© UKAM YAYINLARI HAZİRAN 2015
www.ukam.org
Alevilik Söyleşileri
Rıza Yıldırım
1
Proje Koordinatörü: Prof. Dr. İlhan Kaya
Söyleşiyi Yapanlar: Enver Yalçın, Ömer Uğurlu
Uluslararası Kültürel Araştırmalar Merkezi International Cultural Research Center Navende Lêkolîna Çandeyîya Navneteweyî
SÖYLEŞİ
| Rıza Yıldırım
Alevilik Söyleşileri
Rıza Yıldırım
1
Proje Koordinatörü: Prof. Dr. İlhan Kaya
Söyleşiyi Yapanlar: Enver Yalçın, Ömer Uğurlu
YAYINLARI
www.ukam.org
/UKAMIstanbul
/Uluslararası Kültürel Araştırmalar Merkezi
| Alevilik Söyleşileri 1
Alevilik Söyleşileri
Rıza Yıldırım
Proje Koordinatörü: Prof. Dr. İlhan Kaya
Söyleşiyi Yapanlar: Enver Yalçın, Ömer Uğurlu
2
UKAM YAYINLARI
SÖYLEŞİ NO: 1
KAPAK TASARIMI ve MİZANPAJ: Hamdi Alanay
ULUSLARARASI KÜLTÜREL
ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
Maltepe Mah. Edirne Çırpıcı Yolu Sok. No: 5/2B, Mira Rezidans, Zeytinburnu, İstanbul
TÜRKİYE
Telefon: +90 212 247 06 82 Faks: +90 212 247 06 81
E-Posta:
[email protected]
Copyright © Haziran 2015 UKAM
Bu analizde yer alan görüşler bir kurum olarak UKAM’ın görüşleri ile birebir örtüşmeyebilir.
www.ukam.org
SUNUŞ..........................................................................................................................................................4
NEDEN RIZA YILDIRIM? .......................................................................................................................6
ALEVİLİK SÖYLEŞİSİ ...............................................................................................................................7
PROJE KOORDİNATÖRÜ ve SÖYLEŞİYİ YAPANLAR .................................................................19
İÇİNDEKİLER
| Rıza Yıldırım
3
| Alevilik Söyleşileri 1
| Alevilik Söyleşileri
ürkiye, yıllarca çoğulcu bir demokratik sistem inşa edemeyişinin sancılarını yaşadı.
Değişen bağlam ve aktörlere rağmen, hala bu sancıları yaşamaya devam etmektedir.
Çoğulcu ve adil olmayan bir anlayışın, toplumsal barışı inşa etmesi mümkün değildir.
Türkiye’de tekçi ve otoriter devlet anlayışı, farklılıkları hep tehdit olarak gördü. Sistemli
olarak ya asimile etmeye ya da baskılarla sindirmeye çalıştı. Herkese belli bir kısım anlayış ve
pratikleri dayattı. Otoriter laiklik, milliyetçilik ve Sünnilik olarak ortaya çıkan bu anlayış ve pratikler, devlet zoruyla farklılıkları bastırdı ve çeşitliliği topluma tehdit olarak algılattı. Farklı kimlik
ve aidiyetlere yaşam hakkı tanıma konusunda hiçbir zaman istekli olmadı. Yeri geldi laiklik, yeri
geldi milliyetçilik, yeri geldi Sünni İslamcılık devreye girdi ve farklı toplumsal kesimleri dışladı.
SUNUŞ
T
4
Otoriter laiklik, dini bireysel yaşam alanına hapsederek; dindarları sosyal ve kamusal alandan uzaklaştırmaya çalıştı. Milliyetçilik, etnik ve kültürel talepleri bölücülük sayarak, şiddetle
mukabelede bulundu. Devlet, Sünniliği ana akım din pratiği olarak benimseyerek, oluşturduğu
kurumsal yapılarla dini kontrol etmeye çalıştı. Toplumun her kesiminin vergileri ile hizmet veren
Diyanet İşleri Başkanlığı, Sünni arzu ve pratiklerine cevap veren bir hizmet anlayışıyla hareket
etti. Diyanet İşleri Başkanlığı bir yandan Sünniliği bir norm inanç yorumu olarak topluma algılatırken, diğer yandan Sünnilerin devlete sadakatini sağlamanın aracı oldu. Bu kurumsal yapı,
zihinsel arkaplan ve pratikler, diğer mezhep ve inançları kabul etmekte her zaman sorunlar yaşadı. İnanç ve mezhepsel farklılıkları tehdit olarak gördü ve dışladı. Çoğulcu bir anlayış geliştiremedi.
Türkiye’de farklı kimlik, inanç ve yaşam tarzları her zaman iktidar mücadelelerinin aracı oldu.
İnsanın biricikliğini merkeze alan, farklılıkları yadsımayan, fırsat eşitliği sağlayan adil bir sistem
inşa etmekte maalesef başarılı olamadı Türkiye. Hakları ihlal edilen, kimlikleriyle kabul edilmeyen, kültürleri ile var olamayan, sosyal olarak dışlanan kesimlerle empati yapamayan farklı toplumsal kesimler, çoğu zaman siyasi mücadele ve iktidar savaşlarında da taraf olarak, toplumsal
gerilimlerin ve ayrımların parçası oldu. Hâlbuki savunmamız gereken partizan ve benmerkezci anlayışlar değil. Sadece kendi hak ve özgürlüklerimizi savunarak ve toplumsal eşitsizlik ve
ayrımcılıklara göz yumarak, kendi hak ve özgürlüklerimizi güvence altına alamayız. Yapmamız
gereken hepimizi güvence altına alacak ve toplumsal adaleti sağlayacak çoğulcu ve demokratik
bir sistem inşa etmektir. Bunu henüz başaramadık. Yakın vadede başaracağa da benzemiyoruz.
Türkiye’de toplumsal ve siyasi kutuplaşmalar, gerilimler ve ötekileştirmeler, beraber yaşamayı giderek zorlaştıran bir hüviyet arz etmektedir. Artan kutuplaşma, radikal eğilimleri güçlendirmekte ve uzlaşı kültürünü yok etmektedir. Çoğunlukçu anlayış ve söylemler, farklılıkların
ifadesini güçleştirmektedir. Yıllarca hakları ihlal edilen ”dindar” Sünniler, iktidara geldiklerinde
daha çoğulcu ve demokratik bir Türkiye inşa edemediler. Kendileri dışındaki kimlik ve anlayışları
anlayamadılar ve hoşgörüyle karşılayamadılar. Siyasi çoğunluk elde etmeyi, iktidarın paylaşılmazlığına yordular. Farklı kültürel anlayış ve pratikleri kucaklama konusunda otoriter Kemalistlerden daha iyi bir sınav sergilemediler. Otoriter laiklerden daha demokratik ve daha adil olduklarını gösteremediler. Alevilerin ve gayrimüslimlerin taleplerini karşılamada isteksiz davrandılar.
Milliyetçiler, Kürtlerin kimlik ve tanınma mücadelelerini anlamadılar. Dil ve kültürlerini öğrenme
ve yaşatma arzusunu bölücülük olarak algıladılar. Ancak şiddetle bastırmaya çalıştıkları kimlik
ve aidiyetler yok olmadılar. Daha radikal bir biçimde geri döndüler.
Alevilik, bugün Türkiye’de farklı bir deneyim yaşamaktadır. Aleviler, cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez toplumsal ve siyasi olarak dini tonu yüksek ve siyasi olarak güçlü bir Sünni İslam
iktidarına tanıklık etmektedirler. Bugün Sünnilik hem geniş toplumsal kesimin hem de kamu
otoritesini kullananların temel inanç pratiğini oluşturmaktadır. Cumhuriyet tarihi boyunca Aleviler her ne kadar sayıca az olsalar da, Cumhuriyet ideolojisi ile geliştirdikleri ilişkiler, onları laik
iktidarın parçası yapmıştı. Bugün artık o olanağa sahip değildir. Hem toplumsal çoğunluğun
| Rıza Yıldırım
hem de siyasi iktidarın muhalefeti konumundalar. ”Dindar” Sünniler, geçmişteki dışlanmalarının aktörlerinden biri olarak gördükleri Alevilerle yeni bir ilişki biçimi yaşamaktadırlar. İktidar
değişiminin yaşandığı ve yeni toplumsal gerilim alanlarının oluştuğu bu süreçte, UKAM olarak
Türkiye’de Alevilik konusunu irdelemek istedik. Hem Alevi kanaat önderleri hem de Aleviliği çalışan entelektüellerle görüşerek geçmişin hafızasını, Aleviliğin pratiklerini ve AK Parti iktidarı ile
oluşan yeni sosyal ve siyasal bağlamı konuşmak istedik. Alevilik ve AK Parti iktidarı ile oluşan
yeni bağlam konusunda, söz söyleyebilecek konumda olan aydınlarla yapılan bu söyleşi serisini
beğeni ile takip edeceğinizi umuyoruz.
UKAM Başkanı
Prof. Dr. İlhan KAYA
5
| Alevilik Söyleşileri 1
| NEDEN RIZA YILDIRIM?
976 yılında Tokat’ın Turhal ilçesinde doğan Rıza Yıldırım, Bilkent Üniversitesi’nde Fizik
lisans eğitimini tamamladıktan sonra radikal bir geçiş yapıp, akademik kariyerini tarih
alanında devam ettirmeye karar verdi ve Bilkent Üniversitesi tarih bölümünde yüksek
lisans programına başladı. Aynı bölümde yaptığı doktora çalışmasında Osmanlı Beyliği’nin kuruluş ve yükseliş sürecinde başrol oynayan Türkmen gruplarının daha sonraki dönemlerdeki maceraları üzerine yoğunlaştı. “Turkomans between two Empires: The Origins of
the Qizilbash Identitiy in Anatolia, 1447-1514” başlıklı tezi ile tarih doktoru unvanını kazandı.
Doktoradan hemen sonra Harvard Üniversitesi’nde iki yıl boyunca doktora sonrası araştırmalar
yapan Yıldırım, bu araştırmalarında Kızılbaşlığın inanç esasları ve toplumsal düzeni konusunda
başlıca kaynak olan “buyruk” metinleri üzerine yoğunlaştı. Buradaki çalışmaları devam ederken,
2009 yılında TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Tarih Bölümü’nde yardımcı doçent olarak
işe başladı. Halen aynı bölümde İslam Tarihi, Eski Çağ Tarihi, Osmanlı Tarihi, Avrupa Tarihi alanlarında dersler vermektedir. Akademik araştırmalarını Osmanlı tarihi ve Safevi tarihinin kesişme
alanları üzerinde yoğunlaştıran Rıza Yıldırım, özellikle Kızılbaş (Alevi) tarihi ve inancı konularında
yayınlar yapmaktadır. Rıza Yıldırım, Alevilerle ilgili meselelerde akademik dünyadan akla gelebilecek en önemli isimlerden biri. Biz sorularımızı sorduk, o da içtenlikle cevap verdi. “Alevilerin
Cem evi talebinin cemden kaynaklanmadığını, Alevilerin 28 Şubat sürecinde demokrat bir tavır
sergileyemediğini, Türkiye’de Alevi olan bir insanın otomatik olarak mağdur olacağım korkusu
taşıdığını, Alevilerin Türkiye’deki durumunu Sünni dindarların hangi yolda ilerleyeceğini belirleyeceğini” ifade eden Rıza Yıldırım’ın ilginç tespitleri ile dolu bu söyleşiyi ilginize sunuyoruz.
1
6
| Rıza Yıldırım
| Anlamak isteyen biri için Aleviliği nasıl tanımlarsınız?
A
leviliği tanımlamak isteyen herhangi bir insanın geleneksel Alevilik ile modern Aleviliği
ayrı ayrı düşünmesi lazım. İkisini aynı sepetin içine almaya çalışırsan hiçbirini anlayamazsın. Geleneksel Alevilik, 1960’lara kadar çözülmeden gelen, köy hayatından kendi
kurumsal altyapısıyla tarihten intikal etmiş, haliyle bozulmadan, (bozulmayı burada o
eski hale mutabık kalmama anlamında söylüyorum) devam eden bir Alevilik var idi. Ben buna
geleneksel Alevilik diyorum. 50’lerde Alevilerin kırdan kente göçü başladı ve 60’larda 70’lerde
bu göç biraz daha hızlandı. Alevilerin şehirleşmesi ve şehirleşmeye eşlik eden sekülerleşmesi (Kemalist sekülerleşme süreçlerinin bir parçası haline gelmesi), arkasından sol ideolojiler ile
temasa geçmesi, kentli yeni yeni okuyan bir neslin doğması ve solun içine girmesi gibi bunun
üzerine eklenen katmanlar ile devam eden başka bir Alevilik var. Bunun adına da kent Aleviliği
veya modern Alevilik diyebiliriz.
| Bunların birbirlerinden başka ne gibi ayrımları var?
Geleneksel Alevilik ve modern Alevilik tamamen bir birinden kopuk hiç alakasız iki olgu değil
şüphesiz. Modern Alevilik dediğimiz şey, geleneksel Aleviliğin üzerinde yükseliyor. Aynı zamanda sürekli değişip dönüşüyor. Hepsini birlikte kapsayacak bir tanım yapmak çok zor. O yüzden
geleneksel Aleviliği betimleyebiliriz. Ama modern kent Aleviliğini şu anda net bir şekilde ortaya
koymak zordur. Çünkü bahsettiğimiz modernleşme, kentleşme, sekülerleşme, dünyaya açılma, Avrupa’ya göçler, HristiModern Alevilik
yan Avrupa kültürü ile temasa geçme, oradaki seküler kültür
dediğimiz şey,
ile temasa geçme süreçleri devam ediyor. Bütün bu süreçler
Alevilere yüzlerce, binlerce kanal açmış; bu kanalların her bigeleneksel Aleviliğin
rinden giden, onlardan beslenen milyonlarca insan var. Yer yer
üzerinde yükseliyor.
bir birinden epeyce farklılaşan bu Alevi kimliklerinin tamamını
Aynı zamanda sürekli
aynı çerçevede tanımlamak oldukça zor, hatta imkansız bir hal
değişip dönüşüyor.
aldı.
Ancak şunu söyleyebiliriz; modern Aleviliğin, şu anda beliren -en azından bizim gördüğümüzana bileşenleri nelerdir diye sorarsanız, bu bileşenleri söyleyebiliriz. Ancak bu kemale ermiş ve
stabilize olmuş son hali değil. Yani Modern Aleviliğin ne olduğunu kesin bir dille kimse söyleyemez; ancak artık iyiden iyiye beliren bazı ana bileşenlerden bahsedebiliriz.
Kastettiğim bu bileşenlerden birisi ‘sekülerliktir’. Alevi toplumu, Türkiye’de en çabuk sekülerleşen kesimdir. Kemalist modernizm projesinin en başarılı olduğu toplumsal kesimin Aleviler
olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü kentleşen Alevilerin neredeyse hepsi sekülerdir. Yeni
yeni nostaljik Aleviliğe bir geri dönüş olsa bile artık onun ontolojik alt katmanı sekülerleşmiş
durumda.
| Modern Aleviliğin sekülerleşmeden başka bileşeni var mı?
Sekülerlik, modern Aleviliğin ana damarlarından biridir. Bunun dışında ‘sol’ bir başka bileşendir. Sol, 60’larda 70’lerda güçlü bir unsur olarak Aleviliğin içine girmiştir. Şimdi o radikal devrimci
sol kalmadı tabi. Fakat siyasal tercih bakımından, Alevi toplumunda köklü bir duruma gelmiştir.
Artık Alevilik sol eğilimlidir. Bir diğer bileşen ise anti-Sünni tutumdur. Bu bileşen de çok belirgin-
7
| Alevilik Söyleşileri 1
dir. Bunun arkasında ise tarihten tevarüs edilmiş bir baskı var. Karşıdan gelen bir gücün ezmesi,
onu sürekli mağdur etmesi, ondan dolayı oluşan bir reaksiyon ile birlikte bir de ona benzememe
arzusu var. Bütün bu psikolojik arka plan, Alevi bilince bir anti-Sünni psikolojisi pompalıyor. Dolayısıyla oluşmakta olan kent Aleviliğinde bu üç bileşen net olarak görünmektedir. Herhangi bir
kentli Alevi’ye siz Aleviliği nasıl tanımlıyorsunuz ya da Aleviliğinizin bileşenleri nelerdir diye sorarsanız, hiçbir şey bilmiyorsa bile, size anti-Sünni içerikli birkaç cümle kurar. Ramazanda oruç
tutmuyoruz, namaz kılmıyoruz der. Bu da anlaşılabilir tarihsel bir sürecin sonucudur.
| Biraz da Aleviliğin felsefesinden bahseder misiniz?
Geleneksel ve modern Alevilik ayrımı yapmalıyız. Geleneksel Alevilik, Ehlibeyt merkezli bir
şeydir ve Ehlibeyt sevgisi üzerine kurulmuştur. Geleneksel Alevilik, İslam tarihinde devletsiz var
olan bir toplum örneğidir. Devlet otoritesi bir yerde hâkim olduğunda dini ve dinin uygulama biçimlerini şekillendiriyor, formatlıyor. Bir şeriat oluşturuyor. Daima bu şeriattan hoşnut olmayan
o düzenin dışında kalan bir kesim çıkıyor. Bütün İslam tarihinde
İslam’ın Alevi yorumu ve coğrafyasında bu kesimlere bakıldığında sosyolojik ve siyasi
olarak muhalefet eden bütün hareketler Alicidir. Bu bir tesadüf
iki tane temel saç
değil. Aynı zamanda Anadolu’daki Alevi hareketinde de Ali ve Ehayağından oluşuyor: libeyt merkezli bir yorum var. Bu İslam yorumunda bir muhabbet
Bunlardan ilki
ve duygusal bağlılık vardır. İslam’ın Alevi yorumu iki tane temel
Ehlibeyt muhabbeti, saç ayağından oluşuyor: Bunlardan ilki Ehlibeyt muhabbeti, ikincisi ise ahlaktır.
ikincisi ise ahlaktır.
8
| Biraz açar mısınız?
Toplum içinde sen birinin hakkına hukukuna tecavüz ettiğinde, bunun ağır cezaları vardır.
Alevilikte, birinin namusunu ihlal edersen, yalan söylersen, hırsızlık yaparsan vs. konularda kendi kendine devreye giren mekanizmalar var. Bunlar ağır cezalar getirmektedir. Bu da geleneksel
toplumda, ahlak dediğimiz zemini inşa ediyor. Alevilikte şeriat vurgulu dindarlık biçimi (Sünnilik ve 12 imam Şia’sında var olan) yoktur. Şeriat vurgulu bir dindarlık biçiminde kurallar vardır.
Kurallara uyacaksın, otururken, kalkarken neye dikkat edeceksin, namaz kılarken neye dikkat
edeceksin, bunlar inceden inceye belirlenmiş ve toplume empoze edilmiştir. Tüm hayat dini kurallar manzumesi ile düzenlenmiştir ki, bunların hepsine şeriat diyoruz. Ama bunun yanında
muhabbet ve soyut kalan ahlaki vurgu daha zayıftır. İşte Alevilikte bu durumun aksine şeriat
değil ahlak vurgusu merkezdedir.
| Şayet bahsettiğiniz gibi geleneksel Aleviliği dönüştüren modernite ise,
Postmodernite ile Alevilerde de bir geriye dönüş ihtimali olabilir mi?
Geriye dönüş olması için sosyo-kültürel muhitin olması gerekir. Geçmişin bir takım inanç ve
ilkelerini alabilirsin, onları tekrar canlandırabilirsin; ama aynı yapı, aynı kurumlar, aynı toplumsal
işleyiş biçimi, aynı dindarlık biçimi bir daha olamaz. Çünkü onun muhiti yok oldu. Geleneksel
Aleviliğin dindarlık biçimi köy hayatında uygulanabilecek bir dindarlık biçimidir. Kent hayatında
uygulanamaz. Bu ikisi arasında ciddi bir doku uyuşmazlığı var. Tıpkı suda yaşayan bir balığı karaya koymak gibi bir şey. Mesela görgü; görgü şehirde geçersiz bir şeydir. Fiili olarak uygulanamaz
bir şeydir. Köyde herkes birbirini tanır. Herkes kimin ne yaptığını bilir. Köyde toplumsal birimlerin
| Rıza Yıldırım
bir sınırı var. Sınırladığın o cemiyeti görgü ile zapt altına alıyorsun. Hâlbuki şehirde sınır yok. Her
yere yayılma imkânı var. Yani sen bir kişiyi nasıl takip edeceksin. Ne yaptığını nereden bileceksin.
Düşkün1 yapsan bir yaptırım gücü yok. Köyde biri düşkün olsa adam ile kimse görüşmez, kimse
iş yapmaz, ekmek almaz vermez, malını davarını sürüden çıkarır. Küçük ve kapalı bir toplumda
bu şekilde yalıtıldığında hayatı sürdürmezsin, yaşayamazsın. Hâlbuki sen gel, şehirde birini düşkün yap bakalım. Yapamazsın ki, ne yapacaksın bu adama, Sünni komşuları var, ekmek de alıyor,
işlerini de yürütüyor. Kent hayatında düşkünlüğün hiçbir müeyyidesi yok. Geleneksel Alevilik köy hayatına daha uygun olduğu
Kent hayatında
için kentte sürdürülebilecek bir yapı değil.
düşkünlüğün hiçbir
müeyyidesi yok.
Geleneksel Alevilik
köy hayatına
daha uygun
olduğu için kente
sürdürülebilecek bir
yapı değil.
Modernite, bunun üzerine binen ikincil bir faktör. Postmodernite bundan sonra gelen üçüncül bir faktör. Postmodernite,
bir anlamda moderniteye bir eleştiri, modernitenin bizden neler
alıp götürdüğünün muhasebesi, oradan bir şeyleri geri alma arayışı… Alevilikte ancak bunu ilke olarak yapabilirsiniz. Çünkü artık
o muhit (Köyde yaşanan Alevilik) bitti.
70’lerde 80’lerde Alevilikte inançtan bahsetmeyen, Aleviliği
tamamen sol olarak gören birçok insan bugün Aleviliğin bir inanç
olduğunu söylüyor. O sarkacın geri dönüşünü Alevilikte böyle görüyoruz. Ama bu biraz da nostaljik, daha çok söylemde kalan bir şey. İnanç diyorsun ama bunun içini görgüyle musahiplikle2
dolduramıyorsun. Neden, çünkü artık o kurumlar işlevsel değil. Bu sarkacın dönüşü ancak ilke
bazlı olabilir; ki bu oluyor. 70’lerin “Alevilik, materyalizmle eşdeğerdir, ezilenler mücadelesidir”
söyleminden bugünkü “Alevilik bir inançtır” söylemine gelmek postmodernizmin ruhunun buradaki yansıması olarak görülebilir.
| Peki, somut olarak eski halden bir şeylerin getirilmesi mümkün değil mi?
Yani şu olabilir; Ehlibeyt muhabbetti canlanabilir. Ehlibeyt muhabbetti üzerinden kent hayatına uygun bir dindarlık biçimi belirebilir. Bu, geleneksel Aleviliğe teolojik bakımdan daha yakın
bir şeydir. Ama dindarlık biçimleri farklıdır. Aleviliğin bu gidişatı kentli, modern bir Alevilik üretecektir. Ama nasıl olacağını bilmiyoruz. Şunu öngörüyorum: Ehlibeyt bağlılığı yeniden canlanıyor.
Bunu Alevi toplumu içinde görüyorum. En seküler en solcu Aleviye bile ehlibeytten, Hz. Ali’den
bahsettiğinizde hemen bir sempatik tavır gösteriyor. Demek ki ona karşı bir eğilim var. Ama bu
dindarlık formu, uygulamaya yönelik nasıl ortaya çıkar onu bilemiyorum.
| Aleviler içindeki gruplar ve bu grupların ayrıştıkları temel noktalar nelerdir?
Aleviliği yorumlama biçiminde iki ana hat oluştuğunu söyleyebiliriz. Bunlardan birisi daha
seküler daha sol nitelikli bir yorumdur. Bir diğeri ise geleneksel Alevilikten daha fazla beslenen,
1
Düşkünlük; Alevilikte, kişiye işlediği suçtan dolayı ceza verilerek belli bir süre tarikata alınmamasıdır.
Bu süre, cezanın ağırlığına göre 3-5-7-12 yıla kadar sürebilir. Düşkün kişi tarikata alınmaz, toplum içine sokulmaz, selam verilmez, alış-veriş yapılmaz. Cezayı çektikten sonra ceza bitim süresinin sonunda düşkün suç
işlememiş ve düzelmişse düşkünlüğü ”düşkün kaldırma” töreni ile kaldırılır. Zina en ağır suçtur ve zina yapan
kişinin düşkünlüğü kaldırılmaz, onun davası mahşere bırakılır. Yoldan (Alevî) olmayanla evlilik, düşkünlüğü
gerektirir (Kaynak: http://www.dinibil.com/default.asp?L=&mid=2339).
2
Müsahiplik, Alevilerde yol kardeşliği anlamında kullanılır. Bu kardeşlik “kan kardeşliği”, “Kan yolu
ile akrabalık” dışında kurulan sosyal-toplumsal bir akrabalıktır. “Kan bağına” dayanan “akrabalık” bir anlamda
zorunlu akrabalık iken, bu türdeki akrabalık tamamen gönüllülük esasına dayalı bir akrabalıktır. (Kaynak: http://
www.cemvakfibesiktas.org/v1/subemiz/alevilikte-musahiplik-yol-karde-ligi.
9
| Alevilik Söyleşileri 1
inanç vurgusu daha fazla olan ikinci bir yorumdur. Kurumsal olarak düşünecek olursak da bu
ikinci yorumu Cem Vakfı ve benzeri yapılar temsil ediyor. Birinci yorumu ise Alevi Bektaşi Federasyonunun çatısı altında birleşen örgütler temsil ediyor. Ancak bunların arasındaki makas
giderek azalıyor. Eskiden bu yapılar birbirine daha uzaktı. Seküler olanlar veya Aleviliğin inanç
yönünü reddetmeye kadar götürenler daha keskin daha güçlü bir söylem kullanıyorlardı. Şimdi onu zayıflattılar. Aleviliğin kimlik vurgusu daha fazla güçlendi. Bu iki damar gittikçe birbirine
yaklaşıyor.
| Alevilik ve Bektaşilik kavramları arasında ne tür benzerlikler veya
farklılıklar var?
Bektaşilik dediğimizde aslında birkaç grubu ayrı ayrı düşünmeliyiz. Bektaşilerin esas çekirdeği Babagân Bektaşiliğidir. Bunlar bildiğiniz tarikat. O yapının bir parçası olmanız için gidip; intisap edip, el almanız lazım. O topluluğun bir parçası olmanız gerek. Sonra seyr-i sülükte ilerlemeniz lazım. Muhip, derviş, halife… Böyle ilerleyerek gitmeniz lazım. Normal bir tarikatın yapısı
nasıl ise Babagân Bektaşiliğinin yapısı da üç aşağı beş yukarı böyledir. Dolayısıyla soy burada
bir önem taşımıyor. Belirleyici olan kişisel tercihtir. Sünni kökenden de gelsen Alevi kökenden de
gelsen hatta Hristiyan kökenden de gelsen Bektaşi olabilirsin. Bektaşilik deyince bir anlamda
bunları anlamak gerekiyor. Bir de Hacı Bektaş’ın evlatları olduğunu iddia eden Çelebi ailesi ve bu
aileye bağlılığını sürdüren insanlar var. Bunlara da halk arasında genelde Bektaşi denir.
10
| Peki ya Alevilik?
Alevi dediğimiz sosyolojik-dinî grupta ise birinden el almak değil, doğrudan doğum olması
gerekir. Alevi bir anne babandan doğduysan pratiğine bakılmaksızın otomatik olarak Alevi olursun. “Alevi misin, Sünni misin”in cevabını senin ve onun anne-babası belirliyor. Sen belirleyemesin. Şu an ki toplumsal yapı budur. Ancak bir iki nesil sonra
ne olur bilinmez.
Alevi dediğimiz
sosyolojik-dini grupta
ise birinden el almak
değil, doğrudan doğum
olması gerekir. Alevi
bir anne babandan
doğduysan pratiğine
bakılmaksızın otomatik
olarak Alevi olursun.
Dünya bireyselleşiyor, haliyle Türkiye toplumu da bireyselleşiyor. Dolayısıyla bireyin dinî tercihte bulunmasına da mutlaka alan açılacaktır. Yakın zamanda Türkiye’de Sünni kökenden gelip Alevi olan, Alevi kökenden gelip Sünni olan insanlar
olmaya başlayacaktır. Burada artık belirleyici olan kişisel pratikler olmuş olacak. Alevilik diye bir inanç biçimi olur, bunun
belli pratikleri olur, sen o inançları kabul eder; gönülden ikrar
ve dilinden ilan edersin, sonra onun gereklerini yaparsın, sana
Alevi derler.
| Peki, Kızılbaşlılık nereden geliyor?
Kızılbaşlılık, tarihsel olarak Sefaviler döneminden bu yana kullanılıyor. Şeyh Haydar’ın takipçilerine Kızılbaş denir. Ancak kırmızı renk Türkmenlerin çok sevdiği ve Türkmenlikle özdeşleşmiş
bir renk. Mesela ‘Kızıl Börk’ Osmanlı döneminde Türkmenlerin tercih ettiği bir şapkadır. Kızılbaşlılık, böyle tarihsel antropolojik bir kökene sahiptir. Ancak böyle spesifik bir topluluğun adı
| Rıza Yıldırım
olması Şeyh Haydar döneminde olmuştur. Bunu bir Alevi dedesine sorduğunuzda, size Uhud
Savaşı’ndan bahseder; savaşta Hz. Ali, Hz. Peygamberin kanı yere düşmesin diye sarığına sürmüş, bu yüzden Alevilere Kızılbaş denir diye bir menkıbe anlatır. Geleneksel dedeler böyle anlatır ve ismi oraya bağlarlar.
| Tarihsel olarak Bektaşiliğin devlet yanlısı, Kızılbaşların ise isyan eden bir
topluluk olduğu söylenir. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
O dönemlerdeki isyanların detaylarına vakıf değiliz. Ancak Kızılbaş hareketi bugünkü Aleviliğin çekirdeğini oluşturuyor. Aslında Anadolu Alevileri eşittir Kızılbaş diyebiliriz. Bugün Alevilik bir
çatı anlam kazandı. Bu çatının altına Arap Alevileri (Nusayriler), Bektaşiler, Ehl-i haklar (İran’daki
Gorani Kürtçesi üzerinden gelişmiş bir dindarlık biçimi) gibi
çok geniş yelpazeden halklar giriyor. Geniş İslam coğrafyasıKızılbaş Hareketi ve
na yayılmış bu dinî geleneklerin hepsine birden Alevi diyoruz.
Bektaşi Tarikatı birbirinin Ama eğer Anadolu’daki Türk ve Kürt Alevilerini kastedersek,
zıttı. Teolojileri benziyor,
bunlar Kızılbaş ile eşanlamlıdır.
ibadet biçimleri benziyor
Ali merkezli olmaları
benziyor, Ehlibeyt
merkezli olmaları çok
benziyor. Fakat siyasal
tutumları farklı.
Alevi dediğinizde, bunu artık netleştirmeniz gerek. Bir alt
kademeye inip ikinci bir kelime kullanmanız lazım, yoksa anlaşılmaz. Mesela Alevi, ama hangi Alevi? Bektaşiler mi? Yoksa
Kızılbaş Türk veya Kürt Aleviler mi? Nusayriler mi? Ehl-i haklar mı? Kakailer mi? Bunlar gibi alt kademeler var. Bugünkü
kullanımın da bunların hepsinin de üst çatısı Alevi’dir.
Bektaşilik, her zaman Osmanlı Devleti ile iyi geçinmiş bir
tarikattır. Ortada pozitif ilişkiler var. Bu durum 1826 yılında
Yeniçeri Ocağı kapatılıncaya kadar sürmüştür. Kızılbaş Hareketi ve Bektaşi Tarikatı birbirinin zıttı.
Teolojileri benziyor, ibadet biçimleri benziyor Ali merkezli olmaları benziyor, Ehlibeyt merkezli olmaları çok benziyor. Fakat siyasal tutumları farklı: Kızıllaş Türkmenler Osmanlı sisteminin karşıtı
ve o sistemin içinde yer bulmamış, o sistemi yıkmak isteyen bir güç iken; Bektaşiler, Osmanlı
sisteminin bir parçasıdır. Diğer tarikatlar gibi vakıf kurumu ve dergâhları olan resmen tanınmış
bir tarikattır.
| Sizce Türkiye’deki Alevilerin temel sorunları nelerdir?
Bence Türkiye’deki Alevilerin temel sorunu: varlık zeminlerinin tehlikede olduklarını hissetmeleridir. Cem Evi, din dersi şu bu; bunların hepsi detaydır. Onlar hep ikincil problemlerdir. Birincil
problem, Türkiye’de Alevi olan bir insanın otomatik olarak mağdur olacağım korkusu taşımasıdır
temel sorun. Her hâlükârda Alevilik bana mağduriyet getirecek. Benim bu toplum içinde meşru varoluş zeminim yok diye düşünüyorlar. Bu hayalî bir düşünce değil; bir gerçekliğe tekabül
ediyor. Mesela adam Aleviliğinden dolayı bir yere başvurduğunda mülakatta eleniyor. Bunlar,
insanlarda bu ülkeye aidiyet zeminini zedeliyor. Aleviler, bu ülke içerisinde rahat ve güvenli bir
şekilde var olma zeminin eridiğini düşünüyorlar. Bu, sonuç olarak bir varlıksal kaygı üretiyor.
Siz insanları kaygılandırdığınızda, bireysel ve toplumsal varoluşlarının tehlikede olduğuna dair
bir his oluşturduğunuzda, toplumlar birbirine daha da yaklaşır. Toplumsal varoluşları daha da
güçlenir.
11
| Alevilik Söyleşileri 1
| Nasıl olur bu?
Kimlikleri güçlenmeye başlar. Ortak aidiyetleri güçlenir. Şu anda Alevi hareketini güçlü tutan
en önemli dinamik budur. Kent Aleviliğinin ürettiği en temel talep olan Cem Evi bile bu baskının
ürettiği bir şeydir. Bugün Türkiye’de şöyle bir şey olsa: bir sihirli değnek ile dokunsak, ülke bir
anda tam demokratik, tam bir hukuk devleti, vatandaşlarının arasında hiçbir ayrımcılığının yapılmadığı, gerçekten liyakat esasına göre hakların dağıtıldığı ve hesabın da ona göre sorulduğu
bir ülke oluversek; Türkiye’de Alevi sorunu diye bir şey kalmaz. Adım gibi eminim ki ne Cem Evi
talep eder ne de başka bir şey talep eder Aleviler.
Alevinin Cem evi talebi cemden kaynaklanmıyor. Bunu iyi bilmek gerekiyor. Alevi, çok Cem
yapmak istediği için ibadete çok düşkün olduğu için bunu talep etmiyor. En azından temel dinamik bu değil. Güçlü dinamik, biraz önce söylediğim kaygı: “ben toplumsal olarak eriyorum”, “benim zeminim yok oluyor”, toplumsal varlığımın yegâne anlaşılabilir en güçlü sembolü “Cem Evi”,
bu Cem Evinin var olması, toplumsal varoluşun meşru olması gibi bir algı ve özdeşleşme var.
| Diğer talepler de mi öyle?
12
Mesela Din Kültürü ve
Ahlak Bilgisi derslerinin
kaldırılması, Aleviler
bunu neden istiyor?
Çünkü dersler öyle bir
işleniyor ki, oradaki
Alevi çocuk bir kişilik
bunalımına giriyor.
Evet, diğer talepler de öyle. Mesela Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin kaldırılması, Aleviler bunu neden istiyor? Çünkü
dersler öyle bir işleniyor ki, oradaki Alevi çocuk bir kişilik bunalımına giriyor. Dokuz on yaşlarındaki bir çocuk dünyayı yeni yeni
anlamaya başlıyor. Sen şimdi kendi aile hayatında geliştirdiğin
bir kişilik inşa sürecinin tamamen dışında ve onu tahrip edecek
bir şey oluşturuyorsun. Bu, çocuğun psikolojik gelişimine zarar
veriyor. Alevi toplumu buna itiraz ediyor.
| Devletle ilişkilerde önemli bir sorun var o zaman?
Türkiye’de devlet erki laik olsa bütün sorun çözülecek. Yalnız önemli bir noktanın altını çizmek lazım: laik olacak olan bireyler değil yalnızca devlettir. Toplum istediği gibi inansın ona dokunmamak lazım. Hatta devlet, bireylerin inanç haklarını da garanti altına alsın. Fakat devletin
işleyişi, dinî parametrelere göre olmasın. Dinî parametrelere göre olduğunda Alevi meselesi
hiçbir zaman çözülemez. Seküler bir devlet sisteminde, devletin ‘software’i tamamen pozitif
hukuk üzerine kuruludur. Bu hukuk, objektif kurallar ile hakları belirlemiş ve yetkileri belirlemiş
olsa, bir pozisyona bir kişi alınacağı zaman Sünnilik veya Alevilik hiçbir şekilde bir etken olamaz.
Böyle bir devletimiz olsa Alevilik sorunu diye bir şey kalmaz. Başta da söyledim, Alevi toplumu
zaten sekülerleşmiş durumda. Bu varlıksal kaygıyı ortadan kaldırdığınızda Aleviliğe dair çok bir
şey talep edeceklerini sanmıyorum. Ama bu kaygıyı besleyen etkenler halen var olduğu için
toplum sürekli geriliyor. Gerildikçe de kendi kimliğini çağrıştıracak, onu bayrağı gibi taşıyacak
sembollere yöneliyor.
| Rıza Yıldırım
| Dersim, Sivas, Çorum, Maraş, Gazi mahallesi gibi kitle katliamlarının
yaşandığı olayların, Alevilerin kolektif hafızasında nasıl bir yeri var?
Dersim çok özel bir durum, onu kendi bağlamında değerlendirmek lazım. Çorum Olayları,
Sivas Olayları (1978’de), Maraş Olayları ardından 1993’teki Sivas Olayları, bunların hepsi nitelik
olarak aynı olaylardır. Bunlar Alevi kolektif belleğinde Kerbela’ya benzer bir iz bırakmıştır.
Alevi toplumu 60’lardan itibaren yalıtılmış köy ortamlarından kentlere gelmeye başlıyor.
70’lerde bu daha da artıyor. Tarihinde ilk defa Alevi toplumu iki şey ile temas ediyor. Aynı ortamda yaşamak durumunda kalıyor. Bunlardan birisi Sünnilik diğeri ise devlettir. Şimdi bu ikisi ile
temasa geçme kavşağında, bu temasın pozitif kurulabilmesi çok önemliydi. Aleviler ve Sünniler
ilk defa aynı mahallenin içinde olacak şekilde temasa geçtiler.
| Bu temasın ne gibi sonuçları oldu?
Tam bu kavşak noktasında, bu katliamları görüyoruz. Bu katliamların oluş biçiminde de fahiş
yanlışlıklar var. Devletin, aktif olarak bu işleri kurcalayıp kurcalamadığını bir kenara bırakacak
olursak, olayları önlemede çok pasif kalması da ayrı bir mesele. Güvenlik güçleri üç gün sonra
geliyor. Devletin açık bir şekilde iradi olarak olaylarda geri durması ve olayları gerçekleştirenlerin
Sünnilik niteliği çok ön planda olan insanların olması, bu iki toplumun pozitif diyalog kurmasının
önüne geçti. Çünkü Aleviler, Sünni niteliği belirgin bir şekilde öne çıkan gruplar tarafından şöyle
veya böyle dramatik bir şekilde katledildi. Bu durumun algısal sonuçları derin, kalıcı ve vahimdir.
Bir ikincisi de; Alevilerde, ‘biz zor durumda kaldığımızda, çaresiz kaldığımızda devlet bizi korumuyor’ inancı oluştu. Yani o kavşaklarda pozitif kurulması gereken bu iki diyalog da kurulmadı. Zaten halen modern Alevi hareketinde en büyük meydan okumalar bu iki hat üzerindedir.
Modern kentlerde yalıtılmış, getto mahallerde tek başına yaşayamazsın. Diğerleri ile ilişki kurmanız gerekir. Alevilerin Sünniler ile ilişki kurmadan hayatını sürdürmesi mümkün değildi. Ama
bu diyaloğun alt katmanlarında sürekli bir Sivas hafızası var, Maraş hafızası var…
| Bu bağlamda güncel olması nedeniyle Gezi Olaylarının bir yerden sonra
bazı kesimler tarafından bir Alevi kalkışması olarak algılanması hakkında
neler söyleyebilirsiniz? Bu hafızayı nereye oturtmak lazım?
Gezi, tabi ki bir Alevi kalkışması değil. Bu söylem biraz da manipülasyon. Alevilerin Gezi gibi
bir eylemi gerçekleştirebilecek bir potansiyeli yok. O kadar sofistike, o kadar kentli, o kadar başarılı bir sosyal mobilizasyonu yapacak kapasite yok Alevilerde. Sosyal hareket gerçekleştiğinde
meydanlardaki kalabalığın çoğunluğunu Alevilerin sağladığını söyleyebiliriz. Harekete ana rengini veren, tonunu veren Aleviler değildi. Ama Aleviler meydanları doldurdu. Çünkü mağdur olan
Alevilerdi. Bir toplumsal başkaldırı hareketi başladığında o düzene
en çabuk katılacak olanlar kimlerdir: tabi ki o mevcut düzenden
Harekete ana rengini en çok mağdur olanlardır. Aleviler, hem mutsuz hem iş bulamıyor
veren, tonunu veren
hem de ayrımcılığa maruz kalıyor. Bunu yaşayan binlerce insan
Aleviler değildi. Ama
var. Ben şu kadar puan aldım, başvurdum, beni almadılar diye şikayetleri – doğru veya yanlış – her zaman duyuyoruz.
Aleviler meydanları
doldurdu. Çünkü
mağdur olan
Alevilerdi.
Mevcut düzen karşıtı bir hareket başladığında elbette bunları
yaşayan birisi, sistemi seven sayan biri gibi olmayacaktır. Alevilerin nüfusunun orada çok olmasını böyle anlamak gerek. Olayın
13
| Alevilik Söyleşileri 1
sunuluş şekli yanlıştır. İşte Aleviler organize oldular, böyle bir hareket başlattılar. Alevi toplumunun böyle bir gücü yok. Bence Gezi Hareketi, Türk sivil toplum hareketinin de üzerinde, Türkiye
toplum ortalamasını düşündüğünüzde o kadar sofistike, o kadar kentli, o kadar sanat yoğunluklu, o kadar duvar yazıları, espriler ve şiddetten uzaktı ki…
| Son zamanlarda Alevilerden yeni bir düşman yaratma girişimlerinin olduğu da söyleniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
14
Son zamanlarda yaşanan olaylarda ölenlerin Alevi olmasını, istatistiki çoklukla açıklama
eğilimindeyim. Yani o ölümlere yol açan kişilerin bunu planlayarak ve nokta atışı yaparak bunu
yaptıklarını zannetmiyorum. O kalabalığın içinde ne kadar çok Alevi varsa, mağdur olan kişiler
de bir o kadar Alevilerden oluşuyor. Devlet Alevileri yeni bir düşman olarak konumlandırmak istiyor mu? Bu soruya cevap vermek de çok zor. Çünkü devlet dediğiniz aygıt da çok farklı çalışıyor.
Bürokraside bir ortak akıl var mı? Ya da bu bürokrasinin içinde kümelenen farklı akıllar mı var? O
yüzden ben bu sorunun cevabını net olarak veremiyorum. Ancak bu meselenin yer yer kaşındığı
belli. Kim kaşıyor, niye kaşıyor? Onu bilmiyoruz. Şimdiye kadar ki kaşımalar çok da başarılı olamadılar. Bir adım attılar. Ancak toplum itibar etmedi. Bu da aslında sevindirici bir şeydir. Demek
ki Türkiye’de toplum böyle provokasyonlara gelmiyor. Bu toplumsal bir kazançtır. Ancak şöyle
de bir şey var: bir toplumda fay hatları varsa, bunu kullanmak isteyenler olacaktır. O topluma da
düşen, bu toplumsal fay hatlarını azaltmaktır. Bütünlük unsuru olacak bağları güçlendirmektir.
Toplum bunu yapmıyorsa, kim bunu niye kullanıyor diye sorma hakları doğmaz. Biri çıkar kullanır kardeşim. Sen toplumsal barışını inşa et.
| Son 15 yılda Aleviler için ne değişti? Daha mı özgürler?
Türkiye’de Aleviler ile ilgili gelişen politikaları sadece Türkiye özelinde düşünmemek gerekir.
Dünya genelinde insanlığın gittiği bir istikamet var. Özgürlükler ve temel haklar artık bir veri
olarak alınıyor; gelişmiş ülkelerde en üst toplumsal normlar olarak kabul edilmiş durumda. Bir
insanın kendi inancını istediği gibi yaşama hakkı vardır. Bunu devlet veya başka bir güç alamaz
elinden. Bu insanın temel hakkıdır. Bir insanın anadili temel hakkıdır. Bu haklar devlet erkinin
üzerindedir. Dolayısıyla Aleviler ile ilgili temel hakların verilmesine dönük icraatlarını A grubunun
B grubunun müthiş icraatları şeklinde görmek yanlış.
| Neden?
Bu, dünyaya adapte olma çabasıdır. Bunu yapmak zorundasınız artık. Yapmadığın zaman
gelişmiş dünya seni dışlıyor. Sen gelip AB ile müzakereler yürüteceksin fakat nüfusunun %1015’lik bir kesimini oluşturan bir toplumun temel insan hakkı kategorisine giren bir talebini görmezden geleceksin. Bu zaten eşyanın tabiatına aykırı. Yürümez ki. AB boşuna her raporunda
Aleviliği dile getirmiyor. Çünkü kurdukları düzen temel insan haklarını en üst değer olarak almaktadır.
| Türkiye’ye dönecek olursak?
Türkiye’nin AKP hükümeti döneminde de ondan önce de Aleviler ile ilgili attığı adımlar tamamen bu uluslararası konjonktüre uyum çabasıdır ve yetersizdir. Daha fazla adım atılması
| Rıza Yıldırım
gerekirdi. Ne yazık ki devlet mekanizmamız çok hantal ve daima toplumsal realiteyi çok geriden
takip ediyor.
1990’larda Türkiye’de, devlette seküler bir damar güçlüydü ve bu damar Alevileri kendisine
daha yakın ve müttefik olarak gördü. Alevileri seküler ve yükselen dinciliğin karşısında bir güç
olarak düşündüler. Özellikle seküler, inanca mesafeli, ateist ve solcu Aleviler için 90’lar bir altın
çağdı. Ancak bu olumlu rüzgarın ölçüsüzce ve hoyratça zayi edildiğini ifade etmek zorundayım.
Ardından İslamcılığın daha kuvvetli olduğu politik bir atmosfere girdik. Bu defa Aleviliğin inanç
boyutu daha fazla ön plana çıkmaya başladı. İnancı temsil edenler daha fazla muhatap alınmaya başlandı. İşte bu açılım, çalıştaylar falan daha çok bu kulvarda yürüdü.
| O çalıştaylarda ne gibi somut şeyler vardı?
Eğer o çalıştaylarda
kabul edilen
maddeler teker teker
uygulansaydı. Şu anda
Alevilik meselesinde
epey bir yol alınmış
olunurdu.
Çalıştaylarda özerk bir vakıf kurmak gibi birçok karara varılmış. Şimdi o kararları tek tek hatırlamıyorum. Zaten ben o çalıştaylarda bulunmadım, sürecin içinde yoktum. Ancak dışarıdan
takip ettiğimiz kadarıyla, eğer o çalıştaylarda kabul edilen maddeler teker teker uygulansaydı, şu anda Alevilik meselesinde
epey bir yol alınmış olunurdu. Bir tek şey yaptılar herhalde. Madımak Otel’ini kamulaştırıp, müze yaptılar. Ama bunlar hep jest.
Esas sorunun gövdesinde Cem Evi var, devletin laikliği var, diyanet var, din kültürü dersi var. Bunlar ile ilgili hiçbir şey yapılmadı.
| Diyanet kurumu hakkında neler düşünüyorsunuz?
Burada bir kendi şahsi görüşüm var, bir de Türkiye gerçeklerini göz önünde bulunduran geçici realist görüşüm var. Şahsi görüşüm: ben liberal düşünen bir insanım, devletin din ile ilgili
işlere karıştığında sürekli problem üreteceğini, dini bozacağını, çirkinleştireceğini düşünüyorum. Din, esas özne insan olduğunda (yani sivil olduğunda) güzeldir, şefkatlidir, kucaklayıcıdır
ve yapıcı değerler üretir. Özne devlet olduğunda ise soğuklaşır, donuklaşır ve rahatlıkla baskı ve
zulüm aracına dönüşebilir. Dolayısıyla devlet işlerinin mutlaka dinden ayrıştırılması gerektiğini
düşünen, dinin sivil alanda kalmasını isteyen biriyim. Tabi böyle düşünen biri için Diyanet İşleri
Başkanlığı gibi bir kurumun varlığı kabul edilemez. Zira DİB, dinin sivilleşmesinin önüne geçiyor,
devletin ihtiyacına uygun resmi bir din üretme mekanizmasına dönüşüyor. Geçici realist görüşüme gelince, yukarıda bahsettiklerim kısa dönemde Türkiye’de gerçekleşemez. Bunun olacağını düşünmek reel değil. Devletin bugünkü kodlarını, tutumlarını ve Sünni toplumun yapısını
düşündüğümüzde diyanetin kaldırılması pek mümkün görünmüyor.
| Peki, böyle bir durumda Alevilerin diyanet ile ilişkisi nasıl olmalıdır?
Diyanetin muazzam bir kadrosu var ve ciddi para harcıyor. Kamu parası harcıyor. Yani bizim
vergimizi harcıyor. Bu vergileri toplarken camiye geliyor musun gelmiyor musun, dindar mısın
değil misin, Alevi misin, Sünni misin, ateist misin diye sorulmuyor. Hepimizden topluyor ama
sadece camilere devam eden kişilere hizmet veriyor. Bu adil değil, hukuki de değil. Yanlış. Bu
15
| Alevilik Söyleşileri 1
aslında seküler kesimler için de adaletsiz bir durum. Cami ve namazla alakası olmayan Sünni ve
Alevi olmayan çok adam var. Bu adam da burada hak kaybına uğruyor. Bunu kimse dile getirmiyor. Ancak daha büyük ve adı sanı belli olan bir kitle olarak Aleviler bunu daha çok dile getiriyor.
Aleviler diyor ki; bizden de vergi alıyorsunuz bize de para vereceksiniz. O zaman burada temel
mesele devlet bütçesinden din adına ayrılan paranın bir kısmının Alevilere verilmesidir.
| Nasıl olacak bu?
Bu parayı verdiğinde, nasıl vereceksin? Hangi kurumsal yapı üzerinden vereceksin? İşte
burada Cem Evleri devreye giriyor. Bu en makul yoludur. Bir kamu vakfı kurulur. Bu vakıf Cem
Evleri üzerinde bir üst çatı halinde örgütlenirse, bu yapısını da
oluştururken hali hazırda Alevi yapılanmalarının, kurumlarının
Orta ve uzun
temsilcilerinden oluşturulursa böyle bir çözüm geliştirilirse olavadede Diyanet
bilir. Diyanet Sünnilere hizmet ederken, böyle bir vakıf da Aleviİşleri Başkanlığı’nın
lere hizmet eder. Bu pratik çözüm. Orta ve uzun vadede Diyanet
özerkleşmesi gerek.
İşleri Başkanlığı’nın özerkleşmesi gerek. Özerk bir kamu vakfına
Özerk bir kamu vakfına dönüşmesi lazım ki devlet ile amir memur ilişkisi kopsun. İmam,
müftü bunlar bildiğin devlet memuru. Polis nasıl devlet memuru
dönüşmesi lazım ki
devlet ile amir memur ise bunlar da öyle. Devlet memuru; din gibi hassas, insanların
dünya ve ahiretini ilgilendiren meselelerde devlet ne söylüyorsa
ilişkisi kopsun.
onu söyler tabi ki.
16
| Aleviler, 28 Şubat gibi süreçlerde nasıl bir demokrasi sınavı verdi?
Demokrat bir tavır sergilediklerini düşünüyor musunuz?
Aleviler, bu dönemlerde demokrat bir tavır alamadılar. Bu bir kayıptır. Sebepleri de anlaşılabilir belki. Alevi toplumu, görece zayıf bir toplum. Kendi varlık kaygısıyla meşgulken ve daha yeni
Maraş, Çorum, Sivas sendromlarını yaşamış sürekli mağdur olmuşken; bu mağduriyetlerinin
arkasında gördükleri ana etiket hep Sünnilik iken, o Sünniliğin mağduriyetini görmek, kabullenmek ve dile getirmek istemediler.
90’larda devlette fazlaca seküler bir damar hâkimdi. Bundan dolayı dindar insanlar mağdur oldu. Başörtüsü takıyor diye bir insanı mağdur etmek nasıl bir mantık! Bunlar hakikaten
mağduriyetlerdir. İnsanların uzlaştığı temel haklar var. Bu Alevi, Sünni, Yezidi, Kürt, Türk olmakla
ilişkili bir şey değil. İnsan ise şayet, bu temel haklara sahiptir. 28 Şubat döneminde Sünni dindarların hakları bazı noktalarda engellendi. Sen kabul et ya da etme, bir insan inancından dolayı
başını örtüyorsa sen ona başını açtıramazsın. Bu temel hak ihlalidir. Türkiye’de herkes mağdur
ola ola gidiyor. Bir gün toplumun bütün kesimleri mağdur olup mağduriyet dairesi tamamlandığında, temel hakları tartışma konusu olmaktan çıkaracağız herhalde. Avrupalıların 300-500
yıl acı çeke çeke öğrendikleri bazı şeyleri bizim de hiç tecrübe etmeden kitaptan öğrenmemiz
mümkün olmayacak anlaşılan!
| Ne yapmak gerekir peki?
İnsanların temel haklarının tabu gibi dokunulmaz olduğunu kabul etmek durumundayız.
Sen Alevisin, Tarikatçısın, Cemaatçisin, Ateistsin, Yezidisin, Nusayri’sin… Hiç önemli değil. Temel
| Rıza Yıldırım
hakları bunlar değil, insan olmak belirliyor. Türkiye toplumunun bir kere bunda uzlaşması lazımdır. Uzlaştığında bir daha hiçbir kesim bu kadar acımazsızca mağdur edilemez. Mesela Çorumda Alevi canlı canlı fırına atılıp katledilirken, Sünni komşusu orada seyrediyor. Öbür tarafta 28
Şubatta, Sünni kızcağız başörtüsünden dolayı üniversiteye giremiyor, bu durumu sekülerler ve
Aleviler seyrediyor. Eğer insan isek temel hakları, kim olduğuna bakmaksızın savunmak zorundayız. O dönemde Aleviler bu olgunluğu göstermiş olsaydı, bugün Alevi söylemlerini çok daha
güçlü bir şekilde dile getirebilirlerdi.
| Alevilerin geleceği ile ilgili nasıl bir projeksiyon çizebilirsiniz?
Alevilerin Türkiye’deki durumunu, Sünni dindarların hangi yolda ilerleyeceği belirleyecektir.
Aleviler doğrudan ne kendi ne de Türkiye’nin gidişatını belirleyecek güce sahip değil. Birinci dereceden aktör değil. Aleviliğin de ötesinde Türkiye’nin genelini şekillendirecek olan Sünni dindarlığıdır. Bu Sünni dindarlık eğer Ortadoğu’daki Sünni dindarlar ile bir bütünleşme yolu seçerse
(Arap Dünyası ile) ve oradaki dinî yoruma yakın, şeriatçı, tutucu, kuralcı, kabukçu bir yorum benimsenirse, bu Sünni dindarlık biçimi Türkiye’de Alevileri daha da uzaklaştırır.
| Bunun sonuçları neler olur?
Aleviliğin içinde var olan Anti-Sünni damarı daha da güçlendirir. Bu durumda sosyal çatışma kaçınılmaz olur. Çünkü böyle bir Sünni dindarlık, kendi içinde bir dayanışma üretiyor. Devlet
erkini ona göre kullanıyor. Alevileri dışlıyor. Bu durum da çatışma eksenini güçlendiriyor. Sadece
aleviler için değil, böyle bir Sünni dindarlık biçimi sekülerler ile de bir çatışma içine girecektir. Bu
çatışmada seküler kesimler birbirine daha da yakınlaşacak ve kaynaşacaktır. Bu, Türkiye için
kötü senaryodur. Bu devam ettiği sürece ekonomik altyapı zayıflayacaktır. Batı ile uyum zayıflayacaktır. Böyle böyle ülke bir yıkıntıya doğru gider. Yıkıldıktan sonrada, benim öngörüm, o
başarısız olan Sünni dindarlığı tamamen tasfiye olur. Arkasından çok güçlü bir seküler dalga
yükselir. Zaten şu andaki hali hazırda egemen olan Sünni dindarlık, özellikle genç nesilde sekülerliği şiddetle besliyor. En dindar ailelerin çocukları bile hızla sekülerleşiyor. Din sempatisini
yitiriyor. Bunun daha da ilerleyebileceğini düşünüyorum.
Yaşadığımız süreç Jön Türk tecrübesinin ikinci bir halkası
gibi, mesela Abdülhamit döneminde İslamcılık yapıyorlar. Fakat dünya başka bir dünya, arka planda dönen şeyleri Osmanlı
göremiyor. Sanayileşmeyi, modernleşmeyi, batıyı göremiyor
Abdülhamit. (Hâlbuki Tanzimatçılar, bunu biraz daha iyi görmüş). Neticede başarısız oluyor. Bu başarısızlığı Jön Türkler,
Abdülhamit’in temsil ettiği şeye fatura ediyorlar, yani İslamcılığa fatura ediyorlar. Jön Türk hareketi güçlü bir seküler harekettir. Şimdi yaşananlar yüzyıl öncesinin tekerrürü gibi geliyor
bana. Yine İslamcılıkla Türkiye’yi yönetmek gibi bir durumla
karşı karşıyayız ve bu yeni İslamcılık, toplumda sekülerleşme cereyanını körüklüyor.
Benim öngörüm,
o başarısız olan
Sünni dindarlığı
tamamen tasfiye
olur. Arkasından çok
güçlü bir seküler dalga
yükselir.
| AK Parti’nin bu süreçteki yeri için neler söyleyebilirsiniz?
AK Parti ilk dönemlerinde başarılıydı. Çünkü gelişmiş dünya ile entegreydi. AB’nin, ABD’nin
17
| Alevilik Söyleşileri 1
desteği vardı. Oraya sırtını dönüp, doğuya yöneldiğinde, biz İslami kaideler ile bu memleketi
götürürüz anlayışına döndüğünde, her şey patır patır dökülmeye başladı. Demek ki burada esas
soru şu: Türkiye bu güzergâhta daha ne kadar ileri gidecek? Çünkü bu güzergâhta Alevi-Sünni
uzaklaşması giderek artmaktadır. Eğer Türkiye bu yoldan dönerse, devlet icraatlarında İslami
referansları azaltmış bir sivil dindarlığa yönelirsek, Alevi Sünni ilişkisi çatışma niteliğini kaybeder. Alevi toplumunun çatışmaya yönelmesinin tek sebebi var; mağdur olmaları. Mağduriyeti
azalttığın ölçüde toplum normale dönüyor. Aleviler şu an Türkiye’de ortalama biriyle her türlü
birlikte yaşayabilir. Yeter ki Aleviliğinden dolayı mağdur olmasın.
18
| Proje
Koordinatörü
| Rıza
Yıldırım
Prof. Dr. İlhan Kaya
Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan İlhan Kaya,
1996 yılında kazandığı bir devlet bursuyla yüksek lisans ve
doktorasını Amerika Birleşik Devletleri’nde yaptı. Kaya, Florida
State University’de öğrenimine devam ettiği sırada, Birleşmiş
Milletler, Florida Ekonomi Bakanlığı ve Florida Çevre Bakanlığı
gibi kurumlarda kısa sürelerle çalıştı. ABD’de öğrenim gördüğü sırada, Florida State University ve Tallahassee Community
College üniversitelerinde beş yıl boyunca çeşitli dersler veren
Kaya, 2004 yılında Türkiye’ye döndü. Kaya, 2005-2013 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı
ve burada akademik çalışmalarının yanında çeşitli idari görevlerde bulundu. 2013 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi, İnsan ve
Toplum Bilimleri bölümüne geçen Kaya, sosyal teori, kimlik,
mekan teorileri, uluslararası göç, coğrafi düşünce, seçim coğrafyası, Türkiye’de azınlıklar, Kürt sorunu, eğitim politikaları ve
kimlik, Batı’daki Müslüman azınlıklar gibi konularda çalışmalar
yürütmektedir. Kaya’nın, ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi ve ikisi İngilizce olmak üzere
yayınlanmış birçok kitabı bulunmaktadır. Halen UKAM başkanı
olan Kaya, aynı zamanda Coğrafyacılar Derneği genel sekreterliğini yürütmektedir.
@ilhankaya74
19
| Söyleşiyi Yapanlar
Enver Yalçın
Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamlayan Enver Yalçın, Yıldız Teknik Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap
Tarihi Bölümü’nde yüksek lisans yapmaktadır. Kürt basın tarihi, modern Kürt aydınları ve Kürt milliyetçiliği gibi konular
üzerine araştırmalarda bulunan Yalçın, 2013 yılından itibaren
UKAM’da araştırma asistanı olarak çalışmaktadır.
@duzimani
Ömer Uğurlu
UKAM’da araştırma asistanı olarak çalışan Ömer uğurlu, İstanbul Sosyal Bilimler Lisesi’ndeki eğitiminden sonra İstanbul
Üniversitesi’nde lisans ve Kent Üniversitesi’nde (Canterbury)
Sosyoloji yüksek lisans derecelerini tamamladı. Uluslararası
göç ve nüfus hareketleri, Kürt diasporası, Kürt siyasal hareketi,
Ulusötesi milliyetçilik ve Kürt milliyetçiliği üzerine araştırmalar
yapmaktadır.
@omerugurlu34
© UKAM YAYINLARI HAZİRAN 2015
© UKAM YAYINLARI HAZİRAN 2015
ULUSLARARASI KÜLTÜREL
ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
Maltepe Mah. Edirne Çırpıcı Sok.
No: 5 / 2B Mira Rezidans Zeytinburnu, İSTANBUL
Tel: +90 212 2470682 Faks: +90 212 2470681
[email protected] www.ukam.org