GÖBEKLİTEPE ÖRENYERİ TARİHİ
Asya ile Avrupa arasında köprü görevi gören Türkiye’nin ise Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde bulunan Şanlıurfa ili konumundadır. Suriye’ye komşu olan bu il
İpekyolu ticaret güzergahında ve ‘Bereketli Hilal’ diye tabir edilen alanın bir bölümünü
oluşturan önemli bir bölgedir. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversitesi’nin
birlikte yürüttüğü bir çalışma ile ‘Güneydoğu Anadolu Bölgesi Araştırma Projesi’ adı
altında yüzey araştırmalarına başlanmıştır. İstanbul Üniversitesinden Prehistorya Bölüm
Başkanı Prof. Dr. Halet Çambel ve Chicago Üniversitesinden Prof. Dr. Robert
Braıdwood tarafından keşfi gerçekleştirilmiştir. Daha sonra ise 1995 yılında Şanlıurfa
Müze Müdürlüğü bünyesinde ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Harald
Hauptmann’ın danışmanlığında yüzey araştırmalarına devamı gerçekleşmiş; 1996
yılından 2006 yılına kadar Şanlıurfa Müze Müdürlüğü ve Alman Arkeoloji
Enstitüsü’nden Arkeolog Klaus Schmindt ile kazı çalışmaları yürütülmüştür. 2007
yılından itibaren ise Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Arkeoloji Enstitüsü Arkeolog
Klaus Schmindt başkanlığında yürütülmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 2005
yılında
1.
Derece
arkeolojik
sit
alanı
ilan
edilmiştir.
Göbeklitepe Bölgesinde yapılan jeomanyetik ve
georadar taramalar sayesinde çapları 20 ile 30 metre
arasında değişen daire biçimli 20 adet tapınma amaçlı
kullanıldığı varsayılan alan tespit edilmiştir. Bu
alanlardan sadece 6 tanesi günışığına çıkarılmıştır.
Şekil 1: Arkeolog Klaus Schmindt
Göbeklitepe Bölgesi 90.000 mt2 bir alana yakın ölçüye
sahip olmakla beraber daha önceden bu alanın bir
yerleşim bölgesi olduğu düşünülmekteydi. 300*300 bir sahada yapılan kazı çalışmaları
devam eder. Yapılarda ve çevresinde günlük yaşama uygun olmayan eşyaların
bulunması sebebiyle bir tapınma alanı olduğu düşüncesini desteklemiştir. Tapınma alanı
olarak kullanılmasını düşündüren sebepler arasında boyları 6 metreye kadar ulaşan
dikili taşlar ve üstündeki kabartma motifler destekler.
Dikilitaşlardaki
motifler
arasında
bazı
sürüngen kabartmaları, tilki, yılan, akrep, yabani
koyun, aslan, leopar ve başı tam resmedilmemiş
insan figürleri vardır. Leopar figürlü taş tek
parçadan
Şekil 2 Hayvan Figürlü Stel
oluşmakta
ve
hayvanın
detaylandırılmasında kaburga kemiklerine kadar
belirginlik vardır. Yüksek rölyefte resmedilen hayvanların muhafız görevi görmesi
amacıyla yapıldığı düşünülmektedir. Bazı insan kabartmalarında erkeklik organı abartılı
olarak tasvir edilmiş ve 12.000 yıl önce yerleşik hayata geçen bu insan topluluklarının
düşünce ve inanç sistemlerini yansıtmıştır. Bu dairesel alanların bir dizi taş sütunların
farklı oymalarla nakşedilmiştir. Her bir çember T şeklinde sütunlarla ayrılmış; yüksek
duvarlarla çevrilidir. Ortasındaki alanda ise boyları 5,5 metre yüksekliğe yakın iki
dikilitaş
vardır.
Ortalardaki
T
şeklindeki
dikilitaşlar sıradanlığın dışına çıkmış, sembolik
birer insan gibidir. T şeklinin üst kısmında
profilden gösterilmiş bir baş olup gövdesi ile
resmedilmiştir.
Şekil 3 İnsanüstü Varlık Tasviri
Eller,
parmaklar
ve
kollarla
bezenmiş hemen aşağısında kemer tokasıyla
tutturulmuş tilki postundan yapılma olan bir
peştamal vardır. Sütunlarda yüz, ağız, göz ve burun motifi yoktur. Görünüşte insana
benzer fakat insan değildir. İnsanüstü bir varlık olarak yapıldığı düşünülmüştür (M.Ö
11.500).
Ateşin icat edildiği fakat tekerleğin henüz bulunmadığı, büyük hayvanların
evcilleştirilmediği zamanda yapılmıştır. Mısır Piramitlerinden ve Stonehenge’den çok
daha öncesine ait olmasıyla dünya tarihine damga vurmuştur. İlk anıtsal tapınak niteliği
taşımaktadır. Bu devasa büyüklükteki yapıların inşa edilmesi için muazzam derecede
bir örgütlenme gerekir (duvar ustaları, taş ocağı işçileri ve sütunları taşımaları için
insanlar). Bu inşa süresi boyunca temel ihtiyaçların doğrultusunda beslenme ve barınma
ihtiyacı doğar. Tapınaktaki kazılar sırasında çok sayıda evcil olmayan hayvan kemikleri
tespit edilmiştir (ceylan, yabandomuzu). Bu sebeple insanlar hala avcı-toplayıcılıkla
uğraştığını destekler niteliktedir. Geleneksel yaklaşımla tarım öncesi bu dönemde avcıtoplayıcı
insanların
inşasını
yaptıklarını
destekler.
Jerf el-Ahmar yerleşimi
Göbeklitepe’yle aynı
döneme denk gelirken daha erken dönemlerini
gösterir. Bu nedenle Göbeklitepe’ den daha erken
bir dönemde yerleşik hayata geçildiğini gösteriyor.
Fotoğrafta mini bir köy yerleşimi olup kapısı
olmayan ortadaki alanda ise ortak tahıl ambarı
Şekil 4 Jerf El-Ahmar Yerleşimi
olarak geçer. Yani insanlar yabani otları hasat edip
ortaya ortak bir yiyecek deposu inşa etmişlerdir. Bu sebeple temel beslenme sorunu
çözüldüğüne göre avcılık ve toplayıcılık için ekstra zaman harcamaya gereksinim
duyulmamıştır. Zamandan tasarruf edilmesinden dolayı tapınak inşa süreci için
kendilerine fazladan zaman yaratmışlardır. Fakat Göbeklitepe Bölgesi su kaynaklarına
uzak olması sebebiyle tapınakta uzun süreler kalınmadığını gösteriyor. Türk Arkeolog
Bahattin Çelik’ in yaptığı arkeolojik çalışmalar doğrultusunda Şanlıurfa’da yapılan
kazılarda çakmaktaşından yapılmış aletlere rastlanıldığı ve bu da bölgede yaklaşık 11bin
yıl öncesine uzanan bir taş devri yerleşimi olduğunu gösteriyor. Bu tespitler sonrasında
tapınak inşa sürecinde Şanlıurfa’ da bir yerleşim olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Şu an Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenen ‘Urfa Adamı’
adıyla bilinen heykelde tapınaktaki dikilitaşlardan farklı olarak
belirgin yüz hatları vardır. Bu demek oluyor ki o zamanın yöre
halkı
yüz
Göbeklitepe’
Şekil 5 Urfa Adamı Heykeli
hatları
olan
de
bulunan
heykellerde
stellerde
yapabiliyor
yüz
iken
hatlarından
kaçınılmıştır. Taş ve oyma ustalığı o zamanın şartlarına göre
mükemmele yakın derecede olmakla beraber Göbeklitepe’ nin her dikilitaşında göze
çarpar. Bu da insanüstü bir manevi varlığı resmettiklerinin göstergesi olmuştur.
Daha yerleşik hayat düzeni tam oturmamış iken insanlar bu tarz bir yapıya ve
harcanan zamana tapınma ihtiyacından dolayı başlamışlardır. Bu da resmedilen figür ve
resimlerin insan topluluklarının her kesimine hitap eder nitelik taşıdığını; onları ortak
bir amaç uğruna bir araya getirir. Ortak değerlere dayanan sosyal bir bütünlük sağlar.
Semboller ve figürler manevi bir anlam içermekle beraber insanlar arası paylaşımı ve
dayanışmayı desteklemiştir. Bu denli bir tapınak projesi insanları sosyalleşmeye ve
birbirine güvenmeye itmiştir. Böylece ayrı ayrı dolaşan topluluklar bir araya gelmeye ve
toplulukları oluşturması sonucunda insan doğaya karşı yavaş yavaş üstün bir konuma
gelmeye başlamıştır. İnsana benzer dikilitaşların bu denli abidevi nitelik kazandırılması
ve hayvan figürlerinin daha küçük ebatlarda resmedilmesi, stellerin altında kalmasından
dolayı insanın doğadan üstün olduğunu destekler niteliktedir. İnsanların tapınma
ihtiyacından dolayı bir araya gelmesi, dinsel ritüellerde ziyafetler vermesi sebebiyle
yiyecek ihtiyacının artmasına yol açmıştır. İnsan bu ihtiyacın artmasından sonra avcılık
ve toplayıcılık için ayıracağı vakti yabani hayvanları evcilleştirerek besiciliğe ve gıda
üretimine başlamasına yol açar. Binlerce yıldır doğaya karşı aciz bir konumda olan
insan, tapınma ihtiyacından dolayı bir araya gelerek toplanması sonucu beslenme
ihtiyacını karşılamak amacıyla tarıma sevk etti.
Ölülere adanmış bu mabedin gösterişli
taş sütunların altında toplandığı, insanların
hayvanlara hükmünü ilan eden ve ölüler
diyarına açılan bir kapı konumundadır. Eski
teoriye göre Tarım-Yerleşik Hayat- Dini
Şekil 6 Göbeklitepe Vaziyet Planı
Öğretiler- Tapınaklar- Şehirler iken sıralaması
Göbeklitepe’de bulunan verilere göre bu
düşünce tarzını değiştirdiğini görüyoruz. Bu teori Yerleşik Hayat- Dini ÖğretilerTapınaklar- Şehirler olarak değişmiştir. Kültürel devrimi tetikleyen şeyin hayvanlardan
üstün olduğumuzu telkin eden din unsurudur. Aynı çatı altında toplanmak üzere
tapınaklar inşa edilmiştir. Göbeklitepe medeniyetlerin oluşmasına zemin hazırlayanın
ibadet olduğunu gösterir. Fakat bunca uğraş ve iş gücünden sonra oluşturulan tapınaklar
zamanla gömülmüş ve üstü kapatılmıştır. Zirai devrime, sosyalleşmeye ve bilgi
paylaşımına çok büyük katkı sağlayan tapınaklar önemini yitirmeye başlamış ve üstleri
örtülerek daha küçük tapınaklar inşa edilmeye başlamıştır. Dikilitaşlarda bu işten
nasibini alarak yüksekliklerinde düşüşler meydana gelmiştir. Eskilerine göre
uzunluklarında 1,5-2 metre daha kısa yapılmıştır. Daha sonra bu yapılarında üstü
kapatılarak yerine yeni mabetler yapılmıştır. Bin yıl kadar önemini sürdürse de zamanla
gözle gözükür bir şekilde önemini yitirmiştir. Hatta odalar şeklinde küçülmüş, çevre
duvarlar alçalmış ve dikilitaşların da boyu aynı şekilde kısalmıştır. En nihayetinde
sütunlardan da vazgeçilerek önemini tamamen kaybedip yapay bir tepe haline gelmiştir.
Atatürk Barajı 800 km2’lik bir alanı sular
altına bırakırken Taş Devri köyü Nevali Çori’ nin
eski fotoğraflarında Göbeklitepe zamanında bir
köy
olduğu
anlaşılır.
Göbeklitepe’
deki
tapınaklara benzer fakat daha küçük ebatlı yapılar
vardır.
Bu
da
küçük
ibadet
mekanlarının
yapılmasına başlandığını gösterir. Yerel halklar
Şekil 7 Göbeklitepe Örenyeri
kendi yerel ibadet mabetlerini inşa ederek yine
Göbeklitepe’ nin önemini yitirmesinde rol oynamıştır. Zamanla tarıma alışan
topluluklarda da avcı toplayıcı insanlara anlam ifade eden figürler onlar için bir şeyi
ifade etmemesi gibi sebepler de ihtimal dahilinde olabilir. Tarım yeni kültürel
hayatımızın temellerini atmıştır. Göbeklitepe’ deki bulgularla eşleşen bir diğer yerleşim
yerimiz Çatalhöyük’ te yabani hayvanların (boğa, leopar, domuz) kabartmaları vardır.
Avcı toplayıcı yaşam biçiminden kalma ahlak kuralları ya da bir inanç sistemi binlerce
yıl ve binlerce kilometre ötedeki yaşayan bir tarım toplumu içinde geçerliliğini korumuş
olabilir. Göbeklitepe önemini yitirmiş gibi gözükse bile manevi olarak varlığını kısmen
sürdürmüştür. Tohumları çevre coğrafyalara da dağılmıştır. Göbeklitepe’ deki görülen
bazı taşlardaki boğa başı kabartmaları, boğa kültü Çatalhöyük’ ün evlerinde de görülür.
Boğa bu tarz toplumlar için manevi bir önem taşımıştır. İnsanoğlunun bu gibi büyük ve
güçlü hayvanları ehlîleştirmesi tabiat karşısında üstünlüğünü kanıtlar niteliktedir.
Arkeolojik bulgulara göre ölülerin tüm vücut olarak gömüldüğü fakat daha sonraları
gömüldükten sonra kafataslarının çıkarıldığı – kafatası kültü- atalar kültünü doğurur.
Kafatasları kamuya açık bir alanda veya mabette sergileniyordu. Sağlığında saygı gören
kişinin öldükten sonra yeniden dirilmesi anlamına geliyordu. Bu da Göbeklitepe’ de
başsız kafataslarını açıklar nitelikteki bir bulgudur. Diriliş inancına da ait ilk belirtidir.
İnsanlar ya da bir tanrı insanların ortak bir amaçla topluyordu. Daha sonraları ise bu
temsil ettiği inanç farklı coğrafyalarda, dinlerde bile medeniyetleri ve kültürleri
şekillendirdi.
Toplumları bir arada tutan sosyal bir bağ manevi dünyamızda çığır açan bir sıçrama
tahtasıydı. İnsanlık kendini tabiatın bir parçası olarak görmeye değil ona hükmeden bir
varlık gibi gözükmeye başlamıştır.
Göbeklitepe’
deki
steller
üzerinde
kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürleri dünya
da heykeltıraşlık ve plastik sanatların ilk örneği
olarak kabul görmektedir. Yani günümüz resim
sanatının taşa kazınarak yapıldığı en eski eserler
Göbeklitepe’ de yer alır. İnsanlık tarihine yaptığı
Şekil 8 Göbeklitepe Örenyeri
katkılar dolayısıyla ‘Medeniyetin Doğum Yeri’
olarak da adlandırılırken UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ ne girmeye hak
kazanmıştır.