Academia.eduAcademia.edu

Ünsüz Terimi Üzerine

ÜNSÜZ TERİMİ ÜZERİNE* Abdullah BAĞDEMİR1 Bu çalışmada yaygın olarak kullanılan Türkçe ses bilgisi terimlerinden ünsüz teriminin ses, yapı ve anlam bakımından kavramı doğru karşılayıp karşılamadığı araştırılacaktır. Bu amaçla tarama yöntemiyle Türkçe dil bilgisi kitapları, yazım kılavuzları ve sözlüklerden ünlü ve ünsüzlerle ilgili terimler taranmış, daha önce kullanılan terimlerle karşılaştırılarak bir sonuca ulaşılmaya çalışılmıştır. Yapılan tarama sonucunda, söz konusu kitaplarda sait-samit, sadalı-sadasız (sedalı-sedasız), sesli-sessiz, ünlü-ünsüz, vuayel-konson, vokal-konson, vokalkonsonant, sesli-sesleş, sesli-sesdeş, ünlü-ündeş terimlerinin kullanıldığı belirlenmiştir. Kaynaklardan elde edilen verilere göre Osmanlı Türkçesi gramerlerinde Arapça sait-samit ve sedalı-sedasız terimleri bulunmakta, Latin harflerine geçildikten sonraki kimi gramerlerde de bu terimlerle karşılaşılmaktadır. 1940-41 ders yılında okutulmak üzere yazılan ilk Türkçe gramerden başlayarak kimi kitaplarda Latince kökenli vokal-konson, vokal-konsonant ve seyrek de olsa vuayelkonson terimlerinin kullanıldığı görülmektedir. Türkçenin ilk yazım kılavuzu olan 1928 tarihli İmlâ Lûgati’nde sait-samit terimleri kullanılırken, 1941’deki İmlâ Kılavuzu’nda Türkçe sesli-sessiz terimleri kullanılmıştır. 1965’teki Yeni İmlâ Kılavuzu’nda ise Türkçe ünlü-ünsüz terimlerinin tercih edildiği görülüyor. Sesli-sessiz terimleri yerine, yaklaşık 60 yıldan bu yana Türkçe ünlü-ünsüz terimlerini kullanıyoruz. Eski Türkçede bulunmayan, yansıma bir sözcük olan ses yerine, Türkçenin her döneminde kullanılan ün sözcüğü yeğlenmiş, sesli-sessiz sözcükleri bırakılarak ünlü-ünsüz terimleri benimsenmiştir. Ünlü sözcüğündeki ün ‘ses’, ‘seda’ demektir; -lü eki, bir şeyin bir nesnede olduğunu, bulunduğunu gösterir; sesi, ünü olan anlamındadır. -süz eki ise bir şeyin bir nesnede bulunmadığını gösteren yokluk ekidir. Buradan hareketle ünsüz teriminin kavramı, anlam bakımından tam olarak karşıladığı söylenemez. Çünkü ünsüz denilen b, c, ç, d, t... ses birimlerinin (fonemlerinin) de ünü, sesi vardır. Bu ses birimlere ‘sessiz’, ‘sedasız’, ‘hiç sesi olmayan’, ‘ünsüz’ demek gerçeğe uygun düşmüyor. Ünsüzün de bir ünü vardır ama ünlüye göre bu ünün duyulurluğu azdır. -deş eki, eklendiği sözcüğe, eşlik, ortaklık, arkadaşlık, mensubiyet, bağlılık anlamı verir. Ündeş, üne, sese ortak, ünü paylaşan, üne eşlik eden, ün arkadaşı, üne mensup, üne bağlı anlamına gelir. Benzer yapıdaki sesdeş terimi de kimi gramerlerde kullanılmaktadır. Yapılan tartışma ve değerlendirmelerden sonra ünsüz terimi yerine ündeş teriminin kullanılmasının daha uygun olacağı yargısına ulaşılmıştır. * 1 19-22 Aralık 2012 tarihinde Denizli’de yapılan V. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumunda sunulan bildirinin yeniden düzenlenmiş hâlidir. Dr. Öğr. Üyesi, Pamukkale Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected], https://orcid.org/0000-0002-0175-1987. T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 53 Ünlü-ünsüz terimlerinin ses, yapı ve anlam bakımından değerlendirilmesi Dil bilgisi kitaplarında ve yazım kılavuzlarında daha önce kullanılan sait-samit, sadalı-sadasız (sedalı-sedasız), sesli-sessiz, vuayel-konson, vokal-konson, vokalkonsonant, sesli-sesleş, sesli-sesdeş, ünlü-ündeş terimlerinin yerine yaklaşık 60 yıldır ünlü-ünsüz terimleri kullanılmaktadır. Bunlardan ünlü hem yapı hem de anlam bakımından kavramı doğru karşılayan bir terimdir. Ancak ünsüz terimi için aynı şeyi söyleyemeyiz. Çünkü -süz eki “bir nesnede bir şeyin bulunmadığını ifade eder” biçiminde anlaşıldığından terimin, kavramı isabetle karşılamadığını düşünüyoruz. Bu nedenle birtakım yazarlar, ünsüz teriminden önce aynı anlamda kullanılan samit, sadasız (sedasız), sessiz terimlerini ihtiyatla karşılamışlar hatta bu terimlere itiraz etmişlerdir. Bu itirazlar ve gerekçeleri şunlardır: Adı geçen terimlere itiraz edenlerden ilki, hem Osmanlıca sarf ve nahiv kitapları hem Latin harfleri kabul edildikten sonra Türkçe dil bilgisi kitapları yazmış olan Ahmet Cevat Emre’dir. “Ṣoñ ᶜaṣrıñ Türk ġramerc ler Türkce ç n ᶜArabcanıñ bu ḥarf taḳsīm n -ḥaḳlı olaraḳ- muvāfıḳ bulmamışlar, Fransızca ġramerde müstaᶜmel olan Yunān taḳsīm n ġramer m ze ṣoḳmuşlardır. Şu ḳadar k ıṣṭılāḥları naḳl éderken muvāfıḳ taᶜbīr bulmada pek muvaffaḳ olmamışlardır. Maᶜlūm oldıġı üzere (vuayel)lere (ṣadālı) ve-yā (ṣāʾit), (ḳonson)lara (ṣadāsız) ve-yā (ṣāmit) démişlerdir ki, ḥaḳīḳatde ḳonsonlar ṣadāsız ve-yā ṣāmit degildir. Ancaḳ müstaḳillen hecā teşkīl édemezler, hecāda vuayellere refāḳat éderler; vuayelleriñ, ṣavtīleriñ arkadaşıdırlar” (Emre, 1928, s. 140). “Garp dillerinde, seslerin taksiminde kullanılan vokal, konsonant, (voyelle, consonne) tabirlerini şimdiye kadar savtî, gayrisavtî; sesli, sessiz; sedalı, sedasız gibi sözlerle çevirmeye çalışıyorduk. Ancak ‘sessiz ses’ tasavvur etmek insan zihni için mümkün olmadığından Türkçe görünen sesli, sessiz tabirleri dahi pek bahtsız bir buluştu. Öbür yandan ise vocalique ve consonantique sıfatlarını hiçbir suretle teşkil edemiyorduk” (Emre, 1934, s. 7). “Sesli sessiz taksimi: Fonemlerin her biri bir sestir, sessiz fonem olmaz. Hecede kendi başlarına bulunabilen fonemlere sesli, bulunamıyanlara sessiz demek âdet olmuştur; fakat o fonemlerin de sesli yardımiyle işittirdikleri birer sesi vardır; fonetikte onlara seslilerin ve sesellerin arkadaşları anlamına gelen konsonant ismi verilmiştir. Sesleş de (seslieşi) anlamına bileşik kelimedir (bilezik = bilek yüzüğü olduğu gibi). Âdet yerini bulsun diye sessiz terimi de kullanılmaktadır.” (Emre, 1951, s. 18). “Konsonant: Kendi başına hece kuramıyan, vokal (veya sonant) yardımıyle okunabilen fonem: 54 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e baş, söz; kent, alp, yurt gibi. Konsonant, (sesli eşi) demektir; sesleş denilebilir, fakat sessiz denemez.” (age. s. 139). İkincisi, Yeni Türkçe Gramer Hakkında Bir Kalem Tecrübesi (1929) ve Türkçe Gramer: Yeni Türkçe Dersleri VI-VII (1929) adlarıyla Latin harfleri kabul edildikten sonra ilk dil bilgisi kitaplarının yazarı olan İbrahim Necmi Dilmen’dir. “Kendiliklerinden çıkamayıp bir sadalı vasıtasıyla ses duyurabilen seslerdir. Bunlara “sadasız” derler ki daha doğru olarak “bilvasıta sadalı” demek lâzımdır. Zira “sadasız” denilen bu seslerin de birer mahreci ve bir sadalı vasıtasiyle telâffuzlarında her birini diğerinden ayıran ses farkları vardır.” (Dilmen, 1929b, s. 21). Üçüncüsü, Türkçe Lûgat (1330), Yeni Türkçe Lûgat (1926), Yeni Türkçe Gramer (1931) adlı kitapların yazarı Mehmet Baha’dır. “Harfler ikiye ayrılır: Bir takımına sesli, bir takımına da sessiz harf derler. Sesli öyle bir harftir ki onun başlı başına tam bir sesi vardır. Sessiz harfin başlı başına hiçbir sesi yoktur. Sesle ağızdan çıkabilmek için mutlaka bir sesli harfin yardımına muhtaçtır. Yanında bir sesli bulunmazsa o harften hiçbir ses çıkmaz.” (M. Baha, 1931, s. 3, 4). Dördüncüsü, ortaokullar için dil bilgisi kitapları yazmış olan Necmettin Halil Onan’dır. Yazar, Dilbilgisi-I (1951) adıyla yayımladığı kitabında şöyle demektedir: “Sesleri ses yolunun bir tarafında bir takıntıya, bir kapanmaya, bir sürtünmeye uğrayarak serbest çıkarılamayan harflere de sessiz harfler denir. Her harf bir sesin işareti olduğu halde, bunlara sessiz denilmesi, seslerin ötekiler gibi açık değil, engelli, tutuk olmasından dolayıdır. Hecelerde bunların sesleri, sesli harflerinkine katılarak dışarıya çıkar. Sesliler olmadan sessizlerle hece yapılamaz; hattâ, bunların adları bile ancak bir sesli harfin yardımıyla söylenebilmektedir. Türkçemizde sessiz harfler 21 tanedir: b , c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z.” (Onan, 1951, s. 21). Beşincisi, öykü ve roman yazarı Halit Ziya Uşaklıgil’dir. Yazar, Sanata Dair III (1955) adlı kitabının Dilimizdeki Arapça ve Farsça Cemi’ler Meselesi makalesinde samit terimini şöyle değerlendirmektedir: “Her lisanda harfler iki türlüdür. Kendi kendilerine ses vermeyen ve ses verebilmek için hareke makamına kaim olan diğer bir harfin yardımına muhtaç bulunanlar ki Fransızcada bunlar consonnante yahut consonne, diğerlerine, yani hareke vazifesi görenlere de vocale, yahut voyelle denir. Biz bunlara sâmit ve sâit der idik. Bu iki tâbirin birincisi yanlıştır, consonne olanlar sâmit değildir, asıl ses onlardadır, fakat bir zurna gibi ses verebilmek için bir nefese T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 55 muhtaçtır. İşte o nefes onun harekesini teşkil eder…” (Uşaklıgil, 1955, s. 37). Altıncısı, Ana Hatlarile Türk Grameri (1940), Türk Grameri, Birinci Bölüm, Sesbilgisi (1959), Türkçenin Grameri (1974) adlarıyla dil bilgisi kitapları yazmış olan Tahsin Banguoğlu’dur. “Demek ki boğumlanmanın tarzına göre seslikler üç türlü olur: 1. yalnız ün = sesli 2. ün + gürültü = ünlü sesdeş 3. yalnız gürültü = ünsüz sesdeş Son ikisine sessiz demek gerçeğe aykırı düşüyor. Bu sebeple sesdeş (consona).” (Banguoğlu, 1974, s. 32). Terimlerin kaynaklarda kullanımı Bu konuda kullanılan terimler sırasıyla ele alınıp değerlendirilecek olursa ünlüünsüz terimleri için dil bilgisi kitaplarında, genellikle sait-samit, sadalı-sadasız (sedalı-sedasız), sesli-sessiz, vuayel-konson, vokal-konson, vokal-konsonant, seslisesleş, sesli-sesdeş, ünlü-ündeş terimlerinin kullanıldığı görülüyor. Şimdi bu terimlere daha yakından bakalım: Sait - samit Bunlardan ilki sait ile samit, birtakım imla ve gramer kitaplarında kullanılan terimlerdir. Örneğin 1920’li yıllarda Hüseyin Cahid ve Ahmed Cevad tarafından öğretim programlarına uygun olarak Arap harfleriyle yazılıp yaygın olarak kullanılan Türkçe sarf ve nahiv kitaplarında sait ve samit terimleri kullanılmıştır. “Harfler iki ḳısımdır: ṣāmit, ṣāᵓ t. Kendi kendilerine bir ḥareke-i ṣavtiyyeye mālik olmayan ḥarflere ‘ṣāmit’, ṣāmitleri taḥrīke ḫidmet éden ḥarflere de ‘ṣāᵓ t’, ṣāᵓ tlere ‘ḥurūf-ı ḥareke’ nāmı daḫı vér l r. L sānımızda ṣāᵓ tler, ṣāmitsiz ḳullanılamaz. ‫ اولمق‬olmaḳ, ‫ ايرمق‬ırmaḳ, ‫ اولوم‬ölüm, ‫ ايشجى‬işci gibi kelimelerde daḫı ṣāᵓ tlere ṣāmit bir ḥarf olan hemze taḳaddüm édiyor.” (Uṣūl-i İmlā, 1333-1335, s. 49). “Ḥarfleriñ bir ḳısmı ṣāmitdir. Bir ḳısmı da ṣāᵓ tdir. Ṣāmitler aġızdan çıḳmaḳ içün muṭlaḳā ṣāᵓ t den len ḥarflerden b r n ñ muᵓāvenet ne muḥtāc olurlar; bunlardan b r yle terekküb éderek telaffuẓ éd l rler. İşte bu ḫāṣṣalarından dolayı şu yardımcı ḥarflere ṣāᵓ t denilmişdir. Ṣavāᵓ t şunlardır: elif, vav, he, ye. Bunlar ṣavāmitden biriyle terekküb éderek onı bir keyfiyyet-i maḫṣūṣa le ḳulaġımıza īṣāl éderler. B nāᵓen ᶜaleyh ṣāmit ile ṣāᵓ t b rb rler nden ayrı şeyler olmaġla ber-ā-ber ḥaḳīḳatde ġayr- ḳāb l- tefrīḳd r. B z bunları b r emr- ᶜt bārī olarak yek-dīger nden tecrīd éder z.” (Ḥüsey n Cāh d, 1341-1925, s. 2). 56 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e “Dilimizin fonetik hususiyetleri, Heyetimizce neşredilen, Türkçe Muhtasar Gramer’de gösterilen bazı istisnalar nazarıitibara alınmamak şartile, saitlerde savtî ahenkten ve samitlerde benzeşmeden, yani ç, f, h, k, p, s, ş, t yumuşak süreksiz samitlerden sonra gelen b, c, d, g’nin p, ç, t, k olmasından ibarettir.” (İmlâ Lûgati, 1928, s. IX). Ṣāᵓ t Yukarıdaki alıntılarda ünlü karşılığı olarak kullanılan sāᵓ t Arapçadır ve “(‫)صوت‬ ‫ صات‬ṣāta (ṣavt) to ring (ötmek, ses vermek), sound (ötmek, ses etmek; sesi olmaḳ), make a noise or sound (ses çıkarmak); to rise one’s voice (sesini yükseltmek), shout (bağırmak)… (Wehr, 1961, s. 529) kökünden ism-i faildir; ses veren, sesi olan, sesli, ünlü demektir. Ad olarak “‫ص ْوت‬ َ ṣavt, ses, ṣedā, āvāz, āvāze. (Redhouse, h. 1269, s. 13)” anlamına gelir. Arapça sözcükler için güvenilir bir kaynak olan Okyanus adlı sözlükte, Türk Lûgati ve öteki kaynaklarda ṣāᵓ t (ç. ṣavāᵓ t) sözcüğünün anlamı şöyle verilmiştir: “‫ صات‬ṣāt, māl vezninde ṣayyit (pek sesli, pek āvāzlı, bülend-āvāz şaḫıṣ) maᶜnāsınadır… Şār ḥ ñ beyānına göre bunuñ aṣlı ‫ صاﺋﺖ‬ṣāᵓ t olup ᶜaynı sāḳıṭ olmuşdur yā-ḫud aṣlı ‫ صوت‬ṣavit olup vāvı elife ḳalb olmuşdur; ẕū ṣavt (savtlı, sesli) démekdir; raculun mālun (kes̱ īrüᵓlmāl) ve raculun nālun (kes̱ īrüᵓn-nevāl) gibi ki ve ‫ صيﺖ‬ṣayyit kelimesiniñ aṣlı ‫ صيوت‬ṣayvit idi; vāv, yāya kalb ve idġām olunmuşdur; ve ‫ صات‬ṣāt, ṣavt gibi ẕikr-i cemīl (güzel anma) maᶜnasına st ᶜmāl olunur.” (Müterc m ᶜĀṣım, 1268, C. 1, s. 313). ‫ صاﺋﺖ‬ṣāᵓ t, Ar. vulg. ‫ صاﺋﺖ‬ṣāyit ɑ. (‫ صاﺋته‬ṣāᵓ te) That cr es (pek ṣavtı bülend ile bağıran, seslenen; sesli), calls out (çağıran, ses veren; sesli), sounds (çığıran, ses çıkaran; sesli), resounds (yüksek sesle haykıran, ünleyen; ünlü). (Redhouse, 1890, s. 1164). “‫ صاﺋﺖ‬ṣāᵓ t [‫ صاﺋته‬ṣāᵓ te] Seslenen, çağıran; sesl , sadalı; sarf — ḥurūf-ı ṣāᵓ te – [‫ ا‬a; ‫ و‬o, ö, u, ü; ‫ ه‬e; ‫ ى‬i, ı] harfleri ki telaffuzda diğer harflerin seslerini çıkarmaya hizmet eder, imla harfleri; zıddı: ‫صامﺖ‬ ṣām t; cemᶜ : ‫ صواﺋﺖ‬ṣavāᵓ t…” (Hüseyin Kâzım Kadri, 1943, C. 3, s. 336). “Doġrudan doġruya melfūẓ olan seslerd r. Bunlarıñ mebdeᵓler ġırtlaḳdan başlayaraḳ derece derece damaġıñ öñ ṭarafına ḳadar neb l r; müntehāları da yā d ş araları ve-yā-ḫud dudaḳlardır. Bu sesler b ᵓẕ-ẕāt melfūẓ olduḳları c hetle ‘ṣavāᵓ t’ ve-yā ‘ṣadālılar: Les voyelles’ nāmını alırlar.” (Dilmen, 1929a, s. 22). T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 57 “Vokaller (sadalı harf, sait), ses kirişlerinden kopup gelen ve ağzın az veya çok açık vaziyetinde hiçbir engele uğramadan serbest olarak çıkan ses: a, i, o, gibi.” (Banguoğlu, 1940, s. 8). “ᶜArabcanıñ dīger b r ḫuṣūṣ yyet de bütün ḥarfler n ñ ṣām tlerden ᶜ bāret olması, ṣāᵓ t (vuayel) déd g m z seslere ḳıymet vérmemes onlar ç n ayrı ḥarfler vażᶜ étmemes d …” (Emre, 1928, s. 42, 43). Ṣāmit Ünsüz karşılığı olarak kullanılan ṣāmit (ç. ṣavāmit) Arapçadan dilimize girmiştir ve “‫ صمﺖ‬ṣamata (ṣamt, ‫ صموت‬ṣumūt) to be silent (sessiz olmak, sedasız olmak), be taciturn (konuşmamak, ses çıkarmamak, ehl-i sükūt olmak), hold one’s tongue (dilini tutmak, hiç söz etmemek), hush up (lakırdısını bastırmak, sesini bastırmak), be or become quiet or still (sessiz, sakin olmak) II to silence (sessiz olmak)” (Wehr, 1961, s. 525) eylem kökünden ism-i faildir. Okyanus’ta, ṣāmit sözcüğü, sākit yani ‘sükût eden, söz söylemeyen, susan, sessiz’ biçiminde açıklanmakta ve öteki Osmanlıca sözlüklerde de benzer açıklamalar görülmektedir: ‫ صامﺖ‬ṣāmit İsm- fāᶜ ld r, sākit maᶜnāsınadır; ve pek ḳoyu süde ve yoġurda ıṭlāḳ olunur; ve y g rm m hār deveye ıṭlāḳ olunur; ve māl c ns nden altuna ve gümüşe ıṭlāḳ olunur k ṣadāsızca olan māl olacaḳdır, n te k ḥayvāndan māla, nāṭıḳ ıṭlāḳ olunur, murād bī-rūḥ ve ẕī-rūḥ olan māllardır. (Mütercim ᶜĀṣım, 1268, C. 1, s. 312). ْ ‫صا ِم‬ ‫ﺖ‬ َ ṣāmit ᶜAr. Sākit ve ḫāmūş olan; ve insānıñ ḥayvānātdan başḳa mālik oldıġı māl ki ṣavtı olmaya, altun ve gümüş mis̱ illü. (Redhouse, h. 1269, C. 2, s. 3). ْ ‫ صٰ ا ِم‬ṣāmit ᶜAr. Sāk t ve ḫāmūş olan; ve altun ve gümüş g b bī-rūḥ ‫ﺖ‬ ve ṣadāsız māl.” (Remzī, 1305: C. 1, s. 747). “‫ صا ِمﺖ‬ṣāmit { ṣ ᶜAr. s̱ : ‫ صامﺖ‬ṣāmite. [«‫ صمﺖ‬ṣamt»dan sf.] 1. Ṣusan, laḳırdı étmeyen, sākit, nāṭıḳ muḳābili. 2. Sessiz, ses çıḳarmaz, ṣaġır: Cism-i ṣāmit. 3. Cānsız (māl), ḥayvānāt g b cānlı olmayanı.” (Şemseᵓd-dīn Sāmī, 1317, s. 817). “B ᵓẕ-ẕāt melfūẓ olmayup b r ṣadālı vāsıṭasıyle taṣavvut étd r leb len seslerd r. Bunlara da ‘ṣavāmit’ ve-yā ‘ṣadāsızlar’ dérler k daha doġru olaraḳ b ᵓl-vāsıṭa ṣadālılar: ‘Les consonnes’ d ye tevsīm éd lmeler muvāfıḳ olur. Zīrā ‘ṣadāsız’ dén len bu sesler ñ de muᶜayyen b rer maḫrec ve b r ṣadālı vāsıṭasıyle telaffuẓlarında her b r n dīger nden ayıran ses farḳları vardır. (Dilmen, 1929a, s. 22). “ᶜArabca g b taṣrīf nde her hecānıñ ṣāᵓ t deg şen b r l sānda kel meler ñ deg şmeyen aṣlī māddes n ṣāmitler teşkīl éder. Buña b nāᵓen yalñız ṣāmitler ñ ḳaydıyle kt fā éd lm ş olması ṭabīᶜī olab l r. Bunuñla ber-ā-ber ᶜArablarda da ḳaṭᶜ yyetle muḥāfaẓası 58 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e elzem muḳaddes metinler ve naṣlar ẓuhūr étdikden ṣoñra ṣāmitler ñ ḥareket ḥāl ndek ᶜunṣurlarını b r şāretle resm étmek mecbūr yyet ḥ ss éd lm ş, bundan da (ḥareke- resm yye)ler doġmuşdur…” (Emre, 1928, s. 42, 43). Sadalı - sadasız (sedalı - sedasız) İkincisi olan sadalı-sadasız sözcükleri ünlü-ünsüz karşılığı olarak sait ile samit terimlerinden sonra kullanılmıştır. Bu terimler, bazı eserlerde muhaffef şekliyle sedalı-sedasız biçimindedir. Bir kitapta kimi zaman sait-samit terimleri ile yana yana kullanıldığı görülse de kaynaklardaki tarihlere bakarak sadalı-sadasız terimlerinin daha sonra kullanıldığı söylenebilir. “‫ صدا‬Sada s.a. voix (ses, sadā), cri (ses, sadā) || ton (ses kertesi/perdesi) || écho (yankı). (Ali Nazima, 1910, s. 506). “Umumî olarak ses cihazımızdan çıkan sesler iki kısma ayrılır. 1- Sadalı onlardır ki ağızdan çıkarken sadasını duyurmak için başka bir sadanın yardımına muhtaç olmazlar. 2- Sadasız veya bilvasıta sadalı olanlardır ki ağızdan çıkabilmek ve sadasını duyurmak için sadalının yardımına muhtaçtır. Ses cihazımızdan çıkan sadalar iki nevidir: 1- Doğrudan doğruya çıkan seslerdir. Bunların başlangıçları gırtlaktan derece derece damağın ön tarafına kadar inebilir; sonları da ya diş araları veyahut dudaklardır. 2- Kendiliklerinden çıkamayıp bir sadalı vasıtasiyle ses duyurabilen seslerdir. Bunlara sadasız derler ki daha doğru olarak bilvasıta sadalı demek lâzımdır. Zira sadasız denilen bu seslerin de birer mahreci ve bir sadalı vasıtasiyle telâffuzlarında her birini dîğerinden ayıran ses farkları vardır.” (Dilmen, 1929b, s. 20, 21). “Sedalı, Sedasız Harfler: 29 harfimizden kalın okunan a, o, u, ı, ve ince okunan e, ö, ü, i harflerine sedalı harfler denilir. Geri kalan harfler sedasızdır.” (Mehmet Faruk, 1930, s. 5). Muharrem Ergin ise Türk Dil Bilgisi adlı kitabında bu terimleri tonlu-tonsuz (ötümlü-ötümsüz, titreşimli-titreşimsiz, yumuşak-sert) karşılığı olarak kullanmıştır. “O halde, hakikî sedalı sesler sedalarını ses tellerinden alan seslerdir. Bu sebeple teşekküllerinde ses telleri titreyen seslere sedalı, teşekküllerinde ses telleri titremeyen seslere sedasız diyoruz… Sedalı konsonantlar şunlardır: b, c, d, g, ġ, ğ, j, l, m, n, ñ, r, v, y, z. Sedasız konsonantlar da şunlardır: ç, f, h, k, ḳ, p, s, ş, t.” (Ergin, 1958, s. 29, 39). Burada bir ses olayına değinmek yerinde olacaktır. Arapçadan dilimize giren “sadā” sözcüğünün dilimizde ilk hecesi art (kalın) sıra olmasına karşın ön (ince) T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 59 sıraya geçtiği görülüyor: ṣadef > sedef; ṣadr > sedir ‘divan’; ṣafā > sefa (sefa:); ṣalāᵓ > sela (sela:, l ince okunur) örneklerinde olduğu gibi. Bu sözcüğün dil uyumuna aykırı olarak ṣadā > seda (seda:) biçiminde bir gelişme gösterdiği izleniyor. Bilindiği gibi Arapçada farklı söyleyişi olan üç türlü s harfi (‫ ث‬s̱ , ‫ س‬s, ‫ ص‬ṣ) vardır. Tükçede peltek s bulunmaz ve öteki iki ses, tek bir s fonemiyle karşılanmaktadır. Türkçe söyleyişe uygun olarak art s ünsüzü, hece kurduğu ünlüyle birlikte bazı sözcüklerde art sıra hecesini ön sıraya çevirmektedir. Diş ünsüzlerinin (patlayıcı ç: bıçmak > biçmek, sızıcı ş: şış > şiş) yanlarında bulunan art ünlüleri, ön ünlüye çevirdiği bilinmektedir. Bu örnekte de s gibi aynı boğumlanma bölgesinden çıkan sızıcı ş ünsüzü, art a ünlüsünü ön e ünlüsüne döndürmektedir. Ses bilgisinde bu ses olayına art sıradan ön sıraya geçme (incelme) denir. Yukardaki metinde son iki örnekte de görüldüğü gibi Türkçede yaygın söyleyiş ön ünlüyle seda tarafındadır. Halk ağzında ‘ses seda yok’, ‘sessiz sedasız’, ‘aksiseda’ deyişleri ve özel ad olarak ‘Seda’ kullanımı da ilk hecenin önden (ince) söylendiğini göstermektedir. Wehr ve Okyanus’ta ve öteki sözlüklerde sözcük şöyle geçmektedir: Arapça “‫ صدى‬ṣadiya a (ṣadan) to be very thirsty (çok susamak, çok susamış olmak), IV to echo (ötmek, ᶜaks étmek, ṭanīn-endāz olmaḳ), resound (ötmek, pek ötmek, ṭanīn-endāz olmaḳ; pek ṣavt-ı bülend le n dā ve şāᶜa olunmaḳ), reverberate (ᶜaks étmek, gérü vurmaḳ)…” (Wehr, 1961, s. 510) kökünden eylemdir. Ad olarak “‫ صدى‬ṣadā ᶜaṣā vezn nde… Çaġrıldıḳda ṭaġ ve künbed maḳūles nden münᶜak s olan āvāza dénür k yanḳu taᶜbīr olunur…” (Müterc m ᶜĀṣım, 1272, C. 3, s. 854) demekt r. Eylem olarak “‫ اصداء‬ṣdāᵓ, … Ṭaġ ve ḳubbe maḳūlesi yanḳulanmaḳ maᶜnāsınadır” (Müterc m ᶜĀṣım, 1272, C. 3, s. 854) b ç m nde açıklanmıştır. “‫صداء‬ ْ َ ‫ ا‬aṣdī َ ṣadāᵓ ᶜAr. Ses, āvāz, āvāze, ṣavṭ maᶜnāsına; cemᶜ ‫دى‬ ٖ ‫ص‬ gelür…” (Remzī, 1305, C. 1, s. 751). “‫ص ٰدا‬ َ ṣadā { ᶜAr. āvāz, ses: [‫ صداى مؤثر‬ṣadā-yı müᵓes̱ s̱ r, ‫صداى محرق‬ ṣadā-yı muḥr ḳ] § Seslend kce ṭaġ ve ḳubbe g b şeylere münᶜak s olan ses, yanḳı.” (Ṣalāḥī, 1313, C. 4, s. 94). “‫صداء‬ َ ṣadāᵓ { sẕ. Ar. 1. Ses, āvāz: Ses ṣadā yoḳ; Bülend ṣadā ile çaġırmaḳ, oḳumaḳ, söylemek. 2. Daġa ve-yā dīger b r şeyᵓe çarpup ger dönen ses, ᶜaks- ṣadā, yanḳı…” (Şemseᵓd-dīn Sāmī, 1317, s. 821). Sesli - sessiz Üçüncüsü, sesli-sessiz terimleri son dönemlere kadar kullanılmış olan ve hâlâ da kullanılan terimlerdir. Geniş anlamda ‘ses’in, insan sesi için genel bir kavram olarak kullanıldığı görülüyor: ‘ses bilgisi’, ‘Türkçenin sesleri’, ‘seslerin oluşması’, ‘sesleşme’, ‘seslerin çeşitlenmesi’, ‘dilin sesleri’ (Banguoğlu, 1974, 23-33) gibi. Dar anlamda, özel olarak ünlü-ünsüz karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu terim gramer, 60 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e imla kılavuzu, Türkçe sözlük, terim sözlükleri gibi yapıtlarda yaygın olarak geçmektedir. “Harflerin taksimi: Şu halde harfler bu mahiyetlerine nazaran evvelâ sesli (vuvayel), sessiz (konson) olmak üzere ikiye ayrılır… Sesli harfler (kalın), (ince) olmak üzere iki kısımdır… Sessiz harflerimiz on dokuzdur ki şunlardır…” (Mithat Sadullah (1930, s. 13, 14). “Sesli ve sessiz harfler: Türk alfabesinde 8 sesli ve 21 sessiz harf vardır.” (İmlâ Kılavuzu, 1941, s. XVII). “Harfler işareti oldukları seslerin ses yolundan çıkışlarına ve hece kurmaktaki değerlerine göre iki kısma ayrılır: 1. Sesleri, ses yolunda engele uğramadan, ağzın az veya çok açık durumunda serbestçe çıkarılabilen harflere sesli harfler denir. Bunlar tek başlarına hece olabilirler veya hecelerin kurulmasında temel hizmeti görürler. Türkçemizde 8 tane sesli harf vardır: a, e, ı, i, o, ö, u, ü. 2. Sesleri ses yolunun bir tarafında bir takıntıya, bir kapanmaya, bir sürtünmeye uğrayarak serbest çıkarılamayan harflere de sessiz harfler denir.” (Onan, 1951, s. 21). “Sesli sf. 1. Sesi olan, ses çıkaran: ‘Her mahallede hatta satıcılar arasında şöhret kazanmış olan güzel sesliler bulunurdu.’ -A. Ş. Hisar. 2. zf. Ses çıkararak. 3. a. db. Ünlü.” (Türkçe Sözlük, 2011, s. 2078). “Sessiz sf. 1. Sesi olmayan, ses çıkarmayan: ‘Işık bol, sofra açık, kadehler pırıl pırıl / Bak, sessiz adımlarla yaklaşıyor yeni yıl / Omzuma koy başını bir gül hafifliğiyle’ -H. F. Ozansoy. 2. Ses, gürültü çıkarmadan yapılan: Sessiz çalışma. 3. Ses olmayan: ‘Gece başladığı vakit, ışıksız ve sessiz evler arasından geçmek icap ediyordu.’ -H. S. Tanrıöver. 4. Az konuşan, suskun. 5. Yumuşak huylu, kendi hâlinde ve sakin (kimse): ‘Kız kardeşi Deniz Yolları levazımında çalışan sessiz bir adamla evlidir.’ -M. Ş. Esendal. 6. zf. Ses ve gürültü çıkarmadan. 7. a. db. Ünsüz.” (age. s. 2079). “Ses (son, phonème) Ses kelimesi sırasına göre Fr. son karşılığı olarak kullanıldığı gibi phonème anlamına da gelir. Bunları kesinlikle ayırmak gerektiği vakit birincisine selen, ikincisine seslik demek uygun olur.” (Dilbilim Terimleri Sözlüğü, 1949, s. 163). Ses sözcüğü ile ün sözcüğü karşılaştırıldığında ses sözcüğünün eski bir sözcük olmadığı anlaşılıyor. Gabain’in, Eski Türkçenin Grameri (1995), Caferoğlu’nun, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü (1968), Clauson’un, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish (1972) gibi Eski Türkçe dönemi kaynaklarında ses T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 61 maddesi bulunmamaktadır. Buradan hareketle Eski Türkçede ses sözcüğünün bulunmadığına hükmedilebilir. Buna karşılık ün sözcüğünün Türkçenin en eski dil ürünlerinden başlayarak kesintisiz biçimde bugüne gelinceye dek kullanıldığını pek çok araştırmacı dile getirmiştir. “Ses sözünün kökenini bilmiyoruz. Ses taklidi (yansıma) bir sözcük olduğu birtakım etimolojik açıklamalarda belirtilmiştir. Eski Türkçede bulunmayıp Batı Türkçesinde ortaya çıkan kelime ses taklidi olabilir; ses yerine ün kullanılıyordu.” (Ayverdi & Topaloğlu, 2007, s. 939). Ses sözcüğünün metinlerde yalın eylem biçiminin bulunmadığı, ancak Divan’da sesin- (“niyetlenmek, hazırlanmak; at bağından çözülmek üzere olmak” Divanü Lûgat-it-Türk Dizini, 1943, s. 507) biçiminin bulunduğu söylenmektedir. “Ses ‘Kulağın duyabildiği titreşim’ [ET. ve OT’de ses sözcüğünün tek belgesi DLT’teki sesin- fiilidir. ‘niyetlenmek, hazırlanmak’ anlamına gelen bu fiili ses-(i)n- biçiminde ayırabilirsek ses- fiili görülür ki bu kök belki ad olarak da kullanılmış olabilir. ET’de ün ‘ses, seda, ün’; ünte- ‘seslenmek, çağırmak’. OT’de ün “ses, ün, san”; ünde- ‘çağırmak’; ündeş- ‘çağırışmak’ EUTS, 272; DLT]” (Gülensoy, 2018, s. 618). Ancak Ercilasun & Akkoyunlu’nun (2018, s. 815) ve Kaçalin’in (2019, s. 401) çevirileri ile Nadelyaev (Nadelyaev vd. 1969, s. 467) ve Brockelmann’ın sözlüklerine bakıldığında (Brockelmann, 1928, s. 176) sözcüğün Divanü Lügati’tTürk’te sesin- biçiminde değil, seşin- biçiminde geçtiği görülmektedir. Bununla birlikte ses sözcüğü, hem eylem kökü hem de ad kökü olarak XIV, XV, XVI. yüzyıl yazmalarında ve XVII. yüzyıl Meninski sözlüğünde yer almaktadır. “Ses işitmek Ses işitti - Hakikî ve mecazî bir ses, bir hareket, fısıltı, hışırtı bir nesne duydu.” (El-İdrâk Haşiyesi, XIV. yy. s. 16). “Ses sem etmek: Ses çıkarmak, gürültü yapmak. (Erzurumlu Yusufoğlu Mustafa Darir, Antername, XIV. yy. s. 555); Sesdirmek: Duyurmak, sezdirmek. (Ankaralı Pir Mehmet bin Yusuf, Terceman XV. yy. s. 111); Sesdirmemek: Ses çıkarmasına vakit bırakmamak, gık dedirmemek. (Edirneli Nazmi Mehmet, Divan-ı Türki-i Basit, XVI. yy. s. 204); Seselmek: Ses almaya başlamak, kendisine ses gelmek. Diyarbakırlı Şerifī, Şehnāme Tercümesi, XVI. yy. s. 912); Sesmemek: Ses çıkarmamak. (Tokatlı Molla Lütfi, Sarı Lütfi, Ferec Baᶜd-eş-Ş dde, XV. yy. s. 174); Ses seleñ (ses sem): Ses seda. (Musa Merkez Efendi oğlu Mehmet Efendi, Babus-ül-Vâsıt, XVI. yy. C. 2, s. 175)” (Tarama Sözlüğü, 1971, C. V, 3394, 3395). “‫ ﺳﺲ‬Ses t. ‫ صدا‬sadā a. ‫ آواز‬āwāz p. Vox (ses), sonus (ses), rumor (söylenti)…; ‫ ﺳﺲ ويرمك‬ses wirmek. Vocem, rumorem edere (ses 62 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e etmek, ses çıkarmak, ses yaymak)…” (Meninski, 2000, C. 2, s. 2612). IV) Ünlü - ünsüz Dördüncüsü, ilk kez dil bilgisi terimi olarak 1965’te Yeni İmlâ Kılavuzu’nda kullanılan ünlü-ünsüz terimleridir. Kurumun yazım kılavuzunda kullanıldığı için yaygınlaşarak yerleşmiştir. “Türk Dilinde ve İmlâsında Ünlülerin Önemi ve Karşılıklı Kullanılışı: Her dilde ünsüzleri harekete getiren ünlülerdir... Ünlülerin Ünsüzlere Etkisi: Türkçe kelimelerin sonunda –b, -c, -d, -g, ünsüzleri bulunmaz; bu ünsüzlerin süreksizleri bulunur: Yurt, dip, aç, çok... gibi.” (Yeni İmlâ Kılavuzu, 1965, s. 11, 16). Türkçe Sözlük ve son dönemlerde yayımlanmış olan Zeynep Korkmaz’ın Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, bu terimleri şöyle tanımlamaktadır: “Ünlü sf. 1. Ün salmış olan, şöhretli, meşhur, şanlı, namlı, namdar: ‘Kimsenin üzerinde durmadığı birkaç ünlü kişiden birisi de, kesinlikle o idi.’ T. Buğra. 2. a. db. Ses yolunda bir engele çarpmadan çıkabilen ses, sesli, sesli harf, vokal: a, e, ı, i, o, ö, u, ü.” (Türkçe Sözlük, 2011, s. 2447). “Ünsüz sf. 1. Ünü olmayan, gösterişsiz, şöhretsiz. 2. a. db. Ses yolunda bir engele çarparak çıkan ses, sessiz, sessiz harf, konson, konsonant: a, e, ı, i, o, ö, u, ü.” (Türkçe Sözlük, 2011, s. 2447). “Ünlü (Alm. Vokal; Fr. voyelle; İng. vowel), Ciğerlerden gelen havanın ağız kanalında herhangi bir engele uğramadan yalnız ses yolundaki daralma veya genişleme ile çeşitlenen, dil ve dudakların oluşturduğu ses: a, e, ı, i, o, ö, u, ü.” (Korkmaz, 2007, s. 225). “Ünsüz (Alm. Konsonant, Mitlaut; Fr. consonne; İng. konsonant; Osm. samit), Ağız kanalında ve diğer ses organlarında bir engelleme, daralma veya kapanmayla ve bir ünlü yardımıyla çıkarılan ses: p, b, m; t, d; k, g; ç, c; f, v; y; h; s, z; ş, j; ğ, l, r. Ünsüzler ses yolundaki boğumlanma noktalarına göre dudak, diş-dişeti, damak ve gırtlak ünsüzleri; boğumlanma sırasında ses yolunun kapanma veya daralma durumuna göre patlayıcı, sızıcı ünsüzler; ses tellerinin ton verip vermemesine göre de tonlu ve tonsuz ünsüzler olarak sınıflandırılır. Boğumlanma sırasında geniz yolunun da devreye girdiği ünsüzler geniz ünsüzleridir. Diğerlerine oranla daha bol ses veren ünsüzler akıcı ünsüzler adını alır.” (age. 242). Ünlü Ün adı, Eski Türkçeden bu yana metinlerle izlenebilmektedir ve bugün Türk dil ve lehçelerinde yaygın olarak kullanılan bir sözcüktür. Hasan Eren’in Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü’nde ün sözüyle ilgili şu bilgiler verilmiştir. T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 63 “Ün 1. ‘ses’; 2. ‘iyi nitelikte bilinip tanınmış olma durumu, şöhret’: ~ Tkm. üyn ‘ses’. - Nog. ün. - Krg. ün. - Kzk. ün. - KKlp. ün. - Alt, Tel, Şor, Kuğ, Sag, Koy, Kaça, Küer ün. - Tar. ün. - Tuv. ün. Eski Türkçeden başlayarak kullanılır. Orta Türkçede ün olarak geçer. Eski Kıpçakçada da ün biçimi göze çarpar... Türkçede 2. anlamın 19. yüzyıldan başlayarak kullanıldığı anlaşılıyor…” (Eren, 1999, s. 427). Ünlü terimi ün adına -lü addan ad yapma eki getirilerek yapılmıştır; ünü (sesi) olan, ünü (sesi) çıkan, ünü işitilen, üne sahip, üne ait, ünü var demektir. Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi adlı kitabında bu eki şöyle tanımlamaktadır: “-lı, -li, -lu, -lü eki ya bir nesnede bir nesnenin bulunduğunu, bir nesnenin bir nesneye sahip olduğunu veya bir nesnenin bir nesneye bağlı bulunduğunu gösterir. Yani kısacası ya bir kendinde bulundurma, bir sahiplik veya bir bağlılık ifade eder. Ekin asıl ve işleklik sahası çok geniş fonksiyonu şüphesiz sahiplik isimleri yapmaktır. Her türlü isimden mevcut bulundurma, ihtiva etme, nefsinde taşıma ifade eden çeşitli sahiplik isimleri yapar: baş-lı, kanlı, boya-lı, güneş-li, düşünce-li, kilit-li, su-lu, korku-lu, toz-lu, üzüntü-lü, köpük-lü, ölüm-lü misallerinde olduğu gibi.” (Ergin, 1958, s. 140). Ünsüz Ünsüz terimi ün adına -süz addan ad yapma, yokluk eki getirilerek yapılmıştır ve ünü (sesi) olmayan, ünü çıkmayan, üne sahip olmayan, ünü işitilmeyen, ünü (sesi, sedası) yok demektir. “-sız, -siz, -suz, -süz. Bu ek -lı, -li, -lu, -lü ekinin menfisidir. -lı, -li, -lu, -lü eki esas itibariyle bir nesnede bir şeyin bulunduğunu, -sız, siz, -suz, -süz eki ise bir nesnede bir şeyin bulunmadığını ifade eder… İsimlerden -lı, -li, -lu, -lü’nün aksine menfi sıfatlar yapar. Mesela ağaç-sız, ağaç’ın değil, ve ağaç-lı’nın menfisidir. Bu ekin işleklik derecesi de tıpkı -lı, -li, -lu, -lü gibi çekim eklerine yakındır. Hülâsa -lı, -li, -lu, -lü ve -sız, -siz, -suz, -süz isimlerden biri müsbet, biri menfi olmak üzere aynı tipte vasıf isimleri yapan kardeş iki ektir. taş-sız, ana-sız, çorap-sız, içki-siz, ev-siz, iş-siz, su-suz, duygu-suz, kol-suz, görgü-süz, ölçü-süz, süt-süz misallerinde -sız, -siz, -suz, -süz ekinin kullanışı ve yokluk ifadesi görülmektedir.” (Ergin, 1958, s. 141, 142). Her ne kadar -sız, -siz, -suz, -süz ekinin yaygın anlamı ‘yokluk’ olsa da Ahmet Cevat Emre, her zaman bir şeyin büsbütün yokluğunu değil, ‘azlığını’ da anlatır demektedir. “-siz lâhikası: En verimlilerinden olan bu lâhika ile sayısız isimler (hususiyle sıfatlar ve zarflar) teşkil edilir. Bu şekildeki sözlere 64 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e manaca -li şeklindekilerin zıddı olur; basitleriyle nisbetleri olmadığını ifade ederler: Tuzsuz, şekersiz, düşüncesiz, sabırsız, tecrübesiz, hayırsız, biçimsiz, faydasız, akılsız, işsiz, dinsiz, imansız, sıkıntısız, emeksiz, insafsız, geçimsiz, gösterişsiz, görgüsüz, korkusuz, kaygısız, paltosuz, şapkasız v.s. Bu sözlerden her zaman nisbetin büsbütün yokluğu değil, ancak azlığı anlaşılır: «Tuzsuz» büsbütün «tuzu yok» manasından ziyade «tuzu az», «emeksiz» de «az emekle» yapılan veya ele geçen şey demektir.” (Emre, 1933, s. 28). Sadasız, sessiz, ünsüz sözcüklerinin böyle de anlaşıldığı düşünülebilir. Anlam bakımından ise ün ‘ses’ demektir. Eski Türkçede ün ‘ses’, ün- ‘yükselmek, kalkmak’, üntä- ‘seslenmek’, üntür- ‘çıkarmak, yükseltmek, uzaklaştırmak, (uğurlarken) refakat etmek’, ünüş ‘yükseliş’. (Gabain, 1995, s. 30) sözlerini buluyoruz. Bu verilerden eylemi esas alarak ün- ‘yükselmek, kalkmak’ temel anlamından ‘yükseğe, yukarıya doğru çıkan ses’ anlamına adlaşmış olmalıdır. üntä- ‘seslenmek’ örneğinde ise ün ‘ses’ adına addan eylem yapma eki -tä- getirilerek eylem yapılmış. üntür- ‘çıkarmak, yükseltmek, uzaklaştırmak’ sözcüğünde ise ün- eylemine eylemden eylem yapma (ettirgenlik) eki -tür- getirildiği görülmektedir. ünüş ‘yükseliş’ örneğinde, ün- ‘yükselmek, kalkmak’ eylemine, eylemden ad yapma (mastar) eki getirilmiştir. Uygurcada ün ‘ses, seda, ün’ (Caferoğlu, 1968, s. 272), Divan’da ün ‘ses; ün, san’, ündemek ‘ünlemek, çağırmak’, ündeşmek ‘çağırışmak’ (Atalay, 1943, s. 712, 713) sözcüklerini buluyoruz. Ünde- sözcüğünde ün adına -de addan eylem yapma eki gelmiştir. Ün-de-ş- sözcüğünde ise -ş- eylemden eylem yapma (işteşlik) ekidir. Banguoğlu, Türkçenin Grameri’inde ünlü sesdeş-ünsüz sesdeş (1974, s. 32) sözcüklerindeki ünlü-ünsüz terimlerini sesdeş adının sıfatı olarak tonlu-tonsuz (ötümlü-ötümsüz, titreşimli-titreşimsiz) karşılığı olarak kullanmaktadır. Vuayel-konson, vokal-konson, vokal-konsonant Beşincisi, vuayel-konson, vokal-konson, vokal-konsonant terimleri Latince kökenli olup Fransızcadan dilimize girmiştir ve bugün de bazı yayınlarda kullanılmaktadır. “ᶜUmūmī b r noḳṭa- naẓardan nsānlarıñ ‘ses c hāzı’ vāsıṭasıyle çıḳardıḳları ‘ses’ler k büyük ḳısma taḳsīm olunur: ‘Vuayel’, yaᶜnī ṣadālı olanlardır k aġızdan çıḳarken ṣadāsını duyurmaḳ ç n başḳa b r ṣadānıñ şt rāk ve muᶜāvenet ne muḫtāc olmazlar. ‘Ḳonson’ yaᶜnī ṣadāsız ve-yā b ᵓl-vāsıṭa ṣadālı olanlardır k aġızdan çıḳab lmek ve ṣadāsını duyurmaḳ çün b r ṣadālınıñ şt rāk ve muᶜāvenet ne muḫtācdır.” (D lmen, 1929a, s. 20, 21). T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 65 “Harflerin taksimi: Şu halde harfler bu mahiyetlerine nazaran evvelâ sesli (vuvayel), sessiz (konson) olmak üzere ikiye ayrılır… (Mithat Sadullah, 1930, s. 13). “Lisanı teşkil eden sözler ağızdan çıkardığımız türlü türlü seslerden yapılır. Bu sesler iki türlüdür: 1. Kendi başlarına, ağızın bir suretle açılmasiyle söylenebilen sesler; bunlara vokal sesler derler: ‘A! bu nasıl şey? E! doğrusu bu kadarı da fazla!’ sözlerindeki a, e gibi. 2. Vokal seslere arkadaşlık ederek söylenebilen sesler; bunlara da konson sesler derler.” (Emre, 1932, s. 31). “Türkçenin Sesleri: a) Vokaller (sadalı harf, sait), ses kirişlerinden kopup gelen ve ağzın az veya çok açık vaziyetinde hiçbir engele uğramadan serbest olarak çıkan seslerdir: a, i, o gibi. b) Konsonantlar (sadasız harf, samit), ses kirişlerini titreterek veya titretmeden gelen nefesin ses yolunda herhangi bir engele uğraması ile husule gelen seslerdir: b, t, ş, g gibi.” (Banguoğlu, 1940, s. 8). Vuayel - vokal Vokal teriminin Latince vōcālis sözcüğünden Fransızcaya vocal (vokal) biçiminde geçtiği ve Türkçede 1800’lü yıllarda sesli sıfatı karşılığı olarak kullanıldığı görülüyor. Örneğin bu döneme ait Dictionnaire Français-Turc adlı sözlükte “vocal, e, adj. ‫ ﺳﺴﻠو‬seslu, t.; ‫ى‬ ّ ‫ صوﺗ‬savtïi, a.; ‫ آوازى‬âvāzy, ‫ صدايى‬ṣadāï, p. ‒ Prière vocale, ‫ صﻼت بالصوت‬salāti bis-savt. ‒ Musique vocale, ‫ ﺳﺴﻠو موﺳﻘى‬seslu moucyqy, ‫ موﺳﻘى بالصوت‬moucyqy bis-savt” (Bianchi, 1846, C. 2, s. 1344) ve Dictionnaire de Poche Français-Turc adlı sözlükte “vocal, e a. sésli; avazi. musique ‒ e, sésli mouciki; mouciki bis-savt; khanéndélik.” (Calfa, 1865, s. 441) olarak tanımlanmıştır. “Vocal, e (vokal) sf. 1. Sesle ilgili. 2. Sesle yapılan, sesli.” (Yalt, 1979, s. 1027). Skeat’in İngilizce etimoloji sözlüğünde ise “vocal, belonging to the voice, uttering sound. –F. vocal, ‘vocall’, Cot. -L. vōcālis, sonorous, vocal. –L. vōc, stem of vōx, the voice” (Skeat, 2005, s. 694) biçiminde açıklanmaktadır. Ancak sıfat olarak kullanılan bu sözcüklere karşılık Fransızcada ad olarak kullanılan asıl terim “voyelle” (vuayel) sözcüğüdür. “Voyelle, s. f., lettre qui a un son par elle même, ‫ ﺳﺴﻠو حرف‬seslu harf. — Les Orientaux ont des point voyelles ou motions, ‫ حرﻛﺔ‬hareket, vulg. ‫ حرﻛه‬harekè, pl. a. ‫ حرﻛات‬harekiāt.” (Bianchi, 1846, C. 2, s. 1362) ve “Voyelle, s.f., ‫ حرﻛه‬haréké; harfi savti.” (Calfa, 1865, s. 445). “Voyelle, (vuayel) d. a. 1. Ünlü, sesli. 2. Ünlü harf, sesli harf.” (Yalt, 1979, s. 1032). Fransızcadan dilimize giren vokal sözcüğü, Latince vōx ‘ün, ses, seda’ ad köküne dayanır. Bu kök, daha sonra vōc- biçimini almıştır. Latince eylem biçimi vocāre, ‘çağırmak, seslenmek, yüksek sesle söylemek, adını anmak, uyandırmak’ demektir. Latincede ad biçimi vōcālis ‘ünlü, sesli’ anlamına gelir. Latincedeki vōcālis Fransızcada vocal biçimini almıştır. Ayrıca bu biçimiyle Fransızcadan İngilizceye de 66 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e geçmiştir. 1930’lu yıllarda dilimize bir gramer terimi olarak girdiği anlaşılıyor. Germencenin bir kolu Almancada sözcüğün vokal olduğu ve bunun hem yazıda hem de söyleyişte yaygınlaşarak kullanıldığı görülüyor. İngilizcedeki karşılığı vowel biçimindedir. Ancak vowel sözcüğü terim olarak Türkçe dil bilgisi kitaplarında kullanılmamıştır. Dilimizde bu kökten gelen birtakım sözcükler de kullanılmaktadır: vokalist (<Fr. vocaliste) ‘sese eşlik eden’ ve vokal yapmak ‘sese eşlik etmek’ sözleri bilinmektedir. ‘Söz varlığı’ anlamıyla dilimizde kullanılan vokabüler (<Fr. vocabulaire), Latince vocābulum (> Late L. vocābulārium) ‘ad verilmiş nesne, ad, isim, lakap’ sözcüğünden geçmiştir. Yine provoke etmek ‘kışkırtmak’ kavramındaki provoke (<Fr. provoquer) Latince prō- ‘dışarı, ileri’ ön takısı ile vocāre ‘çağırmak, adını anmak, uyandırmak’ eylemine dayanır. Yine bu kökten Fransızca vocatif ‘çağırma, seslenme durumu’dur. Konson - konsonant Fransızcadan dilimize giren konson ve konsonant sözcüğüne gelince Latince con, (<cum) ‘birlikte, ile birlikte’ anlamına gelen ön ek ile sonāre ‘ötmek, ses etmek, ses çıkarmak, sesi olmak’ eyleminden oluşmuştur. Latince consonāre, ‘birlikte ses vermek, ile birlikte ses çıkarmak; ses bakımından uymak, uyum sağlamak, sesleri uyuşmak’ demektir. Buna göre ‘ünlü ile birlikte ses veren, ünlü ile birlikte ses çıkaran, ünlü ile birlikte sesi olan’ anlamına gelir. Felsefe ve Gramer Terimleri Sözlüğünde, Deny’nin Türk Dili Grameri (1921) adlı yapıtının Fransızca çevirisinde ve Necip Üçok’un Genel Fonetik (1951) adlı kitabında konson terimi şöyle geçmektedir: “Sesli – sâit – voyelle, Sessiz – samit – consonne. Sesli uyumu – Ahengi savait – Harmonie vocalique” (Felsefe ve Gramer Terimleri, 1942, s. 277). “Sesler: Seslerin (sons) veya ses unsurlarının (phonèmes) çıkartılmasında başlıca üç safhanın mevcut olduğunu tefrik etmek lâzım geleceği malûmdur. 1. Nefesleme (zefir, expiration)… 2. Sesleşme (tasavvut, phonation)… 3. Heceleşme (tehecci, articulation). Hava sütunu belum (pharynx) ve ağız kovuğuna (ve bazan da damak zarı ‘hanekî gışa’ alçalmış bir vaziyette ise geniz çukurlarına) gider. Hanekî gışanın, dilin, dudakların ve alt çenenin hareketleriyle nefes ve ses yolunun hacmi ve şekli değişerek böylece her sesin tehecci yeri yani ‘mahreci’ taayyün eder. Bu oynak uzuvlar bir seslemeç (résonateur) vaziyeti aldığı ve çıkartılan hava sütunu zefir halinde ağız-burun cihazından geçerken hiçbir gürültü çıkarmıyacak surette ayrı kaldığı zaman –bilhassa o vakit ses tellerinin ihtizaziyle hâsıl olan- sesler, vokal (seslik) ismini alırlar. Bilâkis mezkûr uzuvlar, ağız-burun cihazının cidarları arasında T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 67 sıkışan hava sütunu geçerken bir gürültü hâsıl edecek surette yaklaşırlarsa, çıkartılan sesler konson (seslenik) ismini alırlar.” (Deny, 1941, s. 20). “Latinlerin vocales-consonantes terimleri iyi seçilmiş isabetli terimler değillerdir; fakat ilim aleminde yer etmiş olduklarından dolayı kullanılagelmektedir. Vokal ile konson arasındaki fark, sonradan sesin tonu yahut gürültü ihtiva etmesi bakımından mütala ve izah edilmek istenildi. Gutzmann (Stimmbildung und Stimmpflege, Wiesbaden 1919, s. 70 ve öt.)… Fonemler bilhassa sesli iseler, yani herhangi bir gürültü ile karışık değillerse, o zaman onlara vokal adını veririz; biraz sonra da fonemde gürültü, sada varsa konsonant adını alır.” diyor… Fakat aslında vokal ile konson arasında büyük fark yoktur. Fonemleri biribirinden ayıran ton sınırları ve yükseklik hudutlarıdır.” (Üçok, 1951, s. 38, 40). Bu bilgiler ışığında, konson ve konsonant sözcükleri Fransızcadan Türkçeye geçmiş Fransızcada konson (consonne), İngilizcede ise konsonant (consonant) sözcükleri terim olarak benimsenmiştir. Her iki dilde de bu kökten türemiş sözcüklere şu örnekler verilebilir. “Consonnance, s. f., accord de sons, ‫ ﺳﺲ اويغونﻠغى‬ses ouïghounloughy, t.; ‫ موافﻘﺖ اصوات‬muvāfaqati esvāt. — Rime, ‫قافيﺔ‬ qafïet, qāfiè, pl. ‫ قوافى‬qavāfi. Consonnant, adj. m., ‫ نغمه لرى اويغون‬naghmèleri ouïghoun, t.; ‫هم آهنك‬ hem âhenk, p.” Consonne, s. f., ‫ حرف ﺳالم‬harfi sālim, pl. ‫ حروف ﺳالمﺔ‬houroufi sālimet, a. — redoublée, ‫ مضاف‬- ‫ حرف مشدود‬harfi mecdhdoud, muzāf., a.” (Bianchi, 1843, C. 1, s. 338). “Consonant (kɔnsənənt) s.‖ ḥarf, ḥarf-i ṣavtī (sesli harf), ḥarf-i sālim (sahih harf). Consonance (kɔnsənəns] s. 1. tevāfuḳ-i eṣvāt (seslerin uyumu); 2.* tevāfuḳ (uyum, uyuşma, uygun gelme), muṭābaḳat (uyuşma, uygunluk). Consonant [kɔnsənənt) adj. 1. ṣavten muvāfıḳ (ses olarak uygun olmak); 2.* muvāfıḳ (uyar, uygun olan), muṭābıḳ (uyan, uygun olan). Consonantly (kɔnsənəntlı) adv. 1. ṣavten muvafıḳ olaraḳ : 2.* muvafıḳ ve muṭābıḳ olaraḳ.” (Redhouse, 1861, s. 170). “Consonant, adj. agreeable to (-e uyġun olmaḳ), suitable (uyġun olmaḳ)… –F. consonant, ‘consonant (ṣavten muvāfıḳ, muṭābıḳ, uyġun), accordant (muvāfıḳ, uyumlu, uyġun), harmonious (sesler olup mevzūn, uyġun, āhenk olan)’; Cot. –L. consonant-, stem of consonans, pres. pt. of consonāre, to sound together with (birlikte 68 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e ses çıḳarmaḳ, ile birlikte ses çıḳarmaḳ); hence (buradan) to harmonise (uymaḳ, uyġun gelmek, muvāfıḳ düşmek; uyuşmaḳ; muṭābıḳ olmaḳ). –L. con-, for cum, together; and sonāre, to sound (ötmek, ses étmek; sesi olmaḳ)…” (Skeat, 2005, s. 131). VI. Sesli - sesleş Altıncısı olan sesli-sesleş terimi de Türk Dil Kurumu başuzmanı Ahmed Cevat Emre’in yazdığı Liselerin Birinci Sınıfları İçin Dilbilgisi-I. adlı kitapta kullanılmıştır. Bu terimler tutunmamış, yazarın terim önerisi olarak kalmıştır. Kitaptaki bölümleme şöyledir: “Fonemler ve çeşitleri: Dil unsurlarını (kelimeleri) oluşturan seslere fonem denilir. Fonemler, hecede oynadıkları rollere göre, üçe ayrılır: 1- Sesliler (vokaller) 2. Seseller (sonantlar) 3. Sesleşler (konsonantlar) 1- Sesliler (vokaller): a) Kendi başlarına hece yaparlar; b) Hecede kendilerinden önce ve sonra, yanlarına başka fonem alabilirler; c) Kendilerinden sonra gelen ekin (morfemin) başındaki dişsili ve sürtüşlüyü seslek (sonor, yani d, c) olarak kabul ederler. Türkçede vokaller sekizdir: a, e, ı, i, o, ö, u, ü. Hecede başka fonemlerle birleşmelere misaller: Al, az, ak, bal, kaz, yak; el, ez, et, bel, bez, gez; kıl, kız, kır, kış; iş, il, it, git, biz; ok, ot, ol, bol, boş, tok; öz, öd, göz, söz, gör, gök, dök; uz, ur, uç, kuş; üç, düz, güç, üz…. vb. Morfemin başındaki dişsili ve sürtüşlüyü seslek (d, c) olarak kabul ettiklerine misaller: Annede, anneden, arabada, arabadan; arabacı, kuzucuk, yavrucuk; avladı, söyledi, söyleyici, yazıcı vb. 2. Seseller (sonantlar): a) Kendi başlarına hece yapmazlar; b) Hecede yalınız kendilerinden sonra bazı fonemler alabilirler: ark, art, bark, ast, üst, ant, kunt, kork, sark, berk… vb. c) Kendilerinden sonra gelen morfemin başındaki dişsili ve sürtüşlüyü seslek (d, c) olarak kabul ederler: karda, kardan, yerde, yerden, elde, elden, evde, evden, avda, avdan, kolda, koldan, kazda, kazdan, kanda, kandan; bağda, bağdan, yazda, yazdan; yağdı, yaydı, eğdi, doğdu, duydu, doydu, kondu, emdi, umdu, kırdı, kazdı. Bu iki fonetik rolü oynayan sonantlar şunlardır: r, l, n, m, z, ğ, y, v. (Yalnız birinci rolü bir de s görür, m ise Türkçe kelimelerde birinci rolü oynamaz). Vokaller de bu iki fonetik rolü oynadıklarından sonant sayılırlar. Böylece 8 vokal ve 8 sonant, hecede gördükleri iki fonetik rolle, tek bir fonem zümresi teşkil ederler. 3. Sesleşler (konsonantlar) a) Kendi başlarına hece yapmazlar; b) Hecede sonantlar (ve sonant sayılan vokaller) yardımiyle fonetik roller oynarlar; c) Kendilerinden sonra gelen dişsili ve sürtüşlüyü yalnız sağır (t, ç) olarak kabul ederler. Atta, attan, attı, ette, etten; etti, itti, gitti; aşta, aştan, aştı; içten, koçtan, kaçtı, göçtü, küstü; oktan, aktı, ekti, yükte, kapta, kaptı, saptı, yaktı; astı, kesti, tasta, rafta.” (Emre, 1951, s. 16, 17). T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 69 “Sesli Sessiz Taksimi: Fonemlerin her biri bir sestir, sessiz fonem olmaz. Hecede kendi başlarına bulunabilen fonemlere sesli, bulunamıyanlara sessiz demek adet olmuştur; fakat o fonemlerin de sesli yardımiyle işittirdikleri birer sesi vardır; fonetikte onlara seslilerin ve sesellerin arkadaşları anlamına gelen konsonant ismi verilmiştir. Sesleş de (seslieşi) anlamına bileşik kelimedir (bilezik = bilek yüzüğü olduğu gibi). Adet yerini bulsun diye sessiz terimi de kullanılmaktadır.” (age. s. 18.) Burada sesli (vokal) ve sesleş (konsonant) terimleri dışında ayrı bir bölümlemeyle seseller (sonantlar) terimiyle karşılaşılmaktadır. Bu ses bilgisi ögesine Banguoğlu, Türkçenin Grameri (1974) adlı kitabında, bolünlü sesdeşler adını vermektedir: “Oldukça geniş bir aralıktan yahut aynı zamanda geniz yolundan çıkan ünlü sesdeşlere bolünlü sesdeşler (consonne sonante) diyoruz. Bunların duyulurlukları yüksektir, dar seslilere yaklaşan bir kuvvette işitilirler: y, r, l, m, n; w, ğ.” (s. 47). Emre, üçlü bir tasnif, Banguoğlu ise —(z sesi dışında) bu seslere ayrı bir yer ayırmakla birlikte— ikili bir tasnif yapmıştır. VII. Sesli - sesdeş Yedincisi, sesli-sesdeş terimleridir. Sesdeş terimi, Banguoğlu’nun gramerinde kullanılmıştır. Türk Dil Kurumu, yazarın Türkçenin Grameri adlı kitabını, iç kapakta “Türkçenin Grameri’nde kullanılan terimler yazarın şahٖsî teklifleridir” açıklamasıyla yayınlamıştır. Banguoğlu, yazdığı dil bilgisi kitabında “Seslerin çeşitlenmesi” başlığı altında şöyle demektedir. “Demek ki boğumlanmanın tarzına göre seslikler üç türlü olur: 1. yalnız ün 2. ün + gürültü 3. yalnız gürültü = sesli = ünlü sesdeş = ünsüz sesdeş Son ikisine sessiz demek gerçeğe aykırı düşüyor. Bu sebeple sesdeş (consona)” (Banguoğlu, 1974, s. 32). “Sesdeş (harf) / Fr. Consonne) / (Dil). Sessiz, ünsüz, konsonant gibi terimlerle de adlandırılan sesdeşler, genel olarak ses yolundaki organların kapanmasına veya daralmasına bağlı olarak çıkarılan seslerdir… Sedeşler, seda, teşekkül noktası ve temas derecesi bakımından kendi aralarında şöyle sınıflandırılmaktadır: 1) Seda bakımından: a) Sedalı sesdeş… b) Sedasız sesdeş… 2) Teşekkül noktası bakımından: a) Dudak sesdeşleri… b) Diş-dudak sesdeşleri… c) Diş sesdeşleri… d) Damak-diş sesdeşleri… e) Ön damak sesdeşleri… f) Arka damak sesdeşleri… g) Gırtlak sesdeşi… 3) Temas derecesi bakımından: a) Süreksiz sesdeşler… b) Sürekli sesdeşler…” (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, 1990, C. 7, s. 539, 540). 70 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e Görüldüğü gibi Banguoğlu burada ünlü sesdeş-ünsüz sesdeş sözcüklerindeki ünlü-ünsüz terimlerini, sesdeş adının sıfatı olarak tonlu-tonsuz (ötümlü-ötümsüz, titreşimli-titreşimsiz) karşılığı olarak kullanmaktadır. İkincisinde ise madde sıralamaları ve tonlu-tonsuz yerine sedalı-sedasız terimleri Ergin’den, sesdeş terimi Banguoğlu’ndan alınarak birleştirme yapılmıştır. Banguoğlu’nun sesdeş sözcüğünde ünsüz benzeşmesi yapıp sesteş dememesinin nedeni, bu ekin sadece ötümlü ile başlayan -daş, -deş biçiminin olduğunu düşünmesidir. Ancak bazı kaynaklarda sesdeş sözcüğünün ‘eş sesli’ anlamında kullanıldığı görülüyor: “Sesdeş veya sesteş, söylenişleri aynı olup anlam ve kökleri ayrı olan kelimeler için kullanılan bir terim. Türkçe yaş (= yıl, çağ) ve yaş (= gözlerden akan sıvı) kelimeleri gibi.” (Türk Ansiklopedisi, 1980, C. 28, s. 470). VIII. Ünlü - ündeş Sekizincisi, ünlü-ündeş terimleridir. Ündeş terimin birtakım kitap, dergi, terim sözlüğü gibi yayınlarda kullanıldığı görülüyor. “Gerçek, ‘voix’ için ses, ‘son’ için ün alınarak birine -el öbürüne deş şekli verilirse, böylece yaratılacak sözlerden de -ik ile nispet sıfatları teşkil edilirse: Sesel = vocal, seselik = vocalique Ündeş = konsonant, ündeşik = consonantique elde edilir ki, her suretle Türkçenin yapısına, fonetiğine ve kültür ihtiyaçlarına uygundur.” (Emre, 1934, s. 7). “Gramer ıstılahları: (Tarama Dergisi)nden istifade edilerek aşağıdaki tabirler tesbit edilmiştir… Son (savt, sada, ses): Ses, ün, çav. Consonne (samit, sadasız, sessiz): Ündeş.” (Türk Dili, 1934, S. 7, s. 8). “Ün (voix) insan sesi. Ündeş (consonnante) Hece özeği durumunda olan bir selenlinin etrafında öbeklenen seslere denir: dost kelimesinde d, s, t sesleri ündeştir. (ündeşlik, consonnance). (Dilbilim Terimleri Sözlüğü, 1949, s. 201). “Bir bilim alanının ilk işleyeni olan Grønbech’in yapıtında şu konular ele alınmıştır: 1. ‘Giriş’ (kaynaklar), 2. ‘Türkçede Ünlüler Uyumu’, 3. ‘Kök Hecesindeki Kısa Ünlüler’, 4. ‘Çuvaşçadaki Ünlü Değişmeleri ve Damaksıl Ündeşler’, 5. ‘Yakutçadaki Durum’, 6. ‘Osmanlıcada Önseste (Alm. Anlaut) Değişimler’, 7. ‘Ötümlü Patlayıcı Ündeşlerle (b, d, g) Ünlüler Arasında Değişim’… (Dilâçar, 1973, s. 380). T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 71 Ündeş terimi, ün adına, addan ad yapma eki -deş getirilerek yapılmıştır. Yukarıdaki alıntılardan bu terimin 1930’lu yıllardan bu yana Kurum yayınlarında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ancak Kurumun kendi yayını olan Dilbilim Terimleri Sözlüğü’nde yer almasına karşın 1965’te çıkarılan Yeni İmlâ Kılavuzu’nda ündeş teriminin değil de ünsüz teriminin tercih edildiği görülüyor. Bu tercihte, sesli-sessiz kalıbının ün köküne uygulanmasının mı, sözcükler arasındaki karşıtlığın mı, sözcük yapısının sağlam görülmesinin mi, söyleyiş kolaylığının ya da sözcüğün bellenmesinin daha kolay olacağının düşünülmesinin mi rol oynadığını bilemiyoruz. Bu sözcükteki -deş eki hakkında Ergin, Türk Dil Bilgisi kitabında, Banguoğlu’ndan farklı olarak -daş, -taş ekini hem ötümlü hem de ötümsüz biçimiyle vermiştir: “-daş, -taş: Bu ek Türkçede eskiden beri kullanılan, sahası çok geniş olmamakla beraber bir tip isim yapmakta işlekliğini daima muhafaza eden ve örnekleri son zamanlarda artmış bulunan bir yapım ekidir. Başlıca fonksiyonu eşlik, ortaklık ve mensubiyet, bağlılık ifade eden isimler yapmaktır: arḳa-daş, ḳarın-daş (> ḳardaş > ḳardeş), yol-daş, soy-daş, gönül-daş, meslek-taş, vatan-daş, yurt-taş, çağ-daş misallerinde olduğu gibi. Ekin asıl fonksiyonu eşlik, ortaklık ifade etmek olup mensubiyet, bağlılık fonksiyonu ondan çıkmıştır. Eski Türkçede ve Eski Anadolu Türkçesinde vokal ve konsonant uyumları çerçevesinde -daş, -deş, -taş, -teş olarak dört şekli vardı. Batı Türkçesinde ek Eski Anadolu Türkçesinde vokal ve konsonant uyumları dışına çıkarak çok şekilliliğini kaybetmiş ve son zamanlara kadar yalnız -daş şeklinde kullanıla gelmiştir. Böylece ek son zamanlarda yalnız kalın şekilde görülmekte, ancak klişeleşmiş ve benliğini kaybetmiş bazı misallerde görülen ince şekli (gün-deş gibi) işlek ve canlı bulunmamaktadır. ḳardeş kelimesinde görülen ince şekil ise normal olmayıp bu kelimede eskiden klişeleşmiş ve benliğini kaybetmiş olan ekin sonradan aykırı bir şekil değişikliği göstermesinden ibarettir ki bunda her halde ş’nin inceltme vasfı rol oynamıştır… Bu arada Batı Türkçesinde son zamanlarda, esas itibariyle -daş şeklinde olan ek konsonat uyumuna bağlanmağa başlamış ve -taş şekli de ortaya çıkmıştır…” (Ergin, 1958, s. 148). “-daş lâhikası: Bu lâhika ile teşkil edilen isimler basitten anlaşılan şeyde beraber olanları anlatır. Yurttaş (yurtları bir olanların her biri), yoldaş, kandaş, soydaş, haldaş, dindaş, mezheptaş, v.s. Arkadaş ismi türlü işlerde beraber olanları anlatan bir sözdür. Basiti olan “arka”nın manası arkadaş’ta duyulmaz.” (Emre, 1933, s. 34). 72 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e Yukarıdaki açıklamalara bakarak ündeş sözcüğü; üne (sese) ortak olan, aynı üne eşlik eden, aynı ünü paylaşan, aynı üne katılan, üne yardım eden, ün arkadaşı anlamına gelir ki kavramın anlatmak istediğini doğru bir şekilde yansıtmaktadır. Bu ekin sadece -daş biçiminin değil, ince sıradan -deş biçiminin de işlek ve canlı olması için çaba harcamalıyız. Yazar bir belirleme yapmıştır ve kullanım sıklığı bakımından doğrudur. Ancak eklerimizi donmuş, taşlaşmış olarak kabul etmemeli, onları canlı, işlek ekler hâline getirmek için uğraşmalıyız. Nitekim Türkçe Sözlük eki, “-daş/-deş; -taş/-teş İsimden isim türeten ek: arka-daş, din-daş, meslek-taş, sır-daş, yol-daş vb.” (2011, s. 2689) biçiminde tanımlamış ve örneklendirmiştir. Yine “gündeş sf. 1. aynı günde olan. 2. çağcıl… 3. güncel…” (age. s. 1005) anlamıyla sözlükte yer almakta, aynı zamanda bu sözcük soyadı olarak da kullanılmaktadır. Dil bilgisi terimi olarak işteş, işteş çatı, işteş fiil, işteşlik (age. s. 1229) sözcükleri de yaygın biçimde kullanılmaktadır. Bunlara “kardeş, kökteş, sesteş, özdeş, türdeş” (Zülfikar, 1991, s. 80) sözcüklerini de ekleyelim. Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları adlı kitabın yazarı Zülfikar, V. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’ndaki konuşmasında “sesli-sessiz, ünlü-ünsüz terimlerinin sıfat olduklarını, hâlbuki yeni terimin öncelikle ad olması gerektiğini, bunun yanında sıfat gibi de kullanılabilmesinin önemli olduğunu” ifade etmiştir. Sonuç Bir bilim alanının terimi o alan için çok önemlidir. Türk Dil Kurumu ve Millî Eğitim Bakanlığı iş birliğiyle 1930’lu yıllardan bu yana terim çalışmaları ele alınmış ve çok sayıda bilim alanının terimleri Türkçeden türetilmeye çalışılmıştır. Türkçe dil bilgisi terimleri de bunlar arasındadır. Arap harfli sarf ve nahiv kitaplarından başlayarak Latin kökenli Türk alfabesinin kabul edilmesinden bu yana gramerlerde, yazım kılavuzlarında ve sözlüklerde sait-samit, sadalı-sadasız (sedalı-sedasız), sesli-sessiz, ünlü-ünsüz, vuayel-konson, vokal-konson, vokal-konsonant, seslisesleş, sesli-sesdeş, ünlü-ündeş terimlerinin kullanıldığını görülüyor. Latin kökenli Türk alfabesinin kabul edilmesinden sonraki dönemde, Türkçe terim arayışında önce yabancı terimler sait-samit, sadalı-sadasız (sedalı-sedasız) bırakılarak Türkçe olduğu için sesli-sessiz terimleri yaygınlaşmıştır. Bununla koşut olarak vuayel-konson, vokal-konson, vokal-konsonant alıntı terimlerin de kullanıldığına tanık olunmaktadır. Ancak Türkçe terim arayışında bunların da yeri olamazdı. Yaygın olarak kullanılan sesli-sessiz terimlerindeki ‘ses’ sözcüğünün hem Eski Türkçeden bu yana kullanılmaması hem yansıma bir sözcük olması hem de sessiz sözcüğünün kavramı yeterince karşılamaması nedeniyle yazarları, araştırmacıları yeni bir Türkçe terim aramaya yöneltti. Bu arayış doğrultusunda Türkçe gramer kitaplarında sesli-sesleş, sesli-sesdeş, ünlü-ündeş terim önerileri ortaya atıldı. Ancak bunlardan ilk ikisi, ses temeline dayanan önerilerdi ve yazarlarının kullanımları dışında yaygınlaşmadı. Üçüncü öneri hem Eski Türkçeden beri kesintisiz kullanılan ün sözüne dayanıyordu hem de ünsüz sözcüğüne göre T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 73 kavramı daha iyi karşılıyordu. Ancak 1965 yılında çıkarılan Yeni İmlâ Kılavuzu’daki ünlü-ünsüz sözcükleri yaygınlaştı, tutundu. Yaklaşık 60 yıldır ünlü-ünsüz terimlerini kullanıyoruz. Gramer terimi olarak sessiz fonem ifadesine yapılan en önemli eleştiri, sessiz fonemin hiç sesinin olmaması idi. “Sessiz harfin başlı başına hiçbir sesi yoktur. Yanında bir sesli bulunmazsa o harften hiçbir ses çıkmaz” (M. Baha, 1931, s. 4) biçiminde anlaşılan sessiz terimindeki anlam eksikliğini ünsüz teriminde de kabul etmiş olduk. Ünsüz terimindeki bu eksiklik yüzünden bazı kitaplarda şu tür ifadelere rastlanmaktadır: “Akıcılaşma (sonorisation): b, d, g, ġ gibi ötümlü, patlamalı ünsüzlerin, r, l, m, n, y, v, ğ, ġ gibi sürtünücü olmayan, bol sesli akıcı ünsüzlerden birine veya yarı-ünlüye dönüşmesi olayıdır” (Karaağaç, 2010, s. 62). Bu alıntıda akıcılaşma olayı tanımlanırken ünsüz terimi, hem ‘bol sesli’ hem de ‘ünsüz’, ‘ünü yok’ diye nitelenmektedir. Hem ‘bol sesli’ hem de ‘sesi, ünü yok’ biçiminde bir ifade anlamlı değildir. Terim bu olunca yazar, söz konusu terimi yerleşmiş biçimiyle kullanmak zorunda kalmıştır, yani sorun terimdedir. Ünlü sözcüğündeki ün adına getirilen -lü eki, bir şeyin bir nesnede olduğunu, bulunduğunu gösterir; ünü, sesi olan anlamındadır. -süz eki ise bir şeyin bir nesnede olmadığını, bulunmadığını gösteren yokluk ekidir. Buradan hareketle ünsüz teriminin kavramı, anlam bakımından tam olarak karşıladığı söylenemez. Çünkü ünsüz denilen b, c, ç, d, t fonemlerinin de ünü, sesi vardır. Bu fonemlere ‘sessiz’, ‘sedasız’, ‘hiç sesi olmayan’, ‘ünsüz’ demek gerçeğe uygun düşmemektedir. Ünsüzün de bir ünü vardır ama ünlüye göre bu ünün duyulurluğu azdır. -deş eki ise eklendiği sözcüğe, eşlik, ortaklık, arkadaşlık, mensubiyet, bağlılık anlamı verir. Ündeş, üne, sese ortak, ünü paylaşan, üne eşlik eden, ün arkadaşı, üne mensup, üne bağlı anlamına gelir. Bu değerlendirmeler ışığında ünsüz terimine göre ündeş teriminin kavramı daha iyi karşıladığı söylenebilir. Terimler üzerinde yapılan açıklama, karşılaştırma ve saptamalar sonucunda ‘ündeş’ teriminin daha uygun olduğu görüşüne ulaşılmış olmakla birlikte mevcut alan yazınında ne yazık ki bu terimin yeğlenmediği, belli ölçüde terim karışıklığının sürdüğü ve geleneksel kullanımların yürürlükte olduğu belirtilmelidir. Bilim dili terimlerden oluşur. Terimlerdeki eksikliklerin eleştirel bir yaklaşımla sorgulanarak düzeltilmesi kavramların doğru kullanılması için önemlidir. Terimler uygun ve isabetli olmazsa hem bilimsel düşünme hem de bilimsel yargılar eksik kalacaktır. Alan çalışmalarında ‘ündeş’ teriminin yeğlemesi, böylece bu kullanımın zaman içinde genel okuyucu ve genel kültür düzeyinde benimsenmesi umut edilmektedir. KAYNAKÇA Ali Nazima (1910). Dictionnaire Téfeyuz, Ottoman-Français, İstanbul: Kasbar Matbaası. 74 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e Ali Seydi (1929). Resimli yeni Türkçe lûgat. İstanbul: Cihan Matbaası. Atalay, B. (1943). Divanü Lûgat-it-Türk dizini. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. Ayverdi, İ. ve Topaloğlu, A. (2007). Türkçe sözlük. (1. baskı). Mas Matbaacılık. Banguoğlu, T. (1940). Ana hatlarile Türk grameri. İstanbul: Maarif Matbaası. Banguoğlu, T. (1974). Türkçenin grameri. İstanbul: Baha Matbaası. Bianchi, T. X. (1843-1846). Elsine-i Franseviyye ve Türkiyyeniñ lüġati, FrançaisTurc. I-II. Paris: Typographie de Mme Ve Dondey-Dupre. Brockelmann, C. (1928). Mitteltürkischer Wortschatz nach Maḥmūd al-Kāšyarīs Dīvān luyāt at-turk. Korosi Csoma Geselschaft-Otto Harassowitz. Caferoğlu, A. (1968). Eski Uygur Türkçesi sözlüğü. İstanbul: Türk Dil Kurumu Yayınları. Calfa, A. (1865). Dictionnaire de poche Français-Turc. (3e Édition). Paris: L. Hachette & Cie Libraies, Garnier Frères Libraies. Deny, J. (1941). Türk dili grameri (Osmanlı lehçesi). (A. U. Elöve, Çev.). İstanbul: Maarif Vekaleti Yayınları. Dilâçar, A. (1972).İskandinav yurtlarında Türkoloji-II. Türk Dili, 28 (257), 377-381. Dilbilim terimleri sözlüğü (1949). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Dilmen, İ. N. (1929a). Yeni Türkçe gramer hakkında bir kalem tecrübesi. İstanbul: Kanaat Kütüphanesi. Dilmen, İ. N. (1929b). Türkçe gramer: Yeni Türkçe dersleri VI. İstanbul: Kanaat Kütüphanesi. Emre, A. C. (1928). Muḥtāc oldıġumuz lisān inḳılābı ḥaḳḳında bir ḳalem tecrübesi. İstanbul: Kitāb-ḫāne-i Ḥilmī. Emre, A. C. (1932). Yeni Türkçe gramer. (Dördüncü kitap).İstanbul: Hilmi Kitaphanesi. Emre, A. C. (1933). Türkçede kelime teşkili hakkında bir anket. Birinci kitap. İstanbul: Başvekâlet Müdevvenat Matbaası. Emre, A. C. (1934). Söz türetme kuralları hakkında yeni bir anket. Ekler lûgatçesi. İstanbul: Devlet Matbaası. Emre, A. C. (1951). Liselerin birinci sınıfları için dilbilgisi-I. İstanbul: Hilmi Kitabevi. Ercilasun, A. B. ve Akkoyunlu, Z. (2018). Dîvânu lugâti’t-Türk. Giriş-metin-çevirinotlar-dizin. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Eren, H. (1999). Türk dilinin etimolojik sözlüğü. Ankara: Bizim Büro Basımevi. Ergin, M. (1958). Türk dil bilgisi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ’ n i n 1 0 0 . Y ı l ı n a A r m a ğ a n | 75 Felsefe ve gramer terimleri. (1942). Türk Dil Kurumu Yayını. İstanbul: Cumhuriyet Basımevi. Gabain, A. V. (1995). Eski Türkçenin grameri. (M. Akalın, Çev.). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Gülensoy, T. (2018). Türkiye Türkçesindeki Türkçe sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü. İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları. Ḥüseyin Cāhid. (1341-1925). Türkçe ṣarf ve naḥiv. İstanbul: Ḳanāᶜat Kütübḫāne ve Maṭbaᶜası. Hüseyin Kâzım Kadri (1943). Türk lûgati. Maarif Matbaası. Türk Dil Kurumu Yayınları. (3), 336. İmlâ kılavuzu (1941). (İmlâ lûgati’nin ikinci basımı), İstanbul: Türk Dil Kurumu Yayınları. İmlâ lügati (1928). (Dil encümeni, Yay. haz.). İstanbul: Devlet Matbaası. İzbudak, V. Ç. (1936). El-idrâk haşiyesi. İstanbul: Devlet Basımevi. Karaağaç, G. (2010). Türkçenin ses bilgisi. İstanbul: Kesit Yayınları. Korkmaz, Z. (2007). Dil bilgisi terimleri sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. M. Baha (1931). Yeni Türkçe gramer. İstanbul: Kâğıtçılık ve Matbaacılık Anonim Şirketi. Mahmûd el- Kâşgari (2019). Dîvânu Lugât ᵓt-Türk. (M. S. Kaçalin, Çev.). (M. Ölmez, Yay. haz.). İstanbul: Kabalcı Yayıncılık. Mehmet F. (1930). Cumhuriyet çocuklarına resimli Türkçe gramer-4. İstanbul: Muallim Ahmet Halit Kitabhanesi. Meninski, F. M. (2000). Thesaurus linguarum orientalium, Turcicae, Arabicae, Persicae, I-III, Simurg Yayınları. (İlk baskı 1680). Mithat Sadullah. (1930). Yeni Türkçe gramer dersleri. Şirketi Mürettibiye Matbaası. Tefeyyüz Kitaphanesi. Müterc m ᶜĀṣım. (1268-1269-1272[1852-1853-1855]). el-Oḳyānūsüᵓl-basīṭ fī tercemet ᵓlḳāmūs ᵓl-muḥīṭ. (3. ṭabᶜı). Taḳvīm-ḫāne- ᶜĀm re. Nadelyaev, V. M. ve Nasilov, D. M. ve Tenişev, E. R. ve Şçerbak, A. M. (1969). Drevnetyurkskiy slovar. Leningrad: Akademiya Nauk. Onan, N. H. (1951). Orta okul kitapları: Dilbilgisi I. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi. Redhouse, J. W. (1861). A lexicon, English and Turkish, Published by The Oriental Literature Society. Redhouse, J. W. (1890). A Turkish and English lexicon. İstanbul: A. H. Boyajian. Redhouse, J. W. (h. 1268-1269[1852-1853]). K tāb-ı münteḫabāt-ı lüġāt- ᶜOs̱ mān yye. C. I-II. İstanbul: Cerīde-ḫāne. Skeat, W. W. (2005). An etymological dictionary of the English language. New York: Dover Puplications. (1. baskı 1910). 76 | C u m h u r i y e t ’ i n I ş ı ğ ı n d a E d e b i y a t ı n İ z i n d e Şemseᵓd-dīn Sāmī. (1317-1318[1899-1900]). Ḳāmūs-ı Türkī. İstanbul: İḳdām Matbaᶜası. Tarama sözlüğü. (1971). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Türk ansiklopedisi (1980). Ankara: Milli Eğitim Basımevi. Türk dili (1934). Türk dili tetkik cemiyeti bülteni, (7), 8. İstanbul: Devlet Matbaası. Türk dili ve edebiyatı ansiklopedisi (1990). Devirler, isimler, eserler, terimler. İstanbul: Dergâh Yayınları. Türkçe sözlük (2011). (Ş. H. Akalın vd ,Yay. haz.). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Uṣūl-i imlā. (1333-1335[1917-1919]). (Ṣarf ve İmlā Encümeni, Yay. haz.). MaṭbaᶜaᶜĀm re. Maᶜar f- ᶜUmūm yye Neẓāret Tedḳīḳāt-ı L sān yye Heyᵓet . Uşaklıgil, H. Z. (1955). Sanata dair III (Türk şair ve edipleri). İstanbul: Maarif Vekâleti Yayınları. Üçok, N. (1951). Genel fonetik (Ana çizgileri). İstanbul: İbrahim Horoz Matbaası. Wehr, H. (1961). A dictionary of modern written Arabic. J. M. Cowan (Ed). Wiesbaden: Otto Harrassowitz. Yalt, A. R. (1979). Çağdaş Fransızca-Türkçe sözlük. İstanbul: Remzi Kitabevi. Yeni imlâ kılavuzu. (1965). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Zülfikar, H. (1991). Terim sorunları ve terim yapma yolları. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.