Papers by Cem Tutar
"Political-Anatomy of Outsiders in the Context of the Development of Political Technology in the ... more "Political-Anatomy of Outsiders in the Context of the Development of Political Technology in the Modern State: Z "Immortal" Movie Analysis" SineFilozofi Dergisi 5. Uluslararası Sinema ve Felsefe Sempozyumu Tam Metin Kitabı Araştırma Makalesi 2023 Sayfa: 22-36
Öz
Michel Foucault, siyasi teknolojilerin kullanımını Batı tarihinin ayırt edici yönü olduğunu vurgularken, özneyi incelemek için iktidar ilişkilerine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda geliştirdiği Biyopolitika kavramı; öznenin yaşamı ve bedeni üzerinde hak sahibi olan, ölüm değil yaşam üzerinden tanımlanan bir pozitif iktidar türüdür. İtalyan siyaset felsefesi düşünürü Giorgio Agamben ise biyopolitikanın sadece yaşamla değil ölümle ilişkisine dikkat çekerek bu kavramın Antik Yunan’dan itibaren kullanıldığını vurgulamaktadır. Agamben’in çalışmalarındaki temel kavramlardan biri olan Kutsal İnsan “Homo Sacer” öldürülebilen ancak kurban edilemeyen, toplumun dışına itildiği halde öldürülebilir olmasıyla aynı zamanda onun parçası olan bir çifte dışlanmışlık durumunu temsil etmektedir. Bu durumu Devlet Çıkarı “Raison D’état” adı altında bir yasal konumla ilişkilendiren modern devlet, yarattığı istisna halleriyle sosyo-politik alanın içinde ve dışarısında yer alanları tek taraflı olarak düzenleme yetkisi kazanmaktadır. Costa-Gavras’ın yönettiği “Z” Ölümsüz filmi siyasal hoşgörüsüzlüğün, politik alandan dışlananların ve dışarıdakilerin bedenine yönelik siyasi teknolojilerinin sinemasal temsilidir. Bu çalışmada söz konusu film, modern devletin siyasi tekniklerinin bir parçası olarak dışarıdakilerin politik konumu ve bedene yönelik iktidar pratikleri bağlamında ele alınarak eleştirel perspektiften incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Modern Devlet, Biyopolitika, Politik Alan, Yabancı, Dışarıdaki, Sinema.
Abstract
Michel Foucault emphasized the use of political technologies as a distinctive aspect of Western history and drew attention to power relations to examine the subject. The concept of Biopolitics he developed in this context is a type of positive power that has rights over the life and body of the subject, defined in terms of life, not death. Italian political philosophy thinker Giorgio Agamben, on the other hand, draws attention to the relationship of the concept of biopolitics not only with life but also with death, emphasizing that this concept has been used since Ancient Greece. Homo Sacer “The Sacred Man”, one of the basic concepts in Agamben's work, represents a state of double exclusion that can be killed but cannot be sacrificed, a state of double exclusion that is at the same time a part of society even though it is excluded from it. The modern state, which associates this situation with a legal position called State Interest "Raison D'état", gains the authority to unilaterally regulate those inside and outside the socio-political sphere through the states of exception it creates. The film "Z" Immortal, directed by Costa-Gavras, is a cinematic representation of political intolerance and its political technologies on the bodies of those who are excluded from the political sphere and outsiders. In this study, the film in question is analyzed from a critical perspective in the context of the political position of outsiders as part of the political techniques of the modern state and the practices of power over the body.
Keywords: Modern State, Biopolitics, Political Space, Foreigner, Outsider, Cinema.
"The Ideological Function of the Objects System in the Everyday Life Activities of the Consumer S... more "The Ideological Function of the Objects System in the Everyday Life Activities of the Consumer Society: Representation of Reproduction and Control Processes on Television" Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi Etkileşim Sayı 10, Ekim 2022, p.70-98
Özet
Geleneksel ve modern dönemde tüketim etkinliği öncelikle üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak arz ve talep yasaları içerisinde belirlenirken 1970’li yıllarla birlikte tüketim kültürü toplumsal alanın temel örgütlenme şekli haline gelmiştir. Bu dönemde gündelik hayat pratikleri içerisinde tüketim nesnelerinin alanı gün geçtikçe genişlerken sosyal teoride özne ve nesne arasında kurulan klasik diyalektik ilişkide bir tersine çevrim gerçekleşmiştir. Böylelikle öznenin nesne üzerindeki belirleyiciliği azalırken, nesneler sistemi bütünsel bir söylem alanı olarak toplumsal yaşamın merkezine oturmuştur. Tüketim toplumunun nesneler dünyası üzerinden işlediği göz önüne alındığında günümüzde kapitalist sistem, tüketim nesneleri üzerinden bir yandan toplumsal alanı yeniden üretirken diğer yandan nesnelerin taşıdığı gösterge değerleri toplumsal alanda yeni içerme ve dışlama stratejileriyle bir denetim mekanizması görevi üstlenmektedir. Tüm bu sürecin işlemesinde televizyon toplumsal alanda yeni bir gerçeklik rejiminin parçası olarak nesneler sistemini yeniden büyülenmenin bir aracı haline getirmiştir. İçerikten yoksun salt biçimsel formlar haline gelerek genişleyen nesneler dünyası, toplumsal anlamın entropik bir süreçte içeriğinin boşalmasına neden olmaktadır. Televizyon yayıncılığında realite programları gündelik hayatın fragmanlarını ekrana taşırken bu programların bir alt türü olan yaşam tarzı programları gündelik hayatın tüketim kültürüne dayalı yaşam evrenini meşrulaştıran bir anlam matrisini sembolik olarak inşa etmektedir. Bu çalışma gündelik hayat etkinliklerinin ideolojik doğasında nesneler sisteminin anlam ve işlevini yaşam tarzı programlarındaki temsiller üzerinden tartışmak amacındadır. Bu bağlamda amaca yönelik bir örneklem oluşturularak tespit edilen programlar Nitel İçerik Analizi yöntemi kullanılarak eleştirel perspektiften yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: tüketim toplumu, nesneler sistemi, gündelik hayat, televizyon.
Abstract
In the traditional and modern period, consumption efficiency was determined primarily as a result of production relations within the laws of supply and demand, while in the 1970s, consumer culture became the main form of organization of the social sphere. During this period, the field of consumption objects in everyday life practices expanded day by day, while in social theory, a reversal took place in the classical dialectical relationship established between subject and object. Thus, the determinacy of the subject over the object is reduced, while the system of objects is placed at the center of social life as a holistic field of discourse. Considering that the consumer society operates through the world of objects, today the capitalist system reproduces the social sphere on the one hand through the objects of consumption, and on the other hand, the indicative values carried by objects serve as an audit mechanism with new inclusion and exclusion strategies in the social sphere. In the process of this whole process, television has made the system of objects means of re-enchantment as part of a new reality regime in the social sphere. The expanding world of objects, becoming purely formal forms devoid of content, causes the emptying of the content of social meaning in an entropic process. Reality programs carry fragments of everyday life on the screen in television broadcasting while lifestyle programs, which are a subspecies of these programs, symbolically construct a meaning matrix that legitimizes the universe of life based on the consumer culture of everyday life. This study aims to discuss the meaning and function of the system of objects inherent in the ideological nature of everyday life activities through representations in lifestyle programs. In this context, the programs determined by creating a goal-oriented sample were interpreted from a critical perspective using the Qualitative Content Analysis method.
Keywords: consumer society, the system of objects, everyday life, television.
"Aestheticization of Material Culture in the Transformation Process of Gastronomy Culture in Post... more "Aestheticization of Material Culture in the Transformation Process of Gastronomy Culture in Postmodern Urban Space" Selçuk İletişim Dergisi 2021 Cilt: 14 Sayı: 4 Sayfa: 1879-1909
Özet
Modern dönemdeki kent yaşamı endüstriyel üretim ilişkileri temelinde örgütlenirken, 1970'li yıllardan itibaren postmodern kentlerde tüketim etkinliği ön plana geçmiştir. Sanayi sonrası toplumsal yaşamın gereklerine cevap veren postmodern kentlerin, kültür ve mekân etkileşimleri, özellikle 1980'li yıllarda küreselleşmenin hız kazanmasıyla birlikte bilgi ve iletişim teknolojilerinin sağladığı olanaklarla çeşitlenerek bulundukları coğrafyaların içerisinde görünürlük kazanarak markalaşmaktadır. Yeni dönemin sermaye birikim süreçlerinin merkezleri olarak kentlerin mekânsal pratikleri, aynı zamanda maddi kültürün oluşum sürecini de yapısal olarak değiştirmiştir. Yaşam biçimlerini dönüştüren yeni dönemin bilgi teknolojileri, gastronomi kültürünü de etkilemiştir. Gastronomi kültürü içerisinde yemeğe ait bilginin öğrenilmesi ve aktarılmasında usta çırak ilişkisi içerisinde yapılandırılan mesleki bir zanaatkârlık söz konusudur. Postmodern dönemle birlikte gastronomi alanında uzman bilgisi zanaatkârlığın yerini alırken, maddi kültürün bütünselliği de parçalanarak kapitalist sistem tarafından yönetilip denetlenmeye başlamıştır. Çalışma kapsamında gastronomi alanına uzun yıllardır emek vermiş aşçıların sosyal medya içerikleri nitel içerik analizi yöntemi kullanılarak ilgili kuramsal literatür üzerinden tartışılmıştır. Buna göre kapitalizmin gastronomi alanına ait uzmanlık bilgisini yeni medya ortamları içerisinde ticari bir yaklaşımla tanımladığı görülmüştür. Dijital ekosistemler içerisinde yaratılan gastronomi alanı, yeme-içme pratiklerini yerel kültürel öğelerinden kopararak, eklektik ve sentetik bir küresel alanın parçası haline getirirken, gastronomi estetikleştirilmiş sunumlar içinde bütünsel bir gösteri söyleminin parçası haline gelmiştir.
Anahtar Kelimeler: Postmodern Kent, Tüketim Toplumu, Gastronomi, Zanaatkârlık, Sosyal Medya
Abstract
While the urban life in the modern period has been organized on the basis of industrial production relations, the consumption activity has come into the forefront in postmodern cities since the 1970s. The culture and space interactions of postmodern cities that respond to the requirements of post-industrial social life began to shape with the facilities provided by information and communication technologies, especially with the acceleration of globalization in the 1980s. The postmodern cities become apparent in the geographies they are located and become brands in this process. The spatial practices of cities as the centers of capital accumulation processes of the new era have also structurally changed the formation process of material culture. Transforming the lifestyles, the information technologies of the new era also influenced the gastronomy. The gastronomy culture involves the craftsmanship structured through the master-apprentice relationship in the process of learning and transferring the knowledge about food. With the postmodern period, the expertise in the field of gastronomy has replaced craftsmanship, and the integrity of material culture has been fragmented and started to be managed and controlled by the capitalist system. The social media contents of the chefs who have worked in the field of gastronomy for many years were discussed through the relevant theoretical literature using the qualitative content analysis method within the scope of the study. Accordingly, it was found that the capitalism defines the expertise of gastronomy with a commercial approach in new media environments. While the field of gastronomy established within digital ecosystems makes eating and drinking practices a part of an eclectic and synthetic global space by detaching it from local cultural elements, gastronomy has become a part of a holistic show discourse within aestheticized presentations.
Keywords: Postmodern city, Consumption society, Gastronomy, Craftsmanship, Social media
"Ambiguous Positions In Everyday Life Of The Modern World And The Film “Rembetiko” As An Example ... more "Ambiguous Positions In Everyday Life Of The Modern World And The Film “Rembetiko” As An Example Of Exclusion Practice" Sinefilozofi Özel Sayı 2021 Tam Metin Sayfa: 348-369
Extended Abstract
The idea of modernity has unilaterally organized the worlds in everyday life, planning the social space with political motives from two positivist points of view, such as rationalization and science. While handling modernity as a process, Max Weber has identified the concept of rationality as one of the unifying themes of his works, giving it a privileged place. According to Çiğdem, for Weber, rationality means the realization of computable reason in the social sphere and enables the continuation of processes of cultural, social, intellectual, and economic rationalization. In this context, Weber's theory of modernity takes place on two interrelated levels. The first of these means the emergence of modern consciousness structures, while the second means the rationalization of lifestyles (2015, pp. 146, 155).
Based on Weber's sociological imagination, Zygmunt Bauman mentions the obsession with order that develops due to the rationalization processes of the idea of modernity. Bauman says that every attempt to streamline "things" in order to eliminate the complexity of the world will create new uncertainties and ambiguities, and notes that the more efforts to establish order, the more uncertainty will increase (2005, pp. 44-47). Beginning in the 18th century, the idea of modernity seems to be closely related to the nation-state structure. When legislators or norm-makers of the nation state organize everyday life in an instrumental form of communication with the general society, the individual is considered within the concept of citizen. In this context, those that cannot be articulated with the system and those that cannot be defined are dragged into the foreigner position. According to Lefebvre, in the modern State, the citizen is externalized in the face of himself, separated from the private and productive person. He/ she finds himself / herself in a political community that he / she sees as social. In this context, a citizen becomes a political fiction, a person who is aware of public affairs, whose conviction is motivated and who knows the laws (2012, pp. 94-95).
The film Rembetiko (Rembetiko, Costas Ferris, 1983), which bears the social events that took place in the process of population exchange between Turkey and Greece at the beginning of the 20th century on its background and processing the practices such as exclusion and alienation, which were manifestations of modern thought in the everyday life of the period, demonstrates fragments from the daily life of those who could not integrate with the general social structure within the nation state in a historical moment. In this study, Rembetiko film was examined from a critical perspective by the Qualitative Content Analysis method through a theoretical framework belonging to the field at the intersection of everyday life with the modernity project.
In Costas Ferris' film " Rembetiko", the transformation of music in parallel with the cyclicity of everyday life is described in the process of social formation of the nation-state. While the socio-economic and political dynamics that emerge under the nation-state structures that stand out as a modern project form the narrative structure of the film, the ambiguous positions and exclusion practices that are the product of the modernity project on the philosophical ground are some of the topics the director deals with. On the other hand, the film defines the daily life of the exchange people through praxis, ie production activities. In this context, not only the integration with the nation-state structure as a citizen in a political sense, but also the integration with the new social structure in socio-economic and cultural terms come to the fore. Thanks to the plot developed in parallel with the critical perspective of the film, social dynamics such as the metaphor of spontaneity, which is a structural feature of daily life without being didactic, accompany the lives of heroes, while transforming their lives at the micro level, on the other hand, the macro social transformation experienced in the early 20th century is conveyed to the audience. Archival images used as exterior scenes in parallel with the fictional narrative also serve as a documentary in portraying the social conditions of the period.
Rembetiko film, on the one hand, involves the efforts of the refugees to hold on to life under bad conditions, and on the other hand, a success story in which hope is not always lost is embodied in Marika's personality. The Rembetiko film also shows the difficulty of being a refugee in the similar cyclical life stories of Marika's mother Adriana, Marika and her daughter Matina. This situation can be combined with the cyclicity of everyday life and time through Lefebvre's sociological imagination. Breaking moments that accompany routine cycles in everyday life indicate social transformations. Rembetiko music in the film coincides with a possessed moment with Lefebvre's description. Rembetiko music points to a minor mode of existence for this excluded group in the transformation process in daily life under the project of modernity in the social field. As the social conditions that led to the formation of this music genre disappeared and the nation-state process was completed over time, Rembetiko became a form of music in popular culture.
"Establishment of Urban Spaces in the Centerline of Neoliberalism Societal Dynamics: Case Study o... more "Establishment of Urban Spaces in the Centerline of Neoliberalism Societal Dynamics: Case Study of Karaköy" Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi Etkileşim Sayı 8 Yıl 2021 Sayfa: 108-131
Öz
Sosyo-ekonomik ve kültürel alanlarda geçmişin toplumsal formlarından farklı bir örgütlenme tarzına sahip olan neoliberalizm ekonomik alanda post-fordist üretim süreçlerine ve sermaye birikim rejimlerine işaret ederken, toplumsal alanda bireyin ön plana alındığı tüketim ekonomisiyle ilişkilendirilmektedir. Tüketim kültürü altında kentsel mekânların neoliberal dönemde kapitalist dinamiklerce şekillendirilmesi sürecinde medya teknolojileri ön plana çıkmaktadır. Günümüzde gerek konvansiyonel gerekse yeni medya teknolojileri vasıtasıyla yapılandırılan bir kültürel alan içerisinde mekâna ilişkin bilgi kapitalist sistemin değerleri üzerinden inşa edilmektedir. Tüketim kültürünün mekânsal pratikler ve yaşam tarzları üzerinden kurguladığı egemen değerler medya üzerinden meşrulaştırılırken söz konusu alana ilişkin norm ve değerler sistemi bireylerin gündelik hayat pratiklerinde somutlaşmaktadır. Bu çalışma ‘Kültürel Kuram’dan hareketle kentsel mekân, insan ve medya alanı arasındaki etkileşim sürecini diyalojik bir yaklaşımla irdelemektedir. Neo-Marksist perspektiften hareketle mekânın toplumsal üretim sürecine odaklanan çalışma aynı zamanda praksisin bir parçası olan kültürel alan içerisinde günümüzde kentsel mekânları tanımlamak için kullanılan küresel kent olgusunun altında yatan sosyo-ekonomik ve politik dinamikleri tartışmak amacındadır. Bu bağlamda amaca yönelik bir örneklem oluşturularak tespit edilen mekânlar nitel içerik analizi yöntemi kullanılarak eleştirel perspektiften yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: neoliberalizm, kentsel mekân, küresel kent, tüketim kültürü, medya, Karaköy.
Abstract
Having an organization style in the socio-economic and cultural areas which is quite different from the societal forms of the past, neoliberalism, while referring to post-Fordist production processes and capital accumulation regimes within economic area, is further associated with the consumption economy foregrounding the individuals in the societal area. Media technologies come into prominence within the process in where the urban spaces are given from by the capitalist dynamics within the neoliberal period. At the present time, information related to the space within the cultural area structured by means of both the conventional and the new media technologies is built through the values of the capitalist system. While the dominant values established by the consumption culture through the spatial practices and lifestyles are justified and legitimized, the system of norms and values related to the space in question is concretized in the daily life practices of the individuals. This study scrutinizes the interaction process among the urban space, people and the media through a dialogical approach with reference to the ‘Culture Theory’. Focusing on the social production process of space with a neo-Marxist approach, this study further aims to discuss the socio-economic and political dynamics underlying the global city phenomenon, used to define the urban spaces in our modern times, within the cultural space, which is also a part of praxis at the same time. In this context, the spaces identified by establishing an objective-oriented sampling have been interpreted by applying the qualitative content analysis method through the critical perspective.
Keywords: neoliberalism, urban space, global city, consumption culture, media, Karaköy.
"Construction Process of Cultural Memory in Postmodern Urban Space: Prominent Nostalgic Trends in... more "Construction Process of Cultural Memory in Postmodern Urban Space: Prominent Nostalgic Trends in Television Series" Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi Sayı 34 Yıl 2020 Sayfa: 102-121
Öz
Sermayenin mekânsal hareketliliğine koşut, kültürel olarak postmodern, modern ve geleneksel ilişkilerin iç içe yaşandığı kentsel mekanlar, neoliberal üretim politikalarının ve ideolojilerinin yarattığı eşitsizlikler ve toplumsal farklılıklarla görünüm kazanmıştır. Atomize olan, yalnızlaşan insanlar; geleneksel toplumda ya da örgütlü modernlik dönemindeki sınırları belirli bir toplumsal yapı içerisindeki güvenilir mekânsal ilişkiler ve kimlik algısına duyulan özlemle medya tüketimine yönelmektedirler. Televizyon çeşitli program içerikleriyle toplumsal belleğin oluşmasına katkı sağlarken prime time yayın akışı içinde dolaşımda olan diziler söz konusu belleği sürekli güncelleyerek, geleneksel, modern ilişkileri postmodern dünyanın yörüngesine nostaljik unsurları kullanarak sürüklemektedir. İzleyiciler, geçmişin bu tanıdık kültürel yaşam kalıplarına takılarak, daimi izleyici statüsüne yerleşirken, dizilerin temsil ettiği gündelik yaşam pratikleri üzerinden kendiliklerini yeniden inşa etmektedirler. Bu çalışmada postmodern kentteki mekânsal pratikler ve kültürel yapıyla ilişkili olarak son dönemde öne çıkan TRT 1’de yayınlanan “Tutunamayanlar” adlı dizi, alanla ilgili kuramsal perspektif üzerinden irdelenmektedir. Buna göre söz konusu dizi bir yandan sosyo-ekonomik ve kültürel olarak toplumsal yapıyla bütünleşemeyenlerin gündelik hayatından fragmanları temsil ederken diğer yandan eskinin anlam boyutuna yapılan vurgularla günün sorunlarının nasıl aşılmaya çalışıldığını ortaya koymaktadır. Dizide postmodern kültürdeki genel anlam kaybına karşılık tarihsel momentteki önemli figür ve olaylara yapılan yolculuk sürecinde imgesel olarak eklektik, nostaljik unsurlar bir tarihsel arka fon olarak bireylerin gündelik hayatına eşlik ederken tüketim ekonomisine eklemlenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Postmodern Kent, Kültürel Bellek, Nostalji, Tüketim Kültürü, Televizyon Dizisi.
Abstract
In parallel with the spatial mobility of capital, inequalities and social differences created by neoliberalism have become apparent in urban spaces -where postmodern, modern and traditional relations are lived one within the other in terms of culture-. While television contributes to the formation of social memory with various program contents, the series that are broadcasted in the prime-time stream updates such memory continuously, dragging traditional and modern relations to the orbit of postmodern world by nostalgic elements. Audiences linger on these familiar cultural life patterns and settle in the status of permanent audience and thus, reconstruct themselves through the daily life practices in the series. This study discusses the TV series “Tutunamayanlar”, broadcasted by TRT 1 on spatial practices and cultural structure in the postmodern city. The series represents fragments from daily life of those who cannot integrate within the social structure because of socio-economy and cultural issues and shows how everyday problems are attempted to be solved by giving references to past. In the series, fictitiously eclectic and nostalgic elements are articulated in the consumption economy while accompanying individuals’ daily life as a historical background during the journeys to important figures and events, despite the general loss of meaning in postmodern culture.
Keywords: Postmodern City, Cultural Memory, Nostalgia, Consumption Culture, Television Series.
"Television in the Construction and Transformation of Gastronomic Culture: The Cases of MasterChe... more "Television in the Construction and Transformation of Gastronomic Culture: The Cases of MasterChef Turkey and The Taste Türkiye Programs" İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Dergisi "Yemek ve Toplum" Özel Sayı Cilt 40 Sayı 1 Yıl 2020
Öz
1970'li yıllarla birlikte kapitalizm, üretim temelli bir yapıdan tüketim temelli bir yapıya doğru dönüşüm yaşarken toplumsal ve kültürel alanda yaşanan gelişmeler sonucunda yeniden üretim, gösteri ve eğlence teması toplumsal alanda dolaşıma girmiştir. Gösteri, kültürel alanda temel varoluş etkinliğinin bir parçası olarak özellikle kitle iletişim araçları üzerinden yaratılan semantik alanda ideolojik bir işleve sahiptir. Neoliberal piyasa ekonomisinin desteklediği tüketim toplumunda gündelik hayat kapitalist saiklere göre planlanırken sistemin devamı için gerekli olan bir insan tipi televizyon üzerinden verilen uzmanlık bilgileri dâhilinde üretilmektedir. Tüketim toplumunda yemek kültürü de şekil değiştirerek insanın yaşamını sürdürmesi için gerekli olan fizyolojik gereksinimi giderme biçiminden uzaklaşarak postmodern dünyanın gereklerine göre yapılandırılmış gastronomi kültürü ile postmodern dünyanın gündelik hayatının sürdürülmesinde işlevsel bir araca dönüşmüştür. Televizyon bu kültürü üreten ve yaygınlaştıran önemli bir araçtır. Bu toplumsal ve kültürel yapı içerisinde gastronomi alanı kimi zaman gösteri ve eğlence teması içerisinde şov dünyasının bir parçası olma ya da neoliberal pazar ekonomisi içerisinde yeni ve kazançlı bir gelir kapısı olarak televizyonda verilen temsiller üzerinden sunulmaktadır. Özellikle uluslararası alanda dolaşıma giren bir program formatı olarak reality yarışma programları bu anlamda ideolojik bir işleve haizdir. Bu programlar bir yandan küresel düzeyde işleyen tüketim ekonomisi içerisinde bireyin gündelik yaşamının örgütlenmesini ve yeni bir insan tipinin kurgulanmasını sağlarken diğer yandan eklektik, postmodern bir yeme içme kültürünü dolaşıma sokmaktadır. Bu çalışmada ulusal televizyon kanalları içerisinde reality programların alt türleri dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmakta ve bu yolla tespit edilen programların tüketim toplumu ve gösterinin ideolojik işleviyle ilişkisi, alana ait kuramsal bir çerçeve üzerinden irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Tüketim Toplumu • Neoliberalizm • Yemek Kültürü • Gastronomi • Yarışma Programları • Reality Programları
Abstract
Together with capitalism's transformation from a production-based structure to a consumption-based structure, as a result of the social and cultural developments in the 1970s, the themes of reproduction, performance and entertainment also entered into circulation in the social field. As part of the basic existential activity in the cultural field, performance has an ideological function, especially in the semantic area created by mass media. While daily life has been planned according to capitalist motives in consumer society with the support of the neoliberal market economy, the type of human that is required for the system's continuation is produced within the knowledge of expertise television provides. Food culture has also changed its shape and diverged from the ways it used to meet the physiological needs required for humans' survival in consumer society; the gastronomic culture structured according to the requirements of the postmodern world has turned food culture into a functional tool for mainting the daily life of the postmodern world. The field of gastronomy is sometimes presented in this social and cultural structure through television shows as part of show business under the themes of performance and entertainment, or as a new and lucrative income channel in the neoliberal market economy. Reality game shows, as a program format that has entered into circulation in the international arena in particular, have an ideological function in this sense. While these programs, on the one hand, allow daily lives to be organized and a new type of person to be constructed within the consumption economy, functioning at the global level, these programs on the other hand circulate an eclectic, postmodern gastronomic culture. This study, has formed a purposeful sample by taking into consideration the sub-types of reality programs within national television channels, and examines the relations the programs identified in this way have with consumer society as well as the ideological function of these programs' performances using a field-theory framework.
Keywords: Consumption society • Neoliberalism • Food culture • Gastronomy • Game shows • Reality programs
"The Representation of Risk Society Discourses in Reality TV Programs" Üsküdar Üniversitesi İleti... more "The Representation of Risk Society Discourses in Reality TV Programs" Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi Etkileşim Yıl 2 Sayı 4 Ekim 2019 p.88-115
Özet
Temellerini Aydınlanma Düşüncesinden alan modernleşme teorisi toplumsal alanı akıl ve bilimin öncülüğünde metafizik bilgi dışarıda kalacak şekilde planlarken belirsizlikler ve riskler üretir hale gelmiştir. Modernliğin kendi üzerine uygulanması anlamına gelen düşünümsellik fikri oluşan bu yeni toplumsal düzeni risk toplumu olarak adlandırırken; risk, modern toplumların gündelik yaşam pratiklerinin bir parçası olarak sıradan insanın hayat epizotlarına eklemlenmeye başlamıştır. Giderek daha fazla etkisi hissedilen risk söylemi medya aracılığı ile modern toplumların gündelik yaşamında dolayımlanmaktadır. Risk toplumu söyleminin içerdiği bilimsel ve teknik uzman bilgileri medyanın oluşturduğu sembolik evrenler içerisinde şekil alırken bireylerin yaşamlarında anlam repertuarları oluşturmaktadır. Böylece toplumların geçmişten getirdikleri geleneksel değer ve normlar bu dönemde dönüşerek neo-liberal pazar ekonomisinin gereklilikleri çerçevesinde güncellenmektedir. Küreselleşme süreciyle Batı ve Batı dışı toplumları eşzamanlı olarak etkileyen bu toplumsal dönüşüm içinde sistemin işleyişinden kaynaklanan risklerin topluma sunulduğu bir mecra olarak olgusal içerikleri temel alan reality programlar farklı alt türleriyle sistemin üretim ve yeniden üretim sürecinde etkin rol oynamaktadır. Bu anlamda söz konusu programlar bir televizyon program türü olmasının ötesinde ideolojik bir araçtır. Reality programların içerdiği risk bilgisi kimi zaman bireylere kentsel yaşamda olası karşılaşacakları risklerden kaçınma pratikleri olarak sunulurken, aynı zamanda neo-liberal pazar ekonomisinin gereklilikleri çerçevesinde alınacak riskler konusunda rehber olma işlevine haizdir. Bu çalışmada ulusal televizyon kanalları içerisinde reality programların alt türleri dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmakta ve bu yolla tespit edilen programların modern kültürün getirisi olan risk duyumu ve belirsizliklerle ilişkisi, alana ait kuramsal bir paradigma üzerinden irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: risk toplumu, düşünümsel modernleşme, geç modernleşme, reality programları, sosyal inşacılık
Abstract
The modernization theory, which takes its foundations from the Thought of Enlightenment, is producing uncertainties and risks while planning the social sphere under the guidance of mind and science in a way to exclude the metaphysical knowledge. Referring to the application
of modernism on itself, the idea of reflexivity calls this new social order as the risk society and the risk has started to join the life episodes of ordinary human being as part of daily living practices of modern societies. With an increasing influence, the risk discourse is mediating in
daily lives of modern societies by means of the media. The scientific and technical know-how that the risk society discourse incorporates takes form inside the symbolic universes created by the media and creates the repertoires of meanings in the lives of individuals. As a result, traditional values and standards that the societies bring in from the past are transforming in this era and being updated within the frame of the requirements of neo-liberal marketeconomy. The reality programs that are based on factual contents as a medium where the risks originating from the functioning of system in this social transformation which simultaneously affects the Western and non-Western societies with the process of globalization are presented to the society, play an active role in the production and reproduction process of the system with their different sub-genres. In this sense, these programs are ideological
mediums beyond being a type of TV program. The risk information that the reality programs incorporate is sometimes presented to the individuals in the form of practices to avoid possible risks they may encounter in urban life, while functioning as a guide for the risks that may be taken within the frame of requirements of neo-liberal market economy. In this study, a sample is created for the purpose of study by considering the sub-genres of reality programs in national TV channels and the relationship of such identified reality programs with the risk perception and uncertainties which come along with the modern culture
is examined based on a theoretical paradigm of the literature.
Keywords: risk society, reflexive modernization, late modernization, reality programs, social constructivism
"Representation of Children's Rights on Print Media: A Research on Hürriyet, Cumhuriyet, Sabah an... more "Representation of Children's Rights on Print Media: A Research on Hürriyet, Cumhuriyet, Sabah and Zaman Newspapers" E-Journal of Yaşar University April 2014 No:34 Vol:9 p.5760-5786
ÖZET
Çocuk hakları birçok konuda sıklıkla gündeme gelmekte, basının bu konudaki duyarlılığı konusunda eleştiriler sürmektedir. Türkiye’de ana akım medyada da benzer örnekler söz konusudur. Haklar ve temsiliyet açısından kadınlar, çocuklar, engelliler, farklı cinsel ve kültürel kimlikler hala mağdur durumdadır. Çocukların medyada farklı toplumsal kategoriler içinde öteki olarak temsili, toplumun sürdürülebilirliği açısından dikkate alınması gereken bir konudur. Bu nedenle çocuk hakları konusunda toplumsal farkındalık geliştirilmesi ayrıcalıklı bir konuma yükselmektedir. Basın bu konudaki misyonundan giderek uzaklaşmaktadır. Çocuklar medyada temsil edilirken haber değeri ve haberin sansasyonel özelliklerinden dolayı, “çocuk hakları” konusuna duyarsızlaşma ve sosyal sorumlulukların yerine getirilmemesi gözlenmektedir.
Bu çalışmada Türkiye ulusal basını içinde yer alan dört farklı gazetenin haberleri incelenmekte ve haberleri çocuk haklarına duyarlılıkları açısından karşılaştırılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: yazılı basın, hak haberciliği, çocuk hakları, temsiliyet, tematik analiz
ABSTRACT
Children's rights become a current issue at many points and İt’s continued critics about the media approaches to this subject. In Turkey some similar examples come into question for the mainstream media. Rights and as representation of women, children, different sex and cultural identities are still suffered. Media presentations of children as “others” in difference social categories is notable question in regard to sustainable of society. For this reason developing a communal awareness about the children's rights enhanced those into a privileged position. The media is gradually whitdrawn from this mission. While the children are being represented on media, value of the news and for the news's sensational properties it has been monitored that there has been a desensitization and not fulfiling the social responisibilities.
This study analyses the four different newspapers included in Turkish natiaonal media and compares the news as the susceptibilities of those for the children's rights.
Keywords: Print media, rights reporting, children’s rights, representation, thematic analysis
"Structural Barriers of Turkish Horror Cinema: A Socio-Cultural Perspective" e-GİFDER September 2... more "Structural Barriers of Turkish Horror Cinema: A Socio-Cultural Perspective" e-GİFDER September 2015 No:2 Vol:3 p.247-274
ÖZET
Sinema ve toplumun karşılıklı bir etkileşim içinde olması nedeniyle, tür sineması da içinde bulunduğu toplumun sosyal ve kültürel yapısıyla yakından ilişkilidir. Tüm toplumlarda tür sinemaları hem endüstrinin gereklilikleri hem de izleyicilerin beklentileri çerçevesinde şekillenmiş ve anlatı içerikleri de söz konusu toplumların kültürel birikimiyle desteklenmiştir. Türk sineması ekonomik nedenler başta olmak üzere politik nedenlerden dolayı endüstrileşememiştir. Türsel çeşitlenme açısından yoksun bir konumdadır. Dolayısıyla Türk sinemasında korku türüne ait yapımlar sınırlı sayıdadır. Bu durum sinemanın endüstriyel problemleri kadar Türk kültürünün sosyal, kültürel özelliklerinin Batı’dan farklı olmasına dayandırılabilir. Türk sinemasındaki mevcut korku türünün kaynakları da Batı temellidir.
Bu çalışmada, korku türünün Türk sinemasında yeterince kendine yer açamaması konusu, 2000 sonrası Türk sinemasında sosyo-kültürel bir yaklaşımla incelenmekte ve korku türünde yapımları olan senarist ve yönetmenlerin konuya ilişkin görüşleri de dikkate alınarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türk sinema endüstrisi, korku sineması, Anadolu folkloru, din.
ABSTRACT
Due to the cinema and the society are involved in an interaction,film genres are closely associated with the socio-cultural structure of that society. In all the societies film genres have been shaped around not only the requirements of industry but also the expectations of the audience and the narration contents have been supported by the cultural accumulations of those societies. Turkish cinema could not industrialize mainly because of the economical and the political reasons.It is deprived of genre diversification for this reason, the productions belong to the horror genres are less and in a finite number in Turkish cinema.This can be based to the industrial problems of the cinema and the different socio- cultural features of Turkey which are strictly different from the West's. The available resources of the horror genres in Turkish cinema are mostly West originated.
In this study the issue of not having enough space of the horror genre in Turkish cinema, after 2000 Turkish cinema has been analyzed and the ideas or the views of the scriptwriters and the directors that have productions of horror genres have been viewed and considered.
Keywords: Turkish film industry, horror cinema, Anatolian folklore, religion.
Conference Papers by Cem Tutar
"Opportunities and Risks of Digitalized Labor in Sustainable Development Process" Galatasaray Uni... more "Opportunities and Risks of Digitalized Labor in Sustainable Development Process" Galatasaray University and Sociology Association 10th National Sociology Congress. Social Situations of the Age of Crises. Galatasaray Üniversitesi ve Sosyoloji Derneği X. Ulusal Sosyoloji Kongresi. Krizler Çağının Toplumsal Halleri. 20-22 Eylül 2023 s.228 (Bildiri Özeti)
Özet
Her dönemde üretim teknolojileri emeği biçimlendirerek verimli hale dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Üretim sürecinin toplam verimliliğinin yükseltilmesi ve emeğin daha nitelikli ve işlevli hale getirilmesi için, 1970’li yıllardan sonra enformasyon ve bilgi teknolojilerine dayalı yeni bir ekonomi-politik sistem içinde nitelikli emeğin karşılaştığı çalışma koşulları değişmeye başlamıştır. Emeğin sahibi, Fordist üretim biçimindeki doğal kaynaklar ve toplumsal yaşamla kurduğu ilişkilerden hızla uzaklaştırılırken, küresel kaynakların kullanımında endüstri dışı alanların öne çıktığı yeni bir yapılanma içine dâhil edilmektedir. Bu dönemle emeğin denetim stratejileri, dijital ekonomiyi işler kılacak iş ve hizmet örgütlenmelerine kaymıştır. Süreç, emeğin öznel denetim formlarıyla iş yaşamının müphemliklerini aynı potada bir araya getirirken, dijital teknolojilerin yarattığı otomasyonun öne çıkardığı işsizlik, çalışan emeğin pazarlık gücünü baskı altına almaktadır. 1980’li yıllardan itibaren sıkça söz edilmeye başlanan “sürdürülebilirlik” fikri, endüstriyel kapitalizmin sonsuz gelişim fikrini rafa kaldırmakta, doğal ekosistem, insan ve toplumsal yaşam arasında dengeli yeni bir gelişme modeli olarak tanımlanan yapıyı öne çıkarmaktadır. Bu süreçte ekonomi alanındaki dijitalleşme bireylerin eğitimlerini sürekli yetersiz kılarak yaşam boyu eğitim gibi yeni tanımlamaları beraberinde getirmiştir. Dijital emek borsasındaki öznenin bu konumu dönemin egemen güçleri tarafından medya üzerinden dolaşıma dâhil edilen yeni imal edilmiş belirsizlikler ve risk söylemleriyle pekiştirilmektedir. Küresel emek piyasasında emeğin öznelleşme formları söz konusu alanlardaki enformasyon akışının bir parçası olarak görünürlük kazanmaktadır. Özneler için dijital emek piyasası kimi zaman çekici ve cazip fırsatlar bütünü olarak sunulurken kimi zaman ise toplumsal yaşamın yabancılaşmış ve anomik doğası söz konusu araçlarda öne çıkarılarak toplumsal bir denetim mekanizması olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada, içinde yaşadığımız dijital kapitalist dönemde emeğin dijitalleşmesi sürecinde toplumsal yaşamda öne çıkan risk, belirsizlik ve fırsatlar alana ait kuramsal literatür üzerinden eleştirel perspektiften irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: sürdürülebilir kalkınma, dijital kapitalizm, dijital emek, risk toplumu, emeğin denetimi, medya.
Abstract
The production technologies of each period aim to transform labor and make it productive. A new political economy based on information technologies has become globally functioning after the 1970s in order to increase total productivity in the production process and make the labor more qualified and functional. As a result of this period, labor's control strategies have shifted to production and service areas that will make the digital economy functional, while the way in which the laborer relates to natural resources and social life in the Fordist production system has changed. The subjective control forms of labor and the ambiguities of working life has gathered in this new economic structure. Moreover, the unemployment that arises from the automated mode of production in working life places the bargaining power of labor under pressure. Getting increasingly popular after the 1980s, the idea of sustainability has casted a veil over the idea of infinite development of industrial capitalism and put forward a new model of development balanced between the natural ecosystem and social life. In this process, digitalization in the economy has constantly made the education of individuals inadequate and introduced new concepts such as lifelong education. In this context, the position of the subject in the digital labor market is reinforced by newly manufactured uncertainties and discourses of risk that have been circulated through the media by the dominant powers of the time. Forms of subjectification of labor in the global labor market become visible as part of the flow of information in these areas. For subjects, the digital labor market is sometimes presented in the media as a set of attractive and attractive opportunities, while sometimes the alienated and anomic nature of social life is emphasized, and a control mechanism is operated. This study critically examines the risks, uncertainties and opportunities that stand out in social life in the process of digitalization of labor based on the theoretical literature of the field.
Keywords: sustainable development, digital capitalism, digital labor, risk society, media.
"The Social Position of Science and Technology in Digital Capitalism: An Epistemological Inquiry ... more "The Social Position of Science and Technology in Digital Capitalism: An Epistemological Inquiry in the Context of the Colonization of the Lifeworld" Üsküdar University Faculty of Communication 10th International Communication Days Digital Capitalism&Communication Symposium. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi 10. Uluslararası İletişim Günleri Dijital Kapitalizm ve İletişim Sempozyumu 16-18 Mayıs 2023 pp.859-880
Özet
Dijital teknolojiler ve ağlara dayalı çağdaş kapitalizmi niteleyen dijital kapitalizm, Batılı toplumların 1970’li yılların ikinci yarısıyla birlikte tedrici bir şekilde içerisine girdiği ekonomik durgunluğa yanıt olarak tasarlanmıştır. Aşırı birikim rejimi ve sermaye piyasalarının finansallaşması dönemin karakteristik özellikleri haline gelirken, bilişim teknolojileri 1980’li yılların sonuyla birlikte internet ve telekomünikasyon sistemleri temelinde ulusaşırı finans piyasalarının gelişmesini sağlamıştır. Bu süreçte sanayi kapitalizmi döneminde örgütlü kapitalizmin bir özelliği olarak ekonomi alt sistemini bir arada tutan ulus devlet mekanizması küreselleşme ve kapitalist yersizyurtsuzlaşma’nın etkisiyle geriye çekilmeye başlamıştır. Toplumsal gelişme ve ekonomik yapı arasındaki ilişkiler dikkate alındığında dijital kapitalizm, epistemolojik manada pozitivist düşüncenin yapı taşı olan bilimsel bilgi ve teknolojik ilerlemeler üzerine kuruludur. Toplumu oluşturan yaşam dünyası ve sistem alanı arasındaki bir gerilime işaret eden bu yapı amaç-rasyonel eylemler temelinde örgütlenmiştir. Tekno-kapitalist bir toplum olarak tanımlanabilecek örgütsel yapıda, ekonomi ve devlet ilişkilerini kapsayan sistem alanı uzmanlık bilgisi ve teknik yenilikler üzerinden gittikçe rasyonelleşirken yaşam dünyası ise nesneleşmektedir. Bunun sonucunda sembolik bir form olma özelliğini taşıyan yaşam dünyası, ücret, emek ve sermaye ilişkilerinden oluşan örgütsel ilkenin liberal kapitalist toplumda yapısal olarak dönüşmesi sonucunda bir meşruiyet krizi içerisine girmiştir. Geleneksel toplumlarda kültürel gelenekler ve kurumsallaşmış modeller içerisinde meşruiyet kazanan toplumsal yapılar dijital kapitalist toplumda bilim ve teknolojinin oluşturduğu yapay anlam matrisi içerisinde bir yandan sömürgeleştirilirken diğer yandan ise toplumsal sistem yeniden üretilmektedir. Bu çalışmada bilimsel ve teknolojik ilerlemeler üzerine inşa edilmiş dijital kapitalizm kavramı, toplumsal sistemler ve bilgi formları bağlamında ele alınırken sistem eliyle yaratılan ekonomik teknokrasi eleştirel bir paradigma içerisinden teorik zeminde değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Dijital Kapitalizm, Yaşam Dünyası, Modernlik, Meşruiyet Krizi, Epistemoloji.
Abstract
Digital capitalism, which characterizes contemporary capitalism based on digital technologies and networks, was designed as a response to the economic stagnation that Western societies gradually went through in the second half of the 1970s. While the overaccumulation regime and the financialization of capital markets became the characteristic features of the period, information technologies enabled the development of transnational financial markets on the basis of internet and telecommunication systems as of the end of the 1980s. In this process, the nation-state mechanism, which held the economic subsystem together as a feature of organized capitalism during the period of industrial capitalism, began to retreat under the influence of globalization and capitalist deterritorialization. Considering the relations between social development and economic structure, digital capitalism is epistemologically built on scientific knowledge and technological advances, which are the building blocks of positivist thought. This structure, which points to a tension between the lifeworld and the system domain that constitutes society, is organized on the basis of objective-rational actions. In the organizational structure that can be defined as a techno-capitalist society, the system domain, which encompasses the economy and state relations, becomes increasingly rationalized through expert knowledge and technical innovations, while the lifeworld becomes objectified. As a result, the lifeworld, a symbolic form, has faced with a crisis of legitimacy as a result of the structural transformation of the organizational principle of wage, labor, and capital relations in liberal capitalist society. Social structures that have gained legitimacy within cultural traditions and institutionalized models in traditional societies are colonized within the artificial matrix of meaning created by science and technology in digital capitalist society, while the social system is being reproduced. In this study, the concept of digital capitalism built on scientific and technological advances is discussed in the context of social systems and forms of knowledge, while the economic technocracy created by the system is evaluated on a theoretical basis from a critical paradigm.
Keywords: Digital Capitalism, Lifeworld, Modernity, Legitimacy Crisis, Epistemology.
“Political-Anatomy of Outsiders in the Context of the Development of Political Technology in the ... more “Political-Anatomy of Outsiders in the Context of the Development of Political Technology in the Modern State: Z "Immortal" Movie Analysis” SineFilozofi Dergisi 5. Uluslararası Sinema ve Felsefe Sempozyumu 09-11 Aralık 2022 s.14 (Bildiri Özeti)
Öz
Modern ulus devletler 20. yüzyıl boyunca yaratıcı bir yıkım projesi içerisinde daha önceki dönemlerde toplumsal alanda gözlemlenen baskı ve şiddeti kaldırmak için yola çıkarken yeni bir düzen yaratmak adına bizatihi bu baskı ve şiddetin üreticisi olmuşlardır. Bu süreçte toplumsal alanda gözlemlenen sınıflandırma pratiği bir içerme ve dışlama rejiminin parçası haline gelerek yönetim tekniği haline gelmiştir. Michel Foucault, siyasi teknolojilerin kullanımını Batı tarihinin ayırt edici yönü olduğunu vurgularken özneyi incelemek için iktidar ilişkilerine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda geliştirdiği Biyopolitika kavramı, öznenin yaşamı ve bedeni üzerinde hak sahibi olan, ölüm değil yaşam üzerinden tanımlanan bir pozitif iktidar türüdür. İtalyan siyaset felsefesi düşünürü Giorgio Agamben ise biyopolitika kavramının sadece yaşamla değil ölümle ilişkisine dikkat çekerek bu kavramın Antik Yunan’dan itibaren kullanıldığını vurgulamaktadır. Agamben’in çalışmalarındaki temel kavramlardan biri olan Kutsal İnsan “Homo Sacer” öldürülebilen ancak kurban edilemeyen, toplumun dışına itildiği halde öldürülebilir olmasıyla aynı zamanda onun parçası olan bir çifte dışlanmışlık durumunu temsil etmektedir. Bu durumu Devlet Çıkarı “Raison D’état” adı altında bir yasal konumla ilişkilendiren modern devlet, yarattığı istisna halleriyle sosyo-politik alanın içinde ve dışarısında yer alanları tek taraflı olarak düzenleme yetkisi kazanmaktadır.
Sosyalist milletvekili Gregoris Lambrakis’in savaş karşıtı bir konuşma yapacakken öldürülmesini konu edinen Costa-Gavras’ın yönettiği “Z” Ölümsüz adlı filmi siyasal hoşgörüsüzlüğün, politik alandan dışlananların ve dışarıdakilerin bedenine yönelik siyasi teknolojilerinin sinemasal temsilidir. Bu çalışmada söz konusu film, modern devletin siyasi tekniklerinin bir parçası olarak dışarıdakilerin politik konumu ve bedene yönelik iktidar pratikleri bağlamında ele alınarak eleştirel perspektiften incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Modern Devlet, Biyopolitika, Politik Alan, Yabancı, Dışarıdaki, Sinema.
Extended Abstract
In the history of Western thought, the idea of political modernity envisioned a new democratic participatory social structure in which the individual is constructed as a citizen within the nation-state structure. According to Zygmunt Bauman, modern civilization accepted the elimination of violence as one of the main features of the new social order. However, since order is always associated with repression, the institutionalized form of the use of violence is observed in the nation-state structure (2005: pp. 255, 264). One of the social manifestations of modernity is the practices of classification, naming and exclusion under the name of creating order. Thus, determining the positions of actors in the socio-political sphere brings about the annihilation or expulsion of foreigners and outsiders from the political sphere as part of the construction of a new state (Bauman, 2000: pp. 30-32).
Michel Foucault, taking the socio-political forms of human existence from Ancient Greece onwards as the object of scrutiny, analyzed the subject positions in the modern period and their relationship with power practices. According to Foucault, while Zen, as the basic form of life in Ancient Greece, includes the life of animals in terms of characterizing the state of being alive, Bios refers to an ethical-aesthetic and political form of life specific to human beings. In this context, there is biopoetics in Ancient Greece, not biopolitics as observed in the structure of modern society (2017: pp. 33-34). In the 18th century, Foucault defines modern power as Biopower and describes this new type of power as a new normalization mechanism in which, unlike disciplinary systems, human beings become objects of knowledge for power (Foucault, 2019: p. 57).
Political philosophy thinker Giorgio Agamben borrowed the concept of biopolitics from Michel Foucault's work and aimed to carry it forward. According to Agamben, biopolitics did not emerge with the modern period as Foucault states. Agamben argues that biopolitics and biopower have existed since Ancient Greece and defines this idea through the concept of "Homo Sacer". Using the distinction between Zoê and Bios, Agamben attempts to explain the way naked life has been politicized since Ancient Greece. Zoê refers to the bare life common to all living beings, while Bios refers to the way of life of an individual or a group. While Zoê represents bare life, the framework of Bios is generally clear. According to Agamben, Zoê's entry into the domain of the Polis means the politicization of naked life, while the subject's body belongs to power. The Sacred Man, which Agamben borrows from the archaic world, is in its most basic form a person who is judged by the people for a crime. This person is placed in the divine legal order by the fact that he cannot be sacrificed, and in the legal order of the mortal world by the fact that he can kill. The Sacred Man, a state of double exclusion and ambiguity, is a forbidden person excluded from society (Agamben, 2020a: p. 103). According to Agamben, this situation also characterizes the state of exception that is neither outside nor inside the legal order. The state of exception, which is a threshold zone where inside and outside are not mutually exclusive, is a point of imbalance between public law and political phenomenon. In this context, there is a close connection between the state of exception and civil war, uprising and resistance. Through the state of exception, modern totalitarianism has authorized the physical elimination of political opponents (2020b: pp. 10-11, 30).
In Greece in 1963, social democratic MP Gregoris Lambrakis wanted to deliver an anti-war speech and was assassinated due to security lapses, despite having obtained all necessary permits from the authorities. The novel "Z" Immortal, based on this event and published in 1966, was adapted into a movie by Costa-Gavras in 1969 with the same title. Like the director's films Confession (L'aveu-1970) and State of Siege (Êtat de Siêge-1972), "Z" Immortal (Z Immortal Costa-Gavras, 1969) deals with the political intolerance and exclusion from the political sphere under the nation-state structure in the modern era. In this context, "Z" stands out as the cinematic representation of being labeled and excluded in the socio-political sphere for having a different worldview and political tendency, and on the other hand, being destroyed by a reversal of modern biopower in the form of an exception created under the name of state interest "Raison D'état".
"The Downfall of the Normative Area in the Process of Social Differentiation in Urban Space: A Re... more "The Downfall of the Normative Area in the Process of Social Differentiation in Urban Space: A Review on the Movie of Three Monkeys" SineFilozofi Dergisi 4. Uluslararası Sinema ve Felsefe Sempozyumu 10-12 Aralık 2021 s.60-62 (Bildiri Özeti)
Özet
Endüstri Devrimi, üretim araçları ve ilişkilerini rasyonalize ederken kırsal alanlardan büyük kentlere doğru yaşanan göç ile modern kentler kurulmuştur. Daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için kentsel mekânlara yerleşen insanlar, geleneksel toplumdan farklı bir toplumsal yapıyla karşılaşmışlardır. Büyük kentlerin nüfus fazlalığı, heterojenliği ve yoğunluğu toplumsal ilişkilerin farklılaşmasına, geleneksel norm ve değer dizgelerinin yıkılarak yenilerinin yaratılmasına neden olmaktadır. Batı temelli bu mekânsal dönüşüm sürecinde Talcott Parsons’a göre toplumsal ilişkiler, yapı, sistem ve aktör kavramları bağlamında şekillenmektedir. Aktörün davranış kalıpları toplum tarafından belirlenirken bireyler toplumsal rolleri bağlamında rol performansları sergilemektedir. Toplumsal ve kültürel sistemler bireylerin davranışlarını yerleşik norm ve değer dizgeleri üzerinden tanımlarken, toplumsal farklılaşma sürecinde Robert K. Merton’a göre değişen yapı ve işlevler davranış tipolojileriyle telafi edilmeye çalışılmaktadır. Kentsel mekânda yaşanan hızlı toplumsal değişme süreci anomi ve sapma davranışlarının görünürlük kazanmasına neden olmaktadır. Batılı toplumlarda endüstriyel ilişkiler temelinde şekillenen kentsel mekânların aksine Türkiye’de kentleşme süreci daha çok iç göç olgusu üzerinden tanımlanmaktadır. Özellikle 1980 sonrası dönemde kentsel mekânlar Cumhuriyet dönemindeki modernleşme paradigmasının bir kenara bırakılmasıyla neoliberal pratiklerin etkisi altına girmeye başlamıştır. Modernist kent planlamasının terkedilmesi sonucunda kentsel mekânlar eklektik ve mevzii planlar üzerinden tanımlanmaya başlamıştır. Neoliberal politikaların fiziki topoğrafya üzerinde uygulanmasıyla İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde banliyöleşme ve gecekondu yaşamı belirginlik kazanmıştır. Mekânsal pratiklerde yaşanan bu dönüşüm süreci aynı zamanda toplumsal alandaki insan ilişkilerini ve normatif yapıyı da dönüştürmüştür. Toplumsal ilişkilerin para ekonomisi üzerinden tanımlandığı bir dönemde İstanbul’un Fatih ilçesinin Samatya semtinde üç kişilik bir çekirdek ailenin yaşamını konu alan Üç Maymun filmi, kentin banliyösünde yaşam mücadelesi veren bir ailenin sinemasal temsilidir. Film, kentsel mekânın kapitalist dönüşüm sürecinde makro düzeyde sosyo-ekonomik ve politik dinamikler ile mikro düzeyde aktörün davranışlarına yön veren norm ve değer dizgelerinde yaşanan krizi birlikte ele almaktadır. Bu çalışmada, Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun” adlı filmi kentsel mekânda gerçekleşen toplumsal farklılaşma sürecinde bireysel düzlemde toplumsal eylemleri dönüştüren kalıp değişkenler ve davranış tipolojileri bağlamında eleştirel perspektiften ele alınmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kentsel Mekân, Neoliberalizm, Toplumsal Yapı, Anomi, Sinema.
Extended Abstract
Modern cities have emerged as a result of the differentiation of means and relations of production in Western societies through the Industrial Revolution. While the traditional social structure includes the feudal mode of production and primary social relations, secondary social relations have become prominent in urban spaces based on factory production in modern societies. Lewis Mumford states that the main factors in the new urban morphology of the industrial society consist of the factories, the railroads and the suburbs (2019: 536). The socio-economic and cultural dynamics of modernity have organized not only social space but also social relations. The interpersonal relationship patterns are reshaped in the urban area concurrently with the spatial differentiation. As the most significant representative of the structural functionalist view, Talcott Parsons underlines the concept of actor by focusing on the relations between structures and functions in the social field. Parsons, emphasizing that social actions have two basic characteristics such as being goal-oriented and being determined by certain social norms, focuses on the relationship between social system, cultural system and personality systems (1962: 6-8).
In developed Western countries, the suburbanization process has begun as urban centers became to be unattractive for residential and industrial settlements. According to Keleş, suburbs in the West originate from the desire of the wealthy classes to escape from the ecological and social pollution of the city towards new and clean neighborhoods. However, in developing countries, areas close to the town borders stand out as spaces where the masses of peasants coming to the city could find affordable land and build squatter's houses without much interference from the public administration (2017: 55-56). Such transformation process experienced in spatial practices also affected social relations. In this process, behaviors of deviation and anomie in urban areas became prominent. Robert K. Merton explains the change experienced in the social field along with the modern period with the concept of anomie by addressing it in the context of the hidden and open functions of social organization (Kongar, 2000: 162).
The industrial and post-industrial urban designs ensuing each other in the historical process in Western societies are experienced asynchronously in Turkey, especially with the effect of neoliberal policies. Through the policies initiated after the 1980 coup in Istanbul, the field of economy is being restructured in accordance with the neoliberal ideology. As industry moves out of the city, creative industries, productive services, finance and real estate sectors strengthen in Istanbul. The reproduction of space goes through a deregulation-based process rather than being holistic and comprehensive (Yalçıntan et al., 2014: 47-49). In this process, Tanıl Bora draws attention to the permeability between the products of urban culture and the provinces. While the provinces, which is in exchange with the products and images of the culture industry, encounters urban life forms, urban areas become more like provinces as a result of the migration phenomenon (2016: 39-41).
The movie named Three Monkeys (Three Monkeys, Nuri Bilge Ceylan, 2008) about the life of a nuclear family of three living in the Samatya neighborhood of the Fatih district in İstanbul at a time when the social relations are defined through the monetary economy in the capitalist transformation process of urban space. In this study, the movie referred to as Three Monkeys has been analyzed from a critical perspective by means of the Qualitative Content Analysis method, through a theoretical framework of the field, at the intersection of the social differentiation process in the urban space and the crisis in the norms and value systems that shape the behavior of the actor at the micro level.
Three Monkeys, directed by Nuri Bilge Ceylan is about the events experienced by a nuclear family in the Cankurtaran neighborhood of Samatya district of Istanbul, when viewed through spatial practices. In the neighborhood that has lost its traditional structure, the movie Three Monkeys, with a story on concepts such as crime, betrayal and morality, incorporates pattern variables and behavioral typologies that transform social actions at the individual level. When the behavior patterns of the characters were examined, it is observed that the pattern variables such as emotional and non-emotional, sociability and individuality quoted by Parsons and the deviant behavior typologies of Merton such as innovation, conformity, ritualism, retreatism and rebellion take place together. While the sense of interpersonal alienation is felt through the characters in parallel with the development of the storyline as a result of the loss of the normative framework organizing the social life, anomic events come to the fore in the narrative of the film as a result of the influence of neoliberal economic structure in the social sphere.
Keywords: Urban Space, Neoliberalism, Social Structure, Anomie, Cinema.
"The Changing City Image of Istanbul in Television Series: Spatial Determinations and Discontinui... more "The Changing City Image of Istanbul in Television Series: Spatial Determinations and Discontinuities" Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Ulusal Toplum ve Değişme Kongresi Özet Bildiriler Kitabı 02-04 Haziran 2021 p.26 (Bildiri Özeti)
Özet
Küreselleşme sürecinin Batı ve Batı dışı toplumları eş zamanlı olarak etkilemeye başladığı 1980’li yıllardan itibaren İstanbul’un kentsel planlamasında neoliberal ekonomik sistemin etkileri hissedilmeye başlanmıştır. Bu dönemle birlikte kentsel mekânın örgütlenmesinde akışkan toplumsal koşullar içerisinde sermaye, mal, insan ve bilginin serbest dolaşımı etkili olmaya başlamıştır. Toplumsal alanda yaşanan neoliberal eğilimler 1990’lı yıllardan itibaren yayıncılık alanını da etkisi altına alarak özel kanalların görünürlük kazanmasını sağlamıştır. Bu dönemle birlikte bilgi ve iletişim teknolojileri etrafında örgütlenen kapitalizm yapısal olarak dönüşerek enformasyonel kapitalizm adını almıştır. Enformasyon, imaj ve göstergelerin meta halini aldığı bu toplumsal yapıda televizyon programcılığındaki önemli türlerden biri olan diziler ön plana çıkmıştır. Televizyon dizilerinin ilk dönemlerinde İstanbul imgesi göreli bir denge hali ve kapalılık hissi içerisinde mahalle yaşantısını ve buradaki bireylerarası ilişki kalıplarını içermekteyken milenyum sonrası dönemde değişen toplumsal koşullara koşut bir şekilde eklektik ve süreksiz mekânsal pratikler kahramanların gündelik hayatlarına eklemlenmektedir. Televizyon dizilerinin temsil ettikleri İstanbul imgesinde sınıfsal ve kültürel farklılıklar kurgusal bir anlatı içerisinde mekânsal belirlenimler temelinde geçici birliktelikler şeklinde bir araya getirilirken İstanbul bir dizi görsel peyzajın parçası haline gelmektedir. Bu çalışmada İstanbul’u mekânsal pratikler olarak anlatısına taşıyarak son dönemde öne çıkan Fox TV’de yayınlanan “Yasak Elma” adlı dizi, alanla ilgili kuramsal perspektif üzerinden irdelenmektedir.
Anahtar Kelimler: Kentsel Mekân, Neoliberalizm, Kapitalizm, Televizyon Dizisi, Tüketim Toplumu
Abstract
The effects of neo-liberal economic system on urban planning of Istanbul have been felt since the 1980s when globalization had begun to affect the Western and Non-Western societies simultaneously. From that period on, free movement of capital, goods, human and information has become effective in organization of the urban space under liquid social conditions. Neo-liberal tendencies in the social sphere have also influenced the field of broadcasting since the 1990s, giving visibility to private channels. From this period on, capitalism organized around information and communication technologies has undergone a structural transformation and has been called informational capitalism. In this social structure where information, image and indicators have led into a commodity, the series, one of the important types in television programming, have become prominent. In the earlier TV series, Istanbul image reflected the life in a neighborhood and relationship patterns among the people in that neighborhood in a relatively balanced state and feeling of closeness, however, following the millennium, in parallel to changing social conditions, eclectic and discontinuous spatial practices are incorporated into the daily lives of the protagonists. While class and cultural differences are brought together in the form of temporary associations on the basis of spatial determinations within a fictional narrative in Istanbul image represented by TV series, Istanbul becomes part of a range of visual landscaping. This study examines the series named "Yasak Elma (Forbidden Apple)" that is broadcasted on Fox TV and has recently become popular as it reflects Istanbul in the form of spatial practices through its narrative, within the framework of theoretical perspective related to the field.
Keywords: Urban Space, Neoliberalism, Capitalism, TV Series, Consumer Society
"Rethinking Symbolic Interaction on Social Media Platforms: A Discussion on Digital Spaces, New F... more "Rethinking Symbolic Interaction on Social Media Platforms: A Discussion on Digital Spaces, New Facilities and Limitations" 4 th Cultural Informatics, Communication and Media Studies Conference (CICMS 2021) 20-21 Mayıs 2021 p. 107-108 (Bildiri Özeti)
Öz
Mekân ve zaman boyutunda bir yere bağlı olan geleneksel toplumlarda insani iletişim, birincil gruplarda yüz yüze iletişim kalıpları içerisinde şekillenirken modern dönemle birlikte birey ve toplum arasındaki etkileşim sürecinde bu ilişki kalıpları yönlendirici olma özelliklerini yitirmişlerdir. Yeni iletişim formları olarak sembolik etkileşim süreci, eylemin yorumlanmasını içererek toplumsal yaşamda daha kompleks iletişim olanaklarının doğmasına olanak sağlamıştır. Bireyin varlığından bağımsız olan sembollere göre, anlama ve yorumlama süreçleri aynı zamanda en az iki kişinin olmasıyla benliği geliştiren sosyal bir deneyim olarak öne çıkmaktadır. Günümüzde toplumsal alan dijital teknolojiler üzerinden yapılandırılırken internet kullanıcıları fiziki mekânın dışındaki çevrimiçi sosyal medya platformlarında enformasyon, düşünce ve kişisel ilgileri kapsamında paylaşımlarda bulunabilmektedir. Sosyal medya, geleneksel kitle iletişim araçlarından farklı olarak iki yönlü etkileşim sürecinde sembolik anlamı diyalojik olarak inşa etmektedir. Gerçek zamanlı ya da eş zamansız etkileşim olanakları içerisinde öznelere kendilerini sunma şansı veren sosyal medya platformları daha önceki iletişim formlarından farklı olarak kitlesel kişisel iletişimi olanaklı hale getirmiştir. Bu dijital araçlar bir yandan insanlar arası sembolik iletişimi zaman ve mekân boyutunda genişleterek yeni etkileşim olanaklarını küresel düzeyde sunarken diğer yandan geçici taahhütler etrafında gerçek yaşamın yerine konulan sembolik bir evren oluşturmaktadır. Ayrıca sosyal medya üzerinden kurgulanan elektronik yakınlık hissi sembolik etkileşim sürecinde gerçek toplumsal yaşamdaki anlamlı ötekileri bir ekranın arkasına sürüklerken onların yerini otomatik ve algoritmik programlar almıştır. Bu çalışmada sembolik etkileşim sürecinde sosyal medya platformlarının günümüz toplumlarındaki yeri ve işlevi eleştirel bir paradigma içerisinden teorik olarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Sembolik Etkileşim, Kişilerarası İletişim, Dijital Mekânlar
Abstract
Human communication in traditional societies that are dependent on a place in terms of space and time dimensions was shaped within face to face communication patterns in primary groups, however, in the modern era, these communication patterns have lost their guiding nature in the process of interaction between the individual and the society. Symbolic interaction process as a new form of communication has enabled emergence of more complex communication facilities in the social life by involving interpretation of the action. According to the symbols that are independent of existence of the individual, processes of understanding and interpretation come to the fore as a social experience that develops the sense of self based on the presence of at least two individuals at the same time. While today the social sphere is shaped through digital technologies, internet users are able to post information, ideas and personal interests on online social media platforms outside the physical space. Social media, unlike traditional mass media, builds the symbolic meaning in the process of bilateral interaction dialogically. Social media platforms that give subjects a chance to present themselves within real time or asynchronous interaction facilities have made masspersonal communication possible unlike former forms of communication. These digital tools provide, on one hand, new interaction opportunities at the global level by extending symbolic communication among people in terms of time and space dimensions while on the other they create a symbolic universe that replaces the real life around temporary commitments. Furthermore, the feeling of electronic intimacy set over social media pushes the significant others in real social life behind the screen during symbolic interaction and they are replaced by automatic and algorithmic programs. This study provides a theoretical evaluation of the role and function of social media platforms in symbolic interaction process in today's societies from a critical paradigm.
Keywords: Social Media, Symbolic Interaction, Interpersonal Communication, Digital Spaces
"Social Function and Meaning of Game in The Reproduction Process of Daily Life: A Research on Rea... more "Social Function and Meaning of Game in The Reproduction Process of Daily Life: A Research on Reality Game Shows" Ege University 2nd From Traditional to Digital International Media Research Symposium (IMS 2020) Ege Üniversitesi 2. Gelenekselden Dijitale Uluslararası Medya Araştırmaları Sempozyumu Özet p. 22-23, Tam Metin p. 91-102
Özet
Üretim Teknolojileri temelinde değişen mekânın ve zamanın örgütlenmeleri üzerinde kurgulanan gündelik yaşam, dönemin ekonomik olduğu kadar kültürel ve tarihsel özelliklerini de yansıtan verili bir alandır. Üretim teknolojileri ve ilişkilerinin sürdürülebilirliği, zamanın ve mekânın örgütlenmelerinde belirleyici olurken, süreç dönemin yükünü üzerinde taşıyan bir insan prototipini de yürürlüğe koymaktadır. Böylelikle süreç diyalektik bir etkileşimle hem bir toplumsal organizasyonu inşa etmekte hem de bu sürece uygun olarak insanı değişime zorlamaktadır. Gündelik olanın rutinlerinin yarattığı sıkıcı ve baskıcı doğasına karşıt “hedonik bir tüketim alanı olarak oyun” kültürel bir etkinlik olup, yaşamın döngüsü içinde işlevsel bir öneme sahiptir. Oyun ilkel toplumlardan bu yana ayinsel etkinlikten, törensel müsabakalara ve sistemin yeniden üretildiği teknik bir araca evrimleşmiştir. İlkel toplumlarda oyun gündelik hayatın dışında kültürün yeniden üretildiği yaratıcı bir etkinlik olarak çeşitli sembolleştirme süreçlerini kapsamaktadır. Modernlik dünyayı rasyonel saiklerle planlarken oyunu bir boş zaman etkinliği olarak toplumsal dinamizmin dışında tanımlamıştır. Postmodern dönem ise kültürel alanda oyunun yeniden keşfedildiği bir dönem olmuştur. Oyunun çeşitleri içinde yarışma programları postmodern dünyanın tüketim değerlerinin ve mantığının topluma emredildiği ve bireylerin kanıksama içine itildiği alanlardan biridir. Söz konusu programlar, gündelik yaşamın risklerini temsil ederek rakiplerle yaşanabilecek tipik yumuşak bir mücadele deneyimi tahsis etmektedirler. Yarışma anında bireyler medya dolayımıyla kültürel alanın sembolleştirme sürecine katılırlarken, aynı zamanda toplumsal yaşamın tipik temsil alanlarından biri içinde zaman ve mekân kısıtlaması olmaksızın rekabet ve kazanma deneyimine çekilmektedir. Böylelikle reality oyun programlarında yaşanan yarışma deneyimleri, ilkel toplumlardaki yaratıcı yönünü kaybetmiş gündelik yaşam etkinlikleri içerisinde bireyin ve toplumsal sistemin yeniden üretildiği bir mantığı inşa eden mekanizmanın aracı haline gelmiştir.
Bu çalışmada Web TV ortamında yer alan ulusal kanalların, “Reality Yarışma” programları dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmaktadır. Tespit edilen programlarda “sorulan sorular alınan yanıtlar” veri olarak dikkate alınmakta ve ilgili kuramsal çerçeve içinde eleştirel bir yaklaşımla irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Gündelik Hayat, Neoliberalizm, Web TV Ulusal Kanalları, Reality Programlar, Oyun
Abstract
The daily life, which is built on the organization of changing space and time on the basis of Production Technologies, is a given area that reflects economic as well as cultural and historical characteristics of the period. While the sustainability of production technologies and relations is decisive in the organization of time and space, the process also introduces a human prototype that bears the burden of period. Thus, the process constructs a social organization through a dialectical interaction and also forces the human being to change in line with this process. Contrary to the boring and oppressive nature created by the everyday routines, "the game as a hedonic field of consumption" is a cultural activity and has a functional importance in the cycle of life. Since primitive societies, the game has evolved from ritual activity to ceremonial competitions and a technical means where the system is reproduced. In primitive societies, the game involves various symbolization processes as a creative activity in which culture is reproduced outside of daily life. While modernity plans the world with rational motives, it has defined the game as a leisure activity outside the social dynamism. The postmodern period has been a period in which the game was rediscovered in the cultural field. Among the types of games, the quiz games have become one of the areas in which the consumption values and logic of the postmodern world are commanded to society and individuals are pushed into being taken for granted. These shows represent the risks of everyday life and establish a typical experience of soft challenge with competitors. During the competition, individuals participate in the symbolization process of the cultural field through the media, while at the same time being drawn to the experience of competition and winning within a typical representation fields of social life without any time and space constraints. Thus, the competition experiences in reality game shows have become the means of a mechanism that builds a logic in which the individual and social system are reproduced in daily life activities that lost their creative aspect in primitive societies.
In this study, a purpose-oriented sample is created based on the "Reality Game" shows of national channels that are available in the Web TV. The questions asked and answers received in the shows selected are considered as data and examined with a critical approach within the relevant theoretical framework.
Keywords: Daily Life, Neoliberalism, Web TV National Channels, Reality Programs, Game
"Ambiguous Positions In Everyday Life Of The Modern World And The Movie “Rembetiko” As An Example... more "Ambiguous Positions In Everyday Life Of The Modern World And The Movie “Rembetiko” As An Example Of Exclusion Practice" SineFilozofi Dergisi 3. Ulusal Sinema ve Felsefe Sempozyumu 4-6 Aralık 2020 p. 90-91 (Bildiri Özeti)
Öz
Temelleri Aydınlanma Düşüncesi’ne dayanan modernlik fikri, rasyonalizasyon ve bilimsellik düşüncesi üzerine temellenirken gündelik hayatın içerisindeki yaşam dünyalarını tek taraflı bir şekilde örgütleyerek düzenlemiştir. Zygmunt Bauman’a göre modernlik, gündelik hayatın içerisindeki tüm kurum ve yapıları rasyonel saiklere göre planlarken aynı zamanda müphem konumlar inşa etmiştir. Modernite, bireyi ulus devlet yapısı içerisinde yurttaş olarak ele alırken, sisteme eklemlenemeyen ya da tanımlanamayanları yabancı konumuna sürüklemiştir. Yabancılık, müphem bir siyasal konum olarak yurttaşın karşıtı olarak bulunurken 20. yüzyılın başında birçok asimilasyon ve dışlama tekniği ulus devlet yapıları içerisinde tezahür etmiştir. Bu siyasal süreç içerisinde modern dünyadaki gündelik hayatın yapısal bileşenleri olan zaman ve mekân örgütlenmesi dönemin egemenlik ilişkilerinin örüntüsü olarak ortaya çıkmaktadır. Henri Lefebvre sosyolojik tahayyülünde gündelik hayatı Marksist anlamda ele alarak onu praksis felsefesinin içerisinde tanımlamıştır. Bu bağlamda gündelik hayatın ritmi ve mekânsal boyutu bireyin toplumsal yaşamına etki ederek onu dönüştürmektedir. 20. yüzyılın başında Türkiye ve Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi döneminde geçen toplumsal olayları bireysel hayat hikâyesi üzerinden inceleyen Rembetiko filmi tarihsel bir momentte toplumsal yaşama eklemlenememiş, yabancı konumuna sürüklenmiş bir grup insanın gündelik hayatının sinemasal temsilidir. Filmde Rembetiko müziğinin ritmi bir yandan yaşanan bireysel ve toplumsal dramın ritmiyle üst üste binerken diğer yandan modern toplumun örgütlenme tarzına karşı bir direniş alanı olarak öne çıkarak toplumsal alandaki dışlama pratiğinin temsili haline gelmektedir. Bu çalışmada Costas Ferris’in “Rembetiko” adlı filmi ilgili kuramsal perspektif üzerinden modern dünyada dışlama ve içeri katma şeklinde işleyen gündelik hayatın mekânsal ve zamansal işleyişi göz önünde bulundurularak eleştirel perspektiften ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Modernite, Müphemlik, Gündelik Hayat, Toplumsal Mekân ve Zaman, Sinema
Abstract
While grounding on the thought of rationalization and science, the idea of modernity, the foundations of which are based on the Enlightenment Thought, has organized the worlds of living in daily life by reorganizing them unilaterally. Modernity, according to Zygmunt Bauman, has built ambiguous positions at the same time while planning all daily life institutions and structures according to rational motives. Modernity has treated the individual as a citizen within the structure of the nation-state, while dragging those who cannot be articulated into the system or identified within, into the position of an outsider. While foreignness has been present as the opposite of the citizen as an ambiguous political position, many assimilation and exclusion techniques has emerged in the nation-states at the beginning of the 20th century. During this political process, the reorganization of time and space, as the structural components of daily life in the modern world, emerges as the pattern of the domination relations of the period. In his sociological imagination, Henri Lefebvre handled everyday life in a Marxist sense and defined it within the philosophy of Praxis. In this regard, the rhythm and spatial dimension of daily life transforms the individual by affecting their social lives. The movie “Rembetiko”, which deals with the social events that took place during the population exchange between Turkey and Greece at the beginning of the 20th century through an individual life story, is a cinematic representation of a group of people who were unable to be articulated into social life and were dragged into the position of a stranger. While the rhythm of Rembetiko music in the film overlaps with the rhythm of the individual and social drama experienced, on the one hand, it also stands out as a field of resistance against the reorganizing style of modern society and becomes the representation of the exclusion practice in the social area. This study discusses Costas Ferris' "Rembetiko" from a critical perspective by considering the spatial and temporal functioning of daily life, which functions as exclusion and inclusion in the modern world through the relevant theoretical perspective.
Keywords: Modernity, Ambiguity, Everyday Life, Social Space and Time, Cinema
"Urban-Public Space Crisis: Personalized Tele-Visual Spaces; A News Agenda on Reminding and Maki... more "Urban-Public Space Crisis: Personalized Tele-Visual Spaces; A News Agenda on Reminding and Making Forget" 17 th International Symposium Communication in the Millennium CIM 2020 November 5-6 2020 p. 236 (Bildiri Özeti)
Özet
Örgütlü ve siyasi bir yapılanma şekli olarak kamusal alanın ilk tasarımı Antik Yunanda yer almaktadır. Emek yoğun üretimin ve köleliğin kurumsallaştığı Polis, sadece özgür erkek yurttaşların kamusal alana katılımını sağlayan bir mekân örgütlenmesi olarak idealize edilmiştir. Kent ve kamusal alan etkileşimi bu tarihten itibaren benzer şekilde emek yoğun üretimin yapıldığı Orta Çağ Avrupa’sında bazı sembolik değişimler olsa da özel alan ve kamusal alan birbirinden tam ayrılmamıştır. Kamusal alan Avrupa’da 17. Yüzyıl sonrası modern dönem boyunca, kamusallaşmış olayların kamusal bir alanda eleştirel denetimine tabii tutmak olarak biçimlenmiştir. Oysa ki günümüzde neoliberal ekonomik sistemin toplumun her alanında etkisini hissettirdiği postmodern dönemle birlikte, kamusal alandaki yapısal dönüşüm teknoloji merkezli bir denetim alanına kaymıştır. Geleneksel toplumlarda bir yere bağlı olan zaman ve mekân örgütlenmesi postmodern dönemle birlikte şekil değiştirerek yer duygusunun yitirildiği sanal ekosistemlerin topoğrafyalarına doğru yönelim göstermektedir. Bu toplumsal yapı içerisinde televizyon yayıncılığı da yeni medya olarak adlandırılan dijital teknolojiler ile eklemlenerek kültürel içeriklerin aktarılma ve alımlama süreçlerinde dijital ortamın aktif izleyicisi kavramını öne çıkarmıştır. Post-kapitalizmin dinamiklerinin ivmelendirdiği gündelik yaşamın televizyondaki bilgi ve haber içerikleri, dijital teknolojiler yoluyla herhangi bir kısıtlama olmaksızın dolaşıma girmektedir. Kişiselleştirilmiş tele-görsel mekânlarda kişisel ilgileri temelinde biçimlenen haber içeriklerine yönelimde, toplumsal hafıza kaybolmuş, hatırlama ve unutmalar medyanın çoklu denetim ve temsil alanlarına terkedilmiştir. Televizyon üzerinden yaratılan yapay kamusallıklar üzerinden oluşan tarafgirliklerle ekonomik ve politik sorunlar gerçek toplumsal bağlamlarından uzaklaştırılırken, haber içerikleri hatırlatma ve unutturma mekanizmaları üzerinden işlerlik kazanarak bütünsel bir gösteri söyleminin parçası haline gelmektedir. Bu çalışmada postmodern kentsel mekan içerisinde kamusal alanın dönüşümü tarihsel gelişimi göz önünde bulundurularak tartışılırken, televizyon haberlerinin oluşturduğu gündemin süreçteki rolü ve önemi eleştirel bir paradigma içinde teorik olarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kamusal Alan, Postmodern Kent, Televizyon Haberleri, Tüketim Toplumu
Abstract
The first design of the public space as an organized and political structure was first seen in Ancient Greece. The Polis, where labor-intensive production and slavery were institutionalized, had been idealized as a spatial organization that allows only free male citizens to participate in the public space. Even though there have been certain symbolic changes in this interaction between the urban and the public space since these dates, the private space and public space have not been completely separated from each other also in Middle Age Europe, where labor-intensive production was carried out. The public space was used in Europe during the modern period after the 17th century for civil society to criticize and control the events that became public. However, in today's world, along with the postmodern period when the neoliberal economic system makes its impact felt in all areas of society, the structural transformation in the public space has shifted to a technology-centered control area. The organization of time and space, which depends on a place in traditional societies, changes shape with the postmodern period and tends towards the topographies of virtual ecosystems where the sense of place is lost. Within this social structure, television broadcasting has been articulated with the digital technologies that are called as the new media, bringing forward the concept of active audience of the digital environment in the transfer and reception processes of cultural contents. The information and news contents on television regarding daily life, accelerated by the dynamics of post-capitalism, are circulated without any restrictions through digital technologies. In the orientation towards news contents in personalized tele-visual spaces that are shaped on the basis of personal interests, social memory has been lost and reminding and making forget have been left to the multiple control and representation areas of the media. While the economic and political problems are removed from their real social contexts with the prejudices formed over artificial publicities created on television, the news contents become part of a holistic demonstration discourse by gaining function through mechanisms of reminding and making forget. In this study, while the transformation of the public space within the postmodern urban sphere is discussed by considering its historical development, the role and significance of the agenda formed by television news is evaluated theoretically within a critical paradigm.
Keywords: Public Space, Postmodern City, Television News, Consumption Society
"The Rise of Care of The Self in Daily Live Activities in The Digitalizing World" Üsküdar Univers... more "The Rise of Care of The Self in Daily Live Activities in The Digitalizing World" Üsküdar University Faculty of Communication 6 th International Communication Days Digital Transformation Symposium Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi 6. Uluslararası İletişim Günleri Dijital Dönüşüm Sempozyumu p.491-517
Özet
Gündelik hayatın kültürü; internet ve mobil teknolojiler ile dolaşımda olan yeni kültürlerle beslenmekte, geçmişten gelen yerleşik değer ve norm dizgeleri üzerinde sürekli bir değişim yaratılmaktadır. Dolayısıyla coğrafyaların geçmişten getirdiği gündelik yaşamı biçimlendiren geleneksel kültürler, melezlenerek zamanından ve mekânından kaydırılmaktadır. Söz konusu kültür akımlarıyla, özneler, gündelik yaşam aktiviteleri içinde kullandıkları dijital teknolojiler yoluyla girdikleri çevrim içi ve çevrimdışı süreçler içinde buluşmaktadırlar. Kendi rızalarıyla ve istekli olarak anlamlı ve önemli gördükleri kültürel değerleri alımlayarak, kendi öznelliklerini inşa etme sürecine girmektedirler. Böylelikle dijital kültür, öznelerin yaşam pratiklerinin değer ve norm dizgeleri içine sinerek öznelleşmektedir. Edinilen bu “yeni kültürel formlar” gerçekte, küresel ve ulusal iktidarların öznelleşmesinin farklı kurguları olarak, gündelik yaşam pratiklerinde dışlaşmaktadır. Benlik teknolojileri olarak da değerlendirilebilecek bu dijital tekno-dünyanın pratikleri içinde özneler, biyo-iktidarlar yoluyla kendi bedenlerini, ruhlarını, düşünce ve hareket tarzlarının üzerinde bir dizi operasyonlar yaparak, kendilerince kurdukları öznelliklerini dijital bir atmosfer ve yaşam algısı içinde ifşa etmektedirler. Süreç; güncelliğini kaybetmiş eski gelenekçi eğilimlerden, güncel tüketim kültürünün olanaklarıyla uzaklaşma ve arınma, yenileşme, mutluluk, bilgelik, kusursuzluk, ölümsüzlük ve narsistik eğilimler içinde yerel coğrafyanın insani görünümlerini değiştirip dönüştürmektedir. Böylelikle diğer öznelerle kurdukları etkileşimlerinde hem farklılık bireysellik hem de eşgüdümlülük nosyonunu sağlayarak, toplumsal etkileşim süreçlerinde de sistemle aidiyet sağlamış olmaktadırlar.
Bu çalışmada Web TV ortamında yer alan ulusal kanalların, “Gündelik Yaşam ve Moda Programları” dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmakta ve bu yolla tespit edilen programların kimlik temsillerinin kurgulanan öznellikleri ve kendilik kaygıları, postyapısalcı bir yaklaşımla irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kimlik, Öznellik, Kimlik Teknolojileri, Tüketim Kültürü, Web TV Ulusal Kanalları, Gündelik Yaşam ve Moda Programları
Abstract
The culture of everyday life is fed with the new cultures that are circulating with internet and new technologies and a continuous change is created on established value and norm systems that come from the past. Therefore, traditional cultures that the geographies bring from their past and that shape the everyday life are hybridized and shifted from their time and space. With such cultural trends, subjects meet in online and offline processes which they get into by means of digital technologies they use in their daily life activities. They enter into the process of building their own subjectivities by adopting the cultural values they consider meaningful and important with their own consent and willingness. Thus, digital culture becomes subjective by permeating the value and norm systems of life practices of the subjects. In reality, this acquired "new cultural formats" manifest itself in daily life practices as different constructs of the subjectivation of global and national powers. In the practices of this digital techno-world, which can also be considered as self-technologies, the subjects perform a series of operations on their own bodies, souls, styles of thought and manner through bio-powers and disclose their subjectivity within a perception of digital atmosphere and life. The process changes and transforms humanistic aspects of local geography through divergence and from out-of-date traditional trends with the facilities of current consumption culture as well as regeneration, happiness, wisdom, perfection, immortality and narcissistic trends. Therefore, they ensure the notion of both difference and individuality and coordination in their interactions with other subjects and belonging to the system in their social interaction processes.
In this study, a purposive sample is created by considering the "Daily Life and Fashion Programs" aired on national channels available on Web TV and subjectivities and care of the self of the identity representations of such programs are examined with a post-structuralist approach.
Keywords: Identity, Subjectivity, Identity Technologies, Consumption Culture, Web TV National Channels, Everyday Life and Fashion Programs
Uploads
Papers by Cem Tutar
Öz
Michel Foucault, siyasi teknolojilerin kullanımını Batı tarihinin ayırt edici yönü olduğunu vurgularken, özneyi incelemek için iktidar ilişkilerine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda geliştirdiği Biyopolitika kavramı; öznenin yaşamı ve bedeni üzerinde hak sahibi olan, ölüm değil yaşam üzerinden tanımlanan bir pozitif iktidar türüdür. İtalyan siyaset felsefesi düşünürü Giorgio Agamben ise biyopolitikanın sadece yaşamla değil ölümle ilişkisine dikkat çekerek bu kavramın Antik Yunan’dan itibaren kullanıldığını vurgulamaktadır. Agamben’in çalışmalarındaki temel kavramlardan biri olan Kutsal İnsan “Homo Sacer” öldürülebilen ancak kurban edilemeyen, toplumun dışına itildiği halde öldürülebilir olmasıyla aynı zamanda onun parçası olan bir çifte dışlanmışlık durumunu temsil etmektedir. Bu durumu Devlet Çıkarı “Raison D’état” adı altında bir yasal konumla ilişkilendiren modern devlet, yarattığı istisna halleriyle sosyo-politik alanın içinde ve dışarısında yer alanları tek taraflı olarak düzenleme yetkisi kazanmaktadır. Costa-Gavras’ın yönettiği “Z” Ölümsüz filmi siyasal hoşgörüsüzlüğün, politik alandan dışlananların ve dışarıdakilerin bedenine yönelik siyasi teknolojilerinin sinemasal temsilidir. Bu çalışmada söz konusu film, modern devletin siyasi tekniklerinin bir parçası olarak dışarıdakilerin politik konumu ve bedene yönelik iktidar pratikleri bağlamında ele alınarak eleştirel perspektiften incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Modern Devlet, Biyopolitika, Politik Alan, Yabancı, Dışarıdaki, Sinema.
Abstract
Michel Foucault emphasized the use of political technologies as a distinctive aspect of Western history and drew attention to power relations to examine the subject. The concept of Biopolitics he developed in this context is a type of positive power that has rights over the life and body of the subject, defined in terms of life, not death. Italian political philosophy thinker Giorgio Agamben, on the other hand, draws attention to the relationship of the concept of biopolitics not only with life but also with death, emphasizing that this concept has been used since Ancient Greece. Homo Sacer “The Sacred Man”, one of the basic concepts in Agamben's work, represents a state of double exclusion that can be killed but cannot be sacrificed, a state of double exclusion that is at the same time a part of society even though it is excluded from it. The modern state, which associates this situation with a legal position called State Interest "Raison D'état", gains the authority to unilaterally regulate those inside and outside the socio-political sphere through the states of exception it creates. The film "Z" Immortal, directed by Costa-Gavras, is a cinematic representation of political intolerance and its political technologies on the bodies of those who are excluded from the political sphere and outsiders. In this study, the film in question is analyzed from a critical perspective in the context of the political position of outsiders as part of the political techniques of the modern state and the practices of power over the body.
Keywords: Modern State, Biopolitics, Political Space, Foreigner, Outsider, Cinema.
Özet
Geleneksel ve modern dönemde tüketim etkinliği öncelikle üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak arz ve talep yasaları içerisinde belirlenirken 1970’li yıllarla birlikte tüketim kültürü toplumsal alanın temel örgütlenme şekli haline gelmiştir. Bu dönemde gündelik hayat pratikleri içerisinde tüketim nesnelerinin alanı gün geçtikçe genişlerken sosyal teoride özne ve nesne arasında kurulan klasik diyalektik ilişkide bir tersine çevrim gerçekleşmiştir. Böylelikle öznenin nesne üzerindeki belirleyiciliği azalırken, nesneler sistemi bütünsel bir söylem alanı olarak toplumsal yaşamın merkezine oturmuştur. Tüketim toplumunun nesneler dünyası üzerinden işlediği göz önüne alındığında günümüzde kapitalist sistem, tüketim nesneleri üzerinden bir yandan toplumsal alanı yeniden üretirken diğer yandan nesnelerin taşıdığı gösterge değerleri toplumsal alanda yeni içerme ve dışlama stratejileriyle bir denetim mekanizması görevi üstlenmektedir. Tüm bu sürecin işlemesinde televizyon toplumsal alanda yeni bir gerçeklik rejiminin parçası olarak nesneler sistemini yeniden büyülenmenin bir aracı haline getirmiştir. İçerikten yoksun salt biçimsel formlar haline gelerek genişleyen nesneler dünyası, toplumsal anlamın entropik bir süreçte içeriğinin boşalmasına neden olmaktadır. Televizyon yayıncılığında realite programları gündelik hayatın fragmanlarını ekrana taşırken bu programların bir alt türü olan yaşam tarzı programları gündelik hayatın tüketim kültürüne dayalı yaşam evrenini meşrulaştıran bir anlam matrisini sembolik olarak inşa etmektedir. Bu çalışma gündelik hayat etkinliklerinin ideolojik doğasında nesneler sisteminin anlam ve işlevini yaşam tarzı programlarındaki temsiller üzerinden tartışmak amacındadır. Bu bağlamda amaca yönelik bir örneklem oluşturularak tespit edilen programlar Nitel İçerik Analizi yöntemi kullanılarak eleştirel perspektiften yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: tüketim toplumu, nesneler sistemi, gündelik hayat, televizyon.
Abstract
In the traditional and modern period, consumption efficiency was determined primarily as a result of production relations within the laws of supply and demand, while in the 1970s, consumer culture became the main form of organization of the social sphere. During this period, the field of consumption objects in everyday life practices expanded day by day, while in social theory, a reversal took place in the classical dialectical relationship established between subject and object. Thus, the determinacy of the subject over the object is reduced, while the system of objects is placed at the center of social life as a holistic field of discourse. Considering that the consumer society operates through the world of objects, today the capitalist system reproduces the social sphere on the one hand through the objects of consumption, and on the other hand, the indicative values carried by objects serve as an audit mechanism with new inclusion and exclusion strategies in the social sphere. In the process of this whole process, television has made the system of objects means of re-enchantment as part of a new reality regime in the social sphere. The expanding world of objects, becoming purely formal forms devoid of content, causes the emptying of the content of social meaning in an entropic process. Reality programs carry fragments of everyday life on the screen in television broadcasting while lifestyle programs, which are a subspecies of these programs, symbolically construct a meaning matrix that legitimizes the universe of life based on the consumer culture of everyday life. This study aims to discuss the meaning and function of the system of objects inherent in the ideological nature of everyday life activities through representations in lifestyle programs. In this context, the programs determined by creating a goal-oriented sample were interpreted from a critical perspective using the Qualitative Content Analysis method.
Keywords: consumer society, the system of objects, everyday life, television.
Özet
Modern dönemdeki kent yaşamı endüstriyel üretim ilişkileri temelinde örgütlenirken, 1970'li yıllardan itibaren postmodern kentlerde tüketim etkinliği ön plana geçmiştir. Sanayi sonrası toplumsal yaşamın gereklerine cevap veren postmodern kentlerin, kültür ve mekân etkileşimleri, özellikle 1980'li yıllarda küreselleşmenin hız kazanmasıyla birlikte bilgi ve iletişim teknolojilerinin sağladığı olanaklarla çeşitlenerek bulundukları coğrafyaların içerisinde görünürlük kazanarak markalaşmaktadır. Yeni dönemin sermaye birikim süreçlerinin merkezleri olarak kentlerin mekânsal pratikleri, aynı zamanda maddi kültürün oluşum sürecini de yapısal olarak değiştirmiştir. Yaşam biçimlerini dönüştüren yeni dönemin bilgi teknolojileri, gastronomi kültürünü de etkilemiştir. Gastronomi kültürü içerisinde yemeğe ait bilginin öğrenilmesi ve aktarılmasında usta çırak ilişkisi içerisinde yapılandırılan mesleki bir zanaatkârlık söz konusudur. Postmodern dönemle birlikte gastronomi alanında uzman bilgisi zanaatkârlığın yerini alırken, maddi kültürün bütünselliği de parçalanarak kapitalist sistem tarafından yönetilip denetlenmeye başlamıştır. Çalışma kapsamında gastronomi alanına uzun yıllardır emek vermiş aşçıların sosyal medya içerikleri nitel içerik analizi yöntemi kullanılarak ilgili kuramsal literatür üzerinden tartışılmıştır. Buna göre kapitalizmin gastronomi alanına ait uzmanlık bilgisini yeni medya ortamları içerisinde ticari bir yaklaşımla tanımladığı görülmüştür. Dijital ekosistemler içerisinde yaratılan gastronomi alanı, yeme-içme pratiklerini yerel kültürel öğelerinden kopararak, eklektik ve sentetik bir küresel alanın parçası haline getirirken, gastronomi estetikleştirilmiş sunumlar içinde bütünsel bir gösteri söyleminin parçası haline gelmiştir.
Anahtar Kelimeler: Postmodern Kent, Tüketim Toplumu, Gastronomi, Zanaatkârlık, Sosyal Medya
Abstract
While the urban life in the modern period has been organized on the basis of industrial production relations, the consumption activity has come into the forefront in postmodern cities since the 1970s. The culture and space interactions of postmodern cities that respond to the requirements of post-industrial social life began to shape with the facilities provided by information and communication technologies, especially with the acceleration of globalization in the 1980s. The postmodern cities become apparent in the geographies they are located and become brands in this process. The spatial practices of cities as the centers of capital accumulation processes of the new era have also structurally changed the formation process of material culture. Transforming the lifestyles, the information technologies of the new era also influenced the gastronomy. The gastronomy culture involves the craftsmanship structured through the master-apprentice relationship in the process of learning and transferring the knowledge about food. With the postmodern period, the expertise in the field of gastronomy has replaced craftsmanship, and the integrity of material culture has been fragmented and started to be managed and controlled by the capitalist system. The social media contents of the chefs who have worked in the field of gastronomy for many years were discussed through the relevant theoretical literature using the qualitative content analysis method within the scope of the study. Accordingly, it was found that the capitalism defines the expertise of gastronomy with a commercial approach in new media environments. While the field of gastronomy established within digital ecosystems makes eating and drinking practices a part of an eclectic and synthetic global space by detaching it from local cultural elements, gastronomy has become a part of a holistic show discourse within aestheticized presentations.
Keywords: Postmodern city, Consumption society, Gastronomy, Craftsmanship, Social media
Extended Abstract
The idea of modernity has unilaterally organized the worlds in everyday life, planning the social space with political motives from two positivist points of view, such as rationalization and science. While handling modernity as a process, Max Weber has identified the concept of rationality as one of the unifying themes of his works, giving it a privileged place. According to Çiğdem, for Weber, rationality means the realization of computable reason in the social sphere and enables the continuation of processes of cultural, social, intellectual, and economic rationalization. In this context, Weber's theory of modernity takes place on two interrelated levels. The first of these means the emergence of modern consciousness structures, while the second means the rationalization of lifestyles (2015, pp. 146, 155).
Based on Weber's sociological imagination, Zygmunt Bauman mentions the obsession with order that develops due to the rationalization processes of the idea of modernity. Bauman says that every attempt to streamline "things" in order to eliminate the complexity of the world will create new uncertainties and ambiguities, and notes that the more efforts to establish order, the more uncertainty will increase (2005, pp. 44-47). Beginning in the 18th century, the idea of modernity seems to be closely related to the nation-state structure. When legislators or norm-makers of the nation state organize everyday life in an instrumental form of communication with the general society, the individual is considered within the concept of citizen. In this context, those that cannot be articulated with the system and those that cannot be defined are dragged into the foreigner position. According to Lefebvre, in the modern State, the citizen is externalized in the face of himself, separated from the private and productive person. He/ she finds himself / herself in a political community that he / she sees as social. In this context, a citizen becomes a political fiction, a person who is aware of public affairs, whose conviction is motivated and who knows the laws (2012, pp. 94-95).
The film Rembetiko (Rembetiko, Costas Ferris, 1983), which bears the social events that took place in the process of population exchange between Turkey and Greece at the beginning of the 20th century on its background and processing the practices such as exclusion and alienation, which were manifestations of modern thought in the everyday life of the period, demonstrates fragments from the daily life of those who could not integrate with the general social structure within the nation state in a historical moment. In this study, Rembetiko film was examined from a critical perspective by the Qualitative Content Analysis method through a theoretical framework belonging to the field at the intersection of everyday life with the modernity project.
In Costas Ferris' film " Rembetiko", the transformation of music in parallel with the cyclicity of everyday life is described in the process of social formation of the nation-state. While the socio-economic and political dynamics that emerge under the nation-state structures that stand out as a modern project form the narrative structure of the film, the ambiguous positions and exclusion practices that are the product of the modernity project on the philosophical ground are some of the topics the director deals with. On the other hand, the film defines the daily life of the exchange people through praxis, ie production activities. In this context, not only the integration with the nation-state structure as a citizen in a political sense, but also the integration with the new social structure in socio-economic and cultural terms come to the fore. Thanks to the plot developed in parallel with the critical perspective of the film, social dynamics such as the metaphor of spontaneity, which is a structural feature of daily life without being didactic, accompany the lives of heroes, while transforming their lives at the micro level, on the other hand, the macro social transformation experienced in the early 20th century is conveyed to the audience. Archival images used as exterior scenes in parallel with the fictional narrative also serve as a documentary in portraying the social conditions of the period.
Rembetiko film, on the one hand, involves the efforts of the refugees to hold on to life under bad conditions, and on the other hand, a success story in which hope is not always lost is embodied in Marika's personality. The Rembetiko film also shows the difficulty of being a refugee in the similar cyclical life stories of Marika's mother Adriana, Marika and her daughter Matina. This situation can be combined with the cyclicity of everyday life and time through Lefebvre's sociological imagination. Breaking moments that accompany routine cycles in everyday life indicate social transformations. Rembetiko music in the film coincides with a possessed moment with Lefebvre's description. Rembetiko music points to a minor mode of existence for this excluded group in the transformation process in daily life under the project of modernity in the social field. As the social conditions that led to the formation of this music genre disappeared and the nation-state process was completed over time, Rembetiko became a form of music in popular culture.
Öz
Sosyo-ekonomik ve kültürel alanlarda geçmişin toplumsal formlarından farklı bir örgütlenme tarzına sahip olan neoliberalizm ekonomik alanda post-fordist üretim süreçlerine ve sermaye birikim rejimlerine işaret ederken, toplumsal alanda bireyin ön plana alındığı tüketim ekonomisiyle ilişkilendirilmektedir. Tüketim kültürü altında kentsel mekânların neoliberal dönemde kapitalist dinamiklerce şekillendirilmesi sürecinde medya teknolojileri ön plana çıkmaktadır. Günümüzde gerek konvansiyonel gerekse yeni medya teknolojileri vasıtasıyla yapılandırılan bir kültürel alan içerisinde mekâna ilişkin bilgi kapitalist sistemin değerleri üzerinden inşa edilmektedir. Tüketim kültürünün mekânsal pratikler ve yaşam tarzları üzerinden kurguladığı egemen değerler medya üzerinden meşrulaştırılırken söz konusu alana ilişkin norm ve değerler sistemi bireylerin gündelik hayat pratiklerinde somutlaşmaktadır. Bu çalışma ‘Kültürel Kuram’dan hareketle kentsel mekân, insan ve medya alanı arasındaki etkileşim sürecini diyalojik bir yaklaşımla irdelemektedir. Neo-Marksist perspektiften hareketle mekânın toplumsal üretim sürecine odaklanan çalışma aynı zamanda praksisin bir parçası olan kültürel alan içerisinde günümüzde kentsel mekânları tanımlamak için kullanılan küresel kent olgusunun altında yatan sosyo-ekonomik ve politik dinamikleri tartışmak amacındadır. Bu bağlamda amaca yönelik bir örneklem oluşturularak tespit edilen mekânlar nitel içerik analizi yöntemi kullanılarak eleştirel perspektiften yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: neoliberalizm, kentsel mekân, küresel kent, tüketim kültürü, medya, Karaköy.
Abstract
Having an organization style in the socio-economic and cultural areas which is quite different from the societal forms of the past, neoliberalism, while referring to post-Fordist production processes and capital accumulation regimes within economic area, is further associated with the consumption economy foregrounding the individuals in the societal area. Media technologies come into prominence within the process in where the urban spaces are given from by the capitalist dynamics within the neoliberal period. At the present time, information related to the space within the cultural area structured by means of both the conventional and the new media technologies is built through the values of the capitalist system. While the dominant values established by the consumption culture through the spatial practices and lifestyles are justified and legitimized, the system of norms and values related to the space in question is concretized in the daily life practices of the individuals. This study scrutinizes the interaction process among the urban space, people and the media through a dialogical approach with reference to the ‘Culture Theory’. Focusing on the social production process of space with a neo-Marxist approach, this study further aims to discuss the socio-economic and political dynamics underlying the global city phenomenon, used to define the urban spaces in our modern times, within the cultural space, which is also a part of praxis at the same time. In this context, the spaces identified by establishing an objective-oriented sampling have been interpreted by applying the qualitative content analysis method through the critical perspective.
Keywords: neoliberalism, urban space, global city, consumption culture, media, Karaköy.
Öz
Sermayenin mekânsal hareketliliğine koşut, kültürel olarak postmodern, modern ve geleneksel ilişkilerin iç içe yaşandığı kentsel mekanlar, neoliberal üretim politikalarının ve ideolojilerinin yarattığı eşitsizlikler ve toplumsal farklılıklarla görünüm kazanmıştır. Atomize olan, yalnızlaşan insanlar; geleneksel toplumda ya da örgütlü modernlik dönemindeki sınırları belirli bir toplumsal yapı içerisindeki güvenilir mekânsal ilişkiler ve kimlik algısına duyulan özlemle medya tüketimine yönelmektedirler. Televizyon çeşitli program içerikleriyle toplumsal belleğin oluşmasına katkı sağlarken prime time yayın akışı içinde dolaşımda olan diziler söz konusu belleği sürekli güncelleyerek, geleneksel, modern ilişkileri postmodern dünyanın yörüngesine nostaljik unsurları kullanarak sürüklemektedir. İzleyiciler, geçmişin bu tanıdık kültürel yaşam kalıplarına takılarak, daimi izleyici statüsüne yerleşirken, dizilerin temsil ettiği gündelik yaşam pratikleri üzerinden kendiliklerini yeniden inşa etmektedirler. Bu çalışmada postmodern kentteki mekânsal pratikler ve kültürel yapıyla ilişkili olarak son dönemde öne çıkan TRT 1’de yayınlanan “Tutunamayanlar” adlı dizi, alanla ilgili kuramsal perspektif üzerinden irdelenmektedir. Buna göre söz konusu dizi bir yandan sosyo-ekonomik ve kültürel olarak toplumsal yapıyla bütünleşemeyenlerin gündelik hayatından fragmanları temsil ederken diğer yandan eskinin anlam boyutuna yapılan vurgularla günün sorunlarının nasıl aşılmaya çalışıldığını ortaya koymaktadır. Dizide postmodern kültürdeki genel anlam kaybına karşılık tarihsel momentteki önemli figür ve olaylara yapılan yolculuk sürecinde imgesel olarak eklektik, nostaljik unsurlar bir tarihsel arka fon olarak bireylerin gündelik hayatına eşlik ederken tüketim ekonomisine eklemlenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Postmodern Kent, Kültürel Bellek, Nostalji, Tüketim Kültürü, Televizyon Dizisi.
Abstract
In parallel with the spatial mobility of capital, inequalities and social differences created by neoliberalism have become apparent in urban spaces -where postmodern, modern and traditional relations are lived one within the other in terms of culture-. While television contributes to the formation of social memory with various program contents, the series that are broadcasted in the prime-time stream updates such memory continuously, dragging traditional and modern relations to the orbit of postmodern world by nostalgic elements. Audiences linger on these familiar cultural life patterns and settle in the status of permanent audience and thus, reconstruct themselves through the daily life practices in the series. This study discusses the TV series “Tutunamayanlar”, broadcasted by TRT 1 on spatial practices and cultural structure in the postmodern city. The series represents fragments from daily life of those who cannot integrate within the social structure because of socio-economy and cultural issues and shows how everyday problems are attempted to be solved by giving references to past. In the series, fictitiously eclectic and nostalgic elements are articulated in the consumption economy while accompanying individuals’ daily life as a historical background during the journeys to important figures and events, despite the general loss of meaning in postmodern culture.
Keywords: Postmodern City, Cultural Memory, Nostalgia, Consumption Culture, Television Series.
Öz
1970'li yıllarla birlikte kapitalizm, üretim temelli bir yapıdan tüketim temelli bir yapıya doğru dönüşüm yaşarken toplumsal ve kültürel alanda yaşanan gelişmeler sonucunda yeniden üretim, gösteri ve eğlence teması toplumsal alanda dolaşıma girmiştir. Gösteri, kültürel alanda temel varoluş etkinliğinin bir parçası olarak özellikle kitle iletişim araçları üzerinden yaratılan semantik alanda ideolojik bir işleve sahiptir. Neoliberal piyasa ekonomisinin desteklediği tüketim toplumunda gündelik hayat kapitalist saiklere göre planlanırken sistemin devamı için gerekli olan bir insan tipi televizyon üzerinden verilen uzmanlık bilgileri dâhilinde üretilmektedir. Tüketim toplumunda yemek kültürü de şekil değiştirerek insanın yaşamını sürdürmesi için gerekli olan fizyolojik gereksinimi giderme biçiminden uzaklaşarak postmodern dünyanın gereklerine göre yapılandırılmış gastronomi kültürü ile postmodern dünyanın gündelik hayatının sürdürülmesinde işlevsel bir araca dönüşmüştür. Televizyon bu kültürü üreten ve yaygınlaştıran önemli bir araçtır. Bu toplumsal ve kültürel yapı içerisinde gastronomi alanı kimi zaman gösteri ve eğlence teması içerisinde şov dünyasının bir parçası olma ya da neoliberal pazar ekonomisi içerisinde yeni ve kazançlı bir gelir kapısı olarak televizyonda verilen temsiller üzerinden sunulmaktadır. Özellikle uluslararası alanda dolaşıma giren bir program formatı olarak reality yarışma programları bu anlamda ideolojik bir işleve haizdir. Bu programlar bir yandan küresel düzeyde işleyen tüketim ekonomisi içerisinde bireyin gündelik yaşamının örgütlenmesini ve yeni bir insan tipinin kurgulanmasını sağlarken diğer yandan eklektik, postmodern bir yeme içme kültürünü dolaşıma sokmaktadır. Bu çalışmada ulusal televizyon kanalları içerisinde reality programların alt türleri dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmakta ve bu yolla tespit edilen programların tüketim toplumu ve gösterinin ideolojik işleviyle ilişkisi, alana ait kuramsal bir çerçeve üzerinden irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Tüketim Toplumu • Neoliberalizm • Yemek Kültürü • Gastronomi • Yarışma Programları • Reality Programları
Abstract
Together with capitalism's transformation from a production-based structure to a consumption-based structure, as a result of the social and cultural developments in the 1970s, the themes of reproduction, performance and entertainment also entered into circulation in the social field. As part of the basic existential activity in the cultural field, performance has an ideological function, especially in the semantic area created by mass media. While daily life has been planned according to capitalist motives in consumer society with the support of the neoliberal market economy, the type of human that is required for the system's continuation is produced within the knowledge of expertise television provides. Food culture has also changed its shape and diverged from the ways it used to meet the physiological needs required for humans' survival in consumer society; the gastronomic culture structured according to the requirements of the postmodern world has turned food culture into a functional tool for mainting the daily life of the postmodern world. The field of gastronomy is sometimes presented in this social and cultural structure through television shows as part of show business under the themes of performance and entertainment, or as a new and lucrative income channel in the neoliberal market economy. Reality game shows, as a program format that has entered into circulation in the international arena in particular, have an ideological function in this sense. While these programs, on the one hand, allow daily lives to be organized and a new type of person to be constructed within the consumption economy, functioning at the global level, these programs on the other hand circulate an eclectic, postmodern gastronomic culture. This study, has formed a purposeful sample by taking into consideration the sub-types of reality programs within national television channels, and examines the relations the programs identified in this way have with consumer society as well as the ideological function of these programs' performances using a field-theory framework.
Keywords: Consumption society • Neoliberalism • Food culture • Gastronomy • Game shows • Reality programs
Özet
Temellerini Aydınlanma Düşüncesinden alan modernleşme teorisi toplumsal alanı akıl ve bilimin öncülüğünde metafizik bilgi dışarıda kalacak şekilde planlarken belirsizlikler ve riskler üretir hale gelmiştir. Modernliğin kendi üzerine uygulanması anlamına gelen düşünümsellik fikri oluşan bu yeni toplumsal düzeni risk toplumu olarak adlandırırken; risk, modern toplumların gündelik yaşam pratiklerinin bir parçası olarak sıradan insanın hayat epizotlarına eklemlenmeye başlamıştır. Giderek daha fazla etkisi hissedilen risk söylemi medya aracılığı ile modern toplumların gündelik yaşamında dolayımlanmaktadır. Risk toplumu söyleminin içerdiği bilimsel ve teknik uzman bilgileri medyanın oluşturduğu sembolik evrenler içerisinde şekil alırken bireylerin yaşamlarında anlam repertuarları oluşturmaktadır. Böylece toplumların geçmişten getirdikleri geleneksel değer ve normlar bu dönemde dönüşerek neo-liberal pazar ekonomisinin gereklilikleri çerçevesinde güncellenmektedir. Küreselleşme süreciyle Batı ve Batı dışı toplumları eşzamanlı olarak etkileyen bu toplumsal dönüşüm içinde sistemin işleyişinden kaynaklanan risklerin topluma sunulduğu bir mecra olarak olgusal içerikleri temel alan reality programlar farklı alt türleriyle sistemin üretim ve yeniden üretim sürecinde etkin rol oynamaktadır. Bu anlamda söz konusu programlar bir televizyon program türü olmasının ötesinde ideolojik bir araçtır. Reality programların içerdiği risk bilgisi kimi zaman bireylere kentsel yaşamda olası karşılaşacakları risklerden kaçınma pratikleri olarak sunulurken, aynı zamanda neo-liberal pazar ekonomisinin gereklilikleri çerçevesinde alınacak riskler konusunda rehber olma işlevine haizdir. Bu çalışmada ulusal televizyon kanalları içerisinde reality programların alt türleri dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmakta ve bu yolla tespit edilen programların modern kültürün getirisi olan risk duyumu ve belirsizliklerle ilişkisi, alana ait kuramsal bir paradigma üzerinden irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: risk toplumu, düşünümsel modernleşme, geç modernleşme, reality programları, sosyal inşacılık
Abstract
The modernization theory, which takes its foundations from the Thought of Enlightenment, is producing uncertainties and risks while planning the social sphere under the guidance of mind and science in a way to exclude the metaphysical knowledge. Referring to the application
of modernism on itself, the idea of reflexivity calls this new social order as the risk society and the risk has started to join the life episodes of ordinary human being as part of daily living practices of modern societies. With an increasing influence, the risk discourse is mediating in
daily lives of modern societies by means of the media. The scientific and technical know-how that the risk society discourse incorporates takes form inside the symbolic universes created by the media and creates the repertoires of meanings in the lives of individuals. As a result, traditional values and standards that the societies bring in from the past are transforming in this era and being updated within the frame of the requirements of neo-liberal marketeconomy. The reality programs that are based on factual contents as a medium where the risks originating from the functioning of system in this social transformation which simultaneously affects the Western and non-Western societies with the process of globalization are presented to the society, play an active role in the production and reproduction process of the system with their different sub-genres. In this sense, these programs are ideological
mediums beyond being a type of TV program. The risk information that the reality programs incorporate is sometimes presented to the individuals in the form of practices to avoid possible risks they may encounter in urban life, while functioning as a guide for the risks that may be taken within the frame of requirements of neo-liberal market economy. In this study, a sample is created for the purpose of study by considering the sub-genres of reality programs in national TV channels and the relationship of such identified reality programs with the risk perception and uncertainties which come along with the modern culture
is examined based on a theoretical paradigm of the literature.
Keywords: risk society, reflexive modernization, late modernization, reality programs, social constructivism
ÖZET
Çocuk hakları birçok konuda sıklıkla gündeme gelmekte, basının bu konudaki duyarlılığı konusunda eleştiriler sürmektedir. Türkiye’de ana akım medyada da benzer örnekler söz konusudur. Haklar ve temsiliyet açısından kadınlar, çocuklar, engelliler, farklı cinsel ve kültürel kimlikler hala mağdur durumdadır. Çocukların medyada farklı toplumsal kategoriler içinde öteki olarak temsili, toplumun sürdürülebilirliği açısından dikkate alınması gereken bir konudur. Bu nedenle çocuk hakları konusunda toplumsal farkındalık geliştirilmesi ayrıcalıklı bir konuma yükselmektedir. Basın bu konudaki misyonundan giderek uzaklaşmaktadır. Çocuklar medyada temsil edilirken haber değeri ve haberin sansasyonel özelliklerinden dolayı, “çocuk hakları” konusuna duyarsızlaşma ve sosyal sorumlulukların yerine getirilmemesi gözlenmektedir.
Bu çalışmada Türkiye ulusal basını içinde yer alan dört farklı gazetenin haberleri incelenmekte ve haberleri çocuk haklarına duyarlılıkları açısından karşılaştırılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: yazılı basın, hak haberciliği, çocuk hakları, temsiliyet, tematik analiz
ABSTRACT
Children's rights become a current issue at many points and İt’s continued critics about the media approaches to this subject. In Turkey some similar examples come into question for the mainstream media. Rights and as representation of women, children, different sex and cultural identities are still suffered. Media presentations of children as “others” in difference social categories is notable question in regard to sustainable of society. For this reason developing a communal awareness about the children's rights enhanced those into a privileged position. The media is gradually whitdrawn from this mission. While the children are being represented on media, value of the news and for the news's sensational properties it has been monitored that there has been a desensitization and not fulfiling the social responisibilities.
This study analyses the four different newspapers included in Turkish natiaonal media and compares the news as the susceptibilities of those for the children's rights.
Keywords: Print media, rights reporting, children’s rights, representation, thematic analysis
ÖZET
Sinema ve toplumun karşılıklı bir etkileşim içinde olması nedeniyle, tür sineması da içinde bulunduğu toplumun sosyal ve kültürel yapısıyla yakından ilişkilidir. Tüm toplumlarda tür sinemaları hem endüstrinin gereklilikleri hem de izleyicilerin beklentileri çerçevesinde şekillenmiş ve anlatı içerikleri de söz konusu toplumların kültürel birikimiyle desteklenmiştir. Türk sineması ekonomik nedenler başta olmak üzere politik nedenlerden dolayı endüstrileşememiştir. Türsel çeşitlenme açısından yoksun bir konumdadır. Dolayısıyla Türk sinemasında korku türüne ait yapımlar sınırlı sayıdadır. Bu durum sinemanın endüstriyel problemleri kadar Türk kültürünün sosyal, kültürel özelliklerinin Batı’dan farklı olmasına dayandırılabilir. Türk sinemasındaki mevcut korku türünün kaynakları da Batı temellidir.
Bu çalışmada, korku türünün Türk sinemasında yeterince kendine yer açamaması konusu, 2000 sonrası Türk sinemasında sosyo-kültürel bir yaklaşımla incelenmekte ve korku türünde yapımları olan senarist ve yönetmenlerin konuya ilişkin görüşleri de dikkate alınarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türk sinema endüstrisi, korku sineması, Anadolu folkloru, din.
ABSTRACT
Due to the cinema and the society are involved in an interaction,film genres are closely associated with the socio-cultural structure of that society. In all the societies film genres have been shaped around not only the requirements of industry but also the expectations of the audience and the narration contents have been supported by the cultural accumulations of those societies. Turkish cinema could not industrialize mainly because of the economical and the political reasons.It is deprived of genre diversification for this reason, the productions belong to the horror genres are less and in a finite number in Turkish cinema.This can be based to the industrial problems of the cinema and the different socio- cultural features of Turkey which are strictly different from the West's. The available resources of the horror genres in Turkish cinema are mostly West originated.
In this study the issue of not having enough space of the horror genre in Turkish cinema, after 2000 Turkish cinema has been analyzed and the ideas or the views of the scriptwriters and the directors that have productions of horror genres have been viewed and considered.
Keywords: Turkish film industry, horror cinema, Anatolian folklore, religion.
Conference Papers by Cem Tutar
Özet
Her dönemde üretim teknolojileri emeği biçimlendirerek verimli hale dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Üretim sürecinin toplam verimliliğinin yükseltilmesi ve emeğin daha nitelikli ve işlevli hale getirilmesi için, 1970’li yıllardan sonra enformasyon ve bilgi teknolojilerine dayalı yeni bir ekonomi-politik sistem içinde nitelikli emeğin karşılaştığı çalışma koşulları değişmeye başlamıştır. Emeğin sahibi, Fordist üretim biçimindeki doğal kaynaklar ve toplumsal yaşamla kurduğu ilişkilerden hızla uzaklaştırılırken, küresel kaynakların kullanımında endüstri dışı alanların öne çıktığı yeni bir yapılanma içine dâhil edilmektedir. Bu dönemle emeğin denetim stratejileri, dijital ekonomiyi işler kılacak iş ve hizmet örgütlenmelerine kaymıştır. Süreç, emeğin öznel denetim formlarıyla iş yaşamının müphemliklerini aynı potada bir araya getirirken, dijital teknolojilerin yarattığı otomasyonun öne çıkardığı işsizlik, çalışan emeğin pazarlık gücünü baskı altına almaktadır. 1980’li yıllardan itibaren sıkça söz edilmeye başlanan “sürdürülebilirlik” fikri, endüstriyel kapitalizmin sonsuz gelişim fikrini rafa kaldırmakta, doğal ekosistem, insan ve toplumsal yaşam arasında dengeli yeni bir gelişme modeli olarak tanımlanan yapıyı öne çıkarmaktadır. Bu süreçte ekonomi alanındaki dijitalleşme bireylerin eğitimlerini sürekli yetersiz kılarak yaşam boyu eğitim gibi yeni tanımlamaları beraberinde getirmiştir. Dijital emek borsasındaki öznenin bu konumu dönemin egemen güçleri tarafından medya üzerinden dolaşıma dâhil edilen yeni imal edilmiş belirsizlikler ve risk söylemleriyle pekiştirilmektedir. Küresel emek piyasasında emeğin öznelleşme formları söz konusu alanlardaki enformasyon akışının bir parçası olarak görünürlük kazanmaktadır. Özneler için dijital emek piyasası kimi zaman çekici ve cazip fırsatlar bütünü olarak sunulurken kimi zaman ise toplumsal yaşamın yabancılaşmış ve anomik doğası söz konusu araçlarda öne çıkarılarak toplumsal bir denetim mekanizması olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada, içinde yaşadığımız dijital kapitalist dönemde emeğin dijitalleşmesi sürecinde toplumsal yaşamda öne çıkan risk, belirsizlik ve fırsatlar alana ait kuramsal literatür üzerinden eleştirel perspektiften irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: sürdürülebilir kalkınma, dijital kapitalizm, dijital emek, risk toplumu, emeğin denetimi, medya.
Abstract
The production technologies of each period aim to transform labor and make it productive. A new political economy based on information technologies has become globally functioning after the 1970s in order to increase total productivity in the production process and make the labor more qualified and functional. As a result of this period, labor's control strategies have shifted to production and service areas that will make the digital economy functional, while the way in which the laborer relates to natural resources and social life in the Fordist production system has changed. The subjective control forms of labor and the ambiguities of working life has gathered in this new economic structure. Moreover, the unemployment that arises from the automated mode of production in working life places the bargaining power of labor under pressure. Getting increasingly popular after the 1980s, the idea of sustainability has casted a veil over the idea of infinite development of industrial capitalism and put forward a new model of development balanced between the natural ecosystem and social life. In this process, digitalization in the economy has constantly made the education of individuals inadequate and introduced new concepts such as lifelong education. In this context, the position of the subject in the digital labor market is reinforced by newly manufactured uncertainties and discourses of risk that have been circulated through the media by the dominant powers of the time. Forms of subjectification of labor in the global labor market become visible as part of the flow of information in these areas. For subjects, the digital labor market is sometimes presented in the media as a set of attractive and attractive opportunities, while sometimes the alienated and anomic nature of social life is emphasized, and a control mechanism is operated. This study critically examines the risks, uncertainties and opportunities that stand out in social life in the process of digitalization of labor based on the theoretical literature of the field.
Keywords: sustainable development, digital capitalism, digital labor, risk society, media.
Özet
Dijital teknolojiler ve ağlara dayalı çağdaş kapitalizmi niteleyen dijital kapitalizm, Batılı toplumların 1970’li yılların ikinci yarısıyla birlikte tedrici bir şekilde içerisine girdiği ekonomik durgunluğa yanıt olarak tasarlanmıştır. Aşırı birikim rejimi ve sermaye piyasalarının finansallaşması dönemin karakteristik özellikleri haline gelirken, bilişim teknolojileri 1980’li yılların sonuyla birlikte internet ve telekomünikasyon sistemleri temelinde ulusaşırı finans piyasalarının gelişmesini sağlamıştır. Bu süreçte sanayi kapitalizmi döneminde örgütlü kapitalizmin bir özelliği olarak ekonomi alt sistemini bir arada tutan ulus devlet mekanizması küreselleşme ve kapitalist yersizyurtsuzlaşma’nın etkisiyle geriye çekilmeye başlamıştır. Toplumsal gelişme ve ekonomik yapı arasındaki ilişkiler dikkate alındığında dijital kapitalizm, epistemolojik manada pozitivist düşüncenin yapı taşı olan bilimsel bilgi ve teknolojik ilerlemeler üzerine kuruludur. Toplumu oluşturan yaşam dünyası ve sistem alanı arasındaki bir gerilime işaret eden bu yapı amaç-rasyonel eylemler temelinde örgütlenmiştir. Tekno-kapitalist bir toplum olarak tanımlanabilecek örgütsel yapıda, ekonomi ve devlet ilişkilerini kapsayan sistem alanı uzmanlık bilgisi ve teknik yenilikler üzerinden gittikçe rasyonelleşirken yaşam dünyası ise nesneleşmektedir. Bunun sonucunda sembolik bir form olma özelliğini taşıyan yaşam dünyası, ücret, emek ve sermaye ilişkilerinden oluşan örgütsel ilkenin liberal kapitalist toplumda yapısal olarak dönüşmesi sonucunda bir meşruiyet krizi içerisine girmiştir. Geleneksel toplumlarda kültürel gelenekler ve kurumsallaşmış modeller içerisinde meşruiyet kazanan toplumsal yapılar dijital kapitalist toplumda bilim ve teknolojinin oluşturduğu yapay anlam matrisi içerisinde bir yandan sömürgeleştirilirken diğer yandan ise toplumsal sistem yeniden üretilmektedir. Bu çalışmada bilimsel ve teknolojik ilerlemeler üzerine inşa edilmiş dijital kapitalizm kavramı, toplumsal sistemler ve bilgi formları bağlamında ele alınırken sistem eliyle yaratılan ekonomik teknokrasi eleştirel bir paradigma içerisinden teorik zeminde değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Dijital Kapitalizm, Yaşam Dünyası, Modernlik, Meşruiyet Krizi, Epistemoloji.
Abstract
Digital capitalism, which characterizes contemporary capitalism based on digital technologies and networks, was designed as a response to the economic stagnation that Western societies gradually went through in the second half of the 1970s. While the overaccumulation regime and the financialization of capital markets became the characteristic features of the period, information technologies enabled the development of transnational financial markets on the basis of internet and telecommunication systems as of the end of the 1980s. In this process, the nation-state mechanism, which held the economic subsystem together as a feature of organized capitalism during the period of industrial capitalism, began to retreat under the influence of globalization and capitalist deterritorialization. Considering the relations between social development and economic structure, digital capitalism is epistemologically built on scientific knowledge and technological advances, which are the building blocks of positivist thought. This structure, which points to a tension between the lifeworld and the system domain that constitutes society, is organized on the basis of objective-rational actions. In the organizational structure that can be defined as a techno-capitalist society, the system domain, which encompasses the economy and state relations, becomes increasingly rationalized through expert knowledge and technical innovations, while the lifeworld becomes objectified. As a result, the lifeworld, a symbolic form, has faced with a crisis of legitimacy as a result of the structural transformation of the organizational principle of wage, labor, and capital relations in liberal capitalist society. Social structures that have gained legitimacy within cultural traditions and institutionalized models in traditional societies are colonized within the artificial matrix of meaning created by science and technology in digital capitalist society, while the social system is being reproduced. In this study, the concept of digital capitalism built on scientific and technological advances is discussed in the context of social systems and forms of knowledge, while the economic technocracy created by the system is evaluated on a theoretical basis from a critical paradigm.
Keywords: Digital Capitalism, Lifeworld, Modernity, Legitimacy Crisis, Epistemology.
Öz
Modern ulus devletler 20. yüzyıl boyunca yaratıcı bir yıkım projesi içerisinde daha önceki dönemlerde toplumsal alanda gözlemlenen baskı ve şiddeti kaldırmak için yola çıkarken yeni bir düzen yaratmak adına bizatihi bu baskı ve şiddetin üreticisi olmuşlardır. Bu süreçte toplumsal alanda gözlemlenen sınıflandırma pratiği bir içerme ve dışlama rejiminin parçası haline gelerek yönetim tekniği haline gelmiştir. Michel Foucault, siyasi teknolojilerin kullanımını Batı tarihinin ayırt edici yönü olduğunu vurgularken özneyi incelemek için iktidar ilişkilerine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda geliştirdiği Biyopolitika kavramı, öznenin yaşamı ve bedeni üzerinde hak sahibi olan, ölüm değil yaşam üzerinden tanımlanan bir pozitif iktidar türüdür. İtalyan siyaset felsefesi düşünürü Giorgio Agamben ise biyopolitika kavramının sadece yaşamla değil ölümle ilişkisine dikkat çekerek bu kavramın Antik Yunan’dan itibaren kullanıldığını vurgulamaktadır. Agamben’in çalışmalarındaki temel kavramlardan biri olan Kutsal İnsan “Homo Sacer” öldürülebilen ancak kurban edilemeyen, toplumun dışına itildiği halde öldürülebilir olmasıyla aynı zamanda onun parçası olan bir çifte dışlanmışlık durumunu temsil etmektedir. Bu durumu Devlet Çıkarı “Raison D’état” adı altında bir yasal konumla ilişkilendiren modern devlet, yarattığı istisna halleriyle sosyo-politik alanın içinde ve dışarısında yer alanları tek taraflı olarak düzenleme yetkisi kazanmaktadır.
Sosyalist milletvekili Gregoris Lambrakis’in savaş karşıtı bir konuşma yapacakken öldürülmesini konu edinen Costa-Gavras’ın yönettiği “Z” Ölümsüz adlı filmi siyasal hoşgörüsüzlüğün, politik alandan dışlananların ve dışarıdakilerin bedenine yönelik siyasi teknolojilerinin sinemasal temsilidir. Bu çalışmada söz konusu film, modern devletin siyasi tekniklerinin bir parçası olarak dışarıdakilerin politik konumu ve bedene yönelik iktidar pratikleri bağlamında ele alınarak eleştirel perspektiften incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Modern Devlet, Biyopolitika, Politik Alan, Yabancı, Dışarıdaki, Sinema.
Extended Abstract
In the history of Western thought, the idea of political modernity envisioned a new democratic participatory social structure in which the individual is constructed as a citizen within the nation-state structure. According to Zygmunt Bauman, modern civilization accepted the elimination of violence as one of the main features of the new social order. However, since order is always associated with repression, the institutionalized form of the use of violence is observed in the nation-state structure (2005: pp. 255, 264). One of the social manifestations of modernity is the practices of classification, naming and exclusion under the name of creating order. Thus, determining the positions of actors in the socio-political sphere brings about the annihilation or expulsion of foreigners and outsiders from the political sphere as part of the construction of a new state (Bauman, 2000: pp. 30-32).
Michel Foucault, taking the socio-political forms of human existence from Ancient Greece onwards as the object of scrutiny, analyzed the subject positions in the modern period and their relationship with power practices. According to Foucault, while Zen, as the basic form of life in Ancient Greece, includes the life of animals in terms of characterizing the state of being alive, Bios refers to an ethical-aesthetic and political form of life specific to human beings. In this context, there is biopoetics in Ancient Greece, not biopolitics as observed in the structure of modern society (2017: pp. 33-34). In the 18th century, Foucault defines modern power as Biopower and describes this new type of power as a new normalization mechanism in which, unlike disciplinary systems, human beings become objects of knowledge for power (Foucault, 2019: p. 57).
Political philosophy thinker Giorgio Agamben borrowed the concept of biopolitics from Michel Foucault's work and aimed to carry it forward. According to Agamben, biopolitics did not emerge with the modern period as Foucault states. Agamben argues that biopolitics and biopower have existed since Ancient Greece and defines this idea through the concept of "Homo Sacer". Using the distinction between Zoê and Bios, Agamben attempts to explain the way naked life has been politicized since Ancient Greece. Zoê refers to the bare life common to all living beings, while Bios refers to the way of life of an individual or a group. While Zoê represents bare life, the framework of Bios is generally clear. According to Agamben, Zoê's entry into the domain of the Polis means the politicization of naked life, while the subject's body belongs to power. The Sacred Man, which Agamben borrows from the archaic world, is in its most basic form a person who is judged by the people for a crime. This person is placed in the divine legal order by the fact that he cannot be sacrificed, and in the legal order of the mortal world by the fact that he can kill. The Sacred Man, a state of double exclusion and ambiguity, is a forbidden person excluded from society (Agamben, 2020a: p. 103). According to Agamben, this situation also characterizes the state of exception that is neither outside nor inside the legal order. The state of exception, which is a threshold zone where inside and outside are not mutually exclusive, is a point of imbalance between public law and political phenomenon. In this context, there is a close connection between the state of exception and civil war, uprising and resistance. Through the state of exception, modern totalitarianism has authorized the physical elimination of political opponents (2020b: pp. 10-11, 30).
In Greece in 1963, social democratic MP Gregoris Lambrakis wanted to deliver an anti-war speech and was assassinated due to security lapses, despite having obtained all necessary permits from the authorities. The novel "Z" Immortal, based on this event and published in 1966, was adapted into a movie by Costa-Gavras in 1969 with the same title. Like the director's films Confession (L'aveu-1970) and State of Siege (Êtat de Siêge-1972), "Z" Immortal (Z Immortal Costa-Gavras, 1969) deals with the political intolerance and exclusion from the political sphere under the nation-state structure in the modern era. In this context, "Z" stands out as the cinematic representation of being labeled and excluded in the socio-political sphere for having a different worldview and political tendency, and on the other hand, being destroyed by a reversal of modern biopower in the form of an exception created under the name of state interest "Raison D'état".
Özet
Endüstri Devrimi, üretim araçları ve ilişkilerini rasyonalize ederken kırsal alanlardan büyük kentlere doğru yaşanan göç ile modern kentler kurulmuştur. Daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için kentsel mekânlara yerleşen insanlar, geleneksel toplumdan farklı bir toplumsal yapıyla karşılaşmışlardır. Büyük kentlerin nüfus fazlalığı, heterojenliği ve yoğunluğu toplumsal ilişkilerin farklılaşmasına, geleneksel norm ve değer dizgelerinin yıkılarak yenilerinin yaratılmasına neden olmaktadır. Batı temelli bu mekânsal dönüşüm sürecinde Talcott Parsons’a göre toplumsal ilişkiler, yapı, sistem ve aktör kavramları bağlamında şekillenmektedir. Aktörün davranış kalıpları toplum tarafından belirlenirken bireyler toplumsal rolleri bağlamında rol performansları sergilemektedir. Toplumsal ve kültürel sistemler bireylerin davranışlarını yerleşik norm ve değer dizgeleri üzerinden tanımlarken, toplumsal farklılaşma sürecinde Robert K. Merton’a göre değişen yapı ve işlevler davranış tipolojileriyle telafi edilmeye çalışılmaktadır. Kentsel mekânda yaşanan hızlı toplumsal değişme süreci anomi ve sapma davranışlarının görünürlük kazanmasına neden olmaktadır. Batılı toplumlarda endüstriyel ilişkiler temelinde şekillenen kentsel mekânların aksine Türkiye’de kentleşme süreci daha çok iç göç olgusu üzerinden tanımlanmaktadır. Özellikle 1980 sonrası dönemde kentsel mekânlar Cumhuriyet dönemindeki modernleşme paradigmasının bir kenara bırakılmasıyla neoliberal pratiklerin etkisi altına girmeye başlamıştır. Modernist kent planlamasının terkedilmesi sonucunda kentsel mekânlar eklektik ve mevzii planlar üzerinden tanımlanmaya başlamıştır. Neoliberal politikaların fiziki topoğrafya üzerinde uygulanmasıyla İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde banliyöleşme ve gecekondu yaşamı belirginlik kazanmıştır. Mekânsal pratiklerde yaşanan bu dönüşüm süreci aynı zamanda toplumsal alandaki insan ilişkilerini ve normatif yapıyı da dönüştürmüştür. Toplumsal ilişkilerin para ekonomisi üzerinden tanımlandığı bir dönemde İstanbul’un Fatih ilçesinin Samatya semtinde üç kişilik bir çekirdek ailenin yaşamını konu alan Üç Maymun filmi, kentin banliyösünde yaşam mücadelesi veren bir ailenin sinemasal temsilidir. Film, kentsel mekânın kapitalist dönüşüm sürecinde makro düzeyde sosyo-ekonomik ve politik dinamikler ile mikro düzeyde aktörün davranışlarına yön veren norm ve değer dizgelerinde yaşanan krizi birlikte ele almaktadır. Bu çalışmada, Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun” adlı filmi kentsel mekânda gerçekleşen toplumsal farklılaşma sürecinde bireysel düzlemde toplumsal eylemleri dönüştüren kalıp değişkenler ve davranış tipolojileri bağlamında eleştirel perspektiften ele alınmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kentsel Mekân, Neoliberalizm, Toplumsal Yapı, Anomi, Sinema.
Extended Abstract
Modern cities have emerged as a result of the differentiation of means and relations of production in Western societies through the Industrial Revolution. While the traditional social structure includes the feudal mode of production and primary social relations, secondary social relations have become prominent in urban spaces based on factory production in modern societies. Lewis Mumford states that the main factors in the new urban morphology of the industrial society consist of the factories, the railroads and the suburbs (2019: 536). The socio-economic and cultural dynamics of modernity have organized not only social space but also social relations. The interpersonal relationship patterns are reshaped in the urban area concurrently with the spatial differentiation. As the most significant representative of the structural functionalist view, Talcott Parsons underlines the concept of actor by focusing on the relations between structures and functions in the social field. Parsons, emphasizing that social actions have two basic characteristics such as being goal-oriented and being determined by certain social norms, focuses on the relationship between social system, cultural system and personality systems (1962: 6-8).
In developed Western countries, the suburbanization process has begun as urban centers became to be unattractive for residential and industrial settlements. According to Keleş, suburbs in the West originate from the desire of the wealthy classes to escape from the ecological and social pollution of the city towards new and clean neighborhoods. However, in developing countries, areas close to the town borders stand out as spaces where the masses of peasants coming to the city could find affordable land and build squatter's houses without much interference from the public administration (2017: 55-56). Such transformation process experienced in spatial practices also affected social relations. In this process, behaviors of deviation and anomie in urban areas became prominent. Robert K. Merton explains the change experienced in the social field along with the modern period with the concept of anomie by addressing it in the context of the hidden and open functions of social organization (Kongar, 2000: 162).
The industrial and post-industrial urban designs ensuing each other in the historical process in Western societies are experienced asynchronously in Turkey, especially with the effect of neoliberal policies. Through the policies initiated after the 1980 coup in Istanbul, the field of economy is being restructured in accordance with the neoliberal ideology. As industry moves out of the city, creative industries, productive services, finance and real estate sectors strengthen in Istanbul. The reproduction of space goes through a deregulation-based process rather than being holistic and comprehensive (Yalçıntan et al., 2014: 47-49). In this process, Tanıl Bora draws attention to the permeability between the products of urban culture and the provinces. While the provinces, which is in exchange with the products and images of the culture industry, encounters urban life forms, urban areas become more like provinces as a result of the migration phenomenon (2016: 39-41).
The movie named Three Monkeys (Three Monkeys, Nuri Bilge Ceylan, 2008) about the life of a nuclear family of three living in the Samatya neighborhood of the Fatih district in İstanbul at a time when the social relations are defined through the monetary economy in the capitalist transformation process of urban space. In this study, the movie referred to as Three Monkeys has been analyzed from a critical perspective by means of the Qualitative Content Analysis method, through a theoretical framework of the field, at the intersection of the social differentiation process in the urban space and the crisis in the norms and value systems that shape the behavior of the actor at the micro level.
Three Monkeys, directed by Nuri Bilge Ceylan is about the events experienced by a nuclear family in the Cankurtaran neighborhood of Samatya district of Istanbul, when viewed through spatial practices. In the neighborhood that has lost its traditional structure, the movie Three Monkeys, with a story on concepts such as crime, betrayal and morality, incorporates pattern variables and behavioral typologies that transform social actions at the individual level. When the behavior patterns of the characters were examined, it is observed that the pattern variables such as emotional and non-emotional, sociability and individuality quoted by Parsons and the deviant behavior typologies of Merton such as innovation, conformity, ritualism, retreatism and rebellion take place together. While the sense of interpersonal alienation is felt through the characters in parallel with the development of the storyline as a result of the loss of the normative framework organizing the social life, anomic events come to the fore in the narrative of the film as a result of the influence of neoliberal economic structure in the social sphere.
Keywords: Urban Space, Neoliberalism, Social Structure, Anomie, Cinema.
Özet
Küreselleşme sürecinin Batı ve Batı dışı toplumları eş zamanlı olarak etkilemeye başladığı 1980’li yıllardan itibaren İstanbul’un kentsel planlamasında neoliberal ekonomik sistemin etkileri hissedilmeye başlanmıştır. Bu dönemle birlikte kentsel mekânın örgütlenmesinde akışkan toplumsal koşullar içerisinde sermaye, mal, insan ve bilginin serbest dolaşımı etkili olmaya başlamıştır. Toplumsal alanda yaşanan neoliberal eğilimler 1990’lı yıllardan itibaren yayıncılık alanını da etkisi altına alarak özel kanalların görünürlük kazanmasını sağlamıştır. Bu dönemle birlikte bilgi ve iletişim teknolojileri etrafında örgütlenen kapitalizm yapısal olarak dönüşerek enformasyonel kapitalizm adını almıştır. Enformasyon, imaj ve göstergelerin meta halini aldığı bu toplumsal yapıda televizyon programcılığındaki önemli türlerden biri olan diziler ön plana çıkmıştır. Televizyon dizilerinin ilk dönemlerinde İstanbul imgesi göreli bir denge hali ve kapalılık hissi içerisinde mahalle yaşantısını ve buradaki bireylerarası ilişki kalıplarını içermekteyken milenyum sonrası dönemde değişen toplumsal koşullara koşut bir şekilde eklektik ve süreksiz mekânsal pratikler kahramanların gündelik hayatlarına eklemlenmektedir. Televizyon dizilerinin temsil ettikleri İstanbul imgesinde sınıfsal ve kültürel farklılıklar kurgusal bir anlatı içerisinde mekânsal belirlenimler temelinde geçici birliktelikler şeklinde bir araya getirilirken İstanbul bir dizi görsel peyzajın parçası haline gelmektedir. Bu çalışmada İstanbul’u mekânsal pratikler olarak anlatısına taşıyarak son dönemde öne çıkan Fox TV’de yayınlanan “Yasak Elma” adlı dizi, alanla ilgili kuramsal perspektif üzerinden irdelenmektedir.
Anahtar Kelimler: Kentsel Mekân, Neoliberalizm, Kapitalizm, Televizyon Dizisi, Tüketim Toplumu
Abstract
The effects of neo-liberal economic system on urban planning of Istanbul have been felt since the 1980s when globalization had begun to affect the Western and Non-Western societies simultaneously. From that period on, free movement of capital, goods, human and information has become effective in organization of the urban space under liquid social conditions. Neo-liberal tendencies in the social sphere have also influenced the field of broadcasting since the 1990s, giving visibility to private channels. From this period on, capitalism organized around information and communication technologies has undergone a structural transformation and has been called informational capitalism. In this social structure where information, image and indicators have led into a commodity, the series, one of the important types in television programming, have become prominent. In the earlier TV series, Istanbul image reflected the life in a neighborhood and relationship patterns among the people in that neighborhood in a relatively balanced state and feeling of closeness, however, following the millennium, in parallel to changing social conditions, eclectic and discontinuous spatial practices are incorporated into the daily lives of the protagonists. While class and cultural differences are brought together in the form of temporary associations on the basis of spatial determinations within a fictional narrative in Istanbul image represented by TV series, Istanbul becomes part of a range of visual landscaping. This study examines the series named "Yasak Elma (Forbidden Apple)" that is broadcasted on Fox TV and has recently become popular as it reflects Istanbul in the form of spatial practices through its narrative, within the framework of theoretical perspective related to the field.
Keywords: Urban Space, Neoliberalism, Capitalism, TV Series, Consumer Society
Öz
Mekân ve zaman boyutunda bir yere bağlı olan geleneksel toplumlarda insani iletişim, birincil gruplarda yüz yüze iletişim kalıpları içerisinde şekillenirken modern dönemle birlikte birey ve toplum arasındaki etkileşim sürecinde bu ilişki kalıpları yönlendirici olma özelliklerini yitirmişlerdir. Yeni iletişim formları olarak sembolik etkileşim süreci, eylemin yorumlanmasını içererek toplumsal yaşamda daha kompleks iletişim olanaklarının doğmasına olanak sağlamıştır. Bireyin varlığından bağımsız olan sembollere göre, anlama ve yorumlama süreçleri aynı zamanda en az iki kişinin olmasıyla benliği geliştiren sosyal bir deneyim olarak öne çıkmaktadır. Günümüzde toplumsal alan dijital teknolojiler üzerinden yapılandırılırken internet kullanıcıları fiziki mekânın dışındaki çevrimiçi sosyal medya platformlarında enformasyon, düşünce ve kişisel ilgileri kapsamında paylaşımlarda bulunabilmektedir. Sosyal medya, geleneksel kitle iletişim araçlarından farklı olarak iki yönlü etkileşim sürecinde sembolik anlamı diyalojik olarak inşa etmektedir. Gerçek zamanlı ya da eş zamansız etkileşim olanakları içerisinde öznelere kendilerini sunma şansı veren sosyal medya platformları daha önceki iletişim formlarından farklı olarak kitlesel kişisel iletişimi olanaklı hale getirmiştir. Bu dijital araçlar bir yandan insanlar arası sembolik iletişimi zaman ve mekân boyutunda genişleterek yeni etkileşim olanaklarını küresel düzeyde sunarken diğer yandan geçici taahhütler etrafında gerçek yaşamın yerine konulan sembolik bir evren oluşturmaktadır. Ayrıca sosyal medya üzerinden kurgulanan elektronik yakınlık hissi sembolik etkileşim sürecinde gerçek toplumsal yaşamdaki anlamlı ötekileri bir ekranın arkasına sürüklerken onların yerini otomatik ve algoritmik programlar almıştır. Bu çalışmada sembolik etkileşim sürecinde sosyal medya platformlarının günümüz toplumlarındaki yeri ve işlevi eleştirel bir paradigma içerisinden teorik olarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Sembolik Etkileşim, Kişilerarası İletişim, Dijital Mekânlar
Abstract
Human communication in traditional societies that are dependent on a place in terms of space and time dimensions was shaped within face to face communication patterns in primary groups, however, in the modern era, these communication patterns have lost their guiding nature in the process of interaction between the individual and the society. Symbolic interaction process as a new form of communication has enabled emergence of more complex communication facilities in the social life by involving interpretation of the action. According to the symbols that are independent of existence of the individual, processes of understanding and interpretation come to the fore as a social experience that develops the sense of self based on the presence of at least two individuals at the same time. While today the social sphere is shaped through digital technologies, internet users are able to post information, ideas and personal interests on online social media platforms outside the physical space. Social media, unlike traditional mass media, builds the symbolic meaning in the process of bilateral interaction dialogically. Social media platforms that give subjects a chance to present themselves within real time or asynchronous interaction facilities have made masspersonal communication possible unlike former forms of communication. These digital tools provide, on one hand, new interaction opportunities at the global level by extending symbolic communication among people in terms of time and space dimensions while on the other they create a symbolic universe that replaces the real life around temporary commitments. Furthermore, the feeling of electronic intimacy set over social media pushes the significant others in real social life behind the screen during symbolic interaction and they are replaced by automatic and algorithmic programs. This study provides a theoretical evaluation of the role and function of social media platforms in symbolic interaction process in today's societies from a critical paradigm.
Keywords: Social Media, Symbolic Interaction, Interpersonal Communication, Digital Spaces
Özet
Üretim Teknolojileri temelinde değişen mekânın ve zamanın örgütlenmeleri üzerinde kurgulanan gündelik yaşam, dönemin ekonomik olduğu kadar kültürel ve tarihsel özelliklerini de yansıtan verili bir alandır. Üretim teknolojileri ve ilişkilerinin sürdürülebilirliği, zamanın ve mekânın örgütlenmelerinde belirleyici olurken, süreç dönemin yükünü üzerinde taşıyan bir insan prototipini de yürürlüğe koymaktadır. Böylelikle süreç diyalektik bir etkileşimle hem bir toplumsal organizasyonu inşa etmekte hem de bu sürece uygun olarak insanı değişime zorlamaktadır. Gündelik olanın rutinlerinin yarattığı sıkıcı ve baskıcı doğasına karşıt “hedonik bir tüketim alanı olarak oyun” kültürel bir etkinlik olup, yaşamın döngüsü içinde işlevsel bir öneme sahiptir. Oyun ilkel toplumlardan bu yana ayinsel etkinlikten, törensel müsabakalara ve sistemin yeniden üretildiği teknik bir araca evrimleşmiştir. İlkel toplumlarda oyun gündelik hayatın dışında kültürün yeniden üretildiği yaratıcı bir etkinlik olarak çeşitli sembolleştirme süreçlerini kapsamaktadır. Modernlik dünyayı rasyonel saiklerle planlarken oyunu bir boş zaman etkinliği olarak toplumsal dinamizmin dışında tanımlamıştır. Postmodern dönem ise kültürel alanda oyunun yeniden keşfedildiği bir dönem olmuştur. Oyunun çeşitleri içinde yarışma programları postmodern dünyanın tüketim değerlerinin ve mantığının topluma emredildiği ve bireylerin kanıksama içine itildiği alanlardan biridir. Söz konusu programlar, gündelik yaşamın risklerini temsil ederek rakiplerle yaşanabilecek tipik yumuşak bir mücadele deneyimi tahsis etmektedirler. Yarışma anında bireyler medya dolayımıyla kültürel alanın sembolleştirme sürecine katılırlarken, aynı zamanda toplumsal yaşamın tipik temsil alanlarından biri içinde zaman ve mekân kısıtlaması olmaksızın rekabet ve kazanma deneyimine çekilmektedir. Böylelikle reality oyun programlarında yaşanan yarışma deneyimleri, ilkel toplumlardaki yaratıcı yönünü kaybetmiş gündelik yaşam etkinlikleri içerisinde bireyin ve toplumsal sistemin yeniden üretildiği bir mantığı inşa eden mekanizmanın aracı haline gelmiştir.
Bu çalışmada Web TV ortamında yer alan ulusal kanalların, “Reality Yarışma” programları dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmaktadır. Tespit edilen programlarda “sorulan sorular alınan yanıtlar” veri olarak dikkate alınmakta ve ilgili kuramsal çerçeve içinde eleştirel bir yaklaşımla irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Gündelik Hayat, Neoliberalizm, Web TV Ulusal Kanalları, Reality Programlar, Oyun
Abstract
The daily life, which is built on the organization of changing space and time on the basis of Production Technologies, is a given area that reflects economic as well as cultural and historical characteristics of the period. While the sustainability of production technologies and relations is decisive in the organization of time and space, the process also introduces a human prototype that bears the burden of period. Thus, the process constructs a social organization through a dialectical interaction and also forces the human being to change in line with this process. Contrary to the boring and oppressive nature created by the everyday routines, "the game as a hedonic field of consumption" is a cultural activity and has a functional importance in the cycle of life. Since primitive societies, the game has evolved from ritual activity to ceremonial competitions and a technical means where the system is reproduced. In primitive societies, the game involves various symbolization processes as a creative activity in which culture is reproduced outside of daily life. While modernity plans the world with rational motives, it has defined the game as a leisure activity outside the social dynamism. The postmodern period has been a period in which the game was rediscovered in the cultural field. Among the types of games, the quiz games have become one of the areas in which the consumption values and logic of the postmodern world are commanded to society and individuals are pushed into being taken for granted. These shows represent the risks of everyday life and establish a typical experience of soft challenge with competitors. During the competition, individuals participate in the symbolization process of the cultural field through the media, while at the same time being drawn to the experience of competition and winning within a typical representation fields of social life without any time and space constraints. Thus, the competition experiences in reality game shows have become the means of a mechanism that builds a logic in which the individual and social system are reproduced in daily life activities that lost their creative aspect in primitive societies.
In this study, a purpose-oriented sample is created based on the "Reality Game" shows of national channels that are available in the Web TV. The questions asked and answers received in the shows selected are considered as data and examined with a critical approach within the relevant theoretical framework.
Keywords: Daily Life, Neoliberalism, Web TV National Channels, Reality Programs, Game
Öz
Temelleri Aydınlanma Düşüncesi’ne dayanan modernlik fikri, rasyonalizasyon ve bilimsellik düşüncesi üzerine temellenirken gündelik hayatın içerisindeki yaşam dünyalarını tek taraflı bir şekilde örgütleyerek düzenlemiştir. Zygmunt Bauman’a göre modernlik, gündelik hayatın içerisindeki tüm kurum ve yapıları rasyonel saiklere göre planlarken aynı zamanda müphem konumlar inşa etmiştir. Modernite, bireyi ulus devlet yapısı içerisinde yurttaş olarak ele alırken, sisteme eklemlenemeyen ya da tanımlanamayanları yabancı konumuna sürüklemiştir. Yabancılık, müphem bir siyasal konum olarak yurttaşın karşıtı olarak bulunurken 20. yüzyılın başında birçok asimilasyon ve dışlama tekniği ulus devlet yapıları içerisinde tezahür etmiştir. Bu siyasal süreç içerisinde modern dünyadaki gündelik hayatın yapısal bileşenleri olan zaman ve mekân örgütlenmesi dönemin egemenlik ilişkilerinin örüntüsü olarak ortaya çıkmaktadır. Henri Lefebvre sosyolojik tahayyülünde gündelik hayatı Marksist anlamda ele alarak onu praksis felsefesinin içerisinde tanımlamıştır. Bu bağlamda gündelik hayatın ritmi ve mekânsal boyutu bireyin toplumsal yaşamına etki ederek onu dönüştürmektedir. 20. yüzyılın başında Türkiye ve Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi döneminde geçen toplumsal olayları bireysel hayat hikâyesi üzerinden inceleyen Rembetiko filmi tarihsel bir momentte toplumsal yaşama eklemlenememiş, yabancı konumuna sürüklenmiş bir grup insanın gündelik hayatının sinemasal temsilidir. Filmde Rembetiko müziğinin ritmi bir yandan yaşanan bireysel ve toplumsal dramın ritmiyle üst üste binerken diğer yandan modern toplumun örgütlenme tarzına karşı bir direniş alanı olarak öne çıkarak toplumsal alandaki dışlama pratiğinin temsili haline gelmektedir. Bu çalışmada Costas Ferris’in “Rembetiko” adlı filmi ilgili kuramsal perspektif üzerinden modern dünyada dışlama ve içeri katma şeklinde işleyen gündelik hayatın mekânsal ve zamansal işleyişi göz önünde bulundurularak eleştirel perspektiften ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Modernite, Müphemlik, Gündelik Hayat, Toplumsal Mekân ve Zaman, Sinema
Abstract
While grounding on the thought of rationalization and science, the idea of modernity, the foundations of which are based on the Enlightenment Thought, has organized the worlds of living in daily life by reorganizing them unilaterally. Modernity, according to Zygmunt Bauman, has built ambiguous positions at the same time while planning all daily life institutions and structures according to rational motives. Modernity has treated the individual as a citizen within the structure of the nation-state, while dragging those who cannot be articulated into the system or identified within, into the position of an outsider. While foreignness has been present as the opposite of the citizen as an ambiguous political position, many assimilation and exclusion techniques has emerged in the nation-states at the beginning of the 20th century. During this political process, the reorganization of time and space, as the structural components of daily life in the modern world, emerges as the pattern of the domination relations of the period. In his sociological imagination, Henri Lefebvre handled everyday life in a Marxist sense and defined it within the philosophy of Praxis. In this regard, the rhythm and spatial dimension of daily life transforms the individual by affecting their social lives. The movie “Rembetiko”, which deals with the social events that took place during the population exchange between Turkey and Greece at the beginning of the 20th century through an individual life story, is a cinematic representation of a group of people who were unable to be articulated into social life and were dragged into the position of a stranger. While the rhythm of Rembetiko music in the film overlaps with the rhythm of the individual and social drama experienced, on the one hand, it also stands out as a field of resistance against the reorganizing style of modern society and becomes the representation of the exclusion practice in the social area. This study discusses Costas Ferris' "Rembetiko" from a critical perspective by considering the spatial and temporal functioning of daily life, which functions as exclusion and inclusion in the modern world through the relevant theoretical perspective.
Keywords: Modernity, Ambiguity, Everyday Life, Social Space and Time, Cinema
Özet
Örgütlü ve siyasi bir yapılanma şekli olarak kamusal alanın ilk tasarımı Antik Yunanda yer almaktadır. Emek yoğun üretimin ve köleliğin kurumsallaştığı Polis, sadece özgür erkek yurttaşların kamusal alana katılımını sağlayan bir mekân örgütlenmesi olarak idealize edilmiştir. Kent ve kamusal alan etkileşimi bu tarihten itibaren benzer şekilde emek yoğun üretimin yapıldığı Orta Çağ Avrupa’sında bazı sembolik değişimler olsa da özel alan ve kamusal alan birbirinden tam ayrılmamıştır. Kamusal alan Avrupa’da 17. Yüzyıl sonrası modern dönem boyunca, kamusallaşmış olayların kamusal bir alanda eleştirel denetimine tabii tutmak olarak biçimlenmiştir. Oysa ki günümüzde neoliberal ekonomik sistemin toplumun her alanında etkisini hissettirdiği postmodern dönemle birlikte, kamusal alandaki yapısal dönüşüm teknoloji merkezli bir denetim alanına kaymıştır. Geleneksel toplumlarda bir yere bağlı olan zaman ve mekân örgütlenmesi postmodern dönemle birlikte şekil değiştirerek yer duygusunun yitirildiği sanal ekosistemlerin topoğrafyalarına doğru yönelim göstermektedir. Bu toplumsal yapı içerisinde televizyon yayıncılığı da yeni medya olarak adlandırılan dijital teknolojiler ile eklemlenerek kültürel içeriklerin aktarılma ve alımlama süreçlerinde dijital ortamın aktif izleyicisi kavramını öne çıkarmıştır. Post-kapitalizmin dinamiklerinin ivmelendirdiği gündelik yaşamın televizyondaki bilgi ve haber içerikleri, dijital teknolojiler yoluyla herhangi bir kısıtlama olmaksızın dolaşıma girmektedir. Kişiselleştirilmiş tele-görsel mekânlarda kişisel ilgileri temelinde biçimlenen haber içeriklerine yönelimde, toplumsal hafıza kaybolmuş, hatırlama ve unutmalar medyanın çoklu denetim ve temsil alanlarına terkedilmiştir. Televizyon üzerinden yaratılan yapay kamusallıklar üzerinden oluşan tarafgirliklerle ekonomik ve politik sorunlar gerçek toplumsal bağlamlarından uzaklaştırılırken, haber içerikleri hatırlatma ve unutturma mekanizmaları üzerinden işlerlik kazanarak bütünsel bir gösteri söyleminin parçası haline gelmektedir. Bu çalışmada postmodern kentsel mekan içerisinde kamusal alanın dönüşümü tarihsel gelişimi göz önünde bulundurularak tartışılırken, televizyon haberlerinin oluşturduğu gündemin süreçteki rolü ve önemi eleştirel bir paradigma içinde teorik olarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kamusal Alan, Postmodern Kent, Televizyon Haberleri, Tüketim Toplumu
Abstract
The first design of the public space as an organized and political structure was first seen in Ancient Greece. The Polis, where labor-intensive production and slavery were institutionalized, had been idealized as a spatial organization that allows only free male citizens to participate in the public space. Even though there have been certain symbolic changes in this interaction between the urban and the public space since these dates, the private space and public space have not been completely separated from each other also in Middle Age Europe, where labor-intensive production was carried out. The public space was used in Europe during the modern period after the 17th century for civil society to criticize and control the events that became public. However, in today's world, along with the postmodern period when the neoliberal economic system makes its impact felt in all areas of society, the structural transformation in the public space has shifted to a technology-centered control area. The organization of time and space, which depends on a place in traditional societies, changes shape with the postmodern period and tends towards the topographies of virtual ecosystems where the sense of place is lost. Within this social structure, television broadcasting has been articulated with the digital technologies that are called as the new media, bringing forward the concept of active audience of the digital environment in the transfer and reception processes of cultural contents. The information and news contents on television regarding daily life, accelerated by the dynamics of post-capitalism, are circulated without any restrictions through digital technologies. In the orientation towards news contents in personalized tele-visual spaces that are shaped on the basis of personal interests, social memory has been lost and reminding and making forget have been left to the multiple control and representation areas of the media. While the economic and political problems are removed from their real social contexts with the prejudices formed over artificial publicities created on television, the news contents become part of a holistic demonstration discourse by gaining function through mechanisms of reminding and making forget. In this study, while the transformation of the public space within the postmodern urban sphere is discussed by considering its historical development, the role and significance of the agenda formed by television news is evaluated theoretically within a critical paradigm.
Keywords: Public Space, Postmodern City, Television News, Consumption Society
Özet
Gündelik hayatın kültürü; internet ve mobil teknolojiler ile dolaşımda olan yeni kültürlerle beslenmekte, geçmişten gelen yerleşik değer ve norm dizgeleri üzerinde sürekli bir değişim yaratılmaktadır. Dolayısıyla coğrafyaların geçmişten getirdiği gündelik yaşamı biçimlendiren geleneksel kültürler, melezlenerek zamanından ve mekânından kaydırılmaktadır. Söz konusu kültür akımlarıyla, özneler, gündelik yaşam aktiviteleri içinde kullandıkları dijital teknolojiler yoluyla girdikleri çevrim içi ve çevrimdışı süreçler içinde buluşmaktadırlar. Kendi rızalarıyla ve istekli olarak anlamlı ve önemli gördükleri kültürel değerleri alımlayarak, kendi öznelliklerini inşa etme sürecine girmektedirler. Böylelikle dijital kültür, öznelerin yaşam pratiklerinin değer ve norm dizgeleri içine sinerek öznelleşmektedir. Edinilen bu “yeni kültürel formlar” gerçekte, küresel ve ulusal iktidarların öznelleşmesinin farklı kurguları olarak, gündelik yaşam pratiklerinde dışlaşmaktadır. Benlik teknolojileri olarak da değerlendirilebilecek bu dijital tekno-dünyanın pratikleri içinde özneler, biyo-iktidarlar yoluyla kendi bedenlerini, ruhlarını, düşünce ve hareket tarzlarının üzerinde bir dizi operasyonlar yaparak, kendilerince kurdukları öznelliklerini dijital bir atmosfer ve yaşam algısı içinde ifşa etmektedirler. Süreç; güncelliğini kaybetmiş eski gelenekçi eğilimlerden, güncel tüketim kültürünün olanaklarıyla uzaklaşma ve arınma, yenileşme, mutluluk, bilgelik, kusursuzluk, ölümsüzlük ve narsistik eğilimler içinde yerel coğrafyanın insani görünümlerini değiştirip dönüştürmektedir. Böylelikle diğer öznelerle kurdukları etkileşimlerinde hem farklılık bireysellik hem de eşgüdümlülük nosyonunu sağlayarak, toplumsal etkileşim süreçlerinde de sistemle aidiyet sağlamış olmaktadırlar.
Bu çalışmada Web TV ortamında yer alan ulusal kanalların, “Gündelik Yaşam ve Moda Programları” dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmakta ve bu yolla tespit edilen programların kimlik temsillerinin kurgulanan öznellikleri ve kendilik kaygıları, postyapısalcı bir yaklaşımla irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kimlik, Öznellik, Kimlik Teknolojileri, Tüketim Kültürü, Web TV Ulusal Kanalları, Gündelik Yaşam ve Moda Programları
Abstract
The culture of everyday life is fed with the new cultures that are circulating with internet and new technologies and a continuous change is created on established value and norm systems that come from the past. Therefore, traditional cultures that the geographies bring from their past and that shape the everyday life are hybridized and shifted from their time and space. With such cultural trends, subjects meet in online and offline processes which they get into by means of digital technologies they use in their daily life activities. They enter into the process of building their own subjectivities by adopting the cultural values they consider meaningful and important with their own consent and willingness. Thus, digital culture becomes subjective by permeating the value and norm systems of life practices of the subjects. In reality, this acquired "new cultural formats" manifest itself in daily life practices as different constructs of the subjectivation of global and national powers. In the practices of this digital techno-world, which can also be considered as self-technologies, the subjects perform a series of operations on their own bodies, souls, styles of thought and manner through bio-powers and disclose their subjectivity within a perception of digital atmosphere and life. The process changes and transforms humanistic aspects of local geography through divergence and from out-of-date traditional trends with the facilities of current consumption culture as well as regeneration, happiness, wisdom, perfection, immortality and narcissistic trends. Therefore, they ensure the notion of both difference and individuality and coordination in their interactions with other subjects and belonging to the system in their social interaction processes.
In this study, a purposive sample is created by considering the "Daily Life and Fashion Programs" aired on national channels available on Web TV and subjectivities and care of the self of the identity representations of such programs are examined with a post-structuralist approach.
Keywords: Identity, Subjectivity, Identity Technologies, Consumption Culture, Web TV National Channels, Everyday Life and Fashion Programs
Öz
Michel Foucault, siyasi teknolojilerin kullanımını Batı tarihinin ayırt edici yönü olduğunu vurgularken, özneyi incelemek için iktidar ilişkilerine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda geliştirdiği Biyopolitika kavramı; öznenin yaşamı ve bedeni üzerinde hak sahibi olan, ölüm değil yaşam üzerinden tanımlanan bir pozitif iktidar türüdür. İtalyan siyaset felsefesi düşünürü Giorgio Agamben ise biyopolitikanın sadece yaşamla değil ölümle ilişkisine dikkat çekerek bu kavramın Antik Yunan’dan itibaren kullanıldığını vurgulamaktadır. Agamben’in çalışmalarındaki temel kavramlardan biri olan Kutsal İnsan “Homo Sacer” öldürülebilen ancak kurban edilemeyen, toplumun dışına itildiği halde öldürülebilir olmasıyla aynı zamanda onun parçası olan bir çifte dışlanmışlık durumunu temsil etmektedir. Bu durumu Devlet Çıkarı “Raison D’état” adı altında bir yasal konumla ilişkilendiren modern devlet, yarattığı istisna halleriyle sosyo-politik alanın içinde ve dışarısında yer alanları tek taraflı olarak düzenleme yetkisi kazanmaktadır. Costa-Gavras’ın yönettiği “Z” Ölümsüz filmi siyasal hoşgörüsüzlüğün, politik alandan dışlananların ve dışarıdakilerin bedenine yönelik siyasi teknolojilerinin sinemasal temsilidir. Bu çalışmada söz konusu film, modern devletin siyasi tekniklerinin bir parçası olarak dışarıdakilerin politik konumu ve bedene yönelik iktidar pratikleri bağlamında ele alınarak eleştirel perspektiften incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Modern Devlet, Biyopolitika, Politik Alan, Yabancı, Dışarıdaki, Sinema.
Abstract
Michel Foucault emphasized the use of political technologies as a distinctive aspect of Western history and drew attention to power relations to examine the subject. The concept of Biopolitics he developed in this context is a type of positive power that has rights over the life and body of the subject, defined in terms of life, not death. Italian political philosophy thinker Giorgio Agamben, on the other hand, draws attention to the relationship of the concept of biopolitics not only with life but also with death, emphasizing that this concept has been used since Ancient Greece. Homo Sacer “The Sacred Man”, one of the basic concepts in Agamben's work, represents a state of double exclusion that can be killed but cannot be sacrificed, a state of double exclusion that is at the same time a part of society even though it is excluded from it. The modern state, which associates this situation with a legal position called State Interest "Raison D'état", gains the authority to unilaterally regulate those inside and outside the socio-political sphere through the states of exception it creates. The film "Z" Immortal, directed by Costa-Gavras, is a cinematic representation of political intolerance and its political technologies on the bodies of those who are excluded from the political sphere and outsiders. In this study, the film in question is analyzed from a critical perspective in the context of the political position of outsiders as part of the political techniques of the modern state and the practices of power over the body.
Keywords: Modern State, Biopolitics, Political Space, Foreigner, Outsider, Cinema.
Özet
Geleneksel ve modern dönemde tüketim etkinliği öncelikle üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak arz ve talep yasaları içerisinde belirlenirken 1970’li yıllarla birlikte tüketim kültürü toplumsal alanın temel örgütlenme şekli haline gelmiştir. Bu dönemde gündelik hayat pratikleri içerisinde tüketim nesnelerinin alanı gün geçtikçe genişlerken sosyal teoride özne ve nesne arasında kurulan klasik diyalektik ilişkide bir tersine çevrim gerçekleşmiştir. Böylelikle öznenin nesne üzerindeki belirleyiciliği azalırken, nesneler sistemi bütünsel bir söylem alanı olarak toplumsal yaşamın merkezine oturmuştur. Tüketim toplumunun nesneler dünyası üzerinden işlediği göz önüne alındığında günümüzde kapitalist sistem, tüketim nesneleri üzerinden bir yandan toplumsal alanı yeniden üretirken diğer yandan nesnelerin taşıdığı gösterge değerleri toplumsal alanda yeni içerme ve dışlama stratejileriyle bir denetim mekanizması görevi üstlenmektedir. Tüm bu sürecin işlemesinde televizyon toplumsal alanda yeni bir gerçeklik rejiminin parçası olarak nesneler sistemini yeniden büyülenmenin bir aracı haline getirmiştir. İçerikten yoksun salt biçimsel formlar haline gelerek genişleyen nesneler dünyası, toplumsal anlamın entropik bir süreçte içeriğinin boşalmasına neden olmaktadır. Televizyon yayıncılığında realite programları gündelik hayatın fragmanlarını ekrana taşırken bu programların bir alt türü olan yaşam tarzı programları gündelik hayatın tüketim kültürüne dayalı yaşam evrenini meşrulaştıran bir anlam matrisini sembolik olarak inşa etmektedir. Bu çalışma gündelik hayat etkinliklerinin ideolojik doğasında nesneler sisteminin anlam ve işlevini yaşam tarzı programlarındaki temsiller üzerinden tartışmak amacındadır. Bu bağlamda amaca yönelik bir örneklem oluşturularak tespit edilen programlar Nitel İçerik Analizi yöntemi kullanılarak eleştirel perspektiften yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: tüketim toplumu, nesneler sistemi, gündelik hayat, televizyon.
Abstract
In the traditional and modern period, consumption efficiency was determined primarily as a result of production relations within the laws of supply and demand, while in the 1970s, consumer culture became the main form of organization of the social sphere. During this period, the field of consumption objects in everyday life practices expanded day by day, while in social theory, a reversal took place in the classical dialectical relationship established between subject and object. Thus, the determinacy of the subject over the object is reduced, while the system of objects is placed at the center of social life as a holistic field of discourse. Considering that the consumer society operates through the world of objects, today the capitalist system reproduces the social sphere on the one hand through the objects of consumption, and on the other hand, the indicative values carried by objects serve as an audit mechanism with new inclusion and exclusion strategies in the social sphere. In the process of this whole process, television has made the system of objects means of re-enchantment as part of a new reality regime in the social sphere. The expanding world of objects, becoming purely formal forms devoid of content, causes the emptying of the content of social meaning in an entropic process. Reality programs carry fragments of everyday life on the screen in television broadcasting while lifestyle programs, which are a subspecies of these programs, symbolically construct a meaning matrix that legitimizes the universe of life based on the consumer culture of everyday life. This study aims to discuss the meaning and function of the system of objects inherent in the ideological nature of everyday life activities through representations in lifestyle programs. In this context, the programs determined by creating a goal-oriented sample were interpreted from a critical perspective using the Qualitative Content Analysis method.
Keywords: consumer society, the system of objects, everyday life, television.
Özet
Modern dönemdeki kent yaşamı endüstriyel üretim ilişkileri temelinde örgütlenirken, 1970'li yıllardan itibaren postmodern kentlerde tüketim etkinliği ön plana geçmiştir. Sanayi sonrası toplumsal yaşamın gereklerine cevap veren postmodern kentlerin, kültür ve mekân etkileşimleri, özellikle 1980'li yıllarda küreselleşmenin hız kazanmasıyla birlikte bilgi ve iletişim teknolojilerinin sağladığı olanaklarla çeşitlenerek bulundukları coğrafyaların içerisinde görünürlük kazanarak markalaşmaktadır. Yeni dönemin sermaye birikim süreçlerinin merkezleri olarak kentlerin mekânsal pratikleri, aynı zamanda maddi kültürün oluşum sürecini de yapısal olarak değiştirmiştir. Yaşam biçimlerini dönüştüren yeni dönemin bilgi teknolojileri, gastronomi kültürünü de etkilemiştir. Gastronomi kültürü içerisinde yemeğe ait bilginin öğrenilmesi ve aktarılmasında usta çırak ilişkisi içerisinde yapılandırılan mesleki bir zanaatkârlık söz konusudur. Postmodern dönemle birlikte gastronomi alanında uzman bilgisi zanaatkârlığın yerini alırken, maddi kültürün bütünselliği de parçalanarak kapitalist sistem tarafından yönetilip denetlenmeye başlamıştır. Çalışma kapsamında gastronomi alanına uzun yıllardır emek vermiş aşçıların sosyal medya içerikleri nitel içerik analizi yöntemi kullanılarak ilgili kuramsal literatür üzerinden tartışılmıştır. Buna göre kapitalizmin gastronomi alanına ait uzmanlık bilgisini yeni medya ortamları içerisinde ticari bir yaklaşımla tanımladığı görülmüştür. Dijital ekosistemler içerisinde yaratılan gastronomi alanı, yeme-içme pratiklerini yerel kültürel öğelerinden kopararak, eklektik ve sentetik bir küresel alanın parçası haline getirirken, gastronomi estetikleştirilmiş sunumlar içinde bütünsel bir gösteri söyleminin parçası haline gelmiştir.
Anahtar Kelimeler: Postmodern Kent, Tüketim Toplumu, Gastronomi, Zanaatkârlık, Sosyal Medya
Abstract
While the urban life in the modern period has been organized on the basis of industrial production relations, the consumption activity has come into the forefront in postmodern cities since the 1970s. The culture and space interactions of postmodern cities that respond to the requirements of post-industrial social life began to shape with the facilities provided by information and communication technologies, especially with the acceleration of globalization in the 1980s. The postmodern cities become apparent in the geographies they are located and become brands in this process. The spatial practices of cities as the centers of capital accumulation processes of the new era have also structurally changed the formation process of material culture. Transforming the lifestyles, the information technologies of the new era also influenced the gastronomy. The gastronomy culture involves the craftsmanship structured through the master-apprentice relationship in the process of learning and transferring the knowledge about food. With the postmodern period, the expertise in the field of gastronomy has replaced craftsmanship, and the integrity of material culture has been fragmented and started to be managed and controlled by the capitalist system. The social media contents of the chefs who have worked in the field of gastronomy for many years were discussed through the relevant theoretical literature using the qualitative content analysis method within the scope of the study. Accordingly, it was found that the capitalism defines the expertise of gastronomy with a commercial approach in new media environments. While the field of gastronomy established within digital ecosystems makes eating and drinking practices a part of an eclectic and synthetic global space by detaching it from local cultural elements, gastronomy has become a part of a holistic show discourse within aestheticized presentations.
Keywords: Postmodern city, Consumption society, Gastronomy, Craftsmanship, Social media
Extended Abstract
The idea of modernity has unilaterally organized the worlds in everyday life, planning the social space with political motives from two positivist points of view, such as rationalization and science. While handling modernity as a process, Max Weber has identified the concept of rationality as one of the unifying themes of his works, giving it a privileged place. According to Çiğdem, for Weber, rationality means the realization of computable reason in the social sphere and enables the continuation of processes of cultural, social, intellectual, and economic rationalization. In this context, Weber's theory of modernity takes place on two interrelated levels. The first of these means the emergence of modern consciousness structures, while the second means the rationalization of lifestyles (2015, pp. 146, 155).
Based on Weber's sociological imagination, Zygmunt Bauman mentions the obsession with order that develops due to the rationalization processes of the idea of modernity. Bauman says that every attempt to streamline "things" in order to eliminate the complexity of the world will create new uncertainties and ambiguities, and notes that the more efforts to establish order, the more uncertainty will increase (2005, pp. 44-47). Beginning in the 18th century, the idea of modernity seems to be closely related to the nation-state structure. When legislators or norm-makers of the nation state organize everyday life in an instrumental form of communication with the general society, the individual is considered within the concept of citizen. In this context, those that cannot be articulated with the system and those that cannot be defined are dragged into the foreigner position. According to Lefebvre, in the modern State, the citizen is externalized in the face of himself, separated from the private and productive person. He/ she finds himself / herself in a political community that he / she sees as social. In this context, a citizen becomes a political fiction, a person who is aware of public affairs, whose conviction is motivated and who knows the laws (2012, pp. 94-95).
The film Rembetiko (Rembetiko, Costas Ferris, 1983), which bears the social events that took place in the process of population exchange between Turkey and Greece at the beginning of the 20th century on its background and processing the practices such as exclusion and alienation, which were manifestations of modern thought in the everyday life of the period, demonstrates fragments from the daily life of those who could not integrate with the general social structure within the nation state in a historical moment. In this study, Rembetiko film was examined from a critical perspective by the Qualitative Content Analysis method through a theoretical framework belonging to the field at the intersection of everyday life with the modernity project.
In Costas Ferris' film " Rembetiko", the transformation of music in parallel with the cyclicity of everyday life is described in the process of social formation of the nation-state. While the socio-economic and political dynamics that emerge under the nation-state structures that stand out as a modern project form the narrative structure of the film, the ambiguous positions and exclusion practices that are the product of the modernity project on the philosophical ground are some of the topics the director deals with. On the other hand, the film defines the daily life of the exchange people through praxis, ie production activities. In this context, not only the integration with the nation-state structure as a citizen in a political sense, but also the integration with the new social structure in socio-economic and cultural terms come to the fore. Thanks to the plot developed in parallel with the critical perspective of the film, social dynamics such as the metaphor of spontaneity, which is a structural feature of daily life without being didactic, accompany the lives of heroes, while transforming their lives at the micro level, on the other hand, the macro social transformation experienced in the early 20th century is conveyed to the audience. Archival images used as exterior scenes in parallel with the fictional narrative also serve as a documentary in portraying the social conditions of the period.
Rembetiko film, on the one hand, involves the efforts of the refugees to hold on to life under bad conditions, and on the other hand, a success story in which hope is not always lost is embodied in Marika's personality. The Rembetiko film also shows the difficulty of being a refugee in the similar cyclical life stories of Marika's mother Adriana, Marika and her daughter Matina. This situation can be combined with the cyclicity of everyday life and time through Lefebvre's sociological imagination. Breaking moments that accompany routine cycles in everyday life indicate social transformations. Rembetiko music in the film coincides with a possessed moment with Lefebvre's description. Rembetiko music points to a minor mode of existence for this excluded group in the transformation process in daily life under the project of modernity in the social field. As the social conditions that led to the formation of this music genre disappeared and the nation-state process was completed over time, Rembetiko became a form of music in popular culture.
Öz
Sosyo-ekonomik ve kültürel alanlarda geçmişin toplumsal formlarından farklı bir örgütlenme tarzına sahip olan neoliberalizm ekonomik alanda post-fordist üretim süreçlerine ve sermaye birikim rejimlerine işaret ederken, toplumsal alanda bireyin ön plana alındığı tüketim ekonomisiyle ilişkilendirilmektedir. Tüketim kültürü altında kentsel mekânların neoliberal dönemde kapitalist dinamiklerce şekillendirilmesi sürecinde medya teknolojileri ön plana çıkmaktadır. Günümüzde gerek konvansiyonel gerekse yeni medya teknolojileri vasıtasıyla yapılandırılan bir kültürel alan içerisinde mekâna ilişkin bilgi kapitalist sistemin değerleri üzerinden inşa edilmektedir. Tüketim kültürünün mekânsal pratikler ve yaşam tarzları üzerinden kurguladığı egemen değerler medya üzerinden meşrulaştırılırken söz konusu alana ilişkin norm ve değerler sistemi bireylerin gündelik hayat pratiklerinde somutlaşmaktadır. Bu çalışma ‘Kültürel Kuram’dan hareketle kentsel mekân, insan ve medya alanı arasındaki etkileşim sürecini diyalojik bir yaklaşımla irdelemektedir. Neo-Marksist perspektiften hareketle mekânın toplumsal üretim sürecine odaklanan çalışma aynı zamanda praksisin bir parçası olan kültürel alan içerisinde günümüzde kentsel mekânları tanımlamak için kullanılan küresel kent olgusunun altında yatan sosyo-ekonomik ve politik dinamikleri tartışmak amacındadır. Bu bağlamda amaca yönelik bir örneklem oluşturularak tespit edilen mekânlar nitel içerik analizi yöntemi kullanılarak eleştirel perspektiften yorumlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: neoliberalizm, kentsel mekân, küresel kent, tüketim kültürü, medya, Karaköy.
Abstract
Having an organization style in the socio-economic and cultural areas which is quite different from the societal forms of the past, neoliberalism, while referring to post-Fordist production processes and capital accumulation regimes within economic area, is further associated with the consumption economy foregrounding the individuals in the societal area. Media technologies come into prominence within the process in where the urban spaces are given from by the capitalist dynamics within the neoliberal period. At the present time, information related to the space within the cultural area structured by means of both the conventional and the new media technologies is built through the values of the capitalist system. While the dominant values established by the consumption culture through the spatial practices and lifestyles are justified and legitimized, the system of norms and values related to the space in question is concretized in the daily life practices of the individuals. This study scrutinizes the interaction process among the urban space, people and the media through a dialogical approach with reference to the ‘Culture Theory’. Focusing on the social production process of space with a neo-Marxist approach, this study further aims to discuss the socio-economic and political dynamics underlying the global city phenomenon, used to define the urban spaces in our modern times, within the cultural space, which is also a part of praxis at the same time. In this context, the spaces identified by establishing an objective-oriented sampling have been interpreted by applying the qualitative content analysis method through the critical perspective.
Keywords: neoliberalism, urban space, global city, consumption culture, media, Karaköy.
Öz
Sermayenin mekânsal hareketliliğine koşut, kültürel olarak postmodern, modern ve geleneksel ilişkilerin iç içe yaşandığı kentsel mekanlar, neoliberal üretim politikalarının ve ideolojilerinin yarattığı eşitsizlikler ve toplumsal farklılıklarla görünüm kazanmıştır. Atomize olan, yalnızlaşan insanlar; geleneksel toplumda ya da örgütlü modernlik dönemindeki sınırları belirli bir toplumsal yapı içerisindeki güvenilir mekânsal ilişkiler ve kimlik algısına duyulan özlemle medya tüketimine yönelmektedirler. Televizyon çeşitli program içerikleriyle toplumsal belleğin oluşmasına katkı sağlarken prime time yayın akışı içinde dolaşımda olan diziler söz konusu belleği sürekli güncelleyerek, geleneksel, modern ilişkileri postmodern dünyanın yörüngesine nostaljik unsurları kullanarak sürüklemektedir. İzleyiciler, geçmişin bu tanıdık kültürel yaşam kalıplarına takılarak, daimi izleyici statüsüne yerleşirken, dizilerin temsil ettiği gündelik yaşam pratikleri üzerinden kendiliklerini yeniden inşa etmektedirler. Bu çalışmada postmodern kentteki mekânsal pratikler ve kültürel yapıyla ilişkili olarak son dönemde öne çıkan TRT 1’de yayınlanan “Tutunamayanlar” adlı dizi, alanla ilgili kuramsal perspektif üzerinden irdelenmektedir. Buna göre söz konusu dizi bir yandan sosyo-ekonomik ve kültürel olarak toplumsal yapıyla bütünleşemeyenlerin gündelik hayatından fragmanları temsil ederken diğer yandan eskinin anlam boyutuna yapılan vurgularla günün sorunlarının nasıl aşılmaya çalışıldığını ortaya koymaktadır. Dizide postmodern kültürdeki genel anlam kaybına karşılık tarihsel momentteki önemli figür ve olaylara yapılan yolculuk sürecinde imgesel olarak eklektik, nostaljik unsurlar bir tarihsel arka fon olarak bireylerin gündelik hayatına eşlik ederken tüketim ekonomisine eklemlenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Postmodern Kent, Kültürel Bellek, Nostalji, Tüketim Kültürü, Televizyon Dizisi.
Abstract
In parallel with the spatial mobility of capital, inequalities and social differences created by neoliberalism have become apparent in urban spaces -where postmodern, modern and traditional relations are lived one within the other in terms of culture-. While television contributes to the formation of social memory with various program contents, the series that are broadcasted in the prime-time stream updates such memory continuously, dragging traditional and modern relations to the orbit of postmodern world by nostalgic elements. Audiences linger on these familiar cultural life patterns and settle in the status of permanent audience and thus, reconstruct themselves through the daily life practices in the series. This study discusses the TV series “Tutunamayanlar”, broadcasted by TRT 1 on spatial practices and cultural structure in the postmodern city. The series represents fragments from daily life of those who cannot integrate within the social structure because of socio-economy and cultural issues and shows how everyday problems are attempted to be solved by giving references to past. In the series, fictitiously eclectic and nostalgic elements are articulated in the consumption economy while accompanying individuals’ daily life as a historical background during the journeys to important figures and events, despite the general loss of meaning in postmodern culture.
Keywords: Postmodern City, Cultural Memory, Nostalgia, Consumption Culture, Television Series.
Öz
1970'li yıllarla birlikte kapitalizm, üretim temelli bir yapıdan tüketim temelli bir yapıya doğru dönüşüm yaşarken toplumsal ve kültürel alanda yaşanan gelişmeler sonucunda yeniden üretim, gösteri ve eğlence teması toplumsal alanda dolaşıma girmiştir. Gösteri, kültürel alanda temel varoluş etkinliğinin bir parçası olarak özellikle kitle iletişim araçları üzerinden yaratılan semantik alanda ideolojik bir işleve sahiptir. Neoliberal piyasa ekonomisinin desteklediği tüketim toplumunda gündelik hayat kapitalist saiklere göre planlanırken sistemin devamı için gerekli olan bir insan tipi televizyon üzerinden verilen uzmanlık bilgileri dâhilinde üretilmektedir. Tüketim toplumunda yemek kültürü de şekil değiştirerek insanın yaşamını sürdürmesi için gerekli olan fizyolojik gereksinimi giderme biçiminden uzaklaşarak postmodern dünyanın gereklerine göre yapılandırılmış gastronomi kültürü ile postmodern dünyanın gündelik hayatının sürdürülmesinde işlevsel bir araca dönüşmüştür. Televizyon bu kültürü üreten ve yaygınlaştıran önemli bir araçtır. Bu toplumsal ve kültürel yapı içerisinde gastronomi alanı kimi zaman gösteri ve eğlence teması içerisinde şov dünyasının bir parçası olma ya da neoliberal pazar ekonomisi içerisinde yeni ve kazançlı bir gelir kapısı olarak televizyonda verilen temsiller üzerinden sunulmaktadır. Özellikle uluslararası alanda dolaşıma giren bir program formatı olarak reality yarışma programları bu anlamda ideolojik bir işleve haizdir. Bu programlar bir yandan küresel düzeyde işleyen tüketim ekonomisi içerisinde bireyin gündelik yaşamının örgütlenmesini ve yeni bir insan tipinin kurgulanmasını sağlarken diğer yandan eklektik, postmodern bir yeme içme kültürünü dolaşıma sokmaktadır. Bu çalışmada ulusal televizyon kanalları içerisinde reality programların alt türleri dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmakta ve bu yolla tespit edilen programların tüketim toplumu ve gösterinin ideolojik işleviyle ilişkisi, alana ait kuramsal bir çerçeve üzerinden irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Tüketim Toplumu • Neoliberalizm • Yemek Kültürü • Gastronomi • Yarışma Programları • Reality Programları
Abstract
Together with capitalism's transformation from a production-based structure to a consumption-based structure, as a result of the social and cultural developments in the 1970s, the themes of reproduction, performance and entertainment also entered into circulation in the social field. As part of the basic existential activity in the cultural field, performance has an ideological function, especially in the semantic area created by mass media. While daily life has been planned according to capitalist motives in consumer society with the support of the neoliberal market economy, the type of human that is required for the system's continuation is produced within the knowledge of expertise television provides. Food culture has also changed its shape and diverged from the ways it used to meet the physiological needs required for humans' survival in consumer society; the gastronomic culture structured according to the requirements of the postmodern world has turned food culture into a functional tool for mainting the daily life of the postmodern world. The field of gastronomy is sometimes presented in this social and cultural structure through television shows as part of show business under the themes of performance and entertainment, or as a new and lucrative income channel in the neoliberal market economy. Reality game shows, as a program format that has entered into circulation in the international arena in particular, have an ideological function in this sense. While these programs, on the one hand, allow daily lives to be organized and a new type of person to be constructed within the consumption economy, functioning at the global level, these programs on the other hand circulate an eclectic, postmodern gastronomic culture. This study, has formed a purposeful sample by taking into consideration the sub-types of reality programs within national television channels, and examines the relations the programs identified in this way have with consumer society as well as the ideological function of these programs' performances using a field-theory framework.
Keywords: Consumption society • Neoliberalism • Food culture • Gastronomy • Game shows • Reality programs
Özet
Temellerini Aydınlanma Düşüncesinden alan modernleşme teorisi toplumsal alanı akıl ve bilimin öncülüğünde metafizik bilgi dışarıda kalacak şekilde planlarken belirsizlikler ve riskler üretir hale gelmiştir. Modernliğin kendi üzerine uygulanması anlamına gelen düşünümsellik fikri oluşan bu yeni toplumsal düzeni risk toplumu olarak adlandırırken; risk, modern toplumların gündelik yaşam pratiklerinin bir parçası olarak sıradan insanın hayat epizotlarına eklemlenmeye başlamıştır. Giderek daha fazla etkisi hissedilen risk söylemi medya aracılığı ile modern toplumların gündelik yaşamında dolayımlanmaktadır. Risk toplumu söyleminin içerdiği bilimsel ve teknik uzman bilgileri medyanın oluşturduğu sembolik evrenler içerisinde şekil alırken bireylerin yaşamlarında anlam repertuarları oluşturmaktadır. Böylece toplumların geçmişten getirdikleri geleneksel değer ve normlar bu dönemde dönüşerek neo-liberal pazar ekonomisinin gereklilikleri çerçevesinde güncellenmektedir. Küreselleşme süreciyle Batı ve Batı dışı toplumları eşzamanlı olarak etkileyen bu toplumsal dönüşüm içinde sistemin işleyişinden kaynaklanan risklerin topluma sunulduğu bir mecra olarak olgusal içerikleri temel alan reality programlar farklı alt türleriyle sistemin üretim ve yeniden üretim sürecinde etkin rol oynamaktadır. Bu anlamda söz konusu programlar bir televizyon program türü olmasının ötesinde ideolojik bir araçtır. Reality programların içerdiği risk bilgisi kimi zaman bireylere kentsel yaşamda olası karşılaşacakları risklerden kaçınma pratikleri olarak sunulurken, aynı zamanda neo-liberal pazar ekonomisinin gereklilikleri çerçevesinde alınacak riskler konusunda rehber olma işlevine haizdir. Bu çalışmada ulusal televizyon kanalları içerisinde reality programların alt türleri dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmakta ve bu yolla tespit edilen programların modern kültürün getirisi olan risk duyumu ve belirsizliklerle ilişkisi, alana ait kuramsal bir paradigma üzerinden irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: risk toplumu, düşünümsel modernleşme, geç modernleşme, reality programları, sosyal inşacılık
Abstract
The modernization theory, which takes its foundations from the Thought of Enlightenment, is producing uncertainties and risks while planning the social sphere under the guidance of mind and science in a way to exclude the metaphysical knowledge. Referring to the application
of modernism on itself, the idea of reflexivity calls this new social order as the risk society and the risk has started to join the life episodes of ordinary human being as part of daily living practices of modern societies. With an increasing influence, the risk discourse is mediating in
daily lives of modern societies by means of the media. The scientific and technical know-how that the risk society discourse incorporates takes form inside the symbolic universes created by the media and creates the repertoires of meanings in the lives of individuals. As a result, traditional values and standards that the societies bring in from the past are transforming in this era and being updated within the frame of the requirements of neo-liberal marketeconomy. The reality programs that are based on factual contents as a medium where the risks originating from the functioning of system in this social transformation which simultaneously affects the Western and non-Western societies with the process of globalization are presented to the society, play an active role in the production and reproduction process of the system with their different sub-genres. In this sense, these programs are ideological
mediums beyond being a type of TV program. The risk information that the reality programs incorporate is sometimes presented to the individuals in the form of practices to avoid possible risks they may encounter in urban life, while functioning as a guide for the risks that may be taken within the frame of requirements of neo-liberal market economy. In this study, a sample is created for the purpose of study by considering the sub-genres of reality programs in national TV channels and the relationship of such identified reality programs with the risk perception and uncertainties which come along with the modern culture
is examined based on a theoretical paradigm of the literature.
Keywords: risk society, reflexive modernization, late modernization, reality programs, social constructivism
ÖZET
Çocuk hakları birçok konuda sıklıkla gündeme gelmekte, basının bu konudaki duyarlılığı konusunda eleştiriler sürmektedir. Türkiye’de ana akım medyada da benzer örnekler söz konusudur. Haklar ve temsiliyet açısından kadınlar, çocuklar, engelliler, farklı cinsel ve kültürel kimlikler hala mağdur durumdadır. Çocukların medyada farklı toplumsal kategoriler içinde öteki olarak temsili, toplumun sürdürülebilirliği açısından dikkate alınması gereken bir konudur. Bu nedenle çocuk hakları konusunda toplumsal farkındalık geliştirilmesi ayrıcalıklı bir konuma yükselmektedir. Basın bu konudaki misyonundan giderek uzaklaşmaktadır. Çocuklar medyada temsil edilirken haber değeri ve haberin sansasyonel özelliklerinden dolayı, “çocuk hakları” konusuna duyarsızlaşma ve sosyal sorumlulukların yerine getirilmemesi gözlenmektedir.
Bu çalışmada Türkiye ulusal basını içinde yer alan dört farklı gazetenin haberleri incelenmekte ve haberleri çocuk haklarına duyarlılıkları açısından karşılaştırılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: yazılı basın, hak haberciliği, çocuk hakları, temsiliyet, tematik analiz
ABSTRACT
Children's rights become a current issue at many points and İt’s continued critics about the media approaches to this subject. In Turkey some similar examples come into question for the mainstream media. Rights and as representation of women, children, different sex and cultural identities are still suffered. Media presentations of children as “others” in difference social categories is notable question in regard to sustainable of society. For this reason developing a communal awareness about the children's rights enhanced those into a privileged position. The media is gradually whitdrawn from this mission. While the children are being represented on media, value of the news and for the news's sensational properties it has been monitored that there has been a desensitization and not fulfiling the social responisibilities.
This study analyses the four different newspapers included in Turkish natiaonal media and compares the news as the susceptibilities of those for the children's rights.
Keywords: Print media, rights reporting, children’s rights, representation, thematic analysis
ÖZET
Sinema ve toplumun karşılıklı bir etkileşim içinde olması nedeniyle, tür sineması da içinde bulunduğu toplumun sosyal ve kültürel yapısıyla yakından ilişkilidir. Tüm toplumlarda tür sinemaları hem endüstrinin gereklilikleri hem de izleyicilerin beklentileri çerçevesinde şekillenmiş ve anlatı içerikleri de söz konusu toplumların kültürel birikimiyle desteklenmiştir. Türk sineması ekonomik nedenler başta olmak üzere politik nedenlerden dolayı endüstrileşememiştir. Türsel çeşitlenme açısından yoksun bir konumdadır. Dolayısıyla Türk sinemasında korku türüne ait yapımlar sınırlı sayıdadır. Bu durum sinemanın endüstriyel problemleri kadar Türk kültürünün sosyal, kültürel özelliklerinin Batı’dan farklı olmasına dayandırılabilir. Türk sinemasındaki mevcut korku türünün kaynakları da Batı temellidir.
Bu çalışmada, korku türünün Türk sinemasında yeterince kendine yer açamaması konusu, 2000 sonrası Türk sinemasında sosyo-kültürel bir yaklaşımla incelenmekte ve korku türünde yapımları olan senarist ve yönetmenlerin konuya ilişkin görüşleri de dikkate alınarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türk sinema endüstrisi, korku sineması, Anadolu folkloru, din.
ABSTRACT
Due to the cinema and the society are involved in an interaction,film genres are closely associated with the socio-cultural structure of that society. In all the societies film genres have been shaped around not only the requirements of industry but also the expectations of the audience and the narration contents have been supported by the cultural accumulations of those societies. Turkish cinema could not industrialize mainly because of the economical and the political reasons.It is deprived of genre diversification for this reason, the productions belong to the horror genres are less and in a finite number in Turkish cinema.This can be based to the industrial problems of the cinema and the different socio- cultural features of Turkey which are strictly different from the West's. The available resources of the horror genres in Turkish cinema are mostly West originated.
In this study the issue of not having enough space of the horror genre in Turkish cinema, after 2000 Turkish cinema has been analyzed and the ideas or the views of the scriptwriters and the directors that have productions of horror genres have been viewed and considered.
Keywords: Turkish film industry, horror cinema, Anatolian folklore, religion.
Özet
Her dönemde üretim teknolojileri emeği biçimlendirerek verimli hale dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Üretim sürecinin toplam verimliliğinin yükseltilmesi ve emeğin daha nitelikli ve işlevli hale getirilmesi için, 1970’li yıllardan sonra enformasyon ve bilgi teknolojilerine dayalı yeni bir ekonomi-politik sistem içinde nitelikli emeğin karşılaştığı çalışma koşulları değişmeye başlamıştır. Emeğin sahibi, Fordist üretim biçimindeki doğal kaynaklar ve toplumsal yaşamla kurduğu ilişkilerden hızla uzaklaştırılırken, küresel kaynakların kullanımında endüstri dışı alanların öne çıktığı yeni bir yapılanma içine dâhil edilmektedir. Bu dönemle emeğin denetim stratejileri, dijital ekonomiyi işler kılacak iş ve hizmet örgütlenmelerine kaymıştır. Süreç, emeğin öznel denetim formlarıyla iş yaşamının müphemliklerini aynı potada bir araya getirirken, dijital teknolojilerin yarattığı otomasyonun öne çıkardığı işsizlik, çalışan emeğin pazarlık gücünü baskı altına almaktadır. 1980’li yıllardan itibaren sıkça söz edilmeye başlanan “sürdürülebilirlik” fikri, endüstriyel kapitalizmin sonsuz gelişim fikrini rafa kaldırmakta, doğal ekosistem, insan ve toplumsal yaşam arasında dengeli yeni bir gelişme modeli olarak tanımlanan yapıyı öne çıkarmaktadır. Bu süreçte ekonomi alanındaki dijitalleşme bireylerin eğitimlerini sürekli yetersiz kılarak yaşam boyu eğitim gibi yeni tanımlamaları beraberinde getirmiştir. Dijital emek borsasındaki öznenin bu konumu dönemin egemen güçleri tarafından medya üzerinden dolaşıma dâhil edilen yeni imal edilmiş belirsizlikler ve risk söylemleriyle pekiştirilmektedir. Küresel emek piyasasında emeğin öznelleşme formları söz konusu alanlardaki enformasyon akışının bir parçası olarak görünürlük kazanmaktadır. Özneler için dijital emek piyasası kimi zaman çekici ve cazip fırsatlar bütünü olarak sunulurken kimi zaman ise toplumsal yaşamın yabancılaşmış ve anomik doğası söz konusu araçlarda öne çıkarılarak toplumsal bir denetim mekanizması olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada, içinde yaşadığımız dijital kapitalist dönemde emeğin dijitalleşmesi sürecinde toplumsal yaşamda öne çıkan risk, belirsizlik ve fırsatlar alana ait kuramsal literatür üzerinden eleştirel perspektiften irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: sürdürülebilir kalkınma, dijital kapitalizm, dijital emek, risk toplumu, emeğin denetimi, medya.
Abstract
The production technologies of each period aim to transform labor and make it productive. A new political economy based on information technologies has become globally functioning after the 1970s in order to increase total productivity in the production process and make the labor more qualified and functional. As a result of this period, labor's control strategies have shifted to production and service areas that will make the digital economy functional, while the way in which the laborer relates to natural resources and social life in the Fordist production system has changed. The subjective control forms of labor and the ambiguities of working life has gathered in this new economic structure. Moreover, the unemployment that arises from the automated mode of production in working life places the bargaining power of labor under pressure. Getting increasingly popular after the 1980s, the idea of sustainability has casted a veil over the idea of infinite development of industrial capitalism and put forward a new model of development balanced between the natural ecosystem and social life. In this process, digitalization in the economy has constantly made the education of individuals inadequate and introduced new concepts such as lifelong education. In this context, the position of the subject in the digital labor market is reinforced by newly manufactured uncertainties and discourses of risk that have been circulated through the media by the dominant powers of the time. Forms of subjectification of labor in the global labor market become visible as part of the flow of information in these areas. For subjects, the digital labor market is sometimes presented in the media as a set of attractive and attractive opportunities, while sometimes the alienated and anomic nature of social life is emphasized, and a control mechanism is operated. This study critically examines the risks, uncertainties and opportunities that stand out in social life in the process of digitalization of labor based on the theoretical literature of the field.
Keywords: sustainable development, digital capitalism, digital labor, risk society, media.
Özet
Dijital teknolojiler ve ağlara dayalı çağdaş kapitalizmi niteleyen dijital kapitalizm, Batılı toplumların 1970’li yılların ikinci yarısıyla birlikte tedrici bir şekilde içerisine girdiği ekonomik durgunluğa yanıt olarak tasarlanmıştır. Aşırı birikim rejimi ve sermaye piyasalarının finansallaşması dönemin karakteristik özellikleri haline gelirken, bilişim teknolojileri 1980’li yılların sonuyla birlikte internet ve telekomünikasyon sistemleri temelinde ulusaşırı finans piyasalarının gelişmesini sağlamıştır. Bu süreçte sanayi kapitalizmi döneminde örgütlü kapitalizmin bir özelliği olarak ekonomi alt sistemini bir arada tutan ulus devlet mekanizması küreselleşme ve kapitalist yersizyurtsuzlaşma’nın etkisiyle geriye çekilmeye başlamıştır. Toplumsal gelişme ve ekonomik yapı arasındaki ilişkiler dikkate alındığında dijital kapitalizm, epistemolojik manada pozitivist düşüncenin yapı taşı olan bilimsel bilgi ve teknolojik ilerlemeler üzerine kuruludur. Toplumu oluşturan yaşam dünyası ve sistem alanı arasındaki bir gerilime işaret eden bu yapı amaç-rasyonel eylemler temelinde örgütlenmiştir. Tekno-kapitalist bir toplum olarak tanımlanabilecek örgütsel yapıda, ekonomi ve devlet ilişkilerini kapsayan sistem alanı uzmanlık bilgisi ve teknik yenilikler üzerinden gittikçe rasyonelleşirken yaşam dünyası ise nesneleşmektedir. Bunun sonucunda sembolik bir form olma özelliğini taşıyan yaşam dünyası, ücret, emek ve sermaye ilişkilerinden oluşan örgütsel ilkenin liberal kapitalist toplumda yapısal olarak dönüşmesi sonucunda bir meşruiyet krizi içerisine girmiştir. Geleneksel toplumlarda kültürel gelenekler ve kurumsallaşmış modeller içerisinde meşruiyet kazanan toplumsal yapılar dijital kapitalist toplumda bilim ve teknolojinin oluşturduğu yapay anlam matrisi içerisinde bir yandan sömürgeleştirilirken diğer yandan ise toplumsal sistem yeniden üretilmektedir. Bu çalışmada bilimsel ve teknolojik ilerlemeler üzerine inşa edilmiş dijital kapitalizm kavramı, toplumsal sistemler ve bilgi formları bağlamında ele alınırken sistem eliyle yaratılan ekonomik teknokrasi eleştirel bir paradigma içerisinden teorik zeminde değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Dijital Kapitalizm, Yaşam Dünyası, Modernlik, Meşruiyet Krizi, Epistemoloji.
Abstract
Digital capitalism, which characterizes contemporary capitalism based on digital technologies and networks, was designed as a response to the economic stagnation that Western societies gradually went through in the second half of the 1970s. While the overaccumulation regime and the financialization of capital markets became the characteristic features of the period, information technologies enabled the development of transnational financial markets on the basis of internet and telecommunication systems as of the end of the 1980s. In this process, the nation-state mechanism, which held the economic subsystem together as a feature of organized capitalism during the period of industrial capitalism, began to retreat under the influence of globalization and capitalist deterritorialization. Considering the relations between social development and economic structure, digital capitalism is epistemologically built on scientific knowledge and technological advances, which are the building blocks of positivist thought. This structure, which points to a tension between the lifeworld and the system domain that constitutes society, is organized on the basis of objective-rational actions. In the organizational structure that can be defined as a techno-capitalist society, the system domain, which encompasses the economy and state relations, becomes increasingly rationalized through expert knowledge and technical innovations, while the lifeworld becomes objectified. As a result, the lifeworld, a symbolic form, has faced with a crisis of legitimacy as a result of the structural transformation of the organizational principle of wage, labor, and capital relations in liberal capitalist society. Social structures that have gained legitimacy within cultural traditions and institutionalized models in traditional societies are colonized within the artificial matrix of meaning created by science and technology in digital capitalist society, while the social system is being reproduced. In this study, the concept of digital capitalism built on scientific and technological advances is discussed in the context of social systems and forms of knowledge, while the economic technocracy created by the system is evaluated on a theoretical basis from a critical paradigm.
Keywords: Digital Capitalism, Lifeworld, Modernity, Legitimacy Crisis, Epistemology.
Öz
Modern ulus devletler 20. yüzyıl boyunca yaratıcı bir yıkım projesi içerisinde daha önceki dönemlerde toplumsal alanda gözlemlenen baskı ve şiddeti kaldırmak için yola çıkarken yeni bir düzen yaratmak adına bizatihi bu baskı ve şiddetin üreticisi olmuşlardır. Bu süreçte toplumsal alanda gözlemlenen sınıflandırma pratiği bir içerme ve dışlama rejiminin parçası haline gelerek yönetim tekniği haline gelmiştir. Michel Foucault, siyasi teknolojilerin kullanımını Batı tarihinin ayırt edici yönü olduğunu vurgularken özneyi incelemek için iktidar ilişkilerine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda geliştirdiği Biyopolitika kavramı, öznenin yaşamı ve bedeni üzerinde hak sahibi olan, ölüm değil yaşam üzerinden tanımlanan bir pozitif iktidar türüdür. İtalyan siyaset felsefesi düşünürü Giorgio Agamben ise biyopolitika kavramının sadece yaşamla değil ölümle ilişkisine dikkat çekerek bu kavramın Antik Yunan’dan itibaren kullanıldığını vurgulamaktadır. Agamben’in çalışmalarındaki temel kavramlardan biri olan Kutsal İnsan “Homo Sacer” öldürülebilen ancak kurban edilemeyen, toplumun dışına itildiği halde öldürülebilir olmasıyla aynı zamanda onun parçası olan bir çifte dışlanmışlık durumunu temsil etmektedir. Bu durumu Devlet Çıkarı “Raison D’état” adı altında bir yasal konumla ilişkilendiren modern devlet, yarattığı istisna halleriyle sosyo-politik alanın içinde ve dışarısında yer alanları tek taraflı olarak düzenleme yetkisi kazanmaktadır.
Sosyalist milletvekili Gregoris Lambrakis’in savaş karşıtı bir konuşma yapacakken öldürülmesini konu edinen Costa-Gavras’ın yönettiği “Z” Ölümsüz adlı filmi siyasal hoşgörüsüzlüğün, politik alandan dışlananların ve dışarıdakilerin bedenine yönelik siyasi teknolojilerinin sinemasal temsilidir. Bu çalışmada söz konusu film, modern devletin siyasi tekniklerinin bir parçası olarak dışarıdakilerin politik konumu ve bedene yönelik iktidar pratikleri bağlamında ele alınarak eleştirel perspektiften incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Modern Devlet, Biyopolitika, Politik Alan, Yabancı, Dışarıdaki, Sinema.
Extended Abstract
In the history of Western thought, the idea of political modernity envisioned a new democratic participatory social structure in which the individual is constructed as a citizen within the nation-state structure. According to Zygmunt Bauman, modern civilization accepted the elimination of violence as one of the main features of the new social order. However, since order is always associated with repression, the institutionalized form of the use of violence is observed in the nation-state structure (2005: pp. 255, 264). One of the social manifestations of modernity is the practices of classification, naming and exclusion under the name of creating order. Thus, determining the positions of actors in the socio-political sphere brings about the annihilation or expulsion of foreigners and outsiders from the political sphere as part of the construction of a new state (Bauman, 2000: pp. 30-32).
Michel Foucault, taking the socio-political forms of human existence from Ancient Greece onwards as the object of scrutiny, analyzed the subject positions in the modern period and their relationship with power practices. According to Foucault, while Zen, as the basic form of life in Ancient Greece, includes the life of animals in terms of characterizing the state of being alive, Bios refers to an ethical-aesthetic and political form of life specific to human beings. In this context, there is biopoetics in Ancient Greece, not biopolitics as observed in the structure of modern society (2017: pp. 33-34). In the 18th century, Foucault defines modern power as Biopower and describes this new type of power as a new normalization mechanism in which, unlike disciplinary systems, human beings become objects of knowledge for power (Foucault, 2019: p. 57).
Political philosophy thinker Giorgio Agamben borrowed the concept of biopolitics from Michel Foucault's work and aimed to carry it forward. According to Agamben, biopolitics did not emerge with the modern period as Foucault states. Agamben argues that biopolitics and biopower have existed since Ancient Greece and defines this idea through the concept of "Homo Sacer". Using the distinction between Zoê and Bios, Agamben attempts to explain the way naked life has been politicized since Ancient Greece. Zoê refers to the bare life common to all living beings, while Bios refers to the way of life of an individual or a group. While Zoê represents bare life, the framework of Bios is generally clear. According to Agamben, Zoê's entry into the domain of the Polis means the politicization of naked life, while the subject's body belongs to power. The Sacred Man, which Agamben borrows from the archaic world, is in its most basic form a person who is judged by the people for a crime. This person is placed in the divine legal order by the fact that he cannot be sacrificed, and in the legal order of the mortal world by the fact that he can kill. The Sacred Man, a state of double exclusion and ambiguity, is a forbidden person excluded from society (Agamben, 2020a: p. 103). According to Agamben, this situation also characterizes the state of exception that is neither outside nor inside the legal order. The state of exception, which is a threshold zone where inside and outside are not mutually exclusive, is a point of imbalance between public law and political phenomenon. In this context, there is a close connection between the state of exception and civil war, uprising and resistance. Through the state of exception, modern totalitarianism has authorized the physical elimination of political opponents (2020b: pp. 10-11, 30).
In Greece in 1963, social democratic MP Gregoris Lambrakis wanted to deliver an anti-war speech and was assassinated due to security lapses, despite having obtained all necessary permits from the authorities. The novel "Z" Immortal, based on this event and published in 1966, was adapted into a movie by Costa-Gavras in 1969 with the same title. Like the director's films Confession (L'aveu-1970) and State of Siege (Êtat de Siêge-1972), "Z" Immortal (Z Immortal Costa-Gavras, 1969) deals with the political intolerance and exclusion from the political sphere under the nation-state structure in the modern era. In this context, "Z" stands out as the cinematic representation of being labeled and excluded in the socio-political sphere for having a different worldview and political tendency, and on the other hand, being destroyed by a reversal of modern biopower in the form of an exception created under the name of state interest "Raison D'état".
Özet
Endüstri Devrimi, üretim araçları ve ilişkilerini rasyonalize ederken kırsal alanlardan büyük kentlere doğru yaşanan göç ile modern kentler kurulmuştur. Daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için kentsel mekânlara yerleşen insanlar, geleneksel toplumdan farklı bir toplumsal yapıyla karşılaşmışlardır. Büyük kentlerin nüfus fazlalığı, heterojenliği ve yoğunluğu toplumsal ilişkilerin farklılaşmasına, geleneksel norm ve değer dizgelerinin yıkılarak yenilerinin yaratılmasına neden olmaktadır. Batı temelli bu mekânsal dönüşüm sürecinde Talcott Parsons’a göre toplumsal ilişkiler, yapı, sistem ve aktör kavramları bağlamında şekillenmektedir. Aktörün davranış kalıpları toplum tarafından belirlenirken bireyler toplumsal rolleri bağlamında rol performansları sergilemektedir. Toplumsal ve kültürel sistemler bireylerin davranışlarını yerleşik norm ve değer dizgeleri üzerinden tanımlarken, toplumsal farklılaşma sürecinde Robert K. Merton’a göre değişen yapı ve işlevler davranış tipolojileriyle telafi edilmeye çalışılmaktadır. Kentsel mekânda yaşanan hızlı toplumsal değişme süreci anomi ve sapma davranışlarının görünürlük kazanmasına neden olmaktadır. Batılı toplumlarda endüstriyel ilişkiler temelinde şekillenen kentsel mekânların aksine Türkiye’de kentleşme süreci daha çok iç göç olgusu üzerinden tanımlanmaktadır. Özellikle 1980 sonrası dönemde kentsel mekânlar Cumhuriyet dönemindeki modernleşme paradigmasının bir kenara bırakılmasıyla neoliberal pratiklerin etkisi altına girmeye başlamıştır. Modernist kent planlamasının terkedilmesi sonucunda kentsel mekânlar eklektik ve mevzii planlar üzerinden tanımlanmaya başlamıştır. Neoliberal politikaların fiziki topoğrafya üzerinde uygulanmasıyla İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde banliyöleşme ve gecekondu yaşamı belirginlik kazanmıştır. Mekânsal pratiklerde yaşanan bu dönüşüm süreci aynı zamanda toplumsal alandaki insan ilişkilerini ve normatif yapıyı da dönüştürmüştür. Toplumsal ilişkilerin para ekonomisi üzerinden tanımlandığı bir dönemde İstanbul’un Fatih ilçesinin Samatya semtinde üç kişilik bir çekirdek ailenin yaşamını konu alan Üç Maymun filmi, kentin banliyösünde yaşam mücadelesi veren bir ailenin sinemasal temsilidir. Film, kentsel mekânın kapitalist dönüşüm sürecinde makro düzeyde sosyo-ekonomik ve politik dinamikler ile mikro düzeyde aktörün davranışlarına yön veren norm ve değer dizgelerinde yaşanan krizi birlikte ele almaktadır. Bu çalışmada, Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun” adlı filmi kentsel mekânda gerçekleşen toplumsal farklılaşma sürecinde bireysel düzlemde toplumsal eylemleri dönüştüren kalıp değişkenler ve davranış tipolojileri bağlamında eleştirel perspektiften ele alınmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kentsel Mekân, Neoliberalizm, Toplumsal Yapı, Anomi, Sinema.
Extended Abstract
Modern cities have emerged as a result of the differentiation of means and relations of production in Western societies through the Industrial Revolution. While the traditional social structure includes the feudal mode of production and primary social relations, secondary social relations have become prominent in urban spaces based on factory production in modern societies. Lewis Mumford states that the main factors in the new urban morphology of the industrial society consist of the factories, the railroads and the suburbs (2019: 536). The socio-economic and cultural dynamics of modernity have organized not only social space but also social relations. The interpersonal relationship patterns are reshaped in the urban area concurrently with the spatial differentiation. As the most significant representative of the structural functionalist view, Talcott Parsons underlines the concept of actor by focusing on the relations between structures and functions in the social field. Parsons, emphasizing that social actions have two basic characteristics such as being goal-oriented and being determined by certain social norms, focuses on the relationship between social system, cultural system and personality systems (1962: 6-8).
In developed Western countries, the suburbanization process has begun as urban centers became to be unattractive for residential and industrial settlements. According to Keleş, suburbs in the West originate from the desire of the wealthy classes to escape from the ecological and social pollution of the city towards new and clean neighborhoods. However, in developing countries, areas close to the town borders stand out as spaces where the masses of peasants coming to the city could find affordable land and build squatter's houses without much interference from the public administration (2017: 55-56). Such transformation process experienced in spatial practices also affected social relations. In this process, behaviors of deviation and anomie in urban areas became prominent. Robert K. Merton explains the change experienced in the social field along with the modern period with the concept of anomie by addressing it in the context of the hidden and open functions of social organization (Kongar, 2000: 162).
The industrial and post-industrial urban designs ensuing each other in the historical process in Western societies are experienced asynchronously in Turkey, especially with the effect of neoliberal policies. Through the policies initiated after the 1980 coup in Istanbul, the field of economy is being restructured in accordance with the neoliberal ideology. As industry moves out of the city, creative industries, productive services, finance and real estate sectors strengthen in Istanbul. The reproduction of space goes through a deregulation-based process rather than being holistic and comprehensive (Yalçıntan et al., 2014: 47-49). In this process, Tanıl Bora draws attention to the permeability between the products of urban culture and the provinces. While the provinces, which is in exchange with the products and images of the culture industry, encounters urban life forms, urban areas become more like provinces as a result of the migration phenomenon (2016: 39-41).
The movie named Three Monkeys (Three Monkeys, Nuri Bilge Ceylan, 2008) about the life of a nuclear family of three living in the Samatya neighborhood of the Fatih district in İstanbul at a time when the social relations are defined through the monetary economy in the capitalist transformation process of urban space. In this study, the movie referred to as Three Monkeys has been analyzed from a critical perspective by means of the Qualitative Content Analysis method, through a theoretical framework of the field, at the intersection of the social differentiation process in the urban space and the crisis in the norms and value systems that shape the behavior of the actor at the micro level.
Three Monkeys, directed by Nuri Bilge Ceylan is about the events experienced by a nuclear family in the Cankurtaran neighborhood of Samatya district of Istanbul, when viewed through spatial practices. In the neighborhood that has lost its traditional structure, the movie Three Monkeys, with a story on concepts such as crime, betrayal and morality, incorporates pattern variables and behavioral typologies that transform social actions at the individual level. When the behavior patterns of the characters were examined, it is observed that the pattern variables such as emotional and non-emotional, sociability and individuality quoted by Parsons and the deviant behavior typologies of Merton such as innovation, conformity, ritualism, retreatism and rebellion take place together. While the sense of interpersonal alienation is felt through the characters in parallel with the development of the storyline as a result of the loss of the normative framework organizing the social life, anomic events come to the fore in the narrative of the film as a result of the influence of neoliberal economic structure in the social sphere.
Keywords: Urban Space, Neoliberalism, Social Structure, Anomie, Cinema.
Özet
Küreselleşme sürecinin Batı ve Batı dışı toplumları eş zamanlı olarak etkilemeye başladığı 1980’li yıllardan itibaren İstanbul’un kentsel planlamasında neoliberal ekonomik sistemin etkileri hissedilmeye başlanmıştır. Bu dönemle birlikte kentsel mekânın örgütlenmesinde akışkan toplumsal koşullar içerisinde sermaye, mal, insan ve bilginin serbest dolaşımı etkili olmaya başlamıştır. Toplumsal alanda yaşanan neoliberal eğilimler 1990’lı yıllardan itibaren yayıncılık alanını da etkisi altına alarak özel kanalların görünürlük kazanmasını sağlamıştır. Bu dönemle birlikte bilgi ve iletişim teknolojileri etrafında örgütlenen kapitalizm yapısal olarak dönüşerek enformasyonel kapitalizm adını almıştır. Enformasyon, imaj ve göstergelerin meta halini aldığı bu toplumsal yapıda televizyon programcılığındaki önemli türlerden biri olan diziler ön plana çıkmıştır. Televizyon dizilerinin ilk dönemlerinde İstanbul imgesi göreli bir denge hali ve kapalılık hissi içerisinde mahalle yaşantısını ve buradaki bireylerarası ilişki kalıplarını içermekteyken milenyum sonrası dönemde değişen toplumsal koşullara koşut bir şekilde eklektik ve süreksiz mekânsal pratikler kahramanların gündelik hayatlarına eklemlenmektedir. Televizyon dizilerinin temsil ettikleri İstanbul imgesinde sınıfsal ve kültürel farklılıklar kurgusal bir anlatı içerisinde mekânsal belirlenimler temelinde geçici birliktelikler şeklinde bir araya getirilirken İstanbul bir dizi görsel peyzajın parçası haline gelmektedir. Bu çalışmada İstanbul’u mekânsal pratikler olarak anlatısına taşıyarak son dönemde öne çıkan Fox TV’de yayınlanan “Yasak Elma” adlı dizi, alanla ilgili kuramsal perspektif üzerinden irdelenmektedir.
Anahtar Kelimler: Kentsel Mekân, Neoliberalizm, Kapitalizm, Televizyon Dizisi, Tüketim Toplumu
Abstract
The effects of neo-liberal economic system on urban planning of Istanbul have been felt since the 1980s when globalization had begun to affect the Western and Non-Western societies simultaneously. From that period on, free movement of capital, goods, human and information has become effective in organization of the urban space under liquid social conditions. Neo-liberal tendencies in the social sphere have also influenced the field of broadcasting since the 1990s, giving visibility to private channels. From this period on, capitalism organized around information and communication technologies has undergone a structural transformation and has been called informational capitalism. In this social structure where information, image and indicators have led into a commodity, the series, one of the important types in television programming, have become prominent. In the earlier TV series, Istanbul image reflected the life in a neighborhood and relationship patterns among the people in that neighborhood in a relatively balanced state and feeling of closeness, however, following the millennium, in parallel to changing social conditions, eclectic and discontinuous spatial practices are incorporated into the daily lives of the protagonists. While class and cultural differences are brought together in the form of temporary associations on the basis of spatial determinations within a fictional narrative in Istanbul image represented by TV series, Istanbul becomes part of a range of visual landscaping. This study examines the series named "Yasak Elma (Forbidden Apple)" that is broadcasted on Fox TV and has recently become popular as it reflects Istanbul in the form of spatial practices through its narrative, within the framework of theoretical perspective related to the field.
Keywords: Urban Space, Neoliberalism, Capitalism, TV Series, Consumer Society
Öz
Mekân ve zaman boyutunda bir yere bağlı olan geleneksel toplumlarda insani iletişim, birincil gruplarda yüz yüze iletişim kalıpları içerisinde şekillenirken modern dönemle birlikte birey ve toplum arasındaki etkileşim sürecinde bu ilişki kalıpları yönlendirici olma özelliklerini yitirmişlerdir. Yeni iletişim formları olarak sembolik etkileşim süreci, eylemin yorumlanmasını içererek toplumsal yaşamda daha kompleks iletişim olanaklarının doğmasına olanak sağlamıştır. Bireyin varlığından bağımsız olan sembollere göre, anlama ve yorumlama süreçleri aynı zamanda en az iki kişinin olmasıyla benliği geliştiren sosyal bir deneyim olarak öne çıkmaktadır. Günümüzde toplumsal alan dijital teknolojiler üzerinden yapılandırılırken internet kullanıcıları fiziki mekânın dışındaki çevrimiçi sosyal medya platformlarında enformasyon, düşünce ve kişisel ilgileri kapsamında paylaşımlarda bulunabilmektedir. Sosyal medya, geleneksel kitle iletişim araçlarından farklı olarak iki yönlü etkileşim sürecinde sembolik anlamı diyalojik olarak inşa etmektedir. Gerçek zamanlı ya da eş zamansız etkileşim olanakları içerisinde öznelere kendilerini sunma şansı veren sosyal medya platformları daha önceki iletişim formlarından farklı olarak kitlesel kişisel iletişimi olanaklı hale getirmiştir. Bu dijital araçlar bir yandan insanlar arası sembolik iletişimi zaman ve mekân boyutunda genişleterek yeni etkileşim olanaklarını küresel düzeyde sunarken diğer yandan geçici taahhütler etrafında gerçek yaşamın yerine konulan sembolik bir evren oluşturmaktadır. Ayrıca sosyal medya üzerinden kurgulanan elektronik yakınlık hissi sembolik etkileşim sürecinde gerçek toplumsal yaşamdaki anlamlı ötekileri bir ekranın arkasına sürüklerken onların yerini otomatik ve algoritmik programlar almıştır. Bu çalışmada sembolik etkileşim sürecinde sosyal medya platformlarının günümüz toplumlarındaki yeri ve işlevi eleştirel bir paradigma içerisinden teorik olarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Sembolik Etkileşim, Kişilerarası İletişim, Dijital Mekânlar
Abstract
Human communication in traditional societies that are dependent on a place in terms of space and time dimensions was shaped within face to face communication patterns in primary groups, however, in the modern era, these communication patterns have lost their guiding nature in the process of interaction between the individual and the society. Symbolic interaction process as a new form of communication has enabled emergence of more complex communication facilities in the social life by involving interpretation of the action. According to the symbols that are independent of existence of the individual, processes of understanding and interpretation come to the fore as a social experience that develops the sense of self based on the presence of at least two individuals at the same time. While today the social sphere is shaped through digital technologies, internet users are able to post information, ideas and personal interests on online social media platforms outside the physical space. Social media, unlike traditional mass media, builds the symbolic meaning in the process of bilateral interaction dialogically. Social media platforms that give subjects a chance to present themselves within real time or asynchronous interaction facilities have made masspersonal communication possible unlike former forms of communication. These digital tools provide, on one hand, new interaction opportunities at the global level by extending symbolic communication among people in terms of time and space dimensions while on the other they create a symbolic universe that replaces the real life around temporary commitments. Furthermore, the feeling of electronic intimacy set over social media pushes the significant others in real social life behind the screen during symbolic interaction and they are replaced by automatic and algorithmic programs. This study provides a theoretical evaluation of the role and function of social media platforms in symbolic interaction process in today's societies from a critical paradigm.
Keywords: Social Media, Symbolic Interaction, Interpersonal Communication, Digital Spaces
Özet
Üretim Teknolojileri temelinde değişen mekânın ve zamanın örgütlenmeleri üzerinde kurgulanan gündelik yaşam, dönemin ekonomik olduğu kadar kültürel ve tarihsel özelliklerini de yansıtan verili bir alandır. Üretim teknolojileri ve ilişkilerinin sürdürülebilirliği, zamanın ve mekânın örgütlenmelerinde belirleyici olurken, süreç dönemin yükünü üzerinde taşıyan bir insan prototipini de yürürlüğe koymaktadır. Böylelikle süreç diyalektik bir etkileşimle hem bir toplumsal organizasyonu inşa etmekte hem de bu sürece uygun olarak insanı değişime zorlamaktadır. Gündelik olanın rutinlerinin yarattığı sıkıcı ve baskıcı doğasına karşıt “hedonik bir tüketim alanı olarak oyun” kültürel bir etkinlik olup, yaşamın döngüsü içinde işlevsel bir öneme sahiptir. Oyun ilkel toplumlardan bu yana ayinsel etkinlikten, törensel müsabakalara ve sistemin yeniden üretildiği teknik bir araca evrimleşmiştir. İlkel toplumlarda oyun gündelik hayatın dışında kültürün yeniden üretildiği yaratıcı bir etkinlik olarak çeşitli sembolleştirme süreçlerini kapsamaktadır. Modernlik dünyayı rasyonel saiklerle planlarken oyunu bir boş zaman etkinliği olarak toplumsal dinamizmin dışında tanımlamıştır. Postmodern dönem ise kültürel alanda oyunun yeniden keşfedildiği bir dönem olmuştur. Oyunun çeşitleri içinde yarışma programları postmodern dünyanın tüketim değerlerinin ve mantığının topluma emredildiği ve bireylerin kanıksama içine itildiği alanlardan biridir. Söz konusu programlar, gündelik yaşamın risklerini temsil ederek rakiplerle yaşanabilecek tipik yumuşak bir mücadele deneyimi tahsis etmektedirler. Yarışma anında bireyler medya dolayımıyla kültürel alanın sembolleştirme sürecine katılırlarken, aynı zamanda toplumsal yaşamın tipik temsil alanlarından biri içinde zaman ve mekân kısıtlaması olmaksızın rekabet ve kazanma deneyimine çekilmektedir. Böylelikle reality oyun programlarında yaşanan yarışma deneyimleri, ilkel toplumlardaki yaratıcı yönünü kaybetmiş gündelik yaşam etkinlikleri içerisinde bireyin ve toplumsal sistemin yeniden üretildiği bir mantığı inşa eden mekanizmanın aracı haline gelmiştir.
Bu çalışmada Web TV ortamında yer alan ulusal kanalların, “Reality Yarışma” programları dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmaktadır. Tespit edilen programlarda “sorulan sorular alınan yanıtlar” veri olarak dikkate alınmakta ve ilgili kuramsal çerçeve içinde eleştirel bir yaklaşımla irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Gündelik Hayat, Neoliberalizm, Web TV Ulusal Kanalları, Reality Programlar, Oyun
Abstract
The daily life, which is built on the organization of changing space and time on the basis of Production Technologies, is a given area that reflects economic as well as cultural and historical characteristics of the period. While the sustainability of production technologies and relations is decisive in the organization of time and space, the process also introduces a human prototype that bears the burden of period. Thus, the process constructs a social organization through a dialectical interaction and also forces the human being to change in line with this process. Contrary to the boring and oppressive nature created by the everyday routines, "the game as a hedonic field of consumption" is a cultural activity and has a functional importance in the cycle of life. Since primitive societies, the game has evolved from ritual activity to ceremonial competitions and a technical means where the system is reproduced. In primitive societies, the game involves various symbolization processes as a creative activity in which culture is reproduced outside of daily life. While modernity plans the world with rational motives, it has defined the game as a leisure activity outside the social dynamism. The postmodern period has been a period in which the game was rediscovered in the cultural field. Among the types of games, the quiz games have become one of the areas in which the consumption values and logic of the postmodern world are commanded to society and individuals are pushed into being taken for granted. These shows represent the risks of everyday life and establish a typical experience of soft challenge with competitors. During the competition, individuals participate in the symbolization process of the cultural field through the media, while at the same time being drawn to the experience of competition and winning within a typical representation fields of social life without any time and space constraints. Thus, the competition experiences in reality game shows have become the means of a mechanism that builds a logic in which the individual and social system are reproduced in daily life activities that lost their creative aspect in primitive societies.
In this study, a purpose-oriented sample is created based on the "Reality Game" shows of national channels that are available in the Web TV. The questions asked and answers received in the shows selected are considered as data and examined with a critical approach within the relevant theoretical framework.
Keywords: Daily Life, Neoliberalism, Web TV National Channels, Reality Programs, Game
Öz
Temelleri Aydınlanma Düşüncesi’ne dayanan modernlik fikri, rasyonalizasyon ve bilimsellik düşüncesi üzerine temellenirken gündelik hayatın içerisindeki yaşam dünyalarını tek taraflı bir şekilde örgütleyerek düzenlemiştir. Zygmunt Bauman’a göre modernlik, gündelik hayatın içerisindeki tüm kurum ve yapıları rasyonel saiklere göre planlarken aynı zamanda müphem konumlar inşa etmiştir. Modernite, bireyi ulus devlet yapısı içerisinde yurttaş olarak ele alırken, sisteme eklemlenemeyen ya da tanımlanamayanları yabancı konumuna sürüklemiştir. Yabancılık, müphem bir siyasal konum olarak yurttaşın karşıtı olarak bulunurken 20. yüzyılın başında birçok asimilasyon ve dışlama tekniği ulus devlet yapıları içerisinde tezahür etmiştir. Bu siyasal süreç içerisinde modern dünyadaki gündelik hayatın yapısal bileşenleri olan zaman ve mekân örgütlenmesi dönemin egemenlik ilişkilerinin örüntüsü olarak ortaya çıkmaktadır. Henri Lefebvre sosyolojik tahayyülünde gündelik hayatı Marksist anlamda ele alarak onu praksis felsefesinin içerisinde tanımlamıştır. Bu bağlamda gündelik hayatın ritmi ve mekânsal boyutu bireyin toplumsal yaşamına etki ederek onu dönüştürmektedir. 20. yüzyılın başında Türkiye ve Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi döneminde geçen toplumsal olayları bireysel hayat hikâyesi üzerinden inceleyen Rembetiko filmi tarihsel bir momentte toplumsal yaşama eklemlenememiş, yabancı konumuna sürüklenmiş bir grup insanın gündelik hayatının sinemasal temsilidir. Filmde Rembetiko müziğinin ritmi bir yandan yaşanan bireysel ve toplumsal dramın ritmiyle üst üste binerken diğer yandan modern toplumun örgütlenme tarzına karşı bir direniş alanı olarak öne çıkarak toplumsal alandaki dışlama pratiğinin temsili haline gelmektedir. Bu çalışmada Costas Ferris’in “Rembetiko” adlı filmi ilgili kuramsal perspektif üzerinden modern dünyada dışlama ve içeri katma şeklinde işleyen gündelik hayatın mekânsal ve zamansal işleyişi göz önünde bulundurularak eleştirel perspektiften ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Modernite, Müphemlik, Gündelik Hayat, Toplumsal Mekân ve Zaman, Sinema
Abstract
While grounding on the thought of rationalization and science, the idea of modernity, the foundations of which are based on the Enlightenment Thought, has organized the worlds of living in daily life by reorganizing them unilaterally. Modernity, according to Zygmunt Bauman, has built ambiguous positions at the same time while planning all daily life institutions and structures according to rational motives. Modernity has treated the individual as a citizen within the structure of the nation-state, while dragging those who cannot be articulated into the system or identified within, into the position of an outsider. While foreignness has been present as the opposite of the citizen as an ambiguous political position, many assimilation and exclusion techniques has emerged in the nation-states at the beginning of the 20th century. During this political process, the reorganization of time and space, as the structural components of daily life in the modern world, emerges as the pattern of the domination relations of the period. In his sociological imagination, Henri Lefebvre handled everyday life in a Marxist sense and defined it within the philosophy of Praxis. In this regard, the rhythm and spatial dimension of daily life transforms the individual by affecting their social lives. The movie “Rembetiko”, which deals with the social events that took place during the population exchange between Turkey and Greece at the beginning of the 20th century through an individual life story, is a cinematic representation of a group of people who were unable to be articulated into social life and were dragged into the position of a stranger. While the rhythm of Rembetiko music in the film overlaps with the rhythm of the individual and social drama experienced, on the one hand, it also stands out as a field of resistance against the reorganizing style of modern society and becomes the representation of the exclusion practice in the social area. This study discusses Costas Ferris' "Rembetiko" from a critical perspective by considering the spatial and temporal functioning of daily life, which functions as exclusion and inclusion in the modern world through the relevant theoretical perspective.
Keywords: Modernity, Ambiguity, Everyday Life, Social Space and Time, Cinema
Özet
Örgütlü ve siyasi bir yapılanma şekli olarak kamusal alanın ilk tasarımı Antik Yunanda yer almaktadır. Emek yoğun üretimin ve köleliğin kurumsallaştığı Polis, sadece özgür erkek yurttaşların kamusal alana katılımını sağlayan bir mekân örgütlenmesi olarak idealize edilmiştir. Kent ve kamusal alan etkileşimi bu tarihten itibaren benzer şekilde emek yoğun üretimin yapıldığı Orta Çağ Avrupa’sında bazı sembolik değişimler olsa da özel alan ve kamusal alan birbirinden tam ayrılmamıştır. Kamusal alan Avrupa’da 17. Yüzyıl sonrası modern dönem boyunca, kamusallaşmış olayların kamusal bir alanda eleştirel denetimine tabii tutmak olarak biçimlenmiştir. Oysa ki günümüzde neoliberal ekonomik sistemin toplumun her alanında etkisini hissettirdiği postmodern dönemle birlikte, kamusal alandaki yapısal dönüşüm teknoloji merkezli bir denetim alanına kaymıştır. Geleneksel toplumlarda bir yere bağlı olan zaman ve mekân örgütlenmesi postmodern dönemle birlikte şekil değiştirerek yer duygusunun yitirildiği sanal ekosistemlerin topoğrafyalarına doğru yönelim göstermektedir. Bu toplumsal yapı içerisinde televizyon yayıncılığı da yeni medya olarak adlandırılan dijital teknolojiler ile eklemlenerek kültürel içeriklerin aktarılma ve alımlama süreçlerinde dijital ortamın aktif izleyicisi kavramını öne çıkarmıştır. Post-kapitalizmin dinamiklerinin ivmelendirdiği gündelik yaşamın televizyondaki bilgi ve haber içerikleri, dijital teknolojiler yoluyla herhangi bir kısıtlama olmaksızın dolaşıma girmektedir. Kişiselleştirilmiş tele-görsel mekânlarda kişisel ilgileri temelinde biçimlenen haber içeriklerine yönelimde, toplumsal hafıza kaybolmuş, hatırlama ve unutmalar medyanın çoklu denetim ve temsil alanlarına terkedilmiştir. Televizyon üzerinden yaratılan yapay kamusallıklar üzerinden oluşan tarafgirliklerle ekonomik ve politik sorunlar gerçek toplumsal bağlamlarından uzaklaştırılırken, haber içerikleri hatırlatma ve unutturma mekanizmaları üzerinden işlerlik kazanarak bütünsel bir gösteri söyleminin parçası haline gelmektedir. Bu çalışmada postmodern kentsel mekan içerisinde kamusal alanın dönüşümü tarihsel gelişimi göz önünde bulundurularak tartışılırken, televizyon haberlerinin oluşturduğu gündemin süreçteki rolü ve önemi eleştirel bir paradigma içinde teorik olarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kamusal Alan, Postmodern Kent, Televizyon Haberleri, Tüketim Toplumu
Abstract
The first design of the public space as an organized and political structure was first seen in Ancient Greece. The Polis, where labor-intensive production and slavery were institutionalized, had been idealized as a spatial organization that allows only free male citizens to participate in the public space. Even though there have been certain symbolic changes in this interaction between the urban and the public space since these dates, the private space and public space have not been completely separated from each other also in Middle Age Europe, where labor-intensive production was carried out. The public space was used in Europe during the modern period after the 17th century for civil society to criticize and control the events that became public. However, in today's world, along with the postmodern period when the neoliberal economic system makes its impact felt in all areas of society, the structural transformation in the public space has shifted to a technology-centered control area. The organization of time and space, which depends on a place in traditional societies, changes shape with the postmodern period and tends towards the topographies of virtual ecosystems where the sense of place is lost. Within this social structure, television broadcasting has been articulated with the digital technologies that are called as the new media, bringing forward the concept of active audience of the digital environment in the transfer and reception processes of cultural contents. The information and news contents on television regarding daily life, accelerated by the dynamics of post-capitalism, are circulated without any restrictions through digital technologies. In the orientation towards news contents in personalized tele-visual spaces that are shaped on the basis of personal interests, social memory has been lost and reminding and making forget have been left to the multiple control and representation areas of the media. While the economic and political problems are removed from their real social contexts with the prejudices formed over artificial publicities created on television, the news contents become part of a holistic demonstration discourse by gaining function through mechanisms of reminding and making forget. In this study, while the transformation of the public space within the postmodern urban sphere is discussed by considering its historical development, the role and significance of the agenda formed by television news is evaluated theoretically within a critical paradigm.
Keywords: Public Space, Postmodern City, Television News, Consumption Society
Özet
Gündelik hayatın kültürü; internet ve mobil teknolojiler ile dolaşımda olan yeni kültürlerle beslenmekte, geçmişten gelen yerleşik değer ve norm dizgeleri üzerinde sürekli bir değişim yaratılmaktadır. Dolayısıyla coğrafyaların geçmişten getirdiği gündelik yaşamı biçimlendiren geleneksel kültürler, melezlenerek zamanından ve mekânından kaydırılmaktadır. Söz konusu kültür akımlarıyla, özneler, gündelik yaşam aktiviteleri içinde kullandıkları dijital teknolojiler yoluyla girdikleri çevrim içi ve çevrimdışı süreçler içinde buluşmaktadırlar. Kendi rızalarıyla ve istekli olarak anlamlı ve önemli gördükleri kültürel değerleri alımlayarak, kendi öznelliklerini inşa etme sürecine girmektedirler. Böylelikle dijital kültür, öznelerin yaşam pratiklerinin değer ve norm dizgeleri içine sinerek öznelleşmektedir. Edinilen bu “yeni kültürel formlar” gerçekte, küresel ve ulusal iktidarların öznelleşmesinin farklı kurguları olarak, gündelik yaşam pratiklerinde dışlaşmaktadır. Benlik teknolojileri olarak da değerlendirilebilecek bu dijital tekno-dünyanın pratikleri içinde özneler, biyo-iktidarlar yoluyla kendi bedenlerini, ruhlarını, düşünce ve hareket tarzlarının üzerinde bir dizi operasyonlar yaparak, kendilerince kurdukları öznelliklerini dijital bir atmosfer ve yaşam algısı içinde ifşa etmektedirler. Süreç; güncelliğini kaybetmiş eski gelenekçi eğilimlerden, güncel tüketim kültürünün olanaklarıyla uzaklaşma ve arınma, yenileşme, mutluluk, bilgelik, kusursuzluk, ölümsüzlük ve narsistik eğilimler içinde yerel coğrafyanın insani görünümlerini değiştirip dönüştürmektedir. Böylelikle diğer öznelerle kurdukları etkileşimlerinde hem farklılık bireysellik hem de eşgüdümlülük nosyonunu sağlayarak, toplumsal etkileşim süreçlerinde de sistemle aidiyet sağlamış olmaktadırlar.
Bu çalışmada Web TV ortamında yer alan ulusal kanalların, “Gündelik Yaşam ve Moda Programları” dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmakta ve bu yolla tespit edilen programların kimlik temsillerinin kurgulanan öznellikleri ve kendilik kaygıları, postyapısalcı bir yaklaşımla irdelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kimlik, Öznellik, Kimlik Teknolojileri, Tüketim Kültürü, Web TV Ulusal Kanalları, Gündelik Yaşam ve Moda Programları
Abstract
The culture of everyday life is fed with the new cultures that are circulating with internet and new technologies and a continuous change is created on established value and norm systems that come from the past. Therefore, traditional cultures that the geographies bring from their past and that shape the everyday life are hybridized and shifted from their time and space. With such cultural trends, subjects meet in online and offline processes which they get into by means of digital technologies they use in their daily life activities. They enter into the process of building their own subjectivities by adopting the cultural values they consider meaningful and important with their own consent and willingness. Thus, digital culture becomes subjective by permeating the value and norm systems of life practices of the subjects. In reality, this acquired "new cultural formats" manifest itself in daily life practices as different constructs of the subjectivation of global and national powers. In the practices of this digital techno-world, which can also be considered as self-technologies, the subjects perform a series of operations on their own bodies, souls, styles of thought and manner through bio-powers and disclose their subjectivity within a perception of digital atmosphere and life. The process changes and transforms humanistic aspects of local geography through divergence and from out-of-date traditional trends with the facilities of current consumption culture as well as regeneration, happiness, wisdom, perfection, immortality and narcissistic trends. Therefore, they ensure the notion of both difference and individuality and coordination in their interactions with other subjects and belonging to the system in their social interaction processes.
In this study, a purposive sample is created by considering the "Daily Life and Fashion Programs" aired on national channels available on Web TV and subjectivities and care of the self of the identity representations of such programs are examined with a post-structuralist approach.
Keywords: Identity, Subjectivity, Identity Technologies, Consumption Culture, Web TV National Channels, Everyday Life and Fashion Programs
Özet
Toplumsal bir üretim biçimi olarak mekân, egemenlik ve güç ilişkilerinin yansıdığı önemli bir alandır. Neoliberal dönemin değişen üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak hem kentsel hem de kırsal alanlar hızlı bir dönüşüm içine itilmektedir. Ülkemizde akışkan bir modernitenin dinamiklerine doğru süregiden bir dönüşüm, “kır ve kentin mekânsal pratikleri arasındaki geçirimlilik halini güçlendirmekte”, modernliğin örgütlü düzenlemelerinden uzaklaşılmaktadır. Dönemin neo-liberal politikalarının yarattığı değişimlerin gereği toplumun özgül belirleyici parametreleri olan geçicilik, hız, sürekli dönüşüm ve risk algısı gündelik hayat pratiklerinin bir parçası haline gelerek, mekânların görünen ilişkilerinde yerlerini almaktadır. Çeşitli kent mekânlarının kendi içinde özgünlüğünü korumaya devam eden gündelik toplumsal ilişkilerinde; dinin, geleneğin, modern toplumun belirleyici olduğu etik kodlara, bazen katı bağlılık gösterilmekte bazen de kır ve kent kültürünün eklektik, hatta yok sayıcı ara çözümleriyle bir var olma çabası gösterilerek, neo-liberalizmin yarattığı gerilimler aşılmaya çalışılmaktadır. Bu durum modern toplumun kurumsal işleyişi içinde bir sapma davranış olarak belirlenim gösterebilmektedir. Süreç, iletişim teknolojilerinin hızlandırdığı kültürü yerinden çıkarma düzenekleri olarak işlerken, kırsal ve kentsel ilişkilerin zaman ve mekânı birbirinden ayrılmaktadır. Mekânların değişen bu insan ilişkileri, medyadaki kurgulanan olgusal ve kurmaca temsillerin içinde yerini alarak seyirlik bir nesne haline gelmektedir. Medya ticari bir yaklaşımla yaşanan toplumsal olayların artalanındaki nedenleri ortaya koyma konusunu atlayarak, izlenebilir olmayı dikkate almaktadır. Bu nedenle çeşitli niteliklerdeki suç olarak görülen “sapma davranışları” tekrar eden medya temsilleri içinde yerlerini alarak, görünür hale gelmektedir. Bu çalışmada modern dünyanın risklerinden kaçınma yolları ve kentsel alanda gündelik hayatı düzenleyici pratiklerin gerisindeki etik kodların dönüşümü, medyanın bu süreçteki önemi eleştirel bir paradigma içinde değerlendirilmektedir.
Abstract
Space is a significant area where domination and power relations are reflected as a social production form. A transformation, continuing towards the dynamics of a liquid modernity in our country, “strengthens the permeability state between rural and urban spatial practices” thus, it is moved away organised arrangements of modernity. Temporariness, speed, continuous transformation and risk perception, which are specific determinant parameters of society as a result of changes caused by neoliberal policies of the period, take their places in the apparent relationships of spaces by becoming a part of daily life practices. In daily social relationships of various urban spaces going on to maintain its authenticity in itself, ethical codes, determined by religion, tradition, modern society, are sometimes followed strictly, and tensions caused by neo-liberalism are sometimes attempted to be overcome by trying to exist with eclectic and even ignoring interim solutions of rural and urban culture. This case may be determined as a deviant behaviour in the organisational process of modern society. These changing human relationships of spaces take their places in factual and fictional representations produced in media and they become theatrical objects. For this reason, “deviant behaviours”, considered as crimes in different respects, take their places in recurrent media representations and become apparent. In this study, ways for avoiding risks of the modern world and transformation of ethical codes behind regulatory practices of daily life in the urban area and significance of media in this process are discussed in a critical paradigm.
Arka Kapak Yazısı
Toplumların modern ve postmodern zamanlarının makro temel dinamikleri olan kapitalistleşme ve endüstrileşme süreçleri, gündelik yaşamı da biçimlendirmektedir. Bireyler, dönemin iletişim araçlarının dolayımıyla, hem makro ölçekli yapısal ilişkilerin farkında olabilmekte hem de bu araçların yer verdiği mikro ölçekli gündelik yaşam pratiklerinin temsillerinden edindikleri bilgi ve anlamlar üzerinden kendi özel alanlarına yön verebilmektedirler. Televizyon, işitsel ve görsel özellikleri nedeniyle modern zamanlarda geleneksel medya içinde, günümüzde ise yeni medyada etkinliğini ve önemini sürdürmeye devam etmektedir.
Televizyon programları, 2000’li yıllardan itibaren kurgusal içeriklerden olgusal içeriklere doğru değişim göstermiştir. Reality Programlar bu değişimin sonucunda halen çok izlenen programlar arasındadır. Bu programlarda kentin kalabalıklarının kentte varolma çabası içinde, kentle ve kent kültürüyle olan öznel deneyimleri seyirlik bir nesne haline getirilerek metalaştırılmaktadır. Programlarda temsil edilen aynı kentte yaşayan birbirine yabancı insanlar üzerinde, kentin yoğunluğu gereği azalan toplumsal denetimin öznellikleri ve farklılıkları dışlaştırdığı görülmektedir.
Televizyonda Gündelik Yaşam Dinamikleri, reality programlarda temsil edilen gündelik yaşamın çeşitli kesitlerini; Henri Lefebvre’nin bütüncül perspektifiyle betimlemeye çalışmıştır. Makro ölçekte günümüzün küresel kapitalizminin dinamikleri, mikro ölçekte çeşitli kentsel mekânların farklılaşan kültürel mantığına göre biçimlenen gündelik yaşam pratikleri, eleştirel kuram, neo-Marksist yazın ve sosyal psikolojik perspektiflerle yorumlanmaktadır.
Prof. Dr. Nimet Önür
Özet
Bu çalışma son yıllarda sosyo-ekonomik ve kültürel alanda adı sıklıkla duyulan “metaverse” kavramı ekseninde dijital mekânda sosyo-kültürel alanın sembolik bir form olarak dönüşümünü ele alırken tarih boyunca mekânsal pratiğin bir parçası olarak somutlaşan bedenin cisimleşme “embodied” deneyimini gelişen teknolojiler ekseninde eleştirel perspektiften irdelemektedir. Çalışma, metaverse kavramı özelinde dijital mekânı fiziksel mekânla etkileşim sürecinde bir gerçeklik olarak tanımlarken söz konusu alanı antropolojik, sosyolojik ve iletişim boyutlarında bütünsel perspektiften betimlemek amacındadır.
Bu çalışma, Diyalektik Bakış Açısıyla Mekân Kavramı Üzerine Düşünmek; Fiziksel Mekânla Etkileşim Sürecinde Dijital Mekânda Sosyo-Kültürel Alanın Sembolik Formu; Sosyolojik Bir Fenomen Olarak Bedeni Tanımlamak ve Metaverse Kavramı Ekseninde Dijital Mekânda Bedenin Cisimleşme Deneyimi alt başlıklarından oluşmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Metaverse, Dijital Mekân, Dijital Antropoloji, Beden, Cisimleşme.
On Interaction Between The City and Language(s): Individual to Society
A Theoretical Approach on the Deconstruction of Ethical Codes of Daily Life in the Transformation of Urban Spaces
Extended Abstract
Most of the studies conducted in sociology focus on a time-centred analysis. Spatial-centered studies have been used recently in the field of sociology with postmodern thought gaining visibility in addition to traditional time-centered analyzes. The developments that started this process can be listed as follows. While the first is the postmodern perspective emphasizing the locality, the second is the studies of Henri Lefebvre establishing new relationships between space and social relations by reviewing Marx’s production-based perspective, especially in the period following 1960. After the studies of Lefebvre (2010), an urban theory called New Marxian Theory emerged in the 1970s. This theory, enriched by studies by researchers such as David Harvey, Manuel Castells, John Logan and Harvey Molotch, argued that the basic reason for problems in urban life is the capitalist way of production organization.
Giddens underlines that modern societies began to live in a period called the end of tradition (Giddens and Pierson, 2001: 126). In this regard, traditions, customs, ways of working and human existence, previously determining the normative framework of rural daily life, changed shape due to the effect of neoliberal policies on space, and differences between attitudes and behaviours of urban area and rural life began to decrease. The globalizing effect of culture over communication technologies strengthens the acceleration in this area. While Bauman dealt with this period in the context of modernity discussions, he urged that the concept of modernity, dating back to Enlightenment Thought, took a liquid state in this period (Bauman, 2018: 11-13).
Harvey, arguing that there is a strong orientation towards neoliberalism, describing liquid modernity since the 1970s in respect of political-economic thought and practices, emphasizes that the neo-liberalization process brought along many “creative destructions”. Corporate frameworks and powers on one hand, and business units, welfare services, lifestyles, ways of thinking and the deepest habits on the other hand are being demolished (Harvey, 2015:10-11). While the process was previously moving towards the weakening of the nation-state mechanism, being at the centre of power relations in the political and social arena, today, large metropolises stand out as time and space associations where power relations are redefined in the intersection axis of the global and local.
The study analyzes social transformation in urban spaces and daily life emerging as a result of capitalist production relations from a critical perspective. With this purpose, it scrutinizes the concepts arising from penetration of neoliberal policies into individual’s daily life, such as alienation, anomy and criminal behaviors over representation in the media while taking the concept “social production of the space” as basis. The study also discusses the subject in a theoretical framework within the scope of the relevant literature over the paradigm constituted.
The basic economic activity in the metropolitan area is consumption due to the effect of the neoliberal market economy. While capitalism organises time and space of daily life on the basis of consumption activity, the media has an instrumental importance in this respect. Economic, social and cultural differences among social groups in a consumption society where culture is mediated over media are becoming more and more visible. Communities that cannot have a lifestyle idealized by media for economic and social reasons feel the sense of risk more deeply as a determinative feature of the period. In this regard, there is a tension between individuals’ social aims and their theoretical ways they will use to realize them. Individuals stretch theoretical methods to have living conditions idealized by media.
The process gains visibility as a behavior deviating from the theoretical structure of modern society. Atomized in the modern urban life, a human finds himself in an irregular and alienated world while losing the directing power of traditional values. In these social conditions, symbolic universes created in the media constitute individuals’ meaning repertoire while social reality exists in the interaction process of the media. Deviational behaviors considered a crime in various contexts are included in repetitive media representations and gain visibility. Crime may turn into a solution in daily life practices of people atomized in the criminal space and into the part of an arena for a way of life and existence. Therefore, visual and audial representations for anomic cases stretch and expand the normative forms of individuals’ daily lives. In this context, television redraws the boundaries of normality regarding crime and deviance in its own organization of time and space. Changing the social perception of deviation, the television highlights the most dramatic and remindful events on the one hand and defines the criminals within stereotypical representations on the other.
Keywords: Urban Space, Sociology of Crime and Deviance, Sociology of Everyday Life, Media Studies, Television Studies
Özet
Postmodern kültür, Batılı toplumların tarihsel gelişim sürecinin ürünü olarak 20. yüzyılın ikinci yarısında bu toplumlarda gözlemlenen sosyo-ekonomik ve kültürel dönüşümü ifade etmek için kullanılan bir kavramsallaştırmadır. Ekonomik alanda fordist üretim ilişkilerinden post-fordist emek süreçlerine geçiş; kültürel alanda kanonik sanatsal formların yapıbozumuna uğratılarak oyun, ironi ve pastiş gibi unsurların ön plana çıkması; toplumsal alanda gözlemlenen merkezsizleşme, belirsizlik ve bireycilik gibi özellikler dönemi nitelemektedir. Postmodern kültür 1980’li yılların başından itibaren felsefi ya da kültürel çıkış noktalarının ötesinde yaşam biçimlerinin küreselleşmesi bağlamında iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin ivmelendirmesiyle eş zamanlı olarak Batılı ve Batı dışı toplumları etkilemeye başlamıştır. Bu dönemle birlikte bir yandan toplumsal alanda büyük anlatılar son bulurken diğer yandan bireyin düşünümselliği “refleksif tavır” ön plana çıkmaya başlamıştır. Tüm bu sosyo-kültürel yapı içerisinde benlik kişinin kendisi hakkında enformasyonları gruplayıp örgütleyen şema olarak kültürel ortamla ilişki içerisinde görünürlük kazanan bir fenomendir. Toplumun bireycilik-toplulukçuluk eksenindeki gerilimi kişinin düşünümsel benlik tasarısını etkilemekte ve onu dönüştürmektedir. Postmodern kültür, atomize olan bireyi tüketim toplumu içerisinde ön plana çıkarırken benliğin bireyci örgütlenmesine katkıda bulunmaktadır. Geleneksel toplumda belirli bir fiziki topoğrafyada birincil ilişkiler içerisinde şekillenen benlik algısı postmodern kültürde bilişim teknolojilerinin sağladığı olanaklar kapsamında dijital ağlar içerisinde inşa edilmektedir. Sosyal medya platformları bireylerin tercih, istek ve düşüncelerinin üretildiği, aktarıldığı ve manipüle edildiği teknik araçlardır ve benliğin epizodik temsillerini çevrimiçi ekosistemlerde sunmaktadır. Bu platformlar neoliberal ekonomik ve toplumsal sistemin belirsizlikleri, riskleri ve süreksizliklerinden kaçış noktası olarak belirginlik kazandıkları kadar tüketim toplumunun hazcı eğilimlerinin, bireysel benlik tasarısının narsistik dışavurumlarının mekân ve zaman örgütlenmesi olarak da öne çıkmaktadır.
Bu çalışma sosyal psikolojik bakış açısından sosyal medya platformlarını psiko-sosyal bir alan olarak tanımlayarak postmodern kültür içerisinde benliğin düşünümsel üretim süreçlerini eleştirel perspektiften irdelemektedir.
Anahtar Kelimeler: Benlik, Düşünümsellik, Postmodern Kültür, Sosyal Medya.
Özet
Toplumsal yaşamda anlatı ya da hikaye etme süreci hem gündelik hayat pratikleri içerisinde hem de kitle iletişim araçlarının oluşturduğu semantik alan temelinde şekillenmektedir. İçinde yaşanılan dünyayı daha anlamlı kılma çabasının bir ürünü olan anlatı formları özellikle geleneksel kitle iletişim çalışmaları içerisinde farklı teorisyenler tarafından türsel ayrımlar temelinde açıklanmıştır. Geleneksel televizyon yayıncılığını kuramsal olarak açıklamada önemli bir yer tutan Raymond Williams anlatı formlarını üniter yani bütünleşik bir temelde ele alırken John Ellis ise aynı süreci segmenter bir yapıda ele alarak akış teorisini ortaya koymuşlardır. Bu çalışmalar özelde televizyon yayıncılığındaki anlatı yapılarını ve gündelik hayatla etkileşimini insanın gündelik edimleriyle koşullu bir şekilde ele alarak farklı perspektiflerden tanımlamaya çalışmışlardır. Televizyon yayıncılığının süreç içerisinde geçirdiği teknik ve türsel gelişim süreçleri sonucunda realite programlar 1980’li yıllardan itibaren Amerika başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Realite programlar zaman içerisinde Batı dışı toplumlara da ihraç edilen bir program türü haline gelirken televizyonun günlük yayın akışı içerisinde gittikçe daha fazla yer kaplamaya başlamışlardır...
"Civic Broadcating in the Context of Ideological Construction of the Individuals and News as a Political Construct in the Late Modern Period"
Extended Abstract
The foundations of the idea of modernity that has become apparent as a product of the historical development process of Western societies are laid on the Enlightenment Thought. The development enabling the nation-state to be considerable in the social arena is the negation of the king-state as the super-structural institution maintaining the feudalism. Enlightenment philosophers have opposed to and stood against the feudal exploitation, the distinction between nobles and commoners, injustices and iniquity arising from the feudal structure and initiated the destruction of the old system by criticizing the Church, serving as the main pillar of the Ancient Régime (Ağaoğulları, 2020: 539). The idea of modernity including the wisdom-based organization of the communal living has also reconstructed the position of the individuals within this area. Both the 18th century Enlightenment Thought and the liberal thought by the early 19th century laid the foundations of a political order in which the individual has been positioned at the center of the social domain. However, as a result of the development of advertising and press, especially by the early 20th century, consumer citizenship has begun to flourish in the public domain. The manipulative processes of a mercantile market economy have now come into prominence, thus casting out the public and rational having a political function (Habermas, 2013: 305). Throughout this period, while modernity has become apparent as a part of the oppressive and totalitarian regimes, the individual has disappeared within the mass society...
Genelde televizyon özelde ise reality televizyon programcılığının gündelik hayat etkinlikleri içerisinde hangi sosyokültürel dinamiklerle ilişkili olduğunun ortaya konulması gündelik hayat ideolojisinin üretim ve yeniden üretim süreçlerinde kitle iletişim aracı olarak televizyonun konumunun saptanması açısından önem taşımaktadır. Günümüzde özellikle gündelik hayatın getirdiği rutinlerin oluşturduğu durağanlığın tüketim kültürünün hazcı kaçışlarıyla aşılmasında televizyon işlevsel
bir araç olarak öne çıkmaktadır. Toplumsal alandaki egemen ideolojinin taşınması ve yeniden üretilmesinde televizyon, kamusal alanda sağduyu noktaları oluşturarak hegemonya ve rızanın üretilmesinde pay sahibi olmaktadır. Televizyon çalışmalarındaki eğilim basit etki-tepki modellerinden, kitle kültürünü yaymak üzere bir ideolojik araç olarak televizyonun toplumsal konumuna ve bugün ise kültürel çalışmalar alanı içerisinde izleyicinin anlamlandırma pratiklerine doğru bir yönelim göstermiştir. Gelenekselden, modern ve modern-ötesi toplum formlarına geçildikçe insanın hem kendisiyle hem de içinde yaşadığı toplumla ilişkilerinin teknik araçlar üzerinden dolayımlandığı gözlemlenmektedir. Bu bağlamda kitle iletişim aracı olarak televizyon birey için toplumsal gerçekliğin dolayımlandığı bir mecra olarak öne çıkmaktadır. Bireyin toplumsal olay ve olguları anlamlandırmasında televizyon içerdiği uzmanlık bilgileriyle kılavuzluk görevi yapmakta, bir anlamda birey-televizyon ve toplum arasında kurulan özneler-arası etkileşim süreci modern toplumlardaki gündelik hayatı anlamlandırma sürecinin önemli bir parçası olarak öne çıkmaktadır.
Bu çalışma Marksist bakış açısından gündelik hayatı toplumsal bir üretim şekli olarak gören Henri Lefebvre’nin görüşlerinden yola çıkarak televizyonun ve reality programcılık şeklinin modern toplumlardaki ideolojik işlevine odaklanmaktadır. Televizyonu kültürel bir form ve kurum olarak gören çalışma reality televizyon yayıncılığını ise sadece televizyon endüstrisinin gereklilikleri çerçevesinde gelişen bir yayıncılık şekli olarak değil aynı zamanda bu programları toplumsal bir fenomen olarak tanımlayarak eleştirel bakış açısından yorumlamaktadır.
Öz
Tarihsel gelişim sürecinde sosyo-kültürel yaşam diyalektik olarak yapılanmıştır. İlkel toplumlardan günümüze kadar yaşamın biyolojik olarak devamlılığını sağlayan beslenme alanı sadece fizyolojik gereksinimlerin bir parçası değil aynı zamanda kültürel yaşam içerisinde sembolik bir anlama sahip olmuştur. Bu çalışmada içinde yaşadığımız dijital dünyanın gündelik etkinliklerinden biri olan sosyal medya kullanımı ile beslenme alanını içeren gastronomi kavramları antropolojik, sosyolojik ve iletişimsel perspektiflerin kesişiminde ele alınarak değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kültürel Çalışmalar, Gastronomi, Kültürel Antropoloji, Sosyal Medya
Abstract
In the historical development process, socio-cultural life has been structured dialectically. From primitive societies to the present day, the field of nutrition, which ensures the biological continuity of life, has not only been a part of physiological needs but also has a symbolic meaning in cultural life. In this study, the use of social media, one of the daily activities of the digital world we live in, and the concepts of gastronomy, including the field of nutrition, will be evaluated at the intersection of anthropological, sociological and communicative perspectives.
Keywords: Cultural Studies, Gastronomy, Cultural Anthropology, Social Media
Öz
Endüstriyel, modern kentsel mekânların sınırlarının aşılması sonucunda ulaşılan metropol alanlar üretim ilişkileri bağlamında bilgi ve enformasyon teknolojileri üzerinde temellenmektedir. Kentsel alanın morfolojik olarak dönüşüme girdiği metropoller sosyo-mekânsal olarak geçmişin kent merkezlerinden farklı olarak ticaretin, kamusal etkileşimin ve kültürün dolaşıma girdiği alanlar olmaktan çıkmışlardır. Zaman ve mekân boyutunda hayatın akışının hızlandığı metropoller, sermayenin serbest dolaşımı ve yersiz yurtsuz imge akışlarıyla karakterize olmaktadır. Metropol alanlarda kapitalist sistem tarafından inşa edilen tüketici özne iki mekânsal deneyime sahiptir. Bir yandan kentsel dokuda bildik mekân imgesinin yok oluşunu niteleyen yer olmayan ya da yok mekânlarda gündelik hayatının bir kısmını geçirirken diğer yandan dijital teknolojilerin imkânlarıyla yaratılan sanal topoğrafyalarda öznelliği sistem eliyle kurgulanmaktadır. Bu bağlamda dönemin üretim ilişkilerinin bir ürünü olarak metaverse kavramı kendisinden önceki teknolojilerden çok daha fazla bir şekilde gerçek mekânsal pratiklerle etkileşim içerisindeki yeni bir dijital yaşam evreni ortaya koymaktadır. Böylelikle gerçek ve sanal mekânsal pratikler özellikle bu teknolojilere ulaşmanın daha kolay olduğu metropol alanlarda birbirlerine eklemlenirken toplumsal alanda kişilerarası ilişki formlarında çözülmeler, yabancılaşma ve yalnızlık duyumu artmaktadır. Bir sosyo-ekonomik ve kültürel dinamik olarak kapitalist sistem tarafından yapılandırılan dijital dünya ve metaverse kavramı, cemaat duygusunun özü olan bir zaman ve mekânla ilişkili olma halini yapısal olarak dönüştürmüştür. Fiziki olarak yer ile ilişkisi kopan mekân kavramı giderek uçucu bir hâl alırken içindeki insani ilişkileri de bulundukları sosyo-kültürel alanın yörüngesinin dışına sürüklemiştir.
Bu çalışmada kapitalizmin üretim ilişkilerine koşut olarak şekil alan kentsel mekânların dijital teknolojilerle eklemlenmesi sonucunda ulaşılan ve geleceğin evreni olarak tanıtılan metaverse kavramı eleştirel bir paradigma içinde teorik olarak değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Metropol Alanlar, Kapitalizm, Yalnızlık, Yabancılaşma, Sanal Cemaatler, Metaverse.
Abstract
The metropolitan areas that emerge as a result of exceeding the borders of industrial modern urban spaces are based on information technologies in the context of production relations. The metropolises, where the flow of life speeds up in terms of time and space, is characterized by the free movement of capital and the flow of abandoned images. The consumer subject that is constructed by the capitalist system in metropolitan areas has two spatial experiences. On the one hand, the consumer spends a part of his daily life in the spaces where there is no place or is non-existent, characterizing the disappearance of the usual space image in the urban fabric, and on the other hand, its subjectivity in the virtual topographies created using the facilities offered by digital technologies is built by the system. In this context, the concept of metaverse, as a product of the production relations of the time, introduces a new digital life universe that interacts with actual spatial practices much more than the technologies of the past. Accordingly, while real and virtual spatial practices are integrated with each other, especially in metropolitan areas where these technologies are accessed more easily, the sense of dissociation, alienation and loneliness increase in the forms of interpersonal relations in the social sphere. While the concept of space which has been physically disconnected from the actual place gets more and more volatile, it has also taken the human relations within it out of the orbit of their socio-cultural area.
In this study, the concept of metaverse, which has emerged as a result of the integration of urban spaces formed in parallel with the production relations of capitalism into digital technologies and promoted as the universe of the future, is discussed theoretically as part of a critical paradigm.
Keywords: Metropolitan Areas, Capitalism, Loneliness, Alienation, Virtual Communities, Metaverse.
Endüstrileşme süreçlerinin ürünü olan kentsel mekânlar günümüzde toplumsal yaşamın örgütlendiği yaşam alanlarıdır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde gözlemlenen eşitsiz gelişme süreçlerinde kentsel alanlar ile taşra yaşamı arasındaki geçirimlilik ilişkisi artarken kentleşme ve kentlileşme süreçlerinde yaşanan aksaklıklar sosyo-ekonomik ve kültürel dinamikler ekseninde gündelik yaşamı şekillendirmektedir. Kentsel mekânların gündelik hayat pratiklerinde sıklıkla karşılaşılan suç ve sapma niteliği gösteren olaylar ilgi çekici olma özellikleriyle televizyon anlatısı içerisinde kendisine geniş yer bulmaktadır. Sosyo-kültürel bir fenomen olarak televizyon, toplumsal yaşamla etkileşim sürecinde geçmiş anlatı kalıplarının bir parçası olarak suç unsuru taşıyan olayları hikaye edici bir şekilde ekrana taşımaktadır. Televizyon aynı zamanda suç ve sapmanın toplumsal boyutlarıyla ilişki içerisinde televizüel anlamı inşa etmektedir. Bu çalışmada televizyonun bu iki işlevi Eleştirel Teori ekseninde ele alınmaktadır. Amaçlı örneklem tekniği ile belirlenmiş olan Müge Anlı ile Tatlı Sert programından seçilmiş olan iki vaka Nitel İçerik Analizi yöntemi kullanarak analiz edilirken programın içerdiği örtülü mesajlar deşifre edilmeye çalışılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre suç olgusunun bir anlatı türü olarak kentsel mekânla ilişkili olduğu, televizyon anlatısındaki bu türün dramatik anlatı kalıpları bağlamında edebiyat, gazete ve sinema gibi kültürel formlar içerisinde olgunlaşarak günümüze kadar geldiği gözlenmektedir. Suç ve sapma sosyolojisindeki nesnel ve öznel tanımlamalar temel alındığında televizyonun dönemin sosyo-ekonomik koşullarıyla ilişkili olarak ortaya çıkan suç ve sapmanın nesnel tanımlamalarını görünmez kılarken, bir etiketleme sürecini içeren öznel tanımlamaları ön plana çıkardığı görülmektedir. Televizyon, dönemin egemen ideolojisi içerisinden toplumsal alanın normatif çerçevesini çizerken normal ve sapmış davranışı çerçevelemektedir. Aynı zamanda televizüel anlatı kentsel mekânın taşra yaşamı ile ilişkisi içerisinde ortaya çıkan suç olaylarını televizyon stüdyosunun zaman ve mekân örgütlenmesinde yeniden üretirken toplumsal bir denetim aracı olarak görev yapmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kentsel Mekân, Taşra, Suç, Sapma, Televizyon Anlatısı, Realite Televizyonu.
Abstract
Urban spaces, which are the product of industrialization processes, are the living spaces where social life is organized today. Especially in the unequal development processes observed in developing countries, the permeability relationship between urban areas and provincial life is increasing, while the disruptions experienced in urbanization and decontamination processes shape everyday life on the axis of socio-economic and cultural dynamics. Events that show the nature of crime and deviation, which are often encountered in the daily life practices of urban spaces, find a wide place for themselves in the television narrative with their interesting features. As a socio-cultural phenomenon, television brings events bearing a criminal element to the screen in a storytelling way as part of past narrative patterns in the process of interaction with social life. At the same time, television constructs the meaning of television in relation to the social dimensions of crime and deviation. In this study, these two functions of television are considered in the axis of Critical Theory. While the two cases selected from the Müge Anlı ile Tatlı Sert program, which were determined by the purposeful sampling technique, were analyzed using the Qualitative Content Analysis method, the implicit messages contained in the program were tried to be deciphered. According to the research results, it is observed that the phenomenon of crime is related to urban space as a narrative genre, and this genre in television narrative has matured within cultural forms such as literature, newspapers and cinema in the context of dramatic narrative patterns and has come up to the present day. Based on the objective and subjective definitions in the sociology of crime and deviation, it seems that television makes the objective definitions of crime and deviation that arise in relation to the socio-economic conditions of the period invisible, while bringing to the fore subjective definitions that involve a labeling process. Television frames normal and deviant behavior while drawing the normative framework of the social space from within the dominant ideology of the period. At the same time, the television narrative serves as a means of social control while reproducing the criminal events that occur in the relationship of urban space with provincial life in the time and space organization of the television studio.
Key Words: Urban Space, Rural, Crime, Deviation, Television Narrative, Reality Television.
Marksist bakış açısından gündelik hayat pratikleri bir praksis alanı olarak üretim araçları ve ilişkilerinin ürünüdür. Gündelik hayatın yapısal bileşenlerinden biri olan mekânsal pratikler de bu ilişkilerden etkilenerek tarihsel süreç içerisinde şekil almıştır. Modern kentlerde toplumsal yaşam geleneksel toplum yapısından farklı bir şekilde rasyonel saiklerle planlanırken toplumun normatif çerçevesinde değişimler gözlemlenmektedir. Özellikle sanayi sonrası toplumu niteleyen postmodern döneme geçiş sürecinde kentsel mekânların morfolojik olarak yapısı değişmekte, döneme özgü eklektik ve süreksiz insani deneyimler bu mekânlarda görünürlük kazanmaktadır. Günümüzde metropol yaşamı modern kent ve taşra arasındaki ilişkilerin topoğrafik ve sosyo-kültürel düzeyde yeniden tanımlandığı yeni yaşam alanlarıdır. Metropollerde bir yandan üretim ilişkilerindeki iş bölümü ve uzmanlaşmaya dayalı yabancılaşma duyumu öne çıkarken diğer yandan toplumsal yaşamda bir kuralsızlık halini niteleyen anomi duyumu gündelik hayatın parçası haline gelmiştir. Türkiye özelinde bakıldığında 1980’li yıllarda hız kazanan neoliberal politikaların kentsel mekânlar üzerindeki dönüştürücü etkisinin İstanbul’da derin bir şekilde hissedildiği söylenebilir. 1990’larla birlikte gündelik hayattaki kapitalistleşmenin açık bir şekilde gözlemlendiği İstanbul’da iç göç olgusuyla birlikte kentsel mekânda gelire dayalı sınıfsal farklılaşmalar öne çıkarken, planlanan modern kent dokusu yitirilmeye başlanmıştır. Gündelik hayatın ve onun yapısal bileşenlerinden biri olan mekânsal pratiklerdeki bu dönüşüm süreci kentsel mekânda anomik durumların artmasını sağlamıştır. Sinema ve toplum arasındaki ilişkiler göz önüne alındığında 90’lı yılların başından itibaren Yeni Türkiye Sineması’nın anlatı kalıplarından biri olan bu sosyal gerçeklik farklı yönetmenlerce ele alınmıştır. Nuri Bilge Ceylan’ın sinematografisinde mekânsal pratiklerin ayırt edici yönü öne çıkarken özellikle metropolitan bir alan olarak İstanbul ve taşra arasındaki ilişkiler diyalektik bir ilişki sürecinde kimi zaman filmlerin olay örgüsünde kimi zaman ise hikâyenin artalanını besleyen bir öğe olarak kullanılmıştır. Bu filmlerde aynı zamanda söz konusu mekânların gündelik hayat pratikleri içerisindeki anomik durumlar toplumsal yaşam içerisindeki bireyin tinsel boyutu bağlamında felsefi düzeyde tartışılmaktadır. Bu çalışmada Nuri Bilge Ceylan sinemasında kent ve taşra dikotomisi temelinde amaçlı örneklem tekniği ile seçilen filmler alana ilişkin kuramsal literatür üzerinden ele alınarak Nitel İçerik Analizi yöntemiyle eleştirel perspektiften değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Gündelik Hayat, Kent, Taşra, Modernite, Anomi, Yeni Türkiye Sineması, Nuri Bilge Ceylan Sineması.
Abstract
From the Marxist point of view, everyday life practices, as a field of praxis, are the product of the means of production and their relations. Spatial practices, which are one of the structural components of daily life have also been affected by these relationd and have taken shape in the historical process. While social life in the modern cities is planned with rational motives, which is different from the traditional social structure, some changes are observed in the normative framework of the society. Especially during the transition to the postmodern period, which describes the post-industrial society, the morphological structure of urban spaces changes, and eclectic and discontinuous human experiences that are specific to this period gain visibility in these spaces. Today, metropolitan life is new living spaces where the relations between the modern city and the countryside are redefined at the topographic and socio-cultural level. While the division of labor in production relations and the sense of alienation based on specialization come to the fore in metropolises, the sense of anomie which characterizes a state of anomaly in social life has become a part of daily life. When considering Turkey in particular, it can be said that the transformative effect of neoliberal policies that accelerating in the 1980s on urban spaces is deeply felt in İstanbul. With the phenomenon of internal migration in İstanbul, where the capitalistization in daily life was clearly observed in the 1990s, class differentiations based on income in the urban space came to the fore, while the planned modern urban texture began to be lost. This transformation process in spatial practices, which is a part of daily life and its structural components, has led to an increase in anomic situations in urban space. Considering the relations between cinema and society, the social reality which has been one of the narrative patterns of New Turkish Cinema since the beginning of the 90s, has been handled by different directors. While the distinctive aspect of spatial practices stands out in Nuri Bilge Ceylan’s cinematography, the relations between İstanbul and the countryside, especially as a metropolitan area, are used in a dialectical relationship process, sometimes in the plot of the films and sometimes as an element that adds to the background of the story. In these films, at the same time, the anomic situations of the aforementioned places in daily life practices are discussed at a philosophical level in the context of the spiritual dimension of an individual in social life. In this study, the films in Nuri Bilge Ceylan’s cinema that are selected with purposive sampling technique on the basis of urban and rural dichotomy are evaluated by analyzing the theoretical literature related to the field from a critical perspective with the method of Qualitative Content Analysis.
Keywords: Everyday Life, Urban, Rural, Modernity, Anomie, New Turkish Cinema, Nuri Bilge Ceylan’s Cinema.
İnsani özün dışsallaşmasının ürünü olan sosyo-kültürel alan her dönemin teknik araçları vasıtasıyla üretilmekte ve bu araçların niteliğine göre çeşitlenmektedir. Kültürün önemli bir formu olan sanat ürünleri ilk insandan itibaren gündelik pratiklerin parçası olarak öne çıkarken bu ürünler aynı zamanda içinde yaşanılan kozmosu anlamlandırma şemaları olmuşlardır. Sanatsal formlar içerisinde resmin görme duyusu üzerinden şekillenmesi yazının olmadığı dönemlerde bile bir iletişim şekli olmasını, dönemin sosyo-kültürel yaşamının imgesel gerçekliğinin aktarılmasını sağlamıştır. Bu bağlamda resim sanatı, primitif toplumlardan itibaren mitsel anlatı kalıplarıyla yakından ilişkili olmuştur. Bir anlamda toplumsal alanı anlamlandırma kalıpları olan mitler, resim sanatı ile sadece sözlü kültürün içerisinde kalmaktan kurtulmuş imgesel bir form kazanarak kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Resim sanatındaki mitlere ait bu imgesel temsiller, dönemin teknik araçlarından etkilenerek kimi zaman mimetik bir formda tekrar edilirken kimi zaman ise kültürel yeniden üretim sürecinde yapı-bozumuna uğratılarak sunulmaktadır. Resim sanatı bu bağlamda tüketim kültürü içerisinde reklamcılık alanıyla yakından ilişkilidir ve burada kültüre ait kodlar diyalektik imgelem vasıtasıyla açığa çıkarılabilinir. Reklamın tüketim kültüründeki ideolojik yapısı göz önüne alındığında kapitalist sistemin yeniden üretim sürecinde ve tüketici öznenin kurgulanmasında klasik dergi reklamcılığından dijital reklam uygulamalarına kadar söz sahibi olduğu görülmektedir. Günümüzde sosyal medya uygulamaları içerisinde görme rejimine dayalı doğası nedeniyle öne çıkan Instagram’daki reklamcılık faaliyetleri tüketim kültürünün üretilmesinde yeni bir dönemi işaret etmektedir.
Bu çalışmada amaçlı örneklem tekniği ile belirlenen dünyaca ünlü altı hazır giyim “pret-a-porter” markasının (Calvin Klein, Chanel, Dior, Gucci, Prada, Versace) Instagram adreslerindeki 2021-2022 Yılı Sonbahar/Kış ve İlkbahar/Yaz kreasyonuna ait olan postları kategorileştirilerek seçilen örnekler Nitel İçerik Analizi yöntemi üzerinden analiz etmiştir. Çalışma sonucunda resim sanatında yer alan mitolojik temsillerin Instagram reklamcılığında kullanımı sırasında gösterge ekonomi politiği düzeyinde bir anlam kaybına uğradığı, söz konusu temsillerin biçim ve içerik düzleminde tüketici öznenin kurgulanması sürecinde Batılı ve Batı dışı toplumlarda farklı anlamlara sahip olduğu saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Resim Sanatı, Moda, Reklamcılık, Sosyal Medya, Tüketim Kültürü, Mitoloji
Abstract
Created by the technical tools available in each period of human history, and shaped by the diverse characteristics of these tools, the socio-cultural realm is a product of externalization of the human essence. While seen prominently as part of daily practices of life from the times of primitive man to the present, works of art, as a significant forms of culture, have also served as schemata for making sense of the cosmos lived-in. Within artistic forms, painting, shaped through the sense of eyesight, is proof that there had been a form of communication even before the invention of writing, and has enabled the transfer of the socio-cultural aspects of life of those times. In this context, the art of painting has strong connections with the patterns of mythical narratives since the primitive societies. Myths, models of making sense of the social sphere in a sense, have been inherited from generation to generation by breaking free of the oral narratives by taking advantage of the art of painting. These imaginative representations of the myths in paintings, influenced by the technical tools of the period, are sometimes repeated in mimetic form, and sometimes presented in a deconstructed form in the process of cultural reproduction. In this context, the art of painting is closely related to the advertisement industry within the consumer culture, and, here, codes of culture can be revealed through dialectical imagination. Considering the ideological structure of advertisements in a consumer culture, it is seen that advertising has a say in the reproduction process of capitalist system and the fabrication of the consumer subject, from classic magazine advertising to digital advertising applications. Today, advertising activities on Instagram, which is prominent among social media applications due to its vision-based nature, indicate a new era in the production of a consumer culture.
In this study, determined by the purposeful sampling technique, posts, belonging to the 2021-2022 Autumn/Winter and Spring/Summer creations on the Instagram addresses of six world-famous ready-to-wear “pret-a-porter” brands (Calvin Klein, Chanel, Dior, Gucci, Prada, Versace), were categorized, and selected sample posts were analyzed through the Qualitative Content Analysis method. As a result of the study, it was determined that the mythological representations in the art of painting suffered a loss in meaning at the level of political economy of the sign when used by Instagram advertising, and that these representations had different meanings in form and content in Western and non-Western societies in the process of fabricating a consumer subject.
Keywords: The Art of Painting, Fashion, Advertisement, Social Media, Consumer Culture, Mythology
Sosyo-kültürel alanı üretim araçları ve ilişkileri temelinde açıklamaya çalışan Marksist teori, belirli bir toplumsal momentte o topluma ilişkin ekonomik etkinlikler ile kültürel alan arasında yapısal ilişki olduğunu vurgulamaktadır. Ekonomik indirgemeci bir bakış açısından söz konusu alana yaklaşan Ortodoks Marksistler kültürel alanı geri plana atarak ekonomik etkinlikler üzerinden toplumsal sistemi açıklamışlardır. Buna karşılık Frankfurt Okulu teorisyenlerini de kapsayan Batı Marksizmi içerisinde kültürel alan dönemin egemen ideolojisinin üretildiği bir merkez olarak öne çıkmaktadır. Frankfurt Okulu, ekonomik ve sosyo-kültürel yaşam arasındaki ilişkilere diyalektik bir bakış açısından yaklaşırken kültürel yeniden üretim süreçleri altında şekillenen sanat ve kültür alanını eleştirel perspektiften ele almıştır. Bu bağlamda tarihsel olarak aristokrat kültürden kitle kültürüne geçiş süreci kültürel alanın otantikliğini yitirmesiyle ilişkilendirilmiştir. Sanat yapıtı ile toplumsal sistem arasındaki ilişkiler göz önüne alındığında Barok dönemle öne çıkan opera sanatının toplumsal sınıflarla kurduğu ilişkinin tarihsel olarak dönüşüm yaşadığı görülmektedir. Postmodern dönemle birlikte sanat ve kültür alanı yapıntı bir hâl alırken opera sanatını icra eden tenorlar ve sopranolar klasik müzik formu haricinde para ekonomisine dayalı bir popüler kültür alanı içerisinde ürün vermeye başlamışlardır. Opera sanatı, kültürel yeniden üretim sürecinde tüketim kültürünün içerisinde kimi zaman popüler müzik formlarıyla kurduğu ilişki de kimi zaman ise reklamlarda ya da ana akım sinema filmleri içerisinde kendisine yeni sunum alanları bulmuştur. Operanın popüler bir müzik formu haline gelmesi sürecinde bu sanatın sergilendiği salonlar da tüketim ekonomisine eklemlenerek postmodern kültürel alanda bütünleşik bir tüketim söyleminin parçası haline gelmiştir.
Bu çalışma, Marksist Kültür Teorisi ekseninde opera sanatının tarihsel dönüşüm sürecine odaklanmaktadır. Çalışma bir yandan kültürel yeniden üretim kavramı ekseninde opera sanatının bir müzik formu olarak dönüşümünü ele alırken diğer yandan bu sanat formunun temsil mekânlarının kapitalist üretim ilişkileri içerisindeki değişimine odaklanmaktadır. Çalışma kapsamında amaçlı örneklem tekniği ile seçilen opera sanatçılarının albümleri ve opera salonları olarak Süreyya Operası, “Yeni” Atatürk Kültür Merkezi, Royal Opera House ve Metropolitan Opera House ilgili literatür üzerinden Nitel İçerik Analizi yöntemi kullanılarak analiz edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Marksist Düşünce, Kültürel Yeniden Üretim, Metalaşma, Popüler Kültür, Tüketim Kültürü, Opera.
Abstract
The Marxist theory which tries to explain the socia-cultural space on the base of means of production and their relations say that in a certain momentum of society, between the economical activities of this society and the cultural space there is a constructive relations. The Orthodox Marxist’s who look at the space with this reducing angle, explaned the social system considering at the back the cultural system. Contrarily, the cultural space which is in the Occidental Marxism and which includes the theoryciens of the Frankfurt School, pointed out as a centre where is produced the ideology of the dominant period. As the Frankfurt School consider economic and socio-cultural relations between the life on a dialectic view, the same school examinated the space of art and culture that take form between the process of reproductions on a critical perspective. On this remark, the process of passing historically from the aristocratic culture to massive culture is relationated with the cultural space that losted its authenticity. The relations between the artwork and the social system are evoluated the relation of the opera art with formed in Baroque Period. In Baroque Period, lived a historical transformation. With the pos-modern period the space of art and culture begun to take a fictive form the tenors and sopranos who execute the art of opera in a popular space supported by monetory economy. The opera art in the process of reproduction, in the cultural consumption sometimes with the relation it said with the popular music forms and sometimes advertisements or current films found a new form of presentation. The houses where were represented the opera art to become a musical form in this process were annexed to the consumption economy and became a part of the system of united consumption in the post-modern cultural space.
This study is foccusing on the axis of Marxist culture theory in the historical transformation of the opera art. The study in one hand in this axis of reproduction studies the transformation of the opera art as a musical form and on the other hand the places of representation of this art form in the relations of capital production. The albumes of opera artist and opera houses as Süreyya Opera House, “new” Atatürk Cultural Centre, Royal Opera House and Metropolitan Opera House were chosen in this study conformably to the method of intentional exemplification were analyzed.
Keywords: Marksist Thought, Cultural Reproduction, Materiazation, Popular Culture, Culture of Consumption, Opera.
Batılı toplumlarda 1970’li yıllarda sosyo-kültürel alanda başlayan bir dizi değişimi ifade eden postmodern kültür, geleneksel ve modern dönemden kopuşu niteleyen zaman ve mekân örgütlenmesiyle öne çıkmaktadır. Küresel alandaki neoliberal politikaların bir parçası olarak Batı dışı toplumları da süreç içerisinde etkisi altına alan postmodern kültür, bireysel tüketim olgusu üzerinden işlerlik kazanmaktadır. Geleneksel ve erken modern dönemdeki toplumun yapısal bütünlüğünün bozulduğu bu dönemde gündelik hayat kültürleri içerisinde kişisel tercih ve tarzlar ön plana çıkarken, kentsel mekânlar yeni tarz ve üsluplarla stilize edilmeye başlanmıştır. Kapitalist üretim ve tüketim süreçleri kentsel mekânı benzerlik ve farklılıklar temelinde bir ayrışma mekanizmasında örgütlerken tüketim kültürüne ilişkin içerik, enformasyon ve uzmanlık bilgileri medya araçlarının vasıtasıyla toplumsal dolaşıma girmektedir. Bu uzmanlık alanlarından biri olan moda bilgisi günümüzde kılık kıyafet alanı dışında kültürel alanın tüm yüzeyine nüfuz ederek kentsel alanda farklılaşmanın bir unsuru haline gelmiştir. Toplumsal alanda yeni sosyalliklerin kurulmasında, birey ve grup yaşantısının bir parçası haline gelen moda ekolojisi olarak adlandırılabilecek olan bu yeni kültürel çevre söz sahibidir. Postmodern dönemde kişiler ve topluluklar arasındaki ilişkileri belirleyen bu kültürel habitus sembolik bir tüketim alanı haline gelmiştir.
Bu çalışmada kent sosyolojisi içerisinde Ekolojik Yaklaşım ve Yeni Marksçı Kent Teorisi birlikte ele alınarak bir yandan kentsel mekânda ayrıcalıklı toplumsal sınıfların tarihsel süreç içerisinde toplumsal mekâna mevzilenmesi ele alınırken diğer yandan neoliberal toplumsal dinamiklerin kent planlamasına etkisinin kültürel sonuçlarının tartışılması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda günümüzde kentsel mekân üzerinde tüketim ekonomisine dayalı yaşam politikalarının bir parçası olarak kişiselleştirilmiş mekân sunumları görünürlük kazanmaktadır. Bu mekânsal pratikler bir yandan birey ve toplumsal gruplar ekseninde kültürel farklılaşmanın merkezleri olarak öne çıkarken diğer yandan tüketim kültürü içerisinde moda bilgisi üzerinden yaratılmış ekolojik bir çevre oluşturmaktadır. Kentsel alanın anonimliği içinde farklılığın kültürel sistem tarafından yaratıldığı bu yapılı çevre aynı zamanda temsiliyetin mekânı haline gelerek tabakalaşmış bir kültürel örüntü meydana getirmektedir.
Anahtar Kelimeler: Postmodern Kültür, Kentsel Mekân, Kişiselleştirilmiş Mekân, Habitus, Kimlik, Medya, Nişantaşı.
Abstract
Postmodern culture, which expresses a series of changes that started in the socio-cultural field in the 1970s in Western societies, stands out with the organization of time and space, which characterizes the break from the traditional and modern period. As a part of the neoliberal policies in the global arena, the postmodern culture, which has also influenced non-Western societies in the process, becomes functional through the phenomenon of individual consumption. In this period, the structural integrity of the traditional and early modern society was disrupted while personal preferences and styles came to the fore in daily life cultures. Urban spaces began to be reformed with new patterns and styles. While the capitalist production and consumption processes organize the urban space in a segregation mechanism on the basis of similarities and differences, the content, information and expertise of consumption culture enter into social circulation through media tools. Fashion knowledge, which is one of these areas of expertise, has become an element of differentiation in the urban area by penetrating the entire surface of the cultural area, except for the field of attire. This new cultural environment, which can be called fashion ecology, which has become a part of individual and communal life, has a say in the establishment of new sociability in the social field. In the postmodern era, the cultural habitus, which determines the relations between individuals and communities, has become a symbolic consumption area.
In this study, it is aimed to discuss the cultural consequences of the impact of neoliberal social dynamics on urban planning, and the settlement of privileged social classes in urban space in the historical process by considering the ecological approach and the new Marxian urban theory together in urban sociology. In this context, personalized space presentations are gaining visibility as a part of life policies based on the consumption economy of urban space. While these spatial practices stand out as centers of cultural differentiation on the axis of individuals and social groups, on the other hand, they create an ecological environment created through fashion knowledge within the consumption culture. This constructed environment, in which difference is created by the cultural system in the anonymity of the urban area, also becomes the space of representation and creates a distinguished cultural pattern.
Keywords: Postmodern Culture, Urban Space, Personalized Space, Habitus, Identity, Media, Nişantaşı.
“Kendilik” düşüncesi öznenin var olduğu andan itibaren hayatını yaşama şekli, “ethos” u açısından oldukça değerli olmuştur. Tarihin farklı zamanlarında farklı şekillerde sorunsallaştırılan kendilik düşüncesi, kodun belirleyiciliği altında yaşanılan akışkan modern zamanlarla birlikte genelde kitle iletişim araçları özelde ise televizyonun egemenliği altında kurulmaktadır. Postmodern kültürde tüketimin büyüsünün devamlılığını sağlayan televizyonun alt türü olan realite programlar, içinde bulundukları toplumdan beslenirken aynı zamanda onu dönüştürme gücüne sahiptir. Bu bağlamda realite programları ve öznelerin ilişkisi refleksiftir. Televizyonun ideolojik özelliği dikkate alındığında realite programların içeriklerinin, 21.yüzyılda kendilik ve kendilik düşüncesinin sonucu, öznenin hayat tarzına gönderme yapan “ethos” unu, bürokratik olarak yönlendirilmiş tüketime sürüklediği göze çarpmaktadır. Geçmişten izlerle, ancak farklılaşarak kurulan günümüz kendiliğini anlamak adına çalışma kapsamında, kendilik düşüncesinin, arkaik dünyadan günümüz dünyasına gelişi ve geçirdiği evrimler ele alınarak kendilik düşüncesinin “jeneoloji"si” yapılmıştır. Arkaik ve modern döneme ait kıyas oluşturabilecek bilgilerin saptanmasıyla günümüz kendiliğinin ana sorunsalı ortaya çıkarılmıştır. Kapitalizmin ve tüketim toplumunun postmodern dünya içerisinde her alana sirayet etmesi ve kendilik bilincini dönüştürmesi bu tezin ana temasını oluşturmaktadır. Tezin ana sorunsalına, Michel Foucault’un etik çalışmalarını içeren “Kendilik Teknolojileri” (Technologies of the Self) çalışmalarından ilham alınarak karar verilmiştir. Kültürel Kuram’dan hareketle post-yapısalcı bir bakış açısından ilgili literatürün çalışmaya eklenmesiyle araştırmanın kuramsal çerçevesi şekillenmiştir.
Araştırma, realite programları üzerinden kendilik anlayışının temsillerine odaklanmaktadır. Bu bağlamda realite programları içerisinden amaçlı örneklem tekniği ile TLC kanalında, 1-14 Haziran 2021 tarihleri arasında iki hafta boyunca yayınlanmakta olan altı program seçilmiş, tezin kuramsal içeriğine uygun olarak oluşturulan üç temel kategori altında Nitel İçerik Analizi yöntemi kullanılarak eleştirel perspektiften incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Postmodern Kültür, Gündelik Hayat, Ethos, Tüketim Kültürü, Televizyon, Yaşam Tarzı Programları
Abstract
The idea of the “self” and one’s “ethos” has always been essential to the way of living life from the moment onward existence begins. These ideas that have been problematized from various perspectives at various timepoints in history create further establishment in fluid modern times under the influence of mass media and in particular, television. Reality TV Programs which are the subgenres of television, contribute to consumption behaviours in post-modern culture while also having the ability to transform society. Regarding this context, the relationship between reality programs and subjects is reflexive. Given the ideological nature of television, it is conspicuous that the content of reality programs draws the subject's “ethos” in relation to which refers to the lifestyle of the subject, to bureaucratically directed consumption as a result of the self and the idea of the self in the 21st century. In order to understand today's self, that has been established through continuous differentiation, the concept of “genealogy” plays a crucial role. “Genealogy” help us to understand the self that is based on evolution throughout the archaic world to the present one. This thesis aims to analyse the infiltration of capitalism and a consuming society into various fields of the postmodern world and the transformation of self-consciousness. The problematic aspects discussed in this thesis are based on especially Michel Foucault's "Technologies of the Self" studies. Based on culture theory, the framework of this research was formed by adding relevant literature from a post-structural point of view.
The aim is analysing representations of self-understanding throughout reality TV programs. Thus, six programs that were broadcasted on TLC for two weeks between 1st of June and 14th of June 2021 were selected. Those programs were critically examined under the qualitative content analysis method by using three categories created according to the theoretical framework of this research.
Keywords: Postmodern Culture, Everyday Life, Ethos, Consumption Culture, Television, Lifestyle Programs
Gündelik hayat pratikleri insani etkinliğin sürdürüldüğü zaman ve mekân örgütlenmesi olarak Marksist anlamda kapitalist sistemin üretim ve yeniden üretim süreçlerini içermektedir. Tarihsel gelişim aşamasına koşut bir şekilde ekonomik etkinlikler günümüzde üretim alanından tüketim alanına doğru yönelim gösterirken neoliberal ekonomik sistemin kentsel mekânlar özelinde örgütlendiği görülmektedir. Kentin neoliberal dinamikler etrafında örgütlenme sürecinde bir yandan kent, kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerinin merkezi olarak öne çıkarken diğer yandan kentin bizatihi kendisi bir tüketim nesnesi haline gelmiştir. Kentsel mekânlar, dünyada 1970’li yıllardan itibaren postmodern kültürün etkisiyle gösteri ve tüketim etkinlikleri içerisinde fantazmagorik mekânlar olarak planlanırken özellikle 1980’li yıllarda toplumsal alanda etkisini hissettiren küreselleşme olgusu bu alanlarda eklektik tarz ve üslupların yerleşmesine olanak sağlamıştır. Bu süreçte kentin eski yapıları meta ekonomisi içerisinde mübadele ve kullanım değeri temelinde soylulaştırma pratiklerine tabii kılınırken kültür endüstrileri de tüketime dayalı bu yeni toplumsal alanın işlerliğini sağlamaktadır. Günümüzde kentsel mekânların yaratıcı endüstriler temelinde soylulaştırma pratikleriyle şekillenmesi sürecinde eskinin tarihsel dokusu yeni ve güncel tüketim eğilimleriyle bir araya gelmektedir. Kültürün tüketim temelli dönüşüm sürecinde iletişim araçlarından bu mekânsal pratikler ve yaşam tarzları örnekleri gerek konvansiyonel gerekse dijital medya araçlarında paylaşılmaktadır. Mekânın gerçek ve imajiner tüketimi gündelik hayat pratiklerine eşlik ederken kentsel mekânların sahip olduğu özgün tarihsel doku ve işlevler dönüşüme uğramaktadır. Bu çalışma, kentsel mekânın soylulaştırma pratikleri bağlamında tarihsel arka planından arındırılarak küresel beğeniye hitap edecek şekilde tüketim ideolojisi ekseninde dönüştürülmesini incelemektedir. Yaşanan kültürel dönüşümün kuramsal düzeyde insan-mekân ve toplum ekseninde tartışılması çalışmanın araştırma konusunu oluşturmaktadır. Çalışma ayrıca çağdaş toplumların gündelik hayatının ideolojik üretim ve yeniden üretim sürecine odaklanarak burada işleyen küresel ve yerel dinamikleri tartışmayı amaçlamaktadır.
Bu kapsamda çalışmanın örneklemini araştırmanın amacına uygun olarak İstanbul’da soylulaştırma pratiklerinin belirgin olarak gözlemlendiği Tarihi Yarımada Bölgesi sınırları içinde bulunan Balat, Eminönü, Sultanahmet ve Süleymaniye semtlerindeki tarihi öneme sahip tescilli yapılar olan Balat Merkez Şekercisi, Beta Yeni Han, The Sarnıç Restaurant, Haliç Cafe ve Hayriye Hanım Konağı oluşturmaktadır. Ele alınan mekânlar Nitel İçerik Analizi yöntemiyle eleştirel perspektiften incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Gündelik Hayat, Kentsel Mekân, Soylulaştırma, Neoliberalizm, Tüketim Toplumu, Kitle İletişim Araçları, Tarihi Yarımada
Abstract
Daily live practices, as the organization of life and space that humane activities are perpetuated, include production and reproduction processes of the capitalist system in Marxist terms. Synchronically with historical development, it is observed that neoliberal economic system is organized specifically to urban spaces while today economic activities are showing inclination from production field to consumption field. In the process of town organizing itself around neoliberal dynamics, on the one hand, it appears as the center of the capitalist production and consumption relations, on the other hand, the town itself became the object of consumption. While urban spaces, with the impact of postmodern culture, are planned as phantasmagoric places in demonstration and consumption activities from the 1970s onward, the globalization phenomenon that adumbrated its influence in the social sphere especially in the 1980s enabled eclectic style and wordings to settle themselves in these fields. In this process, while the old structures were subjected to exchange and gentrification practices on the basis of usage value in the commodity economy, cultural industries ensure the operability of this new social sphere that is based on consumption. Today, the historical texture of the past meets the new and current consumption orientations in the process of shaping urban spaces with gentrification practices based on creative industries. In the consumption-based transformation process of culture, these spatial practices and lifestyle examples that are among the communication tools are shared with both conventional and digital media tools. While the real and imaginary consumption of space is accompanying daily life practices, the unique historical texture, and functions that the urban spaces have are exposed to transformation. This study examines the transformation of urban space in the context of gentrification practices, purifying it from its historical background in a way that appeals to global taste in the axis of consumption ideology. Discussing the cultural transformation experienced in the axis of human-space and society at the theoretical level constitutes the research subject of the study. The study also aims to discuss the global and local dynamics operating here by focusing on the ideological production and reproduction process of the daily life of contemporary societies.
Within this scope, Balat Merkez Şekercisi, Beta Yeni Han, The Sarnıç Restaurant, Haliç Cafe and Hayriye Hanım Mansion, which are registered buildings that have historical importance in the Balat, Eminönü, Sultanahmet and Süleymaniye districts within the boundaries of the Historical Peninsula Region, where gentrification practices are clearly observed in Istanbul constitute the sample of this study following the purpose of the research. The spaces that were discussed were analyzed from a critical perspective with the method of Qualitative Content Analysis.
Key Words: Everyday Life, Urban Space, Gentrification, Neoliberalism, Consumption Society, Mass Media, Historical Peninsula
Tarihsel olarak döneminin sosyo-ekonomik, politik dinamikleri ile şekillenen ve toplumsal bir alana dönüşen gündelik hayat, Marksist bir bakış açısından üretim ilişkileri ve araçlarının birleşiminden oluşmaktadır. Kapitalizm bu bağlamda gündelik hayatın temel unsuru olarak ön plana çıkmaktadır. Fransız düşünür Henri Lefebvre, gündelik hayatı ilk kez sistematik bir biçimde araştırma nesnesi haline getirmiştir. Toplumsal çözümlemelerini üretim araçları ve ilişkileri temelinde Marksist perspektiften şekillendiren Lefebvre, gündelik hayatın yapısal bileşenleri olan zaman ve mekân kavramlarını ele alarak kendisinden sonra gelen Neo-Marksist düşünürlere yol açmıştır. Kent hayatının gündelik hayat pratikleri içerisinde şekillenen toplumsal zaman, kapitalist bir zaman kipinin ortaya çıkmasına olanak sağlamaktadır. Lefebvre’nin zaman ve mekân çözümlemesinde ortaya koyduğu kavramsal setler, dikotomik çiftler halinde kırsal ve kentsel yaşam formlarının anlaşılmasında açıklayıcı olmaktadır.
Türkiye sineması içerisinde öne çıkan bir auteur yönetmen olarak Reha Erdem, filmlerinde köksüz bir mekân ve zaman algısı içerisinde şekillenen gündelik hayat temsillerine yer vermektedir. Reha Erdem’in sineması insani varoluşun ilk zamanlarındaki arkaik figürleri ve doğa ile insanın birlikteliğini ele alarak kozmosu anlamlandırma çabası olarak yorumlanabilir. Kurgulanan bu toplumsal yapı, içerisinde yaşanılan kapitalist toplumun kentsel mekân ve zamanını yapıbozumuna uğratırken, yaratılan atmosfer içerisinde doğa ile girilen etkileşim sürecinde sıradanlaşan ve bayağılaşan gündelik hayat pratikleri adeta bir örtü gibi toplumsal ilişkileri ve bireyi sarmalamakta ve şekillendirmektedir. Gündelik hayatın incelenmesinde kategorik olarak öne çıkan bütünlük, gerçeklik, yabancılaşma, kendiliğindenlik ve muğlaklık gibi kavramlar Reha Erdem sinemasında sorunsallaştırılmakta, mekân ve zamanla girilen doğrudan ilişki sürecinde bireyler arası ilişki kalıpları yeniden tanımlanmaktadır. Bu çalışma kapsamında Henri Lefebvre’nin gündelik hayat ve mekân-zaman sosyolojisinde oluşturduğu kavramsal setler üzerinden Reha Erdem sinemasından amaçlı örneklem tekniği ile seçilmiş filmler Nitel İçerik Analizi yöntemi kullanılarak analiz edilmekte ve yorumlanmaktadır.
Anahtar kelimeler: Gündelik Hayat, Marksizm, Toplumsal Mekân ve Zaman, Kapitalizm, Reha Erdem Sineması.
Abstract
Everyday life, which has historically been shaped by the socio-economic and political dynamics of its period and transformed into a social space, consists of a combination of production relations and tools from a Marxist point of view. In this context, capitalism comes to the fore as the basic element of everyday life. The French thinker Henri Lefebvre systematically made everyday life an object of research for the first time. Shaping his social analyzes from a Marxist perspective on the basis of production tools and relations, Lefebvre has led to Neo-Marxist thinkers who came after him by addressing the concepts of time and space, which are the structural components of everyday life. Social time, which is shaped within the everyday life practices of urban life, allows the emergence of a capitalist time mode. Lefebvre's conceptual sets in his analysis of time and space are explanatory in understanding rural and urban life forms in dichotomous pairs.
As a prominent auteur director in Turkish cinema, Reha Erdem includes representations of everyday life shaped in a rootless perception of space and time in her films. Reha Erdem's cinema can be interpreted as an effort to make sense of the cosmos by addressing the archaic figures in the early days of human existence and the unity of nature and man. While this constructed social structure deconstructs the urban space and time of the capitalist society in which it is lived, the everyday life practices that become ordinary and vulgar in the process of interaction with nature in the created atmosphere envelop and shape the social relations and the individual like a cover. Concepts such as integrity, reality, alienation, spontaneity and ambiguity, which stand out categorically in the examination of everyday life, are problematized in Reha Erdem's cinema, and interpersonal relationship patterns are redefined in the process of direct relationship with space and time. Within the scope of this study, films selected from Reha Erdem's cinema with the purposeful sampling technique over the conceptual sets created by Henri Lefebvre in the sociology of everyday life and social space-time are analyzed and interpreted using the Qualitative Content Analysis method.
Keywords: Everyday Life, Marxism, Social Space and Time, Capitalism, Reha Erdem Cinema.
Kentsel alanlar, tarih boyunca dönemin sosyo-ekonomik ve politik süreçlerinin bir ürünü olarak görünürlük kazanırken modern dönemle birlikte kapitalist sistemin üretim ve tüketim pratikleri kentsel yaşamı dönüştürmüştür. Endüstri Devrimi’yle birlikte modern düşünce kentsel mekânları üretim ve sanayi merkezi olarak planlarken 1960’lı yılların sonuyla birlikte postmodern kent teorileri, kentsel mekânları tüketim etkinliği üzerinden tanımlamaya başlamıştır. Söz konusu dönemde neoliberalizm düşüncesi toplumsal alanda yaygınlaşırken kentsel mekânlar sermayenin birikim rejiminin bir parçası haline gelerek piyasa ekonomisinin işlemesine yönelik lokomotif güç olmuşlardır. Küresel kent ve dünya kenti tanımlamalarının 1980’li yıllar itibariyle kent literatürüne kazandırılmasıyla birlikte küresel kent teorisi kentsel alandaki kültürel etkinlikler üzerinden tüketim ekonomisine işaret ederken kentsel mekân kapitalist saiklerce yeniden üretilmektedir.
Çalışmanın örneklemini araştırmanın amacına uygun olarak son yıllarda belirgin olarak kentsel dönüşümün ve mekânsal farklılaşmaların yaşandığı Karaköy semtine bağlı Kemankeş Karamustafa Paşa Mahallesi’nde bulunan Pitane, Osmanlızadeler Karaköy 1879, Lava Store, Karaköy Çınar Restaurant ve Ropi Karaköy olmak üzere 5 mekân oluşturmaktadır. Ele alınan mekânlar çalışmanın kuramsal perspektifine uygun olarak düzenlemiş kategoriler üzerinden Nitel İçerik Analizi yöntemiyle eleştirel perspektiften incelenmiştir.
Bu çalışma 1980’li yıllarla birlikte küreselleşme dalgasının bir parçası olarak küresel kent olarak kurgulanan İstanbul’daki mekânsal dönüşümüne odaklanmaktadır. Bu bağlamda 2000’li yılların başıyla birlikte Karaköy semtinde yaşanan mutenalaştırma çalışmaları bağlamında yaratılan küresel kent imgesi tüketim ekonomisi üzerinden işlerlik kazanmaktadır. Tüketim kültürü içerisinde yaşanan mekânsal dönüşümle mekân-insan etkileşimi içerisinde söz konusu olan Karaköy semtinin eleştirel perspektiften irdelenmesi bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kentsel Mekân, Neoliberalizm, Küresel Kent, Tüketim Toplumu, Karaköy, Medya
Abstract
Urban areas, the production and consumption practices of the capitalist system have transformed urban life with the modern era, while gaining visibility as a product of socio-economoic and political processes of the period throughout history. While modern thought plans, urban place as production and industrial center with the industrial revolution, with the end of the 1960s, postmodern urban theories began to define urban place onto the consumption activity. When it comes to this period while the idea of neoliberalism widespread in the social area, urban place become as a part of the accumulation regime of fund and become the locomative and became the locomotive power for the functioning of the market economy. With the definitions of the global city and world city associated with gaining the urban literature in the 1980s, while the global urban theory indicate to the consumption economy through cultural activities in the urban area,urban area is reproduced by capitalist impetus.
Sample of the study, fitting the purpose of the research consist of 5 place; Pitane, Osmanlızadeler Karaköy 1879, Lava Store, Karaköy Çınar Restaurant and Ropi Karaköy located in Kemankeş Karamustafa Paşa Neighborhood of Karaköy district, where urban transformation and place differentiation have been occured in recent years. Place that presented were analyzed from a critical perspective by using the Qualitative Content Analysis method through categories arranged in pursuant of the theoretical perspective of the study.
This study focuses on the spatial transformation in Istanbul, which was fictionalised as a global town in the 1980 as a part of the globalization wave. İn this context, the global city image has been gained functionality through the consumption economy that created in the context of the gentrification efforts in the Karaköy district at the beginning of the 2000s the aim of this study is constistuted the Karaköy district which is at issue in the spatial transformation happening in the consumption culture and the space-human interaction, from a critical perspective.
Keywords: Urban Space, Neoliberalism, Global City, Consumer Society, Karaköy, Media
Kentler tarih boyunca insani gelişimin bir ürünü olarak söz konusu dönemin sosyo-ekonomik ve kültürel dinamikleri etrafında şekil almıştır. Endüstri Devrimi, Batı temelli modern kentlerin doğuşunu nitelemektedir. Modern kent, rasyonel düşünce ve planlama anlayışının bir parçası olarak işlevselci bakış açısından kentsel mekânın planlamasını içermektedir. 1970’li yıllarda postmodern kültürün yükselişiyle birlikte kentsel mekânlar bir dönüşüm sürecine girmiştir. Gündelik hayatın ve mekânların düzenlenmesinde oyuncul, eklektik ve tüketime dayalı pratikler katı işlevselci tutumun yerini almıştır. Modern kentlerin kültürel, kimlik boyutunda ya da toplumsallaşma sürecindeki mekânsal farklılaşmasına karşıt olarak postmodern dönemle birlikte tüm bu öğelerin eklektik ve süreksiz olarak bir araya geldiği görülmektedir. Kültürel alanın, üretimden çok tüketime doğru yönelim gösterdiği postmodern kenttin gündelik hayat pratikleri dramaturjik bir yapıyı içermektedir. Birincil ilişkilerin ortadan kalktığı postmodern kentin mekânsal pratiklerinde yüz yüze ve şahsiyete odaklı iletişim formları ikincil ilişkilere, gayri resmi iletişim formlarına yerini bırakmaktadır. İçine girilen mekânsal ve insani iletişimin fazlalığı ve çok yönlülüğü göz önüne alındığında postmodern kentsel mekânda insani ilişkiler ferdi olma özelliklerini yitirerek benliğin bir dizi düşünümsel etkinliğinin parçası haline gelmesini sağlamıştır. İnsani eylemin her zaman bir mekânsal pratik içerisinde şekillendiği düşünüldüğünde bireyler farklılaşmış mekânsal pratikler içerisinde verdikleri ve yaydıkları izlenim üzerinden teatral bir etkinlik içerisine girmektedir. Postmodern kentsel mekânın gündelik hayat pratikleri içerisinde dramaturjik etkinlik ilişki kurulan mekânsal pratiğin sembolik boyutunun bir parçası olarak öne çıkmaktadır. Kültürel ya da kimlik temelli farklılaşma çabası idealize edilen vitrin setlerinde hayat bulmaktadır. Postmodern kentsel mekân içerisindeki tüketim etkinliğinin bir yansıması olarak mekânla girilen sembolik etkileşim sürecinde benlik dramaturjik olarak özdüşünümsel bir perspektifte inşa edilmektedir.
Bu çalışma, postmodern kentsel alanlarda gündelik hayatın dramaturjik bir etkinlik haline gelmesi sürecinde sosyo-ekonomik ve kültürel dinamiklerin şekillendirdiği mekânsal pratiklerin bireyin benlik algısını nasıl şekillendirdiğine odaklanmaktadır. Bu bağlamda özdüşünümsel bir alan olarak benliğin postmodern kentsel mekânlardaki sunumunun eleştirel perspektiften irdelenmesi bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Postmodern Kent, Gündelik Hayat, Tüketim Kültürü, Benlik, Kitle İletişim Araçları.
Abstract
Cities have been shaped around the socio-economic and cultural dynamics of the period in question as a product of human development throughout history. The Industrial Revolution characterizes the birth of Western-based modern cities. The Modern city incorporates planning of urban space from a functionalist point of view as part of rational thinking and planning. With the rise of postmodern culture in the 1970s, urban spaces underwent a transformation process. Acting, eclectic and consumption-based practices have replaced strict functionalist attitudes in the regulation of everyday life and spaces. As opposed to the spatial differentiation of Modern cities in the cultural, identity dimension or socialization process, it seems that with the postmodern period, all these elements come together eclectic and discontinuous. The daily life practices of the postmodern city, where the cultural space is oriented towards consumption rather than production, include a dramaturgical structure. In the spatial practices of the postmodern city, where primary relationships have disappeared, face-to-face and personality-oriented forms of communication leave their place in secondary relationships, informal forms of communication. Given the excess and versatility of spatial and human communication entered into it, human relationships in postmodern urban space have lost their ability to be a member, making the self part of a series of intellectual activities. Considering that human action is always shaped within a spatial practice, individuals engage in theatrical activity through the impression they give and spread within differentiated spatial practices. In the daily life practices of postmodern urban space, dramaturgic activity stands out as part of the symbolic dimension of spatial practice. Cultural or identity-based differentiation efforts come to life in idealized showcase sets. In the process of symbolic interaction entered into with space as a reflection of consumption activity within postmodern urban space, the self is dramaturgically constructed in an identical perspective.
This study focuses on how spatial practices shaped by socio-economic and cultural dynamics in the process of becoming a dramaturgical activity of everyday life in postmodern urban areas shape an individual's self-perception. In this context, the aim of this study is to examine the presentation of self as an identical field in postmodern urban areas from a critical perspective.
Keywords: Postmodern City, Everyday Life, Consumer Culture, Self, Mass Media.
Gündelik hayat, bireylerin dünyaya gelip büyüdükleri verili bir alan olması nedeniyle çoğu kez üzerine yeteri kadar irdelenip düşünülmeyen bir zaman ve mekân örgütlenmesinden oluşmaktadır. Gündelik hayatın, görünen ve algılanan veçheleri dışında ideolojik çok eksenli boyutları bulunmaktadır. 1960’lı yıllarla birlikte ideoloji tartışmalarında bir dönüşüm yaşanarak ideolojik büyük anlatılar yerlerini postmodern kültür içerisinde gündelik hayat pratiklerine bırakmıştır. Neo-Marksist düşünceler çerçevesinde Henri Lefebvre’nin katkılarıyla, ideoloji tartışmalarında gündelik yaşamın kurucu öğeleri olarak, kapitalizmin zamansal ve mekânsal örgütlenmesi ön plana çıkarılmıştır. Kapitalizmin günümüzde ulaştığı neo-liberal ekonomik aşamada tüketim etkinliği ve bireyin imajlarla çevrili yaşam evreni kültürel alanın temel özelliklerini oluşturmaktadır. Geleneksel toplumda iktisadi etkinlikler gereksinimler üzerinden gerçekleşirken, kapitalizmin ulaştığı aşama olan tüketim toplumunda ise sistem tarafından üretilen ve yapay olarak oluşturulan istekler üzerinden işlerlik kazanmaktadır. Günümüzde bireylerin temel yaşamsal etkinliği olan yeme içme eylemleri de bu yapıya uyum sağlayarak bir gösteri nesnesi haline dönüşmüştür. Küreselleşen kapitalist pazar içerisinde yemeğin hazırlanmasından, pazarlanmasına ve tüketilmesine kadar geçen süreçlerin içerisinde, egemen kapitalist güçler bu planlamalarda söz sahibidir. Bu açıdan bakıldığında gastronomi bir uzmanlık alanı olarak tüketim toplumunun işlerlik kazanmasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Özellikle kentsel alanda kozmopolitan olarak tanımlanan dünya vatandaşlığı içerisinde küresel bir beğeni ve haz kültürü haline dönüşen gastronomi, medya aracılığı ile yaratılan imgeler ve yaşam tarzlarıyla dolaşıma sokulmaktadır.
Bu çalışma, kapitalist dinamikler tarafından özellikle kentsel alanlarda yaratılan mekânsal dönüşüm sürecine odaklanmaktadır. Kentsel mekânın tüketim toplumu değerleri ile şekillendirildiği günümüzde gastronomi mekânları öne çıkan mekânsal pratiklerdir. Mekânın ideolojik doğası bu alanlara da sirayet ederek gerek içine katma gerekse dışlama stratejileri üzerinden işlemektedir. Bireysel kimliğin ise bu konularda önemli işlevleri vardır. Toplumların geçirdiği dönüşüm içerisinde gastronomi ve medya alanının kesişimin de kültürün ve kimliğin deneyimsel pratik aldığı günümüzde konunun kuramsal düzeyde tartışılması bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mekânın Toplumsal Üretimi, Kentsel Mekân, Gastronomi, Gündelik Hayat, Tüketim Kültürü, Kimlik, Medya
Abstract
As daily life is a rich environment in which individuals grow and develop, it usually consists of an oft untouched and thus neglected layering of time and space. Apart from the visible and perceived possibilities, daily life also consists of many ideological dimensions. The 1960’s brought with it a revolution within ideological debates that replaced grand theories with the practicalities of postmodern culture as a framework of thought. With Henri Lefebvre’s contributions to Neo-Marxist philosophy, the systemization of capitalism in a temporal and spatial sense came to the fore as a constitual component of daily life. In the current stage of neo-liberal economy that capitalism has achieved, the activity of market consumption wherein an individual is surrounded (perhaps enclosed?) by images, comprises the current core of the cultural environment. In traditional society, while economic activities and transactions occur out of necessity, the consumer society that capitalism has created is based upon an artificially produced circle of wants. Today, the basic needs of food and drink undertaken by individuals contributes to this system via turning it into a symbolic act that lends conformity to the backdrop of consumption. In the globlizing capitalist market which consists of everything within the timeframe of the preparation to the advertising to the consumption of food, ruling capitalist countries hold veto in such planning. From this perspective, gastronomy holds a ruling as an expertise that holds particular influence over the workings of the consumer class. Emphasizing itself most strikingly in areas defined as metropolitan within urban centres that hold a universal citizenship of enjoyment in the form of shared satisfaction regarding food, this environment is aided by media images and lifestyle choices and spreads itself amongst the masses by doing so.
This work focuses on capitalist dynamics of power; in particular, those pertaining to the environmental creation in urban areas. That the urban environment is shaped by consumer culture is evident in environmental practicalities used in gastronomical planning. The ideological production of environment as a cultural concept of habit thus takes effect via the inclusion/ exclusion of certain elements. Regarding such areas, individual identity plays an important role in such functions of habit. Exchange and media form the topic of this work; that is, the organized debates regarding modern society in which such ideas of economy take on life as experimental yet practical parts of culture and identity.
Keywords: Social Production of Space, Urban Space, Gastronomy, Daily Life, Consumer Culture, Identity, Media
Toplumsal bir örgütlenme şekli olarak kapitalizm, pre-kapitalist formlardan neoliberal pazar ekonomisine giden süreçte hem üretim hem de tüketim ilişkilerini dönüşüme uğratmıştır. Kültürel alanda tüketim olgusu zaman içerisinde öne çıkarken ticaretin ve tüketimin mekânsal pratikleri de çeşitlenip, gelişerek dönemin teknik olanaklarınca yeniden şekillendirilmiştir. Pre-kapitalist dönemindeki pazar ve çarşılardan, modern sanayi kapitalizmindeki mağaza ve pasajlara, günümüzde postmodern kültür içerisindeki alışveriş merkezlerine söz konusu dönüşüm devam etmektedir. Kültürel alanda tüketim ideolojisinin yerleşmesinde kitle iletişim araçlarının önemli bir rolü bulunmaktadır. Bu araçlar içerdikleri mesajlarla dönemin yükselen değerlerini taşırken varolan kapitalist toplum yapısını da yeniden üretmektedir. Kitle iletişim araçları üzerinden kurgulanan tüketim kültürü sadece maddi nesneler dünyasının çoğalmasını değil aynı zamanda toplumsal alandaki bireylerarası ilişki kalıplarını da dönüştürmektedir. Çalışma kapitalist sosyo-ekonomik dinamikler tarafından kentsel alanlarda yaratılan tüketim mekânlarının dönüşüm sürecine ve buna bağlı olarak değişen toplumsallıklara odaklanmaktadır. Bu bağlamda biri geleneksel diğeri ise postmodern tüketim mekânı olarak tanımlanabilecek Üsküdar Çarşısı ve Capitol Alışveriş Merkezi amaçlı örneklem tekniği ile araştırmaya dâhil edilmiştir. Ele alınan mekânlar çalışmanın kuramsal perspektifine uygun olarak düzenlemiş kategoriler üzerinden Nitel İçerik Analizi yöntemiyle eleştirel perspektiften incelenmiştir.
Bu çalışma, içinde yaşanılan dönemin sosyo-ekonomik ve kültürel dinamiklerince şekillendirilen tüketim mekânlarının kapitalist sistem içerisindeki dönüşümünü ele almaktadır. Tüketim mekânı-insan-kitle iletişim aracı arasındaki diyalektik ilişki sürecinde mekânsal pratiklerin ve bireylerarası ilişki kalıplarının dönüşümünün eleştirel perspektiften irdelenmesi bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kapitalizm, Kentsel Mekân, Tüketim Kültürü, Kitle İletişim Aracı, Üsküdar
Abstract
As a form of social organization, capitalism has transformed both production and consuption reations in the process from pre-capitalist forms to neliberal market economy.While the fact of consuption in the cultural field has come the spatial practices of trade and consumption have also diversified and developed and reshaped by the technical possibilities of the period. In the pre- capitalist period this transformation continues from markets to bazaars, shops and arcades in modern industrial capitalism and today to shopping centers in postmodern culture. The mass media has an important role in the establishment of the consuption ideology in the cultural field. While these tools carry the rising values of the period with the messages they contain and also reproduce the existing capitalist society structure. Consumption culture, which is constructed through mass media, transforms not only the proliferation of the world of material objects, but also the interpersonal relationship patterns in the social sphere.
This project focuses on the transformation process of consumption spaces created in urban areas by capitalist socio-economic dynamics and changing societies. İn this context, Uskudar Charshi and Capitol Shopping Center, one of which can be defined as traditional and the other as postmodern consumption space, were inculeded in the research with purposeful sampling technique. The spaces discussed were analyzed from a critical perespective by using the Qualitative Content Analysis method over the categories arranged in accordance with the theoretical perspective of the study. This project deals with the transformation of consumption spaces, which are shaped by socio-economics of the period in which they live, within the capitalist system.
Keywords: Capitalism, Urban Space, Consumer Culture, Mass Media, Uskudar
Tarihsel gelişim süreci göz önüne alındığında kitle iletişim aracı olarak yazılı basının yaygınlaşması 19. Yüzyılda Sanayi Devriminin etkisiyle gerçekleşen sosyo-ekonomik ve kültürel dinamiklerin bir sonucudur. Yazılı basının önemli bir kısmını oluşturan gazeteler yaygınlık kazandığı dönemden itibaren güç odaklarıyla yakından ilişki içinde olmuştur. Bunun nedeni bir yandan bu alanın ekonomik faaliyetlerle ilişkili olarak tecimsel bir yapıya sahip olması diğer yandan ise toplumu etkilemek ve yönlendirmek için yazılı basının elverişli doğasıdır. Ekonomi-politik manada gazetecilik faaliyeti ideolojik bir alandır. Yazılı basın dönemin baskın söylemlerini toplumsal dolaşıma sokarken haber içeriklerinde ve anlatısında egemen ideolojinin taşıyıcısı konumuna yükselmektedir. Yazılı basın üzerinden kurulan hegemonya ve rıza bireylerin sistemin değerlerini içselleştirmelerini sağlamakta, toplumsal alanda gerçekleşen olayların algılanma şekline etki etmektedir. Gazetecilik faaliyeti içerisinde haber toplumsal anlamın inşa edildiği bir alan olarak toplumsal gerçekliğin yeniden üretildiği bir anlatı türüdür. Haberin anlatı olması aynı zamanda üretim ve sunum aşamalarında hikâye edici pratiklerin kullanılmasını beraberinde getirmektedir. Özellikle modern ve ötesi toplum formlarında toplumsal yaşamda karşılaşılan olayların sayısı ve yoğunluğu artmıştır. Bu olaylar neoliberal politikaların etkisiyle birlikte toplumsal alanda karşılaşılan birçok risk, belirsizlik ve tehlikenin taşıyıcısı olmaktadır. Yazılı basın bu anlamda toplumsal olaylar ile birey arasında aracılık görevi üstlenerek bir anlamda yaşanan kaotik evrenin anlamlandırılmasını sağlamaktadır. Günümüzde daha önce yerkürenin belirli bölgelerinde sıklıkla yaşanan terör olayları küresel bir hal kazanmıştır. Terör olaylarının birçok sosyo-ekonomik, kültürel ve politik nedenleri vardır. Neoliberal dönemin beraberinde getirdiği riskler küresel anlamda yaygınlaştıkça ulus devlet yapısının koruyucu şemsiyesi gittikçe küçülmekte ve sonuç olarak terör gibi toplumsal alanı birçok yönden etkileyen olaylar görünürlük kazanmaktadır.
Bu araştırmada yazılı basındaki terör olaylarının temsili Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak bilinen örgütün Türkiye’de düzenlemiş olduğu üç terör saldırısı bağlamında karşılaştırmalı olarak Türk ve Amerikan basını üzerinden ele alınmaktadır. Çalışmada ideoloji, mezhep, cihad, terör ve risk algısı gibi kavramlar IŞİD özelinde tartışılırken gazete haberlerindeki terör olaylarının temsilleri Göstergebilim ve Nitel İçerik Analizi yöntemleri kullanılarak eleştirel perspektiften irdelenmektedir.
Anahtar kelimeler: Yazılı Basın, Terör, Mezhep, Cihad, Neoliberalizm, Risk Toplumu
Abstract
Considering the historical development process, the spread of print media as a mass communication tool is a result of the socio-economic and cultural dynamics that took place in the 19th century which was under influence of the Industrial Revolution. Newspapers, which constitute an important part of the printed press, have been in close contact with the power centers since their widespread period. On the one hand, the reason is this area having a commercial structure in relation to economic activities, the other reason is that the convenient nature of the print media to influence and direct society. Journalistic activity in terms of economy and politics is an ideological field. While the print media puts the dominant discourses of the period into social circulation, it rises to position of the bearer of dominant ideology in news content and narration. The hegemony and consent established through the printed media enable individuals to internalize the values of the system and affect the perception of events taking place in the social field. Within journalism, news is a type of narrative where social reality is reproduced as a field where social meaning is constructed. The narrative of the news also brings along the use of storytelling practices in production and presentation stages. Especially in modern and beyond social forms, the number and intensity of the events encountered in social life have increased. These events, together with the effect of neoliberal policies, are carriers of many risks, uncertainties and dangers encountered in the social field. In this sense, the printed press acts as an intermediary between social events and individual, in a sense, making sense of chaotic universe experienced. Nowadays, terrorist incidents, which were frequently experienced in certain regions of the globe, have become global. Terrorist incidents have many socio-economic, cultural and political reasons. As the risks brought about by the neoliberal era become widespread globally, the protective umbrella of nation-state structure is getting smaller and smaller, and as a result, events such as terrorism that affect social sphere in many ways become visible.
Representation of terrorist incidents in the written press in this study-Damascus Islamic State of Iraq (ISID) in the context of a comparative three terrorist attacks, known as the organization was held in Turkey are handled via the Turkish and American press. In the study, while concepts such as ideology, sect, jihad, terrorism and risk perception are discussed specifically for ISIS, the representations of terrorist incidents in newspaper news are examined from a critical perspective using the methods of Semiotics and Qualitative Content Analysis.
Keywords: Printed Press, Terror, Sect, Jihad, Neoliberalism, Risk Society
Televizyon içinde yaşanılan toplumsal yaşamla doğrudan ilişki içerisindeki bir teknik araçtır. Dönemin sosyo-ekonomik, kültürel ve politik dinamikleri televizyonun anlatı yapısını şekillendirirken bu anlatı yapıları dönemin egemen değerleri olarak görünürlük kazanmaktadır. Televizyon yayıncılığı içerisinde diziler kurmaca yapımlar olarak öne çıkarken özellikle prime-time zaman diliminde en çok izlenilen programlar arasında yer almaktadır. Gündelik yaşamın rutin doğasından uzaklaşılmak için sığınılan diziler içerdikleri anlamlarla dönemin egemen değerlerinin temsilcisi konumuna yükselmektedir. Bu araştırma, 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra ulusal televizyon kanallarında yayına başlayan dizilerde Türkiye’deki risk algısının toplumsal inşasının nasıl gerçekleştiğini incelemektedir. Bir başka anlatımla 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra Türkiye’nin risk algısı değişmiştir. Çalışmada değişen bu risk algısının toplumsal inşasının hangi söylemler aracılığıyla kurulduğuna bakılmıştır. Bu bağlamda araştırma kapsamında ele alınan diziler üzerinden Türkiye’deki risk algısının ortaya çıkarılması tezin amacını oluşturmaktadır.
Çalışmada risk algısının toplumsal inşasının dizilerde nasıl gerçekleştiği, risk algısının hangi söylemler üzerine kurulduğu analiz edilmektedir. Toplumbilimsel bağlamda günümüzde risk toplumu kavramlaştırması küresel düzeyde önemli bir tanımlama olmasına rağmen Türkiye özelinde yeterince tartışılmamıştır. Bu çalışma Türkiye’nin siyasi elitler tarafından dile getirilen risklerini, dış ve iç politikalarının dizilerde nasıl temsil edildiğini göstermesi ve mevcut akademik literatüre katkıda bulunması açısından önem arz etmektedir. Çalışma, Türkiye’nin değişen risk algısını inceleyerek bunların dizilerde hangi temalar ve söylemler üzerinde inşa edildiğini konu edinmiştir. Araştırmadaki risk algısı; medya, ulus-devlet, Türk kimliği, küreselleşme ve risk toplumu kavramsallaştırmaları bağlamında ele alınmıştır.
Anahtar Kelimler: Risk Toplumu, Televizyon Dizileri, Geç Modernleşme, Düşünümsel Modernleşme, Temsil
Abstract
Television is a technical tool that is directly related to the social life lived in. While the socio-economic, cultural and political dynamics of the period shape the narrative structure of television, these narrative structures gain visibility as the dominant values of the period. While serials stand out as fictional productions in television broadcasting, they are among the most watched programs especially in prime-time. The serials, which take shelter in order to get away from the routine structure of daily life, become the representatives of the dominant values of the period with the meanings they contain. This research aims to analyze how risk perception in Turkey has been constituted in TV series programmes which started to be broadcasted on national TV channels in the period subsequent to date of 15th July 2016.In other words; risk perception in Turkey has been converted subsequent to coup attempt in 15th July 2016. This research will deal with questioning which discourses have mediated the social constitution on convertion/transformation of risk perception. By this context, it’s the focusing deed of this thesis to question what risk perception in Turkey comprise through TV series contents.
This study aims to analyze how TV series has actualized the social constitution of risk perception and on which discourses risk perception have been set. The matter of risk perception hasn’t been paid a significant attention in Turkey although risk perception has an obviously effecting role on everyday life, social formation, policy, economy and many factor. This study may have an importance of contributing to academic literature by its context of analysis on risks mentioned by political elites in Turkey and how internal and foreign policies have been represented in TV Series contents. In this study, the risk perception will be examined in relation to matters of media, state of nation, Turkish identity, globalisation and theory of risk society.
Keywords: Risk Society, Television Serials, Late Modernization, Reflexive Modernization, Representation