtimal, şüphe, şekk, kaygı, vesvese, zan, tahmin’ gibi her türlü
belirsizliğin ve kararsızlığın genel karşılığı olarak kullanılmaktadır. Yani
‘rayb’, ‘yakîn’ kelimesinin tam olarak zıttına tekabül etmektedir.
Dolayısıyla ‘rayb’ kelimesinin olumsuzu olan ‘lâ rayb’, belirsizliğin zıttı
olan ‘kesin gerçek, mutlak hakikat’ manalarına gelmektedir.29 Kur’ân’da
‘rayb’ ve ‘lâ rayb’ kelimelerinin kullanıldığı ayetlere bakıldığında bunların,
Kur’ân ve yeniden diriliş hakkında kullanıldığı görülmektedir. Yani
Kur’ân, kendisi ve kıyamet günü hakkında şüphe ve tereddüt içerisinde
olanlara bunların mutlak gerçeklik olduğunu bildirmektedir. ‘Şekk’
kelimesinde belirsizlik ve birden çok ihtimal durumu ikiye inmektedir.
‘Şekk’ birbiri ile tearuz içindeki iki şeyden birini seçememe durumudur.
Dolayısıyla ‘rayb’ ikiden çok ihtimal karşısındaki şüphe ve belirsizliği
ifade ederken ‘şekk’ kelimesinde bu ihtimaller ikiye düşmekte ancak bu
iki ihtimalin ikisi de birbirine denk olduğundan bir tercih
yapılamamaktadır. ‘Mirye’ kelimesi ise münakaşa ve cedel yollu bir şüphe
anlamı içermektedir. ‘Mirye’nin ‘şekk’ ten farkı, bir konuya dair şüpheyi,
onu çözüme ulaştırmadan, konuyu uzatarak tartışmadır ki ‘şekk’
çoğalınca ona ‘mirye’ denilir.30 ‘Zann’ kelimesinde ise şüphenin bir
tercihe ve kanaate dönüşmesi söz konusudur. ‘Şekk’te herhangi birinin
lehine bir delil olmadan tenakuz eden iki durum arasında kalma durumu
‘zann’da bir tarafa doğru ağır basmış, karşı ihtimal de bulunmasına
rağmen diğerinden üstün olan bir inanç haline (râcih i‘tikâd)haline
gelmiştir. ‘Yakîn’ ve ‘şekk’ anlamında da kullanılan ‘zann’ kavramı,
29
30
İsmail Yakıt, “Semantik Analizler Işığında Kur’an’da ‘Reyb’ ve ‘Yakîn’
Kavramları”, Kelâm Araştırmaları Dergisi, cilt: 1, sayı: 2 (2003), s. 50-51.
Ebû Hilâl Hasan b. Abdullah b. Sehl el-Askerî, el-Furuk fi’l-Lüga, thk. Muhammed
İbrahim Selîm, Dâru’l-ilm ve’s-Sekâfe, Kahire, s. 99-100; Ebu’t-Tayyib Abdulvâhid
b. Ali el-Lugavî, el-Ezdâd fî Kelâmi’l-Arab, thk. İzzet Hasan, Dâru Talas, Dımeşk,
1996, s. 396.
Kur’an’da Dinî Şüphe
71
‘şekk’in üstünlük özelliği taşıyan tarafıdır.31 Bu durumda ‘zann’ın,
‘şekk’ten bir derece üstün bir merhaleyi ifade ettiği söylenebilir.
Kur’ân’da ‘zann’ çoğu yerde ‘delile dayanmadığı, bu yüzden de hatalı
olduğu halde sahibinin gerçek ve sahih saydığı inanç’ anlamında
kullanılmıştır. Bununla birlikte bir kesinlik ifade etmediği için imana dair
meselelerde zannın bulunması, iman için yeterli değildir.32
1.2. Kur’ân’da İnsanların Şüpheye Düştükleri Konular
Kur’ân insanların içine düştükleri şüphe ve kuruntulara çeşitli
konular ekseninde değinmiş, onlara uyarılarda bulunmuş ve bu
şüphelerinden arınmaları için onlara yol göstermiştir. Kur’ân’a
bakıldığında insanların iman hususunda düştükleri şüpheler genel olarak
din ve bazı dini değerler, Allah’ın bildirdiği haberler (vahiy), öldükten
sonra diriliş ve hesap gibi bilhassa içeriğini metafizik konuların
oluşturduğu bir alan çerçevesinde işlenmektedir. Ayrıca Kur’ân şüpheden
bir münafıklık özelliği olarak bahsetmiş ve ona, inançları hakkında
kuşkuları olan ve bunu amellerine yansıtanların ayırt edilmesi için adeta
bir turnusol kâğıdı özelliği yüklemiştir. Konuya örnek olacak ayetlerin her
birinin mütalaa edilmesi makale olarak hazırlanan bu çalışmanın
sınırlarını aşacağından ötürü sonraki başlıklarda Kur’ân’da bu konular
ekseninde yer verilen şüpheye dair bazı örnek ayetler incelenecek ve bazı
değerlendirmelerde bulunulacaktır.
1.2.1. İmânî Konularda Şüphe
1.2.1.1. Din ve Bazı Dinî Değerler Hakkında Şüphe
Kur’ân’da yer alan bazı ayetler dinin kendisinden, tek bir ilahın
varlığından ve genel olarak dine ait değerlerden şüphe eden kimseleri
konu edinmiştir. Bu kimseler kendilerine gönderilen elçilerin tevhid
çağrısına, öldükten sonra diriliş olacağına ve bu dünyada yapmış
olduklarından hesaba çekileceklerine dair uyarısına kulak asmamış,
kendilerine gelen bu haberlere sürekli kuşku içerisinde yaklaşmış hatta
“Siz eğer kesin olarak inanıyorsanız, iyi bilin ki Allah göklerin, yerin ve ikisi
31
32
Ebû Bekr b. Beşşar Muhammed b. Kâsım b. Muhammed İbnü’l-Enbârî, Kitâbü’lEzdâd, thk. Muhammed Ebü'l-Fazl İbrâhim, el-Mektebetü'l-Asriyye, Sayda, 1987, s.
14; Askerî, s. 98-99; Cürcânî, s. 144.
Hayreddin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İ. Kâfi Dönmez, Sadreddin Gümüş, Kur’ân
Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2014, II, 363.
72
Nurullah DENİZER
arasındakilerin Rabbidir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O hem yaşatır, hem
öldürür. O sizin de Rabbiniz, sizden önceki babalarınızın da Rabbidir. Fakat onlar
bir şüphe (şekk) içinde oynayıp eğleniyorlar.”33 ayetinde görüldüğü gibi imânî
meseleleri alaya almışlardır. Bu ayetlerde, imanlarında bir şüphe
bulunmayan kimseler için Allah’tan başka ilah olmadığı ve o ilahın sadece
kendilerinin değil atalarının da ilahı olduğu kesin bir şekilde
vurgulanmıştır. Buna karşın, Allah’ın varlığına inandığı halde tevhid
ilkesini tam olarak kavrayamayan, Allah’ın elçi olarak kendilerine
gönderdiği peygamberleri ve onların getirdiği ilahi emirleri kabul
etmeyenler ise Allah’ı ve onun emirlerini şüphe ile karşılayarak onları bir
eğlence objesi haline getiren kimseler olarak tanımlanmışlardır. Bu
kimselerin ayette belirtildiği gibi ‘şüphe içinde eğlenmeleri’, şüphe ve
istihza karışımı bir tavırla Allah’ın varlığının mümkünlüğünü gönülsüz
olarak kabul etmeleri demektir34 ki bu da şüphe sebebiyle Allah’ın varlığı
ve ilâhî vahyin içeriğinin hafife alınması manasına gelir.35 Onlar her ne
kadar bir ilahın varlığına inandıklarını söyleseler de bu söyledikleri
hakkında yakînî bir bilgiye sahip değildirler ve onların Allah’ın varlığına
ve mahlûkatın yaratıcısı olduğuna dair bilgileri hakikati sabit bir bilgiye
dayanmamaktadır.36 Bu sözleri herhangi bir alt yapıya sahip olmadan
atalarını taklit ederek söylemektedirler ki zaten bu yüzden, sahip oldukları
inancı temellendiremediklerinden dolayı şüphe içerisindedirler.
Kendilerinin mü’min olduklarını zannetseler bile aslında onlar delilsiz bir
şekilde hatırlarına gelen şeylere bağlandıkları için dinlerini oyuncak
33
34
35
36
Duhân: 44/7-9.
Zemahşerî, IV, 272. Râzî buradaki şüphenin ba‘s ve kıyamet, Mâturîdî ise Kur’ân
hakkında olduğunu söylemişlerdir. Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed elMâturîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, Müessesetür’r-risâle, Beyrut, 2004, IV, 456;
Fahreddîn Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb: Tefsîru’l-Kebîr, Daru’l-fikr, Beyrut, 1981, XXVII,
661.
Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları,
İstanbul, 2002, s. 1012.
Ebû Ca‘fer İbn Cerîr Muhammed b. Cerîr b. Yezid Taberî, Câmiü’l-Beyân fî Tefsiri’lKur'ân, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Müessesetü’r-risâle, Beyrut, 2000, XXII, 12;
İbn Âşûr, Muhammed Tahir. Tefsiru't-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru’t-tunûsiyye, Tunus,
1984, XXV, 284.
Kur’an’da Dinî Şüphe
73
edinmiş kimselerdir.37 Görüldüğü gibi Allah’ın varlığı hakkında
kesin/yakînî bir bilgiye sahip olan kimselerde herhangi bir şüphe
bulunmamakta, bu bilgiye sahip olmayıp öncekileri taklit etmek suretiyle
eksik ve yanlış bilgilerle hareket eden kimselerde ise çeşitli şüpheler zuhur
etmekte ve bu şüphelere konu olan meseleler bir alay ve eğlence konusu
edinilebilmektedir. Öyleyse buradan, şüphenin giderilmesi için kesin ve
doğru bilgiyi elde etme amacı içerisinde olma ve bu amacı
gerçekleştirebilmek için zihnî ve fizikî çaba harcanması gerektiği
sonucuna ulaşılabilir. Araştırmadan, düşünmeden, sorgulamadan ve
herhangi bir gayret göstermeden sadece yetişilen çevre ve kültür
ekseninde elde edilen kulaktan dolma bilgilerle hakikate ve doğru bilgiye
ulaşılması son derece uzak bir ihtimaldir. Bu sorgulama süreci içerisinde
şüphe de yer almaktadır. Ancak bu şüphe insanı hakikatten uzaklaştıran
hatta onu alaya aldıran ruhsal bir huzursuzluk kaynağı olan şüphe değil,
doğru bilgiye ulaşmak için temel bir esas olarak kabul edilen metodik
şüphedir.
“Onları korkuya kapıldıkları vakit bir görsen! Artık kaçacak bir yer
yoktur. Yakın bir yerden yakalanmışlardır. ‘Ona iman ettik.’ derler. Fakat onlara
o kadar uzak bir yerden el uzatmak nasıl mümkün olur. Hâlbuki daha önce onu
inkâr etmişlerdi. Uzak yerden gayb hakkında atıp tutuyorlardı. Artık tıpkı bundan
önce benzerlerine yapıldığı gibi kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde
çekilmiştir. Çünkü onlar endişeye düşüren bir kuşku (şekk) içinde idiler.”38
ayetinde ise dünya hayatında bilmedikleri hususlar hakkında bilinçsizce
fikir ortaya atan kimseler için artık bir geri dönüş olmadığı ifade
edilmiştir. Onların yakın yerden yakalanmaları, kendi içlerinden,
kişiliklerinden ve yaptıkları tercihlerden dolayı yakalanmaları
manasındadır.39 Zira bazı başka ayetlerde insanın kaderinin kendi
boynuna dolanmış olduğu, amellerinin sonucu olarak boyunlarına
halkalar takılacağı belirtilmiştir.40 Dolayısıyla ayetlerde zikredilen boyun,
fiziki olarak insanın teslim alınmasını temsil eden bir uzva işaret
edebileceği gibi aynı zamanda mecâzî olarak kişinin yapmış olduğu
37
38
39
40
Ebû Abdurrahman Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr Kurtubî, el-Câmî‘ liAhkâmi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Müessesetü’r-risâle,
Beyrut, 2006, XIX, 105.
Sebe: 34/51-54.
Esed, s. 883.
İsrâ: 17/13, Ra‘d: 13/5, 33.
74
Nurullah DENİZER
amellerden ve tercihlerden kendisinin sorumlu olduğu ve bunun iyi veya
kötü sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda olduğunu ifade ettiği düşünülebilir.
Tefsirlerde ayette sözü edilen inkârcılarda bulunan şüphenin (şekk),
peygamberlerini tanımamalarına yani nübüvvete, Hz. Peygamber’in
kendilerini davet ettiği imana, azabın onlara gelmeyeceği ve yeniden
diriltilmeyeceklerine dair olduğu belirtilmiştir.41 Onlar bu şüpheleri
nedeniyle küfürde ısrar etmiş ve putlara tapmaya devam etmişlerdir.42 Bu
kimselerin kıyamette veya ölüm anında hakikat ile karşılaştıklarında iman
etmeleri kendilerine bir fayda vermeyecektir. Çünkü artık imtihan mühleti
dolmuş ve dünya hayatında yaptıklarını telafi edecek bir imkânları
kalmamıştır. Nitekim “Onlar azabımızın şiddetini gördükleri zaman: ‘Biz sadece
iman ettik. O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik.’ dediler. Azabımızın
şiddetini görünce imana gelmeleri onlara hiçbir fayda sağlamadı”43 ayeti de bu
manayı desteklemektedir. Bu kimseleri bu duruma düşüren, onların
dünyada bilmedikleri ve vâkıf olamayacakları konular hakkında gayba taş
atarcasına peygamberlere çeşitli iftiralar etmeleri, vahiy hakkında sihir,
şiir, kehanet gibi mesnetsiz iddialarda bulunmaları, cenneti, cehennemi,
yeniden diriliş ve hesaba çekilmeyi yalanlamalarıdır.44 Onları bu tarz
davranmaya iten ise mevzubahis konular hakkında yani genel manada din
ve tevhid hususunda derin bir şüphe içerisinde bulunmalarıdır.45 Artık
onlar dünyadaki derin kuşkularından sonra somut gerçeklikle yüz
yüzedirler ve dünya hayatında şüpheye düştükleri konuların hakikati
hakkında en ufak bir tereddütleri kalmamıştır. Ancak bu noktadaki tavır
değişikliği onlara bir fayda sağlamayacaktır.
Aslında şirk, ateizm, ahiret ve hesabı inkâr hiç kimse tarafından
mutlak bir şekilde ikna olunarak benimsenmiş değildir. Çünkü insanın
ikna olması ve bir mesele hakkında tatmine ulaşması ancak bilgi ve
41
42
43
44
45
Mâturîdî, IV, 165; Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habîb Mâverdî, en-Nüket ve’l‘Uyun Tefsiri’l-Maverdi, thk. es-Seyyid İbn Abdi’l-Maksûd b. Abdirrihîm, Dâru’lkütübi’l-ilmiyye, Beyrut, IV, 460; Ebu’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b.
Muhammed Bağdâdî İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesir fî İlmi’t-Tefsîr, thk. Abdurrezzâk elMehdî, Dâru’l-kitâbi’l-arabî, Beyrut, 1422, III, 504.
Taberî, XX, 432.
Gâfir: 40/84-85.
Taberî, XX, 429.
Mâturîdî, IV, 165; Kurtubî, XVII, 339.
Kur’an’da Dinî Şüphe
75
tecrübe ile gerçekleşebilir. Allah’ın varlığı, birliği, ahiret hayatı ve
mahşerde hesaba çekilme gibi konular metafizik bir alanda olduğu için
kimsenin bunlar hakkında kesin bir bilgi ve tecrübe elde etme ihtimali
bulunmamaktadır. Bu konular hakkında insanın takınacağı tavır ve sahip
olacağı inanç ancak şüpheden arınmış tahkiki bir iman ile mümkün
olabilir. Bu durumda dünyada bu inançları benimseyen kimselerin
tutumlarının, zan, tahmin ve şüpheden başka bir dayanağı
bulunmamaktadır ve bu durum onları kesin bir hataya sürüklemiştir.
Dünyadaki ideolojilerine ve dine yaklaşımlarına temel edindikleri şüphe,
ayette belirtildiği gibi kendilerini geri dönüşü olmayan bir cezaya
sürüklemiştir.46
Şüphe, “(Allah iki meleğe şöyle buyurur) "Haydi, her inatçı nankörü,
iyiliklere (sürekli) engel olan, saldırgan, şüpheciyi (rayb-mürîb) atın cehenneme!”47
ayetinde insanın cehennem azabına çarptırılmasına vesile olacak bir sıfat
olarak kullanılmıştır. Bu ayetlerin de içinde bulunduğu pasaj48 bir bütün
olarak ele alındığında karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Allah insanı
yok iken yaratmıştır ve nefsinin kendisine verdiği vesveseyi de içinde
sakladığını da açığa vurduğunu da bilmektedir. Biri sağında biri solunda
bulunmak üzere insanların amellerini kayıt altına alan iki melek bu işi,
hesap günü insanların inkâr edemeyeceği bir delil olsun diye
yapmaktadırlar. İnsanın dünyada geçireceği belirlenmiş vakti dolup ölüm
anı geldiğinde kendisinde bir ölüm sarhoşluğu meydana gelir ve o esnada
insan, ömrü boyunca aklına getirmemeye çalıştığı ve sürekli kaçtığı ölüm
vaktinin artık gelmiş olduğunu idrak eder. Kıyametten sonra sûra
üflenilip diriliş gerçekleşince insanlar mahşer meydanında toplanacak,
dünyada göremedikleri melek, cin gibi bazı metafizik varlıkları açıkça
görecek ve peygamberler vasıtasıyla kendilerine bildirilmiş olan vahyin
gerçekten hak olduğunu anlayacaklardır. Daha sonra sırası gelince
dünyada işlediği amelleri kaydeden iki melekle birlikte gelecek ve
amellerine göre cennete yahut cehenneme gönderileceklerdir.
Cehenneme gönderilecek olanların hükmü verilirken ne sebeple bu
hükmü aldıkları onlara açıklanacaktır ki bu ayetlerde cehenneme girme
sebebi olarak özellikle zikredilen suçlar; Allah’ın verdiği nimetlere karşı
46
47
48
Ebu’l-A‘lâ Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, İnsan Yayınları, İstanbul, 1987, IV, 480.
Kâf: 50/24-25.
Kâf: 50/1-26.
76
Nurullah DENİZER
nankörlük, küfür ve inkârda ısrar ve inat etmek, hayrı engellemek,
Allah’ın belirlediği sınırları aşmak, şüphe ve kuşkular içerisinde olmak
şeklinde sıralanmıştır. Buradaki şüphe ve kuşku, inanç ve tevhide dair bir
kuşkudur.49 Râzî, ayette ‘mürîb’ kavramı ile ifade edilen şüphenin iki
şekilde açıklanabileceğini söylemiştir. Buna göre ‘mürîb’, ‘şüphe ile
dopdolu’ manasındadır. Bu kimseler ahiret ve hesap hakkında şüphe
içerisinde bulundukları için “Karşılığını almadığım hiçbir mal vermem.”
diyerek zekât vermemektedirler. Diğer yandan bu kelime, insanların
içlerinde kuşkular oluşturacak bir takım telkinlerde bulunan kimse
manasına da gelir. Böylece bu kelime hem kendisi şüphe içerisinde olan
hem de insanların şüpheye düşmesini sağlayan şeklinde iki manada da
kullanılabilmektedir.50
Bu pasajda dikkat çeken bir diğer husus, Allah’ın 16. ayette
nefsinin insana verdiği vesveseden haberdar olduğunu beyan etmesi 25.
ayette ise kuşku ve şüphe içerisinde olanların cehenneme atılmasını
emretmesidir. Şüphenin ortaya çıkmasına vesile olan nedenlerden birinin
vesvese olduğu açıktır. İnsana vesvese veren, dinî konular hakkında bazı
şüphelere düşmesine vesile olan nefis ve şeytanlar bulunmaktadır.
İnsanların duyguları, düşünceleri, hayal, umut ve kuruntuları vesvese ve
kuşkuların dönüp dolaştığı bir alandır. İnsanın içinden iyi olsun kötü
olsun her türlü düşünce, hayal ve benzeri şeyler geçebilir. Zira insanda
nefis denilen, istek ve arzuları sınırsız ve ölçüsüz olan şehevî bir güç
bulunmaktadır. Kişi eğer kendisine vesvese veren ve şüphelere gark
olmasını sağlayan bu nefsi dizginlemez, şüphe ve kuşkularını gidermezse
imanı yeterli ölçüde sağlamlaşmayacak, aksine kuşku ve şüpheleri günden
güne büyüyerek daha baskın hale gelecek ve hesap günü geldiğinde de
cehenneme gönderileceklerden olacaktır. Allah’ın, insanın maruz kaldığı
vesveseden haberdar olduğunu bildirmesi ama bu vesveselerin sebep
olduğu şüphe durumundan dolayı onu azap ile cezalandıracağını haber
vermesinden anlaşılıyor ki bu duruma düşmemek için insan sadece
nefsinin fiziki boyuta dair olan isteklerini kontrol altında tutmaya
çalışmakla yetinmemeli, aynı zamanda imanına zarar verecek kuşku ve
49
50
Kurtubî, XIX, 449.
Râzî, XXVIII, 166.
Kur’an’da Dinî Şüphe
77
şüpheleri sürekli üretmeye devam eden nefsi ile fikrî alanda da mücadele
etmelidir.
Din hakkında şüphesi olanlara karşı Hz. Peygamber’in nasıl bir
tavır alması gerektiği, “De ki: Ey insanlar! Eğer benim dinimden bir şüpheniz
(şekk) varsa, şunu bilin ki, Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam. Lâkin
sizin de canınızı alacak olan Allah’a taparım. Bana müminlerden olmam
emredilmiştir. Ayrıca, yüzünü tevhid dinine döndür ve sakın müşriklerden olma!
(diye emrolundum).”51 ayetinde bildirilmiştir. Bu ayette Hz. Peygamber’in
şüphe içerisinde bulunan muhataplarına seslenirken vurguladığı ilk husus
Allah’ı bırakıp onların taptığı putlara tapmayacağıdır. Ayetin devamında
‘tevhid dini/hanîf dini’nin özellikle zikredilmesi de muhatapların davet
edildiği din hususundaki şüpheleri gidermek açısından önem arz
etmektedir. Zira Hanîf dini, müşrik Arapların atası olan Hz. İbrahim’in
dinidir. Hz. İbrahim ile Hz. Peygamber arasındaki zaman zarfında
Araplar bu tevhid dininden uzaklaşmış ve Allah’a ulaşabilmek için aracı
olarak kullandıkları kendi yaptıkları putlara tapmaya başlamışlardı. Hz.
Peygamber’in davet ettiği din hakkında şüphe içinde bulunanlara bu
gerçeklik hatırlatılarak sanki şüphe duymaları gereken konunun
kendilerine tebliğ edilen din değil, hâlihazırdaki putperestlik inancı
olduğu üzerinde düşünmeleri istenmiştir. Allah’tan başkasına ibadet
etmeyeceğini ve şüphelerini içerisinde bulundukları sapkın inanca
yöneltmeleri gerektiğini belirttikten sonra Hz. Peygamber’in,
muhataplarının şüphesini gidermek için ortaya koyduğu ikinci husus,
‘sizin de canınızı alacak olan Allah’a taparım.’ ifadesiyle Allah’ın bütün
canları alma kudretine sahip olduğudur. Bir canlı için en ürkütücü
şeylerden biri olan ölümün burada caydırıcı ve ikna edici bir unsur olarak
zikredilmiş olması muhtemeldir. Nitekim Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde
Allah’ın insanları yokken yarattığı, sonra canlarını alacağı ve yeniden
dirilteceği haber verilmekte yani insanın aslında bütün varlığının Allah’ın
kudreti ve hâkimiyeti altında olduğu belirtilmektedir. Öyleyse insan
şüphelerini Allah’ın varlığına ve birliğine değil, kendilerine ne bir faydası
olan ne de bir zararı dokunan putlara ve onlara atfedilen kutsal değerlere
yöneltmelidir. Râzî bunun akıl yolu ile gerçekleşmesi gerektiğini
belirtmektedir. Zira ona göre ‘ikâmetü’l-vech/yüzü döndürmek’, aklı
tamamıyla dini talep ederek onu araştırmaya yöneltmekten ibarettir.
51
Yûnus: 10/104-105.
78
Nurullah DENİZER
Çünkü bir meseleyi derinlemesine anlamak ve kavramak isteyen kişi,
başka hiç kimsenin kendisini ondan alıkoyamayacağı bir şekilde o şeye
yönelir. Kişi kendisini tamamen bir işe adadığı zaman onun dışındaki her
şeyden hâlî kalmış olur. İşte bu nedenle, ‘yüzü dine doğru çevirme’nin,
aklın tamamıyla dini talep etmeye yöneltilmesinden bir kinaye olarak
zikredilmesi isabetli olmuş olur. ‘Hanîf’ kelimesinin manası, ‘tamamıyla
ona yönelmiş, onun dışında kalanlardan ise tamamen yüz çevirmiş kimse
olarak’ demektir ki, bu sözün neticesi de tam bir ihlâsı ve başkasına iltifat
etmemeyi gösterir.52
Dine dair şüphenin giderilmesi hususunda bu ayetlerden
anlaşılan, kişinin öncelikle aklını kullanması ve hakikati elde etmek için
çaba sarf etmesi gerektiğidir. Ayetlerde müşriklere, ataları Hz. İbrahim’in
hanîf dininden ayrılarak batıl bir inanca sürüklendikleri haber verilmiş,
hayatlarını ve ölümlerini elinde tutan Allah’ın mı yoksa putların mı daha
çok ibadete layık olduğunu sorgulamaları istenmiştir. Muhatapların bu
durumda yapması gereken düşünmek, sorgulamak ve kendilerine gelen
bu bilgileri objektif bir şekilde değerlendirerek hakikati tespit etme ve ona
tâbî olma amacıyla bir gayret içerisinde olmalarıdır. Hiçbir mücadele
vermeden kendisini şüphe girdabına teslim etmiş bir kimsenin bu
girdaptan kurtulması mümkün gözükmemektedir.
1.2.1.2. Vahiy Hakkında Şüphe
Kur’ân-ı Kerîm yer yer vahiy vasıtasıyla Allah’ın insanlara
bildirdiği haberler hakkında şüpheye düşen kimselerden bahsetmekte, bu
kimseleri uyarmakta ve onlara yol göstermektedir. Mümin bir kimsenin
vahiy hakkında şüphe duyması söz konusu olamaz. Vahyin kendisi yahut
bildirdiği şeyler hakkında mü’minin zihninde oluşan soruların, onun
Allah katından olduğuna dair bir şüphe değil, içeriğinin daha iyi
kavranabilmesi ve buradan hareketle imanın pekiştirilmesine vesile olacak
bir mahiyet arz etmesi gerekir. Dolayısıyla bu ayetlerde söz konusu edilen
kimseler mü’minler değil, şüphelerini inkârlarına öncül kılan kimselerdir.
“O hak, Rabbindendir. Artık şüpheye düşenlerden (mirye/mümterîn) olma
sakın!”53 ayeti, kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Haram’a
52
53
Râzî, XVII, 180.
Bakara 2/147.
Kur’an’da Dinî Şüphe
79
döndürülmesi emrinin geldiği ayetlerden sonra yer almaktadır. Bu
ayetlerde özetle bazı sefih kimselerin bu kıble değişikliğinin nedenini
kavrayamayacağı ve ileri geri konuşacağı, hâlbuki Allah’ın, doğunun da
batının da Rabbi olduğu bildirilmekte, Müslümanların artık ibadet
ederken yüzlerini Mescid-i Haram’a çevirmeleri emredilmekte ve
kendilerine kitap verilmiş olanların Hz. Peygamber’in nübüvvetini, ona
gelen buyruğun hak olduğunu ve kıblenin de Allah’ın emri ile
değiştirildiği, bu emrin Rableri katından gelmiş bir gerçek olduğu,
kalabalıkta oğullarını gördükleri zaman nasıl tanıyorlarsa Hz. Peygamber’i
öyle tanıdıkları ve onun nübüvvetini bu kadar kesin bir şekilde bildikleri
anlatılmaktadır. Ancak böyle bir kesinlikle bilmelerine rağmen onlar
gerçeğe sarılmamakta ve kasıtlı olarak hakkı gizlemektedirler. Yukarıda
zikrettiğimiz ayet ise bu gerçeğin Allah’tan geldiğini yeniden
vurgulamakta ve bu hususta şüpheye düşen kimselerden olmamaları için
insanları uyarmaktadır. Bu ayetteki hitap lafzen Hz. Peygamber’e olmakla
birlikte maksadın, onun ümmeti olduğu söylenmiştir. Ayette ism-i mef‘ûl
kalıbında kullanılan ‘imtirâ’ kelimesi, bir kimseye kimi zaman yakîn kimi
zamansa şüphenin geldiği ve bunlardan birinin ötekini bertaraf edeceği
durumlarda yani kişinin hak ve batıl arasında ikilemde kaldığı durumlarda
kullanılır. Allah bu durumda kalan insanların, hakkın kendisinden
geleceği hakkında şüpheye düşmemeleri gerektiğini bildirmiştir. Buradaki
maksat insanı şüphe etmekten alıkoymak ve nehyetmektir.
Müslümanların şüphe duymayı bırakması onların yakînlerinin
güçlenmesine vesile olacak, dolayısıyla imanlarını artıracaktır. Yani
şüpheyi bırakmak, kesin iman ve kalbin mutmain olması için gereklidir.54
Hak geldikten sonra batıl üzerinde ısrar etmek, akıl sahibi bir
varlık olan insan için normal bir durum değildir. Bu noktadaki en önemli
ayrım, insanın kendisine gelen bilgilerin hangisinin hak hangisinin batıl
olduğuna karar verebilmesi ve ikna olabilmesidir. Yukarıda zikrettiğimiz
ayetin içerisinde bulunduğu pasajda bahsedilen husus ise bunun dışında
kalmaktadır. Zira burada, kendilerine gönderilen peygamberin ve onun
getirdiği ilahi buyruğun hak olduğunu bile bile bunu gizleyen ve inkâr
eden kimselerden bahsedilmektedir. Yani burada bahsedilen insan grubu
hak ve batılı tespit etme aşamasını geçmiş, hakkın ne olduğunu bilmesine
rağmen bunu gizlemiş, bastırmış dolayısıyla yaşantısını batıl üzerine
54
Kurtubî, II, 448; İsmail Hakkı Bursevî, Tefsîru Rûhi’l-Beyân, thk. Ahmed İzzû İnâye,
Dâru İhyâi’t-turâsi’larabî, Beyrut, 2001, I, 316.
80
Nurullah DENİZER
kurarak devam ettirmiştir. Müminlerden istenilen ise hak ile batılı ayırt
ettikten sonra batılı bir kenara bırakarak onun üzerinde ısrarla düşünmek
ve yeni kuşkular ortaya çıkarmak yerine hakka tam bir şekilde iman edip
bir daha onun üzerinde şüpheye düşmemeleridir.
“Allah, size Kitab’ı (Kur’ân’ı) açıklanmış olarak indirdiği halde, ondan
başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, o Kur’ân’ın,
gerçekten Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın
şüphe edenlerden (mirye/mümterîn) olma!”55 ayetinde de insanlardan,
kendilerine apaçık bir şekilde indirilmiş olan Kur’ân hakkında onun bu
vasfını bilmelerine rağmen şüphe içerisinde olmamaları istenmiştir.
Fahreddin Râzî’ye göre bu ayet bir bakıma, Hz. Peygamber’in bir mucize
getirmesi durumunda buna inanacaklarına dair yemin eden müşriklere56
bir cevap teşkil etmektedir. Buna göre Allah gerek ifade üslûbuyla,
gerekse muhtevasıyla gerçekliği apaçık olan Kur’ân’ı indirmiş, müşriklerin
Hz. Peygamber’in risaletini kabul etmeleri için başka bir mucizeye yahut
Allah’tan başka bir hakemin hükmüne de gerek bırakmamıştır.57 Üstelik
hissî (duyu organlarına hitap eden) mucizelerin delâleti müphem ve
geçici, ‘mufassal bir kitap’ olan Kur’ân’ın delâleti ise açık, kesin ve
kalıcıdır.58
Bu ayetin içerisinde bulunduğu En‘âm suresi Mekke döneminde
inmiş bir suredir. Bu dönemde Mekke’de ciddi anlamda bir ehl-i kitap
topluluğu bulunmamakla birlikte geçimlerini ticaretle sağlayan Mekkeliler
gitmiş oldukları yerlerde Yahudilerle etkileşime giriyorlar, yine Yahudi
ticaret kervanları da Mekke’ye geliyorlardı. Dolayısıyla henüz Hz.
Peygamber ile doğrudan bir ilişki içerisine girmemiş olan Yahudiler,
ticaret yaptıkları Araplardan Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği şeylere dair
bilgi alıyorlar ve bunların kendi kitaplarıyla uyum içerisinde olduğunu
biliyorlardı. İşte ayette onların bu bilgisi, Hz. Peygamber’in nübüvvetini
55
56
57
58
En‘âm: 6/114.
“Kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair Allah adına kuvvetle yemin
ettiler. De ki: Mucizeler ancak Allah katındandır. Ama mucize geldiğinde de
inanmayacaklarının farkında mısınız?” En‘âm 6/109.
Râzî, XIII, 168.
Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 1960, III, 2033.
Kur’an’da Dinî Şüphe
81
kanıtlayan bir delil olarak gösterilmiştir.59 Müfessirler ayetin sonunda yer
alan “O halde sakın şüphe edenlerden olma!” cümlesindeki hitabın öncelikle
Hz. Peygamber ve onun ümmetine olduğunu belirtmekte; bunun yanı
sıra bu uyarının, Kur’ân’ın Allah’tan gelmiş olduğu hakikatini bildikleri
halde bunu kabule yanaşmayan ehl-i kitap ve müşriklere olduğunu ifade
etmektedirler.60 Bu noktada karşımıza çıkan ve kendisinden uzak
durulması gereken şüphenin kaynağı, mezkûr ayetten önceki iki ayette
açıklanmaktadır: “Biz böylece, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman
yaptık. Bunlar birbirini aldatmak için süslü sözlerle vesvese verirler. Rabbin dileseydi
onu yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak. Bir de
(şeytanlar), ahirete inanmayanların gönülleri bu yaldızlı sözlere meyletsin, onlardan
hoşlansınlar ve işleyecekleri günahları işlesinler diye (bu fısıldamayı yaparlar).”61
Görüldüğü gibi bu ayetlerde ahirete inanmayan kimselerin hâlihazırdaki
durumlarında kalmaları hatta işledikleri günahlara yenilerini katmaları için
aldatıcı ve süslü sözler kullananlar insan ve cin şeytanlarıdır. Hakkı bulma
arzusu bulunmayan, ağdalı ve yaldızlı laflara kolayca kanan kimseler,
kendilerine verilen bu telkinler vesilesiyle apaçık bir şekilde gönderilmiş
olan Kur’ân hakkında onun hak olduğunu bile bile şüpheye düşmekte ve
batılın hakka galip gelmesine müsaade etmektedirler. Bu şüpheleri
insanların zihnine sokan kimseler olarak insan ve cin şeytanlarının
zikredilmesi de ayrıca dikkat çekicidir. Buradan şüphenin kaynağının,
metafizik varlıkların verdiği vesvesenin yanı sıra insanların yaptıkları
telkinler olduğu sonucuna da ulaşılabilir. Dolayısıyla insan, kendisinin
şüpheye düşmesine vesile olacak âmillerle hem metafizik boyutta hem de
fizikî boyutta mücadele etmek durumundadır.
“Bundan önce size delillerle Yûsuf gelmişti. O zaman da onun size getirdiği
şeyler hakkında şüphe (şekk) edip durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de ‘Bundan
59
60
61
Muhammed Tahir İbn Âşûr, Tefsiru't-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru’t-tunûsiyye, Tunus,
1984, VIII, 16.
Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf b. Hayyân Endelûsî, el-Bahru’lMuhît, thk. Sıdkî Muhammed Cemîl, Dâru’l-fikr, Beyrut, 1420, IV, 628; Ebû Zeyd
Abdurrahman b. Muhammed b. Mahlûf el-Cezâirî Seâlibî, Cevahirü’l-Hisan fi Tefsiri’lKur’ân, Dâru ihyâi’t-turâsi’larabî, Beyrut, 1418, II, 509; Ebussuûd b. Muhammed el‘Imâdî, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kitâbi’l-Kerîm, thk. Abdulkâdir Ahmed Atâ,
Mektebetü’r-Riyâdi’l-Hadîse, Riyâd, II, 273; Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b.
Muhammed el-Havlânî Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, Dâru ibn kesîr-Dâru’l-kelimi’t-tayyib,
Beyrut-Dımaşk, 1414, II, 177.
En‘âm: 6/112-113.
82
Nurullah DENİZER
sonra Allah asla peygamber göndermez.’ dediniz. Şüphecilikte sınırı aşanları
(rayb/mürtâb) işte Allah böyle şaşırtır. Onlar, kendilerine ulaşmış kesin bir kanıt
olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışmaya girişirler. Bu tutum, gerek Allah
yanında gerekse inananlar yanında büyük bir nefrete sebep olur. Allah, kendini
beğenmiş her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”62 ayetinde de Allah’ın
göndermiş olduğu peygamberin kendilerine getirdiği şeye karşı şüpheci
olmaktan bir an geri durmayan ve Hz. Yûsuf’un vefatından sonra bir
daha peygamber gönderilmeyeceğini iddia edenler, ‘müsrifün
mürtâb/şüphecilikte sınırı aşanlar’ ifadesiyle dikkat çekici bir biçimde
tanımlanmıştır. ‘Müsrif’ kelimesi Kur’ân’da genellikle peygamberler ve
onların ortaya getirdikleri ilâhî hakikatler karşısında sağduyulu, adaletli ve
gerçekçi davranış ölçüsünden sapan, çıkar kaygılarının veya öfke ve
şiddet duygularının etkisine kapılıp tepkisel davranışlar sergileyen,
taşkınlık yapan putperest ve inkârcılar için kullanılmakta; ‘mürtâb’
kelimesi ise müspet anlamda hakikati arayıp bulmaya yönelik iyi niyetli
kuşkuculukla ilgisi olmayan, aksine vicdanen doğruluğuna kani olsa bile
çıkar kaygılarının, bencil duygu ve tutkularının etkisinde kalan kimsenin
ilâhî gerçekler hakkında kuşku uyandırmaya yönelik kötü niyetli çabalarını
göstermektedir.63 Şüphelerini hakikati aramak için değil onu gölgelemek
ve yok saymak için kullananlardan müteakip ayette de bahsedilmeye
devam edilmiş ve onlar, şüphelerine konu olan şeyler hakkında ellerinde
herhangi bir delil bulunmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışmaya giren
ve böylece hem Allah hem de inananlar tarafından nefretle karşılanan
kimseler şeklinde vasfedilmişlerdir. Ayetin sonunda ise bu kimseler
‘kendini beğenmiş zorbalar’ olarak nitelenerek kalplerinin Allah
tarafından mühürleneceği belirtilmiştir. Anlaşılıyor ki şüphede aşırıya
kaçmak kibir duygusunu körüklemekte ve bu kibir, Allah’ın göndermiş
olduklarına karşı duyulan şüphe ile doğru orantılı olarak artmaktadır. Zira
Allah mutlak manada kimsenin kalbini mühürlemiş değildir.64 Allah’ın
kalpleri mühürlemesini Ehl-sünnet âlimlerinin, her şeyin Allah’tan
olduğuna delalet ettiği şeklinde açıkladıklarını; Mu‘tezile’nin ise bu
mühürlemenin Allah tarafından yapılmasının, sırf insanların kibirli ve
62
63
64
Mü’min: 40/34-35.
Karaman vd., IV, 659-660.
Karaman vd., II, 374.
Kur’an’da Dinî Şüphe
83
zorba olduklarından ileri geldiği görüşünde olduklarını söyleyen Râzî bu
duruma farklı bir yorum getirmiştir. Ona göre Allah kibirli olmanın
sebeplerini kalpte yaratır ve bu sebepler kişinin taatine ve Allah’ın
emirlerine uymasına vesile olacak şeylere engel olur ki bu da işlerin kazakader çerçevesinde gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir. Kalbi
mühürlenmiş kimsenin dinden uzak kalması, kibirli ve zorba olmasının
bir sonucudur.65 Râzî’nin, kibre ve zorbalığa götüren sebeplerin Allah
tarafından kalplerde yaratıldığı görüşü, kişinin zorunlu olarak bu sonuca
ulaşacağı şeklinde değerlendirilmemelidir. Bu sebepler kişinin kalbinde
potansiyel olarak bulunmakta, kişi kendi tercih ve iradesiyle bunları aktif
hale getirmektedir.
Bu ayet özelinde değerlendirecek olursak kalbin mühürlenmesi;
kişinin Allah’ın gönderdiği ayetlere karşı hadsiz bir şüphe içerisine
girmesi sonucu Allah’ın muradı dışında bir hayat tarzını benimseyerek
Allah’ın ayetleri ile mücadele içine girmesi ve bu mücadele esnasında
kibrinin artarak zalim ve zorba birine dönüşmesi ile hakikat kapılarını
bizzat sıkı sıkıya kapatarak üzerine kilitler vurmasını ifade etmektedir.
Yani kalbin mühürlenmesinin sebebi, şüphe ve kuşkulara yenik düşerek
kendisini geri dönülmez batıl bir yola sokan insanın kendisidir.
1.2.1.3. Yeniden Diriliş Hakkında Şüphe
İman esaslarından biri olan öldükten sonra diriliş konusu da
Kur’ân’da insanların şüpheye düştükleri konulardan biri olarak
zikredilmektedir. Muhtelif ayetlerde öldükten sonra bir diriliş
olmayacağını, hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olduğunu
söyleyenlerin tutumları ve bu konu hakkındaki şüphelerine yer verilmiştir.
“Sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Tayin edilen
bir ecel de (kıyamet zamanı) O’nun katındadır. Siz ise hâlâ şüphe ediyorsunuz.
(mirye/temterûn)”66 Bu ayette şüphe edenler olarak inkârcılara hitap edilmiş
ve Allah’ın mevcudiyeti hakkındaki şüpheyi ortadan kaldırması gereken
delil olarak da insanın yaratılışı zikredilmiştir. Her ne kadar Hz.
Peygamber’in davetine muhatap olan müşriklerin Allah inancı bulunsa da
bu, şirke bulanmış bir inanç idi. Ayrıca onlar; “Bu, ayetlerimizi inkâr
etmelerinin ve ‘Kemik ve ufalanmış toprak olduğumuzda mı yeniden dirileceğiz?’
65
66
Râzî, XXVII, 64.
En‘âm: 6/2.
84
Nurullah DENİZER
demelerinin cezasıdır.”67 ve “Diyorlardı ki: ‘Biz öldükten, toprak ve kemik yığını
hâline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?’”68 ayetlerinde
belirtildiği gibi ölümden sonra gerçekleşecek bir yeniden dirilişi de kabul
etmiyor ve bunu istihza ile karışık bir şüphe ile karşılıyorlardı. Bu ayette
ise onların bu şüphelerini giderecek en başta gelen delillerden biri olan
insanın yaratılışına vurgu yapılmıştır. Zira ilk yaratılışa inanan müşriklerin
ikinci yaratılışa da (ba’s) inanmaları aklen gereklidir.69 Ayette, “Sizi
çamurdan yaratan yalnız O’dur.” buyurulmakla Allah’ın yaratmada hiçbir
ortağı bulunmadığına dikkat çekilmiştir. Burada insanların çamurdan
yaratıldığı özellikle belirtilmiş ve böylece toprak olduktan sonra insanın
yeniden canlandırılmasını imkânsız olarak gören müşriklerin ortaya
koydukları düşüncenin mesnedsiz olduğu vurgulanmıştır. Çünkü
insanların topraktan yaratıldığına inanan müşriklerin, onun yeniden
topraktan yaratılmasına itiraz etmesi akıl ve mantık çerçevesine
sığmamaktadır. Dolayısıyla tevhid hususunda ve Allah’ın insanlara yaptığı
en büyük uyarı olan yeniden diriliş ve hesap günü hakkında şüphe içinde
olanlara ilk yaratılışları misal gösterilmek suretiyle yeniden
yaratılmalarının da bundan farklı olmayacağı ve bunun, kesinlikle şüphe
etmemeleri gereken bir hakikat olduğu anlatılmıştır.
“Yemin olsun ki İblis’in onlar hakkındaki zannı doğru çıktı.
Müminlerden bir grup dışında ona uydular. Hâlbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir
hâkimiyeti yoktu. Ancak ahirete inananı, şüphe (şekk) içinde kalandan ayırt edip
bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır.”
mealindeki Sebe’ suresi 20-21. ayetlerde ahiret hakkında şüphe içerisinde
olan kimselerin, İblis’in vermiş olduğu vesveselere aldanarak kuşkuya
düştükleri belirtilmektedir. Burada İblis’in doğru çıkan zannı, Hicr suresi
39-40. ayetlerde70 ve Sâd suresi 82. ayette71 onun, ihlaslı kullar hariç
herkesi yoldan çıkaracağı şeklindeki beyanına karşılık gelmektedir. Oysaki
67
68
69
70
71
İsrâ: 17/98.
Vâkıa 56/47.
İbn Aşûr, VII, 130-131.
“İblis, ‘Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel
göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım.’ dedi.”
“İblis, ‘Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini
azdıracağım.’ dedi.”
Kur’an’da Dinî Şüphe
85
“Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de
hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın.”72 ayetinde
İblis, insanlar üzerinde herhangi bir yaptırım gücü olmadığını, sadece
verdiği vesveselerle insanların zihinlerine şüphe soktuğunu beyan
etmektedir. Bir başka deyişle İblis’in, Allah’a ve ahiret gününe iman
etmek istedikleri halde insanları inkâr yolunu tercih etmeye zorlama gücü
bulunmamaktadır. Allah’a ve ahiret gününe inananlar, bunlarla ilgili
kuşku içinde olanlardan ayrılsın diye Allah ona yalnızca, inkâr yolunu
seçmek isteyenleri yoldan çıkarma, aldatma ve kandırma izni vermiştir ki
bu da, İblis’in insanlara vesvese vermek suretiyle şüphe içine düşmelerine
yol açma şeklinde meydana gelmektedir. Bu durumda mezkûr ayet
özelinde ahiret hakkında, genel olarak ise iman konusunda insanların
şüphe içinde olmasına vesile olan, insanın İblis tarafından kendisine
yapılan telkinleri Allah’ın gerek vahiy yoluyla gönderdiği ayetlere gerekse
kevnî ayetlere tercih etmesidir. Yani imânî meselelerde ortaya çıkan
şüphe her ne kadar İblis kaynaklı olarak insan zihninde yer bulsa da onun
kökleşmesi ve buradaki varlığını daim kılması kişinin kendi ihtiyarı ile
gerçekleşmektedir.
Yeniden dirilişe dair şüphe hakkında Kur’ân’ın vermiş olduğu bir
örnek de Hz. İbrahim’in, Allah’a ölüleri nasıl dirilteceği hususunu
sormasından bahseden Bakara suresi 260. ayettir. “Hani İbrahim, ‘Rabbim!
Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster.’ demişti. (Allah ona) ‘İnanmıyor musun?’
deyince, ‘Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için.’ demişti. ‘Öyleyse, dört
kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın
üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah
mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.’” mealindeki ayette ifade
edilen Hz. İbrahim’in tutumu Hz. Peygamber’in, “Biz İbrahim’den daha
çok şüphe etme hakkına sahibiz.”73 hadisinde şüphe olarak
nitelendirilmiştir. Ayette bahis konusu olan Hz. İbrahim’in şüphesi imana
zarar veren, onu zayıflatan tarzda bir şüphe değil; mevcut imanın
rasyonel verilerle de desteklenerek kalbin de mutmain olması amacını
güden yani imanı güçlendirecek farklı deliller bulma gayesi taşıyan bir
72
73
İbrâhîm 14/22.
Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail Buhârî, Sahîh, thk. Mustafa Dîb el-Buğâ, Dâru
İbn Kesîr, Beyrut, 1987, Hadis No: 4263, IV, 1650; Ebû Abdullah Ahmed b.
Muhammed eş-Şeybânî Ahmed b. Hanbel, Müsned, thk. Şuayb Arnaut vd.,
Müessesetü’r-risâle, Beyrut, 1999, Hadis No: 8328, XIV, 74.
86
Nurullah DENİZER
arayış, diğer bir deyişle metodik şüphedir. Hz. İbrahim’in içine girdiği bu
arayış ve sorgulama süreci iman ve şüphenin bir arada olduğunu
göstermektedir. Zira iman olgusunun mahiyetinde şüphe kendiliğinden
mevcuttur. İman ‘gerçekle tam olarak örtüşen bir biliş’ değildir. Kesin
olarak bilinen bir şey iman konusu olmaktan çok bilgi konusudur. İman,
subjektif güven ve kanaate dayalı olduğu için zaman zaman şüpheye
maruz kalabilir.74 Görüldüğü gibi Hz. İbrahim içinde oluşan şüpheyi
imanını kuvvetlendirme yolunda kullanmaya sevk etmiş, onun imanına
zarar verecek bir rol oynamasını engellemiştir. Öyleyse bu noktada
bireyin yapması gereken, kalbine doğan şüpheleri yok saymak,
görmezden gelmek yahut onlara teslim olmak değil, o şüpheleri giderecek
yolların peşine düşmek, araştırmak ve imanını tahkîkî boyuta taşımaktır.
Kelâm ilminde bilgi, kesinlik ifade etmesi bakımından ilme’lyakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn olmak üzere üç basamak şeklinde
değerlendirilir. Akıl yoluyla elde edilen ve bir haber yoluyla bildirilen bilgi
ilme’l-yakîn, duyu organlarının sağlıklı bir biçimde gözlem ve deney
yoluyla sağladığı bilgiler ise ayne’l-yakîn olarak tanımlanır. Gözlem ve
deney akabinde duyu organlarının algısı ile sahip olunan bilginin kesinliği,
ilme’l-yakînden daha yüksektir. Çünkü gözlem ve tecrübe yoluyla elde
edilen bilgi insana daha ikna edici, doyurucu ve kuşku giderici gelir.
Kesinlik derecelerinin en yükseği, hakka’l-yakîndir. Bu, bizzat yaşamak
suretiyle duyuların ve duyguların eşlik ettiği bir bilgidir. Yaşayarak,
inceleyerek, görerek, dokunarak edinilen bilgi türü daha zengin, doyurucu
ve tatmin edici olur.75 Bu ayetten anlaşılan, Hz. İbrahim’in öldükten
sonra diriliş hakkında ilme’l-yakîn seviyesindeki bilgisini ayne’l-yakîn
seviyesine taşımak istemesidir. Görerek inanan bir kimsenin sahip olduğu
iman, sadece haber yoluyla elde ettiği bilgiye sahip olan kimsenin
imanından daha kuvvetli olacağı için Hz. İbrahim Allah’tan ölüleri nasıl
dirilttiğini göstermesini istemiştir. Dinsel şüphede birey, iman objesini
yeni kanıtlarla tekrar tekrar ele alıp inceleme isteği duyar. Hz. İbrahim,
öldükten sonra dirilme olayını, vahiy bilgisiyle doğrulamanın yanında
74
75
Murat Sülün, Kur’ân-ı Kerîm Açısından İman-Amel İlişkisi, Ekin Yayınları, İstanbul,
2000, s. 113-114.
Ali Arslan Aydın, İslâm İnançları ve Felsefesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara, t.y., s. 96-97; Süleyman Uludağ, İslâm’da İnanç Konuları ve İtikâdî Mezhebler,
Marifet Yayınları, İstanbul, 1996, s. 91-92.
Kur’an’da Dinî Şüphe
87
gözleme dayalı veriler yardımıyla da kavramak istemektedir.76 Bu şekildeki
bir bilgi arayışı içinde olan Hz. İbrahim’in bu durumunun Kur’ân’da
haber verilmesinin, sadece haber yoluyla sahip olunan imanla
yetinilmemesi, bu imanın deney, gözlem ve araştırmayla
kuvvetlendirilerek sağlamlaştırılmak ve kalbi tatmin edici seviyeye
ulaştırmak için gayret gösterilmesi gerektiğine yönelik bir mesaj olduğu
düşünülebilir.
1.3. Bir Münafıklık Alameti Olarak Şüphe
“Allah’a ve âhiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad
etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Allah, kendine karşı gelmekten
sakınanları çok iyi bilendir. Ancak Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri
şüpheye düşüp (rayb) kendileri de o şüphelerinin içinde bocalayan kimseler senden
izin isterler.”77 Bu ayette bahsedilen kimseler, herhangi bir maruzatı
olmadığı halde Tebük seferine katılmamak için çeşitli bahaneler uyduran
kimselerdir. Müslüman olarak göründükleri halde bu kişilerin sefere
katılmak, bir başka deyişle Allah yolunda cihad etmek istememeleri
onların, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan ve bu hususta şüpheleri olan
kimseler sınıfında sayılmalarına yol açmıştır. Kur’ân çeşitli ayetlerde iman
edenleri etmeyenlerden ayrıştıran en önemli özelliklerden biri olarak
Allah ve ahiret gününe imanı zikretmiştir.78 Bu ayetlerde de Allah, iman
eden ve etmeyenlerin vasıflarını bildirirken Allah ve ahiret gününe
inanma özelliklerini vurgulamıştır. Bunun sebebi, kişiyi Allah yolunda
cihada sevk eden yahut ondan alıkoyan şeyin samimi bir iman veya
imansızlık olmasıdır.79 İmana sahip olmanın ya da ondan yoksun olmanın
76
77
78
79
Kasapoğlu, “Dinsel Şüphe”, s. 74.
Tevbe 9/44-45.
Bkz. Bakara 2/8, Tevbe 9/44.
Bu noktada Tebük seferine katılmayanlar arasında yer alan Ka‘b b. Mâlik, Mürâre b.
Rebi‘ ve Hilâl b. Ümeyye’nin durumlarının ayrı bir çerçevede değerlendirilmesi
gerektiğini belirtmek gerekir. Zira bu sahabîleri savaşa katılmaktan alıkoyan
imanlarında bir şüphe ve samimiyetsizlik bulunması değildir. Ka‘b b. Mâlik Tebük
seferine katılmaya niyetli olduğu halde hazırlanma işini ağırdan aldığından ve
hazırlıklarını yetiştiremediğinden ötürü sefere katılamamış, daha sonra o ve
arkadaşları bu durumdan ötürü büyük pişmanlık duyarak tövbe etmiş, Hz.
Peygamber’in emriyle Allah haklarında bir hüküm verinceye kadar toplumdan tecrit
edilmiş, elli gün sonra nâzil olan Tevbe 9/118-119. ayetlerle tövbeleri kabul
edilmiştir. Bahattin Kök, “Kâ’b b. Malik el-Ensârî ve Tebük Seferiyle İlgili
Durumu”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 8 (1988), s. 132; İsmail
88
Nurullah DENİZER
cihad arzusunda önemli rol oynadığı açıktır. Çünkü Allah ve ahiret inancı
olan bir mümin, ölmesi halinde de hayatta kalması durumunda da
Allah’ın rızasını kazanacağını bildiği için cihadın sonucunu düşünmez.
Her iki durumda da hesap gününde Allah’tan mükâfatını alacağını bilir.
Hâlbuki Allah ve ahiret inancından yoksun olan münafık için cihad,
hayatını kaybetme riskini alacağı büyük bir tehlikedir. İşte ayetteki
‘Kalplerinde şüphe bulunanlar’ lafzı ile imanda şüpheye düşenler
kastedilmektedir. Ayette şüphenin kalbe isnad edilmesinin sebebi, imanın
merkezinin kalp olmasıdır. Kalbe giren şüphe ise, imana nifak
karışmasına sebep olur. Kişinin gerçek bir iman sahibi olması; “Gerçek
müminler ancak Allah'a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye
düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak
onlardır.”80 ayeti ile Kur’ân’da, iman ettikten sonra imanına asla şüphe
karıştırmama şartına bağlanmıştır.
“Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüphe (rayb) içinde midirler?
Yoksa Allah ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi
korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!”81 ayetinde de şüphe kalp ile
birlikte anılmıştır. Bu ayette bahis mevzusu olanlar, hicretten sonra Hz.
Peygamber’in Medine’nin kontrolünü ele geçirmesi akabinde herhangi bir
zarar görmemek, işlerini yürütebilmek ve Müslümanlara özgü bir takım
menfaatlerden faydalanabilmek için iman etmediği halde Müslüman
olmuş görünen kimselerdir ki bu özelliklere sahip kimseler münafık
olarak adlandırılmaktadır. Bu kimselerin düştükleri şüphe, Hz.
Peygamber’in Allah tarafından görevlendirilmiş bir peygamber olup
olmadığı hakkındaki şüphedir. Zira bu ayetin nüzul sebebi olarak
zikredilen bir rivayete göre münafıklardan Bişr isimli biri ile bir Yahudi
arasında arazi hususunda bir anlaşmazlık olmuş, Yahudi Bişr’i, davalarını
Hz. Peygamber’e götürmeye ve onun hükmüne razı olmaya davet
etmiştir. Davada haksız olduğunu bilen Bişr “O bize haksızlık yapar.
Ka‘b b. Eşref’in hakemliğine başvuralım.” demiş ve bunun üzerine bu
80
81
Yiğit, “Tebük Gazvesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara, 2011, XL, 230; Mustafa Karabacak, “Ka’b B. Mâlik’in
Tebük Seferi’ne Katılması ile İlgili Hadis Hakkında Bir Değerlendirme”, EKEV
Akademi Dergisi, cilt: 19, sayı: 63 (2015), s. 205.
Hucurât: 49/15.
Nûr 24/50.
Kur’an’da Dinî Şüphe
89
ayet nazil olmuştur.82 Bir önceki ayet olan “Ama gerçek (verilen hüküm)
kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler.”83 ayeti ile bu nüzul sebebi
birlikte değerlendirildiğinde karşımıza çıkan sonuç şudur: Münafıklar
hüküm kendi lehlerine verileceği zaman peygamberin hâkimliğini kabul
etmekte ancak aleyhlerine bir karar verileceğini bildikleri zaman onun
hâkimliğini, haksızlık yapacağını öne sürmek suretiyle kabul
etmemektedirler. Hâlbuki Allah’ın varlığı ve onun görevlendirmiş olduğu
elçi hakkında herhangi bir şüphesi bulunmayan bir Müslümanın,
peygamberin vereceği hükmün adaleti konusunda da bir şüphesinin
bulunmaması gerekir. Diğer yandan hükmün lehine veya aleyhinde
olmasına bağlı olarak peygamberin hükmünü kabul edip etmeme
tercihinde bulunan birinin, sırf kendi menfaati için Allah Resûlünün
adaletinden göz göre göre yüz çevirdiği de söylenebilir ki apaçık bir
münafıklık olan bu durumun sebebi ayette, ya kalpte bulunan bir hastalık
ya da şüphe olarak belirtilmiştir.
“Münafık erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, ‘Bizi bekleyin ki
sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım.’ diyecekleri gün kendilerine, ‘Arkanıza
(dünyaya) dönün de bir ışık arayın.’ denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir
sur çekilir. Bunun iç tarafında rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki dış cihetinde
ise azap vardır. (Münafıklar) onlara: ‘Biz sizinle beraber değil miydik?’ diye
seslenirler. (Müminler) de derler ki: ‘Evet ama siz kendi canlarınıza kötülük ettiniz,
gözlediniz, şüpheye düştünüz (rayb) ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan
(şeytan) sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı.’”84
Hesap günü mümin ve münafıklar arasında geçen bir diyalogu haber
veren bu ayetler, Allah ve onun emirleri hakkında şüpheye düşenlerin
ahirette pişman olacağını ve artık bu şüphelerinden vaz geçseler de
bunun bir kıymeti olmadığını anlatmaktadır. Münafıklar burada, Allah
tarafından kendilerine ‘nûr’ verilmiş müminlerin peşine düşerek onların
ışığından istifade ile cennete ulaşma arzusundadırlar ve bu isteklerinin
meşruiyetini de ‘Biz sizinle beraber değil miydik?’ diyerek sağlamaya
çalışmaktadırlar. Yani onlar dünyada şeklen müminlerin yanında yer
almış, onlar gibi ibadet etmiş onlar gibi savaşa gitmiş ve diğer bütün
82
83
84
Ebu’l Hasen Alî b. Ahmed b. Muhammed b. Alî Vâhidî,, Esbâbu Nüzûli’l-Kur’ân,
thk. Kemâl Besyûnî Zağlûl, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 1411, s. 337.
Nûr 24/49.
Hadîd 57/13-14.
90
Nurullah DENİZER
işlerinde hep müminler ile birlikte bulunmuşlardır. Buna kıyasla ahirette
de onlarla birlikte olmak, onlara verilen mükâfatları elde etmek
istemektedirler. Ancak dünyada onların münafıklığından haberdar
olmayan müminler burada bu bilgiye sahip bir şekilde onların dünyada
inkârlarını gizleyip münafık olmaları sebebiyle kendi kendilerine kötülük
ettiklerini, müminlerin yanında görünmekle birlikte onların başına bela ve
musibetlerin gelmesini gözlediklerini, din ve öldükten sonra diriliş
konusunda içine düştükleri şüphe ve kuruntuların onları aldattığını haber
vermektedirler.85 Öyle ki şeytanın ‘Allah affedicidir, merhametlidir, size
azap etmez.’ telkini onları Allah hakkında aldatmış ve herhangi bir cezaya
çarptırılmadan affedilecekleri vehmine kapılmalarına neden olmuştur.
Görülüyor ki şeytanın yanlış yönlendirmesi ve vermiş olduğu vesvese
sonucu münafıklar içine düştükleri şüpheden dünya hayatları boyunca bir
türlü kurtulamamış; müminlerle birlikte oldukları, onlarla yan yan ibadet
ettikleri, iş yaptıkları halde Allah ve ahiret hakkındaki kuşkuyu içlerinden
söküp atamamışlardır. Ayetlerden çıkarılabilecek muhtemel bir mana da
kendisinden kurtulunamayan ve esiri olunan şüphelerin insanı dünya
hayatı boyunca oyaladığı, kesin bir imana sahip olmasını engellediği ve
nihayet artık geri dönüşü olmayan hesap gününde sahibinin azaba dûçâr
olmasına vesile olduğudur.
1.4. Bir Mümin Özelliği Olarak Şüpheden Uzak Durma
Bakara suresi 3. ayette86 belirtildiği gibi iman sahibi olanların
özelliklerinden birisi, onların gayba iman etmesidir. İman, insanın deney
ve tecrübe sahası dışında kalan konular hakkında manevî bir tatmine
ulaşması ve bunlar hususunda bir kuşku içerisinde bulunmaması halidir.
İnsanların şüpheye düştüğü hususları konu edinen ayetlere bakıldığında
bunların çoğunlukla vahiy, vahyin getirdiği bazı hükümler, Allah’ın varlığı
ve hesap gününün gerçekleşeceğine dair olan metafizik alan içerisinde ele
alınabilecek konular olduğu görülmektedir. İnanan bir kimse için deney
ve tecrübe sahası dışında kalan bu alana dair sahip olunacak bilginin
yegâne kaynağı vahiydir. Gaybî konularda vahyin kendilerine verdiği
bilgilere herhangi bir şüphe duymaksızın inanmak Kur’ân-ı Kerîm de
85
86
Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, Risale Yayınları, İstanbul, 2005, XIV, 265.
“Onlar gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infâk ederler.”
Kur’an’da Dinî Şüphe
91
gerçek manada bir imana sahip olan kimselerin özelliklerinden biri olarak;
“İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen,
Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin
ta kendileridir.”87 ayeti ile bildirilmektedir. Yani gerçek anlamda inanan
kimseler Allah’ın birliğine, onun elçisinin nübüvvetine ve elçisi vasıtasıyla
kendilerine ulaşan vahyin içeriğine yakîn (kesin) bir şekilde inanan ve bu
inancından bir daha asla şüphe etmeyen kimselerdir.88 Mâturidî bu ayette,
imanlarında sâdık olmayan münafıklar gibi olmayan müminlerden
bahsedildiğini, İbn Cüzeyy ise dilleri ile iman ettik demelerine rağmen
kalplerinde şüphe bulunanların kast edildiğini belirtmişlerdir. 89 Anlaşılan
o ki buradaki şüpheden kasıt bilgi edinmek maksadıyla içinde bulunulan
metodik şüphe değil, kişiyi bildiğinden ve inandığından uzaklaştıran,
hakkı batıl görmesine vesile olan şüphedir. Kanaatimizce şüpheden
arınmış bir imana sahip olmak öncelikle şüphenin kaynaklarından biri
olan şeytanın vesvese verdiği nefse hâkim olmakla gerçekleşebilir. Zira bu
vesveseler sayesinde nefsin arzuları körüklenmekte, vahyin yasaklamış
olduğu kötü, çirkin ve fânî işler nefse hoş gösterilmekte, bunun neticesi
olarak Allah ve ahiret inancı hakkında insan, içerisinden çıkmanın son
derece zor olduğu bir şüphe girdabına düşmektedir. Şüpheden uzak bir
imana ulaşmanın diğer bir gereği ise insanın imanını taklitten kurtararak
tahkik boyutuna taşımasıdır. Çünkü herhangi bir fikrî alt yapıdan yoksun
olduğu için taklidî boyuttaki bir inancın, şüphe rüzgârına kapılması ve
üzerinde bulunduğu iman kaidesinden uzaklara savrulması son derece
muhtemeldir. Hâlbuki neye niçin inanıldığı sorgulanarak ve bu soruların
cevapları hakkında tatmin sağlanarak tahkik seviyesine ulaşmış bir iman,
şüphe rüzgârından etkilenmeyecek kadar sağlam köklere sahip bir iman
olacaktır. Yukarıdaki ayette Allah ve Resûlüne inanıp sonra bu
imanlarında şüpheye düşmeden Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad
eden ve doğru kimseler olarak nitelenenler, imanlarını bu seviyeye taşımış
müminler olsa gerektir.
87
88
89
Hucurât 49/15.
Taberî, XXII, 318; Râzî, XXVIII, 143.
Mâturidî, IV, 550-551, Ebu’l-Kâsım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kelbî
İbn Cüzeyy, et-Teshîl li-‘Ulûmi’t-Tenzîl, thk. Rızâ Ferec el-Hümâmî, el-Mektebetü’lasriyye, Beyrut, 2005, IV, 115.
92
Nurullah DENİZER
Sonuç
İman, insanın duyu organlarıyla yahut deney ve tecrübeyle
hakkında somut ve kesin bilgi sahibi olamayacağı konular için söz
konusudur. Yani hakkında kesin ve somut bir bilgiye sahip olunan
meselelerin imana konu olması söz konusu değildir. Bakara suresinin
hemen başındaki “Elif Lâm Mîm. İşte bu, içerisinde hiçbir şüphe olmayan,
muttakiler için hidayet rehberi olan bir kitaptır. Onlar ki gayba iman ederler,
namazı kılarlar ve Allah’ın kendilerine vermiş olduğu şeylerden infâk ederler.”90
ayetlerinde bu durum açıkça ifade edilmekte, gayba iman etmenin bir
mümin özelliği olduğu belirtilmektedir. İman her ne kadar bilinmeyene
ve bilinmesi somut olarak mümkün olmayana olsa da doğasında var olan
merak etme ve sorgulama özellikleri insanı, inandığı şeyleri araştırmaya ve
inanacağı şeye ikna olmaya itmektedir. Bu anlamda inanılacak olan şeyin
hakikatine dair olan sorgulama, metodik şüphe olarak adlandırılır. Bu tür
şüphe, imanın tahkîkî boyuta ulaşması için son derece önemlidir.
Kur’ân’da şüphe kavramı genellikle bir kabullenememe ve inkâr
durumunu karşılayacak anlamda kullanılmıştır. Diğer yandan insan
doğasından kaynaklanmayan, şeytan kaynaklı olduğu bildirilen ve vesvese
kavramı ile Kur’ân’da ifade edilen şüphe; insana kötü ve zararlı
telkinlerde bulunan, onu dine aykırı düşünce ve davranışlara sevk eden
bir mahiyet arz etmektedir.
Kur’ân’da şüphe çeşitli ayetlerde, ‘rayb’, ‘şekk’, ‘mirye’, ‘zann’,
‘maraz’ ve ‘harec’ kavramlarıyla ifade edilmektedir. Ayrıca şüphenin
oluşmasında etken olan ‘vesvese’ kavramı da konuyla ilgisi bakımından
önemlidir.
Kur’ân’da insanların; Allah’ın varlığı, vahiy, din ve dinî değerler
ile yeniden dirilişin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine dair şüphelere
düştüklerinden bahsedildiği görülmektedir. Kur’ân’ın çeşitli yerlerinde
din ve tevhid hakkında şüpheye düşen kimselerden bahsedilerek onların
şüphe içindeki bu durumlarına işaret edilmekte, Hz. Peygamber
tarafından tevhide davet edilmelerine temas edilmekte, bu davete
uymayarak kuşku içerisinde hayatlarına devam edenlerin ise cehennem ile
cezalandırılacakları bildirilmektedir. Bu ayetler genel olarak
90
Bakara 2/1-3.
Kur’an’da Dinî Şüphe
93
değerlendirildiğinde ulaşılabilecek sonuç; kişinin imanına zarar
verebilecek şüpheleri üreten nefsi ile mücadele etmesi ve şüpheyi
giderecek olan kesin ve doğru bilgi arayışı içerisinde olması gerektiğidir.
Vahiy hakkında şüphe duyanların bahis mevzusu edildiği ayetlerin de
insanları şüpheye düşürecek olan cin ve insan şeytanlarının verdiği
vesveselerden uzak durma ve hak ile batıl ayırt edildikten sonra yeni
şüphelerin oluşmasına meydan verecek batılın kesin olarak terk edilerek
hak üzerinde karar kılınması gerektiği mesajını verdiği değerlendirilebilir.
Öldükten sonra diriliş hakkında şüphe edenleri söz konusu eden
ayetlerde yine İblis’in vesvese vererek insanları şüpheye düşürmesine
değinilmiş ve bu konudaki şüpheyi gidermek için insana yeniden
yaratmadan daha zor olan ilk yaratılışı misal gösterilmiştir. Bu noktada
yeniden yaratılışa dair Hz. İbrahim’in Allah’tan ölüleri nasıl dirilttiğini
göstermesi talebini içeren ayet önem arz etmektedir. Zira bu ayette,
şüphenin giderilmesi için izlenecek yol gösterilmiştir. Şöyle ki insan,
çeşitli vesilelerle kendisinde oluşacak şüpheleri görmezden gelmemeli;
aksine onları giderecek yollar araştırmalı ve böylece imanını tahkîkî
boyuta ulaştırmalıdır. Aksi halde önemsenmeyen ve giderilmesi için çaba
harcanmayan şüpheler daha da derinleşerek kişinin imanında oluşacak
tahribatı artıracaktır.
Ayetlerde insanların öncelikle şüpheye düşmemeleri, düşmeleri
durumunda da bu şüphelere mağlup olmamaları gerektiği bildirilmiş,
şüpheye konu olan meseleleri sorgulayarak hakikate ulaşmaya çalışmaları
tavsiye edilmiştir. İnsanın kendisini esir almasına müsaade ettiği ve onu
gidermek için bir mücadele vermediği şüphe Kur’ân’da bir münafıklık
özelliği olarak zikredilmiş, gerçek iman sahipleri ise Allah’a ve Resûlüne
iman ettikten sonra artık bir şüpheye düşmeyen kimseler olarak
tanımlanmıştır.
Bu noktada ilginç olan bir husus da imanî konular hakkında
şüpheye düşen ve bu nedenle iman etmeyen kimselerin, şüphenin konusu
olan meselelerin aksini ispat etmek için de bir çaba göstermiyor
olmalarıdır. “Eğer kulumuza parça parça indirdiğimiz Kur’ân’dan şüphedeyseniz
(rayb) haydi Allah’tan başka bütün güvendiklerinizi de çağırın ve onun ayarında bir
sure meydana getirin. Eğer (bu iddianızda) haklıysanız (böyle yapın).” mealindeki
Bakara suresi 23. ayet, Allah’ın Hz. Peygamber’e gönderdiği vahiy
hakkında şüphe içinde olan müşriklere, onun bir parçasının benzerini
getirme hususunda meydan okumaktadır. Kaynakların belirttiğine göre
Kur’ân’ın bu çağrısına icabet eden ve ona nazîre yapmaya teşebbüs eden
94
Nurullah DENİZER
bazı kimseler olmuşsa da bu çabalar akametle sonuçlanmış ve sahipleri de
Kur’ân’ın bir benzerinin getirilemeyeceğini itiraf etmişlerdir.91 Görüldüğü
gibi şüphe sebebiyle iman etmeyen kimseler, şüphelerin kendilerine
dayattığı düşünceleri ispat etme hususunda aciz kalmışlardır. Aynı şekilde
imana konu olan mevzularda şüpheye düşen ve şüpheleri sebebiyle iman
etmeyen kimselerin, bu şüphelerin içeriğinin doğruluğunu araştırdıkları ve
bunları rasyonel bir temele oturtup ikna olarak iman etmedikleri yahut
imanlarını kaybettikleri sıklıkla görülen bir durum değildir. Kur’ân’da
bahsi geçen inkârcıların imânî konulara dair kuşkuları, onların gerçeği
tespit etme yolunda kullandıkları bir şüphe değildir. Bu kimseler büyüyüp
yetiştikleri kültürel çevrenin inanç ve geleneklerine ters düştüğünden
ötürü Kur’ân’ın kendilerine sunduğu hakikate şüphe ile yaklaşmışlar ve
alışkanlıklarının bozulmaması adına inkârcı bir şüphe ile refleks
göstermişlerdir. Dolayısıyla onların şüphesi, bir meselenin hakikatini elde
etmek için kullanılan bir yöntem değil, mevcut inanç durumlarını devam
ettirme adına kendilerine ulaşan bilgiyi inkâr etmek için bir araç olarak
kullanılan şüphedir. Bu nedenle onlar kuşkularına aklî bir temel bulma
arayışında olmamış, inkâr ettikleri şeylerin aksini ispat etme gibi bir çaba
içerisine de girmemişlerdir. Eğer onların şüpheleri gerçekten hakikate
ulaşma amacı taşısaydı, Kur’ân’ın kendilerine sunduğu hakikati şüpheleri
ile inkâr etmek yerine öncelikle Kur’ân’da kendi çarpık inançlarını
sorgulamalarına dair yapılan çağrılara kulak verirlerdi. Bu durum
göstermektedir ki şüphe peşinen inkâr amacı taşıdığında inkârın
kökleşmesine vesile olan, hakikate ulaşmada bir araç olarak kullanıldığı
zaman ise imanın tahkîkî boyuta ulaşmasına fayda sağlayacak bir mahiyet
arz etmektedir.
İnsanın herhangi bir konu hakkında şüpheye düşmesi, onun
fıtratının doğal bir sonucudur. Bu durumda bizce takınılacak en doğru
tavır; şüpheye konu olan şeyin de, şüphenin kendisinin içeriğinin de
araştırılarak ve üzerinde düşünülerek tasdik edilmesidir. Aksi halde kişi ne
şüphe ettiği konu ne de şüphenin kendisi hakkında ikna olabileceği bir
bilgiye sahip olmaksızın bir nevi zihnî arafta kalacak, ne inançta ne de
91
Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed b. İbrahim Hattâbî, Beyânü İ‘câzi’l-Kur’ân
(Selâsü resâil fi’l-İ‘câz içinde), thk. Muhammed Halefullah-Muhammed Zağlûl Selâm,
Dâru’l-Maârif, Mısır, 1976, s. 55; Râfiî, Mustafa Sâdık, İ‘câzü’l-Kur’ân, Mısır, 1926, s.
178-179; Yılmaz, Nedim, İcâzü’l-Kur’ân, İstanbul, 1984, s. 21.
Kur’an’da Dinî Şüphe
95
inançsızlıkta kendisini fikrî bir temele oturtamamış bir halde bocalayıp
duracaktır.
96
Nurullah DENİZER
KAYNAKÇA
Abdulbâkî, Muhammed Fuâd. el-Mu‘cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’lKerîm, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2001.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî.
Müsned, thk. Şuayb Arnaut vd., Müessesetü’r-risâle, Beyrut, 1999.
Askerî, Ebû Hilâl Hasan b. Abdullah b. Sehl. el-Furuk fi’l-Lüga, thk.
Muhammed İbrahim Selîm, Dâru’l-ilm ve’s-Sekâfe, Kahire.
Aydın, Ali Arslan. İslâm İnançları ve Felsefesi, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara, t.y..
Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail. Sahîh, thk. Mustafa Dîb elBuğâ, Dâru İbn Kesîr, Beyrut, 1987.
Bursevî, İsmail Hakkı. Tefsîru Rûhi’l-Beyân, thk. Ahmed İzzû İnâye, Dâru
İhyâi’t-turâsi’larabî, Beyrut, 2001.
Cevherî, Ebû Nasr İsmail b. Hammâd. es-Sıhâh Tâcu’l-Luga ve Sıhâhi’lArabiyye, thk. Ahmed Abdulgafûr Attâr, Dâru’l-ilm li’l-melâyîn,
Beyrut, 1987.
el-Cevzî, Cemâlüddîn Ebu’l-Ferec Abdurrahmân b. Alî. Nüzhetü'l-A’yüni’nNevazir fî İlmi’l-Vüc’uh ve’n-Nezâir, thk. Muhammed Abdulkerîm
Kâzım er-Râzî, Müessesetü’r-risâle, Beyrut, 1984.
Cürcânî, Ebu’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Alî Seyyid Şerîf Hanefî. et-Ta‘rîfât,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1983.
Çağrıcı, Mustafa. “Vesvese”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2013.
Çiçek, Hasan. “Kadîm Üç Felsefe Problemi Bağlamında Mevlana’nın
Mesnevî’sinde Metaforik Anlatım”, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, XLIV (2003), ss. 293-311.
Ebu’t-Tayyib el-Lugavî, Abdulvâhid b. Ali. el-Ezdâd fî Kelâmi’l-Arab, thk.
İzzet Hasan, Dâru Talas, Dımeşk, 1996.
Ebussuûd b. Muhammed el-‘Imâdî. İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’lKitâbi’l-Kerîm, thk. Abdulkâdir Ahmed Atâ, Mektebetü’r-Riyâdi’lHadîse, Riyâd.
Kur’an’da Dinî Şüphe
97
Endelûsî, Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf b. Hayyân.
el-Bahru’l-Muhît, thk. Sıdkî Muhammed Cemîl, Dâru’l-fikr,
Beyrut, 1420.
Esed, Muhammed. Kur’ân Mesajı, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk,
İşaret Yayınları, İstanbul, 2002.
Ezherî, Ebû Mansur Muhammed b. Ahmed b. Ezher el-Herevî. Tehzîbu’lLuga, Dâru ihyâi’t-turâsi’l-arabî, Beyrut, 2001.
el-Ferâhidî, Ebû Abdurrahmân Halîl b. Ahmed b. Amr. Kitâbu’l-Ayn, thk.
Abdulhamîd Hindâvî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003.
Hattâbî, Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed b. İbrahim. Beyânü İ‘câzi’lKur’ân (Selâsü resâil fi’l-İ‘câz içinde), thk. Muhammed HalefullahMuhammed Zağlûl Selâm, Dâru’l-Maârif, Mısır, 1976.
İbn Âşûr, Muhammed Tahir. Tefsiru't-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru’t-tunûsiyye,
Tunus, 1984.
İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b.
Muhammed Bağdâdî. Zâdü’l-Mesir fî İlmi’t-Tefsîr, thk. Abdurrezzâk
el-Mehdî, Dâru’l-kitâbi’l-arabî, Beyrut, 1422.
İbn Cüzeyy, Ebu’l-Kâsım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed elKelbî. et-Teshîl li-‘Ulûmi’t-Tenzîl, thk. Rızâ Ferec el-Hümâmî, elMektebetü’l-asriyye, Beyrut, 2005.
İbnü’l-Enbârî, Ebû Bekr b. Beşşar Muhammed b. Kâsım b. Muhammed.
Kitâbü’l-Ezdâd,
thk. Muhammed Ebü'l-Fazl İbrâhim, elMektebetü'l-Asriyye, Sayda, 1987.
İbnü'l-Esîr, Ebu’s-Seâdât Mecdüddîn Mübârek b. Esîrüddîn Muhammed
b. Muhammed Şeybânî Cezerî, Câmiu’l-Usûl fî Ehâdîsi’r-Resûl, thk.
Abdulkadir el-Arnaut, Mektebetü’l-Halvanî-Matbaatü’l-MilâhMektebetü Dârîl-Beyân.
İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn İbn Mükrem. Lîsânu’l-Arab, Dâru
Sâdır, Beyrut, 1414.
İsfahânî, Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal Râgıb.
Müfredâtü Elfâzi’l-Kur’ân, thk. Safvân Adnân Dâvûdî, Dâru’lkalem, Dimeşk, 2002.
98
Nurullah DENİZER
Karabacak, Mustafa. “Ka’b B. Mâlik’in Tebük Seferi’ne Katılması ile İlgili
Hadis Hakkında Bir Değerlendirme”, EKEV Akademi Dergisi,
cilt: 19, sayı: 63 (2015), ss. 195-211.
Karaman, Hayreddin, Çağrıcı, Mustafa, Dönmez, İ. Kâfi, Gümüş,
Sadreddin. Kur’ân Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 2014.
Kasapoğlu, Abdurrahman. “Dinsel Şüphe”, Kelam Araştırmaları cilt:3,
sayı: 2 (2005), ss. 65-82.
“Şüphe İnkâr İlişkisi”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, cilt: 4,
sayı: 1 (2004), ss. 57-115.
Kök, Bahattin. “Kâ’b b. Malik el-Ensârî ve Tebük Seferiyle İlgili
Durumu”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 8
(1988), ss. 129-142.
Kurtubî, Ebû Abdurrahman Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr. el-Câmî‘
li-Ahkâmi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî,
Müessesetü’r-risâle, Beyrut, 2006.
Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed. Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne,
Müessesetür’r-risâle, Beyrut, 2004.
Mâverdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habîb. en-Nüket ve’l-‘Uyun
Tefsiri’l-Maverdi, thk. es-Seyyid İbn Abdi’l-Maksûd b. Abdirrihîm,
Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut.
Mevdûdî, Ebu’l-A‘lâ. Tefhîmu’l-Kur’ân, İnsan Yayınları, İstanbul, 1987.
Mukâtil b. Süleyman. el-Vücûh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Hâtim
Sâlih ez-Zâmin, Merkezü Cum‘ati’l-mâcid li’s-sekâfe ve’t-türâs,
Dübeyy.
Öktem, Ülker. “Descartes’da Bilginin Kesinliği Problemi”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XV (1999), ss.311-332.
Râfiî, Mustafa Sâdık. İ‘câzü’l-Kur’ân, Mısır, 1926.
Râzî, Fahreddîn. Mefâtihu'l-Ğayb: Tefsîru’l-Kebîr, Daru’l-fikr, Beyrut, 1981.
Seâlibî, Ebû Zeyd Abdurrahman b. Muhammed b. Mahlûf el-Cezâirî.
Cevahirü’l-Hisan fi Tefsiri’l-Kur’ân, Dâru ihyâi’t-turâsi’larabî, Beyrut,
1418.
Kur’an’da Dinî Şüphe
99
Semîn, Ebu’l-Abbas Şehabeddîn Ahmed b. Yusuf b. Abdiddaîm Halebî,
Umdetü’l-Huffâz fî Tefsîri Eşrefi’l-Elfâz, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye,
Beyrut, 1996.
Sülün, Murat. Kur’ân-ı Kerîm Açısından İman-Amel İlişkisi, Ekin Yayınları,
İstanbul, 2000.
Şevkânî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlânî.
Fethu’l-Kadîr, Dâru ibn kesîr-Dâru’l-kelimi’t-tayyib, BeyrutDımaşk, 1414.
Taberî, Ebû Ca‘fer İbn Cerîr Muhammed b. Cerîr b. Yezid. Câmiü’l-Beyân
fî Tefsiri’l-Kur'ân, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Müessesetü’rrisâle, Beyrut, 2000.
Uludağ, Süleyman. İslâm’da İnanç Konuları ve İtikâdî Mezhebler, Marifet
Yayınları, İstanbul, 1996.
Vâhidî, Ebu’l Hasen Alî b. Ahmed b. Muhammed b. Alî. Esbâbu Nüzûli’lKur’ân, thk. Kemâl Besyûnî Zağlûl, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye,
Beyrut, 1411.
Yakıt, İsmail. “Semantik Analizler Işığında Kur’an’da ‘Reyb’ ve ‘Yakîn’
Kavramları”, Kelâm Araştırmaları Dergisi, cilt: 1, sayı: 2 (2003), ss.
49-56.
Yazır, Muhammed Hamdi. Hak Dini Kur’ân Dili, 1960.
Yılmaz, Nedim, İcâzü’l-Kur’ân, İstanbul, 1984.
Yiğit, İsmail. “Tebük Gazvesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2011, XL, ss. 228-230.
Zebîdî, Ebu’l-Feyz Murtazâ Muhammed b. Muhammed b. Muhammed,
Tâcü'l-Arûs min Cevâhiri'l-Kâmûs, thk. Ali Hilâlî, Matbaatu
Hukûmeti Kuveyt, Kuveyt, 2004.
Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed. elKeşşâf an Hakâiki Gavâmizi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vüchi'’tTe’vîl, Dâru’l-kitâbi’l-arabî, Beyrut, 1407.
Zuhaylî, Vehbe. et-Tefsîru’l-Münîr, Risale Yayınları, İstanbul, 2005.