Academia.eduAcademia.edu

Mehmet Ali Aybar

Markszedeler Ders Serisi'nden. Müstesna Şâir'in (11 Mart,2 Nisan 1919) Yoğun Bakım Günleri'nde...

Mehmet Ali Aybar 1908-1995 “Sen bu Memleket’in Has Ewladı’sın, sana Ayaktakımı demek kimin Haddi’ne; Çoğunlukta olan sensin; el ele verirsen, Oyları’nı Beyler’e, Paşalar’a değil senin kurduğun,senin gibi Emekçiler’in yönettiği, seni Partin olan TİP’e verirsen Dewlet’in Başı’na sen kendin geçersin ve Emekçiler’in aşağılanmadığı horlanmadığı, İnsanca yaşadığı bir Düzen kurarsın...” Siyâsetçi, Atlet. Türk Sosyalist Hareketi’nin önde gelen İsimleri’nden. Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) Eski Lider’i. Sosyalist Devrim Partisi'nin (SDP) Kurucu Genel Başkan’ı. Âile’si: 30 dan fazla Eser’i olan, Logaritma üzerinde çalışmış Matematikçi Gelenbewî İsmâil Efendi’nin ( 1730-1790)Torun’u. Hareket Ordusu Kumandanları’ndan Artvin Doğumlu Hüseyin Hüsnü Paşa (d.1850) .Harbiye Mezun’u.. 93 Harbi’nde bulundu. Bir süre Trablusgarp Wâliliği ve Harbiye Nazırlığı (18 Ağustos 1920-21 Ekim 1920 yaptı. Milli Mücadele yanında yer aldı. Hayriye Hanım’la evlendi. Oğullar’ı Tahsin bey, Aybar’ın Baba’sı. Tahsin bey, Gelenbevi İsmail Efendi’nin Kız’ı Aliye Hanım’la evlendi. Yarbay Tahsin bey. Mustafa Kemal’in Sınıf Arkadaş’ı. Haftasonları onunla Kuzguncuk’taki Ev’e çıkarlar. Tahsin bey, Konya’daki Ali Fuat Cebesoy ile Mustafa Kemal arasında İrtibat Subay’ı olarak çalışır. Karl Detroit ( Mehmed Ali Paşa) Fransa’dan kovulan Protestanlar’dan. Prusya (Magdeburg) a yerleştiler. Hamburg’da bir Bahriye Okulu’nda okurken bir Okul Gemisi ile İstanbul’dan geçerken Osmanlı’ya sığındı. Harbiye’de okudu. Savaşlar’a katıldı. 5 Kız’ı var. Hayriye Hanım, Mehmet Ali’nin Nabannne’si. Diğer Kız Oktay Rıfat’ın Büyükanne’si. Nazım Hikmet’in Annanne’si. (Cemile’nin Anne’si) Biri Ali Fuat Cebesoy’un Anne’si. Tewlid’i: 5 Ekim 1908’de, II.Meşrutiyet İstanbul’unda Nâzım’dan 6 Yıl sonra doğdu. Bir de Kızkardeş’i var: Nermin. 1909’da Nure’d-Din Topçu doğdu. 31 Mart Waqa’sı: Dede’si Hüseyin Hüsnü Paşa, Selanik’ten gelen Hareket Ordu’su Komutanları’ndandı. İstanbul’a girmeden Komuta’yı Mahmud Şewqet Paşa’ya bıraktı. Kısa Süre Harbiye Nâzırlığı yaptı. 1 Mayıs 1010’da Behice Boran doğdu. 13 mart 1912’de Kemal Tâhir doğdu. 11 Haziran 1913’de Mahmud Şewqet Paşa öldü. Sabiye-Rüşdiye: Çocukluğu, Cihangir, Yeşilköy ve Kuzguncuk’ta Geniş Âile çevresinde , Baba Hasret’i ile geçti. geçti. Yeşilköy’deki Fransız Okulu’nda okudu. Galatasaray Lisesi’nde Ortaöğretimi’ni okudu.1. Galatasaray Lisesi’nde okurken Namaz kıldığını, Qur’ân okuduğunu, anlatır 8oli Yıllar’da “Osmanlı’nın Son Nesli olduğunu” söyleyerek.. Musewî Lisesi’nin Edebiyât Bölümü’nden Diploma aldı. 1915’de Aziz Nesin doğdu. 1917’de Sovyet Devrim’i. 1918’de Abdu’l-Hamid Wefât etti. 1921 Mustafa Suphi’nin Ölüm’ü. 12 Mart 1921. Akif’in İstiqlal Marş’ı.. Aybar 13 Yaşları’nda. 1922 İştirakçi Hilmi’nin Ölüm’ü. 9 Mart 1922’de Sadun Aren doğdu. 1923’de Kuzen’i Oktay Akbal doğdu. 6 Ekim 1923’de Yaşar Kemal doğdu. 1924’de Lenin öldü. 1926’da Kemal Türkler doğdu. 1926’da Hüseyin Hüsnü Paşa öldü. 18 Şubat 1926’da Tarık Ziya Ekici doğdu. 22 Haziran 1927’de Çetin Altan öldü. 1928’de Nâzım Hikmet’in Resimli Ay’da Yazılar’ı. 2 Eylül 1928’de İsmet Sungur doğdu. Milli Atletizm Takım’ı Gençlik Yılları’nda Spor’da gösterdiği Başarıları’yla tanındı. 1928-1935 arası Türk Milli Atletizm Takımı’nda yer aldı. Bu Dönem’de 100 ve 200 m. Bayrak Yarışları’nda Türkiye Rekorları kırdı. 1928 Amsterdam Olimpiyatları’na katıldı. 1931'de 23 Yaşı’nda Balkan Şampiyonu olan 4X100 Bayrak Takımı’nın da Başarılı Koşucuları arasında. 1930,’31 ve ’1933 Atina Balkan Oyunları’na katıldı. yaptı. Galatasaray Atletizm Takımı’nda uzun süre Spor 20 Hazran 1932’de Altan Öymen doğdu. 1933’de Sovyetler’e Sporcu olarak gitti. “Elleri Arkadan Zincirli bir Adam’ın yanında Süngülüler’le yürüdüğünü görmenin çok Ağrı’na gittiğini” anlattı 80li Yıllar’da Statt’da İnönü’nün “Koşsunlar” Komutu’na Diklik yaparak, Takımı’nı çıkarmadığı söylenir. Yıllar’ı 1928-1934 Nure’d-Dîn Topçu’nun Sorbon İstanbul Huquq: 1936’da İstanbul Huquq Fakültesi'ni bitirdi. Aynı Fakülte’de Anayasa Huquq’u Asistan’ı. 1938-1950 arası Nâzım Hikmet’in 12 Yıllık Mahkumiyet’i. Huquq Doktor’u . 1938’de Mustafa Kemal öldü. Paris: 1939’da Dewletler Huquq’u Doktoru iken, Paris’e Sorbonne Üniversitesi’ne Huquq Araştırmaları yapmaya gitti. Bir Yıl’ın Sonu’nda II.Dünya Savaşı’nın çıkması’yla Paris İşgal edildi Kuzen’i Şâir Oktay Rıfat ve birkaç Arkadaş’ı ile beraber Bisiklet’e atlayıp Paris’ten Lyon’a kaçti. 1940’da Sultan Galiyev öldü. Askerlik: Qayseri’deydi. Doçentlik: Ordan da Turkiye’ye döndü. 1942’de Dewletler Huquq’u Doçent’i oldu. 17 Haziran 1942’de Doğu Perinçek doğdu. 1942’de Ataol Behramoğlu doğdu. 22 Ağustos 1942’de Uğur Mumcu doğdu. 16 Mart 1943’de Murat Belge doğdu. Bağımsız Milletwekili: 1946'da Yazılar’ı nedeniyle Doçentlik Görevi’ne son verildi. Mehmed Emîn Yalman’ın Vatan Gazetesi’nde yazdığı Milli Şef İnönü Rejimi’ni eleştiren ‘Kağıt Üzerinde Demokrasi’ Başlıklı bir Yazı yazmıştı. Prof. İsmet Sungur: “Aybar 1946 Milletwekili Seçimleri’nde Çiftçi’yi Topraklandırma Qânunu’na Karşı Toprak Ağaları’nın kurdukları Parti olan DP’den bir yandan Celal Bayar gibi FinansKapital’in Sözcüleri’yle, Öteki yandan da tanınmış Irkçılar’la sarmaş Dolaş olarak Bursa Aday’ı diye katılır. 2 “ DP Listesi’nden Bağımsız Milletwekili Aday’ı oldu; ancak seçilemedi. Celal Bayar, Hulusi Söymen’den sonra 3.sırada idi3. Evlilik: 1947’de,39 Yaşı’nda Kendisi’nden 8 Yaş Küçük Siret Uncu Hanım’la evlendi. “Kendini 2.Plan’a almayı Qabul etmiş bir Kadın. Çok Güzel bir Kadın’mış. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Mezun’u. Sonra Amerika'da Wellesly College'a gitmiş. Arnavutköy'de Beden Eğitimi Hocalığı yaptı yıllarca. Varlıklı bir Âile’den geliyor. Çok Farqlı Tercihleri olabilecekken Babam’la Hayat’ı Tercih etmiş. Çok Güzel bir İlişkiler’i vardı. Ankara'da, bahsettiğim Zorlukları benden Katmerli yaşamış bir Kadın. “ Gazetecilik: Doğruyol Gazetesi’nde Yazıları’ndan dolayı Mahkeme’ye sewq edilse de Beraat etti4. Hür Gazete’si: 1 Şubat 1947’de Hür’ü yayınladı. İstanbul’da yayınladığı Hür Sıkıyönetim’ce kapatıldı. Zincirli Hürriyet: Sonra 5 Nisan 1947’de İzmir’de 3 Sayı Zincirli Hürriyet Gazeteleri’ni çıkardı. Zincirli Hürriyet Yardımları’na karşı çıktı. Amerikan 30 Yaşları’ndaki SSCB için II.Dünya Savaşı sonrası yazdıkları… “Sovyetler İstiqlalimiz’e göz dikmiştir. Şarq İllerimiz’i istiyorlar.Boğazlarımız’ı istiyorlar. Muhtemel bir Sovyet Tecâvüzü’ne karşı Amerika ile İşbirliği yapmamız zaruri değil midir?.. Bir kere şunu iyice bilmeliyiz ki Sowyet Rusya Haqsız Toprak ve Üs Talebleri’ni gerçekleştirecek Durum’da değildir… Sowyetler bize Düşman bir Tawır takınmışlardır. Bazı Doğu İllerimiz’i istiyorlar. Boğazlar’da Üstler istiyorlar. Bunları hepimiz biliyoruz… Haqqımız’daki Kötü Niyetleri’ni öğrendiğim Gün’den beri hatta Sovyetler’in Düşmanı’yım. Ama buna rağmen Amerikan Yardımı’nı istemiyorum…Ya Ruslar’ın Mahut Talebler’i, Kars’ı istemiyorlar mı, Ardahan’ı istemiyorlar mı? Boğazlar’da Üst istemiyorlar mı? Bunlar Sovyetler’in Tecâvüz Heveleri’ni açıkça göstermiyor mu? Sovyetler’in bize Düşmanca bir Siyâset Taqip ettiği Muhakkak’tır. Fakat bu Düşmanca Siyâset’i Sovyetler hemen bugün gerçekleştirmeye Muqtedir değildir… Sovyet Rusya’nın Dostluğa sığmayan bir Takım Toprak ve üs İstekleri’nde bulunmalarına Karşı başka ne yapabilirdi. Sıkıyönetim kalkınca İstanbul’a getirdiği Hürriyet’i Matbaalar’a yapılan Baskılar yüzünden ancak 1 Sayı çıkarabildi. Bu Baskılar’ın İçyüzü’nü “Wâli Kırdar’a Açık Mektup” Adlı bir Broşür’de açıkladı. Amerika ile Stratejik Ortaklık Anlaşması: 12 Temmuz 1947’de imzalandı. 1948’de Sabaha’d-Dîn Ali öldü. Son Yazı’sı Zincirli Hürriyet’te yayınlanmış, bundan dolayı Haps’e girmişti. 40 YAŞLAR’I: Peşpeşe Hapisler: 1949'da Gazete Yazıları (Zincirli Hürriyet) nedeniyle İstanbul 2.Ağırceza Mahkemesi’nde 1 Yıl Hapis Cezası’na çarptırıldı. Üstüne Ankara 1.Ağırceza Mahkekemesi’nden Milli Şef İnönü’ye yazdığı ‘Açık Mektup’tan dolayı Neşren Hakaret’ten Hüküm geldi...Neşren Hakaret. “CHP’nin Değişmez Başkanı’na Açık Mektup.” Artı 2 Yıl 8 Ay daha.. Paşakapısı Cezâevi’ne girdi. Burada, Şâir Kuzen’i Nazım Hikmet’le yattı. Genel Af: 1950'deki Genel Af’la Serbest bırakıldı. Nâzım da. “Nâzım Hapis’ten çıktıktan sonra Son Derece Mutlu idi. Bir de Oğlu olmuştu ve bir de İş’i de vardı. Bir Gazete’de çalışıyordu. Onun için Yurt Dışına çıkması, hele böyle Kaçak olarak gitmesi, kaçar gibi gitmesi hiç Aqlının Ucu’ndan bile geçmiyordu. Bir Gün bana geldi dedi ki; “Beni Askerlik Şubesi’nden çağırdılar” dedi. “Aradılar” dedi. “Allah allah” dedik. Sonra bir Gün tekrar Şube’den çağırmışlar ve işte 3 Gün yahut unuttum Geçmiş Gün 5 Gün sonra “Eşyaları’nı al gel Asker’e alacağız seni “demişler. Nereye? İşte bilmiyoruz Kesin olarak değil ama galiba işte “Şarq’ta bir yere, Doğu’da bir İl’de Askerlik yapacaksın” demişler. Haqlı olarak Nâzım bir Takım Kuşkular’a düştü. “Yani” dedi “herhalde bir Komplo’ya gidecek bu İş Sonunda ve Uzak bir İl’de belki de kim vurdu’ya gideceğim.” Bir Kurşun gelebilir haqiqaten; “bir Komünist’tir bu filan vuralım filan” gibi Kışkırtmalar olabilir. Böyle bir Komplo’ya gitmekten Endişe duydu. Haqiqaten de ben de endişelendim. Bu sırada Devre’ye Refik giriyor, Refik Erduran, ve diyor ki “ben seni çıkarayım Yurt Dışına” diyor ve böylece Nâzım Yurt Dışı’na çıktı”5. Avukatlık: 2 Yıl sonra 1952’de Avukatlığa başladı. 1953’de Stalin öldü. 13 Mart 1955’de Ahmet İnsel doğdu. Kızı: 1956’da Kız’ı Güllü doğdu. 27 Mayıs: Ankara’da düzenlediği bir Basın Toplantısı’ndan dolayı 5 Yıl Ağır Hapis Ceza’sı aldı. Askerî Yargıtayca bozuldu. Adlî Mahkeme’de Beraat etti. TİP: 13 Şubat 1962’de bir 12 Sendikacı, Türkiye İşçi Partisi’ni kurdu. Şaban Yıldız, İbrâhim Denizcier, Sâlih Özkara, Orhan Asal içlerinde Solcu olan. Kendilerine Lider arıyorlar. Sadi Irmak, Sabaha’d-Dîn Zaimoğlu gibi İsimler’e Başkanlık Teklif ediyorlar. 1 Yıl Kuruluş Çabası sürüyor. Cemal Gürsel Dâwası’ndan Beraat: Darbe’den hemen sonra Cemal Gürsel’e yazdığı Mektup’tan dolayı açılan Dâwâ’dan, TİP Başkan’ı olduktan sonra Beraat etti. Komunizm Propaganda’sı yapar görülmüştü Yazı. 1962'de Kemal Türkler’den sonra TİP'in Genel Başkanlığı’nı Qabul etti. getirildi. Ömrü boyunca Teorisyen ve Bilim Adam’ı olarak Sosyalizm Mücâdelesi’nde bulundu. Lider ve Eylem Adam’ı.. 1963’de Nâzım Hikmet öldü. 1964’de ‘İslâm Sosyalizm’i Yazar’ı Mustafa Sıbâi öldü. 1965’de Yön dergi’si Garaudy’in “İslâmiyet ve Sosyalizm” Kitabı’nı Doğan Avcıoğlu Çevirisi ile yayınladı. Sol Çevreler’de İslamiyet’le Sosyalizmin İlişkiler’i Kısa ve Cansız da olsa bu Kitap’la başladı. Garaudy 1982-83’de Müslümanlığı’nı açıkladı. 2013’de Wefat etti. 1965 Genel Seçimleri’nde bu Parti’den İstanbul Milletwekili seçildi. Toplam 15 Milletwekili. (Diyarbakır Mebusu Tarık Ziya Ekici, Çetin Altan (bağımsızdı sonradan katıldı),Sadun Aren, Kemal Nebioğlu, Yunus Koçak.) Rıza Kuas. 54 İl’de %3 oy aldı.38 bin Oy. Watan Öncü gazeteler’i destekledi. Tülay German (d.1935) Seçim Şarkıları’nı seslendirdi. 1966 Başında Fransa’ya giderek Plak doldurdu. Can Yücel Parti adına Radyo Konuşma’sı yaptı. İşçi Parti’si Marşı yazıldı. 1965’de İnönü CHP’yi “Orta’nın Sol’u” olarak tanımladı. 1966’da “Amerika (Yahudi) ile Savaşımız’ın, İslam’da Sosyal Adalet’in Yazar’ı Yazar’ı Seyyid Qutub Mısır’da Sosyalist Nasır Tarafı’ndan İdam edildi. Baas Sosyalzm’i.. 2.Büyük Kongre: 20-24 Kasım 1967’de Malatya’da 2.Büyük Kongre yapıldı. Kongre’de Milli Demokratik Devrim Görüşü’nü savunan Muhalifler bir Grup Hâli’nde Hareket etti. TİP’in Faaliyetleri’yle ilgili Eleştiriler’e Cewâb’ı Kongre Kürsüsü’nden Behice Boran verdi 6. Aybar’ın Açış Konuşma’sı: “Kapitalist Rejim kendi Yapısı’nda olan Çelişkiler Yüzü’nden artık Târihi Görevi’ni tamamlamak üzeredir. Evet, biliyoruz bu Kolay olacak bir İş değildir. Daha Halqlar’ın Özgürlükleri’ne Tam Mânâsı’yla kavuşabilmeleri için, Sosyalizm’i Dünyâ üzerinde kurmaları için çok Çetin Mücâdeleler vermeleri İcap edecektir. Ama Kalın Çizgiler’le Târih’in Gidiş’i ve bu Gidiş’in Yön’ü Kesin olarak ortaya çıkmıştır. Biliyoruz ve inanıyoruz ki Sosyalizm’in Zaferi’ni hiçbir Güç ne Dünyâ’da ne Türkiye’de önleyebilecektir. Sevgili Kardeşlerim, 2 Yıl öncesine bakarak Memleketimiz’de Meseleler’in daha Keskin Çizgiler’le ortaya çıktığını ve bu Meseleler’i – önemlisi burada – Halq’ın gitgide daha Geniş bir Kitle olarak kavradığını görüyoruz. Ortaya çıkan 2 Büyük Meselemiz var. Asıl Temel Dâwâ da burada. Biri 2.Milli Kurtuluş Mücâdelemiz’i Başarı’ya ulaştırmak, ötekisi de ona Bağlı olarak bu Zafer’in Kesin olarak, artık bir daha Tehlike’ye düşmemesi için de, aynı zaman’da Türkiye’yi Sosyalist bir Ülke Hâli’ne getirmek. “ Russel Mahkeme’si: 1966’da kurulan ABD'nin Vietnam'daki Savaş Suçları’nı yargılamak üzere oluşturulan Uluslararası Russell Mahkemesi'ne 1967’de Yargıç olarak seçildi. 1 Ay Vietnam’a gitti. Günlükler tuttu. Russell Matematiksel Mantıqcı. Aybar, bir Matemaktikçi’nin Torun’u. “Bizler Yargıç değiliz. Bizler Tanığız. Görevimiz İnsanoğlunun bu Korkunç Suçlar’ın Tanıklığı’nı üstlenmesini sağlamak ve İnsanlığı Vietnam’da Adalet’in safında birleştirmektir.”– B.Russell 7. Muhammed Ali Clay.. Müslüman. Vietnam savaşına “Vietnamlılar bana hiçbir Kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım.” diyerek gitmediği için 5 Yıl Hapis ve 10 bin Dolar Para Cezası’na çarptırıldı. Lisans’ı ve Pasaport’u Eli’nden alınınca Dâwâ Süresi’nce Maddi Sıkıntılar yaşadı ve İflas ettiğini açıkladı. Âilesi’nin Yardım’ı ve Üniversiteler’de Para Karşılığı yaptığı Konuşmalar’la Geçimi’ni sağladı. 1970’te Temyiz Dâwâsı’nı kazanıp tekrar Boks’a döndü. Vietnam Dönüşü Basın Toplantısı’nda Cephe’den getirdiği Amerikan Bombaları’nı Teşhir etti. Havaalanı’nda karşılamaya gittiğimizde, Uçak’tan çıkmayabilirdi. Öylesine gittik ve bekledik. Aslında Hava Saldırıları sırasında yaşadığı Komik Şeyler de olmuş. Hanoi'de Yollar’ın Kenarı’nda Tek Kişilik Sığınaklar yapmışlar. Lağım Kapağı gibi de Kapaklar’ı varmış. Kapağı kaldırıp, içine atlıyorsun, Hava Saldırısı’nın geçmesini bekliyorsun. Bizimkiler’e de öğretmişler bunu. Haqiqaten Hava Saldırısı olmuş. Babam bir Kapağı kaldırmış, içine bir atlamış ki Beli’nden yukarı’sı dışarıda. Tabii Çukurlar Vietnamlılar'ın kendi Boy Ortalamaları’na göre olduğu için, Babam’a birkaç Boy Küçük gelmiş. Öylece beklemiş Saldırı’nın Geçmesi’ni. “ “Asker Kaçağı değilim. Ne Bayrağımız’ı yakıyorum ne de Kanada’ya kaçıyorum. Burada kalacağım. Beni Haps’e mi tıkmak istiyorsunuz? Olur, istediğinizi yapabilirsiniz. 400 Yıl’dır zaten Hapis’teyim. 3-5 Yıl daha yatacakmışım ne çıkar. Ama Qatiller’e Yardım edip Faqirler’i öldürmek için 15,000 km’lik bir Mesafe qatetmeyeceğim. Ölmek istesem, burada ölürüm. Şimdi, sizinle kapışarak ölürüm. Benim Düşmanım sizlersiniz. Çinliler, Vietkonglar veya Japonlar değil. Özgürlüğümü istediğim Zaman bana karşı çıktınız. Haqqım’ı aradığımda bana karşı çıktınız. Eşitlik istediğimde bana karşı çıktınız. Benden bir yere gidip sizlerin uğruna savaşmamı mı istiyorsunuz? Ben Haqlarım’ı ve Dinî Özgürlüğümü elde etmeye çalışırken sizler bana Amerika’da bile Destek vermediniz. Kendi Memleketimiz’de bile beni savunmadınız.” 1967’de Rısa Kuas Arkadaşları’yla DİSK’i kurdu. Rısa Kuas’la Halq’ın içinde: “Kendisinin anlayacağı Şekilde seslenilirse, Halq en Çetin, Politik ve Ekonomik Meseleleri bile anlıyor. Bunu abartarak söylemiyorum. Şu kadar yıllık Deneyimim var. Köyler’i dolaştım. İşçiler’le, Sendikacılar’la, Sâde İnsanlar’la konuştum, tartıştım. Halq en Çetin Meseleler’i anlıyor, yeter ki siz ona anlatmak Zahmeti’ne katlanın ve Sorunlar’ı onun anlayacağı Biçim’de dil’e getirin.“ Türkiye’ye Özgü Sosyalizm Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya'yı İşgali’ne karşı çıktı ve "Türkiye’ye Özgü Sosyalizm" Şekli’nde İfâde ettiği Sosyalizm Anlayışı’nı savundu. Dünya Sosyalizm Târihi’nde ilk defa Sovyetler’den Bağımsız bir Politika güden TİP’in Başkanı’ydı8. ‘Türkiye’ye Özgü, Güleryüzlü Sosyalizm’ Kavram’ı geliştirdi. 10 Ocak 1968’de Ali Fuat Cebesoy (d.1882) öldü. Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm 1945-67 arasında Çeşitli Gazete ve Dergiler’de yayımlanan Yazı ve Konuşmaları 1968’de kitaplaştı. TİP’den Kopuş: 1969 Genel Seçimleri’nde TİP’den 2.kez İstanbul Milletvekili seçildi. Karşıtlar’ı Behice Boran, Sadun Aren’in Emek Grubu’ydu. TÖS.Görüşleri’ne karşı çıkanlar arasındaki Anlaşmazlığın Büyüme’si üzerine 1969'da Genel Başkanlık’tan ayrıldı.7 Yıl sürmüştü. 10 Nisan 1970 Milliyet Gazetesi’nde 19 Yıl Önceki 1946’daki Bağımsız Adaylığını savunduğunu okuruz. Ölmeden önce Behice Hanım zaten Yurt Dışı’ndaydı. Yaşadıkları çok Şert bir Ayrılış’tı. Babam için Büyük bir Hayal Kırıklığı’ydı. İşçi Partisi'nde beraber çalışırken, aynı Zaman’da çok Sevgili Dostları’ydı onlar Babam’ın. Her Akşam, ya onların Evi’nde ya bizim Ev’de buluşulurdu. Keyifli Rakı Sofraları olurdu. (Boran’ın )Koca’sı Nevzat Hatko, Babam’ın Balıkçılık Arkadaşı’ydı. Akabinde, Babam Qalp Krizi geçirdi zaten. Anlayamadı, Anlam veremedi. Bir Gün öncesine kadar "Çok Haqlı’sın," diyenler, 3 Gün sonra aleyhinde Tebliğ verdiler. Çok Büyük bir Hayal Kırıklığı oldu. 1969’da Yerine Parti Başkanlığı’na Mehmet Ali Arslan geldi. TİP 20.Yılı’ndan sonra NATO’dan çıkılabileceği Maddesi’ne dayanarak NATO’dan ayrılmayı istedi. Ortak Pazar’a girmemeliydik. Bunlar Milli Görüş Partileri’nin İlkeler’i olacaktır. 2 Şubat 1970’de Russell (d.1872) öldü. “68'in Geniş Kitleleri Hareket’e geçiren o İsyan Havası’nda yaptığı Stalinizm Eleştirisi’nin Devrimci bir Teori’ye yaslanmaması Aybar'ı yalnız bırakan en Önemli etkendi. Çekoslovakya İşgal’i, Devrimci Gençliğin SSCB Çizgisi’nden Kopuşu’nu hızlandırdı, fakat ortada bu Potansiyel’i örgütleyecek, 15-16 Haziran 1970'te İşçi Sınıfı’nın Eylemi’ne Öncülük edecek bir Devrimci Parti yoktu. Bu Fırsatlar kaçırıldıktan sonra Parlementer Yol ile Sosyalizm Waad etmek Sonuç vermedi, çünkü Büyüyen Sol Hareket çoktan Stalinizm’in Hegemonyası’na girmişti.9” 12 Mart: 1971'de Disipline verilince TİP Üyeliği’nden İstifa etti. 12 Mart Dönemi’nde (71-73) Meclis’teki Tek Sosyalist’ti. Dönem’in Baskıları’na ve İdamlar’a karşı tek başına Mücâdele etti 1971’de Hikmet Kıvılcımlı öldü. Mayıs 1972 de Devrimci Gençler İdam edildiler. Deniz, Mahir, İnan,,, 12 Mart'tan Sonra Meclis Konuşmalar’ı 1973’de yayınlandı. 1973’de İnönü öldü, CHP Başkanlığı’na geçen,8 Yıl aynı mMclis’te bulundukları Ecevit 1 Yıl sonra MSP ile Koalisyon Hükümet’i kurdu. 1973’de Kemal Tahir öldü. 1973’de Birlik Partisi’nden Bağımsız Aday oldu ama seçilemedi. 1974’de İsmet Özel’in Diriliş’te yayınlanan Şiir’i. 74 Aff’ı: TİP Milletwekili’yken Dokunulmazlığın kalkmamasından dolayı görülemeyen Dawalar’ı 1974 Aff’ı ile düştü. 1975’de 10 Temmuz “Anadolu Sol” Aksiyon’un Lider’i Nure’d-Dîn Topçu öldü. Tabii ki bindirdi. Ben Ortaokul ve Lise’deyken -Tewfiq Fikret Lisesi'nde okudum- Bütün Okul Arkadaşlarım Adalet Partili Bakanlar’ın Oğulları, Kızları’ydı. Adalet Partisi İqtidar’daydı ve Türkiye İşçi Partisi'nin 15 Milletwekili çıkardığı Dönem’di. Yine de hepimiz Çocuk’tuk ve Arkadaş’tık. Ama hep Şaka’yla Karışık benim Lakabım, "Komünist’in Kızı"ydı. Ama ODTÜ'ye girdiğimde, Babam İşçi Partisi'nden İstifa etmişti ve "Güler Yüzlü ve Türkiye'ye Özgü, Özgürlükçü Sosyalizm" Kavramları’nı ortaya atmıştı. Bendeniz, bu Defa da "Revizyonist’in Kız’ı" olmuştum. Yani her halükarda İstenmeyen birinin Kızı’ydım. Farqlı Açılar’dan da olsa. Ama Geçenler’de Komik bir Şey oldu. Bir Sergi’de, uzun zaman’dır görmediğimiz ODTÜ'lü bir Arkadaşımız’a rastladık. Eski Günler’den Laf açılınca, Etraftakiler’e "Ben Güllü'yü Kanti’nde ilk gördüğümde, 'Vaay bu ne Kız!' demiştim," gibi İltifatkâr Şeyler söyledi. O kadar Garip ki, benim o Kantin’e her Girişim’de hissettiğim Şey, Nefret’ti. Hadi Nefret demeyelim ama, bugünün Moda Deyimi’yle, Negatif Enerji... 2.TİP'ten. Borancı . Ben hep Aybar'ın Kızı’ydım. Bir de Üstelik Düzgün giyinirdim. Yani Postal değil, hush-puppy giyerdim Ayağım’a. Parka değil de Palto giyerdim falan. Haa, bir de Aleni bir Boy friend'im vardı. O zamanlar "Devrim olmadan sevişilmez, Devrim olmadan eğlenilmez" Günleri’ydi! Abartıyorum tabii ama aşağı yukarı durum buydu ve ben Herkes’in Gözü’nün Dikeni’ydim Sonuç olarak. “Üniversite’den sonra Paris'e gittim. 2 Sene kaldım. Döndükten sonra evlendim. O arada bir süre Mimarlık İşleri yaptım. Çocuğum oldu. Ayrıldıktan sonra Urart Sanat Galerisi'nde Çalışma’ya başladım.” Sosyalist Devrim Parti’si: 30 Mayıs 1975'te, kısa bir Süre sonra Sosyalist Devrim Partisi Adı’nı alacak olan TİP’den ayrılan 50 Arkadaş’ıyla Sosyalist Parti'yi kurdu. 1975-1980 Arası Başkan. İlk defa bu Parti’nin Tüzüğü’nde, Genel Başkan ve Yöneticiler’in üst üste 2 Dönem başa geçmelerini engelleyen ve Yönetim Kurulu’nun 2/3 nin Kol Kmekçileri’nden oluşmasını öngören Şartlar yer aldı. 1979’da Sovyetler Afganistan’ı İşgal etti. İşgal’e karşı çıktı. 1979’da İran’da Halq’ın İslam Devrim’i. “ABD ve Sovyetler’e Hayır”.. İslâm Şura’sı. 12 Eylül: 12 Eylül 1980'de diğer Partiler’le birlikte SDP’de kapatıldı. geçti. 72 Yaşı’ndaydı. Sonrası Hayat’ı parçalanan Türk Solu’nun birleşmesi çalışarak 1980’de Kemal Türkler öldü. 1980’de Zekeriya Sertel öldü. 1980’de Jean-Paul Sartre öldü. DİSK Dawâsı’nda Avukatlığı yaptı. Savunma 29 Ekim 1981’de Rıza Kuas öldü. 14 Temmuz 1983 de İbrâhim Denizcier, Cenevre’de öldü. 4 Kasım 1983’de Doğan Avcıoğlu öldü. 1983’de İnönü’nün Oğlu Sosyal Demokrat Partiyi kurdu. 1983’te çıkan Siyâsi Partiler Qânunu’nun Sosyalist bir Parti’nin Seçimler’e katılmasına İmkan tanımadığını belirterek Kısa Dönem Aktif Politika’dan çekildiğini açıkladı. Sonra kurulan Sosyalist Partiler’in hiçbirinde yer almadı. 1984’de Brejnev öldü. 1985’de Gorvaçov Glastnost ve Perestroika’yı başlattı. Kasım 1985 de Milliyet Röportaj’ı: “Bugün 2 Süper Dewlet var: ABD ve SSCB. Yöntemler’i aynı. Biri Nikaragua’ya, öbürü Afganistan’a Müdahale ediyor. Sanki bir Eldiven’in Ters’i. Atatürk’ün açıkladığı Bağımsızlık Türk Solu’nun İlke’si olmalı.” Sosyalizm ve Bağımsızlık - Uğur Mumcu ile Söyleşi 1986’de yayınlandı. Uğur Mumcu’nu Rabıta ile ilgilendiği Yıllar. 2 Bölüm. 1.Bölüm’de TİP Olgu’su, 2.Bölüm’de Marksizm Kaynakları’na inilerek tartışılıyor. “Sosyalizm’e yıkıldı Gözü’yle bakılan bir dünyâ’da”, alınmayan Dersler açısından politikacılar ve Yakın Târihimiz’i Merak edenlere..10” 1986’da Yasal bir Sol Parti’nin kurulması için Çağrı yaptı. 1986’da Celal Bayar öldü. 1986’da Simone de Beauvoir öldü. 10 Ekim 1987’de Behice Boran öldü. Neden Sosyalizm?, 1987’de yayınlandı. Ağustos 1987 Mülakat’ı. “Galiba Türkiye’de Sosyalizm’in Kurulması’nı görmek, Gelecek Kuşaklar’a kalacak. Sosyalizm’i göremeden, fakat Sosyalizm’in kurulacağı Umud ve İnancı’nı koruyarak öleceğim.” ”Ben Rusya’daki Rejim’i Taswip etmiyorum. Emekçiler orada da Tam Anlamı’yla Sömürü’den kurtulamadılar. Asıl üzerine gidilmesi gereken Şey ,Leninist Parti Modeli’nin kendisidir. Çünkü bu Öncüler’in Modeli’dir. Sovyetler Birliği’nde de Devrim’den Halq dışlandı. Bir Takım Liderler geldiler.”Devrim budur” Falan dediler. Benim Görüşüm Sosyalizm’in Asıl Devrim’i bu Alan’da olacaktır.” “Demokrasi olmadan Sosyalizm olmaz.” Eşi’nin Ölüm’ü Siret hanım 1987de öldü. Gözle görülmeyen ama hissedilen çok Büyük bir Aşqlar’ı vardı. Babam, Annem öldükten sonra -ki Hasta’ydı Annem, Babam ona inanılmaz derecede baktı- 1,5 Sene, her Gün Çiçek alıp, Mezarı’na gitti. Bebek'teki bütün Çingeneler, Çiçekçiler filan hala ben Mezar’a gideceğim zaman Babam’ı hatırlayıp, bana Parasız Çiçek verirler. "Annene, Babana götür," diye. “2-3 Yaşları’ndayken, Memo'ya Park’a gitme Söz’ü vermiş. Ama meğer o Gün Uğur Mumcu ile Evi’nde Randevu’su varmış. Mumcu'yu Ev’de bırakıp, Taksi’yle bize geldi. Memo'ya kendi İzah etti. "Sana söz verdim ama Mühim bir İşim çıktı, Kusura bakma," diye. Böyle birisiydi yani. Telefon’da söylemek bile içine sinmiyordu. Ben Hamile’yken, Evlilikleri’nin 40.Yılı’nda, Annem’i kaybettik. Sonra Babam çok sıkıldı yaşamaktan. Annem’den sonra yaşamak istemedi.. Memo'nun Doğum’u Müthiş bir Doping oldu onun için. Bypass olmaya kalktı mesela, hiç öyle Şeyleri Ciddi’ye almazken. Müthiş Keyifli bir Dede-Torun İlişkisi yaşadılar. Ama, Memo büyüyüp, Bilgisayar’a filan dadanınca, yavaş yavaş, aralarına bir Mesafe girdi. Bu Babam’a çok Tesir etti.” 1988 Röportaj’ı: “ Doktorlar’ın bana önerdiği Koroner byPas Ameliyatı’nı olmak istemiyorum. Artık Hırslarım yok. Ölüm’den korkmuyorum. Yeterince yaşadım. Son Wasiyet’im Karım’ın yanına gömülmek.” TİP Târih’i I, II, III 1988’de yayınlandı. Bey Takımı’nın Demokrasi’si 28-29 Nisan Olaylar’ı 1960 Yılı’nın 28 Nisan’ı bir Perşembe’ydi. Ilık bir Bahar Gün’ü. Çekip Kırlar’a gitme, Avarelik etme isteği uyandıran Yumuşak bir Gün... Oysa Sinirler Gergin’di. Vatan Cephesi’nden sonra, şimdi bir de Tahkikat Komisyon’u kurmuşlardı: 15 Demokrat Milletvekili’nden oluşan, Olağanüstü Yetkiler’le donatılmış bir Kurul. İşe başlar başlamaz Parti Çalışmaları’nı yasaklamış, Ana Muhalefet Partisi’nin Eli’ni Kolu’nu bağlamıştı. Gazeteler, Komisyon’la İlgili Haberler’i veremiyorlardı. Gazete kapatabilir, toplatabilirdi. Evler’de arama yaptırabilir, Kişisel Eşyalar’a, Kâğıtlar’a el koyabilirdi. Dilediği’ni tutuklatabilirdi. DP, İqtidar’ı Kaybetme Korku’su içinde Aqıl dışı İşler yapıyordu. Herkesi Karşıları’na almışlardı. Menderes bir Başbakan’ın Ağzı’na yakışmayan Demeçler veriyordu. İtidal Tawsiye edenlere Bayar’ın “Dere geçerken at değiştirilmez” dediği öğreniliyordu... O Gün Öğle’ye Doğru Adliye Koridorları’nda bir Haber dolaştı: Gösteri yapmak isteyen Öğrenciler’le Polis çatışmış, Ölü ve Yaralılar varmış, Beyazıt’ta Çatışmalar sürüyormuş, çok sayıda Öğrenci Gözaltı’na alınmışmış... Adliye’deki İşlerim’i bitirip Beyazıt’a koştum. Söylendiği gibi Çatışma falan yoktu. Ama Olağanüstü bir Durum olduğu görülüyordu. Üniversite’nin Alan’a açılan Kapısı’nı Polis tutmuştu; Yan Sokaklar sarılmıştı. Öğrenciler’in dışarı çıkmalarına Engel olunduğu anlaşılıyordu. Alan boştu. Halk Alan’ın Çevresi’ne birikmiş, Olaylar’ı izliyordu. Üniversiteye yaklaştırılmıyordu. Ben yıktırılan Emin Efendi Lokantası’nın önündeydim; Olay Yeri’nden oldukça Uzak’ta Üniversite Kitaplığı’nın bulunduğu Sokak’ta, bir Grup Öğrenci’nin Polis Kordonu’nu yarmak için zaman zaman Hamle yaptığı görülüyordu. Benim Çevremdekiler, Kapalıçarşı Esnaf’ı, Civar’daki Dükkâncılar falan olmalıydı. Gençler’e Karşı’ydılar. Üniversite Bahçesi’nden “Menderes istifa” Sesler’i yükseldikçe Çevrem’de Homurdanmalar oluyor, Küfürler savruluyordu. Kuşkusuz Gençler’i tutanlar da vardı bir Yerler’de. Bir aralık bir Grup Genc’in, Kordon’u yarıp Belediye Kitaplığı’na doğru koştukları görüldü. Tam o sırada Divanyolu Yönü’nden gelen Atlı Polisler dört Nal’a Alan’a girdiler. Ellerinde Uzun Coplar vardı. Aksaray Yönü’nden de Büyük bir Gürültü’yle Zırhlı Araçlar belirdi. Alan’da hemen mevzilendiler. Sonradan öğrendik ki, İstanbul ve Ankara’da Sıkıyönetim İlan edilmiştir. Sıkıyönetim İlan edilmişti ama Gösteriler Ertesi Gün de sürdü. Bunlar Baskın Biçimi’nde gösterilerdi: 10-15 Genç bir Sokak’tan fırlıyor, “Yaşasın Hürriyet” ya da “Kahrolsun Menderes” diye bağırıp, Polis yetişmeden Sokak aralarına dalıveriyorlardı. Ama asıl Ankara’da Kanlı Olaylar olmuştu. Yayın Yasağı konduğu için Gerçeği öğrenemiyorduk. Yüzlerce Yaralı ve Ölü olduğu söyleniyordu. Sıkıyönetim Komutanlığı’nın Bildirisi’nde, 11 Genc’in ve 11 Emniyet Görevlisi’nin hafifçe yaralandığı açıklanmıştı. Vahim Olaylar’ın Cereyan ettiği Kuşkusuz’du. Olaylar’ın hemen ardından Menderes Radyo’da Uzun bir Konuşma yaptı. Türkiye’de yüzyıllar’dır yapılamayan işlerin 10 Yıl’a sığdırıldığını söyledi: “Teraqqi, Ümran, İmâr, İqtisâdî Kalkınma, İçtimai Düzen, velhasıl Medenî bir Cemiyet olmanın Bütün Şartları’nın” ele alındığını, “Sorunlarımız’ın Çözümlenme Yolu’na girdiğini Watandaşlar görmektedir” dedi. Ve ekledi: “Bu Koşullar’da Ayaklanma olmaz. O halde birtakım Sun’i ve Uydurma Yollar’dan ve Sözlerim’in Başı’nda arz ettiğim Şekilde, bir Ayaklanma Hareket’i Tahaqquq ettirilebilir mi diye, Memleket Hazin, Elim ve Meş’um tecrübeler’in Saha’sı Hâli’ne getirilmek isteniyor.” Başbakan Konuşması’nı şöyle sürdürüyordu: “Memleket bir Yalan Seli’ne boğuldu. Şöyle Çarpışmalar oldu, şu kadar Yaralı var veya tanınmış İsimler’den, falan yerde filan öldürüldü; İstanbul’da veya Ankara’da şunlar oldu bunlar oldu Şekli’nde Söylentiler oluyor. (...) Bu Fesad Yuvaları’nı dağıtmak, Menbaları’nı kurutmak ve Memleketimiz’in sür’at’le İlerleme, Kalkınma ve Medenî Milletler Seviyesi’ne Erişme Yolu’nda hızla ilerlemesine Milletçe Saadeti’ni duyabilmek, bir Huzur’a kavuşmak, bizim için elbet Muqadder’dir”11. 1989’da Varşova Bağımzılığı’nı ilan etti. Paktı sağıldı, Çekoskolakya 1989’da İran’dan Sovyetler’e “Çıkış Yol’un Mânewiyât”ta Mektub’u. 11 Kasım 1990’da Sadi Irmak öldü. 1991’de Sovyetler yıkıldı. 1992’de Fukuyama “Târih’in Sonu”nu yazdı. 1992’de Deniz Baykal CHP’yi açtı. 24 Ocak 1993’de Uğur Mumcu öldürüldü. 6 Temmuz 1995’de Aziz Nesin öldü. Hastane’deki Aybar’a söylemediler. Mewt’i Tadış: “Babam birkaç defa Qalp Krizi geçirdi. Bu, sonra Qalp Yetmezliğine dönüştü. Âile Hastalığı! Ama hiç kendine bakmazdı. İlaçları’nı almazdı. Yediğine içtiğine hiç Dikkat etmezdi. Onu taşır, bunu taşır. Fırlar gider, Yokuş tırmanır. Çok Haqlı olarak da, "Adam gibi yaşayıp ölürüm. 3 Gün daha yaşamak için Çaba Sarf etmeye değmez," derdi. Daha sonra, Babam’ın Evi’nde Yangın çıktı. Yalnız yaşıyordu. Balkon’da oturduğu için, ne Koku ne Duman, hiçbir Şey farq etmemiş. Mutfak ve Salonu tamamen yok oldu. Bu, onu çok etkiledi. Çok Mutsuz oldu. Bana geldi kalmaya. Çok Yakın’ız ama, hep Evi’ne dönmek istiyor. Kitapları’na, Odası’na... Evi’nden çıkmak Zorunda kalmak, o Yaş’ta Zor geldi. O Yangın’dan tam 1 Ay sonra öldü. 20 Gün bende kaldı. Sonra bir anda Ateş’i yükseldi. Bilinci’ni kaybetti. Hastane’ye kaldırdık. Yoğun Bakım’da, 1-2 Gün içinde kendine geldi. Çünkü almadığı İlaçları’nı verdiler ona. Gayet İyi oldu. Ama hep uyumaya başladı. Doktorlar’a soruyorum, "Uyku İlacı mı veriyorsunuz? Niye böyle yapıyor?" diye." Patolojik Bulguları çok iyi, fakat iyileşmeyi istemesi lazım. Bize hiç Yardım etmiyor," dedi Doktor. Birkaç Gün içinde bizi bırakıp gitti. 86 yaşındaydı. Sıkılmıştı ve öyle istedi.” 10 Temmuz 1995’da 10 Gün önce Kalp Krizi’nden kaldırıldığı kaldırıldığı İstanbul'da Tedâwî edildiği Florence Nightingale Hastanesi'nde 87 Yaşı’nda Qalp Yetmezliği Sonuc’u öldü. Wasiyet’i üzere Eşi’nin Aşiyan’da yanına defnedildi. Eserler’i: Nuh’un Gemi’si, Yeditepe, Beraber Dergileri’nde Tahsin Hüsnü Mahlas’ı kullandı. Edebiyat’a ve Resm’e Meraklı. Resim Çalışmaları var. -Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm12, 1948-1968 arası Yazı ve Konuşmaları -12 Mart'tan Sonra Meclis Konuşmalar’ı13, -Markzim’de Örgüt Sorun’u14, Leninist Parti Burjuva Modelinde Bir Örgüttür, -TİP Târih’i15.I,II,III -Marksizim ve Sosyalizm üzerine Düşünceler16, -Neden Sosyalizm?17, -Sosyalizm ve Bağımsızlık - Uğur Mumcu ile Söyleşi 18, -Vietnam Günlüğü, Sonra’sı: 1998-2002 Ecevit Başbakan. 12 Ağustos 1999’da Can Yücel (d.1926) öldü. . 2000’de Şaban Yıldız öldü. 2002’de Barış Ünlü “Bir Siyasi Düşünür olarak Mehmet Ali Aybar Adlı Yüksek Lisans Çalışma’sı yaptı. Eylül 2002’de Virgül’ün 54.Sayısı’nda Yaşar Kemal’in Yazı’sı: Büyük bir Düşünür’ün Son Kitab’ı. 10 Kasım 2002’de Radikal Kitap’da Oylum Yılmaz’ın Marksizm Ve Sosyalizm üzerine Düşünceler Yazı’sı. 5 Aralık 2002’de Cumhuriyet Kitap. Alev Ateş/Marksizm ve Sosyalizm Üzerine Düşünceleri’yle M.A.Aybar, Cüneyt Akalın/M.A.Aybar üzerine düşünmek. 2002’de İletişim yay. Aylin Özman’ın Yayın’a hazırladığı “Marksizim ve Sosyalizm üzerine Düşünceler” Kitâbı’nı bastı. “Türkiye’de Sosyalizm Târihi’nin Özgün Kişilikleri’nden biridir. Özellikle Marksizm Konusu’nda Alışılmış Şematik Yorum’un Dışı’na çıkmış, Sosyalizm ve Devrim Sorunu’nu ve buna bağlı olan Parti Örgütlenmesi Meselesi’ni Türkiye Bağlamı’nda Tartışma Gündemi’ne sokmuştur. “İnsan Merkezli bir Sosyalizm” Şiarı’nın Tartışılmaz Taraf’ı olan Aybar, Ölümü’nden sonra Arşivi’nde bulunan ve Aylin Özman Tarafı’ndan Yayın’a hazırlanan bu Kitab Kapsamı’nda Hümanizma Etrafı’nda yapılandırdığı Marx Yorumu’nu, Bilimsellik Kaygısı’nın Marksist Düşünce’nin Gelişim’i Açısı’ndan Anlamı’nı ve Yeni Yorum ve Ele Alışlar’ın kaçınılmazlığını en Açık bir Biçim’de dile getirmektedir. Kitâb’ın Dikkat Çekici ve Önemli Taraf’ı Bilim Târihi’nden yola çıkarak, Marksizm’de Nedensellik Sorunsalı’nı, Leninizm-Stalinizm’in “Bilimsel Sosyalizm” Yanılsamaları’nı ve bu bağlam’da Leninist-Stalinist İdeoloji’nin Marx’ın Öğreti’si ile olan İlişkisi’ni Eleştirel bir Biçim’de irdelemesidir. Sosyalizm’in “kendinde Devrim” için gerekli olan Tartışma, Aybar gibi Eleştirelliğini Yapıcı bir Şekilde Marksizm Yorumu’na katabilen bir Aydın Tarafı’ndan Bütün bir Hayat boyunca işlenmiştir. Sosyalizm ve Devrim Konusu’nda Tartışma’nın Yakıcı Sorunları Bugün de Karşımız’da Bütün Ciddiyeti’yle durmaktadır ve Aybar bir kez daha bu Sorunlar’ın Yakıcılığı’nı, Tartışma’ya Taraf olanlara ısrarla hatırlatmaktadır.19 “ Kızı Güllü Aybar’la Mülaqat: 2 Kasım 2002’de Lale Tayla yaptı. “Bir Siyasal Düşünür Olarak Mehmet Ali Aybar” yayımlandıktan hemen sonra, Babası’nın Ölümü’nden 7 Yıl sonra Güllü Aybar, Babası’nın Kızı olmanın Zorlukları’nı, ODTÜ Kantini’ndeki Nefret ve Hayranlık Dolu Bakışları, Bugünkü Politik Durum’u anlattı20. AKP’yi İqitidar’a getiren Arefe Günü.. Babanız’ın Kız’ı olmak Zor muydu? Bir çok bakımdan Zor’du. Bir kere Babam’la benim 50 Yaş Farqımız var. Dolayısıyla Babam’ın neredeyse Torun’u olabilecek Yaş’tayım ama Kızı’yım. Torun’u olsaydım mesela, daha çok Tolerans gösterirdi. Halbuki bizde Kıskançlık, Merak, aşırı üstüme Düşme vardı. 2.Tam Yetişme Yaşları’nda, ben Ortaokul’dayken, Ankara'ya taşındık. Babam Milletvekili seçildi. Ve ondan sonra Sürekli Anadolu Gezileri’ndeydi. İlk defa gittiğimiz Ankara'da, Annem’le birlikte tek Başımız’a kaldık. Gazete’den Haberleri’ni okurduk. Akhisar'da Taşlı Sopalı Saldırılar’a uğradı, Diyarbakır'da bilmem ne oldu, diye. Bu yüzden, Endişeli ve Yalnız Zaman’lardı, o zamanlar. Öbür Taraf’tan da, o kadar Şahane bir Erkek Modeli’ydi ki, daha sonraki Hayatım’da, kurmaya çalıştığım İlişkiler’de, bunun bana çok Etki’si oldu! Hayal kırıklığı mı? Yapıcı bir Etki’si olmadı diyebiliriz! Öyle bir Model’den sonra! Anneniz kaç Yaşı’ndaydı siz doğduğunuzda? Babam’la Annem’in 8 Yaş Farq’ı var. Beni doğurduğunda Annem 42 Yaşı’ndaymış. Aslında Çocuk istemiyorlarmış ama herhalde tam iş işten geçerken Fikir değiştirmişler. Babam çok Çocuk severdi. Çocuklar da onu severdi dolayısıyla. Torununu gördü mü? Gördü. Çok çok severdi onu. Katmerli Torun Sevgisi! Mesela.. Nasıl öldü? .. Politik anlamda da Karamsarlığa kapılıp, Ümidi’ni kaybetmiş miydi? Hayır. Çok Enteresan’dır, Tavır olarak, Bağlanış olarak, Son Gün’e kadar Sol’u Birleştirme Çabası’ndan hiç wazgeçmedi. Hep Toplantı’daydı. Ya kendi düzenledi ya da düzenlenen Toplantılar’a gitti. Her Ilımlı Bakanı, başkalarının Tenkitler’i Pahası’na yanına aldı. Bu bakımdan Çabası’nı hiç bırakmadı. Ama öbür Yan’dan da, en azı’ndan kendisinin görmeyeceğini biliyordu.. Aslında Mehmet Ali Aybar'ın Kız’ı olmanın Zorlukları’nı sorarken, Politik bir Zorluğu kastetmiştim. Örneğin 70'lerin 2.Yarısı’ndaki ODTÜ Bütün Fraksiyonlar’ın birbiriyle Mücâdele ettiği bir Dönem’di. Herkes birbirini etiketliyor, hatta suçluyordu. "Maoist", "Revizyonist" diye. Politik bir Kimliğin Kız’ı olmak size bir Ağırlık bindirdi mi? Tabii ki bindirdi. Ben Ortaokul ve Lise’deyken -Tewfiq Fikret Lisesi'nde okudum- Bütün Okul Arkadaşlarım Adalet Partili Bakanlar’ın Oğulları, Kızları’ydı. Adalet Partisi İqtidar’daydı ve Türkiye İşçi Partisi'nin 15 Milletwekili çıkardığı Dönem’di. Yine de hepimiz Çocuk’tuk ve Arkadaş’tık. Ama hep Şaka’yla Karışık benim Lakabım, "Komünist’in Kızı"ydı. Ama ODTÜ'ye girdiğimde, Babam İşçi Partisi'nden İstifa etmişti ve "Güler Yüzlü ve Türkiye'ye Özgü, Özgürlükçü Sosyalizm" Kavramları’nı ortaya atmıştı. Bendeniz, bu Defa da "Revizyonist’in Kız’ı" olmuştum. Yani her halükarda İstenmeyen birinin Kızı’ydım. Farqlı Açılar’dan da olsa. Ama Geçenler’de Komik bir Şey oldu. Bir Sergi’de, uzun zaman’dır görmediğimiz ODTÜ'lü bir Arkadaşımız’a rastladık. Eski Günler’den Laf açılınca, Etraftakiler’e "Ben Güllü'yü Kanti’nde ilk gördüğümde, 'Vaay bu ne kız!' demiştim," gibi İltifatkâr Şeyler söyledi. O kadar Garip ki, benim o Kantin’e her Girişim’de hissettiğim Şey, Nefret’ti. Hadi Nefret demeyelim ama, bugünün Moda Deyimi’yle, Negatif Enerji... Ama İşçi Partili tipler de vardı Kantin’de... Evet ama, onlar 2.TİP'tendiler. Borancı yani... Ben hep Aybar'ın Kızı’ydım. Bir de Üstelik Düzgün giyinirdim. Yani Postal değil, hush-puppy giyerdim Ayağım’a. Parka değil de Palto giyerdim falan. Haa, bir de Aleni bir Boy friend'im vardı. O zamanlar "Devrim olmadan sevişilmez, Devrim olmadan eğlenilmez" Günleri’ydi! Abartıyorum tabii ama aşağı yukarı durum buydu ve ben Herkes’in Gözü’nün Dikeni’ydim Sonuç olarak. O Boy friend İlhan İrem miydi21? Hissettiğinizi söylediğiniz bu Negatif İlgi’yi Babanız’la ya da Anneniz’le paylaşmış mıydınız? Hayır, Babam da, Annem de bilmedi. Belki Tahmin etmişlerdir. Bu Durum’un üzerimde Baskı’sı tabii ki vardı ama Hayatımız’ın bir Gerçeği’ydi bu. Babam Hak etmediği onca Saldırı’ya uğradı Hayat’ı boyunca, ben de onun Kız’ı olarak, Hevede kulak, kendi Payım’a düşeni yaşadım. Annenizin Mehmet Ali Aybar'ın Karısı olmakla ilgili Sorunları var mıydı? Annem, çok özel, çok kişilik sahibi.. Peki siz Aktif olarak Politika’ya girdiniz mi? Kendimi bildim bileli yoğun Politik bir Ortam’ın içinde yaşamaktan ötürü, her zaman Mesafeli durdum Politika’ya. Bu bir Tepki miydi? Muhakkak. Zaten Günlük Hayatımız, Misafirlerimiz, Âile Hayatımız hatta Tatillerimiz bile bir Şekilde Politika’yla iç içeydi. Bu Ortama tepki olsa gerek, hiçbir zaman Aktif olarak, Politika’yla ilgilenmedim. Yoksa çok Küçük yaş’tan itibaren, Tartışmalar’ı Tâqip eder, Ev’deki Kitaplar’ı okurdum ve de hep Babam’a Hayran’dım. Ama bir Militan olarak, Pozisyon almayı hiç istemedim. Sadece Reaksiyon’la da açıklanmaz herhalde. Yaradılış’la da ilgili bir Şey. Yaşadığınız Korku ve Endişeler Karamsarlığa kapılmanıza Neden oldu mu? Hayır, Karamsarlığa kapılmadım. Çünkü Babam Haqlı’ydı ve o Yaşlar’da, Haqlılar’ın sonunda kazanacağına inanırdık. Ama şimdi baktığımda Hüzünlü’yüm... Çünkü Babam, Eylem Adam’ı olmasının yanı sıra, çok Önemli bir Siyâset Bilimcisi. Teorileri’nin Doğruluğu yaşarken ispatlandı. Ama onun, Şanssızlığı, "Türk Aydını" ile Muhatap olması, Yalnızlığı! Gorbaçov gidip Çekoslovakya'dan Özür diledi ama bizde kimse çıkıp, "Aybar Haqlı’ydı," demedi. Ama Asıl Önemlisi, kendisi hiçbir Zaman çıkıp, "Gördünüz mü, ben Haqlı’ydım!" demedi. Korku ve Endişe diye sordunuz. Belki Rüyalarım, Bilinçaltım’a attığım Korkularım’la ilgili olabilir. Hayatım boyunca aşağı yukarı aynı Qabusları gördüm. Ev çevriliyor... Işıklar’ı kapatalım, kaçalım... Ev karardı, Camlar kırıldı... Birisi Kapı’yı kurcalıyor...! TİP'in Bölünme’si Babanız’ı çok üzmüş olmalı. Ölmeden önce Behice Boran'la ilişkisi nasıldı? Ölmeden önce Behice Hanım zaten Yurt Dışı’ndaydı. .. Nasıl oldu Ayrılık? Çok fazla onunla ilgili konuşmak istemiyorum ama Birdenbire oldu... Amerika'nın Vietnam'da işlediği Suçlar’ı araştırmak üzere Bertrand Russel Başkanlığı’nda kurulan Komisyon’daki Yargıçlar’dan biri de Babanız’dı. Vietnam'a gitti. O Günlere İlişkin neler hatırlıyorsunuz? O da, Bizim için Korku Dönemleri’nden bir Tanesi’ydi. Mimarlık Mezunusu’nuz. Şu anda ne iş yapıyorsunuz? 10 Sene, Urart Sanat Galerisi'nde oranın Yöneticiliği’ni yaptım. Geçen Sene de (2001) istifa ettim oradan. ..22 Şimdi ODTÜ'lü Mimar ve Sanatçı Arkadaşım Yılmaz Aysan'la beraber Televizyon için, Plastik Sanatlar ve Tasarım Haberleri Programı Hazırlığı içindeyiz. Zengin ailelerin koleksiyonculuğa başlaması Piyasa’yı hareketlendirdi diye duyarız23. Şu andaki Politik Durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Korkunç. Çıkar yol yok. Çıkar yol derken, CHP'yi, Kemal Derviş'i kastetmiyorum. Mesela ben, DEHAP'a Oy vereceğim. Ama çok Sembolik bir Oy. DEHAP'ın Başa gelmesi İhtimali olsa, İyi bir Türkiye mi olacak? Hiç zannetmiyorum. Meclis’e girdikleri zaman, Meclis’teki Varlıkları çok şey mi değiştirecek? Onu da zannetmiyorum. Ama Sembolik olarak onlara Oy vereceğim. En azından Demokrasi Adı’na. Babanızla ilgili bir Çalışma içinde olduğunuzu söylemiştiniz. Biraz bahseder misiniz? Babam’ın yayına hazır ama yayımlanmamış bir 2 Kitab’ı vardı. İletişim Yayınları'yla Bağlantı kurduk. Şimdilik ilk Kitap çıktı. “Marksizm ve Sosyalizm Üzerine Düşünceler” diye. Bundan sonra 12 proje daha var. Şimdi bazı Yayımlanmamış Eserler’i yayımlamayı sonra da daha önceden Dağınık olarak yayımlanmış Eserleri topluca yayımlamayı düşünüyoruz. Târih Waqfı'yla birlikte de her Sene Babam’ın Doğum Günü olan 5 Ekim'de “Aybar'ı anma Sempozyumu” düzenliyoruz. Bu Sene 6. düzenlendi. Bir de Eski TİPliler'in yaptığı bir Toplantı var. Onlar da Doğum Günü’ne Denk getiriyorlar. Böyle 2 Faaliyetimiz var. Bunun da tek sebebi O’nu Gençler’e tanıtmak.1 https://www.ulusal.com.tr/gundem/aybar-icin-bulustular-h32079.html 16 Ocak 2003’de Cumhuriyet Kitap’ta Uğur Cankoçak’ın “Barış Ünlü’den/Bir Siyasal Düşünür olarak Aybar ve Dönemi” Yazı’sı. 2003’de İletişim yay. Barış Ünlü’nün yayın’a hazırladığı “Mehmet Ali Aybar’ın Müdafaalar’ı ve Mektupları” (1946-1961) yayınladı. Türkiye Hesabı’na Casusluk yapıyorum: 10 E7lül 2005. Tv5. Yaşar taşkın Koç’un Düşünce Ufq’u Program’ı. 2.Bölüm24. -1973’teki koalisyondan bahsettiniz. Bunun gibi Türk tarihinin son 40 yılına baktığınız zaman öyle çok önemli durumda aydınlatacak olaylar oldu mu? Örneğin 1965’te… Türkiye İşçi Partisi sizce dönüşüme uğradı mı, 70’e doğru... Aslında TİP bir imkân sahibi değil miydi? İsmet Özel: O, Türkiye İşçi Partisi meselesinden çok Türkiye’de sosyalist hareketin akıbeti meselesi… Tabiî, bunda Türkiye İşçi Partisi çok önemli, daha doğrusu ortada işin ana damarında yer alan olması bakımından büyük bir yer işgal ediyor. Fakat orda bilinmesi gereken şey Türkiye’de eğer batılılaşma esas kabul edilecekse bu batılılaşmanın hangi rayda istenilen yere ulaşabileceği sosyalist hareketin başlamasıyla anlaşılır. Ben diyorum ki; “Türkiye’de sosyalizm “batılılaşmanın vicdan azabı”ydı. Yani “Batılılaştık da elimize ne geçti?”, sorusunu “Bak, şunlar şunlar kazanç hanesine yazılabilir” diyebilecek insanların etkin olduğu bir hadiseydi bu. Ama özel olarak bir müdahaleye maruz kaldı. Bir bakıma diyelim ki Türkiye’de devlete tesir eden güçler Türkiye’de sosyalist hareketin hem sahici, halka ait bir hareket olmasını önlediler hem de onu dünyadaki siyasi dalavere alanının bir parçası haline getirdiler. Bu rezaletin sahnelenebilmesinde de elbette, Silahlı Kuvvetlerden müdahale beklentisi lokomotif rolü oynadı…” 2006’da Bülent Ecevit öldü. 21 Eylül 2006’da İsmet Sungur öldü. 2006’da Kemal Nebioğlu öldü. 2007’de Sabaha’d-Dîn Zaimoğlu öldü. 2008’de Sadun Aren öldü. Haziran 2011’de İletişim yay. Tek Kitap Hâli’nde “Neden Sosyalizm?: Marksizmde Örgüt Sorun’u: Leninist Parti Burjuva Modeli’nde Bir Örgüt’tür” yayınladı. Kitab’ın Başı’nda Ahmet İnsel’in “Sosyalist Bilge” Yazı’sı yer aldı. “Aybar’ın 1979 ve 1987’de yayımladığı, içerikleri itibarıyla bir Bütün oluşturan 2 Kitab’ı “Neden Sosyalizm? ve Marksizmde Örgüt Sorunu’nu” bir araya getiren bu Kitap, sâdece Sosyalist bir Örgütlenme Modeli’nin “nasıl olmaması” gerektiğine değil, aynı Zaman’da “nasıl bir Sosyalizm” sorusuna da odaklanıyor. Demokrasi, Özgürlükler, Sosyalizm İdeal’i ve İlkeler’i Konusu’nda Kuşağı’nın Büyük Çoğunluğu’nun ilerisinde olabilmeyi başardı. İnsan’ı Önplan’a çıkaran ve bunları Ana Kaynak Marx’ta temellendiren Düşünceleri’ni daha yakından tanımayı sağlıyor25.” 2012’de İletişim yay. Kıvanç Konak’ın Yayın’a hazırladığı “Vietnam Günlüğü”nü yayınladı. Aybar, ABD’nin Vietnam’da işlediği Savaş Suçları’nı araştırmak amacıyla Filozof Bertrand Russell’ın Girişimi’yle oluşturulan “Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi”nin bir Üyesi’ydi. “Russell Mahkemesi” olarak da bilinen Mahkeme’nin bir Tahkikat Komisyonu’yla Vietnam’da yaklaşık 1 Ay İncelemeler’de bulundu. Tuttuğu Günlük ilk defa yayımlanıyor. Russell’ın, Mahkeme’nin Programı’nın hazırlandığı ilk bir araya gelişte yaptığı Konuşma’yı ve Jean-Paul Sartre’ın Stockholm Toplantısı sonrasında açıkladığı Hükm’ü de içeren “Vietnam Günlüğü”, sadece bir “Süper Güc’ün” acımasızca yürüttüğü Savaş’ı Tüm Boyutları’yla ortaya koymuyor, Aybar’ın Sosyalizm Anlayışı’ndan Parçalar da sunuyor26.” “Elinizdeki Kitap, özellikle “Vietnam Günlüğü”, Aybar’ında sıkça tekrarladığı üzere bir “Süper Güc’ün” her bakımdan kendisinden kat kat geride olan bir Ülke’ye karşı acımasızca yürüttüğü Savaş’ı hemen hemen Tüm Boyutları’yla ortaya koyuyor. Saldırı Alarmları, Sığınaklar, Uçaklar, Bombalar, Kimyasal Silahlar, Özel Quwwetler, yakıp yıkılan Şehirler-Köyler, Aqıl almaz İşkence Metotları, Tecâwüzler, İnsanlık Onuru’nu Ayaklar altına alan Davranışlar... Bütün bunlara karşı direnen, Mücâdele eden Vietnamlılar. Olaylara Huquqçu Kimliği ile Soğukkanlılıkla yaklaşmaya çalışan Aybar’ı çoğu zaman Çile’den çıkaran Görüntüler... Üstelik bütün bu Acılar’ın yanında Vietnam’a, oradaki Gündelik Hayat’a ve Sosyalizm’e dair Canlı Gözlemler’de de bulunuyor. Kendi Sosyalizm Anlayışı’nı, “Sosyalizm İnsanlar içindir, İnsanlar Sosyalizm için değil” Fikri’nden sapmadan gördükleriyle kıyaslıyor. Sosyalizm’i salt Ekonomik Model’e indirgeyen Zihniyet’e karşı Sosyalizm’in Amacı’nı “İnsan” olarak, İnsanlar’ın Somut Sorunları’nın Çözüm’ü olarak ortaya koyarak, Vietnam’da da “Özgürlükçü Sosyalizm” Anlayışı’nı sergiliyor. Sadece Türkiye’de değil Uluslararası Düzey’de de Saygınlığı Yüksek olan, Türkiye Sosyalist Hareketi’nin Târihi’nde çok önemli bir yere Sâhip Aybar’ı tekrar tekrar değerlendirmekten –kuşkusuz eksikliklerini, hatalarını da ortaya koyarak– bugün dahi öğrenecek çok şey olduğu Kesin.27” 2014’de İletişim yay. Kıvanç Koçak’ın Yayın’a hazırladığı “T.İ.P. Târihi”ni yayınladı. 15.Sayfa’ya kadar Koçak’ın “Türk Solu’nda Gerçek bir Efsâne:M.A.Aybar “ Adlı Giriş Yazı’sı yer alıyor. “Türkiye Sol Hareketi’nde bambaşka bir yeri olan (TİP) Târihi’ni anlatıyor. Parti’nin Kuruluşu’ndan 1968 Sonları’nda, Aybar’ın “Türkiye’ye Özgü Sosyalizm” Kavram’ı üzerinden su yüzüne çıkan Anlaşmazlıklar’a kadar uzanan bir Dönem’i ele aldı. Aybar’ın Türkiye, Dünya ve Sosyalizm üzerine Analizleri’yle zenginleşiyor. Aybar’ın Hayatı’ndan Çarpıcı İzler de barındıran Kitab’ı İnönü, Demirel, Behice Boran, Sadun Aren, Yaşar Kemal ve daha Niceleri’nin Sahne aldığı bir Anı Kitab’ı olarak da görmek Mümkün. Fotoğraflar’la ve Dipnotlar’la zenginleştirilmiş Yeni Edisyonu’yla TİP Târihi Emekçileri, İşçileri, “Ayaktakımı” olarak görülenleri, “İkinci Sınıf” Watandaş sayılanları İqtidar’a getirmek için verilen Savaş’ın İlk Ağız’dan Anlatı’sı; Türkiye Târihi’ne, Türkiye Sol Târihi’ne Etraflı bir Göz atma Îmkân’ı… Hukukçu, Akademisyen, Gazeteci, Siyâsetçi Kimlikleri’yle bir Dönem’e Damgası’nı vuran isimler’den olan Aybar “başka türlü” bir Sosyalist’ti: Kullandığı “güler yüzlü sosyalizm”, “Türkiye’ye Özgü Sosyalizm”, “Özgürlükçü Sosyalizm” Kavramları’yla; sadece sistem içinde değil Sosyalizm Uygulamaları, Teorileri içinde de gördüğü Çarpıklıklar’ı İfâde etmekten hiç çekinmemesiyle; Kürt Sorunu’na değinen belki de İlk Siyâsetçi olmasıyla; “Yatay Örgütlenme” Modeli’ni Savunması’yla… ABD’nin Vietnam’daki Savaş Suçları’nı yargılamak için kurulan Uluslararası Russell Mahkemesi’nde Üyelik yapacak Uluslararası Saygınlığı, Entelektüel Donanım’ı, Kültür’ü, Bilgi’si vardı. Ömrü’nün Sonuna kadar Sosyalizm Mücâdelesi’nden vazgeçmedi. Her Koşul’da altını çizdiği bir Gerçek vardı: “Sosyalizm İnsanlar içindir; İnsanlar Sosyalizm için değil...28” öldü. 28 Şubat 2015’de Yaşar Kemal 17 Haziran 2015’de ,Birlikte Meclis’e girmeleri’!nin 50.Yılı’nda Demirel öldü. 29 Ağustos 2015’de Kuzen’i Oktay Akbal öldü. 22 Ekim 2015’de Çetin Altan öldü. 10 Temmuz 2016 Anma’sı: Ölümü’nün 21.Yılı’nda Aşiyan'daki Mezarı Başı’nda anıldı. 68'lilerden Nigar Sancak Açış Konuşma’sı yaptı. Aybar ve Devrim Şehitleri için 1 Dakikalık Saygı Duruşu’nda bulunuldu. Anma Sonu’nda yine Nigar Sancak konuştu: “Karanlık Günler’in Son bulacağını umuyoruz29.” TİP, Vatan Partisi, ÖDP, Komünist Parti, İşçi Kardeşliği Partisi (İKP) ve Sosyalist Aydın ve Sendikacılar katıldı. Watan Partisi’den Doç.Dr.Cüneyt Akalın, "Aybar'ı, O'nun Anısı’nı yaşatmak Zorunda’yız, bu Görev’dir. Öğretmenimiz, Büyüğümüz, Milli Sporcumuz Aybar Türkiye Devrimci Hareketi’nde Önemli bir yere Sâhip’tir. O'nun bize yaptığı Uyarılar Bugün de önemini korumaktadır. İdeolojik Sağlamlık, Dâwâ’ya Bağlılık, Bilim’e Bağlılık, İnat etmek bize kalan Miras’tır. Aybar bize Devrim’in İhraç ve İthal edilemeyeceğini öğretti. 'Güleryüzlü Sosyalizm' Sözü’nde Haqlı çıktı." ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Çiçek Çatalkaya: "Aybar Bugün yaşasa mutlaka Sosyalist Hareket’in Örgütlülüğü ve Büyümesi için Emek verirdi. Türkiye Sosyalist Hareketi bir Dönemeç’tedir. AKP'nin Ülkemiz üzerinde kurduğu Tahakküm’ün ve Baskı’nın arttığı bir Dönem’deyiz. Aybar'ın Mirâsı’na Sâhip çıkmak AKP İqtidarı’na karşı Birleşik bir Halq Muhalefeti’ni örgütlemek ve Mücâdele etmektir." KP İstanbul İl Yöneticisi Engin Karaman: "Aybar ile elbette ki Ayrımlarımız var fakat Bugün Aybar'ı Sosyalizm Kavgası’nın bir Parça’sı olarak görüyoruz ve selamlıyoruz. Sosyalizm her Zaman Halq’a ve Emekçiler’e karşı Güleryüzlü’ydü fakat Düşmanlarımız’a karşı Asla Güleryüzlü olamayız. İşçi Sınıfı’nın Kurtuluş’u Kavgası’nda Aybar'ı ve Devrim ve Sosyalizm Kavgası’nda yitirdiklerimizi Saygı’yla anıyorum". İKP Genel Başkanı Şadi Ozansü:“Aybar Bağımsızlığa ve İşçi Sınıfı’na fazlasıyla Güven duydu. Kapitalizm’e ve Emperyalizm’e karşı Mücâdele’de birleşik Cephe Anlayışı’yla Mücâdele etti. 2023'te Cumhuriyeti Yıkma Hedefi’yle ilerleyen bir Parti’ye karşı anti-Emperyalist Birleşik bir Cephe’yle Mücâdele etmeliyiz." Aybar'ın kurup Genel Başkanlığı’nı yaptığı Sosyalist Devrim Partisi'nin İstanbul İl Sekreteri Doğan Ekmekçioğlu: "Aine’si İş’tir kişinin Lâf’a bakılmaz' Söz’ü Aybar'ın Düsturu’dur.” Konuşmalar’ın ardından Eski TİP Üye’si ve DiSK/Emekli-Sen Yöneticisi Ramazan Gecenoğlu, Melih Cewdet Anday'ın Anı Şiiri’ni okudu. Sınıf Bilinci Suqut ediyor 19 Kasım 2018’de - İsmet Özel, İstiklal Marşı Derneği’nce tertip edilen ‘Sınıf Bilinci’ panelinde konuştu. konuşmasının başında artık kalabalıklara konuşmayacağını ifade etti: Bu bir veda konuşmasıdır. Önce gazete yazısı yazmayı bıraktım. Sonra Bir Yusuf Masalı’nı kemale erdirmek üzere şiir yazmayı bıraktım. Bugün de huzurunuzda kalabalıklara hitap etme uygulamasına son veriyorum. Eğer dinî bakımdan vebali olmayacak bir şeyse bundan sonra hiçbir konuşma yapmayacağım. İnsanların karşısına çıkıp burada yaptığım gibi bir hitapta bulunmayacağım. Ama biraz önce dediğim gibi bir Müslüman olarak yapmam zaruri olan şeyden kaçmayacağım ama hiçbir şekilde -İstiklâl Marşı Derneği toplantıları da dâhil olmak üzere- kimseye konuşmayacağım, hitap etmeyeceğim. O yüzden bu konuşmamda size aklınızda mutlaka tutmanız gereken şeyleri söyleyeceğim. Şimdi, Sınıf Bilinci neşriyatı dolayısıyla bu toplantıyı yapıyoruz. Benim ilk mektep hayatım 5 sene boyunca İstanbul’dan gelen “Sınıf Bilgisi” dergisiyle geçti. Bizim ilk mektebe başladığımız zaman 5.sınıfı bitirinceye kadar her hafta bir “Sınıf Bilgisi” dergisi gelirdi. Biz onu her hafta işlerdik. Yani diğer kitaplarımız vardı ama dergi işlenirdi derslerimizde. Ben şimdi onun yerini tutmak üzere Sınıf Bilinci mecmuasını teklif ettim, arkadaşlar da kabul ettiler. Bu mecmua veya dergi, bu sene 4 adet çıkacak Allah izin verirse. Güz çıktı şimdi, kış, bahar, yaz sayıları çıkacak. Sonra, açılış konuşmasında Oruç Özel’in dediği gibi, ayda bir çıkacak. Yani 12 sayı çıkacak bir sene sonra. Diğer 3.sene de ders yılı boyunca 1 hafta olmak üzere 32 sayı çıkacak. Yani 4, 12, 32. 3 sene sürecek Allah izin verirse bu neşriyat. Çocukluğumuzda bize Latin alfabesini savunmak ve Türk yazısını kötülemek için şöyle derlerdi: “Bu Latin alfabesini kolayca çocuklara öğretiyoruz ama Arap harfleriyle okuyup yazma öğrenmek için en az 3 sene lazımdır.” Bu hakikaten doğru. Çünkü hakkıyla okur-yazar olabilmek için 3 sene uğraşmak lazım. Biz de bu neşriyatı Allah ömür verirse, kuvvet verirse, şartlar müsait olursa böyle yapacağız; yani üç sene sonunda bu neşriyatı takip eden insanlar okuryazar olacaklar. Yani hem okuyabilecek hem yazabilecekler. Bu neden böyle olacak? Çünkü biz Türkçe’nin Latin hurufatıyla yazılamayacağını biliyoruz. Birinden öğrenmedik bunu. Yani bunu biliyoruz. Çünkü bu lisan Türk dili, lisanı ve lügati bu yazıyla doğmuştur. Kur’an yazısı olmadan Türk lisanı zaten olmaz. Bizi bu bakımdan aldattılar, çok derin bir yanılgıya düştük, yani Türkçe varmış da buna Arapça Farsça kelimeler girmiş, böyle bir şey yok. Biz dinimizi İranlı hocalardan öğrendik. O zaman İran Şii değildi. Onun için bilhassa dinî terimlerimiz namaz, oruç gibi Farisi’dir. Ve biz insana yaraşır bir konuşma tarzını Kur’an bilgisinden çıkardık. Allah bize bunu nasip etti. Yani Allah Türkleri diğer milletlerden üstün yarattı çünkü Türklerin elinde, Türklerin bünyesinde Kur’an’dan çıkma bir dil, lisan ve lügat var. Yani Allah “Arapçadan daha İslâmî olan bir lisan” yarattı Türk milletini şekle kavuşturmak için. Türk milleti bu şekli kabul ettiği kadar millet oldu. Şimdi, Türk milleti dediğimiz zaman neyi anlıyoruz? Azeriler, Türkmenler, Özbekler, Tatarlar, Kırgızlar var. Bunlara Türki kavimler diyoruz ama biz bu ülkede yaşayan insanlar bu saydığım kavimlerden bahsederken ne diyoruz? “Dış Türkler” diyoruz. Öyle demiyor muyuz? “Dış Türkler.” Demek ki iç burası. Yani Türk milleti dediğimiz zaman bu ülkede mukim insanları anlıyoruz. Öbürleri -eğer Türkse- onlara da dış Türkler diyoruz. Şimdi bugün Hristiyan takvimine göre -ki biz Hicrî takvime göre pratik bir şekilde konuşamıyoruz. Yani ben, Hristiyan takvimine göre 19 Eylül 1944’te doğmuş olan birisi olarak ki herhalde bu salondaki en yaşlı adamımdır, Hicrî takvime göre konuşamıyorum. Hâlbuki ben 1 Şevval 1363’te doğdum. Ama bunu ancak kafamı zorlayarak söyleyebiliyorum ancak.- İstiklâl Marşı Derneği 2007 yılında İstiklâl Marşı’nın yazılma gayesine uygun olarak kuruldu. Yani İstiklâl Marşı hangi gayeyle yazıldıysa İstiklâl Marşı Derneği de o gayeyle kuruldu. Derneğin kurulması süreci başladığında derneğin kurulmasına önayak olan kişi, bana dedi ki: “İsterseniz vakıf kuralım çünkü dernek devletin çok kolay müdahale ettiği bir yapı ama vakıfların kanunla himaye edilmiş, kanunla ayarlanmış birtakım imtiyazları var. Oraya kolay giremiyorlar, müdahale edemiyorlar.” Bu şekilde bir teklif geldi bana, vakıf daha iyidir diye. Ben de dedim ki; “Asla. Eğer biz devletin rahatsız olacağı bir faaliyet göstereceksek bu derneği hiç kurmayalım. Devlet müdahale etsin ve aleyhine görüyorsa derneğimizi kapatsın.” Nitekim işte 10.seneye geliyor, şubatta 10.senesini ikmal etmiş olacak derneğimiz, resmî makamlardan aleyhimize hiçbir tavır görmedik. Bilakis bizim attığımız her adım vesilesiyle devlet kendisinin muaheze edilemeyecek durumda olduğunu göstermeye çalıştı. Daha kuruluş bildirimizi yayınladığımız zaman o bildirideki bir cümle o günkü başbakan tarafından telaffuz edildi. Biz, İstiklâl Marşı Derneği kurulduktan sonra, İstiklâl Marşı’nın TBMM tarafından millî marş olarak kabul edilmesinin sene-i devriyesi sözkonusuydu- ve biz bu vesileyle bir bildiri yayınladık. O bildiride, “İstiklâl Marşı bizim millî mutabakat metnimizdir” cümlesi vardı. Bu cümle o günün başbakanı tarafından ikrar edildi. “İstiklâl Marşı bizim millî mutabakat metnimizdir.” Yani Türkiye’de bir millî mutabakat varsa bunu İstiklâl Marşı’nın 41 mısraından çıkarabilirsiniz. Başka bir millî mutabakatımız yoktur. Gökhan Göbel’in konuşmasında geçti: Teşkilat-ı Esasiye Kanunu. Manidardır. Yani lisan birçok şeyi öğretir bize. Yani almak istediğimiz bilgi lisandadır. Hangi lisan olursa olsun. I. Meşrutiyet, II.Meşrutiyet dolayısıyla doğan yasal metinlere kanun-i esasi diyoruz. Öyle değil mi. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ondan sonra. Buradan ne öğreneceğiz? Kanun-i Esasi... Bu Kanun-i Esasi tıpkı Kanuni Sultan Süleyman gibi bir şey, “Kanuni” bir şey. Yani şeriat dışında konmuş bir şey. Kanun ama Teşkilat-ı Esasiye Kanunu; bir teşkilatlanma tercihinde bulunuyoruz ve bunun kanununu çıkarıyoruz. Kanun-i Esasi değil bu Teşkilat-ı Esasiye Kanunu. Teşkilat daha önce. Yani öncelik -lisanî sıralama bakımından değil aynı zamanda zihnî tercih bakımından da- Teşkilat-ı Esasiye. Teşkilatımız esas. Yeni bir teşkilat. Birçok şey oldu bugüne geldik. Neler oldu ve nereye geldik? Bunu anlamamız lazım çünkü bundan sonra başımıza bir şeyler gelecek… İnsanlar zırt pırt 2023 hedefi gibi şeyler söylüyorlar. Tıpkı çözüm süreci gibi neyin çözümü olduğunu söylemeden, bir de hedef var, 2023 hedefi. Ne olacak o zaman, hangi hedefe varılacak onu söylemiyorlar ama bir 2023 var. Ama ben bir falcılık yapayım, diyeyim size. 2023’te hâlâ Türkiye Cumhuriyeti varlığını koruyacak beklentisine hedef diyorlar. Çünkü Hıristiyan takvimine göre 1923’te imzalanan Lozan’ın gizli hükümleri var mı? Bunu bilmiyoruz. Neden bilmiyoruz? Çünkü Britanyalılar bize bildirmiyorlar. Ben orta yaşımdaydım o zaman. 1973, Lozan’ın imzalanmasının üzerinden 50 yıl geçtiği zaman. Biz neyi öğrenmiştik? Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Krallığı, üzerinden 50 yıl geçtikten sonra yaptığı bütün gizli anlaşmaları ifşa eder, 50 yıl geçtikten sonra gizlilik kalkar o anlaşmanın üzerinden. Ben de birçokları gibi 1973 yılında dört gözle bunu bekledim. Lozan’ın gizli hükümlerini Britanya bize açıklayacak diye. Olmadı böyle bir şey. Buradan birileri dediler ki “Olmadı çünkü gizli hüküm yoktu.” Yersen. Britanyalılar böyle şeyler yaparlar. Margaret Thatcher başbakan iken uygulanan ekonomik tasarruf politikaları sebebiyle “British Broadcasting Corporation” yani BBC tasarruf gayesiyle bütün yabancı yayınlarını iptal etti. Kimseye para vermeyecekler, bu para kısmaya ihtiyaçları var. Bir tek yabancı dil hariç: Türkçe. Çünkü o zaman 12 Eylül 1980 sonrasıydı ve Türkiye’nin kontrolü ihmal edilemezdi. Fransızca, Hintçe… yayınlarını kesti BBC ama Türkçe devam etti. Şimdi 7 yıl kaldı 2023’e. Belki 6 hesabıyla 6 yıl kalmıştır. 7 yıl sonra, Allah takdir ediyor tabi ama, bu salonda olan birçok insan hayatta olacak ve ne olacağını görecekler. Acaba bu 7 yılı edilgin bir biçimde bekleyelim mi yoksa bu 7 yıl boyunca bir şey mi yapalım? Niçin bir şey yapalım? Bizim 7 yıl sonra doğma ihtimali olan sonuca bir tesirimiz olur mu, olmalı mı? Ne oluyor? Ne demiştim ben İstiklâl Marşı Derneği, İstiklâl Marşı’nın yazılış gayesi ile kuruldu. İstiklâl Marşı Türk topraklarının elden gitmemesi Misak-ı Milli’nin gerçekleşmesi için yazıldı. Bunun 2.bir sebebi yok. Misakı Milli’nin gerçekleşmesi için ama İstiklâl Marşı yazıldığı zaman henüz Sakarya Meydan Muharebesi olmamıştı. Sakarya Meydan Muharebesi sonunda İstiklâl Marşı’nın yazılış gayesine varıldığı farzolundu. “Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” dediler ki vermiyoruz. Dolayısıyla İstiklâl Marşı’nın yazılış gayesi tahakkuk etti. Böyle düşündüler ve bu yüzden de İstiklâl Marşı’nı rafa kaldırdılar. Biz (veyahut ben) İstiklâl Marşı’nın raftan indirilmesini teklif ediyoruz, ettik. Ama geçen 10 sene boyunca İstiklâl Marşı Derneği İstiklâl Marşı’nı raftan indirme işini beceremedi. Yani İstiklâl Marşı Derneği “kendi gayesine hizmet etmeyen bir dernek” olarak 10 yıl yaşadı. Benim aforizmalarımdan bir tanesi şudur; “Taşmayan sabır, sabır değildir.” Ona tahammül deriz. Yani biz oruca da sabır ismini yakıştırmışızdır. Çünkü biz imsakten iftara kadar sabrederiz. Sabrın sonu selâmettir. Her oruçlu günümüzde iftar ederiz ve selâmete bir adım daha yaklaşmış oluruz. İstiklâl Marşı Derneği İstiklâl Marşı’nı raftan indiremedi, fakat İstiklâl Marşı Derneği’nin 10 yıllık ömrü bir fiyasko değildir. İstiklâl Marşı Derneği en azından derneğe zarar vermek isteyen insanları pasifize etti. Bu insanların büyük çoğunluğu dernek üyeleridir. İstiklâl Marşı Derneği’nin bünyesinde İstiklâl Marşı Derneği’nin fonksiyonel olmasına mâni olmak isteyenler vardır. 10 sene boyunca faaliyet gösteren İstiklâl Marşı Derneği bugün burada olamazdı, eğer İstiklâl Marşı Derneği üyeleri İstiklâl Marşı Derneği’ne zarar vermek üzere üye olmuş olmasalardı. Ama dediğim gibi Allah ve Allah’ın melekleri İstiklâl Marşı Derneği’ne zarar vermek isteyenlerin elini kolunu uzatmadı, elinin kolunun uzamasına mâni oldu. Ne bu telaş? Niçin İstiklâl Marşı Derneği var ve niçin İstiklâl Marşı Derneği İstiklâl Marşı’nı raftan indirmek zorunda? Ne gereği var? Yapacağımız başka şeyler yok mu? Yok. Bunu anlamanızı bekliyorum. Türk vatanı, Türk toprakları dediğimiz zaman neden bahsettiğimizi anlamanızı bekliyorum. Sondan başlarsak, yani 7 yıl sonrası merak konusu olan bir şey. Yani bütün Cumhuriyet tarihi bu 7 yıl sonrası hesabıyla yaşandı. Ne olacak? Bunu anlamamız lazım. Kimin umurunda ne olacağı? Şimdi cumhurbaşkanlığı mevkiini işgal eden zat başbakanken Türkiye’de 36 etnik unsur olduğunu beyan etmişti. Bunu sanki kendi saymış gibi… Tabii buna gâvurlar öyle söyle diyorlar, o da söylüyor. Ama etrafınıza bakarsanız Türkiye’de hiç Türk göremezsiniz. Ben Türk’üm diyen adama pek rastlayamazsınız. Herkes eğer Müslümansa ya Çerkez’dir, ya Arnavut’tur, ya Pomak’tır, ya Gürcü’dür, bir şeydir yani. Müslüman değilse, işte... Müslüman değilse, yok. Müslüman olduğu halde bir de Ermeni’si, Rum’u, Yahudi’si var. Adam diyor ki “Ben Müslümanım ama Yahudiyim” meselâ. Yani gözümüzün önünde olan şeyler var. Önce Sovyetler Birliği haritadan silindi, akabinde Yugoslavya haritadan silindi. Bugün Lübnan, Libya, Tunus gibi ülkeler adı olan, sanı olan ama cismi olmayan ülkeler. Ne bir sosyal varlıkları var ne de hukukî değerleri var. Şimdi buna benzer bir tablonun Türkiye’de doğmaması için hiçbir sebep yok. Ve böyle bir şeyin olması da insanlara rahatsız edici gelmiyor. Yani ince bir çizgi halinde Türkiye’nin devam etmesi... “Ne olacak, böyle olsun. Sanki şimdiye kadar bir hayrını mı gördük? Öyle devam etsin!” diyebilir birçok insan ve aranızda da bunların birçokları var. Ama ahlâken bir olgunluk noktasını yakalamış insanların bilmeleri gereken şeyler var. Şimdi, dünyada yürürlükte olan ilişkiler bütünü tasdik edilecek bir tabloyu yansıtıyor mu? Yani, “Oh oh ne güzel dünya bu halde. Ne iyi bakın! Dünya ne güzel görmüyor musunuz?” diyeceğimiz bir dünyada mı yaşıyoruz? Yoksa “Ya, bu dünyada yaşamamak yaşamaktan daha iyi!” diye mi düşünüyoruz. Bunu Trump’tan Vietnam’daki bir köylüye kadar herkes bir rahatsızlığın yürüdüğünü, bir rahatsızlığın hissedildiğini ve bunun mutlaka bir şekilde giderilmesi gerektiğini düşünüyor. Donald Trump da diyor ki; “Amerika’yı yeniden güçlü yapacağız.” Demokratlar da buna karşı “Amerika zaten güçlü” diyorlar. Bunlar da üzerinde düşünülecek şeyler ama vaktimiz o kadar çok değil. Ben gene size söylemek istediğim noktaya hâlâ gelemedim. Ne olacak, yani ne yapacağız da neye uğraşacağız? Gücümüzü neye harcayacağız? Bunu anlayabilmemiz için, gücümüzü neye harcayacağımızı anlayabilmek için müdafaaya değer bir şeyimiz olup almadığını anlamamız lazım. Neyimizi savunacağız? Meselâ “Namusumuzu savunacağız.” demeli miyiz? Diyemiyoruz çünkü namus kalmadı. Yani Türk Milleti kendi mevcudiyeti konusundaki bilinçten mahrum bırakıldı. Sınıf Bilinci sözü bu mahrumiyeti fark ettirmek içindir. Şimdi Türk Milleti dediğimiz zaman ne anlıyoruz? Bunu bir anlayalım. Millet kelimesinin bir dinî birlik olduğunu bilen bilir. Millet demek “bir din etrafında, yani bir din dolayısıyla birbirine ait insanlar topluluğu”dur. O yüzden Osmanlı klasik yönetimi milletler ayrımı üzerine inşa edilmiştir. Hiyerarşik bir millet düzenlemesi vardır Osmanlı klasik düzeninde, Tanzimat’a kadar diyelim… Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasıyla netleşen ve Hıristiyan takvimine göre 1839 Tanzimat Fermanı’nın okunmasına kadar süren zaman içinde, müddet içinde bir klasik Osmanlı düzeni var. Milliyet üzerine kurulu milletler prensine dayalı bir Osmanlı düzeni. Bu düzen aslında 2 parçadan müteşekkil; yukarda sunuf-u devlet var. İlmiye, kalemiye, seyfiye olmak üzere 2 parçalı bir devlet sınıfları var. Yani ordu, bürokrasi ve intelligentsia; bir kâfir devlet olsaydı bu isimleri alacaktı. Devlet sınıfları; bunlar birilerini idare ediyorlar. Devlet sınıfları var yukarda birilerini idare ediyorlar. Onların altında ne var? Reaya yani uyanlar, riayet edenler. Devlet yukarıda ve devlete uyan, devlete riayet eden insanlar var. Bu reaya çeşitli milletlerden teşekkül ediyor. En yukarıda Grekler var, onların altında Ermeniler var, onların altında Yahudiler var. 3 büyük millet, hiyerarşik olarak en yukarıda Grekler. Ama Müslümanlar nerde? Onlar beraya zümresi. Onlar devlete haraç vermiyorlar. Diğer bütün milletler devlete haraç veriyor. Müslümanlar devlete haraç vermiyorlar. Çünkü sadece onlar, devleti -dinleri yani Müslümanlar kendi mensup oldukları din sebebiyle devleti- muaheze etme hak ve yetkisine sahip. Devleti Müslümanlar itham edebilecek güce sahip. Bunlar beraya zümresi. Dolayısıyla bu bir sınıf. Sunuf-u devlet var ama bu sunuf-u devletin karşısında bir sınıf var. Sınıf bilinci bu. Türkiye’de kaybedilen şey sınıf bilincidir. Berayanın devleti dini sebebiyle muaheze etme gücünden ve yetkisinden mahrum bırakılması... Bu sınıf bilincinden biz uzaklaştırıldık, şimdi sınıf bilincini edinebilmemiz lazım. Sınıf bilincini nasıl edineceğiz? Okuma yazma öğrenerek. Çünkü okumayı öğrendiğimiz zaman bir derece ama yazmayı öğrendiğimiz zaman bütün dereceler itibariyle neye bağlı olduğumuz ve neden mesul olduğumuz konusunda tam bilince ereceğiz. Neye bağlı olduğumuz ve neden mesul olduğumuz hususunda eğer okumamız yazmamız tamsa işte bu üç senenin sonunda tam bilince ermemiz lazım. Şimdi bu bize ait olan sınıf bilinci fakat sınıf kelimesini biz aldığımız tahsil sebebiyle başka bir zaviyeden görürüz. Çünkü Karl Marx ve Friedrich Engels’in 1848 yılında neşrettikleri Komünist Partisi Manifestosu’nda bir sınıf ve sınıflardan bahsedilir. Bu Avrupa kültüründe sınıftan ne anlaşıldığı meselesinin billurlaşmış, tebellür etmiş halidir. “A spectre is haunting Europe — the spectre of communism.” Tabi ben Almancasını söyleyemediğim için İngilizcesini söylüyorum. Avrupa Medeniyeti sınıflı toplumdan çektiği acılara son vermek üzere bir komünizan hedef icad etmiştir. Yani sınıflı toplumun verdiği acıları izale etmek ve sınıfsız bir topluma ulaşmak için bir formül teklif edildi. Cumhuriyet idaresi, 1923 yılında ilân edilen cumhuriyetin getirdiği kadro şöyle diyordu: “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz.” Hayda, şimdi ne oldu? “Biz Avrupalılar gibi değiliz. Biz burada imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz.” Bunu söylemek zorunda idiler. Bunu, doğrusunu söylememek için cazip bir yalan olarak söylediler. Çünkü kurdukları idare imtiyazlıların idaresiydi, zorba bir sınıf pençesini topluma geçirmişti, kaynaşma değil ezilme vardı. Peki, bu yalanı niçin söylemek zorundaydılar? Neden beğenilecek bir yalan uydurmak zorundaydılar? Çünkü Cumhuriyetin ilânı Ümmet-i Muhammed’in 2.hicreti olmak zorundaydı. Bunu gizlemek için, bu hakikati değil zikretmek, hatıra hiç bir zaman getirmemek için imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle olduklarını söylüyorlardı. Ümmet-i Muhammed’in 2. hicreti olmalıydı Cumhuriyetin ilânı. Çünkü 1.hicrette bizi Mekke’den çıkardılar. Ama 2.hicrette hem Mekke’den hem de Medine’den çıkardılar. Biz Mekke’den ve Medine’den çıkarılanlar olarak Kâbe’ye yönelebilmek için ayaklarımızı basabileceğimiz bir sahayı Misak-ı Milli ile tercih ettik. Misak-ı Milli’yi ilân ederek Kâbe’ye yöneldiğimizde ayaklarımızı basabileceğimiz bir yer olduğunu dünyaya rest çekerek gösterdik. Onun için Cumhuriyetin ilânı bizim için 2.hicretimiz olmalıydı. Olmadı. Şimdi bütün bunları İsmet Özel hamaset olsun diye mi söylüyor? Çünkü sizin zihninizde “benim bu sözünü ettiğim şeylerin konacağı yer” yok. Siz bambaşka şartlandırmalar altında çok garip kirlenmelere maruz kalarak bu yaşa geldiniz. Çünkü size dediler ki: “Kapitalizmin alternatifi sosyalizmdir.” Böyle değil. Bizim bütün dünya sathında müdafaa edebileceğimiz dünyada hiç bir milletin sahip olmadığı değer külliyatımız var. Bu külliyat Türk topraklarının mevcut oluşu sebebiyle ortadadır. Eğer dünyada bugün bütün insanlığın acısına sebep olan bir kapitalist zulüm varsa bu zulüm Türk topraklarının taayyün etmesiyle ilk faaliyetini başlatmıştır. Şöyle formüle edebiliriz: Avrupa’nın ötekisi Türk’tür ve kapitalizm Türk düzeni korkusundan çalıştırılmaya başlanmış bir mekanizmadır. Dolayısıyla eğer kapitalizmin bir hasmı varsa bunun adı “Türk düzeni” olarak konabilir; sosyalizm veya komünizm olarak değil. Şimdi kapitalizmin gerçek hasmının sosyalizm olduğunu kim göstermek ister? Hem sosyalistler hem kapitalistler. Yani, kapitalizmin gerçek hasmının sosyalizm olduğunu hem sosyalistler savunur hem de kapitalistler bunun böyle olduğunu tasdik eder. Çünkü kapitalistler sosyalizmi bertaraf ettikleri zaman; “Gördünüz mü, biz haklıymışız” diyeceklerdir, ki demişlerdir. Fukuyama Tarihin Sonu’nu bunun için yazdı. Sovyetler Birliği çöktüğü zaman “Görüyorsunuz dünyada kapitalizmden öte bir sistem problemi yoktur, tarihin sonu gelmiştir.” demiştir. Sosyalistler de bütün o kapitalizmin ürettiği kötülüklere karşı duran bir unsur olmak bakımından kendilerini hem mazur hem de haklı göstermek üzere “kapitalizmin alternatifi sosyalizm” diyeceklerdir. Ama mesele böyle değildir. Yani bizim müdafaa edebileceğimiz bir Türk düzeni vardır ve bu geleceğe bakışımızda bizim dinamomuzdur. Batıda bugün demokratik avantajlar sözkonusu olduğu zaman yürütülmüş uzun bir hak mücadelesi zikredilir ve Karl Marx’ın tahlilleri bu bakımdan işe yarar. Yani tarihin motoru “sınıf mücadelesidir” dediğiniz zaman daha eskilere gitmeye lüzum yok, feodal düzende köylü ve derebeyi arasındaki mücadele- kapitalist düzende proletarya ve burjuvazi arasındaki mücadele çözüme bağlandığı zaman yani proletarya diktatörlüğü kurulduğu zaman buradan önce sosyalizme arkasından komünizme gidilecek. Dolayısıyla geleceğin dinamosu bu hak mücadelesinden doğabilecek. Şimdi burada bir illüzyon bütün insanları tesiri altına almıştır. Nedir o? İnsanlar aşağıdan yukarı, yani aşağıdakilerin yukarıdakilere karşı verdikleri mücadele sonunda bir ilerleme sağlayabildikleri illüzyonudur bu. Halbuki, evet, bir mücadele bahis konusu fakat bu mücadele alt tabakaların üst tabakalara karşı verdikleri bir mücadele değil. Bu mücadele ikbal düşkünlerinin yeni zenginlere karşı verdikleri bir mücadeledir. Yani belli bir dönem boyunca kendini toplumun seçkin unsuru bilmiş insanların bu seçkinlikten alıkonmaları sonucunda yeni fakat hak etmedikleri bir üstünlüğü kullanan insanlara karşı yürüttükleri bir mücadele. Eğer herhangi bir iyileşme sözkonusu olduysa bu iyileşme eski iyilerin yeni kötülere karşı yürüttükleri bir mücadeledir. Bu bakımdan bizim sınıf bilincimiz çok sağlam bir yerdedir. Çünkü biz İslâmî üstünlüklerimiz sebebiyle bir seçkinlik tezahür ettirdik ve bu yüzden de gayr-i İslâmî “iyi” (tırnak içinde)’ye karşı mücadelede avantajlı durumdayız. Şunu bilin, hiç bir zaman kuvvetli ile zayıf kavga etmez. Yani bir mücadele, kavga, savaş neyse hiçbir zaman zayıf ile kuvvetli arasında olmaz. Çünkü birisi zayıfsa dayağı yiyeceği bellidir, öbürü de kuvvetliyse dayağı atacağı bellidir. Burada ne mücadele olacak? Ancak dersin ki, birisi birisini dövdü, tamam onu anlarız. Mücadele sözkonusu değildir, savaş sözkonusu değildir. Sadece bir vukuat vardır. Mücadele 2 güçlü arasında olur. O yüzden bizim sınıf bilincimiz kendi gücümüzü fark etmemizle doğacak olan bir şeydir. Bu konuda zaten Kur’an-ı Kerim bizi mücehhez kılmıştır. İman ediyorsanız mutlaka güçlüsünüz. O bakımdan hiç endişe edecek bir şey yok ama bizim bu toprakları Darü’l-İslâm haline getirirken takındığımız tavır tabi ki bize miras kalmıştır. Lisanımızda “serbest” diye bir kelime var. Bunu İngilizceye tercüme etmeye kalktığınız zaman “free” diye tercüme ediyorsunuz değil mi? Tabi ki bütün tercümeler yanlıştır, o ayrı hikâye. Çünkü hiç alâkası yok. Meselâ orada “sugar free” yazıyor. Şekersiz diyor, şekeri serbest demek değil o. “Serbest” Farsça bir terkip, ne manaya geliyor: “Başı bağlı.” Hayda, ne alâka şimdi? Meselâ orada “giriş serbesttir” yazıyor, yani “girerken para almayacağız sizden” demek değil mi o? Giriş serbesttir. Kelimenin etimolojisiyle hiç alâkası yok. Biz bu toprakları Diyar-ı Rum’u, Darü’lİslâm haline getirirken serbest davrandık, serbest olanlar Müslümanlardı, onların başı şeriata bağlıydı. “Serbest”. Onlar istediklerini yapabiliyorlar, çünkü başları zaten bağlı. Onlar şeriata mugayir bir şey zaten yapamazlar. Serbestler onlar, başları bağlı. Bizim bu bakımdan elimiz çok güçlü, eğer başımız şeriata bağlıysa. Şimdi dünyada olan bitenler bakımından önemli olan husus şu: Türk düzeni bütün dünyanın kapitalizm hegemonyası altına girmesine rağmen devam eden bir şeydi. Türk düzeni hiçbir zaman gücünü kaybetmedi. Ta ki Turgut Özal cumhurbaşkanı oluncaya kadar. Turgut Özal cumhurbaşkanı olunca artık Türk düzeninden bahis açamıyoruz çünkü o zaman vatana ihanet suç olmaktan çıkarıldı. Türkiye’de artık insanları vatan haini olduğu için mahkûm edemezsiniz; onun için vatan hainlerinin milletvekili olmasında bir beis yoktur. Vatana ihanet Türkiye’de çok önemli bir ölçü çünkü Türk toprakları dünya ölçüsünde bir kurtuluş ümididir. Yani Türk toprakları nasıl bir zamanlar kapitalist hegemonyanın durduğu yer idiyse hâlâ Türk toprakları kendi karakterine sahip çıktığı takdirde Dünya Sistemi dediğimiz hem hegemonik hem de müstebid işleyişin geçersiz olduğu yer olacaktır. Bu olacak mıdır? Bunu tamamen böyle bir şeyi isteyen insanlar gerçekleştirebilir. Türkiye’de böyle bir şeyin istenildiğine dair hiç işaret yok. Ama biz eğer yazımızı geri alabilirsek bu herşeyimizi geri aldığımızın da ispatı olacak. Bu olur mu? Size bağlı. Çünkü bunun itikadî değeri konusunda cesamet sizden gelecek. Yani bunu kuvveden fiile geçirecek insanlar olması lazım. Bu bil kuvve vardır ama fiilen var mıdır, bunu herkesin tavrından göreceğiz. Şimdi 2 şeyi akılda tutmak gerek: 1. bizim Türk Milleti olarak müdafaa edecek şeylerimiz vardır ve bunun başında topraklarımız gelir. Topraklarımızı kaybettiğimiz zaman hiçbir şey bahis konusu değildir. Dediğim gibi hicret Mekke’nin fethi için vuku buldu ve biz meselâ Habeşistan’a, Necaşi’nin yanına gidenlere ancak ıstılahi olarak değil, tabir olsun diye muhacir deriz. Gerçek muhacir kimdir? Ensar’ın karşıladığıdır. Değil mi? Muhacirler onlardır. Muhaceret tabii ki bir zaruret ama Ensar’ın yaptığı bir zaruret değildi. Onun için Ensar’ı sevmek imandandır, Muhacir’i sevmek değil. Yani insana yaraşır olanı Ensar göstermiştir. Hatta bu imandandır sözünün bile hafif olduğunu söylüyorlar hadis-i şerifin Arapçasını bilenler. Yani iman gereğidir Ensar’ı sevmek. Bizim bu bakımdan şu yaşadığımız ülkede başımıza gelenler konusunda sınıf bilincine ermemiz gerekiyor. “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” diyenler 14 Mayıs 1950’de iktidarı kaybettiler, yahut şöyle diyelim, hükümet etme hakkını kaybettiler. 14 Mayıs 1950. Bu Türkiye’de Lozan’la varılan uzlaşmanın geçersiz kılınabilmesi için bir imkândı. O dönemin Başvekili -bana göre ilk ve son Türk Başvekilidir; ilk ve son- Adnan Menderes’in 2 sözü Türk siyasetinde hâlâ aşılamamıştır. Bunlardan bir tanesi, Demokrat Parti grup toplantısında: “Muhterem heyetiniz isterse hilafeti de geri getirebilir.” 2:sözü de, yüksek rütbeli subayları karşısına alarak: “Sizin şövalye burunlarınızı kıracağım, ben bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim.” Bu 2 söz Türk siyasetinde aşılabilmiş değildir. Esasen bu 2 sözü söyleyen adam asıldıktan sonra artık bir Türk siyaseti de yoktur. Süleyman Demirel, Demokrat Parti geleneğinin canlandırılmaması vazifesiyle başbakan edilmiştir ve başbakan olduktan sonra ona İsmet İnönü “fuzuli şagil” demiştir. Yani işgal ettiği makamı yok yere işgal ediyor, fuzuli şagil. Orda bulunuyor ama olmasa da olur manasında. Bu yıllar sonra Obama için de söylendi. Yani “bu adam başkan olsa ne, olmasa ne, hiçbir şey yaptığı yok, yapabildiği yok” dediler. Şimdi burada başı örtülü kızlar çoğunlukta değiller mi? Bunlar kendilerinin ne olduklarını biliyorlar mı? Yani başlarını niçin örtüyorlar? Çünkü artık Türkiye’de başını örtüp kıçını açan dünya kadar kız var. Üniversitede bu başörtüsü meselesi ayyuka çıktığı zaman diyorlardı ki “ben dinim gereği başımı örtüyorum.” Böyle kendilerini savunuyorlardı. Böyle değil. Yani üniversite talebesinin başını örtmesi dini gereği olamaz. Neden olamaz? Çünkü tesettür kadında “kim olduğunu belli etmemek” üzere vardır. Yani gözlerinden bile anlaşılıyorsa o tesettür değildir. Benim de başıma geldi, Cizre’de bir sokağa girdiğim zaman sokağın öbür ucundan gelen kadın, çarşaflı bir kadındı, hemen arkasını döndü, yani sokağa arkasını döndü, evlere doğru yüzünü dönüp oturdu ve ben oradan geçinceye kadar orada oturup kaldı. Arkası dönük olarak. Yanımdan geçmedi. Çünkü bir şekilde ben onun kim olduğunu bilirsem o örtünmüş olmuyor. Neyse lafı uzatmayalım. Türkiye’de başını örten bir kız veya kadın siyasî bir beyanda bulunuyor demektir: “Ben kafirlerin kurduğu düzeni tanımıyorum. Ey kâfirler, bir gün hepiniz bu dünyada yüzü kara insanlar olacaksınız.” “Başını örten bir kız” bunu söylemiş olur. Bunu söylemeyen, burnuna hızma takıp gezen kız başını örtmemiş demektir. Bir kız Türkiye’de başını örtüyorsa küfre karşı meydan okuduğunu, sadece meydan okumakla kalmayıp kâfirlerin mutlaka cezalandırılacağını söylemiş olur. Böyle bir örtünme olmadığı takdirde o zavallı işte öyle gariban bir şeydir. BBC’de bir telefonlu konferansa katıldım. O zaman Milliyet Gazetesi’nde yazan şimdi öbür dünyaya göçmüş olan Teoman Erel vardı, Nazlı Ilıcak vardı, Mehmet Ali Aybar vardı ve ben vardım. Konu da üniversitede kızların başlarını örtmesi idi. Oturumu Andrew Mango yönetiyordu. Sıra Mehmet Ali Aybar’a gelince, “Ne diyorsunuz efendim üniversiteli kızların başını örtmeleri konusunda?” denilince, Türkiye İşçi Partisi’nin yıllarca genel başkanlığını yapmış olan, Demokrat Parti iktidara geldiği zaman da “Zincirli Hürriyet” diye bir dergi çıkarmış olan -herkes hürriyet geldi diyordu, o da Zincirli Hürriyet diye bir dergi çıkardı- Mehmet Ali Aybar cevaben dedi ki: “Bu kızlar köylerinden çıkıp gelmiş kızlar değil ki. Bunlar liseyi bitirmişler, üniversiteye giriş imtihanında bir puan almışlar ve bu puanlarının hak ettiği üniversiteye kayıtlarını yaptırmışlar. Bu özellikteki kızlara biz başını öreteceksin ya da açacaksın deme hakkına sahip değiliz.” Yani bu adam insan şahsiyetinin tecavüze uğramasını kabul etmeyen biriydi. Yani, “eğer insan belli bir zihnî seviyeyi temsil ediyorsa artık o insana seçmeleri karşısında baskı uygulamak herşeye aykırıdır. İnsana ait olan herşeye aykırıdır” manasında bir şeydi bu. İslâmî bir gayesi olarak söylemiyordu bunu. Bunu lafımın arasına soktum çünkü Türkiye’de biz devlet karşısında şahsiyet temasını unuttuk. Devlet karşısında şahsiyet. Devlet bir şeydir ama devlet için kitaplarda “hükmî şahsiyet” tabiri kullanılır. Yani şahıslar vardır, bir de hükmî şahıslar vardır. Devlet bir hükmî şahıstır. Ama şahıs hükmî şahıs karşısında değerini düşürmez, düşürmediği zaman doğru bir şey olmuş olur. Hükmen şahıs saydığın bir şey gerçekten şahıs olan bir şeyin üstüne çıkamaz. Onun için bizim kendini bilen âlimlerimiz zamanında şunu söylemiştir: “Din esastır, devlet onun fer’i olarak kurulmuştur.” Şimdi, lafı çok uzatmayacağım. Şunu söyleyeceğim: Türkiye’de Misak-ı Milli’den azami tavizi veren insanlara dünya sistemi tarafından idareci olma hakkı tanındı, bu bir. 2. onların idareci olma hakkı 27 Mayıs 1960 sabahı ellerinden alındı ve Türkiye kendine gelmek için başvuracağı çözüm yollarından hem sosyalist bir dönüşüm isteyenleri tasfiye ederek hem de İslâmî bir dönüşüm isteyenleri tasfiye ederek mahrum bırakıldı. Yani Türkiye 2 şey yaşadı. Bir: Kendini Sosyalist dönüşüm geçirerek bulmak. 2: Kendini İslâmî bir dönüşüm geçirerek bulmak. Türkiye sınıf bilinci meselesinde bunun aslî elemanlarının yok edilmesi suretiyle yaya bırakıldı. Türkiye hüviyet veya kimlik bilinci meselesinde de bunun aslî elemanlarının tasfiye edilmesiyle yaya bırakıldı. Türkiye hem sınıf bilinci bakımından hem kimlik bilinci bakımından yaya bırakıldıktan sonra AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte kötürüm edildi. Yani önce yaya bırakıldı, yayan yapıldak gidecekti; ama yaya bile gidemesin diye bu sefer ayakları kırıldı. Onun için şimdi Türkiye global bir dünyada her şeyi elinden alınmış bir insan güruhundan ibaret. Her şeyimizi geri alabilmek için yazımızı geri almak kifayet eder. Yazımızı geri aldığımız zaman hem ayaklarımız olacak, hem de ayakkabılarımız olacak. Yazı meselesi sadece Türklerin meselesi değildir. Bütün insan topluluklarının yazıyla olan münasebeti onların yakalayabildikleri en üst çizgidir. Onun için bu konuda Türklerden sonra, Türklerden sonra gadre uğramış millet Almanlardır. Hitler yönetimi sırasında Alman yazısı, ki biz ona Gotik harfleri falan filan diyoruz ama bunun Almanca adı “Deutsche Schrift”dir, Alman yazısı resmî yazı olmaktan çıkarıldı. Bir şeyleri anlamak için bir fırsat bu. Güya Nasyonal Sosyalist bir yönetim var ve burada en nasyonal olan şey “okse”. Yazı dediğim gibi sadece Türklerin meselesi değildir. Her millet kendi yazısıyla vardır. Onun için Kiril alfabesiyle yazmayan adam Rusça yazmıyor demektir. İşte, iki kardeş papaz Ruslara bu yazıyı galiba Rus da değiller Kiriller- verivermiş. Eksik kalan çok şey var, biliyorum. Yani kafamda çevirip durduğum şeylerin şimdi bu konuşmam boyunca ancak onda birini söyleyebildim. Ama şunu hesaba katmamız şarttır, vazgeçilmezdir: Türkiye’de yaşayan insanlar Türk topraklarının akıbeti konusunda Türkiye dışında alınmış kararlara katılarak sadece kötü olabilirler. Yani birtakım dangalaklar adı ne olursa olsun dünyada büyük sermayenin ürettiği projelerden birinin içinde yer almayı kendileri için bir ilerleme sanıyorlar. Yani bunun adı Avrasya, Büyük Ortadoğu Projesi, cart curt ne olursa olsun, dünyanın en büyük sermaye grupları Türkiye’nin akıbeti konusunda birtakım projeler üretiyor ve sana bunu teklif ediyorlar. Sen de “Aa ne şık şey!” diyorsun. Hatta orada tabi seni tava getirmek için “Türkiye’nin de rolü böyle olacak” falan filan diye aptalca şeyler söylüyorlar. Yani böyle dangalak, Türkiye’de aramadığın kadar çok. İşte DAEŞ’in kadrosunun önemli bir kısmı Türkiye’nin 71 vilayetinden gidenlerden oluştuğu söyleniyor, bilmiyorum ben gidip saymadım. Bu alçaklık bir pazarlığın sonucudur. Yani şimdilerde ben de DAEŞ dedim size çünkü öbürünü hemen bir kenara ittiler: IrakŞam İslam Devleti. Yani IŞİD olarak zikrediliyordu başlangıçta. Çünkü bu alçaklık Türkiye’de başlatıldı ve Bağdat-Şam hattının Müslümanlara bırakılması mukabili İstanbul’dan vaz geçilmesini esas alan bir proje bu. İstanbul Ortodoksların baş şehri olsun, biz de Irak-Şam Devleti’ni kuralım. Yani Türkiye’de dediğim gibi böyle şeylere tav olacak dünya kadar insan var. Çünkü ne olduklarını, kim olduklarını bilmiyorlar. Ama bir kısmı da biliyor. Şimdi dünya sistemi diye bir şey var. Benim yazdıklarımı, konuştuklarımı takip edenler biliyorlar. Yani İtalyan site devletlerinde temellerini atmış olan, XVII.yüzyılda Hollanda’da piyasa şartlarını tanzim etmiş olan, XIX.yüzyılda Londra’da kemale ermiş olan bir dünya sistemi; 1945’te de Wall Street’e metropolünü taşımış olan bir dünya sistemi, bir malî hegemonya. Bu malî hegemonya metropol-periferi münasebetiyle işliyor ve talimatlar metropolden periferiye doğru, değerler periferiden metropole doğru hareket ediyor. Şimdi Türkiye’de bu mekanizmanın işleyişine hizmet ederek kendine bir gelecek sağlamak isteyen insanlar çok. Ama bunların aynı zamanda etnik özellikleri de var. Yani Büyük Yunanistan’ın kurulması, Büyük Ermenistan’ın kurulması, Kürdistan’ın kurulması, Pontus’un kurulması. Bütün bunlar dünya sisteminin işleyişinin gıcırtısız, pürüzsüz olmasıyla mümkün. Dolayısıyla eğer bir insan Büyük Ermenistan istiyorsa, Büyük Yunanistan istiyorsa, Kürdistan istiyorsa, Pontus istiyorsa gönülden bir şekilde dünya sisteminin ajanı olacaktır. Yani bunda bir beis görmeyecektir. Çünkü dünya sistemi hegemonyasını devam ettirdiği zaman ancak bu olabilecek bir şeydir. Ve bu da Türk toprakları diye bir şeyi tanımayan bir hâdisedir. Bizi 1920 şartlarına götürmeyecektir, bir daha 1920 şartları geri gelmez. Yani Sevr anlaşmasıyla Türklere bırakılan o sadece Karadeniz’e sahili olan toprak parçası bugün geçerli değil. Bu yüzden, yani bundan sonra olacak olan her şey göbeği Türkiye dışındaki malî güce bağlı olmayan insanların yapacağı bir şeydir. Yani aslında şunu da iyice bilin: Türkiye’de siyasî olarak yükselmek isteyen bütün güçler malî bakımdan Türkiye düşmanları tarafından finanse ediliyor. Türkiye doğrudan doğruya bugün ayakta bu finansla duruyor. Yani duymuyor musunuz açıkça söylüyorlar: “Kaynağı belli olmayan para girişi.” Böyle saçma şey olur mu? Kaynağı belli olmaz mı? Bal gibi birileri biliyorlar onun ne kaynağı olduğunu. Yani Türkiye’de başta bankacılık olmak üzere birçok piyasa düzenlemesiyle insanlar bir şeye mahkûm ediliyorlar. Mükemmel bir borç düzeni var. Yani itikadî olarak yerimizi tespit etmemiz lazım. Yani Müslümanım deyip borçla yaşamak mümkün değil. Yani borç tamam, borç almak haram değil ama faiz haram. Peki, faiz nedir? Faiz nedir? İktisat kitapları ciltlerce şeyler yazmıştır bu konuda. Ama ben öğrendiğimi size söyleyeyim. Ben bunu İmam-ı Azam’dan öğrendim. İki kişi, İmam-ı Azam ve arkadaşı, bir 3.şahsı bekliyorlar. İmam-ı Azam’ın yanındaki adam diyor ki: “Şu evin gölgesinde bekleyelim.” Çünkü güneşin altında bekliyorlar. İmam-ı Azam: “Hayır. O evin sahibinin bana borcu var. Eğer ben o evin gölgesinde durursam bu faiz olur.” diyor. Şimdi buradan ne anlayacağız? Bakınız, Resul-ü Ekrem defalarca “agâh olunuz” diye uyarmıştır, ahmaklık Müslümana haramdır. Yani “ben hem ahmağım, hem Müslüman” olmaz. Buradan ne anlayacağız? “Bu evin sahibinin bana borcu var. Ben bu evin gölgesinde durursam bu faiz olur.” Bu şu demek: Malî bakımdan güçlü olanın lehine, malî bakımdan güçsüz olan ne yaptıysa faizdir. Yani malî bakımdan yukarıda olanın, yani meselâ adamın parası yüzünden itibar sahibi olması haramdır; faiz haram olduğu için. Yani şimdi ne diyoruz, “şecaat arz ederken merd-i kıptî sirkatin söyler”. Şimdi çingene kendini övmek için nasıl hırsızlık yaptığını anlatır. Şimdi dünya bu hale gelmiştir. Yani insanlar yaptıkları kötülüklerden dolayı... Meselâ Marmaray ya da 3. köprü ya da son zamanlarda açılması beklenen “dünyanın en büyük hava limanı”. Bunları yapmakla övünen insanlar o çingenenin pozisyonundadırlar, yani yaptıkları hırsızlıkları övüyorlar. Ama bu hırsızlık anladığınız şey değil. Şimdi Berlin ikiye bölündüğü için 2 havaalanı var. Yani zamanında Berlin’i Müttefikler 2ye böldüler. Almanya’yı 3e böldükleri gibi Berlin’i de 2ye böldüler. O yüzden Doğu Berlin’e gelen uçakların indiği bir alan, bir de Batı Berlin’e gelen uçakların indiği bir alan var. 2 Almanya birleşince dediler ki, “bir şehirde 2 hava alanı olmasın, büyükçe bir hava alanı yapalım.” Ve gerçekten muazzam bir yatırım sözkonusu oldu, büyük bir proje. Fakat o hava alanı hâlâ açılmadı ve şu anda artık dağıtılması düşünülüyor. Hava alanı bitti ama vatanperver Almanlar hava alanını açtırmadılar. Neden? Çünkü beynelmilel güçlerin söz sahibi olacakları bir alan olacaktı. Yani evet çok büyük, belki de Almanya’nın en büyük hava alanı olacaktı ama Almanların sözü geçmeyecekti. Şimdi hızlı tren konusunda Fransızlar çok iyidir, SNCF. Paris-Köln arasında çalışacak bir hızlı tren hattı yapalım diyor Fransızlar Almanlara. Gayet de cazip bir fikir. Fakat Almanlar diyorlar ki: “Siemens yapıncaya kadar bekleyeceğiz.” Anlatabiliyor muyum? Yani bir Fransız firması yapmayacak bunu. Boğaz üzerine yapılan köprülerin Türkiye’ye siyasî bakımdan, Türk hükümranlığına verdiği zarar bakımından neye mal olduğunu hiç kimse düşünmüyor. Yani 1974 yılında açılan 1. boğaz köprüsünün 74’ten 80’e kadar Türkiye’deki anarşik dedikleri olaylara olan katkısından hiç kimse söz etmiyor. Yani dünya ticaretinin Türkiye’ye neye mal olduğunu kimse söylemiyor. Yani uzun zaman insanlar Türkiye’nin Doğu’yla Batı arasında bir köprü olduğunu söyleyerek dangalakça laflar ettiler. O sırada Kültür Bakanı mıydı İsmail Cem, ben bir yazı yazdım “Köprülerde Ağaç Bitmez” diye. İsmail Cem bir daha o ibareyi, yani köprü lafını bir daha ağzına almadı. Yani köprülerde ağaç bitmez. Türkiye yolgeçen hanı olmayı kabul eden bir ülke olduğu zaman kendi var olma hakkını kendi eliyle terk etmiş olur. O yüzden biz, Allah bize o günleri gösterecek olursa İstanbul’daki bütün o gökdelen diye adlandırılan binaları hayvan barınağı yapacağız ve zaten hayvan barınağı. Ve bütün köprüleri Türk kullanımına tahsis edeceğiz. Bu onların irtibatının kesilmesi manasına gelecek; ama biz o şekilde yok edeceğiz ki, çünkü ayaklarını yok etmeyeceğiz, millî savunma gerektirdiğinde kullanılabilecek şekilde yok edeceğiz o köprüleri. Ve bugün Marmara Denizi diye adlandırılan denizin adını da Türk Denizi yapacağız; çünkü 2 tarafı da Türk. Peki, beni dinlediğiniz için teşekkürler30. 1 https://www.iletisim.com.tr/kisi/mehmet-ali-aybar/5601#.XJIh6SgzbIV İsmet Sungur/Canlı Çelişkiler, Türk Solu dergi2si, sayı 52 3 Taswir Gazete’si. 18 Temmuz 1946. Cumhuriyet Gazete’si 10 Nisan 1946, 4 Trakya’da Askerlik yapan Muzaffer Şeref/Türkiye ve Sosyalizm, 1968,İstanbul, s.87: “Hapishane’de olmayıp da -çok Zeki bir Plan gereğince Alman saldırıları’na Karşı dövüştürülmek üzere Trakya’daki Birlikler’e atananlarımız, hiç olmazsa Bireysel bir Katkı’da bulunabşlmek Umudu’yla, nelki de birkaç Saat sürecek Kavga Anları’nı Korku içinde değil, Mutluluk duyarak beklemişlerdir. Bugün Sosyalist Etket’i altında Meydanlar’da Boy gösteren kimi Aydınlarımız o Yıllar’da Ortalık’ta yoktu. Türlü Yollar’la kaytarmışlardı. “ https://books.google.com.tr/books?id=vxeDDwAAQBAJ&pg=PA30&lpg=PA30&dq=Tahsin+Aybar&sou 2 rce=bl&ots=GlOYrV0n0V&sig=ACfU3U2N0AC1zaFMGK5cYjCDmkDNRHJmtg&hl=tr&sa=X&ved=2ah UKEwiI6tXciZPhAhWLE5oKHU7rCt4Q6AEwCHoECAcQAQ#v=onepage&q=Tahsin%20Aybar&f=false 5 http://www.tustav.org/mehmet-ali-aybar-nazimin-yurtdisina-cikisini-anlatiyor/ İsveç’te Osman İkiz Tarafı’ndan Nâzım Hikmet için hazırlanan bir Radyo Programı’na verdiği Röportaj kaydı. 6 Malatya Kongresi’nin Ses Kayıtları, adı geçen MDD Grubu Tarafı’ndan yapıldı; Rasih Nuri İleri Arşivi’nden kendisinin onayıyla Dijital Ortama aktarıldı. http://www.tustav.org/gorselisitsel/mehmet-ali-aybarin-tip-2-buyuk-kongresini-acis-konusmasi/ 7 Russell’ın Kasım 1967’de Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin 2.Oturumunu açarken yaptığı konuşmadan aktaran Chomsky, Prevent the Crime of Silence içinde, Bertrand Russell Peace Foundation Ltd., 1971 http://911review.org/Wget/www.homeusers.prestel.co.uk/littleton/v1tribun.htm 8 https://www.iletisim.com.tr/kisi/mehmet-ali-aybar/5601#.XJIh6SgzbIV 9 https://marksist.org/icerik/Tarihte-Bugun/7508/10-Temmuz-1995-Mehmet-Ali-Aybar-yasaminikaybetti 10 http://www.kitapfirsatlari.com/aybar-ile-soylesi-sosyalizm-ve-bagimsizlik-ugur-mumcu 11 Vatan, 1.5.1960. https://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/tiptarihi1.pdf Giriş. 12 1968, 13 1973, 14 1979,(78?) 15 1988, BDS Yayınları 16 Eylül 2001,1.Baskı, İletişim yay.232 sayfa. 9789750500602 17 1987, 18 1986, 2010, Um-Ag yay.22.Baskı. 19 https://www.iletisim.com.tr/kitap/marksizm-ve-sosyalizm-uzerinedusunceler/7631#.XJIx_igzbIU 20 Kesinlikle Mesaj Kaygı’sı taşıdığımdan değil ama Röportaj Konuları’nı seçerken, bazen bir Şeyler bir Şeyler’e bağlansın diye, Yakın Târih’e Göndermeler yapan Konular’a kayıyor gönlüm. Yakın Târih derken de, çok çok Yakın ama sanki çok çok Uzak’mış gibi duran Târih’ten söz ediyorum. TİP'in Kurulması, TBMM'ye 15 Milletvekili göndermesi ve Bölünme’si Konusu’nda Genel Kültür Çalışması yapmak isteyenler için bu Haftaki Okuma Ödeviniz Barış Ünlü'nün Piyasa’ya Tâze çıkmış Kitab’ı Bir Siyasal Düşünür Olarak Mehmet Ali Aybar, olabilir mesela. Mehmet Ali Aybar'ın Kız’ı, Güllü Aybar'ı, Üniversite Yılları’ndan ODTÜ'nün Mimarlık Kantini’nden hatırlıyorum. O Günler, Bütün Sol Fraksiyonlar’ın, hem Sağcılar’la - ki Allah'tan ODTÜ'de bulunmazlardı - hem de birbirleriyle kıyasıya Mücâdele ettikleri Dönem’di. Eh, Doğal olarak, Kantin de oldukça Heyecan Verici bir Forum Alanı’na dönüşmüştü. İşte böylesi bir Ortam’da, Güzelliği, Havası ve "Cool"luğu ile Hayran Bakışları toplardı üstünde Güllü Aybar. Hatta, bu Röportaj’ı yapacağımı bilen ODTÜ'lü bir Erkek Arkadaşım, "Diğer Kantinler’den onu görmeye gelirlerdi," dedi. Ama bakın, Güllü Aybar, o Kantin’i nasıl hatırlıyormuş. Hayat bazen gerçekten çok Garip! Hayır. Bu bahsettiğim, Uzun Sürmüş bir İlişki’ydi. ODTÜ İdari'den birisiydi. İlhan İrem ilişkisi de zaten basında abartılmış bir Şey’di. Yine o zaman, Babam’ın Kız’ı olduğum için Gazeteler’e, Dergiler’e düşüldü. Ama ne zannedildiği kadar Uzun sürmüş ne de zannedildiği kadar Ciddi sürmüş bir İlişki’dir. O da tamamen babama karşı reaksiyonun ve Can Acıtma Hikayeleri’nden birisidir. Anladım ki onun Siniri’ne dokunuyor, bir kere çıkacağıma 3 kere çıktım. 21 “İstifa’mın Muhtelif Sebepleri vardı ama "olmayan" bir Güncel Sanat Piyasası’nda Pazarlamacı Konumu’nda bulunmak, beni bitirdi. Gerçek bir Piyasa olmayınca, eş dost ilişkisiyle işi yürütmek çok yordu beni. Galiba zamanla Pentüre karşı olan Heyecanım’ı da kaybettim. Çünkü değil Türkiye'de, Dünya’da bile yeni bir şŞy çıkmıyor. Ama ona Muqabil bir Kaşık Suda ne fırtınalar kopuyor! "Ben ne yapıyorum, neye Hizmet ediyorum?" diyorsun, o zaman da! Bıraktım o işi.” 23 Zengin Âilelerin istediği Eski Eesim. Eski Resimleri niye istiyorlar? Hem Ciddi bir Yatırım, Müzâyede’de alıyorlar Şanlar’ı yürüyor, hem de bakınca anlıyorlar, Çiçek mi Böcek mi! Ama Güncel Resim çok az satılıyor. Koleksiyoncu Sayısı da çok az. Bazen Dekorasyon’un bir Uzantı’sı olarak alınıyor Resimler. Eh, Dekorasyon bitince, Duvar da dolunca... Mesela benim İlk Galericilik yaptığım '83 de, Çağdaş Resim Moda’sı vardı. Komet, Paris'ten Yeni gelmişti. Erol Akyavaş'ın Moda’sı vardı. Bebek'te bir Galeri’de çalışıyordum. Çok iyi gezilirdi, Kokteyller dolar taşardı, Resimler satılırdı. Sonra bütün Kültür Olayları’nda olduğu gibi onun da Moda’sı bitti. Moda’sı olduğu Dönem’de, birisi gelip bana 22 "Mavi Resim var mı?" deyince, ben onu kovabilirdim. Sonradan 90'larda filan kendim Telefon açıp, "Çok Güzel Mavi Resimlerimiz geldi, Perdeleriniz’e Uygun," demeye başladım. 24 http://belgeseli.blogspot.com/2006/04/ismet-zel-trkiyede-trkiye-hesabna_01.html https://www.iletisim.com.tr/kitap/neden-sosyalizm/8460#.XJJOsSgzbIU ISBN 9789750509100 26 https://www.iletisim.com.tr/kitap/vietnam-gunlugu/8597#.XJJRyigzbIU ISBN 9789750510472 İletişim- Mayıs 2012 27 K.Konak. eser’in Susum’u.. 28 https://www.iletisim.com.tr/kitap/turkiye-isci-partisi-tarihi/8985#.XJI2HCgzbIU Kasım 2014, 9789750516696 672 Sayfa 29 https://odatv.com/guleryuzlu-sosyalist-unutulmadi-1007161200.html 30 http://www.yeniakit.com.tr/haber/ismet-ozelden-veda-konusmasi-648457.html 25