Academia.eduAcademia.edu

(Edebiyat Bilimi Açısından Gerçeklik)

2022, Hayat Hakikat Sanat

(Edebiyat Bilimi Açısından Gerçeklik)

Yayınlandığı yer: Ali Osman Öztürk. Hayat Hakikat Sanat. s. 12-19. Çanakkale: Paradigma Akademi Önsöz Yerine (Edebiyat Bilimi Açısından Gerçeklik) Fatih Tepebaşılı “Dünyayı bilmek isteyen, onu önce kurmak zorundadır, hem de kendi içinde”1 Platon, bilindiği gibi, yalancılıkla (!) suçladığı şairleri kendi cumhuriyetinden kovmuştur. Sebebi ise onların, zaten kendilerine ait olmayan gerçekleri aktaran elçi, kahin konumunda bulunmalarıdır. Diğer bir ifadeyle bu yazarlık modelinde (poeta vates) şairler, ancak coşkunluk, taşkınlık anındayken erişebildikleri veya kendilerine ulaştırılan mesajları bizlere sunabilirler. O yüzden de anlattıkları tartışmalıdır. Gençleri savaştan soğutması gerekçesi ise başka bir iddia olarak kalacaktır. Aristo ise aksini düşünür. Ona göre “anlatmak” insanın doğuştan sahip bulunduğu bir meziyettir. Anlatılanlar, bunları anlatan kişilerin kendilerine aittir. Aristo için önemli olan gerçeğin kendisi değil “olası olan şeylerin” anlatımıdır. Devamında bir karşılaştırma yapar: Gerçek yaşamda cereyan etmiş özel bir olayın anlatımına odaklanan tarihin aksine, edebiyatın (tragedya!), sadece “olası/mümkün olanı” sergilemesi gerekir. Bahse konu olay, önceden yaşanmış ise tarihçinin, kurgulanmış ise şairin sorumluluk sahasına girer. Bu haliyle Aristo, edebiyatın dil görünümüyle değil de konusuyla ilgilenir. İnsanlar bu antropolojik ihtiyaç sayesinde, tragedyalar özelinde, bir takım tehlikeli duygularını ehlileştirme fırsatına kavuşurlar. Edebiyatın insanlar üzerindeki etkisi ise böylelikle onaylanır. Antik dünyadaki bu tartışmalar, kültür tekniği olarak sanatının varlığını tasdik ederken, eserlerdeki gerçekliğin sanatçının yaratma becerisine bağlı olarak ortaya çıktığını vurgulanması önem teşkil eder. Tabii tarihsel süreçte bu “olası” gerçekliklerden anlaşılanlar ise farklı biçimlerde görünürler. Mesela 18. Yüzyılda hakikat, gerçek olan bir şey değil “güzel doğa” yaklaşımıyla temsil edilmeye çalışılır. Doğaya özgü bu kusursuz harika güzellik (mesela muhteşem kadın), akla gelebilecek mükemmellik imgeleriyle anlatılır. Coşkunluk ve Fırtına Döneminde (Sturm und Drang) ise güzelin yerini “karakteristik” olanlar alır. Goethe’nin “Prometheus” ve “Mahomed” gibi şiirlerinin başlıkları bu anlamda mitoloji ve tarihsel bazı özgün karakterlere işaret ederler. Gerçekliği şiirleştirme peşinde koşan romantizmin aksine doğalcılık akımı 1 I. Kant, Fragmanlar. Çev. O Aruoba. İstanbul 2021: Kırmızı kedi (Naturalizm) asıl gerçekliği çevre ve miras alınanların içinde ve arkasında ararken ayrıca bunların taklit edilmesini diler. Dışavurumcular (Ekspresyonizm) ise artık parçalanmış, kaybolmuş gerçekliklerin peşindedirler. İnsan yaşamındaki olası gerçeklikleri layıkıyla (!) anlatımı için, tabir caizse, ortaçağın sonunu beklemek gerekti. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş, edebiyat pazarının oluşması, okuryazarlığın ve sessiz okumanın yaygınlaşmasının yanında, edebiyatın okullaşması ve ulusal dillerin artan önemi gibi bazı anahtar kavramların hayata geçirilmesini zikredebiliriz. Bütün bunlarla bağlı olarak ortaya çıkan, “şairin üvey kardeşinin” ürünü diye küçümsenen (Schiller, 1759-1805) veya yalancı olmakla hakaret edilen (Gotthard Heidegger, 1666-1711) hatta bilinen bazı isimlerce devrini doldurduğu ilan edilen (Paul Valery 1871-1945; G. Benn, 1886-1956) “modern” roman türü, edebiyatın tanımını sadece şiirden düzyazıya kaydırmakla kalmamış gerçeğe bakış açısını da etkilemiştir. “Roman büyük bir eritme potasıdır, safkan edebi türlerden melezliğiyle farklılaşır. Yapamayacağı hiçbir şey yok gibidir. Tek bir insanın bilincinde sekiz yüz sayfa boyunca dolaşabilir, bir soğanın maceralarını uzun uzadıya anlatabilir, bir ailenin altı kuşaklık soy kütüğünü çıkarabilir. Napolyon Savaşları’nı yeniden sahneye koyabilir. Romanın doğuşu ile orta sınıfların yükselişi arasında bağ kurulmasının nedeni, biraz da orta sınıf ideolojisin her türlü baskıdan ve kısıtlamadan bütünüyle azade olmak isteği üzerine kurulu olmasıdır. Dostoyevski’nin dediği gibi, Tanrının öldüğü bir dünyada her şeye izin vardır. Aynı şey eski despotik düzenin yıkıldığı ve orta sınıfların galip geldiği bir dünya için de geçerlidir. Roman, kuralsızlığı kural kabul ettiği için anarşist bir türdür. Unutmayalım ki gerçek bir anarşist sadece kuralları çiğnemekle kalmaz; bunu bir kural haline getirir. İşte romanın tutumu tam da budur.” (Eagleton 2012: 8) Ian Watt’a göre romanın temel özelliği gerçekçiliktir. (Fludernik 2010: 66-67) Bunu ise edebiyat tarihindeki “gerçekçilik” diye bilinen edebi dönem ile ilişkilendirmez. Onun edebiyat realizm teorisi, anlatım tekniği ve üslup anlayışına dayanır. 18. yüzyılda şekillenen ve “modern” denilen roman türünün gerçeklikle ilişkisi öncesine ve diğer türlere göre yenidir ve özgündür. Watt, ele alınan konuların, olayların geçtiği mekan ve kahramanların değişimi yanında anlatım tarzındaki farklılıkları gözetler.2 G. Lukacs’ın, Hegel’in felsefesi üzerine inşa ettiği yansıtma teorisi “gerçekçi edebiyata”, toplumsal bütünlüğü aktarabilme sorumluluğu yükler. Kastı ise günlük yaşama ait bir takım bilgilerin olduğu gibi sanat eserinin içine boca edilmesi değil, önemli olan, toplumsal yapının özünü yeniden üretebilen bir eser yapısı ortaya çıkarabilmektir. Örnek olarak ise Balzac’ın “Köylüler” romanındaki şahıs kadrosunu gösterir. (Wilpert 2001) 2