Academia.eduAcademia.edu

Emek Tarihi Colde Bir Vaha Hikmet Kıvılcımlı

"Türkiye'de Emek Tarihinin Sefaleti Üzerine Notlar"a Ek (Özür ve Borç ya da Çölde Bir Vaha: Hikmet Kıvılcımlı) Yüksel Akkaya Türkiye'de emek tarihine yönelik ilgisizliği "serzenişçi" bir dil ile ortaya koyan Toplum ve Bilim'in 91. sayısındaki yazı (Akkaya, 2001/2002: 285-294) çeşitli kesimlerden farklı tepkiler gördü. Bu tepkilerden "katkı" içerikli olanı Toplum ve Bilim'in 93. sayısında yayınlandı (Tayanç, 2002: 326-337). ) Sözlü tepkilerden bir kısmı kimi eksikleri dile getirirken, kimi tepkiler ise böyle bir yazının bir "rövanş" için pusuya yatanları yaratabileceği yönünde idi. Rövanşı almak isteyenleri bir kenara bırakıyorum. Yazının eksikliklerini dile getiren tepkileri bu dipnotta kısaca değerlendirmek istiyorum. Nail Satlıgan, bu yazıda değerlendirilecek olan, Hikmet Kıvılcımlı'nın 1935 yılında, Marksizm Bibliyoteği Serisi'nde yayınlanmış olan Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı kitabına yer verilmediği için oldukça haklı bir eleştiride bulundu. Bu eleştiriyi bir eksikliğin giderilmesi gereken borç olarak kabul ettim. Borcu bu yazı ile ödemeye çalışacağım. İkinci eleştiri/öneri Ahmet Makal'dan geldi. Yazılı eserler çerçevesinde olmasa da çalışma ilişkilerine yönelik iki bölüm kurmuş olanları da zikretmenin bir kadirşinaslık olacağını söyledi. Nazi Almanya'sından Türkiye'ye gelip, İstanbul Üniversitesi'nde "İçtimaiyat Enstitüsü"nü kurmuş olan Gerthard Kessler ve onun asistanı olan O. Tuna bu açıdan anılmaya değer isimler. 1950'li yılların başında bu Enstitü'nün sendikacılara ve işçilere yönelik eğitim çalışmalarının dönemin iktidarınca komünistlikle suçlanıp, ağır bir dille eleştirilmesi bu kadirşinaslığı yapmayı zorunlu kılıyor. Yine Ankara Üniversitesi, SBF'de "İçtimai İktisat" Profesörü olan Cahit Talas'ın katkılarını mutlaka anmak gerekiyor. Emek tarihine katkıda bulunanlar listesinde yer vermeği unuttuğumuz, ancak yazımızın yer aldığı sayıda bir yazısı da yayınlanmış olan Mete Tunçay'dan ise bu "unutkanlık" için özür dilemek yetecek mi, bilmiyorum. M. Tunçay'ın çalışmaları (1989; 1991; 1992) emek tarihine büyük zenginlik katan eserlerdir. Ödenmesi gereken bir başka borç ise çevirmenlere ait. Son yılların üretken çevirmenlerinden olan, 1 Haziran 2002'de bir trafik kazasında hayatını kaybeden Mehmet Küçük'ün şahsında, emek tarihi ile ilgili yabancı dillerdeki kitapları çevirenlerin isimlerini tek tek anarak bu dipnotu tamamlıyorum. Evans (1999), Çeviren: Uygur Kocabaşoğlu; Quataert (1987), Çeviren: Sabri Tekay; Quataert (1998), Çeviren: Cahide Ekiz; Quataert (1999), Çeviren: Tansel Güney; Rozaliyev (1979), Çeviren: M. Anibal; Şişmanov (1978), Çeviren: Ayşe ve Ragıp Zarakolu; Şnurov ve Rozaliyev (1970), Çeviren: Güneş Bozkaya; Şnurov (1973), Çeviren: Güneş Bozkaya. Başka dillerde yazılmış kitabın okuyucuya ulaşmasında çevirmenlerin büyük katkısı var. Örneğin, Türkiye emek tarihi üzerine yazılmış önemli eserlerden biri olup da Türkçeye çevrilmemiş olan R.P. Korniyenko'nun (1965 -Rusça baskısı; 1967-İngilizce baskısı) emek tarihi ile ilgilenip, İngilizce ve Rusça bilmeyenler için bir çevirmenin emeğini beklemektedir! Çeviri yapan emektarların bu emeğe yönelik kadirşinaslığı içermeyen tutumlara başkaldırısı için Virgül dergisinin 54. sayısına (Eylül 2002) bakmakta yarar var. Emek tarihine yönelik ilgisizliğin dillendirildiği serzeniş ve bu serzenişin yarattığı "çağrışımların" Tayanç tarafından bu alana ilgi duyanların karşılaştıkları zorlukları göstermesi ile daha anlamlı bir hale geldi. Tayanç'ın gölgede kaldığını düşündüğü üç çalışmanın gerisinde yatanlar kuşkusuz ideolojik açıdan sadece devletin yaklaşımı ile açıklanacak bir durum değil. Sorun biraz da zihinlere vurulmuş prangalarla ilintili. T. Tayanç'ın aştırmalarından Türkiye'de Yapılan Grevlerin Nicel ve Nitel Değerlendirilmesi adlı çalışmanın, yayıncısı olan Türkiye Denizciler Sendikası tarafından sansürleşmiş olmasının arkasında yatan gerçek başka ne olabilir ki? ) T. Tayanç'ın (2002: 327) "konuyla ilgili bir çok çalışmada göz ardı" edildiklerini düşündükleri üç çalışmadan kendisine ait olanları bizim sıkça yararlandığımız ve kaynakçada da gösterdiğimiz çalışmalardır. Yazımız Tayanç'ın çok anlamlı olan yazıyı yazmasına neden olurken, Tayanç'ın yazısı da eksik olan yazımızı bir ölçüde de olsa tamamlama olanağı yaratmıştır. Bu yazı, bir bakıma, ilk dipnotta da belirtildiği gibi, bir özür dileme ve borç ödeme yazısıdır. 1930'lu yılların ilk yarısı pek çok açıdan ilginç özellikler taşıyan bir dönemdir. İşçi sınıfı adına hareket eden TKP'nin yeniden canlanması, hapishaneyi "üniversite" yapan iki Hikmet'in (Nazım ve Doktor) özgürlüğüne kavuşması, eserleri ile ciddi bir devrimci aydın şiddetin uygulanması, Kadro'nun yayın hayatına başlaması, sanayileşme sürecinde önemli gelişmelerin yaşanması, CHF'nın işçilere yönelik yeni arayışlara girmesi bu dönemin hemen akla gelen kimi özellikleri olmaktadır. Bu dönemin emek tarihi açısından özelliği ise dört önemli telif eserin 1932-1935 yılları arasında yayınlanmış olmasıdır. İlki, Hüseyin Avni (Şanda) tarafından yazılıp 1932'de yayınlanmış olan Bir Yarım Müstemleke Oluş Tarihi'dir. İkincisi, Tunçay'ın (1992: 109) ifadesi ile "1934'te çıkan işçi hareketleriyle ilgili önelli [önemli] bir telif çalışma" olan, Ahmet Naim (Çıladır) in ) Ahmet Naim (Çıladır) in, Hüseyin Avni'nin (1932) eserinden de yararlandığı bu telif çalışması daha sonra Sina Çıladır (1977) tarafından neredeyse yeniden yazılmıştır. Sina Çıladır'ın yararlandığı kaynakların içinde yeni bilgiler içeren başka kaynaklar olmakla birlikte, asıl alıntıların yapıldığı kitap Ahmet Naim'indir. Zonguldak Havzası (Uzun Mehmet'ten Bugüne) kitabıdır. Sol yayınların da büyük artış gösterdiği 1935 yılında emek tarihine ilişkin iki kitap daha yayınlanır. Biri yine Hüseyin Avni (Şanda) ye aittir, 1908 yılı grevlerini anlatır: 1908'de Ecnebi Sermayesine Karşı İlk Kalkınmalar. Diğeri, Hikmet Kıvılcım'a ait: Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı (Birinci Kitap, Sayı, Topoğrafya, Kadın ve Çocuk). ) Doktor Hikmet Kıvılcımlı, birçoğu 1938 başlarında Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanıp toplatılacak olan bir dizi kitabı, TKP adına, Marksizm Bibliyoteği adıyla yayınlamıştır. Marksizm Bibliyoteği serisinde çıkan kitaplar bir boşluğu doldurmayı amaçlarken, bu yayınların çıktığı 1935 ve 1936 yıllarında işçiler de hareketlenmeye başlamış, grevlerde belirgin artışlar meydana gelmiştir (Akkaya, 2002). Kuşkusuz, bu çalışmaların her birinin, emek tarihinin Türkçede yayınlanan ilk eserler olması açısından oldukça önemli bir yeri vardır. Ancak, Doktor Hikmet Kıvılcım'ın eseri taşıdığı amaç açısından ayrıca, ayrıntılı olarak değerlendirilmeyi hak ediyor. ) İkinci baskısı yarım yüzyıl sonra, 1978'de, Çağrı yayıncılık tarafından yapılan bu eser ne yazık ki hak ettiği ilgiyi ne Doktor Hikmet Kıvılcımlı'nın izleyicilerinden ne de emek tarihçilerinden görmüştür. 1938 yasaklaması ve toplatılmasından sonra, 1980'li yıllarda da okuyucusu ile buluşması engellenen bu kitabı kütüphanelerden edinip okumak için özel izin gerekmiştir. Bu eserin hak ettiği ilgiyi görmesi için de üç çeyrek yüzyılın geçmesi gerekmiştir (Böylesi bir ilgi için bakınız Makal, 1999). Bu nedenle, kısaca bu kitabın yazılış nedenlerine de değinmek gerekiyor. 1929 tutuklaması ile girdiği hapishanede sürekli okuyan Doktor Hikmet Kıvılcımlı, bu süreci bir hesaplaşma ve bir açılım için değerlendirir. Bu değerlendirme sonucunda, 1933 yılında tamamlandığını düşündüğüm Yol'u yazar. ) Kıvılcımlı, H. (1992a; 1992b). Cumhuriyet'in onuncu yıl dönemi nedeni ile aftan yararlanarak 1933 yılında çıkan Hikmet Kıvılcımlı'nın bu kitaptaki en son tarihli atıfı 15.12.1932'dir (Cumhuriyet) (Kıvılcımlı, 1992b: 201). Yol'u yazış nedeni ise kendi ifadesiyle şöyle açıklanabilir: "10-15 yıllık deneyimlerle dolu sosyalizm tarihçemize ve Türkiye'de varolan en eski burjuva partilerinden daha eski bir örgüt geleneklerine, geçirilmiş uzun mücadele konaklarına karşın, henüz Türkiye sosyalist hareketinin topunu bütünüyle gözden geçiren eleştirel analizlerden, taslak kabilinden olsun, ya da derme çatma parçalar halinde bulunsun, eser var mıdır? Hayır. Bu durum belki de en büyük ideoloji boşluğumuzu oluşturuyor. Geçmişin savaşları, geleceğin kavgasından kopmuş, gelecekte devam etmeyen ve gelişmeyen tozlu arşivler halinde, şunun bunu kafasında unutulmaya mahkum kalıyor. (...) Sorun açık: 1-Görevini ciddiyetle yapan; 2- Sınıfı ve kitleleri eğiten bir parti olmak için, hatalardan ürkmemek, yanlışları dişlemek ve işlemek şarttır" (Kıvılcımlı, 1992a: 17-19). Böyle düşünen Kıvılcımlı'ya düşen, çok çalışmaktır. Öyle yapar. ) Mihri Belli'nin H. Kıvılcımlı ile ilgili hapishane anıları bunu çok iyi gösteriyor: "Geldi, hoşbeşten sonra soyundu, yatağına çıktı, kitaplarını defterlerini açtı, başladı çalışmaya. Havalandırma saatleri dışında hep okudu, yazdı. Yemek de sorun değildi. (...) Doktor, karısının getirdiği yemekleri arkasındaki ranzaya koydurtuyor ve acıktıkça, çok kez gözünü önündeki kitaptan ayırmadan, elini uzatıp yiyecek bir şeyler alıyor, ağzına atıyordu. Yemek ısıtmak diye bir şey yoktu onun için. Gerçekten çalışkan adamdı" (Karaca, 2001). Emin Karaca'ya göre (2001: 71)Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları'nda Kıvılcımlı'yı şöyle dizeleştirir: "Kitap okuyor mahkum Halil/ Çevirirken dizinde duran kitabın yapraklarını/ çok rahat bir ustalıkla kullanıyor/ bileklerinden demirli parmaklarını/ Kitap ve kelepçelerle/ on üç senedir/ bu beşinci yolculuğudur/ Gözlerinin altında çizgiler/ şakaklarında beyaz/ Halil belki ihtiyarladı biraz/ Fakat kitap, kelepçe ve yürek eskimedi/ Ve şimdi/ yürek her zamankinden umutlu / Halil okurken kitabını". Kıvılcımlı bir çocuk merakı ve büyük bir öğrenme isteği ile sürekli okuyor. Okumakla kalmıyor, yazıyor. Özellikle 1930'lu yılların ilk yarısında büyük bir boşluğu kapatmak için çok çalışıyor. Devrimci aydın olma sorumluluğu, işçi sınıfına karşı sorumluluk sürekli çalışmayı teşvik ediyor. H. Kıvılcımlı, zamanını bu sorumluluğu yerine getirmek için harcamaktan çekinmiyor. Yaptığının gerekçesini bir soru ve verdiği yanıtla açıklar: "Bu notları neden kaleme alıyorum? 1- Devrimci teori mücadelesini somutlaştırmaya çağırmak için; 2-Pratik mücadelede Lenin'in çizgisi yönünde yürüyen bütün proletarya devrimcilerini, sağlı sollu bütün küçük-burjuva 'çeteci' sapıtmalarını gömmeye çağrılı bulunan ölüm çanı çalmak için..." (Kıvılcımlı, 1992a: 20). Üniversiteye çevirdiği hapishaneden teorik donanımını edinmiş, ideolojik boşluğu dolduracak teorik birikime katkıda bulunacak eserleri tasarlamış olarak çıkar. Yapılacak olanları on maddede toplar. Teori,çeşitli mücadele, legaliteyi son haddine kadar kullanmak, kitlelerle iletişimi geliştirmek, bağlantı ipi olarak merkezi yayın organını kullanmak bunlardan bazılarıdır (Kıvılcımlı, 1992a: 330). ) Kıvılcımlı legaliteden kaçışı, legal olanaklardan yararlanarak teorik yayınlar çıkarılmayışını, bu alanda yaşanan sefaleti oldukça sert bir dille eleştirir. Komünist yayın yapanların 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası ile karşı karşıya kalındığı bir yerde, komünistlikle suçlanarak Ceza Kanunu'nun 146. ve 171. maddelerinden 4 yıldan 12 yıla kadar ağır hapsi göze alanların neden legal alanda yayın yapmadıklarını, başarısızlığın nedenlerini sorgular. Ona göre "Bu başaramamak, ne olanaksızlıktan ne de korkaklığımızdan ileri gelmiyor. Yalnız girişim yeteneğimizi kullanmayışımızdan, bu konuda planlı ve sistematik kararları bir türlü alıp işe ciddiyetle başlayamayışımızdan ileri geliyor" (Kıvılcımlı, 1992b: 537). Karaca'ya göre (2001: 21), "1935'te 'İçeride kurallarını hazırladığı (...), strateji planına uygun legalite taktiği uygulayarak' Parti'ye 'bir çığır açmak için' Marksizm Bibliyoteği yayınevini kurar". CHF'nın da sınıf mücadelelerinden duyduğu büyük kaygı ile sınıfların varlığını red edip, köye yöneldiği bu dönemde Kıvılcımlı sınıf mücadelesine hazırlık yaparken, 1932 yılı başında da ideolojisini sınıfların ve sınıf mücadelesinin yokluğu üzerine inşa eden Kadro dergisi çıkmaya başladı. Dergiyi çıkaranlar, Kıvılcımlı'nin ifadesi ile komünizme teorik alanda saldıranlar olup, "1927'ye kadar, hareketin kolay legalitesinden kalma hızla, işçi sınıfı üstünde gereksiz bir safra olarak kalan kuyrukçuluk" yapmış olan, eski yol arkadaşlarıydı. Sınıfların ve sınıf mücadelesinin olmadığını savunanların tezine karşı sınıfların ve sınıf mücadelesinin olduğunu göstermek gerekiyordu. Kıvılcımlı'nın iki kitap halinde düşündüğü, ama sadece ilkini yazdığı Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı (Birinci Kitap, Sayı, Topoğrafya, Kadın ve Çocuk) Kadro dergisi kapandıktan bir yıl sonra çıktı. Kıvılcımlı'nın bu kitabı, bir bakıma, Kadroculara işçi sınıfının varlığını gösteren, ideolojik bir cevap olarak da değerlendirilebilir. Şimdi bu cevabın değerlendirmesini yapabiliriz. Kıvılcımlı bu kitabında devrim olanaklarının Türkiye'de de olduğunu göstermek ister. Hem niceliksel hem niteliksel açıdan bir potansiyel vardır. ) Kıvılcımlı'nın 1935 yılında işçi sınıfının devrim için yeterli nicel ve nitel özelliklere sahip olduğunu ortaya koyan bu titiz çalışması unutulmuş olsa gerek ki, 1960'lı yıllarda işçi sınıfının nicel ve nitel açıdan gücü yeniden tartışmaya açılmış, ancak 15-16 Haziran İşçi Hareketi ile birlikte bu tartışma büyük ölçüde sona ermiştir. Bu nedenle işçi sınıfının varlığını ortaya koymak için ilkin sayısal verileri değerlendirir. Bunu niçin yaptığını daha iyi anlamak için ise "Ön Son Söz" bölümüne bakmak gerekir. "Türkiye'de, bütün dünyadaki adile proletarya denilen, bir işçi sınıfı var mı? Eğer, geçenleri iyice unutmadıysak, hatırlayabiliriz ki, 1928-1929 yıllarına gelinceyedek, Türkiyede işçi sınıfı diye bir sınıfın varlığı bayağı 'aklı selim' zümreleri, yani burjuva ve küçük burjuva yazganları tarafından bir türlü 'kabul' edilemiyordu. Bu kabul edemeyiş proletaryanın yokluğundan mı ileri geliyordu? Hayır. O 'haleti ruhiye'nin anlamı şu idi: Türkiye'de elbet te bir işçi sınıfı vardı; fakat, bu sınıf nedense henüz 'sınıfın kendisi' olarak konuyor: ve sırf bir 'ekonomi faktörü' farz ediliyordu. (...) Bu yüzden, 1928- 9 yıllarına değin Türkiye proletaryası 'sınıf kendisi için' çağına ermiş bir 'politika faktörü' sayılamıyordu.. (...) Lakin, Tabiat hadiseleri gibi Cemiyet hadiseleri de, az çok bir birikişten sonra sıçramalarla deyişen, kemmiyetten keyfiyete birdenbire atlayış diyalektiğine uygun birer gidiştirler. Müteveffa Serbes Fırkanın İzmir gazvesi sıralarında da böyle bir şey oldu. (...) O zamana değin keen-lem-yekun sayılan amele sınıfı, o anda, Fethi beyin İzmire basan ayağı kutluluğuna mı, böylece birdenbire, sanki 'min tarafillah' bir 'büyük işci kitlesi' oluvermişti? Gene, hayır. Ama 'nümayişçilerin kamilen amele' oluşu, o zamana kadar boyuna 'göz önünde tutul'duğu halde hiç te 'göze çarpmıyna [çarpmıyan]' bir ekonomi kemmiyetinin diyalektikçe politik bir keyfiyete geçebileceğini -en görmek istemiyen gözler için bile- besbelli etmişti. Kalıyordu, bu apansızın 'tezahür' eden fakt'ın, bu olan bitenin şuur defterine 'tescil' edilmesi" (Kıvılcımlı, 1935: 69). Tescil etmek de Hikmet Kıvılcımlı'ya düşecekti. Döneminin bu çalışkan devrimci aydını, tartışmaya son verecek bir titizlikle tescil işini, Marksizm ve Leninizmden öğrendikleri çerçevesinde yapmaya çalışacaktı. Önce bir soruya yanıt vermek gerekiyordu. Soru yine kendisine aitti: "Türkiyede sayıca nekadar amele var?". Kolay bir soru olsa da yanıtını bulmak o kadar kolay değil. Öyle de olsa, Kıvılcımlı yılmaz. Çünkü, "Bunu ararken gerçek rakamı bulmamızı güçleştiren bazı engeller veya hadiseler önümüze çıkar. Bu hadiseleri normal veya anormal, iyi veya kötü diye adlandırmanın bir yararlığı yok: 'olanlar olanlardır' " (Kıvılcımlı, 1935: 1). Veri eksikliklerine rağmen, mümkün olduğunca devletin resmi kaynaklarına dayanarak işçi sınıfını niceliksel olarak kimi özellikleri ile birlikte ortaya koymaya çalışır. Ulaştığı rakamlar çarpıcıdır. Çarpıcılık işçi sınıfı adına bir devrim gerçekleştirilmiş devrim öncesinin Rusya'sı ile yapılan karşılaştırmalarda yatmaktadır. "Türkiye'de sırf senayi amelesinin tekmil nufusa nispeti (...) "50 kişide 1 senayi işçisi" olup, bu oran "elbette ileri Avrupa senayi memleketlerine bakarak pek az bir nispettir". Avrupa için pek az olmasına azdır da Rusya için nasıldır? "1917 de zırai ve geri bir memleket olan çarlık Rusyasında 180 milyon nüfusa karşı yalnız iki milyon 9 yüz bin senayi işçisi vardı. Senayi amelesinin nüfusa nispeti 1/62 . Eğer 180 milyon nüfusu harbsonunda 142 milyona inmiş sayarsak, aynı nispet 1/52 dir" (Kıvılcımlı, 1935: 8). Öğrenmeye meraklı, "tescil"de titiz olan Kıvılcımlı'nın bu karşılaştırma ile yetinip, bundan sonra polemiğe girmesini beklemek ona büyük haksızlık olur. Bu çalışkan devrimci aydın devam ediyor, sanayi işçilerinden sonra diğer işçileri de tespite çalışıyor. Bunun için de bir işçi tanımı yapması gerekiyor. Tanımı dolaylı yapıyor: "Fakat, Türkiye Proletaryası denince, hiç şüphesiz, geçimini iş gücünün satımile çıkaran bütün türkiye çalışkanları göz önüne gelir" (Kıvılcımlı, 1935: 10). Bu tanım çerçevesinde "zırai bir ülkede işçi sınıfı 'sırf senayi amelesi'nden ibaret kalmaz. Senayi proleterlerinden başka, senayi amelesi sırasında sayılmayan umum muvasala, nakliye, liman, deniz işçileri, ekincilik mahsullerinin manipülasyonunda çalışan ameleler, alelumun şehir çalışkanları ile ticaret müstahdemleri, 'esnaf' sayılan proleterler (şöförler, hamallar gibi!), nihayet ev sanayiinin adsız proleterleri ve uçsuz bucaksız zıraat göndelikcileri, ırgatlar ve ilk. İlh... vardır. Bütün bu emekci zümreleri, bir sözle, biricik proleterya ordusunu tekmilleyen bölükler ve taburlardır. Hepsinin birleşik vasıfları: doğrudan doğruya veya dolayisile bir iş verici bulup, onun emrinde ücretle çalışmakta toplanır" (Kıvılcımlı, 1935: 10). Peki, bu ücretle çalışmakta olan "çalışkanların" toplam sayısı ne kadardır? Titiz bir araştırmadan sonra eleyerek, ekleyerek ulaşılan sayı aşağıda tabloda gösterildiği gibidir. ) Bu sayıma yönelik ayrıntılı bilgiler için bakınız Kıvılcımlı, 1935: 10-32. Kıvılcımlı'nın "Bilanço"su Askari Azami Şehir proletaryası Sırf Senayi amelesi 238.000 238.000 Zirai mahsul manipla işçileri 150.000 200.000 Demir yolları işçileri 20.000 22.000 Deniz işçileri 30.000 35.000 Otomobil vs. nakliye işçileri 10.000 15.000 "Gayrı müstahsil" proleterler 150.000 200.000 598.000 720.000 Zıraat proleterleri 200.000 250.000 Umumi yekun 798.000 960.000 Kaynak: Kıvılcımlı, 1935: 32. Meraklı Kıvılcımlı, bu sayının hangi "nispete" ve bu "nispetin" de diğer ülkelerle karşılaştırıldığında neye denk geldiğini merak ediyor: "gerek köy gerekse şehir amelelerinin (800 ile 950 bin) tekmil nufus içindeki nispeti 1/14 ile 1/16 dır (14 ila 16 kişide bir kişi amele). Bu nispet dahi, senayici Batı ülkelerine bakarak, küçük görülebilir. Fakat doğuya ve zıraatçi ölkelere doğru gelinirse nispetin hiçe sayılamayacağı görülür. (...) Mesela 1924-1925 sıralarında, Lozovsky ye göre 'Rusyada 150 milyon nufusdan, zıraat ameleleri de dahil olmak üzere azami [altını biz çizdik H.K.] 8 ila 9 milyonu proleter idi: yani, zıraat amelesi ile birlikde tekmil proleterlerin nufusa nispeti 1/15 ila 1/18 oluyor (Hem de inkılabdan 7-8 yıl sonra.)" (Kıvılcımlı, 1935: 33). Böyle bir karşılaştırma da Kıvılmcılı'yı tatmin etmez. Değerlendirmelerini sürdürür. Kentlerdeki durumu da ortaya koymak ister: "şehir nüfusunda amele nispeti"nin 1/5 ila 1/6 olduğunu gösterir. Yani, "Türkiyede her 5 ila 6 şehirliden biri birisi proleterdir, geçimini iş gücünün satımı ile çıkarır. Aynı şehir nufusu içinde, sırf senayi amelesinin nispeti 1/13 (her on üç şehirlide birisi senayi amalesi)dir. Şehirde sırf senayi amelesinden maıdaki işçileri kırpa kırpa senayi amelesinin rakamına (238 bine) indirsek, bu en bedbin tahminle bile, gene her 7 şehirliden birisi amele olur" (Kıvılcımlı, 1935: 34). ) "İhsai yıllık" a göre Türkiye'nin kent nüfusu 3.305.879'dur. Kıvılcımlı'nın tespitine göre şehir proletaryası "askari" 600.000, azami 700.000'dir. Bu "amele"nin bir de ailesi vardır, o nedenle onları da hesaba katmak gerekir ki, bu durumda "amele nufusu" bulunacaktır. "Sırf indüstri amelesi nüfusu" 714.000, "şehir nufusu içindeki yüzdesi" 21.6"; "tekmil şehir proleterleri...[nüfusu] 1.950.000, "şehir nufusu içindeki yüzdesi" 59.1; "en bedbin ihlimalle [ihtimalle] şehir proleterleri [nüfusu] 1.428.000, "şehir nufusu içindeki yüzdesi" 43.2'dir (Kıvılcımlı, 1935: 36). ) Lenin'in de Rusya'da işçi sınıfının nicel varlığını ve özelliklerini ortaya koymaya çalıştığı "Birinci Rus Devriminin Önkoşulları 1894-1899" eserinde benzer değerlendirmeler yapıldığı hatırlandığında Kıvılcımlı'nın çabası daha net anlaşılmış olacaktır. Bir karşılaştırma için bakınız Lenin, 1993:294-312. Burada, Kıvılcımlı'ya yöneltilebilecek en önemli eleştiri, kent nüfusu artışı ile işçi sınıfının ve "amele nüfusunun" artışını karşılıklı olarak değerlendirmemiş olmasıdır. Ancak, eldeki verilerin sınırlılığı çerçevesinde bu eksiklik de gözardı edilebilir! Kıvılcımlı merakla işçi sınıfının özelliklerini ortaya koymaya çalışıyor. İşçilerin hangi kentlerde, bölgelerde ne derecede yoğunlaştığını araştırıyor. Ulaştığı sonuç şöyle: "Türkiyede yalnız bir vilayet (hatta bir şehir: İstanbul) tekmil Türkiye orta ve büyük sanayi iş elinin 1/4 nden fazlasını; ayrıca iki vilayet (veya şehir: Zonguldakla İzmir) de aynı iş elinin sekizde birerini ki, ikisi birden 1/4 ni içlerinde toplar: şu bakımdan Türkiyenin yalnız üç vilayetinde (İstanbul-İzmir-Zonguldakta) iş elinin yarısında epiy ziyadesi (yüzde 56 kadarı) derlenip toplanıverir" (Kıvılcımlı: 1935: 40). Bursa, Adana, Balıkesir, Mersin gibi işçilerin yoğunlaştığı diğer dört şehrin payı ise 1/5 tir. "Sınayi semti" şehirlerlerin nüfusu ile "amele sayısının nüfusa nispeti ise şöyledir: İstanbul 1/10; Adana, Cebelibereket, Mersin, İçel [Silifke] 1/10 ) Bu oran yalnız Adana işçi sayısına göredir. Şehirlerin toplam nüfusu 640 bin, Adana'daki işçi sayısı 60 bin. Sadece Adana'da işçi/ toplam nüfus oranı 60.000/227.000 = 1/4'tür.; İzmir 1/8; Zonguldak ve Ereğli kazaları 1/6 (Kıvılcımlı, 1935: 42). Kıvılcımlı, önemli bir gerçeğin altını çizme gereği duyuyor: "Türkiyenin endüstri şehirlerinde, muayyen amele mıntıkaları ve semtleri öteki mıntıka ve semtlerden gittikçe farklılaşmaktadır. İzmir, İstanbul, Ankara,Adana, ve ilah. Şehirlerinde, hususi hayat şartlarını temsil etmeğe başlıyan amele semtleri, amele mahalleleri, şehirlerin öteki semt ve mahallelerinden açıkça ayırt edilmeğe başlamıştır" (Kıvılcımlı, 1935: 43). Belediyeler aracılığı ile "amele mahallesi" kurulması girişimlerinde bulunulduğuna dikkat çektikten sonra, kendisinden bekleneceği gibi, bunun nedenini de yorumluyor: "Hele yeni yapılan veya geniş mikyasta tamire ve imara uğrıyan şehirlerde bu beledi topoğrafya adeta kendiliğinden 'asri' kılığında doğuyor. Çünkü kapital için, iş elinin istikrarı ve ihtisaslaşması bakımınca bundan daha verimli ve rasyonel bir ökonomi usulü sistemleştirilemezdi" (Kıvılcımlı: 1935: 43). Çünkü, "bu hususi temayül, daha ökonomik ve kar getirici şekilde planlaştırılmaktadır". Merakı dinmeyen Kıvılcımlı, işçilerin büyük işletmelerde ne derece yoğunlaştığını da bulmaya çalışıyor. Karanlık samanlıkta iğne aradığını bile bile. Türkiye için sağlıklı bir değerlendirme yapamayacağını anlayınca, az çok veriye ulaştığı İzmir'den hareketle bu durumu tespit etmeye çalışıyor: topluyor, çıkarıyor, bölüyor. Ama aradığı sonuca ulaşıyor, sonuç önemli: "tekmil işletmelerin % 0.43 (yüzde yarımı bile değil) tekmil amelenin % 37 sini kucağında toplar. Amerikada bütün işletmelerin % 1.1'i amelenin % 30.5 ini topluyordu. (...) Almanyada ğeniş anlamile endüstri müesseselerinin % 9 u, amelenin % 36.5 ini benimsiyordu. Demek, amelenin temerküz ve merkezileşme derecesi bakımından Türkiye en ileri endüstri memleketlerinden (Amerika ve Avrupadan) pek geri gözüküyor mu?" (Kıvılcımlı: 1935: 49). Soru, cevabı da içinde barındırıyor. Ama, bir başka ülke ile daha mutlaka karşılaştırma yapması gerekiyor. Bu da devrimin gerçekleştiği Rusya ile oluyor. "Aynı mukayeseyi bir başka ölçü ile tekrarlayalım. 1917 den önceki çarlık Rusyada 500 den fazla işci kullanan müesseseler tekmil işletmeler amelesi yekununun % 45 ini kaplıyordu. Amerikada ise bu nisbet % 33 idi. Türkiyenin Ege mıntıkasında 1929 yılınan önce nisbeten az temerküzlü endüstri kollarında yalnız yukarda andığımız 7 müessesecik için işci sayısı 560 dan yukarı idi. Bu 7 işletmenin amelesi karşılık düştüğü istihsal şubeleri amele yekununun % 37 sini tutar" (Kıvılcımlı, 1935: 48). Burada biraz zorlayarak, bir karşılaştırma yapar. Ancak eldeki veriler de bu kadarını olanaklı kılar. Bir eğilimi göstermek bakımından bu tespit başlı başına bir değer taşır. Eğilimli "temerküz ve merkezileşme derecesi bakımından" dikkate değer bir yönde gelişmektedir. Kıvılcımlı'nın aslında göstermek istediği biraz da bu eğilimdir. Öyle olduğu için açılacak ve kurulacak olan kimi işletmelerin büyüklüğüne dikkat çeker. ) Bakınız Kıvılcımlı, 1935: 50-55. Kadın ve çocuk emeğinin ucuz emek gücü olarak nasıl kullanıldığını uzun uzun açıklayan Kıvılcımlı, ) Bakınız Kıvılcımlı, 1935: 56-68. bunun "kapitalist sosyetelerde" neye yol açtığını belirtir: "1-Kadın ve çocuk işçilerin erişkin erkeklerle (karının kocası ve çocuğun babası ile) şiddetli bir rekabete girişi; 2-Aylaklığın, ihtiyat endüstri işsizleri ordusunun artışı; 3- İşin müddet ve şiddetçe ağırlaşması; 4- Frenklerin 'salaire de misere' dedikleri yoksulluk ücretlerinin 'Kuutu layemut' u bile yerine getiremeyişi ve 'mahmasa' denilen sürekli açlık; 5- Sosyal afetlerin önderi olan basil de Koh başda gelmek üzere bin bir çeşit meslek hastalıkları, sakatlıkları, illetleri; 6-Irkın ve alelumum insan dölünün bozulması, ve ilh... ilh..." (Kıvılcımlı, 1935: 68). ) Ana metnin, "Ön Son Söz"den önceki, bu son cümlesinden sonra ikinci kitabın konusunu verir: "İşçi sınıfının sosyal durumu". Ne yazık ki, hem parti içi sorunlar, hem yayınevinde yaşanan sorunlar, arkasından gelen tutuklama nedeni ile bu kitap yazılamaz. Bütün veri eksikliğine rağmen Kıvılcımlı istatistiğin görevinden yararlanmaya çalışarak, bu kitapta, Lenin'in ifadesi ile, çok yönlü bir tahlille saptanan sosyo-ekonomik ilişkileri sergileyerek, bu veriler aracılığı ekonomik gerçekliği ve sınıfsal mücadelenin olanaklılığını göstermektedir (Lenin, 1993). Ancak, kitabın yayınından kısa süre sonra parti yaklaşık on yıl sürecek bir "suskunluğa" bürünürken, 1930'ların sonunda da Kıvılcımlı'nın payına düşen ise uzun sürecek bir hapislik olmuştur. 1930'ların ilk yarısına göre hava dönmüş ve rüzgar sert esmeye başlamıştı. 1930'lu yıllarda Türkiye solunu temsil eden önemli devrimci aydınlardan olan (Küçük, 1997: 334) Doktor Hikmet Kıvılcımlı, merak duygusunu giderme ve çalışma isteğini yeni "üniversitelerinde" sürdürmeye devam etti. Ancak, emek tarihine katkıda bulunacak yeni çalışmalara imza atmadı. Bilimsel birikimi ile 1930'lu yıllarda aydınlığı genişleterek, gerçeğe daha yürekli ve daha cüretle bakabildi. ) Yalçın Küçük (1997: 346), H. Kıvılcımlı'yı değerlendirdiği bölümde Aydın Üzerine Tezler'in yazımını değerlendirirken "Bilimsel birikim, aydınlığın genişlemesidir. Aydınlığın genişlemesi, gerçeğe daha yürekli ve daha cüretle bakabilmeyi sağlıyor". Değerlendirmesini yapıyor. Kıvılcımlı'nın bu değerlendirmeyi çok hak ettiğini düşünüyorum. Kıvılcımlı'nın Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı (Birinci Kitap, Sayı, Topoğrafya, Kadın ve Çocuk) bu bilimsel birikimi ile aydınlığı genişletişinin, gerçeğe daha yürekli ve daha cesaretle bakışının şahidi olarak karşımızda duruyor. ) Kütüphanelerde de bulmanın artık zorlaştığı bu kitabın yayıncısını beklediğini söylemeye gerek var mı? KAYNAKÇA Akkaya, Y. (2002), "Türkiye'de İşçi Sınıfı ve Sendikacılık 1 (Kısa Özet)", Praksis, Sayı: 5. Akkaya, Y., (2001/2002), " Türkiye'de emek tarihinin sefaleti üzerine notlar", Toplum ve Bilim, Sayı: 91. [Çıladır] Ahmet Naim, (1934), Zonguldak Havzası (Uzun Mehmet'ten Bugüne), Hüsnü Tabiat Matbaası, İstanbul. Çıladır, S., (1977), Zonguldak Havzasında İşçi Hareketlerinin Tarihi 1848/1940, Birinci Kitap, Yer altı Maden/İş Yayınları, Ankara. Evans, R. J. (1999), Tarihin Savunusu, (Çeviren: Uygur Kocabaşoğlu), İmge Kitabevi, Ankara. Gülmez, M. (1983), Türkiye’de Çalışma İlişkileri (1936 Öncesi), TODAİE Yayını, Ankara. Karaca, E., (2001), Sosyalizm Yolunda İnadın ve Direncin Adı KIVILCIMLI, Gelenek, Tarih Dizisi 3, İstanbul. Kıvılcım[lı], H., (1935), Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı (Birinci Kitap, Sayı, Topoğrafya, Kadın ve Çocuk), Marksizm Bibliyoteği V, İstanbul. Kıvılcımlı, H., (1992a), Yol 1, Bibliotek Yayınları, İstanbul. Kıvılcımlı, H., (1992b), Yol 2, Bibliotek Yayınları, İstanbul. Korniyenko, R.P., (1967), The Labor Movement in Turkey:1918-1963,Joint Publications Research Service, Washington. Küçük, Y., (1997), Aydın ÜzerineTezler-5 (1830-1980),Tekin Yayınevi, İstanbul. Lenin, V.I., (1993), Seçme Eserler, Cilt: 1, (Çeviren: Saliha N. Kaya), İnter Yayınları, İstanbul, Makal, A. (1999), Türkiye’de Tek Parti Döneminde Çalışma İlişkileri: 1920-1946, İmge Kitabevi, Ankara. Quataert, D. (1987), Osmanlı Devleti'nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direnişi, (Çeviren: Sabri Tekay),Yurt Yayınları, Ankara. Quataert, D. (1999), Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, (Çeviren: Tansel Güney), İletişim Yayınları, İstanbul. Quataert, D.-Zurcher, E.J. (1998), (Eds.), Osmanlı'dan Cumhuriyet Türkiye'sine İşçiler 1839-1950, (Çeviren: Cahide İkiz), Ankara: İletişim Yayınları. Rozaliyev, Y. N. (1979), Türkiye'de Sınıflar ve Sınıf Mücadeleleri, (Çeviren: M. Anibal), Belge Yayınları, İstanbul. [Şanda] Hüseyin Avni, (1932), Bir Yarım Müstemleke Oluş Tarihi, İstanbul. [Şanda] Hüseyin Avni, (1935), 1908'de Ecnebi Sermayesine Karşı İlk Kalkınmalar, İstanbul. Şişmanov, D. (1978), Türkiye İşçi ve Sosyalist Hareketi (1908-1965), (Hazırlayan: Ayşe ve Ragıp Zarakolu), Belge Yayınları, İstanbul. Şnurov, A.- Rozaliyev, Y. (1970), Türkiye'de Kapitalistleşme ve Sınıf Kavgaları, (Çeviren: Güneş Bozkaya),Ant Yayınları, İstanbul. Şnurov, A. (1973), Türkiye Proleteryası, (Çeviren: Güneş Bozkaya), Yar Yayınları, İstanbul. Tayanç, T., (2002), " 'Türkiye'de emek tarihinin sefaleti üzerine notlar'a katkı", Toplum ve Bilim, Sayı: 93. Tunçay, M., (1989), 1923 Amele Birliği, BDS Yayınları,İstanbul. Tunçay, M., (1991), Türkiye'de Sol Akımlar-I (1908-1925) 1, BDS Yayınları,İstanbul. Tunçay, M., (1991), Türkiye'de Sol Akımlar-I (1908-1925) 2 (Belgeler), BDS Yayınları,İstanbul. Tunçay, M., (1992), Türkiye'de Sol Akımlar-II (1925-1936), BDS Yayınları,İstanbul. PAGE 5