AURELİUS AUGUSTİNUS’TA NEDENSELLİK
SORUNU
Hasan AYDIN
ÖZ
Aurelius Augustinus, bir ortaçağ Hıristiyan düşünürü olarak, ele alıp
incelediği hemen her sorunu Tanrı merkezli bir çerçevede inceler; nedensellik
sorununu ele alışı da öyledir. Ancak, kökleri mitolojik geleneğe ve Eski Yunan
filozoflarına değin gerilere giden tohumsu nedenler düşüncesini de gündeme getirir.
Bu düşünceyi işleyerek Hıristiyanlıkla uzlaştırmayı dener. Böylelikle onun
düşüncesinde iç içe geçmiş iki tür nedensellik anlayışı görülür. İlki, tanrısal
yaratıcılığı gündeme getiren tanrısal nedensellik, diğeri ise Tanrı’nın doğal
nesnelere yerleştirdiği tohumsu nedensellik ya da doğal nedenselliktir. O, bu iki
nedensellikten tanrısal olana daha çok vurgu yapsa da, tohumsu nedensellik
düşüncesiyle, bir doğa düzeninin olduğunu, bu düzenin yasalı bir biçimde, nedensonuç ilişkisinde işlediğini göstermeye çalışır. Doğa bilimi ile hemen hiç uğraşmamış
olan Augustinus’un, Tanrı’nın denetiminde iş gören tohumsu nedensellik anlayışı,
doğadaki düzene gönderme yaptığı, hatta bu düzenin matematiksel olduğunu
savladığı için, oldukça ilgi çekicidir. İşte bu makale, Hıristiyanlığı Yeni Platoncu
felsefe ile harmanlayarak, özgün bir teolojik-felsefi söylem geliştiren Augustinus'un
tanrısal ve doğal (tohumsu) nedensellik anlayışını, tarihsel köklerine gönderme
yaparak irdelemeyi amaçlamaktadır.
Anahtar sözcükler: Neden, Nedensellik, tohumsu nedenler, düzen, yasa.
THE PROBLEM OF CAUSALITY IN AURELIUS AUGUSTINUS
ABSTRACT
Aurelius Augustinus, as a middle age philosopher, deals with any problem
and examines it within the God-centered framework, he looks at the problem of the
causality from this perspective. However, he also mentions seminal reasons
(rationes seminales), the origins of which goes back to the myhtological tradition
and the ancient Greek philosophers. Through making it a subject, he tries
reconciling this thought with the Christianity. For this reason, two types of causality
interwoven with one another are seen in his thought. The first one of these is the
divine casuality which focuses on the divine creativity and the other one is the
seminal reasons or the natural casuality that the God placed into the natural
objects. Even though he puts more emphasis on the divine casuality than the other
one, he tries to show that there is an order of nature and this order works within the
cause and effect realtionship in the form of nature law. The seminal reason thought
of Augustinus that works under the contra of God is highly interesting, for it refers
to the order in nature and even because of the fact that he claims that this order is
mathematical. Thus this article aims to question the divine and natural (seminal)
causality thought of Augustinus, who developed an original theological philosophy
through blending the Christianity with the philosophy of the Neoplatonism by
means of referring to its historical origins.
Key words: Reason, casuality, seminal reasons, order, natural laws.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi
FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), http://flsfdergisi.com/
2018 Bahar/Spring, sayı/issue: 25, s./pp.: 1-24.
ISSN 2618-5784
Makalenin geliş tarihi: 04.12.2017
Makalenin kabul tarihi: 07.04.2018
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
Giriş:
2
Aurelius Augustinus (öl. 430), hiç kuşkusuz, Ortaçağ Hıristiyan
dünyasının, en önemli ve en etkili düşünürlerinden birisidir.1 Onun önemi,
Platon ve Yeni Platoncu felsefeden yola çıkarak, felsefe ile Hıristiyanlık
arasında ilk ciddi sentezi oluşturmasından kaynaklanmaktadır. Onun
oluşturduğu sentezin, Aristoteles ve Aristotelesçilikten yol çıkarak yeni bir
sentez oluşturan Thomas Aquinas’a değin, hemen tüm ortaçağ düşünürlerini
etkilediği görülür.2 Onun etkisi ortaçağla da sınırlı kalmamış, De Civitate Dei
(Tanrı Devleti) adlı yapıtında şüpheci felsefeyi eleştirirken, “aldanıyorsam,
demek ki varım”3 argümanıyla, modern felsefenin öncüsü sayılan,
“düşünüyorum, o halde varım”4 söylemini ileri süren René Descartes’e değin
uzanmıştır.5 Oldukça heyecanlı ve akıl-duygu gerilimi yoğun bir hayat
sürdüğü anlaşılan Augustinus’un, Confessiones (İtiraflar) adlı yapıtında
anlattıklarına bakılırsa, ruhundaki gerilimleri azaltmak için yola çıktığı
hakikat arayışında, felsefeden, Maniheizme, oradan Yeni Platonculuğa ve
nihayet Hristiyanlığa ulaştığı anlaşılmaktadır.6 Onun hakikat araştırmasında,
felsefeyle oldukça erken bir yaşta tanıştığını söylemek gerekir. Daha 18
yaşlarındayken, Cicero’nun, bugün kayıp olan Hortensius (Felsefeye Teşvik)
adlı yapıtını okumuş; yapıt aracılığıyla, peşinden koştuğu ve ruhundaki
gerilimleri dindirecek şeyin, ezeli-ebedi, ölümsüz bilgelik olduğunu fark
1 Peter Brown, Augustine of Hippo: A Biography, University of California Press,
California 2000, s. 7 vd.; W. T. Jones, Ortaçağ Düşüncesi (Batı Felsefesi Tarihi), cilt: II,
çeviren: Hakkı Hünler, Paradigma Yayınları, İstanbul 2006, s. 117 vd..
2 K. J. Howel, “Hippolu Augustinus”, çeviren: Tuğçe Aytes, Batı Geleneğinde Bilim ve Din
Tarihi içinde, ed.: Cary B. Ferngren, Say Yayınları, İstanbul 2016, s. 212.
3 O şöyle diyor. “Biz de varız, var olduğumuzu biliyoruz ve var olmaktan ve bunu
bilmekten haz duyuyoruz. (…) Ancak burada hayal gücünün aldatıcı bir imgesi
olmaksızın doğrudan kendi gücümle, var olduğumdan, bildiğimden ve varlığımı
sevdiğimden eminim. Bu doğrularla ilgili Akademiklerin (Şüphecilerin) hiçbir itirazı
benim bu güvenli konumumu sarsamaz. Onlar bana, peki ya aldanıyorsan diye karşı
çıkacaklardır. Ama eğer aldanıyorsam varım; çünkü var olmayan aldanamaz. Şu halde
eğer aldanıyorsam, demek ki, varım. Eğer aldanıyorsam varsam, var olduğuma dair
inancımda nasıl aldanmış olabilirim? Çünkü aldanıyorsam kesin olarak varım.
Aldanan bir insan olarak aldandığım halde bile varsam, var olduğuma ilişkin bilgide
asla aldanamamam.” Augustinus, The City of God, translated by: Marcus Dods, D.D., of
Glasgow, City of God and Christian Doctrines içinde, Grand Rapids, The Christian
Literature Publishing Co., New York 1890, XI.26.
4 René Descartes, Fıtri/Tabiî Işıkla Hakikatin Araştırılması (Recherche de la Verite par
la Luiere Naturelle), çeviren: Atakan Altınörs, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul
2017, s. 32-33.
5 Augustinus’un anlayışıyla Descartes’in anlayışlarının bir karşılaştırması için bkz.
Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi (Plotinus, Yeni Platonculuk ve Erken Dönem
Hıristiyan Felsefesi), cilt: 5, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010, s. 382384.
6 Augustinus, İtiraflar, çeviren: Dominik Pamir, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2007, s. 37
vd.
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
etmiştir.7 Latin dili ve edebiyatı, Latin klasiklerine yönelik eğitimini
tamamladığı 20’li yaşlarda, zihnini meşgul eden kötülük sorununa
Maniheizmin doğru bir yanıt verdiğini düşünerek Maniheist cemaatine
katılmıştır.8 Onun 25’li yaşlarda, Aristoteles’in Kategoriler’ini okuduğu ve
ondan fazla etkilenmediği anlaşılmaktadır.9
Felsefi ilgisi, onu, Milano’da Platoncu diye nitelediği bazı Yeni
Platoncuların, yani Victorinus tarafından Latinceye çevrilmiş olan Plotinus ve
Iamlichus’un eserleriyle karşılaştırır.10 Yeni Platonculukla tanışmak onun
hayatında önemli bir dönüm noktası oluşturur. Yeni Platonculuk ona, uzun
süredir yanıtını aradığı kötülüğün, ontolojik bir varlığının bulunmadığını11 ve
Tanrı’nın cisim olmayıp, aşkın bir varlık olduğunu öğretir.12 Ancak Yeni
Platonculukta ruhun ebedi kurtuluşuna ilişkin aradığını bulamaz; böylece
aslında çocukluktan beri annesi aracılığıyla tanıdığı, ama yavan bulduğu için
bir türlü yönelmediği Hıristiyanlığı incelemeye ve Yeni Platonculukla
Hıristiyan öğretiyi karşılaştırmaya başlar.13 O, ruhsal dinginliği aradığı ve
kurtuluşa özlem duyduğu için Hıristiyanlıkta karar kılar.14 Ancak felsefe ile
içli dışlı olması, onu, iman-akıl, din-felsefe ilişkisi sorunsalında kilise
babalarında karşılaştığımız, iman lehine aklı ve felsefeyi dışlayan yaklaşımın
karşısında gelişen imanla aklın, dinle felsefenin uzlaştırılabileceği tezine
yönlendirir.15 Böylece Hıristiyanlıkla, Yeni Platoncu felsefe arasında bir
senteze yönelen kendi öğretisini oluşturur.16
Bu sentezin ana ilgisi, anlaşıldığı kadarıyla, Tanrı ve insandır.17
Dolayısıyla onun ilgi alanında Eski Yunan doğa filozoflarında olduğu gibi,
doğrudan “doğa” ya da “şeylerin doğası” sorununun yer aldığını söylemek
mümkün değildir. Bu yönüyle bir Hristiyan için doğa bilimleri konusundaki
Augustinus, İtiraflar, s. 55-56.
Augustinus, İtiraflar, s. 57, 141-145.
9 Augustinus, İtiraflar, s. 88-90.
10 Çotuksöken ve Babür şöyle diyor: “Antikçağ kültürü ile beslenen Augustinus,
Varro’dan, Novem disciplinarum libri’iyi [Dokuz Bilim Kitabı], De principiis
numerrum’u [Rakamların İlkeleri Üzerine], De aritmetica’yı [Sayı Bilgisi Üzerine];
Cicero’dan Hortensius dışında, Academica’yı; genellikle de çevirilerinden, Platon’u,
Aristoteles’i, Epikuros’u, Stoacıları, Kuşkucuları, Plotinus’u ve Iambilikos’u
okumuştur.” Betül Çotuksöken-Saffet Babür, Metinlerle Ortaçağda Felsefe, Kabalcı
Yayınları, İstanbul 2000, s. 69.
11 Augustinus, İstencin Özgür Tercihi Üzerine, çeviren: Metin Topuz, Say Yayınları,
İstanbul 2015, s. 7 vd.
12 Augustinus, İtiraflar, s. 150-152.
13 Augustinus, İtiraflar, s. 150-162.
14 Augustinus, İtiraflar, s. 117 vd.
15 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, s. 365-379.
16 Cemal Güzel, “Aurelius Augustinus’un Varlık ile Bilgi Kavramları”, Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 19, sayı: 2, 2002, s. 143-144.
17 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, cilt: 5, s. 401-424.
7
8
3
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
4
cahilliğin bir problem oluşturmayacağını savunduğu bile söylenebilir.18 Doğa,
onun söyleminde, araçsaldır; daha çok Tanrı’nın yaratısı ve göstergesi olarak,
Tanrı-evren ilişkisi, Tanrı’nın inayeti bağlamında gündeme gelir. 19 Nitekim
onun Enchiridion de Fide, Spe et Charitate liber unus (İnanç, Umut ve Sevgi
Üzerine El Kitabı) adlı yapıtta söylediklerine bakılırsa, ‘dinsel konularda bir
Hristiyan’ın neye inanması gerektiği sorulduğunda, bunun yanıtı,
Yunanlıların fizikçiler diye adlandırdığı kimseler gibi, şeylerin doğasını
(rerum natura) açıklamak için araştırma yapmanın kastedilmediği
söylenmelidir. Hıristiyanların, doğanın temel unsurları ve özellikleri ya da
hareket, sayı, düzen ve yıldızlardaki sapma, göklerin haritası, hayvanların,
bitkilerin, taşların, derelerin, nehirlerin, dağların doğası ve türleri; uzay ve
zamanın bölümleri, yaklaşan fırtınanın belirtileri, sayısız diğer fiziksel şeyler
hakkında bilgisiz olmaktan sıkıntı duymalarına gerek yoktur. Hıristiyan için,
ister gökte ister yeryüzünde olsun, ister görülür ister görülmez olsun,
yaratılmış olan her şeyin nedeninin, hakiki ve bir olan yaratıcının iyiliği
olduğunu (goodness of the creator) bilmek yeterlidir. Dahası, Hristiyan hiçbir
şeyin Tanrı’nın inayeti olmadan var olmayacağına, her şeyin ondan geldiğine
ve Tanrı’nın Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olmak üzere üçlü birlik olduğuna
inanmak zorundadır.20
Bu söylemden de sezileceği gibi, Augustinus’ta, ayrıntılı bir doğa ve
nedensellik çözümlemesinin olmadığını peşinen söylemek gerekir. Bu
yüzden, onun nedensellik tasarımını, Tanrı-evren ilişkisi ve yaratma
sorunsallarını irdelerken gündeme getirdiği bazı pasajlardan, dağınık
ifadelerinden yola çıkarak oluşturmak ve yeniden kurgulamak
gerekmektedir. Kuşkusuz böylesi bir kurgunun, odak noktasının Tanrı
olacağı açıktır21; çünkü Augustinus, ortaçağın genel eğilimine uyarak hemen
her konuya öncelikle Tanrı-merkezli bir bakışla yaklaşmaktadır.22 Dolayısıyla
onun oluşturduğu Tanrı tasavvuru, nedensellik anlayışını, evrene ve
evrendeki olgu ve olaylara bakışını köktenci bir biçimde belirlemektedir.
Hatta bu bakışın, onun felsefe tasavvurunu bile kuşattığı söylenebilir. Nitekim
18 Augustinus, İtiraflar, s. 253; David C. Lindberg, “Erken Hıristiyanlık Döneminde
Doğaya Bakış”, çeviren: Kahraman İpekdal, Batı Geleneğinde Bilim ve Din Tarihi içinde,
editör: Gary B. Ferngren, Say Yayınları, İstanbul 2016, s. 372-373.
19 Augustinus’a göre, doğal olaylar, bilgisi daha yüksek amaçlara hizmet ettiği ölçüce
değer ve meşruiyet kazanır. Bu amaçların en önemlisi kutsal kitabın yorumlanmasıdır.
Augustinus, On Cristian Doctrine, translated by: D. W. Robertson Jr, İndianapolis,
Bobbs-Merrill 1976, s. 74.
20 Augustinus, Confessions and Enchiridion, translated by: A. C. Outler, Westminister,
Philadelphia 1955, s. 341-342.
21 Zeki Özcan, Agustinus’ta Tanrı ve Yaratma, Alfa Basım Yayım, İstanbul 1999, s. 41
vd.
22 Etienne Gilson şöyle der: “Nasıl tasavvur edilirse edilsin, evrenle ilgili her tür
Hıristiyan kavramının Tanrı merkezli (theo-centric) olduğu tamamıyla doğrudur.”
Etienne Gilson, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, çeviren: Şamil Öçal, Açılım Kitap, İstanbul
2005, s. 106.
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
ona göre felsefe, kelime anlamıyla ‘bilgelik sevgisidir; hakiki bilgelik her şeyin
yaratıcısı olan Tanrı olduğuna göre, felsefe tanrısal bir araştırma, filozof da,
tanrı sever kişi olmak durumundadır.’23 Bu yüzden onun doğal nedensellik
anlayışını anlamak için önce teolojik bir sorun olan Tanrı tasavvurunu
çözümlemek, bu tasavvur ışığında Tanrı-evren ilişkisini ve yaratmayı nasıl
ele aldığını göstermek ve son olarak da, doğanın işleyişine ilişkin
söylemlerine yönelmek gerekmektedir.
Tanrı: Yaratma ve Tanrısal Nedensellik
Augustinus’un oluşturduğu Tanrı tasavvuru, Yeni Platoncuların Bir’i
(Hen) ile Hıristiyanlığın üçlü birlik olan Tanrı’sının sentezine dayanır. Ancak
Hıristiyanlık ruhu ağır basar. O, Yeni Platoncular gibi sudûrdan (emanation)
yana değil, yoktan yaratmadan (creatio ex nihilo) yana tavır alır ve düşünce
sisteminin odağına oturttuğu üçlü birlik olan Tanrı’yı (Baba, Oğul ve Kutsal
Ruh), evrenin “özgür-mutlak yaratıcı nedeni” olarak görür.24 Sisteminin
temeline oturttuğu “yaratıcı-yaratılan ikiliği”, ontolojik anlamda onu, Tanrı
ile evren arasında köklü bir ayrım yapmaya yönlendirir. Bu ayrıma
bakıldığında, Tanrı’nın hakiki, değişmez, sırf iyilik, sırf varlık ve ezeli-ebedi
olan; yaratılmış varlıklar toplamı olan evrenin ise, özü itibarıyla ele
alındığında varolmayan ya da varlıkla yokluk arasında olan; sürekli değişen,
sürekli yenilenen varlık alanı şeklinde konumlandırıldığı görülür.25 Yine sırf
hakiki varlık olan Tanrı’da öz ve varlık arasında ayrım olmamasına karşın,
yaratılmış evrendeki şeylerde öz ve varlık ayrıdır.26 Bu onlara hem varlığın
hem de özün bir başkası tarafından verildiğini göstermektedir. Tanrı, nedeni
bulunmadığı için bir ve yalın iken nedenli olan evren çokluktur.27 Bu
saptamalarıyla Augustinus, aslında Platon ve Yeni Platoncuların kendisinde
hiç bir değişimin bulunmadığı idealar ve sürekli değişim ve dönüşümün
bulunduğu oluş dünyası ayrımının yerine, kendisinde hiçbir değişmenin
olmadığı “nedensiz Tanrı” ve her türlü değişimin yer aldığı “nedenli
yaratılmış varlıklar” ayrımına geçiş yapmış, böylelikle Platoncu ayrımı
Hıristiyanlığa uyarlamıştır.28 Ontolojik anlamda yaptığı bu ayrımla o, temel
sorununu da saptamış olmaktadır. Temel sorun şudur: Değişmeyen varlık,
Augustinus, İtiraflar, s. 55-56; Augustine, City of God, VIII. 9. 10.
Augustinus, İtiraflar, s. 268 vd.; Augustine, City of God, XI. 10; Augustine, On Trinity
(Books 8-15), translated by: S. Mckenna, Cabridge University Press, Cabridge 2002, s.
3 vd.
25 Cemal Güzel, “Aurelius Augustinus’un Varlık ile Bilgi Kavramları”, s. 144-145.
26 Augustinus’un Tanrı tasarımıyla ilgili olarak bkz. Anthony Kenny, Medieval
Philosophy, Clarendon Press, Oxford 2005, s. 278-283.
27 Augustinus, İtiraflar, s. 80 vd.; 328 vd.; Augustine, City of God, s. XI. 10 vd.; Zeki
Özcan, Agustinus’ta Tanrı ve Yaratma, s. 56 vd..
28 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, cilt: 5, s. 390.
23
24
5
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
yani Tanrı, değişen varlığı, yani evreni niçin ve nasıl yaratmış; bir diğer
deyişle, çok olan bir olandan niçin ve nasıl meydana gelmiştir?
Bu soru doğrudan bizi, evrenin yaratılışı sorununa iletmektedir. O bu
sorunu yanıtlarken, Tanrı’nın özüyle bir ve aynı olan niteliklerinden hareket
eder.29 Bu nitelikler, onun Tanrı-evren ilişkisini nasıl kurguladığını görmek
bakımından yaşamsaldır. Onun Tanrı’yı verdiği nitelikleri, Ahmet Arslan’ın da
kaydettiği gibi, üç grupta toplamak olasıdır:
İlk grupta, varlık, değişmezlik, öncesizlik-sonrasızlık, birlik, basitlik,
gayri maddîlik gibi Yeni Platoncu felsefi söylemde de dile gelen tümüyle soyut
ve metafizik nitelikler yer almaktadır. Bu nitelikler Tanrı’yı tümüyle aşkın bir
varlık kılmaktadır.
İkinci grupta, akıl, bilgelik, saf iyilik, güzellik gibi estetik ve ahlaki
nitelikler yer alır.
6
Üçüncü grupta ise, daha çok Hıristiyanlığın etkisiyle gündeme gelen,
irade, bağışlanma, inayet, sevgi, şefkat, hatta öfke, nefret ve intikamcılık gibi
tümüyle insani, tümüyle psikolojik özellikler gündeme gelmektedir. 30
Bu son özellikler büyük ölçüde antropomorfist (insanbiçimci) bir
karakter taşımaktadır. Augustinus’un Tanrı’ya yüklediği ikinci ve üçüncü tür
nitelikler, birinci tür niteliklerle aşkınlaştırdığı, evrene yabancılaştırdığı
Tanrı’yı, evreni yaratan ve müdahale eden, etkin bir varlık konumuna
sokmaktadır. Nitekim o, Confessiones (İtiraflar) adlı yapıtında Tanrı’nın
niteliklerine değindiği bir pasajda şöyle der:
“Tanrım sen çok yücesin, çok güçlüsün, her şeye kadirsin, çok
merhametlisin ve çok adilsin, görünmeyensin ve her yerde hazır
bulunansın. Çok kudretlisin, yenilenmeden, eskimeden,
gençleşmeden, yaşlanmadan her şeyi yenileyen, aynı zamanda,
kendini beğenmişlerin güçlerini ve diriliklerini onlara fark
ettirmeden yok edensin. Her daim faalsin, her daim sonsuz bir
huzur içindesin; hiçbir şeye gereksinim duymadığın halde
ürünlerini toplarsın. Bizi destekleyensin, bizi ruhunla dolduran
ve koruyansın. Bizi yeniden yaratan, kelamla besleyen,
kusursuzlaştıran sensin. Kaybolmuş olan bizleri, -sanki bizleri
bulmakta bir kazancın varmış gibi- arıyorsun. Seviyorsun tanrım,
ama tutkuyla ve huzursuzluğa kapılmadan. Kıskanıyorsun
tanrım, ama kıskançlığın getirdiği kaygılardan uzak olarak;
pişmanlık duyuyorsun ama kedere düşmeden. Planlarını ve
Tanrısal nitelikler için bkz. Augustinus, İtiraflar, s. 15-16; Augustine, “On Christian
Doctrine”, translated by: J. F. Shaw, of Londonderry, City of God and Christian Doctrines
içinde, Grand Rapids, The Christian Literature Publishing Co., New York 1890, s. 829
vd.; Augustinus, İstencin Özgür Tercihi Üzerine, s. 11;, W. T. Jones, Ortaçağ Düşüncesi,
cilt: II, s. 134-162; Zeki Özcan, Augustinus’ta Yaratma, s. 41-100.
30 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, cilt: 5, s. 389.
29
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
öğütlerini değiştirmiyorsun. Bulduğun her şeyi onu hiç
kaybetmeden kaplıyorsun. Yoksul olmadığın halde kazancı
seviyorsun. Hiç cimri değilsin, ama insanlara bahşettiğin
lütufların kullanımı konusunda duyarlısın. (…) Hiç kimse senin
olmayan şeylere sahip değil. Hiç kimseye borçlu olmadığın halde,
borçlarını ödüyorsun; sana borçlu olanların borçlarını hiçbir şey
ziyana uğramadan bağışlıyorsun. (…) Senden söz edenler ne
kadar konuşurlarsa konuşsunlar, dilsiz gibidirler.”31
Augustinus’un Tanrı hakkında konuşurken kullandığı niteliklerden
yola çıkılarak, onun Tanrı’yı kavranabilir bir varlık olarak sunduğu sonucu
çıkarılmamalıdır. O, Tanrı ile ilgili sürekli konuşsa da, özü itibarıyla onun
aklın üzerinde olduğunu düşündüğü için onun kavranamayacağını, hatta dilin
onu ifade edemeyeceğini sık sık yineler.32 Bu niteliklerden de çıkarsanacağı
gibi, sırf varlık olan aşkın Tanrı, varlıkla yokluk arasında yer alan yaratılmış
varlıkların ilk nedeni; irade ve kudretiyle onların yoktan yaratıcısı, bilgisiyle
onların düzenleyicisi, sevgi ve merhametiyle kayırıcısıdır.33 Daha açık
söylenirse, Tanrı, gerçeklik olarak şeylerin varlığının; akıl ve kelam olarak,
şeylerin hakikatinin ve kendinde iyi ve en yüksek iyi olarak şeylerdeki iyiliğin
kaynağıdır.34 Tanrı özgür iradeli bir varlık olduğu için, evreni, Yeni
Platoncuların dediği gibi, zorunlulukla var etmemiştir. Öte yandan onun
iradesi bir yaratık da değildir; her yaratıktan önce gelir. Öyleyse Tanrı’nın
iradesi onun özüyle bir ve aynıdır; özü gibi ezeli ve ebedidir. Eğer Tanrı’nın
özünden daha önce varolmayan bir şeyin doğduğu kabul edilirse, o zaman
ona gerçek anlamda ezeli ve ebedidir denilmez. Onun bir şeyden etkilenmesi,
nedeninin olması ezeli ve ebediliğe aykırıdır.35 Yine o, Yunan tanrılarında
olduğu gibi var olan madde üzerinde çalışan bir sanatçı da değildir; üzerinde
çalıştığı hiç bir nesne yoktur; her şeyi özgür iradesiyle, Kelam’ı aracılığıyla
yoktan, hiçten yaratmıştır. Augustinus bu duruma işaret ederek şöyle der:
Yer ve gök varlar. Yaratılmış olduğunu haykırıyorlar, nitekim
değişkenler, değişiyorlar. (…) Yer ve gök kendiliklerinden
yaratılmadıklarını da haykırıyorlar: Bizler yaratılmış olduğumuz
için varız; varolmadan önce yoktuk, öyleyse kendi kendimizi
yaratamayız, (diyorlar). (…) Yeri ve göğü nasıl yarattın? Böylesi
büyük bir şeyi yaratmak için hangi araçtan yararlandın? Sen,
içinde tasarladığı şekli, bir cisme başka bir cisimle şekil vererek
dışa vuran sanatçıya benzemiyorsun. Sen aklı yaratmasaydın,
sanatçının bu yeteneği nereden gelirdi? Sanatçı varolan ve
Augustinus, İtiraflar, s. 15-16.
Augustinus, İtiraflar, s. 15-16; 339.
33 Augustinus, İtiraflar, s. 269.
34 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, cilt: 5, s. 386.
35 Augustinus, İtiraflar, s. 272-273.
31
32
7
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
8
değiştirilmeye uygun toprak, tahta, altın gibi bir cisme tasarladığı
düşünceleri uygular. Ama sen bu şeyleri yaratmamış olsaydın,
onlar nasıl varolurlardı? Sanatçının vücudunu, kol ve bacaklarını
kumanda eden ruhunu, eserini yarattığı malzemeyi, dışarıda
yaratacağı şeyi içinde tasarlayan dehasını, aklından geçen
düşünceleri, maddeye geçirdiği ve yaptığını aklına ileten ve bu
içsel hakeme, eserin iyi olup olmadığını öğretmek için başvuran
duyu organlarını da sen yarattın. Bütün bu şeyler, ey evrenin
yaratıcısı, seni övüyorlar. Ama onları nasıl yarattın? Tanrım, yeri
ve göğü nasıl yarattın? Yeri ve göğü elbette ne yerde ne gökte
yarattın. Onları ne havada ne de denizde yarattın; çünkü bütün
bunlar dünyaya ait. Evreni de evrende yaratmadın, nitekim
varolması için, yaratılması için bir uzay yoktu. Elinde yeri ve göğü
yaratacak malzeme yoktu. Yapmamış olduğun ve bir şeyler
yapmak için kullanacağın bu şeyler sana nereden geldi? Bütün
bunlar sen varolduğun için varlar demekten başka söz kalmıyor.
Şu halde konuştun ve her şey varoldu, bir tek sözün her şeyi
yarattı.36
Bu yaratmanın zamanda olduğu söylenebilir mi? Augustinus, evrenin
ne zaman yaratıldığı, Tanrı’nın yaratmadan önce ne iş yaptığı, evreni
yaratırken iradesinin değişip değişmediği, evreni niçin yarattığı gibi soruları
fazla ciddiye almaz.37 Bu nedensiz değildir; ona göre, evren yaratılmadan
önce Tanrı’nın dışında hiçbir şey, dolayısıyla zaman da yoktur; zaman yoksa
önce ve sonra da yoktur. Onun deyişiyle, dünyadan önce zaman yoktur; dünya
zamanda değil, zamanla birlikte yaratılmıştır; çünkü hareket, dünya ile
birlikte var edilmiştir; eğer dünyadan önce sonsuz bir zamanın varlığı kabul
edilirse, dünyanın dışına uzanan sonsuz bir uzayın da varlığı kabul edilmek
zorundadır.38 Tanrı evreni yaratmadan önce zaman olmadığı için, Tanrı’nın
evreni yaratmadığı dönemde ne iş yaptığı sorusu da anlamsızdır. Tanrı’nın
evreni yaratmayı istemesi, onun zihninde değişim olduğu anlamına da
gelmez; çünkü zamanın da yaratıcısı olan Tanrı, zaman dışıdır, bu yüzden
istemesi de ezelidir. Bu isteme, onun özünde, iradesinde herhangi bir
değişiklik yapmaz.39 Şu halde evren Augustinus’a göre, Tanrı’nın ezeli özgür
iradesi doğrultusunda, zaman içinde yoktan var edilmiştir. Bu var etmenin
tesadüfî olduğu da söylenmez; çünkü Tanrı bilgi sahibidir. O şöyle der:
“Tanrı’nın bilgisi, hiçbir değişmeye müsait değildir. Bu bilgi,
olmuş, olan veya olacak olanlarla ilgili farklı izlenimlere sahip
Augustinus, İtiraflar, s. 268-269.
Augustinus, İtiraflar, s. 272-274.
38 Augustinus, İtiraflar, 274; Augustine, City of God, XI. 3 vd..
39 Augustinus, İtiraflar, s. 272 vd.
36
37
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
değildir. (…) O her şeyi değişmezlik içinde görür. Zamanın
meydana getirdiği her şey, yani henüz var olmayan gelecek, şu
anda var olan şimdi ve artık var olmayan geçmiş, hiçbir şey onun
ezeli ve ebediliğinden kaçamaz. (…) Madde dışı bakışı altında
onun bildiği her şey şimdidir. Tanrı zamanı da zamandan
bağımsız bir bilgiyle bilir, tıpkı, zamansal şeyleri zamansal
hareketle aykırı olan bir hareketle hareket ettirdiği gibi.” 40
Şu halde evren Tanrı’nın iradesiyle bir ve aynı olan akıl, bilgelik ve
hikmetin bir ürünü olarak geçekleşmiştir. O, bilgeliğiyle her şeyi ölçüyle,
sayıyla, yasayla ve ağırlıkla yaratmıştır.41 Evrendeki ‘tüm düzen, tüm ölçü ve
tüm formlar’ ondan kaynaklanır.42 Çünkü tek bir saç teli bile bilgi ve iradenin
dışında değildir.43 Bilgelik ve inayeti, her şeyin iyi olmasını sağlamıştır; zaten
kötülüğün ne Tanrı ile bir ilişkisi ne de ontik bir varlığı mevcuttur.44 Tanrı
hiçbir şeyi bilgisiz yapmamıştır. Onun bilgisi, evrende başlangıçta var olan ve
daha sonra meydana gelecek olan bütün mümkün varlıkların ezeli-ebedi, önörneklerini (arketiplerini), akılsal formlarını, idealarını içermektedir. Sanatçı
bile bir şeyi bilgisizce yapmazken, Tanrı’nın şeyleri bilgisiz yaptığı nasıl
söylenebilir?45 Nasıl ki mimari bir yapıyı oluşturacak olan usta, işini
yapmadan önce bir model, bir örnek tasarlarsa, bunun gibi, evreni
yaratmadan önce Tanrı da, geniş bir plan içinde evreni tasarlamıştır.46 Eğer
Tanrı her şeyi bilerek ve tasarlayarak yapmışsa, kuşkusuz bildiği ve
tasarladığı şeyi yapmıştır. Bundan şu sonuç çıkmaktadır: Eğer dünya var
olmamış olsaydı, biz dünyayı bilemezdik; ama eğer Tanrı onu bilmiyor
olsaydı, dünya meydana gelmezdi.47 Tanrı’nın dünyayı bilmesi, bundan ötürü
yaratması, dünyanın zorunluluktan kaynaklandığı anlamına gelmez.
Klasik deyişle söylersek Augustinus’a göre, Tanrı evrenin, “etkin
nedeni”, “ilk nedeni”; “üst nedeni”dir. Fakat o, Aristoteles’in hareket etmeyen
ilk hareket ettirici (to proton kinoun akineton) nedenine benzemez. Çünkü
zorunlulukla iş görmez. Tanrı tüm nedenleri kendinde toplar, tanır ve keyfi
olarak düzenler. Onun yarattığı şeye nispetle hâkimiyeti mutlaktır.48 Ancak
bu neden olma aracılıdır. Tanrı’nın bu yaratmasında Kelam’ının da işlevsel
olduğunu söylemek gerekmektedir.49 Tanrı Kelam’ı aracılığıyla, öncesiz
Augustine, City of God, XI. 21.
Augustinus, İtiraflar, 97; Augustine, City of God, XI. 31.
42 Augustine, City of God, XI. 15. 16; Augustine, Order (De Ordine), translated by: Sivano
Borruso, St. Augustine’s Press, Indiana 2007, I. 1. 2.
43 Augustinus, İtiraflar, s. 85.
44 Augustinus, İstencin Özgür Tercihi Üzerine, s. 7-8.
45 Augustinus, İtiraflar, s. 269.
46 Betül Çotuksöken-Saffet Babür, Metinlerle Ortaçağda Felsefe, s. 74.
47 Augustine, City of God, XI. 10.
48 Etienne Gilson, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, s. 136.
49 Augustinus, İtiraflar, s. 84.
40
41
9
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
bilgisindeki örneklere, onlarda bulunan yasa, ölçü ve sayılara göre, evrenin
ve evrende yer alacak olan tüm varlık ve olayların var olmasını istemiş,
emretmiş; onlar da eş zamanlı olarak bir defada hiçten (ex nihilo) var
olmuştur.50 Yaratmasının bir nedeni ve gayesi de yoktur; bu konuda neden
sorusu anlamsızdır. O şöyle der:
“Her yaratığın sorduğu soru şudur: Evren kim tarafından nasıl ve
niçin yaratılmıştır? Yaratan olsun diyen Kelam’ın Babası’dır.
Yaratılan Baba böyle söylediğinden Kelam aracılığıyla var
edilmiştir. Yaratılanın yaratılma nedeni, Tanrı’nın onun iyi
olduğunu görmesidir. Bu, tanrısal eserin nedeninde, bir
zorunluluk, bir eksiklik ya da bir ihtiyaç olmayıp sadece iyilik
olduğunun açık bir kanıtıdır.”51
10
Bu nedenle, Augustinus’a göre, Tanrı’nın eylemlerinin aşkın bir
gayeye bağlı bulunduğu söylenemez; çünkü tüm gaye ve araçlara varlık veren
odur. O her şeyi sırf iyiliği ve cömertliği yüzünden yaratmıştır; ancak yarattığı
her şey uyumludur, ölçülüdür ve yarattığı şeylerin amaçlarına uygundur. Her
şey Tanrı’dadır, Tanrı aracılığıyla ve Tanrı için var olur.52
Augustinus, kendi yaratma anlayışının kimi unsurlarının, Tevrat’ta
gündeme gelen ‘altı günde yaratma’ ve ‘başlangıçta yer ve göğün yaratıldığı’
deyişlerinin zahiriyle çeliştiğinin farkındadır. En azından Tevrat’ta açıkça
hiçten yaratmadan söz edilmediği gibi yaratmanın zaman içinde, yani öncelik
ve sonralık düzeni içinde gerçekleştiğinin ifade edildiği açıktır. 53 Ayrıca
Tevrat’ta ilk yaratılan şeyin “yer ve gök” olduğu söylenmektedir. Augustinus,
kendi yaratma anlayışıyla Tevrat’ın yaratma anlayışını uzlaştırmak için,
Tevrat’taki yaratılış öyküsünü gerçek olarak alamayacağımızı, onları mecazi
olarak anlamak gerektiğini ileri sürmektedir. Hatta Musa’nın ‘başlangıçta yeri
ve göğü yarattı’ ifadesini belli bir şeyi düşünerek yazdığını sanmadığını
söylemekte; ne düşündüğünü kestiremeyeceğimizi belirtmektedir. Belki de
Musa, ‘başlangıçta’ ifadesiyle evrenin bir defada eş zamanlı olarak toptan
Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), translated: J. H.
Taylor, Newman Press, New York, 1982, 5. 23. 45; Saint Augustinus, İtiraflar, s. 308
vd..
51 Augustine, City of God, XI. 24.
52 Augustinus, İtiraflar, s. 14.
53 Tevrat’ta, yoktan yaratılışa kanıt olarak gösterilen tek deyiş, “Tanrı, ‘ışık olsun’ diye
buyurdu ve ışık oldu” (Yaratılış, 1, 3) deyişidir. Ancak bunun yoktan yaratma (creatio
ex nihilo) anlamına gelmediği açıktır; zira bağlama bakıldığında, bu deyişten önce,
“başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı; yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin
karanlıklarla kaplıydı. Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu” (Yaratılış, 1,
1-2), denilmektedir. Yani başlangıçta sırf yokluktan hiç söz edilmemektedir. Zaten
“ışık olsun” buyruğu da, “ışığa ‘gündüz’, karanlığa ‘gece’ adını verdi; akşam oldu, sabah
oldu ve ilk gün oluştu” (Yaratılış, 1, 5) deyişine bakılırsa, yerin ve güneşin daha
önceden var olmasını gerektirmektedir.
50
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
yaratılışını kastetmiş olabilir. Yine o, ‘yer ve gök’ sözcükleriyle şekil bulmuş
ve kusursuz hale gelmiş tinsel ve maddi evreni değil de, henüz ‘şekilsiz ve
taslak halindeki tinsel ve maddi evreni’ kastetmiş olabilir demektedir.54
Augustinus, bunun dışında farklı yorum olanaklarından söz etse de, söz
konusu ayetleri, Tanrı’nın her şeyi, yer ve gökle özdeşleştirdiği hiçlik
mertebesinde olan maddede eş zamanlı olarak bir defada yarattığı savı
lehinde yorumlamaya çalışmaktadır. 55 Tanrı evreni eş zamanlı olarak bir
defada tümüyle yaratmakla kalmamış, onları yaratırken, onların içine
nedensel ilkeler (rationes causales) ya da tohumsu ilkeler (rationes
seminales) de yerleştirmiştir.56 O, bu düşüncesini, De Trinity (Kutsal Üçleme)
adlı yapıtının, ‘her şeyin ilk nedeni Tanrı’dır’ adlı bölümde biraz
detaylandırarak şöyle der:
“Yaratıkları içeriden, tüm nedensel ilişkiler ağının en üstünden
(highest turning-point of causation) varlığa getirmek ve
yönetmek başkadır ve bunu yapan ancak yaratıcı olan Tanrı’dır;
onları şu veya bu zamanda, şu veya bu biçimde meydana getirmek
üzere Tanrı tarafından bahşedilen güçleri ve yetileri (faculties)
kullanmak, uygulamak başka bir şeydir. Çünkü her şey
başlangıçta (eş zamanlı olarak bir defada) yaratılmış; güç ve
yetiler, yaratılan şeylerin unsurlarının dokusuna yerleştirilmiştir.
Ancak bu şeyler uygun koşullar oluştuğunda açığa çıkarlar.
Bebeğini karnında taşıyan genç bir anne gibi, dünya, varlığa
gelecek olan şeylerin nedenini içinde taşır. Ancak bu şeyler,
kendisinde doğuşun, ölümün, başlangıcın ve bitimin olmadığı en
yüksek öz tarafından yaratılmıştır.”57
Augustinus’un Tanrı’yı ‘yarattığı şeyleri yeniden yaratan’58 şeklindeki
nitelemesinden de anlaşılacağı gibi, ona göre, yaratma, iki aşamalı bir
süreçtir:
İlk yaratma, eş zamanlı olarak bir defada olmuş ve bitmiştir; bu
yaratma her şeyi öz olarak içeren taslak ya da gizil haldeki bir yaratmadır.59
Augustinus, İtiraflar, s. 314.
Augustinus, İtiraflar, s. 295 vd.
56 Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), 6. 14. 25-6. 17. 29
ve 9. 17. 32.
57 Augustine of Hippo, The Trinity (1-5), translated by: E. Hill, New City Press, 2003, III,
9, 16.
58 Augustinus, İtiraflar, s. 101.
59 Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), 5. 23. 45.
54
55
11
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
İkinci yaratma ise, şekilsiz ve taslak biçiminde eş zamanlı olarak
yaratılan evrenin, zaman ve mekân içinde, gizillikten (potential) edimselliğe
(actual) geçişidir.60
Şu halde, bir defada yaratılmış olan şeyler, zaman ve mekân içinde
nasıl edimselleşmektedir? Bu edimselleşmede Augustinus’un sözünü ettiği
“tohumsu nedenlerin” (rationes seminales), “nedensel ilkelerin” (rationes
causales) ya da “şeylerin dokusuna yerleştirilmiş güç ve yetilerin” (facultates)
rolü nedir? Bunu anlamak için çözümlememizi sürdürmemiz gerekmektedir.
Doğa ve Tohumsu Nedenler: Tarihsel Kökler
12
Her şeyden önce “tohumsu nedenler” (rationes seminales)
düşüncesinin, Augustinus’un icadı olmadığını belirtmek gerekir. Özellikle
“seminal” sözcüğünün, aslı olan semen’in ‘doğum, tohum ve spermle’ ilişkisi
düşünülürse, tohumsu nedenler yani rationes seminales anlayışın aslında ilk
kez mitolojik düşüncede gündeme geldiği ileri sürülebilir. Nitekim gerek
Sümer61, gerek Mısır62, gerekse Eski Yunan mitolojisinde63, evrenin oluşumu
ele alınırken eril-dişil ilişkisinin model olarak kullanıldığı, evrenin
varoluşunun üreme ilişkisiyle açıklandığını biliyoruz. Eski Yunan’da
mitos’tan logos’a, kozmogoni’den kozmoloji’ye geçiş sürecinde, bu anlayışın
akılsal bir düzlemde yeniden üretildiğini görüyoruz. 64 Felsefe tarihinde
Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), 6.15. 26.
Sümer tanrılarının bir listesini veren bir tablette, adı “deniz” için kullanılan
ideogramla yazılan tanrıça Namnu, “Gök’ü ve Yer’i doğuran ana” olarak betimlenir.
Öteki mitoslardan, gökyüzünün ve yeryüzünün, başlangıçta, tabanı yer, tepesi gök
olan bir dağı oluşturdukları anlatılmaktadır. Gök, Tanrı An; Yer, tanrıça Ki olarak
kişiselleştirilmiştir; onların birleşmelerinden de hava-tanrı Enlil doğmuştur; Enlil ise
Gök ile Yer’i birbirinden ayırmış, evreni Gök’le Yer’in birbirinden hava ile ayrıldığı bir
varlık biçimine sokmuştur. Bkz. S. H. Hooke, Ortadoğu Mitolojisi (Mezopotomya, Mısır,
Filistin, Hitit, Musevi, Hıristiyan Mitosları), çeviren: Alâeddin Şenel, İmge Kitabevi,
1993, s. 25. Bir erkek olarak Enki’nin oluştaki etkinliği ve bu etkinlikte cinselliğin gücü
hakkında bkz. S. N. Kramer, Sümerlilerin Kurnaz Tanrısı Enki, çeviren: Hamide Okuyan,
Kabalcı Yayınları, İstanbul 2000, s. 56 vd..
62 Atum, sulardan çıkarak, kaos öğelerini düzene sokar; öyle ki bu metinlerde,
kendilerine düşen etkinlik alanlarında işlev gösteren tanrılar olarak görünürler.
Mitos’un piramit metinlerinden birinde, Atum, kendisini döllerken ve hava olan Şu ile
nem olan Tefnut’u üretirken gösterilir; bu çiftin birleşmesinden Yer-tanrı, yani Geb ile
Gök-tanrı yani Nut çıkar; (…) Geb ile Nut’un birleşmesinden, Osiris ile İsis yanı sıra,
Set ile Nefitis’in doğdukları bildirilerek, Heliopolis Dokuzlusu tamamlanmış olur. Bkz.
S. H. Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, s. 73.
63 Eski Yunan mitolojisinde, gerek kozmogonik, gerekse teogonik doğumlarda, aşk
(eros), doğum, döllenme, evren yumurtası gibi unsurların etkin olarak işlendiği
görülür. Hesiod, Theogony, translated by: Hugh G. Evelyn-White, Cambridge, MA.,
Harvard University Press, London 1914, 115 vd.; Robert Graves, Yunan Mitleri
(Tanrılar, Kahramanlar, Söylenceler), çeviren: Uğur Akpur, Say Yayınları, İstanbul
2010, s. 27-36.
64 Hasan Aydın, Mitos’tan Logos’a Eski Yunan Felsefesinde Aşk, Bilim ve Gelecek
Kitaplığı, İstanbul 2013, s. 45-50.
60
61
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
tohumsu nedenler düşüncesinin ilkin Anaksimandros’ta gündeme geldiği; bu
kavramın, Anaksagoras, Demokritos, Aristoteles, Stoacılar, Yeni Platoncular
ve Yahudi filozof Philon üzerinden kilise babalarına ulaştığı, özellikle Aziz
Basileios ve Aziz Gregorius gibi teologların bu kavrama gönderme yaptığı
biliniyor.65 Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için kavramın felsefe içindeki
tarihsel ardalanına kısaca da olsa değinmek gerekiyor.
Anlaşıldığı kadarıyla Anaksimandros, ana rahmine benzettiği
aperion’dan kozmosun doğumu sırasında, sıcakla soğuğun, bir tohumu ebedi
tözden ayırdığını ve bu tohumdan, yeri bir ağacın kabuğu gibi çepeçevre
saran bir alev küresi meydana geldiğini savunmuştur. Bu kürenin
parçalarından ise, Güneş, Ay ve yıldızlar gibi varlıklar doğmuştur.66
Anaksagoras, hava, toprak ve ateşten ibaret olan dört unsur anlayışını
değiştirerek, sonsuz sayıda hareketsiz ilk nedenler, kökenler, tohumlar,
düşüncesini ileri sürmüş67; bunların, her şeyi düzenleyen Nous’un düşünmesi
aracılığıyla edimsel hale geldiklerini savunmuştur.68 Demokritos, boşlukta
şeylerin sürekli hareket eden atomlardan oluştuğunu, bu hareketin Nous
tarafından yönetildiğini belirtmiştir. Bu yüzden, şeylerin doğaları ve
unsurların tözleri, dışsal bir güç tarafından kontrol edilir. Benzer şeyler
benzere doğru gider ve her tohumdan rastlantısal bir şey değil, örneğin zeytin
tohumundan zeytin, insan sperminden insan doğar.69 Aristoteles, maddenin
gizil halde olduğunu, bu gizilliğin içsel ve dışsal güçlerin etkisiyle edimsel
haline geldiğini ileri sürer.70 Stoacılar, aktif ve pasif maddeyi birbirinden
ayırmış, pasif maddenin içinde, ruh olarak ateşin bulunduğunu ileri
sürmüşlerdir. Maddedeki bu ruh, evrenin tohumudur; bu tohum, evrende
ortaya çıkacak tüm gelişmelerin ve değişmelerin nedenidir, özüdür. Onlara
göre ateş ya da Tanrı, pasif maddedeki hareketin, formların aktif ilkesidir. 71
İskenderiyeli Yahudi filozof Philon, Stoacıların tohumsu ilkelerinin, aşkın bir
Tanrı tarafından tasarlandığını savunmuştur. Hatta bu fikrini Tevrat’taki
yaratılışı açıklarken kullanmıştır. Fakat tohumsu nedenleri maddeyle değil,
65 Chris Gousmett, “Creation Order and Miracle According to Augustine”, Evangelical
Quarterly, 60 (1988) 3, s. 217-218; M. J. McKeough, The Meaning of the Rationes
Seminales in St Augustine, Catholic University of America Press, Washington 1926, s.
19 vd..
66 W. K. C. Guthrie, Yunan Felsefe Tarihi (Sokrates Öncesi İlk Filozoflar ve
Pythagorascılık), cilt: I, çeviren: Ergün Akça, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2001, s. 103104.
67 Wilhelm Capell, Sokrates’ten Önce Felsefe, cilt: II, çeviren: Oğuz Özügül, Kabalcı
Yayınları, İstanbul 1995, s. 20 vd.; Chris Gousmett, Creation Order and Miracle
According to Augustine, s. 218.
68 A. P. Cavendish, Early Greek Philosophy, A Critical History of Western Philosophy, New
York 1964, s. 11; Wilhelm Capell, Sokrates’ten Önce Felsefe, cilt: II, s. 31 vd..
69 Wilhelm Capell, Sokrtes’ten Önce Felsefe, cilt: II, s. 165.
70 M. J. McKeough, The Meaning of the Rationes Seminales in St Augustines, s. 20.
71 M. J. McKeough, The Meaning of the Rationes Seminales in St Augustine, s. 21.
13
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
14
maddi olmayan logos olarak Tanrı’nın kudretiyle ilişkilendirmiştir.72
Plotinus, Nous’tan çıkan dünya ruhunun, Tanrı’dan sudur ederken ona akılsal
tohumlar (logoi spermatikoi) verdiğini, bunların maddeyle birleşerek maddi
fenomenleri ürettiklerini söylemiştir.73 Yine ilk kilise babaları arasında yer
alan Aziz Basileios, evrenin altı günde yaratıldığı anlayışını yorumlarken,
Tanrı’nın yoktan yarattığı maddeye, şeyleri oluşturmak ve görevini yapmak
için gizil güçler yerleştirdiğini, şeylere Tanrı’nın doğrudan form vermediğini
savunmuştur. Ona göre tanrısal öngörü şeyleri hem varlıkta tutmakta, hem
de, maddeye yerleştirdiği tohumsu nedenleri evreni yönetmek için araç
olarak kullanmaktadır.74 Aziz Gregorius, Basileios’un aksine Tanrı’nın her
şeyi aynı anda yarattığını, dünyanın gelişim sürecini başlatmak için ona
yaratıcı bir güç verdiğini ileri sürer. Her şey, formsuz, homojen olan maddede
bir güç olarak vardır. Gregorius’un düşüncesi, logoi spermatikoi teriminde
zikredilen tasarım fikri yerine daha çok tanrısal kudret fikrini vurgular.
Maddedeki gizil güçler kendi başlarına bir şey meydana getiremezler, Tanrı
kudretiyle onları harekete geçirir ve düzen verir. Bu bakımdan Gregory'nin
düşüncesi, hem köken hem de amaç bakımından tohumsu nedenler
düşüncesine çok benzer.75
Anaksimandros, Anaksagoras, Demokritos, Stoacılar ve Yeni
Platoncularda gündeme gelen tohumsu güçler ya da nedenler, anlaşıldığı
kadarıyla doğadaki nedensel ilişkileri, doğanın kendi iç işleyişini ifade etmek
için kullanılmaktadır.76 Augustinus, felsefi gelenekteki tohumsu nedenler
düşüncesini, Basileios ve Gregorius’un yapmaya çalıştıkları gibi,
Hıristiyanlığın yaratılış anlayışı ile felsefi bir zeminde uzlaştırmaya
çalışmaktadır. Bu açıdan onun özgünlüğünü görmek için, tohumsu
nedenlerden (rationes seminales) ya da nedensel ilkelerden (rationes
causales) ne kastettiğini açıklığa kavuşturmamız gerekmektedir.
“Ratio” (neden), onun yazılarında sık tekrarlanan bir sözcüktür ve
psikolojik ve ontolojik olmak üzere iki anlamda kullanılır. Psikolojik anlamı,
iradî olarak bir nesneye yönelindiğinde, zihnin nesnelerde gördüğü (aspectus
mentis) şeyi ifade eder; işte kişi, zihninin gördüğü bu şey sayesinde
deneyimler yaşar. İnsan zihni, Tanrı’ya ve ezeli hakikatlere doğru
yöneldiğinde, gördüğü şey, üst neden (ratio superior) olarak anılır. Aşağı,
dünyevî, değişen varlıklara, yani yaratıklara yöneldiğinde, gördüğü şey, aşağı
neden (ratio inferior) olarak adlandırılır. İkinci olarak o, “ratio” (neden)
sözcüğünü, ontolojik bir anlamda kullanılır. Augustinus bununla, varlıkları
H. A. Wolfson. Philo: Foundations of Religious Philosophy in Judaism, Christianity and
Islam, Cambridge 1948, s. 343.
73 Plotinos, The Enneads, translated by: S. Mckenna, Faber and Faber, London 1966, 3.
1. 7 ve 2. 1.
74 M. J. McKeough, The Meaning of the Rationes Seminales in St Augustine, s. 22-23.
75 M. J. McKeough, The Meaning of the Rationes Seminales in St Augustine, s. 22-23.
76 Chris Gousmett, Creation Order and Miracle According to Augustine, s. 218.
72
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
düzenleyen ilkeyi, varlıkların ve eylemlerinin nedenini kasteder. Ezeli-ebedi
neden (rationes aeternae) türlerin ve bireylerin tanrısal zihindeki ön
örneklerini, modellerini ifade eder. Bu ön örnekler ya da modeller, Platon’un
ideal formlarına çok benzemektedir. Rationes seminales ise, yaşayan, gelişen,
üreyen, aktif olan şeylerin maddi unsurların yapısına Tanrı tarafından
yerleştirilmiş ilkelerdir. Bunlar zaman içinde ortaya çıkıp gelişen tüm
varlıklarda görülen tohumlardır.77 Şu halde, rationes seminales, Augustinus’a
göre, yaratılmış şeylerdeki gizil güce, olası gelişme kapasitesine işaret
etmektedir. Bunlar, anlaşıldığı kadarıyla başlangıçta gizil güç halindedirler ve
zamanı geldiklerinde edimselleşmektedirler.78
Rationes aeternae’nin, yani öncesiz ve sonrasız olan ve türlerin ve
bireylerin tanrısal zihindeki ön örneklerinin ya da modellerinin özlerinde
tohumsu nedenleri içerdiği ve şeylere neden olduğu düşünülürse,
Augustinus’ta tohumsu nedenlerin ontolojik bakımdan üç bağlamda ele
alındığı ileri sürülebilir:
İlki, idealardaki varlığıdır.
İkincisi, bu tohumsu nedenlerin, idealara benzer olarak yaratılan ve
eş zamanlı olarak her şeyin şekilsiz ya da taslak yaratılışını imleyen ilk
yaratılan şeylerdeki varlığıdır.
Üçüncüsü ise, gizil güç halinde olan evrenin zaman ve mekân içindeki
ikinci yaratılışında ortaya çıkan şeylerdeki varlığıdır.
Augustinus’a göre, tohumsu nedenler, her şeyi kuşatan tanrısal
bilgide, ezeli-ebedi idealarda içkin olarak vardır. Onun deyişiyle söylersek,
‘geçici tüm varlıkların nedeni, değişen her varlığın değişmeyen temelleri,
kendileri neden olmayan ve zamana tabi akılsız varlıkların ebedi akıllı
nedenleri Tanrı’dadır.’79 Bu haliyle, tanrısal zihindeki idealar, içinde
nesnelerin kendi ilkelerini barındırdığı ilk formlardır: forme principales.
Şeylerin kendisine bağlı olduğu yasalardır: rationes rerum. Yaratılmayı
yöneten ilkelerdir: creandi rationes. Nihayet yaratılan şeylerin nedenleridir:
cause rei creandae.80
İşte Tanrı, bu tohumsu nedenleri, zihnindeki/bilgisindeki ideaları
düşünerek, ezeli idealara benzer bir biçimde, Augustinus’un kutsal kitabı
yorumlarken yer ve gökle özdeşleştirdiği ve her şeyi gizil olarak içerdiğini
ileri sürdüğü ilk maddede ya da taslak evrende yaratmıştır. Her şey önceden
görülmüş, istenmiş ve düzenlenmiştir. Onun için tohumsu nedenler, ilk
yaratılışta, fiziksel bir varlığa sahip değildir; onlar edimsel olarak var değildir,
gizil ya da gücül durumdadır. Bireysel varlıkların türlerinde gizil olarak
The Essential Augustine, edited by: V. J. Bourke, USA 1974, s. 257.
Rowan Williams, “Creation”, Augustine Trough the Ages (An Encyclopedia), edited
by: Allan D. Fitzgerald, OSA, Cambridge 1999, s. 25-253.
79 Augustinus, İtiraflar, s. 18.
80 Etienne Gilson, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, s. 150.
77
78
15
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
içerilirler. Bu gizil güç, Tanrı'nın onların içerisinde var ettiği nedensel yeti
sayesinde zaman içinde, koşullara göre edimsel hale gelir.
16
Augustinus’un, Özdeyişler 11: 21’deki, yaratmanın “ölçüyle (in
mensure), sayıyla (et numero) ve ağırlıkla (et pondere)” olduğu söylemini
yorumlarken ileri sürdükleri de “rationes seminales” anlayışını aydınlatmak
bakımından önemlidir. O, ölçü (mensure) sözcüğünü, limit olarak
yorumlamaktadır; bununla, yaratılan şeylerin değişiminin sınırlarına
gönderme yapmaktadır. Ona göre, yaratıklardaki değişimin olasılık zinciri
belirsiz değildir. Numerus (sayı), formdur, uyumdur, orantıdır. Buna göre,
yaratılmış şeyler, bir istikrar ve dengeye sahiptir. Bunun anlamı, yaratılan
şeylerin değişen koşullara göre, kendilerini ayarlama yeteneğine sahip
olmalarıdır. Pondus ya da ordo (ağırlık), şeylerin içlerinde taşıdıkları
unsurlarla uyum içinde kendileri için uygun olan amaca doğru
yönelmeleridir. Augustinus, burada, rationes’i, sayı (numero) ile
tanımlamaktadır.81 Bu ilk bakışta anlaşılması güç bir konudur. Ancak biraz
derinlemesine bakıldığında, onun bununla kastettiği şeyin, tanrısal ideadaki
ve ilk yaratılan evrendeki tohumsu gizil güçlerin zamanı geldiğinde, edimsel
hale gelmesini; Tanrı’nın aktif olarak yaratıklardaki dengeyi ve uyumu
korumasını; tikellerdeki gizil uyumun açığa çıkmasını; tikel davranışların
uyumlu olmasını sağlamak anlamında kullandığı görülür.82
Augustinus’un tüm bu söylemlerini, Yeni Platonculuktan izler taşıyan
varlık hiyerarşisini de dikkate alarak şu şekilde özetlemek olasıdır:
a-)Tanrı: Her şeyin yoktan yaratıcısıdır.
b-) İdealar: Tanrısal bilgide ya da kelamda önceden var olan her
şeyin prototipi, ön örneği ve modelidir.
c-) Gizil güç halindeki ilk evren ya da ilk madde: Tanrı, evreni ya da
yer ve gökle özdeşleştirilen ve her şeyi gizil olarak içeren maddeyi ezeli ebedi
idealara benzer şekilde başlangıçta eş zamanlı olarak bir defada yaratmış,
onun içine gizil güç olarak tohumsu nedenleri yerleştirmiştir.
d-)Edimsel haldeki evren: Yeri ve zamanı gelince, gizllikten
edimselliğe geçen ve zaman ve mekân içindeki varlıkların çeşitli sınıflarının
ilk somut bireylerini barındıran evrendir. Bu evrendeki bireylerin hepsinde
tohumsu nedenler yer almaktadır.
Tohumsu Nedenler: Doğal Düzen ve Mucize
Buradaki asıl sorun anne karnındaki bir bebeğin zamanı geldiğinde
kendiliğinden ve doğal bir doğum yoluyla dünyaya gelmesi gibi, tohumsu
Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), 5. 7. 20.
Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), 6. 14. 25; Rowan
Williams, Creation, s. 252.
81
82
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
nedenlerini içlerinde taşıyan ve gizil halde bulunan şeylerin zamanı
geldiğinde kendiliklerinden edimsel hale gelip gelmemeleri sorunudur ki, bu
sorun Tanrı’nın mutlak iradesi ve kudreti açısından yorumlanmaya ve
değerlendirilmeye muhtaçtır. Şöyle ki, evrenin işleyişi Tanrı’dan bağımsız
mıdır; eğer öyle ise bu durum Tanrı’nın iradesi ve kudreti açısından bir sorun
oluşturmakta mıdır? Bir diğer deyişle, temel sorun, doğanın, Tanrı’nın
müdahalesi olmadan işleyip işlemediğidir. Bu konu yaşamsaldır; eğer
tohumsu nedenler, kendi başlarına iş görüyorlarsa, doğanın kendinde bir iç
işleyişi var demektir ve Tanrı bu iç işleyişe doğrudan müdahale etmez. Bu
durum, Tanrı’nın sürekli yaratıcılığını savunan teizmden kopmak ve deizme
yaklaşmak anlamına gelmektedir. Bunun doğurduğu bir diğer sorun da,
tanrısal müdahalenin dışında olan tohumsu nedenlerin, mucizeye yer
bırakmamasıdır. Bir Hıristiyan olarak Augustinus’un tohumsu nedenler ile
Tanrı’nın kudretini, yaratmasını ve Hristiyanlıkta önemli bir konu olan
mucizeyi nasıl uzlaştırdığını görmek için bu sorunlara ilişkin yanıtlarını
görmek gerekir. Kuşkusuz bu, Tanrı’nın yaratıcılığına dayanan tanrısal
nedensellikle yine nesnelere Tanrı’nın yerleştirdiği tohumsu güçlerden
kaynaklanan nedenselliğin birbirleriyle ilişkilerini tartışmak demektir. Bu
bağlamda Augustinus’a kulak vermek gerekmektedir:
“Biz öyle bir Tanrı’ya ibadet ediyoruz ki, bu Tanrı, yarattığı
doğaların (natures) hem varlıklarının başlangıç ve sonlarını hem
de hareketleri tayin eder. Nedenlerin ilkesi, bilgisi ve kontrolü
onun elindedir ve onları düzenleyen kendisidir. Yarattığı
tohumsu nedenlerin gücünü meydana getiren de odur.
Yaratıklarına akıl diye adlandırılan akıllı ruhu, konuşurken
kullandıkları konuşma yetisini bağışlayan da odur. Yine iyi
bulduğu akıllara gelecekteki olayları önceden görme, kehanette
bulunma ayrıcalığını bahşeden de odur. O, dilediğini yapar. (…)
İnsan soyunun düzeltilmesini ve cezalandırılmasını amaçlayan
savaşların başlangıcını, sürecini ve sonucunu belirleyen odur.
Yetkin doğanın unsurlarını kullanarak ateşi ve yangını yaratan,
orantılı bir biçimde yöneten odur. Bütün suları yöneten odur.
Tüm maddi ışıkların en parlağı olan Güneş’e uygun gücü ve
hareketi veren odur. (…) O, olmasa, ölümlü doğalara uygun tohum
ve gıdaları kim verebilir? (…) Toprağı yaratan, bereketli kılan
odur. (…) Sadece ilk nedenleri (principal causes) değil, ikincil
nedenleri (subsequent causes) de bilen ve düzenleyen odur. Ay’ın
yörüngesini belirleyen ve onu hareket ettiren odur. Yine yarattığı
insan zihnine doğası ve hayatın devamı için zorunlu sanatları
ilham eden odur. İnsan soyunun devamı için kadın ve erkeğin
evlenmesini takdir eden odur. (…) Bu nedenle o, her şeyi,
17
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
kendilerine uygun hareketlerini gerçekleştirmelerine
uygulamalarına izin verecek şekilde yönetir.”83
18
ve
Bu pasaj, tohumsu nedenlerin varlığını tümüyle Tanrı'nın sürekli
olan nedensel etkinliğine bağlıyormuş gibi bir izlenim uyandırmaktadır.
Augustinus’un deyişiyle söylersek, şeylerin doğası, tanrısal irade ile varolmak
zorundadır (Dei voluntas rerum necessitas est).84 Sanki Tanrı tohumsu
nedenleri ilk kez yaratmakla kalmamakta, onlar aracılığıyla şeyler üzerinde
en yüksek neden (ratio superior) olarak da iş görmektedir. Bu durumda
tohumsu nedenlerin Augustinus’un felsefesinde bir yandan yaratılışın eş
zamanlı olarak bir anda ve bir defada gerçekleştiği, diğer yandan yaratıcı ile
yaratılan arasındaki bağın tarihsel süreç içerisinde devam ettiği şeklindeki
düşüncesinin temellendirilmesinde anahtar bir kavram olarak kullanıldığı
söylenebilir.85 Tohumsu nedenler sadece Tanrı’ya değil, dışsal-doğal
koşullara, alt nedenlere (ratio inferior) de bağlıymış gibi görünmektedir.
Sözgelimi, bir tohumun bitki haline gelmesi için toprağa ekilmesi, yani bir
ekiciye ihtiyaç duyması gibi, su ve toprak gibi diğer dışsal-doğal unsurları da
gerektirmektedir. Augustinus’a göre, tohumsu nedenlerin, uygun koşullarda
faaliyet göstermeleri için düzenlemelerde bulunan da Tanrı’dır. Onlar
tanrısal iradeyle aktif hale gelirler. Tanrı dünyayı öngördüğü ve yönettiği için,
olayları o belirlemektedir.86 Dışsal-doğal koşullar eylemi teşvik eder, ancak
yönünü belirlemez.87 Şu halde hem tohumsu nedenler hem de dışsal-doğal
koşullar, Tanrı’ya bağlı hale gelmektedir.
Augustinus, bu anlayışını daha ileri bir boyuta taşıyarak, meyvenin
nedeninin ne çiftçi ne de toprak olduğunu söyler. Aynı şekilde ona göre,
çocuğu meydan getiren de anne değildir. Nasıl Roma’nın ve İskenderiye’nin
kuruluşunu işçiler veya mimarlara değil, kral Romulus ve İskender’e mal
ediyorsak, tıpkı bunun gibi bütün doğaların, nedenlerin, koşulların ve ortaya
çıkan ürünün yaratımını da Tanrı’ya mal etmeliyiz. Tanrı her şeyin üst nedeni
(ratio superior) olduğu için tohumsu nedenlerin (rationes seminales), alt
nedenlerin (ratio inferior) de varlığının nedenidir; tohumsu ve alt nedenler,
bir kralın yani Tanrı’nın emrinde çalışan işçiler gibidir.88 Bu yüzden onların
gerçek fail, kendi başlarına özne oldukları söylenemez. O şöyle der:
“Bebekken anne sütünden yararlanmışım. Annemin ve
sütannelerimin memelerini sütle doldurup, beni onların
aracılığıyla kurmuş olduğun düzen ve plana göre, sen
Augustine, The City of God, VII. 30.
Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), 5. 15. 26.
85 Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), 5. 23. 45.
86 Augustine, Order (De Ordine), I. 1-2.
87 Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), 5. 14. 25.
88 Augustine, The City of God, XII. 25.
83
84
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
besliyordun. Bana verdiğin miktardan fazlasını istemememi ve
beni besleyenlere benim için verdiğin şeyi bana zevkle
vermelerini sen sağlıyordun. Senden bolca aldıklarını doğaları
gereği bana vermek istiyorlardı. Onlardan gördüğüm iyilik
aslında onlar için de iyilikti. Bu onlardan değildi; yalnız onlar
aracılığıylaydı. Çünkü her iyilik tanrım esenliğim olan senden
gelir. Sonradan anladım ki, ben seni kendi içimde ve dışımda
rastladığım lütuflar aracılığıyla, bana kendini bildirdiğinde
tanıdım.”89
Öyle görünüyor ki, Augustinus’un düşünce sisteminde, tohumsu
nedenler, onlar aracılığıyla Tanrı’nın iş gördüğü vesile, araç, aşağı nedenlere
indirgenmiş olmaktadır. Onun öz söylemiyle, ‘Tanrı’nın bir düzen içinde, her
varlıktan bir araç gibi yararlanması’90 söz konusudur.
Tanrı, tohumsu nedenler aracılığıyla iş gördüğüne göre burada Tanrı
ile tohumsu nedenler arasındaki ilişkiye dair önemli bir sorun daha ortaya
çıkmaktadır. Bu sorun, Tanrı’nın tohumsu nedenlerin işleyişlerini ve
doğalarını değiştirip değiştiremeyeceği sorunudur. Yani Tanrı mutlak kudreti
gereği, tohumsu nedenler aracılığıyla kurduğu doğal düzeni altüst edip,
zeytin çekirdeğinden incir; insan sperminden at çıkartabilir mi? Bu soru
önemlidir, çünkü mucizevi olgulara işaret etmektedir. Augustinus’un bu
soruya verdiği yanıt pek açık değildir.91 Bazı pasajlarda, örneğin De Trinitate
(Kutsal Üçleme)’de Tanrı’nın kendi planladığı doğa düzenini bozacağı
önerisinden kaçınmak için, mucizelerin, yaratılış anında, doğa düzeninin
içine ekilmiş tohumların işlerinden ibaret olduğunu ileri sürmektedir.92 Yine
De Civitate Dei (Tanrı Devleti) adlı eserinde, Tanrı’nın yaptığı her şeyin doğal
olduğunu; yaratılmış olan her şeyin doğasının, Tanrı’nın iradesinden başka
bir şey olmadığını; Tanrı’nın iradesi doğrultusunda meydana gelen her şeyin
doğal olmasının kaçınılmaz olduğunu söylemektedir. 93 Her şey doğal ise,
doğal olan bu şeyler, tohumsu nedenler aracılığıyla, onların doğalarına uygun
olarak, belli bir düzen içinde meydana geliyorsa, bu durumda, Augustinus
mucizeyi nasıl anlamakta ve yorumlamaktadır? Çünkü biliyoruz ki,
Hıristiyanlık mucizeleri çok fazla ön plana çıkaran bir dindir; İnciller baştan
sona Hz. İsa’nın mucizeleriyle doludur. 94 Augustinus, bir Hıristiyan olarak
mucizeleri yadsımakta mıdır?
Augustinus, İtiraflar, s. 17.
Augustinus, İtiraflar, s.125.
91 Robert M. Burnes, “Mucizeler”, çeviren: Yasmina Peker, Batı Geleneğinde Bilim ve
Din Tarihi içinde, editör. Gary B. Ferngren, Say Yayınları, İstanbul 2016, s. 117.
92 Augustine, The Trinity, III. 8. 23.
93 Augustine, The City of God, X. 12; XXI. 7. 8.
94 Hıristiyan dünyasındaki mucize tartışmaları için bkz. Robert M. Burnes, Mucizeler,
s. 116-125.
89
90
19
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
Augustinus’a göre mucize aslında doğal düzenin bir parçasıdır.
Tanrı’nın evreni yokluktan yaratmasından, gökyüzünü, havayı, suyu vb.
meydana getirmesinden daha büyük bir mucize yoktur. Evrende
gözlemlediğimiz her şey aslında mucizedir. Limonu, pırlantaları, mıknatısı,
tropik meyveleri incelersek, onlarda şaşırtıcı özellikler görürüz. Bize doğaya
aykırı gibi görünen mucizeler, örneğin, Musa’nın denizi yarması, ölülerin
diriltmesi, Yeşu’nun zaferini tamamlaması için güneşin hareketini
durdurması için Tanrı’ya dua etmesi vb. nadiren gerçekleştiği için doğaya
aykırıymış gibi algılarız. Yani insan, doğanın olağan gidişine alışır ve orada
sürekli cereyan eden olayları mucize olarak görmez. Ne zaman alışmadığı
olağan dışı bir şey ortaya çıkarsa ona mucize der. Fakat bu yanlıştır; nadiren
geçekleşen olaylar da doğaya uygundur. Ama onlar nadiren gerçekleştiği için
doğaya uygun olmadıklarını düşünürüz.95 Augustinus şöyle der:
20
“(…) mucize doğaya aykırı olarak gerçekleşmez (happens not
contrary to nature); ancak bizim doğa olarak bildiğimiz şeye
aykırıdır (but contrary to what we know as nature). (…) Doğal
özellikler veya doğal dediğimiz şeyler, normal deneyimimizde
kendileriyle hep karşılaştığımız ve bundan dolayı bildiğimiz,
alıştığımız şeylerdir. Ayrıca bizim tarafımızdan en çok bilinen
şeylere sık rastlanır ve böyle oldukları için de dikkatimizi çekmez.
Onlarda bir olağanüstülük görmeyiz. Buna karşılık nadiren
karşılaştığımız şeyler, yapıları bakımından diğerlerinden farklı
olmamalarına rağmen, dikkatimizi ve hayranlığımız çeker.
Böylece nadiren rastladığımız veya o zamana kadar hiç
rastlamadığımız, dolayısıyla hiç bilmediğimiz bir olay meydana
geldiğinde bize doğaya aykırı, olağanüstü görünür.”96
Bu söylemleriyle Augustinus, mucize sorununu alışkanlık (habitus)
sorununa indirgeyerek, ontolojik bir sorun olmaktan çıkarıp epistemolojik
bir sorun haline dönüştürmüş olmaktadır. Yoksa doğada, doğanın olağan
akışını bozan (contra naturam) bir şey yoktur.97 Doğa tam bir düzen ve tam
bir mucizedir, ama mucize de düzendir.98 Kuşkusuz sorunu, mucizeyi doğaya
ve doğal düzene indirgeyerek çözmeye çalışmak, sorunu çözmekten çok
sorundan kaçmak anlamına gelmektedir. 99 Çünkü Musa’nın denizi
yarmasında, ölülerin diriltilmesinde doğanın olağan akışının tersine döndüğü
açıktır. Bu nedenle olsa gerek, Augustinus, De Genesi ad Litteram’ (Yaratılışın
95 Augustine, The City of God, X. 12; XXI. 3-8; Augustine, The Literal Meaning of Genesis
(De Genesi ad Litteram), 6. 14. 25; Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, cilt: 5, s. 339401.
96 Augustine, The City of God, XXI. 8.
97 Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), 6. 14. 25.
98 C. N. Cochrane, Christianity and Classical Culture. New York 1957, s. 443.
99 Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, cilt: 5, s. 399.
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
Literal Anlamı) adlı yapıtında, bu görüşünü biraz yumuşatarak, mucizeleri
nedenler üstü bir konuma yükseltmektedir.
“Tanrı iradesiyle önceden her nedeni belirler ama takdiri için bir
alan bırakır; dolayısıyla bu durumlar yani mucizevi olaylar, onun
iradesiyle yaratılmış nedenlere bağlı değildir.”100
Sonuç ve Değerlendirme:
Öyle görünüyor ki, St. Augustinus, Tanrı odaklı bir evren anlayışı inşa
etmiş, Tanrı’nın her şeyi yoktan yarattığı görüşünü temellendirmeye
çalışmıştır. Bunu temellendirirken, ikili bir yaratma anlayışı ortaya
koymuştur: İlki, her şeyin etkin neden (efficient cause) olan Tanrı tarafından
bir defada eş zamanlı olarak gizil ya da potansiyel olarak yaratılması, ikincisi
ise, yaratılan bu gizil evrenin tanrısal irade ve ikincil ya da tohumsu nedenler
(rationes seminales) aracılığıyla edimsel hale gelmesidir. Bu durum,
Augustinus’a göre, Tanrı’nın evreni yaratmakla kalmadığı, onu sürekli
gözettiği, tohumsu nedenler aracılığıyla sürekli faal olduğu anlamına
gelmektedir. Bu yüzden olsa gerek o, evrene baktığında, orada tanrısal lütuf
gereği, bir düzen, uyum, ölçü ve yasalılık görmektedir. Bu yönüyle onun Tanrı
tarafından yaratılan ve gözetilen evreninin “matematiksel bir düzene”,
“hiyerarşik bir yapıya” ve “tohumsu nedenlere” ya da “tohumsu ilkelere”
sahip olduğunu söylemek gerekir.
Augustinus’un evrende sözünü ettiği bu üç şeyin, yani matematiksel
düzenin, hiyerarşik yapının ve tohumsu ilkelerin felsefe tarihinde belli bir
geçmişinin bulunduğu bilinmektedir. En azından doğadaki matematiksel
düzen fikri, Pythagoras ve Platon’a; hiyerarşik yapı Platon’a ek olarak
Plotinus’a; tohumsu nedenler anlayışı ise Anaksimandros’a değin gerilere
gitmektedir. Onun özgün yanı, felsefeden ödünç aldığı bu anlayışları, dinfelsefe ilişkisi çerçevesinde Hıristiyan inancıyla uzlaştırmaya çalışmasıdır. Bu
nedenle, diğerleri gibi, tohumsu nedenler anlayışı da, felsefi gelenekten
ödünç alınmıştır ve onun tarafından Hıristiyanlığa uyarlanmıştır. Böylelikle
onun tarafından, ikili bir nedensellik anlayışı savunulmuştur:
Bir yanda Hıristiyanlığın “yaratıcı tanrısal nedensellik” anlayışı,
diğer yanda felsefi düzlemde, tohumsu nedenler aracılığıyla gündeme gelen
“doğal nedensellik” anlayışı vardır. Bu iki nedensellik anlayışının, Augustinus
tarafından, uzlaştırılması hiç de kolay olmamıştır. O, uzlaştırmasında, tanrısal
nedenselliğin baskınlığını bir Hıristiyan olarak sık sık vurgulayıp, tohumsu
nedenselliği Tanrı’nın şeyleri yönetirken kullandığı vesilelere ya da ara
nedenlere indirgese de, tohumsu nedensellik anlayışının, doğal düzene aykırı
olarak gerçekleşen mucizelerle nasıl uzlaştırılacağı konusunda kararsız
kalmış gibi görünmektedir. Bazı deyişlerine bakılırsa, mucize doğadaki
100
Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), 6. 18. 29.
21
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
gözlemlenen doğal düzenden ibaretmiş gibi bir sonuç çıkmaktadır.
Augustinus, bu bağlamda, doğal düzeni alışkanlığa indirgeyip, doğada
nadiren gerçekleşen şeylere mucize dediğimizi söylemeye çalışmakta;
böylelikle doğa düzenini insan bilişine indirgemiş olmaktadır. Ancak o, bir
Hıristiyan olarak bu anlayışını sürdürememekte, kimi yapıtlarında, tohumsu
nedenlerin doğal düzeninin dışında, Tanrı’nın nedensiz kimi şeyler de
yaratabileceğini söylemeye yönelmektedir.
22
Augustinus gibi, doğa araştırmalarına sadece Hıristiyanlığın amacına
hizmet ettiği oranda izin veren bir düşünürün, tanrısal nedenselliğin yanında
sınırlı da olsa doğal nedenselliğe yer vermesi ve bunu temellendirmeye
çalışması gerçekten dikkate değerdir. Zira “tanrısal nedensellik” teoloji ve
metafiziğe hizmet ederken, “tohumsu nedensellik” anlayışı, Augustinus her
ne kadar hiç uğraşmamış olsa da, doğa bilimlerini kurmak için bir hareket
noktası sağlayabilecek niteliktedir. Modern bilimin serüveninin, ereksel
nedenin ya da tanrısal nedenselliğin mümkün olduğunca uzaklaştırılması ve
ikincil ya da doğal nedenselliğin ön plana çıkarılması serüveni olduğu
düşünülürse, Augustinus’un, daha ortaçağın başlarında Hristiyanlıkla
uzlaştırmaya çalıştığı tohumsu nedensellik düşüncesinin önemi daha iyi
kıvranılacaktır.
KAYNAKÇA
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
Arslan, A., İlkçağ Felsefe Tarihi (Plotinus, Yeni Platonculuk ve Erken Dönem Hıristiyan
Felsefesi), cilt: 5, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010.
Augustine, On Christian Doctrine, translated by: J. F. Shaw, of Londonderry, City of God
and Christian Doctrines içinde, Grand Rapids, The Christian Literature
Publishing Co., New York 1890.
Augustine, On Trinity (Books 8-15), translated by: S. Mckenna, Cabridge University
Press, Cabridge 2002.
Augustine, The City of God, translated by: Marcus Dods, D.D., of Glasgow, City of God
and Christian Doctrines içinde, Grand Rapids, The Christian Literature
Publishing Co., New York 1890.
Augustine, The Literal Meaning of Genesis (De Genesi ad Litteram), translated by: J. H.
Taylor, Newman Press, New York, 1982.
Augustinus, İstencin Özgür Tercihi Üzerine, çeviren: Metin Topuz, Say Yayınları,
İstanbul 2015.
Augustine, The Trinity (1-5) , translated by: E. Hill, New City Press, 2003.
Augustinus, Confessions and Enchiridion, translated by: A. C. Outler, Westminister,
Philadelphia 1955.
Augustinus, İtiraflar, çeviren: Dominik Pamir, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2007, s. 37
vd.
Augustinus, On Cristian Doctrine, translated by: D. W. Robertson Jr, İndianapolis,
Bobbs-Merrill 1976.
Augustine, Order (De Ordine), translated by: Sivano Borruso, St. Augustine’s Press,
Indiana 2007.
Aydın, H., Mitos’tan Logos’a Eski Yunan Felsefesinde Aşk, Bilim ve Gelecek Kitaplığı,
İstanbul 2013.
Brown, P., Augustine of Hippo: A Biography, University of California Press, California
2000.
Burnes, R. M., “Mucizeler”, çeviren: Yasmina Peker, Batı Geleneğinde Bilim ve Din Tarihi
içinde, editör: Gary B. Ferngren, Say Yayınları, İstanbul 2016.
Capell, W., Sokrates’ten Önce Felsefe, cilt: II, çeviren: Oğuz Özügül, Kabalcı Yayınları,
İstanbul 1995.
Cavendish, A. P., Early Greek Philosophy, A Critical History of Western Philosophy, New
York 1964.
Çotuksöken, B., - Babür S., Metinlerle Ortaçağda Felsefe, Kabalcı Yayınları, İstanbul
2000.
Descartes, R., Fıtri/Tabiî Işıkla Hakikatin Araştırılması (Recherche de la Verite par la
Luiere Naturelle), çeviren: Atakan Altınörs, Bilge Kültür Sanat Yayınları,
İstanbul 2017.
Gilson, E., Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, çeviren: Şamil Öçal, Açılım Kitap, İstanbul 2005.
Gousmett, C., “Creation Order and Miracle According to Augustine”, Evangelical
Quarterly, 60 (1988) 3, (217-237).
23
“Aurelius Augustinus’ta Nedensellik Sorunu”
Hasan AYDIN
Graves, R., Yunan Mitleri (Tanrılar, Kahramanlar, Söylenceler), çeviren: Uğur Akpur,
Say Yayınları, İstanbul 2010.
Guthrie, W. K. C., Yunan Felsefe Tarihi (Sokrates Öncesi İlk Filozoflar ve
Pythagorascılık), cilt: I, çeviren: Ergün Akça, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2001.
Güzel, C., “Aurelius Augustinus’un Varlık ile Bilgi Kavramları”, Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 19, sayı: 2, 2002, (141-151).
Hesiod, Theogony, translated by: Hugh G. Evelyn-White, Cambridge, MA., Harvard
University Press, London 1914.
Hooke, S. H., Ortadoğu Mitolojisi (Mezopotomya, Mısır, Filistin, Hitit, Musevi, Hıristiyan
Mitosları), çeviren: Alâeddin Şenel, İmge Kitabevi, 1993.
Howel, K. J., “Hippolu Augustinus”, çeviren: Tuğçe Aytes, Batı Geleneğinde Bilim ve Din
Tarihi içinde, ed.: Cary B. Ferngren, Say Yayınları, İstanbul 2016.
Jones, W. T., Ortaçağ Düşüncesi (Batı Felsefesi Tarihi), cilt: II, çeviren: Hakkı Hünler,
Paradigma Yayınları, İstanbul 2006.
Kenny, A., Medieval Philosophy, Clarendon Press, Oxford 2005.
24
Kramer, S. N., Sümerlilerin Kurnaz Tanrısı Enki, çeviren: Hamide Okuyan, Kabalcı
Yayınları, İstanbul 2000.
Lindberg, D. C., “Erken Hıristiyanlık Döneminde Doğaya Bakış”, çeviren: Kahraman
İpekdal, Batı Geleneğinde Bilim ve Din Tarihi içinde, editör. Gary B. Ferngren,
Say Yayınları, İstanbul 2016.
McKeough, M. J., The Meaning of the Rationes Seminales in St Augustine, Catholic
University of America Press, Washington 1926.
Özcan, Z., Agustinus’ta Tanrı ve Yaratma, Alfa Basım Yayım, İstanbul 1999.
Plotinos, The Enneads, translated by: S. Mckenna, Faber and Faber, London 1966.
The Essential Augustine, edited by: V. J. Bourke, USA 1974.
Williams, R., “Creation”, Augustine Trough the Ages (An Encyclopedia), edited by: Allan
D. Fitzgerald, OSA, Cambridge 1999.
Wolfson, H. A., Philo: Foundations of Religious Philosophy in Judaism, Christianity and
Islam, Cambridge 1948.