Biyoloji Bölümü
Güncel sürüm için kare kodun
adresine gidin.
Dr. Utku Güner
_____________________________________
Versiyon 2.0.0 2014, Trakya Üniversitesi Fen Fakültesi, DERLEME
çindekiler
Toksikoloji ve Geli imi
6
Toksikoloji Tanımı ve Tarihçesi
6
Eski Ça lar
7
Analitik Toksikolojinin Geli imi
8
Tarihte Önemli Toksikolojik Felaketler
9
Klinik Toksikoloji:
11
Mesleki Toksikoloji
12
Biyokimyasal ve Moleküller Toksikoloji
12
Tanımlayıcı (Deskriptif) Toksikoloji
12
Adli Toksikoloji
12
Analitik Toksikoloji
12
Ekotoksikoloji
12
Toksik Maddelerin Sınıflandırılması
13
Klasik Sınıflandırma
15
Orijinine Göre Sınıflandırma
15
ekillerine Göre Sınıflandırma
16
Etkilerine Göre Sınıflandırma
17
Kullanım ekillerine Göre Sınıflandırma
17
Toksik madde miktarı ba lı tanımlar
19
Temel Molekül Su
24
pH ve Etkileri
32
pH kavramı
32
pH etkileri
33
Biyoelementler I (Makromineraller Na+, K+, Mg2+, Ca2+, Cl-, PO43-
34
Ya am çin Gerekli Elementler
34
Makromineraller(Ca, P, K, Mg, CI, Na, S)
39
Kalsiyum(Ca)
Fosfor(P)
Potasyum(Na) , Sodyum(K) ve Klor(Cl)
Magnezyum(Mg)
Kükürt(S)
Biyoelementler II (Eser Elementler Fe, Mn, Co, Cu, Zn, Mb)
40
41
42
44
45
46
Eser Elementler
46
Demir(Fe)
Manganez(Mn)
Kobalt(Co)
Bakır(Cu)
47
50
50
50
Çinko(Zn)
Molibden(Mo)
Vanadyum(V), Kalay(Sn) ve Silisyum(Si)
Krom(Cr)
Flor(F)
Selenyum(Se)
yot(I)
Toksik Maddelerin Etkileri
Toksik Maddelerin Absorbsiyonu
Alkol ve aldehit dehidrojenaz
Toksik Maddelerin Organizmaya Giri Yolları
52
52
52
53
53
54
55
58
59
65
66
Toksisite ekilleri
67
Deriden Absorbsiyon (Cilt Yolu)
68
Sindirim Sistemi le Absorbsiyon
69
Solunum Sistemi le Absorbsiyon
71
Toskik Maddelerin Da ılımı ve Etkisi
72
Kandaki Da ılım
72
Dokulardaki Da ılım
73
Toksik Maddelerin Organizmada Birikimi
Organizmada De i im
Toksik Maddelerin Organizmadan Atılması
75
77
78
Toksik maddelerin Etkile imi
78
Toplam etkile im:
78
Sinerjik etkile im:
78
Potansiyel etkile im:
78
Antagonistik Ters etkile im:
78
Genetik toksisite
Genetoksik Testler
Salmonella / Mikrozom Mutajenite (AMES) Testi
Comet Testi(Comet Assay)
Kromozom Anormallikleri (KA) Testi
Karde Kromatit De i imi (KKD) Testi
Mikronükleus (MN) Testi
Kanser Olu umuna Neden Olan Maddeler
79
79
80
81
83
84
85
86
Sitokrom P450 Enzimi ve Tümör
90
Grup 1. nsanda Karsinojenik Etkililer::
91
Grup 2A. nsanda Karsinojenik Etki Olasılı ı Bulunanlar:
91
Grup 2B. nsanda Muhtemelen Karsinojenik Etkili Olanlar:
92
Grup 3. nsandaki Karsinojenik Etkileri Yönünden Sınıflandırılabilir Olmayanlar
92
Grup 4. nsanda Karsinojenik Etkisi Olmayanlar
Serbest Radikaller ve Oksidatif Stres
Antioksidanlar
Damar sertli i (ateroskleroz) ve ROS:
92
94
102
102
ROS metabolizması
103
ROS ba lı DNA hasarı
106
Kalsiyum Dengesindeki De i meler
109
Hücre Zedelenmesinde Serbest Radikallerin Rolü
109
Antioksidan Enzim Sistemleri
110
Katalazlar
Peroksidaz
SOD(Süper oksit dismutaz)
Glutatiyon ve Glutatiyon Peroksidaz (GSHPx)
Mitokondriyal sitokrom oksidaz
114
115
115
116
116
Radikal Oksijen Türlerinin Zararları ROS
118
Anti oksidan savunma
119
Biyotransformasyon Faz I-II
120
Sitokrom p450
126
A ır Metal Toksitesi
130
A ır Metal Kirlili in Sucul Canlılar ve nsan Üzerine Etkisi
132
A ır metallerin Hücresel Hasarları
136
Fentom Reaksiyonları
A ir Metallerin Sudaki Toksik Etkileri
Elementlerin Fonksiyonları
Elementlerin Toksik Etkileri
Mikroorganizmalarla A ır Metal Adsorpsiyonu
Mikroorganizmalarla a ır metal adsorblanma mekanizması
Arsenik
Kur un(Pb) :
Demir(Fe)
Bakır(Cu)
Çinko(Zn)
Krom(Cr)
Nikel (Ni)
Kadmiyum (Cd)
Civa (Hg)
Civanın Vücutta Bulunma ekilleri
Cıva Bile ikleri:
Antimon:
Selenyum(Se)
Asbest
139
140
140
141
142
142
144
146
149
150
151
151
152
152
154
155
156
159
159
159
Genç ve Ergin Balıkların Organlarında A ır Metallerin Birikiminin Kar ıla tırılması
162
A ır Metallerin Aquatik Organların Fizyolojisi Üzerine Etkileri
164
Tüm Metallerin Fizyolojik Etkileri
166
Metallerin Biyokimyasal Etkileri
167
Metallothioneinlerin Biyokimyası
170
Thionein Sentez Mekanizması
172
Thioneinlerin Metal Toksikolojisindeki Rolü ve Koruyucu Etkisi
172
Bitkisel ve hayvansal Toksinler
172
Pestisitler
183
Pestisitlerin Hayvanlar ve nsanlar Üzerine Olumsuz Etkileri
186
Klorlandırılmı hidrokarbonlar:
189
Organik fosforlu pestisitler:
191
Karbamatlı insektisitler:
192
Pyrethroit (Piretroit) insektisitler:
194
Herbisitler
194
Dinitrofenoller
Fungusitler
Ditiyokarbomatlar
Tetrametilthiuram(Thiram)
195
196
196
196
Rodentisitler
198
Warfarin
198
Nano maddelerin toksik etkileri:
200
En tehlikeli toksik madde olarak sigara
201
Sigarada Bulunan Bazı Zararlı Maddeler
Özel Artıklardaki Tehlikeli Maddeler
201
202
Tehlikeli maddelerin özellikleri
202
Tehlikeli maddelerin etiketlenmesi
203
Depolama
203
Kaynaklar
204
Toksikoloji ve Geli imi
Toksikoloji kelime olarak “zehir bilimi”’dir. Bu yüzyılın ba ına kadar yeterli olan bu
tanım, özellikle son 40-50 yılda bilim ve teknolojideki hızlı geli menin toksikoloji bilimine
de yansıması sonucunda yetersiz kalmı tır. “Toksikoloji, kimyasallar ile biyolojik sistem
arasındaki etkile meleri zararlı sonuçları yönünden inceleyen bilim dalıdır” veya
“toksikoloji kimyasalların zararsızlık limitlerini belirleyen bilim dalıdır” eklindeki tanımlar
toksikolojinin günümüzdeki i levini daha kolay anlatabilmektedir. Ancak toksikolojinin,
tanımlayıcı toksikoloji, klinik toksikoloji, çevre toksikolojisi, endüstri toksikolojisi, adli
toksikoloji, analitik toksikoloji ve ekotoksikoloji gibi alt dalları dü ünüldü ünde her dalın
i levine göre ayrı ayrı tanımlar getirilmesinin gereklili i ortaya çıkmaktadır.
16.Yüzyılda Paracelsus’un (1493-1541) zehiri tanımlarken kullandı ı “her madde
zehirdir. Zehir olmayan madde yoktur; zehir ile ilacı ayıran dozdur” eklindeki ifade,
bugünkü modern toksikolojinin de çıkı noktasıdır. Her kimyasalın doza ba ımlı olarak
toksik etki gösterebilmesi gerçe i toksikolojinin u ra konusunu ilaç, kozmetik, tarım
ilacı, gıda katkı maddeleri, ev temizlik malzemesi ve endüstriyel kimyasallar olarak çok
geni bir alana yaymaktadır. Bütün bu kimyasallara, organizmaya yabancı anlamına
gelen “ksenobiyotik” adı da verilmektedir.
Toksikoloji Tanımı ve Tarihçesi
A ız yoluyla alındı ında veya herhangi bir yolla emildi inde biyolojik
sistemlerde hasar veya ölüm olu turan maddelere “toksin” veya “zehir”,
toksinlerin etkilerini inceleyen bilim dalina da “toksikoloji” denir. “Toksikoloji”
terimi Yunanca ok zehiri anlamına gelen “toxikos” ve “toxikon’ ile bilim dalı
anlamına gelen “logos” sözcüklerinin birlenmesiyle olu mu tur .
Fiziksel, kimyasal ve biyolojik ajanların canlı biyolojik sistemlerde yapısal ve
i levsel de i iklik eklinde gözlenen zararlı etkilerinin kalitatif ve kantitatif olarak
incelenmesi ve bu ara tırmalardan sonra elde edilen verilerin insan dahil tüm yararlı
canlıların zararlı etkilerden korunması ve kimyasal maddelerin güvenirliliklerinin
saptanması için kullanılması ile u ra an, multidisipliner, hem çok eski hem modern
anlamda çok yeni, geli en ve öngörüsel niteli i olan bir bilimdir.
Toksikolojinin baslıca hedefleri;
1. Çe itli Etkenlere Ba lı Toksik Etkileri Ortaya Çıkarmak,
2. Toksik etkilere ili kin bilgileri artırmak amacıyla bilimsel ara tırmalar yapmak,
3. Çevremizdeki kimyasal etkenlerin toksik etki potansiyellerini ara tırarak risk
de erlendirmesi yapmak,
4. Kimyasal maddelerin ve di er toksinlerin zararlı etkilerini önlemek ve kontrol
altına almaktır
Toksinlerin mekanizmalarının ve etkilerinin ara tırılmasında tüm temel tıbbibiyolojik ve kimyasal bilimler entegre olarak çalı makta ve “Toksikoloji” multidisipliner bir
alan olarak geli imini sürdürmektedir.
Eski Ça lar
“Zehir” sözcü ü ise ngiliz literatüründe ilk kez M.Ö. 1230 yılında ölümcül
maddelerden hazırlanan ilaç ve iksir olarak tanımlanmasına kar ın zehir ve
zehirlenmenin tarihçesi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Yüzyıllar boyu, Romalılar
zamanındaki politik suikastlerden ça da çevre sa lı ına kadar zehirler insanlı ın
tarihinde önemli rol oynamı tır.
En eski zehirler avlanmada, sava ta ve idam cezalarının infazında kullanılan bitki
ekstreleri, hayvan zehirleri ve minerallerdi. M.Ö. 1500 yıllarında yazılan Ebers
Papirüslerinde arsenik, antimon, kursun, opium, mandrake, hemlock (baldıran),
akonitin ve siyanojenik glikozidlerden söz edilmektedir. Bu zehirlerin mistik özellikleri
oldu una inanılıyor ve bos hurafe ve batıl inançlar içinde yer alıyordu. Socrates’in
baldıran otu zehiri (poison hemlock) ile zehirlenerek öldürüldü ü bildirilmektedir
Zehirlerin tanımlanması ve sınıflandırılması çabalarının ba langıcı Yunanlılar ve
Romalılar zamanında olmu tur. Buna göre zehirler yava etki edenler (arsenik gibi) ve
hizli etki edenler (striknin gibi) olarak sınıflandırılmı lardır. Roma mparatoru Nero’nun
maiyetinde bulunan Yunanlı bilim adamı Dioscorides (M.S. 40-80) Materia Medica’da
zehirleri kaynaklarına göre hayvan zehirleri, bitki zehirleri ve mineral zehirler olarak
sınıflandırmı tır.
Zehirleme tarihin eski ça larında da kullanılıyordu. Locusta zamanin kötü ünlü
zehirleyicilerindendi. Roma mparatoru Nero’nun annesi Agrippina tarafindan kiralanarak
Nero’yu imparator yapmak amacıyla Nero’un üvey babası Claudius’u en zehirli
mantarlardan biri olan Amanita phalloides’le ve üvey karde i Britanicus’u siyanojenik
maddelerle zehirledi. Kleopatra’nin (M.Ö. 69-30) kobra yılanının zehiriyle intihar
giri iminde bulundu u ve öldü ü bildirilmektedir.
Yunanlılar ve Romalılar zamanında zehirlerin tanınması, sınıflandırması ve
kullanımı ile birlikte antidot geli tirilmesi için yo un bir çaba içine girilmi tir. Bu
dönemde bulunan “moli” olarak bilinen en eski antidot datura stromonium gibi zehirli
bitkilere karsı kullanılan Galanthus nivalis bitkisidir. Yunanlılar alexipharmacia veya
theriac adini verdikleri ve zehire kar ı koruyan anlamına gelen evrensel antidotu
tanımlamı lardır. Bu antidotun içinde yabani kekik, maydanoz, rezene, meru ve anmi
vardı. Romalılar döneminde en iyi antidot olarak bilinen “mitridatum” örümcek, yılan,
akrep ve di er deniz canlılarının ısırma/sokmaları ve di er zehirli maddelere kar ı
koruyucu olarak biliniyordu. Pontus krali Mithridates bu karı ımı her gün içiyordu. Hatta
Mithridates’in intihar giri imlerinin bu antidotu kullanması nedeniyle ba arısız oldu u ve
kendisini kılıçla öldürmesi için bir asker kiralandı ı söylenmektedir. Mithridates’den
sonra Roma imparatoru Nero’nun doktoru Andromachus’un hazırladı ı “galen” olarak
bilinen antidot zehirli yılan eti, ada so anı, opium alkaloidleri gibi 73 maddeden
olu uyordu. Bu antidot hem profilaktik hem de tedavi amaçlı olarak kullanılıyordu. Daha
sonra Damocrates, Nicolaus, amando, Arnould ve Abano gibi ünlü hekimler çe itli
antidotlar hazırladılar. Antidot hazırlayan ünlü merkezler arasında Kahire, Venedik,
Floransa, Cenova ve stanbul vardı. Bu antidotlar ancak tip profesörlerinin denetiminde
üniversitelerde hazırlanabiliyordu. Antidot olarak kullanılan bu karı ımların etkinlikleri ve
etki mekanizmaları bilimsel olarak açıklanamadı ı halde 19- 20. yüzyıl ba larına kadar
yapımları devam etti. M.Ö. 5. yüzyılda absorban bir ajan olan “terra siligata” evrensel
antidot olarak sunuldu. Yunan adalarında bulunan özel bir tepeden alınan kırmızı çamur
halindeki bu antidot keçi kanıyla karı tırılarak hazırlanıyordu
ki ünlü Bizans imparatoru Julian Apostate (M.S.331-363) ve Jovian (M.S. 334364)’in mangala konulan kömürün çıkardı ı karbonmonoksid gazından zehirlendikleri ve
Julian Apostate’in hafif zehirlenme sonucu iyile ti i, Jovian’in ise öldü ü bildirilmektedir
Ortaça Paraselsus Rönensanstan önce 1198 yılında Maimonides böcek, yılan ve
köpek ısırıklarına ba lı zehirlenmelerin tedavisini içeren bir kitap yazdı. Kitabında
biyoyararlanımdan ve süt ve ya ın barsaklardan emilimi azalttı ından söz ediyordu.
Ortaça simyagerlerinin (M.S. 1200) evrensel antidotu ke fetmeye çalı ırken mayalı
ürünlerinin distilasyonunu ö rendikleri ve % 60 alkol içeren alkollü içece i buldukları
söylenmektedir. Paraselsus (1493-1541) “Tüm maddeler zehirdir. lacı zehirden
ayıran dozudur.” diyerek zehirlenmelerde doz kavramını getirdi. Bugün de büyük
ölçüde geçerli olan bu tanımdan kimyasal maddelere yanıtların ara tırılması gerekti i,
bir kimyasal maddenin terapötik ve toksik etkilerin arasında farklılık oldu u ve bu
etkilerin doza ba lı olarak ortaya çıktı ı sonuçları çıkarılmı tır. Paraselsus bu
tanımlamayı yaptıktan sonra sifilisin tedavi seçenekleri arasında civanın kullanımının
öncülü ünü yapmı tır.
Rönesansin ilk yıllarında talyanlar zehirlenmeyi bir sanat haline getirdiler.
Zehirleyiciler politikanın önemli birer parçası haline geldiler. Venedik’te bir zehirleme
servisi insanları zehirlemek için kiralanıyordu. Floransa’nın il meclisi kayıtları da
zehirlerin politikada kullanımının kanıtlarını içermektedir. Yine bu dönemde Madam
Giulia Toffana “aqua toffana” adini verdi i arsenik içeren kozmetik ürünle 600’den fazla
ki inin ölümüne neden oldu u gerekçesiyle 1719’da idam edildi. Borgia ailesi de arsenik
ve fosfordan olu an zehir karı ımıyla kralların ölümünden sorumlu tutuldular. Onaltıncı
yüzyılın sonlarında Fransa’da II. Henri’nin karisi olan Catherine de Medici talyan
zehirlenme tekniklerini Fransızlara tanıttı. Zayıf, hasta ve suçluları kullandı ı
deneylerinde zehirin etki yeri, zamanı, klinik bulgular ve etkinli i hakkında ara tırmalar
yaptı. Yine Fransa’da Marchioness de Brinvilliers civa biklorür, arsenik, kursun, bakir
sülfat ve antimon gibi zehirleri hastanede yatan hastalarda denedi. Bir falcı ve büyücü
olan Catherine Deshayes ise 2000’den fazla sayida 0-1 yas arasındaki çocu u öldürdü.
Ayrıca arsenik, akonit, belladon ve opiumdan olu an zehiri kocalarından kurtulmak
isteyen kadınlara sattı ı bildirilmektedir.
Paraselsus tarafından yazılan “Madenci Hastalı ı ve Madencilerin Di er
Hastalıkları” ba lıklı kitapta metallere ba lı mesleki toksik etkiler tanımlandı. Ayrıca
Bernardo Ramazzini tarafından yazılan kitapta (1700) mesleki toksikolojinin standartları
kondu.
18.-19. Yüzyıl geli meleri
Toksikolojinin farklı bir bilim dalı olarak geli iminin temelleri 18. ve 19. yüzyılda
atılmı tır. Zehirlere mistik yakla ımın yerini bilimsel ve gerçekçi yakla ım almı tır.
Zehirlerin saptanması, ilaç ve kimyasal maddelerin toksik etkilerinin hayvanlarda
ara tırılması çalı maları ba lamı tır. Endüstrile me sonucu olu an istenmeyen etkiler,
i yeri ve evde kaza sonucu olu an zehirlenmelere dikkat çekilmi tir. Gastrointestinal
dekontaminasyon yöntemleri ile ilgili deneysel ara tırmalar ba lamı tır.
Analitik Toksikolojinin Geli imi
Toksikolojiyi klinik tip ve farmakolojiden ayri bir bilim dalı olarak olarak tanımlayan
Fransız hekim Bonavature Orfila (1787-1853) modern toksikolojinin babası olarak
bilinmektedir. Ayni zamanda adli eksper olan Orfila zehirlenmenin kimyasal analiz ve
otopsinin materyalinin önemli kanıtlar oldu unu savunuyordu. Zehirleri astrenjanlar,
korozivler, akridler, septikler, uyu turucular ve narkotikler olarak sınıflandırdı ı
Traite des Poisons (1814) adli eseri deneysel ve adli toksikolojinin temeli sayılmaktadır.
Toksikoloji ile ilgili di er yayınlar bu kitabi izlemi tir.
Zamanın en çok kullanılan zehiri arseni in analizi ile ilgili ara tırmalar analitik
toksikolojinin temelini olu turmu tur. Toksik etki mekanizmalarına yönelik ara tırmalar
Fransa ve Almanya’da yo unla mı tır. Froncois Magendie (1783-1855) emetin, striknin
ve siyanürün etki mekanizmalarını ara tırmı , ö rencisi Claud Bernard (1813-1878) ise
karbonmonoksid ve kürarin etki mekanizmalarının anla ılması için önemli ara tırmalar
yapmı lardır. Louis lewin (1850-1929) ilâçların farmakolojik ve toksikolojik
mekanizmaları arasındaki farklılı ı ilk olarak vurgulayan bilim adamıdır.
Amerikali cerrah Philip Physick (1768-1837) ve Fransiz cerrah Baron Guillaume
Dupuytren toksinlerin vücut dı ına çıkarılmasında mide lavajini ilk öneren bilim
adamlarıdır. Physick konya ı irritan sıvı olarak kullanarak opium asiri doz alımında
ikizlerin midesini yıkamı tır. Dupuytren ise fleksibl bir tübe ba lı geni bir enjektör
yardımıyla mideye sıcak su verip zehirli suyu geri almı tır. ngiliz cerrah Jukes de 600 g
opium tentürünü içtikten sonra 62.5 cm uzunlu unda, 1.25 cm kalınlı ında tüple midesini
yıkamı tır. Kendinde uyguladı ı bu deney ba arı ile sonuçlanmı tır.
Aktif kömürün adsorbe edici etkisi Scheele (1773) ve Lowitz (1785) tarafından
tanımlanmasına kar ın antraks, klorozis, vertigo ve epilepsi tedavisinde kullanımı Yunan
ve Romalılar dönemine uzanmaktadır. Antidot olarak kullanımına ili kin ilk veriler
Fransa’da 19. yüzyılda elde edilmi tir. Fransiz kimyaci Bertrand 1813’te aktif kömürle
karı tırılmı 5 g arseni i içip yasamını sürdürerek aktif kömürün antidot olarak
etkinli ini göstermi tir. Bu olaydan 18 yil sonra Fransız eczacı Touery strikninin letal
dozunun 10 kati ile karı tırılmı 15 g aktif kömürü içerek ya amını sürdürmü tür. 1840
larda Garrod çe itli hayvan modellerinde aktif kömürün etkinli ini kontrollü ara tırmalarla
göstermi tir. Garrod ayrıca aktif kömür/toksin oranının önemini ve erken dönemde aktif
kömür uygulamasının etkinli ini de göstermi tir. nsanlarda ilk aktif kömür etkinlik
çalı maları 1848’de Rand tarafından yapılmı tır. Olumlu ara tırma sonuçlarına kar ın
aktif kömürün gastrointestinal dekontaminasyonda kullanıma girmesi ise 1960’larda
olmu tur.
Toksikologlarin en önemli çalı malarından biri 1940’da kimyasal karsinojenlerin
ortaya çıkarılmasıdır. Miller endoplazmik retikulumda karma fonksiyonlu oksidazları
tanımlamı ve sitokrom p450 oksidaz enzimleri üzerindeki ara tırmalar ba lamı tır.
1947’de Williams’in yayınladı ı “Detoksikasyon Mekanizmalari” toksinlerin
detoksikasyonunda rol oynayan çok sayıda mekanizmayı açıklamı tır. 1955’te Amerika
Birle ik Devletlerinde Besin ve Gıda Kurulusu (FDA) besin, ilaç ve kozmetiklerin
güvenli ini sa lamak için toksikoloji ve güvenlik de erlendirme programını
yasalla tırmı tır. 1959’da Du Bois ve Geilling ilk toksikoloji kitabini yayınlamıstır. 1960
yılındaki “talidomid faciasi” ilaçlarda toksikolojik ara tırmaların önemini ön plana
çıkarmı tır. 1970’lerden sonra çevre kirleticiler toksikoloji içinde ön plana çıkmı ve
Amerika Birle ik Devletlerinde bir çevre yasasıyla toksik maddelerle sava ba latılmı tır
Tarihte Önemli Toksikolojik Felaketler
Özellikle son yüzyıllarda toksin ve potansiyel toksin sayısı hızla arttı ından toksik
felaketler giderek yaygınla maktadır. Sava larda ve terörist eylemlerde biyolojik ve
kimyasal silah kullanımı bunların arasındadır.
Ça ımızın önemli zehirleri geçmi tekine göre de i se de toksik maddeler
ya amımız ve sa lı ımızı tehdit etmeye devam etmektedir. Endüstri ve teknolojinin
geli imiyle kar ımıza çıkan çevresel toksinler bundan sonrası için de önemi
yadsınamayacak tehlikeler olarak insano lunun karsısında duracaktır. nsano lu
tarihinden ders aldı ı sürece gelece e daha güvenli bakacak ve olası tehlikelere hazır
olacaktır.
Tablo 1. Toksikolojinin tarihçesinde önemli olaylar.
KS
OLAY
ZAMAN
M.Ö. 4500
Gula
lk zehir tanrısı
M.Ö. 850
Homer
Ulysses’in yılan zehirli okları nasıl yaptı ını yazdı.
M.Ö. 384-322 Ok zehirlerinin yapımı ve kullanımını tanımladı.
Aristotle
Poison hemlock (Conium maculataum, baldıran otu) ile
M.Ö. 470-399
Socrates
zehirlenerek öldürüldü.
Zehirler hakkında en eski siirlerden ikisini yazdı:
M.Ö. 204-135
Nicander
Theriaca ve Alexipharmacia
M.Ö.
132-63
Kral IV. Mithridates
lk evrensel antidotlardan biri olan mithridatumu buldu
Zehirleme
olaylarında kullanılan ilk yasayı çıkardı (Lex
M.Ö. 81
Sula
Cornelia).
M.Ö. 69-30
Cleopatra
Kobra yılanının zehiriyle intihar giri iminde bulundu.
M.S.
37-68
Andromachus
Mitridatumu geli tirdi.
Zehirleri hayvan, bitki ve mineral kaynakli olarak
M.S. 40-80
Dioscorides
sınıflandıran Materia Medica’yi yazdı.
Roma imparatorları için ısırma-sokmalardan ve diger
M.S. 129-200 zehirlere kar ı kullanılan antidotu hazırladı, antidot
Galen
kitapları yazdı.
1135-1204
Maimonides
Zehirler ve Antidotlari hakkında kitap yazdı
1493-1541
Paracelsus
Toksikolojiye “doz” kavramını getirdi
Baca isçilerinde meslek hastalı ına ba lı skrotum
1714-1788
Pervicall Pott
kanserini tanımladı
Baron
Guillaume 1777-1835
Zehirlenmelerde mide yıkamasını tanımladı.
Dupuytren
Geli tirdi i tüple mide yıkamasını kendi üzerinde
1820
Edward Jukes
denedi.
1831
P.F. Touery
Striknin aliminda aktif kömürün etkinli ini kanıtladı.
1787-1853
Bonaventure Orfila
Modern Toksikolojinin babasi
Emetini
buldu,
siyanür
ve
strikninin
etki
Francois Magendie 1783-1855
mekanızmalarını ara tırdı.
1813-1878
Claude Bernard
Karbonmonoksid ve kürarin etki mekanizmasını buldu
Bu yüzyılın ba ına kadar kullanılan kimyasalların sayısı birkaç bin ile sınırlı idi. Bu
kimyasalların büyük bölümünü de bitkisel, hayvansal ve mineral kaynaklı do al
maddeler olu turuyordu. 20.yüzyılda organik kimya biliminde dolayısıyla kimya
endüstrisindeki hızlı geli me, kullanılan kimyasalların sayısını hızla arttırmı tır. Bugün
büyük bölümü sentetik olmak üzere 80.000’in üzerinde kimyasal madde çe itli amaçlar
için kullanılmaktadır. Bu kimyasalların ba lıcalar; ilaç aktif maddesi (4.000), ilaç
yardımcı maddesi (2.000), kozmetik (3.000), gıda katkı maddesi (2.600), tarım ilacı
(1.500) ve endüstriyel kimyasal (48.000) olarak da ılım göstermektedir. Kullanılan
kimyasallara her yıl 1.000 yeni kimyasalın eklendi i hesaplanmaktadır. Sayısal artı ın
yanı sıra miktar olarak da hızlı bir artı söz konusudur.
Birle mi Milletler Çevre Programı (UNEP)’ın verilerine göre Dünya kimyasal
madde üretimi 1950 yılında 7 milyon ton iken, bu rakam 1970 yılında 63 milyon tona ve
1985 yılında 250 milyon tona yükselmi tir. Bugün bu rakamın 400 milyon tona ula tı ı
tahmin edilmektedir.
Kimyasal kullanımındaki bu hızlı artı
toplumsal kemofobi olarak
adlandırabilece imiz bir geli meyi beraberinde getirmi tir. Kemofobinin olu masında
kimyasal madde kullanımındaki artı ın yanı sıra kimyasalların yol açtı ı trajik olayların
da rolü büyüktür. 1960’ların ba ında Talidomit adlı sedatif ilacın yol açtı ı 10.000’den
fazla malformasyonlu do um, bu trajik olayların ba ında gelir. Talidomit faciası
boyutunda olmasa dahi ilaçların yol açtı ı çok sayıda epidemik olay kimyasallardan
korkuyu besleyen önemli faktörler olmu tur. Kimyasalların yarattı ı çevre sorunlarının
anla ılması da 1960’lı yıllarda hız kazanmı tır. Rachel Charson’ın 1962 yılında
yayınlanan Sessiz Bahar (Silent Spring) isimli kitabı toplumsal kemofobinin
olu masında önemli etkenlerden biri olarak kabul edilmektedir. Bu kitapta yer alan
“insan nesli, Dünya tarihinde bugüne kadar görülmemi bir ekilde döllenmeden
ölüme kadar olan süreçte her an zararlı kimyasalların tehdidi altındadır” eklindeki
genellemeler, daha sonraki yıllarda konuya tek yönlü yakla ımı nedeniyle ele tirilse
dahi, kitabın yayınlandı ı yıllarda kimyasallara kar ı geli en korkunun önemli bir kayna ı
olmu tur. Bir yandan kimyasalların yarattı ı tehlikeler di er taraftan modern ya amın
sürdürülmesinde bunların artan miktarlarda kullanılma gereklili i kimyasalların üretim
öncesi ve sonrası zararsızlık limitlerini belirleyen bir bilim dalı olarak toksikolojinin
önemini arttırmı tır. Bilim ve teknolojide özellikle son 30–40 yılda ya anan hızlı geli me
toksisite olarak adlandırdı ımız, kimyasalların organizmada olu turdu u hasarın
belirlenmesi ve toksisite mekanizmalarının hücresel, biyokimyasal ve moleküller
düzeyde aydınlatılmasında da yardımcı olmu tur.
Her geli en bilim dalı gibi toksikoloji de alt-dallara ayrılarak geli mesini
sürdürmektedir. Uygulama alanları dikkate alındı ında bu alt-dallar a a ıda belirtildi i
gibi isimlendirilebilir.
Klinik Toksikoloji:
A ırı doz alımı, intihar giri imi ve kaza sonucu zehirlenmelerde, zehirlenme
etkeninin tanımlanması ve ölçümü, zehirlenen ki inin tanı ve tedavisinin düzenlenmesi
ile ilgilenen toksikoloji dalıdır. Zehirlenmelerin önlenmesi, evde ve hastanede tedavisini
düzenler. Klinik toksikoloji de toksikoloji, klinik tip, klinik biyokimya ve ilâçbilim entegre
olarak çalı ırlar.
Mesleki Toksikoloji
Toksikoloji ile
Sa lı ı ve
Hijyeni bütünle mi ederek çalı ır. yeri ve isçi
güvenli i ile ilgili güvenlik önlemleri, ortam standardizasyonu ile ilgilenir. Endüstriyel
alanda zehirlenme etkenlerinin güvenli sınırlarda oldu u düzeyleri belirler.
Biyokimyasal ve Moleküller Toksikoloji
Kimyasal maddelerin moleküller düzeydeki (DNA, RNA, kanser genleri gibi ) etki
mekanizmalarını inceler.
Tanımlayıcı (Deskriptif) Toksikoloji
Deney hayvanlarında yapılan toksisite testlerini kullanarak bir kimyasalın
toksikokineti ini ve toksisite profilini ortaya çıkartan bilim dalı “tanımlayıcı (deskriptif)
toksikoloji” olarak adlandırılır. Klinik Toksikoloji Kimyasal maddeler, ilaçlar ve toksinler
tarafından olu turulan hastalıkların ara tırılması, e itimi, önlenmesi ve tedavisi
konularında faaliyet gösteren bilim dalıdır.Çevre Toksikolojisi Su, hava, toprak ve
gıdalardaki kimyasal kirletici yükünün hızla arttı ının anla ılması çevre toksikolojisinin
önemli bir bilim dalı olması sonucunu getirmi tir. Çevre toksikolojisi çevrede bulunan
kimyasal kirleticilerin insan sa lı ı üzerinde yaptı ı hasarı inceler. Endüstri
ToksikolojisiToksikolojinin i yerlerinde kar ıla ılan kimyasallarla ilgili olarak i çi
sa lı ının korunması konusunda faaliyet gösteren dalıdır.
Adli Toksikoloji
Zehirlerin suç unsuru olarak kullanılmaları binlerce yıl öncesine dayanmaktadır.
Günümüzde ba ımlılık yapan maddeler de dahil olmak üzere adli tıbbın konusuna giren
zehirlenme olaylarında adli toksikologlar, analitik toksikoloji yöntemlerini kullanarak vücut
sıvı ve dokularında yaptıkları analizler ile adalete ı ık tutmaktadırlar.
Analitik Toksikoloji
Kimyasalların vücut sıvı ve dokularından analizini konu alan bilim dalıdır. Aletli analiz
yöntemlerindeki hızlı geli me çok dü ük deri imlerin(ppm ppt) dahi analizine imkân
sa lamı tır. Analitik toksikoloji yöntemleri toksikolojinin tüm alanlarında kullanılan
yardımcı yöntemlerdir.
Ekotoksikoloji
Çevredeki kimyasalların zararı yalnızca insana ba lı de ildir. Çevredeki hayvanlar ve
bitkiler de bu kimyasallardan zarar görmektedir. Yeni bir dal olan ekotoksikoloji
çevredeki kimyasallar ile hayvanlar, bitkiler ve di er canlılar arasındaki etkile meleri
zararlı sonuçları yönünden inceler.
Çevre Toksikolojisi: Çevrenin özellikle de insan çevresinin zehirli maddelerle
kirlenmesi nedeniyle, canlıların bu kirliliklere maruz kalması ve bunun sonuçları ile
ilgilenen daldır(ekotoksikoloji).
Toksik: Organizmaya girdi inde hayati de i iklere neden olan maddelere
denir. Vücutta farklı etkiler gösterebilir. Çe itli etki mekanizmaları ile sa lı ı
bozar ve sonuçta canlıyı ölüme kadar götürür.
Hapten
Dü ük molekül a ırlıklı, basit kimyasal yapıda bazı maddeler gerçekte antijen
olmadıkları halde bir ta ıyıcı proteine ba landıkları zaman antijen niteli i
kazanırlar ve kendilerine kar ı antikor sentezlettirirler ve bu antikorla özgül olarak
birle ebilirler. Böyle maddelere hapten denir. Haptenler antijen molekülündeki epitop gibi
davranırlar. Burada özgül uyaran hapten molekülüdür ve antikorlar, ta ıyıcı proteine
de il, haptene kar ı meydana gelirler. Olu an özgül antikorlar, ta ıyıcı molekül olmadı ı
zaman da, sadece hapten ile birle ebilirler. Bazı basit yapılı kimyasal maddeler ve ilaçlar
da organizmaya girdiklerinde, hapten gibi davranarak ta ıyıcı bir moleküle tutunur ve
antijenik uyarıma neden olabilirler. Bu tip maddelere kar ı bazı allerjik reaksiyonlar bu
mekanizma ile meydana gelirler.
Toksik Maddelerin Sınıflandırılması
Bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle 50 yıl önce yılda sadece 1 milyon ton kimyasal
üretilirken, bugün bu rakam 400 kat artarak 400 milyon tona ula mı tır. Farklı
kaynaklarda farklı rakamlar verilmekle beraber ve tüm dünyada ortalama 80.000 ila
100.000 arasında kimyasalın kullanıldı ı tahmin edilmektedir. Bu kimyasalların büyük
bir bölümü ticari ürünlerin karı ımları olarak bulunmaktadırlar. 10.000 yakın sayıda
kimyasalın zararlı oldu u bilinmektedir. Zararlı kimyasalların 3.000’ ni kanserojen etkili
olup, bunların 20–30 kadarı insan kanserojeni olarak tanımlanmaktadır.
Toksik maddelerin farklı ekilde sınıflandırılması yapılmı tır. Genel olarak toksik
maddeler alınma ekli, tip, orijini, etkilerine göre sınıflandırtmaktadır. Bir maddenin
hangi miktarda etkili oldu u o maddenin biyolojik, kimyasal ya da toksik olarak
sınıflandırılmasında önemlidir.
•
Kimyasalın molekül yapısı, aynı zamanda biyolojik aktivitesini belirler.
• Molekül yapısındaki de i me ile o maddenin aktivitesi önemli ekilde artar veya
azalır.
• Aynı elementlerden meydana gelip kimyasal sembolleri aynı olsa bile aromatik
(halkalı yapı) ve alifatik (düz zincirli) hidrokarbonların etkileri farklıdır.
• Ayrıca aynı zincir yapısına sahip olmakla beraber bir maddenin polimeri ve
monomeri farklı etkiler gösterir veya bir iyonun organik maddenin kaçıncı atomuna
ba landı ına göre de o kimyasalın etkisi de i ebilir.
• Kimyasalın kolay reaksiyona girip girmedi i, ula tı ı yerdeki ko ulların buna
elverip vermedi i gibi özellikler yine kimyasalın toksisitesini etkileyebilir.
• Kimyasalların fiziksel özellikleri molekül a ırlıkları, suda veya di er çözücülerde
çözülebilme özellikleri de önemli bir faktördür. Çözünebilirlik özelli i vücuttan atılma
sürecinde ve hedef organlarda etkilidir.
• Di er yandan kimyasalların saklama ko ulları da önemli bir faktördür. Bekleme
sırasında ı ık, nem, sıcaklık, gibi etkenler toksisiteyi de i tirebilir. Örnek: Triklor
etilen sıcak havada daha toksik olan fosgen ve Hidroklorik asit (HCI)‘e dönü ür. Tersine
siyanürler nemli havada kısmen karbonatlara dönü erek toksisiteleri azalır.
• Maddenin organizmaya giri
toksisitesini etkiler.
yolu, maruz kalma sıklı ı ve süresi kimyasalların
• Kimyasalın toksisitesi, absorbsiyon hızının en yüksek oldu u yolla en yüksek
toksisite gösterir.
• Genellikle enjeksiyon yollarından damar içi yolla hızlı etki görülür ve toksisite de
en yüksektir. Maddenin diyetle verilmesi de toksisiteyi etkiler. Di er yandan toksik
maddenin verildi i zaman, mevsim, verilme süresi ve verilme sıklı ı da biyolojik etki
iddetini de i tirir.
Toksik maddelerin tek ba larına etkisi oldu u gibi bir birleriyle etkile ime girerek
farklı etkiler gösterebilir. Bunun yanında bir maddenin toksik etkisi canlı türüne, canlını
ya ına, fizyolojik artlar gibi çok çe itli farklı parametre ba lıdır.
Klasik Sınıflandırma
Toksinleri klasik sınıflandırması
Gaz halindeki toksik maddeler:CO,CO2,SO2,NH3,NOx,sava gazları
Organik bazlı toksik maddeler:Arkoloidler,gluzoidler
Uçucu toksik maddeler:Alkol,kloroform,benzen (genelde organik karakterli)
Metaller:Civa,kur un,arsenik,kadmiyum gibi a ır metaller
. Toksinlerin klasik sınıflandırılmasında amaca yönelik bir sınıflandırma yapılmı tır
Bu amaçla gaz halinde olan toksikler, organik temeli toksinler, kolay uçabilen toksinler,
metaller ba lıkları altında toksinler sınıflandırılmı tır.
Orijinine Göre Sınıflandırma
Orjinlerine göre toksinler
Organik kökenli
norganik kökenli
Orginlerine göre toksinler iki ba lık altında toplanabilir. Organik kaynaklı olanlar
ve inorganik kaynaklı olanlar olarak sınıflandırılır.
ekillerine Göre Sınıflandırma
EK LLER NE GÖRE TOKS NLER
Gaz halindeki toksik maddeler
Sıvı halindeki toksik maddeler
Katı halindeki toksik maddeler
Maddenin üç halinde de toksik olabilir. Bunlar içinde en tehlikeli olanları sıvı ve
gaz halinde olanlardır. Katı halde bulunan toksinler vücut alınması için sıvı ya da gaz
formuna dönü meleri gerekir.
Buhar standart normal artlarda sıvıların gaz formudur. Buharlar havada asılı kalan
çok küçük sıvı parçacıklardır. Sıvı kimyasalların ço u oda sıcaklı ında buharla ır, yani
buhar olarak havada kalır. Havada asılı olan minik çok küçük sıvı damlacıklarına sis
denir. Bazı kimyasal maddelerin buharları gözleri ve deriyi tahri edebilir (azot
oksitler, amonyak, formaldehit (HCHO). Bazı toksik maddelerin buharlarının
solunması sa lık üzerinde çe itli ciddi sorunlar yaratabilir(Karbondioksit, metan, etan,
propan, hidrojen).
Organik Kirletici Gazlar
Hidrokarbonlar, Aldehitler, Ketonlar ve di er organik gazlar (Benzen, Benzo- -pyrene)
Organik hava kirleticilerin bir kısmı do rudan kayna ından çıkarak atmosfere karı ırken
bir kısmı da atmosferdeki bir takım tepkimelerle meydana gelirler. Bir kısım organik
kirleticiler do al kaynaklardan yayılırlar.
nsan eylemlerinden kaynaklanan
hidrokarbonlar atmosferdeki toplam hidrokarbonların ancak 1/7 sidir. Organik maddelerin
sudaki parçalanmaları sırasında anaerobik bakteriler tarafından atmosfere çok büyük
miktarda metan salınır. Ayrıca toprak ve çökeltiler de atmosfere metan salınmasına
katkıda bulunurlar.
2 CH2O (bakteri) ---> CO2(g) + CH4(g)
Troposferde 1,4 ppm metan bulunmaktadır. Troposferdeki metan CO ve O3 ün
fotokimyasal üretimine katkıda bulunmaktadır. Bitki örtüsü atmosferik hidrokarbonların
önemli kaynaklarındandır. Atmosferdeki 367 organik bile ik türü bitki örtüsü tarafından
olu turulur. Bunlardan etilen, terpenler, esterler ba lıcalarıdır. nsan eylemlerinden
kaynaklanan organik hava kirleticiler de hidrokarbonlar, aromatik hidrokarbonlar,
aldehitler, ketonlar, alkoller, fenoller, oksitler, karboksilik asitler, organohalojenür
bile ikleri, organosülfür bile ikleri, organoazot bile ikleri olarak sıralanabilir.
Karbonmoniksit; Renksiz, kokusuz,
ekilci olmayan gazdır. Çok zehirlidir.
Hemoglobinle oksijenden 200–300 kat fazla birle me özelli i göstererek
karboksihemoglobin (HbCO) yapar. Böylece kanın dokulara oksijen ta ıma kapasitesini
bloke eder. Havadaki Pco/Po2, 1/200 oldu unda bile, kandaki Hb'in yarısı (%50 COHb)
CO tarafından tutulmu tur. Bu ise akut zehirlenmenin çok tehlikeli dönemde oldu unu
gösterir.
Asitler ve çözücüler gibi birçok tehlikeli madde, normal ısıda sıvı halinde bulunmaktadır.
Birçok sıvı kimyasal solunabilen ve kimyasal maddenin türüne ba lı olarak son derece
toksik olabilen buharlar çıkartır. Sıvı kimyasallar deri yoluyla absorbe olabilir. Bazı
sıvı kimyasallar deride ani tahribata sebep olabildi i gibi bazı sıvılar ise deriden geçerek
do rudan do ruya kana karı abilir ve vücudun çe itli bölgelerine ula arak hedef
organlarda tahribata olu turabilir. Katı haldeki tozların önemli tehlikesi, solunumla
akakci ere kadar gitmesi ve orada yerle erek çe itli hastalıklara neden olmasıdır. Sa lık
için risk olu turanları tozlar 60 mikronun altındakilerdir. Bunlarında yine büyük bir
kısmı üst solunum yollarında tutulmaktadır. Sa lık için en zararlı olanları 0,5 mikron ile
5 mikron arasında olanlardır. Bunlar akakci erdeki alveollere kadar ula arak, kimyasal
yapılarına göre etki ederler. Göz hasarlarına da neden olabilirler. Silis, asbest, talk,
magnezyum bu tür lifli yapıya sahip olan maddelerdir. Bu maddeler silikozis, asbestoz,
talkoz, aliminoz adı ile anılan hastalıklara sebep olurlar.
Etkilerine Göre Sınıflandırma
Etkilerine göre toksinler
Lokal
Genel
Hem lokal hem de genel etkili
Toksinlerin canlı üzerindeki etkileri belirli bir bölge ile kısıtlı olabilir(Lokal). Bunun
yanında toksin vücut içinde farklı bir yerde etkisini gösterebilir(genel). Bazı durumlarda
ise her iki etkinin aynı anda gözlendi i bilinmektedir.
Kullanım ekillerine Göre Sınıflandırma
Toksinler genel olarak belirli amaçlar için kullanmaktadır. Kullanım amacına ba lı
olarak toksinler be ba lık altında toplanabilir.
Kullanım ekilerine göre toksinler
Endüstriyel maddeler
Zirai mücadele ilaçları veya insektisitler
Koruyucu maddeler
Deterjanlar,dezenfektanlar
Sava Gazları
Gıda zehirlenmeleri
Toksik madde miktarı ba lı tanımlar
Toksikoloji amacı, kimyasal maddelerin canlı sistemler üzerindeki zıt etkilerin do asını
incelemek, Bu zıt etkilerin meydana gelme, ortaya çıkma olasılıklarını öngörmek,
Yarar/zarar oranını ortaya koymak ve risk de erlendirmesini yapmaktır. Bu amaçla farklı
tanımları kullanır:
Doz
Milyonda bir
Milyarda bir
Birim
ppm
ppb
Metrik
Metrik. equivalent
kilogramda miligram
kilogramda mikrogram
Birim
mg/kg
ug/kg
Doz: Zehirlenmeyi belirleyen faktördür. Uygun kullanılmadı ı takdirde her madde
zararlı, olumsuz etkiler meydana getirir. Ksenobiyotiklerin (vücuda giren besin dı ı
madde) geni bir doz spekturumu vardır. Zararlı etki olu turma potensiyelleri farklıdır.
Her zaman olmasa da ço unlukla toksisiteyi doz belirler.
Kategory
ngilizce uyarı
LD50 oral
LD50 dermal
mg/kg(ppm)
mg/kg(ppm)
200daha az
I
DANGER-
50 ppm daha
yüksek seviyede toksik
POISON
az
II
WARNING
51
ile 500
200i le
2,000
Olası oral lethal
doz
Bir iki damla
Bir
çay ka ı ı
orta düzeyde toksik
III
CAUTION
500 fazla
2,000 fazla
Bir ka ık
hafif toksik
IV
-
Pratik olarak toksik değ il
Akut Etki
: Kısa bir süre maruz kalma sonucu etki kendini gösterir.
Kronik etki : Tekrarlanan maruz kalmalar sonucu ortaya çıkar. Maruz kalma
ba langıcıyla etkinin ortaya çıkı ı arasında bir süreç vardır
LD50
: Bu tanım, üzerinde deney yapılan canlıların yarısının ölmesi için yeterli
olan madde miktarını belirtir (a ırlık). Solunum yolu dı ında di er tüm bütün yollarla
organizmaya girerek etki gösteren katı veya sıvı haldeki kimyasal maddelerin belirli
ko ullarda bir kez verildi inde hayvan populasyonunun %50’sini öldüren
dozdur.LD50 maddelerin toksisite mukayesesini sa lar. Bu ifade ile bir maddenin hangi
artlarda zararlı oldu unu da anlamak mümkündür. LD50 veya LC50 de erleri
azaldıkça toksisite potansiyeli artar.
LC50
: Bu tanım, üzerinde deney yapılan canlıların yarısının ölmesi için yeterli
olan deri imi belirtir (konsantrasyon). LC de erleri genellikle ortam havasındaki
kimyasal madde için bulunur. Ayrıca çevre için de sudaki kimyasal madde
konsantrasyonu için kullanılır.
LCt50
: Bu tanım, üzerinde deney yapılan canlıların yarısının ölmesi için yeterli
olan deri imi ve gerekli maruz kalma süresini belirtir (konsantrasyon ve süre).
LD01
: Deney hayvan toplulu unun % 1’i için ölümcül doz
LD100
: Deney hayvan toplulu unun % 100’ü için ölümcül doz
LDLO
: Öldüren en dü ük doz
TDLO
: Toksik etki yapan en dü ük doz.
LOAEL (Lowest Observed Adverse Effect Level) Ters bir etki görülen en dü ük seviye.
NOAEL (No Observed Adverse Effect Level) Ters bir etki görülmeyen seviye.
ADI (Allowed Daily Intake) alınmasına müsaade edilen günlük miktar.
NOEC (No Observed Effect Concentration) Bir etki görülmeyen konsantrasyon.
LOEC (Lowest Observed Effect Concentration) Bir etki görülen en dü ük
konsantrasyon.
Letal Konsantrasyon 100 (LC100)—Maddenin oral yol dı ında çevreden maruz kalınan
ve test edilen popülasyonun %100’ünü öldüren en dü ük konsantrasyon.
Letal Doz 100 (LC100)—Maddenin oral yolla alımda test edilen popülasyonun
%100’ünü öldüren en dü ük dozu.
Medyan Letal Doz (LC50)—Maddenin oral yol dı ında çevreden maruz kalınan ve test
edilen popülasyonun %50’sini öldüren en dü ük konsantrasyonu.
Medyan Letal Konsantrasyon (LC50)—Maddenin oral yolla alımda test edilen
popülasyonun %50’sini öldüren en dü ük dozu.
Kabul edilebilir Günlük Alım Düzeyi (ADI)—Bir maddenin hayat boyu gıdalar veya
içme suyu içinde herhangi bir sa lık riski yaratmadan günlük alınabilir maksimum
düzeyidir, mg/kg/gün vücut a ırlı ı olarak ifade edilir. lk olarak gıda katkı maddeleri için
uygulanmı tır, yanı sıra sebze ve meyvelerde pesitisit kalıntıları, kasaplık ve kümes
hayvanlarında veteriner ilaç kalıntıları için uygulanır.
Akut toksik etki— Bir kimyasala maddeye tek bir kez ya da 24 saat içinde birkaç kez
maruz kalınması sonucunda ortaya çıkan sa lık üzerindeki olumsuz etki.
Akut maruz kalma—Bir maddeye tek bir kez ya da 24 saat içinde bir kaç kez maruz
kalınması.
Akut toksisite testi—Tek bir doz uygulamayı takiben advers etkilerin ilk 14 gün
boyunca izlendi i hayvan deneyi. Klasik akut toksisite testinin yerini günümüzde daha az
deney hayvanının kullanıldı ı up and down testi ya da limit test almı tır. n vitro alternatif
akut toksisite testi çalı maları sürmektedir.
Kronik Maruziyet: Bir bilesi e uzun süreli (3 aydan daha çok) maruz kalınması
Toksik etken: Belirli kosullarda maruz kalınması durumunda, organizmada zararlı etkiler
meydana getirebilen kimyasal ya da fiziksel (örne in radyasyon) ajanlardır.
Adaptasyon- De i en çevresel ko ullar nedeniyle bir organizmada ortaya çıkan;
yapısal, davranı sal veya fizyolojik olabilen kalıtımsal de i ikliklerdir.
Modelleme Bazlı Etki Dozu (MBD): Maruz bırakılmamı hayvanlarda gözlenen advers
yanıta kıyasla önceden belirlenmi düzeyde bir de i ikli e (benchmark yanıt ya da
BMR) neden olan doz ya da konsantrasyon.
Doz-Yanıt De erlendirmesi: Bir etkene maruz kalma dozu ile o etkene verilen biyolojik
yanıt arasındaki ili kinin incelenmesi.
Endokrin Bozucu; endokrin sistemin geli imi ve fonksiyonunu de i tiren, ekzojen
madde veya madde karı ımlarıdır. Bu maddeler, hormonların üretimi, salıverilmesi,
ba lanması, ta ınması, aktivitesi, metabolizması ve vücuttan atılımları üzerine etki
etmektedirler. Do ada do al olarak bulunabildi i gibi de i ik sentetik ve endüstriyel
ürünlerin içerisinde de yer alabilmektedirler.
Tahmini Maruz Kalma Dozu: Bir organizmanın herhangi bir maddeye olası maruz
iyetinin, tüm maruziyet kaynakları ve yolları dikkate alınarak, hesaplanan ya da ölçülen
miktarıdır.
Maruz Kalmanın De erlendirilmesi: Bir maddeye maruz kalmanın büyüklü ünün,
sıklı ının, süresinin ve maruz kalma yolunun belirlenmesi ya da kalitatif/kantitatif olarak
tahminde bulunulmasıdır
Tehlike—Bir etken (kimyasal, fiziksel,biyolojik) ya da durumun advers etki gösterebilme
özelli i.
Tehlikenin Tanımlanması: Bir kimyasal maddenin neden oldu u advers etki tiplerinin,
duyarlı popülasyon grupları ve hayvanlarda gözlenen etkilerin insanda görülme olasılı ı
da dahil olmak üzere, kalitatif olarak de erlendirilmesidir.
Tehlike ndeksi: Tahmini maruz kalma dozunun referans doza oranı.
Maruz Kalma Sınırı—Advers etki gözlenmeyen düzey (NOAEL)’in teorik veya tahmin
edilen maruz kalma dozu veya konsantrasyonuna oranıdır.
Güvenlik sınırı (MOS): bkz. Maruz kalma sınırı
Advers Etki Gözlenen En Dü ük Düzey (LOAEL): Maruz kalan popülasyonda advers
etki olu um sıklı ı ya da iddetini uygun kontrol grubuna kıyasla belirgin olarak arttıran
en dü ük maruz kalma düzeyi.
Advers etki gözlenmeyen düzey (NOAEL): Bir maddeye maruz kalınmasıyla advers
etki görülmeyen en yüksek doz.
Referans doz (RfD)— Çocuklar gibi hassas gruplar da dahil olmak üzere, insan
popülasyonlarında ya am boyu herhangi bir advers etki olu turmadan alınabilecek
günlük oral alım düzeyi. (EPA)
Referans Konsantrasyon (RfC): Çocuklar gibi hassas gruplar da dâhil olmak üzere,
insan popülasyonlarında ya am boyunca fark edilebilir herhangi bir zararlı etki
olu turmadan inhalasyonla sürekli olarak maruz kalınabilecek düzey. Genelde,
kullanılan verilerin sınırlamalarını yansıtmak amacıyla uygulanan belirsizlik faktörleri de
kullanılarak NOAEL, LOAEL ya da Modelleme Bazlı E ik Doz (MBD) de erlerinden
türetilir. EPA’nın kanser dı ı sa lık de erlendirmelerinde genellikle kullanılır.
Risk— Bir etkene belirli ko ullarda maruz kalma nedeniyle olu abilecek zarar, hastalık
ya da ölüm olasılı ı (IUPAC)
Risk De erlendirmesi: Belirli bir maddeye maruz kalmayla spesifik bir hedef sistemde
olu turabilece i riskin, hedef sistemin ve maddenin özellikleri göz önünde
bulundurularak, hesaplanması ya da kestirilmesi i lemi.
Risk Karakterizasyonu: Risk de erlendirmesinin son basama ı olup maddenin belirli
bir popülasyonda potansiyel ya da bilinen advers etkilerinin ortaya çıkma olasılı ı ve
iddetinin, katılan bilinmezlik faktörlerini de dikkate alarak, kalitatif ve/veya kantitatif
olarak kestirme i lemi.
Risk leti imi: Tehlikelere ili kin riskler ve bunların azaltılmasına yönelik kontrol
stratejilerinin halka anlatılması.
Risk Algısı: Farklı risklerle ilgili olarak ki inin bilgisi ve bunların sonuçları ile ilgili olarak
alınan politik ekonomik ve ahlaki kararlar temelinde riskin öneminin subjektif olarak
algılanması.
Risk Yönetimi: Potansiyel bir tehlike konusunda yapılmı risk de erlendirme i leminin
sonuçlarından hareketle, ilgili politik, sosyal, ekonomik ve teknik faktörleri de dikkate
alarak söz konusu tehlikeden korunmak için uygulanabilecek yasal düzenleme ya da
farklı yakla ımları geli tirme, analiz etme ve uygulamaya geçirme anlamında karar alma
süreci.
Güvenlilik De erlendirmesi: Güvenlilik terimi risk kavramının kar ıtı olup, belirli artlar
altında bir tehlikenin pratik olarak bir hasara neden olmayaca ını ifade etmektedir.
Mutlak de er olarak bakıldı ında güvenlik “risk olasılı ının sıfır” olması eklinde ifade
edilir ki bu gerçek hayatta nadir görülen bir durumdur. Bu açıdan bakıldı ında
“güvenlilik” teriminin kullanımdan tamamen kaldırılmasının daha do ru olaca ı iddia
edilmektedir. Bununla birlikte “güvenlilik de erlendirmesi” terimi risk de erlendirmesine
alternatif olarak ya da onun yerine özellikle gıdalar ve kozmetikler söz konusu oldu unda
kullanılmaktadır.
Güvenlik Faktörü: ADI de erini saptamak için NOAEL de eri ile birlikte kullanılan;
hayvan verisini insana uyarlarken türler arası (hayvandan insana geçi ) ve tür içi
(insanlarda bireysel farklılıklar) hassasiyet farklılıklarını göz önünde bulundurmaya
yarayan sayı ya da faktördür.
Toksisite E de erlik Faktörü (TEF): Bir kimyasal maddenin toksisitesinin referans
olarak seçilen, yapıca benzer bir ba ka (ya da bir indeks bile ik) molekülün toksisitesine
oranıdır. Bu faktör genellikle klorlu dibenzo-p-dioksinler, furanlar ya da bifeniller gibi
bile iklerden olu an kompleks karı ımların toksisitesinin kestirilmesinde kullanılır ki bu
durumda TEF’in belirlenmesinde TCDD toksisitesine oranla hesaplama yapılır ve burada
f=1’dir.
Toksisite—Belirli ko ullar altında bir maddenin tehlike olu turabilme özelli idir.
Toksisite E de erlik Oranı (TEQ): Belirli maddelerden olu an karı ım içindeki
maddelerden birinin (ya da birkaçının) karı ımın toksisitesine katkısını ifade eder.
Belirsizlik Faktörü: bkz. Güvenlik faktörü
Toksikolojik Sorun E ik De eri (TTC): Bir kimyasal madde için insanlar tarafından
maruz kalındı ında dikkate de er bir sa lık riski olu turmayacak e ik de er.
T25: Normal görülme sıklıklarına göre düzeltme yapıldıktan sonra, test edilen deney
hayvanı türünün standard ya am süresi içinde, spesifik bir dokuda hayvanların %25 inde
tümör gözlenen kronik günlük doz.
HT25: Kar ıla tırmalı metabolizma oranlarına dayanan ve T25 den türetilen insan dozu
tanımlayıcısı.
Temel Molekül Su
Su canlıdaki evrensel çözücüdür. Dipolar yapısı sayesinde birçok madde suda kolay
çözülür. Yüklü gruplara (özellikle dipol) sahip her molekül uygun oranda suda çözünür.
Su molekülleri ile hidrojen ba ları kurarak suda çözünen moleküllere suyu seven,
hidrofilik moleküller denir. Örne in, sakkaritler, nükleik asitler ve proteinlerin büyük
bir bir kısmı bu gruba girer. yon içermeyen, apolar moleküller suda çözünmezler.
Bunlara suyu sevmeyen, hidrofobik moleküller denir. Sadece karbon ve hidrojen
atomlarından olu an hidrokarbonlar bu grup moleküllerdir. Bir hidrofobik bile ik
örne in benzen, suyla çalkalandı ı zaman su ve benzen molekülleri birbirinden
çabucak ayrılır. Su moleküleri hidrojen ba larıyla, benzen moleküleri de hidrofobik
ili kilerle kendi aralarında ba lanırlar. Her iki bile ik kendi yerinde bulunur, birbiriyle
karı maz. Polar olmayan bir molekül su ile hidrojen ba ları olu turmaz. Yüklü
olmayan moleküllerdeki bir hidrojen atomunun yerine yüklü bir grubun, örne in, fosfat,
amino ve hidroksil gruplarının geçirilmesi durumunda, molekül su ile hidrojen ba ı
olu turur yani suda çözünür hale gelir. Bu gruplar dı ında peptit ve ester ba ları su ile
ili kiye giren önemli kimyasal gruplardır. ki uçtaki pozitif ve negatif yükler, katı
moleküllerin özel bölgelerine ba lanabilir. Böylece suyun yüklü iyonlar veya yüklü
inorganik moleküller için, kristal durumda olsalar bile, güçlü bir çözücü oldu u
anla ılır. Bir katının sudaki çözünürlü ü, su molekülleri arasındaki kırılan hidrojen
ba ları yerine katı-su arasındaki kurulan ba ların sayısının artmasıyla artar.
Hidrofobik gruplar proteinlerde, nükleik asitlerde ve di er hücresel moleküllerde bulunur.
Hidrofobik ba lar, örne in zar içi proteinlerin fosfolipit yapraklarına ba lanmasında
rol oynar.
ekil Suyun içinde iyon halde çözünen maddeler(NaCI)
Su, kohezyon kuvvetine sahip renksiz, kokusuz ve tatsız sıvı bir bile iktir. Kimyada
formülü (H2O) 2 Hidrojen ve 1 Oksijen atomundan meydana gelmi tir. H+ iyonu içeren
bir madde ile (ör. asit) ve OH- iyonu içeren maddenin (ör: baz) tepkimesi ile olu ur.
Yanıcı olmadı ı gibi söndürücü özelli i vardır. Bu özelli i yangınlarda ate i söndürmeye
yarar. Su, kendi molekülleri arasında çekim kuvveti sayesinde da ılmadan kalabilir.
Moleküllerin dipol olması nedeniyle su, birçok maddeye yapı abilir, suyun ıslatma
özelli i buradan gelir.
ekil Suyun dipol özeli i
Su aynı zamanda adezyon (farklı iki maddenin molekülleri arasındaki çekim
kuvveti) kuvveti yüksek bir maddedir. Hidrojen ba ı nedeniyle su molekülleri birbirlerini
de çekerler yani su molekülleri arasında kohezyon gücüde çok yüksektir. Suyun
kohezyon ve adezyon yetenekleri, suyun belirli kılcal yapılar içinde kopmadan
yükselmesine ve ta ınmasına yardımcı olur.
Kohezyon: (Latince cohaerere) bir arada bulunma anlamındadır. Molekül çekim
kuvveti demektir. Aynı cins moleküllerin arasındaki çekim kuvvetine denir. Kohezyon
sıvı ve katı (gazlarda ihmal edilebilecek kadar küçüktür) maddelerde görülür. Bu
maddelerin moleküllerindeki pozitif ve negatif yükler arasında olu ur. Ba ların ömrü
saniyenin trilyonda biri kadardır; ancak kom u moleküller arasında sürekli yeni ba
kurulur ve bu da bile i i bir arada tutar. Bu olgu sonucunda sıvılardaki yüzey gerilimi
adı verilen olgu meydana gelir. Bu kuvvet suyun veya yo un bir sıvının moleküllerini
bir arada tutan kuvvettir. Bir musluktan su damlarken önce küçük bir damla olu tu unu,
sonra damlanın büyüyüp a a ı do ru uzadı ını ve nihayet musluktan kopup ba ımsız
halde, fakat yine de bir bütün olarak yere do ru dü tü ünü gözlemi izdir.
ekil kohezyon ve adezyona göre suyun hareketi
Adhezyon (Yapı ma) Kuvveti ise farklı iki madde arasında var olan ve bu iki
maddenin birbirine yapı masını sa layan çekim kuvvetidir. Günlük hayatta
adhezyonun örneklerini sıkça görmekteyiz. Ya mur damlalarının cama yapı ması,
denizden çıkan bir insanın vücudunun ıslak kalması, durgun bir su üzerinde
hareket eden yapra ın suyu sürüklemesi ve benzeri durumlar adhezyona örnektir.
Adhezyon, bir sıvının (örne in suyun veya yo un bir sıvının) cama yapı ması
durumunda etkin olan kuvvettir. Çay içerken barda ı kaldırdı ınızda küçük çay taba ının
da birlikte kalktı ına çok kere ahit olmu uzdur. te iki cam tabakayı birbirlerine
yapı tıran, suyun özelli i olan Adezyon kuvvetidir. Bir sıvının molekülleri ile içinde
bulundu u kabın yüzeyi arasındaki kuvvetler adhezyon kuvvetlerdir. Tüm bilinen
yapı tırıcı maddeler bu kuvvetlerin i leyi i prensibine dayanılarak üretilir.
Yüzey gerilimi
Su, molekülleri arasındaki güçlü kohezyon kuvveti nedeniyle olu an yüksek yüzey
gerilimine sahiptir. Bu görülebilir bir etkidir, örne in, küçük miktardaki su çözünmez bir
yüzey üzerine (örn: polietilen) kondu unda, su, di er madde ile beraber dü ene dek
kalacaktır. Bu kuvvetin kayna ı temel olarak su moleküllerini bir arada tutan moleküller
arası çekici kuvvetlerdir(Hidrojen ba larıdır). Suyun içinde olan moleküller her
yönden kom u moleküllerle ku atıldıkları için, üzerlerine etkiyen toplam kuvvet sıfırdır.
Buna kar ın, yüzeydeki moleküllerin sadece bir tarafı di er su molekülleriyle çevrili
oldu u için, bunlar içeriye do ru net bir kuvvetle çekilirler. Bu durum yüzeyde bir
gerilme olu turup yüzeyin minimum olmasını sa lar. Hacimleri e it birçok geometrik ekil
içinde yüzey alanı en az olan küredir. Su damlalarının küresel bir ekil alması da yüzey
geriliminin en az yüzey olu turacak ekilde molekülleri hareket ettirmesidir.
o Hava-sıvı=>Adezyon: moleküllerin cinsi farklı
o Sıvı-sıvı =>Kohezyon: moleküllerin cinsi aynı
Kılcal hareket
Kılcal hareket, suyun çok dar (kılcal) bir boru/kanalda yerçekimi kuvvetine kar ı
hareketini ifade eder. Bu hareket olu ur, çünkü su boru/kanalın yüzeyine yapı ır ve
daha sonra boru/kanala yapı an su, kohezyon kuvveti sayesinde üzerinden daha fazla
suyun geçmesini sa lar.
lem, yerçekimi adezyon kuvvetini yenecek kadar su
boru/kanaldan yukarı geçinceye dek tekrarlanır. Bu olayı do ada da görmek
mümkündür. Örne in a açların kılcal damarlarında su en yüksek dallara kadar
yerçekimine kar ı hareket edebilmektedir.
ekil su ve civanın sahip oldu u adezyon ve kohezyon küvetlerinin kar ıla tırılması
Su, yüksek erime ısısına sahiptir
Erime ısısının yüksek olması
suyun donmasını geciktirir;
böylece biyolojik sistemler
dü ük sıcaklıklara dayanıklı olabilen özelliklerini kazanırlar.
1 gram buzu eritmek için 0 °C'de 80 kalori gerekir.
Suyun Isınma (özgül) ısısı yüksektir.
1 gr suyun sıcaklı ını 1 °C arttırmak için 1
kalori'lik enerji gereklidir. Bu özgül ısı,
amonyak dı ındaki tüm maddelerinkinden yüksektir. Böylece su sıcaklıklarda fazla artı
olmadan daha fazla enerji depolayabilir ve böylece canlı sistemde sıcaklık ve metabolik
olaylar daha kararlı olabilmektedir.
Suyun gizli buharla ma ısısı yüksektir.
100 °C'de 1 g suyu 1 g su buharı haline
dönü türmek için 539 kaloriye ihtiyaç
vardır. Gizli buharla ma ısısının yüksekli i canlı sisteminin izotermal olmasında en
önemli katkıya sahiptir. Suyun gizli buharla ma ısısı, H ba larından dolayı yüksektir.
Donma noktasıyla en yo un oldu u nokta farklıdır
.
Suyun basit fakat çevre
açısından son derece önemli bir özelli i de suyun sıvı hali üzerinde batmadan yüzebilen,
suyun katı hali olan buzdur. Bu katı faz, (sadece dü ük sıcaklıklarda olu abilen) hidrojen
ba ları arasındaki geometriden dolayı, sıvı haldeki su kadar yo un de ildir. Hemen
hemen tüm di er maddeler için, katı form sıvı formdan daha yo undur. Standart
atmosferik basınçtaki saf su, en yo un halini 3.98 °C'de alır ve a a ı hareket eder,
daha fazla so uması halinde yo unlu u azalır ve yukarı do ru yükselir.
ekil Suyun sıcaklı a ba lı yo unluk farkı
Bu dönü üm, derindeki suyun, derinde olmayan sudan daha sıcak kalmasına sebep
olur, bu yüzden suyun büyük miktardaki alt bölümü 4 °C civarında sabit kalırken, buz
öncelikle yüzeyde olu maya ba lar ve daha sonra a a ı yayılır. Bu etkiden dolayı,
göllerin yüzeyi buz ile kaplanır. Hemen hemen tüm di er kimyasal maddelerin katı
halleri, sıvı haline göre yo un oldu undan dipten yukarı donmaya ba larlar.
Suyun hacmi, bilinen tüm sıvıların aksine, belirli bir sıcaklı a (+4 °C'ye) dü ene kadar
azalır, daha sonra tekrar artmaya ba lar. Dondu unda ise hacmi sıvı hale göre daha
fazladır. Bu nedenle suyun katı hali, sıvı halinden daha hafiftir. Bu yüzden buz, suyun
dibine batmayıp su üstünde yüzer. Suyun bu özelli i ya amın kı aylarında ya da her
zaman so uk olan bölgelerde sudaki ya amın devam etmesine olanak tanır. Deniz,
nehir ve göllerin üst kısmı donar, buz üst kısımda kaldı ı için su içindeki canlılar
ya amlarını sürdürmeye devam edebilirler.
Üçlü Noktası (saf haldeki sıvı su, buz ve su buharının dengede bulundu u sıcaklık ve
basınç kombinasyonu)
Suyun üçlü noktası (saf haldeki sıvı su, buz ve su buharının dengede bulundu u sıcaklık
ve basınç kombinasyonu), kelvin sıcaklık ölçü biriminin tanımlanması için kullanılır.
Sonuç olarak, suyun üçlü nokta sıcaklı ı, 273.16 Kelvin (0.01 °C) ve basıncı 611.73
Pascal'dır (0.0060373 ATM).
ekil suyun farklı basınç ve sıcaklıkta durumu
Elektriksel iletkenlik
Genellikle yanlı bir kanı olarak, suyun çok güçlü bir elektrik iletken oldu u
dü ünülür ve elektrik akımının öldürücü etkilerini iletme riski bu popüler inanı ile
açıklanır. Su içindeki tüm elektriksel özelli i sa layan etkenler, suyun içinde çözülmü
olan karbondioksit ve mineral tuzların iyonlarıdır. Su, iki su molekülünün bir
hidroksit anyonu ve bir hidronyum katyonu halini alması ile kendini iyonize eder,
fakat bu elektrik akımının yaptı ı i veya zararlı etkilerini ta ımak için yeterli de ildir.
("Saf" su içinde, hassas ölçüm cihazları, 0.055 µS gibi çok zayıf bir elektriksel iletkenlik
de eri saptayabilirler.) Saf su, oksijen ve hidrojen gazları içinde de çözülmü iyonlar
olmadan elektroliz olabilir; bu çok yava bir süreçtir ve bu ekilde çok küçük bir akım
iletilir. (Elektroliz, elektrik akımı yardımıyla, bir sıvı içinde çözünmü kimyasal bile iklerin
ayrı tırılması i lemine denir.)
Suyun halleri
Su yerkürede de i ik hallerde bulunur: su buharı, (bulutlar), su (denizler, göller), buz
(kar, dolu, buzullar) gibi. Su sürekli olarak su döngüsü olarak bilinen döngü içinde
de i ik fiziksel hallere dönü ür. Su, kendi içinde farklı maddelerin koku ve tadlarını
barındırabilir. Bu nedenle, insan ve hayvanların, suyun içilebilirli ini anlamak için
duyuları geli mi tir. Kaynak suyu veya mineral su diye bilinen tat, aslında suyun içinde
çözülmü olan minerallerin tadıdır. Saf su (H2O), tatsızdır. Bu yüzden, kaynak veya
mineral suyunun saflı ı diye bilinen ey, suyun içinde zararlı (toksik) maddeler, kir, toz
veya mikrobik organizmalar olmadı ını belirtir.
Canlıdaki Suyun yeri ve önemi
•
•
•
•
Tüm biyokimyasal Reaksiyonlar Sulu Ortamda Gerçekle ir
yi bir çözücüdür
Hidrolazlar gibi enzimler için substrat
Isı düzenleyicidir
Yeti kin bir insan vücut a ırlı ının %60-70'i (2/3'si) sudur. Bu oran ya a, cinsiyete,
kiloya ba lı olarak farklılık gösterir. Örne in yeni do an bebeklerin vücudundaki su oranı
%75'dir. Ya amın ilk 5 gününde %70'e inen su oranı, sonradan yava yava azalarak bir
ya ın sonunda yeti kindeki su oranına yakla ır. Erkeklerdeki su oranı kadınlara,
i manlar zayıflara oranla daha fazladır. Ya ilerledikçe de vücut suyunda azalma
görülür. Su besinler ve içeceklerle de sindirim yoluyla vücuda alınır. Vücuda alınan su
sindirim sisteminde emildikten sonra kana geçer. Kan dola ımı ile vücuda da ılır ve
kılcal damarlardan çıkarak doku sıvısını olu turur. Hücre içinde bazı kimyasal
reaksiyonlara katıldıktan sonra tekrar hücre dı ına çıkar ve tekrar doku sıvısına dönü ür.
Dokulardan kan dola ımına katılır. Kan dola ımı aracılı ı ile böbreklere gelerek önemli
bir kısmı idrar olarak vücut dı ına atılır. Di er bir kısmı ise deri, solunum ve sindirim
sistemi vasıtasıyla kullanılıp vücuttan atılır.
Yeti kin bir insanın günlük su ihtiyacı 2500-2600 ml kadardır. Suyun vücuda alımı ve
atılımı bir denge içinde olu ur. Vücutta normal sıvı hacminin korunması için günlük sıvı
alımının günlük sıvı kaybına e it olması gerekir. Bu denge bozuldu unda hastalıklar
ortaya çıkar. Yemek yemeden aylarca ya anabilir, ancak susuz sadece birkaç hafta
dayanılabilir. nsan vücudunda su dengesini düzenleyen (regüle eden) merkezler ve
sistemler mevcuttur.
Vücuda su alımı (Hidrasyon) : Vücuda besinlerle (1000 ml) ve içeceklerle (1200 ml)
a ız yoluyla su alımına ekzojen su kazanımı denir. Bir de vücudumuzda hücre
metabolizması esnasında meydana gelen kimyasal reaksiyonlar sonucu oksidasyon
ürünü olarak 300 ml kadar su açı a çıkar. Vücutta bu ekilde su açı a çıkmasına
endojen su kazanımı denir.
Vücuttan su kaybı Dehidrasyon : Vücuda alınan su, idrarla böbreklerden (1500 ml
kadarı), solunum havasıyla akakci erden (500 ml kadarı), terleme yolu ile deriden (500
ml kadarı) ve gaita ile ba ırsaklardan (100 ml kadarı) vücut dı ına atılır.
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
%1: Susuzluk hissi, ısı düzeninin bozulması, performans azalması,
%3: Vücut ısı düzenin iyice bozulması, a ırı susuzluk hissi,
%4: Fiziksel performansın %20-30 dü mesi,
%5: Ba a rısı, yorgunluk,
%6: Halsizlik, titreme,
%7: Fiziksel aktivite sürerse bayılma,
%10: Bilinç kaybı,
%11: Vücut dirençsizli i, olası ölüm,
%12: %97 oranında ölüm,
%15: %100 ölüm.
Suyun vücuttaki görevleri
1. Hücrelerin ihtiyacı olan maddeleri hücreye ta ımak,
2. Hücrelerin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için gerekli olan katı maddelerin
çözünmesini sa lamak,
3. Hücrelerde metabolik faaliyetler sonucu olu an atık maddeleri bo altım
organlarına (böbrek, akci er, deri, sindirim kanalı) ta ıyarak vücut dı ına
atılımını sa lamak,
4. Vücut ısısını dengede tutmak,
5. Kanın hacmini dengelemek,
6. Besinlerin sindirimine yardımcı olmak,
7. Beyin, omurilik gibi bazı organları dı etkenlerden korumak, suyun
görevleridir.
8. Suyun ısı kapasitesinin yüksek olu u vücut ısısının ayarlanmasını sa lar.
9. Buharla ma entalpisinin yüksek olu u nedeniyle vücuttaki fazla ısı terleme ve
buharla ma ile dı arı atılır.Vücut ısısı dengelenir. Buharla ma ısısı yüksek
oldu u için su kaybı az olur. Vücuttaki suyun %20 sinin kaybı hayati tehlikeye
neden olur.
10. Suyun sıvı halinin yo unlu u katı halinin yo unlu undan fazladır. Bu
sayede su üstten donmaya ba lar. Bu da suda ya ayan canlılar için hayati
önem sa lar..Bu maddede açıklamam gereken bi konu var; su üstten dondu u
için su dı ındaki dü ük ısıdan su daha çok etkilenmez.. Yani su yüzeyindeki
buz tabakası, suyu yorgan gibi örttü ünden dı arıda su -15 derecelerdeyken
bile su o kadar so umaz.
11. Su donarken dı arı ısı vererek izolasyon görevi yapar.
12. Su, vücuttaki bo luklara pasif difüzyonla geçer ve basınçla dengeyi sa lar.
Vücuda alınan besinlerin bir kısmının çözülmesini sa layarak sindirimi
kolayla tırır. Ayrıca suda bazı vitaminler çözünür, bunlar da metabolizmanın
düzenlenmesinde yardımcıdır.
13. Vücutta iyonize olarak asit- baz dengesinin korunmasında rol oynar.Besin
maddelerinin ve oksijenin hücrelere ta ınmasını ve biyokimyasal reaksiyon
ürünlerinin dı arı atılması için ta ıyıcı olarak görev yapar
pH ve Etkileri
pH kavramı
pH bir çözeltinin asitlik veya bazlık derecesini tarif eden ölçü birimidir. Açılımı
"Power of Hydrogen" (Hidrojenin Gücü)'dir.Hidrojen iyonun eksi logaritmasıdır. pH
teriminde p; eksi logaritmanın matematiksel sembolünden ve H ise hidrojenin kimyasal
formülünden türetilmi lerdir. pH tanımı, hidrojen konsantrasyonunun kologaritması
olarak verilebilir:
pH = colog[H+]
pH hidrojen iyonun aktivitesi cinsinden bir asit veya bazın derecesini ifade etme yoluyla
ihtiyaç duyulan niceliksel bilgiyi sa lar. Bir maddenin pH de eri hidrojen iyonu [H+] ile
hidroksit iyonunun [OH-] deri imlerinin oranına direk ba lıdır. E er H+ deri imi OHderi iminden fazla ise çözelti asidik; yani pH de eri 7 den dü üktür. E er OH- deri imi
H+ deri iminden fazla ise maddemiz bazik; yani pH de eri 7 den büyüktür. E er OH- ve
H+ iyonlarından e it miktarlarda mevcutsa, madde 7 pH de erine sahip olmak üzere
nötrdür.
0
1
2
Asitlik artar
3
4
5
6
7
Nötr
8
9
10
11
12
13
14
Bazlık artar
Asit ve bazlar her biri serbest hidrojen ve hidroksil iyonlarına sahiptirler. Belli ko ullarda
ve belli bir çözeltide hidrojen ve hidroksil iyonlarının ili kileri sabit oldu u için, birini tesbit
etmek di erini bilmek ile mümkündür. Bu anlamda, pH, tanımsal açıdan hidrojen iyonu
aktivitesinin seçici bir ölçümü olsa da, hem alkalinlik hem de asitli in bir ölçüsüdür. pH
logaritmik bir fonksiyon olması açısından, pH de erindeki bir birimlik de i im hidrojen
iyon deri imindeki on-katlık de i ime kar ılık gelir. pH bir çözeltinin asitlik veya alkalinlik
derecesini tarif eden ölçü birimidir. 0'dan 14'e kadar olan bir skalada ölçülür. pH
teriminde p; eksi logaritmanın matematiksel sembolünden ve H ise Hidrojenin kimyasal
formülünden türetilmi lerdir. pH tanımı Hidrojen konsantrasyonunun eksi logaritması
olarak verilebilir:
pH = -log[H+]
pH hidrojen iyonun aktivitesi cinsinden bir asit veya bazın derecesini ifade etme yoluyla
ihtiyaç duyulan kantitatif bilgiyi sa lar. Bir maddenin pH de eri hidrojen iyonu [H+] ile
hidroksil iyonunun [OH-] deri imlerinin oranına direk ba lıdır. E er H+ deri imi OHderi iminden fazla ise maddemiz asidik; yani pH de eri 7 den dü üktür. E er OHderi imi H+ deri iminden fazla ise maddemiz bazik; yani pH de eri 7 den büyüktür. E er
OH- ve H+ iyonlarından e it miktarlarda mevcut ise, madde 7 pH de erine sahip olmak
üzere nötraldir. Asit ve bazlar her biri serbest hidrojen ve hidroksil iyonlarına sahiptirler.
Belli ko ullarda ve belli bir çözeltide hidrojen ve hidroksil iyonlarının ili kileri sabit
oldu u için, birini tesbit etmek di erini bilmek ile mümkündür. Bu anlamda, pH, tanımsal
açıdan hidrojen iyonu aktivitesinin seçici bir ölçümü olsa da, hem alkalinlik hem de
asitli in bir ölçüsüdür. pH logaritmik bir fonksiyon olması açısından, pH de erindeki bir
birimlik de i im hidrojen iyon deri imindeki on-katlık de i ime kar ılık gelir.
pH etkileri
pH de erleri çözeltilerin asidik ve alkali olma özelliklerini temsil eder. Dü ük de erler
asidik çözeltileri yüksek deðerler ise alkali çözeltileri gösterir. nsan vücudunun tahri
olmaması için ürünün pH de eri 5-7 arasında olmalıdır. Yüksek pH (>8) ciltte tahri e,
çok yüksek pH (>9) deride yanıklara, çok dü ük pH (<4) yine ciltte tahri e neden olur.
Tüm iç toksik olu umlar vücutta bir asidoz durumuna sebep olur. Ardından da, kandaki
yüksek asidik kalıntı düzeyi ba ı ıklık tepkisini engeller, metabolizmanın normal
çalı masını zorla tırır, sindirimi ve özümsemeyi dizginler, bakteri ve mantar kökenli
enfeksiyonların geli mesine yardımcı olur ve tüm di er biyolojik bozukluklara ve
hastalıklara yol açar. nsan vücudundaki pH dengesinin önemi hakkında fikir vermesi
açısından, bazı hayati organların normal çalı masının pH düzeyleri ile ba lantısı u
ekildedir:
Kalp : E er kan asidik atıklarla doymu sa, bu asitler içinden geçerken kalp dokularına
ciddi hasar verip a amalı olarak kalp kaslarında bozulmalara sebep olur.
Akci er : Do ru alınan diyafram nefesi, akci erlerdeki gaz alı veri ini en yüksek düzeye
çıkartarak kandaki karbonmonoksiti dı arı atarken, kanı taze oksijenle besler. E er
kanımızın asidik atıklarla a ırı yüklenmesine izin verirsek, akci erlerden yeterli oksijeni
alıp ta ıyamadı ı için, vücudun pH düzeyinin alkalik olmasını sa layamayacak ve
dolayısıyla tüm doku ve hücrelerde kronik bir hipoksi ve ikiz karde i olan asidoz durumu
olu acaktır.
Karaci er : Karaci erin temel görevlerinden biri kandaki toksik atıkları süzmektir. E er
kan yanlı beslenme alı kanlıkları, alkol, ilaçlar, stres hormonları ve asit olu umuna
sebep olan faktörlerden kaynaklanan a ırı asidik kalıntılarla sürekli kirlenirse, karaci er
zamanla asidik atıklarla fazla yüklenir ve bu toksik enkazla ciddi biçimde tıkanır.
Böbrekler : Yanlı beslenme, farmasötik ilaçlar ve di er ya am tarzı faktörlerinden
kaynaklanan kandaki a ırı asidik atıklar, böbreklerin kanı süzen hassas dokularını
a ındırabilir.
Biyoelementler I (Makromineraller Na+, K+, Mg2+, Ca2+, Cl-,
PO43- )
Canlı organizmalarda C, N, H, O elementin dı ında, eksiklik veya fazlalı ı sorunlara yol
açan bir dizi element daha vardır ki, tüm bu elementler "biyoelementler" adı altında
özgün bir küme olu turacaktır.
Ya am çin Gerekli Elementler
Dört temel element karbon, hidrojen, oksijen ve azot, çok fazla sayıda bile ik
olu turmakta ve insan vücudunda yer alan atomların yakla ık %99,5luk en önemli
kısmını bu elementler olu turmaktadır.
ekil canlılarda bulunan ba lıca maddeler ve bulunma miktarı( ekilde yükseklik olarak
gösterilmi tir.)
1. Temel biyoelementler O, C, N, H, P, S ( biyomoleküler sentezinde proteinler,
nukleik asits, lipidler, sekerler. )
2. Su ve iyonlar ( H2O ) Na+, K+, Mg2+, Ca2+, Cl-, ( HCO3- , fosfotlar)
3. Kemik ve di lerin yapına girenler Ca PO434. Mikroelementler (eser elementler) Fe, Cu, Co, Zn, I, F, Se,
5. Toksik elementler :Hg, Al
ekil nsanda elementlerin da ılımı
Yirmi kadar biyoelement vardır ve bunlar epeyce dü ük bir oran olu turmalarına
kar ın(%3 kadar), ya am için kritik önemde çok sayıda i leve sahiptirler. Bu kritik önem,
söz konusu elementlerden herhangi birinden yoksun olan bir ki inin bazı durumlarda
sa lı ını ölümcül düzeyde yitirebilmesi nedeniyledir.
ekil Biyolojik olarak önemli gruplar
ekil insanda bulunan ba lıca elementlerin yüzdeleri
ekil Biyoelementler
Çizelgeden izlenebilece i gibi, söz konusu bu 20 element kalsiyumdan magnezyuma
bir grup, demirden iyoda da bir ba ka grup olu turmak üzere sınıflandırılmı tır.
Kalsiyum ile ba layan ilk yedi elementin olu turdu u grup "makromineraller" adını alır
ve bu elementler verilen de erlerden de anla ılabilece i gibi, di er gruptakilere göre
vücutta daha büyük miktarlarda bulunurlar. Vücutta çok dü ük miktarlarda bulunan di er
elementlerin olu turdu u grup ise "eser elementler" adı ile bilinir. Biyoelementler
tanımlanan 20 biyoelement, canlı organizmalarda ya iyonlar ya da organik moleküllerde
kovalent ba lı olarak bulunurlar. Biyoelementlerin kimyasal özelliklerine ve vücuttaki
doku veya sıvılarda yerle me biçimlerine göre oldukça fazla çe itte görevleri vardır.
Örne in hücrelerde ve vücut sıvılarında katyon-anyon dengesini kurarlar.
ekil Biyoelementler
Tablo element ve moleküller arası ba lar ve özellikler
Ba
Gücü
Özellikleri
Örnekler
Tuz molekülünün yapısı veya
Zıt yüklü iyonize gruplar
yonik
proteinlerin amino asit yan zincirleri
Kuvvetli
arasındaki çekim.
arasındaki çekim.
Çok
Atomlar arasında
Moleküllerin olu umunda atomları
Kovalent
kuvvetli payla ılan elektronlar.
birbirine ba layan çoklu ba lar.
Protein yan zincirlerinin polar
Hidrojen ve oksijenin
Hidrojen Zayıf
grupları arasındaki çekim veya su
polarize ba ları
arasındaki çekim.
moleküllerinin çekimi.
Çok yakın nonpolar
Proteinlerdeki nonpolar gruplar
Van der
Çok
moleküller ve gruplar
arasındaki veya lipid
Waals
zayıf
arasındaki çekim.
moleküllerindeki çekim.
Sinir impulslarının iletiminde ve kasların çalı masında bunların üstlendikleri önemli
görevler vardır. Vücut sıvılarının dokulara ve hücrelere hareketini biyoelementlerin
deri imi denetler. Sindirim sistemi salgılarında yer aldıkları gibi, enzimleri aktive ederler.
Vitaminlerin,
hormonların
ve
proteinlerin
yapılarına
girerler.
Elektrolit
konsantrasyonunun kontrol edilmesi “iyonlar nereye giderse, su kesin olarak onu
izler” Ozmoz suyun dü ük konsantrasyonlu solüsyondan daha konsantre
solüsyona göç etmesidir. Biyo elementlerin miktarı solaylı yoldan su miktarını belirler.
ekil hidrojen ba ının yapısı
Element
Na+, K+
Mg2+, Ca2+
Fe 2+, Cu2+ , Mo 2+
levi
Elektrostatik yük ta ıyıcısı
Tetikleme ve denetim mekanizmaları
ile yapısal sabitlik
Redoks aracısı olarak
Ba lanma gücü
Zayıf
Ilımlı
Çok yüksek
Makromineraller(Ca, P, K, Mg, CI, Na, S)
Oksijen karbon hidrojen nitrojen kalsiyum ve fosfor vücudun büyük bir kısmını olu turur.
Oksijen
Karbon
Hidrojen
Nitrojen
Kalsiyum
Fosforus
Sülfür
Potasyum
Klor
Sodyum
Magnezyum
O
C
H
N
Ca
P
S
K
Cl
Na
Mg
Demir
Fe
Çinko
Zn
Silikon
Si
Rubidium
Rb
Fluorin
F
Zirkonyum
Zr
Brom
Br
Strontium
Sr
Bakı r
Cu
Alüminyum
Al
Kurş un
Pb
Kadmium
Cd
İ yot
I
Mangezyum Mn
Vanadyum
V
Selenium
Se
Barium
Ba
Arsenik
As
Nikel
Ni
Krom
Cr
Kobalt
Co
Molybdenum Mo
45.5 kg
12.6
7.0
2.1
1.1
0.700
0.175
0.140
0.105
0.105
35 g
4.2
2.3
1.4
1.1
0.8
0.3
0.2
0.14
0.11
0.10
0.080
0.030
0.030
0.02
0.02
0.02
0.02
0.01
0.01
0.005
0.003
< 0.00
65.0
18.0
10.0
3.0
1.5
1.0
0.25
0.20
0.15
0.15
0.020
0.0060
0.0033
0.0020
0.0016
0.0011
4.3 x 10
2.9 x 10
2.0 x 10
1.6 x 10
1.4 x 10
1.1 x 10
-4
-4
-4
-4
-4
-4
Kalsiyum(Ca)
Ya ayan canlıların fizyolojik kimyâsında kalsiyum önemli rol oynar. nsan vücûdundaki
kalsiyumun % 99’u kemiklerde ve di te bulunur. Kan kalsiyum düzeyi sa lıklı bır
insanda 8,5–10,2 mg/dL düzeyindedir. 8,5 mg/dL altındaki de erler Hipokalsemi,
10,2 mg/dL üzerindeki de erlerde ise hiperkalsemi olarak adlandırılır. Vücutta
iskelet sistemi ba ta olmak üzere yumu ak dokularda ve hücre dı ı sıvılarda bulunur.
skelet sistemi, hücre içi ve hücre dı ı sıvılara kalsiyum sa layan ana depo olarak
fonksiyon görmektedir. Plazma kalsiyumunun yakla ık olarak %50 kadarı serbest
halde, %40 kadarı proteine ba lı, %10 kadarı ise bikarbonat, laktat, fosfat ve sitrat
gibi diffüze olabilen küçük anyonlarla kompleks olu turmu tur. Plazmada serbest
(iyonize) kalsiyum fizyolojik olarak aktiftir. Kalsiyumun büyük bir kısımı kanda Albumine
ba lanarak ta ınır. Vücutta birçok fizyolojik fonksiyonu olan kalsiyumun yeterli
miktarlarda alınmaması, barsaklardan emiliminde bozukluklar, yetersiz güne ı ı ına
maruz kalmak kalsiyum eksikli ine sebep olur. Çocuklardaki klinik tablo Ra itizm,
yeti kinlerde ise Osteomalazi olarak isimlendirilir. Kalsiyumun dokularda
kullanılabilmesi için C ve D vitaminlerinin de yeterince bulunması lâzımdır. Hattâ kandaki
fosfor ve kalsiyumun birbirine oranları da uygun olmalıdır. Kalsiyumun, kasların
gerginli i ve kalbin çalı masında, gebelik ve do umdan sonra süt yapımında büyük
rolü vardır. Kas taki ER sarkoplazmik retikulum zarı kalsiyum iyonlarını sitosolden
sisternal alana pompalar(serca). Kas hücresi bir sinir hücresi tarafından uyarıldı ında,
sisternedeki Ca ER zarını geçerek tekrar sitosole çıkar kas hücresinin kasılmasını
tetikler. Bazı durumlarda Ca2+ kalmodulin adı verilen ve kalsiyum ba lanan bir protein
aracılı ı ile aktivite gösterir. Ca2+-kalmodulin kompleksleri hedef proteinlere ba lanarak
hücresel fonksiyonların olu umunu sa larlar. Birçok hücrede bulunan kalmodulinin Ca2+
iyonlarının ba lanması için dört bölgesi vardır. Sitoplazmada Ca2+iyonları az oldu unda
kalmodulin aktifle mesi için yeterli miktarda Ca2+ bulamaz. Hücre sitoplazmada Ca2+
artmasını sa layacak ekilde uyarıldı ında kalmodulinin ba lanma bölgeleri Ca2+ ile
doldurulur. Bunun sonucu kalmodulin ekil de i tirerek çok sayıda hücresel hedeflere
ba lanır ve bunları aktifle tirir. Bu hedeflerden birisi düz kas hücrelerinde bulunan
protein kinazdır. Aktifle en protein kinaz miyozinin fosforilasyonunu sa lar ve bunun
sonucu kas kasılır. Çok Fazla alınması durumunda ise kas güçsüzlü ü, kireçlenme gibi
belirtiler görülebilir. Vücudumuzdaki kalsiyumun neredeyse %99'ı kemik ve di lerde
çe itli anorganik kalsiyum tuzu halinde bulunur. Di lerimizdeki kalsiyum de i ik
tabakalarında fosfat, hidroksit, klorür, florür ve karbonat bile ikleri eklinde yer
almaktadır. Bir 2A grubu toprak alkali metali olan kalsiyum, grubundaki di er elementler
gibi iki adet de erlik elektronuna sahip olup, vücudumuzda kararlı Ca2+ iyonları halinde
bulunur. Kandaki kalsiyum iyon düzeyi ile D vitamini ve bazı hormonlar(kalsitonin ve
parathomon) arasındaki, karma ık ba lantı sayesinde ba ırsaklarda emilime u rayan
kalsiyum miktarı kontrol edilebildi i gibi, kandaki kalsiyum iyon deri imi ile kemik ve
di lerde depolanan kalsiyum miktarı da böylece ayarlanabilmektedir. Örne in paratiroid
bezlerinin salgıladı ı parathormon adlı hormon vücuttaki kalsiyum (ve fosfor)
metabolizmasını ayarlar. (Metabolizma vücutta ortaya konan i levlerin yürütülebilmesi
için gerçekle mesi geren kimyasal olayların tümüdür.) Bu hormonun gere inden az
salgılanması halinde kas kasılı halde kalır ve tetani hastalı ı ortaya çıkar. Kalsiyum
eksikli inde zeka gerili ine de çokça rastlanır. Aksine parathormonun gere inden
fazla salgılanması halinde kandaki kalsiyum miktarı artar.
Vücuttaki kalsiyumun kemiklerde ve di lerde yer almayan %1 lik farklı görevler
yapar. Vücuttaki kalsiyumun kemik ve di lerde yer almayan kısmı di er bazı süreçlerde
oldukça önemli i levler üstlenir. Kasların çalı masında, sinir sisteminin uyarıcılara
kar ılık vermesinde, kanın pıhtıla masında ve nihayet di er mineral iyonlarının
koordinasyonunda kalsiyum iyonları ya amsal önem ta ır. Kalp kaslarının ritmik
kasılmasının sa lanması ba ta olmak üzere, kalsiyum iyonlarını kasların çalı ması için
en uygun deri imlerde bulunması gerekti i bilinmektedir. Fazlasıyla dü ük deri imler
kasların kasılmasını tümüyle durdurabilmektedir. Kalsiyum iyonları sinir hücresi zarı
üzerindeki kararlıla tırıcı etkisi ile, sinir sistemindeki iletim olayında aktif rol
oynamaktadır. Kanda gere inden fazla veya dü ük kalsiyum varlı ı, ya sinir
impulslarında ve kasların bu impulslara kar ılık vermesinde zayıflamaya, bu yüzden de
insanın dı uyarıcılara kar ı duyarsızla masına yol açar; ya da sinirlerin ve kasların a ırı
duyarlı olmasına neden olur. Kalsiyum iyonlarının beyin sıvısındaki düzeyinin vücut
sıcaklı ının denetlenmesinde kritik önem ta ıdı ı bilinmektedir. Kalsiyum
deri iminin çok fazla yüksek olması vücut sıcaklı ını dü ürmektedir. Kalsiyum iyonları
aynı zamanda kanın pıhtıla ması için de gereklidir. Bu nedenle kanda kalsiyum
iyonlarını azaltan etkenler pıhtıla mayı da engeller. (Kan emerek beslenen canlılarda
beslenirken ve sindirirken pıhtıla mayı engellemek için, kandaki kalsiyum iyonlarıyla
reaksiyona giren bir madde salgılayabilme özelli i vardır). Taze kanda pıhtıla tırıcı
reaksiyonları önlemek için, sitrat veya okzalat iyonlarının kandaki kalsiyum iyonları ile
bile mesi sa lanır. Transfüzyonlarda pıhtıla ma engelleyici olarak sodyum sitrat yaygın
ekilde kullanılmaktadır. -Sitrat iyonu Kalsiyum sitrat Kalsiyum iyonlarının aynı zamanda
birçok enzimi aktive etti i de bilinmektedir. Kalsiyum iyonları hücre içine ve dı ına
akı larını düzenleyerek K+, Na+ gibi di er mineral iyonları arasında bir cins koordinatör
görevi yapar. Günde yarım litre süt içen yeti kin bir insan, günlük kalsiyum
gereksinimini (1 gram) kar ılamı demektir. Kandaki kalsiyum düzeyini denetleyen
karma ık düzen, dü ük kalsiyumlu beslenme, kanda D vitamini ile gerekli hormonların
miktarının normal ölçülerde olmaması gibi çe itli nedenlerle altüst olabilmektedir.
Vücutta D vitaminin çok dü ük düzeyde olması ra itizm hastalı ına yol açar. Bilindi i gibi
bu hastalık kemiklerde yumu ama ve ekil bozukluklarına neden olur. D vitamini güne
ı ı ına maruz kalan bünyede kendili inden olu makta, kimi durumlarda da fazladan D
vitaminin dı arıdan sa lanması gerekmektedir. Ancak bu maddenin gere inden fazla
olması da kemiklerde sertle me ve yumu ak dokularda kireçlenmelere yol açabilir.
Fosfor(P)
Fosfolipidlerin yapısında yer alır. Lipidlerin transport ve metabolizmaları için önemli
oldu u kadar membran yapıları için de son derece önemlidir. Asit-baz dengelenmesinde
tampon olarak rol oynar. Sut sekresyonu icin gereklidir. Enerji metabolizması yüksek
enerjili fosfat bile ikleri gerektirir. RNA ve DNA yapısına katılır. Pek cok enzim
sisteminin bir parçasıdır.
Karotenlerden vitamin A olusumunda ve vitamin D
kullanımında gereklidir. Fosfor da kemik ve di lerdeki kalsiyum tuzlarında yer alan
önemli bir elementtir. Vücuttaki fosforun %90'ı kemik ve di lerde fosfat iyonu, eklinde
bulunur. Fosfat iyonu fosforik asidin üç hidrojen iyonu, H+, vermesi ile olu ur.
Fosforik Dihidrojen Monohidrojen Fosfat asit fosfat iyonu fosfat iyonu iyonu Bu olay
esnasında olu an dihidrojen ve monohidrojen fosfat iyonları vücut sıvılarının uygun pH
de erlerinde kalmasını sa lamakta tampon görevi yaparlar. Fosforik asit aynı zamanda
bir fosfat esteri olu turmak üzere vücutta alkol gruplarıyla reaksiyona girer. Bu organik
fosfat esterleri, hücre zarlarını ve sinir dokularını olu turan fosfolipidlerde, protein
sentezini ve kalıtımı denetleyen DNA ve RNA ile koenzimlerde bulunur. Kemik ve
di lerin yapılarında yeralma ve vücut sıvılarının nötralli inin sa lanmasından ba ka,
fosfat iyonları hücrelerimizin anlık enerji gereksinimi de kar ılar. Belirli organik fosfat
esterlerinin hidrolize u raması önemli ölçüde enerjinin açı a çıkmasına yol açar. Böylesi
fosfatlar "yüksek enerji fosfatları" adıyla bilinir ve hücrelerin anlık enerji gereksinimini
bu bile ikler sa lar. Fosfor elementi günlük gıdalarımızda öylesine yaygın bulunur ki,
hemen hemen herkes yeti kin bir insana gereken günlük 1 gramlık fosfor deste ini
alabilmektedir.
Potasyum(Na) , Sodyum(K) ve Klor(Cl)
Bu elementlerin vücudumuzdaki i levleri epeyce karma ık bir ekilde ba lantılıdır.
Potasyum ve sodyum iyonları vücutta genellikle klorür tuzları eklinde bulunur. Bu üç
iyonun organizmadaki ana görevi hücrelerdeki, doku sıvılarında ve kanda katyon-anyon
dengesini korumaktır. Böylesine bir denge ile vücuttaki sıvıları normal ekilde akı ı
sa lanırken, asitlerle bazlar arasındaki denge de denetlenmi olur. Potasyum iyonu
genellikle hücre içi sıvısında yer alırken, sodyum iyonu hücreleri çevreleyen
hücrelerarası sıvılarda bulunur. ntrasellüler sıvıdaki temel katyon potasyumdur.
Sinir ve kas fonksiyonu önemli rol oynar(aksiyon potansiyeli) hücredeki miktarı Na/K
ATPaz tarafında düzenlenir. Aldosteron tarafından regüle edilir. Hastalık, hasar ya da
diüretik tedavisine ikincil olarak eksiklik olur.Kas güçsüzlü ü, paralizi, mental konfüzyon
görülür. Fazlalı ı kardiyak arrest (ani kalp durması), ince barsak ülserlerine neden
olur
ekil sodyum iyonu ve NaCl Dengesi
Potasyum, sodyum ve klor iyonlarının bir ba ka önemli i levi de, kandaki oksijen ve
karbondioksidin ta ınmasında kendini gösterir. Potasyum ve sodyum iyonlarının hücre
zarlarından ekerlerin iletiminde ve bunların hücre içinde yıkımında da rolleri bulunur.
Kalsiyum ve bir sonraki kesimde de inilecek magnezyum iyonlarından ba ka, potasyum
ve sodyum iyonlarının da sinir ve kasların çalı masında etkin oldu u bilinmektedir.
ekil Na-K ATPaz
Sodyum klorür ve potasyum klorür büyük protein moleküllerini çözeltide tutarak
kanın viskozlu unu (kalınlı ını) düzenlerler. Belirli yiyeceklerin midedeki sindirimini
ba latan mide asidi hidroklorik asit, HCl, kandaki sodyum klorürden üretilir. Ayrıca
mide özsuyu, pankreas sıvısı ve safra da kandaki sodyum ve potasyum tuzlarından elde
edilir. Gözdeki retina tabakasının ı ık impulslarına kar ılık vermesi de, vücuttaki
sodyum, potasyum ve klorür iyonlarının uygun deri imde olmasıyla ili kilidir.
Normal beslenme ko ullarındaki bir insanda, bu iyonların eksikli i sorunu gözlenmez.
Bununla birlikte, uzun süreli ishallerde veya idrar söktürücü ilaç kullanımında, potasyum
eksikli i kendini gösterir. Beslenme alı kanlı ı a ırı tuz tüketimine yol açan bir ki ide ise,
fazlaca yükselen sodyum ödemlere, ya metabolizmasında bozulmalara, mide
salgılarında de i ikliklere ve yüksek tansiyona neden olmaktadır. Potasyum kan
plazmasında 3.8 – 5.2 mmol/l seviyesindedir(Hücre içinde daha yo undur. Günlük alım
~ 4g KCl atılım idrar ile olur.
ekil Hücre içi ve dı ı sıvılardaki Na ve K miktarı Na-K ATPaz
Sodyum Ekstrasellüler sıvının temel katyonudur.,Plazma hacmini düzenlemede,
Asit-baz dengesinde, Sinir ve kas fonksiyonu görev alır. Hücrede Na/K ATPaz ile
düzenlenilir. Hormonla olarak Aldosteron tarafından düzenlenir. Fazlalı ı hipertansiyona
yol açabilir.
Magnezyum(Mg)
Vücudumuzdaki atomların %0,01'lik bir kısmını olu turan magnezyum iyonları, Mg2+,
hücredeki bile iklere fosfat gruplarının eklenmesi ve uzakla tırılmasını denetleyen
enzimleri aktive eder. Potasyum ile birlikte temel intrasellüler katyonlardandır. Çok
sayıda enzimin aktivasyonunda görev yapar. Hücre solunumu, glikoliz, kalsiyum ve
sodyum gibi di er katyonların membrandan ta ınmasında önemli bir kofaktördür.
Hücre içi kalsiyum iyon konsantrasyonunun dinlenme sırasında dü ük tutulmasını
sa lamaktadır. Sinir impulslarının iletilmesinde gerekli olan asetil kolinin sentezinde
ve yıkılmasında rol oynar. Kas-sinir uyarı denkleminin payda kısmında yer alır; sinir
sisteminin a ırı duyarlılı ını azaltır. Klorofil molekülünde yer alarak fotosentez olayına
katkıda bulunur. Magnezyum ye il sebzeler, fındık, ceviz, tahıllar ve deniz ürünleri gibi
epeyce geni bir besin grubunda bulundu u için normal beslenme ile vücuda gerekli
günlük 400 mg civarındaki magnezyum dozunu almı oluruz. Bununla birlikte vücuttaki
magnezyum düzeyi dü me gösterirse, kalsiyum eksikli inde oldu u gibi ki ide a ırı
duyarlılık ve sinirlilik, saldırganlık, kas spazmları ve
iddetli kasılmalar
gözlenebilmektedir. Kronik alkoliklerde, protein eksikli i olan çocuklarda ve diet
uygulanan ameliyat olmu hastalarda magnezyum eksikli i ortaya çıkabilmektedir. Öte
yandan gere inden fazla magnezyum alımı, kas ve sinir sisteminde duyarlılık
azalmasına yol açabilmekte ve çok yüksek düzeyler lokal ya da genel anesteziye ve
felçlere neden olabilmektedir. Paratiroid hormon, böbrek tüpüllerinden magnezyum geri
emilimi artırır. Proksimal tübülde suyla birlikte magnezyum paraselüler yoldan
geçer. Ayrıca henle kulpunda magnezyum geri emilimi yapılır. Magnezyumun için hücre
zarından ta ınmasına özel proteinler vardır(Aktif ta ıma). Hücrede sil hareketi için ATP
Kalsiyum ve Magnezyum iyonuna ihtiyaç vardır. Sarkozomlarda da magnezyum iyonu
bulunur. Magnezyum iyon konsantrasyonunda artma genel olarak düz kası inhibe
etmeleri nedeniyle güçlü bir vazodilatasyona neden olur.
Magnezyum DNA üretimi, protein ve karbohidrat metabolizmalarına etkili
enzimlerin etki yapabilmeleri için gereklidir. ATP molekülünün sitokrom sistemine
ta ıdı ı enerjiyi serbestle tirir. Bu olay hücrelerin enerji üretiminde anahtar bir roldür.
Magnezyum azlı ı kardiyovasküler kalp hastalı ı, ya lanmada hızlanma ve kanser
yapar. Magnezyum hücre siklusu ve apopitozis kontrolünde intrasellüler regülatör
gibi davranır.
N-Metil D-Aspartat (NMDA) reseptör kanallarının eksternal magnezyum ile
bloke olmasının önemli fizyolojik role sahip oldu una inanılır. Magnezyum ba lama
yerinin orijinal modeli, derin porlu bir kanalın sitoplazmik kısmına yakındır. Bununla
beraber bu model çok fazla sorgulanabilir. NMDA reseptör kanalları kuvvetlice negatif
yüklüdür. Sunulan model Mg blo unun geni oranda voltaja ba lı oldu u ve argiotoxin
(ATX)’nin monovalan iyonlarla etkisi ile iyon blokajı oldu u görülmü tür.
Kükürt(S)
Di er bir makromineral olan kükürt, oksijen gibi bir 6A grubu elementi olup, oksijenin
hidroksil grubuna, (-0-H) benzer sülfhidril grubu (-S-H) içeren bile iklerinin yaygın bir
kullanım alanı vardır. Örne in kötü kokularından dolayı gaz kaçaklarının saptanmasında
merkaptan adı verilen bu tür bile ikler kullanılır. Sülfhidril grupları içeren di er bazı
bile ikler ise kokusuz olup, örne in proteinleri olu turan aminoasitlerden sistein
sülfhidril grubu içeren önemli bir bile iktir. Organik bile iklerden eterlerin - C - O - C yapısında moleküllerden olu tu unu ö renmi tiniz. Tiyoeter veya organik sülfürler de, C - S - C - yapısı içerirler. So ana ve sarımsa a kendilerine özgü kokuları böylesi
gruplar içeren bile ikler verir.
ekil ki sistein arasındaki disülfit köprüsü
Divinil sülfür (so anda) Diallil sülfür (sarmısakta) Metiyonin tiyoeter grubu içeren bir
aminoasit olup, tüm vücut proteinleri bu amino asidi içerirler. Vücudumuz sisteini
metiyoninden üretebilmektedir.
Biyoelementler II (Eser Elementler Fe, Mn, Co, Cu, Zn, Mb)
Canlı organizmanın yapısında yer alan elementler olan biyoelementlerin, hidrojen,
oksijen, karbon ve azot dı ında kalan yirmi adedinden yedisini olu turan kalsiyum,
fosfor, potasyum, kükürt, klor, sodyum ve magnezyum, "makromineraller" adını
alır. Günlük alım gere i yarım gramdan birkaç grama de i en makrominerallerden
ba ka, organizmada çok dü ük miktarlarda yer alan ve günlük gereksinimin birkaç
miligram düzeyinde oldu u onüç element de eser element adını alır. Biyoelementlerin
tümünün de vücuttaki pek çok süreçte önemli görevleri vardır. Hücrelerde ve vücut
sıvılarında katyon-anyon dengesinin sa lanması, kasların kasılması ve sinir
impulslarının iletimi, vücut sıvılarının hareketinin düzenlenmesi bunlar
arasındadır.
Karbon, hidrojen, oksijen ve azot dı ındaki yirmi biyoelement, organizmada yer alma
miktarları açısından "makromineraller" ve "eser elementler" olarak gruplanır. 1 gr
alında buluna eser elementler demir, manganez, kobalt, bakır, çinko, molibden,
vanadyum, krom ve kalay'ın metal olmalarına kar ın, flor, silisyum, selenyum ve
iyot ametal özelliktedir.
Eser Elementler
Bu elementlerin vücutta son derece dü ük miktarlarda bulunmalarına kar ın(1 gr daha
az), organizma için son derece önemli i levleri vardır. Eser elementlerin vücutta son
derece az miktarda bulunmaları i levlerinin anla ılmasını zorla tırmakta ise de, yapılan
ara tırmalar organizmada önemli görevleri oldu unu ortaya koymu tur. Bunların ço u
enzimlerin ko faktör kısmını olu turur. Enzimler tekrar tekrar kullanılabilece inden bu
elementlerin hücrelerde çok dü ük deri imlerde olmalarına kar ın etkinlikleri devam
eder.
Eser elementlerin ba lıca görevleri:
Metabolik olayları etkilerler.
Ozmotik basıncın düzenlenmesinde rol oynarlar.
Suyun vücut sıvı bölüklerine da ılımında etkili olurlar.
Asit-baz dengesinin düzenlenmesinde etkindirler.
Kalp ve kas i levlerinin düzenlenmesinde rol oynarlar.
Oksidoredüksiyon olaylarının düzenlenmesine katkıda bulunurlar.
Katalizde kofaktör görevi üstlenirler.
Mikro elementlerin insanda belirli bir miktarda alınmasına ihtiyaç vardır. Bu maddeler
günlük önerilen dozları a a ıdaki tabloda verilmi tir.
Tablo günlük olarak alınması önerilen mikroelement dozları
Kalsiyum
1,000 mg
Fluorid
3.1–3.8 mg
yot
150 µg
Demir
15–10 mg
Magnezyum 320–420 mg
Fosfor
700 mg
Selenyum
55–70 µg
Çinko
12–15 mg
Demir(Fe)
Demir insan organizmasında özellikle alyuvarların yapısında bulunan, hemoglobinin
fonksiyonel bir parçası olması yönünden önemlidir. Bunun dı ında demir, kasların
myoglobininde, sitokrom, peroksidaz ve katalaz sistemlerinde yer alan ya amsal
önemde bir mineraldir. Bütün insan vücudundaki total miktarının ancak 4-5 gram
arasında olmasına kar ın bunun 700 mg kadarı karaci erdedir. Demirin biyokimyasal
reaksiyonlar yönünden özellikle solunum sistemi yönünden büyük görevleri vardır.
Hayvansal organizma büyük kısmıyla alyuvarlarda yer alan demir içeri ini tekrar tekrar
kullanma yetene indedir. Bu nedenle günlük demir gereksinimi oldukça ufaktır. Bu
çocuklar için 10-15 mg arasında de i ir, büyüklerin demir gereksinimide kadın, erkek,
genç veya ya lı olu una göre farklılık gösterir. Genç kadınlarda ve emziren annelerde 18
mg kadardır. Vücuttan dı kı, idrar ve terle atılan demir miktarı ise sadece 1 mg
civarındadır. Fazlası karaci er, kemik ili i ve dalak ta toplanır. Demirin büyük miktarının
sindirilmesi sonucu haemochromatosis olarak bilinen (normal düzenleyici
mekanizmasının etkisiz i lemi) demir birikiminden dolayı dokuya zararlı durum ortaya
çıkar. Her hemoglobin molekülünde demir (II) katyonu içeren hem gruplarından dört
tane bulunur. Hem gruplarından herbiri bir oksijen molekülü ta ıyabilmekte ve böylece
bir hemoglobin molekülü dört oksijen molekülü ta ıyabilmektedir. Sa lıklı bir insanın
vücudunda 5-7 gram civarında -iki küçük çivideki kadar-demir bulunur. Kandaki demir
düzeyinde az bir dü me bile, anemi denilen rahatsızlı a yol açar.
ekil Hemoglobin
Transferrin, glikoprotein yapıdadır ve karaci erde sentezlenir. Demirin barsaktan
kemik ili i ve di er organlara aktarır. Ayrıca demire gereksinim duyulan yerlere
aktarmayıda gerçekle tirir. Günlük yakla ık 25 mg kadar Fe vücutta serbest hale
geçmektedir.
Tablo Farklı canlılardaki oksijen ta ıma yapan eser elementler ve özellikleri.
Pigment
Renk
Element Konum
Hemoglobin
Kırmızı Demir
Alyuvarlar
Plazma
Hemosiyanin Mavi
Klorokruorin Ye il
Hemoeritrin
Hayvan
Memeli
100 ml kanda
O2 ml miktarı
25
Ku lar
18,5
Sürüngenler
9
Kurba a
12
Balık
9
Halkalı solcan
1,5
Yum akça
2-8
Bakır
Plazma
Yum akça
2-8
Demir
Plazma
Halkalı solcan
9
Kan
hücreleri
Halkalı solcan
2
Kırmızı Demir
Serbest Fe toksiktir. Bu toksisite transferrine ba lanarak engellenir ve Fe böylece
gereksinim duyulan yerlere yönlendirilmi olur. Bir çok hücre yüzeyinde transferrine
ait reseptör vardır. Transferrin-Fe kompleksi reseptör aracılı endositozla içeri alınır.
Lizozomla birle me sonrası lizozomların içindeki asit pH Fe’i transferrinde ayırır.
Transferrin lizozomda yıkılmaz tekrar dola ıma döner ve Fe ba lamaya devam eder.
Plazma transferrin deri imi 300 mg/dl kadardır. Bu miktar transferrin, desilitre ba ına
300mg demir ba layabilir. Bu da plazmanın total demir ba lama kapasitesini olu turur.
Ferritin gereksinim duyulaca ı zamana kadar Fe depolar. Normalde plazmada çok
az ferritin vardır. Hemokromatoz durumlarında karaci er ve dalakda ferritin miktarı
artmı tır. Ayrıca dola ımdaki ferritin miktarıda yükselir. Plazma ferritin miktarı ölçülerek
vücut demir depoları hakkında bilgi edinilebilir. Hemosiderin, Ferritinin kısmen yıkıma
u ramı halen demir içeren bir biçimidir. Demire ait histolojik boyalarla (prusya mavisi)
saptanabilir ve a ırı demir depolanmasını gösterir.
.
ekil Dört hem grubu ile hemoglobin molekülü (Hem grupları ile gösterilmektedir.)
Vücutaki demir ince ba ırsakta Fe2+ iyonu eklinde emilir. Demirin bu emilimi C
vitamini varlı ında artar. Çünkü C vitamini Fe3+ iyonlarını ba ırsaklarda Fe2+ iyonuna
indirgemektedir. Normal ko ullarda yedi imiz gıdalardaki demirin %5-15 kadarı vücutta
alıkonur. Demirden yoksun bir beslenme alı kanlı ı ki ide çevreye kayıtsızlık ve
bitkinlik, hastalıklara dirençte azalma ile kalp atı ı ve solunum hızında yükselme
gibi etkilere yol açar. Çocuklardaki demir eksikli i de büyüme sürecinin yava lamasına
neden olmaktadır. Anormal ölçüde yüksek düzeylerdeki demir, karaci erde siroza,
pankreaste fibrosise yol açabilmekte, eker hastalı ına ve kalp rahatsızlıklarına
neden olabilmektedir.
Demirin vücuttaki i levi bu soruya iyi bir yanıt olu turmaktadır. Bir hemoglobin
molekülünün olu abilmesi için bakır içeren bir enzim gerekir. Bu nedenle vücuttaki
hemoglobinin deri imi yalnızca demir düzeyine de il, aynı zamanda bakır deri imine
de ba ımlıdır. Bakır deri imi yüksek oldu unda demir fazla miktarda harcanır. Eser
elementler arasındaki bu ili ki aksi yönde de kendini gösterebilir. Örne in molibdenin
fazla miktarda vücuda alınması bakır emilimini azaltır ve hemoglobin olu umunu
yava latır.
Manganez(Mn)
Bu element çe itli enzimlerin görevlerini yapabilmeleri için vücutta gereklidir. Manganez
Hücrede enerjinin üretildi i mitokondria bölgesinde yüksek deri imlerde bulunur.
Manganezden mahrum bir organizmada mitokondria yapısında anormallikler kendini
gösterir. Manganez aynı zamanda normal tiroid çalı masının sa lanmasında ve
kıkırdak ile kemik geli iminde de önem ta ır. Bu elementin bir ba ka i levi de, beyin
ve sinir sisteminin normal çalı masının sa lanmasında kendini gösterir. Gerçekten
de epilepsi (sara) gibi hastalıklardan ikayetçi çocukların neredeyse üçte birinde,
kandaki manganez düzeyi dü ük bulunmaktadır. Yüksek düzeydeki manganez de
vücut için tehlike olu turur. Manganez elementiyle fazlaca teması olan kitlelerde, öne in
madencilerde, ba a rıları, psikozlu davranı lar ve uyu ukluk vakaları yaygındır.
Kobalt(Co)
Kobalt ta vücudumuzda yer alan eser elementlerden biridir. Bu element kandaki
eritrositlerin olu umunda gerekli B12 vitaminin bir parçasını olu turur. Bu nedenle
vücuttaki kobalt eksikli i, eritrosit olu umunu engelledi inden, "pernisyöz anemi" adı
verilen a ır bir kansızlık durumu olu ur. Çe itli nedenlerle kandaki alyuvar sayısının
azalmasına anemi denir. Vitamin B12 nin yetersiz emilimi nedeniyle olu an olgunla ma
kusuruna denir. Temel nedeni mide mukozasından salgılanan ve Vitamin B12(kobalt)
ye ba lanarak reseptöre ba lı pinositozla alınmasını sa layan intrensek faktör olarak
bilinen bir glikoproteinin yetersiz salgılanmasıdır.
ekil B12 vitamini C61-64H84-90N14O13-14PCo.
Bakır(Cu)
Bakırın vücudumuzdaki miktarı çok dü ük de olsa, bu de er normal vücut i levleri için
son derece önemlidir. Organizmaya, bakır birçok yönden gereklidir. Öncelikle bu
element birçok önemli enzimin bile imine girer. Bu sayede kanın, damarların,
kiri lerin ve kemiklerin yapımında görev alır. Bakırdan yoksun bir beslenme, zayıflık
ve kan damarları ile kemiklerde narinli e yol açar.
ekil Sitokrom C bulunan Cu atomu
Bundan ba ka, sinirleri saran koruyucu kılıfın olu umu da vücuttaki bakır miktarına
ba ımlıdır. Bakır eksikli i halinde, sinir sisteminde sinir impulslarının gere i ekilde
iletilememesine yol açan bozukluklar ortaya çıkar Öte yandan, bakır elementi
vücudumuzu güne in zarar verici morötesi ı ınlarından korur. Çünkü rengini
koyula tırarak deriyi mor ötesi ı ınlardan koruyan melanin pigmentinin olu masını
sa layan enzimin bir parçasını da bakır elementi olu turur. Daha önce de belirtildi i gibi
bakırın hemoglobinin olu umunda önemli bir rolü vardır. Bakır cytochrom c oxidase
(metalloenzim) superoxide dismutaz (SOD) kofaktörü olarak görev yapar. Ayrıca
eritrosit sentezinde kemik ili inde HEM biosentezinde bakır kofaktör olarak görev alır.
SERULOPLASM N – bakır iyonlarının plasmada transport edilmesinden sorumludur ( 8
adet Cu2+ / mol. ). Hemosiyanin - Cu2+ ta ımayan oksijen transport proteindir Mollusca
(midye, istidiritye, salyongozda Arthropoda yengeçlerde) bulunur. Bakır elementi pek
çok enzimin bir parçası oldu undan, bu elementten yoksunluk ciddi hastalıklara yol
açabilmektedir. Aynı ekilde gere inden yüksek düzeylerde bakır da zehirleyici etki
göstermektedir. Bu olgu halk dilinde "bakır çalı ı" adı ile bilinir. Bakır elementi hemen
hemen tüm gıdalarda ve içme sularında bulundu undan, vücudumuzda bakırın emilim
ve atılımı belirli bir düzen içinde yürür. Vücuttaki bakır düzeyi, günlük beslenmedeki
bakır, molibden ve sülfat dengesine ba ımlıdır.
ekil Seruplasmin yapısı
Plazmada bulunan bakırın %90’nını ta ır. Serüloplazmine Cu çok sıkı ba lanır ve kolay
kolay de i toku a u ratılamaz. Albumin plazmada geri kalan %10’luk bakırı ta ır ve bu
bakır albumine çok daha gev ek ba lanmaktadır. Bu nedenle albumin ba ladı ı bakırı
dokulara çok daha kolay verir. Albumin insanda Cu metabolizmasında serüloplazmine
göre çok daha önemlidir. Plazma serüloplazmin karaci er hastalıklarında azalır.
Çinko(Zn)
Çinko, birçok enzim yapısına girer örne in sindirim sisteminde pankreastan salgılana bir
ekzopeptidaz olan Karboksi peptidaz(A ve B) çinko ta ır. Özelikle eritrosit ve böbrek
tüpülerinde bol bulunan karbonik anhidraz enzimi ve alkol detokiskasyonda görev alan
alkolik dehidrogenaz çinko ta ır. Sperm üretimi için çinko gereklidir. nsülin çinkoya
ba lı olarak bulunur. Metallothionein sentezinde çinko önemlidir. Vücut geli imi için son
derece önem ta ıyan bir eser element olan çinko, özellikle cenin a amasındaki
geli imde ve küçük çocukların beslenmesinde önemlidir. Çünkü bu element hücredeki
genetik madde olan DNA'nın olu umu için gereklidir. Bu nedenle de cenindeki çinko
eksikli i büyüme gecikmesine, vücutta bozuk olu umlara ve kromozomlarda
anormalliklere yol açar. Do umdan sonraki çinko eksikli i ise cüceli e, cinsel
geli mede gecikmeye, saç dökülmesine ve deri problemlerine neden olur. Anne
sütü kandakinin neredeyse on katı fazla deri imde çinko içerir. Ayrıca bu çinko bebe in
gereksinimleri için en uygun kimyasal ekilde bulunur
Molibden(Mo)
Molibden hücre içi enerji aktarım reaksiyonlarına katılır ve çe itli ba ırsak
enzimlerinin i levlerini sürdürebilmelerine yardımcı olur. Öte yandan vücutta bakır
emiliminin düzeyini denetleyen unsurlardan biridir. Molibdenin toksik etkisi özellikle
bakır düzeyi ile ilgidir. Bakır düzeyi normalin altına indi inde ve sülfat düzeyi artı ında
1–2 ppm molibdenbile zehirlenmeye sebep olur. Genel bir kural olarak Bakır/molibden
2/1'in altına indi inde molibden zehirlenmesi görülür. Molibden ba lıca böbrek,
karaci er, vücut ya ı ve kanda birikir.
ekil Molybdopterin molekülü kofaktör olarak görev alır.
Vanadyum(V), Kalay(Sn) ve Silisyum(Si)
Bu üç eser elementin i levleri henüz tümüyle açıklanamamı tır. Ancak çe itli bitkilerin
ve hayvanların, önemli besleyici unsurlarından oldukları anla ılmı tır.
Krom(Cr)
Krom elementinin pankreasın salgıladı ı insülin bile i inin etkisini artırdı ı
anla ılmı tır. Bilindi i gibi kandaki eker düzeyi dokuların, özellikle de beynin i levleri
üzerinde ya amsal öneme sahiptir. eker miktarının ayarlanmasında yardımcı birçok
faktörden biri de insülindir. Böylece krom vücuttaki eker düzeyinin normalde
tutulmasına yardımcı olmaktadır. Krom eksikli i vakalarında eker hastalı ına benzer
belirtilerin gözlenmesinin nedeni de budur.
ekil Krom vücuda izledi i yol.
Krom birçok canlıda, omurgasız hayvanda (örne in, bazı annelidler, derisidikenliler
hemichordates ve urochordates) tespit edilmi Ayrıca tüm omurgalıların incelenmemi tir.
Bazı omurgasız türler yine özellikle spermlerinde, krom önemli miktarda bulunur.
Flor(F)
Kemik ve di yapısında yer alan flor elementi eksikli i veya fazlalı ı vücutta zararlı
sonuçlar do uran eser elementlerden biridir. Yapılan ara ıtrmalar bir yörede tüketilen
içme suyu kayna ının 0,5 ppm (0,5 mg/litre) ve daha dü ük düzeylerde florür iyonu, (F-)
içermesi halinde fazla miktarda di çürüklerine rastlandı ını, 10–20 ppm de erlerindeki
florür miktarının ise di lerde beneklenmelere ve florosis'e neden oldu unu ortaya
çıkarmı tır.
ekil Sodyum mono fosfat
Florür, nötr haldeki flor atomunun, bir elektron alarak iyon (anyon) haline geçti inde
aldı ı isimdir. F−1 olarak gösterilir. Bu iyona ba ka bir unsur yapı tırılır. Florür iyonu
içeren maddelere de verilen bir isimdir. Bir iyon oldu undan dolayı, kendi ba ına
do ada yer almaz; ancak bir çözeltide kar ı iyonu ile yer alabilir. Do al maddelerden
üretilmeyen di macunlarında ve günlük temizlik ürünlerinde bulunan florür di lerin
geli imi a amasında fazla flor (F) alımına ba lı olarak ortaya çıkan ve organların ya da
dokunun az geli imi gibi sa lık sorunlarına sebep oluyor. Dejeneratif eklem hastalı ı'na
da sebep olan bir maddedir. çme suyunun 1 ppm düzeyinde florür içermesi halinde ise
di çürümeleri ve beneklenme oldukça dü ük miktarda gözlenmektedir. Çünkü uygun
deri imdeki florür iyonu vücutta kalsiyum bile i ine dönü mekte ve bu bile ik di
minelerinin yapısına girerek çürütücü etkenlere kar ı dirençli olmasını sa lamaktadır.
Selenyum(Se)
Selenyumun temel biyokimyasal fonksiyonu hidrojen peroksidin (H2O2) redüksiyonunda
görevli olan glutatyon peroksidazın (GSH-Px) (EC 1.11.1.9) esansiyel bir parçası
olmasıdır. Çok sayıda organik peroksidin de (R-OOH) redüksiyonunu katalizleyen GSHPx metabolizmada önemli bir fonksiyona sahiptir. Bu eser element çok dü ük
miktarlarda çok yararlı bir madde iken, epeyce yüksek miktarlarda oldu unda çok
zehirlidir. Topra ın ve bitki örtüsünün selenyumca zengin oldu u bölgelerde yeti tirilen
çiftlik hayvanlarında görme bozuklukları, kas zayıflı ı, karaci erde çürüme ve
solumun yetmezli inden ölüm vakaları görülmektedir. Vücutta gere inden fazla
selenyum bulundu unda, birçok hücre bile i inde bu element kükürt ile yer
de i tirmektedir.
ekil selenyum metabolizması
Olu an bu selenyum bile ikleri daha reaktif oldu undan, hücrenin normal i levlerine
engel olmaktadır. Eser miktarlarda iken temel bir besin olan selenyum, glutatiyon
peroksidaz enziminin yapısına girmekte, bu enzim de hücrelerde hidrojen peroksit ve
organik peroksitlerin birikmesini engelleyerek kanser olu umuna kar ı vücudu
korumaktadır. Selenyum zehirleyici etkilerini yüksek kobalt deri imleri artırabilmekte
ve kalp ile karaci erde büyümeye yol açmaktadır.
yot(I)
Ya am için oldukça önemli bir ametal eser element te iyottur. yot metabolizma hızını
ayarlayan troit hormonlarının yapılması için gerekli bir elementir. Vücuttaki iyodun
%70–80 kadarı boyundaki tiroid bezlerinde bulunmaktadır. Bu bezin salgıladı ı
tiroksin hormonu metabolizmayı düzenleyerek normal geli meyi sa lar ve iyot
elementi bu hormonun bir parçasıdır.
ekil Trioksin T3 ve T4
Tiroksin hormonunun salgısında az veya çok herhangi bir düzensizlik insanı hayatını
tehlikeye sokabilir. Öte yandan vücuda yeterli miktarda iyot alınmaması halinde tiroid
bezi anormal derecede büyür. Guatr adıyla bilinen bu hastalı ın yaygınla ması, iyodür
içeren tuzların kullanılmasıyla veya iyotça zengin besin kaynaklarının (çe itli deniz
ürünleri gibi) yeterince tüketilmesiyle önlenmeye çalı ılmaktadır. Vücudun günlük
normal iyot gereksinimi 0,2 miligram civarındadır. Yetmi kilo gelen bir insanda 0.014 g
kadar iyot vardır. Vücutta miktarda çok dü ük düzeyde bulunmaları nedeniyle "eser
element" olarak adlandırılan, demir, manganez, kobalt, kalay, flor, silisyum,
selenyum ve iyot elementleri, normalin altındaki veya üzerindeki miktarlarda
olduklarında son derece önemli sa lık sorunları ortaya çıkarabilen çok önemli
elementlerdir. Enzimleri aktive eden, hücre içinde ve dı ında pek çok olayda, bir kısmı
henüz yeterince anla ılamamı , aktif roller alan bu elementlerin organizmadaki
düzeyleri birbirine ba ımlılık gösterir.
Toksik madde dozu - etki ili kisi
Zehirlerin etki olu turabilmeleri için etki yerlerinde belli yo unlu un üzerinde bulunmaları
gerekir. Temel olarak toksik maddenin konsantrasyonu ile etkisi arasındaki ili kiler:
Doz-yo unluk ili kisi
1. Tek seferde maruz kalma
2. Tekrarlanarak maruz kalma
II. Doz-etki ili kisi
1. Kademeli doz-cevap ili kisi
2. Kuvantal doz-cevap ili kisi
I.
Doz-yo unluk ili kisi
1. Tek seferde maruz kalma Zehrin tek seferde alınmasını takiben belli arlıklarla kan
örnekleri alınarak, bunlardaki zehir yo unlu unu zaman göre gösteren e riye zehrin
kan yo unlu u-zaman e risi adı verilir.
•
Bu e ri zehirin alınma yoluna göre de i kenlik gösterir.
ekil .V. yolla verilen bir zehirin plazma yo unlu u – zaman grafi i
ekil Damar dı ı yola verilen zehirin plazma yo unlu u – zaman grafi i
Damar dı ı yolla verilen bir zehirin plazma- yo unlu u zaman grafi inden u
sonuçlar çıkarılır: E rinin çıkan kısmında emilme hızı, atılma hızından büyük
(ka>ke), doruk yo unlukta bu iki de er birbirine e it ve inen kısmında atılma hızı
emilme hızından büyüktür. AA bize ilacın emilip dola ıma giren miktarını verir.
E rinin tepe noktası tek dozda plazmada doruk ilaç yo unlu unu (Ydoruk) verir. Bu,
ayrıca doruk yo unlu a ula ma süresini de verir. E ri, ilacın EKEY’u verir.
I.
Doz-yo unluk ili kisi
2. Tekrarlanarak maruz kalma
Zehirli bir maddeye tekrarlanarak maruz kalma durumunda, her seferinde emilerek
dola ıma giren zehir miktarı önceki uygulamaların vücutta kalan miktarına
eklendi inden, plazmadaki zehir yo unlu u giderek yükselir.Bu durumda vücuda
giren ve çıkan zehir miktarı yakla ık olarak birbirine e itlenir. Bu andaki plazma zehir
yo unlu una kararlı durum yo unlu u (Yss) denir
II. Doz-etki ili kisi
•
•
Herhangi bir zehrin dozunun arttırılması genellikle etki iddeti veya süresinde
artı a sebep olur.
Yalnız, bu artı dozdaki artı la do ru orantılı de ildir. öyle ki, dozun iki katı veya
daha fazla oranda artmasıyla etki iddetinde de aynı oranda artı a yol açılamaz.
1. Kademeli doz-cevap ili kisi
2. Kuvantal doz-cevap ili kisi
1.Kademeli doz-cevap ili kisi
•
Kademeli doz-cevap ili kisine göre olu an cevabın
edilen reseptörlerin sayısıyla orantılıdır.
iddeti hedef yapıda i gal
•
Doruk de erde bir etkinin olu ması reseptörlerin tamamının kapatılmasının veya
uyarılmasının bir sonucudur.
2. Kuvantal doz-cevap ili kisi
Bu ili ki ya hep ya hiç prensibi olarak bilinir. Yani ilacın belli miktarda verilen dozu bir
etkiyi olu turur ya da olu turmaz. Dozlar yatay eksende ve hayvan sayısı ( % olarak)
dikey eksende gösterildi inde normal da ılım e risi (Gauss e risi) elde edilir;
Toksik Maddelerin Etkileri
Organizmaya girdi inde her toksik madde kendine özgü bir etki gösterir. Bu tepki canlı
ait bir özelli e ba lıdır ve kimyasal maddenin fiziksel ve kimyasal özelliklerine de i im
gösterir. Bu reaksiyonlar sonucunda toksik madde farklı de i imlere u rar(Faz I ve II
tepkimeleri) bütün bu tepkimeler toksik maddeyi de i tirir ve bir süre sonra
vücuttan atılır(faz III olayları) yada elimine olur. Bu olaya toksikolojik devir denir.
(vücut içine girdi i de i imlerin 5 a aması vardır)
Toksik maddelerin 5 safhası vardır.
1. Toksik Maddelerin Absorbsiyonu (Emilme)
2. Organizmada da ılım (toksik maddenin da ılımı)
3. Organizmada birikim (yerle me)
4. Organizmada de i im
5. Organizmadan atılma (elimine olma)
Bütün toksik maddelerin toksik devirdeki 5 a amaya geçmek zorunda de ildir. Her toksik
maddenin kendine özgü bir mekanizması vardır.
Toksik Maddelerin Absorbsiyonu
Canlı içinde toksik maddeler etki gösterebilmeleri için öncelikle belli bir
konsantrasyondan fazla olması gerekir. Bunun içinde vücuda girmesi gerekmektedir.
Vücuda giren toksik maddelerin vücuda girme hızı tamamen toksik maddelerin özelli i
ve organizmanın kendi özelli i absorbsiyon hızına ba lıdır. Vücuda giri i için toksik
maddelerin belirli bir konsantrasyonda vücut membranlarını geçmesi gerekir. Bir
maddenin fiziksel, kimyasal özelikleri hücre içine giri ini belirler. Örne in küçük ve
yüksüz moleküller(O2, CO2, CO, NO) yüklü ve büyük maddelere göre çok daha hızlı
hücre membranın dan çeker.
ekil hücre membranın da geçebilen ve geçemeyen maddeler. Ba lıca madde geçi
yolları
Toksik maddeler vücuda girerken di er maddelerin girdi i yolları kullanacaktır. Toksik
maddelerin hücre zarından geçmesini belirleyen en önemli faktörlerden biride hidrofobik
yada hidrofilik olmalarıdır. Su canlıdaki temel molekül oldu u için suyla olan ili ki toksik
maddenin hücreye giri i etkileyen temel faktörlerin ba ında gelir. Hidrofili, bir molekülün
hidrojen ba ları kurarak suya ba lanabilme özelli idir. Yunanca hidros (su) ve filia
(arkada lık) sözcüklerinden türetilmi tir. Bu özelli e sahip moleküller su ve di er
polar(artı ve eksi kutupları olan) çözücülerde çözünebilir. Bu çözülme ba lı olarak
kimyasal maddelerin hücre membranından geçmesi de i ir. Hidrofilik bir molekül veya
bir molekülün hidrofilik bir bölümü tipik olarak yük kutupla ması gösterir ve hidrojen ba ı
kurma yetene i vardır, böylece ya ve di er hidrofobik çözücülere kıyasla suda
çözünmeye daha müsaittir. Hidrofilik ve hidrofobik moleküller polar ve apolar moleküller
olarak da bilinir.
ekil Ya molekülü(hidrofilil ve hidrofobik kısımları)
Bir ucu hidrofilik, öbür ucu hidrofobik moleküllere amfifilik veya amfipatik denir.
Sabun ve deterjanlar amfifilik olmalarından dolayı hem suda hem ya da çözünebilirler.
Hidrofobik aminoasitler alanin, valin, lösin, izolösin, fenilalanin ve metiyonin, protein
üç boyutlu yapısının kurulmasında rol oynar(primer yapının sekonder yapıya
dönü mesinde). Hücre membranı iki fosfolipit tapakadan meydana geldi i için ya da
eriyen yada ya ı eritebilen maddelerin (eter, alkol, benzen, kloroform) hücre içine
giri i suda eriyen maddelere göre daha kolay olur. Bunun içinde toksik maddelerin belirli
bir konsantrasyonda vücut membranlarını geçme olayına absorbsiyon denir.
Hücre membranlar madde ta ınması :
•
•
Pasif ta ıma
•
Difüzyon( madde molekülerin yo unlu a ba lı da ılımı),
•
Osmoz( zarda suyun düfizyonu)
•
Kolayla tırılmı difüzyon (ATP kullanmadan protein varlı ında
ta ıma)
Aktif ta ıma
•
Endositoz( hücre içine ta ıma) fagositoz(katı), pinositoz(sıvı)
•
Ekzositoz(hücre dı ına ta ıma transitoz)
•
Primer aktif ta ıma( Na-K ATPaz)
•
Sekonder aktif ta ıma (Na-Glikoz kotransportu, Na-Amino asit
kotransportu, Hidrojen- amino asit simportu)
Tablo membran transport yöntemleri ve enerji ihtiyacı
Transport Tipi Konsantrasyon farkına göre yön Enerji ihtiyacı
Basit difüzyon
Aynı yönde
Hayır
Kanal ve porlar
Aynı yönde
Hayır
Pasif transport
Aynı yönde
Hayır
Aktif transport
Kar ı yönde
Evet
•
Difüzyon: Yüksüz ve küçük kimyasal maddeler vücut membranından geçerken bu
yolu kullanır. Difüzyon Membran 2 yüzü arasındaki konsantrasyon farkına dayanır.
Çok yo un konsantrasyonlardan az yo un konsantrasyonlara do ru molekül geçi i
olur. Moleküllerin kinetik enerjileri difüzyon hızını belirleyen bir faktördür.
ekil Diffüzyon
Difüzyon moleküllerin brown hareketinin bir sonucudur. Brown hareketleri koloidal
çözeltilere has bir durum olup koloidal taneciklerin bir hareketidir. Membran
proteinden ve hücrenin enerjisinden(ATP) ba ımsızdır. Sadece gradiente(madde
yo unluk farkına) ba lı olarak geçi olmaktadır. Konsantrasyon gradienti ne kadar
fazla ve ne kadar hidrofobik(membran hidrofobik oldu u için) ise geçi o kadar hızlı
olmaktadır. Difüzyonda hareket tek yönlü de ildir. Moleküller devamlı hareket halinde
oldu undan, az yo un ortamdan çok yo un ortama da bir miktar madde geçi i olur. ki
yöne do ru olan difüzyon akımları arasındaki fark net geçi i verir. Difüzyon
akımının büyüklü ü çe itli faktörlere ba lı olarak de i ir:
konsantrasyon farkı Moleküller düz bir çizgide çok uza a gidemezler.
Dolayısıyla difüzyon süresi moleküllerin difüze
sıcaklık
olacakları
mesafenin
karesiyle
orantılıdır.
molekül kitlesi
Organizmada
dola
ım
sistemi
mesafeleri
kısaltıcı
i lev
yüzey alanı
görür.
Sodyum,
potasyum,
klor
ve
kalsiyum
gibi
ortam hali
iyonlar membran lipidlerindeki son derece dü ük
erirliklerine ra men hızla difüze olurlar. Bu iyonların
geçi i kanal vazifesi gören integral proteinler yoluyla olur. Farklı hücreler, farklı iyonlara
farklı derecede geçirgendir
Difüzyon katsayısı, birim deri im dü ü ünde 1 saniyede 1 cm2 lik yüzeyden sabit
hızla geçen madde miktarıdır.
Difüzyona u rayan molekül büyüklü ü, ne kadar küçükse, membran kalınlı ı, ne
kadar ince ise ve geçi yüzeyinin büyüklü ü ne kadar fazla ise difüzyon hızı o
kadar artar. Lipofilik (hidrofobik) maddeler membranda daha kolay çözüldükleri
için daha hızlı geçi gösterirler. Bu nedenle gliserol, üre, ya asitleri membranları
daha kolay geçer. Difüzyon, organizmada, maddelerin kısa mesafelere ta ınmasında
yarar, çünkü, hızı oldukça yava tır. Suda çözülmü maddelerinin daha uzun mesafelere
ta ınmasında ”konveksiyon" denir. Hücre membranda en hızlı difüzyona u rayan
molekül su molekülüdür (Ozmoz). Toksik madde difüzyon hızı;
1- Difüzyon u rayan moleküllerin fizikokimyasal özelli ine ba lı,
2- Toksik maddeyi geçiren biyolojik membranın yapısına ba lı(kalınlık
,yo unluk….)
Difüzyon vücut içinde 3 ekilde gerçekle ir.
1. Filtrasyon(örne in böbreklerde suyun yo unluk
farkına ba lı kitlesel geçi yapması.)
2. Basit Difüzyon(Örne in CO2 hücre membranından
geçi yapması
3. Osmoz(suyun hücre zarınadan geçi yapması)
Filtrasyon = Bir membranın iki yüzü arasındaki hidrostatik basınç farkı nedeniyle,
basıncın yüksek oldu u taraftan az oldu u tarafa do ru sıvı ve beraberinde erimi küçük
moleküllerin geçi ine filtrasyon (süzülme) denir. Vücutta filtrasyona örnek
kapillerlerdeki ve böbreklerdeki ta ıma olayları gösterilebilir. Kapillerlerdeki basınç
farkı nedeniyle su ve suda erimi partiküllerin damar dı ına çıkı ıdır (dokular arası
sıvıya geçi idir). Filtrasyonda proteinler gibi membrandan geçemeyen büyük moleküller
damar dı ına geçemez. Toksik maddelerin böbreklerde atılımda filtrasyon kadar tüpüler
sekrasyonda( toksik maddelerin böbrek tüpüllerine aktif ta ıma ile gönderilmesi) önemli
yol oynar. Toksik maddelerin membran porlarını (gözenek) hidrodinamik kuvvetle ya da
filtrasyon süreci ile a arlar. Membran iki yüzü arasındaki osmatik basınç ya da
hidrostatik basınç farkı sonucu su porlardan geçerken içerisindeki küçük molekülleride
beraberinde geçirir. Böbrek glomerusunda yüksek afferent kan basınçına ba lı olarak
filtrasyona ba lı süzüntü meydana gelir.
Basit Difüzyon = Membranın iki yüzündeki konsantrasyon farkına dayanan yoldur.
Geçi hızı konsantrasyon farkı ile do ru orantılıdır. Özellikle ya da çözünen
maddeler bu yola hücre membranlarını rahatlıkla a abilirler. Ya ı çözen benzen,
hekzen, alkol, kloroform, eter gibi çözücüler kolay difüzyona u rar. Basit difüzyon
maddelerin organ ve vücut sıvılarında da ılmasında rol önemli rol oynar. Yüksüz ve
küçük olan CO2, O2, N2 gibi gazlar hızlı difüzyona u rar.
Ozmoz: Suyun yüksek konsantrasyonda bulunduğ u bölgeden, daha az
yoğ unluktaki bölgeye net difüzyonudur. Eğ er iki sulu çözelti, sadece su
moleküllerinin geçiş ine izin veren bir membran (zar) ile birbirinden
ayrı lmı ş sa, su molekülleri, kendi konsantrasyonları nı n düş ük olduğ u
yere (katı molekül konsantrasyonunun yüksek olduğ u çözeltiye) doğ ru hareket
eder. Bu olaya osmoz denir. Su moleküllerinin yoğ un tarafa geçebilmesi, buna
karş ı lı k katı moleküllerin
moleküllerin aksi tarafa geçemeyiş i bir süre sonra zar
üzerinde bir bası nç yaratı r. Zardan geçemeyen moleküllerin zar üzerinde
yarattı ğ ı bu bası nca osmotik bası nç denir ve bu bası nç nedeniyle zar
suyun bulunduğ u yöne doğ ru geniş ler. Saf su içine bir katı
madde
eklendiğ inde, bu karı ş ı mdaki suyun yoğ unluğ u(miktarı ) azalı r. Bir
çözeltideki madde konsantrasyonu ne kadar fazla ise su yoğ unluğ u o kadar
azalı r.
Bir çözeltideki partiküllerin toplam sayı sı osmol terimi ile
ölçülür. Bir osmol (Osm) bir mol katı partiküle eş ittir. (1 mol=6. 02 x 1023
atom içerir) Bu nedenle litresinde bir mol glikoz içeren bir çözelti 1
osm/litre konsantrasyona sahiptir.
• Hipotonik çözelti: Normal vücut hücreleri ve kandan daha düş ük
konsantrasyonda çözünmüş madde içeren çözeltidir.
• İ zotonik
zotonik çözelti : Normal vücut hücreleri ve kan ile aynı
konsantrasyonda çözünmüş madde içeren çözeltidir.Memelilerde iztonik
ortam 0.155 M (veya % 0.80.8-0.9) NaCl (Serum
(Serum Fizyolojik)
Fizyolojik) yada 0.155 M
NaH2PO4 yada 0.3 M glukoz yada 0.3 M üre.
• Hipertonik çözelti: Normal vücut hücreleri ve kandan daha yüksek
konsantrasyonda çözünmüş madde içeren çözeltidir.
Osmolalite ve Osmolarite: Bir çözeltinin osmolal konsantrasyonu osmol/Kg su
olarak ifade edildiğ inde osmolalite, osmol/litre olarak ifade edildiğ inde
ise osmolarite denir. Vücut sı vı ları gibi seyreltik sı vı larda bu iki
terim arası ndaki fark çok küçük olduğ undan, bu iki terim hemen hemen eş
anlamlı olarak kullanabilir. Bir çözeltinin osmotik basıncı o sıvıdaki osmo-aktif
partiküllerin yo unlu u ile do ru orantılıdır. Örnek: 70.000 molekül a ırlıklı 1 mol
albuminin osmotik etkisi, 180 molekül a ırlıklı 1 mol glikozunki ile aynıdır. Örnek:
1mol NaCl, Na ve Cl olmak üzere iki osmotik aktif partiküle sahiptir. Bu nedenle
albumin veya glikoz molekülünün 2 katı osmotik etkiye sahiptir.
2-Özel Transport : Filtrasyon, diffüzyon ve osmoz olayları hücre membranın oldu u
kadar, canlı olmayan sistemler içinde geçerlidir. Filtrasyon, diffüzyon ve osmoz
kimyasal ve fiziksel yasalar ba lıdır. Buna kar ın özel transport ancak canlı
sistemlerinde gözlenen madde ta ıma(toksik madde ta ıma) yoludur. Üç ekilde
meydana gelir.
1. Aktif transport (ATP kullanımı olan transport)
2. Kolayla tırılmı Difüzyon (proteinlerin kullandı ı
diffüzyon)
3. Endositoz(hücre dı ına ATP kullanarak madde
ta ınması)
• Aktif Transport: Toksik madde molekülleri hücre membranlarını bir özel ta ıyıcı
denilen özel trasportor ile kompleks yaparak hücre membranını geçerler.
Konsantrasyon farkı zorunlulu u yoktur(madde konsantrasyon yönününe zıt olarak
ta ınabilir). Aktif ta ıma da görev yapacak proteinler ta ınacak moekülü (toksik
maddeyi) membran içine özel proteinler kullanarak ta ır. Bazı ilaçların hücre içine
alını ı aktif ta ıma yolu ile gerçekle mektedir.
ekil ta ıma proteinleri ve iyon kanalları ile yapılan ta ıma
Bazı maddelerin böbrek ya da safra kanallarından atılmasında(a ır metallerin safra
yolu ile atılmasında) aktif transport yolu ile atılır. Aktif ta ıma yapan proteinler iyon
kanalı ya da ta ıma proteinlerini kullanılır. Bu mekanizma ta ınan madde özel
olmasına kar ın benzer yük ve atom a ırlı ına ba lı iyonların özellikle iyon kanallarıyla
Doygunluk kineti i( Transfer maksimum Tm de erine sahiptir)
Özgünlük(ta ıma proteinleri belirli maddelere özeldir)
nhibisyon( ta ıma inhibitörlerce engelebilir)
Konsantrasyon gradyanına kar ı( art de il)
Enerji kullanılması(ATPaz)
Tek yönde ta ıma vardır(ta ınan madde tek aktarılır aksi yönde ta ınamaz)
ta ınması söz konusu olabilir. Membran aktif ta ıma sistemlerin ortak özellikleri:
Kolayla tırılmı
Difüzyon: Toksik maddelerin( yada ta ınacak maddelerin)
konsantrasyon farkına ba lı olarak, enerjiyle ihtiyaç duymadan, trasportor(ta ıma
proteinleri) yardımı ile çok yo un ortamdan az yo un ortama Difüzyon eklinde
gerçekle en yöntemdir. Kolayla tırılmı diffüzyonda eloktrokimyasal gradient söz
konudur. Ancak transport proteinler i yapar. Enzimlerde görev yaptı ı için Michaelmentel kineti ine doyma kineti ine sahiptir.
ekil kolayla tırılmı difüzyon gözlenen Michael-mentel kineti i ve Vmax (Tm transfer
maksimum) de eri.
Kolayla tırılmı difüzyon enerjiye ihtiyaç duymaz. Örne in glikozun hücre
membranından geçi i kolayla tırılmı transport ile olmaktadır. Organizmadaki di er
örnekleri demirin incebarsaktan absorbsiyonu ve plesentadan glikozun geçi idir.
Akakci erde Homoglobine oksijenin ba lanması kolayla tırılmı diffüzyona örnektir.
Glikoz, fruktoz, galaktoz, kalsiyum iyonlarının ba ırsak epitelyum hücre zarından kapiller
damara giri yaptıkları bazal lamina kısmında kolayla tırılmı difüzyon sa layan özel
proetinler (örne in GLUT2) vardır.
Sekonder aktif ta ıma: ki ya da daha fazla molekülün birbirine ba ımlı transportudur.
E er ta ınım aynı yönde ise simport, farklı yönlerde ise antiport adını alır. Genellikle
sodyuma ba lı olarak di er bir madde (örne in glukoz, amino asit) ta ınır. Sodyum
elektrokimyasal gradiyet yönünde ta ınırken ta ınan di er molekül yo unluk farkının
tersine ta ınır. Sekonder aktif ta ıma için gerekli sodyum yo un farkı sodyum potasyum ATP az pompasından(primer aktif ta ıma) sa lanır. ntraselüler ortama
giren sodyum daha sonra sodyum - potasyum ATP az pompası ile hücre dı ına
atılmaktadır. Sekonder aktif transportun organizmada en iyi örne i glikoz ve
aminoasitlerin sodyumla beraber inrtaselüler ortama alınmasıdır. Burada sodyum;
glikoz ve aa’lerin intraselüler ortama girmesi sa layan gücü olu turur. Sodyum ve
glikoz böbrek tübüllerinde de geri beraber emilir. Diabetik hastalarda filtratta glikoz fazla
olması nedeniyle daha fazla olan glikozun geri emilimi için daha çok sodyum ve bunla
beraber su emilir. Kalp kası miyozitlerinden Ca2+’un hücre dı ına atılımı ve Na+’un hücre
içine girmesi antiport sistemle (Ca2+/Na+ antiportu) sekonder aktif transportla
sa lanmaktadır. Ba ırsaklardan CI emilimi, tiroid bezine iyot giri i de sekonder aktif
transportla gerçekle ir.
• Endositoz: Hücre membranı bir çukurluk olu turarak küçük molekülleri içeren
damlacıkları içine alır ve bunları sitoplâzmaya geçirir. Katı maddelerin emilmesinde
kullanılır daha çok olur.
• Endositik vesikül olu umu
• Enerji (ATP), Ca2+ (hücre dı ı), kontraktil elementler (aktin filamentleri
mikrofilamnet).
• Fagositoz: (makrofaj ve granülositlerde virus, bakteri, hücreleri yok
etmesinde
• Pinositoz sıvı faz: seçici de il, absorptif: reseptör aracılı (klatrin kaplı çukur)
Alkol ve aldehit dehidrojenaz: Etanolun metabolizma hızının genetik özelli e ba lı
olarak bireyler arasında de i kenlik gösterdi i, ikizlerde yapılan incelemelerle
kanıtlanmı tır. Bu nedenle ilk kez alkol kullananların alkole duyarlı ı farklılık gösterir;
kullanma süresi uzayınca farklılık azalır. Duyarlık farkı, hepatik alkol dehidrojenazın
alkolü hızlı ve yava yıkan farklı alelik ekillerinin bulunmasından ileri gelir.
ncelemeler beyazların yakla ık %90’ının karaci erinde bulunan alkol dehidrojenazın, in
vitro deneylerde etanolu yava metabolize eden ekilde oldu unu, oysaki Do u Asya
kaynaklıların %90’ında etanolu hızlı metabolize eden ekil bulundu unu göstermi tir.
Ancak in vivo durumda, kompanse edici faktörler nedeniyle, etanolun dehidrojenasyonla
asetaldehide dönü me hızı bakımından in vitro bulunana göre daha az fark vardır.
Etanol metabolizması ile ilgili di er bir polimorfizm çe idi, asetaldehiti inaktive eden
aldehit dehidrojenaz ile ilgilidir. Do u Asya ırklarında ve Amerika kızılderililerinde, alkol
alındı ında yüzde ve boyunda hemen ba layan kızarıklık olu ur; bunlar asetaldehiti
daha yava yıkarlar; fakat alkolden, daha hızlı bir ekilde asetaldehid olu tururlar. Söz
konusu kimseler alkol aldıklarında ba langıçta, kanda asetaldehid birikir, ciltteki
kızarmaya ve asetaldehit sendromunun di er belirtilerine neden olur. Daha sonra
NADPP+/NADPH oranında de i me olması sonucu alkolün asetaldehide dönü ümü
yava lar ve kızarma geçer.
Toksik Maddelerin Organizmaya Giri Yolları
Ekosistemde bulunan tüm maddeler canlı yapısına girebilir. ç çevresini sahip tutmaya
çalı an canlıya hem canlı için gereken maddeler hem de canlı yapısın da olmayan yada
canlıya zarar veren maddeler aynı anatomik, metabolik yollarlı kullanarak girer. Toksik
maddeler vücuda dört ayrı yolla girerler:
1. (ABS=Absorption)Absorpsiyonla deriden,
2. (ABS=Absorption)Absorpsiyonla gözden,
3. (ING=Ingestion) Sindirim ile a ızdan,
4. (INH=Inhalation) Solunum ile akakci erden.
Her kimyasal madde için vücuda giri yolu veya yolları farklıdır. Bu maddenin özelli i ile
canlının özelli ine göre büyük ölçüde de i im gösterir. Toksik maddelerin organizmaya
giri yolunda hangi yollar içinde en büyük yüzey 300 metre kare sindirim sistemin önde
gelmektedir.
Tablo organzimaya giri teki yolların yüzey miktarı
Organ
Yüzey (metre kare)
Deri
Solunum yüzeyi
Sindirim yüzeyi
2
100
300
Belli ba lı toksik madde formları:
Katı maddeler: Katı formdan toz ve fümelere dönü meleri ile zararlı hale gelirler.
Örne in poliüretan köpük, yakıldı ında siyanür fümeleri meydana getirir. Soluma
(akakci er), sindirim (tükürük, gastrik sıvılar) ve absorpsiyon (deri) yoluyla vücuda girer.
Tozlar: nce katı partiküller halinde bulunurlar. Örnekleri; çimento tozu ve delme
i lemlerinden olu an metal tozlarıdır. Toz halinde olan toksik maddelerin akakci ere
solunmasıyla vücuda girerler. Sonum yolunda burun içerisinde konhe adı verilen yapılar
5µm üzeri partiküllerden temizler. Tozlar insanda olu turdukları etkiye göre dört grup
altında de erlendirilir:
a) Genel olarak pnömokonyoz adı ile bilinen akci er hastalı ına neden olanlar: özelde
ise; Silikozis ( silikat tozu ile), Talkozis ( talk tozu ile) Antrakozis (kömür tozu ile)
Beriliozis (Berilyum tozu ile) Bisinosiz (pamuk tozu ile) Stannozis (kalay tozu ile)
Bagasozis ( eker kamı ı tozu ile) Asbestozis ( asbest tozu ile) adları verilir.
b) Sistemik zehirlenmeler neden olan tozlar: Kur un, kadmiyum, çinko gibi a ır
metaller buna örnektir.
c) Alerjik etki gösterenler: Polenler, odun tozu bunlara örnektir.
d) Radyoaktif tozlar: Uranyum, toryum, zirkonyum ve seryum gibi radyoaktif
maddeler bunlara örnektir. Bunlar iyonizan radyasyon yayarak insanlara zarar verirler.
Fümeler: Metallerin ısıtılması, buharla ması ve yo unla masından olu mu ince
partiküllerdir. Örnekleri; galvanizli metallerin kayna ı sırasında olu an çinko oksit
fümeleridir. Soluma (akci er), sindirim (tükürük), absorpsiyon (deri) yoluyla vücuda
girer.
Sıvı maddeler: Bir çok toksik madde sıvı formda bulunur. Asitler ve solventler,
sıvı toksik maddelerdir. Örnekleri; benzen,sülfirik asit ve TCA’ dır. Absorpsiyon (deri) ve
buharların solunmasıyla vücuda girebilirler.
Buharlar: Sıvıların buharla ması ve katıların süblimasyonuyla olu urlar. Örne i;
bir kimyasak sava gazı olan fosgendir. Soluma (akakci er) ve absorpsiyon (deri)
yoluyla vücuda girerler.
Mistler: Havadaki sıvı zerrecikleridir. Örnekleri; elektrokaplamadaki asit misleri ve
sprey boyamadaki solvent mistleridir. Soluma (akci er) ve absorpsiyon (deri) yoluyla
vücuda girerler.
Gazlar: Buharla mı olan akı kanlardan klor ve karbondioksit toksik gazlara
örnek verilebilir. Soluma (akci er) yoluyla vücuda girerler.
Bo ucular: Kendileri zehirli olmadı ı halde solunumu engelleyerek ölüme neden
olan gazlar bu ba lık altında toplanır. Bunlar ya karbondioksit ve hidrojen azot
örneklerinde oldu u gibi havada yüksek oranda birikerek oksijen alımını ya da karbon
monoksit örne inde oldu u gibi kanın oksijen ta ımasını engelleyerek etki ederler.
Hidrosiyanik asit örne inde oldu u gibi, bir ba ka mekanizma da oksijenin dokuda
kullanımını önleyerek etki etmedir.
Karbondioksit: Karbonlu maddelerin tam yanması ile olu an bir gazdır. Bu
nedenle de i yerlerinde çok sık rastlanan bir zehirlenme riskidir. Havadan a ır renksiz
ve kokusuz bir gaz olması nedeniyle, insanın etrafında fark edilmeden birikerek
ölümüne neden olur.
Karbonmonoksit: Karbonlu bile iklerin tam yanmaması sonucunda olu an bir
gazdır. Bu nedenle de gerek günlük ya amda ve gerekse endüstride çok yaygın bir
zehirlenme riskidir. Renksiz ve kokusuz bir gaz olması nedeniyle insanlar fark etmeden
ortamda bulunabilir. Havadan hafif bir gaz olması nedeniyle havalanması iyi olan
yerlerde zehirleme konsantrasyonuna ula ma riski azdır. Ortamda bulunması
halinde akci erlerden absorbe olur ve hemoglobin ile birle erek karboksi hemoglobin
olu turmak suretiyle hemoglobinin oksijen ta ımasını engeller.
Amonyak: Sanayide ba ta gübre ve boya sanayi olmak üzere, ham madde olarak
kullanımı yaygındır. Ayrıca da birçok maddenin bozulma ürünü olarak da açı a çıkan
birgazdır. Bu nedenle sık rastlanan bir zehirlenme riskidir. Özellikle akut zehirlenme
yapması açısından önemlidir.
Azot oksitler: Nitrik asitle çalı ılan yerler ve boya i leri ba ta olmak üzere, sanayide
azot oksitle zehirlenme riski olan yerler oldukça yaygındır. Ayrıca egzos gazları içinde de
azot oksitler vardır. Akut zehirlenmeler yapar.
Toksisite ekilleri
Toksisite, zararın meydana gelmesi için geçen süreye göre akut (kısa süreli etki 24
saat 7 gün) ve kronik (uzun süreli etki 7 gün -yıllar) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Metabolik toksik: Metabolik zehirlenme denildi inde ise; dokuların etkisiz hale gelmesi
anla ılmaktadır. Siyanür ve flor gibi kimyasallar bu tür etkiler yapmaktadırlar.
Nörotoksinler: Zehirli maddeler beyin ve sinirleri hedef aldıklarında nörotoksisite
olarak tanımlanmaktadır. Bu etkiyi yapabilen kimyasal madde örnekleri olarak; DDT,
klorlu hidrokarbon pestisitleri, malathion, pa-rathion, GB ve VX gibi organofosfat
pestisitler ve sinir gazları verilebilir.
Kronik toksik maddeler: Hücre ço almasın hücre programlı ölümünü kontrol eden
genetik bilgi üzerinde de i ime yol açan hücrenin kontrolsüz ço almasına yol açan
toksik maddeler kansere canlıda tümör geli imine neden olur. Benzen, benzo(a)piren,
DMBA (dimetilami-nobenzen), DBCP (dibromokloropro-an) kanser yapabilen kimyasal
maddelerden birkaçıdır.
Mutajenesiz: canlının genetik bilgisinin( DNA) de i ime u ramasıdır.
Teratojenesiz: Embriyo üzerinde zararların meydana gelmesidir. Thalidomide,
dioksinler, alkoller vb. kimyasallar teratojenik birer örnektir.
Deriden Absorbsiyon (Cilt Yolu)
Deri do rudan dı ortamla vücudun arasında yer alan en önemli koruyucu bariyerlerden
birisidir. Derideki her tabakanın söz konusu savunma mekanizmasında önemli rol
oynadı ı bilinmektedir. Deri epidermis ve dermis ile birlikte önemli ve karma ık bir
savunma hattı olu turmaktadır.
Her deri katmanında önemli boyutta de i ik i levlere sahip savunma bulunmaktadır.
Derinin en üst tabakasını olu turan boynuzsu tabaka (keratinden meydana gelen str.
corneum) belki de vücudumuzun çevresel kirleticilere kar ı ilk savunma ve direnme
engelini olu turmaktadır. Derinin çevreden gelen kimyasallara kar ı metabolik faaliyetler
ile tepki gösterir Derideki yaralanmalar ve zedelenmelerin bu savunma mekanizmasını
önemli ölçüde azalttı ı bilinmektedir.
Deri yoluyla emilimin a amaları:
1. Kimyasal moleküllerinin stratum korneumdan emilmesi
2. Moleküllerin stratum korneumda diffüzyonu
3. Canlı epidermise ula maları
4. Canlı epidremis aracılı ı ile damar sistemine ula abilecekleri üst
epidermis içerisine girmeleri
5. Bunların dola ıma ta ınmaları.
Bu nedenle stratum korneumdan diffüzyon aslında hız belirleyici evreyi
olu turmaktadır. Derinin sürekli maruz kaldı ı toksik maddelerde biride deterjandır.
Havada toz, buhar ve füme olarak birçok madde toksik olabilir. Derinin toksik maddelere
kar ı olan savunma mekanizmasından dolayı (Dü ük diffüzyon hızı, su geçirmeyen str.
Corneum) toksik maddelerin derinden organizmaya giri i çok yaygın de ildir. Bu yolla
etkili olabilmek için toksik maddelerin ya da çözünme özelli ine ba lı olarak etkili
olabiliyor. Toksik maddeler deri tabakasının büyük bir bölümü ya içerdi i için ya
içerisinde çözülerek katılabilir.
Deri yolu ile toksik madde alınında:
o Ortam ve vücut sıcaklı ı
o Madde ya da yada suda
çözünür olması
o Madde miktarı
o Madde uygulama süresi
o Maddenin uygulandı ı deri
bölgesi, kalınlı ı
o Derideki aktif kan dola ım
miktarı(sıcaklı a ba lı kan akım
artı ı yada azalı ı)
A ır metal tuzları, sinir gazı denilen (sarin) deriden absorblanma yetene i fazla
olan maddeler, borik asit gibi gibi mineralleri iyot,bazı tarım ilaçları (DDT gibi) deriden
absorbe olma yetene i fazla.Ya yerine bir organik çözücüde çözünenlerde derinden
kolaylıkla absorbe olabilir. Klorofom,alkol….
Bunların dı ında bazı fenoller yada fenolik bile ikler ,nikotin,kortizon hormonu ve
ya da eriyen vitaminler do rudan deriden absorbe olabilirler.
Sindirim Sistemi le Absorbsiyon
Toksik maddelerin canlıya giri i en çok a ız yolu ile gerçekle ir. A ız yolu ile
toksik maddeler iki türlü etkileri vardır.
a) Lokal etki (a ızdan tahri edici bir madde aldıysak)
b) Yutumu kolay,tahri etkisi yok ancak yutulduktan sonra emilim
yolu ile kana karı arak çe itli etkilerin ortaya çıkması.
Sindirim yolunda pH de i imi fazladır Mide de pH 1.5-2 kadar dü erken emilim olan
barsakta pH 7 çıkarındadır(nötür pH). Midede absobsiyon sınırlıdır. Etil alkol ve
organik asitler midede emilebilir.
ekil sindirim yolundan kana geçi yolları
A ız yolu ile toksik maddelerin en fazla absorblanabildi i yer ince ba ırsaktır. Bu
arada emilim en fazladır. nce ba ırsaklar geni bir emilim yüzeyine sahiptir. Sindirim
kanalı asidik ve nötür pH de erlerinde farklı bir çok enzim içerir.
ekil maddenin emilim hızı ve kana geçisi arasındaki ili ki
A ız yoluyla alınan ve zehir etkisi gösteren maddelerle meydana gelir. Alınan
madde kuvvetli asit veya baz gibi kostik (yakıcı, tahri eden) yapıdaysa, yaralanma
hemen görülebilir. Genellikle zehir kana karı tıktan sonra etkisini gösterir. Zehrin çok az
bir kısmı mideden, kalan kısmı da ince ba ırsaktan emilmektedir. O nedenle etki
sürelerinde farklılık olur. Sindirim yolu zehirlenmelerinde amaç sindirime u ramadan
zehri vücuttan uzakla tırmaktır.
ekil nce barsakta madde ta ınması (sekonder aktif ta ıma mekanizması)
nce ba ırsaklarda flora oldukça zengin bu yüzden bu tür toksik maddelerin
absorbsiyonu katı yada sıvı olması ile de ili kilidir. Katı olanlar önce midede parçalanır,
daha sonra mide mükusasında çözünürler ve daha sonra emilir. Sıvı olanlar ise daha
kolay floranın zengin olmasından dolayı çe itli maddeler dönü ümü ince ba ırsakla
gerçekle tirilir. Örne in sularda nitrat oksijen ta ıyan hemoglobinin yerine nitratın
ba lanması bebeklerde görülür. Mide enzimleri tam geli medi i için nitrat mideden
gitmiyor. Nitrat nitrite dönü üyor.
Solunum Sistemi le Absorbsiyon
Solunum sistemindeki hava yolları ba lıca üç bölgede toplanabilir: 1) Nazofarenks
bölge (üst solunum yolu), 2) Trakeabron iyal bölge (a a ı solunum yolu), 3) Pulmoner
bölge Burun, vasküler mukoz membranla kaplanmı tır. Nazofarenks, inhale olan
tanecikleri tutar. Trakea, bron lar ve bron çuklar (bron iyoller), nazo farenksten gelen
havayı alveollere iletir.
ekil Solunum sistemi
Trakeabron iyal hava yolu, tüylü (siliya) epitel ile kaplanmı olup, goblet hücreleri ve
mukus salgılayıcı hücrelerin salgıladı ı ince müköz tabaka ile örtülüdür. Bu müköz
tabaka, alveoler membranı saran tabakada sona erer. Buradaki mukosiliyal hareketle
akakci erin derin kısmına ula mı tanecikler yukarıya do ru (oral bo lu a) atılırlar.
Pulmonar dola ımla önemli miktardaki kan akçi erler gönderilir. Akçi er alveolerinde
toksik bir madde özellikle geni bir yüzey tarafın absorbe edilebilir. Alveol alveol
epitelyum hücreleri bazal lamina ve pulmoner kapiller endotel hücrelerini geçen tüm
moleküler pulmoner dola ımla katılarak vücuda yayılır. Akçi erlere gelen toksik bir
maddenin iki etkisi vardır. Tahri etkisi var. yada direk olarak akakci ere giderek
alveollere ula ıp, zararlı etkilere neden olabiliyor.
Tahri etkisi CO,CO2,SOx ,aerosallar, karbontetraklorür gibi organik maddeler
gözlenir. Bu tip toksikler alveolere kandaki eritrositlere zarar vererek solunum
fonksiyonu hasar verirler. Bu tip maddeler ne kadar hızlı vücuda alınırsa
(cinsi,hızı)zehirlenme olayı o kadar hızlı olur. 2 mm daha büyük olabilen bazı
partiküllerde (bron ve üst solunum yollarında) tutulur. Buna kar ın küçük ve fagositoz
yapan akci er makrofajların tarafından yok edilemeyen bazı maddeler örne in: asbest
partikülleri, ya da silis partikülleri akakci erde toksik etki yapabilir. Kuartz (SiO 2 )nın
kristal ekli, kronik maruz kalma sonucu "silikozise" neden olur. Silikanın sitotoksik ve
fibrinojenik aktivitesi, makrofajlann lizozomal membranını tahrip etmesine
ba lanmaktadır. Asbest (hidrate silikatlar), "asbestozise" neden olur.
Toskik Maddelerin Da ılımı ve Etkisi
Toksik maddeler insan vücudundaki hücre içi ve hücre dı ı sıvı içinde da ılır.
Da ılımı kandaki ve dokudaki eklinde iki farklı biçimde inceleyiniz.
Kandaki Da ılım
Özellikle toksik maddeler normal di er maddelerin ba landı ı ekilde plazmaya ba lanır.
Genelde plazmaya albümin molekülleri tarafından ba lanır. Albüminler Toplam
proteinlerin %52-68’i kısmını olu tur.
Albüminler Toplam proteinlerin %52-68’i Ta ıyıcı görev, Protrombin (kan
pıhtıla ması)
Globülinler, Toplam proteinlerin %38’i , 1, 2, 1, 2 ve Ig ler, Antikorlar
(immünite)
Fibrinojen, Toplam proteinlerin %7’si, Kan pıhtıla ması serum=fibrinojensiz
plazma
Özelikle ta ıyıcı görevi yapar Örne in plazmada serbest halde toksik etkisi olan demir
özel ta ıma proteini olan Transferine ta ınır. Albüminler plazmadaki toksik maddeyi
ba layıp pasif hale getirirler. Proteinler ile ba yapmayan maddeler hücrelere difüzyon
ve di er yollarla girebilir. Ba lanmayan açıkta kalan maddeler zehir etkisi gösterir.
Çe itli pestisitler hematolojik parametreleri ve lökosit sistemini farklı ekillerde
etkileyebilmektedir. Karbamatlı bir pestisit olan klorpropamin sıçanlarda doza ba lı
olarak WBC(lökosit) sayısını arttırdı ı ve RBC(eritrosit) sayısı, Hb(hemoglobin) ve
Hct(hemotokrin) düzeylerini dü ürdü ü, dalak, karaci er a ırlıklarını ve hemotopoietik
hücre hiperplazisini arttırdı ını bildirilmi tir. DDT pestisitinin ku ların (Numida meleagris)
hematolojik parametre de erlerinde önemli de i imlere neden oldu u, 10 hafta sonra
hematolojik parametre de erlerinin kontrol de erlerine yakla tı ı bildirilmi tir. Organik
fosforlu bir pestisit olan fenitrohion’un Pharaoh quail balı ında RBC sayısını, Hb ve Hct
düzeylerini arttırdı ı fakat eritroblast ve retikülosit sayısını dü ürdü ü, lökosit
sisteminde nötrofilik lökositoz, lenfopeni ve eozinopeni’ye neden oldu u ve 3 hafta sonra
fenitrohinin etkisiyle olu an de i imlerin normale dönü meye ba ladı ı bildirilmi tir.
Nuvakron (0.8 mg/kg) ve furadan (0.25 mg/kg) pestisitleri farelere intraperitonal olarak
uygulandı ında Hb ve Hct düzeylerinde, total RBC sayısında, platelet sayısında,
sedimentasyon oranında dü ü e, total WBC sayısında artı a, lökosit sisteminde nötrofil
ve bazofil sayılarında artı a ve lenfosit sayısında dü ü e, kanama zamanında artı a,
kemik ili inde bozulmaya ve dalak büyümesine neden oldu u bildirilmi tir. Klorfenvinfos
ve fosklor pestisitlerin Japanese quail balıklarında (Coturnix coturnix japonica) retikülosit
ve eritroblastlarda artı , lökosit sisteminde nötrofilik lökositoz ve eozinopeni gözlenirken,
fosklor enjeksiyonundan sonra RBC sayısında dü ü oldu u, buna kar ılık klorfenvinfos
enjeksiyonundan sonra RBC sayısında de i im olmadı ı bildirilmi tir26. Lembowicz ve
arkada ları organik klorlu pestisitlerin (DDT, , ve -HCH) konsantrasyonuna ba lı
olarak fare eritrositlerinde Heinz body cisimciklerinde ve lenfosit sayısında artı a neden
oldu unu bildirmi lerdir.
Dokulardaki Da ılım
Pestisitler insan vücuduna deri, solunum veya sindirim organı yolu ile geçerek
karaci erde sitokrom P450 ba ımlı monooksijenaz sistemi ile metabolize edilmektedir.
Toksik maddeler genelde kendilerine ilgi gösteren organ üzerinden da ılırlar. Bazı
maddeler organ üzerinde çekilir ve etkisini gösterir. Örne in Kur un metabolizması olan
benzerlik gösterir vücuda giren ve eliminasyon ile vücuttan atılamayan kur un kemik
dokusu içinde biriktirilir. Buna kar ın kur unun toksik etkisi yumu ak ve sinir üzerinedir.
Genel olarak kimyasal maddeler canlılarda fızikokimyasal veya kimyasal yolla normal
hücre biyokimyasını ve fizyolojisini bozarak toksik etkilerini gösterirler. Bu toksik
cevaplanan ço u hücre ölümü ve kritik bir organın tahribi eklinde oldu u gibi, hücre
ölümüne neden olmayan fakat normal fizyolojik proseslerdeki biyokimyasal ve
farmakolojik dengenin bozulması eklinde de ortaya çıkabilir. Bugün hücre, mitokondri,
mikrozom ve di er intresellüler sistemlerde olu an biyokimyasal olayların moleküler
düzeyde inceleme olanaklarının geli mesi ile birçok ksenobiyoti in etki mekanizmalarını
açıklamak mümkün olmu tur. Kimyasal maddeler normal biyokimyasal ve fizyolojik
fonksiyonları çe itli yollarla interfere ederek toksik etki gösterirler. Bu etkiler akut
toksisite veya kronik toksisite eklinde ortaya çıkar.
Bu mekanizmaları, fızikokimyasal ve/veya kimyasal etkile me ekilleri de gözönüne
alarak:
1. Reseptörlerle etkile me;
2. Enzimlerle birle me;
3. Di er biyomoleküllere ba lanma;
4. Küçük molekül veya iyonla birle me ( elasyon);
5. Hücre enerjisi olu umunun engellenmesi; olarak sınıflandırılabilir. Kimyasal
maddelerin toksik etki mekanizmaları daha de i ik ekillerde de yapılabilir.
Bir kimyasal madde alınmasından sonrasında sindirim sistemi tarafından absorbe edilir
ve hepatik portal sistem girer. Vücudun geri kalan ula madan önce karaci erden
portal damar yoluyla geçer. Karaci er, aktif ilacın(yada kimyasalın), sadece bir kısmını
(az miktarda) dola ım sisteminin geri gönderir, bazen kimyasal madde yada ilaç çok
fazla metabolize olur. Bu duruma karaci erden ilk geçi etkisi (First pass effect) denir.
Bu durumda, ilacın biyolojik olarak kullanılabilirli ini azalır yada kimyasal maddenin
etksisi sınırlandırılır.
Böbreklerde hasar(Acute tübüler nekrosis ATN)
Toksik maddeler böbrek tüpülerinde hasara ölüme yol açabilir. Bu durumda Akut tübüler
nekrosis olu ur. Böbreklerde hasar(Acute tübüler nekrosis ATN) neden olan ba lıca
maddeler
•
A ır metaller – Pb, Au, As, Cr etc
•
organik solventler – CCl4, kloroform
•
laçlar – antibiyotikler (özellikle gentamicin), anti-viral ajanlar, NSAIDs, Civalı
diuretikler
•
X yapılan çekimlerde kullanılan iyotlu kontarst yapan maddeler
•
Pestisitler
•
glilokoller – Etilen glikol
Toksik Maddelerin Organizmada Birikimi
Biyoakümülasyon
Farklı kimyasallar canlılar üzerinden farklı etkileri olabilir. Bir kimyasal metabolizma olma
hızı göre daha hızlı alınması halinde kimyasal biyolojik olarak canlıda birikir. Biyolojik
birikim dinamik bir süreçtir. Biyolojik birikim insan ve farklı canlılarda belirlenmesi
kimyasal etkisiyle meydana gelen olumsuz etkilerin korunmasında önemli oldu unu ve
kimyasalların kullanımında düzenlenmesinde kritik bir rol oynar. Kimyasal madde
canlıdaki birikimi bir dizi olay sonunda meydana gelir. Kimyasal maddenin alımını bir
organizmanın içine giri
yollarıyla gerçekle ir bunların ba lıcaları - nefes
yolu(solunum) , yutma(sindirim) veya deri yoluyla ile olur Absorbe olan kimyasal
madde daha sonraki depolama, metabolizma ve atılımı olayları organizmadan
uzakla ır. Depolama, bazen biyolojik birikim ile karı tırılmaması gereken bir terimdir,
vücuttaki doku veya organ bir kimyasal geçici süre bulunması depolama anlamına
gelir. Depolama kimyasal biyolojik birikim sadece bir yönüdür. (Depolama örnek olarak
kı uykusunda hayvanlarda ya depolama veya tohumlarda ni astanın depolama gibi
di er do al süreçler için de geçerlidir.).
Biyokonsantrasyon bir organizmada bir kimyasal konsantrasyon hava veya su
ortamlarına göre organizmanın çevresinden daha yüksek konsantrasyonu biyolojik
birikim yapmasıdır. Bu süreç hem do al ve yapay kimyasallar için aynı olmasına ra men
biyo-konsantrasyon genellikle organizmaya yabancı kimyasal maddeler gözlenir.
Solungaçları (veya bazen deri) yoluyla alım sonra balık ve di er sucul hayvanları,
biyokonsantrasyon için genellikle en önemli biyolojik birikim sürecidir.
Biomagnification gıda bulunan kimyasal maddeye ba lı bir birikim nedeniyle canlıda
yüksek düzeyde kimyasal madde bulunması sürecidir. Tek hücreli alg gibi
organizmalardan ba layarak bitki ve giderek daha büyük bir hayvan türleri arasında
besine ba lı ba lantılar sonuncunda - Bir kimyasal bir besin zinciri yoluyla artan
miktarda üst besin zincirine aktarılır. Tipik bir gıda zinciri algler ba lar ve bununla
beslenen canlıları tüketen bir alabalık ile yada insan ile sonlanır. Bu besin a ına giren
metabolize olmayan kimyasal maddeler artan miktarda di er besin a ına iletilir. Su
ortamında çok az olmasına kar ın Biomagnification sonunda son tüketicide büyük
miktarda kimyasal madde gelmi olur. Biomagnification sonucu toprakta seviyeleri
milyon bir (ppm), DDT solucan 141 ppm ve köstebekte ise 444 ppm bir
konsantrasyon ula tır.
Dokulara da ılım gösteren maddeler kendilerine uygun ortam sa layan dokuda birikirler
TOKS K MADDE
Organoklorlu Poliklorlu biferiler
olmayan organik bile ikler)
Kur un, Radyum, Flor
Kadminyum
yotlu Bile ikler
B R KT
YER
(polar Ya dokuları(karaci er,beyin)
Kemik
Böbrek
Tiroit bezi
Kan protein tarafından ba lanan bile ikler Plazmada ta ınır. Bazı maddeler
biriktikleri yerde de il ba ka yerde zararlı olurlar.
Toksinler
Toksinler, mikroorganizmaların salgıladıkları bir takım zehirli maddelerdir. Toksinler iki
grupta toplanırlar:
• Ekzotoksinler
• Endotoksinler
Ekzotoksinler
Ekzotoksinler daha çok gram (+) mikroorganizmalar tarafından meydana getirilirler.
Ba lıca Clostridium tetani (tetanoz etkeni), Clostridium etkeni), Clostridium perfringens,
Gram (-)lerin bir kısmı, Shigella dysenteria (dizanteri amili), Vibrio cholera (kolera amili)
ekzotoksin yapar. Ekzotoksinler mikroorganizma tarafından dı arı salınırlar. Toksinler
suda erirler. Bu yüzden bulundukları ortamda hızla yayılırlar. Bakteriler dı ında birtakım
hayvanlar da ekzotoksin yapar. Toksinler oldukça iddetli zehirlerdir. Sıvı halde ve
beklemekle aktivitelerini kısmen kaybederler. Clostridium botulinum toksini yeryüzünde
bilinen en kuvvetli toksindir. Toksinler genellikle polipeptid yapısında maddelerdir.
Molekül a ırlıkları 10–90.000 arasında de i mektedir. Isıya ve proteinleri eritici
enzimlere kar ı dayanıksızdırlar. Antijenik yapıya sahiptirler. Girdikleri organizmada özel
bir takım antikorlar meydana getirirler. Difteri, botulinum ve tetanoz toksini sinir sistemini
tutarak bir takım felçlere sebep olurlar.
Ekzotoksinler, genellikle sıca a dayanıksız olup 60–80 °C sıcaklıkta tahrip olurlar.
Ancak bazı stafilokokların meydana getirdi i enterotoksinler ekzotoksin yapısında
oldu u halde 100°C'de 20 dakika dayanıklılık gösterirler. Kolera vibrionları barsaklarda
bir enterotoksin meydana getirmektedirler ve kolerada a ırı tuz ve su kaybı meydana
gelmesine bu enterotoksin sebep olmaktadır. Streptokoklardan bazıları da ekzotoksin
yapısında bir takım maddeler çıkarırlar ki bunlar eritem dedi imiz bir takım döküntülere
sebep olurlar. Buna eritrojenik toksin denir. Kızıl hastalı ı, bu toksinlerden meydana
gelir.
Ekzotoksinlerin iki grubu bulunmaktadır:
• Toksofor Toksin niteli indeki gruptur.
• Haptofor Antijen niteli indeki gruptur.
Ekzotoksinin bu iki grubundan birisi yok edildi inde ötekisi etkinlik kazanır. Misal,
formaldehit veya ısıyla toksik grup ortadan kalkar. Sadece haptofor grubu sabit kalır.
Böyle bir toksine anatoksin denir. Anatoksini ilk olarak Ramon isimli ara tırıcı 1913'te
bulmu tur. Buna Ramon anatoksini de denir. Ramon difteri toksinine % 004'lük
formaldehit ilave etmekle toksofor grubunu etkisiz hale getirmi , haptofor grubunun
antijenik kaldı ını görmü ve buna difteri ve tetanoz anatoksinlerinden gerek a ı
yapmada ve gerekse tedavi edici bir takım antiserumlar elde etmek için hayvanları
immunize etmekte faydalanılmaktadır.
Endotoksinler
Bakterilerin hücre çeperlerinde bulunan dı arıya salgılanmayan, ancak hücrenin
parçalanması sonucu meydana çıkan lipopolisakkarit yapısında (yani bakterinin yapı
maddelerinden olan) bir takım toksik maddelerdir. Daha çok gram (-) bakteriler
tarafından meydana getirilirler. Bunlar da ısıya ve birtakım protein eritici enzimlere kar ı
dayanıklıdırlar. Bazıları 100 °C sıcaklı a dayanabilir ve Formol'la (harap olmaz) suda
erirler. Genellikle eker-ya -polipeptit yapısında olan bir O antijeni olarak kabul edilir. Bu
yüzden de O antikorlarıyla tahrip olurlar. Molekül a ırlıkları 100–900.000 arasında
de i mektedir. Ekzotoksinlere oranla daha az toksinlidirler.
Endotoksinler bir organizmaya girdikten sonra 1–1,5 saat içinde ate (vücut)
yükselmesine sebep olurlar. Bunu, beyindeki ısı düzenleyici merkezi etkileyerek
yaparlar. Organizmada ate ten ba ka solunum güçlü ü, ishal ve bacaklarda felce sebep
olmaktadırlar. Kanda önce akyuvarların azalmasına, sonra ço almasına sebep olurlar.
Kanın pıhtıla masını de i tirirler.
ekil Toksinlerin metabolizması
Endotoksimik ok
Kan basıncı dü er, a ırı terleme olur. Bu okun ba langıcında önce küçük çaplı
atardamarlar ve toplardamarlarda bir büzü me olurken vücudun uç kısımlarındaki
damarlarda da geni leme olur ve damar geçirgenli i artar. Damar içi maddeler,
damar dı ına çıkar. Kalbin atım hacmi azalır. Buna ba lı olarak kan basıncı dü er ve ok
tablosu meydana gelir. Bunun sonucunda birtakım hayati organlar (böbrek, kalp, beyin)
kansız kalır ve ölüm meydana gelir. Endotoksinlerin yol açtı ı bu ok çe idi, birtakım
cinai dü üklerden sonra, bazı cerrahi müdahalelerden sonra ve bazı enfeksiyon
hastalıklarının seyri esnasında görülebilmektedir.
Organizmada De i im
A ız, solunum veya deri yoluyla alındı ında belli bir dozda ve/veya belli bir zaman
diliminde biyolojik sistemlerezarar veren maddelerdir. Bir toksik madde vücuda
alındı ında de i im sindirim organlarında ba lar. Kana karı an bir toksik madde
ta ındıkları organlardaki antiosidan maddeler ile de i ime u rayabilirler. Antitoksit
maddeler sayesinde toksik maddelerin parçalanmaları, okside olmaları mümkündür. Bu
parçalanma sonucu toksik madde zararı en aza indirilmeye çalı ılıyor. Olu an ürün
ba langıçtaki üründen zararlı olabiliyor.
Toksik Maddelerin Organizmadan Atılması
Birikimden sonra etkiyi ortaya çıkarabilir. Bu olaylar;
a) Redüstribisyon: Çok anestezik maddelerin atılım yoludur. Çevresel kirleticilerin
böyle bir atılım yolu yok.
b) Biyotransformasyon: Bu atılma yolu toksik maddelerin enzimlerin etkisiyle daha
az zararlı veya zararsız bile iklere dönü me yoludur. Biyolojik dönü üm ile zararlı
etkini ortadan kaldırılması=biyotransformasyon
c) Eliminasyon: Vücuda alınan maddeler çok de i ik yolla elimine edilebilirler.
Vücuda gaz halinde alınmı olan uçucu zehirli maddeler veya çe itli gazlar
solunum yoluyla atılır.
Metal vb maddeler safra yoluyla Civa ba ırsak kanalından dı arı atılır. Tükürük
bezleri, ter, idrar, süt atılım yolarlıda önemli elimine yollarıdır. Kusma ve ishalle toksik
madde büyük bir yüzdesi dı arı atılır. Böbrek, karaci er, safra DDT elimine
edilmesinde önemlidir. Gözya ı ise iyotlu maddelerin dı arı atılmasını sa lar.
Ter bezleri ve deri yollu, bromür, iyodür, arsenik gibi maddelerin atılmasını sa lar.
Süt kanalları da birçok maddeyi dı arı atar. Süt kanalı ile alkol, eter, potasyum iyodür
gibi birçok madde atılır.
Toksik maddelerin Etkile imi
ki veya daha fazla toksik madde varlı ında zehirlilik için 4
konusudur:
ekilde etkile im söz
Toplam etkile im:
Birbirinden ba ımsız olarak etki eden iki bile ikten her birinin etkisi tek ba larına
etki etmeleri halinde ortaya çıkacak olan etkiye e ittir. E er bir ki i her bir
maddeden de 1 birim alırsa toplam etki 1+1=2 olacaktır.
Sinerjik etkile im:
ki veya daha fazla toksik madde birlikte etkidiklerinde ayrı ayrı etkilerinin
toplamından daha büyük bir etki yaratırlar (1+1=10). Buna örnek olarak; sigara içimi
ile asbest, halojenli solventler ile (karbontetraklorür gibi) alkol verilebilir.
Potansiyel etkile im:
Biri toksik di eri aktif olmayan madde toksik bile enin etkisinden daha büyük
bir etki yaratacak ekilde etkile imde bulunurlar. (1+0=5)
Antagonistik Ters etkile im:
Bir maddenin etkisinin di er maddenin etkisini azaltması ile ortaya çıkar.
(1+1=1/2) Örne in Balıklar ortamdaki Zn Cd eliminasyonu (alımı) azaltır. Zn ile Cd
arasında antagonistik bir ili ki vardır.
Genetik toksisite
Genetik toksisite ya da genotoksisite; çekirdek, kromozom ve DNA
yapısında meydana gelen DNA eklentileri, DNA kırıkları, gen mutasyonları,
kromozom anormallikleri, klastojenite ve anöploidi gibi hasarları kapsayan genel
bir terimdir. DNA veya genomun kopyasının çıkarılmasını sa layan enzimlerle
etkile ime giren ve mutasyona neden olan genotoksik maddelerin DNA’da hasar
meydana getirmesi veya bazı de i imlere yol açması ise genotoksik etki olarak
tanımlanmaktadır.
DNA molekülünde mutasyonlara yol açan ajanlar ya da mutajenler, DNA
üzerindeki etkilerini ya do rudan, ya da genomik bilgilere göre sentezlenen proteinlere
ba lanarak dolaylı yolla gösterirler. DNA hasarında rol alan kilit moleküllerde ve
yollardaki bozukluklar ise doku hasarı, ya lanma, kanser, infertilite ve bazı genetik
ve multifaktoryal hastalıklara yol açmaktadır.
ekil Genotoksinlerin Etki Mekanizması ve Sonuçları
Genetoksik Testler
Genetik toksisite ya da genotoksisite testleri 1970’ lerden beri kullanılmaktadır ve
günümüze kadar mutajenik ve genotoksik maddelerin karsinojenik potansiyellerini
ölçebilmek için birçok genotoksisite testi geli tirilmi tir. Bu testler, çe itli mekanizmalarla
do rudan ya da dolaylı olarak genetik materyalde meydana gelen hasarları saptamak
amacıyla geli tirilmi in vitro ve in vivo testlerden olu urlar.
Genotoksisite testleri ile mutajenlerin tanımlanması, insanda risk tayininin
yapılması ve bu maddelere gereksiz maruziyetin önlenmesi genetik toksikolojinin ba lıca
amaçlarını olu turmaktadır. Genellikle kısa dönem mutajenite testleri tarama amaçlı
kullanılırken, memeli testleri ise insanda risk tayini için kullanılmaktadır [6].
Genotoksisite testleri esas olarak genomu etkileyebilecek UV ve irradyasyon gibi
fiziksel etkenlerin, parazitik enfeksiyonların, sigara, pestisitler, ilaçlar, gıda katkı
maddeleri, nanomateryaller gibi birçok kimyasal ajanın genotoksik ve kanserojenik
potansiyellerinin tespitinde, ilaçların hem piyasaya sürülmeden önce hem de ilaç
kullanan ki ilerdeki genetik etkilerini ve güvenirlili ini ara tırmada, bazı hastalıklarda
artmı DNA hasarının tespitinde, genetik hasar ile hastalıklar arasındaki ili kinin
belirlenmesinde, kanserden korunmada, kansere duyarlılı ın tayininde ve takibinin
yapılmasında biyoizlem testleri olarak kullanılmaktadır .
Bile iklerin genotoksik etkisinin saptanmasında tek bir testin tek ba ına yeterli
olmadı ı, bu nedenle bile iklerin genotoksik ya da mutajenik aktivitesinin
belirlenmesinde bir seri test sisteminin kullanılması gerekti i vurgulanmı tır. Genetik
sistemler ile genotoksisitesi test edilmek istenen maddelerin karsinojenik ve mutajenik
potansiyelleri arasında ili ki kurulmasını sa layan ve en yaygın olarak kullanılan
standart in vitro ve in vivo mutajenite testleri; AMES testi, Comet testi, Kromozom
anormallikleri (KA) testi, Karde kromatit de i imi (KKD) testi ve Mikronükleus
(MN) testidir.
Salmonella / Mikrozom Mutajenite (AMES) Testi
Ames testi olarak da adlandırılan Salmonella/mikrozom mutajenite testi,
kimyasal maddelerin mutajenik etkilerinin ara tırılmasında kullanılan, test parametreleri
açısından en iyi standardize edilmi ve mutajen/karsinojen etkisi en iyi bilinen
kimyasallarla geçerlili i en fazla kabul edilmi bakteriyel test sistemlerinden biridir.
Ayrıca hızlı, ucuz ve uygulanabilirli inin kolay olması nedeniyle çok yaygın bir kullanım
alanına sahiptir. Bu test, insanlarda ve deney hayvanlarında tümör olu umunda somatik
hücrelerin tümör baskılayıcı genlerinde meydana gelen nokta mutasyonların
saptanmasında ve kimyasalların DNA ile etkile imlerini önleyerek mutajenik ve
karsinojenik etkilerini ortadan kaldıran antimutajenik ve antikarsinojenik maddelerin
tayininde de sıklıkla kullanılmaktadır.
Ames testinde, histidin operonunun de i ik bölgelerinde çe itli mutasyonlar
içeren Salmonella typhimurium’un mutant su ları kullanılmaktadır. Bu testin temeli, S.
typhymurium’un yapay mutasyonla olu turulmu olan histidin sentezleme yeteneklerini
kaybetmi su larının, sitokrom P-450 enzimlerini içeren memeli karaci er post
mitokondriyal süpernatant (S9) varlı ında veya yoklu unda, test bile eni ile
muamele edildikten sonra ikinci bir mutasyon geçirip histidini sentezleyebilen ve
histidinden ba ımsız ortamda ço alması esasına dayanır. Histidinsiz ortamda
üreyebilmelerine yol açan kendili inden geri mutasyona u rayan koloniler sayılarak
mutajenite belirlenmektedir. Ortamda pozitif mutajen bir kimyasal madde varsa, geri
mutasyonla ço alan bakteri koloni sayısı istatistiksel olarak anlamlı artmaktadır.
ekil Ames testinin uygulanması ve mutajeniteyi gösteren koloniler
Comet Testi(Comet Assay)
Tüm kimyasal, biyolojik ve çe itli fiziksel stres faktörlerinin canlıların hormon, enzim,
karbonhidrat ve protein metabolizmalarını etkiledi i, fizyolojik ve morfolojik de i ikliklere
yol açtı ı bilinmektedir. Aynı ekilde DNA üzerinde stres faktörlerinin hasar olu turup
olu turmadı ı, e er hasar olu turuyor ise hasar derecesinin belirlenmesi, çevreye ve
do aya duyarlılık açısından önemli oldu u gibi hedef organizmanın gelece i açısından
da önemlidir. Günümüze kadar DNA hasarının belirlenmesi ile ilgili farklı birçok metot
kullanılmı tır. Pahalı, uzun süren, çok özel donanım ve sarflar gerektiren uzmanlık
isteyen bu yöntemlerin DNA hasarlarının belirlenmesinde alternatif yöntemleri
gerektirmektedir. Bu ihtiyaca yanıt olarak geli tirilen “tek hücre jel elektroforez” veya
“Comet assay ” adında DNA hasarını ve seviyesini gösteren bir metot olarak ortaya
çıkmı tır.
Tek hücre Jel elektroforezi (Comet assay) sucul organizmalardaki DNA hasarı tespit
etmek için yaygın olarak kullanılmaktadır. Kirleticinin tipi ve özeli i belirlenmeden de
örne in tarımda kullanılan ehir kanalizasyon atıkları, böcek ilaçları ve olası di er
kirleticilerin göldeki organizmaların (sazanlar Cyprinus carpio) üzerine etkisi (DNA
hasarı) belirlenebilir. Bu yola genotoksik etkilere sahip maddelerin ortamda oldu u ve
erken uyarı sistemi olarak Comet assay kullanılabilece i belirlenmi tir
Son yıllarda geli en Comet tekni i, çe itli ajanların yol açtı ı DNA tek ve çift zincir
kırıklarının tespiti için kullanılan hassas, hızlı ve güvenilir bir yöntemdir. Comet
yöntemi, birçok memeli hücresinde çe itli ajanların indükledi i DNA hasarı ve onarım
bozuklu unun tayinini amaçlayan çalı malarda kullanılmaktadır. DNA kırıklarının
tayini prensibine dayanan bu yöntem, pek çok fiziksel ve kimyasal mutajenin özellikle
insanlarda yol açtı ı DNA hasarının tayininde, kanser hastalarında DNA hasarının
derecesini ve tamirini tespit etmede, bazı kalıtsal hastalıkların prenatal tanısında, bazı
hastalıklarda artmı DNA hasarını belirlemede kullanılan bir biyoizlem testidir. Ayrıca
genotoksinleri ilk etki bölgelerde de erlendirebilmesi, hemen hemen tüm ökaryotik
hücrelere uygulanabilmesi, dü ük hasar seviyesini ölçebilmes, az sayıda hücre örne i
gerektirdi i için hızlı, basit ve ucuz bir yöntem olması gibi avantajlarından dolayı geni
bir kullanım alanına sahiptir.
Kontrol
30 µM
Dibromonitro-methane
40 µM
Dibromonitro-methane
ekil Farklı dozlarda meydana kuyruk tipleri.
Comet yöntemi, alkali pH’da farklı molekül a ırlıklarına ve farklı elektrik yüke
sahip DNA moleküllerinin elektriksel alanda farklı göç etmeleri esasına
dayanmaktadır. Bu yönteme göre, hücreler veya çekirdekçikler öncelikle agaroza
yerle tirilmekte, daha sonra lizis ve alkali elektroforez tamponunda yürütme ve
nötralizasyon i lemlerinden geçirilerek floresan boya ile boyanmaktadır. Floresan
mikroskop ile incelenen preparatlarda zarar görmemi DNA’lar comet (kuyruk)
olu turmazken, hasar görmü DNA moleküllerindeki fragmentler farklı moleküler
a ırlıklarına ve farklı elektrik yüklerine sahip olacaklarından elektriksel alanda
farklı hızlarda hareket ederek çekirdekten dı arı do ru göç etmekte ve kuyruklu
yıldız
görünümü
olu turmaktadırlar.
ekil Hasarsız DNA (a) ve hasarlı DNA ta ıyan nükleusların (b) Comet testi ile
görünümü
Comet assay kimyasal risk de erlendirmesi veya sucul türlerin izlenmesinde, genotoksik
etkinin de erlendirilmesinde kullanılmaktadır. Birçok farklı balık türü örne in, sazan (C.
carpio) gökku a ı alabalı ı (Oncorhyncus mykiss), yılan kafa (Channa punctatus)
genotoksik maddelerin etkilerinin belirlenmesi için kullanılmı tır. Comet assay
genotoksik potansiyeli olan herbisit ve pestisitleri risk de erlendirmesinde kullanılmı tır.
Yeti kin balıklar (Zebra balı ı, Danio rerio) yanı sıra yavru ve embriyolar da comet assay
çalı malarında kullanılmaktadır. Birçok çalı ma sulardaki ksenobiyotikler. ile DNA
hasarı arasında ili ki bulunmu tur. Ksenobiyotiklerin sucul canlılarının DNA üzerine
etkisi gösteren ba ka yöntemler olmasına ra men comet assay hız, basitlik konusunda
avantaj sa lamaktadır. Günümüzde sucul organizmaların kirleticilere erken a ama
etkisini de erlendirmek önemi artırmı tır. Bu nedenle comet assay birçok ara tırmada
tercih edilmektedir. Balıklarda toksik maddelerin, genotoksik belirteç olarak kullanılabilir
genetik de i ikliklere neden olabilir. Farklı kirleticilerin, insanlar ve do al hayatı üzerine
etkileri Comet assay ile ara tırılabilir. Kirleticilerin xenobiyotiklerin metabolizması sonucu
kanserojen ve mutajen etkiler ortaya çıkabilir ve DNA hasarı Comet assay ile
belirlenebilir.
Kromozom Anormallikleri (KA) Testi
Kromozomal anormallikler DNA düzeyindeki hasarın bir sonucu olarak ortaya
çıkmaktadır. Kromozom kırıkları DNA’daki onarılmamı çift zincir kırıklarından, yeni
yapıya sahip kromozomlar ise DNA’daki zincir kırıklarının yanlı onarılmasından
kaynaklanmaktadır. Genetik materyalde olu an bu tip hasarlar tamir edilemedi inde
ortaya çıkan yüksek KA frekansı ise, artmı kanser riskini göstermektedir. KA testi,
mutajenler tarafından indüklenen çe itli yapısal ve sayısal kromozomal anormalliklerin
saptanması amacıyla sıklıkla kullanılan standart bir yöntemdir.
In vitro KA testi ile memeli hücre kültürlerinde, in vivo KA testi ile genellikle
kemik ili i hücrelerinde kromozom anormalli i frekansı de erlendirilebilmektedir.
Ayrıca in vivo KA testi, özellikle mutajenik hasarın belirlenmesinde türe ve dokuya göre
de i ebilen metabolizma, farmakokinetik ve DNA onarım mekanizmaları gibi faktörlerin
de erlendirilmesine de olanak sa lamaktadır.
In vitro memeli KA testinde, hücrelerin mitoz bölünme geçirmesini sa layan
ortamlarda, genellikle periferal kan lenfosit hücreleri inkübe edilmektedir. In vivo KA
testinde ise genellikle hedef doku olarak vaskülarizasyonu fazla ve hızlı
sirkülasyona sahip hücre populasyonu içeren kemik ili i kullanılmaktadır. In vitro KA
testinde kültürler hasat edilmeden genellikle 2 saat önce, in vivo çalı malarda ise
hayvanlar sakrifiye edilmeden 2-4 saat önce, bir tübilin polimerizasyon inhibitörü olan ve
hücre bölünmesini metafaz a amasında durduran kol isin uygulanmaktadır. Kültürlerden
veya kemik ili i hücrelerinden uygun protokollere göre metafaz hücreleri elde edilmekte
ve kromozomlarda ortaya çıkan çe itli yapısal ve sayısal anormallikler tespit
edilebilmektedir.
ekil Kromozom anormallikleri içeren metafazlar. a- Fragment, b- Karde kromatit
birle mesi, c- Kromatit kırıkları, d-Kromozom kırı ı, e- Poliploidi, f- Endoreduplikasyon
Karde Kromatit De i imi (KKD) Testi
KKD, karde kromatitlerin homolog lokusları arasında DNA replikasyon
ürünlerinin simetrik de i imidir ve DNA çift zincir kırıklarının homolog
rekombinasyon yoluyla onarılmasını göstermekedir. Ayrıca KKD’ler nokta
mutasyonların indüksiyonu, gen amplifikasyonu ve sitotoksisite ile yakından
ili kilidir. Bu test, çe itli ajanların mutajenik ve karsinojenik etkilerinin, özellikle
kromozomlarda olu an yapısal de i imlerin ara tırılmasında önemli bir yere sahiptir.
Mutajen ve karsinojen oldu u bilinen maddelere maruz kalan hücrelerde ve kromozom
kırılganlı ı ve yatkınlı ı ile karakterize edilen çe itli kalıtsal hastalıklarda KKD
frekansının arttı ı ve artmı KKD frekansı ile tümör olu umu arasında lineer bir
ili kinin oldu u saptanmı tır.
KKD testi ile özellikle DNA eklentileri olu turan veya DNA replikasyonu ile
etkile ime giren mutajen bile ikler saptanmaktadır. KKD testinde, DNA kırıklarını
görünür hale getirmek için hücre kültürlerine DNA’da timin analo u gibi davranan
Bromodeoksiüridin (BrdU) maddesinin eklenmektedir ve bu maddenin hücre döngüsü
sırasında karde kromatidlerin arasına girmesi sa lanarak homolog kromozomlardaki
DNA parçalarının kar ılıklı de i imi gösterilmektedir. Kültürlerdeki hücreler ço alırken
DNA’ların replikasyonu sırasında yeni sentezlenen polinükleotid ipli ine ortamda
bulunan BrdU içeren bromurasil nükleotidleri geçmektedir. Ultraviyole lambası ile
ı ınlanmaya maruz bırakıldı ında DNA içine yerle mi olan BrdU daha açık renkte
boyanmı bölgeler olarak görülmektedir. Kromatidlerin farklı boyanmasına neden
olan bu boyanma farkı ile DNA’da karde kromatidler arasında olu an de i imler
gözlenebilmektedir
ekil a- BrdU ile karde kromatit de i iminin belirlenmesi, b- Karde kromatit de i imleri
içeren metafaz pla ı
Mikronükleus (MN) Testi
MN’ler genellikle hücre siklusunu kontrol eden genlerdeki eksiklerden, mitotik
i deki hatalardan, kinetokordan veya mitotik aygıtın di er parçalarından ve
kromozomal hasarlardan kaynaklanan, hücrenin mitoz bölünmesi sırasında ortaya
çıkan, esas çekirde e dahil olmayan, tam kromozom veya asentrik kromozom
fragmanlarından köken alan olu umlardır. MN sayısındaki artı , çe itli ajanların
hücrelerde olu turdu u kromozom düzensizliklerinin ve somatik hücrelerdeki genomik
kararsızlı ın indirekt göstergesi olarak de erlendirilmektedir. Yapılan çalı malarda,
çe itli fiziksel ve kimyasal ajanlara maruz kalan insanlarda, kanser ve genomik
düzensizlik ile karakterize edilen çe itli hastalıklarda MN frekansının önemli ölçüde
yüksek oldu u bulunmu tur
MN testi, mitoz ile olu an tüm hücre tipleri üzerinde in vitro ve in vivo olarak
uygulanabilmesi nedeniyle genetik toksikoloji ara tırmalarında kullanılan yaygın bir test
haline gelmi tir. In vitro MN testinde, uygun ortamlarda inkübasyona bırakılan hücre
kültürlerine, ilk mitozdan önce kültürün yakla ık 44. saatinde sitokalasin-B maddesi
ilave edilmektedir. Bu madde sitokinezi inhibe etmekte ve bir hücre siklusunu
tamamlayan binükleat (çift nükleuslu) hücrelerin olu umunu sa lamaktadır. nkübasyon
süresi sonunda kültürler protokollere uygun ekilde hasat edilmekte ve preparatlarda MN
bulunduran binükleat hücrelerin oranı tespit edilmektedir. In vivo MN testinde ise,
sitokinezi bloke edilmemi memeli eritrosit hücrelerindeki MN sıklı ı belirlenmektedir. Bu
test ile genellikle kemik ili inde ve/veya periferal kan hücrelerindeki olgunla mamı
(polikromatik) eritrositlerin MN olu umu bakımından analizi yapılmakta ve test
edilen bile i in genetik bir hasar olu turup olu turmadı ı saptanmaktadır
ekil Mikronükleus içeren binükleat hücreler
Kanser Olu umuna Neden Olan Maddeler
Kanser, hücrelerin a ırı ve zamansız ço almalarına, immün sistemin gözetiminden
kaçmalarına ve nihai olarak da uzaktaki dokuları da istila ederek metastazlar
olu turmalarına yol açan metabolik ve davranı sal de i iklikler geçirdikleri, çok
basamaklı bir süreçtir.
Kansere neden olan de i iklikler hücre ço almasını ve ömrünü, kom u
hücrelerle ili kileri ve immün sistemden kaçma kapasitesini kontrol eden genetik
programlardaki modifikasyonların birikmesiyle ortaya çıkar. Büyüme faktörlerin
otokrin bir haberle me ile sürekli olarak kanser hücrelerinde sentezlenir. Bu süreç,
regülasyonu bozulmu , normal hücre büyümesini ve davranı ını denetleyen kurallara
uymadıkları için “asi” olarak nitelendirilebilecek hücrelerden olu an bir kitlenin
olu umuna neden olur. Örne in otokrin faaliyet ile gerekli büyüme faktörleri kanser
hücresinden sentez elenir. Sentezlene büyüme faktörleri sentezlenen hücreyi ve
di er kanserle mi dokuların büyümesini te vik eder hızla büyüyerek, fizyolojik
i levleri altüst eder. Ayrıca kanser hücreleri da ılım yaparak asıl dokularından farklı
yerlerde hızla ço alıp büyüyebilir.
ekil dokudaki tümor hücreleri
Kanser hücreleri
bölünmesini kontrol eden bu sistem bozulur ve hücreler
kontrolsüz bir ş ekilde bölünmeye baş larlar. Bu ş ekilde oluş an hücreler
doku içerisinde toplanı r ve dokunun fonksiyonları nı bozmaya baş larlar.
Böyle toplanmı ş hücrelerin oluş turduğ u kitleye tümör adı verilir. Tümörü
oluş turan hücrelerin bölünmesi normal vücut hücrelerine göre çok hı zlı dı r.
selim (benin) tabiatlı dı r.
Hı zlı
ş ekilde
Tümörlerin
bazı ları
büyümelerine rağ men sadece bulundukları
yerde kalı rlar. Bunları n
ameliyatla alı nması sonucu problem ortadan kalkar. Bazı tümörler ise habis
(malin) tabiatlı dı r. Bunları n hücreleri, bulundukları yerden ayrı larak kan
yoluyla vücudun diğ er bölgelerine taş ı nı r ve buralarda yerleş erek
çoğ alı rlar. Plazma zarı
ve sitoplazmada çok köklü değ iş iklikler
olmuş tur. Zar geçirgenliğ i artmı
artmı ş tı r. Bazı zar proteinleri kaybolmuş
veya değ iş miş tir. Kaybolanları n yerini yenileri almı ş tı r. Hücre
iskeleti büzülmüş veya organizasyonu bozulmuş tur. Bazen her ikisi de olur.
Enzim aktivitesi değ iş miş ve glikoliz artmı ş tı r.
ekil kanseri farklı a amaları
Kanserle en bir hücrede hücreyi ölüme götüren programlı hücre ölümünü sa layan bazı
faktörlerin üretimi azalabilir yada tamamen durur. Bu durumda hücre kanserle me
gidebilir. Ba lıca ölüm sinyaleri:
•
•
•
Tümör nekrozis faktör - alfa ("TNFα") TNF reseptörüne ba lanır.
Lenfotoksin (tümör nekrozis faktör – beta olarak ta bilinir) de TNF
reseptörüne ba lanır.
Apoptozis; geli mi organizmalarda hücreler arası ili kilerin gere i olarak
gereksinim duyulmayan ve fonksiyonları bozulan hücrelerin, çevreye zarar
vermeden programlı ölümüdür. Embriyo döneminden ba layarak tüm ya am
boyunca apoptotik mekanizma ve programlı hücre ölümü vardır. Bazı hücreler yıllarca
ya arken bir kısmı sadece birkaç saat ya arlar. Deri, gastrointestinal sistem ve
immün sistem gibi pek çok dokuda devamlılık apoptozis ve hücre yenilenmesine
ba lıdır. Apoptozis, köken olarak apo (ayrı), ptozis (dü en) kelimelerinden
olu mu tur. Apoptoz (kopma, dü me) sonbaharda yaprak dökümünü tanımlayan bir
kelimedir. Önemli ve farklı hüc re ölümü biçimi olan apoptoz, pro ramlanmı , kontrol
edilen ve seçici bir hücre ölümüdür. Hücre intiharı ile e anlamlı olarak
kullanılmaktadır. Bir grup içindeki belli bazı hücrelerin kendi- kendilerini yok ettikleri
pro ramlı bu ölüm biçimi, di er bir hücre ölümü olan nekroz-dan farklı oldu u
bilinmelidir. Nekroz, yalnızca patolojik durumlarda ortaya çıkar ve iltihabi
reaksiyon mevcuttur. Ayrıca ATP kayıpları da nekrozla ili kilidir. Apoptoz; aktif ve
düzenli bir olaydır. Pro ramlanmı ve kontrol edilen bir hücre ölüm biçimidir; burada
ATP kayıpları yoktur. Apoptoz, hiçbir zaman iltihabi reaksiyona neden olmaz.
Organizmanın dengeli ya amını sa layan apoptoz, fizyolojik oldu u kadar patolojik
olaylarda da rol oynamaktadır. Önemi, biyolojik olaylarda gereksiz ve zararlı
hücrelerin yok edili ini sa lamasından, organizma-nın kendi iç dengesinin
devamlılı ına katkıda bulunmasından ileri gelmektedir.
Apoptoz, fizyolojik ve patolojik olmak üzere pek çok durumda kar ımıza çıkar.
1-Embriyogenezis sırasında a ırı yapılmı hücrelerin programlı olarak ortadan
kaldırılması olayında görülür.
2-Eri kinlerde hormon ba ımlı dokuların gerilemesinde (involüsyon
organ
atrofisi) görülür: Postlaktasyonel (sütten kesilmi ) meme salgı hücrelerinde
regresyon, menopozda ovarian follikül atrofisi, menstrüel siklusda endometrium
hücrelerindeki ölüm, örnektir.
3-Prolifere hücre topluluklarındaki hücre kayıpları; buna örnek barsak
kriptlerindeki epitel hücre sayılarının sabit tutulmaları için, hücre ölümü örnek
verilebilir.
4- ltihabi yanıtın sonlandırılması; ekstravazasyondan sonra, iltihabi dokuda
görevini tamamlamı lökositlerin ölümü, apoptozis ile olmaktadır.
5-Sitotoksik T lenfositler tarafından olu turulan hücre ölümü: Virus ve tümör
hücrelerine kar ı olu turulan bir savunma mekanizmasıdır. Bunların öldürülerek
elimine edilmelerini sa lar.
Apoptozisin indüksiyonu ,Hücre yüzey ölüm reseptörlerinin uyarılması Sitokrom c’nin
salıverilmesi Apoptozom olu umu (sitokrom c+Apaf-1 +kaspaz-9) Mitokondriyal
transmembran potansiyelin de i mesi ,Kaspazların aktivasyonu Fosfatidilserinin
hücre membranının iç yüzünden dı yüze transloke olması, DNaz’ın aktivasyonu
sonucu DNA’nın fragmentasyonu (internukleozomal DNA fragmentasyonu)
,Yapısal proteinlerin yıkılmasına ba lı olarak apoptozise özgü morfolojik de i ikliklerin
meydana gelmesi ile olur.
Fas ligand (FasL), Fas adlı bir hücre-yüzey reseptörüne ba lanan bir moleküldür.
(CD95 olarak ta bilinir
Kanser genleri Kanserin hedefledi i genetik programlar insan genomuna da ılmı
genlerde yazılıdır. nsan DNA’sının 23 000 kadar gen içerdi i dü ünülmektedir. Bu
genlerin birkaç bin kadarı (3000–5000) kanserde regülasyonu bozulan genetik
programlarda rol alan proteinleri kodlamaktadır. i levini kaybeden bir gen, kritik bir
proteinin anormal düzeylerde üretimine (çok az ya da çok fazla), anormal bir protein
üretimine ( i lev kazanmı ya da kaybetmi ), ya da bir proteinin hiç olmamasına sebep
olabilir. Bu ekilde etkinle mi bir gen, “onkogen” olarak adlandırılır çünkü hücre
ço almasını hızlandırır. Tersine, bazı genler ise, etkin olmadıklarında kanser
geli imine katkıda bulunurlar. Ço u kanser sadece tek bir hücreden (ya da az sayıda
hücreden) do ar . Bu hücre kanserli olmak için onkogenlerde ve tümör baskılayıcı
genlerde hücrenin normal sınırının çok ötesinde ço almasını sa layacak birkaç
de i iklik geçirmelidir. Bu süreç “asi” hücrelerden olu an bir klonun olu umuna yol
açar. E er organizma bu klona tolere ederse ve rahatsız edilmeden kalırsa, ço almaya
devam edebilir ve bu süreç içinde içerdi i hücreler gittikçe artan sayıda modifikasyon
biriktirir.
Böylesi bozulmu bir süreçte, sadece en uygun ve en saldırgan hücreler hayatta
kalacak ve daha örgütsüz olan hücrelerin yerini alacaktır. Tümörler bu ekilde malign
hale gelirler. Bu aynı zamanda kanserin tedavisinin bu denli zor DNA diziliminde
mutasyon adı verilen küçük de i iklikler meydana geldi inde kanser ba layabilir. Bu
de i iklikler tek bir baz de i ikli i olabilir ve bu durumda bir kodonu tanımlayan 3
bazdan biri de i mi olur ve bir proteine farklı bir proteinin eklenmesine yol açar. Bazı
durumlarda, bu, söz konusu proteinin aktivitesini dramatik bir biçimde de i tirmek için
yeterlidir. Ba ka DNA mutasyonları ise, çok sayıda bazı etkileyebilir ve genomdan birkaç
gen içeren bir DNA parçası kopar; ya da bu DNA parçası genomda ba ka bir yere
yerle erek biti ik olmayan DNA parçalarının birle mesiyle olu an yeni genler olu arak
yeni, anormal proteinlerin sentezine yol açar.
•
ekil ksenobiyotiklere ba lı hücre hasarı kanser olu umu
Tüm kanser türlerinin ortak yönü, kontrol edilemeyen zararlı bir hücre büyümesidir.
Kanser olu umuna "kanserojenez" denir. Kanserojenezde (henüz bilinmeyen bir
nedenle) bölünen ana hücreden, anormal geli me göstererek tümor hücresine dönü en
iki yavru hücre ortaya çıkar. Genel olarak ba ta bazı zararlı kimyasal maddeler olmak
üzere, bazı virüslerin, yüksek enerjili ı ınların (X-ı ınları, -ı ınları, -ı ınları, -ı ınları,
UVB-ı ınları),beslenme bozukluklarının, sigara ve tütün kullanımının, genetik
faktörlerin, hormonal faktörlerin, ba ı ıklık sistemindeki zayıflı ın, çalı ma ortamı ve
bazı meslek etkenlerinin "kansorejeneze" neden oldukları anla ılmı tır. Sigara
dumanında, ba ta 3,4-benzpiren ve çe itli nitroso bile ikleri olmak üzere,birden fazla
kanserojen madde vardır. Kanserojenaz olgusu, tüm dı etkenlerin yanısıra bir "genetik
yatkınlık" olarak ortaya çıkabilmektedir.
Büyüklükleri ne olursa olsun, böylesi de i iklikler “genetik de i imler” ya da
“mutasyonlar” olarak adlandırılır. Bu de i iklikler kanserli hücrelerin DNA dizimlinin
saptanmasıyla belirlenebilir. Metabolizmaya giren tüm toksinler hedefledikleri doku yada
dokularda hasar yaparlar. Özelikle a ır metaller(Berilyum , Kadmiyum , Kobalt ,
Krom Kur un, Nikel , Arsenik) insanda belirli dokularda etkilerini gösterdikleri
bilinmektedir. kadmiyum oksit (CdO) kadmiyum selenid (CdSe), kadmiyum sülfat
hidrat (CdSO4 . H2O), kadmiyum klorür monohidrat (CdCl2 . H2O) vb. birçok
kadmiyum bile i i yanısıra; kadmiyum metalinin de kanserojenik oldu unu
belirlenmi tir.
Sitokrom P450 Enzimi ve Tümör
Sitokrom P450 enzimlerinin gerçekle tirdi i reaksiyonlar, karsinojenleri aktif veya inaktif
hale getirir. Belirli bir P450 enzim alt tipinin yoklu u veya varlı ı tümör olu umuna sebep
olabilir veya aksine tümör olu umunu engelleyebilir. nsandaki sitokrom P4501A2,
yanmı besinlerin ve sigara dumanının karsinojenik tesirlerinden kısmen sorumlu olan
enzimdir. Gıdaları (ekmek, patates, patlıcan, et, vb.) fazla kızartma veya yakma,
besindeki aminoasitleri ve karbonhidratları de i tirerek heterosiklik aminler olarak bilinen
kimyevî bile iklerin olu masına sebep olur. Heterosiklik aminler P450 enzimi tarafından
aktive edilerek kanser olu umunu uyarıcı molekül haline getirilirler.
Metallerin Karsinojenik Etkileri
Deney Hayvanlarında Metallerin Karsinojenik Etkileri
Metal Deney Hayvanı
Be
Fare, sıçan, maymun
Cd
Fare, sıçan, tavuk
Co
Sıçan, tav an
Kr
Tümör
Bölge
Osteosarkom Karsinoma
Kemik Akci er
Sarkoma Teratoma
Enjeksiyon bölgesi
Testisler
Sarkoma
Enjeksiyon bölgesi
Fare, sıçan, tav an
Sarkoma Karsinoma
Enjeksiyon bölgesiAkci er
Fe
Hamster, fare, sıçan, tav an
Sarkoma
Enjeksiyon bölgesi
Ni
Fare, sıçan, kedi, hamster, tav an Sarkoma Karsinoma
Enjeksiyon bölgesi
Kobay, sıçan
Karsinoma
Akci erBöbrek
Pb
Fare, sıçan
Karsinoma
Böbrek
Ti
Sıçan
Sarkoma
Enjeksiyon bölgesi
Zn
Tavuk, sıçan, hamster
Karsinoma Teratoma
Testisler
Bir bardak greyfurt suyu bazı ilaçlarla birlikte alındı ı zaman, ilaçların doz a ımı
göstermesi nedeniyle, toksik hatta ölümcül etki gösterebilmektedir. Greyfrut - ilaç toksik
etkisinde, sitokrom P450 (P450 veya CYP) ailesinin bir bireyi olan CYP3A4 enziminin
rolü vardır. Klinik tedavide kullanılan ilaçların %50si hem ince ba ırsakda hem de
karaci erde bulunan CYP3A4 tarafından metabolize edilirler. Greyfurt meyvasının iç
kısmı, zarı ve suyu içinde bulunan bazı kimyasal maddeler (naringenin O-glikozit,
bergamotin ve kumarin türevleri ve di erleri), ince ba ırsakda bulunan CYP3A4’e
ba lanarak, önce bu enzimin fonksiyonunu etkisiz hale getirirler ( nhibisyon), hemen
sonrada CYP3A4 proteinin hemen parçalanması neticesinde, (bu durum intihar
inhibisyonu diye adlandırılmaktadır) CYP3A4 ile metabolize edilen ilaçlar, olması
gerekenden daha az olarak metabolize edilir. Neticede, ilaçlar, doz a ımı etkisini
gösterir. öyle ki, ki inin aldı ı ilacın dozu, aynı olmasına ra men, bir bardak greyfrut
suyundan sonra, sanki 2-5 kez daha fazla dozda ilaç almı gibi bir etki görülür.
International Agency for Research on Cancer (IARC), kimyasal maddeleri insandaki
karsinojenik etki risklerine göre be gruba ayırmı tır:
Grup 1. nsanda Karsinojenik Etkililer:
Arsenik ve bile ikleri, kadmiyum, krom (6 de erli), nikel ve bile ikleri bu gruptadır.
Grup 2A. nsanda Karsinojenik Etki Olasılı ı Bulunanlar:
Cisplatin bu grupta yer almaktadır.
Grup 2B. nsanda Muhtemelen Karsinojenik Etkili Olanlar:
• Kur un ve anorganik bile ikleri bu gruptadır.
Grup 3. nsandaki Karsinojenik Etkileri Yönünden Sınıflandırılabilir
Olmayanlar
Grup 4. nsanda Karsinojenik Etkisi Olmayanlar
Karsogenik maddeler
Fiziksel,Kimyasal Ajan
Kanser Tipi
Görülme sıklı ı
Arsenik
Akçi er, Deri
Nadir
Asbestos
Mesothelioma, Akçi er
Sık olmayan
Benzen
Myelogenous leukemia
Sık
Diesel yakıt
Akçi er
Sık
Formaldehyde
Burun, nasopharynx
Nadir
Yapay fibriller
Akçi er
Sık olmayan
Ionizing radiation
Kemik ili i, di er organlar
Sık
Mineral ya lar
Deri
Sık
Nonarsenikl Pesticides
Akçi er
Sık
Boyalar
Akçi er
Sık olmayan
Polychlorinated Biphenyls
Karaci er, Deri
Sık olmayan
Radon (alpha Patiküleri)
Akçi er
Sık olmayan
s
Deri
Sık olmayan
Tablo çe itli toksik maddeler ile insan hedef doku ve organları
Arsenik
Asbest
Benzen
Berilyum
Kadmiyum
Krom
Nikel
Radan
Vinilklorür
PAH
Akci er,Deri,Karaci er
Akci er,Böbrek
Lösemi
Akci er
Akci er
Akci er
Akci er
Akci er
Akci er,Karaci er
Akci er,deri
Serbest Radikaller ve Oksidatif Stres
Serbest radikaller (oksidan ürünler) ile antioksidan etkile imini farklı hücre tiplerine
farklılık gösterir. Moleküller, bir veya daha fazla atomlardan, bir veya daha fazla
elementlerin kimyasal ba larla birle mesinden meydana gelmi tir. Atomlar; tek bir nüve
(çekirdek), nöronlar, protonlar ve elektronlanlardan olu ur. Atom çekirde indeki
protonların (pozitif yüklü parçacıklar) sayısı, atomu çevreleyen elektronların (negatif
yüklü parçacıklar) sayısını belirler. Elektronlar kimyasal reaksiyonlarla ilgilidir ve molekül
olu turmak için, atomları birbirine ba layan maddedir. Elektronlar atomu yörünge
biçiminde bir veya birkaç kat kabuk eklinde çevreler. En içteki kabuk iki elektrona sahip
oldu unda dolar. lk kabuk doldu u zaman, elektronlar ikinci kabu u doldurmaya ba lar.
Bir atomun kimyasal davranı ını belirleyecek en önemli yapısal özellik, dı kabuktaki
elektron sayısıdır. Dı kabu u tamamen dolu olan bir madde, kimyasal reaksiyonlara
girme e iliminde de ildir, stabildir (hareketsiz). Atomlar maksimum stabiliteye ula mak
için, dı kabu unu dolu hale getirmeye çalı ırlar. Atomlar genellikle di er atomlarla
elektronlarını payla arak dı kabuklarını doldurmaya çalı ır. Serbest radikaller dı
yörüngede e le -memi (çiftlenmemi ) tek bir elektronu bulunan kimyasal moleküllerdir.
Bu özellikleri nedeniyle son derece de i ken- dengesiz yapıda oldu undan, kolayca
inorganik ve organik kimyasallarla reaksiyona girer. Bunlar hem organik hem de
inorganik moleküller halinde bulunur. Di er bile iklerle süratle reaksiyona girerek,
stabilite kazanmak için, gerekli elektronu kazanmaya çalı ır. te serbest radikaller en
yakın stabil moleküle saldırarak o moleküllün elektronunu çalarak zararlı etkisini
gösterir. Serbest radikal tarafından saldırılan molekül, elektronunu kaybedip serbest
radikale dönü ür. Süreç bir kez ba layınca ardı ık zincirleme olaylar, canlı hücrenin
ya a-mının bozulmasıyla sonuçlanır. Hücrelerde olu tu u zaman, hücresel proteinler ve
lipidler oldu u kadar nükleik asidlerle de süratle etkile ek onları parçalar. Buna ek
olarak serbest radikaller otokatalitik reaksiyonları ba latır. Serbest radikallerle
reaksiyona giren moleküller, yeni serbest reaksiyonlara dönü erek zincirleme hasarlara
yol açar. Hücre içinde pekçok reaksiyon, serbest radikallerin olu umundan sorumludur.
Çe itli reaksiyonlar sonucu bunlar ortaya çıkar.
1- Hücre içi metabolik olaylar sırasında olu an redüksiyon-oksidasyon (redoks)
reaksiyonlarında görülür. Bu olaylarda; süperoksit radikali (O2-), hidrojen peroksitx
(H2O2) ve hidroksil radikali (OH) gibi, önemli serbest radikaller olu ur. Hücre içinde
olu tu unda süratle çe itli membran molekülleri oldu u kadar, proteinleri ve nük-leik
asidleri (DNA) de parçalayarak hasar verir. Böyle DNA hasarları; hücre ölümünde,
ya lanmada ve maligniteye dönü ümde söz konusudur. Normal ko ullarda bu serbest
radikaller, antioksidanlarla yok edilebilir. E er antioksidanlar yoksa veya serbest radikal
üretimi çok artarsa, hücrelerde hasar kaçınılmaz olacaktır.
2- Radyasyon enerjisinin (ultraviyole ı ık, X- ı ınları) absorbsiyonunda iyonize
radyasyonun etkisiyle hücre içindeki su hidrolize olur. Suyun bu radyolizisi sonucu
hidroksil (OH) ve hidrojen (H) serbest radikalleri ortaya çıkar.
3- Demir ve bakır gibi de i imli metaller, bazı hücre içi reaksiyonlarda elektron
alıp verme özellikleri nede-niyle serbest radikaller ortaya çıkar.
4- Ekzogenös (dı kaynaklı) kimyasal maddelerin enzimatik metabolizması sonucu
karbon tetraklorid (CCl4) den, karbon tetraklorür (CCl3) serbest radikali olu ur.
5- Nitrik oksit (NO), endotel hücreleri ve makrofaj gibi, bazı tip hücreler tarafından
sentez edilen, serbest radikal gibi davranan önemli bir kimyasal medyatördür. Nitrik oksit
oksijenle reaksiyona girdi inde, NO2 ve NO3 gibi, di er serbest radikalleri de olu turur.
Bir redoks tepkimesinde bir bileş iğ in elektron kaybetmesine oksidasyon,
baş ka bir bileş iğ e elektron eklenmesine redüksiyon denir.
ekil redüksiyon ve oksidasyon
Dı orbitallerinde çiftlenmemi elektron içeren atom veya moleküllere radikal
adı verilir ve “R” ile gösterilir.
ekil ba lıca serbest oksijen türleri
Serbest Radikaller, üzerinde elektron fazlalı ı veya eksikli i nedeniyle yüklü olan
kimyasal olarak aktif atom veya moleküllerdir. Serbest Radikaller özellikle reaktif tür
oksijen içerirler. Bunlar; hidrojen peroksit, alkoksit ve ozon gibi e le memi elektronu
bulunmayan oksijen türevleri ile hidroksil, peroksil, alkoksil, azot oksit, azot trioksit
ve süperoksit radikallerini içerir. Serbest radikaller atomun üzerindeki nokta i areti
payla ılmamı elektronları gösterir. Kararsız bir yapı gösteren bu tanecikler bir an
önce kararlı hale ula mak isterler. Bu bile ikler organizmada normal metabolik yolların
i leyi i sırasında veya çe itli dı etkenlerin etkisiyle olu abilir. Çok kısa ya am süreli,
ancak yapılarındaki dengesizlik nedeniyle çok aktif yapıda olup tüm hücre
bile enleri ile etkile ebilme özelli i göstermektedir. Orbitalinde bir ya da daha fazla
çiftlenmemi elektron ta ıyan halojen atomlar (Cl ve Br), hidrojen atomu, Na, K gibi alkali
metal atomları ve oksijenin redüksiyon ara ürünleri süperoksit (O2˙ ), hidrojen peroksit
(H2O2), hidroksil (OH˙), gibi 11 ba ımsız, kısa ömürlü, reaktif atomlar serbest
radikal olarak tanımlanmaktadır Di er taraftan bazı atom kombinasyonları ise bir
orbitalinde tek elektron bulunduran da ılımları nedeniyle radikaldir.
ekil Farklı moleküllere ba lı ROS olu umu.
Serbest radikaller :
• bir veya daha fazla e le memi elektrona sahip,
• kısa ömürlü,
• kararsız,
• molekül a ırlı ı dü ük ve
• çok etkin moleküller olarak tanımlanır.
Ço u olayda serbest radikal üretimi, pato-mekanizmanın bir parçasıdır ve pek çok
ksenobiyoti in toksisitesi, serbest radikal üretimi ile ilgilidir.
Ortaklanmamı (e le memi ) elektron içeren atom, atom grubu veya moleküller serbest
radikal olarak tanımlanırlar. Ancak Fe3+, Cu2+, Mn2+ ve Mo5+ gibi geçi metalleri de
ortaklanmamı elektronlara sahip oldukları halde serbest radikal olarak kabul edilmezler,
fakat serbest radikal olu umunda önemli rol oynarlar. Serbest radikaller pozitif yüklü
(katyon), negatif yüklü (anyon) veya elektriksel olarak nötral olabilirler. Serbest
radikal tanımına göre moleküler oksijen, bir biradikal (diradikal) olarak de erlendirilir.
Biradikal oksijen, radikal olmayan maddelerle yava reaksiyona girdi i halde di er
serbest radikallerle kolayca reaksiyona girer.
Sekil DNA üzerinde meydana gelen hasarlar.
Örne in önemli bir hava kirlili i etkeniolan nitrit dioksit (NO2) endotel kaynaklı relaksan
faktör(vazodilatör) olan nitrik oksit (NO) bu tip radikallerdir Demir, bakır, mangan,
molibden gibi geçi metalleri dı yörüngelerinde birer elektron ta ımalarına ra men
radikal karakter göstermezler Nitrik oksit (NO) ve oksijen kaynaklı Serbest Radikalleri
:yarılanma ömrü çok kısa ve sadece çevre hücreleri etkileyen serbest radikal bir gazdır.
L-arginin, moleküler oksijen ve NADPH’ den nitrik oksit sentetaz (NOS) tarafından
sentezlenmektedir. SSS inde kan akımı ve nörotransmitter salınımını düzenler.
Makrofajlarca mikroorganizmalar ve tümör hücrelerine kar ı sitotoksik bir metabolit
olarak kullanılır Endotelde sentez edilir, takiben guanil siklaz aktivasyonu,buna ba lı
cGMP artı ı ile guanil siklaz aktivasyonu ve sonuçta damar duvarındaki düz kaslarda
gev eme (vasodilatasyon) yapar.
ekil Ba lıca ROS kaynakları
Serbest radikal kabul edilen atom ve moleküller elektron konfigürasyonlarının
yanısıra, termodinamik yapıları ve lokal kinetik reaktiviteleri ile de erlendirilirler).
Oksidan ve antioksidan sistem vücutta tam bir denge içerisindedir Hergün ekzojen
(UV, radyasyon) ya da endojen kaynaklar (Sitokrom P450, NADPH oksidaz)
aracılı ıyla öncelikle O2 kaynaklı reaktif ürünler olu maktadır. Bu ürünler vücudun
antioksidan defans mekanizmaları SOD, katalaz, GSH–Px, glutatyon (GSH) tarafından
zararsızla tırılmaktadır Oksidatif stres ya lanma ve bazı hastalıklarda önemli rol oynar.
ekil antioksidan enzimler
Serbest radikaller, hücrelerde endojen ve ekzojen kaynaklı etmenlere ba lı olarak
olu urlar. Ekzojen kaynaklı etmenler arasında parakuat, alloksan gibi kimyasalların
etkisi altında kalma, karbon tetraklorür, parasetamol gibi ilaç toksikasyonları, iyonize
ve ultraviyole radyasyon, hava kirlili i yapan fitokimyasal maddeler, sigara
dumanı, solventler gibi çevresel faktörler, nitrofurantoin, bleomisin, doksorubisin ve
adriamisin gibi antineoplastik ajanlar, alkol ve uyu turucular gibi alı kanlık yapıcı
maddeler bulunması nedeniyle serbest radikaller toksikolojik açıdan da önemlidir
Kadmiyum ve kur un gibi bazı çevre kirleticilere uzun süre mesleki maruz
kalmalar, oksidatif strese neden olabilir ki bu, biyolojik sistemlerdeki istenmeyen
etkilerin altında yatan bir mekanizmadır. Oksidatif stres basit bir ekilde, vücudun
antioksidan savunması ile hücrelerin lipid tabakasının peroksidasyonuna neden
olan serbest radikal üretimi arasındaki dengesizlik olarak tanımlanabilir.
• Serbest radikaller vücudun her yerinde elektron verip yada alabilirler. Böylelikle
hücreler, proteinler ve DNA’ya zarar verebilirler.
• Pankreasta yo unla ırsa eker hastalı ına, gözde katarakta, kanda ise kalp ve
dola ım sistemi hastalıklarına sebep olurlar.
• Serbest radikallerin vücutta tetikleyici olarak sebep oldu u hasarların ilk belirtileri;
Deride buru ma, sarkma ve renginde kararma eklindedir. Ayrıca kronik yorgunluk ve
bitkinlik semptomları görülür.
Serbest radikaller
•
•
•
•
hidroksil,
süperoksit,
nitrik oksit ve
lipid peroksit radikalleri
gibi de i ik kimyasal yapılara sahiptir. Biyolojik sistemlerdeki en önemli serbest
radikaller, oksijenden olu an radikallerdir. Oksijen, süperoksit grubuna (O’2) bazı
demir-kükürt içeren yükseltgenme-indirgenme enzimleri ve flavoproteinlerin
etkisiyle indirgenir. Son derece etkin olan ve hücre hasarına yol açan süperoksit grubu,
bakırlı bir enzim olan süperoksit dismutaz (SOD) aracılı ında hidrojen peroksit (H2O2)
ve oksijene çevrilir. Süperoksit grubundan daha zayıf etkili olan H2O2, dokularda
bulunan katalaz, peroksidaz ve glutasyon peroksidaz (GPx) gibi enzimlerle su ve
oksijen gibi daha zayıf etkili ürünlere dönü türülerek etkisiz kılınır.
Hücrede bulunanbir organel olan Peroksizom çe itli substratlardan O2’e H+ aktararak,
yan ürün olarak H2O2 olu turan enzimler içerirler. Hücre için zehirli olabilecek maddeleri
oksitleyerek zehirsiz hale getirirler. (örn. alkol). Dietilditiyokarbamat gibi süperoksit
dismutazın etkinli ini engelleyen maddeler, süperoksit gruplarının zararsız hale
getirilmesini sınırlandırırken, lipid peroksidasyonu hızlandırırlar. Ayrıca katalazın
etkinli ini engelleyen maddeler (aminotriazol gibi herbisidler) de etkin oksijen gruplarına
veya bu grupları olu turan maddelere duyarlılı ı artırır . Serbest oksijen radikallerinin,
ilaç ve toksinle olu an reaksiyonlar, kur un zehirlenmesi, aminoglikozit
nefrotoksisitesi, a ır metal nefrotoksisitesi, karbon tetraklorüre ba lı karaci er
hasarı, glomerulonefritis, hepatitis B, iskemi ve reperfüzyon, Vit E eksikli i,
kanser, amfizem, hiperoksi, bronkopulmoner displazi, arteroskleroz, pankreatitis
ve romatoid artrit gibi pek çok hastalı ın patogenezisinde etkili oldukları öne
sürülmektedir .
ekil ROS üzerine etkili enzimler
Süperoksit gruplarının hızlı bir ekilde olu turdu u singlet oksijen, hücre zarlarının
•
•
•
•
fosfolipid,
glikolipid,
gliserid ve
sterol yapısındaki doymamı ya asitleriyle reaksiyona girerek
peroksitler, alkoller, aldehitler, hidroksi ya asitleri, etan ve pentan gibi çe tli lipid
peroksidasyon ürünlerini olu turur. Lipid peroksitler, indirgenmi glutasyona (GSH)
ba ımlı selenyumlu bir enzim olan GS-peroksidaz tarafından lipid alkollere çevrilerek
inaktive edilirse de, gerek süperoksit gruplarıyla fazla miktarda lipid peroksitlerin
ekillendirilmesi ve gerek selenyum eksikli i ve gerekse ortamdaki GSH’nın
tükenmesine neden olabilen dietilmaleat, dioksin gibi maddelerin bulunması, lipid
hidroperoksitlerinden serbest lipid grupların olu masına yol açar. Serbest lipid grupları
da, ayrıca doymamı ya asitlerinin peroksidasyonuna neden olur.
a.Katalitik serbest radical uzakla tırılması
O2.-
- spontaneous dismutation
- superoxide dismutase (SOD)
- Seruloplasmin
H2O2 - glutathion peroxidase (GTPx)
- katalaz (CAT)
Organik hydroperoksidaz- GTPx
Disülfit - GTPx
Oxidised ascorbate - GTPx
b. Serbest radikal ba layan moleküler (antioksidantlar)
1. Vitamin E (α-tocopherol)
2. Redükte edilmi askorbik asid
3. Yüksek düzeydeki ve konsantrasyondaki
4. Dü ük molekül a ırlık thioller (sistein )
5. Büyük molekül a ırlıklı e m.w. thioller (albumin)
c. Fe ve Cu uzakla tırılması
1. Ferritin, transferrin, lactoferrin (Fe)
2. Ceruloplasmin (Cu, Fe)
3. Serum albumin (Cu)
Hücre zedelenmesine neden olan pek çok farklı yol vardır; fakat bunların hepsi öldürücü
de ildir. Bununla birlikte herhangi bir zedelenmeden kaynaklanan, hücre ve doku
de i iklik-lerine yol açan, biyokimyasal mekanizmalar oldukça karma ıktır ve di er
intrasellüler olaylar ile sıkıca birbiri içine girmi tir. Bu nedenle, sebep ve sonuçları
birbirinden ayırdetmek müm-kün olmayabilir. Bir hücrenin yapısal ve biyokimyasal
komponentleri o kadar yakın ili kide-dir ki, zedelenmenin ba langıç noktası önem
ta ımayabilir; fakat pek çok sekonder etki süratle olu ur.
Hücre hasarlarına neden olan bazı zedeleyici ajanların patojenik mekanizmalarıyla ilgili
bi-linen pek çok özellik vardır. Örne in, aerobik solunumun siyanürle zehirlenmede
mitokondri-yada oksijen ta ıyıcı bir enzimin (sitokrom oksidaz) inaktive edilmesi, ATP’yi
tüketerek hi-poksi yoluyla hasar meydana getirir, yani intrasellüler asfiksiye yol açar.
ntrasellüler osmotik dengenin korunması için elzem olan sodyum, potasyum ve
adenozin trifosfat (ATP)x aktivite-lerinde azalmalara neden olur. Bunlar korunamadı ı
zaman, hücre içine dı ortamdan sıvı akı- ı olur, hücre süratle i er, rüptüre olur ve
nekroza gider. Yine aynı ekilde anaerobik bazı bakteriler, fosfolipaz salgılayarak hücre
membran fosfolipidlerini parçalayıp, hücre membra-nında direkt hasar meydana getirir.
Hücre zedelenmesinin pekçok
eklinde, hücreyi ölüme gö-türen moleküler
mekanizmalardaki ba lantıları anlamak bu kadar kolay de ildir.Reversibl zedelenmenin
neden oldu u hücresel bozukluklar onarılabilir ve zedeleyici etki hafifletilebilirse, hücre
normale döner. Kalıcı veya iddetli zedelenme, o bilinmeyen “dönü ü olmayan nokta” yı
a arsa irreversibl zedelenme ve hücre ölümü meydana gelir. rreversibl ze-delenme ve
hücre ölümüne neden olan dönü ü olmayan nokta, hala yeterince anla ılamamı -tır.
Sonuç olarak; hücre ölümüne neden olan bilinen ortak bir son yol yoktur. Bütün bunlara
ra men, hücre ölümünü anlamak ve açıklayabilmek için, bir miktar genelleme
yapılabilinir. rreversibl hücre zedelenmesinin patogenezinde ba lıca iki önemli olay
vardır. Mitokondrial disfonksiyonun düzelmeyi i (oksidatif fosforilasyon ve buna ba lı
ATP üretiminin yapılama-ması) ve hücre membranındaki a ır hasardır.
Zedelenme le lgili Bazı Özellikler:
-- Zedeleyici stimulusa hücresel yanıt, zedeleyicinin tipine, onun süresine ve iddetine
ba lıdır. Bu nedenle dü ük dozda toksinler veya iskeminin kısa sürmesi, reversibl
(dönü lü) hücre zedelenmelerine neden olur. Halbuki daha büyük toksin dozları veya
daha uzun süreli iskemi, irreversibl (dönü süz) zedelenme ile sonuçlanır ve hücre ölüme
gider.
-- Zedeleyici stimulusun sonuçları; zedelenen hücre tipine, hücrenin uyum yetene ine ve
ge-netik yapısına ba lı olarak da farklılıklar gösterir. Örne in, bacaktaki çizgili iskelet
kası, 2- 3 saatlik iskemileri tolere edebilir. Fibroblastlar da dirençli hücrelerdir. Buna
kar ın kalb kası hücresi (myosit), yalnızca 20-30 dakikalık zaman içinde ölüme
dayanabilir. Bu zaman, nöron- da 2- 3 dakikadır.
-- Tüm stresler ve zararlı etkenler, hücrede ilk etkilerini moleküler düzeyde yapar. Hücre
ölü- münden çok önce, hücresel fonksiyonlar kaybolur ve hücre ölümünün morfolojik
de i iklikle- ri, çok daha sonra ortaya çıkar. Histokimyasal veya ultrastrüktürel teknikler,
iskemik zedelen- medeki de i iklikleri birkaç dakika ile birkaç saat içinde görülebilir hale
getirir. Örne in, myokardial hücreler iskemiden 1, 2 dk sonra, nonkontraktil
(kasılamama) olur. skeminin 20- 30 dk’sına kadar, ölüm meydana gelmez. Ölümden
sonraki de i ikliklerin, ultrastrüktürel dü-zeyde de erlendirilmesi için, 2- 3 saat, ı ık
mikroskobu ile görülebilme düzeyine gelebilmele-ri için (örn. nekroz), 6- 12 saat geçmesi
gerekir. Morfolojik de i ikliklerin çıplak gözle görü-lebilir hale gelmesi, daha da uzun bir
zaman alır.
-- Patolojik açıdan iki ana tipte hücre ölümü vardır. Farklı zedeleyici etkenler, nekroz
veya apoptoz eklinde hücre ölümüne neden olur. ATP de kayıplar ve hücre zarı
hasarları, nekroz-la ili kilidir. Apoptoz; aktif ve düzenli bir olaydır. Pro ramlanmı ve
kontrol edilen bir hücre ölüm biçimidir. Burada ATP kayıpları yoktur.
Apoptozis, hücre içi veya hücre dı ı uyarılara kar ı genetik kontrol dahilinde (programlı)
olarak ortaya çıkan hücre ölümüdür. Hücre ölümü nekroz ve apoptozis olmak üzere iki
ekilde görülebilir. Nekrotik hücre ölümü, bir programa ba lı olmaksızın meydana gelen
doku zedelenmelerinde ortaya çıkan hücre ölümüdür. Nekrozda hücre i er, plazma
membranı ve hücre içi membranlar, kromozomlar parçalanır. Apoptoziste ise
hücre büzülür, buna kar ın çekirdekte bulunan kromatin materyalinde
yo unla ma görülür. Büzülen hücre parçalanır, apoptotik cisimler açı a çıkar. Bu
cisimler yakla ık bir saat içinde makrofajlarca ya da kom u epitelyum hücrelerince
yutulur.
-- Hücre zedelenmesi hücre komponenetlerinden bir veya bir kaçında ortaya çıkan
biyokimya-sal veya fonksiyonel bozukluklardan kaynaklanır. Zedeleyici stimulusun en
önemli hedef nok-taları unlardır: (a)Adenozin trifosfat (ATP) üretim yeri olan
mitokondriler, (b)hücre ve organellerinin iyonik ve osmotik homeostazı için gerekli
olan hücre membranı, (c)protein sentezi, (d)genetik apareyler (DNA iplikci inin
bütünlü ü) ve (e)hücre iskeleti çok önemlidir. Mitokondriyal Zedelenme: Memeli
hücrelerinin tümü, temelde oksidatif metabolizmaya ba lı oldu undan mitokondriyal
bütünlük hücre ya amı için, çok önemlidir. Mitokondri hüc-renin “enerji santralı” olarak
bilinir. ATP hücredeki bütün intrasellüler metabolik reaksiyonlar için, gereken enerjiyi
sa lar. Mitokondrilerde üretilen ATP deki enerji, hücrelerin ya amı için elzemdir. Yine bu
mitokondriler, hücre zedelenmesi ve ölümünde de çok önemli bir rol oynar. Mitokondriler
sitozolik (hücre içi) kalsiyumun artmasıyla, serbest radikallerle (aktif oksijen türevleri),
oksijen yoklu unda ve toksinlerle zedelenebilir. Mitokondriyal zedelenmenin iki ana
sonucu vardır: 1)Oksidatif fosforilasyonun durmasıyla ATP nin progresif olarak
dü mesi, hücre ölümüne götürür. 2)Aynı zamanda mitokondriler bir grup protein
içerir. Bunlar içinde apoptotik yolu harekete geçiren protein (sitokrom c) de bulunur. Bu
protein, mitokondride enerji üretimi ve hücrenin ya amı için, önemli bir görev yapar. E er
mitokondri dı ına sitozo-le sızarsa, apoptozisle ölüme neden olur. Bazı nonletal patolojik
durumlarda mitokondriaların sayılarında, boyutlarında, ekil ve fonksiyonlarında çe itli
de i iklikler olabilir. Örne in hücresel hipertrofide, hücre içindeki mitokondri sayısında
artma vardır. Buna kar ın atrofide, mitokondri sayısında azalma görülür.
Antioksidanlar
Serbest oksijen radikallerinin etkilerini ortadan kaldırmak için antioksidanlar adı verilen
çe itli savunma mekanizmaları geli mi tir. Antioksidanlar lipid peroksidasyonunu
engellemeleri yanında protein, nükleik asitler ve karbonhidratların korunmasını sa larlar.
Serbest radikaller ve reaksiyon ürünleri biyomoleküller, fagositler ve myofibroblastların
aktivitelerini artırırlar. Lipid peroksidasyonu ve lipid peroksidasyon ürünleri ile olu turulan
fibrozun, bazı hayvan modellerinde antioksidanların kullanımı ile azaldı ı gösterilmi tir.
Satellit hücrelerin aktivasyonlarının antioksidan etkisiyle bloke edildi i gösterilmi tir.
Hücre kültürü ortamında, sıçan stellat ve kuppfer hücreleri fonksyonlarına
antioksidanların etkileri ara tırılmı ve bu iki hücrenin düzenleyici fonksyonları aynı
zamanda karaci er hasarından da sorumlu tutulmaktadır.
Damar sertli i (ateroskleroz) ve ROS:
Kanda a ırı miktarda LDL bulunması durumunda LDL’ler, süperoksit ve H2O2 gibi
etkenler vasıtasıyla oksitlenir. Oksitlenmi LDL’ler retiküloendoteliyal sistem makrofajları
tarafından reseptör aracısız olarak yutulur ve köpük hücre olu umu olur.
ekil: Köpük hücre olu umu,
Düz kas hücrelerinde kolesterol esterlerinin birikmesiyle de arteriyel duvarlarda
aterosklerotik plaklar geli ir.
ROS metabolizması
Evrimsel olarak bakıldı ında 4.6 milyar önce olu an dünya ilk artlarında oksijen yoktu.
Oksijen 3 milyar önce mavi ye il algler tarafında fotosentez sonunda atmosferde yüzde
21 oranında olu mu tur. Canlıya alınan oksijenin %85–90 mitokondrilerce kullanılır.
Normal artlarda enzimlerin oksijen maruz kalarak bozulması çok yava tır. ROS etki
mekaniznası 1954 yılında bulunmu tur. Serbest radikaların hücre içinde oksitatif stres
yol açtı ı bulunmu tur.
Serbest radikaller, hücrelerde endojen ve ekzojen kaynaklı etmenlere ba lı olarak
olu urlar. Endojen etmenler organizmada normal olarak meydana gelen oksidasyon ve
redüksiyon reaksiyonları ile olu urlar. Ekzojen kaynaklı etmenler arasında stres,
virüsler, enfeksiyon, parakuat, alloksan gibi kimyasalların etkisi altında kalma,
pestisidler, karbon tetraklorür, parasetamol gibi ilaç toksikasyonları, iyonize ve
ultraviyole radyasyon, hava kirlili i yapan fitokimyasal maddeler, sigara dumanı,
solventler gibi çevresel faktörler, sisplatin, nitrofurantoin, bleomisin, doksorubisin
ve adriamisin gibi antineoplastik ajanlar, hiperbarik oksijen, trisiklik
antidepresanlar, demir, bakır, kadmiyum, nikel, krom, civa gibi metal iyonları,
asbest lifleri, mineral tozlar, ozon, karbon monoksit, silika, aflatoksin B1 ve PCB
(poliklorlubifenil)’ler sayılabilir. Bir hücrede ROS (Reaktif Oksijen Parçaları)
Prooksidantlar ve antioksidant arasında dengenin bozulması ile hasar meydana gelir.
Oksitatif stres serbest radikal olu umudur, ba ımsız serbest bir yada iki elektron
ta ıyan moleküllerdir paramagnetik özeliklere sahiptir. Oksijen moleküler olarak serbest
radikaldir. O2----H-O=O-H hidrojen peroksit molekülü olu ur OH ve H2O molekülerine
dönü ür. nsanın solunum sonunda aldı ımız oksijenin yüzde 2-3 kısmı ROS dönü ür.
ROS içinde özellikle OH radikali çok aktiftir. O2 ve bir çok ROS difüzyona u rarken OH
difüzyon olmaz
uperoksit radikali çok aktiftir. difüzyonla kontrole elden
en yüksek kinetik katsayısına sahiptir. Aldı ımız havanın yüzde 1 kadarı superoksit
olu ur buda a ır ba lı olarak 1.7 kg meydana gelir. bu ekzersizle 10 kat artar.Serbest
radikaller bir çok biyolojik süreçlerde önemli bir rol oynar, bunların bazıları ya am için
gereklidir, örne in nötrofil granülositler tarafından bakterilerin hücre içinde
öldürülmesi. Serbest radikaller bazı hücre sinyalizasyon süreçlerinde yer aldıkları
gösterilmi tir. Buna redoks sinyalizasyonu adı verilmi tir(NO).
ekil: ROS ba lı DNA hasarı
Oksijenli serbest radikallerin en önemlileri süperoksit ve hidroksil radikalidir.
ndirgeyici
artlarda moleküler oksijenden meydana gelirler. Ancak, reaktif
özelliklerinden dolayı, bu serbest radikaller hücre hasarına neden olan yan reaksiyonlara
girerler. Ço u kanser tipinin serbest radikaller ve DNA arasındaki reaksiyonların
sonucu olu tu u, bunun sonucu olarak mutasyonların meydana geldi i ve bunların
hücre döngüsüne olumsuz etki etti i ve potansiyel olarak kötücüllü e yol açtı ı
dü ünülmektedir. DNA hasarı süreklidir, oksijen metabolizması sonunda DNA hasar
görür. Onarım tam olmayabilir yada hatalı onarım Genetik sabitlik bozulur. Kanser yada
mutasyona yol açar. Do al seçimle mutasyonlar türlerin farklıla masına neden olur.
DNA hasarı hücre içinde olabilir, amino grupların hidroliz olması, yada dı gelen etkiler
ı ınlar ilaçlar vb. DNA moleküler yapısında farklıla malar olabilir hidroliz, metile me,
oksitatif DNA molekülü üzerinde sıklıkla olur. DNA zincirinde kırılma pirin yada purin
uzakla masında olur. Amin gruplarının suyla reaksiyonu ile TP53 mutasyonlarını
görülür. Metabolizma sonunda DNA oksijen ile etkile erek zarar verebilir. ROS oksijen
metabolizması sonunda ortaya çıkar. Dı etkilerde ROS ortaya çıkmasına neden olur.
Oksitatif stres ya anın kaçılmaz sonucu olarak sürekli ortaya çıkacaktır. Buna ba lı
hastalıklar ortaya çıkar. DNA hasarı onarım mekanizmaları tarafında düzeltilir.
SENSÖRler DNA hasarını belirler, Tolere edileblir, Onarım, Apoptosis görülebilir
Ya lanmanın bazı belirtileri (ateroskleroz gibi) vücudu olu turan kimyasalların serbest
radikaller tarafından oksidasyonuna ilgilidir. Buna ilaveten, serbest radikaller alkole ba lı
karaci er hasarına katkıda bulunur. Sigara dumanındaki radikallerin akci erde bulunan
alfa-1 antitripsini inaktive etti ine dair bulgular vardır. Bu süreç amfizem olu umunu
hızlandırır.Serbest radikallerin rol oynadı ı dü ünülen di er hastalıklar arasında
Parkinson hastalı ı, ya lılık ve ilaç nedenli sa ırlık, izofreni ve Alzheimer Hastalı ı da
bulunmaktadır. Demir depo hastalı ı hemokromatoz, klasik bir serbest radikal
sendromudur, serbest radikallerle ili kilendirilmi olan bir belirtiler kümesi ile beraber
görülür: hareket bozuklu u, psikoz, deri pigmenti melanin bozuklukları, sa ırlık, atrit
ve diyabetes mellitus gibi. Ya lanmanın serbest radikal teorisine göre ya lanma
sürecinin altında serbest radikaller yatar, buna kar ın mitohomesis süreci serbest
radikallere ma ruz kalmanın ya am süresini uzatabilece ini dü ündürmektedir.
Serbest radikaller ya am için gerekli oldu u için, serbest radikallerin neden
oldu u hasarı en aza indirmek ve meydana gelen hasarı onarmak için vücudun
çe itli mekanizmaları bulunmaktadır. Bunlar arasında süperoksit dismutaz, katalaz,
glutatyon peroksidaz ve glutatyon redüktaz enzimleri sayılabilir.
Tablo ba lıca antioksidan ve reaksiyonları
Bunlara ek olarak, antioksidanlar bu savunma mekanizmalarında önemli rol oynar.
Bunlar ba lıca A vitamini, C vitamini, E vitamini ve polifenol antioksidanlarıdır.
Ayrıca, bilirubin ve ürik asit de bazı serbest radikalleri nötralize ederek antioksidan gibi
etkiyebilir. Bilirübin hemoglobinin yıkımından meydana gelir, ürik asit ise pürin
türevlerinin yıkımından olu ur. A ırı miktarda bilirubin sarılı a neden olabilir, bu da
merkezî sinir sistemine zarar verebilir. A ırı ürik asit ise gut hastalı ına neden olur.
ekil reaktif oksijen metabolizma yolu
Lipid peroksidasyonu, ya ların yükseltgenmesi sonucu bozulmasıdır. Ya ların genel
bozulma biçimi, bile imlerindeki doymamı moleküllerin oksijenle yükseltgenmesi olup
bunun sonucu aldehit, keton, hidroksi asitler, keto asitler, alkoller ve daha küçük
moleküllü ya asitleri meydana gelir. Bu çe it bozulmaya peroksidasyon denir ve
yükseltgenme ile meydana gelir. Linoleik asidin yükseltgenmesi daha az ho a
gitmeyen koku verir. Linoleik asidin yükseltgenmesinde ise pek az ho a gitmeyen koku
duyulur. Bu ekildeki yükseltgenerek bozulmayı ı ık, ısı, nem ve bazı metaller katalize
eder.
Doymamı asil lipidlerin peroksidasyonu: Oleik, linoleik ve linolenik asid gibi asil
lipid yapıları bir veya daha fazla asil grubuna sahiptir ve böylece kolaylıkla
hidroperoksitlere oksitlenir. Onu takip eden reaksiyonlar sonucunda çok sayıda öteki
bile ikler meydana gelir. Bu yüzden gıdaların normal depolandı ı artlarda doymamı
ya asidleri dayanıklı gıda yapıları olarak sayılamaz. Otoksidasyon, lipoksijenazın
katalizledi i ve lipid peroksidasyonu olarak adlandırılan prosesten ayrılmalıdır. Her iki
oksidasyon hidroperoksidleri üretir. Fakat ikincisi yalnız enzim varlı ında meydana gelir.
Lipid peroksidasyonu ile çok sayıda uçucu olan ve uçucu olmayan bile ikler meydana
gelir. Uçucu olanlar özel kokulu bile ikler olduklarından doymamı asil lipidlerini az
miktarda içeren gıdalarda veya az miktarda lipidlerin oksidasyona u raması halinde de
lipid peroksidasyonu derhal fark edilebilir.
ekil ya asitlerinin peroksidasyonu
ROS ba lı DNA hasarı
Serbest radikaller vücutta; hücre membran lipit ve proteinlerinin yapısını bozarak hücre
membranını akı kanlı ını bozar ve hücre fonksiyonunu engeller, nukleus membranını
etkileyerek genetik materyalde DNA kırılmaları ve mutasyonlara neden olur. Bu
hasarları lipit peroksidasyonu, proteinler arasında disülfit ba ı olu umu ve DNA hasarına
yol açarak meydana getirirler. En fazla olu an oksidatif DNA lezyonlarından biri olan
8OHdG, DNA replikasyonu esnasında G/C, T/A transversiyon mutasyonuna neden olur.
Oksidatif hasara ba lı mutasyonel yük artarken koruyucu ve onarıcı proteinlerin
azalması/hasarlanması
mitokondrilerin
hasar
ve
mutasyona
yatkınlı ını
arttırır.Mitokondrial DNA’da oksidasyon riskinin yüksek olmasının nedeni reaktif oksijen
türevlerinin olu um yerinin iç membrana yakınlı ı
ve koruyucu histonlarının
bulunmaması sonucudur.
Genetik materyalin moleküler bütünlü ünde endojen veya ekzojen faktörlerin etkisiyle
meydana gelen tüm de i iklikler DNA hasarı olarak adlandırılır. Genomik DNA’nın
bütünlü ü çevresel faktörlerin etkisiyle sürekli olarak tehdit altındadır. DNA replikasyonu
ve DNA rekombinasyonu gibi hücresel olaylar sırasında da endojen olarak DNA’nın
yapısında de i iklikler olu abilir .DNA hasarı, hücrenin ya amı boyunca yaygın olarak
görülen ve mutasyon, kanser, ya lanma ve sonuçta hücre ölümüne yol açabilen bir
olaydır. DNA, ya am boyunca hücresel metabolitler (ROS) ve ekzojen ajanlar tarafından
sürekli olarak de i imlere maruz kalır. Bu de i imler sonuçta tek hücreli organizmalarda
hücresel ölüme veya çok hücreli organizmalarda dejenerasyon ve ya lanmaya sebep
olabilir . Reaktif oksijen türleri DNA’da 20’den fazla oksidatif baz hasar ürününün
olu masına yol açar. Bu hasara u rayan bazlar arasında 8-hidroksi-2’-deoksiguanozin
(8-OHdG) oldukça duyarlı ve en sık kar ıla ılan oksidatif DNA hasarı belirtecidir.
Antineoplastik olarak kullanılan sisplatinin reaktif oksijen türlerinin olu umuna yol açtı ı
ve renal dokuda antioksidan enzim aktivitesini engelledi i, gram negatif bakteriyel
enfeksiyonlara kar ı yaygın olarak kullanılan gentamisinin ise renal dokularda
antioksidan enzim düzeylerini etkilemedi i veya azalttı ı bildirilmi tir . Antikarsinojenik
olarak kullanılan tirapazaminin çift zincirli DNA’da pürin ve primidin rezidülerinin
olu umuna yol açarak önemli derecede DNA hasarı yaptı ı, bir antrasiklin türevi olan
doksorubisinin topoizomeraz II ve RNA polimeraz II enzimlerinin inhibisyonuna yol açıp,
yanlı yazılım ve kopyalamaya neden olarak serbest oksijen radikalleri olu turdu u
bildirilmi tir. Penisilin türevi bir antibakteriyel olan amoksisilinin, 5 mM (milimolar)
düzeyde hamster hücre kültürüne uygulandı ı ve hücre içi reaktif oksijen türlerinin
olu umuna yol açarak ilk 1 saatte DNA hasarının en yüksek seviyeye ula tı ı ve 6 saatin
sonunda bazal düzeye indi i bildirilmi tir. Di er bir antibiyotik olan basitrasinin fare
eritrolökemi (MEL hücre kültürü) hücrelerinde DNA hasarına yol açtı ı gösterilmi tir .
Çevre sa lı ı uygulamalarında, ha ere mücadelesinde yaygın olarak kullanılan bazı
pestisidlerin DNA hasarına yol açtı ı, 18 pestisid uygulayıcısı ve 18 ki ilik kontrol
grubundan olu an çalı mada, bazı organik fosforlu insektisitlere (fenitrotiyon, diklorvos,
klorprifos ve diazinon) maruz kalan uygulayıcıların idrar 8-OHdG düzeylerinin kontrol
grubundan çok yüksek düzeylerde saptandı ı bildirilmi tir. Sıçanlara tek doz 400 mg/kg
DEET (N,N-diethyl-m-toluamide), 1,3 mg/kg permetrin ve bunların kombinasyonu dermal
yolla uygulandı ında, permetrinin idrarda önemli düzeyde 8-OHdG artı ına yol
açmadı ı, DEET ile kombinasyon halinde uygulandıklarında idrarda önemli düzeyde 8OHdG artı ı tespit edilmi tir.
ekil: DNA hasar tipleri
Global pestisid kullanımının % 30’undan fazlasını olu turan sentetik piretroid
pestisitlerden Tip II piretroid pestisid olan sipermetrinin beyin, böbrek, karaci er,
dalak, kemik ili i ve lenfositlerde DNA hasarı yapıcı etkisi ara tırılmı tır. Bu amaçla
ipermetrin erkek albino farelere 12.5, 25, 50, 100 ve 250 mg/kg/vücut a ırlı ı dozlarında
be gün boyunca periton içi yolla uygulanmı ve tüm organlarda doza ba lı olarak DNA
hasarında artı a yol açtı ı bildirilmi tir (Patel ve ark., 2006). talya’da gıdalarda yaygın
olarak bulunan 15 pestisid (ditiyokarbamat, benomil, prosimidon, metidatyon, klorprifosetil, paratiyon-metil, klorpropam, paratiyon, vinklozolin, klorfenvinfos, primifos-etil,
tiabendazol, fenarimol, difenilamin, klorotalonil) karı ım halinde ve alt gruplara ayrılarak
toplam 1 mg/kg/gün dozunda sıçanlara a ız yolu ile uygulanmı ve bunlardan
difenilamin ve klorotalonilin doza ba lı olarak karaci erde 8-OHdG düzeyinde artı a
neden oldu u bildirilmi tir. Karbamat grubu pestisidlerden karbofuran ve dört metaboliti
(karbofuranfenol, 3-ketokarbofuran, 3-hidrokarbofuran, nitrozokarbofuran) farelere 0.1,
0.2 ve 0.4 mg/kg dozlarda periton içi yolla iki enjeksiyon halinde uygulanmı ve periferal
kan lenfositlerinde DNA hasarı yapıcı etkisi ara tırılmı tır. Comet testi ile yapılan
çalı ma sonucunda 3-ketokarbofuranın önemli düzeyde DNA hasarına neden oldu u
rapor edilmi tir .Sıçan karaci er mikrozomlarında olu an etilbenzen metabolitlerinin
oksidatif DNA hasarına yol açtı ı gösterilmi tir . P450 redüktazla muamele edildi inde
serbest nitrozin ve nitrozin peptidlerinin bakıra dayalı DNA hasarına neden oldu u
gösterilmi tir. Ferritin ve hemosiderinin hidroksil radikali olu umuna i tirak etti i,
farmakolojik dozlarda uygulanan melatonin hormonunun DNA hasarına yol açtı ı
bildirilmi tir .8-hidroksi-2’-deoksiguanozin (8-OHdG) ve 8-hidroksiguanin (8-OHGua)’in
Olu um Mekanizması Guanin, DNA bile enleri içerisinde en dü ük iyonizasyon
potansiyeline sahip olan ve oksidasyona en yatkın olan bazdır . Modifiye bir baz olan 8hidroksi-2’-deoksiguanozin, reaktif oksijen türlerinin DNA’da yaptı ı 20’den fazla
oksidatif baz hasar ürününden [Oksidatif DNA Hasarı] biri olup guaninin 8. karbon
atomuna hidroksil radikali atakları sonucu olu an, oksidatif DNA hasarının duyarlı bir
göstergesidir. ROS’un DNA’da yaptı ı bu baz hasarürünlerinden en sık kar ıla ılan ve
mutajenitesi en iyi bilinen 8-OHdG’dir. Bu ürün, normal oksidatif metabolizma sırasında
üretilen endojen ROS veya ekzojen kaynaklı ROS tarafından DNA’da ekillenen bir
mutajendir. OH radikali, guaninin 4, 5 ve 8. pozisyonlarındaki karbon atomları ile
reaksiyona girer ve DNA ürün radikallerini olu turur. OH- radikalinin C-8’e katılması ile
olu an katılma ürünü radikali (C8-OH) bir elektron ve proton kaybederek 8-OHGua’e
okside olur . DNA replikasyonu sırasında G-C’den A-T’ye dönü üme neden olarak
mutasyona e ilimi artırır . Bu nedenle 8-OHdG ölçümü, DNA’daki oksidatif hasarın
do rudan göstergesi olarak kabul edilmekte ve oksidatif DNA hasarını belirlemede en
sık kullanılan yöntem olarak uygulanmaktadır .
Membran Permeabiltesindeki Defektler: Hücre membranı; dı ortamdan iskemi, bazı
bakteriyel toksinler, viral proteinler, kompleman komponentleri, sitolitik lenfositler veya
bir-çok fiziksel- kimyasal etkenlerle direkt zarar görebilir. Ayrıca birçok biyokimyasal
mekaniz-ma, hücre içindeki olaylarla hücre membran hasarına etken olabilir. Bunları
kısaca gözden geçirelim.
- Fosfolipid sentezinde azalma: Oksijendeki dü meler ATP sentezinde azalmalara,
ATP’nin azalması da fosfolipid sentezini dü ürür. Fosfolipid kaybına ba lı olarak,
membran hasarı meydana gelir.
- Fosfolipid yıkımında artma: Hücre içi (sitozolik) kalsiyum artımı, fosfolipazları
aktifle tirir. Bu da membran fosfolipidlerin parçalanmasını- yıkımını arttırır.
- Lipid yıkım ürünlerinde artma: Fosfolipidlerin parçalanması, yıkılması, lipid yıkım
ürünleri-ni arttırır. Bu ürünlerin birikimi, geçirgenli i bozarak zarar verir.
- Reaktif oksijen türevleri (serbest radikaller): Hücre membranında lipid
peroksidasyonuna neden olup, zarar verir.
- Hücre iskelet anormallikleri: Hücre iskeleti iplikcikleri, hücre içini hücre zarına
ba layan ça-palar olarak görev yapar. Hücre içi kalsiyumun artması, proteazları
aktifle tirerek hücre iske-leti proteinlerini parçalar, bu ekilde hücre zarını hasarlar.
Hücre skeleti (Sitoskeleton): Sitoplazmik matriksde; mikrotübüller, ince aktin flaman-lar,
kalın flamanlar ve de i ik tiplerde ara flamanlardan olu an, karma ık bir a yapısı
“hücre iskeleti” olarak tanımlanır. Bunlara ek olarak hücre iskeletinde, nonflamentös ve
nonpolimeri-ze proteinler de vardır. Bu yapısal proteinler sadece hücrenin ekil ve
biçimini korumakla kal-maz, aynı zamanda hücre hareketinde de önemli bir rol oynar.
Hücre iskelet bozuklukların da; hücre hareketi ve intrasellüler organel hareketleri gibi,
hücrelerde fonksiyon defektleri görü-lür. Ayrıca hücrenin fagositoz yetenekleri de
kaybolur. Bunlar lökosit gibi, özel hücreler ise; lökosit göçü ve fagositoz yeteneklerinde
kayıplar ortaya çıkar.
Kalsiyum Dengesindeki De i meler:
skemi ve belli bazı toksinler, belirgin bir ekilde hücre dı ı kalsiyumun plasma
membranını geçerek hücre içi akı ına yol açar. Bunu, hücre içi depolardan ( mitokondri,
endoplazmik retikulum) kalsiyumun açı a çıkması izler. Bu hücre içi artan kalsiyum,
sitoplazmada bulunana bazı enzimleri aktifle tirir. (1)Fosfolipazları aktive ederek,
fosfolipid yıkımına neden olur. Fosfolipid azalması ve lipid yıkım ürünlerinin de açı- a
çıkmasına neden olur. Bu katabolik (yıkım) ürünler, hücre membran zedelenmesine
neden olur. (2)Proteazlarıx (protein parçalayan enzim) aktive ederek, hem membran
hem hücre iskelet Proteaz: Proteolitik enzim için kullanılan genel bir terimleti
proteinlerinin parçalanmasına neden olur. hücre iskeletinin hücre membranından
ayrılmasına ve böylelikle, membranda yırtılmalara neden olur. (3)Adenozin
trifosfatazlara (ATPas) etki ederek adenozin trifosfat (ATP) azalmasını hızlandırır.
(4)Endonükleazları aktive eder, DNA ve kromatin parçalanmasından sorumludur. Sonuç
olarak intrasellüler kalsiyumun art-ması, hücrede bir dizi zedeleyici etki yaparak, hücre
ölümüne sebebiyet veren en önemli et-kendir.
Hücre Zedelenmesinde Serbest Radikallerin Rolü
Hücre zedelenmesinde önemli mekanizmalardan birisi de, aktive edilmi (reaktif) oksijen
ürünlerine (serbest radikaller) ba lı zedelenmedir. Hücre membranına ve hücrenin di er
ele-manlarına zarar verir.
Serbest radikallerin sebep oldu u hasarlar; iskemi-reperfüzyon hasarıx, kimyasal (hava
kir-lili i, sigara dumanı, bitki ilaçları gibi çevresel faktörler) ve radyasyon zedelenmesi,
oksijenin ve di er gazların toksisitesi, hücresel ya lanma, savunma sisteminin fagositik
hücrelerce mikropların öldürülmesi, iltihabi hücrelerin olu turdu u hücre hasarı ve
makrofajlarca yapılan tümör hücrelerinin destrüksiyonu eklinde sıralanır. Serbest
radikallerin hücrelerde yaptı ı hasarlar: a)Lipidlerin peroksidasyonuna neden olarak
hücre membran hasarı yapar. b)Protein hasarı yaparak, iyon (Na/ K) pompası dengesini
bozar. c)DNA yı haraplayarak, yetersiz prote- in sentezine neden olur. d)Mitokondrial
hasar yaparak, ATP yoklu una neden olup etkisini gösterir. Oksijen ya amsal olarak çok
gerekli bir molekül olmasına kar ın, oksijenin a ırı miktarlar- da bulundu u durumlar
veya çe itli kimyasal ajanlarla olu turdukları oksidasyon reaksiyonları ile ortaya çıkan
serbest oksijen radikallerinin, hücreye zarar verme riski vardır. Bunlar oksijen zararına
örnektir. Paslanmanın bilimsel adı, oksitlenmedir. Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve ya lanır. Serbest radikallerin (bunlar oksidan moleküller, oksitleyiciler olarak da
bili- nir) yıkımına kar ı, hücrelerde harabiyeti önleyen, sınırlayan veya onaran gibi, pek
çok koru- yucu mekanizma vardır. Bunlara “serbest radikal sava cıları” (antioksidanlaroksitlenmeyi önleyiciler) adı verilir. Bunları enzimatik ve nonenzimatik olarak iki ana
grupta inceleyebili- riz. Bunların dı ında serbest radikallerin, stabil olmadıklarından
spontanöz (kendili inden) bozulmaları da söz konusudur.
Enzimatik Antioksidanlar: Hücrede olu an serbest radikallerin yok edilmeleri bir dizi enzimatik olay ile gerçekle ir. Antioksidan enzimlerle yapılan savunmanın önemli bir
bölümünü; süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz ve katalaz olu turur. Süperoksit
radikali, süperoksit dismutasyonla; hidrojen peroksit ise, katalaz ve glutatyon peroksidaz
enzimleri ile nötralize edilir. Hidrojen peroksitin parçalanmasında katalaz direkt etkilidir.
Nonenzimatik Antioksidanlar: Bu savunma ba lıca endogenös ve ekzogenös
antioksidanlar tarafından sa lanır. Ekzogenöse örnek; vitamin E (tokoferoller), vitamin C
(askorbik asid), beta karoten (A vitaminin yapı ta ı) gibi vitaminlerdir. Ekstrasellüler
antioksidan olarak serü-loplasmin sayılabilir. Vitamin C ve E’nin vücudu serbest
radikallerin yıkıcı etkilerinden koru-du u dü ünülür. Bu antioksidanlar serbest radikallere
kendi elektronlarından birini verip, elektron çalma reaksiyonunu sonlandırmasıyla
nötralize eder. Antioksidan besinler elektron vermekle, kendileri serbest radikallere
dönü mez; çünki her iki ekilde de stabildir.
Antioksidan Enzim Sistemleri
Serbest radikaller ve reaktif oksijen türlerini nötralize etme reaksiyonları katalize birkaç
enzim sistemleri vardır. Bu enzimler :
o Süperoksit dismutaz
o Glutatyon peroxidise
o Glutatyon redüktaz
o Katalazlar
Bunlar serbest radikallerin neden oldu u hücre hasarına kar ı korunmasına yardımcı
olmak için vücudun endojen savunma mekanizmalarını olu tururlar. Antioksidan
enzimler - glutathioneperoxidase , katalaz ve süperoksit dismutaz ( SOD ) - oksidatif
toksik ara maddelerin metabolize eder. Bu enzimler, aynı zamanda, en iyi katalitik
aktivite için selenyum, demir, bakır, çinko ve manganez gibi ko-faktörler gerektirir. Bu
iz minerallerin yetersiz besin alımı bu antioksidan savunma mekanizmalarının etkinli ini
bozabilece i öne sürülmü tür.
ekil antioksidan madde ve enzimlerin hücre içinde da ılımı
Bu önemli eser minerallerin tüketimi ve emilimleri ya lanma ile azalabilir. Glutatyon
enzimler ve Glutation sistemi, suda çözünür önemli bir antioksidandır. Amino
asitler, glisin, glutamat ve sisteinden sentezlenir.
ekil Glutamat molekülü
Lipid peroksitler gibi Glutatyon do rudan ROS nötralize etmekte ve aynı zamanda
ksenobiyotik metabolizmasında önemli bir rol oynayabilir. Ksenobiyotikler
metabolizmanın maruz kaldı ı toksinlerdir. Ksenobiyotik maddelere karaci erde yer alan
detoksifikasyon enzimler, örne in, sitokrom P- 450 sentezlenmesini artırır. Tek bir
ksenobiyotiklerin yüksek düzeyde maruz kaldı ı zaman, daha fazla glutatyon
konjugasyon için bu enzimler kullanılmaktadır. Glutathioone ile konjugasyon sonucu
toksin nötr hale gelir. Glutatyon sistemi :
• glutatyon ,
• glutatyon redüktaz ,
• glutatyon peroksidozların ve
• glutatyon '' S '' - transferazlan içerir .
Lipidler serbest radikallerin etkilerine kar ı en hassas olan biyomoleküllerdir. Hücre
membranlarındaki kolesterol ve ya asitlerinin doymamı ba ları, serbest radikallerle
kolayca reaksiyona girerek peroksidasyon ürünleri olu tururlar. Poliansatüre ya
asitlerinin oksidatif yıkımı lipid peroksidasyonu olarak bilinir. Lipid peroksidasyonu kendi
kendini devam ettiren zincir reaksiyonu eklinde ilerler ve oldukça zararlıdır. Hücre
membranlarında lipid serbest radikalleri (L•) ve lipid peroksit radikallerinin (LOO•)
olu ması, reaktif oksijen türlerinin (ROS) neden oldu u hücre hasarının önemli bir
özelli i olarak kabul edilir. Serbest radikallerin sebep oldu u lipid peroksidasyonuna
"nonenzimatik lipid peroksidasyonu" denir. Hücre membranlarında lipid
peroksidasyonuna u rayan ba lıca ya asitleri poliansatüre ya asitleridir. Lipid
peroksidasyonu genellikle ya asitlerindeki konjuge çift ba lardan bir elektron içeren
hidrojen atomlarının çıkarılması ve bunun sonucunda ya asidi zincirinin bir lipit radikali
niteli i kazanmasıyla ba lar. Glutatyon S-transferazlar (GST), ba ta ara idonik asit
ve lineolat hidroperoksitleri olmak üzere lipid peroksitlerine kar ı selenyum-ba ımsız
GSH-Px aktivitesi göstererek bir antioksidan savunma mekanizması olu tururlar.
ekil Glutatyon '' S '' – transferaz tepkimesi
Glütation peroksidiz, hidrojen peroksit ve bir organik hidroperoksitlerin
parçalanmasını katalize eden dört selenyum - kofaktörleri ihtiva eden bir enzimdir.
Glutathione S '' '' - transferazlar lipid peroksitler ile yüksek aktivite gösterir. Bu enzimler,
karaci erde, özellikle yüksek seviyelerde bulunmaktadır. Lipoik asit bir ba ka önemli
endojen antioksidandır.
Tablo ba lıca oksidan kaynakları ve antioksidan maddeler ve günlük alınabilir miktarı
Bu " Tiyol " ya da " biothiol " olarak sınıflandırılır. Bunlar, Krebs döngüsü içinde bulunur,
piruvat ve Alphaketoglutarate gibi alfa -keto asitler, oksitleyici dekarboksilasyonunu
katalize kükürt ihtiva eden moleküllerdir. Lipoik asit ve onun indirgenmi formu ,
dihidrolipoik asit ( DHLA ) , lipidlere sulu ortamda etki eden ve serbest radikalleri
nötralize eden "evrensel bir antioksidan”.
-Tablo ba lıca antioksidan maddeler ve enzimler
Katalazlar
Katalazlar 60-75 Kda a ırlı ında asit ve proteinazlara ka tı dayanıklı sa lan
proteinlerdir. Katalazlar bir demir ya da manganez kofaktör kullanılarak, su ve
oksijen, hidrojen peroksit dönü ümünü katalize eden enzimlerdir. Bu, ço u ökaryotik
hücrelerde peroksit bulunur. Burada, kofaktörü hidrojen peroksit bir molekül ile okside
edilir ve daha sonra alt-tabakanın bir ikinci bir moleküle ba lı oksijen aktarımı ile yeniden
olu turulur. Bir metalloenzim olarak bilinen katalaz enzimi redoks reaksiyonunu te vik
eden en etkili protein katalistlerinden birisidir SOD enzimi faaliyeti sonucunda
meydana gelen toksik hidrojen peroksit (H2O2), “katalaz” enzimi etkisiyle su ve oksijene
dönü türülmektedir.
ekil Katalaz ve SOD Tepkimeleri
Hidrojen peroksit (H2O2), biyolojik önemi olan moleküllerin ço u ile spesifik olarak
reaksiyona girmemekle birlikte. OH radikali gibi daha reaktif oksidanların olu umunda bir
ön madde olarak rol oynamaktadır. Peroksidazlar da katalaz enzimiyle aynı özelliklere
sahiptir.
Peroksidaz
Hidrojen peroksit (H2O2), süperoksidin çevresindeki moleküllerden bir elektron alması
veya moleküler oksijenin çevresindeki moleküllerden iki elektron alması sonucu olu an
peroksitin iki proton (H+) ile birle mesi sonucu meydana gelir.
Yapısında dört tane hem grubu bulunan bir hemoproteindir. Katalaz esas olarak
peroksizomlarda daha az olarak sitozolde ve mikrozomal fraksiyonda bulunur.
Katalaz hidrojen peroksidi (H2O2) suya ve oksijene parçalar. H2O2 oksidasyona
kar ı duyarlı olan bir aktif bölgesinde sistein içeren bir enzimdir. Hücrede hidrojen
peroksit azaltılmasında, organik hidroperoksitler, hem de peroksinitrit katalize
peroksidazlar bulunmaktadır. A tipik 2 -sistein peroxiredoxins , ve 1 - sistein
peroxiredoxins tipik 2 -sistein peroxiredoxins - bu üç temel tipi arasında olabilir.
Peroksidazlar antioksidan metabolizmasında önemlidir.
SOD(Süper oksit dismutaz)
Süperoksit dismutaz ( SOD ) , oksijen ve hidrojen peroksit içine süperoksit anyonun
parçalanmasını katalize eden bir enzim sınıfıdır. Bu enzimler, hemen hemen bütün
hücrelerde aerobik ve hücre dı ı sıvılarda mevcut bulunmaktadır. SOD isozyme ba lı
olarak, bakır, çinko, manganez veya demir olabilir, metal iyonu kofaktörleri ihtiva
etmektedir. Manganez SOD mitokondri içinde mevcut olan Örne in, insanlarda bakır /
çinko SOD, sitozol içinde de bulunmaktadır. Mitokondriyal SOD bu üç biyolojik olarak en
önemli. Bitkilerde, SOD izozimleri, sitosol ve mitokondri içinde bulunmaktadır.
Kloroplastlar içinde bulunan bir tür SOD de bulunmaktadır SOD ilk olarak süperoksit
radikalini (bir elektron ilavesiyle) hidrojen peroksit ve oksijen formuna indirger. Bu
enzim, süper oksit anyonunun (·O2-), hidrojen perokside (H2O2) ve oksijene
dönü ümünü katalize ederek bu radikallerin etkisini azaltmaktadır. Bu olayda SOD
enziminin aktif bölgesini olu turan Zn önemli bir mineraldir.
Bu reaksiyon, süperoksit anyonunun pH 11 ve altında oldukça stabil olmasına ra men,
enzim katalizi olmasa bile normal fizyolojik pH de erlerinde oldukça hızlı yürümektedir.
Bununla birlikte, gerçekte tüm aerobik organizmaların SOD içerdi i belirlenmi tir.
SOD enzimi reaksiyon hızını artırmak için yeterince güçlü bir katalisttir. Süperoksit
anyonu (.O2- ) da, H2O2 gibi bir oksidan olarak ço u organik bile ikle direkt olarak
reaktif de ildir ancak muhtemelen daha reaktif ve yüksek toksisiteye sahip oksijen
türlerinin olu umuna neden olmaktadır.
Daha sonra katalaz ve GPx, hidrojen peroksidi indirgemek için glutatyon proteini ile
beraber çalı ır, son ürün olarak ta su olu ur.
Yükseltgenen glutatyon di er bir antioksidan enzim olan Glutatyon redüktaz tarafından
tekrar indirgenir. Bu enzimler okside olan DNA’yı onarırlar, proteinleri eski haline
indirgerler ve yükseltgenmi ya ları parçalarlar.
Glutatiyon ve Glutatiyon Peroksidaz (GSHPx)
Tiyol grupları, enzimatik reaksiyonlar aracılı ıyla ve serbest radikalleri yakalamak
suretiyle görev yapan hücresel antioksidanlardır. Tiyol grubu ta ıyan bir tripeptid olan
glutatiyon, serbest radikallerin yıkıcı etkilerini önleyen veya azaltan transferazlar,
peroksidazlar gibi birçok enzimin substratı olarak görev yapmaktadır. Suda çözünebilen
bir tiyol olan ve birçok hücrede çok yüksek konsantrasyonlarda bulunan glutatiyon,
biyolojik membranları lipid peroksidasyonuna kar ı korumaktadır. Bu koruma, enzimatik
olarak gerçekle mektedir Aktivitesi için Se mineraline ihtiyaç duyan GSHPx enzimi,
glutatiyon’un indirgenmi formunu (GSH), oksitlenmi hale (GSSG) dönü türmektedir.
Mitokondriyal sitokrom oksidaz
Mitokondriyal sitokrom oksidaz solunum zincirinin son enzimidir ve süperoksidi
detoksifiye eder. Bu reaksiyon fizyolojik artlarda sürekli cereyan eden normal bir
reaksiyondur, bu yolla yakıt maddelerinin oksidasyonu tamamlanır ve bol miktarda enerji
üretimi (ATP) sa lanır. Ancak ço u zaman süperoksit (O2 −) üretimi mitokondriyal
sitokrom oksidaz enziminin kapasitesini a ar ve bu durumda di er antioksidan enzimler
devreye girerek süperoksidin (O2 −) zararlı etkilerine engel olurlar.
Sitokrom P450 enzimleri
Sitokrom P450 enzimleri, bitkiler, hayvanlar, mayalar ve bazı bakterilerle, insanda
bulunan geni bir enzim sistemini olu turmaktadır. Bu enzimler, hücre içerisinde en çok
granülsüz endoplazma retikulumu ve mitokondriyon organelinde bulunmaktadır.
Endoplazma retikulumu organeli üzerinde bulunan sitokrom P450 enzimleri
"ksenobiyotik sitokrom enzimleri", mitokondriyon organeli üzerinde bulunan
sitokrom P450 enzimleri ise "steroidojenik sitokrom enzimleri" olarak
adlandırılmaktadır.
ekil Mitokondrideki antioksidan sistemler
Karaci er hücrelerindeki P450 enzimleri, ilaçları ve zararlı kimyevî maddeleri de i ikli e
u ratırken(ksenobiyotik sitokrom enzimleri), böbrek üstü bezi ve testislerde
bulunanlar steroid ve cinsiyet hormonlarına hidroksil (OH) gruplarını ilâve
ederler(steroidojenik sitokrom enzimleri). Sigara dumanı, alkol, çevreye ait kirleticiler,
ilaçlar, gıdalardaki katkı maddeleri gibi vücuda yabancı olan maddeler bu enzimlerin
sentez edilmesini kuvvetli ekilde uyarırlar. Böylece vücut kendisini koruma altına alır.
Aksi takdirde hergün aldı ımız binlerce toksin (çevre kirleticileri, sigara dumanı, eksoz
gazı vb.) vücudumuzu zarar verir. P450 enzimleri bir kimsenin belirli bir maddeye
verece i cevabın derecesini belirler. Çünkü aldı ımız tüm ksenobiyotikler karaci er
hücrelerindeki P450 enzimleri tarafından de i ikli e u ratılırlar. Karbonmono oksit
Tüm P450 enzimlerini inhibe eder.
a) steroid hormon biyosentezi,
b) ksenobiyotiklerin reaktif metabolitlere (Serbest radikaller) dönü üm
metabolizması,
c) detoksifikasyon,
d) doymamı ya asitlerinin hücre içi habercilere oksidasyonu(PG, PGI2, TxA2)
e) ya da çözülebilen vitaminlerin metabolizması(ADEK)
ekil P450 enzimleri ile sentez edilen steriol hormonları ve hücre içi habercilere
oksidasyonu.
Bazı kimselerde bu enzimlerin belirli tipleri genetik olarak sentezlenemez. Böyle bir ki i
bu enzimler tarafından de i tirilecek olan ilaçları aldı ında, ilaç gerekli i lemi görmez
ve vücuttan atılamaz. Örne in, kan basıncını dü ürmede kullanılan debrisoquine ilacı,
P4502D6 enzimi tarafından de i ikli e u ratılarak vücuttan uzakla tırılır. Avrasya'da
ya ayan insanların % 7'sinin bu enzimi üretemedi i tespit edilmi tir. Bu enzime sahip
olmayan kimseler vücutlarından atamadıkları için bu tür ilaçları kullanmaları son derece
tehlikelidir.
Peroksizom: çeş itli substratlardan oksijene hidrojen aktararak yan ürün
olarak hidrojen peroksit (H2O2) oluş turan enzimler içerir. Yağ asitlerini
daha küçük parçalara ayı rmak için oksijen kullanı r. Karaciğ erdeki
peroksizomlar alkol ve diğ er Zaralı bileş ikleri detoksifikiye etmek için bu
zehirlerden oksijene hidrojen aktarı mı yaparlar.
Radikal Oksijen Türlerinin Zararları ROS
1-DNA’nın tahrip olması,
2-Nükleotid yapılı koenzimlerin yıkımı,
3-Tiyollere ba ımlı enzimlerin yapı ve fonksiyonlarının bozulması, hücre ortamının
tiyol/disülfit oranının de i mesi,
4-Protein ve lipidlerle kovalen ba lantılar yapması,
5-Enzim aktivitelerinde ve lipid metabolizmasındaki de i iklikler,
6-Mukopolisakkaritlerin yıkımı,
7-Proteinlerin tahrip olması ve proteinlerin “turn over”inin artması,
8-Lipid peroksidasyonu, zar yapısının bozulması,
9-Zar proteinlerinin tahribi, ta ıma sistemlerinin bozulması,
10-Seroid ve ya pigmenti denilen bazı maddelerin birikimi,
11-Kollajen ve elastin gibi uzun ömürlü proteinlerdeki oksido-redüksiyon olaylarının
bozularak kapillerlerde aterofibrotik de i ikliklerin olu ması
Anti oksidan savunma
Vücut içindeki makrofajlar doku içinde yerle erek Retiküloendotelyal sistem (RES)
olu turur. Hepsi kan kökenli olan bu fonksiyel sistemde farklı tipte hücreler vardır. Deri
ve derialtı dokulardaki doku makrofajları (histiyositler) Lenf dü ümlerindeki makrofajlar
Akakci erdeki alveoler makrofajlar Karaci er sinüslerindeki makrofajlar (Kupffer
hücreleri) Dalak ve kemik ili i makrofajları.
ekil hücre içine alınan maddelerin ve ya lı ve hasarlı hücre içi organellerin lizozomla
yok edilmesi
Makrofajlarca salınan ba lıca radikal faktörler: Süperoksid(O2-) ,Peroksit(H2O2)
,Hidroksil iyonu (OH-) Ayrıca myeloperoksidaz, H2O2 ile klorür arasındaki reaksiyonu
katalize ederek a ırı derecede bakterisidal olan hipoklorit olu umunu sa lar.
Antioksidan savunma;
• radikal metabolit üretiminin önlenmesi,
• üretilmi radikallerin temizlenmesi,
• olu an hücre haraplanmasının onarılması,
• sekonder radikal üreten zincir reaksyonlarının durdurulması ve endojen
antioksidan kapasitenin arttırılması olarak ayrımlanan be de i ik blokta yürür
Antioksidan savunmayı; komponentlerinin enzimsel olup olmamasına bakarak,
katalaz, süperoksit dizmutaz (SOD) ve glutatyon peroksidazın (GSH-Px) rol aldı ı
antioksidan aktiviteleri “enzimatik antioksidan savunma”; tokoferol, askorbat,
glutatyon, ürik asit, glukoz gibi maddelerle gerçekle tirilen deoksidasyon
i lemlerini “nonenzimatik savunma” olarak tanımlar
Biyotransformasyon Faz I-II
Besin amaçlı doğ al bileş ikler dı ş ı nda, çeş itli yollardan vücuda giren
tüm yapancı maddelere Ksenobiyotik denir. Yunanca Ksenos: Vücuda yabancı
anlamı na gelir. Ksenobiyotiklerin canlı içinde çeş itli enzimlerin etkisi
ile
vücutta
uğ radı ğ ı
kimyasal
değ iş ikliklere
genel
olarak
Biyotransformasyon denir. Bu değ iş im farklı
ş ekillerrde olabilir.
Biyotransformasyon sı rası nda bazı ksenobiyotiklerin biyolojik olarak daha
etkin veya toksik bileş iklere dönüş mesine Biyoaktivasyon denir. Buna
karş ı n Biyotransformasyon sı rası nda bazı
ksenobiyotiklerin biyolojik
etkisiz bileş iklere dönüş mesine ise Biyoinaktivasyon denir. Ksenobiyotik
metabolizması kompleks bir sistemdir.
Ksenobiyotik türleri
Vücuda
giriş Değ iş im ş ekilleri
yolları
İ laçlar ve kozmetikler
GIS yoluyla (oral)
Spontan değ iş im
Katkı
maddeleri, renklendiriciGIS
yoluylaDeğ iş meden atı lı m
ve tatlandı rı cı lar
İ nhalasyon
İ nsektisidler
ve
fungisidDeriden emilim
Biyotransformasyon
artı kları
Endüstriyel
kimyasallar
veParenteral enjeksiyonBiyotransformasyon
atı klar
(i.m., i.v., s.c.)
Bakteriyel ve bitkisel maddeler GIS yoluyla, deridenBiyotransformasyon
emilim, inhalasyon
Her maddenin tüm biyotransformasyon reaksiyonları
ayrı ntı lı
olarak
incelendiğ inde, toksik etkiden korunmanı n, o maddenin aktif metaboliti
(biyoaktivasyon) ile detoksikasyonu arası ndaki dengeye bağ lı
olduğ u
anlaş ı lı r. Biyoaktivasyon enzimlerin etkisi ile ana maddeden daha aktif
(toksik) metabolitlerin oluş turabilir.
Ş ekil Faz I ve II reaksiyonları nda temel değ iş im.
Aktif
metabolitlerin
oluş ması ,
biyotransformasyon
prosesinin
bir
kı smı dı r. Bu metabolitler dokunun nükleofilik bölgeleri ile örneğ in
glutation ve sisteinin sülfidril grupları ile; DNA ve RNA'nı n amino veya
hidroksil grupları ile; veya proteinle etkileş ir. Bu kovalan etkileş menin
doku makromolekülleri ile olması , ksenobiyotiklerin toksik etkisine yol açar.
Birçok kimyasal maddelerin aktif ara metabolitleri ise detoksifi
detoksifiye olabilir.
Birinci fazda oksidasyon-redüksiyon ve hidroliz tepkimeleri ile moleküle OH,
COOH, NH2
ve SH gibi polar gruplar eklenir.
Polar grupların eklenmesi
biyotransformasyona u rayacak molekülün bir araya gelmesine yol açar. Polar
moleküller su içinde hidrojen ba ların ve iyonik etkile imler göstermez buna kar ın
suyun kendi içindeki etkile imler polar moleküleri etkileyerek birle tirir.
kinci faz tepkimeleri ise sentetik tepkimelerdir. Molekülün inaktivasyonu ve atılımı ile
ilgilidir. Bu tepkimeler konjugasyon tepkimeleri olarak adlandırılır.
Ş ekil Böcekler biyotransformasyon
Deto
Detoksifikasyon olayı nda düz ER deki enzimler özellikle karaciğ erde ilaç ve
zehirleri detoksifiye ederler. Bu olayda genellikle ilaçlara hidroksil
grupları
ilaçları
çözünür hale getirirler. Ve vücuttan atı lmaları
kolaylaş ı r. Uyuş turucu etkiye sahip fenobarbital ve diğ er barbitüratlar
karaciğ erdeki düz ER de metabolize edilir. Barbitüratlar, alkol ve birçok
ilaç düz ER nin ve bununla ilgili enzimlerin artması nı indükler. Böylece
ilaçlara karş ı tolerans artar. Bunun anlamı ör. Uyuş turucunun belirli bir
etkiyi sağ laması için gereken dozun artması dı r. Bazı detoksifikasyon
enzimlerinin birçok geniş etkiye sahip olmaları ndan ötürü bir ilaca cevap
olarak düz ER nin artması diğ er ilaçlara karş ı tolerans artı ş ı na da
neden olur. laçların ve zenobiyotiklerin çe itli doku ve organlarda enzimler aracılı ıyla
u radıkları kimyasal de i ime “Biyotransformasyon” , olu an yeni maddeye
“metabolit” denir.
Metabolit, genellikle ana maddeden farklı farmakokinetik ve
fizikokimyasal özelliklere sahiptir. Biyotransformasyonda amaç, ilacın polaritesini
(sudaki çözünürlü ünü) artırarak atılmasını kolayla tırmaktır. Metabolizma: Endojen
maddelerin biyosentezini (anabolizma), ve yıkılmasını (katabolizma) da kapsayan geni
kapsamlı bir kavramdır. Bir enzim veya enzim sisteminin in vivo veya in vitro olarak
ekzojen bir substratı metabolize etme kapasitesinin azalması "ksenobiyotik
metabolizmasının inhibisyonu" olarak tanımlanmaktadır. Bu geni bir tanım olup, "enzim
aktivitesini azaltan veya yok eden" her mekanizmayı içermektedir. Bu nedenle enzim
inhibitörii olan kimyasal maddeler, enzim biyosentezini azaltarak; enzim veya
kofaktörlerini parçalayarak; enzim konformasyonunda allosterik de i meler yaparak
veya enzimle ilgili doku fonksiyonunu bozarak etkilerini gösterirler
B YOTRANSFORMASYON
Faz I
Karma fonksiyonlu oksidazlar
Oksidasyon, redüksiyon ve hidroliz
reaksiyonlarıdır
Faz II
Konjügasyon (Glukuronil transferaz,
sülfo transferaz, glutatyon -S
transferaz..)
o
o
o
o
Glutatyon konj.
Gluküronik asit konj.
Sülfat konj.*Aminoasit konj.
Asetilasyon,Metilasyon,
Merkaptürik asit olu umu
Ksenobiyotikler ilaç, gıda katkıları ve çevresel kirlilikler gibi çok sayıda belirlenmi
vücuda yabancı bile iklerdir. ki fazda metabolize edilirler: Ba lıca faz 1 reaksiyonu
monooksijenazlar tarafından katalizlenen hidroksilasyondur. Faz 2’de
hidroksile bile ik suda çözünen glukuronik asit, sülfat ve glutatyon gibi
bile iklerle konjuge edilir. Sitokrom P450’ler moleküler oksijenden bir oksijen
atomunu moleküle katarlar.
NADPH ve NADPH-sitokrom P450 redüktaz kompleks reaksiyon mekanizmasına katılır.
Tüm Sitokrom P450’ler hemoproteindir ve geni substrat özgüllü üne sahiptir. Bilinen
en çok yönlü katalisttir. Genellikle endoplazmik retikulumda yerle iktir ve
indüklenebilirdir. Mitokondriyal Sitokrom P450 kolesterol ve steroid biyosentezinde
görev alır. Faz 2 reaksiyonları glukuroniltransferazlar, sulfotransferazlar, glutatyon-Stransferazlar gibi enzimlerle katalizlenir. Bunlar sırasıyla UDP-glukuronik asit, PAPS ve
glutatyonu kullanır. Ksenobiyotikler farmakolojik yanıt, toksisite, immunolojik yanıt ve
kanser gibi çe itli biyolojik etkilere yol açabilir
A) ENZ MAT K FAZ I, FAZ II reaksiyonları
• Mikrozomal enzimler (FAZ I, FAZ II enzimleri)
• Mikrozomal olmayan enzimler (Alkol ve aldehit dehidrojenazlar, MAO, Histaminaz,
Ksantin oksidaz )
FAZ I reaksiyonları (karma fonksiyonlu oksidazlar)
(Sitokrom P-450 enzimleri; oksido redüksiyon enzimleri)
Oksidasyon (oksidazlar, monooksijenazlar, dioksijenazlar..)
Redüksiyon (aldehitler-alkole, azo –primer aminlere; polarite artar)
Hidroliz-kopma (ester ve eter ba ı kopar)
Faz I reaksiyonlar ksenobiyoti in hem kimyasal yapısında, hem de biyolojik etkisinde
de i ikli e yol açar: Oksidasyon: Büyük bir kısmı karaci er parankim hücrelerinin
mikrozomal
enzimleri
tarafından
gerçekle tirilir.
ndirgenme:
Oksidasyon
reaksiyonlarına göre daha az gerçekle ir. Aldehitlerin alkole dönü mesi, azo grubunun
aminlere dönü mesi, nitro grubunun hidroksilaminlere dönü mesi. Kopma:
Ksenobiyoti in bir grubunun koparılması ya da iki parçaya bölünme. Hidroliz, Odealkilasyon, N-dealkilasyon
Faz I metabolizması büyük ölçüde P450 enzimleri ile gerçekle ir. Bunlar "heme" içeren
proteinlerdir ve birincil olarak karaci erde bulunurlar. "450" rakamı;"heme" içeren
karaci er pigmentlerinin, karbonmonokside ba landıktan sonra absorbe ettiði ı ı a ait
dalga boyunun nanometre olarak en yüksek de erini ifade eder. P450 enzim sistemi;
dı arıdan alınan ilaçlar, kimyasal maddeler, insektisidler, petrol ürünleri vb. maddeleri
metabolize eden sistemdir
Oksidasyon
Oksidasyon faz I’in en önemlisi olarak bilinmektedir. Oksidatif reaksiyon, P450 olarak
bilinen büyük bir enzim grubu tarafından yürütülmektedir. P450 enzimi tarafından pestisit
metabolizması farklı yollarla yapılmaktadır. Pestisitler, hidroksilasyon, O-,N-, S
dealkylation gibi olaylar sonucunda elektrofilik ya da nükleofilik maddelerin eklenmesi ile
daha az zehirli etkiye sahip ara maddelere dönü mektedirler
Hidroliz
Organik fosforlular, karbamatlılar, piretroidler gibi insektisitlerin ço u hidrolize hassas
olan ester ba ları içermektedir. Hidrolaz grubu içerisinde insektisit detoksifikasyonunda
en önemli enzim olan esterazlar asit ve alkol gruplarına su molekülünün eklenmesi
sonucu olu an hidrolazlardır.
R-COO-R’+ H2O R-COOH+R’-OH
nsektisitlerin metabolizmasından sorumlu esteraz enzimleri 3 gruba ayrılmaktadır.
Aesterazlar organik fosforlu insektisitleri engellemezler; ancak bu insektisitleri hidroliz
ederler. B-esterazlar organik fosforlu insektisitleri engellerler. C-esterazlar ise, organik
fosforlu insektisitleri engellemezler; ancak onları indirgerler.
ndirgeme
Böceklerde kimyasalların indirgenmesinde nitro reduksiyon, azo reduksiyon ve aldehit
ya da keton reduksiyon olmak üzere 3 tip indirgenme gerçekle mektedir.
FAZ II reaksiyonları Konjügasyon (Glukuronil transferaz, sülfo transferaz, glutatyon -S
transferaz..)
Faz II reaksiyonlarının da ya a ba ımlı oldu u gösterilmi tir. Bebeklerde ve çocuklarda
asetanilid metabolizması in vivo olarak ara tırılmı tır.
Faz II tepkimelerinde insektisitlere faz I reaksiyonu sonucunda hidroksil, karboksil ve
epoksidaz gibi fonksiyonel gruplar eklenmektedir. Pestisitlere bu grupların eklenmesi
sonucu büyük moleküller olu maktadır. Bu moleküller eker, amino asit, glutatyon, fosfat
ve sülfat gibi maddeleri de içermektedir. Kimyasallarla farklı grupların birle mesi sonucu
olu an bu moleküller kutuplu yapıda ve daha az zehirlidir. Faz II’de olu turulan bu
maddeler vücuttan atılmaktadır
o
o
o
o
Glutatyon konj.
Gluküronik asit konj.
Sülfat konj.
Aminoasit konj.
-Asetilasyon
-Metilasyon
-Merkaptürik asit olu umu
3- Toksik etkisi olmayan bir ilaç toksik metabolitlere dönü ebilir. Örn.: Metanol --Formaldehit, formik asit
4- Etkisiz bir madde (inaktif prekürsör veya prodrug) farmakolojik bakımdan
etkili metabolitlere dönü ebilir.Örn.: L-DOPA --- Dopamin
Biyotransformasyon yapan enzimlerin yerle tikleri organlar
1-Karaci er: Biyotransformasyonda ba rolü oynayan organ.
*Mikrozomal enzimler
*Mikrozomal olmayan enzimler
Toksik ve Farmokolojik etkiyi de i tiren faktörler
1-Akut ve kronik karaci er hastalıkları veya hepatotoksik ilaçlar nedeniyle karaci er
fonksiyonlarının bozulması detoksikasyonu önler veya azaltır, serbest ilaç düzeyi artar.
2- Gastrointestinal kanal mukozası ve lümeni: Mukozada mikrozomal ve mikrozomal
olmayan enzimler bulunur. Aromatik hidroksilleme, sülfat konjügasyonu, glutatyon
konjügasyonu, gluüronik asitle konjügasyon, gibi reaksiyonlar gerçekle ir. Ba ırsak
mukozasında (duodenum) bol miktarda mono amin oksidaz enzimi (MAO) bulunur.
Birçok ilacın ve besinin feniletilamin türevleri bu enzimle inaktive olur.
3- Akakci er: Alveol epiteli ve kapiler endotelinde az miktarda da olsa mikrozomal
karma fonksiyonlu oksidaz enzimleri bulunur. Aromatik bile iklerin hidroksilasyonu,
gluküronik asitle konjügasyon i lemleri gerçekle ir.
Akci er, prostaglandinler,
katekolaminler, anjiyotensin I ve steroid seks hormonları gibi endojen maddelerin
biyotransformasyonunda önemli rol oynar.
4- Böbrekler: Biyotransformasyon esas olarak tubulus epitel hücrelerinde olur.
Sülfat, gluküronat, sistein ve glutatyonla konjügasyon reaksiyonları gerçekle ir.
Ayrıca, oksidasyon tipi reaksiyonlar da olu ur. D vitamininin inaktif metabolitlerinden
biri böbreklerde karma fonksiyonlu oksidazlar tarafından aktif ekle (kalsitriol) dönü ür.
5- Di er yapılar: Cilt, santral sinir sistemi, plazma, eritrositler, a ız mukozası, di
etleri, plasenta gibi yapılarda da ilaç metabolize eden enzimler bulunur.
6- Ksenobiyotiklerin biyotransformasyon kapasitesinde cinsiyetin etkisi türlere göre
de farklılık gösterir. Bu fark örne in sıçanlarda ve bazı fare cinslerinde belirgin iken
insanlarda önemli de ildir
Faz I Reaksiyonları, Öncelikli olarak oksidasyon, redüksiyon, hidroksilasyon ve
demetilasyon iþlemlerini yaparlar. Bu i lemlerle yabancı maddeler (bunlar xenobiotic
olarak bilinir) metabolizma yolunda faz II'ye hazırlanmı olur. Sentez reaksiyonları
de ildir. Polariteyi artıran bir grup eklenir ya da olu turulur. Oksidasyon, redüksiyon ve
hidroliz reaksiyonlarıdır. Faz II Reaksiyonları Sentez reaksiyonlarıdır. laç endojen bir
substrat ile birle tirilir.Glukuronik asit, sülfat, asetik asit, glisin, glutatyon vb.
Biyotransformasyon yapan enzimlerin bazıları az veya çok tüm hücrelerde bulunur.
Büyük kısmı ise spesifik olarak belirli organlarda (karaci er, G S mukoza ve lümeni,
böbrek, akci er ve di er yapılardır) bulunurlar. Metabolizmada ba rol oynayan organ
KARAC ERD R. Burada da en önemli fraksiyon: mikrozomal enzimlerdir.
Sitokrom p450
Ksenobiyotiklerin yarısından fazlası karaci erde CYP450 sistemi ile metabolize edilir.
Endoplazmik retikulumda yerle mi tir. Mikrozomal enzimler, karma fonksiyonlu
oksidazlar diye de adlandırılır. Vücutta yaygın da ılım gösterir. Ksenobiyotiklerin
yarısından fazlası karaci erde CYP450 sistemi ile metabolize edilir. Endoplazmik
retikulumda yerle mi tir. Mikrozomal enzimler, karma fonksiyonlu oksidazlar diye de
adlandırılır. Vücutta yaygın da ılım gösterir Oksidasyon Büyük kısmı karaci er
parenkima hücresinin mikrozomal sitokrom P450 (CYP) enzimleri tarafından yapılır.
nsanda 50’den fazla CYP450 izozimi saptanmı olup, bunlar amino asid sırası (sekans)
benzerliklerine göre 17 familya, 39 alt familya içinde sınıflandırılmı lardır.
Sitokrom P450 enzimleri uyarılabilir (indüklenebilir) enzimlerdir. Uyarılmaları
durumunda ilaçların inaktivasyon ve atılım hızında artı a veya etkinliklerinde
de i ikli e yol açar. Sitokrom izoformlarının büyük ço unlu u bir oksijen atomunu
substrata ekleyen karı ık i levli monooksijenazlardır. Sitokrom enzimlerin temel
üretim yeri Primer olarak karaci erdir. Dü ük konsantrasyonlarda kalp,
gastrointestinal bo luk, böbrek, akci er gibi ekstrahepatik dokular ve vasküler düz
kas ve endotel hücrelerinde de üretim olur. Sitokrom P450’ler moleküler oksijenden
bir oksijen atomunu moleküle katarlar.
NADPH ve NADPH-sitokrom P450 redüktaz kompleks reaksiyon mekanizmasına
katılır. Tüm Sitokrom P450’ler hemoproteindir ve geni substrat özgüllü üne sahiptir.
Bilinen en çok yönlü katalisttir. Genellikle endoplazmik retikulumda yerle iktir ve
indüklenebilirdir. Mitokondriyal Sitokrom P450 kolesterol ve steroid biyosentezinde
görev alır.
Sitokrom enzimlerince yapılan dönü ümler reaksiyonlarda NADPH ile birlikte FADH2
ve di er flavinler görev alır.
a) Aldehitlerin alkollere dönü ümü: Örnek olarak sedatif ve hipnotik
kloralhidratın etkin ekil olan trikloretanole dönü ümü gösterilebilir.
CCl3-CHO → CCl3-CH3-OH
ilaç
b) Azo (N=N) grubunun aminlere dönü ümü: prontosilinin sülfonamide dönü ümü.
R-N=N-R’ → R-NH-NH-R’ → R-NH2 + R’-NH2
c) Nitro grubunun hidroksilamin veya amin grubuna dönü ümü: kloramfenikolün
nitro grubu amine dönü erek inaktivasyona yol açar.
R-NO2 → R-NO → R-NH-OH → R-NH2
Sitokrom enzimlerince yapılan kopma reaksiyonlarında
a) Hidroliz: Esterazlar esterleri hidroliz ederek inaktif hale getirir. Örne in antiaritmik
prokain PABA ve dietilaminoetanole hidroliz edilir.
R-CO-O-R’ → R-CO-OH + R’-OH
R-CO-NH-R’ → R-CO-OH + R’-NH2
b) Dekarboksillenme: dekarboksilazlar tarafından aminlere dönü üm olur.
c) Glikozidlerin hidrolizi: glikozidazlar etili olur
d) O-dealkilasyon ve N-dealkilasyon.
Bunlar karma fonksiyonlu oksidazlar veya monooksijenazlar adını da alırlar ve ilaç
molekülüne oksijen sokarlar. Ayrıca bu sistemle e güdümlü çalı an NADPH- sitokrom
P450 redüktaz sistemi vardır. Enzimin aktif noktası demir iyonudur. Halen varolan
ilaçların metabolizmasına en fazla 5 mikrozomal enzim (ki, bunlardan da CYP3A4, en
fazla -%55-60 oranında- ) katkıda bulunmaktadır.
Sitokrom enzimlerinin bazıları hormon sentezinde görev alır.
a) Bir sitokrom P450 enzimi ortalama 50 amino asitten olu maktadır.
b) Hücre içerisinde bulunan di er hemoproteinlerden farklı olarak sitokrom P450
enzimleri, karboksi terminali yakınında içerdikleri sistein amino asitleri aracılı ıyla,
kimyasal maddelerin hem grubuna ba lanabilece i bir yapı olu turmaktadır. Sistein
amino asitlerinde bulunan tioalkol (-SH) grubu demirin porfirin halkasının elektron
yo unlu unu de i tirerek moleküler oksijenin aktivasyonu için elektronik bir merkez
olu turmaktadır.
c) Sitokrom P450 enzimleri, hücre içi kimyasal moleküllerden ço unun NADPH
(Nikotinamid Adenin Dinükleotit Fosfat) ve Ot (Moleküler oksijen) ba ımlı oksidatif
transformasyonunu katalizlemektedir. Bazı sitokrom P450 enzimleri belirli kimyasal
maddeleri katalizleme reaksiyonlarına özgündür ve sadece bu maddelerin
reaksiyonlarına katılmaktadır. Bunun yanı sıra, bir çok kimyasal maddenin
katalizlenme reaksiyonlarına katılan sitokrom P450 enzimleri de bulunmaktadır.
d) Sitokrom P450 enzimleri insan vücudunun hemen her dokusunda bulunmaktadır.
Karaci er, ba ırsak ve adrenal bez korteksinde di er hemoproteinlere göre daha
fazla bulunmaktadır. Ayrıca bazı sitokrom P450 enzimleri dokuya özgül olabilmektedir.
e) Sitokrom P450 enzimlerinin hücre içi ekspresyon seviyesi çe itli indükleyici ajanlar
vasıtasıyla indüklenmektedir. Ekspresyon seviyesi artan sitokrom P450 enziminin
türü, indükleyici ajana göre de i iklik göstermektedir. Sitokrom P450 gen ailesine
mensup farklı üyeler, farklı indükleyici ajanlar tarafından indüklenmektedir
A ır Metal Toksitesi
A ır metaller atom a ırlı ı 63.546 ile 200.590 arasında olan elementlerdirler. A ır
metallerin özgül a ırlıkları 4’ten büyüktür. Canlı organizmaların vücutlarında Cu, Co, Fe
Mn, Mo, V, Se ve Zn gibi a ır metaller eser miktarda bulunur. Ancak kadmiyum, krom,
cıva, kur un, arsenik gibi bazı a ır metallere gereksinim göstermezler ve yapılarında
bu metaller yoktur
Geli mi ve geli mekte olan ülkelerde a ır metallerin üretiminin ve gereksiniminin
sürekli artı göstermesi, bunların çevreye yayılma ve bula ma olasılı ını artırmaktadır.
Bir element gerek maden cevheri halindeyken gerekse i lenirken do aya
karı abilmektedir. Ayrıca, tarımda yüksek üretim için gübre kullanımının artması
yukarıdaki olasılı ı daha da artırmaktadır. Son hesaplamalara göre günümüze kadar
yakla ık 0.5, 20, 240, 250 ve 310 milyon ton As, Cd, Pb, Zn ve Cu çıkarılmı ve
biyosfere bırakılmı tır. As, Cd, Pb, Cu ve Zn’un antropojenik kaynaklarının ise sırasıyla
22000, 73000, 400000, 56000 ve 214000 ton civarında oldu u hesaplanmı tır (Öztürk
ve ark., 1992). Genel olarak antropojenik kaynaklardan a ır metal giri i, do al
kaynaklardan olan giri in birkaç kat üzerindedir. Bu durum, insan etkenliklerinin tüm
dünyadaki a ır metallerin döngülerini arttırdı ı göstermektedir. Japonya'da tai-itai ve
Minamate hastalıklarının ortaya çıkmasıyla a ır metaller ilgi oda ı haline gelmi bu
konuda yapılan çalı malar son 30 – 40 yılda artı göstermi tir.Günümüzde çevreye
verilen toksik maddeler do anın dengesini bozacak düzeye ula mı tır. Antropojenik
i levlerin yo un oldu u kentsel alanlardan ve çe itli endüstri kurulu larından çevreye
yayılan toksik maddeler su, hava ve toprak kirlili inin ba lıca nedenlerindendir Cu, Zn ve
Fe gibi elementleri canlılarda normal geli im ve biyolojik i levlerin sürdürülebilmesi için
gerekli olan eser deri imlerin üstünde bulunmaları durumunda sucul organizmalarda
olumsuz etkiler yapmaktadırlar. Cd ve Pb gibi gerekli olmayan elementlerin dü ük
deri imlerde bile toksik etki yapar. Bazı temel metabolik fonksiyonların yürütülebilmesi
amacıyla az miktarda gereksinim duyulan Cu ve Zn gibi a ır metallerin ortamdaki
deri imlerinin artması, öncelikle metabolik aktivitesi yüksek olan organlarda birikmesine,
di er taraftan da enzimlerin aktif bölgelerini bloke ederek organizmada toksik etkilerin
ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
ekil a ır metallerin do ada yayılma yolları
Çevrenin kirlenmesi artarak devam etmektedir, buna kar ın kaynakların gittikçe
daraldı ı günümüzde özellikle ekonomik önemi olan canlıların kirlilikten nasıl
etkilendi inin bilinmesi zorunluluk haline gelmi tir. Günümüzde çevreye verilen toksik
maddeler do anın ekolojik dengesini bozacak düzeye gelmi tir. Kirlili in önemli
kaynaklarından birisi olan a ır metal içeren atıklar en çok su ortamlarına verilmektedir.
Su ortamına giren a ır metaller, ortamdaki canlılar ve dip sedimentinde birikirler veya
suda asılı partiküllere ba lı olarak bulunurlar. Sudaki birçok canlının dokularındaki a ır
metal birikimi, söz konusu metalin sudaki deri iminden daha yüksek olabilir.
ekil Periyodik taplodaki metaller
Periyodik tablodaki 105 elementin yakla ık 80’ini metaller olu turur. Birçok
metal, insan ve hayvanlar için esansiyeldir. Esansiyel olanlar, eksikliklerinde oldu u gibi
fazla miktarlarda alındıklarında da vücut homeostazini bozarak toksik etki olu turabilirler.
Bugün “endüstriyel metaller” olarak nitelendirilen yakla ık 50 metal ve ala ımı çe itli
amaçlarla kullanılmaktadır. Ayrıca metaller ve tuzları tıpta ve veteriner hekimlikte
ilaç, pestisit (fungusit, insektisit, herbisit,
rodendisit gibi) olarak da
kullanılmaktadır.30 civarında metalin insanlarda toksisite olu turdu u bilinmektedir.
nsan vücudu için esansiyel olan ve olmayan metaller ba ta besinler olmak üzere di er
bazı yollarla (su, hava gibi) alınmaktadır. Böylece “vücut metal yükü “ olu makta; bazıları
ise (alüminyum, kur un ve kadmiyum gibi) ya ile birikerek vücuttaki konsantrasyonları
artmaktadır.
A ır Metal Kirlili in Sucul Canlılar ve nsan Üzerine Etkisi
Çevrenin kirlenmesi artarak devam etmektedir, buna kar ın kaynakların gittikçe
daraldı ı günümüzde özellikle ekonomik önemi olan canlıların kirlilikten nasıl
etkilendi inin bilinmesi zorunluluk haline gelmi tir. Günümüzde çevreye verilen toksik
maddeler do anın ekolojik dengesini bozacak düzeye gelmi tir. Kirlili in önemli
kaynaklarından birisi olan a ır metal içeren atıklar en çok su ortamlarına verilmektedir.
Su ortamına giren a ır metaller, ortamdaki canlılar ve dip sedimentinde birikirler veya
suda asılı partiküllere ba lı olarak bulunurlar. Sudaki birçok canlının dokularındaki a ır
metal birikimi, söz konusu metalin sudaki deri iminden daha yüksek olabilir.. Periyodik
tablodaki 105 elementin yakla ık 80’ini metaller olu turur. Birçok metal, insan ve
hayvanlar için esansiyeldir. Esansiyel olanlar, eksikliklerinde oldu u gibi fazla
miktarlarda alındıklarında da vücut homeostazını bozarak toksik etki olu turabilirler.
Bugün “endüstriyel metaller” olarak nitelendirilen yakla ık 50 metal ve ala ımı çe itli
amaçlarla kullanılmaktadır. Ayrıca metaller ve tuzları tıpta ve veteriner hekimlikte ilaç,
pestisit (fungusit, insektisit, herbisit, rodendisit gibi) olarak da kullanılmaktadır.30
civarında metalin insanlarda toksisite olu turdu u bilinmektedir. nsan vücudu için
esansiyel olan ve olmayan metaller ba ta besinler olmak üzere di er bazı yollarla (su,
hava gibi) alınmaktadır. Böylece “vücut metal yükü “ olu makta; bazıları ise (alüminyum,
kur un ve kadmiyum gibi) ya ile birikerek vücuttaki konsantrasyonları artmaktadır.
Tablo temel endüstrilerden atılan metal türleri
Cd
Cr
Cu
Hg
Pb
Ni
Sn
Zn
Ka ıt Endüstrisi
-
+
+
+
+
+
-
-
Petrokimya
+
+
-
+
+
-
+
+
Klor-alkali Üretimi
+
+
-
+
+
-
+
+
Gübre Sanayi
+
+
+
+
+
+
-
+
Demir-Çelik San
+
+
+
+
+
+
+
+
Enerji Üretimi (Termik)
+
+
+
+
+
+
+
+
Tekstil sanayi
+
-
-
-
-
-
-
-
Tablo Su ürünlerinin kabul edilebilir a ır metal de erleri.
Ürün Cinsi
Ag
Hg
Cd
Pb
Cu
Zn
Balık
1,00
0,50
0,10
1,00
20,0
50,0
Yumu akça
1,00
0,50
0,10
1,00
20,0
50,0
Kabuklu
1,00
1,00
0,10
2,00
20,0
50,0
Birçok a ır metaller böbre e toksik etkirler. Dü ük miktarları bile, glukozüri, aminoasitüri
ve poliüriye neden olabilirler. Maruz kalınan metal miktarı arttı ında nekroz, anüri, kanda
üre yükselmesi ve ölüm görülebilir. Etki mekanizmaları birbirine benzeyen metallerin
ba lıca nefrotoksik etkileri proksimal tübülüslerde nekroz yapmaları eklindedir. Cıva,
krom birbirine çok yakın mekanizma ile böbrek tübülüslerinde nekroz yapan ve böbrek
yetersizli ine neden olan toksik metallerdir. Di er metaller arasında uranyum bilinen bir
böbrek zehiridir. Kur unun hayvanlarda ve insanlarda nefrotoksik etkisi, do rudan
sitotoksik olmasıyla ilgilidir. Akut ve kronik kur un zehirlenmesi böbrek dokularında
hasara yol açar,. Kadmiyum da benzeri ekilde böbreklere toksiktir. Arsenik, altın,
talyum, demir, antimon ve platinin de böbrek hasarına neden oldukları gösterilmi tir
Canlılar için uyumlu olan metaller
Bol bulunanlar
A ır ve eser elementler
Na
Cu
Zn
Ca
Fe
Cr
K
N
Sn
Canlı vücuduna girince zararlı olan metallere toksik metaller denir. Metaller
çok çe itli yollarla insan vücuduna girebilir. Toksik maddeler yer kabu unda az bulunan
elementlerdir. Bunların dı ında kalan metaller direk çevreyi etkiler. Kur un ve civa
bünyeye girmeyen, girince zararlı olan maddelerdir.
Yüksek konsantrasyonlardaki a ır metallerin nehirlerle yada yo un ya murlarla
denize girmesinin sonucunda ortaya çıkacak durum çok sayıda temel faktöre ba lı
olarak de i ir. Konsantrasyonu azaltmada seyreltmenin etkisine ek olarak a ır metallerin
deniz suyundan uzakla tırılması 3 yolla olur. Bunlar;
•
Prespitasyon ( Çökelme )
•
Adsorbsiyon ( Yüzeyde tutunma )
• Deniz organizmaları tarafından Absorbsiyon dur ( Emilim ).
Bir metalin sudaki konsantrasyonu metal ve sudaki bulunan anyonlar ( Örnek
Karbonat hidroksit veya Klor) arasında olu abilecek en az çözünebilir bile i in
çözünürlü ünden daha yüksek ise Prespitasyon olu ur.
A ır metaller genelde e it derecede kolaylıkla absorbe edilmedi i saptanmı tır.
Örne in Çinko, Bakır ve Kur un gibi metaller Manganez-di-oksit tarafından kolaylıkla
tutunur. Gümü ise iyi absorbe edilemez, Krom Demirin varlı ında kolaylıkla çökebilen
trivalent ekle indirgenmedikçe kromat olarak absorbe edilemez. Farklı a ır metaller e it
derecede çökelti olu turmadı ından veya absorbe edilmedi inden bazı metaller
kaynaklarından farklı mesafedeki sedimentlerde birikebilirler. Buna kar ın cözelti içinde
bulunan metaller daha uzak alanlara yayılabilirler. A ır metallerin deniz organizmaları
tarafından biriktirilebilme yolu ile de (Absorbsiyon ) deniz suyundan uzakla tırılırlar.
Birçok su organizması dip sedimentlerinde ya ar ve beslenirler. Do al olarak bu
metalleri absorbe ederler. Bu nedenle deniz organizmalarının yalnız çözelti içindeki
metali do rudan veya besin zinciriyle aldıkları kabul etmek yanlı olacaktır.
ekil Essensiyel elementler ile toksik olan a ır metallerrin canlılar üzerinde
etkileri.
A ır metaller ve di er kimyasal atıklarla kirlenmi sucul alanların bu toksik madde
konsantrasyonlarının balıkçılık yapılan yerlerde kontrol edilmesi ve belirli miktarları
a maması gerekir. A ır metaller balıklar üzerine direkt etki yaparlar. Çe itli hayvanlarda
ve insanların önemli organlarında birikerek toksik etki yaparlar.
Metal ve metalik kirlenme sularda çok bulunur. Atmosfere verilen metal
kar,ya mur gibi faaliyetler ile geri dönerler. Su kaynaklarına böylece ula ırlar ve kirlili e
neden olurlar. Parçalanamazlar fakat metaller farklı formlarda dönü üp sularda daha
zararlı olabiliyor. Bölgeden bölgeye yayılabiliyorken etkili faktör rüzgardır veya
ya ı larda olabilir. Metalik kirlenmede önemli bir olay toksik maddelerin gıdalarda
birikmesidir.
nsan vücuduna kur unlu bile ik alırsak 4 yıl sonra ancak atılabilir.
Kadminyum yarı ömrü=200 gün
Canlı Bünyesinde Olmayanlar
Çok tehlikeli
Tehlikeli olabilir
Hg
Cu
Sn
Pb
Ba
Mn
Be
Zn
Cd
Civa yarı ömrü
=70 gün
A ır metallerin Hücresel Hasarları
ekil A ır metallerin benzer yük ve yapıdaki elementlerin kullandıkları yollarla
membran geçmeleri
Bitki hücresi a ır metallerin Vakuolarde biriktirir. Cd2 + gibi a ır metal iyonları
sitosola ZIP (çinko / demir - regüle ta ıyıcılar ) aile üyeleri, girer ve Fito kelatlara
phytochelatinlara(PC) ba lanırlar. Sitoplazma a ır metaller farklı ta ıyıcılar MTP'ler (
metal tolerans protein) ve NRAMPs ( do al direncili makrofaj proteini ) ta ınır.
Metalotiyoneinlerin ( MTS ) yada sitoplazmada bulunan di er organik asit ve amino
asitler ba lanan metaller gibi canlı için güvenli , dü ük metal konsantrasyondaki
sitosolün meydana gelmesini sa lar bu yola sitoplazmik metal konsantrasyonları
tamponlanmı olunur.
Bazı toksik metaller ise proteinlerle birle erek, intraselüler birikimlerine ra men
hücre hasarına neden olmazlar. Metallerin bu ekilde proteinlerle kompleks olu turması
detoksikasyon veya koruyucu bir mekanizma olarak ortaya çıkar. Metallothioneinler
(sülfidril grubu içeren proteinler) kadmiyum, cıva, bakır ve di er bazı metallerle; kur un,
bizmut, cıva, selenat ve demir hemosiderin ile kompleks olu tururlar.
A ır metallerin hücre ve hücre organellerine üzerinde etkisi hücreden, hücreye ve
a ır metal a ır metale farklılık gösterir. Genel olarak bakıldı ında a ır metallerin benzer
olan metabolizma içinde fonksiyonu olan eser elementlerin yerine geçerek hücrede eser
elementlerce yapılan i lemleri durdu u bulunmu tur. Örne in Cd benzer elektron dizilimi
benzeyen Zn yerine geçerek hücre içinde koenzim, kofaktör görevlerini sekteye
u ratabilir. Ba ka hasar tipi III de erlilikli Kr çekirdek içinde hasarlara yol açmasıdır.
Birçok a ır metal hücre içi dengenin kurulmasında hayati önemi olan Na, K, Ca gibi
elementler hücre zarında fizyolojik rekabete girer bunun sonunda bu iyonlara ba lı olan
bir fizyolojik olay bloke olur.
A ır metallerin ba ka bir etkisi serbest radikal ile hücre zarı geçirgenli i
bozmalarıdır. Özelikle Hg, Pb gibi toksitesi yüksek olan a ır metaller bu yolla etkilerini
gösterirler. Arsenik, Mo, Kr gibi di er bazı a ır metallerin mitokondri ve hücre enerji
üretim sistemi üzerinde etkileri vardır.
Metal iyonları u yollarla toksik etki yaratabilir; a ır metal iyonu, esansiyel metal
iyonlarının ba lanma bölgesi olan, enzim proteininin koordinasyon bölgesine
ba lanabilir. Ayrıca iyon kanalı, membran ya da polisakkaritlere de ba lanabilir.
Enzimin aktivite kaybı, enzimin yapısında aktivitesi için gerekli olan metal iyonunun
dı arıdaki toksik metal iyonuyla yer de i tirmesinden kaynaklanabilir. Yeni metal
iyonunun biyomoleküle giri i, onun konformasyonunu ve dolayısıyla biyolojik aktivitesini
de i tirir. Metal iyonu DNA’ya ba lanabilir ve bu ba lanma baz sırasında de i meye
neden olabilece i için kusurlu protein ve enzimlerin üretilmesiyle sonuçlanabilir. Toksik
metal iyonunun DNA’ya ba lanması replikasyonunu stimüle eder. Böylece kontrolsüz
hücre bölünmesi ve kanser olu umuna neden olabilir. Ayrıca bu durumun do urganlı ı
azalttı ı da bilinmektedir.
Volkanlar, erozyon, kaynak suları gibi do al süreçlerin yanında a ır metaller
ekolojik çevreye madencilik, döküm, çamur ve atıksu arıtımı, pestisidlerin kullanımı,
inorganik gübre ve atmosferik birikim gibi insan kaynaklı yollardan da girebilir. z
elementlerin a ırı konsantrasyonları (Cd, Co, Cr, Hg, Mn, Ni, Pb ve Zn) toksiktir ve
büyümenin engellenmesi, biyokütlede azalma ve bitkilerin ölümüne neden olur. A ır
metaller solunum, fotosentez, hücrelerin boyuna uzaması, bitki-su ili kisi, Nmetabolizması ve mineral beslenmesi gibi fizyolojik süreçleri inhibe eder .
A ır metaller hayvanların ba ı ıklık sistemi üzerinde çe itli etkilere sahiptir.
Örne in Cd, Hg, Pb gibi bazı a ır metallerin dü ük dozları ba ı ıklık sistemi
fonksiyonunu geli tirebilirken yüksek dozları baskılayıcıdır. Pekçok çalı ma ba ı ıklık
sisteminin düzenlenmesinin çevredeki ya da laboratuvarortamındaki öldürücü dozun
altındaki metal maruziyeti ile ilgili oldu unu göstermi tir .Belirli bir organik kirleticinin
etkileri geçicidir, mikroorganizmaların onun varlı ına adapte olma ve onu parçalama
yetene ine ba lıdır. Buna kar ın toksik metaller toprakta kalabilir ve topraktaki
mikrobiyal toplulu a uzun süreli hasar verip çe itli biyotik ve abiyotik süreçleri olumsuz
etkileyebilir. Toksik metaller toprak enzim aktivitelerini de de i tirir. Toprak enzim
aktiviteleri do al ve insan kökenli karı ıklıkların hassas ve erken indikatörleri olarak
kabul edilmektedir. Toprakta uzun süre kalan, do ada dirençli olan metaller, bitki kökleri
tarafından absorbe edilirler ve bitkinin yapraklarına ve yenilebilir kısımlarına ta ınırlar.
Bitkinin farklı kısımlarındaki metal birikimitoprakta bulunan metalin kimyasal formu,
ula ılabilirli i, bitkinin türü ve olgunluk düzeyine ba lıdır [10]. Metal ve metaloidlerin
tehdidi altında bulunan canlı toplulukları içerisinde bitkiler, hareketsiz ve yerle ik
varlıkları sebebiyle, de i en çevresel ko ullar altında toksik metal ve metaloitlere kar ı
en savunmasız olan organizmalardır. Toksik metal ve metaloidlerin do rudan ya da
dolaylı olarak reaktif oksijen türlerinin a ırı olu umuna sebebiyet vermesi bitkilerde
oksidatif strese neden olur. Aerobik ko ullarda, a ır metaller tekli oksijen ( 1 O 2 ),
süperoksit anyonu (•O 2 - ), hidroksi (•OH), peroksi (ROO•) ve alkoksi (RO•) radikalleri
gibi reaktif oksijen türlerine neden olabilir. Bitkilerde reaktif oksijen türleri hücre
membranları, proteinler, DNA replikasyonu ve onarımında hasara neden olmakla birlikte
kloroplast pigmentlerinin redüksiyonuna neden olabilir.
Metaloidler metaller ve ametaller arasında kalan fiziksel ve kimyasal özelliklerini
sergileyen, elementleri tanımlamak için kullanılır . Metaloidlerin genel özellikleri iyi bir
elektrik iletkenli i göstermeleri parlak, kırılgan katılar olamalırdır Genellikle amfoterik
zayıf bir ekilde asidik oksitler meydana getirir; elektronegatiflik de erleri 2,0 civarındadır
yonizasyon enerjileri ortalama 200 kcal / mol karadıe Genellikle metaloidlerin olarak
tanınan 6 element arsenik ( As ) , antimon ( Sb ) , bor ( B ) , germanyum (Ge ) , silisyum
( Si ) ve tellür ( Te ) dür. Metaloidler biyolojik sistemler etkilemeri için hücre zarından
geçmeleri ve hücre içinde birikmeleri gerekir. Bu nedenle metaloidlerin B , Ge , Si , As
ve Sb hücre zarlarından iki yönlü hareketini yürütülmesinde Aquaporinlerin rol oynar.
ekil metaloidlerin aquaporinlerle hücre içine alınması mekanziması
Metallerin birço unun karsinojenik potansiyeli vardır. Metal karsinogenezisinin
endojen reaktif oksijen çe itlerinden olu tu unu ve çe itli karsinojenik metal bile iklerinin
hidrojen peroksit varlı ında oksidatif DNA hasarına sebep oldu u bulunmu tur. Metaller
sadece karsinojen olarak de il, aynı zamanda ko-karsinojen olarak – karsinojenik
kimyasalları aktive ederek- etki etmektedir. 1970’lerde ara tırıcılar biyolojik elementlerle
toksik metallerin benzer kimyasal ve fiziksel özellikleri oldu unu ileri sürmü lerdir.
Bundan sonra gittikçe artan ekilde bu maddelerin kar ılıklı etkileri çalı ılmaya
ba lanmı tır. Kar ılıklı etkiler çinko, bakır, demir, selenyum, kalsiyum ile toksik
elementler arasındadır. Kanserojen olarak etki gösteren birçok bile i in DNA’ya zarar
verdi i bilinmektedir. Zarar gören DNA’ ya sahip hücreler bölündü ü zaman mutant
hücreler üretir. Bazı kimyasal maddeler DNA alt birimlerine ba lanarak özel bile ikler
(adduct) olu turabilirler. Bu olu an bile ikler DNA onarım mekanizmaları sayesinde
uzakla tırılabilirler. Fakat bazen bu bile ikler kalıcı bir ekilde ba lanabilir ve hücre
bölündü ü zaman yanlı translasyona u rayarak mutant hücrelerin olu umuna yol
açabilir. nsanlarda metal bile iklerinin karsinojenik riski Uluslararası Kanser
Ara tırmaları Ajansı (IARC) tarafından de erlendirilmi tir. Somatik hücrelerdeki
mutasyonlar ile kansere sebep olan olaylar arasındaki ili ki uzun süreden beri
bilinmektedir. Kanserojen maddelerin birço unun mutajen, mutajen maddelerin birço u
da karsinojen oldu u saptanmı tır. Son yıllarda toksik metallerle esansiyel elementler
arasında kar ılıklı etkilerin oldu u ortaya atıldıktan sonra birçok çalı malar yapılmı tır.
Bu çalı malarda vücuda giren yabancı maddelere kar ı vücudun birçok koruyucu
mekanizması oldu u bulunmu tur. Bu etkiler kalsiyum düzenlenmesi, metallotioneinler,
ısı- ok proteinleri, stresle aktive olan protein kinazlar, monooksijenaz sistemi, glutatyon
sistemi ve vitamin E üzerinden gerçekle mektedir.
Metaller etkilerine göre
1. Çevrede geni oranda bulunan ve en fazla toksisiteye neden olan metaller
Argon (Ar), Kadmiyum (Cd), Kur un (Pb), Cıva (Hg)
2. Esansiyel iz metaller
Krom (Cr), Kobalt (Co), Mangan (Mn), Selenyum (Se), Çinko(Zn)
3. Biyolojik önemi olan di er metaller
Nikel (Ni), Vanadyum (Va)
4. Farmakoloji ile ilgili metaller
Alüminyum (Al), Kalsiyum (Ca), Lityum (Li).
Fentom Reaksiyonları
Kur un kadmium civa gibi yüksek elektronegatiflik gösteren a ır metaler serbest
oksijen radikalleri meydana getirebilirler. Bu olay metaller ile sülfür oksit ta ıyan
proteinler arasında di er molekülere göre daha sık olur.
ekil a ır metale ba lı ROS olu um yolları
Bir tripeptid olan glulatation memelilerde protein olmayan di sülfütlerin yüzde 90
içerir.
ekil a ır metal toksik etki mekanizmaları
A ir Metallerin Sudaki Toksik Etkileri
Elementlerin Fonksiyonları
Kültür suyunun iyonik yapısı su hayvanlarının metabolizma prosesleri üzerinde hayati bir
rol oynar. Elementlerin elektrokimyasal, katalitik Ve yapısal olmak üzere üç fonksiyonu
vardır. Elementler, metabolik enerji kayna ı olarak kullanıldıklarında, elektrokimyasal
olarak rol oynarlar. Bütün temel elementler enzim aktivatörleri olarak davranırlar ve
biyokimyasal reaksiyonları ayarlamaya yardım ederler, i te o zaman katalitik olarak rol
oynarlar. Protein ve aminoasitler gibi maddelerin sentezinde pek çok element gereklidir.
Bu ise elementlerin yapısal fonksiyonudur ve element son ürünün vazgeçilmez
bile enidir.
Tablo A ır metal olarak sınıflandırılan bazı elementleri ko faktör olarak görevi
Metal
Enzim
Zn2+
Zn2+
Mg2+
Mg2+
Ni2+
Mo
Se
Mn2+
K+
Karbonik anhidraz
Karboksipeptidaz
EcoRV
Heksokinaz
Ureaz
Nitrat redüktaz
Glutathion peroksidaz
Superoksit dismutaz
Propionyl CoA Karboksilaz
Bilinen elementlerin ço u tabii sularda bulunurlar. Pek ço unun ölçülebilir etkileri yoktur
ve muhtemelen çok önemli de ildirler.
Verilen bir X elementinin sudaki canlılar için önemi u faktörlere ba lıdır:
a) E er X elementi yoksa organizma büyüyemez ya da hayat çevrimi-ni tamamlayamaz.
b) Ba ka bir element X in yerini alamaz ,
c) X organizmanın metabolik fonksiyonlarını direkt olarak etkiler
Elementler hayvanlara iki mekanizma ile girer: basit difüzyon ve aktif olarak alma.
Difüzyon olayında bir iyon sudaki yüksek konsantrasyonlu bölgeden hareket ederek
daha seyreltik olan hücre sıvısına geçer. Aktif olarak alınmada ise, organizmada bir
elementin konsantrasyonu dü ünce o element sudan seçimli olarak ekstrakte edilir. Bu
olay, temperatüre sıkı sıkıya ba lıdır ve 10 °C lik bir sıcaklık artı ı absorpsiyonu %100
azaltır. Aktif olarak alma, mevcut oksijene de ba lıdır. Solunma engellendi inde ortadan
iyonlar aktif olarak alınır.
Elementlerin Toksik Etkileri
Pek azı dı ında, saf tuz çözeltileri su hayvanları için toksikür. Deniz suyundaki
elementler, ancak iyonlar arası rekabetin tek bir iyonun zehirli etkisini ortadan kaldırdı ı
dengeli kombinasyonlarda besleyici ve hayatı devam ettirici özelliktedirler. Çok de erli
iyonlar iki veya tek de erli iyonlardan daha kolay alınırlar. Bu hem katyon hem de
anyonlar için gerçektir.Bir hücre içindeki adsorpsiyon rekabeti aynı özellikteki iyonlar
arasında görülür.Örne in gerçek bir rekabet K+ ve Rb+, Ca+2 ve Sr+2 gibi iyonlarda
görülür. Bu gibi durumlarda ortamdaki bir iyonun fazlalı ı di er iyonun alınmasını azaltır.
A ır Metallerin Toksik Etkileri
Pb, Hg, Cu, Zn gibi a ır metaller suda çok az miktarlarda bulunurlar. Bunların hepsi su
hayvanları için toksiktir. Ço u 1 ppm sınırında öldürücüdür.Çinko normal miktarlarda
bazı enzimatik fonksiyonlar için gereklidir ve birçok proteinlerde yapı elementi olarak
bulunur. Bakır bazı enzimlerde bulunur ve pek çok omurgasızın kan proteininde solunum
pigmenti halinde mevcuttur.Çinko ve bakır özellikle deniz balıklarındaki protozonlardan
meydana gelen hastalıkların tedavisinde kullanılır. Burada metalin toksik etkileri bir süre
sonra CaCO3 ile çökelmeyle giderilir. Çinko ve bakır balıklarda a ırı salgılanmaya neden
olur ve balıklara zararlı olan bazı organizmaları öldürürler.Kelatla ma bakırın balıklara
kar ı zehirlili ini azaltır. Örne in sitrik asitle kelatla an CuS04 daha az toksiktir. pH = 68.5 arasında kelatla -ma bakırın %90 ının suda çözülmü kalmasını sa lar.Kelatla mı
bakır, bakırın uzun süre çözülmü miktarlarda kalması istendi inde denizde uygulanır.
Fakat birçok bakteriler, hastalıktan koruyucu düzeylerde bakıra direnç gösterdiklerinden
organik kelatları tedricen bozundururlar. Böylece Cu+2 iyonları karbonat iyonlarıyla
birle erek çöker. Balıklarda görülen a ır metal zehirlenmelerinde bakır, solungaç
yüzeylerinde çözünmeyen organometalik bile ikler olu turur. Ba ka bir görü e göre
solungaçlar içindeki proteinler kimyasal bozunmaya u rar. Ayrıca bakırın, deniz
balıklarının kan ve dokularında toplandı ı gözlenmi tir.Pb(NO3)2, ZnSO4 ve HgCl2
çözeltilerine konmu bazı tatlı su balıklarında soluma hızının arttı ı görülmü tür. Bu
esnada oksijen harcama hızında dü me olur. Artan soluma hızı bakırla muamele edilmi
sulardaki balıklarda gözlenir.A ır metaller solungaç üzerine çökerler ve salgıyı
pıhtıla tırırlar. Böylece Oksijen alınma zorla ır.
Metal Zehirlenmesine Etki Eden Faktörler
A ır metallerin toksisitesi pH, çözünmü oksijen, temperatür, balı ın büyüklü üne oranla
çözeltinin hacmi, çözeltinin yenilenme frekansı, çözeltideki di er maddeler ve sinerjetik
etki gibi faktörlere ba lıdır. Suyun pH ı en önemli faktör olabilir. Tatlı sular deniz
suyundan biraz daha zayıfça tmaponlanmı tır ve bu i lem görmü tatlı su sistemlerinde
a ır metal toksisitesinin etkileri görülür. A ır metallerin destille ve yumu ak sularda sert
ve bazik sulara göre daha toksik oldu u sanılmaktadır.Yüksek miktarda çözünmü
oksijen bakırın toksik etkilerim bir dereceye kadar azaltarak solunumu kolayla tırır. Su
yüzeyinin kuvvetli bir ekilde karı tırılması suyun pH ini dü ürecek ve bakın çözünür
halde tutacak olan serbest CO2 birikimini önler.Sıcaklık artı ı a ır metallerin balıklara
kar ı olan toksikli ini ço altır.Kur un tuzlarının toksisitesi su miktarı azaldıkça ve balı ın
büyüklü ü arttıkça azalır. Ayrıca kur un salgıyla balık üzerinde çöktürülerek zehirlili i
giderilir. leme sokulan suyun sık sık de i tirilmesi de toksisiteye etki eden bir faktördür.
E er su de i tirilmezse balıklar salgı salarak metal iyonlarım çöktürerek kısmen
toksisiteyi azaltırlar. ki a ır metal ya da bir a ır metalle ba ka bir madde arasındaki
sinerjik etkiye gelince örne in bakır - çinko kombinasyonları bazen tek ba ına çinko
veya bakırdan daha zehirlidir. Ba ka bir örnek ise bakır ile amonyaktır. Bakır-2iyonlarının amonya a kar ı affinitesi büyüktür. Bu iyonlar NH3 ile birle erek [Cu (NH3)4]+2
bakır tetramin kompleksi verir.
Cu+2+4NH3 [Cu (NH3)4]+2 Bu kompleks toksisite olarak bakıra e de erdir.
Mikroorganizmalarla A ır Metal Adsorpsiyonu
Canlı hücrelerin, sulu çevrelerinden metal katyonlarını toplayarak, hücre içinde
biriktirmeleri bilinen bir özellik olmasına ra men, mikroorganizmaların a ır metal
iyonlarını seçici olarak alıkoyma özelli i üzerindeki çalı malar yenidir. A ır metaller
bitkilerin hücre duvarlarından veya hayvanların hücre zarlarından biyolojik sistemlere
girmekte, bitki hücrelerinde vakuollerde depolanmakta ve enzimlerle birlikte pek çok
ya amsal faaliyeti düzenlemektedirler (Pekin, 1979; Pekin, 1980). Öte yandan krom,
kur un, civa, bakır, çinko gibi a ır metallerin a ırısının ya ayan hücreler üzerinde toksik
bir etkiye sahip oldukları da bilinmektedir. Nitekim sınır de erlerin üzerindeki a ır metal
deri imleri aktif çamur proseslerini deaktive etmektedir( Macaskie and Dean, 1989).
Gerek a ır metallerin toksik etkisi ve gerekse mikroorganizmalarla a ır metal
adsorbsiyonunun mekanizmasının tam olarak açıklanamaması, konunun günümüze
de in bir fenomen olarak anılmasına yol açmı tır. Gerçekten de mikroorganizmalarla
a ır metal adsorbsiyonun mekanizması incelendikce, kullanılan mikroorganizmanın
hücre yapısına ba lı olarak de i ik mekanizmaların etkili oldu u sonucu elde edilmi tir.
Mikroorganizmalarla a ır metal adsorblanma mekanizması
Mikroorganizmalarla metal adsorbsiyon kineti i iki basamaktan olu ur. Birinci basamak
organizma yüzeyinde fiziksel adsorbsiyon veya iyon de i imidir. Bu basama a genellikle
pasif giderim denir. Bu basamak çok hızlıdır ve mikroorganizma metal ile etkile tikten
kısa bir süre sonra denge olu ur. Hızlı giderme genellikle yüzey adsorbsiyonu
sonucudur (Ting and et. al 1989; Brady and Duncan, 1994). Mikroorganizmanın, sulu
ortamdan hücre yüzeyine metal adsorblamasını açıklamaya çalı an çe itli hipotezler ileri
sürülmektedir. Bunlardan ilki;
i. Metal iyonları hücre yüzeyindeki negatif yüklü reaksiyon alanları ile kompleks
olu turarak ve/veya pozitif yüklü reaksiyon alanları ile yer de i tirerek
adsorblanabilir. Bu olaya iyonik adsorbsiyon adı da verilir. Hücre duvarındaki
polisakkaritler, sülfat, amino ve karboksil gruplarını içerir. Algal polisakkaridlerin ço u,
örne in kahverengi ve kırmızı deniz alglerinin yapısal bile eni sodyum, potasyum,
kalsiyum ve magnezyum gibi metal katyonlarının tuzlarından olu maktadır. Çift de erlikli
metal iyonları, polisakkaritlerin aynı yüklü iyonlarıyla yer de i tirir (Tsezos and Volesky,
1981).
ii. Önerilen ikinci hipotez ise, bazı mikroorganizmaların hücrelerinin dı
zarlarından uzanan polimerler sentezleyebildikleri, bu polimerlerin çözeltiden
metal iyonlarını ba layabilme yetene ine sahip olduklarıdır (Tsezos and Volesky
1981; Norberg and Persson, 1984).
iii. Hücre duvarındaki proteinler metali ba lamak üzere aktif bölgeler olu tururlar.
A ır metallerin proteinlere kar ı kuvvetli ilgisi vardır. Proteinlerin peptid ba larının
azot ve oksijeni, hidroksil, amino, fosfat gibi grupları, iyonların metal iyonları ile
yer de i tirmesi için uygundur (Tsezos and Volesky, 1981; Crist et. al. 1981). Amfolit
karakterde olan proteinlerinde, molekülün türüne göre belirli bir izoelektrik pH' ı vardır.
Pozitif yüklü metal iyonlarının izoelektrik noktanın altında katyonik bir karakter ta ıyan
protein moleküllerinin içerdi i grupların aynı yüklü iyonlarıyla yer de i tirdikleri,
izoelektrik noktanın üstündeki pH'larda ise negatif yüklü reaksiyon alanlarıyla
kompleksler olu turarak adsorblandıkları dü ünülebilir (Sa and Kutsal, 1995).
Dolayısıyla ortam pH'ının a ır metal adsorbsiyonunda etkin bir parametre olması
öngörülebilir.
iv. Bazı mikroorganizmaların yüzeylerinde yüksek molekül a ırlıklı polifosfatlar veya
kimyasal olarak bunlara benzeyen gruplar, metali kompleksleri
eklinde
kendilerine ba larlar. Örne in Citrobacter cp hücrelerinde bulunan organik fosfattan,
inorganik fosfatı serbest bırakan fosfataz enzimi a ır metalin, hücreye ba lı metal fosfat
olarak çökmesini sa lar (Macaskie and Dean, 1987; Macaskie and Dean, 1989).
Günümüze de in yapılan çalı malar göstermektedir ki kullanılan mikroorganizmanın
hücre tipi ve içerdi i temel bile enler metal adsorbsiyon mekanizmasını belirlemektedir.
Metal alımında ikinci basamak, metal iyonlarının hücre zarından içeri ta ınımını da
içeren, metabolik aktiviteye ba lı, daha yava , hücre içi giderim basama ıdır. Bu
basama a aktif giderim denir (Ting and Lawson, 1989).
Isısal veya kimyasal yöntemlerle öldürülmü mikroorganizmalarla yapılan, adsorbsiyon
i lemi "biyosorpsiyon" olarak tanımlanmaktadır (Ting and Lawson, 1989)
Biyosorpsiyon aslında fiziksel ve kimyasal adsorpsiyon, iyon de i imi, koordinasyon,
kompleksle me, mikroçökelme vb. gibi birçok pasif giderim proseslerini adlandırmakta
kullanılan ortak bir terimdir. Öte yandan bazı öldürme tekniklerinin biyokütlenin
biyosorpsiyon kapasitesini arttırdı ı da kanıtlanmı tır ( Brady et. al. 1994).
Toprak Kirlili inin Kontrolü Yönetmeli i (Resmi Gazete : 10.12.2001 Tarih Ve 24609
Sayı) Toprak Kirleticilerinin Sınır De erleri
Taplo Topraktaki A ır Metal Sınır De erleri
A ır Metal
PH < 6 mg/kg Fırın Kuru Toprak
PH>6 mg/kg Fırın Kuru Toprak
Kur un
50 **
300 **
Kadmiyum
1 **
3 **
Krom
100 **
100 **
Bakır *
50 **
140 **
Nikel *
30 **
75 **
Çinko *
150 **
300 **
Civa
1 **
1,5 **
• pH de eri 7’den büyük ise Bakanlık sınır de erleri %50’ye kadar artırabilir. ** Yem
bitkileri yeti tirilen alanlarda çevre ve insan sa lı ına zararlı olmadı ı
bilimselçalı malarla kanıtlandı ı durumlarda, bu sınır de erlerin a ılmasına izin
verilebilir.
Arsenik
50 g/L ve daha dü ük düzeylerde arseni e maruz kalmanın insan sa lı ı üzerindeki
etkisi tartı malıdır. 50 g/L ve altındaki dozlarda arsenik alımına ba lı geli en herhangi
bir sa lık etkisi olsa bile bu klinik olarak ortaya konabilecek bir etki de ildir. 100 g/L ’in
üzerinde mesane kanseri riskinde artı , 150 g/L ve üzerinde cilt kanseri sıklı ında
artı , 200 g/L ve üzerinde kronik etkile im arsenikozis (arseniazis): (özellikle el ve ayak
tabanında si il benzeri deri olu umları ve ciltte pigmentasyon de i iklikleri) 300-400
g/L düzeylerinde uzun süre arsenik etkilenimi sonucunda mesane kanseri, akci er
kanseri, deri kanseri ve di er cilt problemlerinin ortaya çıkabilece ini gösteren çalı malar
mevcuttur. 400 g/L üzerinde kolon, böbrek, mesane, karaci er, akci er ve deri kanseri
sıklı ında artı 70-180 mg arsenik öldürücüdür. Gastrointestinal bozukluklardır özelikler
iddetli karın a ırsına yol açar A ızda metalik tat, bo azda sıkı ma, kusma, ve düzensiz
nabız, solgun yüz, gözlerde çökme, so uk ve ıslak bir cilt, Felç, koma ve ölümle
sonuçlanabilirler. Akut maruziyette çok az cilt reaksiyonu gözlenmi tir. Solunum yolu ve
kömür yakımıyla havaya karı an arsenik ve sigara dumanından alınan arsenik kronik
arsenik maruziyetine neden olur Daha önemlisi yer altı ve içme sularından alınan
arsenik kronik arsenik maruziyetidir. Arsenik, S-adenozilmetiyoninden metil gruplarının
transfer edildi i indirgenme ve metilasyon reaksiyonlarının yer aldı ı tek karbon
metabolik yolla metabolize edilir .Bu reaksiyonların devamlılı ı için diyetle Sadenozilmetiyonin’e (SAM) metil grubu sa lanması ve pentavalan arseni in
indirgenmesi için ortamda glutatyon bulunmasına gereksinim vardır.
Arsenik metilasyonu temel olarak karaci erde olur, di er dokulardaki aktivite dü üktür.
Arseni in etkili oldu u ba ka bir mekanizma ise DNA metilasyonunu bozarak yarattı ı
epigenetik etkidir, bu da fetal geli imi, programlamayı etkiler, ileri ya ta çıkabilecek
hastalıkların temeli atılmı olur. Arsin solunum yoluyla vücuda alındıktan sonra
hemoglobinle etkile erek arsenik metabolitlerine dönü ür. Bu metabolitler eritrosit zarını
parçalayarak hemolize yol açar. Özellikler akut arsin zehirlenmelerinde ani ve iddetli
hemoliz ortaya çıkar
norganik arsenik bile ikleri a ız yoluyla alındıklarında mukozaları a ındırıcı etkiler.
Emildikten sonra oksidatif stresi artırır hücre sinyal iletimini bozar ve bazı enzimleri
baskılar.
Arsenik bu grup içerisinde metal benzeri madde olmakla beraber, aslında gerçek metal
olmayan, iddetli zehirleyici olan ve bir o kadar da toksik tesire sahip bir bile iktir.
Arsenik birçok besin bitkileri (bahçe bitkileri) ile toprakta bulunan öldürücü kimyasal
madde olan pestisitler’den arsenik insektisitler (böcek öldürücü), herbisitler (yabani ot
öldürücü), fungusitler (küf öldürücü) ve rodentist’lerin (kemirgen öldürücü) birkaçı ile
Pb3(AsO4)2 (kur un arsenat), kalsiyum arsenat, Cu3(As2O4)24H2O (bakır arseto
arsenit-Paris ye ili) bile iklerini olu turmaktadır. Bugün arseni in yukarı da sözünü
etti imiz bile ikleri birçok besinler için dezenfektan olarak kullanıldı ı gibi bitki, sebze ve
meyvelere yönelikte arsenik veya arsenik bile ik içeren spreyler kullanılmaktadır.
Nitekim kilogram ba ına 0,30 mg arseni in depolarda meyvelerin saklanması için
kullanılan spreyin sa lık yönünden zararı yoktur. Ancak sıkılan sprey belli bir sınırı
a tı ında zararlı olaca ını da unutmamak gerekir.Arsfenamin gibi bazı ilaçlar da arsenik
ihtiva edip frengi hastalı ı tedavisinde kullanılmaktadır. Arsfenamin metal artıkları
sülfidrili inhibe ederek hücre enerjisinin enzim sistemleri üzerine olumsuz etki
yapmaktadır.
I. Dünya harbinde arsenik ihtiva eden Lewisit gazı kullanılmı , bu gaza kar ı askerlere
toksik tesiri giderici Anti Lewisit ilaçlar verilmi tir. Ayrıca Anti-Lewisit ilaçlar piyasada
(BAL) rumuzu ile tanınmaktadır. Hatta klinikte gıda zehirlenmelerinde bile BAL
verilmektedir. BAL sadece arsenik için de il di er birçok metal içinde zehir giderici veya
zehir ba layıcı olarak kullanılmaktadır. Nitekim BAL, arsenik veya di er a ır metallerde
ki sülfidril gruplarıyla ba lanarak onları faaliyetlerinden uzakla tırır. BAL aynı zamanda
Hg (cıva) ve arsenik zehirlenmelerine kar ı acil servis hastaları için veya rutin (günlük)
tedavide kullanılmak üzere standart bir ekilde hazırlanmı bir etken maddedir.
Kur un(Pb) :
nsanların en fazla kar ıla tı ı a ır metaldir. Kur un sanayide özellikle pil
yapımında kullanılan madde,benzin katkı maddesi olarak,radyasyon koruyucusu
olarak,tablo yalıtkanı olarak,kablo yalıtkanı,boyalarda,lehimde vs..100 lerce faaliyette
kullanılan önemli bir metal. Kur un özellikle kent ya amının önemli bir parçasıdır. Roma
dönemine göre atmosferde 2000 kat daha fazla var. Kur un parçalanamaz özelli e
sahip, zararsız form a dönü türülemez. Her formu toksitdir. Özellikle benzinde kullanılan
Tetroetil kur un çok toksik bir madde ve direk atmosfere veriliyor. Büyük ehirlerde:
1.11mg/m3 Kırsal alanda : 0,022mg/m3 Atmosferde iki ekilde kur un kirlenmesi olabilir;
Gaz halde ve partikül halde fosil yakıtın yanmasıyla partikül haldeki kur un atmosfere
yayılıyor. Toksik elde etme fırınlarında ortama da ılabilir.. Gaz halinde da ılması ise
tetraetil kur un egzoz gazının yanmasıyla olu ur. %98 i egzoz kaynaklıdır. Suda kur un
kirlenmesi çok görülmez çünkü suda çözünmez. Dipte birikebilir, ph yüksek olan sularda
çözünebilir. Toprak ve bitkilerde ise normalde bitkinin kara yoluna yakınlı ına ba lı
olarak kur un konsantrasyonu artabilir. nsan vücudunda, tetraetil kur un deri yoluyla
vücuda girer. Besin,su yoluyla insan vücuduna ku un girebilir. Solunum yoluyla vücuda
alınan ku unun %35-40‘ı sindirim yoluyla % 5-10’u vücutta birikebilir. Ku un kemikte
birikir. Ama zararını kemi e görülmez, yumu ak dokularda gösterir. nsanda kansızlı a
sebep olur. Hemoglobinin Hemin sentezini önleyerek kansızlı a sebebiyet verir.
Böbrekte birikti inde zehirlenmelere neden olur. Öncelikle kur un zehirlenmesinden
çocuklar etkilenir. Zihinsel ve davranı bozuklu una neden olur. Kronik olarak kur una
maruz kalan ki ilerde ilerde oboziteye neden olur. Yalıtım malzemelerinde,
mürekkep,kuma boyaları parlak ka ıtta bol miktarda ,bazı konservelerde kur un
bulunmaktadır. Özelikle ya lı boyalarda ku un vardır.
Biyosfere insan faaliyetlerine ba lı olarak önemli oranda yayılan kur un
bırakılmı tır. Günümüzden 4000-5000 yıl öncesinde, antik uygarlıklar tarafından gümü
üretimi esnasında yan ürün olarak ke fedilmi ve tarih boyunca kur un üretimi ve
kullanımı giderek artı göstermi tir. Kur un, Roma mparatorlu unda su borularında, su
saklama haznelerinde kullanılmı tır ve günümüz bilim adamları ve tarihçiler bu kullanım
eklinin Roma mparatorlu unun sonunu hazırladı ı görü ünü ortaya atmaktadırlar.
Kur un zehirlenmesi sonucu, yönetici sınıfının dü ünme kapasitesinin dü mesi, do um
oranlarındaki azalı ve kırsallarda ya am süresinin bu çökü ün temelini olu turdu u
iddia edilmektedir. Kur un insan faaliyetleri ile ekolojik sisteme en önemli zararlı veren
ilk metal olma özelli i ta ımaktadır. Kur un atmosfere metal veya bile ik olarak
yayıldı ından ve her durumda toksik özellik ta ıdı ından (Çalı ma ortamında izin verilen
sınır 0,1 mg/m3) çevresel kirlilik yaratan en önemli a ır metaldir. 1920’ lerde kur un
bile ikleri (Kur untetraetil Pb(C2H5)4 ) benzine ilave edilmeye ba lanmı tır ve bu
kullanım alanı kur unun ekolojik sisteme yayınımında önemli rol oynar (227.250 ton/yıl
ABD). Günümüzde kur unsuz benzin kullanımı ile atmosfere kur un yayınımı azalmakla
beraber kur unsuz benzin bile iminde bulunan kur un bir çok birincil metal üretim
a amasından atmosfere kur un ve bile iklerinin yayınımı devam etmektedir. Dünyada
en yaygın kur un kullanımı kuzey Amerika’dadır ve yıllık tüketim 1,300,000 ton
seviyelerine ula ır ve bu kullanım ko ullarında atmosfere atılan miktar yıllık 600,000 ton
seviyelerine ula ır Kur un 20. y.y.’da yüksek oranlarda paslanmaya kar ı oksit boya
hammaddesi olarak kullanılmı tır. Kur un oksidin hafif tatlımsı bir tadının olması
çocukların bu boya maddelerinin döküntülerini yemelerine ve dolayısıyla özellikle
kur una kar ı hassasiyetleri daha fazla olan küçük çocuklarda ciddi problemlere sebep
olmu tur. Almanya ve di er geli mi ülkelerde 1971’ de boya maddelerindeki kur un
kullanımı ve 1979’ da ise yemek saklama kutularındaki kur un kullanımını sınırlayıcı
yasalar çıkarılmı tır. Kur unun di er önemli kullanım alanları ise; teneke kutu kapakları,
kur un-kalay ala ımlı kaplar, seramik sırları, böcek ilaçları, aküler vb. alanlardır.
Kur unlu benzin ve boya maddelerinin yanı sıra yiyecekler ve su da kur un kayna ı
olabilmektedir. Özellikle endüstriyel ve ehir merkezlerine yakın yerlerde yeti en
yiyecekler; tahıllar, baklagiller, bahçe meyveleri ve birçok et ürünü bünyesinde normal
seviyelerin üzerinde kur un bulundurur. Su borularında kullanılan kur un kaynaklar ve
eski evlerde bulunan kur un tesisatlarda, kur unun suya karı masına sebep
olabilmektedir. Kozmetik malzemelerde bulunan birçok pigment ve di er ana
maddelerde kur un bulundururlar. Di er taraftan sigara ve böcek ilaçları da kur un
kaynakları arasında sayılabilirler. Endüstriyel olarak kuyumculuk sektöründe altın
rafinasyon ve geri kazanımı esnasında uygulanan “Kal” i lemi illegal olarak önemli
oranda kur unun oksit halinde atmosfere atılmasına neden olmaktadır. nsan
vücudundaki kur un miktarı tahmini ortalama olarak 125-200 mg civarındadır ve normal
ko ullarda insan vücudu normal fonksiyonlarla günde 1-2 mg kadar kur unu atabilme
yetene ine sahiptir. Birçok ki inin maruz kaldı ı günlük miktar 300- 400 mg ı
geçmemektedir. Buna ra men çok eski iskeletler üzerinde yapılan kemik analizleri
günümüz insanı kemiklerinde, atalarımızdakinin 500–1000 katı kadar fazla kur un
bulundu unu göstermektedir. Kur unun vücutta absorbsiyonu çocuklarda daha yüksek
olmakla beraber normalde % 5 gibi dü ük bir oranda gerçekle mektedir Bu oran dahi
kalsiyum ve demir gibi birçok mineralin vücut tarafından emilimini azaltmaktadır. Kana
karı an kur un buradan kemiklere ve di er dokulara gitmekte ya da dı kı ve böbrekler
yoluyla vücuttan atılmaktadır. Kemiklerde biriken kur un zamana ba lı olarak (yarılanma
ömrü yakla ık 20 yıl) çözünerek böbreklerde tahribata neden olur. Kur un bir nevi
nörotoksindir ve anormal beyin ve sinir sistemi fonksiyonlarına sebep olmaktadır.
Çocuklar üzerinde yapılan ara tırmalarda kanda kur un miktarı arttıkça IQ seviyesinin
dü tü ü tespit edilmi tir. Di er taraftan kur un nörotoksik özelli inden dolayı sinir
sisteminde iletimin azalmasına da yol açmaktadır.
Kur unun ço u kemiklerde depolanmasına ra men beyne, anne karnındaki
cenine ve anne sütüne de geçebilmektedir. Bebekler ve çocuklarda dü ük olan kur un
oranı, ilerleyen ya la beraber, kur una maruz kalınmasıyla artı göstermektedir. Kanda
40 mg/l seviyesini a ınca tansiyon artırıcı etki de ortaya çıkar. Di er taraftan kronik
kur un alınımı ile sprem sayısı ve morfolojisinde sınırlanır. Dünya sa lık örgütü
sınıflandırmasına göre (1995) kur un 2. sınıf kanserojen gruptadır. Ekolojik olarak
kur un katı olarak çökme e ilimindedir ve özel durumlar dı ında kompleks olu turmaz.
Genellikle do aya salınan kur un zor çözünür bile ikler ( (Pb3(PO4)2, Pb4O(PO4)2,
Pb5(PO4)3OH), (PbCO3) (PbS). Olu turur, bu nedenle beslenme zincirinde yer alan
bitkilerden kur un alınımı söz konusu de ildir.
Besin zincirinde kur un yayınımı genellikle midye türü kalsiyumlu kabuklular
üzerinden ve kalsiyuma ba lı olarak gerçekle ir. Tek hücreli canlıların ve balıkların 0,04
– 0,198 mg/l inorganik kur un içeren suları tolere edebildikleri ancak daha dü ük
miktarlarda kur unun besin yoluyla alınmasında akut zehirlenme gösterdikleri
bilinmektedir.
ekil kanda kur unun etkisi ba lı septomlar
Kur unun memelilerde hemoglobin sentezini inhibe ederek ve dola an
eritrositlerin ömrünü kısaltarak anemiye neden oldu u saptanmı tır. Kur unun kan
üreten dokularda hemoglobin sentezinin ba langıç evresinde gereksinim duyulan
amino lovinilik asit dehidratazı inhibe eder. Bu enzimin kur un tarafından inhibisyonu
di er metallere göre oldukça spesifiktir. Örnek: kadmium memelilerde bu enzimin
aktivitesi üzerine herhangi bir etki yapmamı tır. Bu enzimin inhibisyonu önemli olup
bundan hareket ederek insan eritrositlerindeki amino lovinilik asit dehidrataz
aktivitesi ölçülerek kur un zehirlenmesi te hisinde faydalı olur.
30 gün süre ile kur unun 10, 75 ve 300 ppm ortam etkisi altında kalan Salmo
trutta’da sadece yüksek deri imde kalanlarda anemi gözlenmi tir. Kur unun dü ük
ortam deri imlerinin kur un sentezi üzerinde herhangi bir etki yapmaması enzimin temel
fonksiyonundan dolayı büyük bir çalı ma kapasitesine sahip oldu unu ve enzim
aktivitesinin genelde %25’nin kullanıldı ını gösterir. Balıklarda enzimlerin aktivitesinin
metallerin etkisinde kaldıktan sonra çok yava iyile ti i belirlenmi tir. Yapılan
ara tırmalarda kontamine olmamı ortamda yedi hafta sonra enzim aktivitesinde çok az
bir iyile me meydana geldi i saptanmı tır. Bunun nedeni yeterince açık olmamakla
birlikte bunun dokularda kur unun sürekli bulunmasından yada enzim sentez oranının
çok yava olmasından kaynaklanır.
Bitkisel kaynaklı besinlerde yeti ti i topra a ba lı olarak kur un miktarı ortalama
0-2,5 mg/kg ; Balık ürünlerinde 0,2-2,5 mg/kg ;et ve yumurtalarda 0-3,7 mg/kg 0-3,7
mg/kg
arasında de i mektedir. Metal ve organik tuz formundaki kur un insan
vücudunda 120 mg/kg bulunur. Günlük alım 0,3 mg/gün, kanda 0-30 mg/100 ml ve
idrarda 80 mg/lt normal seviyelerdedir. A ırı kur un böbrek ve beyin bozukluklarına yol
açar. Kur unun en önemli etkisi “hemoepoetik sistem” üzerinedir. Eritrositlerin zar
bütünlü ü bozulur. Parçalanması kolayla ır ve hemoliz sonucu anemi olu ur.
Demir(Fe)
Do ada çok bulunmasına ra men, do al suların kapsamında az miktardabulunur.
Bunun nedeni demirin sudan hızla çökerek ayrılmasıdır. Suda demir 2 de erlikte olabilir.
Bunlar, iki de erlikli demir (ferro) ve üç de erlikli demir (ferri) halidir. Ferro demir kararlı
bir iyon olmayıp ortamda oksijen varsa
2 Fe++ + 4 HCO-3+ H2O+ l/2 02 -» 2Fe(OH)3 + 4C02 reaksiyonu gere ince demir -3hidroksit halinde çökerek sudan ayrılır. ndirgeyici ko ullar altında yukarıdaki reaksiyon
tersine dönerek, suda bol miktarda ferro demir bulunan bir, pH de erinin 6-8 de erlikleri
arasında üç de erlikli ferri demirin çözünürlü ü sınırlandırılmı olup. çözünürlük çarpımı
4. dan 5.10 dolayında olur. Daha dü ük pH de erlerinde ferri demirin çözünürlü ü artar,
ço unlukla alkali karakterdeki sularda ferri demir, kolloidal halde görülür. Havanın etkisi
veya klor ilavesiyle demir, ferri (+3) haline yükseltgenir ve hidrolize olarak çözünmeyen
demir 3 oksit haline döner. Özel ko ullar altında havadan sakınmaksızın toplanan
laboratuvar numunelerinin ço unda demir bu ekilde bulunur. Alkali yüzey sularında
demir ender olarak 1 mg/lt de erinden daha fazla konsantrasyonlarda bulunur. Di er
taraftan bazı yeraltı suları ve asidik yüzey sularında fazla miktarda Fe bulunabilir. Litrede
0. 3 mg dan itibaren demir içeren suların lezzeti ho de ildir. Böyle sular sanayi ve
günlük gereksinim bakımından kullanılmaya da uygun de ildir. Çünkü bazı küçük
canlıların olu umuna yardım ettikleri gibi bunlann ço alarak (alg olu umu) çöken
hidroksitle beraber boruları tıkama tehlikesi vardır.Dokuma, boya, yıkama, tutkal, yapay
ipek, foto raf malzemesi, cam, seramik maddeleri imal eden sanayiler litresinde 0, 1 mg
dan daha fazla demirli suları kullanamazlar. Bu gibi sular çöküp tıkama olasılı ından
dolayı kalorifer tesislerinde de kullanılmaz. En uygun litresinde 0, 05 mg dan fazla demiri
olmayan suları kullanmak, bulunmadı ı taktirde demiri tasviye yoluna gitmektir
Bakır(Cu)
nsan vücudunun bakır yükü 100 mg/kg günlük alımı ise 3,2 mg/gün’dür. Bakırın
toksikolojik etkilerinin ba ında gastro-intestinal semptomlar gelir. Karın a rısı, kusma,
ishal,ba a rısı, solunum güçlü ü, susuzluk hissi, bacaklarda kramp olu ur. Gaita Ye ile
benzer mavidir. Otopside sindirim kanalı mavi-ye il renge boyanmı görülür, kanma ve
ülserler vardır. Karaci er ya lı olup , böbrekle nefrit hali gösterir. Yüzeysel sularda bakır
1,0 mg/lt’nin altında bile, su bitkilerine zehirli etki, bazı balıklar için 1 mg/lt toksik etki
yapar.
Bakır toprak drenajı nedeniyle su ortamlarının do al bir bile eni olup günümüzde
suda kullanılan malzemelerin çürümesini ve üzerlerinde zararlı organizmaların geli imini
engellemede besin ve ham ipek koruyucusu olarak endüstride kullanımı gibi temelde
antropojenik faktörlerin etkisi nedeniyle bu ortamlarda deri imi artmaktadır. Bakır çe itli
enzimlerin yapısına girmekte, kemik olu umunda, kalp fonksiyonları, ba ı ıklık
sistemlerinin düzenlenmesinde, ba dokusu geli iminde, omurili in miyelinle mesinde
etkin rol oynamaktadır. Bu nedenle organizmaların normal geli imleri ve biyolojik
i levlerini sürdürebilmeleri için eser miktarda bakır alınması gerekmektedir. Balıklarda
fazla miktarda alınması dokulardaki birikimini arttırarak çe itli fizyolojik bozukluklara,
yüksek deri imleri ise do rudan mortaliteye neden olmaktadır. Balıklarda bakırın a ırı
birikimi geli meyi, iyon dengesini, hematolojik parametrelerini, protein düzeylerini, doku
permeabilitesini, membran bütünlü ünü ve endokrin sistemi etkilemektedir Bu nedenden
ötürü toksikanttır (toksisiteye sahip).
Bakırın balık fizyolojisi üzerine etkileri ile ilgili çok sayıda ara tırma yapılmı tır.
Bunların metabolizma üzerine etkileri di er kirleticilere göre daha fazla bilinmektedir.
Ara tırmacılar de i ik konsantrasyonda etkilerde bırakılan balıklarda oksijen tüketimini
incelemi , uzun süre bakırın etkisinde kalan balıklarda oksijen tüketiminde azalma
oldu u ortaya konulmu tur. Ara tırmacılar Bluegill balı ı üzerinde 0,21 ppm bakır ile
yapılan deneyde metabolizma inhibisyonunun suda alınan bakırdan oldu unu
görmü lerdir. Salmo trutta ile yapılan çalı mada bakırın etkisinde kalma sonucu balı ın
besin tüketiminde geçici olarak bir azalma gözlemi lerdir. Metalin etkisinde kalan balıkta
plazma kortizol ve adrenalin konsantrasyonunun arttı ı saptanmı tır.
Bakırın etkisinde karaci erde metalleri ba layan ve bunların yüksek molekül
a ırlıklı proteinlerin aktif bölgelerini bloke etmelerini engelleyen metallothioninlerin
sentezi artmaktadır. C. Carpio ile yapılan çalı malarda bakır etkisiyle kan serumundan
seruloplazmin düzeyinde artma oldu u görülmü tür. Bakırın dü ük dozları solunumu
arttırmı yüksek dozları ise solunumu azaltmı tır.
Rainbow trout 5 saat boyunca 0,2 ppm bakırın etkisinde kaldı ında balıkta
kontrollere göre yüzme hızında %55 dü me gözlenmi tir. Bakırın sinir sistemine etkisi
kas kordinasyonunu bozmakta bu da balı ın daha yava yüzmesine neden olmaktadır.
Çinko(Zn)
Otomotiv
endüstrisinde,elektrikli
cihazda,oyuncak
ve
makine
üretiminde,deodorant ,kaynak,pil i lemlerinde kullanılıyor. Besin ambalajı,ile insana
bula ır. Kronik maruz kalma sonucu deri,akci er hastalı ı gözlenir. Kanserojen bir
madde de ildir. nsan sa lı ı açısından önemli bir element olup, belirli miktarlarda
alınması gerekir. 70 kg a ırlı ındaki bir insanda ortalama olarak 1,4-2,3g çinko
bulunabilmektedir. Günlük alınımı ise 10-15mg’dır. Çinko oksit buharları; metal dumanı
hummasına,bo az tahri i,öksürme,solunum güçlü ü, adale ve eklem a rılarına neden
olur. Yüksek de i imlerde ise çok toksik etki yapar ölüme neden olur. nsan için en
dü ük metal doz 500mg/kg tartı/gün; çinko oksit için en dü ük toksik doz ise 600
mg/m3’dür.
Gen ekspresyonunda çinko regülasyonu için en önemli mekanizma organogenezis
sırasında hücresel farklıla madır. Çinko prokaryotlarda ve ökaryotlarda transkipsiyondan
sorumlu enzimler ve RNA polimeraz foksiyonu için esansiyeldir. Yakla ık olarak çinko
300’ den fazla enzim ve protein için gerekli bir metaldir.
Ökaryotlarda transkripsiyon faktörleri arasında DNA ba lama motif proteini genelde
çinko parmaktır ve çinko iyonuna iki imidazol nitrojeni ve iki sistein sülfidril iyonlarını
ba lanması yoluyla stabilize edilir. Çinko yoklu unda konformasyonel karı ıklık olur ve
domenler uzun süre DNA ile ba lı kalmaz. Çünkü Transkripsiyon Faktörleri (TF)’ hücre
regülasyonunda merkezi bir rol oynar. Çinko teratojenitesinin i lergesi için olası
açıklama DNA sentezinin, a ırı miktarda çinko tarafından inhibisyonudur. Çinko’ nun
DNA polimeraz ve timidin kinaz gibi birçok enzimin kofaktörü olması nedeniyle çinko
deri imindeki hafif artı , DNA sentezini uyarmaktadır. Çinko’da büyük eksiklik ve
fazlalıklar DNA sentezinde inhibisyona neden olur. Çinko immun sistem için esansiyel iz
elementtir. Fakat aynı zamanda di er organ sistemleri için de çok önemlidir. Memelilerde
çinko eksikli i deri ve immun sistemde hayli etkilidir. Çinko eksikli i sendromu jeofajianemi, hipogonadizm-hepatosplenomegali, deri farklıla maları, büyüme ve mental gerilik
olarak kendini gösterir. Di er organ sistemleri için de çok önemlidir. Son yıllarda
çinkonun çe itli hücre sistemlerinde etkisi ara tırılmı tır. Ekzojen olarak ilave edilen
çinko in vivo ve in vitro kültür sisteminde çe itli etkilere yol açmı tır.
Krom(Cr)
Çözünen kromat tuzları için metal doz 5 gramdır. Kromun (+3) ve (+6) de erlikli
iyonları biyolojik önem ta ır. Organizmada in vivo olarak Cr+6 (kromat) ekli Cr+3 (kromik)
ekline dönü ür. Cr+3 insan ve hayvanlarda esansiyel eser elementtir. Besinlerde
günlük krom alınımı ortalama 60 mg olarak hesaplanmı tır. Vücut krom yükü ise 6mg
olarak hesaplanmı tır. Suda çözünenleri deri ile absorbe edilir. Krom,deri, akci er, kas
ve ya dokusunda birikir. Oral yolla alınan krom tuzları,bulantı,kusma, mide ülseri ve
merkezi sinir sistemi üzerinde etki gösterir. çme sularında belirlenen sınırı açtı ı zaman,
deri rahatsızlıklarına ve karaci er bozukluklarına neden olur. Deniz canlılarında biyolojik
birikimi azdır. ri deniz yosunlarının fotosentezinin %50 azalmasına neden olur.
Nikel (Ni)
Vücudun nikel yükü 10 mg’dan azdır. Oral yolla alınan nikelin ba lıca atılım yolu
feçestir. Normal durumlarda idrardaki nikel miktarının 30 mg/l ’nın altında oldu u
bildirilmi tir. A ırısı ba langıçta ba a rısı,ba dönmesi,bulantı,kusma,gö üste a rı,kuru
öksürük,so uktan ve nefes darlı ına neden olur. leri evrelerde gö üs sıkı ması,kuru
öksürük,kusma,bilinç kaybı ve ölüm görülebilir.
Nikel’in direkt ve indirekt yolla verdi i in vivo hasar ekilde gösterilmi tir. Nikel’in
kanserojen etkisi nedeniyle güvenilirlik limitinin belirtilmesi mümkün de ildir. nsanda
yapılan epidemiyolojik çalı malarda suda eriyebilen nikel bile iklerinin karaci er ve
burun kanserlerinin olu umunda önemli oldu u ileri sürülmü tür. Kanser hastalıklarında
serum nikel deri imi artmaktadır. Nikel bile ikleri, insan ve kemirgenlerde güçlü
karsinojen olmasına ra men, zayıf mutajenik oldu u saptanmı tır. DNA metilasyonu ve
histon asetilasyonu transkipsiyonda aktif ve inaktif bölgelerde genom organizasyonunda
önemlidir. Nikel bile iklerinin DNA hiper-metilasyonuna, histon de-asetilasyonuna ve
kromatin kondensasyonuna sebep oldu u belirtilmektedir.
Kadmiyum (Cd)
nsan vücudunda kadmiyum seviyesi normal artlarda 30 mg/ 70 kg’dır. Günlük
alınımı 0.08-0.20 mg/gün, kanda 5 mg/100l idrarda 50 mg/l’dir. Kadmiyum ve kadmiyum
oksit buharları zehirlenmelere yol açar. Akut zehirlenmelerde akci er ödemi,bazı
vakalarda karaci er bozuklukları görülür. Kronik zehirlenme durumlarında,spesifik
olmayan semptomlar,bo azda kuruma,di lerde sarı kadmiyum halkaları, eklem a rıları
dikkati çeker. Yüksek tansiyon kalp hastalıkları, kansızlık,yaraların iyile mesinde
güçlük, zihinsel fonksiyonlarda problemle ve böbrek rahatsızlıklarıdır.
Kadmiyum memelilerde anemiye neden oldu u belirlenmi tir. Aneminin
mekanizması; büyük ölçüde hemoglobin sentezi için barsak demir absorbsiyonunda
meydana gelen dü medir. Böyle bir mekanizmanın balıklarda olup olmadı ı henüz tam
olarak bilinmemektedir. Ancak 15 gün süreyle kadmiumu 1 ppm ortam deri iminin
etkisine bırakılan dil balıkları bu süre içerisinde beslenememi lerdir. Kadmiyum aynı
zamanda yapısı bozuk çok sayıda eritrositin meydana gelmesine neden olmu tur. Bu da
kan hücrelerini olu turan yapıda bir lezyonun varlı ını gösterir. Kadmiyum etkisinin bir
sonucu olarak böbrekte amino lavunilik asit dehidrataz enziminde bir artı
görülmü tür. Bu da hemoglobin sentezinin ilk basama ının kadmıum tarafından bloke
edilmedi ini enzim aktivitesindeki artı a ra men hemoglobin sentezinin dü tü ünü
gösterir.
Taplo Do ada Kadmiyum miktarı
Atmosfer
0.1 to 5 ng/m³*
Toprak
0.1 to 0.5 µg/g
Deniz dibi
~1 µg/g
Deniz suyu
~0.1 µg/l
* ng = nanograms = 10E-9 g
Dil balı ında kadmiumun etkisi sonucu anemi olu tuktan sonra Larsson ve
arkada ları bu balıkların bir yıl süre ile kontamine olmamı sularda tutulmasının anemiyi
ortadan kaldırdı ını saptamı tır. Karbonhidrat metabolizmasında bozuklu un devam
etmesi büyük bir olasılıkla pankreasda insulin salan hücrelerdeki bozuklu un
süreklili inden dolayıdır. Bu verilerden de kadmiumun neden oldu u bazı lezyonların
di er metallere oranla daha sürekli oldu unu gösterir.
Kadmiyum’un etkilerini:
1. Membran yapı/fonksiyon de i imi,
2. Antioksidan enzimlere karı ma,
3. Tiol proteinlerde de i im,
4. Enerji metabolizmasında inhibisyon,
5. DNA yapısında de i im ve
6. Stres genlerinin expresyonunun indüklenmesi ve bazı enzimatik aktivite
etkilerinde önemli rol oynamasıdır.
Kadmiyumla indüklenmi
karsinojenik mekanizmanın kesin i lergesi tam
açıklanamamı tır. Kadmiyum, memeli hücrelerinde sitotoksisite, kromozomal anomali ve
mutajeniteye neden olmaktadır. Kadmiyumla indüklenmi karsinojenite, direkt veya
indirekt yolla DNA ile ba lantılıdır. Direkt ili ki kadmiyumla DNA arasında kovalent
ba lanmayı gerektirirken indirekt ili ki DNA’ da oksidatif hasar, hücreler içinde hücresel
oksidanlarında artma, ve bu da serbest radikallerde artma meydana getirmektedir
ndirekt ili kinin, aynı zamanda DNA onarım i lergesi, DNA-protein ve DNA-amino asit
çapraz ba ı formasyonu aracılı ı ile oldu u ileri sürülmektedir.
Kadmiyum yumu ak metaldir ve proteinlerde tercihen sülfidril gruplarına ve DNA
fosfatlarından çok DNA bazlarına ba lanır. Kadmiyumun hücresel toksisitesi, Cd-DNA
ba lanma aracılı ı ile sülfidril ihtiva eden proteinlerin inhibisyonuna ve reaktif
oksijen çe itlerinin indüklenmesine neden olur.
Ayrıca kadmiyum indirekt olarak antioksidan düzeyini azaltmakta ve intrasellüler
hidrojen peroksit artı ı görülmektedir. Hidrojen peroksit artı ı demir/bakır aracılı
redoks reaksiyonlarını kataliz etmekte, olu an serbest radikaller DNA çapraz ba ı
yapmakta ve lipid peroksidasyonunu tetiklemektedir. Kadmiyum’ un serbest radikal
üretti i görülmemi ancak uygulamadan hemen sonra dokularda lipid peroksidasyonu
artmı tır 10. Kadmiyum teratojenitesi ve onunla ilgili metallotionein (MT) gen
expresyonu, gebeli in ortasındaki fare embriyolarında incelenmi tir. Yazarlara göre;
gebeli in 10. gününde teratojenik dozda kadmiyum uygulaması (50 µmol Cd/kg) MTmRNA olu umunu indüklememi tir. Kadmiyum (µmol/L düzeyinde) MT-mRNA’yı
çinkodan 10 kat fazla indüklemi tir. MT vücutta çok dü ük düzeyde bulunmaktadır.
Fakat kadmiyum ve çinko gibi a ır metallerin mikromol düzeyinde MT transkripsiyonu
hızla artar. MT’nin ayrıca glukokortikoid hormon ve inflamatuvar ajanları da indükledi i
saptanmı tır. FETAX (Frog Embryo Teratogenesis Assay: Xenopus)’la kadmiyum’ un
embriyotoksisitesine bakılan bir çalı mada kadmiyum’ un teratojenik oldu u ve doza
ba lı barsak anomalisi, oküler anomali gibi malformasyonlar olu turdu u gözlenmi tir
Kadmiyum, aynı zamanda transkripsiyon faktörlerinden çinko parmak motifi içinde
çinkonun yerini alır. Çünkü kadmiyum fizyolojik ko ullar altında redoks aktif de ildir
Kadmiyuma çe itli yollarla maruz kalmı memeli testis ve ovaryumunda kadmiyum
birikimini ara tırırken kontrol grubunda da testis ve ovaryumda birikim oldu u
göstermi tir.
Civa (Hg)
Yakın zamana kadar endüstride kullanılma sonucu atık olarak sulara karı an civa
metalinin su dibinde kalıp zararlı bir etkisi olmaya ça ı dü ünülüyordu. Ancak
fabrikalardan atılan civanın, sedimentlerde mikroorganizmalar tarafından metil civaya
dönü tü ü, lipofil özellikte ve çok oksit alan bu bile i in biyobirikim ve besin zinciri yolu
ile insanlara ula tı ı anla ılmı tır. nsan vücut yükünde civa seviyesi eser miktarda,
günlük alınımı 0.02mg/gün kanda 0-8mg/ 100 ml, idrarda 0-0.16mg/lt’dir. Civa
bile iklerinin etki gösterdi i organlar merkezi sinir sistemi, karaci er ve böbreklerdir.
Suda çözünen anorganik civa tuzları deri ve mukaz memralarını invite eder. Japonya’da
1956 yılında minamata körfezindeki kazada ortaya çıkmı tır. Bu arada 43 insanın
ölümüne ve yüzlerce insanın a ır zehirlenmesine civa neden olmu tur.
Çok eski ça lardan beri biline elementtir. Birçok alanda kullanılır.80 çe it civa türevi
vardır.300 farklı alanda kullanımı mevcuttur. Bunların yanında di dolgularında, ya lı
boyalarda vs. Civa sıvı bir metaldir.-39 ile +357 °C arasında sıvı halde bulunan tek
elemendir. Bu özeli i bu elementi di er tüm elementlerden ayırır. En kolay
buharla abilen metal bile i idir. Çok iyi iletkenlik gösterir. Di er metalleri çözme
yetene ine sahip. Yer kabu unun 100 milyon da 8’i kadar civa oldu u bilinmektedir.
HgS eklinde bulunuyor. HgS +O2 Hg +SO2 toplu halde bulunur Kullanıldı ı yerler:
Amalgam dolgu,laboratuarlarda inorganik tuzları
eklinde kullanılır,bazı elektrik
aletlerinin yapımında,klor alkali sanayinde kullanılır. Bunun yanında tarımda fungusit
olarak kullanılır. Fenil civa asetat denilen bile ik ya lı boyalarda katkı maddesi olarak
kullanılır. Mantardan karunmak üzere kullanılır.
Civa çevreye nasıl yayılır.? - % 2 si atmosfere karı ır. üretilmesi sırasında - Fosil
yakıtların yanması sonucunda civa atmosfere karı ıyor. - Metal cevher i leme sırasında
ortama karı ıyor. - Endüstriyel faaliyetlerde alıcı ortama karı abiliyor. Civanın çevreye
zararlı oldu u biliniyor. Civanın meydana getirdi i tehlikeler konusunda 5 nokta var.
1. E ik miktarı a ıldı ında tüm Civa bile ikleri toksiktir.
2. Civa bile iklerinin vücuttaki toksik etkileri,da ılımları birikimleri ve
canlıda kalı süreleri birbirinden çok farlıdır.
3. Civa bile ikleri vücuda girdi i
ekilde de il ba ka
ekillere
dönü ebilmektedir. Çe itli bile iklere dönü üyor.
4. Civa vücut enzimlerinde bulunan kükürt atomlarına ba lanarak
biyokimyasal reaksiyonları durdurur. Vücut için faaliyetlerini durdurur.
5. Civanın vücutdaki tahribatı kalıcıdır. Tedavisi henüz bulunamamı tır.
Civanın Vücutta Bulunma ekilleri
1) norganik: Metalik Civa eklinde ya da Civa tuzları eklinde bulunabiliyor.Oldukça
toksik bile iklerdir. Özellikle karaci er ve böbrekte toplanma e ilimi gösterirler.
Buhar halinde solundu unda akakci erden kana karı ır,kan yoluyla da beyne
ula ır. Nörolojik rahatsızlıklara sebep olur. Vücutta kalı süresi kısadır.
2)Aril Organik: Özellikle PMA,fenil civa asetat bu gruba girer.Aril civa bile ikleri
vücuda alındı ında inorganik civa ekline dönü ürler. norganik civada olu an
tahribatları meydana getirirler. Özellikle beyinde toplanırlar. Vücutta kalı süresi
inorganiklere göre daha uzundur. Birikme e ilimi gösterirler. Aril civa bile ikleri akil
civa bile iklerine dönü türülebilir. nsan vücudunda bu dönü ün gerçekle ti i
bilinmemektedir.
3) Alkil Organik: En tehlikeli civa bile ikleridir.
Metil civa Hg-CH3
Dimetil civa CH3 – Hg –CH3
Tohumların ilaçlanmasıyla çevreye karı abilirler. Metil Civa suda çok kolay çözünen
dayanıklı bir maddedir. Dimetil civa ise bazik ortamda dayanıklıdır. Asidik ortamda çok
çabuk parçalanarak metil civa’ya dönü ürler. Dimetil civa uçuculu u daha fazladır.
Vücuda alını ı da solunum yoluyla alınırsa(egzoz örne i) tehlikelidir. Gıda yoluyla alınan
ise daha az tehlikelidir. Japonya da 5-20 ppm ‘e kadar balıklarda civa bulunmu . Bunada
yakınlarda bulunan fabrikadan kaynaklandı ı görülmü .0,001 ppm de eri izin veril
de erdir.
Civa , tarımsal ilaçlar , deterjanlar , çe itli sanayi atıkları tarafından suya az veya
çok miktarda atılmaktadır. Çevreye atılan civanın ço u insan faaliyetleri sorumludur.
Sıcak volkanlardan civaya ilaveten di er yollarla yılda yakla ık 800 ton civa temiz sulara
ve oradan da denizlere karı maktadır.
Yapılan ara tırmalarda endüstri bölgelerinde bulunan balıkların , endüstri bölgeleri
olmayan bölgedeki yerlerde ya ayan balıkların daha çok civa ta ıdı ı gözlenmi tir.
Civa canlıda biriktirilir. Mesela besin zincirinin daha üst kademesinde bulunan büyük
balıklarda (köpek balı ı, uskumru, tuna balı ı ve kılıç balı ı vb..) daha altta yer alan
di er balıklara göre çok daha fazla oranda metil cıva birikir. nsanların birinci derecede
cıvaya maruz kaldıkları besin maddesi, metil cıva içeren balık etidir. Cıva birincil
olarak balıkta ve di er deniz ürünlerinde metil cıva iyonu (CH3Hg+) eklinde bulunur
Ba langıçta civa metali elemental formda çe itli amaçlarda kullanılmı tır. HgO (kırmızı)
gibi inorganik civa bile ikleri ise genellikle gemi boyama i leminde kullanılmı tır. Çünkü
buna benzer maddelerin gemilerin tekne kısmına zarar veren midye gibi birçok deniz
hayvanını ve di er mikro organizmaları zehirleyip öldürme yetenekleri vardır. Civa
tüketimi konusunda bir fikir edinmek bakımından ABD ‘deki tüketimi örnek olarak
verebiliriz bu ülkede yılda 6-7 ton civa çe itli bilimsel aletlerde , di çilikte , elektriksel
aletlerde , tarım ve ilaç endüstrisinde , ka ıt-ka ıt hamurunda ve boyacılıkta
kullanılmaktadır.
Bazı organo-metalik civa bile ikleri de çevreye fungusid , algisid ve bakterisid
olarak atılmaktadır. Ka ıt sanayisinin atık suyunun yosun ve balcı ını kontrol etmek için
civa (Hg2) tahılları kemirgenlerden korumak içinde metil-civa bile ikleri kullanılmı tır.
New Meksika da bu ilaçların kullanıldı ı tahıllarla domuzlar beslenmi ve kesilen ve
yenilen etlerden halk zehirlenmi tir. Daha sonra bu tür ilaçların kullanılması
yasaklanmı tır.
Civa genelde böbreklere etki gösterir ve orda toplanır. karaci er, böbrek,immun
(Ba ı ıklık) Sistem hücreleri, SSS (Somatik Sinir Sistemi) Periferik sinir sistemi ve Beyin
üzerine toksik etkilidir.
Civa organizmada 3 ekilde zararlı etki olu turur;
1. Civa; enzimlerin sülfidril gruplarına ba lanabilir.
2. Proteinlerin tersiyer yapıları de i ti inde; yeni olu an proteinler organizma için
immunojen hale gelir ve B lenfosit proliferasyonuna neden olur.
3. Organik civa formları lipofilik organlarda birikir.Örne in; beyin ve miyelin kılıflarda
biriken civa nörotoksik etkilere neden olur.
Ayrıca Nöronlarda protein sentezini inhibe eder. Mitokondri fonksiyonlarını bozar. yon
kanallarını etkiler. Nörotransmitter salınmasını inhibe eder. Nöronları hücre
membranlarındaki yapısal proteinleri tahrip eder. Bütün bu etkiler özellikle sinir
sistemindeki hasarlar civa ya ba lı akut zehirlemelere japonyada Minamatada
gözlenmi tir Cıva zehirlenmesine “itai-itai” denir.
Cıva Bile ikleri:
Bazı organo-cıva bile iklerin isim ve formüllerini öyle sıralayabiliriz:
Tablo bazı civa bile ikleri
Klorometil Civa (II)
CH3HGCL
Hidroksometilciva(II)
CH3HgOH
Dimetilciva(II)
CH3HgCH3
Siyanometilciva(II)
CH3HgCN
Kloroetilciva(II)
C2H5HgCl
Asetatometilciva(II)
CH3HgOOCCH3
Asetofenilciva(II)
CH3COO-Hg-C6H5
Cıva zehirlenmesinin an belirgini yakla ık 30 yıl önce Japonya nın bir liman kenti
olan balıkcılı ı ile me hur Minemato da görülmü tür. Organo-civa bile ikleri katalizör
olarak kullanan bir firma atıklarını minemato nehrine ve yanındaki yatsushire körfezine
dökmü tür. Böylece her yıl bir miktar klorometil-civa nehre karı mı tır. 1953 yılında
minemato halkında garip bir hastalık ortaya çıkmı tır. Ba a rısı , uyu ukluk , yorgunluk
, yutkunma , i itme zorlu u ve di eti intihaplanması kendini göstermi tir. Bu belirtilerin
nedenleri bilinmedi i için önceleri bu hastalı a minemato denmi tir. Daha sonra yapılan
ara tırmalarda bu hastalı ın civadan ileri geldi i saptanmı tır. Bu hastalıktan yüzlerce
ki i ölmü ve binlerce ki i de sakat kalmı tır.
ekil en tehlikeli organik bile ikleri metil civa ve dimetil civa
Minemato hastalı ının en önemli sonucu civa nın limanda ya ayan balıklarda suya
nazaran daha fazla bulunmasıdır. Klorometil-civa gibi bazı bile ikler besin zinciri yoluyla
birikmektedirler, dokularda çözünme e ilimleri çok fazla olan bir madde sudan dokuya
geçerek orada birikmektedir. Bu miktar zaman geçtikce artar ve bu yolla civa gibi a ır
metaller insan ve canlı vücudunda yüksek dozda birikmeye ba lar.
Biyolojik organlarda da toplanan maddelerin büyük bir kısmı hidrofobik tir.
Klorometil-civa da bunlardan biridir. Klorometil-civa hücre dokularına geçerek ya lı
dokularda birikmektedir. Ya dokularında biriken civanın dı arı atılımı çok zordur.
Klorometil-civa pH 5 ve daha yüksek de erde hidroksimetil civaya dönü mektedir. Bu
madde klorometil-civa bile i inden daha fazla çözünmektedir. pH 5 den daha dü ük
de erlerde bu maddenin emilmesi daha kolay olmaktadır. Daha yüksek pH larda ise
dimetilciva olu makta ve bu madde suda az çözünmektedir. Bu nedenle bazik ve nötral
suda ya ayan balıklar daha az civa içermektedir. Civa zehirlenmesinin mekanizması
oldukça karma ıktır. nsan vücudunda biriken civa bir çok enzimlerle tepkimeye girmek
suretiyle gerekli katalizörleri zehirlemektedir. Bunun nedeni Hg+2 iyonunun enzimlerde
sitozin amino asidi üzerinde sülfidril (-SH ) grubu ile çok kuvvetli ba yapmasıdır.
Böylece enzimin katalitik i lemi ortadan kalkmaktadır. Klorometil-civa bile i i oldukça
zehirlidir. Kan dola ımını beyinden ayran membranlardan geçer ve rahimde
beslenmekte olan çocu u etkiler. Bunun sonucunda Minemato felaketinde ortaya çıktı ı
gibi do u tan kusurlu insanlar meydana gelir.
Civa zehirlenmesi çe itli yöntemlerle belirlenebilir. Bunlardan en geçerli olanı civayı
kuvvetli ligantlarla (ba ) kompleksi olmaktadır. Bu amaçla Kalsiyum Etilen Daimin Tetra
Asetik asit (Ca2EDTA) , 2,3-Merkaptopropanol HOCH2-CH2-CH(SH)-CH2-(SH) Gibi çok
kuvvetli kelatla tırıcı maddeler kullanılır. Enzimlerden çok daha güçlü ba lar
olu turdukları için civayı sıkıca ba layarak enzimin serbest kalmasını sa larlar. Endüstri
tarafından çevreye atılacak her türlü atık suyun önceden içeri i tayin edilerek civa gibi
canlılara zararlı maddelerin deri imi minimum düzeye indirilmelidir. Aksi halde her geçen
gün daha kirli ve canlı ya ama zararlı denizler , göller ve alanlar yaratırız.
Civa etkisinde kalan bazı balıklarda aneminin ortaya çıktı ı belirlenmi tir. Civa özellikle
kemikli balıklarda böbrekte yo unla ma e ilimindedir. Burada hem biyosentezinde i
gören uroportfrinojen sentezaz enzibini inhibe eder. Metil-civa her ne kadar organik
civadan daha toksik olsada anemi olu turmada inorganik civaya göre daha az etkili
oldu u gözlenmi tir. Balıklarda metil-civanın eritrositlerdeki Hb’i reversible bir ekilde
ba ladı ı belirlenmi tir. n vitro ve in vivo ko ullarda yapılan çalı malarda bu tepkimenin
metal rezidüsü ile hemoglobin molekülündeki sülfidril grupları arasında meydana geldi i
belirlenmi tir. Böylece civanın O2’nin
Hb’ye ba lanması üzerine bir etkiye sahip
oldu u görülse de bu mekanizma henüz tam olarak belirlenememi tir.
Di çilikte kullanılan amalgamlar ; gümü ,kalay ve bakır ala ımının civa ile karı tırılması
ile elde edilir. Amalgam dolgunun insan sa lı ına etkisi olmadı ı yönünde görü ler
olmakla birlikte, bu dolguların çok ciddi cıva zehirlenmelerine yol açtı ını gösteren
bulgular da vardır
Alüminyum(Al)
Alzaymır(bunama) hastalı ına neden olur. Alüminyumlu tencerede pi en sıcak
sıvılarla solunum yoluyla vücut a alınır. Alüminyum endüstrisinde çalı an insanlarda
astım gibi hastalılara neden olur. Kola kutuları alüminyumdan yapılmaktadır.
Antimon:
Akülerde ,cam ve seramik üretiminde ve boyalarda kullanılır.Asidik ortamda antimon
asitle reaksiyona girerek stibin gazı(SbH3) olarak bilinen deride ,solunum
yolunda,mukozada tahri etkisi olu turur. Kalpta ritim bozuklu una neden olur.Yüksek
konsantrasyonlarda alınırsa akut akci er ödemine ba lı solunum yetmezli i görülür.
Selenyum(Se)
Cam ve plastik yapımında kullanılıyor. Hayvan gıdaları ve veteriner ilaçlarında
kullanılıyor. Bir di er kullanımı kepe e kar ı ampuanlarda kullanılıyor. Deri, solunum,
sindirim yoluyla kana karı abiliyor. Kanserojen bir madde de il. Kronik olarak deride
renk de i ikli i ve çe itli deri hastalıklarına neden oluyor. Selenyum metabolizması olan
bir metaldir. Antioksidan sistem enzimlerinde kofaktör olarak çalı ır.
Talyum :
Böcek öldürücülerde bulunan bir metal elektronik endüstrisinde kullanılıyor. Tarım
ve deniz su ürünlerinde bula ma ile talyum a rastlanmı . Kronik olarak uykusuzluk,
yorgunluk, zayıflık, sinir tutulmaları, hormonal bozuklu a neden olur.
Asbest
Asbest; lifli silikat minerallerinin bir grubuna verilen addır. Ortalama, yakla ık
formülü Mg3P(Si2O5)(OH)4Asbestin yanmazlı ı, kullanılı lı ı, gerilme direnci dolayısıyla
Asbest ço u yapı malzemelerinde, frenbalatalarında, boru yapımında kullanılmaktadır.
leri teknoloji kullanan ülkelerde havadaki partiküllerin kanserojen etkisi nedeniyle asbest
kullanımı gitgide azaltılırken, daha geri teknolojilerin kullanıldı ı ülkelerde
artmaktadır.Genel olarak Asbest tüm lifsi özelli i gösteren silikat grubuna verilen isimdir.
300’den fazla üründe kullanılmakta solunum yoluyla alındı ında ödem ‘e yol açtı ı için
daha tehlikelidir. Sindirim yoluyla alındı ında yine zararlıdır. Isı ya ve kimyasallara çok
dirençlidir. Ucuz bir madde ve birçok alanda kullanılıyor.
250
16000
14000
200
12000
10000
150
8000
100
6000
4000
50
2000
0
0
1925
1950
1975
1988
1993
Asbestos kullanımı
1998
2000
2010
Asbestosis
ekil asbest kullanımı ve buna asbestosis görülmesi
Mineralojik özelliklerine göre iki farklı asbest grubu bulunmaktadır. Bunlar amfibol grubu
asbestler ve serpantin grubu asbestlerdir. Amfibol grubuna giren asbestler (amosit,
antofillit, krosidolit, tremolit, aktinolit) asbest türleri arasında insan sa lı ı açısından
en tehlikeli olanlarıdır. Bu gruba giren asbest türleri sert, i nemsi yapıda ve
kırılgandır. Serpantin grubunda yer alan krizotil türü asbestin lifleri esnek, dayanıklı ve
ipe imsidir. Serpantin grubunda yer alan krizotil asbest amfibol grubunda yer alan
asbest türlerine göre daha az tehlikeli oldu u kabul edilmektedir. Asbest türleri arasında
en çok kullanılanlar krizotil (beyaz asbest) , amosit (kahverengi asbest) ve krosidolit
(mavi asbest) türü asbestlerdir. Türkiye asbest bakımından dünyada ilk 10 içindedir.
Fırın kaplamalarında kullanımı oldukça yüksektir. Solunum yoluyla alındı ında
akci er kanserine sebep olur. A ız yoluyla alındı ında bakırsak kanserine. Aspirin,
çiklet mayonez, ketçap da asbest kullanılır. Asbest partikülleri akci ere yerle ir uzun
süre sonunda asbestosis adı verilen hastalı a yol açar. Sindirim yolu ile alınan asbest
belirli toksik etkisi yoktur.
Balık Doku Ve Organlarının A ır Metallere Olan lgisi
Farklı balık türlerinin organlarında metal da ılımı da farklı olmaktadır. Belirli organ
veya dokudaki metal düzeyi hem metale hem de türe göre de i ir. Karaci erde protein
gibi organik bile iklerin metalleri ba layabilmesi metallerin büyük bir kısmının
karaci erde depolanmasına neden olur. Bir çok farklı balık türünde metallothionein gibi
spesifik depolama proteinleri bulunur. Balık karaci erindeki düzeyleri yüksek olan bu tip
proteinlerin sentezi metal kontaminasyonu ile artar.
Balıklar üzerine yapılan ara tırmalar metalin organlardaki birikiminde karaci erin çok
önemli belirleyici organ oldu unu ortaya koymu tur. Yılan balıklarında bakır ve çinko
karaci erde metallothioneine ba landı ından birikim en fazla bu organda olmu tur.
Karaci erde özellikle bakır, nikel, kobalt, çinko ve demir birikimi yüksek düzeylerde
olmaktadır.
Alabalıklarla üzerinde yapılan ara tırmalarda karaci erdeki bakır düzeyinin
kaslardaki düzeyinden çok yüksek oldu u bulunmu tur. Karaci erin bakırı kastan daha
fazla biriktirmesinin nedeni alabalıkların karaci erindeki metallothioneinin bakırı
ba lamasından kaynaklanmaktadır. Buna kar ın kur un metallothioneinin olu masına
neden olmadı ı ve onlara ba lanmadı ından karaci erdeki düzeyi dü ük bulunmu tur.
ekil Tatlısu istakozlarında metallerin hedef dokuları.
Hemen tüm balıklarda karaci erdeki bakır düzeyi di er organlardan daha yüksektir.
Bu da karaci erin bakır toksisitesi için belirleyici bir organ oldu unu göstermektedir.
Balıkların karaci er hücrelerinin mitokondrileri metalleri ba lama yetene indedir.
Özellikle bakır ve çinko karaci erin mitokondrilerine güçlü bir ekilde ba lanırlar.
Karaci erde bakırın fazla birikmesinin di er bir nedeni de solungaçlardaki bakırın sürekli
karaci ere ta ınmasıdır. Solungaçlarda metal alınımının kontrol edilebilmesi ve
metallerin bu organla atılabilmesi nedeniyle metal birikimi karaci ere oranla daha dü ük
düzeyde olmaktadır.
Alabalıklarda solungaçlarda bakır birikiminin karaci erle kar ıla tırıldı ında dü ük
oldu u saptanmı tır. Yılan balıkları da Cd etkisine bırakıldı ında solungaçlarda yüksek
düzeyde Cd birikti i gözlenmi tir. Bunun nedeni Cd’un özellikle solungaçlarda
metallotioneinin olu masını hızlandırarak bunlara ba lanmasından kaynaklanmaktadır.
Buna kar ın di er metaller solungaçlardaki bu tip proteinlerin sentezlenmesinde etki
etmedi inden solungaçlarda birikimide az olmaktadır.
Böbreklerin a ır metallere affinitesi yüksek olup genel olarak tüm metallerin bu
organlarda birikim düzeyi yüksektir. Bakır ve kadmium’un böbrek ve karaci ere olan
toksisiteleri kas ve di er organlara oranla daha fazladır. Böbrekler metabolik aktiviteleri
fazla olan organlar oldu undan a ır metallerin büyük bir kısmı burada birikmektedir.
ekil Tatlısu organizmalarında a ır metallerin hücre zarında giri yolları (Comparative
Biochemistry and Physiology Part C 133 (2002) 287–303)
Tatlı su balıklarında kaslar ço u zaman metali biriktiren bir organ olarak dikkate
alınmazlar. Laboratuar ko ullarında yapılan ara tırmalarda ve do al ortamlardan alınan
balık örneklerinde kasların genelde di er organlara oranla daha az metal biriktirdi i
gözlenmi tir. Kaslar genelde metalleri az biriktirdi inden metal yüzünden iyi bir indikatör
yada belirleyici de ildirler.
Genç ve Ergin Balıkların Organlarında A ır Metallerin Birikiminin
Kar ıla tırılması
Balıklarda metallerle vücut a ırlı ı arasında pozitif bir ili ki bulunmaktadır. Ancak
bu ili ki balı ın boy ve ya ının artmasıyla ya oldukça dura anla ır veya azalır. ki deniz
balı ı Potamotus sanvatris, Antimora rostra üzerinde yapılan ara tırmalarda aynı türün
genç bireyleri ya lı bireylerinden daha fazla bakır, demir ve çinko biriktirdikleri
gösterilmi tir.
Balıklarda civa dı ında di er tüm metallerin birikimi ya a ve vücut büyüklü üne
ba lıdır. Balı ın ya ı ve vücut büyüklü ü arttıkça doku ve organlardaki metal düzeyleri
azalmaktadır. Ancak civa için durum tam tersi olmaktadır. Balı ın ya ı ve vücut
büyüklü ü arttıkça doku ve organlardaki civa düzeyleri artmaktadır. Boy ve ya ın
artmasıyla metal konsantrasyonunun veya birikiminin azalmasının nedeni yeni dokuların
olu ması ve metal birikiminde önemli organların a ırlıklarının total vücut a ırlı ına
oranının % olarak azalmasından kaynaklanmaktadır. Progostina borchgrevinki balı ı ile
yapılan ara tırmalarda kas, karaci er ve tüm balıktaki metal düzeylerinin metale ba lı
olarak balı ın a ırlık ve uzunlu u ile pozitif veya negatif ili kili olabilece ini göstermi tir.
Bu ili ki Mg, Cu, Pb ve nikel için tüm dokularda negatif olmasına kar ın Cd ve Hg için
pozitiftir. A ırlıkları 50g’dan az olan balıklarda kas, karaci er ve tüm balıktaki birçok
metalin birikimi vücut a ırlı ı arttıkça azalırken civa birikiminde bir artı gözlenmi tir.
50g’dan daha a ır olan balıklarda ise Mg, Pb ve Ni gibi bazı metallerin düzeylerinde
a ırlı a ba lı bir de i im olmazken Fe, Zn, Cu, Cd ve Hg gibi bazı metallerin düzeyleri
organlara göre de i im gösterir. Bu balıkların ovaryum ve testislerinde birikimi de balı ın
büyüklü üne ba lı olarak de i im göstermi tir. Ovaryumda metal düzeyi vücut a ırlı ı
100g oluncaya kadar azalmı ve bu düzeyde kalmı tır. Testislerdeki metal düzeyi vücut
a ırlı ı yakla ık 160g oluncaya kadar azalmı ve daha sonra düzenli olarak artmı tır. Bu
azalma belirtilen dönemlerde ovaryum ve testis a ırlıklarının hızlı artı ıyla
açıklanmaktadır. Balıklarda e eysel olgunlu a eri meden önceki dönemde a ırlık artı ı
ergine oranla daha fazladır. Bu nedenle vucüt a ırlı ı 50g’dan küçük olan balıklar
metalleri erginlere oranla daha hızlı biriktirmektedirler. Bunun nedeni genç balıkların
metallerin absorbsiyon ve bo altım oranlarının erginlerden daha hızlı olması olabilir.
Di er taraftan civa absorbsiyonunun küçük balıklarda da oldukça fazla olması bu metalin
büyümeye ba lı olarak belirli bir düzeyde dü mesine olanak verdi ini göstermektedir.
50g’dan büyük balıklarda bakır düzeyi 100g oluncaya kadar artmı ve daha sonra
bu artı yava lamı tır. Nikel, çinko ve kur un’un vücuttaki birikimi bakıra benzerlik
gösterir. Demir, kadmium, civanın birikmi vücut a ırlı ı arttıkça artmaktadır. Bu
sonuçlara dayanarak bu metallerin vücutta Zn, Pb, Cu, Ni daha fazla birikti i
söylenebilir.
Karaci er büyümesiyle, karaci erde metal birikimi arasında oldukça il inç bir
durum vardır. A ırlı ı 50-100g olan balıklarda karaci er büyümezi hızlıdır. Bu a ırlıktan
sonra karaci er büyümesi yava lar ve karaci er a ırlı ının vücut a ırlı ına oranı vücut
a ırlı ı artlıkça azalır. Karaci er büyümesinin hızlı oldu u dönemde yüksek düzeyde
bakır birikmektedir. Aynı durum Zn, Ni ve kur un içinde gözlenmi tir. Balı ın tüm ya amı
boyunca karaci erde biriken bakır yüzdesi tüm vücutta biriken bakıra oranla %10
kadardır yani vücut a ırlı ı arttıkça bakır birikimi artmaktadır. Karaci erde demir
birikimide karaci er büyümesiyle ilgili olarak de i mektedir. Karaci erin büyümesinin
yava oldu u dönemde karaci erde demir birikimi artmakta büyümenin hızlı oldu u
dönemde ise birikim azalmaktadır.
Tüm vücuda oranla karaci erdeki demir oranı büyümenin hızlı oldu u dönemde
azalma göstermektedir. Büyümenin hızlı oldu u dönemde karaci erde depolanan demir
vücudun demire gereksinimi için kullanıldı ından vücudun demire gereksinimi fazladır.
Yapılan ara tırmalardan elde edilen sonuçlar Cu, Zn ve Fe birikiminde metabolik
çevirimin etkin bir faktör oldu unu göstermektedir. Di er taraftan vücut a ırlı ının
artmasıyla karaci erdeki cadmium ve civa birikimide artar. Bu birikim karaci er
birikimiyle do rudan ili kili olmayıp metabolik çevirimden çok etkide kalınan süreye ve
ya a ba lı olmaktadır. Karaci erde birken kadmium ve civa yüzdesi balı ın büyümesine
ba lı olarak de i im gösterir ve balı ın vücut a ırlı ının artmasıyla do ru orantılı olarak
artar.
Sonuç olarak doku ve organlarda birikim bakımından a ır metaller arasında
ayırım olmakla birlikte birikim kas ve di er organlara oranla özellikle böbrek ve
karaci erde daha fazla olmaktadır. Bu nedenle a ır metallere kar ı büyük ilgisi olan
organların balıklar, balıklardaki a ır metal toksisitesinin belirlenmesinde çok önemlidir.
A ır metallerin balıklar üzerindeki toksik etkileri ve biyo akümülasyonunun
detaylarını anlamak için doku ve organlardaki metal birikiminin ara tırılması gerekir.
A ır Metallerin Aquatik Organların Fizyolojisi Üzerine Etkileri
Tüm dünya ülkelerinde sanayile me süreci hızlı geli im göstermektedir. Sanayi
bölgelerindeki bu kurulu lar suya gereksinim duymaktadırlar. Bu sularla ta ınan atık
maddeler arıtılmadan kanalizasyon ve derelerle deniz ortamına ta ınmaktadırlar.
Hızla artan nüfusun besin sorununu gidermekte, denizler büyük önem
ta ımaktadırlar. Son yıllarda ortaya çıkan deniz kirlili i tüm dünya ülkelerince dikkatlice
incelenmekte olup bölgeler ve ülkeler arası ciddi ara tırmalar yapılmaktadır. Çünkü
kirlilik olu tu u bölgede kalmayıp meterolojik etmenlerce tüm ülkelerin kara sularını ve
kıyılarını etkilemektedir. Oysa körfez koy ve kıyılarda insan besinini olu turan ve besin
zincirindeki di er canlıların besin gereksinimlerini kar ılayan di er organizmalar bol
miktarda bulunmaktadırlar. Geni çapta kirlilik etkisi altında olan bu yerlere atılan atıklar
içindeki toksik etkiye sahip Hg, Pb, Cu ve Cd gibi metaller bir yandan do al dengenin
bozulmasını di er yandan besin zinciri yoluyla insana kadar ula arak ciddi halk sa lı ı
ve çevre sorunlarının ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Do al dengenin insan besinini
olu turan türlerin ya adıkları ekosistemlerde bozulmalar giderek endi e verici sorunlar
yaratmaktadır. Bu meydana gelen kirlenme olaylarının ekonomik bazı sorunlar yarattı ı
kesindir. Çünkü bu kirlenmeler sonucunda denizsel yasamın kalitesini olu turan balık ve
kabuklu türlerin bir yandan azalırken di er yandan insanlar tarafından direkt besin olarak
tüketilen türler aracılı ıyla da insan sa lı ı tehlikeye girmektedir. Bu nedenlerden dolayı
a ır metaller ekonomik öneme sahip balık ve di er besin zinciri organizmalarda
saptanması ve fizyolojik etkilerinin belirlenmesi çok büyük önem ta ımaktadır.
“Stres” kavramı bir canlının normal halini tehlikeye sokan, kapasitesini azaltıcı ve
zorlayıcı olarak de erlendirilen, canlı ve çevre arasındaki etkile im olarak tanımlanabilir.
Stresin olu ması için, canlının içinde bulundu u ya da ya amını sürdürdü ü ortam ve
çevrede meydana gelen de i imlerin, canlıyı belli düzeyde etkilemesi gerekir. Birçok
canlıda stres yanıtlar, stres etken lerine kar ı koymak ve onunla ba a çıkmaya çalı mak
amacıyla doku ve organ fonksiyonlarında de i imlerle ba lar ve homeostasis sürecinden
uzakla ma ile sonlanır. Sözü edilen bu de i imler bireyler arasında farklılık gösteren
ama benzer karakteristi e sahip fizyolojik yanıtlardır. Pek çok stres etkeni balıklarda
“Genel Adaptasyon Sendromu” olarak adlandırılan stres yanıtlara sebep olabilir. A ır
metaller su canlılarında hücresel ve moleküler düzeyde yapısal i lev bozukluklarına ve
DNA kırılmaları frekanslarında artı a sebep olmaktadır . Ekolojik dengeyi bozan kirletici
unsurlar; bazı organik maddeler, endüstriyel atıklar, petrol ve türevleri, yapay tarımsal
gübreler, deterjanlar, radyoaktivite, pestisitler, inorganik tuzlar, yapay organik kimyasal
maddeler, a ır metaller ve atık ısı olarak bilinen maddelerdir. Bu maddeler do al
dengeyi olumsuz yönde tehdit eden unsurlardır. Birçok a ır metal sanayide
kullanılmakta ve atık olarak do aya terk edilmektedir. Özellikle son onyıldaki endüstriyel
geli meler deniz çevrelerinin a ır metaller tarafından kirletildi i ve bu kirlen menin besin
zincirine de yansıdı ı gerçe ini ortaya koymaktadır. Su ve besinler ile bünyeye alınan
a ır metaller canlılarda birikerek tüm ya am aktivitelerine zarar verebilme ve
de i tirebilme potansiyeline sahiptirler .Normal ko ullarda a ır metallerin do adaki oranı
dü üktür. Do al ortamdaki konsantrasyon oranı arttı ında, gümü , civa bakır, kadmiyum
ve kur un gibi a ır metaller özellikle organizmalar üzerinde toksik etki yapmakta ve
enzimleri inhibe etmektedir. Canlılardaki bazı enzimatik aktiviteler için bazı metaller belli
konsantrasyonlarda olmak artı ile gereklidir. Organik maddeye ba lı olan metaller
biyolojik aktiviteler sırasında kullanılabilir ve organik maddelerin bozu ması ile
çözünmü olarak tekrar serbest hale geçer . A ır metaller, subletal ortam deri imlerinin
etkisinde balıkların karaci er, böbrek ve dalak gibi metal metabolizması ve metal
detoksifikasyonu ile ilgili organlarda yüksek düzeyde birikmektedir. Balıklarda karaci er,
a ırmetalleri ba layarak toksik etkilerinin azaltılmasında i lev gören metallothionein ve
glutatyon gibi metal ba layıcı proteinlerin ba lıca sentez yerlerinden biridir.
ekil A ır metalerin toksik etkileri
A ır metallerin alım ve birikim mekanizması Sucul ortamdaki a ır metallerin
balıklar tarafından bünyelerine alınması en fazla solungaçlar, vücut yüzeyi ve sindirim
sistemi ile olmaktadır. Bunun nedeni a ır metal içeren solunum suyunun en geni yüzey
alanına sahip olan solungaç lamelleri ile etkile mesidir. Solungaç epitelinde çevresel
kirlenmeye fizyolojik tepki olarak görülebilecek hiperplazi (organ ve dokuda, ihtiyacı
kar ılamak için bölünebilme kabiliyeti olan hücre sayısındaki artı ), mukoz hücrelerin
fazla aktif olması, primer lamellerin ayrılması gibi defektler biyolojik yanıtların sadece
bazılarıdır. De i ik yollardan canlı bünyesine alınan a ır metaller her organ ve dokuda
farklı düzeyde birikirler. Canlı bünyesinde çe itli metabolik yollara katıldıktan sonra vücut
dı ına atılabilen metallerden fizyolojik öneme sahip olanlar depolanır. E er bunlar toksik
metallerden biri ise, enzimlerin yapısını bozabilmektedir . Toksik maddelerin do rudan
veya dolaylı olarak, eritrositlerin membran yapılarını, iyon geçirgenli ini ve hücre
metabolizmasını bozdu u ortaya konulmu tur. Ara tırıcılar, kirlili i belirlemede
kullanılabilecek herhangi bir fizyolojik yanıt için, belirlenen organizmanın üreme
periyodunun göz önüne alınmasını ve bu tip çalı maların iki veya üçer aylık dönemler
(mevsimsel) halinde gerçekle tirilmesini önermektedi. Sucul organizmalarda stres
sonrası geli en primer yanıt süresince açı a çıkan faktörlerin fizyolojik etkilerinden
sekonder yanıtlar geli ir . Sekonder yanıtlar bazı histolojik, histopatolojik, biyokimyasal
ve hematolojik parametrelerdeki de i imlerle saptanabilmektedir. Balıklarda çevresel
etkiler sonucu geli en stres sonrasında homeostazisi sa lamak amacıyla, hematolojik,
osmolalitik, hormonal ve enerji metabolizmasını düzenleyen bazı fizyolojik de i iklikler
ekillenir .Hematoloji, balık bilimi ile ilgili olarak balıklarınfizyolojik durumlarının
belirlenmesinin yanı sıra su ortamlarında hızla artan kimyasal kirlenmenin balıklar
üzerindeki stres düzeyini belirlemede de yararlanılan bir bilim dalıdır. Hematolojik bilgiler
su ortamındaki kirleticilerin sucul organizmalara verdikleri zararların belirlenmesinde
yardımcı olur. Karaci er dokusu a ır metallerin ta ınmasında ve detoksifikasyonunda
görev yapan metal ba layıcı proteinler ve buna benzer proteinlerin ba lıca sentez
yerlerinden biri oldu u için, kadmiyum detoksifikasyonundaki i levi oldukça fazladır.
Buna ra men, kadmiyum birikim düzeyi bakımından özellikle kronik çalı malarda,
karaci er dokusuna oranla birikimin en fazla böbrek dokusunda oldu u belirtilmi tir .
Balık dokuları (kas, karaci er, böbrek, gonad, mide vs) deniz ortamındaki a ır metal
konsantrasyon derecesini belirlemek için indikatör olarak kullanılmaktadır. Özellikle
karaci er dokusu balı ın di er organlarına göre su kirlili inin çevresel indikatörü olarak
sıklıkla tavsiye edilmektedir. Karaci er dokusu a ır metal birikiminde büyük öneme
sahiptir. Toksin madde ba lı olarak meydana gelen hasarlar özellikle detoksikasyon
organıdır. Ya ve Karbohidrat depolaması nedeniyle toksik madde depolanmasında
önemlidir. Toksik maddeler hepatopankreasta histopatalojik de i im meydana getirir.
Balıklarda karaci er ve pankreas birlikte bulunur ve hepatopankreas adı alır.
Hepatopankreas Epitel ve paramkima hücrelerinden olu ur. Toksik maddelere ba lı
olarak hepatopankreas renk de i imi olu abilir. Balıklarda kuffer hücreleri
gözlenmeyebilir. Toksik maddelere ba lı nekroz ve dejenarasyon gözlenir. Lobül yapılar
zarar görebilir. Hperemi(erime bo alma) toksik streste meydana gelen di er bir
de i imdir. Sinozoit kapillerde geçirgenlik artabilir .Bazı çalı malarda a ır metallerin
metabolik aktivitesi yüksek olan organ ve dokularda total protein deri imini arttırdı ı
rapor edilmi tir .Bazı a ır metallerin sucul canlılar üzerindeki etkileri farklı açıklanabilir.
Örne in; arseni in etki mekanizması kükürt ihtiva eden enzimlerle reaksiyona girmesine
ba lanmaktadır. Arsenik özellikle karaci er, kemik doku, deri ve tırnakta birikmektedir .
Deniz ürünlerinde arsenik miktarı tolerans sınırları üzerine çıkabilir. Örne in Morina’nın
karaci er ya ında, yengeçte ve planktonik organizmalarda yüksek oranda arseni in
saptandı ı bazı çalı malar vardır ( Arseni in organizmalardaki birikimi ve etkileri, arsenik
bile i inin özelliklerine ba lıdır ve embriyolarda kronik etkilere, DNA hasarlarına veya
kanserlere sebep olabilir
Tüm Metallerin Fizyolojik Etkileri
Balıklarda hematolojik parametreler su ortamındaki her hangi bir fiziksel veya
kimyasal de i ime paralel olarak kısa sürede de i im göstermektedirler. Belirli bir ortam
deri imi altında balıklarda kan plazması ve eritrositlerde bakır birikimi olmamı tır.
Oncorhyncus klsutch balı ında yapılan bir çalı mada ortamdaki bakır deri iminin artı ı
balı ın serumdaki bakır düzeyini arttırmı tır. A ır metaller sublethal deri imlerde
balıklarda Hb, hematokrit, kan hücreleri yapı ve sayısı, kandaki glukoz, kollesterol ve
serbest ya asiti düzeyleri gibi hematolojik parametrelerde önemli de i imlere neden
olmaktadır.
Scyliorhinus canicula ile yapılan bir çalı mada 2ppm’den yüksek bakır
deri imlerinde kan, hemoglobin ve hematokrit düzeylerinde önemli azalmalar oldu u
belirlenmi tir. Sublethal düzeylerindeki kadmium etkisinde Pleuronectes flesus’da kan,
Hb, hematokrit ve kırmızı kan hücreleri sayısında azalmaya neden olmu tur. Yine
kadmium etkisindeki Oreochromis mossambicus’da hamatokrit ve hamoglobin
düzeyinde azalmalar oldu u belirlenmi tir.
Scyliorhinus canicula ile yapılan bir çalı mada bakırın eritrositlerde bir i meye
neden oldu u saptanmı tır. Eritrositlerde i me genelde kandaki karbondioksit
basıncının artmasıyla ortaya çıkmı tır. Bakırın etkisinde hamatokrit ve hamoglobin
düzeylerinde ba langıçta bir artı ın görüldü ü o artı ı ise Hb’e demir ba lanmasını
bakır tarafından katalize edilmesiyle kırmızı kan hücresindeki artı ı sonucu ortaya
çıkabilece i ara tırıcılar tarafında ileri sürülmü tür. 15 günlük sürede kadmium yüksek
konsantrasyonlarına bırakılan balıklarda hemoglobin ve hematokrit de erlerinde bir
azalma oldu u saptanmı tır. Genel olarak hemoglobin ve hematokrit de erlerindeki bu
azalma kadmiumu balıklar üzerinde kan yetmezli ine neden oldu unu göstermektedir.
Metallerin Biyokimyasal Etkileri
Karbohidratlar hayvanlarda ba lıca enerji kayna ını olu tururlar. Bir enerji
kayna ı olarak karbohidratlar oksitlenerek glikojen rezevlerine yada kaynaklarına, belirli
aminoasitlerin karbon zincirine yada ya lara dönü ebilirler. Karbohidratlar kemikli
balıklarda aminoasitlerin neden oldu u çe itli streslerde acil enerji gereksinimlerini
kar ılamak için dokularda glikojen konumunda depolandı ı belirlenmi tir.
Glikoz: Balık kanındaki glikoz deri imi açlık durumunda dü erken akut veya
kronik bir ekilde stres olu turan faktörlerin etkisinde artabilir. Çe itli toksik maddelerin
(a ır metallerin) balıklar üzerindeki akut etkisi serum-glikoz düzeyini de i tirebilir. A ır
metallerin etkisinde kalan balıklarda kısa bir süre sonra glikoz de i iminde bir artı a
neden olabilir.
Glikojen: Glikojen glikoz rezidulerin dallı bir polimeri olup organizmaların
ço unda glikozun bir depo formu oldu u görülür( kolayca glikoza dönü ebilir).
Glikoneozisdeki hem artı hemde azalmalar toksik maddelerin etkisinden meydana
gelebilir. Glikojen birikimi yada yıkımı ile sonuçlanabilir. Genellikle stres ile birlikte enerji
gereksiniminin artması glikojen rezervlerinde bir dü meye neden olur. Karaci er ve
kaslardaki glikojen deri imi plazmadaki glikoz deri imindeki artı a paralel olarak dü me
gözlenir. Stres sırasında katekolamin ve kostikosteroid gibi hormonların deri imindeki
artı bu enerji kaynaklarının mobilite olmasına neden olur. Kandaki glikoz deri imi ile
dokulardaki glikojen deri imleri dokular ve organizmalar arasında besin, üreme durumu,
mevsimlere ba lı olarak önemli de i meler göstermektedir.
Lipidler: Lipid kompozisyou toksik maddeler tarafından etkilenmesiyle mevcut
mekanizmalarda bir de i im meydana gelir. Stres altında kalan balıklarda enerji
gereksiniminde artı , lipidlerin depo formunda hareketli bir forma geçer ve trigliserit
miktarında artı lar meydana gelir.
Proteinler: Serum ve vücut protein deri imleri çe itli ortam faktörlerince
belirlenir. Kandaki proteinler çok çe itli fonksiyonlara sahip oldu undan çe itli
mekanizmalar aracılı ıyla toksik maddelerden etkilenir. Yapısal proteinlerdeki
de i imlerin büyük bir kısmı enerji gereksinimi için aminoasitlerin oksidasyonu ile
do rudan ili kili olabilir.
Omurgasızlarda açlık durumunda hem kandaki hemde yapısal proteinlerin enerji
kayna ı olarak kullanıldı ı saptanmı tır. Toksik maddelerin neden oldu u stresin
istridyelerde protein katabolizmasını arttırdı ı saptanmı tır.
A ır metaller genellikle iki alt grupta incelenir. Bunlar;
1) Demir, mangan, magnezyum, kobalt, çinko, bakır içerir. Bunlar biyokimyasal
olayların tam olarak yürütülebilmesi için temel olan metallerdir.
2) Kadmium, civa, krom ve kur un gibi metalleri içerir. Bunların herhangi bir
biyolojik fonksiyonları belirlenmedi i gibi akuatik ortamdaki önemli kirleticileri
olu tururlar.
Hücrelerin metal alınım mekanizması tam olarak bilinmemekle beraber yapılan
çalı malar da elde edilen sonuçlar metallerin hücre membranından her ne kadar
endositoz meydana gelse de pasif ta ınım olaylarıyla meydana geldi i gözlenir.
Metaller sülfidril, karboksil, amino ve peptid gibi proteinlerin fonksiyonel gruplarına
ba lanabilirler. Enzime ba lı metal toksisitenin belirlenmesi için ki olası moleküler
mekanizma ileri sürülmü tür.
1. Toksik metal enzimin aktif bölgesinde yer alan faydalı bir metalle yer
de i tirebilir.
2. Toksik metal molekül üzerindede aktif bir yere ba lanabilir.
Metallik enzimlere ba lanarak enzimlerin i lev yapmasını inhibe eder. Balıklarda
yapılan çalı malarda bakır ve kur un invivo ko ullarda alkalent fosfataz aktivitesini
sitimule ederken invitro ko ullarda inhibe etti i saptanmı tır. Metallerin etkisinde kalan
sıçanlarda kadmium un glikoz 6 fosfataz, fruktoz 1-6 difosfataz, piruvat ve
karboksilaz gibi enzimlerin aktivitesini engelleyerek glikoz metabolizmasını de i tirdi i
saptanmı tır. Civa klorur’ün çe itli ortam deri imlerinin etkisinde kalan Makrobrachium
lammarrei (karides)’de çe itli dokularında glikojen içeri inde bir azalma gözlenmi tir. Bu
dü me omurgalılarda karaci ere benzer hepatopankreas da daha belirgin olmu tur.
Farklı dokuların glikojen içeri indeki hızlı bir dü me civa klorur’ün neden oldu u stresten
dolayı olumsuz yönde etkilenen glikogenosis yada glikolitik yolla glikojenin hızlı
kullanımından kaynaklanabilir. Civa klorur’ün etkisinde gözlenen 24 saat içerisinde
hemolenf’in glikoz düzeyinde gözlenen dü me stres ko ullarında, ekstra enerji
ko ullarında glikoz oksidasyonundaki artı tan kaynaklanır. 24 saat sonra hemolenfin
glikoz deri iminde artı gözlenmi tir. 72 saat sonra glikoz-6-fosfataz inhibisyona u radı ı
saptanmı tır. Tilapia ile yapılan çalı malarda a ır metallerin Tilapia’daki karbonhidrat
mekanizmasının önemli bir ekilde etkilendi i belirlenmi tir. Metallerin letal deri imlerinin
glikogenolitik reaksiyonu arttırdı ı görülmü tür. Dola ım sistemini glikozun a ırı
salınmasının karaci er ve kastaki glikojenin yıkımı ile oldu u belirlenmi tir. Sublethal
deri imlerin etkisinde 96 saatlik periyot içerisinde doku-glikojen düzeyi de i mezken
plazmadaki glikoz düzeyinde bir artı gözlenmi tir. Böylece glikogenolisis yada
hipergliseminin kirlenmenin yarattı ı strese kar ı Tilapia’nın gösterdi i yaygın bir tepki
oldu u görülür bu durum bir çok kemikli balık türü içinde geçerlidir. Karbonhidrat
metabolizmasındaki bu de i iklikler ortamdaki stres faktörleri tarafından dolaylı olarak
meydana getirilmektedir (endokrin bezler üzerinde etki yaparak). Kattekolamin ve
kortikosteroid gibi karbohidrat metabolizmasında aktif olan hormonların bir kısmının a ırı
miktarda bu endokrin bezlerden salınması ilgi çekicidir. Clarias batracus üzerinde
civanın etkisinin biyokimyasal parametrelerde yaptı ı de i melerle ilgili elde edilen
sonuçlar bu balı ın karaci er, böbrek, mide, barsak, testis ve ovaryumda protein
içeri inde bir artı olurken nükleik asit içeri inde bir dü me görülmü tür. Bu durum
civanın transkripsion düzeyinde protein düzeyinin artmasından kaynaklanmaktadır. Civa
etkisinde kalan balıkların kas dokusunda nükleik asitlerde oldu u gibi protein içeri inde
de dü me belirlenmi tir. Bu duruma kas dokusundaki hem nükleik asit hem de protein
sentez mekanizmasının bozulmasının neden oldu u sanılmaktadır. Nükleik asit
içeri indeki dü me civanın RNA ve DNA moleküllerine ba lanarak RNA sentezini
bloke etmesinden kaynaklanmaktadır. Civanın en fazla zarar verdi i dokular karaci er
ve böbrek üzerinde olmu , bunları sırasıyla barsak, mide, kas, testis, ve ovaryum
izlemi tir.
Callissa vasciatus üzerine nikelin yaptı ı etkisi çalı malarında kasın glikojen
içeri inde belirgin bir azalma ve kandaki laktik asit düzeyinde belirli bir artı oldu u
saptanmı tır. Ara tırıcılar karaakci erindeki glikojen rezervinin yıkımının, laktik asit
düzeyindeki artı la birlikte meydana gelmesinin nikelin etkisinden kaynaklandı ını
saptamı lardır. Balıklarda kirleticilerin etkisinde kasın glikojen düzeyinde önemli
azalmalar oldu u belirlenmi benzer sonuçlar nikel, krom, bakır ve alüminyum tuzlarının
etkisinde de gözlenmi tir. Stres sırasında balıklarda katekolamin salımının arttı ı
saptanmı tır. Katekolamin enerji kayna ı olan glikojen düzeyini dü ürür. Caliatus
fasciatus’un kas dokusunda görülen glikogenolisis’e büyük ölçüde katekolamin’i arttıran
stres olmu tur. Kandaki laktik asit düzeyinde çe itli metallerin etkisi altında de i im
gösterdi i belirlenmi tir. Cyprinus carpio’da bakır, çinko ve bakır-çinko karı ımının
etkisinde ortam deri imi ve deney süresine ba lı olarak kas proteinlerinde bir azalma
saptanmı tır. Di er bazı a ır metaller de balıklarda kas proteinlerinde bir azalmaya
neden oldu u çe itli ara tırıcılar tarafından saptanmı tır. Kadmium Mugil cephalus
(kefal) solungaç proteini deri imini arttırmakta a ır metal birikimi ba langıcında
solungaç, protein deri iminde bir dü meye neden olmaktadır. Hayvansal organizmalarda
karaci er, glikogenes, glikogenelosis, glikoneogenes ve glikolisis gibi karbonhidrat
metabolizmasının olaylarının meydana geldi i ba lıca organdır. Balıklarda glikoz acil
enerji gereksinimini kar ılamak için kas ve karaci erde glikojen halında depo
edilmektedir. Kas glikojeni önemli bir glikoz kayna ı olmakla beraber balı ın tümü esas
alındı ında kastaki glikojen deri iminde karaci ere oranla daha dü ük oldu u
saptanmı tır. Balıklarda a ır metaller karbonhidrat metabolizması daha çok indirekt yolla
etkilenmekte bu etkiye hipofizden salınan kortikosteroit ve katekolamin aracılık
etmektedir.
Katekolamin ve kortikoloid gibi antigonist hormonların salınımında artı ta
glikojenin glikoz a dönü ümünde i lev gören enzimleri aktive ederek kas ve karaci er
glikojen deri iminde bir dü meye serum glikoz deri iminde ise bir artı a neden oldu u
çe itli ara tırıcılar tarafından saptanmı tır.
Tord ve arkada ları (1987) Scliorhinus canicula’da sublethal bakır ortam
deri imleri etkisinde karaci erde glikojen deri imi dü erken serum glikoz deri imi arttı ı
ve bu gruba karbonhidrat metabolizmasının endokrin kontrolündeki de i ikli in neden
oldu u belirlenmi tir. Balıklarda a ır metallerin solungaçları etkileyerek arterdeki
oksijen basıncını dü ürmesiyle ortaya çıkan hipoksia, hiperglisemi ile karaci er
glikojeninin mobilizasyonuna neden olmaktadır. Hipoksik ko ullar balıklarda
anaerobik metabolizmada dolayısıyla laktik asit deri iminde artı a neden olmaktadır.
Hilmy ve arkada ları T. zilli’de Clarias nazaria’da çinkonun kas ve karaci erde laktik asit
deri imini arttırırken glikojen deri iminde dü meye neden oldu unu bu dü meye
glikojenin laktatın ba lıca metabolik kayna ı olmasından kaynaklandı ını göstermi tir.
Serum proteinleri enzimatik transport ve hormonel i leve sahip olduklarından a ır
metallerden çok çabuk etkilenmektedirler. Bakır ve çinkonun porter sisteme girmesi ve
karacigere üla masında ba lıca albumin ve aminoasitler i lev yapmaktdır. C. Carpio’da
bakırın ortam deri iminde artı ına paralel olarak serumda albumin der iminin arttı ı
saptanmı tır. T. zilli ve Clarias lazoria’da çinkonun serum total protein deri imini
arttırdı ı belirtilmi tir. Di er aminoasitlerinde balıklarda serum total protein deri imini
arttırdı ı ara tırıcılar tarafından saptanmı tır. Kollesterol, geli me, e eysel olgunluga
ula ma ve üreme için temel olup safra asitleriyle antrojen ve östrojen gibi bir çok
hormonun steroid ön maddesidir. Channa punctatus’da kadmium’un karaci er kolesterol
deri imini arttırdı ı ve bu artı ın hepatik endoplazmik retikulum enzimlerinin
uyarılmasından kaynaklandı ı saptanmı tır. Bakırın balıklarda serum-kortıkosteroid
düzeyini arttırdı ı çe itli ara tırıcılar tarafından belirlenmi tir.
Glikogenes; Glikoz ve glikoz-6-fosfattan ba layarak glikojen sentez edilmesi
olayına denir. Glikolizis; Glikoz moleküllerinin anaerobik olarak (piruvat ve laktat’a)
yıkılması olayına denir. Glikoneogenes; Karbonhidratlardan orjin olmayan karbon
zincirinden glikoz sentez edilmesi olayına denir. Glikogenolizis; Glikoz yada glikojen
önce glikoza ve daha sonra yıkama devam etmesi olayına denir.Hiperglisemi,
Hipoglisemi; kandaki eker düzeyinin (glisemi) belirli bir düzey altına dü mesine
hipoglisemi, yükselmesine hiperglisemi denir.
Metallothioneinlerin Biyokimyası
Metatlotkioneinler civa, kadmium, çinko, gümü ve bakır gibi a ır metalleri
ba lama açısından büyük bir e ilime sahip, molekül a ırlı ı dü ük, stoplazmik
metalloproteinlerinin bir grubunu olu tururlar. Bunlara metalthionein isminin yanında
yüksek düzeyde thiol içerdi inden thioneinler adı da verilir. Yapı bakımından di er
proteinler ile aynı olmakla beraber neden yüksek düzeyde thiol grubu ta ıdıkları henüz
bilinmemektedir. Metallothioneinlerin isimlendirilmesi ba lanan metalin isminin sonuna
thionein ekinin getirilmesiyle yapılır. Örnek; kadmium-thionein, civa-thionein, bakırthionein gibi. Thionein ilk olarak at böbre inden izole edilmi tir. Daha sonra insan
böbre i ile di er bazı hayvanların çe itli doku ve organlarından da izole edilmi tir.
Thionein normal ko ullarda çe itli dokularda eser miktarda bulunursa da kadmium,
çinko, civa bakır gibi a ır metallerin sublethal deri imlerinde arttı ı saptanmı tır.
Çe itli türlerin farklı dokularından izole edilen metallothioneinler belirli ortak
özelliklere sahiptirler bunlar %6-11 metal, %30 oranında sistein içerirken hepsi aromatik
karakterdir, amino asitlerden yoksundur. Metallothioneinler yapısındaki metal iyonlarının
protein gövdesiyle M-kaptit ba larda ba landı ı ileri sürülmektedir. Metallothioneinler
ısıya kar ı oldukça dayanıklıdırlar. 80C’de 10dakika tutulsalar bile bozulmazlar.
Karaci er, böbrek, dalakta eser miktarda bulunan thioneinlerin deri imi kadmium ve
di er a ır metal tuzlarının sublethal deri imlerinin arttı ı belirlenmi tir. Kadmium eser
miktarda bile kacaci er böbrek ve dalakta metallothionein artı ına neden olur. Civa
klorür’ün dü ük düzeydeki birbirini izleyen enfeksiyonlarında böbrekte metallothionein
gibi proteinlerin sentezine neden olurken di er organlarda protein düzeyinde herhangi
bir de i iklik yapmadı ı saptanmı tır.
Çinko yüksek deri imlerde karaci erde metallothionein sentesezine neden olur.
Son zamanlarda yapılan çalı malarda yüksek deri imlerde bakırın karaci er ve böbrekte
bakır-thionein sentezini arttırdı ını göstermi tir. Gümü tuzlarında karaci er ve böbrekte
metallothinein düzeyini attırdı ını göstermi tir.
Metallothionein gibi metal ba layıcı proteinlerin biyolojik rolleri henüz tam olarak
belirlenememi tir. Bu proteinler hem temel hem temel olmayan metalleri ba layarak
bunların toksisitesiyle metabolizmalarının regülasyonunda önemli bir role sahip
olabilirler. Metallothioneinlerin bazı durumlarda belirli metaller için bir depo pretein olarak
i lev yapan intraselüler protein oldu u dü ünülmektedir.
nsanda kadmium’un biyolojik yarılanma süresinin uzun olması Cd’un bu
intraselüler proteine spesifik bir ekilde ba lanmasından kaynaklandı ı olasıdır.
Metallothioneinlerin yarılanma süresi di er proteinlerde oldu u gibi sadece 4-5 gündür.
Cd varlı ında ise hücrede devamlı olarak metallothioneinler sentezlenir ve Cd
metallothioneinlere ba lanır. Yapılan bir çalı mada çinko thioneinin sıçan karaci erinin
yarılanma süresinin 20saat oldu u belirlenmi tir. Kadmium’un etkisinde sıçan
karaci erinde hem Cd hem de Zn birikti in de metallothioneinlerin depolayıcı bir
fonksiyona sahip oldu unu göstermektedir.
Yapılan çalı malarda Cd deri iminin zamanla karaci erde azaldı ı böbrekte ise
arttı ı saptanmı tır. Cd’un karaci erden böbre e ta ınması molekül a ırlı ı dü ük sülfür
içerikli aminoasit aracılı ıyla olmaktadır. A ır metallerin sublethal deri imleri etkisinde
metallothionein sentezi antijen etkisinde meydana gelen imminoglobulin senteziyle
anolog bir olaydır. Metallothioneinlerin ba lıca biyolojik fonksiyonlarını u ekilde
sıreleyebiliriz:
1) Metallerin depolanması
2) Metal toksisitesine kar ı koruma ne metallerin detoksifikasyonu
3) Metallerin ta ınmasında
4) mmun cevap
5) Metal metabolizmasında
Çinko-thionein; Ara tırıcılar çinko-thionein’in çinko ve bakır metabolizmasında
i lev yaptı ını bulmu lardır. Bu görü çinko ve
metabolizmasının homeostatik regülasyonu
çalı malarla destektenmi tir. Çinko thionein
etkisinde vücudu çinko toksisitesine kar ı
olu turmaktadır.
bakırın barsaktan absorbsiyonu ve çinko
ile ilgili oldu unu gösteren deneysel
çinkonun yüksek ortam deri imlerinin
korumakta ve çinko için bir kaynak
Bakır-thionein: Yapılan çalı malarca bakır thioneini fetusun bakır gereksinimini
kar ılamak için bir depo yeri olarak i lev yaptı ı belirlenmi tir. Ara tırıcılar bakırthioneinin kolayca oksitlenip redüklenebildi ini ve bakır sülfür içerikli bu proteinin
mitekondrilerdeki elektron transportunda anahtar rol oynadı ı ileri sürülmü tür. Maya ile
yapılan çalı malarda bakır thioneinin deri imindeki artı ın sitokrom C miktarındaki
azalmayla aynı anda meydana geldi i belirlenmi tir. Bunlarda bakır-thioneinin belirli
ortam artlarında sitokrom C oksidaz i levini üslendi i sonucu çıkarılabilir. Bakır thionein
ilk kez Wilson hastalı ı septomlarını gösteren hastalardan izole edilmi ve Wilson
hastalı ı sırasında bakır-thioneinin deri iminin arttı ı gözlenmi tir.
Thionein Sentez Mekanizması
Thionein çe itli metal iyonlarından herhangi birinin etkisinde sentezlenebilen
spesifik bir protein oldu undan sentezi biyolojik bakımdan oldukça ilgi çekicidir. Çe itli
doku ve organlarda metallothionein sentezine neden olan metallerin etki mekanizması
henüz tam olarak bulunamamı tır. Actinomysin-D ve siklo hexamid gibi protein
inhibitörleriyle yapılan çalı malarda belirli metallerin etkisinde özellikle bunların birikti i
organlarda Metallothioneinler için yeni bir mRNA’nın sentezlendi i ileri sürülmü tür.
E er hücrede mRNA’sı hazır bir ekilde bulunuyorsa kadmium gibi a ır metaller
mRNA’yı inaktif bir formdan aktif bir forma dönü türebilirler. Di er bir ifade ile belirli a ır
metaller hücredeki mevcut metallothionein mRNA’sını aktif forma dönü türme
kapasitesine sahiptir.
Thioneinlerin Metal Toksikolojisindeki Rolü ve Koruyucu Etkisi
Bakır ve çinkonun yüksek deri imlerinde Cd ve Hg’nin dü ük deri imlerinde
metallothioneinlerin sentezi metal toksisitesi çevre ve sa lık açısında oldukça ilgi
çekicidir. Çünkü metallothioneinlerin belirli metallerin toksik etkilerini azalttı ı bilinen bir
gerçektir. Metalin bir proteine sıkı bir ekilde ba lanması kısa sürede difüze olmasını
engelledi i gibi biyolojik reaksiyonlarda yer alan çe itli enzimlerle proteinlere
ba lanmasını engeller.
Kadmiumun sublethal deri imlerinde etkisinden sentezlenen kadmium thioneinin
yüksek deri imlerinin etkisinden gelen etkilerinin bir kısmının önlendi i saptanmı tır.
Metallothioneinlerin kadmium toksisitesine kar ı koruyucu etki kultüre alınmı insan
derisinin epitel hücrelerinde de belirlenmi tir.
Sonuç olarak hücrede bu proteinlerin sentezine belirli metaller neden olur.
Metallothioneinler çinko, bakır, kadmium, civa gibi a ır metalleri ba layarak
bunların hücrede difüze olabilir formlarının deri imini dü ürür böylece sözkonusu
metallerin toksik etkilerini azaltır.
Bitkisel ve hayvansal Toksinler
Do al bitki toksinleri, bitkilerin yapısında do alolarak bulunan kimyasal bile iklerden
kaynaklanan zehirlenmelerdir. Bunlar; Bitkisel kaynaklı toksinler, Mantar toksinleri,
Hayvansal kaynaklı toksinlerdir. Siyanojenik Glikozitler (Siyanojenler): nsan ve
hayvanlar tarafından yenilen birçok bitkide siyanojenik glikozitler bulunmaktadır.
Siyanojenik glikozitlerin hidroliz yoluyla bile iminde bulunan siyanidi, HCN eklinde
açı a çıkarmaları nedeniyle toksik oldukları bilinmektedir. Yenebilen bitki türlerinde,
amigdalin ve linamarin, dhurrin olarak adlandırılan siyanojenik glukozitler tanımlanmı tır.
Siyanojenik bile ikler sadece baklagillerde bulunmazlar. Amigdalin; acı badem velimon,
elma, kiraz, kayısı, erik gibi meyvelerin çekirdeklerinde, faseolunatin; çe itli
baklagillerde, keten tohumunda bulunmu tur. Dhurrin; ise süpürge darısı bitkisinde
bulunmaktadır. Siyanid zehirlenmesi; olgunla mamı sorgum ve lima fasulyesinin
tüketimiyle olu ur. Akut siyanid zehirlenmesi hücrelerin oksijensiz kalmasıyla ilgili
belirtiler ile karakterizedir. Zehirlenmenin belirtileri karın a rısı, genel uyu ukluk, bulantı,
kusma, ba a rısı ve sık solumadır. Belirtilerin geli mesi hızlı olabilir ve 20 dakika veya
daha az süre içinde solunum yetersizli i ile ölüm olu abilir. Fitohemaglutininler
(Lektinler): Lektin veya hemaglutinin T-lenfositlerdeki DNA sentezinin baskılanma
yetene i ile yıllarca immünolojistler tarafından kullanılmı tır. Baklagillerin özellikle
tohumlarında hemaglutininler karakterinde azotlu maddeler bulunur. Örne in, soya
fasulyesinde, soya fasulyesi hemaglutini (SBH), Phaseolus vulgaris (fasulye)
varyetelerinde fasin gibi. Lektinler, fava fasulyesi, beyaz fasulye, lima fasulyesi ve di er
bazı fasulye türleri ile yer fıstı ında yaygın olarak bulunur. Sarı kabuklu fasulye, sümbül
fasulyesi, bakla, mercimek, bezelye, patates, muz, mango, bazı sümüklü böcekler, balık
yumurtası, salyangozlar ve bazı çayır mantarları da lektin içeri ine sahiptir. Birçok
fasulye türleri çi tüketilecek olursa toksik etki yaparlar. ok, kramplar ortaya çıkabilir ve
elektro kardiyogramda (EKG) belirgin de i imler görülebilir. nsanlar için önemli olan
kırmızı fasulyelerde çok yüksek konsantrasyonlarda lektin bulunması ve genelde bu
fasulye nedeniyle zehirlenmeler olu masıdır. Zehirlenme “Kırmızı Böbrek Fasülyesi
Zehirlenmesi” olarak adlandırılmaktadır. v Proteaz inhibitörleri: Sebzelerin büyük bir
kısmında bulunan proteaz inhibitörleri bazı hayvan dokularında da bulunmaktadır. Ye il
fasulye, bakla, soya fasulyesi gibi baklagiller en fazla proteaz inhibitörü içeren
yiyeceklerdir. Bu inhibitörler, sebzelerin özellikle yenilen kısımlarında bulunur. Proteaz
inhibitörlerinin en yaygını ve üzerinde en çok çalı ma
• Glikozitler
• Amigdalin
• Dhurrin
• zolinamarin
• Linamarin
• Lotoustralin
• Prunasin
• Sombunigin
• Bulundu u Besinler
• Badem, elma, kayısı, kiraz, eftali, armut, erik ve ayva çekirdekleri
• Sorgumlar
• Cassava
• Lima fasulyesi, keten tohumu, cassava
• Cassava
Bademler, elma, kayısı, kiraz, eftali, armut, erik, ayva Baklagiller ve mürver meyvası
yapılanı tripsin inhibitörleridir. Tripsin ve/veya kemotripsin inhibitörleri soya fasulyesi ve
di er baklagillerde, süt-kolostrum ve di er bazı sebzeler, bu day, i er tahıllar, guargum
ve beyaz-tatlı patateste bulunmaktadır. Bitkisel proteaz inhibitörlerinin büyük bir kısmı
ısıtma ile inaktif hale gelirler. Ortamdaki su buharı, tripsin inhibitörlerini kısa sürede
inaktive eder. Çi tanelerde, proteinin sindirilmesini sa layan tripsin enziminin görevini
engelleyen antitripsin vardır. Pi irme ile antitripsin özelli ini kaybeder ve kuru baklagilin
sindirimi kolayla ır. Aktif inhibitörleri içeren besinlerin verildi i hayvanlarda büyümede
baskılanma görüldü ü rapor edilmi tir. Çi soya fasulyesinin yarattı ı bu durum soya
fasulyesinin ısıtılması veya diyete metionin eklenmesiyle önlenmi tir.
Latirojenler: Latirizm denilen hastalı a yol açan ve Lathyrus cinsine ba lı belirli türdeki
bezelyelerde bulunan toksik ögelere latirojenler denir. Latirizmin iki farklı ekli oldu un
bilinmektedir. Bunlar nörolatirizm ve osteolatirizm’dir. Nörolatirizm, insan ve hayvanlarda
görülürken, osteolatirizm, sadece deney hayvanlarında görülmektedir. nsan latirizmi adı
verilen ve insanlar ile hayvanlarda görülen latirizm semptomları bacaklarda spastik
felçler, mesane kanamaları olup, genellikle Lathyrus sativus (fi ) ve L.cicera ve
L.cfymenum türlerine ait tohumların tüketiminde görülmektedir. Bu türler Hindistan ve
Mısır’da geni popülasyonlar tarafından, daha az olarak Fransa, talya, spanya ve di er
ülkelerde görülür. Tohumların bir gece önceden ıslatılıp, bunu takiben 30 dakika
buharda ha lama veya 20 dakika 150 oC’de pi irmeyle latirojen etkinin ortadan kalktı ı
bildirilmektedir.
v Favizm etkeni ögeler: Favizm, bazı insanların baklayı (Vicia faba) tüketmesini
takiben etkisini gösteren ve hemolitik anemi, hemoglobinüri ve ok ile karakterize bir
hastalıktır. Bu hastalık daha çok talya, Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs, Mısır ve spanya gibi
Akdeniz ülkelerinde görülmektedir. Favizm, ülkemizde daha çok Batı ve Güney Anadolu
Bölgelerinde görülmektedir. Kuru bakla, tazeye göre daha az toksiktir.Klinik ve
biyokimyasal çalı malar sonucunda bakladaki favizme yol açan etmen henüz
saptanamamı tır. Ancak insan alyuvarlarındaki glukoz-6-fosfat-dehidrogenaz enzimi
eksikli i ile favizm arasında bir ili ki bulundu u bildirilmektedir. Favizme neden olan
etkenin, baklada bulunan visin adlı bir bile i in oldu u bildirilmi tir.
Guatrojenler (Antitirod bile ikler): Guatrojenler, iyot yetersizli ine neden olan
bile iklerdir. Guatr, dünyanın ve ülkemizin en önemli sa lık sorunlarındandır. Guatrın
esas nedeni iyot yetersizli i ise de, guatrojenler denen antitroid bile iklerinin de
hastalı ın olu masında rolü oldu u ileri sürülmektedir. Toplam guatr olgularının yakla ık
%4’nün bu nedene ba lı oldu u tahmin edilmektedir. Guatrojenler; özellikle
karalahana, algam, karnıbahar, turp, hardal, kolza gibi bitkilerde bulunan kükürtlü
glikozitlerdir. algam bu besinler içinde en aktif olanıdır. Glikosinolatlar, turpgillerin
300’den fazla türünde saptanmı tır. Tiyosiyanatlar, daha çok lahana türlerinde
bulunmaktadır. Cheiroline; algam ve turp türlerinde, polifenolik glikozitler; yer fıstı ı,
badem, hurma, hemaglutininler; soya ve di er baklagillerde guatrojenik aktivite gösteren
bile iklerdir.
Glisirizin: Meyan kökü bitkisinin kökleri %6-14 düzeyinde bir glikozit olan glisirizin
içerir. Meyan kökü, bazı bonbonların veya meyan kökü erbeti denilen, ülkemizde
özellikle Güney ve Güneydo u Anadolu Bölgelerinde fazla miktarda tüketilen bir içece in
yapımında kullanılır. Kolanın hammedesidir. Glisirizin fazla miktarda alınırsa, kan
basıncını artırır, sodyum klorür ve su retansiyonuna (tutulmasına) neden olur. Kandaki
potasyum miktarını yükseltir. Bunun yanında ba a rısı, yorgunluk yapar. Uzun süre
alınan fazla miktardaki glisirizin kalp büyümesine yol açar.
Saponinler: Saponinler, sapogenin adı verilen aglikon ve de i ik ekerlerden olu an
azotsuz glikozitlerdir. Saponin 400’den fazla bitki türünde mevcuttur. Ispanak,kırmızı
pancar, ku konmaz ve eker pancarı, yer fıstıkları, yonca ve çay önemli miktarlarda
saponin içermektedir. Saponinler, keskin acı tadlarıyla, köpürtme özellikleriyle ve
alyuvarları hemolize etmeleriyle karakterizedir. Deniz salatalı ındaki saponinler hemolitik
aktiviteye ek olarak nöromuskular toksik etkilere neden olmaktadır. Saponinler yiyecek
ve içeceklere katılarak (bira vb.) daha iyi kalitede köpük elde edilebilmektedir. Ancak
birçok ülkede, bu amaçla içeceklere saponin katılması yasaklanmı tır.
Solanin: Patatesteki asetilkolin esteraz inhibitörü, bir glikoalkoloid olan solanindir.
Solanin patatesin kök ve yapraklarında bulunan ve kimyasal yapısı belirlenen tek kolin
esteraz inhibitörüdür. Solanin bir glikozit olup patatesin, özellikle ye ilken, kabuk ve
sürgünlerinde yüksek konsantrasyonlarda bulunur. Patatesteki solanin miktarı 3-6
mg/100 g’dır. Çe idine ba lı olarak patatesteki solanin depolama ve ı ık etkisiyle
artabilmektedir. Solanin patatesin ha lanması sırasında parçalanmakla birlikte ancak
kısmen ha lama suyuna geçerek miktarı azalmaktadır. Solanin miktarının 20 mg/100 g’a
çıkması güvenlik sınırının sonu olarak de erlendirilmi olup, insanda ölüme yol açan
patatesteki solanin miktarı 38-45 mg/100 g olarak belirlenmi tir. Solanin zehirlenmesi;
gastrointestinal, nörolojik, dermatolojik ve kan dola ımı bozukluklarına neden
olmaktadır.
Gosipol (Sarı pigment): Gosipol, özellikle pamuk bitkisinin tohumu, kökleri, yaprakları
ve saplarında bulunan fenolik yapıda bulunan sarı renkli bir pigmenttir. Do ada yalnızca
çi itde (pamuk tohumu) saptanmı tır. Bu nedenle gosipol, çi itten eldeolunan çi it ya ı
ve çi it ununda da bulunmaktadır. Gosipolun hayvanlarda olumsuz fizyolojik etkilere yol
açtı ı bildirilmektedir. Gosipolun serbest ve ba lı olmak üzere iki formu vardır. Toksik
etkili olanı serbest gosipoldur. Genellikle gosipol, gevi getirmeyen hayvanları
etkilemektedir. Gevi getiren hayvanlar ise genellikle gosipole bir derece kadar
dirençlidirler. Gevi getirmeyen hayvanlarda gosipolün embriyo geli imini baskıladı ı,
etkin dozların erkeklerde infertiliteye neden oldu u rapor edilmi tir.Protein yönünden
zengin olan çi itin ve bundan elde edilen ya ın kullanımı, yapısında bulunan gosipol
yüzünden uzun yıllar sınırlı kalmı tır. Ancak bugün, özellikle hayvanlarda görülen çi ite
ait olumsuz fizyolojik etkiler, küspeye demir tuzları katılarak serbest gosipolun
ba lanmasıyla ya da küspenin ısıtılmasıyla önlenebilmektedir. Ayrıca bitki yeti tiricileri
tarafından gosipolsüz yeni pamuk çe itleri ıslahı da gerçekle tirilmi tir.
Miristisin: Miristisin, küçük hindistan cevizinin ö ütülmesiyle (Myristica fragens) elde
edilen bir baharatta ve hindistan cevizi tohumunda bulunur. Karabiber, maydanoz,
havuç, sap kereviz ve dereotunda da az miktarlarda bulunmaktadır. Miristisin, mono
amino oksidaz inhibitörleri azlı ında harekete geçmektedir. Küçük Hindistan cevizinin
olu turdu u etkiler alkol intoksikasyonuna benzemektedir. Hindistan cevizi tozunun 5-15
g kadarı; kendini a ırı zinde hissetme, halusinasyonlar ve uyu ukluk gibi semptomlara
neden olmaktadır. Bununla birlikte, ba a rısı, bulantı, abdominal distansiyon,
hipotansiyon, asidozis, baygınlık ve sayıklama gibi iddetli istenmeyen etkiler, daha
geni dozlarda karaci er hasarı ve ölüm meydana gelebilmektedir.
Biyojen aminler: Biyojen aminler, aminoasitlerin dekarboksilasyonu veya aldehit ve
ketonların aminasyonu ve transaminasyonu ile olu an azotlu bile iklerdir. Biyojen
aminler, proteinden zengin gıdalarda mikrobiyal aktivite sonunda veya fermente
gıdalarda ve içkilerde olu abilir. Ayrıca bazı meyve ve sebzelerde de do al olarak
bulunabilmektedirler. Taze sebzelerin yapılarında bulunan biyojen aminler ha lama
sırasında ha lama suyuna geçmektedirler. Muz, ceviz, domates ve ananas gibi
meyvelerde önemli miktarda bir biyojen amin olan serotonin (5-hidroksi triptamin)
bulunmaktadır. Biyojen aminlerin arap ve bira gibi alkollü içkilerde bulundu u da
bildirilmektedir. arapta tiramin (2.5 mg/100 ml) ve histamin (beyaz araplarda 100-500
mg/100 ml ve kırmızı araplarda 2-2.2 mg/100 ml) gibi biyojen aminler bulunmaktadır.
Bu bile ikler sulu çözeltilerde barsakda parçalanabildi i halde, ortamda alkol bulunması
halinde toksik etki yapmaktadır.
Kafein ve teofilin: Çay, kahve, kola ve kakao gibi içecekler kafeinden zengin
içeceklerdir. Ayrıca çay kafeinle birlikte teofilin içerir. Yakla ık 5 fincan kahve, santral
sinir sisteminde belirgin santral uyarılara, uykusuzlu a ve kalp çarpıntısına neden olur.
Di er taraftan kafein mide salgısını artırır ve mide mukozasının tahri ine yol açar.
Kahvenin ve/veya kafeinin kan basıncı ve serum kolesterol düzeyini artırıcı etkide
bulundu u, kardiyovasküler hastalıklara kar ı risk olu turdu u belirlenmi tir. Kahve
%0.8-1.8 (ortalama %1-2), v Çay %2.7-4.1 (ortalama %2,5-4),
Kakao ise %0.07-1.7 kafein içerir. Kahvenin olası zararlarından kafein sorumlu
tutuldu u için, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıklar yönünden risk altında
bulunan ki iler kahve tüketimi konusunda bilinçli olmalıdır.
Erusik asit: Erusik asit, kolza (Brassica campestris) ya ında bulunan uzun zincirli
doymamı bir ya asitidir. Kolza ya ında %20-45 oranında erusik asit bulunur. Bu
oranda erusik asit içeren kolza ya ının, deney hayvanlarının kalp dokularında
de i imlere ve miyokartta önemli ya birikimine neden oldu u saptanmı tır. Erusik
asidin neden oldu u miyokarttaki ya birikimi, ya ları parçalayan enzimlere erusik asidin
etkisinden kaynaklanmaktadır. Erusik asidin, mitokondrilerde uzun zincirli ya asitlerinin
oksidasyonuyla ilgili enzim sistemini, asilkoenzim-A-dehidrogenaz enzimi basama ına
kadar bozdu u dü ünülmektedir. Bugün birçok ülkede erusik asit içermeyen kolza
çe itleri ıslah edilmi tir.
Safrol ve Derivatifleri (Türevleri) Safrol, karabiber, zencefil, kimyon ve anasonda
saptanmı bir bile iktir. Sassafras çayında ( Sassafras albidum- defnegillerden) endojen
olarak özellikle bu bitkinin kök kabu unda bulunur. Kakao, küçük hindistan cevizi
kabu undan elde edilen baharat (mace), az miktarda safrol içermektedir. Tamarin (demir
hindi) ve muzun ya fraksiyonlarında da bir miktar safrol tespit edilmi tir. Safrol ve onun
sentetik derivatifleri eskiden renklendirici olarak kullanılmaktaydı.
Karatatoksin Havuç ve sap kereviz asetilenik alkol içerirler. Bu bile ik güçlü uyarıcı
toksinlere benzemektedir. Karatatoksi’nin deney hayvanlarında yüksek nörolojik etkilere
neden oldu u belirlenmi tir fakat insanlar üzerinde vaka raporları bulunmamaktadır.
Pirolizidin Alkoloidleri Pirolizidin alkoloidleri intoksikasyonuna bu alkoloidleri
içeren bitkilerin alımı neden olmaktadır. Tahıl ve hayvan yemi ürünleri bazen pirolizidin
üreten yabani otlar ile kontamine olurlar. Alkoloidler, un ve di er besinler içine bu yolla
bula ırlar. Bu bitkilerle beslenen hayvanların sütlerinde de yer almaktadırlar.
Metal ba layıcılar: Gıdalarda bulunan metal ba layıcılar farklı kimyasal yapıda
olabilirler. Örne in çayda bulunan fenolik bile ikler, demirle zor çözünen bile ikler
olu tururlar ve gıdalarla alınan demirin vücutta kullanımını engellerler. Yiyeceklerdeki
fitatların düzeyi bitkilerdeki endojen enzim olan fitaz tarafından azalabilmektedir.
Tahılların ö ütülme derecesine ba lı olarak undaki fitatlar azalabilmektedir. Soya
proteininin, hayvan yemlerine ilave edilmesinin, çinko, mangan, bakır ve demir gibi
mineral eksikliklerine neden oldu u bildirilmektedir. Okzalatlar da fitatlar gibi iki de erlikli
esansiyel minerallerin miktarını azaltabilmektedirler. Ispanak, pazı ve ravent gibi
sebzelerde fazla miktarlarda bulunan oksalik asit kanda kalsiyum düzeyinin azalmasına
yol açar. Bunun nedeni, oksalik asitin kalsiyum ile olu turdu u kalsiyum oksalatın
böbrekler aracılı ı ile dı arı atılmasıdır.
Antivitamin faktörler: Çi soya fasulyesi, karoteni okside eden ve parçalayan
lipoksidaz enzimi içermektedir. Lipoksidazın etkisiyle kan plazmasındaki karoten ve A
vitamini miktarında önemli ölçüde dü ü ler görülür. Portakal eterik ya ının önemli bir
bile i i olan sitral de A vitamininin antogonistidir. Portakal kabu undan yapılan reçel,
marmelat gibi ürünlerde ve portakal suyunda kabuktan geçen sitral etkinli ini
kaybetmemektedir. Ayrıca, tarçın ve yenibahar gibi baharatlar da sitral içermektedir.
Antivitamin K olarak bilinen kumarin türevleri bazı bitkilerde bulunmaktadır.
Yoncanın tipik kokusu kumarinden kaynaklanmaktadır. Kumarin a ız yoluyla insan ve
hayvanlara verildi inde kandaki protrombin miktarını dü ürür ve bu da kan sistemindeki
pıhtıla ma mekanizması zincirinin kopmasına yol açar. Kumarin; çilek, ahududu, kayısı
ve vi nede de az miktarda bulunur. Kumarinin gıdalarda antioksidan olarak kullanılması
birçok ülkede yasaklanmı tır.
MANTAR TOKS NLER
Do al toksinler yönünden önem ta ıyan besinlerden bir grubu da mantarlardır. Mantarlar
klorofil ta ımayan, parazit veya sporatif olarak ya ayan ve sporla üreyen canlı
organizmalardır. Sporlar rüzgarla çevreye da ılırlar ve toprakta yıllarca ya ayabilirler.
klim artları, yani toprak ile havanın sıcaklı ı ve nemi, uygun oldu unda bu sporlar
çimlenerek bir fruktifikasyon verirler. Bu nedenle yenebilen ve zehirli mantarlar birlikte
yeti irler. Zehirli mantar toksinleri genellikle 8 sınıfta toplanır:
Mantar zehirlenmesine; yüksek mantar türlerinin bazıların çi veya pi mi meyve
gövdelerinin tüketilmesi neden olmaktadır. apkalı mantar zehirlenmesi, ço unlukla
mantar zehirlenmelerine verilen isimdir. Mantar zehirlenmesini kapsayan toksinler do al
olu urlar ve toksik türlerin her bir modelinin e it oranda zehirli oldu u
varsayılabilmektedir. nsanda zehirlenmeye neden olan pek çok mantar ; pi irme,
dondurma, konserve yapma veya di er hiçbir i leme yöntemiyle toksik etkilerin den
kurtulamamaktadır. Zehirlenmeyi önlemenin tek yolu bu mantarların tüketilmemesidir.
Genel Semptomlar
Mantar zehirlenmesi genellikle akuttur ve tüketilen türe ve miktara ba lı olarak
emptomlar çe itlilik gösterir. Mantar toksinlerinin pek ço unun kimyasında bilinmeyen
yönler mevcuttur. Mantar zehirlenmesi genellikle fizyolojik etkilerle karakterizedir. Mantar
toksinleri 5 kategori altında toplanır.
1. Protoplazmik Zehirlenmeler Zehirlenme ço unlukla hücrelerin yıkımıyla ve bunu
izleyen organ yetersizlikleriyle sonuçlanır.
2.Nörotoksinler Bile ikler, spastik kolon, depresyon, heyecan, halüsinasyon,
konvülziyonlar, koma, a ırı terleme gibi nörolojik semptomlara neden olurlar.
3. Gastrointestinal Sistemi Tahri Edenler Bu bile ikler, ishal, abdominal kramp,
bulantı ve kusmaya neden olurlar.
4. Disülfiram Benzeri Toksinler Bu gruptaki mantarlar genellikle toksik de ildir. Mantar
yenildikten sonra 72 saat içinde alkol tüketilmedikçe semptomlar olu maz.
5. Karı ık Zehirlenmeler Hastalı ın normal seyri, yenilen mantarın türü ve dozu ile
farklılık göstermektedir. Bir veya birçok toksik bile i i içeren birkaç tür mantar nadiren
bulunmaktadır. Bundan dolayı, mantar zehirlenmesi vakaları birbirine
benzememektedir.
HAYVANSAL KAYNAKLI TOKS NLER
Hayvansal kökenli do al toksik maddeleri sınıflamak oldukça zordur. Mikrobik
toksinlerden bir grubu da deniz ürünleri ile insanlara geçmektedir.
Deniz ve Tatlı Su Hayvanlarındaki Do al Toksik Bile ikler Kabuklu su ürünleri tarih
öncesi zamanlardan beri insanlar için besin kayna ı olarak de erlendirilmi tir. Genel
olarak balık zehirlenmeleri adı verilen hastalıklar etiyolojik olarak birbirlerinden farklı
oldukları halde, hepsinde ortak olan nokta balık veya balık ürünlerinin tüketiminden
sonra ortaya çıkmalarıdır. Bu zehirlenmeler intoksikasyon veya toksi-enfeksiyonlar
olarak incelenirler.
Saksitoksin: Kabuklu su ürünlerinin (midye, istiridye) tüketimi sonucu insanlarda belirli
zehirlenme olaylarının dinoflagellatalardan kaynaklanan toksinlerden ileri geldi i
bilinmektedir. Kabuklu su ürünleri organizma ile birlikte toksini alırlar ve vücutlarında
biriktirirler. Dinofilagellatalar tarafından üretilen yakla ık yirmi kadar toksin bilinmektedir.
Protogonyaulax (Alexandrium) türlerinin üretti i toksinler daha çok saksitoksindir. Deniz
kabuklularının kendileri, dinoflagellataların içerdikleri toksinlerden sahip oldukları özel
bir salgı ile korunurlar.
• Saksitoksin ısıl i lemlere dayanıklıdır.
• Tüm insanlar mantar zehirlenmesine kar ı duyarlıdır.
• Zehirli türler her bölgede olmayabilir.
• Çok ya lı, çok genç ve zayıf ki ilerde tüm mantar zehirlenmesitipleri oldukça etkili
olur.
• Türkiye’de özellikle kırsal alanlardaki 2-11 ya grubu arası çocukların
zehirlenmesi, genellikle yenebilen bitkiler nedeniyle olu ur. Bitkisel kaynaklı
zehirlenme sıklı ı yakla ık olarak %6’dır.
• Mantar zehirlenmeleri ilkbaharda daha sıktır. iddetli zehirlenme olguları
Amanita phalloides, A.verna, A.muscaria ve A. Pantherina ile ili kili bulunmu tur.
Öldürücü dozun 1 mg oldu u sanılmaktadır.
Saksitoksin ile zehirlenmelere daha çok, Pasifik ve Atlantik Okyanusu kıyılarında
sa lanan deniz ürünlerinde rastlanılmaktadır. Bu kabuklular insanlar tarafından
tüketildi inde, ba lanmı toksik öge hemen açı a çıkarak kaslarda felce yol açar. Ölüm,
solunum felcinden sonra görülür. Midyeler, felç yapıcı kabuklu su ürünü zehirlenmesi için
en büyük tehlikeyi olu turmaktadır. stiridye ve deniz tarakları da toksin içerirler. Kabuklu
deniz ürünleri, dünya deniz ürünleri üretiminin %22’sini olu tururken, Türkiye’de ise
%5’ini olu turmaktadır. 2.
Tetrodotoksin: Balon balı ı (Tetrodon spadiceus), kirpi balı ı (Diodon hystrix) gibi
balıkların ovaryum ve testislerinde tetrodotoksin adı verilen çok güçlü bir toksin
bulunmaktadır. Tetraodontiformes türlerine ba lı olan balıkların tüketilmesinden do an
zehirlenmeler en iddetli olan deniz mahsulü zehirlenmeleridir. Toksin miktarı bu
balıkların üreme dönemlerinde artmakta ve bu sırada gonadlara yakın kas dokuya bile
difüzyonla geçebilmektedir. Japonya’da bu balıklar çi olarak (fugu) tüketilmektedir.
Yine bu ülkede ölümle sonuçlanan gıda zehirlenmelerinin yakla ık %60’ının nedeninin
bu balıklar oldu u bildirilmektedir. Tetrodotoksin farklı hayvan türlerinden izole
edilebilmektedir. Bu hayvan türleri; Kaliforniya semenderi, papa an balı ı, Atelopus
cinsinden olan kurba alar, ahtapot, denizyıldızı, maymunbalı ı ve yengeçtir. Bu toksin
ısıl i lemlere dirençli olup, pi irme sırasında parçalanmamakta buna kar ın alkali
ortamlarda parçalanabilmektedir.
Suda çözünebilen tetrodotoksin, bilinen bütün balık toksinleri içinde en öldürücü olanıdır.
nsanlar için hesaplanan letal doz (LD) 1 mg’ın altındadır. Bu toksin, bir perhidroinazolin molekülüdür ve çok sayıda –OH grubu içermektedir. Tetrodotoksinin etkisi,
sinirlerde ileti imi engellemek eklinde açıklanmaktadır. Tetrodoksin zehirlenmesindeki
semptomlar, genellikle balık tüketiminden 10-45 dakika sonra ortaya çıkmaktadır. Bu
tür zehirlenmeler kirpi balı ının tüketiminden veya tetrodotoksin üreten di er hayvan
türlerinin tüketiminden uzak durmak suretiyle önlenir.
Skombrotoksin: Yüksek miktarda histamin ve di er vazoaktif aminlerin vücuda
alınması scombroid zehirlenmelerine neden olmaktadır. Histamin ve di er aminler bazı
bakterilerin büyümesi ve onların dekarboksilaz enzimlerinin gıdalarda histidin ve di er
aminoasitler üzerindeki etkisi ile ortaya çıkar. Bu tür durumlar ya ürünlerin üretimi
esnasında, örne in isviçre peynirinin (Swiss cheese) yapımı esnasında oldu u gibi,
yada balık (özellikle ton balı ı veya mahi mahi) ürünleri gibi gıdaların bozulması ile
gerçekle ir. Ton-orkinos (Thumnus tyhynnus), palamut- torik (Sarda sarda) ve uskumru
(Scomber scomber) gibi balıkların tüketilmelerinden sonra takiben skombroid
zehirlenmesi ortaya çıkabilir. Skombroid zehirlenmesi, bu balıkların vücudunda bulunan
yüksek düzeydeki histamin ile ili kili görülmektedir. Ton ve di er skombroid balıkları,
dokularında, yüksek düzeyde serbest histidin aminoasiti içerirler. Bu balıklar
yakalandıktan sonra hızlı bir ekilde so utulmazlarsa, belirli bazı bakteriler hızla
ço alarak histidini dekarboksilaz enzimleri aracılı ı ile histamine çevirirler. Bu bakteriler
mezofilik olduklarından, hızlı bir so utma, toksin üretiminin engellenmesi açısından etkin
bir yoldur. Histamin miktarı, 1000 mg/kg’den daha fazla olan balıkların toksik etkili
olaca ı kabul edilmektedir. Ancak bazı hallerde, zehirlenme nedeni olan balıklarda
histamin saptanamaması, saurin adı verilen ba ka bir biyojen aminin zehirlenme nedeni
olabilece i görü ünü kuvvetlendirmektedir. lk semptomları yanma hissi, vücudun üst
kısımlarında isilik ve kan basıncında dü me eklinde gözlenebilir. Sıklıkla ba a rısı ve
deride ka ıntıya neden olabilir, semptomlar bulantı, kusma ve ishal gibi rahatsızlıklar ile
devam eder. Zehirlenme semptomlarının ba laması oldukça hızlıdır, maddenin vücuda
alınması ile derhal veya 30 dakika içerisinde ba lar. Hastalık süresi 3 saat olmakla
beraber birkaç güne kadar uzayabilir.
Zehirli Bal (Deli Bal) : Karadeniz bölgesinde; özellikle Samsun, Çar amba ve
Kastamonu dolaylarında “zehirli bal” ya da halk arasında “deli bal” olarak adlandırılan
toksik bir bal çe idi uzun zamandan beri bilinmektedir. Grayanotoksinler,
intoksikasyonun temel nedenidir. Zehirli baldaki toksik bile ik, bir glikozit olan
andromedotoksindir. Arılar bu maddeyi sarı a u (Rhododendron flavum) ve kara a u (R.
ponticum) adı verilen bitkilerin çiçeklerinden bala ta ımaktadırlar. Zehirlenme için bu
baldan bir ki inin 50-100 gram yemesinin yeterli oldu u bildirilmektedir. Di er taraftan
çe itli ülkelerde yeti en ve Rhododendron cinsine ait R. javanicus, R. maximum, R.
barbatum gibi belirli bazı bitki türlerinin de andromedotoksin içerdi i bilinmektedir.
Zehirlenmeye ait semptomlar, tüketimi takiben karın a rısı, bulantı, kusma, ishal,
ba a rısı, göz kararması, a ızda ve deride yanma, fazla terleme, heyecan ve sinirsel
bozukluklar eklindedir. Kol ve bacaklarda felçler görülebilir, ölüm çok azdır ve solunum
felci sonucu ortaya çıkmaktadır. Di er taraftan zehirli bal uzun süre depolama veya
kaynatılma gibi i lemlerle toksisitesini kaybetmektedir.
Avidin Çi yumurta akında bulunan avidin adlı protein, B grubu vitaminlerinden olan
biotin ile ba lanarak bu vitaminin metabolizmadaki aktivitesini engeller. Yumurtanın
pi irilmesi sonucunda biotin serbest ve fonksiyonel hale geçmekte, böylece avidinin
antivitamin etkisi kaybolmaktadır.
Biyojenik Aminler Bitkisel gıdalarda do al olarak bulunan veya mikrobiyel bir aktivite
sonucunda olu an toksik etkili aminler, peynir gibi fermente süt ürünleri gibi hayvansal
gıdalarda da olu abilmektedir. Peynirde bakterilerin fermantatif i levleri sonucu
aminoasitlerden tiramin, histamin ve triptamin gibi aminler olu makta ve bunlar büyük
miktarlara ula abilmektedir. Peynirlerde olgunla ma sonucu olu an tiramin, histamin ve
triptamin gibi aminlerin kan basıncını yükselttikleri bilinmekle beraber bunlar normal
olarak vücutta monoaminooksidaz enzimleri ile detoksifiye edilmektedir. Ancak bu
enzimi inhibe eden anti-depresant ilaçlar alan hastalarda peynir tüketimi, tiramin
birikiminden dolayı zehirlenmelere yol açabilir.
M KROB YAL TOKS NLER M KOTOKS NLER
Do al besin toksinlerinden en zararlıları, bazı küflerin metabolizma sonucu ürettikleri
mikotoksinlerdir. Küfler, besinlerin yeti tirilmesi veya depolanması esnasında olu urlar.
Hepsi olmamakla beraber bazıları, insan ve/veya hayvanlar tarafından tüketildi inde
hastalı a neden olan zehirli maddeler üretirler. Bu maddeler “mikotoksin” olarak
adlandırılır. Gıdalarda küflerin geli iminin engellenmesi zordur. Fakat bunların miktarları,
gıdaları i leme ve depolama esnasında hijyenik ko ulların sa lanmasıyla azalabilir.
Geli mekte olan ülkelerde toksin üreten küflerin olu ması özel bir problemdir. Çünkü bu
tür ülkelerde geli mi ülkelerdeki gibi kontrollü depolama ko ulları bulunmamaktadır.
Ayrıca, ılık ve nemli iklime sahip tropik bölgelerde gıdalarda küf geli imi riski de
artmaktadır. Mikotoksinler, toksisiteleri ve insan sa lına etkileri bakımından büyük
farklılıklar gösterir. Mikotoksinin etkisi tüketilen toksinin miktarına ve tipine göre de i ir.
Mikotoksinler, birçok çe it küf tarafından özellikle de Aspergillus, Penicillium ve
Fusarium tarafından üretilmektedir. Bu küflerin hepsi mikotoksin üretmez ve bir küf
de i ik çe it bir toksin üretebilir ve insan sa lı ı üzerine etkisi hakkında genelleme
yapılması zor olabilir. Küflerin üretti i önemli mikotoksinler :
• Aflatoksinler,
• Okratoksinler,
• Patulin,
• Trikotesenler,
• Fumonisin’dir.
• Aflatoksinler
Aflatoksin, Aspergillus flavus ve Aspergillus parasiticus tarafından sentezlenen bir
mikotoksindir. Aflatoksinler difuranokumarin türevleridirler. imdiye kadar 8 ayrı madde
türü saptanmı tır (B1, B2, B2a, G1, G2, G2a, M1, M2) olup, bunlardan en fazla toksik
etkili olanı B1’dir. Bu toksinler ı ı a kar ı duyarlıdırlar. Özellikle depolama esnasında bir
çok besin ve hayvan yemi ürünlerinin uygunsuz nem ve sıcaklıklarda bekletilmesi
sonucunda aflatoksinler olu ur. Pi irme sıcaklı ında bozulmazlar ancak 270 oC’de
bozulduklarıbelirtilmektedir. ngiltere’de 1960 yılında 100.000 kadar hindinin ölüm
nedeninin küflü yerfıstı ı oldu unun saptanması ve arkasından aynı ekilde di er
hayvanlarda da ani ölümlerin görülmesi bu konuda çalı maların ba lamasına neden
olmu tur. Daha sonra ölüm nedeninin Aspergillus flavus tarafından olu turulan ve
“aflatoksin” adı verilen toksik bir madde oldu u saptanmı tır. Aflatoksinlerin hedef organı
karaci er olmakla birlikte di er dokularda da hasarlara veya tümörlere neden olabilirler.
Aflatoksin yalnızca akut hepatoksin etkili bir madde olmayıp, kanserojen etkisi de
bulunmaktadır. Aflatoksin küflü bitkisel gıdalarda bulunabildi i gibi, küflü yemlerle
beslenmi hayvanların karaci er ve böbrekler gibi organları ile kas, süt ve
yumurtalarında da bulunmaktadır. nsanlar üzerinde potansiyel zararı olan aflatoksinler,
özellikle iç ve dı ticarette ürünlerin kabul edilmemesi nedeniyle de ekonomiye zarar
vermektedirler.
Okratoksinler Okratoksin, küflü pirinç ve arpada bulunan mikotoksinlerden biridir.
Küflü arpaların yem olarak kullanılması ile Yeni Zellanda, Avusturalya ve Danimarka’da
görülen önemli hayvan kayıplarına bu toksinin neden oldu u belirtilmi tir. Aspergillus
ochraceus, Penicillium viridicatum, P. cyclopium, P. frequentans, P. nidulans ve P.
expansum tarafından olu turulan bu toksinin A, B ve C olmak üzere üç türevi vardır.
Özellikle okratoksin A kuvvetli bir toksik etkiye sahiptir.Okratoksin A; mısır, kuru fasulye,
kakao çekirde i, kahve çekirde i, soya fasulyesi, arpa, yulaf, turunçgil meyveler ve yer
fıstı ı gibi besinlerde bu küflerin ço alması sonucu olu maktadır. Toksin, hayvanların
büyümesini engellemekte, böbrek geni lemeleri ve di er bozukluklara yol açarak
ölümlere neden olmaktadır. Okratoksinin insanlardaki böbrek hastalıkları ile ilgili
olabilece i bildirilmi tir. Küflü tanelerdeki mikotoksinleri önlemenin en etkin yolu,
tanelerin tam olgunla mı olarak hasat edilmesi ve nem derecesinin %15’in altında
turtulmasıdır. Tanelerin saklandı ı yerin nemi arttıkça, küfler ço almakta ve
metabolizmaları sonucu mikotoksinler üretmektedirler. Ayrıca yer fıstı ı gibi tanelerin de
iyi saklanması ve küflenmeden korunması zorunludur. Küfler için en uygun üreme
ko ulları ürün nem oranının %18 ve üstü, deponunnisbi neminin %85, sıcaklı ı 30oC ve
pH’nın 3-5 olmasıdır. Okratoksin B nadir olarak do al kontaminant olarak bulunur ve
daha az toksiktir.Di er okratoksinler hiçbir zaman do al ürünlerde bulunmaz.
Patulin Patulin bazı Penicillium, Aspergillus ve Byssochlamys türleri tarafından
olu turulan bir mikotoksindir. Patulin en çok ; elma suları, küflü ekmek ve di er meyve
sularında (üzüm, eftali vb) bu küflerin ço alması sonucu olu maktadır. Patulinin,
antibiyotik özelliklerinin yanında kanserojen, mutajen ve teratojen niteliklerinin oldu u da
saptanmı tır. Patulin’in dokularda ödem,hemoraji, bulantı ve kusma gibi belirtilere neden
olması yanında muhtemel karsinojen oldu u bildirilmektedir. SO2 ve C vitamini patulini
parçalar. Ayrıca üzüm ırasının fermentasyonu sonucunda da patulin parçalanmaktadır.
Patulin asidik ortamlarda (pH 6’ya kadar) stabildir. Bu pH de erinde ısıya kar ı dirençli
olup 125 ˚C’ye kadar bozulmamaktadır. Bu nedenle patulin özellikle meyve suyu gibi
gıdalarda önem ta ımaktadır.
Fusarium Toksinleri Fusarium do ada en yaygın olarak görülen mikotoksin türüdür.
Fusarium mikotoksinleri için 4 önemli tür vardır. Bunlar; Deoxynivalenol (DON),
vomitoxin, nivalenol (NIV ), T-2 toxini ve Zearalenon (ZEN)’dur.
Zearalenon (ZEN) Zearalenon (ZEN) dünyanın her iklim bölgesinde bulunabilen küf
mantarı fusariumların bir metabolitidir. FES (Fermentasyon östrojenik Madde) veya F-2
toksini adları ile de bilinmektedir. Bu küf metaboliti direk bir toksin olmaktan çok hormon
benzeri kimyasal yapı gösterir. Östrojenik özellikteki bir mikotoksin olan zeralenon,
öncelikle Fusarium graminearum olmak üzere çe itli Fusarium türleri tarafından
üretilmektedir. Küflü yemlerde mevcut oldu undan hayvanlarda bir seri östrojenik
hastalıklar görülmektedir.
v Tahıllar, mısır ve domates için çok önemli sorun olup, bitkilerde pek çok hastalıklar
yapabilmektedir. Bula ma tarladan itibaren olup, yüksek ısı ve rutubet gibi uygun
olmayan depolama artları insan ve hayvanlara geni tahribatlar yapar. Zearalenon’un
1-5 ppm ‘lik düzeyleri canlılarda fizyolojik hasarlar meydana getirebilmektedir. Bu
düzeyde ZEN ihtiva eden mısır hormon düzenini bozarak, üreme sistemleri üzerinde
tahribat yapmaktadır. Zearalenon, mutajenik ve kanserojen etkili olup, bazı hayvanlarda,
özellikle cinsel organlarda toksik etkiler göstermektedir. Zeralenon, funguslar tarafından
üretildi i bilinen tek bitkisel östrojen olup, bu özelli i ile ticari bir öneme sahiptir.
Zeralenon türevlerinden biri olan Zeralenol (Zeranol) anabolik ajan olarak
kullanılmaktadır.
Trikotesenler Trikotesen mikotoksinlerini üreten en önemli
küf türleri Fusarium
türleridir. Bu toksinler, renksiz, kristal, suda erir, optikli aktif moleküllerdir. Saklama
süresince ve normal pi irme ile bozulmazlar. Normal analizle tahıllarda bunları tanımak
güçtür. Bunlar, dolaylı yollardan etkilenmi besinlerden laboratuvar kültürleri yapılarak
ayrılmı tır. Bu toksinleri üreten küfler bir çok besinde ço alabilmektedirler. Bunlar
arasında, mısır ürünleri, pirinç ve di er taneler ve türevleri yer almaktadır. Bu toksinler
protein ve DNA sentezini inhibe ederler. Ayrıca bazıları antibakteriyel, antiviral ve
antifungal aktiviteye sahiptirler. Trikotesenler insanlarda ATA (Alimentary Toxic Alevkia)
ve yemek borusu kanserine yol açarlar.T-2 toksin; kardiyovasküler, sindirim ve
immünolojik sistemlerin fonksiyonlarında bozulmaya neden olmaktadır. Trikotesenler,
hayvanlarda kusma, geli im durması, hiperöstrojenizm, de i ik organ ve deri lezyonları,
tümör ve ölüme neden olurlar. Zehirlenme belirtileri, sindirim organlarınde rahatsızlıklar
ve anemidir. E er bu a amada toksik ö elerin alımı durursa iyile me görülür, devam
ederse, iç kanamalarla ölüm olabilir. A ız ve bo azda nekrotik lezyonlar olu ur. kinci
a amada, hastanede kan transfüzyonu, kalsiyum, vitamin C, vitamin K ve sülfamidlerle
tedavi zorunludur. Zehirlenmeler, daha çok küflenmi tahıl yemleri ile beslenne
hayvanlarda ve açlık dönemlerinde bu tahılları yiyen insanlarda görülmü tür.
Fumonisin Fumonisinler, özellikle Fusarium moniliforme ve F. proliferatum tarafından
üretilen bir grup mikotoksindir. Bu mikotoksine özellikle mısırda sıklıkla raslanılmaktadır.
Fumonisinlerin hepsi kanserojen etkili olup, farklı fumonisinler (FB1, FB2, FB3, FB4,
FC1, FA1 ve FA2) arasında FB1, di erlerine göre kanser olu umunu te vik eden en
önemlisidir. Özellikle Fumonisn B1, atlarda Leukoencephalomacia (LEM), domuzlarda;
pulmoner ödem; ratlarda; karaci er kanserine neden oldu u bildirilmi tir.
BES NLERLE ALINAN ZARARLI K MYASALLARIN NSAN SA LI I
ÜZER NE ETK S
Günlük diyetle bir miktar toksik ö elerin tüketilmesine kar ın, normal sa lıklı ki ilerde
bundan dolayı zehirlenme olguları çok azdır. Bu durum üç ekilde açıklanabilir;
1. Günlük kullanılan herhangi bir besindeki zararlı ö enin yo unlu u çok dü üktür ve etki
gösterebilmesi için uzunca süre, çok miktarda tüketilmesi gerekir. E er günlük diyet
de i ik besinleri içerir, toksik ö e bulunan herhangi bir besin çok miktarda ullanılmazsa,
zehirlenme veya kronik hastalık riski yaratmaz.
2. Diyette çok çe itli zararlı ö eler, çok az miktarlarda bulundu unda insan organizması
bunu tolere edebilmektedir. Zararlı ö elerden biri fazla miktarda alınırsa toksik etki
göstermektedir.
3. Kimyasallar arasında antagonistik etkile im vardır. Bunlardan birinin toksik etkisinin,
di erinin diyette bulunu u ile etkisiz kalma olasılı ı bulunmaktadır. Örne in, diyetteki
kadmiyumun toksik etkisi, yüksek düzeydeki çinko ile azalmaktadır. Bunun gibi,
manganezle demir, bakırla molibden, selenyumla civa, kur unla demir arasında
antagonist etkile imler vardır. Aynı ekilde, iyot bazı guvatrojenlerin, antioksidantlar,
nitroz ve halojenli bile iklerin etkisini engellemektedir. Böylece, besinlerin bile imde çok
az konsantrasyonda ve çok de i ik türde bulunan toksik ö eler, dengeli bir diyette,
normal sa lıklı kimseler için bir tehlike yaratmamaktadır. Ayrıca, hazırlama, yıkama ve
pi irme i lemleri bazı toksik ö elerin etkisini azaltmaktadır. Besinlerde bulunan zararlı
kimyasallar, normal ölçülerde alındı ında genel olarak insanlara üç ekilde zararlı
olurlar.
1. Bazı deniz ürünleri, mikroorganizmaların üretti i mikotoksinler, zehirli mantar ve
baldaki toksik ö eler akut zehirlenmelere neden olurlar.
2. Lahana, turp ve benzeri bitkilerdeki guatrojenler, bazı tür baklagillerdeki (karatohum
gibi) latrojenler, syanogenetik glikositler, yemeklik tohumlara karı an bazı yabani ot
tohumlarının uzunca süre alınması sa lık bozucu olabilir.
3. Zararlı kimyasallar normal sa lıklı bireylerde etkisiz olmasına kar ın, hastalık
malnütrisyon, alerji ve do u tan metabolizma bozuklukları gibi durumlardan dolayı
duyarlı olan ki ilerde olumsuz etki gösterebilir. nsanlardaki kanserlerin bir bölümünün,
do al olarak besinlerde bulunan karsinojenler tarafından olu turuldu u belirtilmektedir.
Bu nedenle diyetin, de i ik besinlerden olu ması, zararlı kimyasal bulunan herhangi
bir besinin diyetin esasını olu turmaması, patates, ya lı tohumlar, kurubaklagiller, kuru
meyveler ve tahıllar gibi besinlerin uygun ko ullarda saklanması ve iyi temizlenerek
kullanılması halk sa lı ı açısından önemlidir. Özellikle halkımızın temel besini olan
bu daydan yapılan bulgur, pirinç, un, makarna ve ekmek gibi ürünlerin okratoksin ve
aflatoksinlerin olu mayaca ı ortamlarda saklanması, yıllık saklananların zaman zaman
güne letilmesi önem ta ımaktadır. Ayrıca salamura edilmemi peynirlerin ( tulum, ka ar,
çökelek vb) kavurma ve di er et ürünlerinin, fındık, fıstık, ceviz ve mısır gibi ya lı,
proteinli besinlerin küflenmeyecek ekilde saklanıp tüketilmeleri gereklidir. Zararlı
kimyasalların etkisinin yararlı kimyasallarla önlenebilece i dü ünülerek günlük
beslenmede bunlardan zengin meyve, sebze ve di erlerine geni yer verilmelidir.
Pestisitler
Pestisit, zararlı organizmaları engellemek, kontrol altına almak ya da zararlarını
azaltmak için kullanılan madde ya da maddelerden olu an karı ımlardır. Pestisit,
kimyasal bir madde, virüs ya da bakteri gibi biyolojik bir ajan, antimikrobik,
dezenfektan ya da herhangi bir araç olabilir. Zararlı organizmalar, insanların besin
kaynaklarına, mal varlıklarına zarar veren, hastalık yayan böcekler, bitki patojenleri,
yabani otlar, yumu akçalar, ku lar, memeliler, balıklar, solucanlar ve mikroplar
olabilir. Her ne kadar pestisitlerin kullanılmasının bazı yararları olsa da insanlar ve di er
hayvanlar için potansiyel toksisiteleri nedeniyle bazı sorunlar da yaratabilir.
Taplo Türkiye’de yıllara göre pestisit tüketimi (kg veya l).
1979
1987
1994
1996
2002
Pestisit Grupları
2.287.658
3.303.446
2.064.991
3.027.380
2.250.898
nsektisitler
203.107
240.360
192.279
223.857
296.809
Akarisitler
1.594.526
2.147.106
2.147.106
2.871.160
2.428.238
Ya lar
315.665
322.227
530.738
1.076.661
1.559.489
Fumigant ve Nematisitler
5.600
2.124
2.509
3.268
1.794
Rodentisit ve Mollusisitler
1.537.315
2.611.960
2.201.406
2.951.191
1.964.292
Fungisitler
2.451.977
3.495.044
3.902.588
3.643.971
3.697.397
Herbisitler
8.395.848 12.112.267 10.871.792 13.797.488 12.198.917
TOPLAM
Pestisitlerin birço u enzimlerin normal çalı masına engel olur, Bilindi i gibi enzimler,
protein yapısında biyolojik katalizörlerdir. Çok a ırı artlarda meydana gelebilecek
kimyasal reaksiyonların vücut ısısında ve atmosferik basınçta olu ması ancak enzimlerin
katalitik etkisi ile mümkündür. Enzimatik reaksiyonlarm bulundu u bir ortama engelleyici
(inhibitör) madde katıldı ında reaksiyon istenilen son ürüne ula amaz ve katalitik
reaksiyon olu madı ı için enzim tekrar ortaya çıkmaz, enzim miktarında azalma olur.
Engelleyici görevi yapan pestisitin % 50 engelleme yapan miktarına I50 de eri
denilmektedir. Aynı enzim üzerine etkili olan pestisitlerin I50 de erlerinin kar ıla tırılması,
pestisitlerin bir canlı türü üzerindeki zehirlilik derecelerinin kar ıla tırılması imkanını
vermektedir. Bir insektisitin etki mekanizması deyiminden kimyasal bir maddenin nerede,
nasıl etki edece i, fiziksel ve kimyasal olayların normalden saptı ı durumları, esas itibarı
ile ölümün gerçek nedenlerini anlamalıyız, nsektisitlerin etki mekanizmaları üzerindeki
çalı malar birçok sorunu çözebilir. Bu konuda entomolojik, fizyolojik ve biyokimyasal
ara tırmalara önem verilmelidir. Ancak bu yolladır ki biyolojik etkenli in özel noktaları
belirlenebilir. Bu noktalar saptandıktan sonra sorunun büyük bir kısmı çözülmü olur.
ekil Pestisitlerin etkisi
Pestisitlerin büyük ..ço unlu u böceklerin:;merkezi sinir sistemine etki ederek onları
öldürürler. Olümün asıl nedeni sinir sisteminin özel duyarlılı ıdır. Pestisitlerin birinci
hedefleri ço unlukla ba ka noktalara odaklanmı olan pestisitler bile en son etkilerini
sinir sisteminde yaparlar.Yaygın olarak kullanılan insektisitler organik klorlular, organik
fosforlular, karbamatlılar ve piretroitler olmak üzere 4 grupta toplanmaktadır.
Organik fosforlular ve karbamatlılar grubundaki insektisitlerin asetilkolinesteraz (AChE)
enzimini engelleyerek etkili oldukları bilinmektedir. Bu bile ikler sinir sistemindeki
sinapsislerde elektriksel sinir uyarılarının iletimini bozarak böce in ölümüne neden
olmaktadırlar. Organik klorlular ve piretroidler sinir sistemi üzerinde etkili olmakla birlikte
AChE ba layıcısı de illerdir. Sodyum kanallarındaki iyon geçi ini engelleyerek
sinirsel iletimi bozmakta ve böce in ölümüne sebep olmaktadırlar. Böceklerde
piretroit insektisitlere kar ı görülen dirence knockdown direnç (kdr) adı verilmektedir.
Bu direnç tipi böcek esteraz ve (P450) enzimlerinin aktivitesini engelleyen
sinerjistlerden etkilenmeyip, böceklerde sinir sisteminin duyarlılı ının azalmasına sebep
olmaktadır.
•
•
•
•
•
•
•
nsektisit : Böcek, ha erelere kar ı kullanılan ilaçlardır.
• Organofosfatlar (OF)
Kolinesteraz inhibitörleridirler, AchE, enzim molekülünün aktif
bölgelerine irreversibl olarak ba lanır,OF’ ların fosfat radikallerinin
ba lanması sonucu fosforilasyon sürecinde enzimi inaktif ederler
• Karbamatlar
Kolinesteraz enzimini reversibl olarak inhibe ederler,
Karbamil-kolinesteraz zincirinin ayrılması ile enzim aktivitesinin
regenerasyonu dakikalar ve saatler içinde olu ur.
• Organoklorlu
Yüksek derecede toksik organoklorlar : Aldrin, Dieldrin, Endrin
(yasaklanmı ),Endosulfan,
Orta derecede toksik:Chlordane, DDT (Yasaklanmı ),
Heptachlor,Kepone, Lindane,Mirex ,Toxaphene, üksek ya ,içeren
KC ve beyin gibi dokularda birikirler.
• Piretrin ve piretroidler
Tip 1 piretroidler:(Permithrin); Na kanallarını bloke eder.
Tip 2 piretroidler:(Cypermethrin, fenpropanate); sinir iletilerini
bloke eder ve tekrarlayan depolarizasyon olu turabilir.
Fungusit : Funguslara (Mantar) kar ı kullanılan ilaçlardır. S, Cu, Zn, Hg lı
bile ikler tohum ilaçlamasında yaygındır. 1) Cıvalı bile ikler,
2)Bakır bile ikleri, 3) Pentaklorofenol, 4) Ditiyokarbamatlar, 5)
Tetrametilthiuram di-sülfür (thiram), 6) Hekzaklorobenzen (HCB)
Herbisit : Yabancı otlara kar ı kullanılan ilaçlardır. Paraquat (2,4-D ) veya
yava (MCPA, 2,4,5-T) Biyolojik olarak ayrı abilirdirler.Memelilere
dü ük toksisitedirler.Toksik etkisinden süperoksit radikallerin
olu umu sorumludur. Özellikle hücre enzimlerinin inhibisyonu
ve lipid peroksidasyonu yolu ile hücrelere zarar verebilir.
Mollusit : Yumu akçalara kar ı kullanılan ilaçlardır.
Rodentisit : Kemirgenlere kar ı kullanılan ilaçlardır. Warfarinin toksik etkisi
antikoagulan olarak etkimesi ile ilgilidir. Vitamin K
antimetabolitidir ve bu nedenle protrombin sentezini ve faktör
VU'nin etkisini bloke eder. Striknin, Postsinaptik spinal kord motor
nöronlarda nörotransmitter glisinin kompetitif antagonisti olarak
etki eder.
Nematisit : Nematotlara kar ı kullanılan ilaçlardır.
Akarisit : Akarlara kar ı kullanılan ilaçlardır.
Pestisitlerin Hayvanlar ve nsanlar Üzerine Olumsuz Etkileri
Bir pestisit kimyasal bir madde ya da virüs veya bakteri gibi biyolojik bir ajan olabilir.
Kimyasal pestisitlerin ço u hedef organizmaya seçkin etkinlik gösteremedikleri için
hedef organizma dı ındaki organizmalarda da çe itli hastalıklara yol açar hatta
öldürücü olabilirler. Bir pestisitin çevredeki hareketlerini onun kimyasal yapısı, fiziksel
özellikleri, formülasyon tipi, uygulama ekli, iklim ve tarımsal ko ullar gibi faktörler
etkilemektedir. Pestisitlerin püskürtülerek uygulanması sırasında bir kısmı evaporasyon
ve da ılma nedeniyle kaybolurken, di er kısmı bitki üzerinde ve toprak yüzeyinde
kalmaktadır. Havaya karı an pestisit rüzgârlarla ta ınabilir; ya mur, sis veya kar
ya ı ıyla tekrar yeryüzüne dönebilir. Bu yolla hedef olmayan di er organizma ve
bitkilere ula an pestisit, bunlarda kalıntı ve toksisiteye neden olabilir. Birçok pestisit
insanlar için de zararlıdır. Kullanıldıkları canlıların yiyecek eklinde insanlar tarafından
kullanılmaları sonucunda insanlarda yaygın hastalıklara ve istenmeyen sıkıntılı
durumlara sebep olurlar. Kimyasal pestisitlerin ve etken maddelerinin akut toksik etkileri
vardır. Karbamatlar, organofosfatlar ve klorlanmı hidrokarbonları içeren birçok
pestisit genetoksik etkiye sahiptir. Tarım ile u ra an ve pestisite maruz kalan
insanlarda yapılan çalı malarda bu bireylerde yapısal ve sayısal kromozom anomalileri
ile karde kromatid de i iminde artmalar gözlenmi tir.
ekil neotropikal bir balık türü olan Astyanax altiparanae eritrositlerinde gözlenen mikro
nukleus ve nukleus anomalileri.
Pestisitlerin kronik etkisine maruz kalan tarım i çilerinde birçok genetik hasarın yanı sıra
karaci er, böbrek ve kaslarda bozukluklar görülmü tür. Pestisitin canlılar üzerindeki
etkisi fetal ya amdan itibaren ba lamaktadır. Bu ilaçlar plasentadan fetüse geçmekte ve
bunun sonucu olarak dü ükler, hiperpigmente ve hiperkeratatik çocuk do umları
görülmektedir. Yapılan hayvan deneylerinde ise radyoaktif olarak i aretlenip anneye
verilen pestisitin 5 saat sonra plasentadan fetüse geçti i ve fetüsün göz, sinir sistemi ve
karaci erine yerle ti i gözlenmi tir. Organofosfatlı ve karbamatlı insektisitler ise etkilerini
do rudan do ruya periferal ve merkezi sinir sistemi üzerinde göstererek canlı ya amını
tehdit etmektedir. Bir çok pestisit insana, hayvanlara ve çevreye zarar vermektedir.
Bununla ilgili ilk çalı malar 70'li yılların ba ında, UNEP Stokholm nsan Çevresi
Konvansiyonu’nu hazırlayan süreçte göstermi lerdir. 30 yıl sonra ABD, Avustralya,
Kanada, Japonya ve Yeni Zellanda, uluslararası baskılara boyun e erek küresel
anla ma tasla ının olu turulmasına karar vermi lerdir.
ekil pestisitlerin genel toksik metabolizması
Bu çalı malar kapsamında KOK (Kalıcı Organik Kirleticileri) olarak adlandırılan içlerinde
tarımda da kullanımı yaygın olan birçok kimyasal ürün bazı özel durumlar hariç
yasaklanmı ve KOK özelli i ta ıyan yeni kimyasallarında üretilmesi yasaklanmı tır. Bu
anla ma kapsamında; aldrin, endrin, toksafen, klordan, dieldrin, heptakol, mireks,
DDT ve endüstriyel kimyasallar olan heksaklorobenzen ve PCB’ler yasaklanmı ve
stokları takip altına alınmı tır. Türkiye'de yapılan birçok çalı mada anne sütlerinde belirli
oranda bu kimyasallar bulunmu tur. Kalıcı Organik Kirleticilerden olan organik klorlu
pestisitler ise birçok çalı mada tespit edilmi ve Toros da larında ise uzaktan ta ınım
tespit edilmi tir. Tarım ilaçlarının kan hücreleri üzerinde de olumsuz etkileri vardır.
Organofosforlu insektisitler eritrositlerin (kırmızı kan hücreleri) membran özelliklerini
de i tirerek eritrosit fonksiyonun engellemektedir. Di er bazı pestisitler de eritrositlerin
boyutlarının ve yüzey ekillerinin bozulmasına ve eritrosit antioksidan sistem
enzimlerinin aktivitelerinin de i mesine sebep olmaktadır.
ekil Pestisitlerin asetil kolinesteraz üzerindeki inhibisyonu.
Protein yapınında olan enzimlerin çalı masını inhibitör maddeler ile engelenebilir.
Engelleyici madde konsantrasyonu( nhibitör) belli bir limitin üzerine çıktı ında enzim
konsantrasyonu ya am faaliyetleri için gerekli seviyenin altına dü mektedir. Bu ise
ya am faaliyetlerinin aksamasına neden olmaktadır. te bu olaya «zehirlenme» adı
verilmektedir. Pestisitlerin en önemli etkilerinden biri de asetilkolinesteraz enzimini
inhibe etmeleridir. Bu durumda alt beyin kökünde solunum kontrol merkezlerinin
baskılanması ile canlı ölüme gider. Yine pestisitlerde yapılan bir ara tırmada pestisitlerin
TCA enzimlerinin (malat dehidrojenaz, süksinat dehidrojenaz) inhibe olmasına
sebep oldu u bulunmu tur. Topra a geçen pestisitler güne ı ınlarının etkisiyle
fotokimyasal degradasyona, bitki, toprak mikroorganizmaları ve di er organizmaların
etkisiyle biyolojik degradasyona u ramakta; toprak katı maddeleri (kil ve organik madde)
tarafından adsorlanıp desorplanmakta veya kimyasal degradasyona u ramaktadırlar.
Toprak içine geçmi pestisitler kapiller su vasıtasıyla toprak yüzeyine ta ınmakta ve
buradan havaya karı abilmektedir. Topra ın yapısı, kil tipi ve miktarı, organik madde
içeri i, demir ve alüminyum oksit içeri i, pH’sı ve toprakta var olan baskın
mikroorganizma türleri tüm bu olayları etkileyen faktörlerdir. Toprakta pestisitin
tutulmasıyla hareketi ve biyolojik alımı engellenmekte ve çe itli ekillerde degradasyonu
ile ya toksik özelli ini kaybetmekte ya da daha toksik metabolitlerine dönü ebilmektedir.
Pestisitin kendisinin ya da toksik dönü üm ürünlerinin hedef olmayan yerleri veya
organizmaları kontamine etmesi istenmedi inden tüm bu olayların bilinmesi ve
incelenmesi önem ta ımaktadır.
Pestisidlerin akut etkileri iyi bilinmekle birlikte kronik maruziyetin sonuçları konusunda
yeterli bilgi yoktur. Pestisidlerin ço u östrojen reseptörlerini tutarak vücudu yanıltıp
“endokrin” bozucu gibi davranırlar. Çe itli çalı malar pestisidler ile kar ıla ma ve solid
kanser, hematolojik malignite geli mesi ve genotoksik etkilerin ortaya çıkması arasında
pozitif bir ili ki oldu una i aret etmektedir. Pestisidler ayrıca mental ve emosyonel
i levleri, sinir sistemini (nörodejeneratif bir hastalı a neden olarak), üreme sistemini de
(do umsal defektlere neden olarak, fertiliteyi etkileyerek ve fetal ölümlere neden olarak,
intratuterin büyüme gerili ine neden olarak) etkileyebilir.
Klorlandırılmı
hidrokarbonlar: Klorlandırılmı hidrokarbonlar yapılarında,
karbon, hidrojen ve klor atomları ihtiva eden basit bir kimyasal sınıfı olu turur. 1940’lı
yıllarda böcek öldürücü olarak kullanıma giren bu ilaçlar günümüzde önemini
kaybetmi tir. Bu sınıfın üyelerinin çok güçlü temas ve mide zehiri etkileri yanında,
solunum organlarına etkileri de söz konusu olabilir, sistemik özellikleri ise bulunmaz.
Çevresel sorunlar nedeniyle bu grup üyeleri tercih edilmez yalnız endosulfan ülkemizde
halen kullanılmaktadır. Endosülfanın molekülünde oksijen ve kükürt atomları bulunur.
ekil endosülfanin
Do ada yarılanma ömrü 3-7 gündür. Süt, ya ve dokularda birikme özelli i, grubun di er
üyelerine göre çok dü üktür. Vücuttan hızla atılır. nsan üzerindeki toksik etkisi daha çok
sinir sistemi üzerindedir ve ço unlukla iddetli kasılma krizleri eklinde kendini gösterir.
DDT, (dikloro difenil trikloroethan) çok zehirli ve inatçı bir böcek öldürücüdür.
Kolayca vücut dokusundaki ya larda çözülür ve gıda zincirinde birikmeye ba lar.
1939 yılında ke fedilen DDT, dünyada en yaygın biçimde kullanılan böcek ilacıydı.
ekil DDT moleküler formülü
Çevrede dayanıklı ve lipofil özellikleri nedeni ile biyoakkümüle olan pestisitlere klorlu
hidrokarbon yapısındaki insektisitler örnek verilebilir. DDT ‘nin balıklar ve ku lar için çok
öldürücü oldu u anla ıldı. Ku ların yumurtalarının kabuklarını zayıflattı ı ve üremelerini
sonuçsuz bıraktı ı için az kalan birçok türün soyunun tükenmesine yol açacaktı. 19441969 yıllan arasında DDT üretimi 2 milyon tonu geçmi tir. Ancak 1950'lerden itibaren
besinlerin DDT ile kontamine olarak hayvan dokularında birikmesi, zamanla bazı böcek
su lannın DDT'ye rezistan olmaları nedeni ile kullanımları sınırlanmı tır. 1970'li yıllarda
ABD ve Avrupa'da yasaklandı.
ekil DDT besin zincirinde da ılımı ve birikimi
DDT'nin zararlı oldu u Rachel Carson tarafından bulunmu tur. DDT kullanıldı ı
zamanlar canlıların (insanlar, hayvanlar, bitkiler ve di er canlılar) büyük bir bölümü
hasar görmü tür. DDT çok etkileyici bir ilaçtır ve bütün canlıları öldürebilecek bir etkisi
vardır. Bu yüzden kullanımdan kalkmı tır. Klorlu hidrokarbon yapısındaki insektisitlerden
dieldrin ve aldrinin de benzeri özelliklerle bazı ku cinslerinin yok olmasına neden oldu u
gözlenmi tir. DDT'nin klorlandrlm hidrokarbonlar için bir model oldu u belirlenmi tir. Bu
nedenledir ki yaplan çalmalar bu bileik üzerinde younlatrlmtr. DDT'nin en önemli
özellikleri;
• Kendisini parçalayan enzimlere karı yüksek dayankllk göstermesi,
• Lipoidlerde iyi erimesidir.
Üzerinde çok sayıda ara trma yaplmasna ramen, DDT'nin etki mekanizmasıtam
anlamyla açklanamamtr. Ancak genel olarak omurgalı ve omurgaszlarda asl etkisinin
sinir sistemi üzerine olduu kabul edilmektedir. Bu görü ü güçlendiren çeitli kantlar vardr.
Bunlar; DDT ile zehirlenme belirtileri sinir sisteminin bozulması eklindedir. DDT
uygulanmı farelerde sinir sistemine ula an DDT miktarı ile zehirlenme belirtisi arasında
çok iyi bir korelasyon bulunmu tur. DDT'nin etki yeri böce in ba kısmındadır. Çünkü
ba a yakın uygulanan DDT tozları, ayaklara uygulanandan daha etkili olmaktadır.
DDT uygulanan bir alanda böcek ula an sinir uyartısımn ço alarak uzadı ını
saptamı lardır. DDT'nin uzun süren mekanizmasıyla ilgili çalı malarda, DDT'nin, duyu
sinirlerindeki kontrol sistemini bozdu u, sonunda artarak titreme ve çırpını lara yol açtı ı
gözlenmi tir. Bu arada sinaps'larda asetilkelin toplanır. DDT'nin etkisi ile asetilkelini
hidrolize eden kolinesteraz enziminin de görevi engellenir. DDT'nin uzun süren
çırpını lara yol açması ve bunun sonucunda enerji harcamasının artması nedeni ile
metabolik kaynakların tüketilmesinin böce in ölümüne neden oldu u ileri sürülmektedir.
Nitekim DDT'nin oksijen tüketimini ani olarak arttırmasının belirlenmesi bu görü ü
desteklemektedir. DDT'nin ısı ile ili kisi incelenmi ve dü ük sıcaklık derecelerinin DDT
etkisini arttırdı ı gözlenmi tir.
Organik fosforlu pestisitler: Organik fosforlu insektisitlerin bulunu u II. Dünya
Sava ı sıralarına rastlar. Sinir gazı olarak geli tirilen bu bile iklerden en iyi bilinenleri
tabun, sarin ve soman'dır.
Daha sonra Almanya’da tarım ilaçı olabilecek organik fosforlu bile ikleri bulmu tur.
Organik fosforlu insektisitler ba langıçta nikotinin yerine kullanılmaya ba lamı tır.
Dünyada pestisit tüketiminin yakla ık % 45'ini bu grup bile ikler olu turur.
Sentezlenmelerinin kolay olu u organik fosforlu bile iklerin çe itlenmesine neden
olmu tur. Grup içersindeki etken maddelerin buharla ma, suda çözünme, kalıcılık,
sıcakkanlılara zehirlilikleri gibi fiziko-kimyasal özellikleri dikkate de er farklılık gösterir.
Bu nedenle de hemen hemen her zararlıya uygun özellikte organik fosforlu bir etken
madde bulunabilir. Organik fosforlu pestisitler deri, sindirim ve solunum yoluyla etkili
olur. Organik fosforlu pestisitlerin etki mekanizması ve kalıcılı ı genellikle fosfor
atomuna ba lanan kimyasal yapının özelli ine ba lıdır. Bu grup hidroliz ve
oksidasyon gibi kimyasal reaksiyonlardan büyük ölçüde etkilenir. Asetilkolin artı ı
tüm vücutta olumsuz etkilere neden olur. Bunlar;
• Parasempatik sistemin a ırı çalı ması,
• Kalbin uyarılmasına ba lı olarak kan basıncının yükselmesi,
• Çizgili kas kasılması,
• Kaslarda hissizlik ve felce varan etkilerdir.
Birçok organik fosforlu bile ik kendileri anti-kolinesteraz aktivitede oldukları halde,
Parathion, Malathion gibi çok sayıda bile ikler kendileri, bizzat anti-kolinesteraz
de illerdir. Ancak böcek bünyesinde insektisit etkili metabolitlere dönü ürler. Parathion
oksitlenerek thiopaosphate (P=S)'tan phosphate (P=O)'a dönü ür. Bu madde
paraoxon'dur. Malathion da benzer ekilde de i ir. Malathion vücutta karı ık Ionksiyonlu
oksidazlar tarafından oksitlenerek malaoxon'a dönü ür .. Malaoxon kolinesteraz enzimini
Malathion'dan 1000 defa daha fazla engellemektecdir. Farklı anti-kolinesteraz aktivite
aynı zamanda farklı toksite'ye neden olmaktadır. Bu farklı toksisite Malathion'un
memelilerdeki ve böceklerdeki metabolizmalarının farklılı ından kaynaklanmaktadır.
Böylece Malathion'un selektif toksisitesi ortaya çıkmaktadır. LD50 de erlerine bakacak
olursak, Malathion'un memelilere toksisitesi LD50 = 1.5 gr/kg ve sineklere toksisitesi
LD50 = 30 mg/kg'dır
.
Karbamatlı insektisitler: Karbamik asit esterleri olan bu grup insektisitler
organik fosforlu insektisitlere göre daha küçük bir sınıf olu turur. Calabar fasulyesinden
sentezi yapılarak Neostigmine ya da kimyasal olarak N,N-dimethyl carbamate olarak
isimlendirilir.
ekil Metil karbamat
Karbamat grubu insektisitler, direkt etkili asetil kolinesteraz inhibitörleridir. Ancak organik
fosforlu insektisitlerle ilgili bölümde açıklandı ı gibi bu inhibisyon reversibldir ve bu
nedenle toksik etki iddeti daha azdır. Kimyasal olarak asetilkolinesteraz enzimine
ba lanır. Aynı enzimi engellemelerine ra men, bunu organik fosforlu insektisitlere göre
farklı bir ekilde yaparlar. Karbamat grubu bile ikler temas yoluyla etkili olabildikleri gibi
sistemik etkili de olabilir. nsan üzerindeki zehirlenme etkileri organik fosforlularla aynı
olmakla beraber, enzim düzeylerinin normale dönmesi daha kısa sürede olur.
Kimyasal insektisitlerin hepsi nörotoksik olup, hedef organizmaların sinir sistemlerine
toksik etki gösterirler. Böceklerin merkezi sinir sistemleri (MSS) çok geli mi olup,
memelilerinkine benzer. Aynı ekilde perifer sinir sistemleri (PSS) de benzerlik gösterir.
Bu nedenle insektisitlerin toksik etki mekanizmaları ve hedef aldıkları organlar bütün
türlerde aynıdır. Ancak bu toksik etki iddetli dozla (maruziyet süresi ve düzeyi,
biyotransformasyon hızı, absorbsiyon yoluna ba lı olarak) ilgilidir. Sinir sisteminde
sodyum, potasyum, klorür iyonlarının membran transportunu interfere ederek
(organik klorlular, piretroidler gibi); spesifik enzimleri inhibe ederek; veya sinir uçlarındaki
kimyasal nörotransmitterleri
nörotoksisitelerini gösterirler.
etkileyerek
(organik
fosforlular,
karbamatlar
gibi)
ekil Pestisitlerin sinir üzerine etkisi.
Nörotoksinler, sinir sisteminde
a) protein sentezini etkileyerek;
b) sinir aksonları boyunca elektrik impulslarının da ılımını bozarak;
c) nörotransmitter (sinir iletimi) aktiviteyi bozarak;
d) miyelin kılıfını bozarak etkilerini gösterirler.
Organik fosforlubile iklerinfosfor Hizasyon yolu ile kolinesterazı engellemesine kar ılık,
karbamatlı insektisitler. Molekül yapılarının asetilkoline benzerneleri nedeni ile yarı macı
engelleyiciler olarak bilinmektedir. Öyle· ki, kolinesteraz enzimi asetilkolin ya da
karbamatlı insektisitlerden hangisinin etkileyece i madde oldu unu fark edemez.
Enzimlerin büyük ço unlu u karbamatlı insektisitleri etkileyece inden asetilkelin
metabolize olamayacak ve böce in ölümüne yol açacak dozlarda birikecektir
Bazı metabolik zehirler sinir sistemi ile sinirin i leyi ini sınırlandıracak ekilde etkili
olmaktalar. Bunlara örnek olarak kürar, striknin’in ve koku veren sinir gazları gibi
kimyasal harp için geli tirilmi zehirleri verebiliriz. Nasıl i gördükleri kesinlikle
bilinmemekle beraber Nörotoksinler ço u kere iki sinir hücresinin birle ti i snapslar da i
görürler. Dolayısıyla nörotoksinler impulsun sinir ucuna eri mesinden sonra müteakip
siniri uyararak asetilkolin salgılanmasına mani oldukları gibi impulsun (uyartıların)
geçmesini de engelleyerek öncelikle kalp atı ları, çarpıntı ve birtakım metabolik
bozukluklara yol açmaktadırlar. Insectisid (böcek öldürücü) olarak kullanılan organik
fosfatların ço u vücutta antikolinesteraz zehir etkisi hâsıl edip metabolizmanın
çalı masını güçle tirirler. Hakeza I. Dünya harbinde bir sinir gazı olarak kullanılan Serin
aminoasidin grubundan Sarın 9, Tabun ve Parathion da birer nörotoksindir. Asetil colinin
fazlası kalp atı larını yava latıp kan basıncının dü mesine sebep olmaktadır. Aynı
zamanda bu madde fazla tükürükte yapar. Kürar ve atropin ise a ız ve iltihapta
kurumaya, susuzlu a, kalbin hızlı atmasına ve kan basıncının yükselmesine sebep olur.
Keza atropin ve kürargibi zehirli nörotoksinler impuls ta ıyan asetil kolin tarafından i gal
edilen organların sinir uçlarını felç yapabilmektedirler. Dolayısıyla felç sonucunda bu
uyartılar söz konusu organlara iletilemeyecektir. Mesela Atropin sulandırılmı olarak
Tıpta göz muayenesini kolayla tırmak için göz bebe ine tatbik edilmektedir. Zatin
Atropin sülfat ve di er atropin tuzlar deriye tatbik edildiklerinde deride sinir uçlarını
duyarsız hale getirmektedir. Böylece di çekimlerinde büyük kolaylık sa lamaktadır.
Atropin aynı zamanda antikolinesteraz zehirler için bir panzehir olarak kullanılmaktadır.
G. Amerika yerlilerinin dokuları ucunda ki kürar zehiri 7–8 asır öncesinden safla tırılarak
elde edilmi , derken 1935 yılında ise Tıp alanında uygulamaya konulmu tur. Nitekim
kürar halen ok tedavisinde kasların gev etilmesinde kullanılmaktadır. Reseptörleri
duyarsız hale (vole) getirici kürar ve atropinin benzeri olan bir ba ka nörotoksin ise
nikotindir. Anla ılan o ki nikotin merkezi sinir sisteminde bozukluklara sebep olan
kuvvetli zehir niteli inde bir maddedir. Mesela 70 kilogramlık bir insan için nikotinin 0,3
gramdan azı bile öldürücü doz sayılabiliyor. Saf nikotin ilk defa tütünden ekstrakte
edilmi . Derken Tıpta bir zamanlar narkoz olarak kullanılmı . Fakat nikotinle anestezi
edilen hastaların nikotine kar ı bir alı kanlık kazandıkları tespit edilmi tir. Esasen sigara
tiryakili inin kazanılması bu ekilde gerçekle mi tir
Pyrethroit (Piretroit) insektisitler: Bu grup kimyasallar uzun süredir
bilinmesine ra men son yıllarda çok önem kazanmı tır. Pyrethrum cinsine ait belirli
türlerin çiçeklerinin ö ütülmesi ile elde edilen piretrum ekstraktı %1-2 pirethrins içerir.
Do al piretrumların insektisit olarak birçok avantajları vardır. Bunlar, geni spektrumlu
olmaları, memelilere kar ı zehirliliklerinin dü ük düzeyde olması ve do al
ko ullarda kısa sürede dekompoze olmalarıdır. Piretroidlerin, memeliler için oldukça
güvenceli fakat böceklere son derece toksik olmaları, çabuk biyodegradasyona
u ramaları ve çevrede bu nedenle birikmemeleri en önemli özellikleridir.
ekil Permethrin Allethrin molekül ekilleri
Ancak, kolay bozulmalarının yanı sıra, üretim maliyetinin oldukça yüksek olması,
üretiminin sürekli olmasındaki zorluklar do al piretroitlerin dezavantajlarındandır. Bazı
piretroitlerin etkileri sıcaklıkla artmasına ra men, ço unlukla dü ük sıcaklıklarda
etkinlikleri daha yüksektir. Sentetik piretroitler, ı ı a dayanıklı ve kalıntı etkisi
yüksek insektisitler olarak tarımda geni kullanım alanı bulur. nsanlar üzerinde
sistemik ve akut toksisiteleri dü üktür, ancak zehirlenme belirtileri organik fosforlu bile ik
zehirlenmeleri ile karı tırılabilir.
Herbisitler
stenmeyen bitkiler ve yabancı otlan yok etmek için kullanılan herbisitlerin önemi gittikçe
artmaktadır. Bitkilerdeki etkilerine göre herbisitler ikiye ayrılır. Bütün bitki türlerini
etkileyen herbisitler seçici olmayan (nonselektif); belirli bitki türleri için toksik, di erleri
için zararlı olmayanlara ise selektif herbisitler denmektedir. Bitkilerdeki etki yeri ve
kullanma ekillerine göre herbisitler üç alt gruba aynlabilir:
1)Kontakt herbisitler: Bitki yaprak ve gövdesi ile temasta bitkiye zarar verirler. Bipiridil
grubu herbisitler örnek verilebilir.
2) Sistemik herbisitler: Bitkinin vasküler sisteminde yayılarak bitkiye zarar verirler. Bu
tip herbisitler bitkinin yaprak ve kökü ile temasta oldu unda, çok çabuk olarak bitkinin
damarları tarafından absorbe olur. Klorofenoksiasetik asit türevleri örnek verilebilir.
Kuvvetli kök sistemi olan yabancı otların yok edilmesinde kullanılır.
3) Bitkinin kök sistemini veya çimlenen tohumlarını etkileyen herbisitler: Topra a
karı tırılan herbisit buradaki istenmeyen bitki tohumlarını yok eder. Arsenik asit,
pentaklorofenol (PCP) örnek verilebilir.
1) 2, 4-diklorofenoksiasetik asit (2,4-D) ,2,4,5-triklorofenoksiasetik asit (2,4,5-T), 4kloro-2-metilfenoksiasetik asit (MCPA),TCDD Bu herbisitlerin ba lıca akut toksik
etkileri kas sistemi ve MSS üzerinde olmaktadır.2,4-D yüksek dozda, hayvanlarda,
karıncıklara etki ederek tamamen düzensiz kasılmalar olu turur yani ölümcül bir ritim
bozuklu una neden olmaktadır. Tek dozla, birkaç saat içinde kaslarda zayıflık ,vücut
hareketlerinde düzensizlik, kaslarda sertlik, havale ve koma görülür. Özellikle iskelet
kasları üzerinde harabiyet olur. Ayrıca böbrek yetmezli i, karaci er harabiyeti ve
akci erde ödem de olu abilir. nsanlarda akut zehirlenme belirtileri hayvanlardakine
benzemektedir.3–4 gramla semptomlar açı a çıkar. Bu herbistlerde akut
zehirlenmelerde ölüm oranı yüksektir. 2,4-D'ye, i leri nedeni ile maruz kalanlarda, deri
ve soluma yolu ile absorbsiyon sonucu sinir iltihapları görülmektedir. Bu herbisitler
ayrıca, insanlarda deri ile temasta dermatite neden olur. 2, 4, 5-T üretiminde
çalı anlarda rastlanan bu iddetli dermatite "klorakne" denilmektedir. 1962–1969 yılları
arasında Güney Vietnam Sava ında, 2,4- D ve 2, 4, 5-T karı ımı sava aracı
(ormanlarda büyük odunumsu ve geni yapraklı bitkileri yok ederek askerlerin
saklanmasını engellemek için)olarak kullanılmı tır. "Orange agent" olarak tanınan
herbisitin kullanılması nedeni ile bu bölge halkı yüksek dozda (ki i ba ına 75.7 mg)
TCDD'ye maruz kalmı tır. Daha sonraları halk arasında porfiria kuten tarda olayları,
dü ük ve sakat çocuk do umlarının görülmesi TCDD ile ilgili olarak de erlendirilmi tir.
Di er bir TCDD'ye maruz kalınması ile ilgili episod ise, 1976 yılında talya'da Seveso'da,
hekzaklorofen üreten fabrikada kaza sonucu olmu tur. Üretimde kullanılan
tetraklorobenzenin,170°-1809C'de hidrolizi sırasında yüksek miktarda olu an TCDD
çevreye yayılarak halkın sa lı ını tehlikeye sokmu tur. Bu ki ilerde deri lezyonları
(klorakne), %12 oranında dü ükler görülmekle beraber ba ka sistemik etkiler
gözlenmemi tir.
Dinitrofenoller
Dinitrofenollerden 2,4- dinitro–6-metil fenol (DNOC), kontakt herbisitler olarak kullanılır.
DNOC ilk organik herbisit olarak kullanılmı tır.1982'de Bayer Fabrikaları tarafından en
eski sentetik yapılı bir insektisit olarak "Antinonnin" ticari ismi ile üretilmi tir. Ancak
herbisit olarak kullanılmaya ba lanmı tır. Dinitrofenollerin sıcakkanlılara (insan,
memelihayvanlar) ve bazı spesifik türdeki arılara toksisiteleri yüksektir. Dinitrofenoller
oksidatif fosforilasyonu engelleyerek bazal metabolizmayı artırırlar. Bunun sonucu olarak
da Akut zehirlenmede yorgunluk, bulantı, mide bozuklu u, a ın sıcaklık hissi,ciltte ate
basması, terleme, ate , hızlı solunum, kalp atı sayısının dakikada 100’ün üzerine
çıkması, düzensiz ve yüksek nabız, siyanoz, kramp, bilinç kaybı ve akci er ödemi
görülür. Ayrıca dipiridilyum grubu ve heterosiklik herbistilerden de bahsetmek gerekir.
Dipiridilyum grubu herbisitler(parakuat,dikuat) insanda da serbest radikal reaksiyonlar
yolu ile toksik etkisini gösterir.Parakuatın olu turdu u süperoksit anyonları (0-2) vasıtası
ile hücre zarındaki lipid peroksidasyonunu indüklemektedir. Heterosiklik herbistiler, etkin
antitiroid maddelerdir.Kronik etkisi sonucunda guatr gözlenmektedir.
Fungusitler
Mantarlan yok ederek, ürünlerin bozulmasını engelleyen organik ve anorganik yapıda
birçok fungusit vardır. Bazılan çok toksiktir ve birçok yaygın zehirlenmeler görülmü tür
(cıvalı fungusitler, HCB gibi).Çok kullanılan fungusitlere:
1) Cıvalı bile ikler,
2)Bakır bile ikleri,
3) Ditiyokarbamatlar,
4) Tetrametilthiuram
disülfür(thiram),
5) Hekzaklorobenzen (HCB) örnek verilebilir. Cıvalı fungusitlerin uygulandı ı besinler,
yanlı kullanılmaları nedeniile, birçok ölümlere ve devamlı nörolojik bozukluklara yol
açmaktadır. Bu nedenle kullanımları 1970'li yıllarda yasaklanmı tır.
Ditiyokarbomatlar
Ditiyokarbamat yapısındaki fungusitler tarımda yaygın bir
ekilde kullanılırlar.
Ditiyokarbamatlar,
içerdikleri
katyona
göre
isimlendirilirler.
Örne in
dimetilditiyokarbamatların çinko tuzu ziram, demir tuzu ferbam adını alır.
Dietilditiyokarbamatlarda metal katyonu çinko ise zineb, manganez ise maneb, sodyum
ise nabam ismini alır.
Toksisiteleri: Dimetilditiyokarbamik asitin çinko tuzu (ziram) kristal yapıdadır ve suda az
çözünür. Uygulayıcılar ditiyokarbamatları ciddi semptomlara neden olmayan zararsız
bile ikler olarak kabul ederler. Ancak tahri edici etkileri vardır. Yüksek dozda maruz
kalmayla hafif Burun mukoza dokularının iltihaplanması sonucu olu an rinit, farenjit,
bron it ve dermatit olu abilir. Ayrıca formülasyonlarındaki aktif bile enlerinin ve
kullanılan ta ıyıcıların bazı önemli etkileri gözlenmi tir. Örne in G6P-D eksikli i olan
ki ilerde zinebin oral yolla veya deri ile absorbsiyonun akut hemolitik anemiye neden
oldu u bilinmektedir. Di er taraftan bazı dimetilditiyokarbamatlann hayvanlarda
teratojenik oldukları, nitrozolanarak kanserojenik nitrozaminlere dönü tükleri
gösterilmi tir. Etilenbisditiyokarbamatlardan zineb (Zn tuzu) en önemlisidir. Maneb,
nabam ve zinebin hayvanlarda teratojenik oldu u gösterilmi tir. Ayrıca çevrede in vivo
bozunmalan sırasında etilen tiyoüre (ETU) verirler. Besinler bu parçalanma ürünlerini
kalıntı olarak içerirler. ETU kanserojenik, mutajenik, teratojenik ve ayrıca antitiroid etki
gösterir ( ekil 67). Fungusitin üretimi ve pi irme sırasında da (besindeki kalıntının)
ETU'nun olu abilece i gösterilmi tir. Maneb etilenbisthiuram monosülfür üzerinden
ETU'ya dönü ürken karbon sülfür (CS2) de olu ur. Genel olarak dü ük toksisiteleri
oldu u kabul edilen ditiyokarbamatların uygulanmaları sırasında havada yüksek
konsantrasyonda CS2,R.S ve metil izosiyanat bulunabilir.
Tetrametilthiuram(Thiram)
Tetrametiithiuram disülfür (Thiuram-D, TMTD) tarımda fungusit, insektisit ve Japon
Beetle'a (Japonya'da ya ayan bir cins böcek) kar ı kullanılır. TMTD depolanması
sırasında, uçucu olmadı ı için, dayanıklıdır. Fakat ince toz halinde iken hava ile karı ımı
patlayıcıdır. Mukoz membranlara oldukça iddetli tahri edicidir, derideki tahri edici
etkisi daha azdır. Toksisite absorbsiyonunu arttıran sıvı ve katı ya lar, ya çözücüleri
mevcudiyetinde artar.
Pentaklorofenol
Pentaklorofenol (PCP) odun koruyucusu olarak termit (beyaz karınca),a ustos böce i
gibi kın kanatlı böcekler ve mantarlara kar ı kullanılır. Fungusit ve bakterisit özelli inde
olan PCP ve sodyum tuzu 1936'dan beri kullanılmaktadır. Tahri edici bir maddedir.
Tozları göz ve burnu tahri eder. Deri ile absorbsiyonu önemlidir. Deri ile temasta
dermatit yapar. Ba lıca sistemik toksik etkisi karaci er ve böbrek üzerindedir. Deney
hayvanlarında, karaci er mitokondrilerinde yapısal de i meler yaptı ı gözlenmi tir.
Ayrıca perifer sinirleri de etkiler. Nitrofenolik herbisitlere benzer ekilde dokularda
oksidatif fosforilasyonu engelleyerek bazal metabolizmayı hızlandırır. Son yıllarda, ticari
pentaklorofenolün de, 2, 4, 5-T'ye benzeyen maddeler de bulunmaktadır. Bu maddeler
TCDD'den daha az olmakla beraber yine de çok toksik bile iklerdir. Teknik PCP
karaci er büyümesi yapar, karaci er mikrozomal enzimlerini indükler. Bu etkiler, yan
ürünlere ba lanmaktadır. PCP ve sodyum tuzunun çevrede kullanılmasının artması göl
ve derelerin kirlenmesi riskini ortaya çıkarmaktadır. Özellikle balıklarda birikimi zararlı
olabilir. Japonya'da sodyum tuzunun çeltik tarlalarında yabancı ot mücadelesinde
kullanılması, sulama suyu ile balıklar için zararlı miktarda PCP'nin göl ve nehirlere
geçmesine neden oldu u görülmü tür.
Hekzaklorobenzen(HCB)
Hekzaklorobenzen (HCB) 1954'te fungusit olarak kullanılmayaba lanmı tır. HCB
aromatik klorlu hidrokarbon olup, hububat dezenfektanı içinde (%20–40 oranında)
karı ım olarak bulunur. Tohum dezenfektanları HCB'den ba ka, Lindan (HCH) veya
cıvalı fungusitleri içeren karı ımlar halinde uygulanır. Toksisite: HCB, di er
klorluhidrokarbon yapısındaki insektisitler gibi dayanıklı ve biyokonsantrasyon faktörü
yüksektir. Toksikolojik ve çevre açısından ortaya çıkardı ı sorunlar nedeni ile de artık
Amerika Birle ik Devletlerinde ticari üretimi yapılmamaktadır. Ancak di er maddelerin
(klorlu çözücüler) üretiminde yan ürün olarak olu maktadır. Maruziyet sonucu ölüm
nedeni ise nörotoksik etki sonucudur. HCB, kronik toksisite açısından önem ta ır.
Metabolizması yava tır. Lipidde çözünür olması nedeni ile ya oranı yüksek dokularda
(adipoz doku) biyolojik birikime u rar. Mikrozomal enzim olan monooksijenaz enzimini
indükler. Tekrarlanmı dozlar maruziyette, tremor(kasların istemsiz kasılması),bazı
durumlarda ataksi(denge bozuklu u,hareketleri kontrol edememe) gibi nörolojik etkilerle
saç dökülmesi,deride ka ınma ve soyulma görülür.Bazı deney hayvanlarında kronik
maruziyetin doza ba lı olarak karaci er ve tiroidde tümör olu masının arttırdı ı
gözlenmi tir. Fare ve sıçanlarda teratojenik etkileri gösterilmi tir. Hekzaklorobenzenin
insanlara olan toksisitesi, 1955-1959 yılları arasında Türkiye'de Güney Do u Anadolu
Bölgesinde, %10 HCB içeren tohum dezenfektanının tohumluk bu daylara
uygulanmasına ba lı olarak, gözlenmi tir. Bu bölgede ya ayan halk, hububat kıtlı ı
nedeni ile ilaçlanmı bu daydan üretilen unu tüketmi tir. Önceleri nedeni anla ılmayan
yaygın bir hastalık (yeti kinlerde "kara yara" çocuklarda "pembe yara") yakla ık 4000
ki ide görülmü tür. Deride iltihap, renkli kabuklar ve döküntü, ı ı a kar ı hassasiyetle
karekterize edilen bu hastalı a daha sonra "konjenital porfıria kutan tarda" tanısı
konmu tur. iddetli vak'alarda akıntılı eklem iltihapları, el kemiklerinde osteoporosis
geli mi tir. Hastahaneye yatırılanların %30'unda da tiroid bezlerinde büyüme olmu tur.
Hastalık aile bireyleri arasında erkeklerde %76 ve erkek çocuklarında(4-14 ya arası)
%18 oranında gözlenmi tir. Anne sütü ile beslenen bebeklerde "pembe yara" olarak
tanımlanan bu zehirlenmenin, HCB ile kontamine hububat tüketen annelerin plasenta ve
sütü ile maruz kalmaya ba lanmı tır. Çocuklarda zehirlenmenin %95'i ölümle
sonuçlanmı tır. Bu epidemik zehirlenmenin nedeni 1958 de anla ılmı tır. Yapılan
ara tırmalarda, ki ilerin semptomların ortaya çıkmasından önce birkaç ay süre ile oral
yolla günde 50–100 mg HCB ve maruz kaldıkları hesaplanmı tır. Hükümet, nedeni
anla ıldıktan sonra1959 yılında HCB kullanımını yasaklamı tır. Bundan sonra yeni
geli meler olaylar 1963 yılma kadar azalarak ortadan kalkmı tır.
Rodentisitler
ki farklı tipte rodentisit vardır; Akut rodentisitler; Akut rodentisitlerin avantajı kısa ürede
etki göstermeleridir. Ancak hedef dı ı canlılara yüksek derecede zehirlidirler ve çok
azının spesifik antidodu mevcuttur. Ayrıca yem çekingenli i adı verilen ve kemirgenlerin
yeniden yeme dönü ünü engelleyen olumsuz tesirleri mevcuttur. Antikoagülant
rodentisitler;Antikoagülant rodentisitler karaci er mikrozomlarında Vitamin K sentezini
engelleyerek ölümcül iç kanamalara yol açarlar. Akut zehirlerle kar ıla tırıldı ında
etkilerinin nisbeten yava meydana gelmesi, nsan ve hedef dı ı canlılarda kazara
alınma durumlarında spesifik antidotu olan Vitamin K1 ile müdahale imkanı verdi inden
daha güvenlidirler. Antikoagülant rodentisitler Dünya Sa lık Te kilatı tarafından 1. ve 2.
jenerasyon olarak sınıflandırılmı tır. Warfarin gibi 1. Jenerasyon rodentisitler arka
arkaya birkaç kez yem tüketilmesi ( multiple doz) sonrası iç kanamaları ba latmaktadır.
2.Jenerasyon olarak adlandırılan rodentisitler (Difenacoum, Brodifacoum, vb), birinci
jenerasyon rodentisitlere dirençli fare ve sıçanlarla mücadele etmek için geli tirilmekle
beraber, bir kez yem tüketme ile öldürücü dozu verme imkanı tanırlar. Akut rodentisitlere
örnek olarak; Çinko fosfit, Talyum sulfat,Bromethalin, Calciferol verilebilir. 1. jenerasyon
anti-koagülantlara örnek olarak, Warfarin, Coumachlor,Coumatetralyl verilebilir.
Warfarin
Warfarin, K vitamininin ola an yapım ve yıkımını bozmaktadır. K vitamini, pıhtıla ma
etmenlerinin amino-ucunda yer alan özgül glutamik asit rezidüelerine bir karboksil grubu
ekleyen karaci erin bir enzimi olan gama karboksilazın yardımcı etkenidir. Fosfolipitlerin
zarlara ba lanabilmeleri için, bu etmenlerin gama karboksilasyonu gereklidir. Varfarin,
gama karboksilaz için gerekli bir yardımcı etken olan K vitamininin indirgenmi biçimini
olu turmaktan sorumlu bir enzim olan K vitamini epoksit indirgeyiciyi engellemektedir.
Varfarin varlı ında, pıhtıla ma etmenleri üretilmekte; ancak gama karboksilaz ile i levsel
biçimlerine dönü meleri engellenmekte; bu da pıhtıla mayı engelleyici bir etki
olu turmaktadır.
2. jenerasyon anti-koagülantlara örnek olarak Bromadiolone, Difenacoum, Brodifacoum
verilebilir
.
1. jenerasyon antikoagulan rodentisitler 1950'li yıllarda Norveç gibi bir kaç ülkede
zehirlere kar ı direnç gösteren yada zehirli yemleri yemeyen sıçanlara kar ı
kullanılmaya ba lanmı tır ve çok ba arılı sonuçlar vermi tir. 8 sene sonra yani 1958
yılında özellikle warfarinle yapılan rodentisit mücadelesinde sonuç alınamamaya
ba layınca sebepleri ara tırılmı ve sıçanların warfarin'e kar ı direç gösterdi i yapılan
testler sonucu anla ılmı tır. Bu sebeple yeni aktif maddelere ihtiyaç duyulmu tur. Bu
ara tırmalara sonucunda direnç kırmak için çe itli moleküller ilave edilere yeni nesil
antikoagulantlar yapılmı ve 2. jenerasyon denilmi tir. lk olarak difenacoum
yapılmı ,daha sonraları brodifacoum, bromadiolone, flocoumafen ve difethialone
piyasaya 2. nesil antikoagulant olarak çıkarılmı ve 60'lı yıllardan bu yana ha ere
mücadelesinde etkin bir ekilde kullanılmaktadır. Bu maddelerin alınımı erken
farkedilirse antidotları(kanın pıhtıla masını sa layan ilaçlar verilir) mevcuttur ama
farkedilmezse ölümle sonuçlanan vakalar ya anabilmektedir.
Nano maddelerin toksik etkileri:
10 milyondan çe it kimyasal maddenin kullanıldı ı tahmin edilmektedir. (REACH) her yıl
piyasaya 200–300 farklı yeni kimyasal madde sürülmektedir. Nano boyuttaki
malzemelerin zararlı etkileri u anda tam olarak bilinmemektedir.(Yeterli ara tırma, süre,
bilgi, maddenin do ada izledi i yol, birikim, vb bilinmiyor.) Nano malzemelerin üretimi,
ta ınması, kullanımı, yok edilmesi, gibi süreçlerde çevre ve insana etkileri de tam olarak
bilinmektedir.
Ba lıca nano materyaler unlardır: fullerenes (C 60) ,Tek cidarlı karbon nanotüpler
(SWCNTs) çok duvarlı karbon nanotüpler (MWCNTs) ,gümü nano partiküller,
demir nano partiküller, karbon siyahı,titanyum dioksit,alüminyum oksit , seryum
oksit , çinko oksit , silisyum dioksit ,polisitren,e ndrimerlerin ,nanoclays.
Uygun yolla ve uygun dozda canlı organizmalara verildi inde zararlı etki meydana
getirme kapasitesine sahiptir. Bir etki meydana getirebilmesi için öncelikle belirli bir
yoldan vücuda alınması, absorbe olması gereklidir. Sonuçta meydana gelen etkinin
iddeti, organizmada etki yerine ula an madde miktarına ba lıdır.
Kolloidal gümü ve gümü iyonlarıı anti mikrobiyal olarak uzun süredir kullanılmaktadır.
Nano gümü , E.coli ölmesinde nanopartikül olmayan ve suda çözünebilen gümü
iyonları kadar etkilidir. Nano gümü partiküller mikroplaron membranın dı ına
çıkmasını engeller ve destabilize eder. Bu ölmü hücrenin içeri i ile ili kilidir ve
spesifik bir mikrobiyal etkidir. Nano gümü memeli hücre membranlarını etkilemez.
eklil nano maddelerin risk analizi
En yaygın kullanılan titanyum dioksit UV ı ı a maruz kaldı ında fotokatalitik olarak etki
gösterir. Sulardaki asidik pH ile E.coli bakterilerde ilave stres meydana getirmektedir.
Fotokataliti e maruz kalan E.coli bakterilerinde ölümcül etki görülmü tür. Hücre
membranlarında hidroksi radikalleri olu umu gözlenmi tir.
En tehlikeli toksik madde olarak sigara
Her bir sigara vücut için zehirli, tahri edici, kanser yapıcı ya da kanserin ortaya
çıkmasını kolayla tırıcı 4000 ‘den fazla kimyasal madde içerir. Bunlardan kanserojen
oldu u ispatlanan maddeler; arsenik, benzen, kadmiyum, hidrojen siyanid, toluen,
amonyak ve propilen glikoldur.
Sigarada Bulunan Bazı Zararlı Maddeler
• Polonyum -210 (kanserojen)
* Radon (radyasyon)
* Metanol (füzeyakıtı)
* Toluen (tiner)
* Kadmiyum (akü mentali)
* Bütan (tüpgaz)
* DDT (böcek öldürücü)
* Hidrojen siyanür (gaz odaları zehiri)
* Aseton (oje sökücü)
* Naftalin (güve kovucu)
* Arsenik (fare zehiri)
* Amonyak (tuvalet temizleyicisi)
* Dibenzakridin (zehir)
* Nikotin
Karbonmonoksit: Tütün dumanında %1-%5 kadar bulunabilen bu madde, kanda
karboksihemaglobin artı ına yol açarak oksijenin ta ınmasını aksatmaktadır.
• Buna ba lı olarak doku organların beslenmesi bozulur, ki inin i kapasitesi azalır.
Karbonmonoksit ayrıca, kandaki C vitamininin azalmasına yol açar. Ayrıca sigara
içindeki irritan (tahri edici) maddeler, solunum yollarında daralmaya sebep olur.
Solunum yollarının yabancı maddelerden, kirlerden, mikroplardan temizlenmesinde rol
alan epitel tabakanın bozulmasına ve a ırı mukus olu umuna sebep olur.
Özel Artıklardaki Tehlikeli Maddeler
Kullandı ımız birçok kimyasal madde tehlikeli madde olma özelli ini ta ıyor ve
ambalajı üzerinde bu özelli ini belirten çe itli i aretler görüyoruz. Tehlikeli maddeler;
patlayıcı, parlayıcı, kolay yanıcı, yakıcı, zehirli, mikrop bula tırıcı, radyoaktif, a ındırıcı,
kendi kendine tutu an, ıslandı ında yanan ve di er tehlikeleri olu turan maddelerdir.
Üretim prosesinde kullandı ımız birçok ürün bu özellikleri ta ıyor. Belki bunun
bilincindeyiz ve bu maddeleri kullanırken, depolarken dikkatli davranıyoruz. Belki de
kullandı ımız maddenin bu özelli ini bilmiyoruz ve olu turdu u tehlikenin farkında
de iliz.
Tehlikeli maddelerin özellikleri
11.7.1993 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlü e giren Zararlı Kimyasal
Madde ve Ürünlerin Kontrolü Yönetmeli i’nde tehlikeli madde özellikleri a a ıdaki
ekilde tanımlanmı tır:
Patlayıcı: Belli bir sıcaklık ve basınçta herhangi bir hızda gaz olu turarak kimyasal
reaksiyon olu turan ve bu yolla çevresindekilerin zarar görmesine neden olabilecek katı
veya sıvı halde madde veya maddelerin karı ımı demektir.
Parlayıcı sıvılar: Parlayıcı kolay yanabilen demektir. Kapalı hazne deneyinde 60.5
0C, açık hazne deneyinde de 65.6 0C altındaki sıcaklıklarda parlayıcı buhar bırakan
sıvılar, sıvı karı ımları, çözeltide veya süspansiyonda katı madde karı ımları ihtiva eden
sıvılardır. (Örne in, boya, vernik, cila gibi maddeleri içerip tehlikeli özellikleri nedeniyle
ba ka bir sınıfa dahil edilmeyen maddeler içeren maddeler)
Parlayıcı katılar: Patlayıcı sınıfından ayrı olarak, ta ıma artları altında
kendi inden kolayca yanabilen veya sürtünme sebebiyle yangına veya yangın
ba lamasına sebep olan katılardır. Kendi inden yanmaya müsait katılar: Normal ta ıma
ko ullarında veya havayla temas halinden ısınmaya ve bu ekilde yanmaya müsait
maddeler.Suyla temas halinde parlayıcı gazlar bırakan maddeler: Suyla temas
durumunda kendi inden parlayan veya tehlikeli sayılabilecek miktarda parlayıcı gazlar
bırakan maddeler.
Oksitleyici: Kendilerinin yanıcı olup olmamasına bakılmaksızın, oksijen verme
yoluyla di er maddelerin yanmasına neden olan veya katkıda bulunan maddeler.
Organik peroksitler: Kendi kendine hızlanan egzotermik bozunmaya
u rayabilecek olan ısıl açıdan dengesiz organik maddelerdir.
Toksik (zehirli) : Yutulması veya solunması sonucu insan vücudunda dü ük
oranlarda bulunması ile yada deriyle temas etmesi halinde öldürücü etkiye sahip akut
etkiler gösterebilecek maddeler.
Enfekte edici maddeler: Ya ayan mikroorganizmalar veya onların toksinlerini
içeren ve bu nedenle de insan ve hayvanlarda hastalık yaptı ı bilinen ya da tahmin
edilen maddelerdir.
Korozif maddeler: Canlı dokuyla temas halinde kimyasal olarak, geri dünü lü ya
da geri dönü süz ciddi zararlar verebilen, su veya hava ile temasında korozif duman
yayan, sızıntı halinde di er mallara ya da ula tırma araçlarına zarar verebilen hatta
tümüyle tahrip edebilen veya ba ka türden tehlikeler yaratabilen maddeler.
Hava veya suyla temas halinde toksik gaz yayılması: Hava veya su ile temas
halinde tehlikeli sayılacak miktarda toksik gazlar yayan maddeler.
Ekotoksik: Serbest halde bulunmaları durumunda, biyoakümülasyon yoluyla
çevre üzerinde ani veya gecikmeli olarak olumsuz etkiler yaratan veya yaratabilecek
olan ve/veya biyotik sistemlerde toksik etkiler yaratan veya yaratması muhtemel
maddelerdir. Bu tehlikeli özellikleri ta ıyan maddelerin depolanması ve ta ınması
sırasında, maddenin çevre için olan tehlikelerini, koruma tedbirleri ve tehlikeli özelli ini
belirten i aret ve yazıları ta ıyan etiketlerin üzerinde bulunması gerekmektedir.
Tehlikeli maddelerin etiketlenmesi
Zararlı madde veya ürünleri kullanan ki iler, bunların özelliklerine göre
etiketlenmesinden sorumludur. Üreticiler, bu etiketlerde üreticinin adı ve adresi,
maddenin kimyasal ve kapalı formülü, ürünlerin ticari adı, amaçlanan kullanım alanları
ve içeri ine giren maddelerin tehlike sembollerini, özel tehlikelere kar ı dikkat çekici
”çok iddetli patlayıcı”, “ iddetli zehir” gibi ikazlar ve maddeler ait olan risk ve güvenlik
önlemleri hakkında bilgiler, tehlike sembolü, kimyasal tanımı ve etkin madde yüzdesi
hakkında bilgiler vermekle yükümlüler. Bu maddelerin kullanıldı ı i letmelerde de
kullanıcılar, bu sembolleri bilmeli ve ürün buna göre i lem görmeli ve depolanmalı.
Böylece, maddelerin olu turaca ı tehlike ve risklere kar ı gerekli önlemler alınarak,
güvenli bir kullanım sa lanır. Bu etiketler kabın büyüklü üne uygun ve görünebilir
boyutlarda olmalıdır.Tehlikeli özellikleri gösteren etiketler de unlardır:
Depolama
Tehlikeli maddeler, ta ıma ve depolama esnasında çevre ve insan sa lı ına zarar
vermeyecek ekilde ambalajlanmalıdır. Içinde bulunan maddenin özelliklerini gösteren
etiketler kap üzerinde bulunmalı ve bu ikazlara uygun olarak depolanmalı ve
kullanılmalıdır. Tehlikeli maddelerin kondu u depolar, depolanan maddenin
olu turabilece i zararlar göz önüne alınarak, gerekli ısı, izolasyon, yıldırımdan koruma,
havalandırma, alarm, yangın söndürme gibi sistemlerle donatılır ve amaca uygun
malzemeyle in a edilmelidir. Depolara ve bunların yakınına, depolanan madde veya
ürünlerin yükleme, bo altım ve kullanımları esnasında ortaya çıkabilecek tehlikeler ve bu
tehlikelere kar ı korunma önlemleri ile ilgili uyarı i aretleri asılmalıdır. Yönetmelikte
tehlikeli maddelerin depolanması ile ilgili olarak yapılan sınıflandırma a a ıdaki gibidir:
Kaynaklar
o F. Holleman, E. Wiberg, “Lehrbuch der Anorganischen Chemie”, Walter de
Alexander Rether, 2002, Doktora Tezi, Münih Teknik Üniveristesi, Entwickgill und
Charakterisierung wasserlöslicher Benzoylthioharnstofffunktionalisierter Polymere
zur selektiven Abtrennung von Schwermetallionen aus Abwässern und
Prozesslösungen
o Available: http://www.umweltbundesamt.de/ uba-info-daten-t/datent/
o Bigersson, O. Sterner, E. Zimerson, Chemie und Gesundheit “Eine verstndliche
Einführung in die Toxikologie”, VCHVerlagsgeselschaft, 1988, ISBN 3-52726455-8
o Dökmeci I. Toksikoloji: Zehirlenmelerde Tani ve Tedavi. 3. baski, Istanbul, Nobel
Tip Kitabevleri, 2001:1-52.
o DR, Marshall WJ. “Heavy Metal Poisoning and Its Laboratory Investigation”
(Review Article), Annals of Clinical Biochemistry 1999; 36: 267-300.
o Gallo MA. History and scope of toxicology. In: Klaassen CD, ed. Casarett and
Dull’s Toxicology: The Basic Science of Poisons, 6th edition, USA, McGraw-Hill,
2001:3-10.
o Ramutsaki IA, Ramoutsakis YA, Tsikritzis MD, Tsatsakis AM. The roots of
toxicology: an etymology approach. Vet Human Toxicol 2000; 42:111.
o Gruyter Verlag, New ork, 1995, ISBN 3-11-012641-9
o http://www.atsdr.cdc.gov/toxprofiles/phs5.html
o http://www.epa.gov/epaoswer/hazwaste/minimize/cadmium.pdf
o http://www.healthy.net
o http://www.inchem.org
o http://www.msceast.org/hms/res_field.html
o http://www.msceast.org/hms/res_field.html
o http://www.osha-slc.gov/SLTC/cadmium
o Informationen des Umweltbundesamtes: Umweltkatastrophen. [Online].
o John H. Duffus, “Environmental toxicology”, New York : Wiley, 1980 8. European
Commission DG ENV. E3 Project ENV.E.3/ETU/2000/0058, “Heavy Metals in
Waste” February 2002, Danimarka
o John H. Duffus, Howard G.J. Worth, “Fundamental toxicology for chemists”,
Cambridge, UK : Royal Society of Chemistry Information Services, c1996 5.
Baldwin
o Koeman JH. Toxicology, history and scope of the field. In: Niesink RJM, Vries J,
Hollinger MA, eds. Toxicology: Principles and Applications, 1st edition, USA, CRC
Press, 1996: 3-14.
o Lascaratos JG, Marketos SG. The carbonmonoxide poisoning of two Byzantine
emperors. J Toxicol Clin Toxicol 1998; 36: 103-107.
o Moog FP, Karenberg A. Toxicology in the old testament. Did the High Priest
Alcimus die of acute aconitine poisoning? Adverse Drug React Toxicol Rev 2002;
21: 151-6.
o Trace Elements in Human Nutrition And Health” World Health Organization
Geneva 1996.
o umweltkatastrophen.htm. [15.12.97].
o Walter Mertz, “Trace Elements in Human And Animal Nutition-15th Edition”
Volume 1 1987 Academic Pres.
o Wax PM. It’s happening again. Another diethylene glycol mass poisoning. J
Toxicol Clin Toxicol 1996; 34:517-520.
o Wax. PM. Historical principles and perspectives. In: Goldfrank LR, Flomenbaum
NE, Lewin NA, Weisman RS, Howland MA, Hoffman RS, eds. Goldfrank’s
Toxicologic Emergencies, 7th edition, USA, The McGraw-Hill Companies, 2002:117.
o Wax. PM. Toxicologic plagues and disasters in History. In: Goldfrank LR,
Flomenbaum NE, Lewin NA, Weisman RS, Howland MA, Hoffman RS, eds.
Goldfrank’s Toxicologic Emergencies, 7 th edition, USA, The McGraw-Hill
Companies, 2002: 23-34.
o ww.umweltbundesamt.de/
htm.[15.12.97].
uba-info-daten-
t/daten/umweltkatastrophen.
o Eurotox Basic Course Notes; EUROTOX Basic Toxicology Course organized by
the Hellenic Society of Toxicology and the University of Crete (Heraklion, Crete Greece - October 18 – 23, 2010).
o Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi Farmakoloji, Kayaalp, S.O. (Ed.), 12. baskı,
2009.
o Farmakoloji Ders Kitabı, T. Arda Bökesoy, clal ,Çakıcı, Mehmet Melli (Eds.), Türk
Farmakoloji ,Dene i, 2000.
o Lippincott’s Illustrated Reviews, S. Zengero lu, A. Murat Zengero lu (Çeviri),
Güne Kitabevi, 2. baskı.
o Kaldirik (Trachystemon orientalis) bitkisi polifenol oksidaz enzimi üzerine,
metallerin etkisi SAÜ. Fen Bil. Der. 17. Cilt, 3. Sayı, s. 399-405, 2013 SAU J. Sci.
Vol 17, No 3, p. 399-405, 2013
o Kayhan et al Journal of FisheriesSciences.com., 3(2): 153-162 (2009)
o Mercan U. YYU Vet Fak Derg. 2004, 15 (1-2):91-96
o Agricultural and Biological Sciences » "Pesticides - Advances in Chemical and
Botanical Pesticides", book edited by R.P. Soundararajan, ISBN 978-953-510680-7, Published: July 25, 2012 under CC BY 3.0 license
o S. Aksoy, Bazı organik sentetik insektisitierin etki mekanizmaları Türk. Bit. Kor.
Derg, (1982) 6: 111-126.
o Vural, N. ‘Toksikoloji’, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 73,
Ankara, 2005
o Atlı ekero lu, Z., ekero lu, V. 2011. Genetik Toksisite Testleri. TÜBAV Bilim
Dergisi, 4(3): 221-229.
o Mateuca, R., Lombaert, N., Aka, P.V., Decordier, I., Kirsch-Volder, M. 2006.
Chromosomal Changes: nduction,Detection, Methods, And Applicability n
Human Biomonitoring. Biochimie, 88: 1515-31.
o Choy, W.N. 2001. Genetic Toxicology And Cancer Risk Assessment. Marcel
Dekker, New York, 29-187.
o Mccann, J., Choi, E., Yamasaki, E., Ames, B.N. 1975. Detection Of Carcinogens
As Mutagens n The Salmonella/Microsome Test: Assay Of 300 Chemicals. Proc
Nat Acad Sci, 72: 5135-39.
o Maron, D.R., Ames, B.N. 1983. Revised Methods For The Salmonella
Mutagenicity Test. Mutat Res, 113: 173-215.
o
ekero lu, Z.A., ekero lu, V., Kolören, Z. 2011. The n Vitro Alkaline Comet
Assay n Genetic Toxicology. JABS, 5(13): 49-54.
o www.uvkb.net
o www.vikipedi.com
o http://www.turktox.org.tr/?go=24
o http://www.renkliweb.com/saglik/sigaranin-icindeki-kimyasal-zararli-maddelernelerdir.html#ixzz1Cz3kMkt2
o Evans, H.J. 1984. Human Peripheral Blood Lymphocytes For The Analysis Of
Chromosome Aberrations n Mutagen Test In: Kilbey, B.J., Legator, M., Nichols,
W., Ramel, C., Eds., Handbook Of Mutagenicity Test Procedures,Elsevier
Science, Amsterdam, 405–427.
o Preston, R.J., Dean, B.J., Galloway, S., Holden, H., Mcfee, A.F., Shelby, M.
1987. Mammalian n Vivo Cytogenetic Assays: Analysis Of Chromosome
Aberrations n Bone Marrow Cells. Mutat Res, 189: 157–65.
o Topakta , M., Rencüzo ulları, E. 2010. Sitogenetik.
Nobel Yayın
Da ıtım:Ankara, 87-91.
o Fenech, M. . 2000. The n Vitro Micronucleus Technique. Mutat Res, 455: 81-95.
o Güven K, Biyokimyasal ve Moleküler Toksikoloji. I.Baskı, Diyarbakır: Dicle
Üniversitesi Basımevi,1999.
o Dizdaro lu M (1994). Chemical determination of oxidative DNA damageby gas
chromatography-mass spectrometry. Methods Enzymol, 234, 3-16.
o Dizdaroglu M (1998). Facts about the artifacts in the measurement of oxidative
DNA base damage by gas chromatography-mass spectrometry. Free Radic Res,
29 (6): 551-63.
o Atmaca E Aksoy. A. Oksidatif DNA Hasarı ve Kromatografik Yöntemlerle Tespit
Edilmesi YYU Veteriner Fakultesi Dergisi, 2009, 20 (2), 79 - 83
o