Academia.eduAcademia.edu

Müfredat .02

2010

İki Aylık Kitap Dergisi | Mayıs-Haziran 2010 | İkinci Sayı. – Abdullah BAŞARAN | Nurların Doğuşu – Gürbüz DENİZ | Hayy Bin Yakzân Bağlamında Akıl-Vahiy İlişkisi – Ferhat TAŞKIN | İçimde Tuttuklarım Bana Cesaret Veriyor – Mustafa CELEP | Kültürel Süreklilik Meselesi – Ali Görkem USERİN | Birkaç Ufuk Çizgisi – Zeynep ŞANLI | Yeni Bir Dünyayı Miyavlamak – M. Fatih KUTAN | Mışıl Mışıl Koyun Russell – Ayşe Merve PASLI | Örik’in Döneminin Sınırlarında Temsil Sanatı ve Edebiyatı – Elif YÜKSEKAY | Müküs’ten Kanatlanan Kuşların Pîri: Feqîyê Teyran – Ayhan GEVERÎ | Solaris – Halim YAR

MÜFREDAT.02 ÝKÝ AYLIK KÝTAP DERGÝSÝ | MAYIS-HAZÝRAN 2010 Hayy Bin Yakzân Baðlamýnda Akýl-Vahiy Ýliþkisi » Ferhat TAÞKIN » Desen: Z.N. Felsefe, týp, astronomi, matematik ve edebiyat alanlarýnda iyi bir eðitim alan ve Endülüs'ün yetiþtirdiði en büyük düþünürlerden biri sayýlan Ýbn Tufeyl, Gýrnata þehri yakýnlarýndaki Vâdiu'l-Âþ kasabasýnda 1105 yýlýnda doðdu, 1186 yýlýnda ise Merrakeþ'te vefat etti. Dünyada felsefî romanýn ilk örneði olan ve evrim fikrini de içeren Hayy bin Yakzân adlý eseriyle dünyanýn tanýdýðý önemli filozoflardan biri olan Ýbn Tufeyl, bu eseriyle Batý'da Gracian Baltasar, Francis Bacon, Daniel de Foe, Leibniz gibi düþünürleri etkilerken Doðu'da ise Ýbnü'n-Nefis, Molla Câmî gibi Ýslam âlimlerine eserlerinde ilham kaynaðý olmuþtur. Hayy bin Yakzân romaný, gerekli zihnî kapasiteye sahip olan yalnýz bir insanýn çabalayarak mutlak hakikate ulaþýp ulaþamayacaðýný konu edinir. Ayný zamanda ulaþýlan bilgilerin vahiyle olan iliþkisini tartýþýr. Yazýmýzda eserin kýsa bir özetini sunduktan sonra esere dair deðerlendirmelerimizi ifade etmeye çalýþacaðýz. Ýbn Tufeyl, eserinin mukaddimesinde eseri yazýþ amacýnýn ne olduðuna ve filozoflar ile mutasavvýflar arasýnda ne gibi farklýlýklarýn olduðuna deðindikten sonra, Ýslam filozoflarýyla ilgili deðerlendirmelerde bulunur. Daha sonra Hayy bin Yakzân, Absâl ve Selâmân'ýn hikayesine geçen Ýbn Tufeyl, Hayy bin Yakzân'ýn doðuþunu iki farklý yaratýlýþ biçimiyle betimler. Hayy'ýn hikâyesi yediþer yýllýk geliþim dönemleriyle anlatýlýr. Buna göre, Hayy'ý bulan ceylan onu emzirir ve büyütür. Hayy büyüdükçe canlýlarý gözlemler ve davranýþlarýný ona göre düzenler. Daha sonra diðer canlýlardan ayrýlan özelliklerini fark eden Hayy'ýn zihni, deney ve tecrübeye dayanarak sürekli geliþim kaydeder. Buna göre önce canlýlarý (ve özelde ceylanýn bedenini) inceler ve onlarda aradýðý hakikatin asýl failini bulamayýnca göksel cisimleri inceler, onlarý taklit ederek ruhunu arýndýrmaya çalýþýr. Bu arýnma süreciyle birlikte Ýlk Fail'in varlýðýný müþahede eder. Ve bu tecrübeyle birlikte fenafillah durumunu yaþar. Buradan itibaren hikâyeye Absâl ve Selâmân da dahil olur. Hayy, adaya inzivaya çekilmek için gelen Absâl ile karþýlaþýr. Absâl, Hayy'a dini ve insan dilini; Hayy ise ona felsefî hakikatleri öðretir. Diðer insanlara da felsefî hakikatleri öðretmek isteyen Hayy, arkadaþýnýn itirazlarýna raðmen onunla birlikte Selâmân'ýn ve tebaasýnýn yanýna giderler. Ancak amaçlanan þeyde (hakikatleri bütün açýklýðýyla anlatmak ve halkýn buna göre davranmasýný saðlamak hususunda) Hayy, Absâl'ýn adaya gelmeden önce yaþadýðý gibi baþarýsýz olunca ikisi birlikte adaya geri dönerler. Eserin bu kýsa özetinden sonra Hayy, Absâl ve Selâmân baðlamýnda akýl-vahiy iliþkisi konusuna geçebiliriz. Bu konu alegorik olarak Hayy ve Absâl'ýn karþýlaþmasý ve sonrasýyla ele alýnmýþsa da Ýbn Tufeyl, bize bu konudaki görüþlerini eserin mukaddimesinde ehli nazar ile ehl-i keþfi karþýlaþtýrarak vermektedir. Ýbn Tufeyl; ehl-i nazarý aklý, zekasý ve bilgi duyularý saðlam bir körün haline, ehl-i keþfi ise böyle bir körün gözünün görmeye baþlamasýndan sonraki haline benzetir. Ona göre ikinci halin bilgisi birincisinden daha açýk olmasýnýn yaný sýra, o bilgi dolayýsýyla daha büyük bir zevk de alýnýr. Bundan dolayý "ikinci idrâk daha açýk ve daha ziyâde ferah-bahþa olduðundan evvelkine tefevvuk eder." (Hayy b. Yakzân, s.17) Bu ikinci hale, bazý kiþiler ilimde tamamýyla kökleþtikten sonra, bazýlarý ise çalýþmaksýzýn Allah onlarý o fýtratta yarattýðýndan dolayý ulaþýrlar. Bunlar ise peygamberlerdir. Bazýlarý ise bu hale eriþtiði halde, ilimde tam derinleþmedikleri için "kimisi 'subhânî mâ a'zama þânî' ve kimisi 'ene'l-Hakk' ve kimisi 'leyse fi sevbî illallah" (Hayy b. Yakzân, s.13) gibi sözler sarfederler. Oysa bu hal, ne söze ne de yazýya dökülebilir. Bundan dolayý da ne Aristo ne Fârâbî ne de Ýbn Sînâ'nýn kitaplarý vasýtasýyla bize gelen felsefe bu hale varmak için yeterlidir. (Hayy b. Yakzân, s.18) » s.5 NURLARIN DOÐUÞU Gürbüz DENÝZ 4 | HAYY BÝN YAKZÂN BAÐLAMINDA AKIL-VAHÝY ÝLÝÞKÝSÝ Ferhat TAÞKIN 5 | ÝÇÝMDE TUTTUKLARIM BANA CESARET VERÝYOR Mustafa CELEP 8 | KÜLTÜREL SÜREKLÝLÝK MESELESÝ Ali Görkem USERÝN 11 BÝRKAÇ UFUK ÇÝZGÝSÝ Zeynep ÞANLI 12 | YENÝ BÝR DÜNYAYI MÝYAVLAMAK M. Fatih KUTAN 14 | MIÞIL MIÞIL KOYUN RUSSELL | Ayþe Merve PASLI 15 RÝK’ÝN DÖNEMÝNÝN SINIRLARINDA TEMSÝL SANATI VE EDEBÝYATI Elif YÜKSEKAY 16 | MÜKÜS’TEN KANATLANAN KUÞLARIN PÎRÝ: FAQÎYÊ TEYRAN Ayhan GEVERÎ 18 Ö SOLARÝS Halim YAR 22 Ýkinci sayý. Bir derginin ilk sayýsýný yayýmlayabilmesi kadar önemli olan ikinci bir þey de, derginin ikinci sayýsýnýn yayýmlanabilmesidir kanaatimce. Farklý bir duruþ sergilediðini iddia eden her dergi düþüncesinin de art plandaki bir hayalidir bu ikinci sayý. Ve Müfredat olarak, bu ikinci sayýmýzla bu düþünsel duruþumuzun yalnýzca bir hayalden ibaret olmadýðýný göstermek amacýndayýz; çünkü biliyoruz ki içlerindeki kaygýyla adým atan birçok "fikir", maalesef tek sayýlarýyla yenik düþtüler bizlere dayatýlan müfredata. Ýþte Müfredat, baský ve yaratýlan korkulara karþý; inadýna, bastýrýlmayan her kaygý için bir kez daha fikrini ortaya koyuyor. Alýnan tepkiler ve gerek olumlu gerekse olumsuz eleþtiriler gösteriyor ki, Müfredat'ýn duruþu, oldukça saðlam zeminler üzerine kurulu. Bu zemini kurmada baþat rol oynayan sevgili kardeþim M. Fatih Kutan'ýn da ilk sayýdaki editör yazýsýnda belirttiði üzere, bu zeminin mayasý, geniþ bir kültür ve coðrafî engelsiz bir entelektüaliteden oluþmaktadýr. Þüphesiz bu yaklaþýmýn, hümancý bir paradigma içerisinde deðerlendirilmesinden öte, hakikatýn vechelerinin elbette ki tek bir hakikatý þart koþtuðu düþüncesi içerisinde deðerlendirilmesi kanaatindeyim. Ýkinci sayý, yaygýn müfredat geleneðine karþý vurulmuþ saðlam bir darbe. Bu yargýya bütüncül olarak bakabiliriz. Kelam, tasavvuf ve felsefe üçgeninde hayatýnýn her safhasýnda farklý bir düþünce sergiliyor gözüken Ýmam Gazzâlî'yi, bir felsefe düþmaný olarak gösteren yaygýn kanaate karþý bir yazý, Gürbüz Deniz'in "Nurlarýn Doðuþu" adlý yazýsý. Yine, Ferhat Taþkýn'ýn yazýsý, Ýslam dünyasýnýn ilk felsefi romaný olarak bildiðimiz Ýbn Tufeyl'in Hayy bin Yakzân'ýnýn arkaplanýndaki akýl-vahiy iliþkisini ortaya koyuyor. Geleneðe dönük en çarpýcý yazýlardan bir diðeri de, Ayhan Geverî'nin Feqîyê Teyran üzerine yazýsý. Geçen sayýda Nahid Sýrrý Örik'in roman ve hikâyeleri üzerinde duran Elif Yüksekay, bu sayýda yazarýn tiyatro eserlerini incelerken; “Altyazý” bölümünde bu kez Stanisaw Lem'in Solaris'i konu ediniyor. Bilhassa deðinilmesi gereken ve okurken ayrý bir dikkat gerektiren bir yazý da, þüphesiz ki Ali Görkem Userin’in "Kültürel Süreklilik Meselesi" baþlýklý yazýsý. Müfredat, eðer gerçekten saðlam adýmlar atabilmeye devam edebilirse, malum olan yaz yayýn rehavetinden ötürü, sene içerisinde beþ sayý sunacak; bu minvalde yoluna, EylülEkim sayýsý ile devam edecektir. Bir sonraki sayýda görüþmek ümidi ile. Abdullah BAÞARAN MÜFREDAT.02 FOTOÐRAF: AGAH BAYRAKÇI ÝKÝ AYLIK KÝTAP DERGÝSÝ | MAYIS-HAZÝRAN 2010 Editörler M. Fatih KUTAN Abdullah BAÞARAN Tashih Ýrtibat P.K. 359 Yeniþehir/Ankara [email protected] mufredat.wordpress.com Büþra Nurdan ERDEM Zeynep Þüheda SAÐMAN Müfredat yazýlarýndan kaynak belirtilerek alýntý yapýlabilir. Tasarým Katkýlarýndan dolayý Birleþik Kitabevi’ne teþekkürler. Tuna Cad. 3/1 Kýzýlay/Ankara DenizYýldýzý denizyýldýzý@gmail.com NURLARIN DOÐUÞU ESKÝ UYGARLIKLARIN ÞÝÝRLERÝ Talât S. Halman MÝÞKÂTÜ’L-ENVÂR (NURLAR FENERÝ), ÝMAM GAZÂLÎ, ÇEV. SÜLEYMAN ATEÞ BEDÝR Y., 1994, 72 SAYFA TÝB Kültür Yayýnlarý, 653 sayfa Ýlk defa 1974 yýlýnda yayýmlanmýþ, kaybolmaya yüz tutmuþ bir kitap elimdeki. Þiir söz konusu olduðunda da neredeyse dil devriminden öncesine gidilemeyen bir dilde, eski uygarlýklarýn yazýlý veya sözlü þiirlerini okuyor olmak eþsiz bir hazine muhasebesinde. Eski Uygarlýklarýn Þiirleri'nde, Mezopotamya, Mýsýr, Ýbrani, Yunan, Çin, Sanskrit, Latin, Japon, Arap, Ýran ve "çeþitli eski þiirler" baþlýðý altýda Ermeni, Sinhal ve Ýzlanda yazýlý þiirlerinden örneklerin ardýndan ikinci kýsýmda, Kýzýlderili, Hindistan, Borneo, Endonezya, Malezya, Eskimo, Afrika, Meksika, Maya, Aztek, Ýnka ve Peru gibi uzak uygarlýklardan sözlü þiirlere yer veriliyor. Talât S. Halman'ýn hazýrladýðý bu eþsiz antoloji, tam bir medeniyetler toparlanmasý. M. Fatih tan. Ku DOÐA VE DÝL ÜZERÝNE Noam Chomsky Çev. Ayþe Banu Karadað Sözcükler Yayýnevi, 255 sayfa Dilbilimde önde gelen otoritelerden biri olan Chomsky'nin dil, zihin ve beynin fonksiyonlarý hakkýndaki iki makalesinin yer aldýðý eserde, kitabýn editörleri olan Adriana Belletti ve Luigi Rizzi'nin ünlü düþünürle yetinmecilik üzerine yaptýklarý bir söyleþi ve yine düþünüre ait "Laik Baðnazlýk ve Demokrasinin Tehlikeleri" adlý bir de makale yer alýyor. Chomsky'nin bu eseri, týpký diðerleri gibi dilbilim kuramýnýn esaslarýný anlamamýz için iyi, iyi olduðu kadar da zor bir metin. Abdullah Baþaran. PIERRETTE Honore de Balzac B Kültür Yayýnlarý, 159 sayfa TÝ OSMANLI’NIN AVRUPALI MÜZÝSYENLERÝ Evren Kutlay Baydar Kapý Yayýnlarý, 310 sayfa KÝNCÝ PARTÝ: TÜRKÝYE'DE ÝKÝ PARTÝLÝ SÝYASÝ SÝSTEMÝN » Gürbüz DENÝZ Gazzâlî'nin eserlerini kendi ifadeleri doðrultusunda üç þekilde sýnýflandýrabiliriz. 1.Avam için yazdýðý eserler. Bunlar halka vaaz u nasihat etmek için kaleme alýnmýþtýr. Ýlmihal bilgileri, cennetle müjdeleme ve cehennemle korkutma þeklindeki içeriklere sahiptirler. 2.Orta sýnýf ulema için yazdýðý eserler. Bu eserler, genellikle sorucevap þeklinde kelamî mevzularýn iþlendiði eserlerdir. Muhataplarý vasat seviyedeki âlimlerdir. Bu eserler hakikati ifade etmekten çok, hakikatin anlaþýlmasýna engel olabilecek görüþlerin engellenmesine yöneliktir. Gazzâlî'ye göre bu tür eserler, þahsý imanýnda tatmine ulaþtýrmadýðý gibi hakikatin tecelli etmesine vesile de olamamaktadýr. Gazzâlî'nin avam ve orta sýnýf ulema (vasat insanlar) için yazdýðý eserleri, Gazzâlî sonrasý ulema ve müslüman halklar tarafýndan çokça okunmuþ ve bu eserlerin yaygýnlaþtýrýlmasýna özel gayret gösterilmiþtir. Genel mânâda Gazzâlî sonrasý ümmetin ve ümmetin âlimlerinin zihniyeti bu avamî ve vasat bilgi ve zihniyetler tarafýndan temsil edilmiþtir. 3.Bu tasnifteki eserlere Gazzâlî, özel önem vermektedir. Bunlar Gazzâlî' nin, "benim hakikat anlayýþým ve bizatihî ulaþtýðým görüþlerim bu eserlerdedir" dediði "yüksek ulema" için yazdýklarýdýr. Bu eserlerin içeriði, felsefe ile tasavvuf arasýnda veya bu iki zeminde bulunan fikirler üzerine inþâ edilmiþtir. Bu inþâda, Gazzâlî'nin özgünlüðünü bulmaktayýz. Her ne kadar bu eserler, felsefeden ve Gazzâlî'nin kendisinden önceki sufilerden fikrî anlamda etkilenmiþ olsa da, bu görüþlerin Gazzâlî tarafýndan yeniden yorumlanmasý ve yeni bir düþünce sistemi oluþturmasý bakýmýndan önem arz etmektedir. Bu anlamda Gazzâlî'nin en önemli eseri Miþkâtü'l-Envâr’dýr. Ý KURULUÞ YILLARI Cemil Koçak Ýletiþim Yayýnlarý, 976 sayfa Gazzâlî kitabýna þu þekilde baþlamaktadýr: "Nurlarý sudûr ettiren SAYFA 4 | MÜFREDAT.02 Allah'a hamd olsun." Bu eserinde; varlýk (ontoloji) ve bilgi (epistemoloji) hakkýndaki görüþlerini, Nûr suresi 35. âyete dayandýrarak temellendirmektedir. Gazzâlî bu kitaptaki görüþlerin ancak râsih âlimler (yüksek ulema) tarafýndan ortaya konacaðýný ve onlarý da ancak bu seviyedeki âlimlerin anlayabileceðini söylemektedir. Gazzâlî, bir ilme ehil olmayan birine o ilmi aktarmaktansa, o ilmi âlimin göðüs mezarýnda sýr olarak saklamasýnýn daha uygun olduðunu ifade etmektedir. Miþkâtü'l-Envâr, üç ana bölüm ve bu bölümlerin alt baþlýklarý þeklinde tasnif edilmiþtir. Birinci bölümde, Nur metafiziðinin neden gerekli olduðu hakkýnda fikir yürüten Gazzâlî, ikinci bölümde Nur metafiziðinin Nûr suresi 35. Âyetine nasýl tatbik edilip, sistemleþtiðini anlatmaktadýr. Üçüncü bölüm ise; Nur ve Nur metafiziðine göre insanlarýn, daha doðrusu bilginlerin konumlarýnýn ne olduðunu beyan þeklindedir. Bu bölümün özgünlüðü, Gazzâlî'nin Munkýz'da hakikati arayanlarýn sýnýflandýrýlmasýnda filozoflar hakkýnda ileri sürdüðü olumsuz görüþlerinin tashih edilmesi þeklindedir. Munkýz'da eleþtirdiði ve hatta din dýþý gördüðü kimselerin burada Nur metafiziðini en iyi benimseyen ikinci sýradaki insanlar olarak görmektedir. rektir." "Zâhiri inkâr etmek, þaþý göz ile iki âlemden yalnýz birini görüp bunlar arasýndaki dengeden habersiz olan ve bundan dolayý da ötekini de kavramaktan aciz olmaktýr." "Kâmil insan; bilgisinin nûru, takvasýnýn nûrunu söndürmeyen kiþidir." "Ýlim imanýn üstündedir." "Allah Teâlâ zâtýnda, zâtý ile, zâtý için tecelli eder." "Heva ve hevesten daha þiddetli bir karanlýk yoktur. O da nefsini ilah edinmektir." "Tevhid kelimesini, kötü iþ yaptýðý zaman üzülecek iyi iþ yaptýðý zaman sevinecek kadar tesir etmiþ kiþi, günahý çok olsa da sýrf karanlýðýn dýþýndadýr." Miþkâtü'l-Envâr metafiziði, Ýbn Sinâ ile baþlayan Gazzâlî ile fikrî geliþmeye devam eden ve günümüzde de varlýðý ve bilgiyi aydýnlatmaya aday, esasen Ýslam'dan ve müslüman yorumcularýn fikirlerinden hareket eden özgün, ufuk açýcý, insanýn hem zahirini ve hem de batýnýný aydýnlatan bir felsefî-tasavvufî ve nihâî mânâda Ýslâmî düþünce tarzýdýr. Ve bu düþüncenin nüvesi Gazzâlî'nin Miþkâtü'l-Envâr adlý eserinde atýlmýþtýr. (Allah ona rahmet etsin.) 'dan Seçmeler Miþkâtü'l-Envâr "Hür âlimlerin göðsü, sýrlarýn kabirleridir." "Ýlmi ehlinden gizlemek, ehli olmayana açýklamaktan daha az zulüm deðildir." "Akýl nur ismine, zâhir gözünden daha layýktýr." "Akýl için uzak ve yakýn birdir." "Aklý filozoflarýn fikirleri harekete getirir." "Avamýn tevhidi, 'Allah'tan baþka ilah yoktur'; seçkinlerin tevhidi ise 'O'ndan baþka varlýk yoktur' sözüdür." "Bir þey aþýrýlýða kaçarsa, zýddýna döner." "Her münasebetten uzak olan tek hakikat Allah(c.c.)týr." "Basiret ve zevk sahibi insan bazý durumlarda peygamberlerle müþte- Gazzâlî HAYY BÝN YAKZÂN BAÐLAMINDA AKIL-VAHÝY ÝLÝÞKÝSÝ HAYY BÝN YAKZÂN, ÝBN TUFEYL, ÇEV. BABANZÂDE REÞÝD, HAZ. MUSTAFA ULUÇAY ETKÝLEÞÝM Y., 2006, 144 SAYFA » Ferhat TAÞKIN s.1 « Mukaddimedeki bu deðerlendirme çok önemlidir; zira yapýlan ayrým Hayy, Absâl, Selâmân ve halkýn akýl-vahiy iliþkisindeki pozisyonunu daha açýk hale getirmektedir. Buna göre Hayy, tabiat ile baþ baþa, toplumun etkisinden uzak ve gerekli zihnî kapasiteye sahip olan ve bu ortamda mutlak hakikati bulan biridir. O bu ortamda bilgisini tümevarýmsal bir yöntemle tamamýyla tecrübelerine dayanarak elde eder. Tecrübe akýlla, akýl ise sezgiyle uyumludur. Ancak bilginin en yüksek kaynaðý, ne tümevarýmsal ne de tümdengelimsel metottur, (bu ikisinin aracýlýðýnda) vecd halidir. Zira yaratýcýsýný bulma noktasýnda en çok üzerinde durduðu þey kendi düþünce yoðunluðudur. Ancak Yaratýcý'yý müþahede etme noktasýnda kendisinden ziyade semavi varlýklar üzerinde durur. Ýbn Tufeyl'in riyazet ve vecd hali için seçtiði mekânýn Hayy'ýn barakasý olmasý önemlidir. Zira bu, hakikatin bilgisine ulaþmak için Peygamber'i örnek almamýzý ima etmektedir. Bütün bunlara göre Hayy'ýn bilgilenme aþamasý þu þekildedir: a)Tabiatý gözlemleme süreci: Bu süreçte ceylanýn ölüsünü inceleyerek ruhun varlýðýný, diðer canlýlarý inceleyerek kendisinin özel bir varlýk olduðu ve cisimlerin özellikleri üzerinde düþünerek bir yaratýcýnýn gerektiði bilgisini keþfetti. Ancak bu süreçte hala bu Yaratýcý'nýn zatý ve sýfatlarý hakkýnda bilgi sahibi deðildir. b)Gökcisimlerini gözlemleme süreci: Gökcisimlerini gözlemlerken bunlarýn da bir Yaratýcý'sýnýn olduðunu kabul etti, bu sýrada Hayy 28 yaþýndadýr. Ancak iþ, âlemin kadim olup olmadýðý meselesine gelince bir cevap bulamadý. Ve nihayetinde âlemin ister yokluktan yaratýlmýþ ister ezeli olarak varolmuþ olsun, bunun yaratýcýsýnýn Ýlk Fail olduðuna hükmetti. Buraya kadar nazari akýl devrededir. c)Keþf ve zevk dönemi: Otuz beþ yaþla beraber Hayy nazari aklý aþar ve artýk tek istediði þey Zât-ý Hakk'ý müþahede etmektir. Kendini gýdadan mahrum býrakmak ve gökcisimlerini taklit etmek suretiyle Zât-ý Hakk'ý müþahede eyledi ve nihayetinde "zatý üzerine zâid bir mana olmayan kelâmýyla 'limeni'lmülkü'l-yevm; lillâhi'l-vâhidi'l kahhâr' diye nidâ ederek, hiçbir þeyi kalmadý." (Hayy b. Yakzân, s.79) Absâl'ýn durumuna gelirsek hikâyede onun dinin zâhirî bilgisi yanýnda daha meyyâl olduðu bâtýnî bilgiye de sahip olduðunu görmekteyiz. Ancak vahyin bâtýnî bilgisine sahip olan Absâl'ýn Hayy ile, daha açýk ifadeyle felsefî hakikatlerle karþýlaþmadan önceki bilgisinin içinde hala þüphe tohumlarý vardýr. Çünkü Absâl, hala Zât-ý Hakk'ý müþahede eden ehl-i keþften deðildir. Hayy, Zât-ý Hakk'ýn vasfýný ve O'nu müþahede ederken ulaþtýðý þeyleri Absâl'a anlatýnca o, þeriatte kabul ettiði Allah'a, meleklerine, kitaplarýna, resullerine, ahiret gününe, cennet ve cehenneme dair þeylerin hepsinin Hayy'ýn müþahede ettiði þeylerin misalleri olduðunu anladý ve artýk hiçbir þüphesi kalmadý. "Ve indinde akliyyât ile nakliyyât birbirine tevâfuk eyledi." (Hayy b. Yakzân, s.92) Artýk Absâl bilgi açýsýndan Hayy'ýn hizmetindedir. Selâmân karakterine baktýðýmýzda ise onun vahyin zâhirini bildiðini ancak bundan ötesine, yani bâtýnî bilgiyi elde etmek sürecine geçmek istemediðini görüyoruz. Ayný zamanda o, Absâl'ýn aksine halkla sürekli meþgul olmak ve onlara þeriatýn zâhirini anlatmak isteyen bir karakterdir. Halk ise örf ve adetlere göre hareket eden ve "dirâyetsiz ve nâkýsü'l-akl ve fenâ fikirli ve azimleri zayýf, en'âm (koyun, keçi, sýðýr, deve) gibi belki en'âmdan" (Hayy b. Yakzân, s.96), yoldan çýkmýþ olan bir güruha benzer. Ýbn Tufeyl'e göre, insanlar hayrý sever ve hakka raðbet eder olduklarý halde eksik fýtratlý oluþlarý, her fýrkanýn kendi bilgi çemberinin içinde mutlu olmasý, heva ve heveslerini ilâh ve nefsânî yönlerini mabûd kabul etmeleri dolayýsýyla bir denizde üst üste birikmiþ karanlýðýn içinde gibidirler. Bundan dolayý müþahede yoluyla avama konuþmak mümkün deðildir, bu onlarýn daha kötü durumlara düþmelerine sebebiyet verir. Halkýn kurtuluþu, bundan dolayý ancak þeriatin (vahyin) zâhirine sýký sýkýya tutunmalarýna baðlýdýr. Çünkü Allah herkesi farklý bir yetenekle donatmýþtýr ve þeriat ise felsefenin aksine herkese hitap edebilmektedir. BÝR SOLGUN ADAM Selçuk Baran Yapý Kredi Yayýnlarý, 248 sayfa Mehmet Taþçý, emekli bir bankacý. Emekli olduktan sonra evini, eþini ve kýzýný terk edecek kadar bezmiþ bu hayatýn keþmekeþinden. Kendi hayatýný terk edip yine kendi hayatýný yaþamak üzere taþýnmýþ bir çatý katýna. Oradan oraya savurmuþ kendini ama içini kaplayan boðucu yalnýzlýðýndan, umutsuzluðundan, sýkýntýlarýndan kurtulamamýþ. Selçuk Baran, Mehmet Taþçý'yý günlüðüyle, yani kendi ifadeleriyle, kendini kendine ifade ediþ biçimiyle tanýtýyor. Zehra Gülrû Onat. Bütün bunlardan anlaþýlýyor ki Ýbn Tufeyl'e göre akýl-vahiy iliþkisinin dört temel ayaðý vardýr: 1.Hayy þahsýnda þartlanmamýþ saf aklýn ve keþfin felsefesi. 2.Absâl þahsýnda vahyin bâtýnî yorumu. 3.Selâmân þahsýnda vahyin zâhiri yönü. 4.Halk özelinde felsefe ve dinin pozisyonu. Buna göre felsefî hakikatler, þartlanmamýþ bir akýlla deney ve gözlemlere dayanarak elde edilen bilgilerin aracýlýðýyla ve sezgi ve vecd halinin getirdiði keþflerin yardýmýyla ulaþýlan ve vahyin bâtýnî yorumunu bazen tamamlayan bazen onunla tamamlanan ve bazen onunla bir ve ayný olan hakikatlerdir. Bazen tamamlar; çünkü Hayy, Absâl'a nazari akýlla ve ayný zamanda müþahede halinde elde ettiði hakikatleri anlatýnca Absâl, kendi kendine ulaþtýðý bâtýnî yorumlara dair içindeki þüphelere bir cevap bulabilmiþtir. Bazen onunla tamamlanýr; zira felsefî hakikatler insanlarýn genelinin anlayabileceði sembolik bir dil yerine daha spesifik ve zorlayýcý bir dil kullanýr. Böyle bir durumda ise hakikatleri insanlara açýklama hususunda felsefe vahyin zâhirî ve bâtýnî yorumuna ihtiyaç duyar. Hayy'ýn insanlarýn arasýna girmeden önce sorduðu þu iki soru, bu durumu resmediyor diyebiliriz: 1)Peygamber neden hakikatleri açýk açýk söylemek yerine sembolik bir dille anlatmýþtýr? 2)Ve neden beyanýný ibadetlere hasreyledi ve dünyevi zevklere izin verdi de insanlar dünyevî batýl þeylerle uðraþýr oldular? Zira "Hayy bin Yakzân, insanlarýn MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 5 SABIR TAÞI Atiq Rahimi Çev. Volkan Yalçýntoplu Can Yayýnlarý, 103 sayfa Türkçede yayýmlanan ikinci kitabý Atiq Rahimi'nin. Toprak ve Küller, 2006 yýlýnda TÝB Kültür Yayýnlarý tarafýndan yayýmlanmýþtý. AfganSovyet savaþý sýrasýnda Fransa'ya göç etmiþ bir Afgan Atiq Rahimi. Toprak ve Küller'den damaðýmda kalan tadýn çekimiyle Sabýr Taþý'ný okumaya baþladýðýmda, daha alýmlý bir üslupla karþý karþýya buldum kendimi. Fakat yazar, kocasý savaþta yaralanmýþ ve hiçbir þeye tepki veremez hâlde odanýn ortasýnda yatan bir kadýný anlatýyor bize ve ülkesinden ayrýldýktan sonra toplumuyla arasýna mesafe koymuþ her doðulu yazarýn yaptýðýnda olduðu gibi "kadýn" meselesini anlatmayý beceremiyor. Olabildiðince sert eleþtiri yapayým derken, karakterdeki deðiþimleri okuyucuya tam verememek gibi bir kuyuya hapsoluyor. M.F.K. K ALINACAK HÝKAYELER Miguel de Cervantes ÖRNE rmýzý Yayýncýlýk, 544 sayfa BRIDA Paulo Coelho Ký Can Yayýnlarý, 224 sayfa BÝZANS Judith Herrin etiþim Yayýnalrý, 496 sayfa Ýl ÇÝN VE DÜNYA Harry G. Gelber Çev. H. Hülya Kocaoluk apý Kredi Yayýnlarý, 439 sayfa Y Çin ve Dünya'nýn tarihçesi MÖ 12. yüzyýla kadar geri gitmektedir. Bu doðuþ sürecinden baþlayarak günümüze kadar on dört bölüme ayýrdýðý kitapta yazar, diðer tüm tarihsel nesneleri bir yardýmcý unsur konumuna getirerek, araþtýrmasýnýn merkezine Çin'in yabancý ülkeler, kültürler ve medeniyetler ile kurduðu iliþkileri koyuyor. Kitaba asýl rengini katan ise, sýkýcý araþtýrma üslubundan sýyrýlmýþ bir üslubun ötesine geçmesi ve bunu saðlamak için de felsefe, düþünce ve sosyal alanla ilgili bir takým ayrýntýlara da özellikle deðinmesi. Çin ve Dünya, konusunun iþleniþi açýsýndan gayet baþarýlý bir yapýt. A.B. HER ÞEY HAKKINDA BÝR ÖYKÜ Kamil Yýldýz Okur Kitaplýðý, 110 sayfa En baþta söylenmesi gereken, Kamil Yýldýz'ýn konuþkan bir hikâyeler yazdýðý. Bu üslup sayesinde okuru karþýsýna oturmaya mecbur edip sohbetini dinletiyor, mecbur ediyor diyorum çünkü büyüklerden dinlenilen eski zaman hikâyeleri, destanlarý, masallarý gibi anlatýlanýn sonralarýnda olacaklarý merak etmekle meþgul oluyorsunuz. Yazar da fazla söze yer vermeden, olabildiðince rahat ve net bir hâlde derdini anlatýyor size, bir kýraathanenin önündeki tabureye oturmuþ gelen geçenleri dikkatle incelerken kaçak tütünden sardýðý cýgarasýný derin nefeslerle tüketen bir dedenin ses tonuyla. Kamil Yýldýz, ilk kitabýyla iyi bir hikâyeci olduðunu ispatlýyor. M.F.K. MEHMED AKÝF: DÜZYAZILAR Haz. A. Vahap Akbaþ Beyan Yayýnlarý, 544 sayfa SAMURAYLAR Julia Kristeva Sel Yayýncýlýk, 365 sayfa VICTORIA Knut Hamsun Timaþ Yayýnlarý, 150 sayfa ahvâlini ve ekserisinin kuvve-i müdrikeden mahrum olan hayvanlar gibi olduklarýný anlayýnca gördü ki bütün hikmet, hidayet ve tevfik peygamberlerin söyledikleri ve þeriatin vârid olduðu þeylerdedir." (Hayy b. Yakzân, s.97) Buna göre felsefe, vahyin anlaþýlmasýnda (Absâl'ýn Hayy'ýn hizmetine girmesinde olduðu gibi) en önemli etkinlik olduðu halde, hakikatleri sembolleþtirerek insanlarý hidayete erdiren din, felsefeye bu hususta yol gösterebilir. Aksi takdirde vahyin sembolik dili olmadan felsefî hakikatlerin dile getiriliþi, Hayy'ýn da sonradan fark ettiði gibi, insanlarý olduklarý durumdan daha vahim bir duruma düþürebilir. Akýl ve vahiy uzlaþmýyor gibi göründüðünde (Hayy'ýn yukarda ifade ettiðimiz iki sorusunda olduðu gibi) aklýn insan gerçekliðini gözlemleyip dinin yöntemini makul kabul ettiðini görüyoruz. Ancak þunu da belirtmek gerekir ki, farklý dinlerin akla aykýrý olan bazý iddialarýnda felsefecinin (Hayy'ýn) bu dinler karþýsýnda ne gibi bir pozisyon alacaðýna dair eserde herhangi bir yargý veya bir ima göremedik. Eserde felsefenin hak din karþýsýndaki konumu iddialý bir þekilde ele alýnýrken batýl veya bozulmuþ olan ya da doðru iddialara sahip olduðu halde zâhirî yorumu bile yanlýþ bir çerçeveye hapsedilmiþ olan bir din söz konusu olduðunda felsefe ile din arasýnda nasýl bir iliþkinin olacaðýna dair herhangi bir belirlenimde bulunulmamasýnýn eser için bir eksiklik olduðunu ifade edebiliriz. Bu durumun bir de diðer yüzü bulunmaktadýr; þöyle ki, eserde felsefe sadece burhânî sahih olan yönüyle ele alýnmaktadýr. Oysa fasit olan felsefe türü de vardýr ve bu felsefe türünün din ile karþýlaþtýðý zaman nasýl bir sonucun oluþacaðý veya insanlarýn nasýl bir tavýr alacaðýna, almasý gerektiðine dair Ýbn Tufeyl herhangi bir belirlenimde bulunmamaktadýr. Ancak filozofumuzun asýl hitap ettiði kesimin Müslüman bir toplum olduðu ve eserin felsefe kitabý olarak deðil felsefî roman türünde yazýldýðý gerçeði göz ardý edilmemesi gereken bir olgudur. Akýl-vahiy iliþkisinin din ayaðý, Absâl'ýn þahsýnda ortaya konulmuþtur. Buna göre dinin iki yönü vardýr; zâhirî ve bâtýnî. Dinî hakikatleri anlamak için her iki yöne de vakýf olmak gerekmektedir. Dinin zâhirî yönü halk ile; bâtýnî yönü ise felsefe ile iletiþimdedir. Birinci ayaðý, bireyin toplum ve dünyayla iliþkisini belirlerken ikinci ayaðý Allah-kul iliþkisinde tam anlamýyla ortaya çýkar. Absâl'ýn bu ikinci iliþkiden aldýðý mutluluk, onu 'yalnýzlýk adasý'na sürüklemiþtir. SAYFA 6 | MÜFREDAT.02 Ancak dinin ikinci ayaðý, ilimde kökleþmeyenler için tehlikeli bir yoldur. Bundan dolayý dinin bâtýnî yönünü daha iyi anlayabilmek için felsefe de bilmek gerekir. Daha önce de ifade ettiðimiz gibi, Absâl'ýn Hayy'ýn hizmetine girmesi bundan dolayýdýr. Bu anlamda akýl-vahiy iliþkisi çerçevesinde Hayy profilinde ifade ettiðimiz gibi din ve felsefenin birbirleriyle uzlaþtýklarýný ve birbirlerini tamamladýklarýný (bu 'tamamlama' ifadesi eksik anlaþýlmýþ þeylerin doðru anlaþýlmalarýný saðlama anlamýndadýr) görmekteyiz. Selâmân ise dinin sadece zâhiri yönünü temsil etmektedir. Bu prototipe uyanlar ise fakihlerdir. Fakihler; dini zâhirî anlamý üzere anladýklarý ve birey ve toplum hayatýný bu anlayýþ çerçevesinde þekillendirdikleri için itminandan uzaktýrlar. Buna göre akýl, vahyin zâhirî yönünün gerekli olup olmadýðý konusunda þüphe duyar. Ancak akýl daha geniþ bir bakýþ açýsýyla durumu irdelediðinde, dinin zâhirî yönünün gerekli olduðunu görecek, bu yönün bir kusur olmaktan öte önemli bir hakikate -insanlarýn farklý farklý artýlarý ve eksileri olduðundan onlarýn bir arada yaþamalarýný ve hidayete ermelerini saðlayacak hikmetin sembolik olarak ifade edilmesinin gerekliliði hakikatine- iþaret ettiðini fark edecektir. Ancak akýl her ne kadar avamýn zâhire göre hareket etmesini kabul etse bile, vahiy ile olan iliþkisini asýl olarak vahyin bâtýnî yönüyle kurar. Sonuç Ýbn Tufeyl'in Hayy bin Yakzân örnekliðinde tabiatýn zihne sunduklarýyla gerekli þevk ve zihni kapasiteye sahip olan bir insanýn mutlak hakikate ulaþabileceðini göstermek için bu eseri yazdýðýný belirtebiliriz. Doðal olarak bu amaç, insanýn þartlanmamýþ akýl ile elde ettiði felsefî birikimle dinin zâhirine ve hatta bâtýnî yorumuna ihtiyaç duymadan Allah'ýn varlýðýna ve O'nun yasalarýnýn hakikatine ulaþabileceðini belirtir. Felsefî metotla ulaþýlan hakikatlere dinin bâtýnî yönü de sahiptir. Bu felsefî metot, muhayyile ve sezginin yardýmýyla akýl temelinde hakikati zevk ile birleþtirir. Peki gerçekte kiþi hiç kimseyle karþýlaþmadan bir adada elde ettiði felsefî hakikatlerle kemale ulaþabilir mi? Belki de Ýbn Tufeyl eserde farklýlýklarý daha açýk bir þekilde ortaya koymak kaygýsýyla karakterleri biraz da karikatürize ederek vermek istemiþ olabilir. Ancak yine de gördüðümüz kadarýyla Ýbn Tufeyl; kalmasýnýn bir zorunluluk olarak öne sürülmesi tartýþmaya açýk bir yargýdýr. Evet insanlarýn genelinin felsefî ve dinî hakikatlerden bîhaber olduklarý açýktýr ancak onlarýn bu hakikatlerle iliþkisinin sadece zâhirde kaldýðýný söylemek, kanaatimizce insanlýðýn genelini kötülüðe daimi bir mahkummuþ gibi kabul etmek anlamýna gelmektedir. Felsefe ve dinin hem teorik hem pratik sorumluluklarý vardýr ancak Hayy ve Absâl, bu duruma dair bilgilerini topluma uygulayýp baþarýsýz olunca umutsuzluða kapýlýp adala- malarý, dinî sorumluluktan kaçmýþ olduklarý anlamýna da gelebilir. Ayrýca hakikatin etkisi hiçbir zaman birkaç kiþiyle sýnýrlý kalamayacaðýna ve Ýbn Sînâ'nýn da ifade ettiði gibi toplumun hem felsefî hem de dinî hakikatlere ihtiyacý olduðuna göre karakterlerin toplumdan uzaklaþmalarý seçeneði dýþýnda bir baþka yol denemeleri neden mümkün olmasýn? Ýbn Tufeyl, Hayy'ýn insanlarýn hepsini üstün yaratýlýþlý olduðunu zannetmesinin yanlýþ olduðunu göstermektedir, lakin bu konudaki sýnýr belki de biraz daha zorlanabilir. Þöyle ki, dine göre insanlarýn en üstünü en takvalý olanýdýr (zeki veya üstün yaratýlýþlý deðil) ve takva, insanlarýn kendi yeteneklerini hayr yönünde mümkün olduðunca zorlamasý neticesinde ortaya çýkan þeydir. Böyle bir durumda felsefî ve dinî hakikatlere sahip olan sorumlu kiþiler olarak Hayy ve Absâl'a düþen görev, insanlara anlayamayacaklarý (ve bu yüzden tepki gösterecekleri) hakikatleri açýklamak deðil, onlarý yetenekleri ölçüsünde kötülükten alýkoymak ve iyiliðe yöneltmektir. Ancak bunun yerine tek baþlarýna kemale ulaþmak için, insanlarý þeriate sýký sýkýya sarýlmalarý konusunda uyardýktan sonra adalarýna dönmüþlerdir. Eserin yukarýda, son deðerlendirmelerimizde iþaret ettiðimiz konularda ucu açýk ve tartýþmalý yönleri olsa da felsefî roman tarzýnda yazýlýþýnýn orjinalliði, zor felsefî sorunlarda dahi tartýþýlan konuya ilgiyi artýracak bir üslup benimsemesi ve nihayetinde bu özellikleriyle kendisine gösterilen ilgiyi muhafaza edebilecek yetkinlikte olmasý oldukça kayda deðer bir durumdur. Din ve felsefe çatýþmasý ya da uzlaþmasý sorununa önemli bir katký sunduðu göz ardý edilmemesi gereken eserin, yüzyýllardýr kendisine gösterilen ilgiyi fazlasýyla hak ettiðini düþünmekteyiz. Kitabiyat Hayy ve Absâl örneðinde bunu önümüze bir zorunluluk olarak (Hayy ve Absâl romanýn sonunda yine adalarýna geri dönmek zorunda kalýyorlar) sürmektedir. Buna göre hakikat, toplum tarafýndan dýþlanmaya mahkum bir sürgün olarak belirtilmektedir. Ancak kiþinin felsefî hakikatlere veya kemale ulaþmasý için toplum erdemli bir toplum deðil diye ondan uzak rýna çekilmektedirler. Evet filozofun elde etmiþ olduðu bilgileri insanlarýn geneline bütün açýklýðýyla anlatmasý çok zor bir durumdur; ancak felsefî hakikatlere ve dinin zâhirî ve bâtýnî yönlerine hâkim olan Hayy ve Absâl'ýn yalnýzca dinin zâhiri yönüne hakim olan Selâmân kadar halk üzerinde etkili olamamalarýnýn suçunu yalnýzca Selâmân ve tebaasýna yükleyip kaç- -Deniz, Gürbüz; "Hayy b. Yakzân ve Kur'ânî Temelleri", Ýslam Felsefesinin Özgünlüðü, ed. Mehmet Vural, Ankara, 2009. -Ýbn Tufeyl; Hayy b. Yakzân, çev. Babanzâde Reþid, Ýstanbul, 2006. -Reçber, M. Sait; "Felsefe ve Din", Din ve Ahlâk Felsefesi, ed. Recep Kýlýç. Ankara, 2006. -Saruhan, Müfit Selim; Meþþai Geleneðinde Filozof, Ankara, 2010. -Sýddýki, Bahtiyar Hüseyin; "Ýbn Tufeyl", Ýslam Düþüncesi Tarihi, 4 cilt, ed. M. M. Þerif, Ýstanbul, 1990. -Terkan, Fehrullah; Çatýþmanýn Dinamikleri: Din ve Felsefe Uzlaþmazlýðý Üzerine, Ankara, 2007. MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 7 KLÝÞELERÝN DÝKTATÖRLÜÐÜ Anton C. Zijderveld Çev. Kadir Canatan Açýlým Kitap, 200 sayfa Yýkýlmasý en zor olan diktatörlüklerden birinden bahsettiðinin farkýnda yazar, kimi zaman yýkýlýp yýkýlmamasý arasýnda kalýnmasýndan doðan þaþkýnlýktan da kaynaklanmakta. Ýngiliz yazar Evelyn Waugh'tan yaptýðý alýntýyla "Kliþelerden kaçýnamayýz ama onlara fýrsat da vermemeliyiz" ikircikliðinde kalýnmasý fazla bir þeyi deðiþtirmiyor bence çünkü birkaç satýr üstte yazar kliþelerin neden zararlý olduðunu açýkça belirtiyor: Kliþeler "eleþtirel tefekkürü ortadan kaldýrmaktadýr." Hâl böyleyken yazar da net cümlelerle kliþelere "karþý" nasýl setler kurabileceðimiz konusunda fikirler sunuyor. M.F.K. DÜÐÜN EVÝ Necib Mahfuz Aslý Çýngýl Turkuvaz Kitap, 143 sayfa Çev. Benim kanaatim öyle ki bir okuyucunun bir öyküde veya bir romanda aradýðý þeylerden biri de yazarýn þaþýrtabiliyor olmasý. Necib Nahfuz, nâm-ý diðer Ortadoðu'nun Balzac'ý ise Düðün Evi'nde þaþýrtýrken hayal kýrýklýðýna uðratýyor. Romanýn baþýndan itibaren karþýmýza acýmasýz bir katil olarak dikilen kahramanýn kendisi anlatmaya baþladýðýnda, aslýnda duygusal ve romantik bir ergen olduðu sonucuna varmak okuyucuyu memnun etmekten çok uzakta kalýyor. Ama bunun yanýnda Necib Mahfuz, ülkemizde sayýlý örneðini görebildiðimiz diðer romanlarýnda olduðu gibi bu romanýnda da Mýsýr'ýn toplumsal gerçekliðine küçük karakterleri kullanarak ayna tutuyor. Z.G.O. ÝNCÝR TARÝHÝ Faruk Duman Can Yayýnlarý, 372 sayfa DOÐU'NUN ROMANTÝK OLMAYAN YÜZÜ Muhammed Esed Mana Yayýnlarý, 190 sayfa MAYE VE DÝL Christian Marazzi Ayrýntý Yayýnlarý, 144 sayfa SER ÝÇÝMDE TUTTUKLARIM BANA CESARET VERÝYOR "HER ÞEYÝN SONUNDAYIM": TEZER ÖZLÜ-FERÝD EDGÜ MEKTUPLAÞMALARI Haz. Burak Fidan Sel Yayýncýlýk, 111 sayfa Ferid Edgü'nün bu kitabýn önsözünde yazdýðý gibi Tezer Özlü "yazmanýn yalnýz estetik ir sorun deðil, ayný zamanda etik bir sorun olduðunu" da okuyucuya gösteren bir yazardýr. Çocukluðun Soðuk Geceleri ve Yaþamýn Ucuna Yolculuk'taki yalýn, katýksýz, çýplak anlattýðý kendi yaþamýndan kareler yaþamýnýzýn herhangi bir yerinde gözünüzün önüne gelebilecek parýldayan býçaklardýr, yaralar ve acýtýrlar. Bu mektuplaþmalar da ayný hâllerin kýskacýnda yazýlmýþ belli ki, Paris/Ýstanbul/Ankara aralýklarýnda iki usta yazarýn, daha çok da Tezer Özlü'nün iç dökümleri. M.F.K. HAYATINIZI MAHVETMEDEN ÖNCE NEDEN KAFKA OKUMALISINIZ James Hawes Çev. Suðra Öncü Sel Yayýncýlýk, 243 sayfa Belki de üzerinde en çok tartýþmanýn döndüðü yazar olan Kafka hakkýnda bilinen ve bilinmeyenler üzerinden ince bir araþtýrma ve inceleme kitabý Hawes'in çalýþmasý. Hakkýnda dönen efsanelerin eleþtirisinden, asla düþünülmeyecek yönlerinin de bir derlemesinden oluþan kitap, Kafka'nýn etkilendikleri yazarlar, ona yöneltilen eleþtiriler ve þaibeli bilgilerdeki gerçekleri de barýndýrýyor. Kýsacasý kitap, gerçek bir Kafka profili çiziyor. Kitabýn yazarý, hayatýn mahvolmasýndan önce Kafka okunmasý gerekliliði üzerinde oldukça iddialý. A.B. MA SEKERDO, KARDAÞ? Haz. Ýlhami Algör Doðan Kitap, 160 sayfa MÜLKÝYET NEDÝR? Pierre Joseph Proudhon TÝB Yayýnlarý, 282 sayfa SONSUZDA BULUÞMA Klaus Mann Turkuvaz Kitap, 280 sayfa SAVAÞLAR KARARINDA, ÜNSAL ÜNLÜ OKUR K., 2010, 64 SAYFA » Mustafa CELEP Günümüz þiirinde lirik þiir yazýp da yapý olarak bütünlüklü, düzgün bir konuþmaya sahip þairlerin bir elin parmaklarýný geçmediðini söyleyebiliriz. Osman Özbahçe, Saðlam Þiir adlý kitabýnda günümüz þiirinin temel sorununun 'gevþek bir örgü'ye dayalý, özsüz, ne söylediðinden ziyade nasýl söylediðine odaklanmýþ, süslemeci ve içi boþ þiirler olduðu tespitinde bulunur. Sonrasýnda temel bir ölçüt olarak þiirin yapýntýlýktan uzak, konuþma gerekçesine sahip, yaþayan insaný ve yaþanan hayatý esas almasýný öncelikli bir tutum olarak belirler. Söze konu edeceðimiz Ünsal Ünlü'nün Okur Kitaplýðý'ndan çýkan Savaþlar Kararýnda adlý kitabý, bütünlüklü bir yapýda oluþuyla kuþaðýndan ayrýlan bir çizgide yer alýyor. Düzgün bir konuþmaya sahip bir þairdir Ünlü. Dünyanýn ve insanýn kaderinden söz alan, sözel yaný aðýr basan, lirik ve duygulanýmcý bir þiiri var. Kuþaðýndan ayrýlan bir diðer yönü de daðýnýk olmayýþý, duygularýna fazla abanmayýþýdýr. Yer yer belirsizliði olan ifadeleri varsa da tamamýyla soyut, müphem, muðlâk bir þiir deðil bu. Lirik bir kanaldan akýyor þiiri. Yahya Kemal-Ahmet Haþim çizgisinde bir þair olarak görebiliriz pekâlâ. Þiiri güzel-duyusal bir etkinlik olarak düþünüyor. Bu arada þiirsel iletiyi ihmal ediyor deðil tabii. Deyim yerindeyse dýþa açýk bir lirizmi kolluyor daha çok. Duyargalarý dýþ dünyaya açýk, çaðýnýn duyarlýðýný da göz ardý etmiyor. Ýþçiliði olan bir þiir ama süslemeci, sentetik bir þiir olduðunu söylemek haksýzlýk olur. Eðreti Duruþ Kitabýn ilk þiiri olan "Devr-i Daim", bazý mýsralarda öznenin iðreti duruþunu ifade eden bir katýlým þiiri. Þiirde konuþan öznenin yeryüzündeki yerini bulma arayýþýnda olan bir özdeþim þiiri biçiminde de okunabilir. "Deniz ol, serinlik ol, rüzgârla gelen yaðmur ol" mýsraý bu özdeþime örnek olarak gösterilebilir. Öznenin SAYFA 8 | MÜFREDAT.02 yeryüzündeki iðreti duruþuna þu mýsralar da önemli bir örneklik sunuyor: "Ayaðým yalýn yürüdüm taþlý yollarý adým adým/Taþ ki; biçimsizdir, serttir bazý kýrar ve kýrýlýr/Kaldýr at o taþlarý, takýlýr da ayaklarým düþerim/Tutan olmaz uykuya dalmadan kaldýran da" (s.10) Dünyayý benimsemeyen bir þair Ünlü, dünyadan olmayý kabullenmemiþ, uyumsuzluðu bundan. Dünyanýn içinde cereyan eden olaylardan, gerçekleþen durumlardan rahatsýz bir þair izlenimi edinebileceðimiz þiirleri de var. Bunu dolaylý bir biçimde dile getiriyor daha çok. Açýk açýk baðýrmýyor mesela. Siyasi mesajý örtük ve Haþim'in ifade ettiði anlamda gerçeði sezgisel bir yolla duyurma çabasýnda. Yalnýzca þiire has bir gerçeklikle hissettiriyor muhatabýna. Meramýný doðrudan söylemek yerine kendine has özgün Ünsal Ünlü bir þiir diliyle anlatma derdinde ve kaygýsýnda. Ancak epiðe has anlatýmcý bir þiir deðil bu. Liriðin sýnýrlarýnda gerçekleþen, þiiriyetten taviz vermeyen bir tutum içinde görüyoruz þairi. Þiirsel toplam içindeki bazý þiirlerde bazen kendi hikâyesini bazen de insanlýðýmýzýn hikâyesini konu ediniyor þiirine. Patetik bir þiir yazmýyor Ünlü, duygularýna bazen aðýrlýk verdiði de oluyor ancak mesela "Þairim Ortadoðu" da diyebiliyor. Marazi bir þiir deðil bu, bazý mýsralarda abartýlý romantizme, melankoliye kapýlsa da yukarýda da ifade ettiðimiz gibi yalnýzca "þiirin gerçeði" diyebileceðimiz bir üslupta, lirik bir tonda sesleniyor okura. Þiir estetiði olan, sezgileri kuvvetli bir þair olduðunu söylemek, þiirin ve þairin hakkýný vermek olur. roluþu Tedirginlikle Kavramak Va "Zilzal" þiiri, varoluþunu tedirginlik- le kavrayan bir öznenin þiiri. Tanýklýklar ve yolculuklarla ilerleyen, yazgýya vurgu yapan bir insanlýk ve varoluþ þiiri. "Arzý dolaþtým þehirler gördüm gizli azapla kývranan" mýsraý yukarýda ifade ettiðimiz tespitleri doðrulayan bir mýsra þeklinde okunabilir. Felsefi bir þiir “Zilzal”. Bilinmek isteyiþin, anlamýn, kurtuluþun þiiri. Yapý olarak, þiirsel toplamýn tamamýnda gördüðümüz, saðlam ve sýký örülmüþ bir þiir. Ne bütünüyle biçime yükleniyor, ne de içerik olarak yalnýzca iletiyi önceliyor. Dengeli, ne dediðini bilen þiirler. Güzel-duyusal bir þiir. Gevþek bir örgüyle kurulmamýþ olduðu hemen anlaþýlabilecek türden. "Tahkim edilmiþ kaleler gibi" yani. Ünlü, mýsra kuruluþu itibariyle yayvanlýða, daðýnýklýða pek yer vermeyen þiirler yazýyor. Mýsralarýn arasýnda þiirin bütünlüðünü bozan boþluklar yok mesela. Ýnce bir iþçilik, yalýn bir söyleyiþ, sözü boðmadan kurulmuþ mimari bir biçim göze çarpýyor. "Pek saðlamdý her yanýn, tahkim edilmiþ kaleler gibi/ Ey kuruyan son yapraklarýný kaderine dökmüþ aðacým/Nasýl deðiþtiðini bilsen de mevsimlerin, kendini unuttun./Yürüdüðümde, durduðumda bir gün yolsuz kaldýðýmda/Elimdeki kuþ kanatlanýr, dua gözleri baðlý bir kuþ olur/Zilzal! Tedirginim, fakat anladým; felâh refahtan öncedir" (s.13) "Yakýþýklý olsun çocuklarýmýz" adlý þiiri, umut ve birliktelik þiiri biçiminde okuyabiliriz. Düþsellik, Ünlü' nün þiirinde öne çýkan belirgin özelliklerden biri. Yalnýzlýk temi ve düþsellik, genel olarak þiire rengini veren, þiirsel toplamýn atmosferine yayýlmýþ bir görünüm arz ediyor. Þiirde insani duygular ustalýkla dile geliyor. "Kalamadýk yüzeyde" ibaresinden de anlaþýlacaðý üzere derinlemesine insani duygularla ilgileniyor þair. "biz yine kendimize döneriz" mýsraýndan, Ünlü'nün dýþ âlemden iç âleme doðru bir seyir takip ettiðini, yara'sýnýn içsel merkezde mündemiç olduðunu anlýyoruz. Liriðe has içsel gerçekliðin þiirini yazýyor Ünlü. "Belki bir gün iki aðýz ederiz, çok eski zamanlardý deriz/ Altýndan girip üstünden çýkmak için çeküllü dünyada/Serserilik edemedik; bir havamýz vardý bir de yerin dibi/Dipsiz kuyulara, koparmak için ipimizi, sarkýtmadýk gövdemizi/Ýstemedik hapsimizi, kalamadýk yüzeyde, yüzümüz olsun istedik" (s.23) "Þairim Ortadoðu", bir duyarlýk þiiri. Ortadoðu'ya yönelmiþ bir duyarlýðýn þiiri. Bu þiir, sakýnýmsýz bir söyleyiþle de yazýlabilirdi. Daha dolgun, ete kemiðe yakýn, daha cesaretli ve yoðun bir þiir olabilirdi. Ancak bu da Ünlü'nün þiirsel üslubuna ters bir durum olurdu. Biz bu þiire, lirik bir þair olan Ünlü'nün dýþ dünyaya yönelik yazdýðý hassasiyetli bir þiir diyeceðiz. Ortadoðu'ya yaðmur damlalarý gibi misket bombalarýnýn yaðdýðý bir zamanda yazýlmýþ. Hassas bir þiir. air Duruþu/Asal Duruþ Þ Ünsal Ünlü'nün þiirsel toplam içindeki durumunu en iyi þu iki kelime özetler sanýrým: Þair duruþu. Kendi deyiþiyle “asal duruþ”. "Ve ben Ankara'da", uzaklýðýn þiiri. Özel bir þiir. Ünlü bu þiirinde de titiz bir iþçilikle mýsralarý ince bir dikkatle iþliyor, diziyor ve bize, biz okurlara 'metal zamanlar'ýn hislerimizi hercümerç ettiði bir dönemde "böyle de yazýlabilir" diyor, insanlýðýmýzdan uzaklaþmadan, duygularýmýzý muhatabýmýzdan gizlemeden, sabýrla, bekleyerek "böyle de yazýlabilir þiir". "Her bekleyiþ aný, umudun uzatmalý Ýstanbul'u/Nöbet tutar yýldýzlar þehre karþý, vakit gece/Sayýlý ýþýklarýn sýra sýra diziliþinde kaybolurum/Karanlýðý nakýþ nakýþ iþlerim yýldýzlardan sonra/Ve sen uyanmadan þehir sabaha, uykuma gelirsin" (s.30) "An'lar" þiiri için lirik zamanlarýn, lirik durumlarýn çetelesi, diyebiliriz. 12 mýsralýk, bütünlüklü, yoksunluk þiiri. "Bir kez olsun aldatmadým sevaplarým için" mýsraý, þairin bir insan olarak Asal Duruþ'unu ispatlar nitelikte. "Ben yoksunluklar alýrken ondan bundan/Onlar almadýlar; bekletmiþim tozlu raflarda/ Umutlar da kirlenir miymiþ, anlamadým ya!/Bir kez olsun aldatmadým sevaplarým için./Neydi o peþin satýp mutlu olduðum an'lar/ Bir tebessüme aldanýp ýþýyan gözlerimde." (s.31) "Yaðmur lekesi", imalarla dolu bir þiir. Modern insanýn hayat algýsýna dair önemli tespitlerde bulunuyor. Þahsen "Yaðmur lekesi"ni çok sevdim. Bu þiiri diðer þiirlerden daha fazla beðenmemin nedeni, imalarla yüklü, eleþtirel dozu yüksek bir þiir olmasýdýr. Biçim ve içerik açýsýndan kusursuz bir þiir olduðunu söylemek mümkün. Ýnsan oluþumuza dair yoðun göndermeleri var bu þiirin. Düþündürücü, hikmetamiz, dengeli bir þiir. Muhatabýnda gerçeklik etkisi uyandýrýyor ayný zamanda. Çaðdaþ gerçekliði en iyi yansýtan bir þiir olduðunu ifade etmek durumundayým. Çaðýnýn duyarlýðý da diyebiliriz buna. Her þey yerli yerinde, oturaklý ve olgun. "Her gece bir ölü adresimi soruyor benden/Bütün düzlüklerden kaçýp isyana varýyorum/Kum, çakýl, çimento; harç karýyor bir adam/Bir özür beyanýnýn harcýdýr her günah ah!/Yosunlu göl, yontulmuþ taþ, yorgun insan/Ölesiye hain çe- kilmedikçe kan damardan" (s.32) "Kapýyý kim çalacak" adlý þiirin ilk izlenim itibariyle içli bir þiir olduðunu, bir yalnýzlýk þiiri olduðunu niteleyebiliriz. Duygu dozu yüksek bir þiir. Þiirsel atmosfere yoðun bir karamsarlýðýn hâkim olduðunu söyleyebiliriz. Dýþa doðru açýlamayan bir duygu þiiri. Umutsuz deðil yine de. Beklentisi var. Dram yüklü. "Odalar küsmüþ birbirine: bu bir yalnýzlýk meselidir/ Benim için kurulmuþ þu lâbirentteki bu küçük oda/Aç kapýyý, kapa kapýyý; aç pencereyi, kapa pencereyi/Hava girsin, ýþýk girsin ve elimdeki kitaptan kelimeler." (s.34) "Kahraman" adlý þiir, tarihsel ilgisi ve duruþu olan bir þiirdir kanýmca. Kadim tarihe göndermeleri olan bu þiirin "biz" formunda yazýldýðýný düþünürsek, kendi lirik ben'iyle meþgul þairin bu þiirle birlikte "epik bir hava" tutturduðunu söyleyebiliriz. Ancak sadece "Kahraman" þiirine has bir durumdur bu. Ve Ünlü'nün bu tarz þiirde, belirsiz ifadeleri de göz önünde bulundurarak söylersek, kararlýlýk göstermesi durumunda baþarýlý, etkileyicilik katsayýsý yüksek deyiþlere varacaðýný tahmin etmek hiç de güç deðil. Zira bu tarz, Ünlü'ye kuþaktaþlarýndan da ayrýþtýran bir ayrýcalýk da verecektir. Bütünlüklü oluþuyla tabii. Ünlü kanaatimizce epik tarzý da denemeli. Uzun soluklu epik þiirler de bekliyoruz Ünlü'den. Kahraman þiiri bir nüve halinde "mükemmel epik"in de iþaretlerini bünyesinde barýndýrýyor zaten. Ünsal Ünlü'nün þiirinde beliren tehlikeler þimdilik þunlar: Belirsizlik, soyutluk, müphemlik, muðlâklýk gibi bu günün þiirinde müþahede ettiðimiz temel sorunlar. Þiirin tamamýna bu sorunlarýn egemen olduðunu söylemek haksýzlýk olur. Bizim bir okur olarak izlenimlerimiz bu doðrultuda. Ünlü bu sorunlarý þiirini gövdeleþtirerek aþabilir. Bu da uzun ve bütünlüklü þiiri yani mükemmel epiði denemesiyle imkân dâhiline girebilen bir þeydir. Dünyanýn ve Ýnsanýn Kaderine Dair "Uzuyor saçlarýmýz geç baharda": "Biz" formunda yazýlan bir þiir bu. Bu þiirin dünyanýn ve insanýn kaderine dair yazýldýðýný düþünüyorum. Hikmetli söyleyiþin kendini hissettirdiði bu þiirde insanoðlunun serüvenine, yaþamýna göndermelerde bulunulur. Bu þiire, bünyesinde taþýdýðý iþaretler bakýmýndan modern zamanlarýn þiiri de diyebiliriz pekâlâ. "Bu dünyanýn sonlarýndayýz, yorgunuz" mýsraý ve "metalik algý"ya örnek gösterilebilecek, "Atýyor nabzý dünyanýn bir çeliðin titreþimleriyle" mýsraý, çaðýmýza has duyarlýðýyla öne çýkan özelliklere MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 9 OÐLUMUN ÖYKÜSÜ Nadine Gordimer Çev. Seçkin Selvi n Yayýnlarý, 266 sayfa Ca Hayatý boyunca asýl meselesi ýrk ayrýmcýlýðý olan Gordimer'in bu hassas tutumunu, bütün eserlerinde, siyahîlere uygulanan zulüm, insanlýk dýþý muameleler olarak görmek mümkün. Oðlumun Öyküsü, siyahî bir öðretmen olan Sonny'nin, ýrkçý yönetimin siyahîlere uyguladýðý katle karþý koyarak ayaklanmaya katýlmasýnýn ve bu yüzden hapse düþmesinin öyküsü. Hapisteyken davasýný sürdüren uluslararasý bir insan haklarý kuruluþunun temsilcisi olan beyaz bir kadýnla yaþadýðý aþký ve bununla birlikte gelen suçluluk duygusunu, hesaplaþmalarýný, oðluyla ve kendi ýrkýndan insanlarla yaþadýðý gerilimi, Sonny'nin oðlunun anlatýmýndan dinliyoruz Oðlumun Öyküsü'nde. Z.G.O CÝHAN PAYÝTAHTI ÝSTANBUL: 2500 YILLIK TARÝHÝ Önder Kaya Timaþ Yayýnlarý, 368 sayfa Daha önce Küre Yayýnlarý'ndan yayýmladýðý iki muhteþem Ýstanbul kitabýyla dikkat çeken Önder Kaya, yine Ýstanbul üzerine ve yine ayný muhteþemlikte yeni yapýtýyla karþýmýzda. Þehir tarihçiliðindeki daralmayý açma amacýyla yola çýkan ve bu minvalde daha önce Bizans ve Fatih dönemindeki Ýstanbul'u anlatan Kaya, bu kitabýnda ise daha geniþ bir tarihi ele alýyor. Günümüze kadar getirdiði Ýstanbul'un tarihini, fotoðraf, gravür ve çizimlerle süsleyerek bir Ýstanbul tarihi baþyapýtýný oluþturuyor. A.B. KLASÝK ÇÝN ÞÝÝRÝNDEN SEÇMELER Erdem Kurtuldu Yapý Kredi Yayýnlarý, 96 sayfa Haz. BÝR DÝLDE AÞK Lee Siegel Ayrýntý Yayýnlarý, 480 sayfa ÖLÜ HEIDEGGER Ed. Özgür Aktok-Metin Bal Doðu-Batý Yayýnlarý, 423 sayfa KÝREÇ Ömer Erdem Everest Yayýnlarý, 92 sayfa Bu son kitabýnda için Ömer Erdem, "o içimdeki sürekliliðin canýma batan, içimde kýrýlan, dýþtan görülen bir yüzü" diyor. "Kýskanmak", "Baðdat", "9. Kat", "Çakal", "Tuz" þiirlerinde açýk ve sert þekilde bir eleþtiriyi ilk defa görüyoruz Ömer Erdem þiirinde. Kireç'ten önceki kitaplarýnýnýn toparlandýðý Evvel ile birlikte bakýldýðýnda bu son kitabýnda, Ömer Erdem þiirinin farklý bir hâlle yüzeye çýktýðýný görebiliriz. "ölüp gidiyor iþte tavþanýn kuyruðu/omuzlarý ölüp gidiyor çiftçilerin/luilerin köpekleri ölüp gidiyor/sular ölüp gidiyor kardeþim, þiir/gelen ölüyor giden ölüp gidiyor sonunda". M.F.K. VE… SONRAKÝ HAYATTAN KIRK ÖYKÜ David Eagleman Çev. Duygu Akýn Domingo Yayýncýlýk, 125 sayfa David Eagleman sinirbilimci bir deli. Deli dememiz elbette gerçek manada bir deliliðe iþaret ettiðinden deðil, kolay kolay yapýlmaya cesaret edilemeyecek olaný yapmasýndan. Tanrý'yla oyun oynar gibi bir hali var Ve…'sinde. Halden hale, durumdan duruma koyuyor ölümden sonra karþýlaþacaðýmýz tanrýyý. Deðiþik insani özellikler ve boyutlar kazandýrýyor. Senaryolar sadece tanrý fikrine baðlý olarak deðil, ayný zamanda karþýlaþabileceðimiz ihtimaller üzerinde de duruyor ve Eagleman bununla birlikte gelenekselliðin oldukça dýþýna çýkýyor. Bu haliyle bize oldukça yabancý gelen kitap, önyargýsýz yaklaþýldýðýnda, kuvvetli bir hayal gücünün ürünü olarak deðerlendirilebilecek boyutta bir özgünlük taþýyor. sahip. Saðlam örgülü bir çað þiiri. "Geçiyor devinmekte olan yaþlanmaya hürmeten/Bir gün eskiyecek cesaretin taze ve soðuk yüzü/Yaslanýyor insan kendinde ne bulursa biraz daha/Aþkýn ve kalbin renkli þekerler kadar uzaðýnda/Atýyor nabzý dünyanýn bir çeliðin titreþimleriyle" (s.39) "Küresel ýsýnma" þiiri, çaðýmýzýn deðiþen vechesini etkileyici mýsralarla dile getiren bir þiir. Çaðýnýn duyarlýðýyla yazýlmýþ olmasý, bu þiirin en belirgin özelliði. Öne çýkan bir diðer özellik de þiirin, içinde devinip durduðumuz çaðýn alýþveriþ kültürüne (tüketim, tecimsel) yönelik imalarla yüklü oluþudur. Felsefi anlayýþa göre dünyayý 'vitrin'e benzetirsek, ki zaten görsellik baþat unsur, "meydan seyirlik görünüyor seyrediyoruz" mýsraý, okurun zihninde yerli yerine oturur. Yine þairin hassasiyetinden belirgin izler taþýyan, "Ne satmýþ biri kimsesi olmayan birine" mýsraý þairin bir insan olarak "üzgünlüðünü" kavrayabilmemiz için yeter de artar bile. "Genleþiyor duygularýmýz genlerin aðýnda/Isýnýyor dünya artýyor ceset yine üzgünüz." (s.41) "Uyumsuzum" adlý þiiri, öznenin tecimsel dünyayý, tecimsel dünya algýsýna yönelik kaygýlarýný, bu algýyla birlikte zorbalaþan insanýn sahteliðini, bu algý ve sahtelikten ayrýksýlýðýný dile getiren bir þiir. Ýsmet Özel'in "duygular paketlenmiþ tecime elveriþli" mýsraýyla birlikte paralel okunduðunda, þiirin, tecimin insaný soysuzlaþtýran, yozlaþtýran yanýný iþaret ettiðini kavrayabiliriz. Bize göre þiirde konuþan öznenin uyumsuzluðuna sebep, paranýn hükümranlýðýnýn dünyaya yaptýðý fenalýklar biraz da. Tabii ki özne bu durum karþýsýnda gücünü, dinamizm kaynaðýný içsel olandan devþirecektir. "Ýçimde tuttuklarým bana cesaret veriyor." (s.43) Osman Özbahçe Korkusu da Piþmanlýðý da Ýnsanca Ünlü'nün "Uzak Afrika" þiirine gurbet burcunda yazýlmýþ bir itiraf þiiri diyebiliriz. Umut, bekleyiþ, özlem, arayýþ, unutuluþ, coþkunluk ve kavuþma þiirin öne çýkan temleri. Biz bu þiire tüm þiirlerini de kapsayan bir nitelik olarak tematik bütünlüðü olan bir þiir diyeceðiz. "Avutamadýðým zamanlar, gölgesini yýkadýðým/Toz yüzlü Afrikalar, yine bizim için uzak/Yerlerimiz olacak unuttuklarýmýz arasýnda./Hýrçýn bir bekleyiþin sonsuz hislerini ayartýp/Her sabah kendimi senin için çaðýrýyorum" (s.49) "Cereyan" þiirinde Ünlü'yü kendi varlýðýný þiir yoluyla zamanýn içinde konumlandýrma arayýþýnda, bir anlamlandýrma çabasýnda görüyoruz. Bir arayýþ þiiri bu. Derin anlamlarý olan bir þiir. Bu þiirin felsefi altyapýsýnýn saðlam olduðunu düþünüyorum. Düþüncenin þiiri “Cereyan”. Hükümlerle ilerliyor, tespitler içeriyor. Sahte kahramanlara, cereyan etmeyen kavgaya, imkânlarý olanlara, gürültüyle aðlayan kadýnlara, merhametten ölmeyen erkeklere yönelik çarpýcý tespitler… Saðlam bir düþünceyle örülmüþ bu þiirin bilge bir edayla yazýldýðýný söyleyebiliriz. "Dökülüyor, sabrým sonbaharda yaprak gibi/Gelip önüme düþüyor hastalýklý kobaylar/Eriyen buz daðlarý bir gelecek efsanesidir/Varlýðýný emanet ediyor kadim düþünce/Üþenmesem onlarý düþünürdüm kendimce/Ama yok, uzak bir sürgünün bilgeliklerine/ Kendini adayacak bir kurban yok burada" (s.52) Büyüsel bir þiir yazýyor Ünlü. Öznenin merkezileþmesi anlamýnda tekbenci, yer yer "biz" formunda, "insanlýk düþüncesi"ne göndermeleri olan, bazen tarihe, epik olana göz kýrpan, duygulanýmcý, yaþadýklarýna ve çevresine bu arada tanýk olduðu çaða, çaðýn aksayan yönlerine dair anlamlandýrma arayýþýnda olan, kendi benlik'ine yönelik tespitlerde bulunan, kendi derdiyle alakalý, kendi durumundan rahatsýz bir bireyin þiirini yazýyor. Korkusu da piþmanlýðý da kendiyle ilgili, etkileyici, konuþan, acý duyan bir þiir bu. BERGSONCULUK "Kaos benden çýkacak" adlý þiir, düzgün bir konuþmaya sahip, derli toplu, düzenli bir biçimsellikte, bütünlüklü bir þiir. Kaos benden çýkacak, cesaretin aðýr bastýðý, hissedilir derecede etkileyici, ayný zamanda etkiler alan bir þiir. "Boyuna eðriliyorum üzerimde mahut gölge" (s.55) DOÐU SORUNU: 1774-1923 "Sofra büyüðün" adlý þiirin anlamyoðun bir þiir olduðunu düþünüyorum. Ýmge-yoðun bir þiir demiyo- Z.G.O. BÝR DELÝNÝN ANILARI Gustav Flaubert Sel Yayýncýlýk, 94 sayfa Gilles Deleuze Otonom Yayýnlarý, 159 sayfa Smith Anderson Yapý Kredi Yayýnlarý, 446 sayfa Matthew SAYFA 10 | MÜFREDAT.02 rum mesela. Þu bir gerçek ki Ünlü'nün ekonomik bir dili var, imgeyi çarçur edip aþýrý ve yerli yersiz kullanmýyor. Bütünüyle imgeye boðmuyor þiiri, metnin geneline yayýyor. Ünlü'de her þey denge üzerine kurulu. Yukarýda ifade ettiðimiz eðreti duruþ bile bu gerçeði deðiþtirmez aslýnda. Yara almýþ bir özne var karþýmýzda. Dünyanýn gidiþatýndan rahatsýz bir özne bu. Þiirsel toplamýn sonlarýna doðru dýþ dünya ilgisi giderek yoðunlaþýyor. Genel olarak Savaþlar Kararýnda'da insan oluþun þiiri konu edilmiþ daha çok ve aðýrlýklý olarak. Bizim okumamýz, yorum biçimimiz bu yönde, bu doðrultuda. Benzerlerinin yanýnda bir diðer farklýlýðýný söylemek durumundayýz: Cemal Süreya'nýn tabiriyle lirizmi düzeyli bir biçimde ele alýyor, výcýk výcýk duygusallýkta deðil, esasa yönelik vurgularý daha fazla. Harp ediyor kendiyle, ayný zamanda eþitsizliði de dile getirmekten çekinmiyor. Kurduðu büyük balýk-küçük balýk karþýtlýðý bize bunu söylüyor. Ýnsan oluþun þiiri evet, Ünlü daha çok kendi insan yönünü vurguluyor þiirlerinde. Düþlerini, yalnýzlýðýný, hüzünlerini, rüyalarýný, kýsaca kendine yönelik insan oluþunun anlamýný kurcalýyor. Yukarýda da ifade ettiðimiz vechile, Þair Ünsal Ünlü'nün bir arayýþ þiiri yazdýðýný düþünüyorum. Yer yer dýþa açýlýþý da gözeten bir kendi oluþ þiiri. Ezcümle 2000'ler þiiri içinde Ünsal Ünlü þiirinin asal duruþa sahip bütünlüklü biçimiyle kendine haklý bir yer edindiðini söyleyebiliriz. Cemal Süreya KÜLTÜREL SÜREKLÝLÝK MESELESÝ … toplumumuz, entelektüel planda devam fikrini yitirmiþtir. Artýk düþünceler, geçmiþsiz ve geleceksiz, havada ve askýdadýr hep.1 » Ali Görkem USERÝN Üzülerek belirtmeliyiz ki, Türkiye'de kültürel ortam ve hayatýn bugünkü temel meseleleriyle dünküler arasýnda pek bir fark yok. Bu farksýzlýðýn sebebi ise dünün ve önceki günün meselelerinin yaklaþýk bir asýrdýr doðru bir biçimde tespit edilememesi ve doðru tespit edenlerin de kýyýda köþede terkedilmiþ olmalarýdýr. Tespiti doðru bir biçimde yapýlamayan meselelerin ise sadece ömrü uzamaktadýr. Çünkü özlerin/köklerin devamlýlýðýnýn ortadan kalktýðý noktada meselelerin/hastalýklarýn devamlýlýðýndan ve aynýlýðýndan söz açýlabilir ancak. Fakat durumun en acý tarafý, merkezde yapýlan tespitlere ve bunlarýn getirdiði sanal çözümlere kültür mahfillerinin geneli tarafýndan itibar edilmesidir. Her alanda olduðu gibi bu alanda da asýl meselelerle yüzleþebilmekten daha caziptir kýsa süreli yapay meseleler uydurmak ve bunlarý sözümona çözümlerle ortadan kaldýrmak. Varlýðý dahi kuþkulu bu sorunlarýn çözümleri de kolay olmaktadýr haliyle. Kültürel sürekliliðini yitiren bir medeniyetin kültürel hayatý da, diðer tüm alanlarda olduðu gibi, bu kesiklik içinde kýsa süreli kaygýlar ve anlamlar çevresinde var olur. Bu bir tercih deðil, tercihsizliðin doðurduðu kaçýnýlmaz bir sonuçtur. Günübirlik deðerlendirmeler sonucunda bu varoluþun ve ürün birikiminin sorgulanmasý ise ne mümkündür ne de muhtemel. Bundan dolayý, evvela bugünün kültürel ortamýnýn temel meselelerini tespit etmeli ve bu tespit gayretinin ardýndan bu doðrultuda hareket edilmelidir. Peki, nedir bugün Türkiye'de kültürel ortamýn temel meseleleri? Hatta çerçeveyi iyice daraltýp, manzarayý netleþtirmek için soruyu tekile indirebiliriz; günümüz Türkiyesi'nde kültürel ortamýn temel meselesi nedir? Sorunun bizdeki cevabý köksüzlük, kökleriyle iliþkisizlik ve buna baðlý olarak gelen süreklilik yitimidir. Köklerini bilmeyen ve bilmediði için bunlarla iliþki kuramayan Türk sanatçýsý ve aydýný eseriyle ve düþüncesiyle nasýl deva olabilir toplumunun sýkýntý ve ihtiyaçlarýna? Bu pek mümkün görünmüyor. Öte yandan, kökleriyle iliþki kuramayan sanatçý ve aydýnýn açmazlarý da çeþitli. Evvela geçmiþ-gelecek ve doðu-batý gibi temel kutuplar arasýndaki konumunu/duruþunu belirleyemiyor. Ardýndan, bu konumun/duruþun yanlýþlýðýndan ya da belirsizliðinden gelen sakatlýk eserine nüfuz ediyor. Özetle ayný kýsýr döngü, kiþiden eserine, eserinden kültürel ortama ve buradan da topluma doðru ilerliyor adým adým. Birbirini tetikleyen ve bunun da ötesinde birbirini biçimlendiren bu kýsýr döngü sürüp gidiyor zaman içinde. Bugün, hepimizin içlerine sýkýþtýðýmýz apartmanlarla Süleymaniye Camii ve civarýndaki tarihî evler arasýndaki irtibat ne boyutta ise, günümüzde yazýlan edebiyat eserinin bir Hüsn-ü Aþk ile, bir Leyla ve Mecnun ile irtibatý da o boyuttadýr. Kökleriyle ve klasikleriyle irtibatý kopartýlmýþ bir kültür-sanat ve düþünce hayatýnýn hayatîliði yeni baþtan sorgulanmalýdýr. Hiçbir akým, hiçbir yazar-þair ve hiçbir eser öncesiz ve sonrasýz bir halde varolamaz. Bir akýmýn, bir kiþinin ve bir eserin etkilendiði ve etkilediði eserler ince bir altýn zinciri oluþtururlar. Hâl böyle olunca, zincirdeki halkalarýn çokluðu ve her birinin saðlamlýðý güçlendirir onu. Yakýndan baktýðýmýzda ya da içine nüfuz ettiðimizde her birinin bambaþka yanlarý, farklý ayrýntýlarý bulunmakla birlikte, son tahlilde hepsi ayný özle ve ayný amaç uðruna varolmuþlardýr. Sezai Karakoç'un "devam fikri" þeklinde ifade ettiði kültürel süreklilik ve gelenek meselesini biraz daha somutlaþtýrmak için ülkemizden ve edebiyat alanýndan mebzul miktarda örnek verilebilir elbet. Fakat konunun ülkemizle ve edebiyatla sýnýrlý olmadýðýnýn ve sonuçlarýnýn da yine ulusal çapta kalmayacaðýnýn anlaþýlmasý için baþka bir örnek vermek gerekiyor. Özellikle 2000 sonrasýnda filmleri birçok uluslarasý festivalde gösterilen ve çok sayýda ödül alan Ýranlý yönetmen Mecid Mecidi kendisiyle yapýlan bir söyleþide Ýran'daki kültürel süreklilik ile Ýran sinemasýnýn kendine özgü bir sinema dili kurmasý arasýndaki alâka sorulduðunda þu yanýtý veriyor: "Ýran kültürü, bir hikaye kültürüdür; biz ailelerimizin anlattýðý hikayelerle büyüdük. Anneler çocuklarýna, nineler torunlarýna hikayeler anlatýr. Bunlarýn çoðu efsanevi hikayelerdir. Ýran'da þiir geleneði de çok güçlü. Her evde Kur'an, yaný baþýnda da Hafýz'ýn divaný vardýr. Ýran'ýn en ücra köylerine gitseniz bile insanlarýn Hafýz'ý tanýdýðýný ve þiirlerini bildiðini görürsünüz. Bu nedenle öykü ve þiir insanlarýmýzý da, sanatýmýzý da çok etkilemiþtir. Dünyanýn birçok ülkesinde Ýran sinemasý 'þiirsel sinema' olarak tanýmlanýr. Ben de muhakkak bu öykülerden etkilendim. Ýran halk kültürünün etkilerini filmlerimde açýk bir þekilde görebilirsiniz." Birkaç soruyla yazýyý bitirelim izninizle: Geçmiþi olmayan bir edebiyatýn geleceðinin olacaðý nasýl iddia edilebilir? Ya da geçmiþini reddeden bir edebiyatýn gelecekte ve gelecek tarafýndan reddedilmeyeceðini kim garanti edebilir? Edebiyatýn geleceði ve ömrü biraz da klasiklerinin yaþýna baðlý deðil midir? 1920'li ve 1930'lu yýllarýn eserlerini klasik olarak tanýmlayýp öncesindeki, asýrlarýn birikimini reddeden bir edebiyatýn ömrü yetmiþ-seksen yýlý nasýl geçebilir? Bir de Hafýz'ýn, Þeyh Galip'in ve Fuzûlî'nin hangi asýrda yaþadýðýný bilenler el kaldýrsýn lütfen. ipnotlar D 1 Sezai Karakoç, Edebiyat Yazýlarý II: Diþimizin Zarý, Ýstanbul, 2007, s.19. POSTMODERNÝZMÝN ABC'SÝ Ali Akay Say Yayýnlarý, 175 sayfa Tam olarak ne zamanla, nerede ve hangi düþünürle baþladýðý çok da kestirilemeyen ve sürekli bir tartýþma konusu olan Postmodernizm, son otuz kýrk yýlda Türkiye'de de tartýþýlýr hale gelmiþtir. Ali Akay bu eserinde, süregelen tartýþmalara sanat, þehircilik ve sosyal teorinin harmanlanmasýyla oluþan bir toplumsallaþma üzerinden yaklaþýyor. Eser, postmodernizmin sadece teorik olan tarafýyla deðil, romanlara filmlere kadar içeri giren detaylarýyla da dikkat çekiyor. Postmodernizmin çok derin olmasa da, genel hatlarýyla bir haritasýnýn çizilmesi için iyi bir abece. A.B. ÇÝÇEKLERÝN KÜLTÜRÜ Jack Goody Mehmet Beþikçi Ayrýntý Yayýnlarý, 630 sayfa Çev. Jack Goody, antropolog ve tarihçi. Sosyal deðiþimleri, tarihin detaylarýný irdelediði kitaplarýnýn yanýnda bazýlarýnýn çok ciddiyetsiz bulacaðý bir konu üzerine, çiçek kültürü konusunda da detaylý bir araþtýrma hazýrlamýþ. Eþsiz bir kitap bu, "çiçeðe dair aklýnýza ne gelirse ondan bir bahis var" diyeceðim ama çiçeðe dair bu kitaptaki kadar meselenin aklýmýza gelebileceðini düþünmüyorum. Çiçekler hakkýnda doðuda ve batýda her ne varsa toparlanmýþ, önümüze konulmuþ vaziyette. Böyle bir eserin eksiksiz olabileceðini düþünmemekle birlikte ilk bölümün baþlýðýnýn yeterince cazip bir davet olduðu düþünüyorum: "Afrika'da hiç çiçek yok mu?" M.F.K. MÜZDE ÞÝDDET: YA SOSYALÝZM YA BARBARLIK C.Leys-I. Panitch GÜNÜ am Kitap, 288 sayfa FÝLOZOFLARLA MÜCADELE Yord eþ-Þehristani Litera Yayýnlarý, 188 sayfa MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 11 ÝNSAN VE ÝSLAM Ümit Aktaþ Okur Kitaplýðý, 215 sayfa BÝRKAÇ UFUK ÇÝZGÝSÝ TERSTEN PERSPEKTÝF, PAVEL FLORENSKI, ÇEV. YEÞÝM TÜKEL METÝS Y., 2.BASIM 2007, 143 SAYFA ÝSLAM ESTETÝÐÝNE GÝRÝÞ Oliver Leaman Çev. Nuh Yýlmaz Küre Yayýnlarý, 278 sayfa Kitabýna "Ýslam sanatý hakkýnda en çok yinelenen on bir hata" bölümüyle giriþ yapýyor Leaman. Burada sýraladýðý baþlýklarda öncelikle Ýslam sanatý hakkýnda zihinlerde yer almýþ hatta kalýplaþmýþ meseleleri temizlemeye giriþiyor öncelikle, kitabýn en iyi yanlarýndan biri bu. Daha sonrasýnda Ýslam sanatýný oryantalist bakýþ açýsýnýn dýþýnda bir bakýþla inceleme maksadýyla edebiyat, müzik, ev ve bahçe gibi bölümler altýnda, bu alanlardaki yansýmalarýna dönük tafsilatlý açýklamalar ve yorumlar getiriyor. Oryantalist bakýþ açýsýnýn dýþýnda bir bakýþla incelerken, Avrupa-merkezci bir tahayyülün izine düþülmesine karþý ise kitabý okurken ihtiyadý elden býrakmamalý. M.F.K. ÝLÝÞKÝLER Ian McEwan » Zeynep ÞANLI Hareketsiz kalýp, bir durma noktasý/sabit nokta belirlediðimizde, etrafýmýzda "gördüðümüz" her bir cisim, adeta iki boyutlu düzleme yansýtýlmýþ birer resim objesi halini alacaktýr. Tüm çizgilerin buluþtuðu, göz hizasýnda bir ufuk çizgisi, bir veya iki bakýþ noktasý ve bu bakýþ noktamýzýn imkan verdiði ölçüde görebildiðimiz yüzeyler. Elimize bir kalem alýp bu cisimleri resmetmeye kalksak, ortaya "gördüðümüzden farklý" bir þey çýkarabilir miydik? "Geniþ ufuklu bir insan" diye tanýmlarýz bazý insanlarý; geniþ ufuklu oluþlarý, tek bir ufuk çizgisinin geniþliðinden mi ileri geliyor, yoksa pek çok ufuk çizgisine sahip oluþlarýndan mý? Bu ikisi arasýndaki fark, gerek tarihteki gerekse her bir insanýn kisisel tarihindeki "manzara"nýn oluþumunu etkilemiþtir. Zira bir manzaranýn oluþumu, kullanýlan perspektif tekniðine baðlýdýr. Eðer kullanýlan teknik, merkezi perspektifse, tek bir ufuk çizgisi ise sahip olunan, görülemeyen yüzeylerin varlýðý da kaçýnýlmaz olacaktýr. de, çoðu birbirinden habersiz insanlarýn, neredeyse ayný sorunun cevabýný arýyor olmalarýna vurgu ile baþlýyor. Görünenin ötesinde olana duyulan merakýn ve dünya çapýnda kabul görmüþ anlayýþlarý yýkma cesaretinin doðuþu. 1920 Rusyasýnda Tersten Perspektif isimli kitap yazýlýyor. Ayný tarihte Paris'te, Andre Breton ile beraber Philippe Soupault, Manyetik Alanlar isimli benzer bir kitap yayýmlýyor. Ayný yýl Tristan Tzara Fransa'ya geliyor ve Paris'te Dadaizm akýmýný baþlatýyor, Duchamp retina konusunda hakim anlayýþý yýkmaya çabalýyor, Freud gözün ardýnda yatan bilinçaltý katmanlarý araþtýrmaya baþlýyor. Yine ayný yýllarda Florenski'nin dostu, ayný zamanda matematik hocasýnýn oðlu Boris, Andrej Beli takma ismiyle, düzçizgisel tarih anlayýþýný mizaha aldýðý Petersburg isimli bir roman yayýmlýyor. Pavel Florenski Çev. Dilek Þendil itap, 136 sayfa Turkuvaz K Çarpýcý bir roman ve öykü yazarý desek McEwan için pek de abartmýþ olmayýz sanýrým. Yedi öyküden oluþan Ýliþkiler, yazarýn þimdiye dek alýþtýðýmýz tarzýný yansýtmaya devam ediyor. Aslýnda hiç de sýra dýþý olmayan kitaplarýný bu kadar sarsýcý kýlan ise hiç þüphesiz yaklaþýmýndaki açýklýk. McEwan, Ýliþkiler'inde de çok boyutlu bir yaklaþýmla, birçoðumuzun gerçek hayatta duymaktan, dinlemekten hoþlanmayacaðý öyküler anlatýyor. Öykülerin içeriðini ise kitabýn baþlýðý oldukça net biçimde yansýtýyor. Z.G.O. HAÇLI SEFERÝ'NE SON ÇAÐRI Géraud Poumarède Ýletiþim Yayýnlarý, 788 sayfa KOMÝNTERN VE ÝSPANYA ÝÇ SAVAÞI Edward Hallett Carr Ýletiþim Yayýnlarý, 183 sayfa DAÐLARIN ADAMI BARNABO Dino Buzzati Timaþ Yayýnlarý, 149 sayfa Pavel Florenski'nin Tersten Perspektif isimli kitabý, bir perspektif tekniðinden ziyade bir hayat felsefesinin savunusu. Bir merkezî perspektif "hegemonyasý" reddiyesi. Perspektif eðitimini "ehlileþtirilmek" olarak tanýmlayan Florenski, merkezi perspektif tekniðinin kullanýlmadýðý tarihsel dönemlerde, doðrusal perspektif açýsýndan bakýldýðýnda beceriksizce çizilmis gibi görünen ve fakat derin düþüncelerin mahsulu olan resimlerde/ikonalarda bilinçli olarak perspektif tekniðinin kullanýlmadýðý tezini ortaya atýyor. Bu tezinin havada kalmamasý adýna, konuyu gerek tarihsel seyri içerisinde, gerekse kuramsal temelleriyle birlikte ele alýyor. Zeynep Sayýn'ýn sunusu sayesinde, kitabý okurken, Florenski'yi ve savunduðu görüþü pek çok açýdan deðerlendirmek/tahlil etmek imkaný buluyoruz. Sunuþ; kitabýn yazýldýðý tarihe, 1920 Rusyasýna ve ayný tarihte dünyanýn farklý bölgelerinSAYFA 12 | MÜFREDAT.02 Sunuþta 'karmaþýk bir etkileþim düðümü' olarak tanýmlanan Florenski'nin hayatýna da kýsaca deðiniliyor; 1882'de yol mühendisi bir babanýn oðlu olarak Eflak'ta dünyaya gelmiþtir, Moskova'da matematik, fizik, felsefe ve dinbilim alanlarýnda eðitim görmüþ, ortodoks bir tanrý savunucusudur. 1904 senesinde yazdýðý doktora tezi “Süreklilik Kesintisi Mekanik Olarak Düz Eðrilerin Özellikleri Üzerine"dir. 1920 senesinde Goelro'da (Rusya Elektrik Kurumu) elektroteknik uzmaný olarak çalýþmýþ, Rusya'yý elektriðe kavuþturma projesine katýlmýþtýr. 1921-24 tarihleri arasýnda Moskova Güzel Sanatlar Akademisi'nde sanat yapýtlarýnda mekân çözümlemesi konulu dersler vermiþ, 1920-27 yýllarý arasýnda arkadaþlarýyla beraber Makovcy isimli bir edebiyat ve sanat dergisi çýkarmýþtýr. Goethe'yi sever, þiir yazar; karýsýný seven bir erkek ve beþ çocuk babasý, Alexander Blok'un yakýn arkadaþýdýr. Sayýn'ýn dikkat çektiði bir diðer nokta; Vasari'den Descartes'tan ve Kepler'den beri süregelen anlayýþý kendine temel alan natüralist sanat konusunda, Duchamp'in kendine karþý dahi tarafsýz kalarak olasýlýklarý araþtýrma yoluna giderken, matematik ve fizik alanlarýndaki hakimiyeti sebebiyle Florenski'nin açýk bir þekilde natüralist sanata karþý taraf oluþu ve bu görüþü çürütebilmesidir. Her iki isim de Öklid uzayýný kendine temel alan natüralist anlayýþtan sýyrýlmanýn ve iki boyutlu yüzeyde üç boyutu saðlayabilmenin peþindedir. Sayýn'ýn alýntýladýðý bir konuþmasýnda Duchamp, "göze görünmeyen, dördüncü bir boyutun yansýlanma olasýlýðý hakkýnda düþündüm" diyor, "nasýl Güneþ Dünya’da iki boyutlu yansýmalara yol açýyorsa, üç boyutlu bir nesnenin gölgesinin de iki boyutlu biçimler oluþturduðunu gördüm. Benzeþim ilkesine dayanarak buradan çýkardýðým sonuç, bizim böylesine kendiliðindenmiþçesine baktýðýmýz üç boyutlu nesnelerin bizim bilmediðimiz dört boyutlu biçimlerin yansýmalarý olabileceðidir." Sunuþun üçüncü kýsmýnda, tersten perspektifin ana felsefesi denilebilecek 'çokmerkezlilik' ele alýnmýþ ve Osmanlý minyatürlerinde de ayný felsefenin kullanýldýðýna dikkat çekilmiþtir. Gerek ikona gerekse minyatür çizimlerinde esas olan, durma noktasýnýn sürekli deðiþtirilerek, görülebilir yüzeylerin artýrýlmasý, tek bir öznenin perspektifinin sunulmasý yerine, seyirciyi çoðul bir perspektifle karsý karþýya býrakarak mekan içerisinde yitmesini Albertus Magnus Michelangelo SOÐUK KAZI Birhan Keskin Metis Yayýnlarý, 63 sayfa saðlamak, özneye/sanatkâra deðil tanrýsal olana hayran býrakmaktýr. Mekan içerisinde yitmek, mekan içerisinde þekillenmek gibi kavramlarý açýklarken Sayýn, Albertus Magnus ve Ýbn Arabi'nin görüþlerine yer vermiþtir. Albertus Magnus on üçüncü yüzyýlda, Öklid uzayýnda sabit biçimlere sahip olan nesnelerin aksine, biçimlerin bir mekanda yer almadýðýný, mekan koþullarýna göre deðiþtiðini ve bu görüþün en iyi cansýz madde ile dile getirilebileceðini savunmuþtur. Ýbn Arabi'nin görüþü de ayný þekildedir: "Cemadattan -cansýz nesnelerden- yüce bir mahlukat yoktur. Ondan sonra da kadir ve kýymet dereceleri itibariyle bitkiler gelir. Bitkilerden sonra gelenler de his sahibi olanlardýr-yani hayvanlardýr." Cansýz nesnenin yüce oluþunun Ýbn Arabi'nin ifadesiyle, içinde yer aldýðý mekana öykünmesinden ileri geldiði vurgulanýyor. Burada Öklid uzayýnýn aksine, sürekli farklýlaþan bir uzay anlayýþý hakimdir ve böylesi bir uzay anlayýþýna binaen, insaný yüce bir mahluk kýlacak olan sanat anlayýþý da, açýktýr ki, insanýn mekanda yitmesine fýrsat tanýyacak esnekliðe sahip olmalýdýr. Kitabýn baþlangýcýnda ikona çizim tekniðine dair kýsa bilgilere yer verilmiþ: Binalarýn yahut herhangi cisimlerin veya yüzün normal koþullarda ayný anda görülmemesi gereken kýsýmlarýnýn gösterilmesi, resimde kullanýlan çizgilerin ufuk çizgisinde birleþmesi gerekirken, farklý yönlere doðru ilerlemesi veya bazý kýsýmlarda kýsaltma uygulanmasý ve bu hatalý(!) kýsýmlarýn dikkat çekmeyecek þekilde resmedilmesinin aksine belirginleþtirilmesi, parlak ve farklý renklere boyanmasý… Ýkonalar tasarlanýrken kullanýlan en önemli teknik ise, 'çokmerkezlilik'tir ki gözün resim üzerinde dolaþýrken sürekli durma noktasýný deðiþtirdiði düþünülerek tasarlanmaktadýr. Yani cisimlerin etrafýnda ancak hareket ettiðinizde görebileceðiniz farklý yüzeylerin, bir sanatsal plan dahilinde ayný çizimde gösterilmesi. Bir diðer teknik ise ikonalardaki ýþýk daðýlýmý ile ilgilidir ki, diðer teknikler gibi ýþýk daðýlýmý da bir plan dahilinde görünenden farklý olarak çizilmekte, cisimlerin bazý kýsýmlarý karanlýkta býrakýlarak bazý kýsýmlarý aydýnlatýlmaktadýr. Florenski bu ýþýk daðýlýmýnýn, çizilen nesnenin potansiyel çizgileri ile alakalý olduðunu ve bu çizgilerin, nesnenin dinamiðini ifade etmede, nesnenin görünen çizgilerinden çok daha güçlü olduðunu söylemektedir. "Bunlar" diyor "örneðin giysileri katlayacak olsaydýk, alacaklarý kývrýmlardýr." Florenski, perspektifin ne tür bir ihtiyaca binaen ve nerede ortaya çýktýðý sorusuna cevap arýyor ve Romalý mimar Vitruvius'a dek dönüyor; Vitruvius'a göre perspektifin kâþifi Anaksagoras'týr. Zira, ÝÖ 470'te Atina'da sahnelenen tragedyalardan ve sahne dekorundan sonra, Anaksagoras ve Demokrit sahne dekorunu bilimsel olarak temellendirmek istemiþler ve perspektif ilkelerine benzer sonuçlara ulaþmýþlardýr. Burada dikkat çekilen husus; perspektifin ari sanat içerisinde deðil sahne dekoru içerisinde ortaya çýkýþýdýr. Nitekim perspektif çizimi de, tiyatro izleyicisinin oturduðu koltuktan gördüðü sahne dekoru misali bir manzara sunmakta, izleyeni tek bir koltuða (durma noktasýna) mahkum etmektedir. Florenski'ye göre Yeniçað’da/Rönesans döneminde insanlar Antik tiyatroya geri dönüþ yapmýþtýr ve Ortaçað’da hâkim sanat anlayýþýný, hakikatin sembollerle ifade ediliþ yöntemini terk etmiþtir. Yeniçað’da sanat anlayýþýný da pek çok ressamdan örneklerle ele alan Pavel, "beceriksizlik" olarak nitelenen perspektif hatalarýnýn(!) en ünlü ressamlar tarafýndan yapýldýðýna dikkat çekiyor. Leonardo da Vinci'nin "Son Akþam Yemeði" tablosunda, ressam perspektif kurallarýna aykýrý olarak mekaný farklý yerlerde farklý oranlarda olacak þekilde küçültmüþ ve insanlarý büyütmüþtür. "Atina Felsefe Okulu" tablosunda ise Raffael, iki ayrý ufuk çizgisi ve iki ayrý durma noktasý kullanarak perspektif bütünlüðünü bozmuþtur. Ayný þekilde, perspektife aykýrýlýðýn örnekleri olarak, Michelangelo'nun "Aziz Pavlus'un Din Deðiþtirmesi", "Son Hüküm" isimli tablolarý ya da El Greco'nun "II.Philippe'in Düþüþü" tablosu ve Veronese'nin "Kana'da Düðün" tablosu ele alýnmýþ, ayrýntýlarýyla perspektife aykýrýlýklarýna yer verilmiþ. Kitapta biraz tersten perspektif fanatizmi hissedilse de, tarihsel dönemlerin ve bu dönemlerde konu ile alakalý olaylarýn yahut kiþilerin ele alýnmasý, perspektifin çýkýþ noktasýný bulmak adýna Antik Yunan'a dek izinin sürülmesi, karþýt fikirdeki kiþilerin görüþlerine yer verilmesi gibi etkenler kitabý objektif bir düzleme çekiyor. Kitap okur tarafýndan ister objektif isterse subjektif olarak yargýlansýn, herhalde kitabýn en heyecan verici yaný; egemen olan bir görüþe baþkaldýrma, dünya çapýnda kabul görmüþ akýmlarý yahut yazýlmýþ en önemli tarih kitaplarýný bir kenara itebilme cesaretine/yürekliliðine sahip oluþu ve bunu temellendirebilmesidir. Zira öðrenilmiþ/öðretilmiþ davranýþlarýn boyunduruðundan kurtulup da etrafýna bakmak cesareti gösterildiðinde, ufuk çizgilerinin ve durma noktasýnýn çogaldýðý, dolayýsýyla manzaranýn büyük ölçüde deðiþtiði muhakkak. Metis, Birhan Keskin'in daha önce yayýmlanmýþ þiir kitaplarýndan Delilirikler, Bakarsýn Üzgün Dönerim, Yirmi Lak Tablet ve Yeryüzü Halleri kitaplarýný Kim Baðýþlayacak Beni isimli bir baþlýkla yeniden yayýmlamýþ ve ardýndan sýrasýyla Ba ve Y'ol ile kesiþtirmiþti yollarýmýzý. Okuyucusunun aklýný karýþtýrmayý sevmeyen, yalýn imgeler besleyen ve þiirlerinde küçük öyküler anlatan bir þair Birhan Keskin. Soðuk Kazý ile de bundan vazgeçmiyor ve okuyucusunun canýna okumaya devam ediyor. Daha ilk giriþte selam niyetine çakýyor ilk yumruðu: "Dünyaya tortullar tabaklar yarlar gerektir/ Ýçerde çok yanmýþa dýþarýda karlar gerektir" ve ilerledikçe yorgun düþürüyor. Z.G.O. SINIRLAR Andrew Hess Çev. Özgür Kolçak Küre Yayýnlarý, 325 sayfa UNUTULMUÞ Ýslam medeniyeti üzerine oldukça çalýþmasý bulunan Andrew Hess'in, Fernand Braudel'den bu yana gerçek bir deðer olan Akdeniz üzerine olan çalýþmalarýndan biri olan bu çalýþma, 16. yüzyýldaki Akdeniz'in iki büyük imparatorluðu, Osmanlý ile Ýspanya'nýn mücadelesini konu ediniyor. Bu iki büyük medeniyetin ayrýmlarýný, ortak noktalarýný yine Braudel'de olduðu gibi bütüncül bir yaklaþýmla ele alýyor. Unutulmuþ Sýnýrlar, Türkçe literatür için oldukça önemli bir konumda olduðunu gerek araþtýrma yöntemi, gerekse konuya yaklaþým tarzý ile apaçýk gösteriyor. A.B. SOLAN AKDENÝZ Faruk Tabak Yapý Kredi Yayýnlarý, 424 sayfa OSMANLI ROMANIN ÝMKÂNLARI ÜZERÝNE Þeyda Baþlý Ýletiþim Yayýnlarý, 427 sayfa TENE YAZILAN AYETLER Yavuz Ekinci MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 13 Doðan Kitap, 265 sayfa YENÝ BÝR DÜNYAYI MÝYAVLAMAK YANARDAÐIN ALTINDA Malcolm Lowry KEDÝLERÝN DÝLÝ, SPENCER HOLST, ÇEV. MUSTAFA YILMAZER DOST KÝTABEVÝ Y., 2000, 91 SAYFA Çev. Sinan Fiþek an Yayýnlarý, 464 sayfa C Yanardaðýn Altýnda, dipsomani derecesinde alkolik olan Lowry' nin, delilikle iç içe geçmiþ hayatýnýn bir güne sýðdýrýlmýþ yarý otobiyografik bir izdüþümü. Fransýz bir yayýncýnýn "Yanardaðýn Altýnda, dünyayý peþinden gidenler ve diðerleri diye ikiye ayýran bir 'kült roman'dýr." diye tanýmladýðý roman, 38 yýlýnýn Meksika'sýnda alkolik bir konsolosun bir gününü anlatýyor. Kendini adým adým ölüme götürür gibi tükettiði alkollü yaþamýný anlatýrken, yazar, ayný zamanda romanýn geçtiði Ýkinci Dünya Savaþý dönemindeki insanlarýn sarhoþluðunu da gözler önüne seriyor. Z.G.O. SEMA VE ÂLEM Ýbn Sînâ Çev. Harun Kuþlu-Muhittin Macit itera Yayýncýlýk, 189 sayfa L Yirmi iki kitaplýk bir eserler dizisi olan Ýbn Sînâ'nýn en büyük þaheseri Kitâbu'þ-Þifâ, Litera tarafýndan Türkçe'ye, orijinal metinleriyle karþýlýklý olarak kazandýrýlmaya devam ediliyor. Ýbn Sînâ'nýn cisimler, kuvvetler, hareketler ve semavî unsurlarý ele aldýðý bu felsefî eserde Ýbn Sînâ, temel görüþlerinden birini ortaya atýyor: Bilinen dört unsurun dýþýnda bir de semavî ve yalýn bir unsur daha mevcuttur; ve bu unsur, her mükemmel gibi döngüsel hareket etmektedir. Beslendiði felsefî geleneðe de yer veren filozof, yer yer bu gelenekte hatalý bulduðu düþünceleri eleþtirmektedir de. Ýbn Sînâ, güçlü kalemi ve yoðun felsefesiyle ilgilileri bir kez daha hayran býrakýyor bu eserde. A.B. MEHMED ÂKÝF: HAYATI ESERLERÝ VE YETMÝÞ MUHARRÝRÝN YAZILARI Eþref Edip Beyan Yayýnlarý, 874 sayfa ODAMDA SEYAHAT-ODAMDA GECE SEFERÝ » M. Fatih KUTAN Bir defa her cümleye hazýrlýklý olmalýsýn. Güneþli bir havada, çevrende birkaç aðaç hýþýrtýsý haricinde ses seda yokken, ikindi vakti çimenlere serpilirken duyulan bir kýrbaç sesi. Tependen aniden geçen bir kuþ sürüsü ya da. Kalp ritmini bozan bir itiraf. Birdenbire yaðmurun baþlamasý. Bir kervandan haber gelmesi. Hýrsýzlarýn tövbe etmesi. Tetiðine uzanýlan bir tabancanýn tutukluk yapmasý. Düðün organizasyonlarý yapan bir þirketin cinayet þebekesi olduðunun anlaþýlmasý. Bir adam kuyuya atýldýðýnda aþaðýdan bir düþme sesi duyulmamasý. Noel babalarýn katledilmesi. Kendisini aslan zanneden bir siyam kedisinin Zebraca konuþmasý. Bu ihtimal parçacýklarýný, sürpriz haline getirip cümle cümle öykülerine yediren bir yazar Spencer Holst. Onun üslubuna yakýn yazarlarýnýz olmuþsa da Holst gibi bir yazara ender rastlanýlýr. Üslubuyla bu derece þaþýrtýcý olabilen Holst'un yaþamý da gariplikler içeriyor. Büyük büyük dedesi Ýç Savaþ'tan sonra bir gazete çýkarmýþ, büyükannesi 68 yýl ayný sütunda yazmýþ, babasý hayatý boyunca beysbol yazarlýðý yapmýþ. Babasý Lawrence Spencer Holst, oðlu Sebastian Spencer Holst, kendisi Spencer Holst. Kelt, Ýskandinav ve Kýzýlderili kökenlerine sahip; beþ kiþinin cümle kurma þekillerini birleþtirir gibi oluþturduðu üslubunun þifrelerini bu karmaþýklýkta arayabiliriz. Öykülerini yayýmladýðý dergiler arasýnda Cosmopolitan, Mademoiselle gibi kadýn dergilerinin ve The New York Times Book Review gibi ciddi edebiyat dergilerinin bir arada bulunmasý da bu alýþýlmadýk hâllere eklenebilir. Spencer Holst geniþ bir hacim tutan bir hikâye külliyatýna sahipse de insanlar onu hikâyelerinden ziyade hazýrladýðý radyo programlarýndaki canlý ve ritmik sesiyle tanýyordu. 2001'de ölmeden evvelki uzun yýllar boyunca Westbeth Sanatçý Konutu'nda kaldý ve burada gerçekleþtirdiði okuma etkinliklerinin yaný sýra kendine has imgeler taþýyan Xavier de Maistre etiþim Yayýnlarý, 133 sayfa Ýl SAYFA 14 | MÜFREDAT.02 suluboya resimler de yaptý. Resimlerin isimleri bir hikâye sayýlabilecek uzunluktaydý, týpký Kedilerin Dili'nde yer alan bazý uzun baþlýklý hikâyelerde olduðu gibi. Kedilerin Dili'nde yer alan hikâyelerde en beklenmedik yanýndan çatýrdayan bir üslup kullanan Holst, böylelikle mantýk dizgisini ve bilinç akýþýný saf dýþý býrakýyor. Uzun anlatýmlar ve betimlemelere yer vermeden, anlatmak istediði olayý en kestirme yerinden, en keskin yerinden yakalayýp cümleye Spencer Holst döküyor. "Zebralarýn Öykücüsü" ve "Kedilerin Dili" gibi fabllarla ve masallarla benzerlik gösteren birçok hikâyesi varsa da, yukarýda bahsettiðim çatýrdayan üslubuyla fabllardan, hikâyenin seyrini deðiþtiren bir inceliði tam yerinde sunmasýyla da masallardan ayrýlýyor. Varlýðýnýn farkýnda olmadýðýmýz veya hayatýmýza çok da etki etmediðinden dolayý önemli olmadýðýný düþündüðümüz ayrýntýlarý ve karakterleri, maharetli bir el çabukluðuyla kesip, biçip, yontup, yeni bir varlýða büründürerek onlarý, ancak uzun romanlarda görülebilecek eksiksiz bir dünyaya yerleþtiriyor. "Mona Lisa Buddha ile Buluþuyor", "Týrnaklar" ve "Versailles Sarayý'ndaki Gizli Balo Salonu" hikâyelerinde ise bir filmin tek bir sahnesini anlatýr gibi, birkaç kýsa paragraftan oluþan ve yarým sayfayý geçmeyecek bir anlatýmla, kýsa hikâyenin ustasý olmasýnýn yanýnda, kýsa hikâyeyi de zorlayan ve ona yeni biçimler vermeyi amaçlayan denemeler yapabilecek yeteneðe sahip olduðunu ispatlýyor. Bu þekilde yazýlmýþ 64 hikâye baþlangýcýný içeren ve bu baþlangýç halleriyle de bir eksiklik hissedilmeyen "Hayal Gücünün Zevkleri-64 Baþlangýç" adlý bir metni de mevcut. Gerçekliðe dair cümleleri ender yer alsa da paragraflarýnda, içerisinde bulunduðumuz keþmekeþi kuþatan hikâyeleri var Spencer Holst'un; hikâyelerinin merkezinde yer alan ironiyi de bu baðý kurmak için kullanýyor. Mesela kitabýn ilk hikâyesi "Zebralarýn Öykücüsü"nde "öykü yazarýnýn iþlevi" üzerine söz söyleten de bu gerçekliði kuþatmasý gerektiðine olan inancý. Holst, Noel analarýn ve hikâyecilerin dünyanýn tüm sorunlarýný çözebileceðine inanmýþ olarak yazýyor, bu ciddiyetinin kenarýndan hýnzýrca gülümserken "heyecanlý bir kalabalýk felaket yerinin etrafýnda toplanmaya baþlýyor, sahneyi oburca týkýnarak." MIÞIL MIÞIL KOYUN RUSSELL KOYUN RUSSELL, ROB SCOTTON, ÇEV. SENEM ONAN MANDOLÝN Y., 2009, 32 SAYFA » Ayþe Merve PASLI “‘Russell Kurbaðapoposu Çayýrý’nda yaþýyordu. Uzun ve yoðun bir günün sonunda, gece olmuþtu ve koyunlar yatmaya hazýrlanýyordu. Kýsa süre sonra herkes uyumuþtu. Ama Russell hariç. Ne kadar uðraþýrsa uðraþsýn, Russell uykuya dalamýyordu." Peki ne yapmalýydý? Gözlerini sýmsýký kapatýp ertesi gün hoplayýp zýplayacaðý çimenlerin hayaliyle uykuya dalmayý mý beklemeliydi yoksa bir bardak çilekli sýcak süt içip huzurla uyku moduna mý geçmeliydi? Koyunlar çilekli sýcak süt içer miydi? Kim bilir? Hayýr, Koyun Russell çilekli sýcak süt içmedi, en azýndan o gece uykuya dalmak için süt yerine farklý yöntemlere baþvurdu. Ýþte bu noktada upuzun çizgili þapkasý kýpýr kýpýr ederek çocuklarý uykusuz bir geceye davet etti. Koyun Russell'ýn uyumak için yaptýðý türlü denemelerine göz atarsak bizlerin de kimi zaman denediði o klasik þeylere rastlýyoruz ama kitabýn yazarý ve illüstratörü Rob Scotton bunu ifadeleriyle ve çizimleriyle öyle bir hale getirmiþ ki; sayfalara göz gezdirirken eðlenmemek mümkün deðil. Özellikle kitabýn içeriðiyle resimlemeler birebir örtüþüyor. Görsellerin bu derece orijinal ve eðlenceli olmasý çocuklarýn ilgilerini hikayeye çekmesinde etkili oluyor. Kitabýn içeriði gayet akýcý. Paragraf paragraf cümlelerden uzak, yalýn resimli bir kitap. Koyun Russell'a gelince o zaten baþlý baþýna orijinal bir koyun. Sürü psikolojisinden uzak, özgün bir koyun tiplemesi. Çocuklarýn uyumak istemediði durumlarda ise; bu kitap bir oyun haline dönüþerek tam bir kurtarýcý oluyor ve çocuklarýn mýþýl mýþýl uyumalarýna yardýmcý oluyor. Uyku saati öncesinde alýn Koyun Russell'ý ve baþlayýn okumaya. Býrakýn çocuklar tahmin yürütsün, kahkaha atsýn, sonrasýnda Koyun Russell'da olduðu gibi bir gýdýklanma hissedecekler, sonra bir seðirme ve sonra derin bir uyku hali. Peki bu nasýl mý olacak? Tabi ki Koyun Russell'ýn bulduðu ve belki birçoðumuzun da denediði koyunlarý sayma yöntemiyle. Ýþte bu kadar basit! Rob Scotton'ýn bu sevimli karakteri diðer kitaplarýnda da, farklý maceralarla karþýmýza çýkýyor. Koyun Russell ve Kayýp Hazine de bunlardan biri. Bu macerada da çocuklar merak ediyor ve ayný zamanda eðleniyor. Çocuklarýn mizah duygularýnýn geliþmesi ve hayattaki gerçek hazinelerin neler olduðunun farkýna varmalarý açýsýndan etkili bir Koyun Russell kitabý. Mandolin yayýnlarýndan çýkan Koyun Russell serisi dýþýnda yazarýn birçok baþarýlý çalýþmalarýna rastlamak da mümkün. Özellikle Splat the Cat serisi Rob Scotton'ýn dikkat çeken çalýþmalarýndan yalnýzca biri. ZÜLEYHA: HÜZÜN BULUTLARINDA AÐLAYAN KADIN Zeki Bulduk Hayykitap, 191 sayfa Bir kýssayý, meseli tekrar yazmayý seçmek her yazarýn kendine dert edindiði bir þey deðildir. Zaten yazar olarak anýlan herkes de bunu yapabilecek kalibereye sahip olmaz. Zeki Bulduk, hayat ve ölüm aralýðýndan bakýp da gördüðü hâliyle her meseli yazmaya kalemi yetkin bir insan sanki, öyle içten ve duru ve samimi. Züleyha kýssasý bu yetkinlikle yeniden kaleme alýnmýþ ve bu ince eser ortaya çýkmýþ. Ölçülü ve neyi nerede söyleyeceðini bilen, susacaðý yeri önceden yoklamýþ bir üslup Zeki Bulduk'unki: "Rüya yorumcusu bir peygamberse, yazýcýya "Bidayeti âla olanýn nihayeti arþ-ül âla olur" demekten gayrý söz düþmez." M.F.K. Büyük-küçük hiç fark etmez, herkesin okurken eðleneceði kitaplar olduðu kaçýnýlmaz. Özellikle Koyun Russell'la birlikte uykusuz gecelerde koyun saymalarýn çok olacaðý günler yaklaþacaða benziyor. NIETZSCHE Gilles Deleuze ev. Ýlke Karadað Otonom Yayýncýlýk, 144 sayfa Ç Daha önce yayýmlanmýþ ancak yeniden gözden geçirilen eser, Nietzsche üzerine Deuluze'ün bir takým çalýþmalarýndan oluþmaktadýr. Filozofun yaþamý, felsefesi ve eserlerinin özetlendiði, Bataille'in kitabýna göre oldukça özet niteliðinde olan kitabýn en dikkat çeken tarafý Nietzsche'nin temel kiþilikleri için kýsa ama mahiyeti oldukça önemli bir sözlükçe. Kitabýn bir artýsý da, yine Deuluze'ün seçtiði doðrultuda eserlerinden bir takým alýntýlarýn da yer almasý. A.B. MODERNÝZM VE ERNÝZM Semih Gümüþ Can Yayýnlarý, 152 sayfa POSTMOD SÝNEMADA KURGU VE EÝNSTEÝN Bülent Küçükerdoðan ayalbaz Kitap, 168 sayfa H SÝYASAL ÜZERÝNE Chantal Mouffe MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 15 etiþim Yayýnlarý, 152 sayfa Ýl ÖRÝK'ÝN DÖNEMÝNÝN SINIRLARINDA TEMSÝL SANATI VE EDEBÝYATI TROÇKÝ: Ý BAÞLAYANLAR ÝÇÝN Tarýk Ali - Phil Evans Agora Kitaplýðý, 195 sayfa YEN Kuþkusuz 20. yüzyýlýn trajik kahramanlarýndan biri söz konusu olduðunda -bilenler için- akla ilk Troçki gelir. Stalinist bir kýyýcýnýn baltasýyla 1940 yýlýnda son bulan Leon Troçki'nin hayatýnýn hedef olmasýnda, devrimci bir siyasetçi, ehil bir siyasi analist, iyi bir tarihçi ve güçlü bir hatip olmasýnýn çok büyük etkisi var. Troçki'nin eserlerini okumaya baþlamadan önce, okunmasýnda fayda olabilecek, öngörülerine, analizlerine, deðerlendirmelerine giriþ niteliðinde bir rehber kitap bu. Z.G.O. JEAN-PAUL SARTRE: TARÝHÝN SORUMLULUÐUNU ALMAK Haz. Zeynep Direk-Gaye Çankaya Metis Yayýnlarý, 190 sayfa Sartre'ýn geç dönem düþüncesi üzerine metinlerden oluþan kitap, dokuz yazarýn dokuz makalesinden oluþuyor. Yayýma hazýrlayanlar, kitaba Tarihin Sorumluluðunu Almak adýnýn verilmesini, Sartre’ýn tekil öznelerin Tarih'in doðrudan failleri olduðunu vurgulamasýyla açýklýyor. Ýkinci dönem düþüncesinde ünlü düþünür, bireysel sorumluluk ve toplumsal sorumluluk arasýndaki organik baða iþaret eder ve etik ile siyasete yönelik düþüncelerini barýndýrýr. Bu doðrultuda kitapta, hem ikinci dönem düþüncesini felsefe tarihinin baþka figürleriyle karþýlaþtýrmalý olarak inceleyen metinlere, hem de filozofun Tarih'i ele alýþýný belli açýlardan eleþtiren metinlere yer verilmiþ gözükmektedir. A.B. BÝR MASKENÝN ÝTÝRAFLARI Yukio Miþima Can Yayýnlarý, 200 sayfa TARAS BULBA VE MÝRGOROD ÖYKÜLERÝ Nikolay Vasilyeviç Gogol TÝB Kültür Yayýnlarý, 286 sayfa ÝSTANBUL'DA KAYIP ZAMANLAR Liji Pulcu Çizmeciyan TÝB Kültür Yayýnlarý, 206 sayfa » Elif YÜKSEKAY Tiyatro aþka benzer diyor Vatan yahut Silistre yazarý ve devam ediyor: Ýnsaný hazin hazin aðlatýr ama verdiði acýnýn gücünde bir baþka tat bulunur; tiyatro evrene benzer, insaný doya doya güldürür ama yansýttýðý tuhaflýklar, gülerken aðlamak için istekler doðurur. Peki tiyatro bir gösterim türü olarak sanat tarihimizde nasýl bir yere sahip? Onun da öncesinde oyun yazarlarýmýz ne kadar baþarýlý ve yazýlan piyeslerin sahnelenmeleri ve yazarlarýmýzýn baþarýlarýyla ne kadar doðru orantýlý? Tiyatro sanatýnýn zamanýnýn þartlarýna ve etkenlerine (tv, sinema) göre önem ve deðer kazandýðý konusu hala tartýþýladursun; roman, hikâye, eleþtiri gibi tiyatro metni de edebî türler arasýnda yerini çoktan almýþtýr. Nahid Sýrrý Örik, tiyatro ve beraberinde tiyatro tenkidi edebiyatý üzerinde ýsrarla durmuþ ve bu konuda maalesef Cumhuriyet'in ilk yýllarý için sahne sanatlarýnýn yeterince önemsenmediðini, yapýlan çalýþmalarýn da basit ve yüzeysel kaldýðýný her fýrsatta dile getirmiþtir. Tiyatroyu öncelikle Fransa, Ýsveç, Ýtalya, Almanya gibi bu anlamda bizden çok daha baþarýlý ülkelerde, önemli isimlerin oyunlarý aracýlýðýyla hem okuma hem izleme fýrsatý bulmuþtur. Bu da ona, bu konuda yapýlacak çalýþmalarda fikir sunma salahiyetini herkesten önce vermektedir. Tiyatroyu daha çok sahneleniþindeki baþarýsý, aktörlerin ve aktrislerin kabiliyetleri açýsýndan deðerlendirmiþ, metnin ruhunu verebilme baþarýsýna göre eleþtirmiþtir. Sanatkârýn gayesinin temsil ettiði vakanýn hakiki olduðuna izleyiciyi inandýrmak olduðunu belirtmiþtir. Bir katil rolü oynayan aktörün karþýmýzda bu katilin gerçekten mevcut bulunduðuna bizi ikna etmesi durumunda, cidden muvaffak olmuþ addedildiðini söyler. Binaenaleyh sahnedeki aktörlerin bir cani ve katil zannedildiði, halkýn heyecan ve ýstýrabýndan isyan ederek vazife-i te'dibiyeyi ifa etmek üzere hakikatte sadece bir rol SAYFA 16 | MÜFREDAT.02 oynayan mümessilin üzerine hücum etmek istediði zaman, bu oyuncu muvaffakiyetinin haddi azamisine eriþmiþ demektir diyerek çok küçük yaþta gitmiþ olduðu bir oyunda sahnedeki cinayetin oyuncular tarafýndan gerçek sanýlýp arkadan bir grup gencin oyuncuyu dövecek olduðuna þahit olduðunu belirtir.1 Bu gibi olaylarýn sadece bizim gibi temaþa ile fazla yakýnlýðý olmayan memleketlere mahsus olmadýðýný, aktörün vereceði heyecanlarýn hududunu taþýrdýðý her yerde böyle hitaplar ve böyle muamelelere maruz kalmasýnýn mümkün olduðunu ekler. Hakiki çehresiyle görülmeye bile tenezzül edilmeyen veya temaþasýndan sadece istikrah duyulan þeylerin ruhtan hiçbir þey ilave etmeden, ruhun süzgeciyle onu temizlemeden, ruhun heyecanýyla ona bir ulviyet ilave etmeden gösterilecek olduktan sonra, temsil sanatýnýn hiçbir kýymet ve necabeti kalmadýðýný söyleyen Nahid Sýrrý; resmin meziyetinin sýrf gösterdiði þeyin tafsilatýndaki sýhhat ve isabet olmadýðýný þayet böyle olsaydý, fotoðraflarýn bu asrýn en büyük ressamlarý olacaðýný ilave eder. Ve heykellerin deðerinin sýrf gösterdikleri þeylerin hakikate mutabakatý itibariyle sahib-i kýymet, bunlarýn behemehal türlü renklere boyanmýþ olmalarýný gerektireceðini belirtir. Sahnede görülmek istenen ýstýrabýn, elemin, kin ve felaket sahnelerinin hayatta görülen mümessillerinden daha ulvi ve daha bedii olmasý gerektiðinin ýsrarla üzerinde durmuþ ve bütün bunlarýn aktörün sanatýyla ancak olabileceðini vurgulamýþtýr. Ona göre bir tiyatro eserinin varlýðý ancak baþarýlý bir oyun sayesinde tamamlanýr. Temsil sanatýnýn hayatýn hakiki facialarý karþýsýnda vereceði heyecanlardan baþka bir de tamamýyla iyi ve güzel, estetik, edebi estetik mahiyeti bulunmasý gerektiðinin üzerinde önemle durur. Bunu meydana getirecek olan unsurlarýn en önemlisinin de mümessilin kudreti addederek aktörün kudret ve salahiyeti hakkýnda iki görüþ olduðunu vurgular: Bazý þöhretli piyes yazarlarýnýn sahnede her þeyin piyesten ibaret olduðunu, gerek rejisörün gerek oyuncunun yazarýn emrine eksiksiz itaat etmeleri þeklinde düþündüklerini; ama bazý sahne düzenleyicileri ise muharririn de mümessilin de kayýtsýz þartsýz kendi emirlerine itaat etmeleri gerektiðini düþünürler. Yine baþka bir yazýsýnda Nahid Sýrrý, bizde ve Fransa'da tiyatro tenkidi edebiyatýndan bahsederek bunlarý karþýlaþtýrýr. Fransýz tiyatrolarýnýn bizden daha iyi olduklarýný, bizim yegane tiyatromuzdaki gibi her oynanan oyunun ancak birkaç gece halkýn raðbetini temin edebildiðini ifade eder. Buna baðlý olarak da bizdeki tiyatro tenkitlerinin Avrupa'daki tiyatro tenkitlerine nazaran pek basit ve nakýs olmalarýnýn da kaçýnýlmaz olduðunu ileri sürüyor haklý olarak. Fransa'da resmi tiyatrolarýn yaz mevsiminde de ayný faaliyeti gösterdiðini, ötekilerin ise kýsa bir müddet kapalý kaldýðýný söylüyor. Asýl tiyatro mevsimi olan kýþ aylarýnda, þehrin kýrk-kýrk beþ tiyatrosunda haftada en az üç en fazla sekizdokuz yeni piyesin izleyicisine arz olunmasý gerektiðini ve bu piyeslerin hepsinin tiyatro münekkitlerine gösterildiðini belirtir. Paris'te bütün gazete ve mecmualarýn birer tiyatro münekkidi olduðunu ve hepsinin de intibalarýný piyesin ve muharririn önemine göre kýsaca veya uzun uzun anlattýklarýný, ayrýca Fransa' da tiyatrolarýn asýrlardan beri manzum-mensur ve dram-komedi þeklinde nice hayat safhasýný göstererek devam edip gitmesiyle beraber, her sýnýf için tiyatroya gitmenin adet olmadýðýný görmüþtür Nahid Sýrrý.2 Tiyatro tenkidi edebiyatýnýn gazetelerin umumileþmesi ve gazeteciliðin zaferinden sonra baþlamýþ olduðunu bunun da Sarsey'le bir nevi edebî þeklini aldýðýný belirtir. Sarsey'in bunu halkýn raðbetine mazhar olan ve olmayan piyesler þeklinde ayýrarak yaptýðýný, övgüsünü de yergisini de muayyen düsturlara istinat ettirerek, temiz fakat heyecansýz lisanla yazdýðýný ve ilmi bir konuyu tartýþýr gibi akýl yürüttüðünü öðreniyoruz. Buna mukabil bizdeki tiyatro tenkitlerinin hiçbir geçmiþi olmadýðýný, Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde tiyatronun baþlamýþ olduðunu fakat bir münekkidin doðmamýþ olduðunu söyler. Tiyatro var ama tenkit yok. "Vatan" piyesinin çok ses getirdiði halde üzerine yazýlmýþ tek bir yazý bile olmadýðýný üzülerek belirtir Nahid Sýrrý. Tiyatronun geliþimi adýna tenkidin de geliþmesinin þart olduðunun üzerinde durarak bunun için bir tiyatro münekkidinin nasýl olmasý gerektiði konusunda tecrübeleriyle sabit önerileri vardýr. Öncelikle bütün klasik eserleri ve tiyatronun geçirdiði son safahatý okumuþ ve bilmiþ olmasý gerektiðini; bizde oynanan oyunun iyi veya fena olduðunu ancak uzun araþtýrmalar sonucunda ve dikkatli seyahatler sayesinde göstereceðini; böylece bir münakaþa açýldýðýnda da fikirlerini esaslý bir þekilde izah ve ispata muktedir olacaðýna dikkat çekmiþtir. Münekkit denilen adamýn, kariye ve sahneye karþý aðýr mesuliyetleri yüklendiðini de sorumluluklarý fark ettirmek adýna özellikle belirtmiþtir. Bizim edebiyatýmýzda tiyatro müelliflerimiz ve sahne sanatkarlarýmýz için en büyük bahtsýzlýklardan birinin, Türkçenin büyük üstatlarýndan hiçbirinin tiyatro tenkidi sahasýnda yazý yazmamýþ olmalarý olduðunu söyler. ririnin eserlerinin oynanmayacaðýný bile bile sýrf çekmecelerinde saklamak için, tiyatro eseri yazamayacaðýný, yazsa da yenisinin eskisinden iyi olmayacaðýný söyler. Bunun da tiyatro muharrirlerimizin sanat ve kabiliyetlerinin de seyirciye kendilerini tattýrmaya tattýrmaya hüsran içinde ve inkiþaf yoluna girmeden sönmesine ve sahne edebiyatýmýzýn canlanýp zenginleþememesine sebep olduðunu vurgular ve Türk sahnesinin telif eserlere kapýlarýný açmasý durumunda muharrirlerinin kalemlerinin canlanacaðýndan ve belki þimdi susan ve hatta kendi kendilerini sezmeyen yeni kabiliyetlerin ortaya çýkacaðýný haber vermektedir. Ankara'da henüz açýlmamýþ olan þehir tiyatrosunun da bir an önce açýlýp telif eserlere de kapýlarýný açmasýný ýsrarla dile getirmiþtir.3 Bütün bunlar Nahid Sýrrý Örik'in yazdýðý, okuduðu, çevirdiði, izlediði, tenkidini yaptýðý bunca tiyatro tecrübelerinin sadece bir kýsmý. Yazdýðý zaman ne kadar önemsenmiþ ve tecrübelerinden ne kadar faydalanýlmýþ, faydalanýlsa daha az zamanda daha büyük geliþmeler kaydedilmez miymiþ bilemiyoruz. Tiyatro ve tenkidi üzerine maalesef günümüzde bile yeterli bir seviyeye gelinmiþ deðildir. Sinemanýn ve televizyonun hayatýmýza girmesiyle tiyatronun önemini kaybettiði düþünülen bir dönemde, tiyatro tenkidi ne kadar düþünülür, Nahid Sýrrý'nýn kemiklerini sýzlata sýzlata! Dipnotlar 1 "Temsil Sanatýnda Heyecanlarýn Hududu", Hayat, c. 4, nr. 94, 13 Eylül 1928, s.309-311. 2 "Bizde ve Fransa'da Tiyatro Tenkidi ve Edebiyatý", Hayat, c. 5, nr. 113, 24 Ocak 1929, s. 15-16. 3 "Memleketimizde Tiyatro Edebiyatýnýn Ýnkiþafý Bahsi Üzerine", Ülkü, c. 15, nr. 88, Haziran 1940, s. 377-378. TÝYATRO BÝBLÝYOGRAFYASI Sönmeyen Ateþ, Hakimiyet-i Milliye Mtb., Ankara, 1933, 78 sayfa; 2.Basým: Ýkbal Ktp., Ýstanbul, 1938, 56 sayfa. Muharrir , Hakimiyet-i Milliye Mtb., Ankara, 1934, 54 sayfa. Bütün Oyunlarý (Sönmeyen Ateþ, Muharrir, Oyuncular, Para Uðruna, Alýnyazýsý, Ýhanet) d , Oðlak Yayýnlarý, Ýstanbul, 1997, 371 sayfa. BÝR VEFA DAHA: SON ÝLÂVELER Ýsmet Özel Þûle Yayýnlarý, 191 sayfa Of Not Being A Jew kitabý Ýsmet Özel'in son kitabý olmadý, böyle olmakla da kalmadý özellikle o kitaptan sonra þairin þiirlerinde belirgin bir deðiþim görülmeye baþlandý ve bu deðiþimi çözmede bugüne deðin net bir fikir belirtmiþ birini tanýmýyorum, bir cevap alacaðýmý düþündüðüm son dönem yetkin þairleri de dahil. Hâl böyleyken Ýsmet Özel'in bu Of Not Being A Jew'in üçüncü cildi sayýlabilecek Bir Vefa Daha kitabýný diðer iki kitapla bir arada deðerlendirip, Erbain ve Bir Yusuf Masalý'ndan sonra þairin üçüncü kitabý olarak toparlanacaðýný ümit etmekten gayrýsý nafile. Ýsmet Özel'in bugün yazdýðý þiirlere uzak diyarlardan bakýldýðýnda daha anlaþýlýr yorumlara gidilebileceðini düþünüyorum. M.F.K. Nahid Sýrrý Örik SANATTA VE EDEBÝYATTA ELEÞTÝRÝ Walter Benjamin Çev. Elçin Gen-Mustafa Tüzel Ýletiþim Yayýnlarý, 200 sayfa Pozitivist zihnin getirdiði maddeci anlayýþa belki de döneminin en sert eleþtirisini getiren Frankfurt Okulu temsilcilerinden olan Walter Benjamin'in modern eleþtiri kavramýný ele aldýðý bu eserde, eleþtiriyi, bir eserin yorumlamasý olarak deðil, tamamlanmasý olarak gördüðünü belirtir. "Alman Romantizminde Sanat Eleþtirisi Kavramý" altbaþlýðýyla yayýmlanan kitabýn bu baþlýðý aslýnda Benjamin'in doktora tezi. Ve bu tezde düþünür, eleþtiriye hakettiði yeri vermek peþinde. Zamanýnýn tiyatroya olan algýsýný ve ilgisini oyunlara olan raðbetle ve yapýl(a)mayan tenkitlerle ölçen Nahid Sýrrý, döneminin tek sahnesi olan Ýstanbul Þehir Tiyatro'sunun telif eserleri oynatmadýðý bunun sebebini de Türk muharrirlerinin eserlerine halkýn raðbet etmediði ve tiyatronun da ziyan ettiren eserleri oynamaya cesaret edemeyeceði keyfiyeti olduðuna; Ýstanbul Þehir Tiyatrosu'nda tercüme ve adapte eserlerde açýk verdiðini söyleyerek karþý çýkmýþtýr. Hiçbir Türk muhar- A.B. YEDÝ ÞAÝRDEN HATIRALAR Hilmi Yücebaþ Timaþ Yayýnlarý, 280 sayfa BAÞKA YER Donna Haraway Metis Yayýnlarý, 376 sayfa KISACA FELSEFE Kurtuluþ Dinçer MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 17 rmakon Kitap, 270 sayfa Pha MÜKÜS’TEN KANATLANAN KUÞLARIN PÎRÝ: FEQÎYÊ TEYRAN SÂLÝK YOLA DÜÞÜNCE Yýlmaz Yýlmaz Okur Kitaplýðý, 111 sayfa Temel meselesi tasavvuf olan bir öykü kitabý Sâlik Yola Düþünce. Samimiyeti, kýymet bilmeyi, acizliði barýndýran hikâyeler bunlar, yer yer "bunlar yalnýzca hikâyelerde mi kaldý" diye düþündürecek kadar hatta. Yýlmaz Yýlmaz bu ilk kitabýnda duru bir dille hikâyeler yazan bir yazarýn edebiyat içerisinde yer almasýný haber veriyor, çok sesli bir þekilde deðil, daha içe dönük, kýrýlgan va naif bir biçimde. On beþ hikâyenin yer aldýðý kitabý baþlýklar arasýnda göz gezdirmem sonucunda "Meczup Mustafa" hikâyesinden okumaya baþladým, piþmanlýk duymadým, belirtmek isterim. M.F.K. LACAN Haz. Nami Baþer Say Yayýnlarý, 208 sayfa Kitap, Freud'un yücelttiði psikanalizi yeniden canlandýran düþünür olarak bilinen Jacques Lacan'ýn Nami Baþer tarafýndan hayatý ve eserlerinin yaný sýra felsefesinin kapsamlý bir özetini sunuyor. Düþünürün eserleri ve felsefesi üzerine dair yapýlan deðerlendirme ve tespitlerin yanýsýra, eleþtirileri de barýndýrýyor bu bir nevi Lacan risalesi. Kitapta farklý bir Freud okumasý saðlamaya çalýþan Lacan' ýn, psikanalizin dokunduðu unsurlarýn daha ne kadar geniþletilebileceðini de tespit etmek mümkün. A.B. » Ayhan GEVERÎ Klasik Kürt þiirine sade bir söylem kazandýran Feqîyê Teyran 1560 yýlýnda, Van'ýn Bahçesaray (Müküs) ilçesinde doðmuþ ve yine 1640'ta Bahçesaray'da vefat etmiþtir. Mezarý da Bahçesaray'da olan Feqîyê Teyran'ýn gerçek ismi Muhammed olup bazý kaynaklarda "Mîr Mihê" þeklinde geçer. Müküs beylerinden Þêx Evdila'nýn oðlu olan Feqîyê Teyran'ýn ailesi asilzadeler olarak adlandýrýlýrdý. Klasik Kürt edebiyatýnýn en önemli ve en tanýnan mutasavvýf-þairlerinden biri olan Feqîyê Teyran (1560-1640) gerek þiir dilinin sadeliði ve gerekse de iþlediði tasavvufî konulara hâkimiyeti ile klasik Kürt edebiyatýnda ayýrt edici bir yere sahiptir. Özellikle tasavvufî ve irfanî þiirler yazmýþ olan Feqîyê Teyran'ýn eserleri, günümüze kadar hem sözlü hem de yazýlý þekilde aktarýlagelmiþtir. Divan'ýnda daha çok Allah sevgisi, ilahî aþk, vahdet-i vücûd ve güzellik temalarýný iþleyen Feqîyê Teyran, þiirlerinde klasik edebiyatýn dayandýðý arka plana dair geniþ bir konu yelpazesi sunar. Þairin geleneksel çerçeve içinde mazmunlarla örülmüþ manzum metinlerinde sosyal hayata dair birçok temayla da karþýlaþýlýr. Yazmýþ olduðu þiirlere bakýldýðýnda klasik þairlere has tasavvufî hassasiyetlere sahip olmasýyla beraber, þiirlerinde konuþma diline yakýn sade bir dil kullanmasý, tasavvufî öðeler dýþýnda halk kültüründeki folklorik unsurlarý da ustaca kullanmasý Feqîyê Teyran'ý klasik Kürt ÞEHR-Ý SAFA Shirine Hamadeh Ýletiþim Yayýnlarý, 398 sayfa GELECEÐÝN TARÝHÝNÝ OKUYANLAR Max Brockman Profil Yayýnlarý, 224 sayfa TÜRKÝYE’DE DEMOKRATÝKLEÞME VE ANAYASA YAPIMI POLÝTÝKASI Ergun Özbudun Doðan Kitap, 114 sayfa SAYFA 18 | MÜFREDAT.02 edebiyatýnda öne çýkaran önemli bir özelliðidir. Bu nedenle de Divan'ýnda ya da yazmýþ olduðu destanlarda, folklora ait çok fazla detay vardýr. Bununla beraber þairin mahlasýndan da anlaþýldýðý gibi, Feqîyê Teyran'ýn kuþdilini bildiði ve kuþlarla konuþabildiði söylenir. Feriduddin Attar'ýn meþhur eseri Mantýku't-Tayr'da geçen "Sîmurg" hikâyesine benzer tarzda "Þêx Sen'an" hikâyesini manzum bir þekilde yazan Feqîyê Teyran'ýn kuþlarla konuþamadýðý düþünülse bile, tasavvufi gelenek içinde kullanýlan kuþ metaforundan/temsilinden çok iyi yararlanmýþ bir þairdir. Kürt edebiyatý içinde farklý bir üslup ve söyleyiþ tarzýna sahip olan Feqîyê Teyran, özellikle konu seçimi ve seçtiði konularý ustaca iþlemesiyle de öne çýkan bir þairdir. Melayê Cizîrî ve Feriduddin Attar'a yakýn bir edebi söyleme sahip olduðu görülen þairin Divan'ý dýþýnda, "Þeyh-i Sen'an", "Zembilfiroþ" ve "Bersîsê Abid" gibi manzum hikâyeleri de yazdýðý görülür. Klasik Kürt edebiyatý alanýnda uzun zamandýr araþtýrmalar yapan ve iyi çalýþmalara imza atmýþ olan M. Xalid Sadînî'nin Feqîyê Teyran ile ilgili çalýþmasý, yukarýda þair ile ilgili söylenenlerin bilinmesine vesile olmuþ deðerli bir eser: Feqîyê Teyran -Jîyan, Berhem û Helbestên Wî-(Nûbihar Yayýnlarý, 4.Baský, Mayýs, 2010). Büyük emeklerin ve ustaca bir çalýþmanýn sonucunda hazýrlanan eserde Feqîyê Teyran'ýn þiirlerine ve destanlarýna geçmeden önce þair ile ilgili uzun bir giriþ bölümü hazýrlanmýþ. Bu bölümde Feqîyê Teyran'ýn þiirlerini dayandýrdýðý klasik Kürt edebiyat geleneði anlatýlarak okuyucunun Feqîyê Teyran'ýn þiirlerini okumadan önce bu þiirin dünyasýný anlamasý saðlanmýþ ve yine ayný þekilde þairin yaþadýðý dönem, eserlerinin içerik ve þekli üzerine de akademik analizler yapýlmýþ. Xalid Sadînî, çalýþmasýný daha çok yazýlý kaynaklara dayandýrmakla beraber -ki bunlar daha çok medrese ehlinin elinde bulunan elyazmasý kaynaklardýr- Feqîyê Teyran ile ilgili sözlü kültürden de yararlanmýþ, halk arasýnda kendisi hakkýnda söylenen efsane ve menkýbeler de kitaba dâhil edilmiþtir. Feqîyê Teyran'ýn Divan'ý üzerine yapýlan önceki tüm çalýþmalarýn da gözden geçirilip o eserlerdeki eksiklerinin tamamlandýðý Xalid Sadînî'nin eserinde akademik kaygý ön planda tutulmuþtur. Zira yazarýn Feqîyê Teyran' ýn Divan'ýndaki þiirlerini diðer kaynaklarda geçen benzer varyantlarla mukayese etmesi ve bu varyantlarýn/nüsha farklarýnýn dipnotlarda verilmesi eseri edisyon-kritik tarzda hazýrlanan akademik tezlere yaklaþtýrmýþtýr. Feqîyê Teyran'ýn ilahî aþk, hikmet, irfan, vahdet-i vücud, kadýn ve tabiat güzelliði gibi temalarda þiirler yazmasý onu diðer klasik þairler gibi kýlar. Fakat özellikle tarikat adabý ve "seyr-i sülûk"u sembolik bir dilde anlatmasý, bunun yanýnda sadece gazel ve kaside tarzýna mahkûm olmayýp özellikle tarihî hikâye ve meselleri konu edinmesi onun en büyük özelliði. Çünkü diðer dillerdeki klasik edebiyatlarda da görüldüðü gibi Kürtçe'de de nazým, nesri arka plana itmiþ, düzyazýdan ziyade þiir revaç görmüþtür. Bunu çok iyi fark edebilmiþ olan Feqîyê Teyran aruz dýþýna çýkmamýþ olsa da nazým þekli olarak klasik Kürt edebiyatýnda önemli deðiþiklikler yapmýþtýr. Belki Türk edebiyatýndaki mukabili Yunus Emre ile mukayese edildiðinde daha rahat bir þekilde görüleceði gibi, Feqîyê Teyran konularýný tasavvuf dairesi içinde seçmesine raðmen hemen hemen hiç mesnevi tarzýnda yazmamýþtýr. Birçok destaný ve uzun aþk hikâyesini yazmýþ olsa da hiç beyit kullanmamýþtýr. Daha çok dörtlüklerden oluþturduðu eserlerini günlük dile yakýn bir dil ile yazmasý, þairi toplumun hemen her katmaný tarafýndan okunur kýlmýþtýr. Tasavvufî hikâye ve mazmunlarý folklorik tarzda yeniden yazan Feqîyê Teyran'ýn "Þêxê Sen'an", "Zembîlfiroþ", "Bersîsê Abid" ve "Hespê Reþ" hikâyeleri aslýnda modern romanýn iþleyebileceði kývamda tahkiyelerdir. Tasavvuf erkânýna göre bir sofînin terbiyesi ve ruhunun hamlýktan kemale eriþmesi süreci gibi konularda didaktik bir söylemi tercih ederek bu hikâyeleri yazan þair, Þark'ýn ilim ve hikmet birikimini sade ve akýcý bir Kürtçe ile aktarmýþtýr. Feqîyê Teyran Tüm bu önemli özellikleriyle Feqîyê Teyran þiirini hakkýyla çalýþmasýnda sunan Xalid Sadînî, Kürt edebiyatýnýn baþyapýtlarýndan birini yeniden keþfetmemizi saðlamýþtýr. Bu deðerli çalýþma sadece Kürt edebiyatýný anlamaya yardýmcý olmayacak, ayný zamanda Kürtlerin geniþ gönül dünyasýný, kendi Rabbini incitmemek için kaleden atlayýp beþerî arzulara yenik düþmemeyi öðütleyen Zembîlfiroþ'u da bize Kürtçe anlatacak. OSMANLILAR Halil Ýnalcýk imaþ Yayýnlarý, 320 sayfa T Dünyada farklý otoritelerce de kabul edilen Halil Ýnalcýk'ýn ilmi, araþtýrmalarý ve zekâsý; bu yolda tükettiði altmýþ yýlýn birikimiyle birleþerek, alanýnda önemli bir konuma bir anda yerleþen Osmanlýlar'ýn altyapýsýný oluþturuyor. Ünlü tarihçinin, bu imparatorluk hakkýndaki genel deðerlendirmeleri ve bir takým yeni bilgileri de eklemesi dýþýnda; fetihler, kurumlar, toplum ve özellikle de Hýristiyan Avrupa ile iliþkilere de, araþtýrmalarý sayesinde yeni bir perspektifle bakýlabileceðinin örnekleri de yer alýyor. Îro ji Dest Husna Hebîb Îro ji dest husna hebîb Sergeþte û heyran im ez Min eþq û muhbet bûn nesîb Sewdayê sergerdan im ez Eþqê gelek sewda kirin Bê mal û bê mewda kirin Nûra çira winda kirin Mûsayê 'Umran im ez A.B. Mûsa ji dest husna bi nûr Þîrîniya xalên di hûr Secde bire ber Kohê Tûr Nêzîkî remzê wan im ez Remzê ku dê dilber bikin Carek bi çeþman seyr bikin Dê Kohê Qaf kerker bikin Mecrûhê pir kovan im ez Ah ji dest kovan û qehran Min sebir nayêt li sehran Þubhetê mewcên di behran Qulzemê 'Umman im ez TAHAMMÜL ÞERÝDÝ Cafer Keklikçi Timaþ Yayýnlarý, 96 sayfa Qulzem û behrên di heftê Agirê eþqê ku keftê Dê sojit þubhetê neftê Min diye û pê zanim ez Timaþ'ýn baþlattýðý "Çaðdaþ Türk Þiiri" dizisi özlediðimiz bir yayým sürecini baþlatmýþ görünüyor. Cafer Keklikçi'nin Tahammül Þeridi de bu dizi içerisinde yayýmlandý. Þairin ilk kitabý Tanýnma Korkusu ile ikinci kitabý Yasak Bölge arasýnda yazmýþ olduðu fakat ikinci kitabýna almadýðý þiirleriyle açýlýyor kitap. Bu þiirler ile, þairin 2007 sonrasýnda yazdýðý þiirler arasýndaki fark net bir þekilde ortada. Gittikçe yerini yurdunu seçmiþ, anlatmaya daha çok meyleden bir þiire açýlýyor Cafer Keklikçi. Þiirlerindeki öfke, eleþtiri ve yer yer ilenç de son þiirlerde daha baskýn olarak görünen üslup unsurlarý. Min diye muhbet çi reng e Soht e dijwar e pereng e Min mudam dil jê bi heng e Bi nalîn û efxan im ez Nalîna teyr û tiyûran Kalîna çeng û bilûran Xuxulîn d'qesr û qisûran Bilbilê xweþxwan im ez Bilbilim daîm dixwînim Ez yekî er te nebînim Dîn dibim sewda dimînim Þerxweþ û sekran im ez M.F.K. TEZKÝREDEN BÝYOGRAFÝYE Mustafa Ýsen ….. ….. Kapý Yayýnlarý, 376 sayfa MUTLULUÐUN PEÞÝNDE "Mîm û Hê" aqil ve der da Sicleya iþqê û derda Lew qelem anî bi ser da Me'fûyê xufran im ez Stanley Cavell etis Yayýnlarý, 368 sayfa M KATEGORÝLER Ýbn Sînâ MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 19 Litera Yayýnlarý, 544 sayfa FARZIMUHAL "Þiirin tahammül edemediði onlarýn tahammülsüzlüðü ve sansürüdür." 11-15 Mayýs 2010 tarihleri aralýðýnda gerçekleþtirilen Uluslararasý Ýstanbul Þiir Festivali'ne katýlacak olan þairlerden biri de Didem Madak'tý. Madak'ýn biyografisinde yapýlan izinsiz bir deðiþiklik sonrasýnda þair büyücülüðüne ket vurulmaya çalýþýldýðýný söyleyerek, aþaðýda bir kýsmýný alýntýladýðým bir açýklamayla festivali terkettiðini açýkladý. Çok da iyi yaptý. "Özgeçmiþ Sansürü Festival Broþürü için benden özgeçmiþ istendiðinde, göndermiþ olduðum özgeçmiþ metninin son cümlesi "Þu sýralar cadýlýk, büyü çeþitleri gibi konularla ilgileniyor ve bir "Efsun Kitabý" düþlüyor."þeklindeydi. […] Bu cümleyi her kim özgeçmiþimden hangi sebeple çýkarmýþ olursa olsun, þunu bilmesini istiyorum. Ben cadýlarý sevmeyenleri sevmiyorum. Cadýlardan korkanlardan da korkmuyorum. Özgeçmiþime uygulanan bu sansürü þiirime uygulanmýþ kabul ediyorum. Cadý avcýlarý her çaðda olmuþtur. Bugün de vardýr. Ve maalesef artmaktadýr. Bir þiir festivali kitapçýðýnda dahi cadýlýða tahammülü olmayanlara bildirmek isterim. Yazmaya çalýþtýðým kitap bir "efsun kitabý" olacak, cadý avcýlarýna yönelik büyü giriþimlerim sürecek. Benden bir hanýmefendi olmamý bekleyenler ve haným hanýmcýk bir özgeçmiþ yazmamý dileyenler özgeçmiþimi (hangi sebeple olursa olsun) kesip biçenler biliyorum ki bazý haddini bilmez beyefendilerdir. Onlar muhtemelen þiiri ýlýk bahar yaðmurlarý ile karþýlaþtýrýp, bir tür oyun hamuru gibi istedikleri gibi yoðurabileceklerini zannedenlerdir. Bu beyefendilerin bilmesini istediðim bir husus vardýr. Þiir onlarýn zannettiðinden çok daha sert ve çetin bir þeydir. Þiir onlarýn caiz bulmadýðý pek çok þeyi barýndýrýr. Þiirin tahammül edemediði onlarýn tahammülsüzlüðü ve sansürüdür. Denilebilir ki "ne olmuþ caným bir cümleyi çýkardýlarsa, sen de aklý baþýnda bir özgeçmiþ yazsaydýn.'' Böyle söyleyenler þair deðildir ve hiç olmayacaklardýr. Hiç olmamýþlardýr. Aklým baþýmda olsaydý þiir yazmazdým. Aklým baþýmda olsaydý her devirde nasýl beceriyorsam muhalif olmanýn bir yolunu bulmazdým." .F.K. lemeleri ve bunun dýþýnda önemli çevirileriyle; bilim felsefesi, tarih, sosyoloji gibi beþerî bilimlerle ilgili çeþitli konularda yayýmladýðý eserleriyle ön plana çýkan Vadi Yayýnlarý, daha sonralarý, ekibindeki ayrýlýklarla birlikte zor günler geçirmeye baþladý. Birçok kýymetli eseri yeniden yayýmlan(a)mayýp unutulmaya yüz tutarken; kaygýlar ve heyecanlar gitgide söndü, söndükçe bir kültür mevzuundan çok bir para kazanma kapýsýna dönüþtü. Zaten para için kazanma amaçlý kurulan birçok yayýnevi varken Vadi Yayýnlarý'ný ele aldýðýmýzýn, ya da baþka bir açýdan, "yayýn ahlaký ve ahlaksýzlýðý" gibi bir baþlýðýn altýnda Vadi Yayýnlarý'ndan bahis açmamýzýn sebebine gelecek olursak; bu tepkinin de bir kaygý ürünü olduðunu dile getirebiliriz. Bu kaygý, basit gibi gözüken ama mide bulandýran bir meseleden, redaksiyon hatalarýndan ibaret. Burada ilk baþta okuyucunun göz zevki düþünülebilir; ancak bilhassa belirtmek istediðimiz, okuyucudan önce "eser"in kýymetine verilen oldukça düþük ve metalaþmýþ pahadýr. Þüphesiz elinizdeki dergide de sayýsýz redaksiyon hatasý bulunabilir ve eleþtirilebilir. Haklý bir eleþtiridir de. Yapmamýz gereken, bu iþi "adam gibi" yapmaktýr; hatalarýmýz affola. Hatalarýmýz affola diyorum, çünkü biliyorum ki yaptýðýmýz hatalarýn görmezden gelinebilecek türden hatalar olduðunu biliyorum. Fakat birazdan göstereceðim hatalar için; býrakýn görmezden gelmeyi, kitabý kaldýrýp atmayý düþüneceksinizdir. Bahsi geçen eser, Quentin Skinner'den çevrilen Çaðdaþ Temel Kuramlar. Vadi Yayýnlarý, kitabýn daha önceki bir baskýsýndan tarama ve direk geçirme yoluyla yapmýþ olacak ki, hatalarýn sayýsý binleri geçiyor. Evet, basit bir yöntemdir bu eseri yeni sisteme geçirmek için; ancak oldukça dikkatli bir þekilde tetkik edilmesi gerekir. Hatalar þu örneklerde olduðu gibi oldukça abartýlý olabilir: "…kendilerinin ifade edebilecekleri bir çerçeve saðladýðý düþünü-* lürken…" (s.132); "…baðýmsýz nedenlere ihtiyaç duyacaktýr -bu " oyun kuramýndan…" (s.136); "…üzerinde durduklarý konuda AJftusser*e bir hayli þey boçlular…" (s.198); "Bfaudel…" (s.227). Kitabýn hatalarý inanýlmaz boyuttadýr. Bir yayýncýnýn kitap basmaya hakký vardýr, ancak onu alelade uðraþsýz bir tuðla haline getirmeye hiçbir hakký yoktur; ya da bir yayýncýnýn 272 sayfalýk bir kitap yayýmlama hakký vardýr, ancak 272 sayfasýnýn 272'sinde de hata olduðu halde yayýmlamaya hakký yoktur. Bu ahlaksýz bir yayýn örneðidir; eserin yazarýna, çevirenine, okuruna, bilhassa da eserin kendisine yönelik bir ahlaksýzlýktýr. Buna dikkat etmek bir M . Yayýn ahlaký ya da ahlaksýzlýðý Vadi Yayýnlarý, yýllar öncesinde içerisinde bir takým kaygýlar barýndýran birkaç gencin Bilim Dedikleri adlý eseri çevirmeleri ve yayýmlamalarýyla yola çýkan bir yayýnevi. Medeniyetler Çatýþmasý, Tarihin Sonu, Çaðdaþ Siyasal Akýmlar gibi ses getiren derSAYFA 20 | MÜFREDAT.02 yayýnevi için iyi bir artý deðil, zorunluluktur. Ýletiþim Yayýnlarý gibi, bir baskýsýndaki hatayý diðerinde kesinlikle deðiþtirmektir yayýncýlýk; üçüncü baskýsýna gelmiþ bir kitaptaki sayýsýz hatalý bir kitabý basmak deðildir. Vadi'nin bu hatalý duruþu, diðer yayýnevleri için de iyi bir örnek teþkil etmelidir. Nitekim artýk Vadi, kapanmaya yüz tutmuþ ve artýk çok da umursanmayan bir yayýnevi haline gelmiþtir. [Eserin bahsi geçen baskýsý; Skinner Quentin, Çaðdaþ Temel Kuramlar, çev. Ahmet Demirhan, Ankara, 2007] A .B. Metis Defterleri’ni karýþtýrmaya baþlayalým. Metis Yayýnlarý'nýn "Bahar 2010" katalogunda okuduðum bir müjde bu. Tematik makale seçkilerinden oluþacak, günümüzde tartýþýlan kültürel ve siyasi derlemelerin yayýmlanacaðý bir dizi oluþturuluyor: "Metis Defterleri". Mayýs 2010'da Eric Hazan'ýn hazýrladýðý Demokrasi Ne Âlemde? yayýmlanýyor. Bu ilk kitapta günümüz siyaseti konusunda ufuk açýcý metinleri bulunan isimlerden bazýlarý Jacques Ranciére, JeanLuc Nancy, Alain Badio ve Slavoj Zizek. Demokrasinin kapitalizmin paralelinde olma probleminden, dünyayý þu anda getirdiði konuma deðin bir çok fikrin izleðinde devam eden tartýþmalara verilen cevaplar ve daha da önemlisi çözüm önerileri. Dizinin ikinci kitabý olarak ise Aykut Çelebi'nin hazýrladýðý Þiddetin Eleþtirisi Üzerine yayýmlanacak. Kitap, Jacques Derrida'nýn "Yasanýn Gücü: Otoritenin Mistik Temeli", Walter Hamacher'in "Edimsel Olmayan Grev", "Giorgio Agamben'in "Olaðanüstü Hal", Robert Cover'ýn "Þiddet ve Söz", Zeynep Direk'in "Yasa, Adalet ve Siyaset" ve Aykut Çelebi'nin "Þiddete Karþý Siyaset" yazýlarýndan oluþacak. "Seçkinin temel vurgusu, yasanýn korunmasý için seferber edilen devlet þiddetinden farklý olarak, ve ondan önce, yasa koymanýn kendisinin zaten þiddet içerdiði düþüncesidir." Dizinin diðer seçkilerini de merak ve okuma þevkiyle bekliyorum. M.F.K. Ýki savaþýn harmaný: Savaþ Pilotu 44 yaþýnda uçaðý düþürülerek öldürülen Saint-Exupéry, kendi sonunu görürcesine kaleme aldýðý romaný Savaþ Pilotu’nda; savaþa ve o sýradaki psikolojinin savaþýn mahiyetiyle uzaktan yakýndan bir iliþkisi olmadýðýna dair izlenimlerini veriyor ana karakter üzerinden. Ve hiç þüphesiz ki bu ana karakter, aslýnda kendisi. Savaþ, artýk Nazilerle yapýlan bir mücadele deðil, uçaktaki silah düðmelerine basmaktan ibarettir, kimse savaþý düþünmemektedir, o düðmeye basmak savaþtýr artýk. Bu durumu Exupéry, ayinlerin mum yakma törenlerine dönmesine benzetir; ve haklýdýr da. Exupéry aslýnda romanýn bütününde haklýdýr. “Salt mantýk ruhun yaþamýný öldürür.” derken de haklýdýr; “Ölenlerin hayatta kalanlara güven verdiklerine inanýyorum.” derken de. Exupéry çok haklýdýr. Özden yoksun ve “bakýþ”tan ziyade yalnýzca “varlýk” olan insan, savaþý birkaç ýþýða indirgemektedir. Hem dýþ dünyadaki saçmasapan savaþý, hem de insanýn kendi iç dünyasýndaki savaþý. Savaþ Pilotu, bu iki savaþýn yazar bünyesinde karýldýðý bir hesaplaþma. Tabi Antoine de Saint-Exupéry bir de ölüm ve cenaze var: “Cenazeyi gömme esnasýnda ölüyü severiz. Çünkü onunla baðlantýmýz yoktur. Ölüm büyük bir hadise. Ölü, býraktýðý fikirleri, eþyalarý ve alýþkanlýklarýyla yeni bir iliþkiler aðý oluþturur. Görünüþte hiçbir þey deðiþmez, ama aslýnda her þey deðiþmiþtir. Kitabýn sayfalarý ayný, ama kitabýn içerdiði mânâ deðiþmiþtir. Ölümü kendi benliðimizde hissedebilmek için ölüye ihtiyacýmýz olacak anlarý hayâl etmemiz gerekiyor. O zaman bunun eksikliði hissedilir. Onun bize ihtiyacý olduðu anlarý hayâl etsek. Fakat onun bize artýk ihtiyacý yok. Dostumuzun ziyaret saatlerini düþünmek ve bir boþluðu keþfetmek, hayata bir açýdan bakmak gerek. Halbuki, cesedin gömüldüðü gün, ne mesafe vardýr, ne de açý. Ölüm hâlâ parçalar halindedir. Cesedin gömüldüðü gün, telaþlanmalar, samimi ya da yalancý el sýkmalar, kaygýlar içinde daðýlýp gideriz. Ölü, ancak ertesi dinginlik içerisinde ölecektir. Bir bütünlük içinde belirecek ve yine bir bütünlük içerisinde kaybolup gidecektir. Ve iþte o zaman, bizden ayrýlan ve kalmasýný saðlayamadýðýmýz bu insan için aðlayacaðýz.” [Savaþ Pilotu, çev. Ömer Turan, Nehir Y., 2001, s. 25-26] A.B. Ortalýðý daðýtan bir daðýtýmcý. Avantgardé adýnda bir edebiyat dergisi var. Sakarya'da bir grup Ýslamcý gencin çýkardýðý, devrime ve devrimcilere de selam duran bir dergi bu. Ýlk sayýsýnýn hazýrlandýðý o Temmuz günlerini hatýrlýyorum. Zahit Böcek hazýrlýyordu o zaman dergiyi. Benim de bir þiirim yer almýþtý ilk sayýsýnda. Heyecanlandýran bir dergiydi. Sonra Adnan Dizer yönetmeye baþladý dergiyi, hâlâ da o götürüyor bu þahane iþi. Derginin ikinci ve üçüncü sayýlarýnýn (gayrý resmi dört ve beþ) daðýtýmýný Kültür Dergi Daðýtým üstlensin deyip, daðýtým þirketiyle görüþmüþler ve dergiyi daðýtmayý reddetmiþ þirket. "Etik olarak uygun" deðilmiþ dergi. Gerekçeler Raif Kadýoðlu'nun yazdýðý "haþere-i mübeþþere'den gregor bin kafka" yazý ismi, Cihat Duman'ýn "harf devrimine" ithaf edilmiþ "ilk Görüþte GooL ve" adlý þiirdeki "kýrk dereden defansa su getiriyorum da/israfil düdüdüðü Götürmüyor Aðzýna" dizeleri, Ömer Aybars' ýn "sana allahým diyebilir miyim" adlý þiirindeki "ama gel tanrým/bak yürüyorum öteki yanaðýmda, komþumda/dinlerarasý diyalog/ve affet ki aþýðým./niyazýmda sükutumda çýðlýðý kapatýlmýþ bir parti/yasaklý ve sabýk sevdakarým/tanrým tam da bu saat/kime benzersem benzeyeyim/ne olur/sana allahým diyebilir miyim" dizeleri. Ben bu dizeleri beðendiðimden sebep aldým buraya tek tek. Ayný þekilde Cafcaf dergisini de daðýtmayý reddetmiþler, orada da "münasip" olmayan karikatürler varmýþ. Bir daðýtým þirketinin böyle bir insiyatifi olamaz. Bu sansürdür, bu müdahaledir, bu göz göre göre fauldür. Onlarca yýl, anayasanýn, düþünce özgürlüðüne ket vuran maddelerin, faþist kafalý birkaç adamýn baskýsýyla, yok saymasýyla, düzene sokma çabasýyla yüzyüze gelen þairler, yazarlar, dergiler, düþünce adamlarý, þimdi de sermaye ile mi karþý karþýya kalacaklar yani? Daðýtým þirketi daðýtým yapar, cemaate din dersi vermeye kalkýþamaz. Bir de etik kurulunuz Varlýk dergisinin daðýtmayý nasýl onaylýyor, onu da etik kriterlerinizi merak ederek soruyorum. Bu, ortalýðý daðýtmaktýr. [Bu geliþmeler üzerine de iki aylýk edebiyat dergisi Yumuþak Ge, KDD ile yollarýný ayýrma kararýný yeni yayýmlanan 7. sayýlarýnda yer alan bir manifesto ile duyurdular. Ð'ye de bin selam!] [Bu yazý evvelinde Özgün Duruþ gazetesinde yayýmlanmýþ olup, içimize iþleyen tekrar etme þevkinin iteklemesiyle Farzýmuhal'de de arz-ý endam etmektedir.] M.F.K. BEYAZ PORTRELER Asým Gültekin AHMET MURAT. 1971 Karaman doðumlu. Ezher'de ve Marmara Ýlahiyat'ta okudu. Ser verip sýr vermeyen þair. Kaf ve Rengi þairin ilk kitabýydý, ardýndan Kýþ Bilgisi geldi, Mayýs 2010'da ise Bir Þair Bisikletle'yi yayýmlýyor. Ýnsan yayýnlarýnýn editörlüðünü yaptý. Çetele dergisini çýkardý. Yedi Ýklim, Kýrklar, Heves, Fayrap, Dergâh dergilerinde þiirlerini yayýmladý, yayýmlýyor. Geçen yýl Dergâh'ta yayýmladýðý "1981'de Neler Oldu?" þiiriyle hafsalamýza çekiç darbeleri indirdi. Zeki Bulduk'un dunyabizim.com için sorduðu "neden yazýyorsun?" sorusuna cevabý, "köpekler uluyor, yýldýzlar kýzarýyor, ayvalar tüyleniyor… nasýl yazmam Zeki?" oldu. Ayný söyleþide ölüm hakkýndaki düþünceleri sorulduðunda, ölümü tedris etmiþ olduðunu þu cümle ile gösterdi, kaderimizi ürpertti: "Babamýn ölüsünü ben yýkadým. Stop." HADDÝ AÞAN ÖNERÝLER M. Fatih KUTAN Marcos: Onurlu Ýsyankâr Ignacio Ramonet, Yayýncýlýk çev. Kerem Eksen, Sel Ana Metne Taþýnan Dipnotlar Laurent Mignon, Ýletiþim Yayýnlarý ademlerden Say Beni B Paul Celan, çev. Gertrude Durusoy-Ahmet Necdet, Artshop Yayýncýlýk Þey ve Tan Mehmet Sabri Genç, Þûle Yayýnlarý arajevo Marlboro S Miljenko Jergovic, çev. Beliz Coþar, Ýletiþim Yayýnlarý Abdullah BAÞARAN Akýl Tutulmasý Max Horkheimer, çev. Orhan Koçak, Metis Yayýnlarý Bilimsel Devrimlerin Yapýsý Thomas Kuhn, çev. Nilüfer Kuyaþ, Alan Yayýncýlýk Cam ve Elmas Sadýk Yalsýzuçanlar, Timaþ Yayýnlarý Tehlikeli Oyunlar Oðuz Atay, Ýletiþim Yayýnlarý arihi Yeniden Düþünmek T Keith Jenkins, çev. Bahadýr Sina Þener, Dost Kitabevi Yayýnlarý MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 21 ALTYAZI SOLARÝS SOLARÝS, STANISLAV LEM, ÇEV. MEHMET AKÖZER ÝLETÝÞÝM Y., 1997, 236 SAYFA » Halim YAR Roman, hayata bazý tutkularý ve iþiyle baðlý doktor Kelvin'in belki de kalan tek yakýn arkadaþý Gibarian' ýn çaðrýsý üzerine Solaris gezegeni atmosferine oturtulmuþ bir uzay gemisine gitmek için yola çýkmasýyla baþlýyor. Uzay gemisinde bulunanlarýn psikolojik sorunlarý söz konusudur ve hükümet, deðerli mürettebatýnýn ve gemisinin durumundan endiþelidir. Kelvin'in uzay gemisine adým atmasý ile garip ve ürkütücü olaylarýn burada yaþandýðý anlaþýlýyor. Beklemediði tuhaflýklarla karþýlaþan Kelvin'in; gemi mürettebatýndan olan hayattan býkmýþ, yaþamýný bilim yolunda harcamaktan yorgun düþmüþ insan bakýþlý Snow'la karþýlaþmasý ve Snow'un ketum tavrý merakýný katmerliyor. Gibarian'ýn kendini öldürdüðünü de öðrenince allak bullak olan Kelvin, sonra bilimsel iticilikle yaþayan ve bürokrasiyi andýran Sartorius'la tanýþýnca ona gemide neler olduðunu soruyor. Cevap ise “Sana da ziyaretçiler gelmeden anlayamazsýn” oluyor. Burada ziyaretçi, geçmiþte saklanýlan bir aný, mahrem anlarýn birinde yaþanýlan piþmanlýktýr. Kelvin'in uyumasý ile piþmanlýðý, günahý, arzusu, hayatýnda en baskýn anýsý olan þey, Rheya ortaya çýkýyor. Rheya karakteri ise çocuksu bir masumiyete ve baðlýlýða sahip. Baðlýlýðýnýn sebebi sanki varlýðýnýn Kelvin'e yapýþýk olmasý. Ilk þoku üzerinden atan Kelvin; istediði gerçekleþen birinin, bu zaten böyle olmasý lazýmdý düþüncesi tarzýnda, vurdum duymaz bir tavýrla hareket ediyor. Yýllar önce Rheya'ya yaptýðý kötülüðün suçluluk etkisiyle ondan kurtulmaya, kabullenilmiþ ve unutulmuþ günahýnýn yükünü üzerinden atmaya çalýþýyor; ama Rheya ile tekrar hiçbir þey olamamýþ gibi, bir sonraki uyanmasýnda karþýlaþýyor. Kelvin bundan sonra günahýný kabulleniyor ve onu Sartorius'tan korumaya çalýþýyor. Tabii ki hesaba katmadýðý Rheya'nýn bilinç sahibi olmasý ve gerçekleri kavramaya baþlamasý her þeyi deðiþtiriyor. Belirsizlik, tekinsizlik, tedirginlik ve korku; yolculuða çýkmadan hissettiðimiz duygulardandýr. Belirsizlikte gelecek hakkýnda öngöremediðimiz bir konu mevzubahistir. Belirsizlik kendisini yabancý olarak tanýtýr bize, keþfedemediðimiz bilinmeyen… Belirsizlik güveni de bir nevi ortadan kaldýrýr, yabancý sakýnýlaSAYFA 22 | MÜFREDAT.02 rak yaklaþtýðýmýz, hakkýnda þüphelerimizin olduðu, her hareketinin altýnda art niyet araþtýrdýðýmýz, kelimelerinin altýný kazdýðýmýz kiþi ya da mekandýr. Baþka bir mekanda bulunduðumuzda ya da yolculukta sürekliliðini koruyan karþýsýndaki deðiþim yüzünden güvenimizin törpülenmesiyle, bu da bizi tedirgin eder. Bunlarýn toplamý da korku olarak önümüze çýkar. Belki de bu yüzden en güvende hissettiðimiz an, evimizde tanýdýklarýmýzla beraber olduðumuz ve sadece o ana bilmeden odaklandýðýmýz zaman dilimidir. Bu anlar tenimizi diken diken eden, içimizin ürpermesine neden olan, kafamýzdan uzaklaþtýrmaya çabaladýðýmýzda oraya olanca gücüyle saplanan ölümün düþünülmediði anlar olduðu için tek mutlu olduðumuz ama bu düzensizliðin ardýndan sonrasý içinse bizi mutsuz eden zaman dilimleridir. Bu yüzden belirsiz olan korkulandýr ve insan hiçbir þeyi tam anlamýyla bilemediðinden korkmaya mahkumdur. Korku ilmik ilmik içimize iþlenirken biz, neden dünya bu kadar meçhul demeyi öteleyip korkuyu unutturacak uyuþturucu þeylere baþvuruyoruz. Kimi için bu içkidir, kimi için þarký, kimi için gece gündüzünü eðlenceye býrakmak, kimisi için iþine odaklanmak... Bu uyarýcýlar belirsizliðin mezrasýnda bir yere tutunma çabasýdýr. Zannýmca Kelvin'in de yapmaya çalýþtýðý iþi ve arkadaþlarýyla bu hayata tutunmak ve onlarýn ardýndan gitmek. Belki de yazar bu yolculukla hayat içindeki trajik durumumuzu, hiçbir yere tutunamadýðýmýzý ve tanýdýklarýmýzý aslýnda tanýmadýðýmýzý ve çaðýmýzla yabancýlaþmanýn arttýðýný anlatmaya çalýþýyor böylelikle. Roman kiþileþtirmelerle baþlýyor. Örneðin bir tulumun havasýnýn inmesi bezgince yapýlmýþ bir harekete benzetiliyor. Yazar bununla mekaný adeta canlý bir varlýk gibi göstermeye çalýþmýþ. Kitapta en aðýr basan bu tip benzetmeler ve sayýsýz tasvir. Gezegenin uzun uzadýya betimlemeleri ile ister istemez böyle bir gezegenin var olduðu, var olmasa da var olmasý gerektiði izlenimi zihnimizde oluþuyor. Yazar, Solarisoloji diye bir bilim dalý uydurmayý ve bu bilim dalýnýn terimlerini anlatýrken eleþtirecek kadar özel bir çaba harcamýþ. Yalýmlarýyla, ýþýnýmlarýyla, beynimizi etkileyen bilinçsiz iradesiyle, yörüngesinde bulunduðu -yin ve yang’ý andýran- kýzýl ve mavi güneþ- leriyle ve tarihiyle Solaris bir tanýdýðýmýz hissi uyandýrýyor böylelikle. Öyle ki bir insaný ne kadar tanýsak da onun hareketlerini kestiremediðimiz, davranýþlarýna kati bir çizgi koyamadýðýmýz gibi Solaris'in deonu ne kadar tanýrsak tanýyalýmyapacaklarý bizim için o kadar muðlaklaþýyor. Bu onun, romanýn büyük bir kýsmýný iþgal eden karakter haline gelmesine neden oluyor. Gezegen tasviri ve tarihinin uzunluðu biraz sýkýcý olmasýna raðmen ki bu mekanýn varlýðý ara metinlerde hatýrlatýlmaya çalýþýlmýþyazarýn edebi kabiliyetine yaslanmýþ metin anlatýma canlýlýk katmýþ. Solaris'e biçtiði karakter alt metni ise tanrýlýk, tanrý karþýsýnda insaný bir devin karþýsýnda duyulan güçsüzlük ve korkuya benzeterek anlatma gereði duymuþ kanýmca. Sonra bu imge üzerinden tanrý fikrini sorguluyor; tanrý nasýl yaratýr, yaratýrken uzun uzadýya düþünür mü, bir sebeplilik ilkesine baðlý mý kalýr, yarattýðý umrunda mýdýr. Lem'in en temel özelliði de burada ortaya çýkýyor: Gelecekte gerçekleþecek ihtimal üzerinden spekülasyonlarla sorunu tartýþmak, insan üzerindeki etkisini günümüz insaný üzerinden cevaplamaya kalkýþmak ya da yaþam içindeki bir soruyu gelecekteki ihtimali imgeleþtirme üzerinden araþtýrmak. Iki kez filme çekilen eser, bilimkurgu dalýnda onurlu bir duruþ sergiliyor. Her iki film de görülmeye deðer. Tarkovski'nin o mekaný teknoloji elvermediði için kurmakta zorlanmasýndan ve kitabý olduðu gibi aktarmasýndan dolayý kendi adýma fimi izlerken biraz sýkýlsam da oyunculuklarý için fimi izlemeye deðer buluyorum. Soderberg'in filmi senaryodaki deðiþikliklerle bir aþk filmi olmaktan öteye geçemese de bilgisayar teknikleriyle yönetmen filmde ana karakteri, yani mekaný yaratabilmiþ. Küçük dokunmalarla tanrý sorgulamasý Rheya karakterinin diyaloglarý ve filmin içine sýzan þiirle saðlanmýþ. Karakterleri canlandýrmada Tarkovski'nin yanýnda sönük kalmasýna raðmen Rheya karakterini canlandýran aktrist bence, Rheya'nýn sayfadan gerçek hayata geçmiþ hali. EL ÂLEM NE OKUR? -Ya da Okurun Zamanaþýmýna Uðramayan Haklarý01. OKUMAMA HAKKI. 02. SAYFA ATLAMA HAKKI. Savaþ ve Barýþ'ý on iki veya on üç yaþlarýmdayken okumuþtum ilk kez. (Galiba on üç, çünkü orta ikideydim.) Yaz tatilinin baþýndan beri, kardeþimin (Yaðmur Gelince meselesindeki kardeþim) dev bir romana daldýðýný ve gözlerinin doðduðu topraklara kavuþmaktan çoktan vazgeçmiþ kâþifin gözleri kadar uzaklarda olduðunu görüyordum. "O kadar güzel mi?" "Müthiþ!" "Ne anlatýyor?" "Bir herifi seven ve üçüncü biriyle evlenen bir kýzýn öyküsü." Kardeþimde her zaman özetleme yeteneði olmuþtur. Yayýncýlar onu "arka kapaklarý" (okutmak için kitaplarýn sýrtýna yapýþtýrýlan o dokunaklý satýrlarý) yazsýn diye iþe alsalardý, bizleri boþ laflardan kurtarýrdý. "Ödünç verebilir misin?" "Senin olsun." Yatýlý öðrenciydim, benim için paha biçilmez bir hediyeydi bu. Bir dönem boyunca beni sýcak tutacak iki büyük cilt. Beþ yaþ büyüðüm olan abim o kadar aptal deðildi tabii (hiçbir zaman da olmadý), ve her ne kadar güzel yazýlmýþ olsa da Savaþ ve Barýþ'ýn bir aþk öyküsünden ibaret olmadýðýný çok iyi biliyordu. Fakat gönül yangýnlarýndan hoþlandýðýmý da biliyordu ve özetlerinin gizemli anlatýmýyla merakýmý hafifçe gýdýklýyordu. (Gönlüme göre bir "pedagog".) Sanýrým, bu romana atýlmak için bana serüven ve polisiye dizilerini geçici olarak bir kenara býraktýran þey, abimin cümlesindeki aritmetik esrardý. "Bir herifi seven ve üçüncü biriyle evlenen bir kýz..." Dayanabilen beri gelsin. Gerçekte hesaplarýnda yanýlmýþ olsa da, hayal kýrýklýðýna uðramadým. Aslýnda Nataþa'yý seven dört kiþiydik: Prens Andrey, Anatoli serserisi (Buna aþk denebilir mi?), Pyotr Bezuhov ve ben. Madem hiç þansým yoktu, mecburen diðerleri ile "özdeþleþecektim". (Fakat Anatoli bir kenara, ne ittir o!) Bir cep fenerinin ýþýðýnda ve rüya gören, horlayan, elini ayaðýný oynatan elli kiþilik bir koðuþun ortasýnda, bir çadýrda gibi örtülerimin altýnda, geceler boyu sürdüðü için daha da tat kazanan bir okumaydý bu. Gece lambasýnýn ýþýðýnýn yandýðý gözetmen çadýrý hemen yanýmdaydý, ama gel gör ki, aþkta ya hep ya hiç düsturu geçerli. O ciltlerin kalýnlýðýný ve aðýrlýðýný hâlâ ellerimde hissediyorum. Cep baskýsýydý, aðýr gözkapaklarýyla aç gözlü bir âþýk olan Mel Ferrer'in tepeden týrnaða süzdüðü Audrey Hepburn'ün güzel yüzü vardý kapakta. Kitabýn dörtte üçünü atladým, sadece Nataþa'nýn kalbiyle ilgilenmek için. (...) Ebedi Rusya'nýn tarým meselelerini iþlerken Tolstoy'u yalnýz býraktým... Yani, sayfa atladým. Ve bütün çocuklar böyle yapmalý. Ýstedikleri sayfalarý atlayarak neye eriþebileceklerine kendileri karar vermezlerse, onlarý büyük bir tehlike bekliyor demektir: Onlarýn yerine baþkalarý yapacaktýr bu iþi. Birileri budalalýðýn koca makasýyla donanacak ve çocuklar için fazla zor olduðunu düþündükleri her þeyi biçeceklerdir. Korkunç sonuçlar çýkacaktýr ortaya. 150 sayfalýk özetler haline getirilen, sakatlanan, caný çýkarýlan, cýlýz býrakýlan Moby Dick veya Sefiller, bilmeden onlara mal ettiðimiz çok zayýf bir dille tekrar yazýlacaklardýr! (...) Sonra, "büyümüþ" olsak ve itiraf etmeyi istemesek de, yine de hâlâ "sayfa atladýðýmýz" olur, sadece bizi ve okuduðumuz kitabý ilgilendiren sebeplerden ötürü. Sayfa atlamayý bütünüyle yasakladýðýmýz da olur kendimize; burada yazarýn fazla uzattýðýný, bir yerde çok hýzlý geçtiðini, þurada iþi tekrara dökerken þurada da aptallýða verdiðini düþünerek son kelimesine kadar hepsini okuduðumuz olur. Ne dersek diyelim, bu þekilde benimsediðimiz bu inatçý bela görev türünden deðildir, okuma zevkimizin bir kategorisidir. 03. 04. 05. 06. 07. 08. 09. 10. BÝR KÝTABI BÝTÝRMEME HAKKI. TEKRAR OKUMA HAKKI. CANININ ÝSTEDÝÐÝNÝ OKUMA HAKKI. ''BOVARÝZM'' HAKKI. CANININ ÝSTEDÝÐÝ YERDE OKUMA HAKKI. ÇÖPLENME HAKKI. YÜKSEK SESLE OKUMA HAKKI. SUSMA HAKKI. Daniel PENNAC Roman Gibi, çev. Mustafa Kandemir, Metis Yayýnlarý, 1998, sayfa 117-119 3 TL