İslam CAN
İslam CAN (Doç. Dr.): 1981 yılında Osmaniye’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. 2004 yılında Çukurova Üniversitesi Felsefe Grubu Bölümü’nden mezun oldu. 2010 yılında Muş Alparslan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne, 2011 yılında ise Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'ne araştırma görevlisi olarak atandı. 2015 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı'nda doktorasını tamamladı. Doktora tezi, “Türkiye'de Siyasal Güven: Liderler Kurumlar Süreçler” (Political Trust in Turkey: Leaders Institutions Processes) adıyla Açılım Kitap Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Ayrıca Can'ın, Sağlık Olsun: Sağlığın Toplumsal Görünümleri (2019, Çizgi Kitabevi); Teşhir Toplumu: Bir Duyu Sosyolojisi Denemesi (Ejder Ulutaş ile birlikte, 2021, Ketebe Yayınları), Afet Sosyolojisi (Editör, 2020, Çizgi Kitabevi), Duyu Sosyolojisi: Teorik ve Gündelik Tartışmalar (Ejder Ulutaş ile editörlük, 2022, Nobel Yayınları) başlıklı kitapları da bulunmaktadır. Can’ın çeşitli dergilerde ve kitaplarda yayınlanan makaleleri ve kitap bölümleri bulunmaktadır. Halen Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim üyesidir.
less
InterestsView All (25)
Uploads
Papers by İslam CAN
man’s domination of nature increase with
the modern period, the concept of disaster
gains new meanings, and disaster types also
diversify as much as possible. Because while
the types of disasters that have existed since
ancient times such as earthquakes, fires and
avalanches continue to exist; terrorism, nuclear
explosion, civil war, cyber-attack and even
military coups are included in the scope of
disaster. In addition, the rapid circulation of
people, information, capital and other assets
on a global scale has expanded the dimensions
and impact areas of the disaster as much
as possible. Therefore, in today’s world, the
view of the disaster phenomenon should be
handled by adding new perspectives. Perhaps
the first of these perspectives should be shaped
around the necessity of redefining the concept
of disaster. Because the phenomenon of disaster
is not a process that is stated in the classical
definition, arising only from the movement of
nature. On the contrary, the dominating attitude
of man over man and/or man over nature
is the main factor in the formation of almost all
types of disasters. In this context, this study focuses
on the necessity of redefining the concept
of disaster and proposes a new definition of
disaster. In addition, the sociological contexts
created by disasters, which is a new field in
terms of sociology, is another problematic that
this study focuses on.
Sivil toplum kavramı özellikle Türkiye gibi sivil alana dair özgürlüklerin sınırlandırıldığı ülkelerde, entelektüel ve aydınların ümitle beklediği ve adeta toplumun bütün bunalım hâline çare olması düşünülen, kurtarıcı ya da mesih kavramlardan biridir. Moderniteye ait bir kavram olarak temellendirilen sivil toplum, Hegel’den bu yana felsefenin ve toplum kuramcıların devletin sınırlarını tayin etmede kullandıkları bir söylem hâline gelmiştir. Aslında her ne kadar modern bir kavram olduğu düşünülse de sivil toplum olarak değerlendirilen ilk kavramsallaştırmayı Aristoteles’te görebilmek mümkündür. Aristoteles’in kullandığı ve Latinceye societas civilis olarak çevrilen politike koinonia ibaresi, sivil toplum kavramının ilk karşılığıdır. Fakat Antik Yunan Düşüncesi’nde Aristo’nun sivil toplum anlayışındaki vurgunun, öz itibarıyla yurttaşa yapıldığı da gözden kaçmamaktadır.
Genelde yardım kuruluşları ve Müslümanların hak ihlaline yönelik ihtiyaçlardan doğan Mazlum-Der, Özgür-Der, Deniz Feneri, Kimse Yok mu, Cansuyu ve İHH gibi İslami eğilimli sivil toplum örgütleri, geçmiş dönemlerde yaşanan sivil topluma yönelik budama girişimlerinden sonra, yaklaşık 10-15 yıldan bu yana seslerini daha canlı ve gür çıkararak yeni umutların filizleri olmayı başarmışlardır. Son dönemde bu sivil toplum örgütleri içerisinde kendinden çokça bahsettiren İHH; yardım politikalarıyla, dünya coğrafyasında erişebildiği ülke sayısıyla ve en önemlisi Orta Doğu başta olmak üzere diğer bölgelerde yaşanan drama, zulme ya da katliama yönelik müdahaleci siyasetiyle sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok ülkesinde geniş yankılar uyandırmış ve dünya gündemini yönlendirebilen bir sivil toplum örgütü olarak küresel bir nitelik kazanmıştır.
Abstract. This study, directed towards the parents of the pupils continuing their educational life at the primary and secondary schools, aims to reveal what kind of expactations the parents have on these schools. The intricate interaction of education with other social institutions-economics, politics and culture-and the fact that education has vital importance in terms of these institutions make it necessary to study or do research on educational systems. The primary and secondary schools involved in our educational system took form according to the expectations of the government within historical process and expectations of the people from these schools were disregarded. The scope of this study includes 677 parents in the central district of Osmaniye in the second term of the education and training year 2009-2010. Findings indicate that the parents' expectations from primary and secondary schools are their children's growing as self-confident individuals who are aware of their responsibilities, able to communicate well with others, who will be able to attend good quality secondary schools and who can find a good job in the future. __________ * Bu makale, İslam CAN tarafından 2010 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji ABD.'nda tamamlanan " Velilerin İlköğretimden Beklentileri (Osmaniye Örneği) " isimli yüksek lisans tezinden üretilmiştir.
bazında farklılaşmaktadır. Bir yandan ulus-devlet yapılarında oluşan çatlaklar,
ulus-devletin geleceği konusunda endişeler üretirken diğer yandan etnik ve dinsel
milliyetçiliklerin yükselen bir değer olarak kabul görmesi, siyasallaşmaları kışkırtan bir ortamı
tesis etmektedir (Köker, 2010, s. 11). Ulus-devletlerin çökme tehlikesiyle karşı karşıya
kalması ve mikro milliyetçiliklerin yükselmesi görünürde zıt zeminlerde gerçekleşen gelişmeler
olarak düşünülse de aslında bir sürecin merhalelerini ifşa eden bir transformasyonun
habercisidir. Küreselleşmenin etkisi, uluslararası dolaşıma giren sermayenin bir yerde temerküz
etmesi ve kitle iletişim araçları özelinde varlığını hissettiren teknolojinin olabildiğince
hızlı gelişmesi bu sosyal ve siyasal süreçlerin yaşanmasını kolaylaştırmıştır.1 Ancak bu
faktörlerden daha önemli olan ve toplumların ulus-devlet yapılarını zorlamalarına ve etnik
ya da dinsel temelli siyasallaşmalara kapı aralayan asıl etken, tanınmak istenen kimlikler ve
bu kimliklerin unutulmaya yüz tutmuş kültürleridir.
Kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi önemli kılan kimlik tasavvuru, “aynılığı” ve “benzerliği”
ifade eder. Bu benzer olma hâli, diğeri yani “öteki” olmadan idrak edilen bir tahayyül
sunamaz. Öyleyse kimliğin tanımlanmasında “özne”, öznenin tanımlanmasında ise “öteki” dayanak noktasıdır. Öteki olmadan kimlik oluşamaz (Vatandaş, 2004, s. 19). Ötekisini oluşturan
kimlikler, farklılaşırlar. Farklılaşma, kimlikleri inşa eden ve bir bedene sokan üretici
bir dil geliştirir. Böylece diğerlerinden farklı olduğunu düşünenler, kendi içlerinde aynileşmeye,
benzeşmeye başlarlar (Connolly, 1995, s. 24). Çokkültürlülük tartışmaları, bu farklılaşmanın
yaşandığı sosyal gruplarda ya da topluluklarda, tanınma taleplerinin dillendirilmesiyle
başlamıştır. Özellikle ulus-devletlerin sınırları içerisinde yaşayan ve devletin inşa
sürecinde kurucu özne olmayan etnisitelere mensup topluluklar ve ülkesinden çokuluslu
ya da çokkültürlü ülkelere çeşitli nedenlerle göç etmiş olanlar, çokkültürlülük tartışmalarının
merkezinde yer almaktadır.2 Amerika, Avrupa ülkeleri, Avustralya, Yeni Zelanda ve özellikle
Kanada gibi ülkeler, çokkültürlülük konusunda politikalar üretmeye ve global dünyada
toplumsal birlikteliği sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu çalışmada ise, farklı kültürlerin, dillerin,
etnik yapıların ve dinlerin yaşadığı Türkiye’de, çokkültürlü politikaların hangi nitelikte var
olduğu, Taylor, Habermas ve Kymlicka’nın çokkültürlülüğe ilişkin düşüncelerine de değinilerek
sorgulanmaya çalışılacaktır. Ayrıca 2002 yılında iktidara gelen ve on bir yıldır iktidar
olan Adalet ve Kalkınma Partisinin doksan yıllık ulus-devlet politikalarını dönüştüren çokkültürlü
siyaseti analiz edilecektir.
man’s domination of nature increase with
the modern period, the concept of disaster
gains new meanings, and disaster types also
diversify as much as possible. Because while
the types of disasters that have existed since
ancient times such as earthquakes, fires and
avalanches continue to exist; terrorism, nuclear
explosion, civil war, cyber-attack and even
military coups are included in the scope of
disaster. In addition, the rapid circulation of
people, information, capital and other assets
on a global scale has expanded the dimensions
and impact areas of the disaster as much
as possible. Therefore, in today’s world, the
view of the disaster phenomenon should be
handled by adding new perspectives. Perhaps
the first of these perspectives should be shaped
around the necessity of redefining the concept
of disaster. Because the phenomenon of disaster
is not a process that is stated in the classical
definition, arising only from the movement of
nature. On the contrary, the dominating attitude
of man over man and/or man over nature
is the main factor in the formation of almost all
types of disasters. In this context, this study focuses
on the necessity of redefining the concept
of disaster and proposes a new definition of
disaster. In addition, the sociological contexts
created by disasters, which is a new field in
terms of sociology, is another problematic that
this study focuses on.
Sivil toplum kavramı özellikle Türkiye gibi sivil alana dair özgürlüklerin sınırlandırıldığı ülkelerde, entelektüel ve aydınların ümitle beklediği ve adeta toplumun bütün bunalım hâline çare olması düşünülen, kurtarıcı ya da mesih kavramlardan biridir. Moderniteye ait bir kavram olarak temellendirilen sivil toplum, Hegel’den bu yana felsefenin ve toplum kuramcıların devletin sınırlarını tayin etmede kullandıkları bir söylem hâline gelmiştir. Aslında her ne kadar modern bir kavram olduğu düşünülse de sivil toplum olarak değerlendirilen ilk kavramsallaştırmayı Aristoteles’te görebilmek mümkündür. Aristoteles’in kullandığı ve Latinceye societas civilis olarak çevrilen politike koinonia ibaresi, sivil toplum kavramının ilk karşılığıdır. Fakat Antik Yunan Düşüncesi’nde Aristo’nun sivil toplum anlayışındaki vurgunun, öz itibarıyla yurttaşa yapıldığı da gözden kaçmamaktadır.
Genelde yardım kuruluşları ve Müslümanların hak ihlaline yönelik ihtiyaçlardan doğan Mazlum-Der, Özgür-Der, Deniz Feneri, Kimse Yok mu, Cansuyu ve İHH gibi İslami eğilimli sivil toplum örgütleri, geçmiş dönemlerde yaşanan sivil topluma yönelik budama girişimlerinden sonra, yaklaşık 10-15 yıldan bu yana seslerini daha canlı ve gür çıkararak yeni umutların filizleri olmayı başarmışlardır. Son dönemde bu sivil toplum örgütleri içerisinde kendinden çokça bahsettiren İHH; yardım politikalarıyla, dünya coğrafyasında erişebildiği ülke sayısıyla ve en önemlisi Orta Doğu başta olmak üzere diğer bölgelerde yaşanan drama, zulme ya da katliama yönelik müdahaleci siyasetiyle sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok ülkesinde geniş yankılar uyandırmış ve dünya gündemini yönlendirebilen bir sivil toplum örgütü olarak küresel bir nitelik kazanmıştır.
Abstract. This study, directed towards the parents of the pupils continuing their educational life at the primary and secondary schools, aims to reveal what kind of expactations the parents have on these schools. The intricate interaction of education with other social institutions-economics, politics and culture-and the fact that education has vital importance in terms of these institutions make it necessary to study or do research on educational systems. The primary and secondary schools involved in our educational system took form according to the expectations of the government within historical process and expectations of the people from these schools were disregarded. The scope of this study includes 677 parents in the central district of Osmaniye in the second term of the education and training year 2009-2010. Findings indicate that the parents' expectations from primary and secondary schools are their children's growing as self-confident individuals who are aware of their responsibilities, able to communicate well with others, who will be able to attend good quality secondary schools and who can find a good job in the future. __________ * Bu makale, İslam CAN tarafından 2010 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji ABD.'nda tamamlanan " Velilerin İlköğretimden Beklentileri (Osmaniye Örneği) " isimli yüksek lisans tezinden üretilmiştir.
bazında farklılaşmaktadır. Bir yandan ulus-devlet yapılarında oluşan çatlaklar,
ulus-devletin geleceği konusunda endişeler üretirken diğer yandan etnik ve dinsel
milliyetçiliklerin yükselen bir değer olarak kabul görmesi, siyasallaşmaları kışkırtan bir ortamı
tesis etmektedir (Köker, 2010, s. 11). Ulus-devletlerin çökme tehlikesiyle karşı karşıya
kalması ve mikro milliyetçiliklerin yükselmesi görünürde zıt zeminlerde gerçekleşen gelişmeler
olarak düşünülse de aslında bir sürecin merhalelerini ifşa eden bir transformasyonun
habercisidir. Küreselleşmenin etkisi, uluslararası dolaşıma giren sermayenin bir yerde temerküz
etmesi ve kitle iletişim araçları özelinde varlığını hissettiren teknolojinin olabildiğince
hızlı gelişmesi bu sosyal ve siyasal süreçlerin yaşanmasını kolaylaştırmıştır.1 Ancak bu
faktörlerden daha önemli olan ve toplumların ulus-devlet yapılarını zorlamalarına ve etnik
ya da dinsel temelli siyasallaşmalara kapı aralayan asıl etken, tanınmak istenen kimlikler ve
bu kimliklerin unutulmaya yüz tutmuş kültürleridir.
Kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi önemli kılan kimlik tasavvuru, “aynılığı” ve “benzerliği”
ifade eder. Bu benzer olma hâli, diğeri yani “öteki” olmadan idrak edilen bir tahayyül
sunamaz. Öyleyse kimliğin tanımlanmasında “özne”, öznenin tanımlanmasında ise “öteki” dayanak noktasıdır. Öteki olmadan kimlik oluşamaz (Vatandaş, 2004, s. 19). Ötekisini oluşturan
kimlikler, farklılaşırlar. Farklılaşma, kimlikleri inşa eden ve bir bedene sokan üretici
bir dil geliştirir. Böylece diğerlerinden farklı olduğunu düşünenler, kendi içlerinde aynileşmeye,
benzeşmeye başlarlar (Connolly, 1995, s. 24). Çokkültürlülük tartışmaları, bu farklılaşmanın
yaşandığı sosyal gruplarda ya da topluluklarda, tanınma taleplerinin dillendirilmesiyle
başlamıştır. Özellikle ulus-devletlerin sınırları içerisinde yaşayan ve devletin inşa
sürecinde kurucu özne olmayan etnisitelere mensup topluluklar ve ülkesinden çokuluslu
ya da çokkültürlü ülkelere çeşitli nedenlerle göç etmiş olanlar, çokkültürlülük tartışmalarının
merkezinde yer almaktadır.2 Amerika, Avrupa ülkeleri, Avustralya, Yeni Zelanda ve özellikle
Kanada gibi ülkeler, çokkültürlülük konusunda politikalar üretmeye ve global dünyada
toplumsal birlikteliği sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu çalışmada ise, farklı kültürlerin, dillerin,
etnik yapıların ve dinlerin yaşadığı Türkiye’de, çokkültürlü politikaların hangi nitelikte var
olduğu, Taylor, Habermas ve Kymlicka’nın çokkültürlülüğe ilişkin düşüncelerine de değinilerek
sorgulanmaya çalışılacaktır. Ayrıca 2002 yılında iktidara gelen ve on bir yıldır iktidar
olan Adalet ve Kalkınma Partisinin doksan yıllık ulus-devlet politikalarını dönüştüren çokkültürlü
siyaseti analiz edilecektir.
Elinizdeki kitap, sağlık ve hastalığın çeşitli toplumsal görünümlerini ele almaktadır. Bu görünümler içerisinde; sağlık ve hastalığın toplumsal boyutları, sağlıklı yaşam miti, hastalığın değişen sosyal inşası, hasta-hekim ve hasta-diğer sağlık personeli etkileşimi, toplum sağlığı ve sağlık sistemi, yaşamın medikalizasyonu, sağlık endüstrisi, sağlık hastalığı, risk toplumunda sağlığın durumu gibi sağlık-hastalık ve toplum ilişkileri yer almaktadır. Ayrıca bu çalışmayla birlikte Türkiye’deki sağlık sosyolojisi literatüründe yeterince yer bulamayan bazı konular da tartışılmıştır: Tıbbi jeoloji, bir sosyal bilim olarak tıp, medyadaki “sağlık şovu” programları, medikal magazin ve tıbbın pembe dizileri. Bunun yanı sıra kitapta, ele alınan konulara örneklik teşkil etmesi amacıyla bir takım okuma parçalarına da yer verilmiştir. Dolayısıyla bu kitap, sağlık alanında çalışan araştırmacıların yanı sıra sağlık-hastalık ve toplum ilişkilerine ilgi duyan okurların da faydalanabileceği bir içeriğe sahiptir.
(Arka Kapak Yazısı)