Academia.eduAcademia.edu

Genç Sanatçının Çilesi

Sanatçılar yaşlarının merkeze alındığı bir yaklaşımla iki temel dönem içinde değerlendirilirler. Birincisi gençlik yılları; diğeri olgunluk-yaşlılık yıllarıdır. Bu dönemleme, her sanatçının karşısına dikilecek ve kendisine karşı tutum almasını isteyecek süreçler yaratır. Hem gençlik hem de olgunluk dönemleri sanatçıdan farklı nitelikte ve şiddette türlü taleplerde bulunur. Sanatçıdan zihinsel olgunluğuna koşut bir şekilde sanatsal olgunluğa da kavuşması beklenir. Şüphe yoktur ki genç sanatçının mahut talepleri anlamlandırma ve karşılama kapasitesi belirli koşullara dayanır.

Genç Sanatçının Çilesi Sanatçılar yaşlarının merkeze alındığı bir yaklaşımla iki temel dönem içinde değerlendirilirler. Birincisi gençlik yılları; diğeri olgunluk-yaşlılık yıllarıdır. Bu dönemleme, her sanatçının karşısına dikilecek ve kendisine karşı tutum almasını isteyecek süreçler yaratır. Hem gençlik hem de olgunluk dönemleri sanatçıdan farklı nitelikte ve şiddette türlü taleplerde bulunur. Sanatçıdan zihinsel olgunluğuna koşut bir şekilde sanatsal olgunluğa da kavuşması beklenir. Şüphe yoktur ki genç sanatçının mahut talepleri anlamlandırma ve karşılama kapasitesi belirli koşullara dayanır. Koşulları tayin eden irade bazen duygusal yakınlık hissedilen çevreler bazen de içine dâhil olunan geleneğin ürettiği kıstaslar bütünüdür. Koşulları ya da kuralları tayin eden, sanatçıya yetkinlik payesini sunan irade konusunda da yetersizlikler ya da eleştiriler olabilir. Bugün sanatsal olarak iyiyi ve etkileyiciyi belirleyen ölçütlerin, algıların ve çevrelerin ne kadar doğru bir yerde durdukları veyahut da ne kadar yetki sahibi oldukları noktasında farklı fikirler oluşmuştur. Modern şiirin oluştuğu siyasî ve sosyolojik zemin ülkemiz açısından belirli bir noktadan sonra ortak ölçütleri dahi barındıramayacak bir kamplaşma eğilimi üretmiştir. Bu eğilim olgunlaştıkça, keskin “kültürel farklılaşmalar” gün yüzüne çıktı. Kamplara ayrılan sanat ve fikir çevreleri müşterek ölçütler ortaya koymak yerine var saydığı ölçütleri iyi ve nitelikli sanatın, fikri uğraşların şartı olarak öne sürdü. Meydana gelen ayrışma genç sanatçının kendisine yönlendirilen talepleri karşılaması noktasında yeni meseleler doğurmuştur ve doğuruyor da. İlaveten, modern olanın ne olduğu, ne olması gerektiği, bir gelenek teşkil edip etmediği ve modernin klasik karşısında anlamlandırılması konusunda da sorunlar belirmektedir. Bütün bu hareketli durum genç sanatçı için adımlaması gereken çileli bir yolculuk olarak belirir. Genç Sanatçının Özerkliği Gençlik sanatçı olmak ya da olmamaktan bağımsız ömrü yeterse her insanın tecrübe edeceği bir dönemdir. İnsanî olarak tadılabilecek pek çok hoşluk ancak gençken tadılabilir. Genç olmanın ifade ettiği durumlar daha çok duygusal yoğunluk, bedensel dinamizm ve olgunlaşma arzusu olarak ortaya çıkar. Bu durumları dengeleyebilen ve yerli yerine koyabilen her genç belirli oranda olgunlaşır; buna sanatçılar da dâhil. Fakat sanatçılar mezkûr süreçleri nispeten daha zor atlatırlar. Genç sanatçı istemese bile hükmedemediği duygusal gerilimlerin, stres nöbetlerinin ve taşıdığı içtenlikli (yer yer çocuksu) tutkuların kurbanı olabilir. Genç bir sanatçı kendisini kuşatan duygusal gerilimlerin, stres nöbetlerinin ve taşıdığı içtenlikli tutkuların varlığını önceden kavrayabilmelidir. Sanatın türlü durakları olan bir yolculuk ve insanî arayış olduğunu evvelden kavrayamayan bir sanatçı asla büyük eserler veremez. İnsan fiziki ve manevî olarak olgunlaştığı gibi insanın sanatsal edimi de fiziki ve manevî olarak olgunlaşır. Olgunlaşan bir sanatçı beşerî derinliği sanatsal olarak kuşatır ve anlamlandırır. Genç olmanın sembolize ettiği olgu, genç sanatçıya farklı imkânlar sunabilir. Bu imkânlar yer yer belirli özerklikler de sağlar. Genç sanatçı ne yazarsa yazsın, ne kadar iyi ve etkileyici yazarsa yazsın ona yönlendirilecek eleştirinin sesi ve sıklığı daima cılızdır. Ulaşım ve iletişim araçlarının her türlü faaliyeti kapsadığı günümüzde bile bu eğilim devam etmektedir. Edebiyat dergilerinde, sosyal medyada, bloglarda ya da internet sitelerinde genç sanatçılara dair eleştirileri bırakın, ucundan değinilere bile rastlamak zordur. Sanatsal edimine verilen tepkilerin gücü ve sıklığı genç sanatçıya tadını çıkaracağı bir özerklik sunar. Bazen özensiz yazar bazen sonuçlarını hesap edemediği girişimlerde bulunur, çoğu zaman ileri sürdüklerinin ne anlama geldiğini sorgulamak istemez. Hiçbir eleştirmen bir genç sanatçıyı sanatçıdan yaşça ve donanımca büyük biriyle yan yana koyup eleştirme yoluna girmeyecektir. Sebebi genç sanatçıya karşı hem alttan alta beslenen yaklaşım hem de verilmesi muhtemel zararlardır. Böylece genç sanatçı tadını çıkaracağı bir özerklik ve imtiyaz hali yaşar; ne ki bu özerklik geçicidir. Yaşı ve donanımı itibariyle genç sanatçı da yaşlanacak, olgunlaşacak ve belirli düzeyde donanıma sahip olacaktır. Bu noktada özellikle “şairler” arasında oluşan duruma işaret edelim. Şairler olgunlaşıp, yoğun eleştirilere söz konusu olabilen eserler verseler bile gençken sahip oldukları özerkliklerinden, imtiyazlarından ve dokunulmaz alanlarından uzaklaşmak istememektedirler. Bu sebepledir ki gençken özgürce tükettikleri duygusal gerilimlerin ve tutkulu zamanların mutlak olarak etkileyici ürünler ortaya koymak konusunda yönlendirilmesi gerektiğini görmek istemeyenlerin şiir anlayışı, şiiri insanî olgunluktan mahrum bırakacaktır. Modernite, Genç Sanatçı ve Yeni Mesuliyetler Günümüzde yaşayan bir edebiyatımız var ve bu da edebiyatımızın geçmişiyle kurulması gereken bağları ayakta tutuyor. Yirminci yüzyılın başlarında somut hale gelen dili ve edebiyatı değiştirme, yenileme isteği modern edebiyatın kapılarını açtı. Modern edebiyat sadece biçim olarak değil zihniyet olarak da modernliğin gereklerini dayatıyordu. Batı’da tecelli eden modernite Aydınlanma ile başlayıp kapitalizm ile toplumsal temellere oturan bir zihniyet dönüşümünün nihai halidir. Bu bağlamda modern edebiyatın modernliği besleyen zihniyet alanlarından bağımsız ortaya çıkacağını söylemek anlamsızlaşmaktadır. Modernite güçlü ve kuşatıcı bir zihniyet içerimine sahiptir. Kapitalizm’in ürettiği sınıfsal ilişkiler ve kurduğu toplumsal sistem moderniteyi merkeze alıyordu. Modern Batı düşüncesi de her alanda kapitalist sistemin açtığı yollarda yürüyordu. Bilvesile modern edebiyata dâhil olan herkes modernliği besleyen alanlarda kaldıkça modernitenin zihinsel temellüküne maruz kalacaktır. Bu durumu ortadan kaldırmanın ya da hafifletmenin koşulu modern olana mukabele edebilecek kıratta fikrî birikimi üretmektir. Üzülerek görüyorum ki söz konusu birikim mevcut değildir. Söz konusu birikim yoksunluğuna son iki yüz yılda yaşanan ağır siyasî ve toplumsal yıkımlar sebep gösterilebilir; fakat nihayette var olan durumu değiştiremez. Fikrî birikimi engelleyen sanatsal bağlamdaki kuramsal eksiklik yaşanan ağır siyasî ve toplumsal yıkımların ötesinde sanatsal cemaatin taşıdığı anlayışa da bağlıdır. Eser yazmadan önce sahip olunması gereken poetik ve estetik bilinç kuramsal ve fikrî birikimle sağlanabilir. Aksi takdir de oluşacak “ortam” dan en çok etkilenecek kişi genç şair-sanatçıdır. Modern zamanların tüm araçlarının müdahalelerine sonuna kadar açık olan günümüz genç sanatçısı zikredilen fikrî birikim kaynaklarından beslenmedikçe gençleri şikâyet nesnesi haline getiren bir eleştiri dünyamız olur. Sürekli olarak ideali işaret edip idea üretemeyen entelektüel cemaat hem toplumla bütünleşemez (ki modern zamanlar bunu dayatmaktadır) hem de kısır döngüler içinde sıkışıp kalır. Modern olana mukabele edebilecek çağdaş fakat modernist olmayan sanat ve fikir geleneğinin oluşması gerekmektedir. Çağdaş olmanın ölçüsü modern zamanlarda yaşamanın gerektirdiği minimum dönüşümlerdir ve sağladığı olanaklardır. Günümüzde modern sanat geleneği diye adlandırılan gelenek modern zamanlarda yaşanan tecrübelerin matematiksel olarak üst üste konulmasından öteye gidememiştir. Bir gelenekten bahsedilecekse bu gelenek kuşatıcı, kapsayıcı, yer yer grupsal/sınıfsal saikler taşıyan, fikrî hareketliliği koruyan, estetik kaygıları önceleyen bir gelenek olmalıdır. Gelenek atıl ve sabit duran bir kütle değildir. Tam zıddına modern atmosfer altında canlı, değişken ve hareket halindeki bir şeydir. Gelenek sanatsal, siyasî, iktisadî bağlamda zihniyet odaklı önermeler vaaz etmenin ötesine geçerse kendini yenilemek ve hareketliliğini korumak konusunda tökezler. Dolayısıyla, modern şiir ya da sanat geleneğinden bahsedebiliriz; fakat etkinliği hususunda yeterli ortamın oluşturulması gerekmektedir. Zikredilen koşulların tahakkukuyla, yaşanan zamanın ötesinde, geleceğe doğru da emniyetli bir sanat yolculuğu var olacaktır. Bu emniyete en fazla ihtiyaç duyacak kişi ise genç sanatçıdır. Türk şiiri on dokuzuncu yüz yılda modern Batı şiirinden önce Batılı fikirlerle karşılaştı. Birçok genç şair yozlaşmış zihin dünyalarından yeni ve modern şiire ulaşmaya çalıştı. Zihinleri Batılı ideolojilerle kuşatılan genç şairler edebî bağlamda Klasik şiir geleneğini aşma uğraşı verirken, aynı zamanda Klasik şiir geleneğini üreten zihniyet, algı ve duyum dünyasından da uzaklaşıyorlardı. Bu uzaklaşma sadece edebiyatla kalmadı bütün alanlara yansıdı. Ve nihayette özellikle sanatsal ve siyasî düşüncede derin bir kimlik krizi ortaya çıktı. Tanzimat döneminden beri düşünce hayatımızı kontrol eden ‘pozitivist tahakküm’ Cumhuriyet döneminde Kemalist ideolojiyle bütünleşti. Hatta Kemalist ideoloji düşünmek, fikir üretmek için gerekli olan bütün alanlar üzerinde pozitivist tahakkümü kutsal ve sorgulanamaz gerçeklik olarak kabul ettirmek istedi. Bu tahakküm girişimleri sanata ve edebiyata da yansıdı. Sanatçılardan resmî ideolojinin iyice yerleşmesine yönelik girişimlerde bulunması beklendi. Sanat resmî ideolojinin kendisini yansıtacağı bir araç haline getirildi. Pek çok şair (özellikle Hececi-ulusçu ve Toplumcu-gerçekçi şairler) resmî ideolojinin sanatsal taşıyıcıları gibi hareket ettiler. Şiirde doğrudan mesaj verme kaygısı güden, şairaneliği ve şiirselliği devre dışı bırakan, dilin şiirdeki özel fonksiyonunu ortadan kaldırmaya çalışan ve şairi işlevsiz bir yansıtıcıya dönüştürmeye çalışan anlayış bayağılaşmış ve estetik dikkati kaybolmuş bir şiir ortamı üretmişti. Otuzlu ve kırklı yıllarda hüküm süren bu anlayış ellili yıllarda İkinci Yeni’nin faili olduğu bir infilaka yol açtı. Edebiyatı niteliksizleştiren ve bayağılaştıran anlayışın yarattığı ortam ve durum İkinci Yeni şiiri üzerinde tahripkâr ve anormal etkiler bırakacaktı. Birçok İkinci Yeni şairinde anlama, dile ve gerçekliğe dair oluşan sağlıksız bakış açısı İkinci Yeni öncesindeki hakim poetika anlayışının yol açtığı durumların İkinci Yeni üzerindeki tezahürleriydi. Günümüz Türk şiirini kuran İkinci Yeni şiirinde yeni, kapsamlı ve çağdaş bir şiir poetikasının üretilmesi yönünde bir irade belirleyici olamadan önceki şiire gösterilen “tepki”nin merkezde olduğu bir irade belirleyici olmuştu. Doğal akışı kesilen şiirimiz, yeni kurulan siyasî sistemin iktisadî ve toplumsal tahayyülleriyle uyuşmuyordu. Batılılaşma serüveninde şiirimiz yaşanan siyasî, hukukî, toplumsal dönüşümlerle bütünleşemiyordu. Toplumsal etkileri olacak kararları alanlar, değişiklikleri yapanlar var olan kültür ve medeniyet birikimini ve bu birikimi üreten zihniyeti eski, kötü ve zayıf addediyorlardı. Cumhuriyet döneminde, şiirimizi besleyen ve bugünlere taşıyan birikim bir rejim politikası olarak hem yok kabul ediliyor hem de yok edilmek isteniyordu. Ne ki bize ait olan ve medeniyetimizi, beşerî derinliğimizi yansıtan her türlü değer, yapı ve sistem devlet eliyle bütün yaşam alanlarından silinmeye çalışılırken ortada kocaman bir mesele beliriyordu. Eski(!) ve kötü(!) olanın yerine ikame edilen değerler, yapılar ve sistemler ne kadar bize aitti? Toplumun ne kadarı kendini yeni ve iyi(!) olana ait hissediyordu? Siyasette, ekonomide ve edebiyatta öne sürülen ve kutsallaştırılan fikirler, hassasiyetler hangi kıstaslara göre daha iyiydi, daha güzeldi, daha faydalıydı, daha kuşatıcıydı, daha önemliydi? İleri sürülen fikirlerin ve değerlerin toplumdaki karşılığı neydi? Yazılan yeni şiir neyi temsil ediyordu, neye eklemleniyordu ve hangi büyük hedefe sahipti? Bütün bu sorulara kimse yeterli ve ikna edici cevabı veremediği için bugün hala bu sorularla yüzleşiyoruz. Bu yozlaşma sebebiyle ne yazık ki bugün yazılan şiirlerin hangi dünyaya ait olduğunu, hangi algı ve duyum dünyasını yansıttığını kestiremiyoruz. Modern edebiyatımız, edebiyatı ve sanatı anlamlı kılan temel ölçülerden uzaklaştıkça karşılığı olmayan, hakikatte anlamını yitirmiş bir edebiyat üretmeye devam ediyor. Medeniyetimizden, kültürümüzden, coğrafyamızdan uzaklaştıkça ve kendini Batılı olana ait hissettikçe evrenselleşeceğini zanneden fakat yerele dahi ait olamayan mevcut yozlaşmış zihniyet, bizi ontolojik olarak dibi görünmeyen bir boşluğa yuvarlıyor. Modern edebiyatımız büyük, temel ve zorlu soruları hep devre dışı bırakıyor. Varlığa, var oluşa, eşyaya dair esaslı meselelerde Batı’nın küresel(!) ve sorgulanamaz(!) fikirlerini doğruluğun tek kaynağı olarak görüyor. Böyle büyük bir inhitatın ortasında kalan genç sanatçının atacağı ilk adım ortasında kaldığı inhitatın boyutlarını görebilmek. İnhitatın boyutlarını gördükten sonra nasıl çileli bir mücadele vermesi gerektiğini görebilecektir. Batıya doğru uygarlaşmayı işaret eden modern fikirler, ideolojiler, sistemler bütün beşerî varlık alanlarına doğru genleşirken modern olana yeterli direnci gösterebilecek ve onun tahakkümüne karşı çıkabilecek bir sanat algısı ve birikimi oluşamadı. Tam bu noktada bir tespitte bulunmak gerekiyor. Bahsettiğimiz birikim ferdî değil ancak sistemik girişimlerin neticesinde oluşabilir. Sanatçıların ya da entelektüellerin ferdi çabaları siyasî, idarî, iktisadî, hukukî alanlarla bütünleşip tek bir sistemin unsuru haline gelmedikçe çabalar ne yazık ki etkisiz olmaktadır. Çünkü fikrî akımlara-girişimlere yer açacak, onlardan etkilenecek, onları koruyacak ve bütüncül sistemin içine entegre edecek bir zihniyet yapısının her türlü alanda hakim olması gereği ortadadır. Osmanlı İmparatorluğu on dokuzuncu yüzyıldan itibaren “devlet politikası” olarak aşamalı bir şekilde her türlü alanda (idarî sistem, hukuk sistemi, kılık-kıyafet, edebiyat, ekonomi...) modern Batı’ya fiziksel üstünlük sağlayan dönüşümleri takip etti. Bu dönüşümler ilk olarak ordu, devlet idaresi gibi alanlarda görülse de zamanla eğitime, edebiyata sıçradı. İmparatorluktaki mezkur dönüşüme karşı çıkabilecek ve onu eleştirebilecek bir toplumsal kesim yoktu. İmparatorluğun iki ana kesimi serbest, küçük köylü üretici kesim ve bürokrasi idi. Bürokrasi tabiri devlet gücünü teşkil eden bütün herkesi ifade eder. Bu iki kesimin dışında başka hiçbir kesim toplumsal sistemi etkileyecek güce sahip değildi. Dolayısıyla, Batılılaşma adımları bizzat devlet tarafından ve bürokratik kurumlar üzerinde gerçekleştirilince meydana gelen dönüşümlere ses çıkarma ve dönüşümleri etkileme yönünde yeterli düzeyde muhalif birikimin oluşması imkansızlaşmıştı. Toplumda eğitim sahibi insanlar toplumsal sistem gereği bürokrasinin içinde doğuyordu. Batı’da olduğu gibi kiliseden ve monarşilerden özerk olabilecek bir “sivil toplum” yapısı yoktu. Dolayısıyla, bürokrasinin merkezde olduğu bir Batılılaşma serüveninde sanatçıların özgül ağırlığı yok denecek kadar azdı. Aynı durum Cumhuriyet devrinde güçlenerek devam etti. Tüm iktidar ve güç alanları üzerinde hegemonyasını ilan eden resmî ideoloji sanatın kendinden bağımsız hatta özerk bir yol açmasına izin vermedi. Sanatçılar sıhhatli ve etkili bir tartışma zeminine sahip değildi. Resmî ideolojinin sanatsal taşıyıcıları edebî tercihlerini siyasî tercihlerinden bağımsızlaştıramamıştı. Böylece, modern olana yeterli direnci gösterebilecek ve onun tahakkümüne karşı çıkabilecek bir sanat algısı ve birikimi oluşamıyordu. Birikim eksikliği ve algı zayıflığı; melezleşmiş, yozlaşmış, aidiyet bağları kopmuş, eserlerinin karşılığı olmayan, bireysel haz ve arzulara odaklanan, çapı sınırlı bir edebiyat kamusu doğurdu. Bu kamunun dışında Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, İsmet Özel, Ebubekir Eroğlu mensubu olduğumuz medeniyeti yeniden diriltecek birçok eser vermişlerdir ve yaşadığımız bilinç donukluğunun aşılması için gayret etmişlerdir. Modernitenin yapboza çevirdiği zihin dünyası içinde adeta çile çeken genç sanatçıların kendilerini en çok bu isimlere yakın hissetmelerinin nedeni de bu yeniden diriliş iradesidir. Bugün coğrafyamızın, medeniyetimizin sanatını yapmaya çalışanlar toplum olarak maruz kaldığımız iki yüz yıllık siyasî ve edebî tahakkümü kıracak fiziksel koşullara hiçbir zaman sahip olamadılar. Batı’nın değer ve sistemlerini sonuç alıcı şekilde eleştirebilme ve değerlendirebilme zemini hiçbir zaman oluşmadı. Batı yandaşlığı ya da Batı karşıtlığı gibi iki marjinal eksende cereyan eden tartışmalardan geriye koca bir kaos yumağı kaldı. Medeniyetin retorik düzeyde kalışının acı faturasını en çok da sanatçılar ödedi. Bir medeniyet karşılaştığı yeni değer ve sistemleri “bağımsız” bir şekilde değerlendirir, kendine yakın gördüklerini kendi paradigması çerçevesinde dönüştürür ve içselleştirir. Medeniyet paradigmasını muhafaza eden temel ayaklardan siyasî sistem ve iktisadî sistem tökezlerse medeniyet fiziksel korumalarından mahrum kalır. İki yüzyıldır bu topraklarda siyasî ve iktisadî her yapı kendi medeniyet paradigmamızı hatalı görmek ve terk etmek üzerine oluşturuldu. Bize ait olanın eksikliği ve yanlışlığı söylemi marjinal eğilimler için bir meşruiyet kaynağı oldu. Cumhuriyet döneminde resmî ideolojinin politikalarının temel saiki bize ait olan değer ve sistemlerin kötülüğü kabulüne dayanıyordu. Politikalarının temel noktasını böyle bir motivasyonun oluşturduğu bir siyasal rejimde sanat tabii ve kronik akışından uzaklaşır ve çözülmesi gereken büyük meseleleri yok kabul eder. Ne var ki, resmî ideolojinin miadını doldurduğu günümüzde sıhhatli, sonuç getirici ve kapsamlı tartışmaları doğuracak bir zamana doğru gidiyoruz. Bugünün genç sanatçıları, fikir insanları Müslümanların hakkı olan siyasî iktidarın kendilerine sağlamış olduğu imkânları ve mesuliyetleri göre bilmelidir. Medeniyet yürüyüşümüzün devam etmesini istiyorsak mevcut şartları iyi değerlendirmeliyiz. Aktüel politiğin şuurumuzu boğucu medyatik yansımaları, içinde olduğumuz durumu-konjonktürü muhakeme etmemize engel olabilir. Şuurumuzu boğucu medyatik yansımaları aşıp, değişen Türkiye’nin gelecek kuşakları olarak daha esaslı sorular sormalıyız. Sanatımızın ve toplumumuzun son iki yüzyıllık macerasının sonuçları ortada iken ve bugün oluşan şartların doğurduğu yeni durumlar, hareketlenmeler gayet canlı iken genç sanatçılar medeniyetimizin istikametinde yeterli iradeyi ve inancı ortaya koyabilmelidir.