MÜFREDAT.02
ÝKÝ AYLIK KÝTAP DERGÝSÝ | MAYIS-HAZÝRAN 2010
Hayy Bin Yakzân Baðlamýnda
Akýl-Vahiy Ýliþkisi
» Ferhat TAÞKIN
» Desen: Z.N.
Felsefe, týp, astronomi, matematik ve edebiyat alanlarýnda iyi bir eðitim alan ve
Endülüs'ün yetiþtirdiði en büyük düþünürlerden biri sayýlan Ýbn Tufeyl, Gýrnata þehri
yakýnlarýndaki Vâdiu'l-Âþ kasabasýnda 1105 yýlýnda doðdu, 1186 yýlýnda ise Merrakeþ'te
vefat etti. Dünyada felsefî romanýn ilk örneði olan ve evrim fikrini de içeren Hayy bin
Yakzân adlý eseriyle dünyanýn tanýdýðý önemli filozoflardan biri olan Ýbn Tufeyl, bu
eseriyle Batý'da Gracian Baltasar, Francis Bacon, Daniel de Foe, Leibniz gibi düþünürleri
etkilerken Doðu'da ise Ýbnü'n-Nefis, Molla Câmî gibi Ýslam âlimlerine eserlerinde ilham
kaynaðý olmuþtur. Hayy bin Yakzân romaný, gerekli zihnî kapasiteye sahip olan yalnýz bir
insanýn çabalayarak mutlak hakikate ulaþýp ulaþamayacaðýný konu edinir. Ayný zamanda ulaþýlan bilgilerin vahiyle olan iliþkisini tartýþýr. Yazýmýzda eserin kýsa bir özetini sunduktan sonra esere dair deðerlendirmelerimizi ifade etmeye çalýþacaðýz.
Ýbn Tufeyl, eserinin mukaddimesinde eseri yazýþ amacýnýn ne olduðuna ve filozoflar ile
mutasavvýflar arasýnda ne gibi farklýlýklarýn olduðuna deðindikten sonra, Ýslam filozoflarýyla ilgili deðerlendirmelerde bulunur. Daha sonra Hayy bin Yakzân, Absâl ve
Selâmân'ýn hikayesine geçen Ýbn Tufeyl, Hayy bin Yakzân'ýn doðuþunu iki farklý yaratýlýþ
biçimiyle betimler. Hayy'ýn hikâyesi yediþer yýllýk geliþim dönemleriyle anlatýlýr. Buna
göre, Hayy'ý bulan ceylan onu emzirir ve büyütür. Hayy büyüdükçe canlýlarý gözlemler ve
davranýþlarýný ona göre düzenler. Daha sonra diðer canlýlardan ayrýlan özelliklerini fark
eden Hayy'ýn zihni, deney ve tecrübeye dayanarak sürekli geliþim kaydeder. Buna göre
önce canlýlarý (ve özelde ceylanýn bedenini) inceler ve onlarda aradýðý hakikatin asýl failini bulamayýnca göksel cisimleri inceler, onlarý taklit ederek ruhunu arýndýrmaya çalýþýr.
Bu arýnma süreciyle birlikte Ýlk Fail'in varlýðýný müþahede eder. Ve bu tecrübeyle birlikte
fenafillah durumunu yaþar. Buradan itibaren hikâyeye Absâl ve Selâmân da dahil olur.
Hayy, adaya inzivaya çekilmek için gelen Absâl ile karþýlaþýr. Absâl, Hayy'a dini ve insan
dilini; Hayy ise ona felsefî hakikatleri öðretir. Diðer insanlara da felsefî hakikatleri öðretmek isteyen Hayy, arkadaþýnýn itirazlarýna raðmen onunla birlikte Selâmân'ýn ve
tebaasýnýn yanýna giderler. Ancak amaçlanan þeyde (hakikatleri bütün açýklýðýyla anlatmak ve halkýn buna göre davranmasýný saðlamak hususunda) Hayy, Absâl'ýn adaya
gelmeden önce yaþadýðý gibi baþarýsýz olunca ikisi birlikte adaya geri dönerler.
Eserin bu kýsa özetinden sonra Hayy, Absâl ve Selâmân baðlamýnda akýl-vahiy iliþkisi
konusuna geçebiliriz. Bu konu alegorik olarak Hayy ve Absâl'ýn karþýlaþmasý ve sonrasýyla ele alýnmýþsa da Ýbn Tufeyl, bize bu konudaki görüþlerini eserin mukaddimesinde ehli nazar ile ehl-i keþfi karþýlaþtýrarak vermektedir. Ýbn Tufeyl; ehl-i nazarý aklý, zekasý ve
bilgi duyularý saðlam bir körün haline, ehl-i keþfi ise böyle bir körün gözünün görmeye
baþlamasýndan sonraki haline benzetir. Ona göre ikinci halin bilgisi birincisinden daha
açýk olmasýnýn yaný sýra, o bilgi dolayýsýyla daha büyük bir zevk de alýnýr. Bundan dolayý
"ikinci idrâk daha açýk ve daha ziyâde ferah-bahþa olduðundan evvelkine tefevvuk eder."
(Hayy b. Yakzân, s.17) Bu ikinci hale, bazý kiþiler ilimde tamamýyla kökleþtikten sonra,
bazýlarý ise çalýþmaksýzýn Allah onlarý o fýtratta yarattýðýndan dolayý ulaþýrlar. Bunlar ise
peygamberlerdir. Bazýlarý ise bu hale eriþtiði halde, ilimde tam derinleþmedikleri için
"kimisi 'subhânî mâ a'zama þânî' ve kimisi 'ene'l-Hakk' ve kimisi 'leyse fi sevbî illallah"
(Hayy b. Yakzân, s.13) gibi sözler sarfederler. Oysa bu hal, ne söze ne de yazýya
dökülebilir. Bundan dolayý da ne Aristo ne Fârâbî ne de Ýbn Sînâ'nýn kitaplarý vasýtasýyla bize gelen felsefe bu hale varmak için yeterlidir. (Hayy b. Yakzân, s.18) » s.5
NURLARIN DOÐUÞU Gürbüz DENÝZ 4 |
HAYY BÝN YAKZÂN BAÐLAMINDA AKIL-VAHÝY
ÝLÝÞKÝSÝ Ferhat TAÞKIN 5 |
ÝÇÝMDE TUTTUKLARIM BANA CESARET
VERÝYOR Mustafa CELEP 8 | KÜLTÜREL
SÜREKLÝLÝK MESELESÝ Ali Görkem USERÝN 11
BÝRKAÇ UFUK ÇÝZGÝSÝ Zeynep ÞANLI 12 |
YENÝ BÝR DÜNYAYI MÝYAVLAMAK M. Fatih
KUTAN 14 | MIÞIL MIÞIL KOYUN RUSSELL
|
Ayþe Merve PASLI
15
RÝK’ÝN DÖNEMÝNÝN SINIRLARINDA TEMSÝL
SANATI VE EDEBÝYATI Elif YÜKSEKAY 16 |
MÜKÜS’TEN KANATLANAN KUÞLARIN PÎRÝ:
FAQÎYÊ TEYRAN Ayhan GEVERÎ 18
Ö
SOLARÝS Halim YAR 22
Ýkinci sayý.
Bir derginin ilk sayýsýný yayýmlayabilmesi kadar önemli olan ikinci bir þey de, derginin
ikinci sayýsýnýn yayýmlanabilmesidir kanaatimce. Farklý bir duruþ sergilediðini iddia eden
her dergi düþüncesinin de art plandaki bir hayalidir bu ikinci sayý. Ve Müfredat olarak,
bu ikinci sayýmýzla bu düþünsel duruþumuzun yalnýzca bir hayalden ibaret olmadýðýný
göstermek amacýndayýz; çünkü biliyoruz ki içlerindeki kaygýyla adým atan birçok "fikir",
maalesef tek sayýlarýyla yenik düþtüler bizlere dayatýlan müfredata. Ýþte Müfredat, baský
ve yaratýlan korkulara karþý; inadýna, bastýrýlmayan her kaygý için bir kez daha fikrini
ortaya koyuyor.
Alýnan tepkiler ve gerek olumlu gerekse olumsuz eleþtiriler gösteriyor ki, Müfredat'ýn
duruþu, oldukça saðlam zeminler üzerine kurulu. Bu zemini kurmada baþat rol oynayan
sevgili kardeþim M. Fatih Kutan'ýn da ilk sayýdaki editör yazýsýnda belirttiði üzere, bu
zeminin mayasý, geniþ bir kültür ve coðrafî engelsiz bir entelektüaliteden oluþmaktadýr.
Þüphesiz bu yaklaþýmýn, hümancý bir paradigma içerisinde deðerlendirilmesinden öte,
hakikatýn vechelerinin elbette ki tek bir hakikatý þart koþtuðu düþüncesi içerisinde deðerlendirilmesi kanaatindeyim.
Ýkinci sayý, yaygýn müfredat geleneðine karþý vurulmuþ saðlam bir darbe. Bu yargýya
bütüncül olarak bakabiliriz. Kelam, tasavvuf ve felsefe üçgeninde hayatýnýn her safhasýnda farklý bir düþünce sergiliyor gözüken Ýmam Gazzâlî'yi, bir felsefe düþmaný olarak
gösteren yaygýn kanaate karþý bir yazý, Gürbüz Deniz'in "Nurlarýn Doðuþu" adlý yazýsý.
Yine, Ferhat Taþkýn'ýn yazýsý, Ýslam dünyasýnýn ilk felsefi romaný olarak bildiðimiz Ýbn
Tufeyl'in Hayy bin Yakzân'ýnýn arkaplanýndaki akýl-vahiy iliþkisini ortaya koyuyor.
Geleneðe dönük en çarpýcý yazýlardan bir diðeri de, Ayhan Geverî'nin Feqîyê Teyran üzerine yazýsý. Geçen sayýda Nahid Sýrrý Örik'in roman ve hikâyeleri üzerinde duran Elif
Yüksekay, bu sayýda yazarýn tiyatro eserlerini incelerken; “Altyazý” bölümünde bu kez
Stanisaw Lem'in Solaris'i konu ediniyor. Bilhassa deðinilmesi gereken ve okurken ayrý bir
dikkat gerektiren bir yazý da, þüphesiz ki Ali Görkem Userin’in "Kültürel Süreklilik
Meselesi" baþlýklý yazýsý.
Müfredat, eðer gerçekten saðlam adýmlar atabilmeye devam edebilirse, malum olan yaz
yayýn rehavetinden ötürü, sene içerisinde beþ sayý sunacak; bu minvalde yoluna, EylülEkim sayýsý ile devam edecektir. Bir sonraki sayýda görüþmek ümidi ile.
Abdullah BAÞARAN
MÜFREDAT.02
FOTOÐRAF:
AGAH BAYRAKÇI
ÝKÝ AYLIK KÝTAP DERGÝSÝ | MAYIS-HAZÝRAN 2010
Editörler
M. Fatih KUTAN
Abdullah BAÞARAN
Tashih
Ýrtibat
P.K. 359 Yeniþehir/Ankara
[email protected]
mufredat.wordpress.com
Büþra Nurdan ERDEM
Zeynep Þüheda SAÐMAN
Müfredat yazýlarýndan kaynak belirtilerek
alýntý yapýlabilir.
Tasarým
Katkýlarýndan dolayý Birleþik Kitabevi’ne
teþekkürler.
Tuna Cad. 3/1 Kýzýlay/Ankara
DenizYýldýzý
denizyýldýzý@gmail.com
NURLARIN DOÐUÞU
ESKÝ UYGARLIKLARIN ÞÝÝRLERÝ
Talât S. Halman
MÝÞKÂTÜ’L-ENVÂR (NURLAR FENERÝ), ÝMAM GAZÂLÎ, ÇEV. SÜLEYMAN ATEÞ
BEDÝR Y., 1994, 72 SAYFA
TÝB Kültür Yayýnlarý, 653 sayfa
Ýlk defa 1974 yýlýnda yayýmlanmýþ,
kaybolmaya yüz tutmuþ bir kitap
elimdeki. Þiir söz konusu olduðunda da neredeyse dil devriminden
öncesine gidilemeyen bir dilde,
eski uygarlýklarýn yazýlý veya sözlü
þiirlerini okuyor olmak eþsiz bir
hazine muhasebesinde. Eski Uygarlýklarýn Þiirleri'nde, Mezopotamya, Mýsýr, Ýbrani, Yunan, Çin,
Sanskrit, Latin, Japon, Arap, Ýran
ve "çeþitli eski þiirler" baþlýðý altýda
Ermeni, Sinhal ve Ýzlanda yazýlý
þiirlerinden örneklerin ardýndan
ikinci kýsýmda, Kýzýlderili, Hindistan, Borneo, Endonezya, Malezya,
Eskimo, Afrika, Meksika, Maya,
Aztek, Ýnka ve Peru gibi uzak uygarlýklardan sözlü þiirlere yer veriliyor. Talât S. Halman'ýn hazýrladýðý bu eþsiz antoloji, tam bir medeniyetler toparlanmasý. M. Fatih
tan.
Ku
DOÐA VE DÝL ÜZERÝNE
Noam Chomsky
Çev. Ayþe Banu Karadað
Sözcükler Yayýnevi, 255 sayfa
Dilbilimde önde gelen otoritelerden
biri olan Chomsky'nin dil, zihin ve
beynin fonksiyonlarý hakkýndaki
iki makalesinin yer aldýðý eserde,
kitabýn editörleri olan Adriana
Belletti ve Luigi Rizzi'nin ünlü
düþünürle yetinmecilik üzerine
yaptýklarý bir söyleþi ve yine
düþünüre ait "Laik Baðnazlýk ve
Demokrasinin Tehlikeleri" adlý bir
de makale yer alýyor. Chomsky'nin
bu eseri, týpký diðerleri gibi dilbilim
kuramýnýn esaslarýný anlamamýz
için iyi, iyi olduðu kadar da zor bir
metin. Abdullah Baþaran.
PIERRETTE
Honore de Balzac
B Kültür Yayýnlarý, 159 sayfa
TÝ
OSMANLI’NIN AVRUPALI
MÜZÝSYENLERÝ
Evren Kutlay Baydar
Kapý Yayýnlarý, 310 sayfa
KÝNCÝ PARTÝ: TÜRKÝYE'DE
ÝKÝ PARTÝLÝ SÝYASÝ SÝSTEMÝN
» Gürbüz DENÝZ
Gazzâlî'nin eserlerini kendi ifadeleri
doðrultusunda üç þekilde sýnýflandýrabiliriz.
1.Avam için yazdýðý eserler. Bunlar
halka vaaz u nasihat etmek için
kaleme alýnmýþtýr. Ýlmihal bilgileri,
cennetle müjdeleme ve cehennemle
korkutma þeklindeki içeriklere
sahiptirler.
2.Orta sýnýf ulema için yazdýðý eserler. Bu eserler, genellikle sorucevap þeklinde kelamî mevzularýn
iþlendiði eserlerdir. Muhataplarý
vasat seviyedeki âlimlerdir. Bu eserler hakikati ifade etmekten çok,
hakikatin anlaþýlmasýna engel olabilecek görüþlerin engellenmesine
yöneliktir. Gazzâlî'ye göre bu tür
eserler, þahsý imanýnda tatmine
ulaþtýrmadýðý gibi hakikatin tecelli
etmesine vesile de olamamaktadýr.
Gazzâlî'nin avam ve orta sýnýf ulema
(vasat insanlar) için yazdýðý eserleri,
Gazzâlî sonrasý ulema ve müslüman halklar tarafýndan çokça
okunmuþ ve bu eserlerin yaygýnlaþtýrýlmasýna özel gayret gösterilmiþtir. Genel mânâda Gazzâlî sonrasý ümmetin ve ümmetin âlimlerinin zihniyeti bu avamî ve vasat
bilgi ve zihniyetler tarafýndan temsil
edilmiþtir.
3.Bu tasnifteki eserlere Gazzâlî, özel
önem vermektedir. Bunlar Gazzâlî'
nin, "benim hakikat anlayýþým ve
bizatihî ulaþtýðým görüþlerim bu
eserlerdedir" dediði "yüksek ulema"
için yazdýklarýdýr. Bu eserlerin içeriði, felsefe ile tasavvuf arasýnda
veya bu iki zeminde bulunan fikirler
üzerine inþâ edilmiþtir. Bu inþâda,
Gazzâlî'nin özgünlüðünü bulmaktayýz. Her ne kadar bu eserler,
felsefeden ve Gazzâlî'nin kendisinden önceki sufilerden fikrî anlamda
etkilenmiþ olsa da, bu görüþlerin
Gazzâlî tarafýndan yeniden yorumlanmasý ve yeni bir düþünce sistemi
oluþturmasý bakýmýndan önem arz
etmektedir. Bu anlamda Gazzâlî'nin
en önemli eseri Miþkâtü'l-Envâr’dýr.
Ý
KURULUÞ YILLARI
Cemil Koçak
Ýletiþim Yayýnlarý, 976 sayfa
Gazzâlî kitabýna þu þekilde baþlamaktadýr: "Nurlarý sudûr ettiren
SAYFA 4 | MÜFREDAT.02
Allah'a hamd olsun." Bu eserinde;
varlýk (ontoloji) ve bilgi (epistemoloji) hakkýndaki görüþlerini, Nûr
suresi 35. âyete dayandýrarak
temellendirmektedir.
Gazzâlî bu kitaptaki görüþlerin
ancak râsih âlimler (yüksek ulema)
tarafýndan ortaya konacaðýný ve
onlarý da ancak bu seviyedeki âlimlerin anlayabileceðini söylemektedir. Gazzâlî, bir ilme ehil olmayan
birine o ilmi aktarmaktansa, o ilmi
âlimin göðüs mezarýnda sýr olarak
saklamasýnýn daha uygun olduðunu ifade etmektedir.
Miþkâtü'l-Envâr, üç ana bölüm ve
bu bölümlerin alt baþlýklarý þeklinde tasnif edilmiþtir. Birinci
bölümde, Nur metafiziðinin neden
gerekli olduðu hakkýnda fikir yürüten Gazzâlî, ikinci bölümde Nur
metafiziðinin Nûr suresi 35. Âyetine
nasýl tatbik edilip, sistemleþtiðini
anlatmaktadýr. Üçüncü bölüm ise;
Nur ve Nur metafiziðine göre insanlarýn, daha doðrusu bilginlerin konumlarýnýn ne olduðunu beyan þeklindedir. Bu bölümün özgünlüðü,
Gazzâlî'nin Munkýz'da hakikati arayanlarýn sýnýflandýrýlmasýnda filozoflar hakkýnda ileri sürdüðü olumsuz görüþlerinin tashih edilmesi
þeklindedir. Munkýz'da eleþtirdiði ve
hatta din dýþý gördüðü kimselerin
burada Nur metafiziðini en iyi benimseyen ikinci sýradaki insanlar
olarak görmektedir.
rektir."
"Zâhiri inkâr etmek, þaþý göz ile iki
âlemden yalnýz birini görüp bunlar
arasýndaki dengeden habersiz olan
ve bundan dolayý da ötekini de
kavramaktan aciz olmaktýr."
"Kâmil insan; bilgisinin nûru, takvasýnýn
nûrunu
söndürmeyen
kiþidir."
"Ýlim imanýn üstündedir."
"Allah Teâlâ zâtýnda, zâtý ile, zâtý
için tecelli eder."
"Heva ve hevesten daha þiddetli bir
karanlýk yoktur. O da nefsini ilah
edinmektir."
"Tevhid kelimesini, kötü iþ yaptýðý
zaman üzülecek iyi iþ yaptýðý zaman
sevinecek kadar tesir etmiþ kiþi,
günahý çok olsa da sýrf karanlýðýn
dýþýndadýr."
Miþkâtü'l-Envâr metafiziði, Ýbn Sinâ
ile baþlayan Gazzâlî ile fikrî geliþmeye devam eden ve günümüzde de
varlýðý ve bilgiyi aydýnlatmaya aday,
esasen Ýslam'dan ve müslüman
yorumcularýn fikirlerinden hareket
eden özgün, ufuk açýcý, insanýn
hem zahirini ve hem de batýnýný
aydýnlatan bir felsefî-tasavvufî ve
nihâî mânâda Ýslâmî düþünce
tarzýdýr. Ve bu düþüncenin nüvesi
Gazzâlî'nin Miþkâtü'l-Envâr adlý
eserinde atýlmýþtýr. (Allah ona rahmet etsin.)
'dan Seçmeler
Miþkâtü'l-Envâr
"Hür âlimlerin göðsü, sýrlarýn kabirleridir."
"Ýlmi ehlinden gizlemek, ehli olmayana açýklamaktan daha az zulüm
deðildir."
"Akýl nur ismine, zâhir gözünden
daha layýktýr."
"Akýl için uzak ve yakýn birdir."
"Aklý filozoflarýn fikirleri harekete
getirir."
"Avamýn tevhidi, 'Allah'tan baþka
ilah yoktur'; seçkinlerin tevhidi ise
'O'ndan baþka varlýk yoktur' sözüdür."
"Bir þey aþýrýlýða kaçarsa, zýddýna
döner."
"Her münasebetten uzak olan tek
hakikat Allah(c.c.)týr."
"Basiret ve zevk sahibi insan bazý
durumlarda peygamberlerle müþte-
Gazzâlî
HAYY BÝN YAKZÂN
BAÐLAMINDA
AKIL-VAHÝY ÝLÝÞKÝSÝ
HAYY BÝN YAKZÂN, ÝBN TUFEYL, ÇEV. BABANZÂDE REÞÝD, HAZ. MUSTAFA ULUÇAY
ETKÝLEÞÝM Y., 2006, 144 SAYFA
»
Ferhat TAÞKIN
s.1 «
Mukaddimedeki bu deðerlendirme
çok önemlidir; zira yapýlan ayrým
Hayy, Absâl, Selâmân ve halkýn
akýl-vahiy iliþkisindeki pozisyonunu
daha açýk hale getirmektedir. Buna
göre Hayy, tabiat ile baþ baþa,
toplumun etkisinden uzak ve gerekli zihnî kapasiteye sahip olan ve bu
ortamda mutlak hakikati bulan
biridir. O bu ortamda bilgisini
tümevarýmsal bir yöntemle tamamýyla tecrübelerine dayanarak elde
eder. Tecrübe akýlla, akýl ise
sezgiyle uyumludur. Ancak bilginin
en yüksek kaynaðý, ne tümevarýmsal ne de tümdengelimsel metottur,
(bu ikisinin aracýlýðýnda) vecd
halidir. Zira yaratýcýsýný bulma noktasýnda en çok üzerinde durduðu
þey kendi düþünce yoðunluðudur.
Ancak Yaratýcý'yý müþahede etme
noktasýnda kendisinden ziyade
semavi varlýklar üzerinde durur.
Ýbn Tufeyl'in riyazet ve vecd hali için
seçtiði mekânýn Hayy'ýn barakasý
olmasý önemlidir. Zira bu, hakikatin
bilgisine ulaþmak için Peygamber'i
örnek almamýzý ima etmektedir.
Bütün bunlara göre Hayy'ýn bilgilenme aþamasý þu þekildedir:
a)Tabiatý gözlemleme süreci: Bu
süreçte ceylanýn ölüsünü inceleyerek ruhun varlýðýný, diðer canlýlarý
inceleyerek kendisinin özel bir varlýk olduðu ve cisimlerin özellikleri
üzerinde düþünerek bir yaratýcýnýn
gerektiði bilgisini keþfetti. Ancak bu
süreçte hala bu Yaratýcý'nýn zatý ve
sýfatlarý hakkýnda bilgi sahibi
deðildir.
b)Gökcisimlerini gözlemleme süreci:
Gökcisimlerini gözlemlerken bunlarýn da bir Yaratýcý'sýnýn olduðunu
kabul etti, bu sýrada Hayy 28 yaþýndadýr. Ancak iþ, âlemin kadim olup
olmadýðý meselesine gelince bir
cevap bulamadý. Ve nihayetinde
âlemin ister yokluktan yaratýlmýþ
ister ezeli olarak varolmuþ olsun,
bunun yaratýcýsýnýn Ýlk Fail olduðuna hükmetti. Buraya kadar nazari
akýl devrededir.
c)Keþf ve zevk dönemi: Otuz beþ
yaþla beraber Hayy nazari aklý aþar
ve artýk tek istediði þey Zât-ý Hakk'ý
müþahede etmektir. Kendini gýdadan mahrum býrakmak ve gökcisimlerini taklit etmek suretiyle
Zât-ý Hakk'ý müþahede eyledi ve
nihayetinde "zatý üzerine zâid bir
mana olmayan kelâmýyla 'limeni'lmülkü'l-yevm; lillâhi'l-vâhidi'l kahhâr' diye nidâ ederek, hiçbir þeyi
kalmadý." (Hayy b. Yakzân, s.79)
Absâl'ýn
durumuna
gelirsek
hikâyede onun dinin zâhirî bilgisi
yanýnda daha meyyâl olduðu bâtýnî
bilgiye de sahip olduðunu görmekteyiz. Ancak vahyin bâtýnî bilgisine
sahip olan Absâl'ýn Hayy ile, daha
açýk ifadeyle felsefî hakikatlerle
karþýlaþmadan önceki bilgisinin
içinde hala þüphe tohumlarý vardýr.
Çünkü Absâl, hala Zât-ý Hakk'ý
müþahede eden ehl-i keþften deðildir. Hayy, Zât-ý Hakk'ýn vasfýný ve
O'nu müþahede ederken ulaþtýðý
þeyleri Absâl'a anlatýnca o, þeriatte
kabul ettiði Allah'a, meleklerine,
kitaplarýna, resullerine, ahiret
gününe, cennet ve cehenneme dair
þeylerin hepsinin Hayy'ýn müþahede
ettiði þeylerin misalleri olduðunu
anladý ve artýk hiçbir þüphesi
kalmadý. "Ve indinde akliyyât ile
nakliyyât birbirine tevâfuk eyledi."
(Hayy b. Yakzân, s.92) Artýk Absâl
bilgi açýsýndan Hayy'ýn hizmetindedir.
Selâmân karakterine baktýðýmýzda
ise onun vahyin zâhirini bildiðini
ancak bundan ötesine, yani bâtýnî
bilgiyi elde etmek sürecine geçmek
istemediðini görüyoruz. Ayný zamanda o, Absâl'ýn aksine halkla
sürekli meþgul olmak ve onlara
þeriatýn zâhirini anlatmak isteyen
bir karakterdir.
Halk ise örf ve adetlere göre hareket
eden ve "dirâyetsiz ve nâkýsü'l-akl
ve fenâ fikirli ve azimleri zayýf,
en'âm (koyun, keçi, sýðýr, deve) gibi
belki en'âmdan" (Hayy b. Yakzân,
s.96), yoldan çýkmýþ olan bir
güruha benzer. Ýbn Tufeyl'e göre,
insanlar hayrý sever ve hakka raðbet eder olduklarý halde eksik
fýtratlý oluþlarý, her fýrkanýn kendi
bilgi çemberinin içinde mutlu
olmasý, heva ve heveslerini ilâh ve
nefsânî yönlerini mabûd kabul
etmeleri dolayýsýyla bir denizde üst
üste birikmiþ karanlýðýn içinde
gibidirler. Bundan dolayý müþahede
yoluyla avama konuþmak mümkün
deðildir, bu onlarýn daha kötü
durumlara düþmelerine sebebiyet
verir. Halkýn kurtuluþu, bundan
dolayý ancak þeriatin (vahyin)
zâhirine sýký sýkýya tutunmalarýna
baðlýdýr. Çünkü Allah herkesi farklý
bir yetenekle donatmýþtýr ve þeriat
ise felsefenin aksine herkese hitap
edebilmektedir.
BÝR SOLGUN ADAM
Selçuk Baran
Yapý Kredi Yayýnlarý, 248 sayfa
Mehmet Taþçý, emekli bir bankacý.
Emekli olduktan sonra evini, eþini
ve kýzýný terk edecek kadar bezmiþ
bu hayatýn keþmekeþinden. Kendi
hayatýný terk edip yine kendi hayatýný yaþamak üzere taþýnmýþ bir çatý
katýna. Oradan oraya savurmuþ
kendini ama içini kaplayan boðucu
yalnýzlýðýndan, umutsuzluðundan,
sýkýntýlarýndan kurtulamamýþ. Selçuk Baran, Mehmet Taþçý'yý günlüðüyle, yani kendi ifadeleriyle,
kendini kendine ifade ediþ biçimiyle
tanýtýyor. Zehra Gülrû Onat.
Bütün bunlardan anlaþýlýyor ki Ýbn
Tufeyl'e göre akýl-vahiy iliþkisinin
dört temel ayaðý vardýr:
1.Hayy þahsýnda þartlanmamýþ saf
aklýn ve keþfin felsefesi.
2.Absâl þahsýnda vahyin bâtýnî
yorumu.
3.Selâmân þahsýnda vahyin zâhiri
yönü.
4.Halk özelinde felsefe ve dinin
pozisyonu.
Buna göre felsefî hakikatler, þartlanmamýþ bir akýlla deney ve
gözlemlere dayanarak elde edilen
bilgilerin aracýlýðýyla ve sezgi ve vecd
halinin getirdiði keþflerin yardýmýyla ulaþýlan ve vahyin bâtýnî yorumunu bazen tamamlayan bazen
onunla tamamlanan ve bazen
onunla bir ve ayný olan hakikatlerdir. Bazen tamamlar; çünkü
Hayy, Absâl'a nazari akýlla ve ayný
zamanda müþahede halinde elde
ettiði hakikatleri anlatýnca Absâl,
kendi kendine ulaþtýðý bâtýnî
yorumlara dair içindeki þüphelere
bir cevap bulabilmiþtir. Bazen
onunla tamamlanýr; zira felsefî
hakikatler insanlarýn genelinin
anlayabileceði sembolik bir dil yerine daha spesifik ve zorlayýcý bir dil
kullanýr. Böyle bir durumda ise
hakikatleri insanlara açýklama
hususunda felsefe vahyin zâhirî ve
bâtýnî yorumuna ihtiyaç duyar.
Hayy'ýn insanlarýn arasýna girmeden önce sorduðu þu iki soru, bu
durumu resmediyor diyebiliriz:
1)Peygamber neden hakikatleri açýk
açýk söylemek yerine sembolik bir
dille anlatmýþtýr?
2)Ve neden beyanýný ibadetlere hasreyledi ve dünyevi zevklere izin verdi
de insanlar dünyevî batýl þeylerle
uðraþýr oldular?
Zira "Hayy bin Yakzân, insanlarýn
MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 5
SABIR TAÞI
Atiq Rahimi
Çev. Volkan Yalçýntoplu
Can Yayýnlarý, 103 sayfa
Türkçede yayýmlanan ikinci kitabý
Atiq Rahimi'nin. Toprak ve Küller,
2006 yýlýnda TÝB Kültür Yayýnlarý
tarafýndan yayýmlanmýþtý. AfganSovyet savaþý sýrasýnda Fransa'ya
göç etmiþ bir Afgan Atiq Rahimi.
Toprak ve Küller'den damaðýmda
kalan tadýn çekimiyle Sabýr Taþý'ný
okumaya baþladýðýmda, daha alýmlý bir üslupla karþý karþýya buldum
kendimi. Fakat yazar, kocasý savaþta yaralanmýþ ve hiçbir þeye tepki
veremez hâlde odanýn ortasýnda
yatan bir kadýný anlatýyor bize ve
ülkesinden ayrýldýktan sonra toplumuyla arasýna mesafe koymuþ her
doðulu yazarýn yaptýðýnda olduðu
gibi "kadýn" meselesini anlatmayý
beceremiyor. Olabildiðince sert
eleþtiri yapayým derken, karakterdeki deðiþimleri okuyucuya tam
verememek gibi bir kuyuya hapsoluyor. M.F.K.
K ALINACAK HÝKAYELER
Miguel de Cervantes
ÖRNE
rmýzý Yayýncýlýk, 544 sayfa
BRIDA
Paulo Coelho
Ký
Can Yayýnlarý, 224 sayfa
BÝZANS
Judith Herrin
etiþim Yayýnalrý, 496 sayfa
Ýl
ÇÝN VE DÜNYA
Harry G. Gelber
Çev. H. Hülya Kocaoluk
apý Kredi Yayýnlarý, 439 sayfa
Y
Çin ve Dünya'nýn tarihçesi MÖ 12.
yüzyýla kadar geri gitmektedir. Bu
doðuþ sürecinden baþlayarak
günümüze kadar on dört bölüme
ayýrdýðý kitapta yazar, diðer tüm
tarihsel nesneleri bir yardýmcý
unsur konumuna getirerek, araþtýrmasýnýn
merkezine
Çin'in
yabancý ülkeler, kültürler ve
medeniyetler ile kurduðu iliþkileri
koyuyor. Kitaba asýl rengini katan
ise, sýkýcý araþtýrma üslubundan
sýyrýlmýþ bir üslubun ötesine
geçmesi ve bunu saðlamak için de
felsefe, düþünce ve sosyal alanla
ilgili bir takým ayrýntýlara da özellikle deðinmesi. Çin ve Dünya,
konusunun iþleniþi açýsýndan
gayet baþarýlý bir yapýt. A.B.
HER ÞEY HAKKINDA BÝR ÖYKÜ
Kamil Yýldýz
Okur Kitaplýðý, 110 sayfa
En baþta söylenmesi gereken,
Kamil Yýldýz'ýn konuþkan bir
hikâyeler yazdýðý. Bu üslup sayesinde okuru karþýsýna oturmaya
mecbur edip sohbetini dinletiyor,
mecbur ediyor diyorum çünkü
büyüklerden
dinlenilen
eski
zaman hikâyeleri, destanlarý,
masallarý gibi anlatýlanýn sonralarýnda olacaklarý merak etmekle meþgul oluyorsunuz. Yazar da
fazla söze yer vermeden, olabildiðince rahat ve net bir hâlde
derdini anlatýyor size, bir kýraathanenin önündeki tabureye oturmuþ
gelen geçenleri dikkatle incelerken
kaçak tütünden sardýðý cýgarasýný
derin nefeslerle tüketen bir dedenin ses tonuyla. Kamil Yýldýz, ilk
kitabýyla iyi bir hikâyeci olduðunu
ispatlýyor. M.F.K.
MEHMED AKÝF: DÜZYAZILAR
Haz. A. Vahap Akbaþ
Beyan Yayýnlarý, 544 sayfa
SAMURAYLAR
Julia Kristeva
Sel Yayýncýlýk, 365 sayfa
VICTORIA
Knut Hamsun
Timaþ Yayýnlarý, 150 sayfa
ahvâlini ve ekserisinin kuvve-i
müdrikeden mahrum olan hayvanlar gibi olduklarýný anlayýnca gördü
ki bütün hikmet, hidayet ve tevfik
peygamberlerin söyledikleri ve þeriatin vârid olduðu þeylerdedir."
(Hayy b. Yakzân, s.97) Buna göre
felsefe, vahyin anlaþýlmasýnda
(Absâl'ýn Hayy'ýn hizmetine girmesinde olduðu gibi) en önemli etkinlik olduðu halde, hakikatleri sembolleþtirerek insanlarý hidayete
erdiren din, felsefeye bu hususta
yol gösterebilir. Aksi takdirde
vahyin sembolik dili olmadan felsefî
hakikatlerin dile getiriliþi, Hayy'ýn
da sonradan fark ettiði gibi, insanlarý olduklarý durumdan daha
vahim bir duruma düþürebilir. Akýl
ve vahiy uzlaþmýyor gibi göründüðünde (Hayy'ýn yukarda ifade ettiðimiz iki sorusunda olduðu gibi) aklýn
insan gerçekliðini gözlemleyip dinin
yöntemini makul kabul ettiðini
görüyoruz. Ancak þunu da belirtmek gerekir ki, farklý dinlerin akla
aykýrý olan bazý iddialarýnda felsefecinin (Hayy'ýn) bu dinler karþýsýnda ne gibi bir pozisyon alacaðýna
dair eserde herhangi bir yargý veya
bir ima göremedik. Eserde felsefenin hak din karþýsýndaki konumu
iddialý bir þekilde ele alýnýrken batýl
veya bozulmuþ olan ya da doðru
iddialara sahip olduðu halde zâhirî
yorumu bile yanlýþ bir çerçeveye
hapsedilmiþ olan bir din söz
konusu olduðunda felsefe ile din
arasýnda nasýl bir iliþkinin olacaðýna dair herhangi bir belirlenimde
bulunulmamasýnýn eser için bir
eksiklik olduðunu ifade edebiliriz.
Bu durumun bir de diðer yüzü
bulunmaktadýr; þöyle ki, eserde
felsefe sadece burhânî sahih olan
yönüyle ele alýnmaktadýr. Oysa fasit
olan felsefe türü de vardýr ve bu
felsefe türünün din ile karþýlaþtýðý
zaman nasýl bir sonucun oluþacaðý
veya insanlarýn nasýl bir tavýr alacaðýna, almasý gerektiðine dair Ýbn
Tufeyl herhangi bir belirlenimde
bulunmamaktadýr. Ancak filozofumuzun asýl hitap ettiði kesimin
Müslüman bir toplum olduðu ve
eserin felsefe kitabý olarak deðil
felsefî roman türünde yazýldýðý
gerçeði göz ardý edilmemesi gereken
bir olgudur.
Akýl-vahiy iliþkisinin din ayaðý,
Absâl'ýn þahsýnda ortaya konulmuþtur. Buna göre dinin iki yönü
vardýr; zâhirî ve bâtýnî. Dinî
hakikatleri anlamak için her iki
yöne de vakýf olmak gerekmektedir.
Dinin zâhirî yönü halk ile; bâtýnî
yönü ise felsefe ile iletiþimdedir.
Birinci ayaðý, bireyin toplum ve
dünyayla iliþkisini belirlerken ikinci
ayaðý Allah-kul iliþkisinde tam
anlamýyla ortaya çýkar. Absâl'ýn bu
ikinci iliþkiden aldýðý mutluluk, onu
'yalnýzlýk adasý'na sürüklemiþtir.
SAYFA 6 | MÜFREDAT.02
Ancak dinin ikinci ayaðý, ilimde
kökleþmeyenler için tehlikeli bir
yoldur. Bundan dolayý dinin bâtýnî
yönünü daha iyi anlayabilmek için
felsefe de bilmek gerekir. Daha önce
de ifade ettiðimiz gibi, Absâl'ýn
Hayy'ýn hizmetine girmesi bundan
dolayýdýr. Bu anlamda akýl-vahiy
iliþkisi çerçevesinde Hayy profilinde
ifade ettiðimiz gibi din ve felsefenin
birbirleriyle uzlaþtýklarýný ve birbirlerini tamamladýklarýný (bu 'tamamlama' ifadesi eksik anlaþýlmýþ þeylerin doðru anlaþýlmalarýný saðlama
anlamýndadýr) görmekteyiz.
Selâmân ise dinin sadece zâhiri
yönünü temsil etmektedir. Bu prototipe uyanlar ise fakihlerdir.
Fakihler; dini zâhirî anlamý üzere
anladýklarý ve birey ve toplum hayatýný bu anlayýþ çerçevesinde þekillendirdikleri için itminandan uzaktýrlar. Buna göre akýl, vahyin zâhirî
yönünün gerekli olup olmadýðý
konusunda þüphe duyar. Ancak
akýl daha geniþ bir bakýþ açýsýyla
durumu irdelediðinde, dinin zâhirî
yönünün gerekli olduðunu görecek,
bu yönün bir kusur olmaktan öte
önemli bir hakikate -insanlarýn
farklý farklý artýlarý ve eksileri
olduðundan onlarýn bir arada yaþamalarýný ve hidayete ermelerini
saðlayacak hikmetin sembolik
olarak ifade edilmesinin gerekliliði
hakikatine- iþaret ettiðini fark edecektir. Ancak akýl her ne kadar
avamýn zâhire göre hareket etmesini kabul etse bile, vahiy ile olan
iliþkisini asýl olarak vahyin bâtýnî
yönüyle kurar.
Sonuç
Ýbn Tufeyl'in Hayy bin Yakzân örnekliðinde tabiatýn zihne sunduklarýyla gerekli þevk ve zihni kapasiteye sahip olan bir insanýn mutlak
hakikate ulaþabileceðini göstermek
için bu eseri yazdýðýný belirtebiliriz.
Doðal olarak bu amaç, insanýn þartlanmamýþ akýl ile elde ettiði felsefî
birikimle dinin zâhirine ve hatta
bâtýnî yorumuna ihtiyaç duymadan
Allah'ýn varlýðýna ve O'nun yasalarýnýn hakikatine ulaþabileceðini belirtir. Felsefî metotla ulaþýlan hakikatlere dinin bâtýnî yönü de sahiptir. Bu felsefî metot, muhayyile ve
sezginin yardýmýyla akýl temelinde
hakikati zevk ile birleþtirir. Peki
gerçekte kiþi hiç kimseyle karþýlaþmadan bir adada elde ettiði felsefî
hakikatlerle kemale ulaþabilir mi?
Belki de Ýbn Tufeyl eserde farklýlýklarý daha açýk bir þekilde ortaya
koymak kaygýsýyla karakterleri biraz da karikatürize ederek vermek
istemiþ olabilir. Ancak yine de gördüðümüz kadarýyla Ýbn Tufeyl;
kalmasýnýn bir zorunluluk olarak
öne sürülmesi tartýþmaya açýk bir
yargýdýr. Evet insanlarýn genelinin
felsefî ve dinî hakikatlerden bîhaber
olduklarý açýktýr ancak onlarýn bu
hakikatlerle iliþkisinin sadece
zâhirde kaldýðýný söylemek, kanaatimizce insanlýðýn genelini kötülüðe
daimi bir mahkummuþ gibi kabul
etmek anlamýna gelmektedir.
Felsefe ve dinin hem teorik hem
pratik sorumluluklarý vardýr ancak
Hayy ve Absâl, bu duruma dair bilgilerini topluma uygulayýp baþarýsýz
olunca umutsuzluða kapýlýp adala-
malarý, dinî sorumluluktan kaçmýþ
olduklarý anlamýna da gelebilir.
Ayrýca hakikatin etkisi hiçbir zaman birkaç kiþiyle sýnýrlý kalamayacaðýna ve Ýbn Sînâ'nýn da ifade ettiði gibi toplumun hem felsefî hem de
dinî hakikatlere ihtiyacý olduðuna
göre karakterlerin toplumdan uzaklaþmalarý seçeneði dýþýnda bir
baþka yol denemeleri neden mümkün olmasýn? Ýbn Tufeyl, Hayy'ýn
insanlarýn hepsini üstün yaratýlýþlý
olduðunu zannetmesinin yanlýþ
olduðunu göstermektedir, lakin bu
konudaki sýnýr belki de biraz daha
zorlanabilir. Þöyle ki, dine göre
insanlarýn en üstünü en takvalý
olanýdýr (zeki veya üstün yaratýlýþlý
deðil) ve takva, insanlarýn kendi
yeteneklerini hayr yönünde mümkün olduðunca zorlamasý neticesinde ortaya çýkan þeydir. Böyle bir
durumda felsefî ve dinî hakikatlere
sahip olan sorumlu kiþiler olarak
Hayy ve Absâl'a düþen görev, insanlara anlayamayacaklarý (ve bu yüzden tepki gösterecekleri) hakikatleri
açýklamak deðil, onlarý yetenekleri
ölçüsünde kötülükten alýkoymak ve
iyiliðe yöneltmektir. Ancak bunun
yerine tek baþlarýna kemale ulaþmak için, insanlarý þeriate sýký sýkýya sarýlmalarý konusunda uyardýktan sonra adalarýna dönmüþlerdir.
Eserin yukarýda, son deðerlendirmelerimizde iþaret ettiðimiz konularda ucu açýk ve tartýþmalý yönleri
olsa da felsefî roman tarzýnda yazýlýþýnýn orjinalliði, zor felsefî sorunlarda dahi tartýþýlan konuya ilgiyi artýracak bir üslup benimsemesi ve nihayetinde bu özellikleriyle kendisine gösterilen ilgiyi muhafaza edebilecek yetkinlikte olmasý oldukça
kayda deðer bir durumdur. Din ve
felsefe çatýþmasý ya da uzlaþmasý
sorununa önemli bir katký sunduðu
göz ardý edilmemesi gereken eserin,
yüzyýllardýr kendisine gösterilen
ilgiyi fazlasýyla hak ettiðini düþünmekteyiz.
Kitabiyat
Hayy ve Absâl örneðinde bunu
önümüze bir zorunluluk olarak
(Hayy ve Absâl romanýn sonunda
yine adalarýna geri dönmek zorunda kalýyorlar) sürmektedir. Buna
göre hakikat, toplum tarafýndan
dýþlanmaya mahkum bir sürgün
olarak belirtilmektedir. Ancak kiþinin felsefî hakikatlere veya kemale
ulaþmasý için toplum erdemli bir
toplum deðil diye ondan uzak
rýna çekilmektedirler. Evet filozofun
elde etmiþ olduðu bilgileri insanlarýn geneline bütün açýklýðýyla anlatmasý çok zor bir durumdur;
ancak felsefî hakikatlere ve dinin
zâhirî ve bâtýnî yönlerine hâkim
olan Hayy ve Absâl'ýn yalnýzca dinin
zâhiri yönüne hakim olan Selâmân
kadar halk üzerinde etkili olamamalarýnýn suçunu yalnýzca Selâmân ve tebaasýna yükleyip kaç-
-Deniz, Gürbüz; "Hayy b. Yakzân ve
Kur'ânî Temelleri", Ýslam Felsefesinin Özgünlüðü, ed. Mehmet
Vural, Ankara, 2009.
-Ýbn Tufeyl; Hayy b. Yakzân, çev.
Babanzâde Reþid, Ýstanbul, 2006.
-Reçber, M. Sait; "Felsefe ve Din",
Din ve Ahlâk Felsefesi, ed. Recep
Kýlýç. Ankara, 2006.
-Saruhan, Müfit Selim; Meþþai
Geleneðinde Filozof, Ankara, 2010.
-Sýddýki, Bahtiyar Hüseyin; "Ýbn
Tufeyl", Ýslam Düþüncesi Tarihi, 4
cilt, ed. M. M. Þerif, Ýstanbul, 1990.
-Terkan, Fehrullah; Çatýþmanýn
Dinamikleri: Din ve Felsefe Uzlaþmazlýðý Üzerine, Ankara, 2007.
MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 7
KLÝÞELERÝN DÝKTATÖRLÜÐÜ
Anton C. Zijderveld
Çev. Kadir Canatan
Açýlým Kitap, 200 sayfa
Yýkýlmasý en zor olan diktatörlüklerden
birinden
bahsettiðinin
farkýnda yazar, kimi zaman yýkýlýp
yýkýlmamasý arasýnda kalýnmasýndan doðan þaþkýnlýktan da kaynaklanmakta. Ýngiliz yazar Evelyn
Waugh'tan yaptýðý alýntýyla "Kliþelerden kaçýnamayýz ama onlara fýrsat da vermemeliyiz" ikircikliðinde
kalýnmasý fazla bir þeyi deðiþtirmiyor bence çünkü birkaç satýr üstte
yazar kliþelerin neden zararlý
olduðunu açýkça belirtiyor: Kliþeler
"eleþtirel tefekkürü ortadan kaldýrmaktadýr." Hâl böyleyken yazar da
net cümlelerle kliþelere "karþý" nasýl
setler kurabileceðimiz konusunda
fikirler sunuyor. M.F.K.
DÜÐÜN EVÝ
Necib Mahfuz
Aslý Çýngýl
Turkuvaz Kitap, 143 sayfa
Çev.
Benim kanaatim öyle ki bir okuyucunun bir öyküde veya bir romanda
aradýðý þeylerden biri de yazarýn
þaþýrtabiliyor olmasý. Necib Nahfuz,
nâm-ý diðer Ortadoðu'nun Balzac'ý
ise Düðün Evi'nde þaþýrtýrken hayal
kýrýklýðýna uðratýyor. Romanýn baþýndan itibaren karþýmýza acýmasýz
bir katil olarak dikilen kahramanýn
kendisi anlatmaya baþladýðýnda,
aslýnda duygusal ve romantik bir
ergen olduðu sonucuna varmak
okuyucuyu memnun etmekten çok
uzakta kalýyor. Ama bunun yanýnda Necib Mahfuz, ülkemizde sayýlý
örneðini
görebildiðimiz
diðer
romanlarýnda olduðu gibi bu
romanýnda da Mýsýr'ýn toplumsal
gerçekliðine küçük karakterleri kullanarak ayna tutuyor. Z.G.O.
ÝNCÝR TARÝHÝ
Faruk Duman
Can Yayýnlarý, 372 sayfa
DOÐU'NUN
ROMANTÝK OLMAYAN
YÜZÜ
Muhammed Esed
Mana Yayýnlarý, 190 sayfa
MAYE VE DÝL
Christian Marazzi
Ayrýntý Yayýnlarý, 144 sayfa
SER
ÝÇÝMDE TUTTUKLARIM
BANA CESARET
VERÝYOR
"HER ÞEYÝN SONUNDAYIM":
TEZER ÖZLÜ-FERÝD EDGÜ
MEKTUPLAÞMALARI
Haz. Burak Fidan
Sel Yayýncýlýk, 111 sayfa
Ferid Edgü'nün bu kitabýn önsözünde yazdýðý gibi Tezer Özlü "yazmanýn yalnýz estetik ir sorun deðil,
ayný zamanda etik bir sorun
olduðunu" da okuyucuya gösteren
bir yazardýr. Çocukluðun Soðuk
Geceleri ve Yaþamýn Ucuna Yolculuk'taki yalýn, katýksýz, çýplak
anlattýðý kendi yaþamýndan kareler
yaþamýnýzýn herhangi bir yerinde
gözünüzün önüne gelebilecek
parýldayan býçaklardýr, yaralar ve
acýtýrlar. Bu mektuplaþmalar da
ayný hâllerin kýskacýnda yazýlmýþ
belli ki, Paris/Ýstanbul/Ankara
aralýklarýnda iki usta yazarýn,
daha çok da Tezer Özlü'nün iç
dökümleri. M.F.K.
HAYATINIZI MAHVETMEDEN
ÖNCE NEDEN KAFKA
OKUMALISINIZ
James Hawes
Çev. Suðra Öncü
Sel Yayýncýlýk, 243 sayfa
Belki de üzerinde en çok tartýþmanýn döndüðü yazar olan Kafka
hakkýnda bilinen ve bilinmeyenler
üzerinden ince bir araþtýrma ve
inceleme kitabý Hawes'in çalýþmasý. Hakkýnda dönen efsanelerin
eleþtirisinden, asla düþünülmeyecek yönlerinin de bir derlemesinden oluþan kitap, Kafka'nýn etkilendikleri yazarlar, ona yöneltilen
eleþtiriler ve þaibeli bilgilerdeki
gerçekleri de barýndýrýyor. Kýsacasý
kitap, gerçek bir Kafka profili
çiziyor. Kitabýn yazarý, hayatýn
mahvolmasýndan önce Kafka
okunmasý gerekliliði üzerinde
oldukça iddialý. A.B.
MA SEKERDO, KARDAÞ?
Haz. Ýlhami Algör
Doðan Kitap, 160 sayfa
MÜLKÝYET NEDÝR?
Pierre Joseph Proudhon
TÝB
Yayýnlarý, 282 sayfa
SONSUZDA BULUÞMA
Klaus Mann
Turkuvaz Kitap, 280 sayfa
SAVAÞLAR KARARINDA, ÜNSAL ÜNLÜ
OKUR K., 2010, 64 SAYFA
» Mustafa CELEP
Günümüz þiirinde lirik þiir yazýp da
yapý olarak bütünlüklü, düzgün bir
konuþmaya sahip þairlerin bir elin
parmaklarýný geçmediðini söyleyebiliriz. Osman Özbahçe, Saðlam Þiir
adlý kitabýnda günümüz þiirinin
temel sorununun 'gevþek bir
örgü'ye dayalý, özsüz, ne söylediðinden ziyade nasýl söylediðine odaklanmýþ, süslemeci ve içi boþ þiirler
olduðu
tespitinde
bulunur.
Sonrasýnda temel bir ölçüt olarak
þiirin yapýntýlýktan uzak, konuþma
gerekçesine sahip, yaþayan insaný
ve yaþanan hayatý esas almasýný
öncelikli bir tutum olarak belirler.
Söze konu edeceðimiz Ünsal
Ünlü'nün Okur Kitaplýðý'ndan çýkan
Savaþlar Kararýnda adlý kitabý,
bütünlüklü bir yapýda oluþuyla
kuþaðýndan ayrýlan bir çizgide yer
alýyor. Düzgün bir konuþmaya
sahip bir þairdir Ünlü. Dünyanýn ve
insanýn kaderinden söz alan, sözel
yaný aðýr basan, lirik ve duygulanýmcý bir þiiri var. Kuþaðýndan
ayrýlan bir diðer yönü de daðýnýk
olmayýþý, duygularýna fazla abanmayýþýdýr. Yer yer belirsizliði olan
ifadeleri varsa da tamamýyla soyut,
müphem, muðlâk bir þiir deðil bu.
Lirik bir kanaldan akýyor þiiri.
Yahya Kemal-Ahmet Haþim çizgisinde bir þair olarak görebiliriz
pekâlâ. Þiiri güzel-duyusal bir
etkinlik olarak düþünüyor. Bu
arada þiirsel iletiyi ihmal ediyor
deðil tabii. Deyim yerindeyse dýþa
açýk bir lirizmi kolluyor daha çok.
Duyargalarý dýþ dünyaya açýk,
çaðýnýn duyarlýðýný da göz ardý
etmiyor. Ýþçiliði olan bir þiir ama
süslemeci, sentetik bir þiir olduðunu söylemek haksýzlýk olur.
Eðreti Duruþ
Kitabýn ilk þiiri olan "Devr-i Daim",
bazý mýsralarda öznenin iðreti
duruþunu ifade eden bir katýlým
þiiri. Þiirde konuþan öznenin
yeryüzündeki yerini bulma arayýþýnda olan bir özdeþim þiiri biçiminde de okunabilir.
"Deniz ol, serinlik ol, rüzgârla gelen
yaðmur ol" mýsraý bu özdeþime
örnek olarak gösterilebilir. Öznenin
SAYFA 8 | MÜFREDAT.02
yeryüzündeki iðreti duruþuna þu
mýsralar da önemli bir örneklik
sunuyor: "Ayaðým yalýn yürüdüm
taþlý yollarý adým adým/Taþ ki;
biçimsizdir, serttir bazý kýrar ve
kýrýlýr/Kaldýr at o taþlarý, takýlýr da
ayaklarým düþerim/Tutan olmaz
uykuya dalmadan kaldýran da"
(s.10)
Dünyayý benimsemeyen bir þair
Ünlü, dünyadan olmayý kabullenmemiþ, uyumsuzluðu bundan.
Dünyanýn içinde cereyan eden olaylardan, gerçekleþen durumlardan
rahatsýz bir þair izlenimi edinebileceðimiz þiirleri de var. Bunu dolaylý
bir biçimde dile getiriyor daha çok.
Açýk açýk baðýrmýyor mesela. Siyasi
mesajý örtük ve Haþim'in ifade ettiði
anlamda gerçeði sezgisel bir yolla
duyurma çabasýnda. Yalnýzca þiire
has bir gerçeklikle hissettiriyor
muhatabýna. Meramýný doðrudan
söylemek yerine kendine has özgün
Ünsal Ünlü
bir þiir diliyle anlatma derdinde ve
kaygýsýnda. Ancak epiðe has anlatýmcý bir þiir deðil bu. Liriðin sýnýrlarýnda gerçekleþen, þiiriyetten taviz
vermeyen bir tutum içinde görüyoruz þairi. Þiirsel toplam içindeki
bazý þiirlerde bazen kendi hikâyesini bazen de insanlýðýmýzýn hikâyesini konu ediniyor þiirine. Patetik bir
þiir yazmýyor Ünlü, duygularýna
bazen aðýrlýk verdiði de oluyor
ancak mesela "Þairim Ortadoðu" da
diyebiliyor. Marazi bir þiir deðil bu,
bazý mýsralarda abartýlý romantizme, melankoliye kapýlsa da yukarýda da ifade ettiðimiz gibi yalnýzca
"þiirin gerçeði" diyebileceðimiz bir
üslupta, lirik bir tonda sesleniyor
okura. Þiir estetiði olan, sezgileri
kuvvetli bir þair olduðunu söylemek, þiirin ve þairin hakkýný vermek
olur.
roluþu Tedirginlikle Kavramak
Va
"Zilzal" þiiri, varoluþunu tedirginlik-
le kavrayan bir öznenin þiiri.
Tanýklýklar ve yolculuklarla ilerleyen, yazgýya vurgu yapan bir insanlýk ve varoluþ þiiri. "Arzý dolaþtým
þehirler gördüm gizli azapla kývranan" mýsraý yukarýda ifade ettiðimiz
tespitleri doðrulayan bir mýsra þeklinde okunabilir. Felsefi bir þiir
“Zilzal”. Bilinmek isteyiþin, anlamýn, kurtuluþun þiiri. Yapý olarak,
þiirsel toplamýn tamamýnda gördüðümüz, saðlam ve sýký örülmüþ bir
þiir. Ne bütünüyle biçime yükleniyor, ne de içerik olarak yalnýzca
iletiyi önceliyor. Dengeli, ne dediðini bilen þiirler. Güzel-duyusal bir
þiir. Gevþek bir örgüyle kurulmamýþ
olduðu hemen anlaþýlabilecek türden. "Tahkim edilmiþ kaleler gibi"
yani. Ünlü, mýsra kuruluþu itibariyle yayvanlýða, daðýnýklýða pek yer
vermeyen þiirler yazýyor. Mýsralarýn
arasýnda þiirin bütünlüðünü bozan
boþluklar yok mesela. Ýnce bir iþçilik, yalýn bir söyleyiþ, sözü boðmadan kurulmuþ mimari bir biçim
göze çarpýyor. "Pek saðlamdý her
yanýn, tahkim edilmiþ kaleler gibi/
Ey kuruyan son yapraklarýný kaderine dökmüþ aðacým/Nasýl deðiþtiðini bilsen de mevsimlerin, kendini
unuttun./Yürüdüðümde, durduðumda bir gün yolsuz kaldýðýmda/Elimdeki kuþ kanatlanýr, dua
gözleri baðlý bir kuþ olur/Zilzal!
Tedirginim, fakat anladým; felâh
refahtan öncedir" (s.13)
"Yakýþýklý olsun çocuklarýmýz" adlý
þiiri, umut ve birliktelik þiiri biçiminde okuyabiliriz. Düþsellik, Ünlü'
nün þiirinde öne çýkan belirgin özelliklerden biri. Yalnýzlýk temi ve
düþsellik, genel olarak þiire rengini
veren, þiirsel toplamýn atmosferine
yayýlmýþ bir görünüm arz ediyor.
Þiirde insani duygular ustalýkla dile
geliyor. "Kalamadýk yüzeyde" ibaresinden de anlaþýlacaðý üzere derinlemesine insani duygularla ilgileniyor þair. "biz yine kendimize döneriz" mýsraýndan, Ünlü'nün dýþ âlemden iç âleme doðru bir seyir takip
ettiðini, yara'sýnýn içsel merkezde
mündemiç olduðunu anlýyoruz.
Liriðe has içsel gerçekliðin þiirini
yazýyor Ünlü. "Belki bir gün iki aðýz
ederiz, çok eski zamanlardý deriz/
Altýndan girip üstünden çýkmak
için çeküllü dünyada/Serserilik
edemedik; bir havamýz vardý bir de
yerin dibi/Dipsiz kuyulara, koparmak için ipimizi, sarkýtmadýk
gövdemizi/Ýstemedik
hapsimizi,
kalamadýk yüzeyde, yüzümüz olsun
istedik" (s.23)
"Þairim Ortadoðu", bir duyarlýk
þiiri. Ortadoðu'ya yönelmiþ bir
duyarlýðýn þiiri. Bu þiir, sakýnýmsýz
bir söyleyiþle de yazýlabilirdi. Daha
dolgun, ete kemiðe yakýn, daha
cesaretli ve yoðun bir þiir olabilirdi.
Ancak bu da Ünlü'nün þiirsel
üslubuna ters bir durum olurdu.
Biz bu þiire, lirik bir þair olan
Ünlü'nün dýþ dünyaya yönelik yazdýðý hassasiyetli bir þiir diyeceðiz.
Ortadoðu'ya yaðmur damlalarý gibi
misket bombalarýnýn yaðdýðý bir
zamanda yazýlmýþ. Hassas bir þiir.
air Duruþu/Asal Duruþ
Þ
Ünsal Ünlü'nün þiirsel toplam içindeki durumunu en iyi þu iki kelime
özetler sanýrým: Þair duruþu. Kendi
deyiþiyle “asal duruþ”. "Ve ben
Ankara'da", uzaklýðýn þiiri. Özel bir
þiir. Ünlü bu þiirinde de titiz bir
iþçilikle mýsralarý ince bir dikkatle
iþliyor, diziyor ve bize, biz okurlara
'metal zamanlar'ýn hislerimizi hercümerç ettiði bir dönemde "böyle de
yazýlabilir" diyor, insanlýðýmýzdan
uzaklaþmadan, duygularýmýzý muhatabýmýzdan gizlemeden, sabýrla,
bekleyerek "böyle de yazýlabilir þiir".
"Her bekleyiþ aný, umudun uzatmalý Ýstanbul'u/Nöbet tutar yýldýzlar þehre karþý, vakit gece/Sayýlý
ýþýklarýn sýra sýra diziliþinde kaybolurum/Karanlýðý nakýþ nakýþ
iþlerim yýldýzlardan sonra/Ve sen
uyanmadan þehir sabaha, uykuma
gelirsin" (s.30)
"An'lar" þiiri için lirik zamanlarýn,
lirik durumlarýn çetelesi, diyebiliriz.
12 mýsralýk, bütünlüklü, yoksunluk þiiri. "Bir kez olsun aldatmadým
sevaplarým için" mýsraý, þairin bir
insan olarak Asal Duruþ'unu ispatlar nitelikte. "Ben yoksunluklar
alýrken ondan bundan/Onlar almadýlar; bekletmiþim tozlu raflarda/
Umutlar da kirlenir miymiþ, anlamadým ya!/Bir kez olsun aldatmadým sevaplarým için./Neydi o
peþin satýp mutlu olduðum an'lar/
Bir tebessüme aldanýp ýþýyan gözlerimde." (s.31)
"Yaðmur lekesi", imalarla dolu bir
þiir. Modern insanýn hayat algýsýna
dair önemli tespitlerde bulunuyor.
Þahsen "Yaðmur lekesi"ni çok sevdim. Bu þiiri diðer þiirlerden daha
fazla beðenmemin nedeni, imalarla
yüklü, eleþtirel dozu yüksek bir þiir
olmasýdýr. Biçim ve içerik açýsýndan
kusursuz bir þiir olduðunu söylemek mümkün. Ýnsan oluþumuza
dair yoðun göndermeleri var bu
þiirin. Düþündürücü, hikmetamiz,
dengeli bir þiir. Muhatabýnda gerçeklik etkisi uyandýrýyor ayný
zamanda. Çaðdaþ gerçekliði en iyi
yansýtan bir þiir olduðunu ifade
etmek durumundayým. Çaðýnýn
duyarlýðý da diyebiliriz buna. Her
þey yerli yerinde, oturaklý ve olgun.
"Her gece bir ölü adresimi soruyor
benden/Bütün düzlüklerden kaçýp
isyana varýyorum/Kum, çakýl,
çimento; harç karýyor bir adam/Bir
özür beyanýnýn harcýdýr her günah
ah!/Yosunlu göl, yontulmuþ taþ,
yorgun insan/Ölesiye hain çe-
kilmedikçe kan damardan" (s.32)
"Kapýyý kim çalacak" adlý þiirin ilk
izlenim itibariyle içli bir þiir
olduðunu, bir yalnýzlýk þiiri olduðunu niteleyebiliriz. Duygu dozu
yüksek bir þiir. Þiirsel atmosfere
yoðun bir karamsarlýðýn hâkim
olduðunu söyleyebiliriz. Dýþa doðru
açýlamayan bir duygu þiiri. Umutsuz deðil yine de. Beklentisi var.
Dram yüklü. "Odalar küsmüþ birbirine: bu bir yalnýzlýk meselidir/
Benim için kurulmuþ þu lâbirentteki bu küçük oda/Aç kapýyý, kapa
kapýyý; aç pencereyi, kapa pencereyi/Hava girsin, ýþýk girsin ve
elimdeki kitaptan kelimeler." (s.34)
"Kahraman" adlý þiir, tarihsel ilgisi
ve duruþu olan bir þiirdir kanýmca.
Kadim tarihe göndermeleri olan bu
þiirin "biz" formunda yazýldýðýný
düþünürsek, kendi lirik ben'iyle
meþgul þairin bu þiirle birlikte "epik
bir hava" tutturduðunu söyleyebiliriz. Ancak sadece "Kahraman"
þiirine has bir durumdur bu. Ve
Ünlü'nün bu tarz þiirde, belirsiz
ifadeleri de göz önünde bulundurarak söylersek, kararlýlýk göstermesi durumunda baþarýlý, etkileyicilik katsayýsý yüksek deyiþlere
varacaðýný tahmin etmek hiç de güç
deðil. Zira bu tarz, Ünlü'ye kuþaktaþlarýndan da ayrýþtýran bir ayrýcalýk da verecektir. Bütünlüklü
oluþuyla tabii. Ünlü kanaatimizce
epik tarzý da denemeli. Uzun soluklu epik þiirler de bekliyoruz Ünlü'den. Kahraman þiiri bir nüve
halinde "mükemmel epik"in de
iþaretlerini bünyesinde barýndýrýyor
zaten. Ünsal Ünlü'nün þiirinde beliren tehlikeler þimdilik þunlar: Belirsizlik, soyutluk, müphemlik, muðlâklýk gibi bu günün þiirinde müþahede ettiðimiz temel sorunlar. Þiirin
tamamýna bu sorunlarýn egemen
olduðunu söylemek haksýzlýk olur.
Bizim bir okur olarak izlenimlerimiz bu doðrultuda. Ünlü bu sorunlarý
þiirini gövdeleþtirerek aþabilir. Bu
da uzun ve bütünlüklü þiiri yani
mükemmel epiði denemesiyle imkân dâhiline girebilen bir þeydir.
Dünyanýn ve Ýnsanýn Kaderine Dair
"Uzuyor saçlarýmýz geç baharda":
"Biz" formunda yazýlan bir þiir bu.
Bu þiirin dünyanýn ve insanýn
kaderine dair yazýldýðýný düþünüyorum. Hikmetli söyleyiþin kendini
hissettirdiði bu þiirde insanoðlunun
serüvenine, yaþamýna göndermelerde bulunulur. Bu þiire, bünyesinde taþýdýðý iþaretler bakýmýndan
modern zamanlarýn þiiri de diyebiliriz pekâlâ. "Bu dünyanýn sonlarýndayýz, yorgunuz" mýsraý ve "metalik
algý"ya örnek gösterilebilecek, "Atýyor nabzý dünyanýn bir çeliðin
titreþimleriyle" mýsraý, çaðýmýza has
duyarlýðýyla öne çýkan özelliklere
MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 9
OÐLUMUN ÖYKÜSÜ
Nadine Gordimer
Çev. Seçkin Selvi
n Yayýnlarý, 266 sayfa
Ca
Hayatý boyunca asýl meselesi ýrk
ayrýmcýlýðý olan Gordimer'in bu hassas tutumunu, bütün eserlerinde,
siyahîlere uygulanan zulüm, insanlýk dýþý muameleler olarak görmek
mümkün. Oðlumun Öyküsü, siyahî
bir öðretmen olan Sonny'nin, ýrkçý
yönetimin siyahîlere uyguladýðý
katle karþý koyarak ayaklanmaya
katýlmasýnýn ve bu yüzden hapse
düþmesinin öyküsü. Hapisteyken
davasýný sürdüren uluslararasý bir
insan haklarý kuruluþunun temsilcisi olan beyaz bir kadýnla yaþadýðý
aþký ve bununla birlikte gelen suçluluk duygusunu, hesaplaþmalarýný, oðluyla ve kendi ýrkýndan insanlarla yaþadýðý gerilimi, Sonny'nin
oðlunun anlatýmýndan dinliyoruz
Oðlumun Öyküsü'nde. Z.G.O
CÝHAN PAYÝTAHTI ÝSTANBUL:
2500 YILLIK TARÝHÝ
Önder Kaya
Timaþ Yayýnlarý, 368 sayfa
Daha önce Küre Yayýnlarý'ndan
yayýmladýðý iki muhteþem Ýstanbul
kitabýyla dikkat çeken Önder Kaya,
yine Ýstanbul üzerine ve yine ayný
muhteþemlikte yeni yapýtýyla karþýmýzda. Þehir tarihçiliðindeki daralmayý açma amacýyla yola çýkan ve
bu minvalde daha önce Bizans ve
Fatih dönemindeki Ýstanbul'u anlatan Kaya, bu kitabýnda ise daha
geniþ bir tarihi ele alýyor. Günümüze kadar getirdiði Ýstanbul'un
tarihini, fotoðraf, gravür ve çizimlerle süsleyerek bir Ýstanbul tarihi baþyapýtýný oluþturuyor. A.B.
KLASÝK ÇÝN ÞÝÝRÝNDEN
SEÇMELER
Erdem Kurtuldu
Yapý Kredi Yayýnlarý, 96 sayfa
Haz.
BÝR DÝLDE AÞK
Lee Siegel
Ayrýntý Yayýnlarý, 480 sayfa
ÖLÜ
HEIDEGGER
Ed. Özgür Aktok-Metin Bal
Doðu-Batý Yayýnlarý, 423 sayfa
KÝREÇ
Ömer Erdem
Everest Yayýnlarý, 92 sayfa
Bu son kitabýnda için Ömer
Erdem, "o içimdeki sürekliliðin
canýma batan, içimde kýrýlan, dýþtan görülen bir yüzü" diyor.
"Kýskanmak", "Baðdat", "9. Kat",
"Çakal", "Tuz" þiirlerinde açýk ve
sert þekilde bir eleþtiriyi ilk defa
görüyoruz Ömer Erdem þiirinde.
Kireç'ten önceki kitaplarýnýnýn
toparlandýðý Evvel ile birlikte
bakýldýðýnda bu son kitabýnda,
Ömer Erdem þiirinin farklý bir
hâlle yüzeye çýktýðýný görebiliriz.
"ölüp gidiyor iþte tavþanýn kuyruðu/omuzlarý ölüp gidiyor çiftçilerin/luilerin köpekleri ölüp gidiyor/sular ölüp gidiyor kardeþim,
þiir/gelen ölüyor giden ölüp gidiyor sonunda". M.F.K.
VE… SONRAKÝ HAYATTAN KIRK
ÖYKÜ
David Eagleman
Çev. Duygu Akýn
Domingo Yayýncýlýk, 125 sayfa
David Eagleman sinirbilimci bir
deli. Deli dememiz elbette gerçek
manada bir deliliðe iþaret ettiðinden deðil, kolay kolay yapýlmaya
cesaret edilemeyecek olaný yapmasýndan. Tanrý'yla oyun oynar
gibi bir hali var Ve…'sinde. Halden
hale, durumdan duruma koyuyor
ölümden sonra karþýlaþacaðýmýz
tanrýyý. Deðiþik insani özellikler ve
boyutlar kazandýrýyor. Senaryolar
sadece tanrý fikrine baðlý olarak
deðil, ayný zamanda karþýlaþabileceðimiz ihtimaller üzerinde de
duruyor ve Eagleman bununla
birlikte gelenekselliðin oldukça
dýþýna çýkýyor. Bu haliyle bize
oldukça yabancý gelen kitap,
önyargýsýz yaklaþýldýðýnda, kuvvetli bir hayal gücünün ürünü olarak
deðerlendirilebilecek boyutta bir
özgünlük taþýyor.
sahip. Saðlam örgülü bir çað þiiri.
"Geçiyor devinmekte olan yaþlanmaya hürmeten/Bir gün eskiyecek
cesaretin taze ve soðuk yüzü/Yaslanýyor insan kendinde ne bulursa
biraz daha/Aþkýn ve kalbin renkli
þekerler kadar uzaðýnda/Atýyor
nabzý dünyanýn bir çeliðin titreþimleriyle" (s.39)
"Küresel ýsýnma" þiiri, çaðýmýzýn
deðiþen vechesini etkileyici mýsralarla dile getiren bir þiir. Çaðýnýn
duyarlýðýyla yazýlmýþ olmasý, bu
þiirin en belirgin özelliði. Öne çýkan
bir diðer özellik de þiirin, içinde
devinip durduðumuz çaðýn alýþveriþ kültürüne (tüketim, tecimsel)
yönelik imalarla yüklü oluþudur.
Felsefi anlayýþa göre dünyayý 'vitrin'e benzetirsek, ki zaten görsellik
baþat unsur, "meydan seyirlik
görünüyor seyrediyoruz" mýsraý,
okurun zihninde yerli yerine oturur. Yine þairin hassasiyetinden
belirgin izler taþýyan, "Ne satmýþ
biri kimsesi olmayan birine" mýsraý
þairin bir insan olarak "üzgünlüðünü" kavrayabilmemiz için yeter
de artar bile. "Genleþiyor duygularýmýz genlerin aðýnda/Isýnýyor
dünya artýyor ceset yine üzgünüz."
(s.41)
"Uyumsuzum" adlý þiiri, öznenin
tecimsel dünyayý, tecimsel dünya
algýsýna yönelik kaygýlarýný, bu
algýyla birlikte zorbalaþan insanýn
sahteliðini, bu algý ve sahtelikten
ayrýksýlýðýný dile getiren bir þiir.
Ýsmet Özel'in "duygular paketlenmiþ tecime elveriþli" mýsraýyla birlikte paralel okunduðunda, þiirin,
tecimin insaný soysuzlaþtýran,
yozlaþtýran yanýný iþaret ettiðini
kavrayabiliriz. Bize göre þiirde
konuþan öznenin uyumsuzluðuna
sebep, paranýn hükümranlýðýnýn
dünyaya yaptýðý fenalýklar biraz da.
Tabii ki özne bu durum karþýsýnda
gücünü, dinamizm kaynaðýný içsel
olandan devþirecektir. "Ýçimde tuttuklarým bana cesaret veriyor."
(s.43)
Osman Özbahçe
Korkusu da Piþmanlýðý da Ýnsanca
Ünlü'nün "Uzak Afrika" þiirine
gurbet burcunda yazýlmýþ bir itiraf
þiiri diyebiliriz. Umut, bekleyiþ,
özlem, arayýþ, unutuluþ, coþkunluk
ve kavuþma þiirin öne çýkan temleri. Biz bu þiire tüm þiirlerini de
kapsayan bir nitelik olarak tematik
bütünlüðü olan bir þiir diyeceðiz.
"Avutamadýðým zamanlar, gölgesini
yýkadýðým/Toz yüzlü Afrikalar, yine
bizim için uzak/Yerlerimiz olacak
unuttuklarýmýz arasýnda./Hýrçýn
bir bekleyiþin sonsuz hislerini
ayartýp/Her sabah kendimi senin
için çaðýrýyorum" (s.49)
"Cereyan" þiirinde Ünlü'yü kendi
varlýðýný þiir yoluyla zamanýn içinde
konumlandýrma arayýþýnda, bir
anlamlandýrma çabasýnda görüyoruz. Bir arayýþ þiiri bu. Derin
anlamlarý olan bir þiir. Bu þiirin
felsefi altyapýsýnýn saðlam olduðunu düþünüyorum. Düþüncenin þiiri
“Cereyan”. Hükümlerle ilerliyor,
tespitler içeriyor. Sahte kahramanlara, cereyan etmeyen kavgaya,
imkânlarý olanlara, gürültüyle aðlayan kadýnlara, merhametten ölmeyen erkeklere yönelik çarpýcý
tespitler… Saðlam bir düþünceyle
örülmüþ bu þiirin bilge bir edayla
yazýldýðýný söyleyebiliriz. "Dökülüyor, sabrým sonbaharda yaprak
gibi/Gelip önüme düþüyor hastalýklý kobaylar/Eriyen buz daðlarý bir
gelecek efsanesidir/Varlýðýný emanet ediyor kadim düþünce/Üþenmesem onlarý düþünürdüm kendimce/Ama yok, uzak bir sürgünün
bilgeliklerine/ Kendini adayacak bir
kurban yok burada" (s.52)
Büyüsel bir þiir yazýyor Ünlü.
Öznenin merkezileþmesi anlamýnda
tekbenci, yer yer "biz" formunda,
"insanlýk düþüncesi"ne göndermeleri olan, bazen tarihe, epik
olana göz kýrpan, duygulanýmcý,
yaþadýklarýna ve çevresine bu arada
tanýk olduðu çaða, çaðýn aksayan
yönlerine dair anlamlandýrma
arayýþýnda olan, kendi benlik'ine
yönelik tespitlerde bulunan, kendi
derdiyle alakalý, kendi durumundan rahatsýz bir bireyin þiirini
yazýyor. Korkusu da piþmanlýðý da
kendiyle ilgili, etkileyici, konuþan,
acý duyan bir þiir bu.
BERGSONCULUK
"Kaos benden çýkacak" adlý þiir,
düzgün bir konuþmaya sahip, derli
toplu, düzenli bir biçimsellikte,
bütünlüklü bir þiir. Kaos benden
çýkacak, cesaretin aðýr bastýðý,
hissedilir derecede etkileyici, ayný
zamanda etkiler alan bir þiir.
"Boyuna eðriliyorum üzerimde
mahut gölge" (s.55)
DOÐU SORUNU: 1774-1923
"Sofra büyüðün" adlý þiirin anlamyoðun bir þiir olduðunu düþünüyorum. Ýmge-yoðun bir þiir demiyo-
Z.G.O.
BÝR DELÝNÝN ANILARI
Gustav Flaubert
Sel Yayýncýlýk, 94 sayfa
Gilles Deleuze
Otonom Yayýnlarý, 159 sayfa
Smith Anderson
Yapý Kredi Yayýnlarý, 446 sayfa
Matthew
SAYFA 10 | MÜFREDAT.02
rum mesela. Þu bir gerçek ki
Ünlü'nün ekonomik bir dili var,
imgeyi çarçur edip aþýrý ve yerli yersiz kullanmýyor. Bütünüyle imgeye
boðmuyor þiiri, metnin geneline
yayýyor. Ünlü'de her þey denge
üzerine kurulu. Yukarýda ifade
ettiðimiz eðreti duruþ bile bu
gerçeði deðiþtirmez aslýnda. Yara
almýþ bir özne var karþýmýzda.
Dünyanýn gidiþatýndan rahatsýz bir
özne bu. Þiirsel toplamýn sonlarýna
doðru dýþ dünya ilgisi giderek
yoðunlaþýyor.
Genel olarak Savaþlar Kararýnda'da
insan oluþun þiiri konu edilmiþ
daha çok ve aðýrlýklý olarak. Bizim
okumamýz, yorum biçimimiz bu
yönde, bu doðrultuda. Benzerlerinin yanýnda bir diðer farklýlýðýný
söylemek durumundayýz: Cemal
Süreya'nýn tabiriyle lirizmi düzeyli
bir biçimde ele alýyor, výcýk výcýk
duygusallýkta deðil, esasa yönelik
vurgularý daha fazla. Harp ediyor
kendiyle, ayný zamanda eþitsizliði
de dile getirmekten çekinmiyor.
Kurduðu büyük balýk-küçük balýk
karþýtlýðý bize bunu söylüyor. Ýnsan
oluþun þiiri evet, Ünlü daha çok
kendi insan yönünü vurguluyor
þiirlerinde. Düþlerini, yalnýzlýðýný,
hüzünlerini, rüyalarýný, kýsaca
kendine yönelik insan oluþunun
anlamýný kurcalýyor. Yukarýda da
ifade ettiðimiz vechile, Þair Ünsal
Ünlü'nün bir arayýþ þiiri yazdýðýný
düþünüyorum. Yer yer dýþa açýlýþý
da gözeten bir kendi oluþ þiiri.
Ezcümle 2000'ler þiiri içinde Ünsal
Ünlü þiirinin asal duruþa sahip
bütünlüklü biçimiyle kendine haklý
bir yer edindiðini söyleyebiliriz.
Cemal Süreya
KÜLTÜREL SÜREKLÝLÝK
MESELESÝ
… toplumumuz, entelektüel planda devam fikrini yitirmiþtir.
Artýk düþünceler, geçmiþsiz ve geleceksiz, havada ve askýdadýr hep.1
» Ali Görkem USERÝN
Üzülerek belirtmeliyiz ki, Türkiye'de
kültürel ortam ve hayatýn bugünkü
temel meseleleriyle dünküler arasýnda pek bir fark yok. Bu farksýzlýðýn sebebi ise dünün ve önceki
günün meselelerinin yaklaþýk bir
asýrdýr doðru bir biçimde tespit
edilememesi ve doðru tespit edenlerin de kýyýda köþede terkedilmiþ
olmalarýdýr. Tespiti doðru bir biçimde yapýlamayan meselelerin ise
sadece ömrü uzamaktadýr. Çünkü
özlerin/köklerin devamlýlýðýnýn ortadan kalktýðý noktada meselelerin/hastalýklarýn devamlýlýðýndan
ve aynýlýðýndan söz açýlabilir ancak.
Fakat durumun en acý tarafý,
merkezde yapýlan tespitlere ve bunlarýn getirdiði sanal çözümlere
kültür mahfillerinin geneli tarafýndan itibar edilmesidir. Her alanda
olduðu gibi bu alanda da asýl meselelerle
yüzleþebilmekten
daha
caziptir kýsa süreli yapay meseleler
uydurmak ve bunlarý sözümona
çözümlerle ortadan kaldýrmak.
Varlýðý dahi kuþkulu bu sorunlarýn
çözümleri de kolay olmaktadýr
haliyle.
Kültürel sürekliliðini yitiren bir
medeniyetin kültürel hayatý da,
diðer tüm alanlarda olduðu gibi, bu
kesiklik içinde kýsa süreli kaygýlar
ve anlamlar çevresinde var olur. Bu
bir tercih deðil, tercihsizliðin doðurduðu kaçýnýlmaz bir sonuçtur.
Günübirlik deðerlendirmeler sonucunda bu varoluþun ve ürün birikiminin sorgulanmasý ise ne mümkündür ne de muhtemel. Bundan
dolayý, evvela bugünün kültürel
ortamýnýn temel meselelerini tespit
etmeli ve bu tespit gayretinin ardýndan bu doðrultuda hareket edilmelidir. Peki, nedir bugün Türkiye'de
kültürel ortamýn temel meseleleri?
Hatta çerçeveyi iyice daraltýp, manzarayý netleþtirmek için soruyu
tekile indirebiliriz; günümüz Türkiyesi'nde kültürel ortamýn temel
meselesi nedir? Sorunun bizdeki
cevabý köksüzlük, kökleriyle iliþkisizlik ve buna baðlý olarak gelen
süreklilik yitimidir. Köklerini bilmeyen ve bilmediði için bunlarla iliþki
kuramayan Türk sanatçýsý ve
aydýný eseriyle ve düþüncesiyle
nasýl deva olabilir toplumunun
sýkýntý ve ihtiyaçlarýna? Bu pek
mümkün görünmüyor. Öte yandan,
kökleriyle iliþki kuramayan sanatçý
ve aydýnýn açmazlarý da çeþitli.
Evvela geçmiþ-gelecek ve doðu-batý
gibi temel kutuplar arasýndaki konumunu/duruþunu belirleyemiyor.
Ardýndan, bu konumun/duruþun
yanlýþlýðýndan ya da belirsizliðinden
gelen sakatlýk eserine nüfuz ediyor.
Özetle ayný kýsýr döngü, kiþiden
eserine, eserinden kültürel ortama
ve buradan da topluma doðru ilerliyor adým adým. Birbirini tetikleyen
ve bunun da ötesinde birbirini
biçimlendiren bu kýsýr döngü sürüp
gidiyor zaman içinde.
Bugün, hepimizin içlerine sýkýþtýðýmýz apartmanlarla Süleymaniye
Camii ve civarýndaki tarihî evler
arasýndaki irtibat ne boyutta ise,
günümüzde yazýlan edebiyat eserinin bir Hüsn-ü Aþk ile, bir Leyla ve
Mecnun ile irtibatý da o boyuttadýr.
Kökleriyle ve klasikleriyle irtibatý
kopartýlmýþ bir kültür-sanat ve
düþünce hayatýnýn hayatîliði yeni
baþtan sorgulanmalýdýr. Hiçbir
akým, hiçbir yazar-þair ve hiçbir
eser öncesiz ve sonrasýz bir halde
varolamaz. Bir akýmýn, bir kiþinin
ve bir eserin etkilendiði ve etkilediði
eserler ince bir altýn zinciri oluþtururlar. Hâl böyle olunca, zincirdeki
halkalarýn çokluðu ve her birinin
saðlamlýðý güçlendirir onu. Yakýndan baktýðýmýzda ya da içine nüfuz
ettiðimizde her birinin bambaþka
yanlarý, farklý ayrýntýlarý bulunmakla birlikte, son tahlilde hepsi ayný
özle ve ayný amaç uðruna varolmuþlardýr.
Sezai Karakoç'un "devam fikri" þeklinde ifade ettiði kültürel süreklilik
ve gelenek meselesini biraz daha
somutlaþtýrmak için ülkemizden ve
edebiyat alanýndan mebzul miktarda örnek verilebilir elbet. Fakat
konunun ülkemizle ve edebiyatla
sýnýrlý olmadýðýnýn ve sonuçlarýnýn
da yine ulusal çapta kalmayacaðýnýn anlaþýlmasý için baþka bir
örnek vermek gerekiyor. Özellikle
2000 sonrasýnda filmleri birçok
uluslarasý festivalde gösterilen ve
çok sayýda ödül alan Ýranlý yönetmen Mecid Mecidi kendisiyle
yapýlan bir söyleþide Ýran'daki
kültürel süreklilik ile Ýran sinemasýnýn kendine özgü bir sinema
dili kurmasý arasýndaki alâka sorulduðunda þu yanýtý veriyor: "Ýran
kültürü, bir hikaye kültürüdür; biz
ailelerimizin anlattýðý hikayelerle
büyüdük. Anneler çocuklarýna,
nineler torunlarýna hikayeler anlatýr. Bunlarýn çoðu efsanevi hikayelerdir. Ýran'da þiir geleneði de çok
güçlü. Her evde Kur'an, yaný baþýnda da Hafýz'ýn divaný vardýr. Ýran'ýn
en ücra köylerine gitseniz bile
insanlarýn Hafýz'ý tanýdýðýný ve þiirlerini bildiðini görürsünüz. Bu
nedenle öykü ve þiir insanlarýmýzý
da, sanatýmýzý da çok etkilemiþtir.
Dünyanýn birçok ülkesinde Ýran
sinemasý 'þiirsel sinema' olarak
tanýmlanýr. Ben de muhakkak bu
öykülerden etkilendim. Ýran halk
kültürünün etkilerini filmlerimde
açýk bir þekilde görebilirsiniz."
Birkaç soruyla yazýyý bitirelim
izninizle: Geçmiþi olmayan bir edebiyatýn geleceðinin olacaðý nasýl
iddia edilebilir? Ya da geçmiþini
reddeden bir edebiyatýn gelecekte
ve gelecek tarafýndan reddedilmeyeceðini kim garanti edebilir? Edebiyatýn geleceði ve ömrü biraz da
klasiklerinin yaþýna baðlý deðil
midir? 1920'li ve 1930'lu yýllarýn
eserlerini klasik olarak tanýmlayýp
öncesindeki, asýrlarýn birikimini
reddeden bir edebiyatýn ömrü yetmiþ-seksen yýlý nasýl geçebilir?
Bir de Hafýz'ýn, Þeyh Galip'in ve
Fuzûlî'nin hangi asýrda yaþadýðýný
bilenler el kaldýrsýn lütfen.
ipnotlar
D
1 Sezai Karakoç, Edebiyat Yazýlarý II:
Diþimizin Zarý, Ýstanbul, 2007, s.19.
POSTMODERNÝZMÝN ABC'SÝ
Ali Akay
Say Yayýnlarý, 175 sayfa
Tam olarak ne zamanla, nerede ve
hangi düþünürle baþladýðý çok da
kestirilemeyen ve sürekli bir tartýþma konusu olan Postmodernizm,
son otuz kýrk yýlda Türkiye'de de
tartýþýlýr hale gelmiþtir. Ali Akay bu
eserinde, süregelen tartýþmalara
sanat, þehircilik ve sosyal teorinin
harmanlanmasýyla oluþan bir
toplumsallaþma üzerinden yaklaþýyor. Eser, postmodernizmin
sadece teorik olan tarafýyla deðil,
romanlara filmlere kadar içeri
giren detaylarýyla da dikkat çekiyor. Postmodernizmin çok derin
olmasa da, genel hatlarýyla bir
haritasýnýn çizilmesi için iyi bir
abece. A.B.
ÇÝÇEKLERÝN KÜLTÜRÜ
Jack Goody
Mehmet Beþikçi
Ayrýntý Yayýnlarý, 630 sayfa
Çev.
Jack Goody, antropolog ve tarihçi.
Sosyal deðiþimleri, tarihin detaylarýný irdelediði kitaplarýnýn yanýnda bazýlarýnýn çok ciddiyetsiz bulacaðý bir konu üzerine, çiçek
kültürü konusunda da detaylý bir
araþtýrma hazýrlamýþ. Eþsiz bir
kitap bu, "çiçeðe dair aklýnýza ne
gelirse ondan bir bahis var" diyeceðim ama çiçeðe dair bu kitaptaki
kadar meselenin aklýmýza gelebileceðini düþünmüyorum. Çiçekler
hakkýnda doðuda ve batýda her ne
varsa toparlanmýþ, önümüze konulmuþ vaziyette. Böyle bir eserin
eksiksiz olabileceðini düþünmemekle birlikte ilk bölümün
baþlýðýnýn yeterince cazip bir davet
olduðu düþünüyorum: "Afrika'da
hiç çiçek yok mu?" M.F.K.
MÜZDE ÞÝDDET:
YA SOSYALÝZM YA BARBARLIK
C.Leys-I. Panitch
GÜNÜ
am Kitap, 288 sayfa
FÝLOZOFLARLA MÜCADELE
Yord
eþ-Þehristani
Litera Yayýnlarý, 188 sayfa
MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 11
ÝNSAN VE ÝSLAM
Ümit Aktaþ
Okur Kitaplýðý, 215 sayfa
BÝRKAÇ UFUK ÇÝZGÝSÝ
TERSTEN PERSPEKTÝF, PAVEL FLORENSKI, ÇEV. YEÞÝM TÜKEL
METÝS Y., 2.BASIM 2007, 143 SAYFA
ÝSLAM ESTETÝÐÝNE GÝRÝÞ
Oliver Leaman
Çev. Nuh Yýlmaz
Küre Yayýnlarý, 278 sayfa
Kitabýna "Ýslam sanatý hakkýnda
en çok yinelenen on bir hata"
bölümüyle giriþ yapýyor Leaman.
Burada sýraladýðý baþlýklarda öncelikle Ýslam sanatý hakkýnda
zihinlerde yer almýþ hatta kalýplaþmýþ meseleleri temizlemeye giriþiyor öncelikle, kitabýn en iyi yanlarýndan biri bu. Daha sonrasýnda
Ýslam sanatýný oryantalist bakýþ
açýsýnýn dýþýnda bir bakýþla
inceleme maksadýyla edebiyat,
müzik, ev ve bahçe gibi bölümler
altýnda, bu alanlardaki yansýmalarýna dönük tafsilatlý açýklamalar ve
yorumlar getiriyor. Oryantalist
bakýþ açýsýnýn dýþýnda bir bakýþla
incelerken, Avrupa-merkezci bir
tahayyülün izine düþülmesine
karþý ise kitabý okurken ihtiyadý
elden býrakmamalý. M.F.K.
ÝLÝÞKÝLER
Ian McEwan
» Zeynep ÞANLI
Hareketsiz kalýp, bir durma noktasý/sabit nokta belirlediðimizde,
etrafýmýzda "gördüðümüz" her bir
cisim, adeta iki boyutlu düzleme
yansýtýlmýþ birer resim objesi halini
alacaktýr. Tüm çizgilerin buluþtuðu,
göz hizasýnda bir ufuk çizgisi, bir
veya iki bakýþ noktasý ve bu bakýþ
noktamýzýn imkan verdiði ölçüde
görebildiðimiz yüzeyler. Elimize bir
kalem alýp bu cisimleri resmetmeye
kalksak, ortaya "gördüðümüzden
farklý" bir þey çýkarabilir miydik?
"Geniþ ufuklu bir insan" diye
tanýmlarýz bazý insanlarý; geniþ
ufuklu oluþlarý, tek bir ufuk
çizgisinin geniþliðinden mi ileri
geliyor, yoksa pek çok ufuk çizgisine sahip oluþlarýndan mý? Bu ikisi
arasýndaki fark, gerek tarihteki
gerekse her bir insanýn kisisel tarihindeki "manzara"nýn oluþumunu
etkilemiþtir. Zira bir manzaranýn
oluþumu, kullanýlan perspektif
tekniðine baðlýdýr. Eðer kullanýlan
teknik, merkezi perspektifse, tek bir
ufuk çizgisi ise sahip olunan,
görülemeyen yüzeylerin varlýðý da
kaçýnýlmaz olacaktýr.
de, çoðu birbirinden habersiz insanlarýn, neredeyse ayný sorunun
cevabýný arýyor olmalarýna vurgu ile
baþlýyor. Görünenin ötesinde olana
duyulan merakýn ve dünya çapýnda
kabul görmüþ anlayýþlarý yýkma
cesaretinin doðuþu.
1920 Rusyasýnda Tersten Perspektif isimli kitap yazýlýyor. Ayný
tarihte Paris'te, Andre Breton ile
beraber Philippe Soupault, Manyetik Alanlar isimli benzer bir kitap
yayýmlýyor. Ayný yýl Tristan Tzara
Fransa'ya geliyor ve Paris'te Dadaizm akýmýný baþlatýyor, Duchamp
retina konusunda hakim anlayýþý
yýkmaya çabalýyor, Freud gözün
ardýnda yatan bilinçaltý katmanlarý
araþtýrmaya baþlýyor. Yine ayný yýllarda Florenski'nin dostu, ayný
zamanda matematik hocasýnýn oðlu
Boris, Andrej Beli takma ismiyle,
düzçizgisel tarih anlayýþýný mizaha
aldýðý Petersburg isimli bir roman
yayýmlýyor.
Pavel Florenski
Çev. Dilek Þendil
itap, 136 sayfa
Turkuvaz K
Çarpýcý bir roman ve öykü yazarý
desek McEwan için pek de abartmýþ olmayýz sanýrým. Yedi öyküden oluþan Ýliþkiler, yazarýn þimdiye dek alýþtýðýmýz tarzýný yansýtmaya devam ediyor. Aslýnda hiç de
sýra dýþý olmayan kitaplarýný bu
kadar sarsýcý kýlan ise hiç þüphesiz
yaklaþýmýndaki
açýklýk.
McEwan, Ýliþkiler'inde de çok
boyutlu bir yaklaþýmla, birçoðumuzun gerçek hayatta duymaktan, dinlemekten hoþlanmayacaðý
öyküler anlatýyor. Öykülerin içeriðini ise kitabýn baþlýðý oldukça net
biçimde yansýtýyor. Z.G.O.
HAÇLI SEFERÝ'NE SON ÇAÐRI
Géraud Poumarède
Ýletiþim Yayýnlarý, 788 sayfa
KOMÝNTERN VE ÝSPANYA ÝÇ
SAVAÞI
Edward Hallett Carr
Ýletiþim Yayýnlarý, 183 sayfa
DAÐLARIN ADAMI BARNABO
Dino Buzzati
Timaþ Yayýnlarý, 149 sayfa
Pavel Florenski'nin Tersten Perspektif isimli kitabý, bir perspektif
tekniðinden ziyade bir hayat felsefesinin savunusu. Bir merkezî perspektif "hegemonyasý" reddiyesi.
Perspektif eðitimini "ehlileþtirilmek"
olarak tanýmlayan Florenski, merkezi perspektif tekniðinin kullanýlmadýðý tarihsel dönemlerde, doðrusal perspektif açýsýndan bakýldýðýnda beceriksizce çizilmis gibi görünen ve fakat derin düþüncelerin
mahsulu olan resimlerde/ikonalarda bilinçli olarak perspektif tekniðinin kullanýlmadýðý tezini ortaya
atýyor. Bu tezinin havada kalmamasý adýna, konuyu gerek tarihsel
seyri içerisinde, gerekse kuramsal
temelleriyle birlikte ele alýyor.
Zeynep Sayýn'ýn sunusu sayesinde,
kitabý okurken, Florenski'yi ve
savunduðu görüþü pek çok açýdan
deðerlendirmek/tahlil etmek imkaný buluyoruz. Sunuþ; kitabýn yazýldýðý tarihe, 1920 Rusyasýna ve ayný
tarihte dünyanýn farklý bölgelerinSAYFA 12 | MÜFREDAT.02
Sunuþta 'karmaþýk bir etkileþim
düðümü' olarak tanýmlanan Florenski'nin hayatýna da kýsaca deðiniliyor; 1882'de yol mühendisi bir
babanýn oðlu olarak Eflak'ta dünyaya gelmiþtir, Moskova'da matematik, fizik, felsefe ve dinbilim alanlarýnda eðitim görmüþ, ortodoks bir
tanrý savunucusudur. 1904 senesinde yazdýðý doktora tezi “Süreklilik Kesintisi Mekanik Olarak Düz
Eðrilerin Özellikleri Üzerine"dir.
1920 senesinde Goelro'da (Rusya
Elektrik Kurumu) elektroteknik
uzmaný olarak çalýþmýþ, Rusya'yý
elektriðe kavuþturma projesine
katýlmýþtýr. 1921-24 tarihleri arasýnda Moskova Güzel Sanatlar
Akademisi'nde sanat yapýtlarýnda
mekân çözümlemesi konulu dersler
vermiþ, 1920-27 yýllarý arasýnda
arkadaþlarýyla beraber Makovcy
isimli bir edebiyat ve sanat dergisi
çýkarmýþtýr. Goethe'yi sever, þiir
yazar; karýsýný seven bir erkek ve
beþ çocuk babasý, Alexander
Blok'un yakýn arkadaþýdýr.
Sayýn'ýn dikkat çektiði bir diðer
nokta; Vasari'den Descartes'tan ve
Kepler'den beri süregelen anlayýþý
kendine temel alan natüralist sanat
konusunda, Duchamp'in kendine
karþý dahi tarafsýz kalarak olasýlýklarý araþtýrma yoluna giderken,
matematik ve fizik alanlarýndaki
hakimiyeti sebebiyle Florenski'nin
açýk bir þekilde natüralist sanata
karþý taraf oluþu ve bu görüþü
çürütebilmesidir. Her iki isim de
Öklid uzayýný kendine temel alan
natüralist anlayýþtan sýyrýlmanýn ve
iki boyutlu yüzeyde üç boyutu
saðlayabilmenin peþindedir. Sayýn'ýn alýntýladýðý bir konuþmasýnda
Duchamp, "göze görünmeyen, dördüncü bir boyutun yansýlanma
olasýlýðý hakkýnda düþündüm"
diyor, "nasýl Güneþ Dünya’da iki
boyutlu yansýmalara yol açýyorsa,
üç boyutlu bir nesnenin gölgesinin
de iki boyutlu biçimler oluþturduðunu gördüm. Benzeþim ilkesine
dayanarak buradan çýkardýðým
sonuç, bizim böylesine kendiliðindenmiþçesine baktýðýmýz üç boyutlu
nesnelerin bizim bilmediðimiz dört
boyutlu biçimlerin yansýmalarý olabileceðidir."
Sunuþun üçüncü kýsmýnda, tersten
perspektifin ana felsefesi denilebilecek 'çokmerkezlilik' ele alýnmýþ ve
Osmanlý minyatürlerinde de ayný
felsefenin kullanýldýðýna dikkat
çekilmiþtir. Gerek ikona gerekse
minyatür çizimlerinde esas olan,
durma noktasýnýn sürekli deðiþtirilerek, görülebilir yüzeylerin artýrýlmasý, tek bir öznenin perspektifinin
sunulmasý yerine, seyirciyi çoðul
bir perspektifle karsý karþýya býrakarak mekan içerisinde yitmesini
Albertus Magnus
Michelangelo
SOÐUK KAZI
Birhan Keskin
Metis Yayýnlarý, 63 sayfa
saðlamak, özneye/sanatkâra deðil
tanrýsal olana hayran býrakmaktýr.
Mekan içerisinde yitmek, mekan
içerisinde þekillenmek gibi kavramlarý açýklarken Sayýn, Albertus
Magnus ve Ýbn Arabi'nin görüþlerine yer vermiþtir.
Albertus Magnus on üçüncü yüzyýlda, Öklid uzayýnda sabit biçimlere
sahip olan nesnelerin aksine,
biçimlerin bir mekanda yer almadýðýný, mekan koþullarýna göre
deðiþtiðini ve bu görüþün en iyi
cansýz madde ile dile getirilebileceðini savunmuþtur. Ýbn Arabi'nin
görüþü de ayný þekildedir: "Cemadattan -cansýz nesnelerden- yüce
bir mahlukat yoktur. Ondan sonra
da kadir ve kýymet dereceleri
itibariyle bitkiler gelir. Bitkilerden
sonra gelenler de his sahibi olanlardýr-yani hayvanlardýr." Cansýz
nesnenin yüce oluþunun Ýbn
Arabi'nin ifadesiyle, içinde yer aldýðý
mekana öykünmesinden ileri geldiði vurgulanýyor. Burada Öklid
uzayýnýn aksine, sürekli farklýlaþan
bir uzay anlayýþý hakimdir ve böylesi bir uzay anlayýþýna binaen,
insaný yüce bir mahluk kýlacak olan
sanat anlayýþý da, açýktýr ki, insanýn
mekanda yitmesine fýrsat tanýyacak
esnekliðe sahip olmalýdýr.
Kitabýn baþlangýcýnda ikona çizim
tekniðine dair kýsa bilgilere yer
verilmiþ: Binalarýn yahut herhangi
cisimlerin veya yüzün normal
koþullarda ayný anda görülmemesi
gereken kýsýmlarýnýn gösterilmesi,
resimde kullanýlan çizgilerin ufuk
çizgisinde birleþmesi gerekirken,
farklý yönlere doðru ilerlemesi veya
bazý kýsýmlarda kýsaltma uygulanmasý ve bu hatalý(!) kýsýmlarýn
dikkat çekmeyecek þekilde resmedilmesinin aksine belirginleþtirilmesi, parlak ve farklý renklere boyanmasý… Ýkonalar tasarlanýrken
kullanýlan en önemli teknik ise,
'çokmerkezlilik'tir ki gözün resim
üzerinde dolaþýrken sürekli durma
noktasýný deðiþtirdiði düþünülerek
tasarlanmaktadýr. Yani cisimlerin
etrafýnda ancak hareket ettiðinizde
görebileceðiniz farklý yüzeylerin, bir
sanatsal plan dahilinde ayný çizimde gösterilmesi. Bir diðer teknik ise
ikonalardaki ýþýk daðýlýmý ile ilgilidir
ki, diðer teknikler gibi ýþýk daðýlýmý
da bir plan dahilinde görünenden
farklý olarak çizilmekte, cisimlerin
bazý kýsýmlarý karanlýkta býrakýlarak bazý kýsýmlarý aydýnlatýlmaktadýr. Florenski bu ýþýk daðýlýmýnýn,
çizilen nesnenin potansiyel çizgileri
ile alakalý olduðunu ve bu çizgilerin, nesnenin dinamiðini ifade
etmede, nesnenin görünen çizgilerinden çok daha güçlü olduðunu
söylemektedir. "Bunlar" diyor "örneðin giysileri katlayacak olsaydýk,
alacaklarý kývrýmlardýr."
Florenski, perspektifin ne tür bir
ihtiyaca binaen ve nerede ortaya
çýktýðý sorusuna cevap arýyor ve
Romalý mimar Vitruvius'a dek
dönüyor; Vitruvius'a göre perspektifin kâþifi Anaksagoras'týr. Zira, ÝÖ
470'te Atina'da sahnelenen tragedyalardan ve sahne dekorundan
sonra, Anaksagoras ve Demokrit
sahne dekorunu bilimsel olarak
temellendirmek istemiþler ve perspektif ilkelerine benzer sonuçlara
ulaþmýþlardýr. Burada dikkat çekilen husus; perspektifin ari sanat
içerisinde deðil sahne dekoru
içerisinde ortaya çýkýþýdýr. Nitekim
perspektif çizimi de, tiyatro izleyicisinin oturduðu koltuktan gördüðü sahne dekoru misali bir manzara sunmakta, izleyeni tek bir
koltuða (durma noktasýna) mahkum etmektedir. Florenski'ye göre
Yeniçað’da/Rönesans döneminde
insanlar Antik tiyatroya geri dönüþ
yapmýþtýr ve Ortaçað’da hâkim
sanat anlayýþýný, hakikatin sembollerle ifade ediliþ yöntemini terk
etmiþtir.
Yeniçað’da sanat anlayýþýný da pek
çok ressamdan örneklerle ele alan
Pavel, "beceriksizlik" olarak nitelenen perspektif hatalarýnýn(!) en
ünlü ressamlar tarafýndan yapýldýðýna dikkat çekiyor. Leonardo da
Vinci'nin "Son Akþam Yemeði"
tablosunda, ressam perspektif kurallarýna aykýrý olarak mekaný farklý yerlerde farklý oranlarda olacak
þekilde küçültmüþ ve insanlarý
büyütmüþtür. "Atina Felsefe Okulu"
tablosunda ise Raffael, iki ayrý ufuk
çizgisi ve iki ayrý durma noktasý
kullanarak perspektif bütünlüðünü
bozmuþtur. Ayný þekilde, perspektife aykýrýlýðýn örnekleri olarak,
Michelangelo'nun "Aziz Pavlus'un
Din Deðiþtirmesi", "Son Hüküm"
isimli tablolarý ya da El Greco'nun
"II.Philippe'in Düþüþü" tablosu ve
Veronese'nin "Kana'da Düðün" tablosu ele alýnmýþ, ayrýntýlarýyla perspektife aykýrýlýklarýna yer verilmiþ.
Kitapta biraz tersten perspektif
fanatizmi hissedilse de, tarihsel
dönemlerin ve bu dönemlerde konu
ile alakalý olaylarýn yahut kiþilerin
ele alýnmasý, perspektifin çýkýþ noktasýný bulmak adýna Antik Yunan'a
dek izinin sürülmesi, karþýt fikirdeki kiþilerin görüþlerine yer verilmesi
gibi etkenler kitabý objektif bir
düzleme çekiyor. Kitap okur tarafýndan ister objektif isterse subjektif olarak yargýlansýn, herhalde
kitabýn en heyecan verici yaný; egemen olan bir görüþe baþkaldýrma,
dünya çapýnda kabul görmüþ akýmlarý yahut yazýlmýþ en önemli tarih
kitaplarýný bir kenara itebilme
cesaretine/yürekliliðine sahip oluþu ve bunu temellendirebilmesidir.
Zira öðrenilmiþ/öðretilmiþ davranýþlarýn boyunduruðundan kurtulup da etrafýna bakmak cesareti
gösterildiðinde, ufuk çizgilerinin ve
durma noktasýnýn çogaldýðý, dolayýsýyla manzaranýn büyük ölçüde
deðiþtiði muhakkak.
Metis, Birhan Keskin'in daha önce
yayýmlanmýþ þiir kitaplarýndan
Delilirikler, Bakarsýn Üzgün Dönerim, Yirmi Lak Tablet ve Yeryüzü
Halleri kitaplarýný Kim Baðýþlayacak Beni isimli bir baþlýkla yeniden
yayýmlamýþ ve ardýndan sýrasýyla
Ba ve Y'ol ile kesiþtirmiþti yollarýmýzý. Okuyucusunun aklýný
karýþtýrmayý sevmeyen, yalýn imgeler besleyen ve þiirlerinde küçük
öyküler anlatan bir þair Birhan
Keskin. Soðuk Kazý ile de bundan
vazgeçmiyor ve okuyucusunun
canýna okumaya devam ediyor.
Daha ilk giriþte selam niyetine
çakýyor ilk yumruðu: "Dünyaya tortullar tabaklar yarlar gerektir/
Ýçerde çok yanmýþa dýþarýda karlar
gerektir" ve ilerledikçe yorgun
düþürüyor. Z.G.O.
SINIRLAR
Andrew Hess
Çev. Özgür Kolçak
Küre Yayýnlarý, 325 sayfa
UNUTULMUÞ
Ýslam medeniyeti üzerine oldukça
çalýþmasý bulunan Andrew Hess'in,
Fernand Braudel'den bu yana
gerçek bir deðer olan Akdeniz üzerine olan çalýþmalarýndan biri olan
bu çalýþma, 16. yüzyýldaki Akdeniz'in iki büyük imparatorluðu,
Osmanlý ile Ýspanya'nýn mücadelesini konu ediniyor. Bu iki büyük
medeniyetin ayrýmlarýný, ortak noktalarýný yine Braudel'de olduðu gibi
bütüncül bir yaklaþýmla ele alýyor.
Unutulmuþ Sýnýrlar, Türkçe literatür için oldukça önemli bir konumda olduðunu gerek araþtýrma
yöntemi, gerekse konuya yaklaþým
tarzý ile apaçýk gösteriyor. A.B.
SOLAN AKDENÝZ
Faruk Tabak
Yapý Kredi Yayýnlarý, 424 sayfa
OSMANLI ROMANIN ÝMKÂNLARI
ÜZERÝNE
Þeyda Baþlý
Ýletiþim Yayýnlarý, 427 sayfa
TENE YAZILAN AYETLER
Yavuz Ekinci
MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 13
Doðan Kitap, 265 sayfa
YENÝ BÝR DÜNYAYI
MÝYAVLAMAK
YANARDAÐIN ALTINDA
Malcolm Lowry
KEDÝLERÝN DÝLÝ, SPENCER HOLST, ÇEV. MUSTAFA YILMAZER
DOST KÝTABEVÝ Y., 2000, 91 SAYFA
Çev. Sinan Fiþek
an Yayýnlarý, 464 sayfa
C
Yanardaðýn Altýnda, dipsomani
derecesinde alkolik olan Lowry'
nin, delilikle iç içe geçmiþ hayatýnýn bir güne sýðdýrýlmýþ yarý
otobiyografik bir izdüþümü. Fransýz bir yayýncýnýn "Yanardaðýn
Altýnda, dünyayý peþinden gidenler
ve diðerleri diye ikiye ayýran bir
'kült roman'dýr." diye tanýmladýðý
roman, 38 yýlýnýn Meksika'sýnda
alkolik bir konsolosun bir gününü
anlatýyor. Kendini adým adým
ölüme götürür gibi tükettiði alkollü yaþamýný anlatýrken, yazar, ayný
zamanda romanýn geçtiði Ýkinci
Dünya Savaþý dönemindeki insanlarýn sarhoþluðunu da gözler
önüne seriyor. Z.G.O.
SEMA VE ÂLEM
Ýbn Sînâ
Çev. Harun Kuþlu-Muhittin Macit
itera Yayýncýlýk, 189 sayfa
L
Yirmi iki kitaplýk bir eserler dizisi
olan Ýbn Sînâ'nýn en büyük þaheseri Kitâbu'þ-Þifâ, Litera tarafýndan Türkçe'ye, orijinal metinleriyle
karþýlýklý olarak kazandýrýlmaya
devam ediliyor. Ýbn Sînâ'nýn cisimler, kuvvetler, hareketler ve semavî
unsurlarý ele aldýðý bu felsefî
eserde Ýbn Sînâ, temel görüþlerinden birini ortaya atýyor:
Bilinen dört unsurun dýþýnda bir
de semavî ve yalýn bir unsur daha
mevcuttur; ve bu unsur, her
mükemmel gibi döngüsel hareket
etmektedir. Beslendiði felsefî geleneðe de yer veren filozof, yer yer bu
gelenekte hatalý bulduðu düþünceleri eleþtirmektedir de. Ýbn Sînâ,
güçlü kalemi ve yoðun felsefesiyle
ilgilileri bir kez daha hayran
býrakýyor bu eserde. A.B.
MEHMED ÂKÝF: HAYATI
ESERLERÝ VE YETMÝÞ
MUHARRÝRÝN YAZILARI
Eþref Edip
Beyan Yayýnlarý, 874 sayfa
ODAMDA SEYAHAT-ODAMDA
GECE SEFERÝ
» M. Fatih KUTAN
Bir defa her cümleye hazýrlýklý
olmalýsýn. Güneþli bir havada,
çevrende birkaç aðaç hýþýrtýsý
haricinde ses seda yokken, ikindi
vakti çimenlere serpilirken duyulan
bir kýrbaç sesi. Tependen aniden
geçen bir kuþ sürüsü ya da. Kalp
ritmini bozan bir itiraf. Birdenbire
yaðmurun baþlamasý. Bir kervandan haber gelmesi. Hýrsýzlarýn tövbe
etmesi. Tetiðine uzanýlan bir tabancanýn tutukluk yapmasý. Düðün
organizasyonlarý yapan bir þirketin
cinayet þebekesi olduðunun anlaþýlmasý. Bir adam kuyuya atýldýðýnda aþaðýdan bir düþme sesi duyulmamasý. Noel babalarýn katledilmesi. Kendisini aslan zanneden bir
siyam kedisinin Zebraca konuþmasý.
Bu ihtimal parçacýklarýný, sürpriz
haline getirip cümle cümle öykülerine yediren bir yazar Spencer
Holst. Onun üslubuna yakýn yazarlarýnýz olmuþsa da Holst gibi bir
yazara ender rastlanýlýr. Üslubuyla
bu derece þaþýrtýcý olabilen Holst'un
yaþamý da gariplikler içeriyor.
Büyük büyük dedesi Ýç Savaþ'tan
sonra bir gazete çýkarmýþ, büyükannesi 68 yýl ayný sütunda yazmýþ,
babasý hayatý boyunca beysbol
yazarlýðý yapmýþ. Babasý Lawrence
Spencer Holst, oðlu Sebastian
Spencer Holst, kendisi Spencer
Holst. Kelt, Ýskandinav ve Kýzýlderili
kökenlerine sahip; beþ kiþinin
cümle kurma þekillerini birleþtirir
gibi oluþturduðu üslubunun þifrelerini bu karmaþýklýkta arayabiliriz.
Öykülerini yayýmladýðý dergiler
arasýnda Cosmopolitan, Mademoiselle gibi kadýn dergilerinin ve The
New York Times Book Review gibi
ciddi edebiyat dergilerinin bir arada
bulunmasý da bu alýþýlmadýk
hâllere eklenebilir. Spencer Holst
geniþ bir hacim tutan bir hikâye
külliyatýna sahipse de insanlar onu
hikâyelerinden ziyade hazýrladýðý
radyo programlarýndaki canlý ve ritmik sesiyle tanýyordu. 2001'de
ölmeden evvelki uzun yýllar boyunca Westbeth Sanatçý Konutu'nda
kaldý ve burada gerçekleþtirdiði
okuma etkinliklerinin yaný sýra
kendine has imgeler taþýyan
Xavier de Maistre
etiþim Yayýnlarý, 133 sayfa
Ýl
SAYFA 14 | MÜFREDAT.02
suluboya resimler de yaptý. Resimlerin isimleri bir hikâye sayýlabilecek uzunluktaydý, týpký Kedilerin
Dili'nde yer alan bazý uzun baþlýklý
hikâyelerde olduðu gibi.
Kedilerin Dili'nde yer alan hikâyelerde en beklenmedik yanýndan
çatýrdayan bir üslup kullanan
Holst, böylelikle mantýk dizgisini ve
bilinç akýþýný saf dýþý býrakýyor.
Uzun anlatýmlar ve betimlemelere
yer vermeden, anlatmak istediði
olayý en kestirme yerinden, en
keskin yerinden yakalayýp cümleye
Spencer Holst
döküyor. "Zebralarýn Öykücüsü" ve
"Kedilerin Dili" gibi fabllarla ve
masallarla
benzerlik
gösteren
birçok hikâyesi varsa da, yukarýda
bahsettiðim çatýrdayan üslubuyla
fabllardan, hikâyenin seyrini deðiþtiren bir inceliði tam yerinde sunmasýyla da masallardan ayrýlýyor.
Varlýðýnýn farkýnda olmadýðýmýz
veya hayatýmýza çok da etki etmediðinden dolayý önemli olmadýðýný
düþündüðümüz
ayrýntýlarý
ve
karakterleri, maharetli bir el çabukluðuyla kesip, biçip, yontup, yeni
bir varlýða büründürerek onlarý,
ancak uzun romanlarda görülebilecek eksiksiz bir dünyaya yerleþtiriyor. "Mona Lisa Buddha ile
Buluþuyor", "Týrnaklar" ve "Versailles Sarayý'ndaki Gizli Balo
Salonu" hikâyelerinde ise bir filmin
tek bir sahnesini anlatýr gibi, birkaç
kýsa paragraftan oluþan ve yarým
sayfayý geçmeyecek bir anlatýmla,
kýsa hikâyenin ustasý olmasýnýn
yanýnda, kýsa hikâyeyi de zorlayan
ve ona yeni biçimler vermeyi
amaçlayan denemeler yapabilecek
yeteneðe sahip olduðunu ispatlýyor.
Bu þekilde yazýlmýþ 64 hikâye
baþlangýcýný içeren ve bu baþlangýç
halleriyle de bir eksiklik hissedilmeyen "Hayal Gücünün Zevkleri-64
Baþlangýç" adlý bir metni de mevcut.
Gerçekliðe dair cümleleri ender yer
alsa da paragraflarýnda, içerisinde
bulunduðumuz keþmekeþi kuþatan
hikâyeleri var Spencer Holst'un;
hikâyelerinin merkezinde yer alan
ironiyi de bu baðý kurmak için kullanýyor. Mesela kitabýn ilk hikâyesi
"Zebralarýn Öykücüsü"nde "öykü
yazarýnýn iþlevi" üzerine söz söyleten de bu gerçekliði kuþatmasý
gerektiðine olan inancý. Holst, Noel
analarýn ve hikâyecilerin dünyanýn
tüm sorunlarýný çözebileceðine
inanmýþ olarak yazýyor, bu ciddiyetinin
kenarýndan
hýnzýrca
gülümserken "heyecanlý bir kalabalýk felaket yerinin etrafýnda
toplanmaya baþlýyor, sahneyi oburca týkýnarak."
MIÞIL MIÞIL
KOYUN RUSSELL
KOYUN RUSSELL, ROB SCOTTON, ÇEV. SENEM ONAN
MANDOLÝN Y., 2009, 32 SAYFA
» Ayþe Merve PASLI
“‘Russell Kurbaðapoposu Çayýrý’nda
yaþýyordu. Uzun ve yoðun bir
günün sonunda, gece olmuþtu ve
koyunlar yatmaya hazýrlanýyordu.
Kýsa süre sonra herkes uyumuþtu.
Ama Russell hariç. Ne kadar
uðraþýrsa uðraþsýn, Russell uykuya
dalamýyordu."
Peki ne yapmalýydý? Gözlerini sýmsýký kapatýp ertesi gün hoplayýp
zýplayacaðý çimenlerin hayaliyle
uykuya dalmayý mý beklemeliydi
yoksa bir bardak çilekli sýcak süt
içip huzurla uyku moduna mý
geçmeliydi? Koyunlar çilekli sýcak
süt içer miydi? Kim bilir?
Hayýr, Koyun Russell çilekli sýcak
süt içmedi, en azýndan o gece
uykuya dalmak için süt yerine farklý yöntemlere baþvurdu. Ýþte bu
noktada upuzun çizgili þapkasý
kýpýr kýpýr ederek çocuklarý uykusuz bir geceye davet etti.
Koyun Russell'ýn uyumak için yaptýðý türlü denemelerine göz atarsak
bizlerin de kimi zaman denediði o
klasik þeylere rastlýyoruz ama
kitabýn yazarý ve illüstratörü Rob
Scotton bunu ifadeleriyle ve çizimleriyle öyle bir hale getirmiþ ki; sayfalara göz gezdirirken eðlenmemek
mümkün deðil. Özellikle kitabýn
içeriðiyle resimlemeler birebir örtüþüyor. Görsellerin bu derece orijinal
ve eðlenceli olmasý çocuklarýn ilgilerini hikayeye çekmesinde etkili
oluyor. Kitabýn içeriði gayet akýcý.
Paragraf paragraf cümlelerden
uzak, yalýn resimli bir kitap. Koyun
Russell'a gelince o zaten baþlý baþýna orijinal bir koyun. Sürü psikolojisinden uzak, özgün bir koyun
tiplemesi.
Çocuklarýn uyumak istemediði durumlarda ise; bu kitap bir oyun
haline dönüþerek tam bir kurtarýcý
oluyor ve çocuklarýn mýþýl mýþýl
uyumalarýna yardýmcý oluyor. Uyku
saati öncesinde alýn Koyun Russell'ý
ve baþlayýn okumaya. Býrakýn
çocuklar tahmin yürütsün, kahkaha atsýn, sonrasýnda Koyun
Russell'da olduðu gibi bir gýdýklanma hissedecekler, sonra bir seðirme
ve sonra derin bir uyku hali. Peki
bu nasýl mý olacak? Tabi ki Koyun
Russell'ýn bulduðu ve belki birçoðumuzun da denediði koyunlarý sayma yöntemiyle. Ýþte bu kadar basit!
Rob Scotton'ýn bu sevimli karakteri
diðer kitaplarýnda da, farklý maceralarla karþýmýza çýkýyor. Koyun
Russell ve Kayýp Hazine de bunlardan biri. Bu macerada da çocuklar
merak ediyor ve ayný zamanda
eðleniyor. Çocuklarýn mizah duygularýnýn geliþmesi ve hayattaki
gerçek hazinelerin neler olduðunun
farkýna varmalarý açýsýndan etkili
bir Koyun Russell kitabý.
Mandolin yayýnlarýndan çýkan
Koyun Russell serisi dýþýnda yazarýn birçok baþarýlý çalýþmalarýna
rastlamak da mümkün. Özellikle
Splat the Cat serisi Rob Scotton'ýn
dikkat çeken çalýþmalarýndan yalnýzca biri.
ZÜLEYHA: HÜZÜN
BULUTLARINDA AÐLAYAN KADIN
Zeki Bulduk
Hayykitap, 191 sayfa
Bir kýssayý, meseli tekrar yazmayý
seçmek her yazarýn kendine dert
edindiði bir þey deðildir. Zaten yazar olarak anýlan herkes de bunu
yapabilecek kalibereye sahip olmaz. Zeki Bulduk, hayat ve ölüm
aralýðýndan bakýp da gördüðü hâliyle her meseli yazmaya kalemi
yetkin bir insan sanki, öyle içten ve
duru ve samimi. Züleyha kýssasý bu
yetkinlikle yeniden kaleme alýnmýþ
ve bu ince eser ortaya çýkmýþ. Ölçülü ve neyi nerede söyleyeceðini bilen, susacaðý yeri önceden yoklamýþ bir üslup Zeki Bulduk'unki:
"Rüya yorumcusu bir peygamberse,
yazýcýya "Bidayeti âla olanýn nihayeti arþ-ül âla olur" demekten gayrý
söz düþmez." M.F.K.
Büyük-küçük hiç fark etmez, herkesin okurken eðleneceði kitaplar
olduðu kaçýnýlmaz. Özellikle Koyun
Russell'la birlikte uykusuz gecelerde koyun saymalarýn çok olacaðý
günler yaklaþacaða benziyor.
NIETZSCHE
Gilles Deleuze
ev. Ýlke Karadað
Otonom Yayýncýlýk, 144 sayfa
Ç
Daha önce yayýmlanmýþ ancak yeniden gözden geçirilen eser, Nietzsche üzerine Deuluze'ün bir takým
çalýþmalarýndan oluþmaktadýr. Filozofun yaþamý, felsefesi ve eserlerinin özetlendiði, Bataille'in kitabýna
göre oldukça özet niteliðinde olan
kitabýn en dikkat çeken tarafý Nietzsche'nin temel kiþilikleri için
kýsa ama mahiyeti oldukça önemli
bir sözlükçe. Kitabýn bir artýsý da,
yine Deuluze'ün seçtiði doðrultuda
eserlerinden bir takým alýntýlarýn da
yer almasý. A.B.
MODERNÝZM VE
ERNÝZM
Semih Gümüþ
Can Yayýnlarý, 152 sayfa
POSTMOD
SÝNEMADA KURGU VE EÝNSTEÝN
Bülent Küçükerdoðan
ayalbaz Kitap, 168 sayfa
H
SÝYASAL ÜZERÝNE
Chantal Mouffe
MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 15
etiþim Yayýnlarý, 152 sayfa
Ýl
ÖRÝK'ÝN DÖNEMÝNÝN
SINIRLARINDA TEMSÝL
SANATI VE EDEBÝYATI
TROÇKÝ:
Ý BAÞLAYANLAR ÝÇÝN
Tarýk Ali - Phil Evans
Agora Kitaplýðý, 195 sayfa
YEN
Kuþkusuz 20. yüzyýlýn trajik
kahramanlarýndan biri söz konusu
olduðunda -bilenler için- akla ilk
Troçki gelir. Stalinist bir kýyýcýnýn
baltasýyla 1940 yýlýnda son bulan
Leon Troçki'nin hayatýnýn hedef
olmasýnda, devrimci bir siyasetçi,
ehil bir siyasi analist, iyi bir tarihçi
ve güçlü bir hatip olmasýnýn çok
büyük etkisi var. Troçki'nin eserlerini okumaya baþlamadan önce,
okunmasýnda fayda olabilecek,
öngörülerine, analizlerine, deðerlendirmelerine giriþ niteliðinde bir
rehber kitap bu. Z.G.O.
JEAN-PAUL SARTRE:
TARÝHÝN
SORUMLULUÐUNU ALMAK
Haz. Zeynep Direk-Gaye Çankaya
Metis Yayýnlarý, 190 sayfa
Sartre'ýn geç dönem düþüncesi
üzerine metinlerden oluþan kitap,
dokuz yazarýn dokuz makalesinden oluþuyor. Yayýma hazýrlayanlar, kitaba Tarihin Sorumluluðunu Almak adýnýn verilmesini,
Sartre’ýn tekil öznelerin Tarih'in
doðrudan failleri olduðunu vurgulamasýyla açýklýyor. Ýkinci dönem
düþüncesinde ünlü düþünür,
bireysel sorumluluk ve toplumsal
sorumluluk arasýndaki organik
baða iþaret eder ve etik ile siyasete
yönelik düþüncelerini barýndýrýr.
Bu doðrultuda kitapta, hem ikinci
dönem düþüncesini felsefe tarihinin baþka figürleriyle karþýlaþtýrmalý olarak inceleyen metinlere,
hem de filozofun Tarih'i ele alýþýný
belli açýlardan eleþtiren metinlere
yer verilmiþ gözükmektedir. A.B.
BÝR MASKENÝN ÝTÝRAFLARI
Yukio Miþima
Can Yayýnlarý, 200 sayfa
TARAS BULBA VE
MÝRGOROD ÖYKÜLERÝ
Nikolay Vasilyeviç Gogol
TÝB
Kültür Yayýnlarý, 286 sayfa
ÝSTANBUL'DA KAYIP ZAMANLAR
Liji Pulcu Çizmeciyan
TÝB Kültür Yayýnlarý, 206 sayfa
» Elif YÜKSEKAY
Tiyatro aþka benzer diyor Vatan
yahut Silistre yazarý ve devam ediyor: Ýnsaný hazin hazin aðlatýr ama
verdiði acýnýn gücünde bir baþka tat
bulunur; tiyatro evrene benzer,
insaný doya doya güldürür ama
yansýttýðý tuhaflýklar, gülerken aðlamak için istekler doðurur. Peki
tiyatro bir gösterim türü olarak
sanat tarihimizde nasýl bir yere
sahip? Onun da öncesinde oyun
yazarlarýmýz ne kadar baþarýlý ve
yazýlan piyeslerin sahnelenmeleri
ve yazarlarýmýzýn baþarýlarýyla ne
kadar doðru orantýlý? Tiyatro sanatýnýn zamanýnýn þartlarýna ve etkenlerine (tv, sinema) göre önem ve
deðer kazandýðý konusu hala tartýþýladursun; roman, hikâye, eleþtiri
gibi tiyatro metni de edebî türler
arasýnda yerini çoktan almýþtýr.
Nahid Sýrrý Örik, tiyatro ve
beraberinde tiyatro tenkidi edebiyatý üzerinde ýsrarla durmuþ ve bu
konuda maalesef Cumhuriyet'in ilk
yýllarý için sahne sanatlarýnýn yeterince önemsenmediðini, yapýlan
çalýþmalarýn da basit ve yüzeysel
kaldýðýný her fýrsatta dile getirmiþtir. Tiyatroyu öncelikle Fransa,
Ýsveç, Ýtalya, Almanya gibi bu
anlamda bizden çok daha baþarýlý
ülkelerde, önemli isimlerin oyunlarý
aracýlýðýyla hem okuma hem izleme
fýrsatý bulmuþtur. Bu da ona, bu
konuda yapýlacak çalýþmalarda fikir
sunma salahiyetini herkesten önce
vermektedir.
Tiyatroyu daha çok sahneleniþindeki baþarýsý, aktörlerin ve aktrislerin
kabiliyetleri açýsýndan deðerlendirmiþ, metnin ruhunu verebilme
baþarýsýna göre eleþtirmiþtir. Sanatkârýn gayesinin temsil ettiði vakanýn hakiki olduðuna izleyiciyi inandýrmak olduðunu belirtmiþtir. Bir
katil rolü oynayan aktörün karþýmýzda bu katilin gerçekten mevcut
bulunduðuna bizi ikna etmesi
durumunda, cidden muvaffak olmuþ addedildiðini söyler. Binaenaleyh sahnedeki aktörlerin bir
cani ve katil zannedildiði, halkýn
heyecan ve ýstýrabýndan isyan
ederek vazife-i te'dibiyeyi ifa etmek
üzere hakikatte sadece bir rol
SAYFA 16 | MÜFREDAT.02
oynayan
mümessilin
üzerine
hücum etmek istediði zaman, bu
oyuncu muvaffakiyetinin haddi azamisine eriþmiþ demektir diyerek çok
küçük yaþta gitmiþ olduðu bir
oyunda sahnedeki cinayetin oyuncular tarafýndan gerçek sanýlýp
arkadan bir grup gencin oyuncuyu
dövecek olduðuna þahit olduðunu
belirtir.1 Bu gibi olaylarýn sadece
bizim gibi temaþa ile fazla yakýnlýðý
olmayan memleketlere mahsus
olmadýðýný, aktörün vereceði heyecanlarýn hududunu taþýrdýðý her
yerde böyle hitaplar ve böyle
muamelelere maruz kalmasýnýn
mümkün olduðunu ekler.
Hakiki çehresiyle görülmeye bile
tenezzül edilmeyen veya temaþasýndan sadece istikrah duyulan þeylerin ruhtan hiçbir þey ilave
etmeden, ruhun süzgeciyle onu
temizlemeden, ruhun heyecanýyla
ona bir ulviyet ilave etmeden
gösterilecek olduktan sonra, temsil
sanatýnýn hiçbir kýymet ve necabeti
kalmadýðýný söyleyen Nahid Sýrrý;
resmin meziyetinin sýrf gösterdiði
þeyin tafsilatýndaki sýhhat ve isabet
olmadýðýný þayet böyle olsaydý,
fotoðraflarýn bu asrýn en büyük
ressamlarý olacaðýný ilave eder. Ve
heykellerin deðerinin sýrf gösterdikleri þeylerin hakikate mutabakatý
itibariyle sahib-i kýymet, bunlarýn
behemehal türlü renklere boyanmýþ
olmalarýný gerektireceðini belirtir.
Sahnede görülmek istenen ýstýrabýn, elemin, kin ve felaket sahnelerinin hayatta görülen mümessillerinden daha ulvi ve daha bedii
olmasý gerektiðinin ýsrarla üzerinde
durmuþ ve bütün bunlarýn aktörün
sanatýyla ancak olabileceðini vurgulamýþtýr. Ona göre bir tiyatro eserinin varlýðý ancak baþarýlý bir oyun
sayesinde tamamlanýr. Temsil
sanatýnýn hayatýn hakiki facialarý
karþýsýnda vereceði heyecanlardan
baþka bir de tamamýyla iyi ve güzel,
estetik, edebi estetik mahiyeti
bulunmasý gerektiðinin üzerinde
önemle durur. Bunu meydana getirecek olan unsurlarýn en önemlisinin de mümessilin kudreti addederek aktörün kudret ve salahiyeti
hakkýnda iki görüþ olduðunu vurgular: Bazý þöhretli piyes yazarlarýnýn sahnede her þeyin piyesten
ibaret olduðunu, gerek rejisörün
gerek oyuncunun yazarýn emrine
eksiksiz itaat etmeleri þeklinde
düþündüklerini; ama bazý sahne
düzenleyicileri ise muharririn de
mümessilin de kayýtsýz þartsýz
kendi emirlerine itaat etmeleri
gerektiðini düþünürler.
Yine baþka bir yazýsýnda Nahid
Sýrrý, bizde ve Fransa'da tiyatro
tenkidi edebiyatýndan bahsederek
bunlarý karþýlaþtýrýr. Fransýz tiyatrolarýnýn bizden daha iyi olduklarýný, bizim yegane tiyatromuzdaki
gibi her oynanan oyunun ancak
birkaç gece halkýn raðbetini temin
edebildiðini ifade eder. Buna baðlý
olarak da bizdeki tiyatro tenkitlerinin Avrupa'daki tiyatro tenkitlerine nazaran pek basit ve nakýs
olmalarýnýn da kaçýnýlmaz olduðunu ileri sürüyor haklý olarak.
Fransa'da resmi tiyatrolarýn yaz
mevsiminde de ayný faaliyeti gösterdiðini, ötekilerin ise kýsa bir müddet
kapalý kaldýðýný söylüyor. Asýl tiyatro mevsimi olan kýþ aylarýnda,
þehrin kýrk-kýrk beþ tiyatrosunda
haftada en az üç en fazla sekizdokuz yeni piyesin izleyicisine arz
olunmasý gerektiðini ve bu piyeslerin hepsinin tiyatro münekkitlerine
gösterildiðini belirtir. Paris'te bütün
gazete ve mecmualarýn birer tiyatro
münekkidi olduðunu ve hepsinin de
intibalarýný piyesin ve muharririn
önemine göre kýsaca veya uzun
uzun anlattýklarýný, ayrýca Fransa'
da tiyatrolarýn asýrlardan beri manzum-mensur ve dram-komedi þeklinde nice hayat safhasýný göstererek devam edip gitmesiyle beraber, her sýnýf için tiyatroya gitmenin
adet olmadýðýný görmüþtür Nahid
Sýrrý.2
Tiyatro tenkidi edebiyatýnýn gazetelerin umumileþmesi ve gazeteciliðin
zaferinden sonra baþlamýþ olduðunu bunun da Sarsey'le bir nevi
edebî þeklini aldýðýný belirtir.
Sarsey'in bunu halkýn raðbetine
mazhar olan ve olmayan piyesler
þeklinde ayýrarak yaptýðýný, övgüsünü de yergisini de muayyen düsturlara istinat ettirerek, temiz fakat
heyecansýz lisanla yazdýðýný ve ilmi
bir konuyu tartýþýr gibi akýl yürüttüðünü öðreniyoruz. Buna mukabil
bizdeki tiyatro tenkitlerinin hiçbir
geçmiþi olmadýðýný, Abdülmecit ve
Abdülaziz dönemlerinde tiyatronun
baþlamýþ olduðunu fakat bir
münekkidin doðmamýþ olduðunu
söyler. Tiyatro var ama tenkit yok.
"Vatan" piyesinin çok ses getirdiði
halde üzerine yazýlmýþ tek bir yazý
bile olmadýðýný üzülerek belirtir
Nahid Sýrrý. Tiyatronun geliþimi
adýna tenkidin de geliþmesinin þart
olduðunun
üzerinde
durarak
bunun için bir tiyatro münekkidinin
nasýl
olmasý
gerektiði
konusunda tecrübeleriyle sabit
önerileri vardýr. Öncelikle bütün
klasik eserleri ve tiyatronun
geçirdiði son safahatý okumuþ ve
bilmiþ olmasý gerektiðini; bizde
oynanan oyunun iyi veya fena
olduðunu ancak uzun araþtýrmalar
sonucunda ve dikkatli seyahatler
sayesinde göstereceðini; böylece bir
münakaþa açýldýðýnda da fikirlerini
esaslý bir þekilde izah ve ispata
muktedir olacaðýna dikkat çekmiþtir. Münekkit denilen adamýn,
kariye ve sahneye karþý aðýr mesuliyetleri yüklendiðini de sorumluluklarý fark ettirmek adýna özellikle
belirtmiþtir. Bizim edebiyatýmýzda
tiyatro müelliflerimiz ve sahne
sanatkarlarýmýz için en büyük
bahtsýzlýklardan birinin, Türkçenin
büyük üstatlarýndan hiçbirinin tiyatro tenkidi sahasýnda yazý yazmamýþ olmalarý olduðunu söyler.
ririnin eserlerinin oynanmayacaðýný
bile bile sýrf çekmecelerinde saklamak için, tiyatro eseri yazamayacaðýný, yazsa da yenisinin eskisinden iyi olmayacaðýný söyler. Bunun
da tiyatro muharrirlerimizin sanat
ve kabiliyetlerinin de seyirciye
kendilerini tattýrmaya tattýrmaya
hüsran içinde ve inkiþaf yoluna
girmeden sönmesine ve sahne edebiyatýmýzýn canlanýp zenginleþememesine sebep olduðunu vurgular
ve Türk sahnesinin telif eserlere
kapýlarýný açmasý durumunda
muharrirlerinin kalemlerinin canlanacaðýndan ve belki þimdi susan
ve hatta kendi kendilerini sezmeyen
yeni kabiliyetlerin ortaya çýkacaðýný
haber vermektedir. Ankara'da
henüz açýlmamýþ olan þehir tiyatrosunun da bir an önce açýlýp telif
eserlere de kapýlarýný açmasýný
ýsrarla dile getirmiþtir.3
Bütün bunlar Nahid Sýrrý Örik'in
yazdýðý, okuduðu, çevirdiði, izlediði,
tenkidini yaptýðý bunca tiyatro
tecrübelerinin sadece bir kýsmý.
Yazdýðý zaman ne kadar önemsenmiþ ve tecrübelerinden ne kadar
faydalanýlmýþ, faydalanýlsa daha az
zamanda daha büyük geliþmeler
kaydedilmez miymiþ bilemiyoruz.
Tiyatro ve tenkidi üzerine maalesef
günümüzde bile yeterli bir seviyeye
gelinmiþ deðildir. Sinemanýn ve
televizyonun hayatýmýza girmesiyle
tiyatronun önemini kaybettiði
düþünülen bir dönemde, tiyatro
tenkidi ne kadar düþünülür, Nahid
Sýrrý'nýn kemiklerini sýzlata sýzlata!
Dipnotlar
1
"Temsil
Sanatýnda
Heyecanlarýn
Hududu", Hayat, c. 4, nr. 94, 13 Eylül
1928, s.309-311.
2 "Bizde ve Fransa'da Tiyatro Tenkidi ve
Edebiyatý", Hayat, c. 5, nr. 113, 24 Ocak
1929, s. 15-16.
3 "Memleketimizde Tiyatro Edebiyatýnýn
Ýnkiþafý Bahsi Üzerine", Ülkü, c. 15, nr. 88,
Haziran 1940, s. 377-378.
TÝYATRO BÝBLÝYOGRAFYASI
Sönmeyen Ateþ,
Hakimiyet-i Milliye
Mtb., Ankara, 1933, 78 sayfa; 2.Basým:
Ýkbal Ktp., Ýstanbul, 1938, 56 sayfa.
Muharrir
, Hakimiyet-i Milliye Mtb.,
Ankara, 1934, 54 sayfa.
Bütün Oyunlarý (Sönmeyen Ateþ,
Muharrir, Oyuncular, Para Uðruna, Alýnyazýsý, Ýhanet)
d
, Oðlak Yayýnlarý, Ýstanbul, 1997, 371 sayfa.
BÝR VEFA DAHA: SON ÝLÂVELER
Ýsmet Özel
Þûle Yayýnlarý, 191 sayfa
Of Not Being A Jew kitabý Ýsmet
Özel'in son kitabý olmadý, böyle
olmakla da kalmadý özellikle o
kitaptan sonra þairin þiirlerinde
belirgin bir deðiþim görülmeye baþlandý ve bu deðiþimi çözmede
bugüne deðin net bir fikir belirtmiþ
birini tanýmýyorum, bir cevap alacaðýmý düþündüðüm son dönem
yetkin þairleri de dahil. Hâl böyleyken Ýsmet Özel'in bu Of Not
Being A Jew'in üçüncü cildi sayýlabilecek Bir Vefa Daha kitabýný diðer
iki kitapla bir arada deðerlendirip,
Erbain ve Bir Yusuf Masalý'ndan
sonra þairin üçüncü kitabý olarak
toparlanacaðýný ümit etmekten
gayrýsý nafile. Ýsmet Özel'in bugün
yazdýðý þiirlere uzak diyarlardan
bakýldýðýnda daha anlaþýlýr yorumlara gidilebileceðini düþünüyorum.
M.F.K.
Nahid Sýrrý Örik
SANATTA VE EDEBÝYATTA
ELEÞTÝRÝ
Walter Benjamin
Çev. Elçin Gen-Mustafa Tüzel
Ýletiþim Yayýnlarý, 200 sayfa
Pozitivist zihnin getirdiði maddeci
anlayýþa belki de döneminin en sert
eleþtirisini getiren Frankfurt Okulu
temsilcilerinden olan Walter Benjamin'in modern eleþtiri kavramýný ele
aldýðý bu eserde, eleþtiriyi, bir
eserin yorumlamasý olarak deðil,
tamamlanmasý olarak gördüðünü
belirtir. "Alman Romantizminde
Sanat Eleþtirisi Kavramý" altbaþlýðýyla yayýmlanan kitabýn bu
baþlýðý aslýnda Benjamin'in doktora
tezi. Ve bu tezde düþünür, eleþtiriye
hakettiði yeri vermek peþinde.
Zamanýnýn tiyatroya olan algýsýný ve
ilgisini oyunlara olan raðbetle ve
yapýl(a)mayan tenkitlerle ölçen Nahid Sýrrý, döneminin tek sahnesi
olan Ýstanbul Þehir Tiyatro'sunun
telif eserleri oynatmadýðý bunun
sebebini de Türk muharrirlerinin
eserlerine halkýn raðbet etmediði ve
tiyatronun da ziyan ettiren eserleri
oynamaya cesaret edemeyeceði keyfiyeti olduðuna; Ýstanbul Þehir
Tiyatrosu'nda tercüme ve adapte
eserlerde açýk verdiðini söyleyerek
karþý çýkmýþtýr. Hiçbir Türk muhar-
A.B.
YEDÝ ÞAÝRDEN HATIRALAR
Hilmi Yücebaþ
Timaþ Yayýnlarý, 280 sayfa
BAÞKA YER
Donna Haraway
Metis
Yayýnlarý, 376 sayfa
KISACA FELSEFE
Kurtuluþ Dinçer
MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 17
rmakon Kitap, 270 sayfa
Pha
MÜKÜS’TEN
KANATLANAN KUÞLARIN
PÎRÝ: FEQÎYÊ TEYRAN
SÂLÝK YOLA DÜÞÜNCE
Yýlmaz Yýlmaz
Okur Kitaplýðý, 111 sayfa
Temel meselesi tasavvuf olan bir
öykü kitabý Sâlik Yola Düþünce.
Samimiyeti, kýymet bilmeyi, acizliði barýndýran hikâyeler bunlar,
yer yer "bunlar yalnýzca hikâyelerde mi kaldý" diye düþündürecek
kadar hatta. Yýlmaz Yýlmaz bu ilk
kitabýnda duru bir dille hikâyeler
yazan
bir
yazarýn
edebiyat
içerisinde yer almasýný haber
veriyor, çok sesli bir þekilde deðil,
daha içe dönük, kýrýlgan va naif bir
biçimde. On beþ hikâyenin yer
aldýðý kitabý baþlýklar arasýnda göz
gezdirmem sonucunda "Meczup
Mustafa" hikâyesinden okumaya
baþladým, piþmanlýk duymadým,
belirtmek isterim. M.F.K.
LACAN
Haz. Nami Baþer
Say Yayýnlarý, 208 sayfa
Kitap, Freud'un yücelttiði psikanalizi yeniden canlandýran düþünür
olarak bilinen Jacques Lacan'ýn
Nami Baþer tarafýndan hayatý ve
eserlerinin yaný sýra felsefesinin
kapsamlý bir özetini sunuyor.
Düþünürün eserleri ve felsefesi
üzerine dair yapýlan deðerlendirme
ve tespitlerin yanýsýra, eleþtirileri
de barýndýrýyor bu bir nevi Lacan
risalesi. Kitapta farklý bir Freud
okumasý saðlamaya çalýþan Lacan'
ýn, psikanalizin dokunduðu unsurlarýn daha ne kadar geniþletilebileceðini de tespit etmek
mümkün. A.B.
» Ayhan GEVERÎ
Klasik Kürt þiirine sade bir söylem
kazandýran Feqîyê Teyran 1560
yýlýnda, Van'ýn Bahçesaray (Müküs)
ilçesinde doðmuþ ve yine 1640'ta
Bahçesaray'da vefat etmiþtir. Mezarý da Bahçesaray'da olan Feqîyê
Teyran'ýn gerçek ismi Muhammed
olup bazý kaynaklarda "Mîr Mihê"
þeklinde geçer. Müküs beylerinden
Þêx Evdila'nýn oðlu olan Feqîyê
Teyran'ýn ailesi asilzadeler olarak
adlandýrýlýrdý.
Klasik Kürt edebiyatýnýn en önemli
ve en tanýnan mutasavvýf-þairlerinden biri olan Feqîyê Teyran
(1560-1640) gerek þiir dilinin
sadeliði ve gerekse de iþlediði
tasavvufî konulara hâkimiyeti ile
klasik Kürt edebiyatýnda ayýrt edici
bir yere sahiptir. Özellikle tasavvufî
ve irfanî þiirler yazmýþ olan Feqîyê
Teyran'ýn eserleri, günümüze kadar
hem sözlü hem de yazýlý þekilde
aktarýlagelmiþtir. Divan'ýnda daha
çok Allah sevgisi, ilahî aþk, vahdet-i
vücûd ve güzellik temalarýný iþleyen
Feqîyê Teyran, þiirlerinde klasik
edebiyatýn dayandýðý arka plana
dair geniþ bir konu yelpazesi sunar.
Þairin geleneksel çerçeve içinde
mazmunlarla örülmüþ manzum
metinlerinde sosyal hayata dair
birçok temayla da karþýlaþýlýr.
Yazmýþ olduðu þiirlere bakýldýðýnda
klasik þairlere has tasavvufî hassasiyetlere sahip olmasýyla beraber,
þiirlerinde konuþma diline yakýn
sade bir dil kullanmasý, tasavvufî
öðeler dýþýnda halk kültüründeki
folklorik unsurlarý da ustaca kullanmasý Feqîyê Teyran'ý klasik Kürt
ÞEHR-Ý SAFA
Shirine Hamadeh
Ýletiþim Yayýnlarý, 398 sayfa
GELECEÐÝN TARÝHÝNÝ
OKUYANLAR
Max Brockman
Profil Yayýnlarý, 224 sayfa
TÜRKÝYE’DE
DEMOKRATÝKLEÞME VE
ANAYASA YAPIMI POLÝTÝKASI
Ergun Özbudun
Doðan Kitap, 114 sayfa
SAYFA 18 | MÜFREDAT.02
edebiyatýnda öne çýkaran önemli bir
özelliðidir. Bu nedenle de Divan'ýnda ya da yazmýþ olduðu destanlarda, folklora ait çok fazla detay
vardýr. Bununla beraber þairin
mahlasýndan da anlaþýldýðý gibi,
Feqîyê Teyran'ýn kuþdilini bildiði ve
kuþlarla konuþabildiði söylenir.
Feriduddin Attar'ýn meþhur eseri
Mantýku't-Tayr'da geçen "Sîmurg"
hikâyesine benzer tarzda "Þêx
Sen'an" hikâyesini manzum bir þekilde yazan Feqîyê Teyran'ýn kuþlarla konuþamadýðý düþünülse bile,
tasavvufi gelenek içinde kullanýlan
kuþ metaforundan/temsilinden çok
iyi yararlanmýþ bir þairdir.
Kürt edebiyatý içinde farklý bir
üslup ve söyleyiþ tarzýna sahip olan
Feqîyê Teyran, özellikle konu seçimi
ve seçtiði konularý ustaca iþlemesiyle de öne çýkan bir þairdir.
Melayê Cizîrî ve Feriduddin Attar'a
yakýn bir edebi söyleme sahip
olduðu görülen þairin Divan'ý dýþýnda, "Þeyh-i Sen'an", "Zembilfiroþ" ve
"Bersîsê Abid" gibi manzum
hikâyeleri de yazdýðý görülür.
Klasik Kürt edebiyatý alanýnda uzun
zamandýr araþtýrmalar yapan ve iyi
çalýþmalara imza atmýþ olan M.
Xalid Sadînî'nin Feqîyê Teyran ile
ilgili çalýþmasý, yukarýda þair ile
ilgili söylenenlerin bilinmesine
vesile olmuþ deðerli bir eser: Feqîyê
Teyran -Jîyan, Berhem û Helbestên
Wî-(Nûbihar Yayýnlarý, 4.Baský,
Mayýs, 2010). Büyük emeklerin ve
ustaca bir çalýþmanýn sonucunda
hazýrlanan eserde Feqîyê Teyran'ýn
þiirlerine ve destanlarýna geçmeden
önce þair ile ilgili uzun bir giriþ
bölümü hazýrlanmýþ. Bu bölümde
Feqîyê
Teyran'ýn
þiirlerini
dayandýrdýðý klasik Kürt edebiyat
geleneði anlatýlarak okuyucunun
Feqîyê Teyran'ýn þiirlerini okumadan önce bu þiirin dünyasýný
anlamasý saðlanmýþ ve yine ayný
þekilde þairin yaþadýðý dönem, eserlerinin içerik ve þekli üzerine de
akademik analizler yapýlmýþ. Xalid
Sadînî, çalýþmasýný daha çok yazýlý
kaynaklara dayandýrmakla beraber
-ki bunlar daha çok medrese ehlinin elinde bulunan elyazmasý kaynaklardýr- Feqîyê Teyran ile ilgili
sözlü kültürden de yararlanmýþ,
halk arasýnda kendisi hakkýnda
söylenen efsane ve menkýbeler de
kitaba dâhil edilmiþtir. Feqîyê Teyran'ýn Divan'ý üzerine yapýlan önceki tüm çalýþmalarýn da gözden geçirilip o eserlerdeki eksiklerinin tamamlandýðý Xalid Sadînî'nin eserinde akademik kaygý ön planda tutulmuþtur. Zira yazarýn Feqîyê Teyran'
ýn Divan'ýndaki þiirlerini diðer kaynaklarda geçen benzer varyantlarla
mukayese etmesi ve bu varyantlarýn/nüsha farklarýnýn dipnotlarda
verilmesi eseri edisyon-kritik tarzda
hazýrlanan akademik tezlere yaklaþtýrmýþtýr.
Feqîyê Teyran'ýn ilahî aþk, hikmet,
irfan, vahdet-i vücud, kadýn ve tabiat güzelliði gibi temalarda þiirler
yazmasý onu diðer klasik þairler gibi
kýlar. Fakat özellikle tarikat adabý
ve "seyr-i sülûk"u sembolik bir dilde
anlatmasý, bunun yanýnda sadece
gazel ve kaside tarzýna mahkûm
olmayýp özellikle tarihî hikâye ve
meselleri konu edinmesi onun en
büyük özelliði. Çünkü diðer dillerdeki klasik edebiyatlarda da görüldüðü gibi Kürtçe'de de nazým, nesri
arka plana itmiþ, düzyazýdan ziyade
þiir revaç görmüþtür. Bunu çok iyi
fark edebilmiþ olan Feqîyê Teyran
aruz dýþýna çýkmamýþ olsa da nazým
þekli olarak klasik Kürt edebiyatýnda önemli deðiþiklikler yapmýþtýr.
Belki Türk edebiyatýndaki mukabili
Yunus Emre ile mukayese edildiðinde daha rahat bir þekilde görüleceði gibi, Feqîyê Teyran konularýný
tasavvuf dairesi içinde seçmesine
raðmen hemen hemen hiç mesnevi
tarzýnda yazmamýþtýr. Birçok destaný ve uzun aþk hikâyesini yazmýþ
olsa da hiç beyit kullanmamýþtýr.
Daha çok dörtlüklerden oluþturduðu eserlerini günlük dile yakýn
bir dil ile yazmasý, þairi toplumun
hemen her katmaný tarafýndan
okunur kýlmýþtýr.
Tasavvufî hikâye ve mazmunlarý
folklorik tarzda yeniden yazan
Feqîyê Teyran'ýn "Þêxê Sen'an",
"Zembîlfiroþ", "Bersîsê Abid" ve
"Hespê Reþ" hikâyeleri aslýnda modern romanýn iþleyebileceði kývamda tahkiyelerdir. Tasavvuf erkânýna
göre bir sofînin terbiyesi ve ruhunun hamlýktan kemale eriþmesi
süreci gibi konularda didaktik bir
söylemi tercih ederek bu hikâyeleri
yazan þair, Þark'ýn ilim ve hikmet
birikimini sade ve akýcý bir Kürtçe
ile aktarmýþtýr.
Feqîyê Teyran
Tüm bu önemli özellikleriyle Feqîyê
Teyran þiirini hakkýyla çalýþmasýnda
sunan Xalid Sadînî, Kürt edebiyatýnýn baþyapýtlarýndan birini yeniden keþfetmemizi saðlamýþtýr. Bu
deðerli çalýþma sadece Kürt edebiyatýný anlamaya yardýmcý olmayacak, ayný zamanda Kürtlerin geniþ
gönül dünyasýný, kendi Rabbini
incitmemek için kaleden atlayýp
beþerî arzulara yenik düþmemeyi
öðütleyen Zembîlfiroþ'u da bize
Kürtçe anlatacak.
OSMANLILAR
Halil Ýnalcýk
imaþ Yayýnlarý, 320 sayfa
T
Dünyada farklý otoritelerce de
kabul edilen Halil Ýnalcýk'ýn ilmi,
araþtýrmalarý ve zekâsý; bu yolda
tükettiði altmýþ yýlýn birikimiyle birleþerek, alanýnda önemli bir konuma bir anda yerleþen Osmanlýlar'ýn
altyapýsýný oluþturuyor. Ünlü tarihçinin, bu imparatorluk hakkýndaki
genel deðerlendirmeleri ve bir takým
yeni bilgileri de eklemesi dýþýnda;
fetihler, kurumlar, toplum ve özellikle de Hýristiyan Avrupa ile iliþkilere de, araþtýrmalarý sayesinde
yeni bir perspektifle bakýlabileceðinin örnekleri de yer alýyor.
Îro ji Dest Husna Hebîb
Îro ji dest husna hebîb
Sergeþte û heyran im ez
Min eþq û muhbet bûn nesîb
Sewdayê sergerdan im ez
Eþqê gelek sewda kirin
Bê mal û bê mewda kirin
Nûra çira winda kirin
Mûsayê 'Umran im ez
A.B.
Mûsa ji dest husna bi nûr
Þîrîniya xalên di hûr
Secde bire ber Kohê Tûr
Nêzîkî remzê wan im ez
Remzê ku dê dilber bikin
Carek bi çeþman seyr bikin
Dê Kohê Qaf kerker bikin
Mecrûhê pir kovan im ez
Ah ji dest kovan û qehran
Min sebir nayêt li sehran
Þubhetê mewcên di behran
Qulzemê 'Umman im ez
TAHAMMÜL ÞERÝDÝ
Cafer Keklikçi
Timaþ Yayýnlarý, 96 sayfa
Qulzem û behrên di heftê
Agirê eþqê ku keftê
Dê sojit þubhetê neftê
Min diye û pê zanim ez
Timaþ'ýn baþlattýðý "Çaðdaþ Türk
Þiiri" dizisi özlediðimiz bir yayým
sürecini baþlatmýþ görünüyor.
Cafer Keklikçi'nin Tahammül Þeridi
de bu dizi içerisinde yayýmlandý.
Þairin ilk kitabý Tanýnma Korkusu
ile ikinci kitabý Yasak Bölge arasýnda yazmýþ olduðu fakat ikinci
kitabýna almadýðý þiirleriyle açýlýyor
kitap. Bu þiirler ile, þairin 2007
sonrasýnda yazdýðý þiirler arasýndaki fark net bir þekilde ortada.
Gittikçe yerini yurdunu seçmiþ,
anlatmaya daha çok meyleden bir
þiire açýlýyor Cafer Keklikçi. Þiirlerindeki öfke, eleþtiri ve yer yer ilenç
de son þiirlerde daha baskýn olarak
görünen üslup unsurlarý.
Min diye muhbet çi reng e
Soht e dijwar e pereng e
Min mudam dil jê bi heng e
Bi nalîn û efxan im ez
Nalîna teyr û tiyûran
Kalîna çeng û bilûran
Xuxulîn d'qesr û qisûran
Bilbilê xweþxwan im ez
Bilbilim daîm dixwînim
Ez yekî er te nebînim
Dîn dibim sewda dimînim
Þerxweþ û sekran im ez
M.F.K.
TEZKÝREDEN BÝYOGRAFÝYE
Mustafa Ýsen
…..
…..
Kapý Yayýnlarý, 376 sayfa
MUTLULUÐUN PEÞÝNDE
"Mîm û Hê" aqil ve der da
Sicleya iþqê û derda
Lew qelem anî bi ser da
Me'fûyê xufran im ez
Stanley Cavell
etis Yayýnlarý, 368 sayfa
M
KATEGORÝLER
Ýbn Sînâ
MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 19
Litera
Yayýnlarý, 544 sayfa
FARZIMUHAL
"Þiirin tahammül edemediði onlarýn
tahammülsüzlüðü ve sansürüdür."
11-15 Mayýs 2010 tarihleri aralýðýnda
gerçekleþtirilen Uluslararasý Ýstanbul Þiir
Festivali'ne katýlacak olan þairlerden biri de
Didem Madak'tý. Madak'ýn biyografisinde
yapýlan izinsiz bir deðiþiklik sonrasýnda þair
büyücülüðüne ket vurulmaya çalýþýldýðýný
söyleyerek, aþaðýda bir kýsmýný alýntýladýðým
bir açýklamayla festivali terkettiðini açýkladý. Çok da iyi yaptý. "Özgeçmiþ Sansürü
Festival Broþürü için benden özgeçmiþ
istendiðinde, göndermiþ olduðum özgeçmiþ
metninin son cümlesi "Þu sýralar cadýlýk,
büyü çeþitleri gibi konularla ilgileniyor ve
bir "Efsun Kitabý" düþlüyor."þeklindeydi.
[…] Bu cümleyi her kim özgeçmiþimden
hangi sebeple çýkarmýþ olursa olsun, þunu
bilmesini istiyorum. Ben cadýlarý sevmeyenleri sevmiyorum. Cadýlardan korkanlardan
da korkmuyorum. Özgeçmiþime uygulanan
bu sansürü þiirime uygulanmýþ kabul ediyorum. Cadý avcýlarý her çaðda olmuþtur.
Bugün de vardýr. Ve maalesef artmaktadýr.
Bir þiir festivali kitapçýðýnda dahi cadýlýða
tahammülü olmayanlara bildirmek isterim.
Yazmaya çalýþtýðým kitap bir "efsun kitabý"
olacak, cadý avcýlarýna yönelik büyü giriþimlerim sürecek. Benden bir hanýmefendi
olmamý bekleyenler ve haným hanýmcýk bir
özgeçmiþ yazmamý dileyenler özgeçmiþimi
(hangi sebeple olursa olsun) kesip biçenler
biliyorum ki bazý haddini bilmez beyefendilerdir. Onlar muhtemelen þiiri ýlýk bahar
yaðmurlarý ile karþýlaþtýrýp, bir tür oyun
hamuru gibi istedikleri gibi yoðurabileceklerini zannedenlerdir. Bu beyefendilerin
bilmesini istediðim bir husus vardýr. Þiir
onlarýn zannettiðinden çok daha sert ve
çetin bir þeydir. Þiir onlarýn caiz bulmadýðý
pek çok þeyi barýndýrýr. Þiirin tahammül
edemediði onlarýn tahammülsüzlüðü ve
sansürüdür. Denilebilir ki "ne olmuþ caným
bir cümleyi çýkardýlarsa, sen de aklý baþýnda bir özgeçmiþ yazsaydýn.'' Böyle söyleyenler þair deðildir ve hiç olmayacaklardýr. Hiç
olmamýþlardýr. Aklým baþýmda olsaydý þiir
yazmazdým. Aklým baþýmda olsaydý her
devirde nasýl beceriyorsam muhalif olmanýn
bir yolunu bulmazdým." .F.K.
lemeleri ve bunun dýþýnda önemli çevirileriyle; bilim felsefesi, tarih, sosyoloji gibi
beþerî bilimlerle ilgili çeþitli konularda
yayýmladýðý eserleriyle ön plana çýkan Vadi
Yayýnlarý, daha sonralarý, ekibindeki
ayrýlýklarla birlikte zor günler geçirmeye
baþladý. Birçok kýymetli eseri yeniden
yayýmlan(a)mayýp unutulmaya yüz tutarken; kaygýlar ve heyecanlar gitgide söndü,
söndükçe bir kültür mevzuundan çok bir
para kazanma kapýsýna dönüþtü. Zaten
para için kazanma amaçlý kurulan birçok
yayýnevi varken Vadi Yayýnlarý'ný ele
aldýðýmýzýn, ya da baþka bir açýdan, "yayýn
ahlaký ve ahlaksýzlýðý" gibi bir baþlýðýn altýnda Vadi Yayýnlarý'ndan bahis açmamýzýn
sebebine gelecek olursak; bu tepkinin de
bir kaygý ürünü olduðunu dile getirebiliriz.
Bu kaygý, basit gibi gözüken ama mide
bulandýran bir meseleden, redaksiyon hatalarýndan ibaret. Burada ilk baþta okuyucunun göz zevki düþünülebilir; ancak bilhassa belirtmek istediðimiz, okuyucudan önce
"eser"in kýymetine verilen oldukça düþük ve
metalaþmýþ pahadýr. Þüphesiz elinizdeki
dergide de sayýsýz redaksiyon hatasý bulunabilir ve eleþtirilebilir. Haklý bir eleþtiridir
de. Yapmamýz gereken, bu iþi "adam gibi"
yapmaktýr; hatalarýmýz affola. Hatalarýmýz
affola diyorum, çünkü biliyorum ki yaptýðýmýz hatalarýn görmezden gelinebilecek
türden hatalar olduðunu biliyorum. Fakat
birazdan göstereceðim hatalar için; býrakýn
görmezden gelmeyi, kitabý kaldýrýp atmayý
düþüneceksinizdir. Bahsi geçen eser,
Quentin Skinner'den çevrilen Çaðdaþ Temel
Kuramlar. Vadi Yayýnlarý, kitabýn daha
önceki bir baskýsýndan tarama ve direk
geçirme yoluyla yapmýþ olacak ki, hatalarýn
sayýsý binleri geçiyor. Evet, basit bir yöntemdir bu eseri yeni sisteme geçirmek için;
ancak oldukça dikkatli bir þekilde tetkik
edilmesi gerekir. Hatalar þu örneklerde
olduðu gibi oldukça abartýlý olabilir:
"…kendilerinin ifade edebilecekleri bir
çerçeve saðladýðý düþünü-* lürken…"
(s.132); "…baðýmsýz nedenlere ihtiyaç duyacaktýr -bu " oyun kuramýndan…" (s.136);
"…üzerinde durduklarý konuda AJftusser*e
bir hayli þey boçlular…" (s.198); "Bfaudel…"
(s.227). Kitabýn hatalarý inanýlmaz boyuttadýr. Bir yayýncýnýn kitap basmaya hakký
vardýr, ancak onu alelade uðraþsýz bir tuðla
haline getirmeye hiçbir hakký yoktur; ya da
bir yayýncýnýn 272 sayfalýk bir kitap yayýmlama hakký vardýr, ancak 272 sayfasýnýn
272'sinde de hata olduðu halde yayýmlamaya hakký yoktur. Bu ahlaksýz bir yayýn
örneðidir; eserin yazarýna, çevirenine, okuruna, bilhassa da eserin kendisine yönelik
bir ahlaksýzlýktýr. Buna dikkat etmek bir
M
.
Yayýn ahlaký ya da ahlaksýzlýðý
Vadi Yayýnlarý, yýllar öncesinde içerisinde
bir takým kaygýlar barýndýran birkaç gencin
Bilim Dedikleri adlý eseri çevirmeleri ve
yayýmlamalarýyla yola çýkan bir yayýnevi.
Medeniyetler Çatýþmasý, Tarihin Sonu, Çaðdaþ Siyasal Akýmlar gibi ses getiren derSAYFA 20 | MÜFREDAT.02
yayýnevi için iyi bir artý deðil, zorunluluktur. Ýletiþim Yayýnlarý gibi, bir baskýsýndaki
hatayý diðerinde kesinlikle deðiþtirmektir
yayýncýlýk; üçüncü baskýsýna gelmiþ bir
kitaptaki sayýsýz hatalý bir kitabý basmak
deðildir. Vadi'nin bu hatalý duruþu, diðer
yayýnevleri için de iyi bir örnek teþkil
etmelidir. Nitekim artýk Vadi, kapanmaya
yüz tutmuþ ve artýk çok da umursanmayan
bir yayýnevi haline gelmiþtir. [Eserin bahsi
geçen baskýsý; Skinner Quentin, Çaðdaþ
Temel Kuramlar, çev. Ahmet Demirhan,
Ankara, 2007] A
.B.
Metis Defterleri’ni karýþtýrmaya
baþlayalým.
Metis Yayýnlarý'nýn "Bahar 2010" katalogunda okuduðum bir müjde bu. Tematik
makale seçkilerinden oluþacak, günümüzde tartýþýlan kültürel ve siyasi derlemelerin
yayýmlanacaðý bir dizi oluþturuluyor: "Metis
Defterleri". Mayýs 2010'da Eric Hazan'ýn
hazýrladýðý Demokrasi Ne Âlemde? yayýmlanýyor. Bu ilk kitapta günümüz siyaseti
konusunda ufuk açýcý metinleri bulunan
isimlerden bazýlarý Jacques Ranciére, JeanLuc Nancy, Alain Badio ve Slavoj Zizek.
Demokrasinin kapitalizmin paralelinde
olma probleminden, dünyayý þu anda
getirdiði konuma deðin bir çok fikrin
izleðinde devam eden tartýþmalara verilen
cevaplar ve daha da önemlisi çözüm önerileri. Dizinin ikinci kitabý olarak ise Aykut
Çelebi'nin hazýrladýðý Þiddetin Eleþtirisi
Üzerine yayýmlanacak. Kitap, Jacques
Derrida'nýn "Yasanýn Gücü: Otoritenin
Mistik Temeli", Walter Hamacher'in "Edimsel Olmayan Grev", "Giorgio Agamben'in
"Olaðanüstü Hal", Robert Cover'ýn "Þiddet
ve Söz", Zeynep Direk'in "Yasa, Adalet ve
Siyaset" ve Aykut Çelebi'nin "Þiddete Karþý
Siyaset" yazýlarýndan oluþacak. "Seçkinin
temel vurgusu, yasanýn korunmasý için
seferber edilen devlet þiddetinden farklý
olarak, ve ondan önce, yasa koymanýn kendisinin zaten þiddet içerdiði düþüncesidir."
Dizinin diðer seçkilerini de merak ve okuma
þevkiyle bekliyorum.
M.F.K.
Ýki savaþýn harmaný: Savaþ Pilotu
44 yaþýnda uçaðý düþürülerek öldürülen
Saint-Exupéry, kendi sonunu görürcesine
kaleme aldýðý romaný Savaþ Pilotu’nda;
savaþa ve o sýradaki psikolojinin savaþýn
mahiyetiyle uzaktan yakýndan bir iliþkisi
olmadýðýna dair izlenimlerini veriyor ana
karakter üzerinden. Ve hiç þüphesiz ki bu
ana karakter, aslýnda kendisi. Savaþ, artýk
Nazilerle yapýlan bir mücadele deðil, uçaktaki silah düðmelerine basmaktan ibarettir,
kimse savaþý düþünmemektedir, o düðmeye
basmak savaþtýr artýk. Bu durumu
Exupéry, ayinlerin mum yakma törenlerine
dönmesine benzetir; ve haklýdýr da. Exupéry
aslýnda romanýn bütününde haklýdýr. “Salt
mantýk ruhun yaþamýný öldürür.” derken de
haklýdýr; “Ölenlerin hayatta kalanlara güven
verdiklerine inanýyorum.” derken de.
Exupéry çok haklýdýr. Özden yoksun ve
“bakýþ”tan ziyade yalnýzca “varlýk” olan
insan, savaþý birkaç ýþýða indirgemektedir.
Hem dýþ dünyadaki saçmasapan savaþý,
hem de insanýn kendi iç dünyasýndaki
savaþý. Savaþ Pilotu, bu iki savaþýn yazar
bünyesinde karýldýðý bir hesaplaþma. Tabi
Antoine de Saint-Exupéry
bir de ölüm ve cenaze var: “Cenazeyi gömme
esnasýnda ölüyü severiz. Çünkü onunla
baðlantýmýz yoktur. Ölüm büyük bir hadise.
Ölü, býraktýðý fikirleri, eþyalarý ve alýþkanlýklarýyla yeni bir iliþkiler aðý oluþturur.
Görünüþte hiçbir þey deðiþmez, ama aslýnda her þey deðiþmiþtir. Kitabýn sayfalarý
ayný, ama kitabýn içerdiði mânâ deðiþmiþtir.
Ölümü kendi benliðimizde hissedebilmek
için ölüye ihtiyacýmýz olacak anlarý hayâl
etmemiz gerekiyor. O zaman bunun eksikliði hissedilir. Onun bize ihtiyacý olduðu
anlarý hayâl etsek. Fakat onun bize artýk
ihtiyacý yok. Dostumuzun ziyaret saatlerini
düþünmek ve bir boþluðu keþfetmek, hayata bir açýdan bakmak gerek. Halbuki,
cesedin gömüldüðü gün, ne
mesafe vardýr, ne de açý. Ölüm
hâlâ
parçalar
halindedir.
Cesedin gömüldüðü gün,
telaþlanmalar, samimi ya da
yalancý el sýkmalar, kaygýlar
içinde daðýlýp gideriz. Ölü,
ancak ertesi dinginlik içerisinde ölecektir. Bir bütünlük
içinde belirecek ve yine bir
bütünlük içerisinde kaybolup
gidecektir. Ve iþte o zaman,
bizden ayrýlan ve kalmasýný
saðlayamadýðýmýz bu insan
için aðlayacaðýz.” [Savaþ Pilotu, çev. Ömer Turan, Nehir Y.,
2001, s. 25-26]
A.B.
Ortalýðý daðýtan bir daðýtýmcý.
Avantgardé adýnda bir edebiyat dergisi var.
Sakarya'da bir grup Ýslamcý gencin
çýkardýðý, devrime ve devrimcilere de selam
duran bir dergi bu. Ýlk sayýsýnýn hazýrlandýðý
o Temmuz günlerini hatýrlýyorum. Zahit
Böcek hazýrlýyordu o zaman dergiyi. Benim
de bir þiirim yer almýþtý ilk sayýsýnda.
Heyecanlandýran bir dergiydi. Sonra Adnan
Dizer yönetmeye baþladý dergiyi, hâlâ da o
götürüyor bu þahane iþi. Derginin ikinci ve
üçüncü sayýlarýnýn (gayrý resmi dört ve beþ)
daðýtýmýný Kültür Dergi Daðýtým üstlensin
deyip, daðýtým þirketiyle görüþmüþler ve
dergiyi daðýtmayý reddetmiþ þirket. "Etik
olarak uygun" deðilmiþ dergi. Gerekçeler
Raif Kadýoðlu'nun yazdýðý "haþere-i mübeþþere'den gregor bin kafka" yazý ismi, Cihat
Duman'ýn "harf devrimine" ithaf edilmiþ "ilk
Görüþte GooL ve" adlý þiirdeki "kýrk dereden
defansa su getiriyorum da/israfil düdüdüðü
Götürmüyor Aðzýna" dizeleri, Ömer Aybars'
ýn "sana allahým diyebilir miyim" adlý
þiirindeki "ama gel tanrým/bak yürüyorum
öteki yanaðýmda, komþumda/dinlerarasý
diyalog/ve affet ki aþýðým./niyazýmda sükutumda çýðlýðý kapatýlmýþ bir parti/yasaklý ve
sabýk sevdakarým/tanrým tam da bu
saat/kime
benzersem
benzeyeyim/ne
olur/sana allahým diyebilir miyim" dizeleri.
Ben bu dizeleri beðendiðimden sebep aldým
buraya tek tek. Ayný þekilde Cafcaf dergisini de daðýtmayý reddetmiþler, orada da
"münasip" olmayan karikatürler varmýþ. Bir
daðýtým þirketinin böyle bir insiyatifi olamaz. Bu sansürdür, bu müdahaledir, bu
göz göre göre fauldür. Onlarca yýl,
anayasanýn, düþünce özgürlüðüne ket
vuran maddelerin, faþist kafalý birkaç
adamýn baskýsýyla, yok saymasýyla, düzene
sokma çabasýyla yüzyüze gelen þairler,
yazarlar, dergiler, düþünce adamlarý, þimdi
de sermaye ile mi karþý karþýya kalacaklar
yani? Daðýtým þirketi daðýtým yapar,
cemaate din dersi vermeye kalkýþamaz. Bir
de etik kurulunuz Varlýk dergisinin daðýtmayý nasýl onaylýyor, onu da etik kriterlerinizi merak ederek soruyorum. Bu,
ortalýðý daðýtmaktýr. [Bu geliþmeler üzerine
de iki aylýk edebiyat dergisi Yumuþak Ge,
KDD ile yollarýný ayýrma kararýný yeni
yayýmlanan 7. sayýlarýnda yer alan bir manifesto ile duyurdular. Ð'ye de bin selam!]
[Bu yazý evvelinde Özgün Duruþ gazetesinde
yayýmlanmýþ olup, içimize iþleyen tekrar
etme þevkinin iteklemesiyle Farzýmuhal'de
de arz-ý endam etmektedir.] M.F.K.
BEYAZ
PORTRELER
Asým Gültekin
AHMET MURAT.
1971 Karaman doðumlu. Ezher'de ve
Marmara Ýlahiyat'ta okudu. Ser verip sýr
vermeyen þair. Kaf ve Rengi þairin ilk
kitabýydý, ardýndan Kýþ Bilgisi geldi, Mayýs
2010'da ise Bir Þair Bisikletle'yi yayýmlýyor.
Ýnsan yayýnlarýnýn editörlüðünü yaptý.
Çetele dergisini çýkardý. Yedi Ýklim, Kýrklar,
Heves, Fayrap, Dergâh dergilerinde þiirlerini yayýmladý, yayýmlýyor. Geçen yýl
Dergâh'ta yayýmladýðý "1981'de Neler
Oldu?" þiiriyle hafsalamýza çekiç darbeleri
indirdi. Zeki Bulduk'un dunyabizim.com
için sorduðu "neden yazýyorsun?" sorusuna
cevabý, "köpekler uluyor, yýldýzlar kýzarýyor,
ayvalar tüyleniyor… nasýl yazmam Zeki?"
oldu. Ayný söyleþide ölüm hakkýndaki
düþünceleri sorulduðunda, ölümü tedris
etmiþ olduðunu þu cümle ile gösterdi,
kaderimizi ürpertti: "Babamýn ölüsünü ben
yýkadým. Stop."
HADDÝ AÞAN
ÖNERÝLER
M. Fatih KUTAN
Marcos: Onurlu Ýsyankâr
Ignacio Ramonet,
Yayýncýlýk
çev.
Kerem
Eksen,
Sel
Ana Metne Taþýnan Dipnotlar
Laurent Mignon, Ýletiþim Yayýnlarý
ademlerden Say Beni
B
Paul
Celan,
çev.
Gertrude
Durusoy-Ahmet
Necdet, Artshop Yayýncýlýk
Þey ve Tan
Mehmet Sabri Genç, Þûle Yayýnlarý
arajevo Marlboro
S
Miljenko Jergovic, çev. Beliz Coþar, Ýletiþim
Yayýnlarý
Abdullah BAÞARAN
Akýl Tutulmasý
Max Horkheimer, çev. Orhan Koçak, Metis
Yayýnlarý
Bilimsel Devrimlerin Yapýsý
Thomas Kuhn, çev. Nilüfer Kuyaþ, Alan Yayýncýlýk
Cam ve Elmas
Sadýk Yalsýzuçanlar, Timaþ Yayýnlarý
Tehlikeli Oyunlar
Oðuz Atay, Ýletiþim Yayýnlarý
arihi Yeniden Düþünmek
T
Keith Jenkins, çev. Bahadýr Sina Þener, Dost
Kitabevi Yayýnlarý
MAYIS-HAZÝRAN 2010 | SAYFA 21
ALTYAZI
SOLARÝS
SOLARÝS, STANISLAV LEM, ÇEV. MEHMET AKÖZER
ÝLETÝÞÝM Y., 1997, 236 SAYFA
» Halim YAR
Roman, hayata bazý tutkularý ve
iþiyle baðlý doktor Kelvin'in belki de
kalan tek yakýn arkadaþý Gibarian'
ýn çaðrýsý üzerine Solaris gezegeni
atmosferine oturtulmuþ bir uzay
gemisine gitmek için yola çýkmasýyla baþlýyor. Uzay gemisinde bulunanlarýn psikolojik sorunlarý söz
konusudur ve hükümet, deðerli
mürettebatýnýn ve gemisinin durumundan endiþelidir. Kelvin'in uzay
gemisine adým atmasý ile garip ve
ürkütücü olaylarýn burada yaþandýðý anlaþýlýyor. Beklemediði tuhaflýklarla karþýlaþan Kelvin'in; gemi
mürettebatýndan olan hayattan býkmýþ, yaþamýný bilim yolunda harcamaktan yorgun düþmüþ insan
bakýþlý Snow'la karþýlaþmasý ve
Snow'un ketum tavrý merakýný katmerliyor. Gibarian'ýn kendini öldürdüðünü de öðrenince allak bullak
olan Kelvin, sonra bilimsel iticilikle
yaþayan ve bürokrasiyi andýran
Sartorius'la tanýþýnca ona gemide
neler olduðunu soruyor. Cevap ise
“Sana da ziyaretçiler gelmeden
anlayamazsýn” oluyor. Burada
ziyaretçi, geçmiþte saklanýlan bir
aný, mahrem anlarýn birinde
yaþanýlan piþmanlýktýr. Kelvin'in
uyumasý ile piþmanlýðý, günahý,
arzusu, hayatýnda en baskýn anýsý
olan þey, Rheya ortaya çýkýyor.
Rheya karakteri ise çocuksu bir
masumiyete ve baðlýlýða sahip.
Baðlýlýðýnýn sebebi sanki varlýðýnýn
Kelvin'e yapýþýk olmasý. Ilk þoku
üzerinden atan Kelvin; istediði
gerçekleþen birinin, bu zaten böyle
olmasý lazýmdý düþüncesi tarzýnda,
vurdum duymaz bir tavýrla hareket
ediyor. Yýllar önce Rheya'ya yaptýðý
kötülüðün suçluluk etkisiyle ondan
kurtulmaya, kabullenilmiþ ve unutulmuþ günahýnýn yükünü üzerinden atmaya çalýþýyor; ama Rheya ile
tekrar hiçbir þey olamamýþ gibi, bir
sonraki uyanmasýnda karþýlaþýyor.
Kelvin bundan sonra günahýný kabulleniyor ve onu Sartorius'tan
korumaya çalýþýyor. Tabii ki hesaba
katmadýðý Rheya'nýn bilinç sahibi
olmasý ve gerçekleri kavramaya
baþlamasý her þeyi deðiþtiriyor.
Belirsizlik, tekinsizlik, tedirginlik ve
korku; yolculuða çýkmadan hissettiðimiz duygulardandýr. Belirsizlikte
gelecek hakkýnda öngöremediðimiz
bir konu mevzubahistir. Belirsizlik
kendisini yabancý olarak tanýtýr
bize, keþfedemediðimiz bilinmeyen… Belirsizlik güveni de bir nevi
ortadan kaldýrýr, yabancý sakýnýlaSAYFA 22 | MÜFREDAT.02
rak yaklaþtýðýmýz, hakkýnda þüphelerimizin olduðu, her hareketinin
altýnda art niyet araþtýrdýðýmýz,
kelimelerinin altýný kazdýðýmýz kiþi
ya da mekandýr. Baþka bir mekanda bulunduðumuzda ya da yolculukta sürekliliðini koruyan karþýsýndaki deðiþim yüzünden güvenimizin törpülenmesiyle, bu da bizi
tedirgin eder. Bunlarýn toplamý da
korku olarak önümüze çýkar. Belki
de bu yüzden en güvende hissettiðimiz an, evimizde tanýdýklarýmýzla
beraber olduðumuz ve sadece o ana
bilmeden odaklandýðýmýz zaman
dilimidir. Bu anlar tenimizi diken
diken eden, içimizin ürpermesine
neden olan, kafamýzdan uzaklaþtýrmaya çabaladýðýmýzda oraya olanca
gücüyle saplanan ölümün düþünülmediði anlar olduðu için tek mutlu
olduðumuz ama bu düzensizliðin
ardýndan sonrasý içinse bizi mutsuz
eden zaman dilimleridir. Bu yüzden
belirsiz olan korkulandýr ve insan
hiçbir þeyi tam anlamýyla bilemediðinden korkmaya mahkumdur.
Korku ilmik ilmik içimize iþlenirken
biz, neden dünya bu kadar meçhul
demeyi öteleyip korkuyu unutturacak uyuþturucu þeylere baþvuruyoruz. Kimi için bu içkidir, kimi için
þarký, kimi için gece gündüzünü
eðlenceye býrakmak, kimisi için
iþine odaklanmak... Bu uyarýcýlar
belirsizliðin mezrasýnda bir yere
tutunma
çabasýdýr.
Zannýmca
Kelvin'in de yapmaya çalýþtýðý iþi ve
arkadaþlarýyla bu hayata tutunmak
ve onlarýn ardýndan gitmek. Belki
de yazar bu yolculukla hayat içindeki trajik durumumuzu, hiçbir
yere tutunamadýðýmýzý ve tanýdýklarýmýzý aslýnda tanýmadýðýmýzý ve
çaðýmýzla yabancýlaþmanýn arttýðýný
anlatmaya çalýþýyor böylelikle.
Roman kiþileþtirmelerle baþlýyor.
Örneðin bir tulumun havasýnýn
inmesi bezgince yapýlmýþ bir harekete benzetiliyor. Yazar bununla
mekaný adeta canlý bir varlýk gibi
göstermeye çalýþmýþ. Kitapta en aðýr
basan bu tip benzetmeler ve sayýsýz
tasvir. Gezegenin uzun uzadýya
betimlemeleri ile ister istemez böyle
bir gezegenin var olduðu, var
olmasa da var olmasý gerektiði
izlenimi zihnimizde oluþuyor. Yazar,
Solarisoloji diye bir bilim dalý
uydurmayý ve bu bilim dalýnýn terimlerini anlatýrken eleþtirecek
kadar özel bir çaba harcamýþ.
Yalýmlarýyla, ýþýnýmlarýyla, beynimizi etkileyen bilinçsiz iradesiyle,
yörüngesinde bulunduðu -yin ve
yang’ý andýran- kýzýl ve mavi güneþ-
leriyle ve tarihiyle Solaris bir tanýdýðýmýz hissi uyandýrýyor böylelikle.
Öyle ki bir insaný ne kadar tanýsak
da onun hareketlerini kestiremediðimiz, davranýþlarýna kati bir çizgi
koyamadýðýmýz gibi Solaris'in deonu ne kadar tanýrsak tanýyalýmyapacaklarý bizim için o kadar
muðlaklaþýyor. Bu onun, romanýn
büyük bir kýsmýný iþgal eden karakter haline gelmesine neden oluyor.
Gezegen tasviri ve tarihinin uzunluðu biraz sýkýcý olmasýna raðmen ki bu mekanýn varlýðý ara metinlerde hatýrlatýlmaya çalýþýlmýþyazarýn edebi kabiliyetine yaslanmýþ metin anlatýma canlýlýk katmýþ.
Solaris'e biçtiði karakter alt metni
ise tanrýlýk, tanrý karþýsýnda insaný
bir devin karþýsýnda duyulan
güçsüzlük ve korkuya benzeterek
anlatma gereði duymuþ kanýmca.
Sonra bu imge üzerinden tanrý fikrini sorguluyor; tanrý nasýl yaratýr,
yaratýrken uzun uzadýya düþünür
mü, bir sebeplilik ilkesine baðlý mý
kalýr, yarattýðý umrunda mýdýr.
Lem'in en temel özelliði de burada
ortaya çýkýyor: Gelecekte gerçekleþecek ihtimal üzerinden spekülasyonlarla sorunu tartýþmak, insan
üzerindeki etkisini günümüz insaný
üzerinden cevaplamaya kalkýþmak
ya da yaþam içindeki bir soruyu
gelecekteki ihtimali imgeleþtirme
üzerinden araþtýrmak.
Iki kez filme çekilen eser, bilimkurgu dalýnda onurlu bir duruþ sergiliyor. Her iki film de görülmeye deðer.
Tarkovski'nin o mekaný teknoloji
elvermediði için kurmakta zorlanmasýndan ve kitabý olduðu gibi
aktarmasýndan dolayý kendi adýma
fimi izlerken biraz sýkýlsam da
oyunculuklarý için fimi izlemeye
deðer buluyorum. Soderberg'in filmi
senaryodaki deðiþikliklerle bir aþk
filmi olmaktan öteye geçemese de
bilgisayar teknikleriyle yönetmen
filmde ana karakteri, yani mekaný
yaratabilmiþ. Küçük dokunmalarla
tanrý sorgulamasý Rheya karakterinin diyaloglarý ve filmin içine sýzan
þiirle saðlanmýþ. Karakterleri canlandýrmada Tarkovski'nin yanýnda
sönük kalmasýna raðmen Rheya
karakterini canlandýran aktrist
bence, Rheya'nýn sayfadan gerçek
hayata geçmiþ hali.
EL ÂLEM NE OKUR?
-Ya da Okurun Zamanaþýmýna Uðramayan Haklarý01. OKUMAMA HAKKI.
02.
SAYFA ATLAMA HAKKI.
Savaþ ve Barýþ'ý on iki veya on üç yaþlarýmdayken okumuþtum ilk kez. (Galiba on üç, çünkü orta ikideydim.)
Yaz tatilinin baþýndan beri, kardeþimin (Yaðmur Gelince meselesindeki kardeþim) dev bir romana daldýðýný
ve gözlerinin doðduðu topraklara kavuþmaktan çoktan vazgeçmiþ kâþifin gözleri kadar uzaklarda olduðunu
görüyordum.
"O kadar güzel mi?" "Müthiþ!" "Ne anlatýyor?" "Bir herifi seven ve üçüncü biriyle evlenen bir kýzýn öyküsü."
Kardeþimde her zaman özetleme yeteneði olmuþtur. Yayýncýlar onu "arka kapaklarý" (okutmak için kitaplarýn
sýrtýna yapýþtýrýlan o dokunaklý satýrlarý) yazsýn diye iþe alsalardý, bizleri boþ laflardan kurtarýrdý.
"Ödünç verebilir misin?" "Senin olsun."
Yatýlý öðrenciydim, benim için paha biçilmez bir hediyeydi bu. Bir dönem boyunca beni sýcak tutacak iki büyük
cilt. Beþ yaþ büyüðüm olan abim o kadar aptal deðildi tabii (hiçbir zaman da olmadý), ve her ne kadar güzel
yazýlmýþ olsa da Savaþ ve Barýþ'ýn bir aþk öyküsünden ibaret olmadýðýný çok iyi biliyordu. Fakat gönül yangýnlarýndan hoþlandýðýmý da biliyordu ve özetlerinin gizemli anlatýmýyla merakýmý hafifçe gýdýklýyordu. (Gönlüme
göre bir "pedagog".) Sanýrým, bu romana atýlmak için bana serüven ve polisiye dizilerini geçici olarak bir
kenara býraktýran þey, abimin cümlesindeki aritmetik esrardý. "Bir herifi seven ve üçüncü biriyle evlenen bir
kýz..." Dayanabilen beri gelsin. Gerçekte hesaplarýnda yanýlmýþ olsa da, hayal kýrýklýðýna uðramadým. Aslýnda
Nataþa'yý seven dört kiþiydik: Prens Andrey, Anatoli serserisi (Buna aþk denebilir mi?), Pyotr Bezuhov ve ben.
Madem hiç þansým yoktu, mecburen diðerleri ile "özdeþleþecektim". (Fakat Anatoli bir kenara, ne ittir o!)
Bir cep fenerinin ýþýðýnda ve rüya gören, horlayan, elini ayaðýný oynatan elli kiþilik bir koðuþun ortasýnda, bir
çadýrda gibi örtülerimin altýnda, geceler boyu sürdüðü için daha da tat kazanan bir okumaydý bu. Gece lambasýnýn ýþýðýnýn yandýðý gözetmen çadýrý hemen yanýmdaydý, ama gel gör ki, aþkta ya hep ya hiç düsturu
geçerli. O ciltlerin kalýnlýðýný ve aðýrlýðýný hâlâ ellerimde hissediyorum. Cep baskýsýydý, aðýr gözkapaklarýyla aç
gözlü bir âþýk olan Mel Ferrer'in tepeden týrnaða süzdüðü Audrey Hepburn'ün güzel yüzü vardý kapakta.
Kitabýn dörtte üçünü atladým, sadece Nataþa'nýn kalbiyle ilgilenmek için. (...) Ebedi Rusya'nýn tarým meselelerini iþlerken Tolstoy'u yalnýz býraktým...
Yani, sayfa atladým. Ve bütün çocuklar böyle yapmalý.
Ýstedikleri sayfalarý atlayarak neye eriþebileceklerine kendileri karar vermezlerse, onlarý büyük bir tehlike bekliyor demektir: Onlarýn yerine baþkalarý yapacaktýr bu iþi. Birileri budalalýðýn koca makasýyla donanacak ve
çocuklar için fazla zor olduðunu düþündükleri her þeyi biçeceklerdir. Korkunç sonuçlar çýkacaktýr ortaya. 150
sayfalýk özetler haline getirilen, sakatlanan, caný çýkarýlan, cýlýz býrakýlan Moby Dick veya Sefiller, bilmeden
onlara mal ettiðimiz çok zayýf bir dille tekrar yazýlacaklardýr! (...)
Sonra, "büyümüþ" olsak ve itiraf etmeyi istemesek de, yine de hâlâ "sayfa atladýðýmýz" olur, sadece bizi ve
okuduðumuz kitabý ilgilendiren sebeplerden ötürü. Sayfa atlamayý bütünüyle yasakladýðýmýz da olur
kendimize; burada yazarýn fazla uzattýðýný, bir yerde çok hýzlý geçtiðini, þurada iþi tekrara dökerken þurada
da aptallýða verdiðini düþünerek son kelimesine kadar hepsini okuduðumuz olur. Ne dersek diyelim, bu þekilde benimsediðimiz bu inatçý bela görev türünden deðildir, okuma zevkimizin bir kategorisidir.
03.
04.
05.
06.
07.
08.
09.
10.
BÝR KÝTABI BÝTÝRMEME HAKKI.
TEKRAR OKUMA HAKKI.
CANININ ÝSTEDÝÐÝNÝ OKUMA HAKKI.
''BOVARÝZM'' HAKKI.
CANININ ÝSTEDÝÐÝ YERDE OKUMA HAKKI.
ÇÖPLENME HAKKI.
YÜKSEK SESLE OKUMA HAKKI.
SUSMA HAKKI.
Daniel PENNAC
Roman Gibi, çev. Mustafa Kandemir, Metis Yayýnlarý, 1998, sayfa 117-119
3 TL