PESA INTERNATIONAL
JOURNAL OF
SOCIAL STUDIES
PESA ULUSLARARASI
SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ
November 2021, Vol:7 Issue:3
Kasım 2021, Cilt:7, Sayı:3
e-ISSN: 2149-8385
ISSN: 2528-9950
Journal homepage: http://dergipark.gov.tr/pesausad
https://doi.org/10.25272/j.2149-8385.2021.7.3.02
1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
Ramazan AKKIR
Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi,
[email protected].
MAKALE BİLGİSİ
ÖZET
ARTICLE INFO
ABSTRACT
11 Eylül 2011 tarihinden itibaren yoğun bir biçimde İslamofobi konuşulmaktadır. Dışlayıcılık,
önyargı, ayrımcılık, ötekileştirme, eşitsizlik gibi anlamları içeren İslamofobi hem
Makale Geçmişi:
Müslümanların azınlık olarak yaşamış olduğu Batı ülkelerinde hem de Müslümanların
Geliş: 27 Ekim 2021
çoğunlukta olduğu İslam ülkelerinde varlığını hissettirmeye devam etmektedir. İslam
Düzeltme Geliş: 04 Aralık 2021
Kabul: 05 Aralık 2021
korkusundan Müslüman düşmanlığına doğru evrilen İslamofobi, Müslüman ülkelerin
yaşamakta olduğu sekülerleşme süreci ile beraber dinin kamusal hayatın dışında olması
gerektiğini ortaya koyan söylem ve eylemleri içermektedir. Türkiye gibi nüfusunun
Anahtar Kelimeler:
Din Sosyolojisi, İslamofobi, Türkiye,
çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkede İslamofobi, kendini en fazla siyaset
Siyaset, Kemalizm, Din Politikası, Laiklik, alanında göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, Müslümanların yoğun olarak yaşamış
Sol.
olduğu bir ülke olan Türkiye’de özellikle siyaset alanında var olan İslam karşıtlığını ortaya
çıkarmaktadır. Çalışma, 1990 sonrası süreci kapsamaktadır. Türk siyasetin var olan
İslamofobi’nin temel olarak üç nedeni bulunmaktadır. Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin din
© 2021 PESA Tüm hakları saklıdır
politikasını belirleyen Kemalizm ve laiklik politikası, süreç içerisinde Kemalist ideolojiye
eklemlenen Sol’un din anlayışı ve iktidar çatışmasıdır. Deskriptif yöntemin kullanılmış olduğu
bu çalışmanın ilk bölümünde İslamofobi kavramının arkeolojisine ve Türk siyasetinde dönem
dönem ortaya çıkan Müslüman karşıtlığına odaklanılmıştır. İkinci bölümde ise 1990 sonrası
siyasi atmosfer ve Türk siyasetindeki Müslüman karşıtlığı örnekler üzerinden incelendi.
Sonuç ve değerlendirme bölümünde ise ulaşılan bulgular maddeler halinde sıralanmıştır.
Article History:
Received: 27 October 2021
Received in revised form:
04 December 2021
Accepted: 05 December 2021
Keywords:
Sociology of Religion, Islamophobia,
Turkey, Politics, Kemalism, Religious
Policy, Secularism, Left.
© 2021 PESA All rights reserved
137
The world has been talking about Islamophobia intensively since September 11, 2011.
Islamophobia, which includes meanings such as exclusion, prejudice, discrimination,
marginalization, and inequality, continues to make its presence felt both in Western
countries where Muslims live as a minority and in Islamic countries where Muslims are the
majority. Islamophobia, which has evolved from fear of Islam to hostility towards Muslims,
includes discourses and actions that reveal that religion should be out of public life, along
with the secularization process that Muslim countries are going through. In a country like
Turkey, where the majority of the population is Muslims, Islamophobia shows itself mostly
in the field of politics. The aim of this study is to reveal the anti-Islamism that exists
especially in the field of politics in Turkey, a country where Muslims live intensely. The study
covers the period after 1990. There are basically three reasons for the existing Islamophobia
in Turkish politics. These are the policy of Kemalism and secularism, which determines the
religion policy of the Republic of Turkey, the understanding of religion of the Left, which has
been added to the Kemalist ideology in the process, and the conflict of power. In the first
part of this study, in which the descriptive method was used, the archeology of the concept
of Islamophobia and the anti-Muslims that emerged from time to time in Turkish politics
were focused. In the second part, the political atmosphere after 1990 and the anti-Muslim
sentiment in Turkish politics were examined through examples. In the conclusion and
evaluation part, the findings are listed as items.
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
R.AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
GİRİŞ
1990’lı yıllarda gündeme gelmeye başlayan ve 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kulelere yapılan saldırı
sonrasında zirveye ulaşan ve kısaca Müslüman karşıtı ırkçılık olarak tanımlanan İslamofobi; İslam
dinine ve Müslümanlara karşı dışlayıcılığı, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi, korkuyu ve nefreti ifade eden
bir kavramdır. İslamofobi, özellikle Batı’da azınlık konumunda yaşayan Müslümanların karşı karşıya
kalmış olduğu ırkçılığı, ayrımcılığı, dışlamayı ve şiddeti meşrulaştırmak için kullanılmaktadır.
Temel olarak Batı’ya ait bir sorun gibi gözüken İslamofobi, nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların
oluşturduğu Mısır, Tunus, Cezayir veya Türkiye gibi ülkelerde de görülmektedir. Bu çerçevede
Türkiye’de de bir dışlama, ötekileştirme ve korkutma biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. İlkin
Türkiye’nin modernleştirme veya Batılılaştırma çalışmaları kapsamında ortaya çıkan İslam düşmanlığı,
günümüzde nefreti içinde barındıran bir biçimde ırkçılığa dönüşmüş durumdadır.
Müslüman bir ülke olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi olarak ortaya çıkan Türkiye
Cumhuriyeti, laik seküler ve modern Batılı bir devlet olma ideali ile kurulmuştur. Erken Cumhuriyet
döneminde yapılan kılık-kıyafet değişimi, harf inkılabı, şapka kanunu, Miladi takvimin kabulü gibi
değişiklikler Batılı devlet olma idealinin dışavurumudur. Seküler ve modern bir devlet olma hedefi,
İslamofobik bir dil veya Müslüman kimliği kamusal alandan dışlama ile beraber yürümüştür.
Erken dönemde, modernleşme politikası hedefi doğrultusunda yapılan bu değişiklikler, doğrudan
veya dolaylı olarak din ile irtibatlıdır. Yaşanan değişim karşısında örgütlü bir güç olarak tasavvur
edilen dindarlar, ilk andan itibaren kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Cumhuriyet’in dine bakışını
belirleyen temel perspektif olan Kemalizm, benimsemiş olduğu dışlayıcı ve katı laiklik politikası
doğrultusunda dindarları gözetim altında tutmuş ve onların din dilini değiştirmeye yönelmiştir. Bu
stratejik hamle uygulanırken irtica tehlikesi, din istismarı, şeriat korkusu veya türban gibi unsurlara
müracaat edilmiştir. Bu kavramlar üzerinden, Türkiye’de Müslüman karşıtı ırkçılık kendine zemin
bulmuştur.
1990 sonrası Türk siyasetinde görülen İslam düşmanlığını ortaya çıkarmayı amaçlayan bu çalışmada,
betimleme ve anlama yöntemi kullanılmıştır. Türk siyasetindeki İslam düşmanlığının arka planında
Kemalist ideolojinin din tasavvuru, Türkiye’de kendisini sol düşüncenin içinde konumlandıran kesimin
dine yaklaşımı ve siyasi alanda yaşanan iktidar çatışması gerçeği bulunmaktadır. Türk siyasetindeki
İslamofobi’yi anlamanın yolu; irtica, başörtüsü, laiklik, kamusal alan, İmam Hatip okulları etrafındaki
tartışmalara odaklanmaktan geçmektedir. Müslüman karşıtı ırkçılığın yoğun olarak görüldüğü bu
tartışmalar, siyasi alanda var olan İslamofobi’nin genel fotoğrafını sergiler mahiyettedir. Bu çalışma,
1990 sonrası Türk siyasetinde var olan Müslüman karşıtlığı olarak resmettiğimiz İslamofobi’ye
odaklanmaktadır.
1. TEORİK ÇERÇEVE
1.1. İslam Korkusundan Müslüman Düşmanlığına İslamofobi’nin Arkeolojisi
İslamofobi, kökeni İslam’ın doğduğu ilk yıllara kadar giden nefreti, öfkeyi, korkuyu, dışlamayı ve
ötekileştirmeyi ifade etmektedir (Bodur, 2017: 73). Bu kavramın ortaya çıkmasında ve
yaygınlaşmasında İslam dünyasında yaşananlardan öte Batı’nın kendi yeniden inşa etme ve İslam
dünyasını yeniden dizayn etme çabası bulunmaktadır. Bir zihniyeti ifade etmesi itibariyle tarihi
oldukça eski olan bu kavramın zirveye oturması, 11 Eylül 2001 tarihinde Dünya Ticaret Merkezi’ne
yapılan saldırı iledir. Bu tarihten itibaren İslamofobi, aşama aşama Batılı devletlerin resmî ideolojisi
haline gelmiştir. Bu resmî ideolojinin içeriğini dışlama, ötekileştirme ve farklı din mensuplarını eşit
görmeme gibi unsurlar oluşturmaktadır. Batılı ülkelerde yaşayan Müslümanların hayatın her alanında
karşılaşmış oldukları ayrımcı ve ırkçı uygulamaların arkasında çoğunlukla bu İslamofobi ideolojisi
bulunmaktadır. Bu ideolojik krizin tarihi oldukça eskidir. İslam korkusunun İslam’ın ortaya çıkışından
Haçlı savaşlarına kadar uzanan uzun bir tarihi bulunmaktadır (Özkır, 2018: 57-58).
Nefret, düşmanlık, İslam ve Müslüman korkusu ve bunun sonucunda ortaya çıkan ayrımcı ve ırkçı
uygulamalardan oluşan İslam düşmanlığının temelinde öncelikle tarihten gelen veya tarihsel süreçte
edinilmiş olan yersiz korkulardır. Bu korkunun tarihsel temellerini; bir din olarak İslam’ın ortaya
çıkması ve hızlı bir şekilde Hristiyan dünyanın içine doğru yayılması, 11. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar
süren Haçlı Seferleri, İstanbul’un fethedilmesi, Sicilya yoluyla İslam’ın Avrupa’yı nüfuzu altına alması
ve İspanya’nın Emeviler tarafından fethedilmesi gibi olaylardır (Green, 2015: 9). Bakali’ye göre (2016:
11-24), erken dönemde Müslüman kültür ile Batı arasında gerçekleşen bu karşılaşmalar oldukça etkili
138
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
R. AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
ve belirleyici olmuştur. Tarihten gelen korkunun ve düşmanlığın siyasal ve toplumsal alana seferber
edilmesi, çeşitli türleriyle bir nefret ideolojisinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Tarihsel kökleri
bulunan bu nefret ideolojisinin İslamofobi gibi bir terime ve ideolojiye dönüşmesi ise yeni olup
etimolojik köklerini 20. yüzyılın başlarında Avrupa’dan almıştır (Bodur, 2017: 70-72)
Oxford İngilizce Sözlüğü, terimin ilk olarak 1991 tarihli bir Amerikan dergisinde kullanıldığını öne
sürmektedir. Ancak kavramın Fransa’da Etienne Dinet ve Slima Ben İbrahim tarafından 1925 yılında
yazılan “Acces de delire islamophobe” adlı eserde ilk kez kullanılmış olduğuna dair geniş bir
mutabakat vardır (Allen, 2010: 5). Kavramın yaygınlık ve netlik kazanmasında İngiltere’deki
Runnymede Trust tarafından desteklenen ve Gordon Conway başkanlığında farklı dinlere mensup
kimselerden oluşan komisyonun 1997 yılında yayınlamış olduğu rapor etkili olmuştur. ‘Islamophobia:
A Challenge For Us All’ (İslamofobi: Hepimiz İçin Bir Tehdit) başlıklı rapor, İslamofobi’nin çerçevesini
belirleyerek Müslüman bireylere ve topluluklara karşı gösterilen haksız ayrımcılığın sonuçlarını ve
Müslümanların sosyal ve siyasal alanda karşılaştıkları dışlanmanın boyutlarını gözler önüne sermiştir.
İslamofobi’yi “İslam’a karşı temelsiz düşmanlık” olarak tanımlayan Rapor, Müslüman karşıtlığının ne
olduğunun belirlenmesi konusunda başarılı bulunmuştur (Saeed, 2016: 6). Raporda, İslamofobik
eğilimin genel özellikleri şöyle sıralanmıştır:
Müslüman ve İslami kültür monolitik, statik ve değişmezdir.
İslam, Batı dünyasının içinde yer alan diğer kültürlerden farklılık arz etmektedir. İslam,
özellikle Yahudilik ve Hristiyanlıktan farklıdır. Bunun yanı sıra İslam, Batı kültüründe yer alan temel
değerlerin hiçbirini paylaşmaz.
İslam, Batı’dan farklı ve aşağı bir konumdadır. Medeni, aydınlanmış ve cinsiyet
açısından eşit olan Batı medeniyetinin aksine İslam mantıksız; Müslümanlar ise barbar ve
cinsiyetçidir.
İslam ile Batı farklı medeniyetlerdir. Saldırgan bir din olan İslam, şiddet yanlısı olup
terörü destekler. Fetih üzerine kurulu bir dindir. Bundan dolayı İslam ile Batı arasında kaçınılmaz
olarak çatışma vardır. Medeniyet çatışması da kaçınılmazdır. Danimarka’da devlet okullarında
okutulan bir din dersi kitabında yer alan “Her ne kadar her Müslüman terörist değilse de her terörist
Müslüman’dır” ifadesi bu çıkarımın dışavurumudur.
Siyasi veya askeri avantaj sağlamak için Müslümanlar, inançlarını kullanmakta olup
manipüle edici davranmaktadır. Bundan dolayı Müslümanlar şüphe nesnesidir ve onlardan şüphe
edilmesi doğaldır.
Müslümanlara karşı yapılan ırk ayrımcılığı legaldir. Müslümanların, toplumdan
dışlanması ve ayrımcı uygulamalara maruz kalması normal ve meşrudur.
Müslümanların Batı eleştirisi tek yönlü olduğu için kabul edilemez.
İslamofobi normal bir durum olup Müslüman düşmanlığı da doğaldır. Müslümanlar
hakkındaki önyargılı ifadeler veya görüşler bağnazlık ifadesi değildir (1997, 4).
Rapora göre İslаmofobik eylemler; ön yargı, ayrımcılık, dışlama ve şiddet içeren tutum ve davranışları
içermektedir. İslam düşmanlığı, basında ve günlük konuşmalarda önyargı; hizmet, eğitim veya sağlık
sektöründe ayrımcılık; politikada, idari alanlarında ve iş dünyasında dışlama biçiminde ortaya
çıkmaktadır. Bir diğer gösterge olan şiddet ise sözel taciz, psikolojik şiddet ya da bireyin doğrudan
vücut bütünlüğünü bozmayan eylemler biçiminde gerçekleşmektedir (Runnymede Trust, 1997: 11).
İslamofobi’yi anlamanın yolu, onu tanımlamak kadar onun ne için olduğunu bilmekten ve
sorgulamaktan geçer (Jackson, 2018: 25). Batı dünyasında gittikçe artan İslamofobi’nin belli başlı
fonksiyonları bulunmaktadır. Bunlardan ilki, inşa edilmek istenen yeni Avrupa’nın ötekisi olmak
işlevidir. İslamofobi, yeni bir Avrupa meydana getirmek için devletler tarafından desteklenen bir
uygulamadır. Amacı, Avrupa’nın çok kültürlü yapısını değiştirmek, din özgürlüğünü baskı altına almak
ve Avrupa kimliğini yeniden inşa etmektir. Yeni Avrupa kimliğinin içerisinde İslam’a ve Müslümanlara
yer yoktur. Bu yeni kimliği inşa süreci, İslam’ı ve Müslümanları dışlamayı ve ötekileştirmeyi
beraberinde getirmiştir. Bu amaca ulaşmak için İslam’a karşı kültürel savaş açılmıştır. Bu arada İslam’a
savaş açanlardan birisi, Türk okuyucunun iyi tanıdığı Bernard Lewis’tir. O, birçok yazısında İslam’ın
modern dünyanın bütünüyle dışında kaldığı algısını yerleştirmeye çalışmaktadır (Said, 2008: 31-35).
“Yüzyılın sonuna kadar Avrupa’ya İslam hâkim olacaktır.” diyen Lewis’e göre, “Avrupa Arap Batısının
ve Mağrip’in bir parçası olacaktır.” Müslümanlara karşı güç kullanılması gerektiğini iddia eden Lewis,
ABD’nin eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney’e de şu tavsiyede bulunmuştur: “Araplara yapılması
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
139
R.AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
gereken şeyin, iki gözleri arasına büyük bir sopayla vurmak olduğuna inanıyorum. Onlar yalnızca güce
saygı duyar.” Bu açıklamalar ardından yükselen tepkiler üzerine dergiye gönderdiği açıklamada, “Evet,
Arapların yalnızca güce saygı duyduklarını düşündüğüm doğrudur” diyerek iddiasından vazgeçmediği
bilinmektedir (Er, Ataman, 2008: 769). İslamofobik söylem üreten birçok Batılı aktör hem İslam ve
Müslüman algısını itibarsızlaştırmaya ve deforme etmeye çalışmış hem de İslam dünyasının işgal
edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Tüm bu çaba, Avrupa’yı yeniden inşa etmek içindir.
Meşrulaştırma, İslamofobi’nin bir diğer işlevidir. Batılı devletlerin anti-demokratik uygulamalarını
meşrulaştırmak ve Müslümanlar ile diğer din mensupları arasındaki uçurumu derinleştirmek için
başvurulmaktadır. İslamofobi, özellikle 11 Eylül’den sonra daha çok ABD’deki Müslümanların
karşılaştığı sözlü veya fiili şiddet, Avrupa’daki okullarda başörtüsünün yasaklanması, Müslüman
kadınların sokakta saldırıya uğraması ve camilerin taşlanması gibi olumsuz hadiseleri toplum ve
siyaset nazarında meşrulaştırma işlevi görmektedir. Wolfreys’e göre, Müslümanları yalnızlaştıran ve
şeytanlaştıran bu söylem, dünyayı Müslüman korkusu ile yeniden dizayn etme amacı gütmektedir
(Wolfreys, 2018: 195).
İslamofobi’nin bir diğer işlevi de korkutmadır. Bu bağlamda, kamusal alandaki Müslümanın
varlığından korku duyulması gerektiği ifade edilmektedir. Örtük bir biçimde toplumsal sorunların
kaynağı olarak Müslümanları gören İslamofobi söylemi, çözümün özellikle kültürel alanda yönetimin
gayri Müslim yöneticilere bırakılması gerektiğini savunmaktadır (Jackson, 2018: 190-191).
Müslümanları günah keçisi ilan etmek, İslamofobi’nin bir diğer işlevidir. Yani Müslümanların günah
keçisi ilan edilmesidir. İslamofobi söylemi ile günah keçisi ilan edilen Müslümanlar üzerinden bir
iktidar alanı inşa edilmeye ve genişletilmeye çalışılmaktadır. İslamofobi söylemine başvuran gruplar,
ilan ettikleri günah keçisini yine kendilerinin inşa ettiği ‘biz’ tanımının dışında ve kendilerinin
yararlandığı kaynaklardan ve haklardan mahrum bırakmaktadır. İslamofobi tüm Müslümanları içine
alan bir Müslüman kimliği inşa ederek ötekileştirmektedir (Bayraklı-Hafez, 2016:6-7). Bu işlev,
Müslümanlara karşı üretilen ayrımcılıkta kendini ortaya koymaktadır.
“Müslüman karşıtı ırkçılık”, “Müslümanlara karşı hoşgörüsüzlük”, “Müslüman karşıtı önyargı”,
“Müslüman karşıtı bağnazlık”, “Müslüman düşmanlığı”, “İslam düşmanlığı”, “Müslüman karşıtlığı”,
“İslam’ın şeytanlaştırılması”, “Müslümanların şeytanlaştırılması, “İslam ve Müslüman nefreti”
(Richardson, 2021) gibi oldukça geniş bir anlam çerçevesine sahip olan İslamofobi, Batı ülkelerinde ve
çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu İslam ülkelerinde her geçen gün varlığını güçlendirmekte ve
etkisini artırmaktadır.
1.2. Müslüman Bir Ülke Olarak Türkiye’de İslamofobi
Müslüman karşıtlığı, sadece Batı’ya has bir anlayış ve uygulama değildir; çoğunluğunu Müslümanların
oluşturduğu ülkelerde de başta dışlama ve ötekileştirme olmak üzere farklı boyutlarda
görülebilmektedir (Bayraklı-Yerlikaya, 2017: 55-56). İslamofobik eylemlerin bazıları açık ve net iken,
bazıları gizli ve kapalıdır. Değişik şekiller alabilmektedir. Farklı derecelerde sözlü veya fiili saldırganlık
da içerebilmektedir. İş yerlerinde, sağlık kurumlarında, okullarda ve konutlarda şüphe, dik dik bakma,
taciz, dalga geçme, reddetme, damgalama ve açık ayrımcılık şeklini alırken, (Kalin, 2011: 9) siyasal
alanda ise dışlama ve ötekileştirme biçimindedir. Bunun sonucu olarak muhafazakâr kesim dışlanmış,
siyasal alanın dışına itilmiş ve ötekileştirilmiştir. Nerdeyse tüm Cumhuriyet tarihi boyunca Müslüman
bireylerin kendi dini kimliği ile uyumlu bir tarzda siyasal alanda var olamamasının temel gerekçesi bu
olarak görülmektedir (Arslan, 2019: 74).
Türk siyasetinde var olan İslam düşmanlığının ilk nedeni, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî ve kurucu
ideolojisi olan Kemalizm’in din anlayışıdır. Bireysel hayatta dinin etkisini azaltmayı amaçlayan
Kemalizm, siyasal ve toplumsal alanda İslam’ın varlık göstermesine karşı çıkmış; dini dışlamış ve yok
saymıştır. İslam’ı, Şarklı kimliğin göstergesi olarak gören Kemalizm, Batılılaşmak için İslam’ın etkisini
azaltmayı zorunlu görmüş ve İslam’ın tüm sosyal görünümlerini ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.
Kemalizm’e göre, Şarklılıktan kurtulmanın ve Türkiye’yi Batılı bir devlete dönüştürmenin yolu, İslam’ın
siyasal ve toplumsal etkisini azaltmaktan geçmektedir. Bu siyasal amaca ulaşmak için devletin kurucu
ilkelerinden biri olan laiklik devreye girmiştir (Sayyid, 1997: 69).
Laiklik, Kemalizm’in din anlayışını belirleyen temel ilkedir. Din ve inanç özgürlüğünü güvence altına
almak anlamından öte dinin kamusal hayattan dışlanması ve dindarların baskı ve gözetim altına
alınması olarak anlaşılan bu laiklik anlayışı, tepeden inmeci ve dışlayıcı olmuş; dini ve dindarları
140
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
R. AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
kontrol etmek ve baskı altına almak işlevini üstlenmiştir (Davison, 2002: 210-230). Yeni siyasal
düzenin amacı ise siyasal, toplumsal ve kültürel alanlarda dinin ve din adamlarının otoritesini
azaltmak ve dini, inanç ve ibadet gibi siyasal ve toplumsal alana dokunmayan bir değerler bütününe
indirgemeye çalışmak olmuştur (Lewis, 1993: 408). Bundan dolayı Kemalizm’in kendini inşa etme
sürecinde dinin toplumsal ve siyasal gücünü azaltan kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Bazı camiler
ibadete kapatılmış, hacca gidişlere izin verilmemiş, başörtüsü yasaklanmış ve dahası dini sembol ve
ritüeller irticanın göstergesi olarak kabul edilmiştir (Turan, 2009: 596). Karpat’a göre de milleti dinsel
içeriğinden soyutlayarak siyasal bir topluluk haline getirme aracı olan laiklik din adamlarının etkisini
sınırlamaya ve otoritesini zayıflatmaya çalışmıştır (2009: 241).
Türk siyasetindeki İslam düşmanlığının bir diğer nedeni de Sol düşüncenin veya marjinal Sol’un din
anlayışıdır. Sol’a göre din, gerici bir gerçeklik olup yanlış bilinç halidir. Solun temel referanslarından
birisi, Karl Marx’a ait olan “din halkın afyonudur” mottosudur. Marx’ın “Dini çile, bir ve aynı zamanda,
gerçek ıstırabın dile gelmesi ve gerçek ıstıraba karşı bir isyandır. Din, ezilen yaratığın iç çekmesi,
kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur.” sözü, Sol düşüncesinin dine
bakıştaki temel algısı olarak görülebilir. Din, halkın kendine ve kendi tercihlerine yabancılaşmasına
neden olan bir yanlış bilinç hali olup üst sınıfın ekonomik ve toplumsal konumunu pekiştirme işlevi
görmektedir. Bu tarz bir sol anlayış ile Kemalizm, din konusunda benzer perspektiflere sahiptir (Akkır,
2018: 100). Bunun yanı sıra Türkiye’deki sol düşünce, neredeyse tüm cumhuriyet tarihi boyunca din
mevzusunda devletin resmi talep ve beklentilerine uygun pozisyon almıştır. Bu pozisyon, sol ile
muhafazakâr kitlenin arasının açılmasına ve solun din düşmanı olduğu algısının muhafazakâr kesim
arasına yerleşmesine neden olmuştur. Solun önemli düşünürlerinden Başkaya’ya (2011: 159) göre de
Türkiye’de Sol’un temel açmazı, Kemalizm ile arasına mesafe koymamasıdır. Solun Kemalizm ile
arasına mesafe koymaması, Solu ‘devletçi’ bir çizgiye itmiş ve bu durum ideolojik ve entelektüel bir
zaaf oluşturmuştur. Türkiye bağlamında Sol ve Kemalist siyaset, sosyal gerçekliği görmezden gelerek
dini; irtica, cehalet, gericilik veya yobazlık gibi pejoratif kavramlarla açıklamıştır. Dine, dindarlara ve
dinsel geleneğe mesafeli bir duruş ortaya koymuştur. Dine büyük oranda Kemalist-devlet merkezli
laiklik tanımı çerçevesinde yaklaşan Sol, devletin refleksleri ile bütünleşerek açmazın içine düşmüştür
(Ünüvar, 2009: 880-891).
Politik lügatine saygıyı ekleyememenin yanı sıra Sol, din konusunda Kemalizm ile ortak algı, anlayış ve
davranış sergilemiştir. Kemalist bir parti olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), başörtüsünü gerici bir
simge olarak görmüş ve kamu hizmeti alanlar e üniversite öğrenimi görenler dahil olmak üzere
toplumun geniş kesimi için yasaklanması gerektiğini savunmuştur (Kayaoğlu, 2010: 50). Sol da
neredeyse aynı perspektife sahip olmuş; toplumun egemen kesimlerinden ayırt edilebilir bir duruş
sergileyememiş ve irtica ile gericilik retoriğinin dışına çıkamamıştır.
Türk siyasetindeki İslam düşmanlığının bir diğer nedeni de kültürel ve siyasal alanda yaşanan iktidar
çatışmasıdır. Türkiye, kısa tarihi boyunca kendilerini iktidar seçkini görenler ile halkın seçtikleri,
merkez ile çevre, vatandaş ile halk arasındaki iktidar çatışmasına sahne olmuştur. Kendilerini devletin
sahibi gibi gören iktidar seçkinleri, seküler bir hüviyete sahip olan CHP etrafında pozisyon almış ve
gücü iktidar aygıtının dışında kalan çevre/halk ile paylaşmaktan uzak durmuştur.
Bunun yanı sıra iktidarı paylaşmak istemeyen seçkinler, Müslümanları gayri meşru ilan ederek
suçlama siyaseti gütmüştür. Bürokrasi, yargı, yürütme gibi devletin önemli saç ayaklarını
muhafazakarların kontrolüne bırakmamak için “irtica”, “din istismarı” ve “rejim tehdit altında” gibi
olumsuz ve suçlayıcı ifadelere müracaat edilmiştir (Kara, 2016: 620). İslami kaynaklı tüm muhalif
politik hareketlenmeler demokratik perspektiften uzak bir şekilde ‘irticacı’, ‘şeriatçı’, ‘rejim düşmanı’,
‘vatan haini’, ‘İslamcı’, ‘anti-laik’ gibi kavramlarla nitelendirilmiş ve iktidar aygıtının dışında
bırakılmaya çalışılmıştır (Temel, 2020: 50-51). İktidar seçkinlerinin siyasal nüfuzunu derinleştirmeyi
amaçlayan bu argümanlar, muhalefeti suçlayarak siyasi ve toplumsal meşruiyetlerini kaybettirmeyi ve
iktidar savaşını kazanmayı hedeflemiştir.
Özellikle laiklik ve irtica temaları etrafında şekillenen iktidar çatışması, kesintisiz bir biçimde
Cumhuriyet tarihi boyunca sürmüştür. Bunun da arka planında, sağlıksız biçimde, Cumhuriyet
rejiminin kuruluş yıllarından itibaren kendisini sürekli din temelli reaksiyoner bir tehdit altında
hissetmiş olması, örgütlü dinî muhalefeti kayıt ve kontrol altına alma çabası yatmaktadır (ÇarkoğluToprak, 2006:15). Dönem dönem farklı tonlarda tezahür eden bu iktidar mücadelesi, 28 Şubat postmodern darbesine giden 90’lı yıllar boyunca belirgin hale gelmiştir. ABD ve Avrupa kaynaklı İslam
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
141
R.AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
karşıtlarının desteği ile yürütülen ve doğrudan İslam karşıtı bir proje olan bu post-modern darbe ile
siyasi hayat yeniden dizayn edilmeye ve muhafazakâr kitle siyasal alanın dışına atılmaya çalışılmıştır
(Yıldız, 2013: 85). Özellikle darbe dönemlerinde iktidar seçkinleri, organize bir güç olarak tasavvur
edilen İslami muhalefeti kontrol etmek ve baskı altında tutmak için laikliğe atıf yaparak İslam
düşmanlığını derinleştirmiştir (Akın, 2016: 43). Siyasal alanda İslam karşıtı dilin parametreleri şöyle
sıralanabilir:
Din, dini sembol ve simgeler irticai bir unsur olarak değerlendirilmiştir.
Referansı İslam olan kimselerin politika yapması olumsuz karşılanmış ve onların rejim
için bir tehdit olabileceği algısı üretilmiştir. İslami referansa sahip partileri ve politikacıları
destekleyenler mürteci, gerici, yobaz veya aydınlanmamış kimseler olarak yorumlanmıştır.
İslami dünya görüşüne sahip kişilerin siyaset yapması hoş görülmemiş, bu kişileri
siyasetten dışlanmaya ve ötekileştirilmeye çalışılmıştır.
Laik-anti laik kavramları üzerinden siyasal kutuplaşma oluşturulmuş; laikliği
savunanlar ile dinin etrafında toplananlar arasında siyasal kutuplar oluşmaya başlamıştır.
Gücünü laiklikten alan bir kısım siyasi aktörler, dini ve dindarları devletin düşmanı
olarak ifade etmiş ve siyasal alandan onları dışlamaya çalışmıştır.
Seküler dünyada üretilmekle birlikte siyasete transfer edilen İslam düşmanlığı, İslami
kavram ve söylemleri politik alandan dışlamayı hedeflemiştir.
Dini ritüeller, politik bagaj doğrultusunda ve özellikle başörtüsü, siyasal bir simge
olarak yorumlanarak simgeleşmiştir (Temel, 2020: 52).
Bu bağlamda 90 sonrasında Türk siyasetinde farklı boyut ve ölçeklerde Müslüman karşıtı ırkçılık
tezahür etmiştir.
2. 1990 YILINDAN GÜNÜMÜZE TÜRK SİYASETİNDE İSLAM KARŞITLIĞI
2.1. 1990 Sonrası Türkiye’sinde Oluşan Siyasi Atmosfer
1990 sonrası Türkiye’sinde oluşan atmosfer, siyaset alanındaki İslamofobi’nin kendini göstermesinde
etkili olmuştur. 90’lı yıllar, Türkiye’de hızlı sosyal ve politik değişimin ve siyasal istikrarsızlığın olduğu
bir dönem olmuştur. Bu dönemde parti sistemi yeniden yapılanma sürecine girmiş, yeni siyasal
partiler ve parti liderleri ortaya çıkmıştır. Bununla beraber, toplumsal hareketlilik büyük bir ivme
kazanmış; bu durum siyasal hayatı çok boyutlu olarak etkilemeye başlamıştır (Kalaycıoğlu, 1996: 5765). Siyasal değişim ve dönüşüm ile beraber politik kültür de farklılaşmaya başlamıştır. Aslında bu
değişimin başlangıç evresi, Turgut Özal’ın 1983 yılında Türkiye’yi yönetmeye başladığı dönemdir.
Özal’ın farklı siyasi akımları Anavatan Partisi’nde toplama çabası, 90’ların başından itibaren akamete
uğramıştır. Bunun yanı sıra Anavatan Partisi’nin siyasetin merkezine yerleşmesi; çevrenin yeni
temsilcisi konumuna Süleyman Demirel’i, onun Doğru Yol Partisi’ni yükseltmiş ve iktidara ortak
etmiştir. Özal ile beraber Demirel, siyasetin en güçlü aktörü olmuştur. Siyasi arenanın diğer bir güçlü
aktörü de Kemalist geleneği temsil eden ve sürdüren Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)’dir.
Ancak 90’lı yıllarda yeni bir gerçeklik ortaya çıkmıştır. Siyasal İslam’ın temsilcisi olarak gösterilen
Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi, siyasal nüfuzunu artırmaya ve etkin bir güç olarak TBMM’deki
varlığını konsolide etmeye başlamıştır. Ancak 90’lı yıllarda siyasi kültürdeki değişim, siyasal İslamcı
Refah Partisi’nin yükselişi ile sınırlı değildir; Kürt meselesi, Alevilik, terör ve şiddet gibi birbirinden
farklı konular da gündemi meşgul etmiştir (Kahraman, 2008: 221-228).
1994 seçimlerinden itibaren Türk siyasetinde merkezin sağında ve solunda konumlanan partiler
haricinde kendisine yer edinen ve ortaya koyduğu mücadeleyi günümüze kadar sürdüren en önemli
politik örgütlenmenin ve toplumsal temsilin odağında olan Millî Görüş hareketinin temsilcisi olan
Refah Partisi, gücünü açıkça artırmaya başlamıştır (Baykal, 2021: 43). 1991 seçimlerinden sonra
Parlamentoda varlık gösteren Refah Partisi, 1994 yılından itibaren gücünü artırmaya ve özellikle yerel
yönetimlerde kendini hissettirmeye, İstanbul ve Ankara gibi Türkiye’nin en büyük şehirlerini
yönetmeye başlamıştır. 1995 yılında yapılan genel seçimlerde de Refah Partisi’nin büyük bir başarı
göstererek sandıktan birinci parti olarak çıkması, Kemalist veya Atatürkçü değerlerin savunuculuğunu
yapan iktidar seçkinlerini rahatsız etmiştir. Bu durum sivil toplum kuruluşlarında veya bir kısım ordu
mensupları arasında Erbakan karşıtı kampanyanın medya üzerinde görünür olmasıyla sonuçlanmıştır.
Bu süreçten itibaren laiklik, şeriat, dincilik, başörtüsü, tarikat-cemaat tartışmaları gündemin ilk
sıralarında yer tutmaya ve bu konular etrafında siyasi partiler ve siyasetçiler pozisyon almaya
142
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
R. AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
başlamıştır.
Aslında 1990 yılının başından itibaren toplum ve siyaset krizin içine doğru itilmeye çalışılmıştır. Bu
bağlamda toplumun önemli aktörleri suikastlara maruz kalmıştır. Bu suikastlarda Muammer Aksoy,
Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı gibi Atatürkçü ve laik kimliği
ile tanınan insanlar hayatını kaybetmiştir. Toplumun farklı kesimlerine ait aydınları ve siyasetçileri
hedef alan suikastlar ile toplum ve siyaset ayrıştırılmaya ve toplumundaki fay hatları derinleştirilmeye
çalışılmıştır (Özbudun, 2010: 80). 12 Eylül Askeri darbesi kadar zor bir dönem olan bu süreçte Özal’a
suikast düzenlenmiş, Bingöl’de 33 er katledilmiş ve Sivas Madımak Otel’de 35 kişi hayatını
kaybetmiştir. Bu siyasi ve toplumsal atmosfer, CHP’nin siyaset yapma biçimi ve politik söylemleri
üzerinde belirleyici olmuştur. Kültürel ve dini konular üzerinden toplum kutuplaştırılmış ve siyaset
enterne edilmiştir. CHP’nin o dönemdeki lideri Deniz Baykal da bu kutuplaştırıcı siyasi atmosfere
teslim olmuş; laikliğin çeperinde pozisyon alan ordu, bürokrasi, üniversite ve medya kuruluşları ile iş
birliği yapmıştır. Laiklik ekseninde bir siyasal duruş benimsemiş olan CHP’nin rejimi kollama
misyonuna olan sadakati bu dönemin belirgin özelliğidir. Sekülerist siyasetin ve dışlayıcı laiklik
anlayışının temsilcisi olan CHP’nin benimsemiş olduğu bu tarz-ı siyaset, yoğunluğu artan biçimde 28
Şubat Post-modern darbesine kadar devam etmiştir (Akkır, 2015: 79).
28 Şubat post-modern darbesi, 1997 yılında Refah-Yol Hükümeti’nin yıkılmasına yol açan muhtırayı ve
siyasetin askeri bürokrasinin ağırlıklı olduğu siyaset dışı güçler tarafından yeniden biçimlendirilmesini
ifade etmektedir (Özipek, 2004:640). Militan bir laiklik anlayışını benimseyen 28 Şubat post-modern
darbesinin sivil-asker temsilcilerinin amacı, genişleyen imkân alanlarını devlet lehine daraltmak ve
kamu alanındaki İslami temsili önlemektir. 28 Şubat hareketinin özü ekonomi, eğitim ve medyadaki
‘imkân alanlarından’ yararlanan İslami grup ve oluşumları temizlemektir (Yavuz, 2004: 601). Siyaset
ile toplum arasındaki ilişkiyi yıpratan 28 Şubat, siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda krizin
yaşanmasına neden olmuş ve bu süreç yeni bir sosyolojinin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır.
Merkez Sağ partiler ile beraber Solun siyasal alanda etkisini kaybetmesi ile ortaya çıkan sosyoloji, 3
Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimleri AK Parti’nin kazanması ile sonuçlanmıştır. 28 Şubat sürecinde
yer alan güç odakları ile arasına mesafe koyan AK Parti, başlangıçta çatışmaya girmeden politika
üretmiş; ancak zamanla güç odaklarını bir bir tasfiye etmiştir. Bu süreçte Kemalist statükonun
yanında yer alan parti ve politik aktörler, hem AK Parti’ye siyasi alanı daraltmak hem de kendi seküler
seçmenini konsolide etmek için İslamofobik söyleme başvurmuştur.
2.2. Türk Siyasetinde İslamofobik Söylem Örnekleri
Öncelikle Türk siyasetinde İslamofobik ifadeler başörtüsü veya türban, laiklik, şeriat, irtica ve gericilik
gibi din ile irtibatlı alanlarda karşımıza çıkmaktadır. Türk siyasetinde İslamofobik ifadeler, temel
olarak iki fonksiyona sahip olmuştur. Bunlardan ilki günah keçisi ilan etme işlevidir. Batı’da üretilen ve
Kemalist veya sol aktörler tarafından Türkiye’ye transfer edilen İslamofobi, İslam ile ilişkili olanları
günah keçisi ilan ederek seküler iktidar alanı inşa etmek, genişletmek ve bu durumu istikrarlı hale
getirmek isteyenler tarafından kullanılmaktadır. Bu strateji doğrultusunda belli gruplar
ötekileştirilmekte ve onların, seçkinlerin yararlanmış olduğu haklardan faydalanması önlenmektedir.
Türk siyasetindeki İslamofobik ifadelerin bir diğer işlevi de korkutma olup kamusal alandaki
Müslümanın varlığından korku duyulması gerektiğini ifade eder. Örtük bir biçimde toplumsal
sorunların kaynağı olarak Müslümanlar görülmekte ve çözümün siyasal alanda yönetimin seküler
yöneticilere bırakılmasını savunmaktadır. Bundan dolayı özellikle politik alanda Müslümanların varlık
göstermesi sorun teşkil etmiştir. Kamusal alanı Müslümanlara yasaklama çabası bu anlayışın
tezahürdür (Düzce, 2021: 147-153).
Türk siyasetindeki İslamofobik anlayış, ilk olarak başörtüsü veya türban sorununda kendini açık
etmiştir. 90’lı yıllardan itibaren Kemalist siyasetin merkezi olan CHP, bu dönemde Müslüman karşıtı
ırkçılığa varan ifadelere sıklıkla müracaat etmiş, dinin haritasını yeniden çıkarmaya çalışmış, başörtüsü
ile türban ayrımı yaparak türbanı irticanın sembolü olarak kabul etmiş ve türban takanları kamusal ve
siyasal alandan dışlamıştır. 28 Şubat sürecinin etkisiyle siyasal İslam karşıtlarını CHP’de toplama isteği,
CHP’nin söylem ve politikalarının laiklik odaklı olmasına neden olmuştur. Dışlayıcı laiklik ideolojisi
etrafında partisini tanımlayan Baykal başkanlık döneminde, Atatürkçüleri, Kemalistleri, Batıcıları,
Solcuları ve tüm AK Parti muhaliflerini İslam karşıtı ırkçı dilden destek alarak CHP’ye transfer etmeye
çalışmıştır (Bezci, 2012: 17).
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
143
R.AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
O dönemde CHP’nin Genel Başkanlık koltuğunda oturan Deniz Baykal’a göre (2021) “Türkiye’deki
sorun başörtüsü sorunu değildir, türban sorunudur.” Türkiye’nin tarihinde türban gibi bir gerçekliğin
olmadığını iddia eden Baykal’a göre, “Türban bir siyasi simgedir.” Hatta “Ne İslam’ın şartıdır ne
imanın şartıdır. Ne büyük günahtır ne de küçük günahtır.”
Baykal’ın 1995 ile 2008 yılları arasında konuyla ilgili yapmış olduğu konuşmaların neredeyse
tamamında şeriat tehlikesine, teokratik düzene, dini gruplara, Kuran Kurslarına, dinciliğe, türbana ve
laikliğe atıf vardır. Baykal, İslamofobik dışlayıcı laiklik anlayışı ve rejimi koruma repliği ile sürekli
pekiştirmiştir. CHP tarafından düzenlenen “Cumhuriyet, Laiklik ve Demokrasi” panelinde konuşan
Baykal; “Laiklik, inanca ve imana karşı değildir; laiklik teokrasiye, teokratik devlet yönetimine
karşıdır... Özgürlük hiçbir şekilde, din ve inancın istismarı, siyasete ve devlet idaresine din ve inancın
karışması amacıyla kullanılamaz; dini cemaatler, bir siyasal ve resmi kamusal yapılanmaya
dönüşemez, devleti kuşatmaya kalkışamaz” (Baykal, 1998: 38-39) diyerek kamusal alanın seküler
kimliğe açık olduğu, dindarların ve dini grupların kamusal alanda var olmasının devleti kuşatmak
anlamına geleceğini iddia etmiştir. Hatta başörtüsünün yabancı bir simge olduğunu iddia eden
Baykal’a göre, “Getirilmek istenen, gelen, Anadolu’daki kadınlarımızın yaşmağı, başörtüsü değildir.
Gelen, Arap-Vahhabi, Abbasi-Emevi İslam yorumunun, Türkiye’ye yönelik projelerinin bir simgesi
olarak, Türkiye’deki işbirlikçileriyle birlikte Anadolu halkına dayatmaya başladığı bir yabancı
üniformadır… Bunun gelişiyle Türkiye’de yaygınlaşan İslamiyet’in özü, değerleri, ahlakı, kuralları
değildir. Kuran'ın İslamiyet’i değildir. Gelen başka bir şeydir. Din için gelmiyor, siyaset için geliyor”
(Yağcı, 2021).
Baykal, 2000’lerin Türkiye’sinde de 28 Şubat’ın politik atmosferinde de İslamofobik duruşunu devam
ettirmiş ve bunun üzerinden bir siyasal dayanışma ağı oluşturmaya çalışmıştır. Baykal’ın CHP’si, AK
Parti’nin kazanmış olduğu 2003 seçiminden itibaren yoğun bir biçimde ‘laiklik tehlikede’
propagandasını yapmıştır. Baykal’a göre, laik Cumhuriyet’in temel değerlerine ve kurumlarına karşı
gizli bir savaş veren AK Parti’nin gizli bir ajandası bulunmaktadır. AK Parti’nin, türbanla ilgili söylem ve
tutumları bu ajandanın ürünüdür.
2005 yılında, Cumhurbaşkanı’nın eşinin türbanlı olma ihtimali belirdiğinde Baykal, türban ile Çankaya
köşkünde olmaya itiraz etmiştir: “Türkiye’de türbanlı bir cumhurbaşkanı olsun mu? Yasal engel yok,
olabilir. Daha sonra ne olur? Devlete türban giydirmiş olursunuz, türban meşruiyet kazanır, resmiyet
kazanır” (Baykal, 2005). Dahası, türbanın Çankaya Köşkü’ne girmesi; Türkiye’nin Ortadoğu’ya, Irak’a,
Suudi Arabistan’a, İran’a yönelmesi ile laik ve demokratik Cumhuriyet’in zemininden uzaklaşma
demektir. Baykal’a göre AK Parti; laiklikle, Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve başsavcılık gibi
yargı organlarıyla ile kavgalıdır. Bu kavganın sebebi ise anayasal düzenin değiştirilmek istenmesidir
(Baykal, 2008)
İslami simgelere karşı oluş içeren İslamofobik ifadeler, sadece Baykal ile sınırlı kalmamıştır; Muharrem
İnce, Nur Serter, Fikri Sağlar, Selin Sayek Böke, Mahmut Tanal gibi CHP’li politik aktörler tarafından da
dile getirilmiştir. “Hükümetin temel eğitim kurumlarında başörtüsünü serbest bırakma kararı,
aymazlıktan öte bu sürecin bilinçli biçimde geliştirildiğinin örneklerinden biri olmuştur. Aldığınız karar
Cumhuriyet'e meydan okumaktır.” diyen Muharrem İnce’ye göre, eğitim kurumlarında başörtüsünü
serbest bırakmak Cumhuriyet’e meydan okumak ile eş anlamlıdır. Atatürkçü kimliği ile tanınan İnce,
28 Şubat sürecinin popüler aktörlerinden olan ve okul kapılarındaki ikna odalarında başörtülü
öğrencilere psikolojik şiddet uygulayan Nur Serter ile aynı ideolojik omurgaya sahiptir. Ortaya koymuş
olduğu söylem, bu aynılığı ifşa etmektedir.
Müslüman karşıtı ırkçı zihniyet, Selin Sayek Böke’de de görülmektedir; “AKP’nin Türkiye’yi 15
Temmuz’a getirmiş olan ideolojik ve partizan yaklaşımı, kendini her alanda göstermeye devam ediyor.
Bu hafta poliste türbanı serbest bırakarak laiklik üzerinden yeni bir tartışma başlatılma gayreti de
bunun en somut göstergelerinden biri” (Akit, 2021) diyerek polislik mesleğinde türban takmanın
laikliğe aykırı olduğunu iddia etmiştir.
Bir diğer örnek de eski bakan ve Milletvekili Fikri Sağlar’dır. Sağlar katıldığı bir televizyon
programında, “Türban irticai faaliyetlerin şeriat isteyenlerin üniformasıdır. Başörtüsü yüzyıllar
boyunca Anadolu’da bir geleneksel giysidir. Arada fark var” demiş ve “Kendimden söylemek
istiyorum; ben yargılandığım zaman türbanlı bir hâkimin karşısına gittiğimde benimle ilgili haklarımı
koruyacağı ve adaleti yerine getirebileceği konusunda kuşkum var.” (Cumhuriyet, 2021) diyerek 28
Şubat sürecinde ortaya atılan İslam karşıtı ırkçı ifadeleri tekrar ederek kendi İslamofobik davranışını
144
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
R. AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Türk siyasetindeki Müslüman karşıtı ırkçılığın uğrak noktalarından biri de irtica ve irtica tehlikesidir.
Nerdeyse tüm cumhuriyet tarihi boyunca irtica tehlikesi sürekli gündemde tutulmuştur. Ancak 90’lı
yıllardan itibaren gündemin ilk sıralarına yerleşmiştir. Başörtüsü, tarikat, sakal, gümüş yüzük, dini
eğitim-öğretim yapan kurumlar, cübbe gibi unsurlar irticanın göstergesi sayılmıştır. Bu ve benzeri
sözde irticai göstergeler, daha çok ekonomik boyutlu bir darbe olan 28 Şubat post-modern darbesine
zemin hazırlamıştır (Özkır, 2017. 77-80).
Örneğin Kemalist ideolojinin yanında pozisyon alan ve türban ve irtica karşıtlarını kendi yanına
seferber etmeye çalışan Baykal’a göre, AK Parti’nin seçimleri kazanmasıyla “en büyük tehdit” olan
“irtica yeniden hortlamıştır.” “Laiklik tehdit altındadır” ve “Türkiye git gide İslamlaşmaktadır” (Altun,
2021).
İslam karşıtı blokta yer alan bir diğer aktör de 1999’da kurulan Demokratik Sol Parti-Milliyetçi Hareket
Partisi-Anavatan Partisi koalisyonunda başbakanlık koltuğuna oturan Bülent Ecevit’tir. Ecevit, solcu,
Kemalist ve Atatürkçüdür. 28 Şubat Post-modern darbesinden sonra başbakanlık koltuğuna
oturmuştur. Ecevit de Müslüman karşıtı ırkçı dile sıklıkla başvurmuştur. Ecevit’in Başbakanlığı
döneminde yaptığı önemli Müslüman karşıtı ırkçı eylemlerden birisi, yayınlamış olduğu irtica ile
mücadele genelgesidir. 22 Temmuz 1999 tarihinde irtica ile mücadelenin etkin bir şekilde
sürdürülmesini sağlamak amacıyla bir genelge yayınlamıştır. Belgede, irtica ile mücadelenin bir devlet
politikası olduğu vurgulanmıştır. Tarihsel bir vesika ve yükselen Müslüman karşıtı ırkçılığın boyutlarını
göstermesi bakımından genelgeyi, olduğu gibi buraya alıyorum. Genelgede, irtica ile mücadelenin
parametrelerini şöyle belirlemiştir:
“1. Türkiye Cumhuriyeti Anayasamızda belirtilen temel niteliklerine karşı yürütülen rejim aleyhtarı
irticai, yıkıcı ve bölücü faaliyetlere karşı alınan önlemlerin eş güdümünü sağlamak ve uygulamayı
izlemek üzere kurulan Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’nun çalışmalarını etkin
bir şekilde yürütmektedir.
2. Siyasi iradenin, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini yok etmeye yönelmiş bulunan irticai
faaliyetlerle mücadelede tüm Devlet kurumları ve kamu görevlilerinin arkasında ve desteğinde
olduğundan kuşku duyulmaksızın, kamu görevlilerince irticai faaliyetlerle mücadeleye ilişkin olarak
daha önce çıkarılmış olan Başbakanlık direktif ve genelgelerinin uygulanmasına mevcut mevzuat
çerçevesinde devam edilecektir.
3. Merkez teşkilatında Bakanlar, taşra teşkilatında vali ve kaymakamlar, dinin siyasi, ekonomik, ticari,
sosyal veya diğer şekillerdeki istismarına karşı her türlü önlemi alacaklar, yasalara uymadıkları
belirlenenler hakkında gerekli yasal işlemler ilgili kamu görevlilerince tereddütsüz yerine getirilecektir.
Kamu görevlileri irticai faaliyetler ile mücadelede zafiyet göstermeyecekler ve özellikle kılık kıyafet
yönetmeliği hükümlerini titizlikle uygulayacaklardır.
4. İrticai faaliyet, eğitim yoluyla gençliği ele geçirmeye de yönelmiş olduğundan, vakıflar, özel
kuruluşlar, belediyeler ve şahıslar tarafından kurulan özel öğretim kuruluşları ile özel yurt, pansiyon ve
kurslar üzerindeki devletin gözetim ve denetimi ilgili ve sorumlu kamu kurumlarınca etkin bir şekilde
gerçekleştirilecektir. Ayrıca, bu kuruluşların sistemli ve etkin bir şekilde denetimini sağlayacak
mevzuat düzenlemeleri yürürlüğe konulacak, yasalarla çizilen çerçevenin dışında faaliyet gösterdikleri
belirlenenler hakkında gerekli yasal işlemlerin süratle yapılmasına özen gösterilecektir.
5. Vatandaşlarımızın kutsal dini duygularını istismar ederek, topladığı kaynakları irticai faaliyetlerin
finansmanına yönelten dernek, vakıf, şirket ve bunun gibi diğer kuruluşlar nezdinde yürütülmekte olan
il ve ilçe merkezli denetimlerin kapsamının genişletilmesi sağlanacak ve denetleme sonuçlarının
izlenmesi için ilgili tüm devlet kuruluşları üzerlerine düşen görevleri eksiksiz olarak yerine
getireceklerdir.
6. İrticai faaliyetlerin bir kısmı da devletin bütçe olanaklarının yetersizliğini istismar etmekte
olduğundan, vali ve kaymakamlar, il ve ilçelerindeki okul çağındaki çocuklarımızın öğrenim, barınma
ve kurs gereksinimlerini belirleyerek, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik fonundan da
yararlanmak suretiyle gerekli önlemleri alacak veya olanakların yeterli olmadığı hallerde, gerekli
önlemlerin alınması için girişimlerde bulunacaklardır.
7. İrticai ve bölücü yayın yapan radyo ve televizyon istasyonlarına karşı ilgili devlet kuruluşları,
yasaları eksiksiz bir şekilde uygulayacaklardır.
8. İrtica ile mücadelenin bir hükümet politikası olmaktan öte, Cumhuriyetimizin geleceği açısından bir
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
145
R.AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
devlet politikası olduğu gerçeğinden hareketle, bu mücadelenin siyasal yaşamdaki değişikliklerden
etkilenmeden sürdürülmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel niteliklerini yok
etmeye yönelen irticai faaliyetlere karşı mücadelede başarı, devletin bütün kurum ve kuruluşlarının
görevlerini zamanında, etkin ve eş güdüm içinde yapmalarına bağlıdır. Bu mücadelede, Cumhuriyet
Hükümeti, başta vali ve kaymakamlarımız olmak üzere, tüm devlet kurumlarındaki her düzeydeki
kamu görevlisinin yanında olmaya devam edecektir” (Politika Dergisi, 2021).
Bu genelge, 28 Şubat Post-modern darbe öncesinde ve sonrasında Müslüman karşıtı bir ırkçılık olarak
İslamofobi’nin Müslüman bir ülkede devletin uygulamasına dönüştüğünü göstermektedir.
28 Şubat sürecinin politik aktörlerinden biri de Anavatan Partisi’nin Genel Başkanı Mesut Yılmaz’dır.
28 Şubat sonrasında Ecevit ile hükümet kuran Yılmaz, “İrtica tehlikesi sürerken elbette ordu kışlasına
dönmez” diyerek irtica üzerinden post-modern darbeyi meşrulaştırmaya çalışmıştır. Yılmaz’ın
Müslüman karşıtı ırkçılığa varan söylemleri, bununla da sınırlı değildir. İmam Hatip Okullarında
okuyanlara ‘yarasa’ diyen Yılmaz’a göre, “İrticayla mücadele, irtica tehdidiyle mücadele meşru bir
mücadeledir.” Dahası “Türkiye’de her hükümetin yapması gereken bir mücadeledir.” (Milliyet, 2021).
Darbe sonrasında sadece bir buçuk yıl iktidarda kalabilen Yılmaz, hükümetini devam ettirebilmek için
İslamofobik ifadelere başvurmak dahil her yolu denemiştir.
28 Şubat post-modern darbesini meşru gören ve İslam karşıtı ırkçı dile sahip olan Kemalist güç
odaklarının yanında yer alan Yılmaz, “Siyasi hayatıma mal olsa bile bu kanunu çıkaracağım” diyerek
İslam karşıtı birçok anti-demokratik uygulamayı içinde barındıran 28 Şubat kararlarını kararlılıkla
uygulamaya çalışmıştır (memleket.com.tr, 2021). İmam Hatip Okullarının orta kısımlarının
kapatılmasında ve Kur’an Kurslarının fiilen sonlandırılmasında etkin rol oynamıştır. Özetle Özal
sonrası ANAP’ın genel başkanlık koltuğuna oturan Yılmaz’ın vaatlerinden birisi Milli Güvenlik
Kurulu’nun (MGK) kaldırılması olmasına rağmen, kendisi 28 Şubat sürecinde tam tersi bir biçimde
‘askerci’ bir pozisyona savrulmuştur (Yetkin, 2021).
28 Şubat’ın sürecinin dikkat çekici isimlerinden birisi de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel’dir. 2006 yılında bir televizyon programında Demirel, başörtüsü yasağıyla ilgili konuşmuş ve
onların Arabistan’a gitmesi gerektiğini söylemekten çekinmemiştir: “Orası üniversite, oranın kuralları
var. Danıştay, Anayasa Mahkemesi karar vermiş. İlle başı bağlı okumak istiyorsan, başı bağlı olarak
okunabilen yerler var, oraya git. Arabistan’da falan öyle yerler vardır, oraya gidin, orada okuyun!
Türkiye laiklikten vazgeçemez. Herkes aklını başına toplasın. Bu ülkenin halkı yüzde 99’u Müslüman
diye, Müslümanlığı istismar ederek, bu milleti arkamıza düşürürüz diye düşünen varsa aldanıyor. Hem
de çok aldanmaktadır. Cumhuriyet 5’inci neslini yetiştirmiştir ve bu nesil cumhuriyete sahip
çıkmaktadır. Türban özgürlük falan değildir. Bu gericiliktir.” (Milliyet, 2021). Laik seçkinlerin dışlayıcı
siyasetine ve darbelerine maruz kalan Demirel, politik hayatının sonuna doğru Müslüman karşıtı ırkçı
siyasete savrulmuştur. İslami ritüel ve kavramları irticaya indirgeyen Demirel, yer yer nefret suçuna
varacak İslamofobik ifadelere kullanmıştır.
Baykal, Ecevit, Yılmaz ve Demirel gibi Türk siyasetinin kalbur üstü aktörleri bazen mevcut iktidara
siyasal alanı dar etmek ve iktidar savaşını kazanmak bazen de İslam karşıtı güç odakları üzerinden
kendi güçlerini pekiştirmek için Müslüman karşıtı ırkçı uygulamalara destek vermiş ve İslamofobik
ifadelere müracaat etmiştir.
DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Türk siyasetinde yoğun olarak görülen Müslüman karşıtı ırkçılığın analizini yapmayı amaçlayan bu
çalışma, 1990 sonrasına odaklanmıştır. 90 sonrasında siyaset alanında oluşan atmosfer, İslamofobik
retoriğin çokça kullanılmasına neden olmuştur. Merkez sağ partilerin iflas etmesi, ekonomik durumun
gittikçe kötüleşmesi, kimlik siyasetinin ortaya çıkması ve İslamcı Refah Partisi’nin gücünü artırması,
İslamofobik ifadelerin gün yüzüne çıkması ile sonuçlanmıştır.
Temelsiz bir korku olan İslamofobi’nin 90 sonrası Türk siyasetinde işlenmesinin temel birkaç nedeni
bulunmaktadır. Bunlar; Kemalizm’in din politikası, Kemalizm’e eklemlenen Türk Solunun dine bakışı
ve iktidar çatışmasıdır. 90 sonrasında Müslüman karşıtı ırkçılığı besleyen iki büyük gerçeklik vardır.
Bunlar İslamcı bir parti olan Refah Partisi’nin yükselişi ile muhafazakâr Demokrat kimliğe sahip olan
AK Parti’nin başarısıdır. Bu iki siyasal gerçeklik, Türk siyasetindeki Müslüman karşıtı ırkçılığı
beslemiştir. Bu iki siyasal gerçeklik, aynı zamanda Kemalizm’in din politikasının ve solun dine bakıştaki
açmazını perçinlemiştir.
146
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
R. AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
90 sonrası Türk siyasetindeki Müslüman karşıtı ırkçılığın sosyolojik fotoğrafını çekmeyi amaçlayan bu
çalışmada, betimleme ve anlama yöntemi kullanılmıştır. Türkiye’nin son dönemine odaklanan bu
çalışmada şu sonuçlara ulaşılmıştır:
Bir modernleşme projesi olan Kemalizm’in dine yaklaşımı, Müslüman karşıtı ırkçılığı
beslemiştir. Bu sayede Kemalizm’e yaslanan güç odakları kendilerini meşrulaştırmıştır.
Kemalist ve laik değerlerden beslenen iktidar seçkinleri, İslami referanslı partileri ve aktörleri
siyasetten tasfiye etmek, dışlamak ve ötekileştirmek için Müslüman karşıtı ırkçılık siyasetine
başvurmuştur.
İktidar seçkinleri; İslami kavram, ritüel ve sembolleri irtica ve devlet karşıtlığı ile eşitleyerek
siyasal alanı seküler çerçevede dizayn etmeye çalışmıştır. İrtica, devlet düşmanı olmanın
göstergesi gibi sunulmuştur.
90 sonrasında siyasal alanda yer alan İslamofobik ifadeler, özellikle sağ veya muhafazakâr
partileri kuşatma ve baskılama işlevi görmüştür.
28 Şubat sürecinde Türk siyasetindeki Müslüman karşıtlığı zirveye ulaşmış ve bir devlet
politikasına dönüşmüştür. Böylece Müslümanların kamusal hayata katılımı sınırlanmış ve
siyasal alanda varlık göstermesi engellenmiştir.
Batılı İslam karşıtı güç odaklarından beslenen bir kısım siyasi partiler ve aktörler, kamusal
alanda Müslümanların kendi kimliği ile var olmasının laikliğe aykırı ve Cumhuriyet değerlerine
karşı oluş biçimi olduğunu iddia ederek kamusal alanın sadece seküler kimliğe açık olduğunu
ifşa etmiştir.
İslami simgelerin kamusal alandaki varlığını meşru görmeyen CHP, kamusal alanın seküler bir
karakterde olması gerektiğini ve Müslüman kimliğe ait unsurların çağdaş değerlere aykırı
olduğunu vurgulayarak İslam karşıtı ırkçılığın odağında yer almıştır.
90 sonrasında siyasal alanda var olan Müslüman karşıtı ırkçılık, irtica, başörtüsü, gericilik gibi
dini kavramlar etrafında ortaya konmuştur.
Türk siyasetinde farklı tonlarda var olan İslamofobi, korkutarak dışlama işlevi görmektedir.
Müslümanlar, siyasal alandan dışlanması gereken öznelerdir.
90 sonrasındaki Müslüman karşıtı ırkçılığın temel nedenlerinden birisi, etkisini artıran
Müslümanların siyasal ve kamusal alanda varlığını güçlü bir biçimde göstermeye başlamasıdır.
İslamofobi’ye müracaat eden kesimlerin temel derdi, siyaset alanını Müslüman kimliğe
kapatmaktır. Bunun yolu ve yöntemi de 31 Mart Hadisesinden beri bir korku aygıtı işlevi
gören irtica tehlikesinin güncellenmesi olmuştur.
Türk siyasetindeki Müslüman karşıtı ırkçılığın göstergesi olan türban, irtica veya şeriat gibi din
ile irtibatlı kavramlar seküler kesimi korkutma ve Müslüman kesimi baskı altına alma işlevi
görmüştür.
Sonuç olarak, Kemalizm’in din politikasını belirleyen dışlayıcı laiklik, Kemalizm’e eklemlenen Solun
dine ve dini değerlere olumsuz yaklaşımı ile siyasal alanda fazlasıyla kendini gösteren iktidar çatışması
gibi nedenler Müslüman karşıtlığının ortaya çıkmasına neden olmuştur. 28 Şubat sürecinden devlet
politikasına dönüşen İslamofobi, 2003 sonrasında mevcut AK Parti iktidarının kuşatmak için farklı
siyasi parti ve aktörler tarafından zaman zaman kullanılmıştır.
KAYNAKÇA
Akkır, R. (2018). “Türkiye’de Din-Siyaset İlişkisi: Halkların Demokratik Partisi (HDP) Örneği”, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi 16, 83-112.
Akkır, R. (2015). “Baykal Dönemi Cumhuriyet Halk Partisi’nin Din Politikasının Parametreleri”. PESA International Journal of
Social Studies ½, 76-87.
Allen, C. (2010). Islamophobia. Ashgate Publishing Limited. England.
Akın, M. H. (2016). “Türkiye Siyasi Kültüründe Laiklik Meselesi ve 15 Temmuz Sonrası Laiklik Tartışmaları ve FETÖ”,
Muhafazakâr Düşünce 13/49, 37-56.
Akit, 2021). “CHP’nin Başörtüsü Düşmanlığı Hortladı”, Yeni Akit, https://www.yeniakit.com.tr/haber/chpnin-basortusudusmanligi-hortladi-207511.html, (Erişim Tarihi: 15 Mart 2021).
Altun, F. (2021). “2019’a Giderken Dikkat”. Sabah. https://www.sabah.com.tr/yazarlar/fahrettinaltun/2017/08/02/2019agiderken-dikkat, (Erişim Tarihi: 20 Mart 2021).
Arslan, A. (2019). “The Politics of Islamophobia in Turkey”. Islamophobia in Muslim Majority Societies. (Ed. Enes Bayraklı,
Farid Hafez). Routledge. London New York.
Başkaya, F. (2011). “Türkiye Soluna Soldan Bakmak”, Doğu Batı Düşünce Dergisi 59, 167-176.
Bakali, N. (2016). Islamophobia: Understanding Anti-Muslim Racism through the Lived Experiences of Muslim Youth. Sense
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
147
R.AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
Publishers. Rotterdam.
Bayraklı, E. ve Hafez, F. (2016). European İslamophobia Report 2015. Seta Publications. İstanbul.
Bayraklı, E. ve Yerlikaya, T. (2017). Müslüman Toplumlarda İslamofobi: Türkiye Örneği, Ombudsman Akademik 7, 51-70.
Baykal, Ö. (2021). “Sağ Bir Siyaset Olarak Millî Görüş Hareketi”. Muhafazakâr Düşünce 60, 34-58.
Baykal, D. (2021). “Deniz Baykal: Başörtüsü Değil, Türban Sorunu Var”. haberler.com.
https://www.haberler.com/deniz-baykal-basortusu-degil-turban-sorunu-var-haberi/, (Erişim Tarihi: 20 Şubat 2021).
Baykal, D. (1998). “Önsöz”, Türkiye’nin 75 Yıllık Tercihi: Cumhuriyet Demokrasi Laiklik Paneli Kitabı. CHP Yayınları. Ankara.
Baykal, B. (2005). 15.06.2005 tarihinde Deniz Baykal’ın Grup Genel Kurul Toplantısında Yapmış Olduğu Konuşma.
Baykal, B. (2008). 24.05.2008 tarihinde Deniz Baykal’ın Grup Genel Kurul Toplantısında Yapmış Olduğu Konuşma.
Bezci, B. (2012). “CHP’de Siyasal Mirasın Melez Lideri: Kemal Kılıçdaroğlu”. Finans Politik & Ekonomik Yorumlar 49/564
Bodur, H. E. (207). “İslam Karşıtlığının İdeolojisi Olarak İslamofobi (Çatışmacı Sosyolojik Perspektif), İlahiyat Akademi Dergisi
7/6, 69-86.
Cumhuriyet. (2021). “Kılıçdaroğlu’ndan Fikri Sağlar’a Sert Tepki”. Cumhuriyet.
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kilicdaroglundan-fikri-saglara-sert-tepki-1802821, (Erişim Tarihi: 17 Mart
2021).
Çarkoğlu, A. ve Toprak, B. (2006). Değişen Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset. TESEV Yayınları. İstanbul.
Davison, A. (2002). Türkiye’de Sekülerizm ve Laiklik. (Çev. Tuncay Birkan). İletişim Yayınları. İstanbul.
Düzce, M. (2021). “Teori ve Pratik yönleriyle Laiklik ve Birlikte Yaşama”. Birlikte Yaşamanın İmkânı. (Ed. Mesut Düzce,
Ramazan Akkır). Eskiyeni Yayınları. Ankara.
Er, T. ve Ataman, K. (2008). “İslamofobi ve Avrupa’da Birlikte Yaşama Tecrübesi Üzerine”. Uludağ Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi 17/2, 747-770.
Green, T. H. (2015). The Fear of Islam An Introduction to Islamophobia in the West. Fortress Press, Minneapolis.
Jackson, L. B. (2018). Islamophobia in Britain: The Making of a Muslim Enemy. Palgrave Macmillan. London.
Kayaoğlu, M. (2010). “Başörtüsü Sorunu Patronaja Hayır, Özgürlük Mücadelesine Evet!”. Teori ve Politika 54.
Kara, İ. (2016). Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak İslam 2. Dergâh Yayınları. İstanbul.
Kalaycıoğlu, E. (1996). “Türkiye’de Siyasal Değişim”, Yeni Türkiye Dergisi 9.
Kahraman, H. B. (2008). Türk Siyasetinin Yapısal Analizi 1: Kavramlar, Kuramlar, Kurumlar. Agora Kitaplığı. İstanbul.
Karpat, H. K. (2009). Elitler ve Din. (Çev. Güneş Ayas). Timaş Yayınları. İstanbul.
Kalin, I. (2011). “Islamophobia and the Limits of Multiculturalism”. Islamophobia: The Challenge of Pluralism in the 21st
Century. (Ed. John L. Esposito and Ibrahim Kalin). Oxford University Press. New York.
Kirman, M. A. (2010). “İslamofobinin Kökenleri: Batılı mı Doğulu mu?”. İslâmî Araştırmalar XXI /1, 21-39.
Lewis, B. (1993). Modern Türkiye’nin Doğuşu. (Çev. Metin Kıratlı). Türk Tarih Kurumu. Ankara.
memleket.com.tr. (2021). “Mesut Yılmaz’la İlgili Bomba İddialar”. memleket.com.tr. https://www.memleket.com.tr/mesutyilmazla-ilgili-bomba-iddialar-134322h.htm, (Erişim Tarihi: 22 Mart 2021).
Milliyet. (2021). “İrtica Sorun Değil”. milliyet.com.tr.
https://www.milliyet.com.tr/the-others/irtica-ana-sorun-degil-5352349. (Erişim Tarihi: 20 Mart 2021).
Milliyet. (2021). “Türban Gericiliktir”. milliyet.com.tr. https://www.milliyet.com.tr/siyaset/turban-gericiliktir-15558, (Erişim
Tarihi: 11 Mart 2021).
Özbudun, E. ve Hale, W. (2010). Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm; AKP Olayı. Doğan Kitap. İstanbul.
Özipek, B. B. (2004). “28 Şubat ve İslamcılar”, Modern Türkiye’ de Siyasi Düşünce: İslamcılık. (Ed. Yasin Aktay). İletişim
Yayınları. İstanbul.
Özkır, Y. (2018). Militan Gazetecilik. Pınar Yayınları. İstanbul
Özkır, Y. (2017). FETÖ, Medya ve Darbe. Pınar Yayınları. İstanbul.
Politika Dergisi. (2021). “10 Yıl Önce 10 Yıl Sonra İrtica ile Mücadele”. Politika Dergisi.
https://politikadergisi.com/makale/10-yil-once-10-yil-sonra-irtica-ile-mucadele, (Erişim Tarihi: 20 Mart 2021).
Runnymede Trust. (1997). Runnymede Trust Commission on British Muslims and Islamophobia, Islamophobia: A Challenge
for Us All: Report of the Runnymede Trust Commission on British Muslims and Islamophobia. Londra.
Richardson, R. Islamophobia or Anti-Muslim Racism -or What? -Concepts and Terms Revisited, insted.co.uk,
http://www.insted.co.uk/anti-muslim-racism.pdf, (Erişim Tarihi: 03 Şubat 2021).
Sayyid, B. (1997). A Fundamental Fear: Eurocentrism and the Emergence of Islamism. Zed Books. London.
Saeed, T. (2016). Islamophobia and Securitization Religion, Ethnicity and the Female Voice. Palgrave Macmillan. London.
Said, E. W. (2008). Medyada İslam. çev. Aysun Babacan. Metis Yayınları. İstanbul.
Temel, M. “Türkiye’de Basın-İktidar İlişkileri Çerçevesinde İslamofobik Söylem”, MEDİAD: Medya ve Din Araştırmaları Dergisi
3/1, 29-59.
Turan, Ö. (2009). “Son Dönemde Kemalizme Demokratik Meşruiyet Arayışları”. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Sol. (Ed.
Ahmet İnsel). İletişim Yayınları. İstanbul.
Ünüvar, K. (2009). “Türkiye’de Sol Düşünce ve Din”. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Sol. (Ed. Ahmet İnsel). İletişim
Yayınları. İstanbul.
Wolfreys, J. (2018). Republic of Islamophobia: The Rise of Respectable Racism in France. Oxford University Press. United
States of America.
Yağcı, A. (2021). “Kemalist Söylemde Kadın: Bir Milli Kimlik Meselesi”. birikimdergisi.com.
https://birikimdergisi.com/guncel/234/kemalist-soylemde-turban-bir-milli-kimlik-meselesi#_ftn38, (Erişim Tarihi:
21 Şubat 2021).
Yavuz, H. M. (2004). “Milli Görüş Hareketi: Muhalif ve Modernist Gelenek”. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık.
(Ed. Yasin Aktay). İletişim Yayınları. İstanbul.
Yetkin, M. (2021). “Mesut Yılmaz’ın Vefatıyla Bir Devrin Perde Arkası Kapanıyor”. yetkinreport.com.
https://yetkinreport.com/2020/10/30/mesut-yilmazin-vefatiyla-bir-devrin-perdesi-kapaniyor/ (Erişim Tarihi: 23 Mart 2021).
148
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
R. AKKIR / 1990 SONRASI TÜRK SİYASETİNDE İSLAMOFOBİ
Yıldız, A. (2013). “İslâmofobya: Dinî Irkçılığın Çağdaş Görünümü”, Uluslararası Katılımlı 1. İslâmafobya Konferansı. Merak
Yayınları. İstanbul.
Pesa International Journal of Social Studies, Nov.2021, Vol: 7, Issue:3
149