Papers by Fatma Kalpaklı Yeğin
Selcuk 9th International Conference on Social Sciences Proceedings Book , 2023
ÖZET
19 Mayıs 1919’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin ... more ÖZET
19 Mayıs 1919’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin inşası için ilk adım atılmıştır. Atatürk bu günü geleceğimizin teminatı olan gençlerimize armağan etmiştir. Her 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda gazi ve şehitlerimizi saygı ve minnetle anarken, geleceğe uzanan gençlerimize de milli bilinç ve değerlerimizin aşılanması ve aynı zamanda küresel dünyaya da uyum sağlayabilen bireylerin yetiştirilmesi hedeflenmektedir. Bu sene 29. Ekim. 2023’te Cumhuriyetimizin 100.yılına ulaşmış bulunmaktayız ve geriye dönüp, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllara ve (ulusal) kimlik inşası konusuna değinmenin tam vakti olduğu kanaatindeyiz. Bu nedenle, bu çalışmamızda tam da bu hususların ele alındığı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok güzel tespitlerini barındıran Huzur romanında Atatürk’ün önderliği ve büyük özverileriyle kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde “kimlik ve ulusal kimlik inşası” konusunu incelemeye çalışacağız.
ANAHTAR SÖZCÜKLER:
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, kimlik, ulusal kimlik inşası, Türkiye Cumhuriyetinin 100.yılı.
CONSTRUCTION OF (NATIONAL) IDENTITY
IN AHMET HAMDİ TANPINAR’S MIND AT PEACE
ABSTRACT:
On May 19, 1919, the first step was taken for the construction of the Turkish Republic under the leadership of Gazi Mustafa Kemal Atatürk. While, we commemorate our veterans and martyrs with respect and gratitude every “May 19th Commemoration of Atatürk, Youth and Sports Day”, it is aimed to instill our national consciousness and values in our youth, and to raise individuals who can adapt to the global world at the same time. This year, we have reached the 100th anniversary of our Republic (1923-2023) and we believe that it is the right time to look back at the first decades of the establishment of the Republic of Türkiye and talk about the issue of (national) identity construction in these years. For this reason, in this study, we will try to examine the identity and national identity construction in the Republic of Türkiye (which was established with Atatürk's leadership and guidance) as reflected in Ahmet Hamdi Tanpınar’s novel, Mind at Peace since it contains many scenes and examples in relation to these issues.
KEY WORDS:
“May 19th Commemoration of Atatürk, Youth and Sports Day”, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mind at Peace, identity, construction of national identity.
Selcuk 9th International Conference on Social Sciences Proceedings Book , 2023
ÖZET
Peyami Safa’nın 1959 yılında kitap olarak yayınlanan Yalnızız romanı başlığında da vurguland... more ÖZET
Peyami Safa’nın 1959 yılında kitap olarak yayınlanan Yalnızız romanı başlığında da vurgulandığı üzere yalnızlık teması üzerine kuruludur; özellikle modern hayatın ve kapitalist sistemin insanı yalnızlaştırması üzerine vurgu yapılmaktadır ve insanların kendilerince yalnızlıkla mücadele yöntemleri anlatılmaktadır. Bu temanın bir uzantısı olarak romanın ana karakteri Samimin de yalnızlığı iliklerine kadar hissettiğini görmekteyiz. Samim de romanda insani bir içgüdü ile kendisine bir hayat arkadaşı arayışı içindedir ve uzun zamandır Meral adında genç ve güzel bir kızla görüşmektedir. Romanın olay örgüsünün çoğu 1950’li, 1960’lı yılların henüz yeni kurulmuş Türkiye’sinde, İstanbul’da geçmektedir. Tüm dünyayı saran özgür kadın imgesi ve bunun Türkiye’de, İstanbul’da günlük hayata ve Samim ile Meral’in ilişkisine de olan kaçınılmaz yansımaları da romanda tasvir edilmektedir. Okuyucular olarak, Samim’in Meral ile olan diyaloglarını ve sohbetlerini okurken, Peyami Safa’nın insan psikolojisine olan merakını, bu cihetle, kadınlar hakkındaki gözlemlerini ve bunun neticesinde, Safa’nın yılların birikimiyle oluşan kadın psikolojisi hakkındaki ince ve derin yorumlarını roman boyunca hissetmekteyiz ve denilebilir ki Safa’nın gözlem yeteneğinden etkilenmemek pek mümkün gözükmemektedir. Nitekim Yalnızız romanı içinde barındırdığı kadın karakterlerin çeşitliliği ve kadın ruhunun derinliklerini tasviri açısından da dikkate şayandır. Bu nedenle, bu çalışmada Safa’nın Yalnızız romanındaki kadın karakterler mercek altına alınarak, adı geçen eserdeki kadın imgeleri romandan örneklerle daha yakından incelenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Sözcükler:
Peyami Safa, Yalnızız, kadın, kadın imgeleri, insan psikolojisi, modern hayat.
IMAGES OF WOMEN IN PEYAMİ SAFA’S WE ARE LONELY:
ABSTRACT
As emphasized in the title of Peyami Safa's novel, We are Lonely, published as a book in 1959, is based on the theme of loneliness; particularly the loneliness of people in modern life in capitalist systems. Morever, the methods of coping with loneliness by these characters are also touched upon in the novel. As an extension of this theme, we see that the main character of the novel, Samim, also experiences deep and constant feelings of loneliness. Therefore, Samim listens to his instincts and is in search of a life partner. He tries to establish an emotional bond with a young and beautiful girl named Meral. Most of the events in the plot of the novel takes place in Istanbul, in the 1950s and 1960s. The image of “independent modern woman” begins to be accepted by many women all around the world, including in Türkiye. This new image and its inevitable impact on the daily life in Istanbul, in Türkiye and how it affects the relationship between Samim and Meral are also mentioned in the novel. As readers, while reading Samim's dialogues and conversations with Meral, we see Peyami Safa's interest in human psychology and his observations about women. As readers, it is impossible not to be impressed by Sefa's ability to observe the minute details about humans and human psyche, particularly about women characters. Hence, we can say that the novel, We are Lonely is a very remarkable work of literature in terms of the diversity of the female characters and the depiction of the depths of the female soul. Therefore, in this study, the female characters in Safa's novel We are Lonely will be examined with reference to the examples given in the novel.
Key words:
Peyami Safa, We are Lonely, women, images of women, human psychology, modern life.
Folklor/Edebiyat Dergisi. , 2023
The Otherness in Kamila Shamsie’s Home Fire
Kamile Şemsi’nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) Adlı ... more The Otherness in Kamila Shamsie’s Home Fire
Kamile Şemsi’nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) Adlı Romanında Ötekilik
Abstract
Kamila Shamsie’s Home Fire (2017) tells the story of British Muslims and mainly focuses on the issue of otherness of the non-Christian British citizens. Home Fire (2017) won the 2018 Women’s Prize for Fiction and it deals with the cultural clashes experienced by the two British families of Pakistani descent due to their otherness in the eye of White Anglo-Saxon Protestant (WASP) majority in Britain. It is shown that the harder they try to be welcomed by the White Anglo-Saxon Protestant (WASP) culture, the more othered they feel in the White Anglo-Saxon Protestant (WASP) society. Eventually, some characters try to escape from their otherness by going beyond the borders of Britain and by becoming a global person in the contemporary interconnected global world. Thus, this study aims to explore how Kamila Shamsie defines the 'otherness' and the possibilities of being a global citizen in her novel, namely Home Fire (2017). Her literary works gains more importance as Rishi Sunak,
who has been Prime Minister of the United Kingdom and Leader of the Conservative Party since October 2022, has been in the spotlight of media due to his religious, ethnic and cultural background. Sunak, born and bred in Britain, yet has Indian parents who migrated to Britain from East Africa in the 1960s, might also be seen as one of the millions of others living in Britain. Historically speaking, he is the first British Asian and Hindu to hold the office of prime minister in Britain. Hence, this historical event makes Kamila Shamsie’s British Muslim Pakistani fictional character named Karamat Lone, who is appointed as Home Secretary in Home Fire, more remarkable and puts a spotlight on the novel.
Keywords: Kamila Shamsie, Home Fire, the 'otherness', British Muslims, global world
Öz
Pakistan kökenli Britanyalı yazar Kamile Şemsi’nin Türkçeye Yuvamıza Düşen Ateş (2017) olarak çevrilen romanı esas olarak Britanyalı Müslümanların, Hristiyan olmayan İngiliz vatandaşlarının hikâyelerini konu almaktadır. Yuvamıza Düşen Ateş (2017) adlı romanı ile Şemsi 2018 yılında Kadın Yazarlar Kurgu Ödülünü kazanmıştır. Romanda, Pakistan kökenli iki Britanyalı ailenin Britanya’da hâkim olan Beyaz Anglo-Sakson Protestan (BASP) ana kültürü tarafından öteki olarak algılanmalarından ötürü yaşadıkları kültür çatışmaları konu alınmaktadır. Pakistan kökenli iki Britanyalı ailenin üyeleri Beyaz Anglo-Sakson Protestan ana kültürü tarafından kabul görmek için çabaladıkça daha da ötekileştirilmekte ve bir türlü Beyaz Anglo-Sakson Protestan (BASP) ana kültürü tarafından kabul görememektedir ve bu durum onların kendilerini daha da ötekileştirilmiş hissetmelerine neden olmaktadır. Bunun neticesinde, romandaki bazı karakterler Britanya sınırlarını aşarak ve günümüzün birbiriyle bağıntılı, küresel dünyasının küresel vatandaşı olma idealiyle öteki olmaktan kurtulmaya çalışmaktadır. Bu nedenle, bu çalışmada, Kamile Şemsi’nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) adlı eserinde öteki kavramını nasıl tasvir ettiği ve küresel vatandaşlığın günümüz dünyasında ne derece mümkün olup olmadığı konuları romandan örneklerle irdelenmektedir.
Kamile Şemsi’nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) adlı eseri Ekim 2022 tarihinde Asyalı bir Hindu olan Rishi Sunak’ın başbakan olmasıyla ve bunun İngiliz siyasi tarihinde bir ilk olması sebebiyle daha da önem kazanmaktadır. Sunak kendisi Britanya'da doğup büyümüş, ancak ebeveynleri Hintli olup, 1960'larda Doğu Afrika'dan Britanya'ya göç etmişlerdir. Bu cihetle, Sunak Britanya'da öteki olarak yaşayan milyonlarca kişiden biri olarak da görülebilir. Tarihsel olarak bakılacak olursa, Rishi Sunak Britanya'da başbakanlık makamına kadar yükselen ilk Hindu ve Asya kökenli politikacıdır. Dolayısıyla, bu tarihi olay, Kamila Shamsie'nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) romanını ve romandaki İç İşleri Bakanı olarak atanan Karamat Lone adlı Müslüman, Pakistan kökenli İngiliz karakteri daha da dikkat çekici kılmaktadır.
Anahtar sözcükler: Kamile Şemsi, Yuvamıza Düşen Ateş, ötekilik, Britanya Müslümanları, küresel
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2021
'ın ünlü eseri, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün anlatıcısı ve ana karakteri olan Hayri İrdal, Zar... more 'ın ünlü eseri, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün anlatıcısı ve ana karakteri olan Hayri İrdal, Zarife halasının Laterjik uykudan uyanma sahnesini "[k]ötürüm halam, öleceği beklenen, ölen halam, yardımsız yürüyor, koşa koşa merdivenlerden çıkıyordu" (Tanpınar, 2019, s.66) diyerek okuyucuya aktarır. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ünlü eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde, zihinlerimizde "yeniden dirilme" sahnesi ile tabutun kapağını açıp dışarı çıkarak tüm akrabalarını ve okuyucuyu şaşkınlık içinde bırakan hala karakterinin, aslında Osmanlı İmparatorluğu'nun artık sonu geldiğine inanıldığı bir dönemde, küllerinden yeniden doğarak Türkiye Cumhuriyeti olarak dirilmesini sembolize ettiği kanaatindeyiz. Zarife hala karakterinin yeniden dirilme sahnesi incelendiğinde ise milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un ve İstiklal Marşımız'ın, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı üzerinde yer yer etkileri görülmektedir. Bu nedenle, bu çalışmada, İstiklal Marşımızın kabulünün yüzüncü yılı vesilesiyle Mehmet Akif Ersoy'un ve İstiklal Marşımızın Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Ensitüsü romanı üzerindeki etkileri mercek altına alınacaktır.
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2023
Öz
Bu çalışmamızda “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” adlı şarkının sözlerini inceleyerek ... more Öz
Bu çalışmamızda “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” adlı şarkının sözlerini inceleyerek Tuna Nehrinin etrafında yerleşen kültürler ve meydana gelen göçler ya da savaşlar hakkında, özellikle öksüz kalan göçmen kızlar/çocuklar hakkında çıkarımlarda bulunmak amaçlanmaktadır. Bu şarkı bir Rumeli türküsüdür ve ilk olarak 2 Şubat 1984 yılında Havva Karakaş tarafından derlenerek, kocası Hasan Karakaş tarafından da notaya alınmıştır (“Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm”e bakınız). Şarkının yazarı bilinmemekle birlikte, şarkının hüzünlü tonu nedeniyle çoğunlukla ağıt olarak sınıflandırılmaktadır. “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” adlı şarkıda Tuna boylarında koyunlarını güderek hayata tutunmaya çalışan öksüz bir göçmen kızın öyküsü anlatılmaktadır. “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” şarkısı bize Tuna boylarında yaşayan kadınların, bu güzel coğrafyada yaşamanın bedeli olarak savaşlarda sevdikleri birçok erkeği ve ailelerini kaybederek verdikleri ağır bedellere ve hayat mücadelelerine bir göz atma şansı vermektedir. Nitekim Tuna nehri tarih boyunca etrafındaki bölgeleri her zaman daha kıymetli kılmıştır. Bu nedenle Tuna boyunda yerleşebilmek için farklı insan toplulukları arasında birçok savaş yaşanmıştır. Bu güzel coğrafyada yaşamanın kaçınılmaz olarak ağır bir bedeli vardır. Dolayısıyla, “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” adlı şarkıda, öksüz kalmış genç bir göçmen kızının yaşam mücadelesi ve hayata tutunma çabası anlatılmaktadır. Kısacası, bu çalışmada şarkının ve sözlerinin Türkiye’deki farklı ses sanatçıları tarafından farklı zamanlarda, farklı yorumları sosyo-kültürel konulara ve sanatçıların kişisel tarihlerine/hikâyelerine değinerek mercek altına alınacaktır.
Anahtar kelimeler: “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda”, Rumeli Türküsü, Şarkı Sözleri, Tuna Nehri, Öksüzler.
The story of “an immigrant girl along the Danube river”: A Turkish song
Abstract
This study aims to explore the lyrics of a Turkish song named “An Immigrant Girl along the Danube River” and, in doing so, we aim to derive some information in relation to the societies settled along the Danube River and the migrations or the wars that might have happened in that region. Considering the lyrics of the song, we also intent to have some information about the orphaned girls/children and their lives in that region. The song is a Rumeli folk song compiled by Havva Karakaş on February 2, 1984 and scored by her husband Hasan Karakaş (see “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm”). Unfortunately, the songwriter is unknown. Yet, it is one of the well-known melancholic Rumeli folk songs and might be categorized as an elegy since the song has a mournful tone. “An Immigrant Girl along the Danube River” tells mainly the story of an orphaned girl, who tries to hold onto life by taking care of two lambs and by playing games with them along the Danube River. The Turkish song, namely “an Immigrant Girl along the Danube River” gives us a chance to have a look at the lives of the women who endure the consequences of living in a very beautiful geography by losing many males in wars since the Danube River makes the places around her more desirable. Hence, we see many wars among many different populations in order to settle around her. Not surprisingly, it usually comes at a heavy price to live in such beautiful places. Therefore, this song tells the story of a young orphaned girl (and her struggles to survive), who lives along the Danube River. Thus, in this study, the lyrics of the song and its interpretations by various singers in Türkiye will be put under the lenses with reference to the socio-cultural issues at the time and their personal histories as well.
Keywords: “An Immigrant Girl along the Danube River”, a Turkish Song, Lyrics, The Danube River, Orphans.
The 7th International Language, Culture and Literature Symposium Book of Proceedings/7. Uluslararası Dil, Kültür ve Edebiyat Sempozyumu Tam Metin Bildiriler Kitabı, 2022
Özet
Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Berkun Oya’nın yaptığı ve başrollerini Fatih Artman, A... more Özet
Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Berkun Oya’nın yaptığı ve başrollerini Fatih Artman, Ayça Bingöl ve Funda Eryiğit’in paylaştığı 2022 yılı yapımı Cici filmi 1980’lerin Türkiye’sinde geçmektedir. Almanya’dan köyüne geri dönen Bekir ve ailesinin başından geçen olayların ele alındığı filmde Bekir, eşi Havva, iki oğulları (Kadir ile Yusuf) ve büyük kızı (Saliha) ile beraber Ankara’ya yakın bir köyde yaşamaktadır. Köyde öksüz kalan Cemil adlı bir çocuğun koyunlara bakıp, çobanlık yapmak için aileye katılmasıyla aile üyelerinin hayatlarının akışı da uzun vadede beklenmedik bir şekilde değişecektir. Cemil’in de etkisiyle özellikle ve öncelikle Bekir ile büyük oğlu Kadir’in ilişkisi ve daha uzun bir zaman diliminde, gelecekte Havva ile kızı Saliha’nın ilişkisi derinden etkilenecektir. Bu bağlamda, çalışmamızda Cici filmindeki karakterler üzerinden özellikle baba oğul ilişkilerinin ve çocukluk travmalarının irdelenmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Cici, Çocukluk travmaları, Baba oğul ilişkileri, 1980’ler.
Fathers and Sons in the movie, the Cutest
Abstract
Written and directed by Berkun Oya, the Cutest (2022) gives an insight into the lives of rural people in Middle-Anatolia in 1980s. Having migrated back to Türkiye from Germany, Bekir lives with his family in a small village close to Ankara. One day, an orphaned-boy named Cemil comes to their house to tend sheep for the family. Cemil’s joining Bekir’s family becomes a turning point for all the members of the family since Bekir sees Cemil as his adopted-son rather than as a shepherd-boy. Consequently, first Bekir’s relationship with his sons and Havva’s relationship with her daughter change in a dramatic way. In other words, given the intense and very complex nature of parent-child relationships as illustrated in the movie, some events or experinces may cause some childhood traumas. Thus, the aim of this study is to explore the dynamics of father-son relationships and childhood-traumas by giving examples from the Cutest.
Keywords: The Cutest, Childhood trauma, Father-son relationships, 1980s.
WOS:000439379600020Autism, which is diagnosed in the early ages and may be defined as "a dis... more WOS:000439379600020Autism, which is diagnosed in the early ages and may be defined as "a disorder of neural development characterized by impaired social interaction and verbal and non-verbal communication, and by restricted, repetitive or stereotyped behavior", begins to attract the attention of media more and more day by day. Especially, in cinema, which is a very popular branch of media, the number of films dealing with the issue of autism begins to increase. One of the films is My Name is Khan directed by Karan Johar. In this film, cultural and adaptation problems faced in daily life of Khan are shown. Thus, the audience grasps the opportunity to enter into the world of autistic people through Khan and may develop empathy with these people. In this film, Khan's situation is three times more challenging than the situation of other autistics since he is not only an autistic, but also a Muslim with a dark skin color in post- 9/11 America. This study was conducted to ex...
Ya s amin erken donemlerinde ba s layan ve ya s am boyu suren, bireyi fiziksel, sosyal ve psikolo... more Ya s amin erken donemlerinde ba s layan ve ya s am boyu suren, bireyi fiziksel, sosyal ve psikolojik yonlerden etkileyen otizm her gecen gun medyanin da ilgisini ceken bozukluklardan biri haline gelmi s tir. Ozellikle sinema sektorunde otizmi konu edinen filmlere siklikla rastlanmaktadir. Bu filmlerden biri Karan Johar’in yonetti g i Benim Adim Khan ( My Name is Khan ) filmidir. Filmde otistik bozuklu g u olan Khan karakterinin gunluk ya s amda kar s ila s ti g i kulturel ve adaptasyon sorunlari i s lenmektedir. Bu esnada, seyirci de otistik bir cocu g un gozunden farkli bir dunyaya adim atmakta ve seyircinin kafasinda yeni perspektifler yaratilmaktadir. Filmde Khan 9/11 olaylarinda Amerika’da ya s ayan bir Musluman ve koyu renkli bir cilde sahip olmasi nedeni ile di g er otistik cocuklardan uc kat daha fazla zorlanmaktadir. Bu ozelli g i ile Benim Adim Khan filmi, otizmi konu alan di g er filmlerden ay- rilmaktadir. Bu cali s ma Benim Adim Han adli filmin tematik incelenmesi...
Journal of International Social Research, 2017
In Khaled Hosseini's the Kite Runner, we as readers witness many stages of the Afghan history. Ma... more In Khaled Hosseini's the Kite Runner, we as readers witness many stages of the Afghan history. Many socio-political events such as the fall of Afghan monarchy, the Soviet invasion, the Taliban's regime in Afghan history are given through the life story of Amir and Hassan, two Afghan boys. In the novel, the struggle for power (in politics and in daily life) and avarice of human beings (in every field of life) begin to destroy Amir and Hassan's lives as well as the environment. Eventually, everything begins to fall apart in Afghanistan. What is significant in the novel is that at the hands of the Afghan writer Khaled Hosseini, every single natural element (such as a tree, a flower or a drop of rain) may become a tool to reflect the psychology of the characters in the Kite Runner. Thus, the destruction of the nature with bombs or wars destroys not only the environment, but also the human nature/human psyche, which results in the loss of moral values as well. On the other hand, an awakening in the nature may also lead to a psychological awakening or to a realisation in the human beings. Therefore, in this paper, the relationship between nature and human psyche will be studied and will be illustrated with examples from Khaled Hosseini's novel, the Kite Runner.
International Journal of Language Academy, 2022
Written/directed by F. Zeller, the Father (2020) tells the story of 80-year-old Anthony, who suff... more Written/directed by F. Zeller, the Father (2020) tells the story of 80-year-old Anthony, who suffers from Alzheimer. The events are not narrated by the people around him, but through his own eyes. This gives a chance the audience to witness how an Alzheimer-patient’s perception of the world is different from the perception of other people and may carry many similarities with the postmodern-concepts such as the distortion of chronological order and the multiplicity-of-reality and the-absurdity-of-life. The spectator finds himself inside Anthony’s head and goes through the deterioration in his mind, each-and-every stage of the disease with him. Meanwhile, his daughter/Anne gets the role of a caregiver and tries to take care of her father, when he is going through tough times. Not surprisingly, this will be a challenge for both parties. In the Father, the audience can see the psychological phases they go through as the disease sneakily invades Anthony’s mind; how they try to figure a way out to carry out their daily activities on. Considering all the complex nature of Alzheimer-disease, sometimes they both feel as if they came to a dead-end and are very depressed. Taking the experiences of Anthony (the-care-taker) and Anne (the-care-giver) into consideration as reflected in the Father, it is hoped that this study will help raise consciousness in the public about Gerontology studies; what should be done for the improvement of life-standarts of care-givers and care-takers. Thus, in this study, the representation of the relationships between care-givers and caretakers will be analyzed by looking closely at the conversations between the father and daughter in the Father. Moreover, through the method of close-reading, the problems they encounter during this process will be scrutinized and the question of what measures should be taken to ease the burden of care-givers and care-takers will be raised as well.
Keywords: The Father (2020), Alzheimer, old age, care-givers, care-takers, Gerontology studies.
Pearson Journal of Social Sciences and Humanities , 2022
Öz Bu çalışmamızda, Falih Rıfkı Atay’ın Ateş ve Güneş, Zeytindağı romanında adı geçen Konya, Ilgı... more Öz Bu çalışmamızda, Falih Rıfkı Atay’ın Ateş ve Güneş, Zeytindağı romanında adı geçen Konya, Ilgın’lı nefer Mehmet karakteri üzerinden ulusumuzun 29 Ekim, Cumhuriyet bayramımıza kavuşmasında emeği geçen tüm “isimsiz kahramanların” hatırlanması, anlaşılmaya çalışılması ve bu isimsiz kahramanların Cumhuriyetimize olan katkılarının altının çizilmesi hedeflenmektedir. Nitekim milli mücadele birlik, beraberlik ve çok farklı etnisite ve dini gruplardan oluşmasına rağmen Anadolu halkının “özgürlük ruhu ve aşkı” çerçevesinde topyekûn verdiği bir mücadeledir ki bunda en genç erden Başkumandan Atatürk’e kadar giden ve adeta bir domino etkisi yaratarak tüm yurdu saran ve sanayileşmiş emperyalist Batılı devletlere karşı iman dolu göğsünü siper eden milyonlarca isimsiz kahramanın destanıdır.
Anahtar Sözcükler:
Falih Rıfkı Atay; Ateş ve Güneş, Zeytindağı; 29 Ekim, Cumhuriyet; milli mücadele; isimsiz kahramanlar.
FIRE AND SUN, MOUNTOLIVE
AND NAMELESS HEROES OF
THE TURKISH REPUBLIC
Abstract:
This study aims to explore one of the soldiers named Mehmet (of Ilgın, Konya) mentioned in Falih Rıfkı Atay’s book, Fire and Sun, Mountolive. In doing so, we aim to express our gratitude and respect to all “the nameless heroes”, who conribute to the founding of the Turkish Republic. In the establishment of the Turkish Republic, each and every soldier (regardless of their rank, under the leadership of Mustafa Kemal Atatürk) has important responsibilities and by commemorating Mehmet of Ilgın in Fire and Sun, Mountolive we want to emphasize the patriotic deeds of many nameless heroes by having a glimpse into the memories of Mehmet of Ilgın and Falih Rıfkı Atay during WWI. It is an undeniable fact that despite many differences with regard to their etnic, class and cultural background, Anatolian people from all walks of life manage to come together and fight for the independence of our country. Hence, our ancestors following Atatürk as their commanders has become the role model for all the nations, who fight against the Imperialist countries since many Anatolian people/nameless heroes illustrated through their deeds how “the spirit of freedom and the love of independence” might win a glorious victory against the Western colonial powers. Thus, we think that the Republic Day of October 29th is a good opportunity for us to commemorate our veterans, martyrs and express our deep gratitude towards them for the sacrifices they made for our national independence.
Key Words:
Falih Rıfkı Atay; Fire and Sun, Mountolive; October 29, The Turkish Republic; national independence, nameless heroes.
Pearson Journal of Social Sciences and Humanities, 2022
Ş.S.AYDEMİR’İN SUYU ARAYAN ADAM ROMANINDA
(MİLLETİN VE BİREYİN) KİMLİK ARAYIŞI
SEARCHING FOR I... more Ş.S.AYDEMİR’İN SUYU ARAYAN ADAM ROMANINDA
(MİLLETİN VE BİREYİN) KİMLİK ARAYIŞI
SEARCHING FOR IDENTITY (NATIONAL AND PERSONAL)
IN S.S.AYDEMIR’S NOVEL, THE MAN SEARCHING FOR WATER
Özet:
Bu çalışmada, 1897 Türk-Yunan harbi yılına denk düşen ve tüm hayatı boyunca da hem sıcak savaş hatlarında hem de uygarlaşma savaşında cepheden cepheye koşturan değerli düşünür, aydın ve ekonomist Şevket Süreyya Aydemir’in yarı otobiyografik eseri Suyu Arayan Adam adlı çalışmasında (büyük ölçekte Osmanlı milletinin ve küçük ölçekte romanın kahramanı Aydemir’in) kimlik arayışı üzerinde durularak, Türk ulusunun Osmanlı’nın küllerinden tıpkı bir Anka kuşu gibi genç ve dinamik bir Cumhuriyet olarak yeniden doğuş serüveni mercek altına alınacaktır.
Aydemir çocukluğundan itibaren annesinden güzel bir İslami terbiye alır, daha sonra gençlik yıllarında kendini Turan idealine ve o coğrafyaya olan ilgisinin bir sonucu olarak sosyalizm ve Rus kültürüne kaptırır. Daha sonra değişen dünya şartlarını ve Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konumu ve farklı kültürel cereyanları da göz önüne alarak sosyalizm ile kapitalizmin karışımı olacak yeni bir iktisadi yapılanma planı oluşturur ve nitekim bu da “Devletçilik” kavramı olarak yeni yapılanan Türk Cumhuriyet’inin temel ilkeleri arasında görülecektir. Daha sonra devletin yüksek mevkilerinde de çalışmak ve Atatürk ile tanışmak imkânını da yakalayan Aydemir, hayatının son zamanlarında romanda anlatıldığı üzere küçük bir çiftliğin bahçesine çekilerek “kendini bulduğunu” ifade etmektedir. Bu yıllar, romanda da değinildiği üzere, daha geniş bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin de kendini arama ve oluşturma yıllarıdır ki hem romanın kahramanı Aydemir, hem de Türkiye Cumhuriyeti sürekli bir değişim ve gelişim içindedir.
Çok ilginç bir yaşam serüveni olan Aydemir, okuyucuyu İslami-Mevlevi öğretilerden, Turan ideallerine, Komünizmin tarihinden Sosyalizmin prensiplerine, Türkiye’de Devletçilik’in oluşumu ve alt yapısından, en nihayetinde kitaba ismini de veren suyun başındaki ve transandantalistik bir meylin gözlemlendiği son sahne ile okuyucuyu birçok değişim rüzgârının ve tufanının içinden geçirerek kendi hayatı üzerinden Türk kültür tarihine ve her yıl büyük bir coşku ile kutladığımız 30 Ağustos Zafer bayramı ile taçlanan Türk milli mücadele tarihine ışık tutarak, okuyuculara gerçek Anadolu’nun ve ilk bakışta kaba saba görünse de duygulu, naif Anadolu insanının vatanperver kimliğini (zaman zaman iç yakan gerçek hayat hikâyelerine de değinerek) tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Kısacası, bu çalışmada, Suyu Arayan Adam romanındaki Osmanlı milletinin ve bireyin, ana karakter Aydemir’in kimlik arayışı konusu romandan sunulan örneklemelerle mercek altına alınarak 30 Ağustos Zafer bayramının ve milli mücadele ruhunun daha iyi anlaşılmasına vesile olmak hedeflenmektedir.
Anahtar Sözcükler:
Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, kimlik arayışı, milli mücadele ruhu, 30 Ağustos Zafer Bayramı.
Abstract:
The aim of this study is to explore Turkish nation’s search and man’s search for identity in Şevket Süreyya Aydemir’s novel, The Man Searching for Water. Turkish writer, thinker, historian and economist Şevket Süreyya Aydemir based on his life story, wrote The Man Searching for Water in 1959 and tells the story of the birth of Turkish Republic from the ashes of Ottoman Empire as well as the story of Aydemir/the protagonist in his novel. He touches upon many different socio-political inluences such as Turanism, Socialism, Communism and Kemalism detailedly. He very vividly describes the winds of change blowing all over the world and lets the readers witness many historical events. Thus, Aydemir’s semi-autobiographical novel conveys many ideological turbulences of the recent ages in his lifetime. Starting from Greco-Turkish war to Aydemir’s own participation in the First World War as a soldier and his efforts to contribute to Turkish financial policies in the first decades of the young Republic by suggesting new concepts and strategies as he has the opportunity to see and work with Atatürk himself. In The Man Searching for Water, Aydemir, in his later years, seems to get rid of all kinds of ideologies and finds the source of the water/his identity that he was looking for in his homeland. Actually, he seems to get closer to transcendentalism; he finds himself and eventually peace of mind too.
Thus, the author conveys socio-political history of Turkey as well as his personal history in his work and in doing so, he helps us have a deeper grasp of the spirit of Turkish independence and the spirit of August 30, Victory Day.
Key Words:
Şevket Süreyya Aydemir, The Man Searching for Water, search for identity, spirit of Turkish independence, August 30;Victory Day.
Ya s amin erken donemlerinde ba s layan ve ya s am boyu suren, bireyi fiziksel, sos- yal ve psiko... more Ya s amin erken donemlerinde ba s layan ve ya s am boyu suren, bireyi fiziksel, sos- yal ve psikolojik yonlerden etkileyen otizm her gecen gun medyanin da ilgisini ceken bozukluklardan biri haline gelmi s tir. Ozellikle sinema sektorunde otizmi konu edinen filmlere siklikla rastlanmaktadir. Bu filmlerden biri Karan Johar’in yonetti g i Benim Adim Khan ( My Name is Khan ) filmidir. Filmde otistik bozuklu g u olan Khan karakte- rinin gunluk ya s amda kar s ila s ti g i kulturel ve adaptasyon sorunlari i s lenmektedir. Bu esnada, seyirci de otistik bir cocu g un gozunden farkli bir dunyaya adim atmakta ve seyircinin kafasinda yeni perspektifler yaratilmaktadir. Filmde Khan 9/11 olaylarinda Amerika’da ya s ayan bir Musluman ve koyu renkli bir cilde sahip olmasi nedeni ile di g er otistik cocuklardan uc kat daha fazla zorlanmak- tadir. Bu ozelli g i ile Benim Adim Khan filmi, otizmi konu alan di g er filmlerden ay- rilmaktadir. Bu cali s ma Benim Adim Khan adli filmin tematik incelenmesi amaciyla yapilmi s tir.
Ata-erkil toplumlardaki, karsitliklar ve somurgecilik egilimleri kadinlarin somurulmesi icin orta... more Ata-erkil toplumlardaki, karsitliklar ve somurgecilik egilimleri kadinlarin somurulmesi icin ortam hazirlamaktadir. Ata-erkil toplumlarda, sadece erkekler degil, ayni zamanda kadinlar da kadinlari baski altina almakta ve somurmektedir. Ornegin, bu toplumlarda beyaz kadina efendi rolu verilirken, siyah kadina da hizmetci rolu verilmektedir. Boylelikle, ata-erkil kokenli somurgecilik egilimleri kadinlar arasinda da nefret tohumlari sacarak, hemcinslerin kendi aralarinda bir butunluk ve kardeslik olusturmalarini imkansizlastirmaktadir. Bunlara ek olarak, ata-erkil/somurgecilik kulturune daha yakindan bakildiginda, ata-erkil/somurgecilik kulturunun irk, din, dil ve etnik koken gozetmeksizin aslinda tum kadinlari baski altina aldigi gorulmektedir. Bu makalede, V.S. Naipaul’un The Mimic Men adli romanindan orneklemelerle ata-erkil/somurgecilik kulturunun yerli ve Ingiliz kadinlar uzerindeki etkileri incelenecektir
JASS-The Journal of Academic Social Science Studies. , 2021
“Horses on Asphalt” in Hikmet Birand’s book, Anatolian Landscapes is written upon the request of ... more “Horses on Asphalt” in Hikmet Birand’s book, Anatolian Landscapes is written upon the request of the society for the prevention of cruelty to animals and it describes the life conditions of the horses in big cities, especially the struggles of the horses on asphalt, ineviable aspects of city life. In this nature writing text, “Horse on Asphalt”, Birand tries to raise consciousness about animal rights by underlining how human beings invade the habitats of animals with sprawling cities and how life becomes more and more difficult for animals in the modern times. Bearing this in mind, it can be suggested that in the nature writing text “Horse on Asphalt”, horses represent nature, whereas asphalt represents industrialization and modernization. In this text, Birand shares his memories, experiences and observations in relation to the horses in the Dışkapı region of Ankara with the readers. Meanwhile, he has a lot of empathy with the horses and he tries to give a voice to the horses’ feelings. Thus, in doing so, Birand might become one of the pioneers of the animal studies in Turkey, though animal studies is considered to be stemming from Peter Singer's book entitled Animal Liberation, written in 1975. Unfortunately, there is a lack of empathy and of understanding of the life conditions of the horses living in cities and this makes Birand unhappy and urges him to write about these issues. Therefore, Birand might even be considered to be the pioneer of animal studies in Turkey, before the term of animal studies coined in the world. Birand seems to be ahead of his time since he perceives horses as “not things to buy and sell, but as individuals, as characters”, who deserve respect and love in daily life. Thus, different perceptions of horses by different people and by Birand will be studied with reference to the nature writing text entitled “Horses on Asphalt” in Anatolian Landscapes and how Birand is beyond his time will be illustrated by giving examples from “Horses on Asphalt”.
Özet: Hikmet Birand’ın Anadolu Manzaraları adlı kitabında yer alan ve Hayvanları Koruma Cemiyeti için yazılan “At ve Asfalt” adlı doğa yazını eserinde, atların şehir hayatının bir parçası olan asfalt yollar ile mücadelesi, diğer bir deyişle “atların asfalt ile imtihanı” anlatılmaktadır. Birand Anadolu Manzaraları kitabının “At ve Asfalt” başlıklı doğa yazınında, atların Türkiye’deki, özellikle de Ankara’nın çeşitli semtlerindeki yaşam koşullarına değinerek, her geçen gün daha da modernleşen şehir hayatı içinde “hayvanların daralan yaşam alanlarına” ve “haklarına saygı duyulabilmesi” için okuyucuya bir bilinç aşılamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, “At ve Asfalt” eserinde, “atlar doğayı, aynı zamanda asfalt ise şehirleşmeyi, sanayileşmeyi” temsil etmektedir diyebiliriz.
Birand “At ve Asfalt” isimli doğa yazınında yıllar içinde edindiği, Ankara’nın Dışkapı semtinde atlar ile ilgili anılarını ve gözlemlerini, okuyucular ile paylaşmaktadır; atlar ile duygudaşlık kurarak onların duygularına tercüman olmaktadır. Bu bağlamda, “Hayvan Araştırmaları” her ne kadar tüm dünyada Peter Singer'ın yazmış olduğu Hayvanların Özgürlüğü (1975) metnine dayandırılmakta ve 1970’lerde başlamış olsa da, Hikmet Birand’ın Anadolu Manzaraları kitabında yer alan “At ve Asfalt” isimli doğa yazını, bu terim daha dünyada ortaya çıkmadan önce anakronistik olarak, Hikmet Birand’ın Türkiye’de, bu alanın öncüsü olmuş olabileceğini düşündürmektedir.
Bu çalışmada, Birand’ın “atları, hayvanları alınıp satılabilecek, sahip olunabilecek bir nesne olarak değil de, daha ziyade bir şahsiyet olarak” algılayarak, nasıl zamanının ötesinde bir kavrayışa sahip olduğu “At ve Asfalt” adlı doğa yazını metni üzerinden incelenmeye çalışılacaktır.
ÇUKUROVA ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2021
Ahmet Hamdi Tanpınar mainly focuses on the efforts of modernization and the adaptation of Western... more Ahmet Hamdi Tanpınar mainly focuses on the efforts of modernization and the adaptation of Western time concept in Turkey through the establishment of the Time Regulation Institute in his novel entitled in the same way as The Time Regulation Institute (1961). In his novel, Tanpınar draws attention to the socio-cultural changes, the changing roles of women and their changing perceptions of life in modern Turkey with the help of the unforgettable female character named Aunty Zarife. Tanpınar depicts the transformation of Aunt Zarife and how she becomes the master of her life and her destiny by determining to lead an active and independent life after her experience of lethargy. Meanwhile, Tanpınar employs the character of Aunty Zarife to illustrate “the death of Ottoman Empire and the rise of Turkish Republic” in The Time Regulation Institute (1961). Thus, in this study, the character of Aunty Zarife and her adventures will be analyzed to show the socio-cultural changes and transformations that happened in the last decades of the Ottoman Empire and in the first decades of Turkish Rebuplic by giving examples from the novel. Moreover, Aunty Zarife’s transformation or rebirth will be put under the lenses by providing examples from the novel. The paper discusses the possibility of a synthesis or consensus between traditional ways of life and modernity in detail concerning the issues raised by Tanpınar in The Time Regulation Institute.
GELENEK İLE GELECEK ARASINDA KÜLTÜREL UYUM FİGÜRÜ OLARAK ZARİFE HALA KARAKTERİ: AHMET HAMDİ TANPINAR’IN SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ’NDE TÜRKİYE’DE MODERN HAYATIN İNŞASI:
Öz
Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961) romanında romana ismini de veren Saatleri Ayarlama Enstitüsü aracılığıyla öncelikle Türkiye’deki modernleşme ve batıdaki zaman kavramını benimseme çalışmalarına yer vermektedir. Tanpınar, romanında ayrıca okuyucuların zihinlerine kazınan, etkileyici Zarife hala karakteri üzerinden çağdaş yaşamda kadınların değişen rolleri de dâhil olmak üzere Türkiye’deki sosyo-kültürel değişimlere de dikkat çekmektedir. Tanpınar Zarife halanın letarji deneyiminden sonraki değişim ve dönüşümünü, nasıl hayatının ve kaderinin iplerini eline alarak, hayatının yöneticisi olduğunu; böylece aktif ve bağımsız bir hayat sürmeye başladığını eserinde incelikle tasvir eder. Tüm bu olayları anlatırken, Tanpınar Zarife hala karakterini Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961) romanında “Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşunu” temsil eden sembolik, işlevsel bir karakter olarak kullanır. Bu çalışmada, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarındaki ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş yıllarındaki sosyo-kültürel değişimleri ve dönüşümleri gözlemlemek için Zarife halanın bu süreçte yaşadığı olaylar ve maceralar romandan örnekler verilerek mercek altına alınacaktır. Ayrıca, Zarife halanın letarji deneyimi ve yeniden doğuşu da romandan ayrıntılı olarak verilen örnekler üzerinden incelenerek, eski geleneksel yaşam tarzı ile yeni modern hayat tarzı arasında bir uzlaşma sağlanarak, eski ile yeni arasında bir sentez yakalayarak orta, ara bir yol bulunup bulunamayacağı sorusu da irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, sosyo-kültürel değişimler, dönüşüm, Batılılaşma/Modernleşme.
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi/Selçuk University Journal of Studies in Turcology. , 2021
İSTİKLAL MARŞI’NIN A.H.TANPINAR’IN
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ ROMANI ÜZERİNE
YANSIMALARI:
Fa... more İSTİKLAL MARŞI’NIN A.H.TANPINAR’IN
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ ROMANI ÜZERİNE
YANSIMALARI:
Fatma KALPAKLI
Öz:
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü eseri, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün anlatıcısı ve ana karakteri olan Hayri İrdal, Zarife halasının Laterjik uykudan uyanma sahnesini “[k]ötürüm halam, öleceği beklenen, ölen halam, yardımsız yürüyor, koşa koşa merdivenlerden çıkıyordu” (Tanpınar, 2019, s.66) diyerek okuyucuya aktarır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde, zihinlerimizde “yeniden dirilme” sahnesi ile tabutun kapağını açıp dışarı çıkarak tüm akrabalarını ve okuyucuyu şaşkınlık içinde bırakan hala karakterinin, aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun artık sonu geldiğine inanıldığı bir dönemde, küllerinden yeniden doğarak Türkiye Cumhuriyeti olarak dirilmesini sembolize ettiği kanaatindeyiz. Zarife hala karakterinin yeniden dirilme sahnesi incelendiğinde ise milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ve İstiklal Marşımız’ın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı üzerinde yer yer etkileri görülmektedir. Bu nedenle, bu çalışmada, İstiklal Marşımızın kabulünün yüzüncü yılı vesilesiyle Mehmet Akif Ersoy’un ve İstiklal Marşımızın Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Ensitüsü romanı üzerindeki etkileri mercek altına alınacaktır.
Anahtar Kelimeler:
Mehmet Akif Ersoy, “İstiklal Marşı”, Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Ensitüsü, Yeniden Diriliş.
IMPACT OF THE TURKISH NATIONAL ANTHEM
ON A.H.TANPINAR’S NOVEL,
THE TIME REGULATION INSTITUTE:
ABSTRACT:
Hayride Irdal, the narrator and protagonist of Tanpınar’s novel, The Time Regulation Institute, defines the scene of resurrection of Aunt Zarife and of the opening of the coffin lid in the following words; “[b]ut without waiting a moment for assistance, [Aunt Zarife] flew up the stairs. The crowd stood stunned. My crippled aunt, who had been at death’s door, who had in fact just returned from the dead, was now walking unassisted—indeed she was bounding up the stairs!” (Tanpınar, 2019, pg.83-84). This amazing resurrection scene of Aunt Zarife brings to our minds the rise of Turkey out of the ashes of Ottoman Empire, whose end was unavoidable and near in the eye of the Western colonial invaders and therefore named as “the sick man of Europe”. Thus, historically speaking, the resurrection of Aunt Zarife might stand for the birth of Turkish Republic and during the close readings of these scenes of resurrection and latergic sleep, influences of the lines of Turkish national anthem might be observed as well. Thus, in this study, celebrating the centenary of Turkish national anthem on 12 March 2021, the influence of Mehmet Akif Ersoy and his lines on Ahmet Hamdi Tanpınar’s novel, The Time Regulation Institute will be scrutinized with reference to the related scenes in the novel mentioned above.
Key words:
Mehmet Akif Ersoy, “Turkish national anthem”, Ahmet Hamdi Tanpınar, The Time Regulation Institute, Resurrection.
Oz Bu calismada, Flora Nwapa’nin Women are Different adli romanindan yola cikilarak Nijerya toplu... more Oz Bu calismada, Flora Nwapa’nin Women are Different adli romanindan yola cikilarak Nijerya toplumundaki toplumsal sosyal cinsel kimlik modelleri incelenecektir. Bu romanda, Flora Nwapa Nijeryali kadinlarin haklari konusunda (ornegin egitim hakki gibi) nasil bilinclendiklerini anlatmaktadir. Ayrica, Flora Nwapa henuz yeni bagimsizligini kazanan/somurgecilik sonrasi Nijerya’da yasamanin kadinlar acisindan avantajlarini ve dezavantajlarini da bu romaninda gundeme getirmektedir. Romanda, (bir celiski gibi de gozukse de) bazi Nijeryali kadin karakterlerin eski Ingiliz yonetiminin oldugu gunleri ozledikleri gozlenmektedir, cunku ozgurluk onlara beraberinde bazi sorumluluklar da getirmistir ve yeterli egitimsel donanimlari ve ekonomik ozgurlukleri olmadigi icin, bu sorumluluklar bazi kadinlarin omzunda bir yuk olmaya baslamistir. Tum bu olumsuzluklara ragmen, cogu kadin karakter somurge donemi Nijerya’sindan somurgecilik sonrasi Nijerya’ya gecis doneminde elinden geleni yapip sorunlarin ...
Adapted for the screen by Sir Richard and Charles Wood and directed by Sir Richard Eyre, Iris te... more Adapted for the screen by Sir Richard and Charles Wood and directed by Sir Richard Eyre, Iris tells the life story of famous British philosopher and novelist, Iris Murdoch. Her husband, John Bayley writes two books entitled Iris: A Memoir and Elegy for Iris with reference to the health problems, Murdoch has towards the end of her life. Relying on these two books, the movie Iris came out in 2001, three years after Murdoch’s death. In the movie, it is shown how Iris suffers from loss of brain power and Alzheimer as she gets older and how this situation gives pain both to her and her husband, Bayley. Hence, in this study, how lives of elderly and their loved ones change after illnesses and their pain will be analyzed in reference to Iris Murdoch’s real life story as it is depicted in the movie, Iris.
We believe that it is absolutely necessary to make use as instructional material of the movies in... more We believe that it is absolutely necessary to make use as instructional material of the movies in ecology-education since they play an important role in enlarging people’s learning and understanding capacities and hence helps them to grasp what goes on beneath the surfaces. In the field of ecology-education, visual materials, especially movies are very functional in raising awareness about environmental issues. Thus, the aim of this paper is to analyze Avatar, a science fiction movie, in relation to ecology-education and environmental issues as a instructional material. Content analysis was used in the analysis of data collected. In the movie, the struggle between the nature-friendly indigenous people of Pandora against the human-centered/ human-dominated and abusive human race, who exploits the nature and the natural sources of the whole universe is depicted. In Avatar, it is shown that science and technology can help us to preserve the universal order if only they do not fall into...
Uploads
Papers by Fatma Kalpaklı Yeğin
19 Mayıs 1919’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin inşası için ilk adım atılmıştır. Atatürk bu günü geleceğimizin teminatı olan gençlerimize armağan etmiştir. Her 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda gazi ve şehitlerimizi saygı ve minnetle anarken, geleceğe uzanan gençlerimize de milli bilinç ve değerlerimizin aşılanması ve aynı zamanda küresel dünyaya da uyum sağlayabilen bireylerin yetiştirilmesi hedeflenmektedir. Bu sene 29. Ekim. 2023’te Cumhuriyetimizin 100.yılına ulaşmış bulunmaktayız ve geriye dönüp, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllara ve (ulusal) kimlik inşası konusuna değinmenin tam vakti olduğu kanaatindeyiz. Bu nedenle, bu çalışmamızda tam da bu hususların ele alındığı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok güzel tespitlerini barındıran Huzur romanında Atatürk’ün önderliği ve büyük özverileriyle kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde “kimlik ve ulusal kimlik inşası” konusunu incelemeye çalışacağız.
ANAHTAR SÖZCÜKLER:
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, kimlik, ulusal kimlik inşası, Türkiye Cumhuriyetinin 100.yılı.
CONSTRUCTION OF (NATIONAL) IDENTITY
IN AHMET HAMDİ TANPINAR’S MIND AT PEACE
ABSTRACT:
On May 19, 1919, the first step was taken for the construction of the Turkish Republic under the leadership of Gazi Mustafa Kemal Atatürk. While, we commemorate our veterans and martyrs with respect and gratitude every “May 19th Commemoration of Atatürk, Youth and Sports Day”, it is aimed to instill our national consciousness and values in our youth, and to raise individuals who can adapt to the global world at the same time. This year, we have reached the 100th anniversary of our Republic (1923-2023) and we believe that it is the right time to look back at the first decades of the establishment of the Republic of Türkiye and talk about the issue of (national) identity construction in these years. For this reason, in this study, we will try to examine the identity and national identity construction in the Republic of Türkiye (which was established with Atatürk's leadership and guidance) as reflected in Ahmet Hamdi Tanpınar’s novel, Mind at Peace since it contains many scenes and examples in relation to these issues.
KEY WORDS:
“May 19th Commemoration of Atatürk, Youth and Sports Day”, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mind at Peace, identity, construction of national identity.
Peyami Safa’nın 1959 yılında kitap olarak yayınlanan Yalnızız romanı başlığında da vurgulandığı üzere yalnızlık teması üzerine kuruludur; özellikle modern hayatın ve kapitalist sistemin insanı yalnızlaştırması üzerine vurgu yapılmaktadır ve insanların kendilerince yalnızlıkla mücadele yöntemleri anlatılmaktadır. Bu temanın bir uzantısı olarak romanın ana karakteri Samimin de yalnızlığı iliklerine kadar hissettiğini görmekteyiz. Samim de romanda insani bir içgüdü ile kendisine bir hayat arkadaşı arayışı içindedir ve uzun zamandır Meral adında genç ve güzel bir kızla görüşmektedir. Romanın olay örgüsünün çoğu 1950’li, 1960’lı yılların henüz yeni kurulmuş Türkiye’sinde, İstanbul’da geçmektedir. Tüm dünyayı saran özgür kadın imgesi ve bunun Türkiye’de, İstanbul’da günlük hayata ve Samim ile Meral’in ilişkisine de olan kaçınılmaz yansımaları da romanda tasvir edilmektedir. Okuyucular olarak, Samim’in Meral ile olan diyaloglarını ve sohbetlerini okurken, Peyami Safa’nın insan psikolojisine olan merakını, bu cihetle, kadınlar hakkındaki gözlemlerini ve bunun neticesinde, Safa’nın yılların birikimiyle oluşan kadın psikolojisi hakkındaki ince ve derin yorumlarını roman boyunca hissetmekteyiz ve denilebilir ki Safa’nın gözlem yeteneğinden etkilenmemek pek mümkün gözükmemektedir. Nitekim Yalnızız romanı içinde barındırdığı kadın karakterlerin çeşitliliği ve kadın ruhunun derinliklerini tasviri açısından da dikkate şayandır. Bu nedenle, bu çalışmada Safa’nın Yalnızız romanındaki kadın karakterler mercek altına alınarak, adı geçen eserdeki kadın imgeleri romandan örneklerle daha yakından incelenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Sözcükler:
Peyami Safa, Yalnızız, kadın, kadın imgeleri, insan psikolojisi, modern hayat.
IMAGES OF WOMEN IN PEYAMİ SAFA’S WE ARE LONELY:
ABSTRACT
As emphasized in the title of Peyami Safa's novel, We are Lonely, published as a book in 1959, is based on the theme of loneliness; particularly the loneliness of people in modern life in capitalist systems. Morever, the methods of coping with loneliness by these characters are also touched upon in the novel. As an extension of this theme, we see that the main character of the novel, Samim, also experiences deep and constant feelings of loneliness. Therefore, Samim listens to his instincts and is in search of a life partner. He tries to establish an emotional bond with a young and beautiful girl named Meral. Most of the events in the plot of the novel takes place in Istanbul, in the 1950s and 1960s. The image of “independent modern woman” begins to be accepted by many women all around the world, including in Türkiye. This new image and its inevitable impact on the daily life in Istanbul, in Türkiye and how it affects the relationship between Samim and Meral are also mentioned in the novel. As readers, while reading Samim's dialogues and conversations with Meral, we see Peyami Safa's interest in human psychology and his observations about women. As readers, it is impossible not to be impressed by Sefa's ability to observe the minute details about humans and human psyche, particularly about women characters. Hence, we can say that the novel, We are Lonely is a very remarkable work of literature in terms of the diversity of the female characters and the depiction of the depths of the female soul. Therefore, in this study, the female characters in Safa's novel We are Lonely will be examined with reference to the examples given in the novel.
Key words:
Peyami Safa, We are Lonely, women, images of women, human psychology, modern life.
Kamile Şemsi’nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) Adlı Romanında Ötekilik
Abstract
Kamila Shamsie’s Home Fire (2017) tells the story of British Muslims and mainly focuses on the issue of otherness of the non-Christian British citizens. Home Fire (2017) won the 2018 Women’s Prize for Fiction and it deals with the cultural clashes experienced by the two British families of Pakistani descent due to their otherness in the eye of White Anglo-Saxon Protestant (WASP) majority in Britain. It is shown that the harder they try to be welcomed by the White Anglo-Saxon Protestant (WASP) culture, the more othered they feel in the White Anglo-Saxon Protestant (WASP) society. Eventually, some characters try to escape from their otherness by going beyond the borders of Britain and by becoming a global person in the contemporary interconnected global world. Thus, this study aims to explore how Kamila Shamsie defines the 'otherness' and the possibilities of being a global citizen in her novel, namely Home Fire (2017). Her literary works gains more importance as Rishi Sunak,
who has been Prime Minister of the United Kingdom and Leader of the Conservative Party since October 2022, has been in the spotlight of media due to his religious, ethnic and cultural background. Sunak, born and bred in Britain, yet has Indian parents who migrated to Britain from East Africa in the 1960s, might also be seen as one of the millions of others living in Britain. Historically speaking, he is the first British Asian and Hindu to hold the office of prime minister in Britain. Hence, this historical event makes Kamila Shamsie’s British Muslim Pakistani fictional character named Karamat Lone, who is appointed as Home Secretary in Home Fire, more remarkable and puts a spotlight on the novel.
Keywords: Kamila Shamsie, Home Fire, the 'otherness', British Muslims, global world
Öz
Pakistan kökenli Britanyalı yazar Kamile Şemsi’nin Türkçeye Yuvamıza Düşen Ateş (2017) olarak çevrilen romanı esas olarak Britanyalı Müslümanların, Hristiyan olmayan İngiliz vatandaşlarının hikâyelerini konu almaktadır. Yuvamıza Düşen Ateş (2017) adlı romanı ile Şemsi 2018 yılında Kadın Yazarlar Kurgu Ödülünü kazanmıştır. Romanda, Pakistan kökenli iki Britanyalı ailenin Britanya’da hâkim olan Beyaz Anglo-Sakson Protestan (BASP) ana kültürü tarafından öteki olarak algılanmalarından ötürü yaşadıkları kültür çatışmaları konu alınmaktadır. Pakistan kökenli iki Britanyalı ailenin üyeleri Beyaz Anglo-Sakson Protestan ana kültürü tarafından kabul görmek için çabaladıkça daha da ötekileştirilmekte ve bir türlü Beyaz Anglo-Sakson Protestan (BASP) ana kültürü tarafından kabul görememektedir ve bu durum onların kendilerini daha da ötekileştirilmiş hissetmelerine neden olmaktadır. Bunun neticesinde, romandaki bazı karakterler Britanya sınırlarını aşarak ve günümüzün birbiriyle bağıntılı, küresel dünyasının küresel vatandaşı olma idealiyle öteki olmaktan kurtulmaya çalışmaktadır. Bu nedenle, bu çalışmada, Kamile Şemsi’nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) adlı eserinde öteki kavramını nasıl tasvir ettiği ve küresel vatandaşlığın günümüz dünyasında ne derece mümkün olup olmadığı konuları romandan örneklerle irdelenmektedir.
Kamile Şemsi’nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) adlı eseri Ekim 2022 tarihinde Asyalı bir Hindu olan Rishi Sunak’ın başbakan olmasıyla ve bunun İngiliz siyasi tarihinde bir ilk olması sebebiyle daha da önem kazanmaktadır. Sunak kendisi Britanya'da doğup büyümüş, ancak ebeveynleri Hintli olup, 1960'larda Doğu Afrika'dan Britanya'ya göç etmişlerdir. Bu cihetle, Sunak Britanya'da öteki olarak yaşayan milyonlarca kişiden biri olarak da görülebilir. Tarihsel olarak bakılacak olursa, Rishi Sunak Britanya'da başbakanlık makamına kadar yükselen ilk Hindu ve Asya kökenli politikacıdır. Dolayısıyla, bu tarihi olay, Kamila Shamsie'nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) romanını ve romandaki İç İşleri Bakanı olarak atanan Karamat Lone adlı Müslüman, Pakistan kökenli İngiliz karakteri daha da dikkat çekici kılmaktadır.
Anahtar sözcükler: Kamile Şemsi, Yuvamıza Düşen Ateş, ötekilik, Britanya Müslümanları, küresel
Bu çalışmamızda “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” adlı şarkının sözlerini inceleyerek Tuna Nehrinin etrafında yerleşen kültürler ve meydana gelen göçler ya da savaşlar hakkında, özellikle öksüz kalan göçmen kızlar/çocuklar hakkında çıkarımlarda bulunmak amaçlanmaktadır. Bu şarkı bir Rumeli türküsüdür ve ilk olarak 2 Şubat 1984 yılında Havva Karakaş tarafından derlenerek, kocası Hasan Karakaş tarafından da notaya alınmıştır (“Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm”e bakınız). Şarkının yazarı bilinmemekle birlikte, şarkının hüzünlü tonu nedeniyle çoğunlukla ağıt olarak sınıflandırılmaktadır. “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” adlı şarkıda Tuna boylarında koyunlarını güderek hayata tutunmaya çalışan öksüz bir göçmen kızın öyküsü anlatılmaktadır. “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” şarkısı bize Tuna boylarında yaşayan kadınların, bu güzel coğrafyada yaşamanın bedeli olarak savaşlarda sevdikleri birçok erkeği ve ailelerini kaybederek verdikleri ağır bedellere ve hayat mücadelelerine bir göz atma şansı vermektedir. Nitekim Tuna nehri tarih boyunca etrafındaki bölgeleri her zaman daha kıymetli kılmıştır. Bu nedenle Tuna boyunda yerleşebilmek için farklı insan toplulukları arasında birçok savaş yaşanmıştır. Bu güzel coğrafyada yaşamanın kaçınılmaz olarak ağır bir bedeli vardır. Dolayısıyla, “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” adlı şarkıda, öksüz kalmış genç bir göçmen kızının yaşam mücadelesi ve hayata tutunma çabası anlatılmaktadır. Kısacası, bu çalışmada şarkının ve sözlerinin Türkiye’deki farklı ses sanatçıları tarafından farklı zamanlarda, farklı yorumları sosyo-kültürel konulara ve sanatçıların kişisel tarihlerine/hikâyelerine değinerek mercek altına alınacaktır.
Anahtar kelimeler: “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda”, Rumeli Türküsü, Şarkı Sözleri, Tuna Nehri, Öksüzler.
The story of “an immigrant girl along the Danube river”: A Turkish song
Abstract
This study aims to explore the lyrics of a Turkish song named “An Immigrant Girl along the Danube River” and, in doing so, we aim to derive some information in relation to the societies settled along the Danube River and the migrations or the wars that might have happened in that region. Considering the lyrics of the song, we also intent to have some information about the orphaned girls/children and their lives in that region. The song is a Rumeli folk song compiled by Havva Karakaş on February 2, 1984 and scored by her husband Hasan Karakaş (see “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm”). Unfortunately, the songwriter is unknown. Yet, it is one of the well-known melancholic Rumeli folk songs and might be categorized as an elegy since the song has a mournful tone. “An Immigrant Girl along the Danube River” tells mainly the story of an orphaned girl, who tries to hold onto life by taking care of two lambs and by playing games with them along the Danube River. The Turkish song, namely “an Immigrant Girl along the Danube River” gives us a chance to have a look at the lives of the women who endure the consequences of living in a very beautiful geography by losing many males in wars since the Danube River makes the places around her more desirable. Hence, we see many wars among many different populations in order to settle around her. Not surprisingly, it usually comes at a heavy price to live in such beautiful places. Therefore, this song tells the story of a young orphaned girl (and her struggles to survive), who lives along the Danube River. Thus, in this study, the lyrics of the song and its interpretations by various singers in Türkiye will be put under the lenses with reference to the socio-cultural issues at the time and their personal histories as well.
Keywords: “An Immigrant Girl along the Danube River”, a Turkish Song, Lyrics, The Danube River, Orphans.
Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Berkun Oya’nın yaptığı ve başrollerini Fatih Artman, Ayça Bingöl ve Funda Eryiğit’in paylaştığı 2022 yılı yapımı Cici filmi 1980’lerin Türkiye’sinde geçmektedir. Almanya’dan köyüne geri dönen Bekir ve ailesinin başından geçen olayların ele alındığı filmde Bekir, eşi Havva, iki oğulları (Kadir ile Yusuf) ve büyük kızı (Saliha) ile beraber Ankara’ya yakın bir köyde yaşamaktadır. Köyde öksüz kalan Cemil adlı bir çocuğun koyunlara bakıp, çobanlık yapmak için aileye katılmasıyla aile üyelerinin hayatlarının akışı da uzun vadede beklenmedik bir şekilde değişecektir. Cemil’in de etkisiyle özellikle ve öncelikle Bekir ile büyük oğlu Kadir’in ilişkisi ve daha uzun bir zaman diliminde, gelecekte Havva ile kızı Saliha’nın ilişkisi derinden etkilenecektir. Bu bağlamda, çalışmamızda Cici filmindeki karakterler üzerinden özellikle baba oğul ilişkilerinin ve çocukluk travmalarının irdelenmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Cici, Çocukluk travmaları, Baba oğul ilişkileri, 1980’ler.
Fathers and Sons in the movie, the Cutest
Abstract
Written and directed by Berkun Oya, the Cutest (2022) gives an insight into the lives of rural people in Middle-Anatolia in 1980s. Having migrated back to Türkiye from Germany, Bekir lives with his family in a small village close to Ankara. One day, an orphaned-boy named Cemil comes to their house to tend sheep for the family. Cemil’s joining Bekir’s family becomes a turning point for all the members of the family since Bekir sees Cemil as his adopted-son rather than as a shepherd-boy. Consequently, first Bekir’s relationship with his sons and Havva’s relationship with her daughter change in a dramatic way. In other words, given the intense and very complex nature of parent-child relationships as illustrated in the movie, some events or experinces may cause some childhood traumas. Thus, the aim of this study is to explore the dynamics of father-son relationships and childhood-traumas by giving examples from the Cutest.
Keywords: The Cutest, Childhood trauma, Father-son relationships, 1980s.
Keywords: The Father (2020), Alzheimer, old age, care-givers, care-takers, Gerontology studies.
Anahtar Sözcükler:
Falih Rıfkı Atay; Ateş ve Güneş, Zeytindağı; 29 Ekim, Cumhuriyet; milli mücadele; isimsiz kahramanlar.
FIRE AND SUN, MOUNTOLIVE
AND NAMELESS HEROES OF
THE TURKISH REPUBLIC
Abstract:
This study aims to explore one of the soldiers named Mehmet (of Ilgın, Konya) mentioned in Falih Rıfkı Atay’s book, Fire and Sun, Mountolive. In doing so, we aim to express our gratitude and respect to all “the nameless heroes”, who conribute to the founding of the Turkish Republic. In the establishment of the Turkish Republic, each and every soldier (regardless of their rank, under the leadership of Mustafa Kemal Atatürk) has important responsibilities and by commemorating Mehmet of Ilgın in Fire and Sun, Mountolive we want to emphasize the patriotic deeds of many nameless heroes by having a glimpse into the memories of Mehmet of Ilgın and Falih Rıfkı Atay during WWI. It is an undeniable fact that despite many differences with regard to their etnic, class and cultural background, Anatolian people from all walks of life manage to come together and fight for the independence of our country. Hence, our ancestors following Atatürk as their commanders has become the role model for all the nations, who fight against the Imperialist countries since many Anatolian people/nameless heroes illustrated through their deeds how “the spirit of freedom and the love of independence” might win a glorious victory against the Western colonial powers. Thus, we think that the Republic Day of October 29th is a good opportunity for us to commemorate our veterans, martyrs and express our deep gratitude towards them for the sacrifices they made for our national independence.
Key Words:
Falih Rıfkı Atay; Fire and Sun, Mountolive; October 29, The Turkish Republic; national independence, nameless heroes.
(MİLLETİN VE BİREYİN) KİMLİK ARAYIŞI
SEARCHING FOR IDENTITY (NATIONAL AND PERSONAL)
IN S.S.AYDEMIR’S NOVEL, THE MAN SEARCHING FOR WATER
Özet:
Bu çalışmada, 1897 Türk-Yunan harbi yılına denk düşen ve tüm hayatı boyunca da hem sıcak savaş hatlarında hem de uygarlaşma savaşında cepheden cepheye koşturan değerli düşünür, aydın ve ekonomist Şevket Süreyya Aydemir’in yarı otobiyografik eseri Suyu Arayan Adam adlı çalışmasında (büyük ölçekte Osmanlı milletinin ve küçük ölçekte romanın kahramanı Aydemir’in) kimlik arayışı üzerinde durularak, Türk ulusunun Osmanlı’nın küllerinden tıpkı bir Anka kuşu gibi genç ve dinamik bir Cumhuriyet olarak yeniden doğuş serüveni mercek altına alınacaktır.
Aydemir çocukluğundan itibaren annesinden güzel bir İslami terbiye alır, daha sonra gençlik yıllarında kendini Turan idealine ve o coğrafyaya olan ilgisinin bir sonucu olarak sosyalizm ve Rus kültürüne kaptırır. Daha sonra değişen dünya şartlarını ve Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konumu ve farklı kültürel cereyanları da göz önüne alarak sosyalizm ile kapitalizmin karışımı olacak yeni bir iktisadi yapılanma planı oluşturur ve nitekim bu da “Devletçilik” kavramı olarak yeni yapılanan Türk Cumhuriyet’inin temel ilkeleri arasında görülecektir. Daha sonra devletin yüksek mevkilerinde de çalışmak ve Atatürk ile tanışmak imkânını da yakalayan Aydemir, hayatının son zamanlarında romanda anlatıldığı üzere küçük bir çiftliğin bahçesine çekilerek “kendini bulduğunu” ifade etmektedir. Bu yıllar, romanda da değinildiği üzere, daha geniş bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin de kendini arama ve oluşturma yıllarıdır ki hem romanın kahramanı Aydemir, hem de Türkiye Cumhuriyeti sürekli bir değişim ve gelişim içindedir.
Çok ilginç bir yaşam serüveni olan Aydemir, okuyucuyu İslami-Mevlevi öğretilerden, Turan ideallerine, Komünizmin tarihinden Sosyalizmin prensiplerine, Türkiye’de Devletçilik’in oluşumu ve alt yapısından, en nihayetinde kitaba ismini de veren suyun başındaki ve transandantalistik bir meylin gözlemlendiği son sahne ile okuyucuyu birçok değişim rüzgârının ve tufanının içinden geçirerek kendi hayatı üzerinden Türk kültür tarihine ve her yıl büyük bir coşku ile kutladığımız 30 Ağustos Zafer bayramı ile taçlanan Türk milli mücadele tarihine ışık tutarak, okuyuculara gerçek Anadolu’nun ve ilk bakışta kaba saba görünse de duygulu, naif Anadolu insanının vatanperver kimliğini (zaman zaman iç yakan gerçek hayat hikâyelerine de değinerek) tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Kısacası, bu çalışmada, Suyu Arayan Adam romanındaki Osmanlı milletinin ve bireyin, ana karakter Aydemir’in kimlik arayışı konusu romandan sunulan örneklemelerle mercek altına alınarak 30 Ağustos Zafer bayramının ve milli mücadele ruhunun daha iyi anlaşılmasına vesile olmak hedeflenmektedir.
Anahtar Sözcükler:
Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, kimlik arayışı, milli mücadele ruhu, 30 Ağustos Zafer Bayramı.
Abstract:
The aim of this study is to explore Turkish nation’s search and man’s search for identity in Şevket Süreyya Aydemir’s novel, The Man Searching for Water. Turkish writer, thinker, historian and economist Şevket Süreyya Aydemir based on his life story, wrote The Man Searching for Water in 1959 and tells the story of the birth of Turkish Republic from the ashes of Ottoman Empire as well as the story of Aydemir/the protagonist in his novel. He touches upon many different socio-political inluences such as Turanism, Socialism, Communism and Kemalism detailedly. He very vividly describes the winds of change blowing all over the world and lets the readers witness many historical events. Thus, Aydemir’s semi-autobiographical novel conveys many ideological turbulences of the recent ages in his lifetime. Starting from Greco-Turkish war to Aydemir’s own participation in the First World War as a soldier and his efforts to contribute to Turkish financial policies in the first decades of the young Republic by suggesting new concepts and strategies as he has the opportunity to see and work with Atatürk himself. In The Man Searching for Water, Aydemir, in his later years, seems to get rid of all kinds of ideologies and finds the source of the water/his identity that he was looking for in his homeland. Actually, he seems to get closer to transcendentalism; he finds himself and eventually peace of mind too.
Thus, the author conveys socio-political history of Turkey as well as his personal history in his work and in doing so, he helps us have a deeper grasp of the spirit of Turkish independence and the spirit of August 30, Victory Day.
Key Words:
Şevket Süreyya Aydemir, The Man Searching for Water, search for identity, spirit of Turkish independence, August 30;Victory Day.
Özet: Hikmet Birand’ın Anadolu Manzaraları adlı kitabında yer alan ve Hayvanları Koruma Cemiyeti için yazılan “At ve Asfalt” adlı doğa yazını eserinde, atların şehir hayatının bir parçası olan asfalt yollar ile mücadelesi, diğer bir deyişle “atların asfalt ile imtihanı” anlatılmaktadır. Birand Anadolu Manzaraları kitabının “At ve Asfalt” başlıklı doğa yazınında, atların Türkiye’deki, özellikle de Ankara’nın çeşitli semtlerindeki yaşam koşullarına değinerek, her geçen gün daha da modernleşen şehir hayatı içinde “hayvanların daralan yaşam alanlarına” ve “haklarına saygı duyulabilmesi” için okuyucuya bir bilinç aşılamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, “At ve Asfalt” eserinde, “atlar doğayı, aynı zamanda asfalt ise şehirleşmeyi, sanayileşmeyi” temsil etmektedir diyebiliriz.
Birand “At ve Asfalt” isimli doğa yazınında yıllar içinde edindiği, Ankara’nın Dışkapı semtinde atlar ile ilgili anılarını ve gözlemlerini, okuyucular ile paylaşmaktadır; atlar ile duygudaşlık kurarak onların duygularına tercüman olmaktadır. Bu bağlamda, “Hayvan Araştırmaları” her ne kadar tüm dünyada Peter Singer'ın yazmış olduğu Hayvanların Özgürlüğü (1975) metnine dayandırılmakta ve 1970’lerde başlamış olsa da, Hikmet Birand’ın Anadolu Manzaraları kitabında yer alan “At ve Asfalt” isimli doğa yazını, bu terim daha dünyada ortaya çıkmadan önce anakronistik olarak, Hikmet Birand’ın Türkiye’de, bu alanın öncüsü olmuş olabileceğini düşündürmektedir.
Bu çalışmada, Birand’ın “atları, hayvanları alınıp satılabilecek, sahip olunabilecek bir nesne olarak değil de, daha ziyade bir şahsiyet olarak” algılayarak, nasıl zamanının ötesinde bir kavrayışa sahip olduğu “At ve Asfalt” adlı doğa yazını metni üzerinden incelenmeye çalışılacaktır.
GELENEK İLE GELECEK ARASINDA KÜLTÜREL UYUM FİGÜRÜ OLARAK ZARİFE HALA KARAKTERİ: AHMET HAMDİ TANPINAR’IN SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ’NDE TÜRKİYE’DE MODERN HAYATIN İNŞASI:
Öz
Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961) romanında romana ismini de veren Saatleri Ayarlama Enstitüsü aracılığıyla öncelikle Türkiye’deki modernleşme ve batıdaki zaman kavramını benimseme çalışmalarına yer vermektedir. Tanpınar, romanında ayrıca okuyucuların zihinlerine kazınan, etkileyici Zarife hala karakteri üzerinden çağdaş yaşamda kadınların değişen rolleri de dâhil olmak üzere Türkiye’deki sosyo-kültürel değişimlere de dikkat çekmektedir. Tanpınar Zarife halanın letarji deneyiminden sonraki değişim ve dönüşümünü, nasıl hayatının ve kaderinin iplerini eline alarak, hayatının yöneticisi olduğunu; böylece aktif ve bağımsız bir hayat sürmeye başladığını eserinde incelikle tasvir eder. Tüm bu olayları anlatırken, Tanpınar Zarife hala karakterini Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961) romanında “Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşunu” temsil eden sembolik, işlevsel bir karakter olarak kullanır. Bu çalışmada, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarındaki ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş yıllarındaki sosyo-kültürel değişimleri ve dönüşümleri gözlemlemek için Zarife halanın bu süreçte yaşadığı olaylar ve maceralar romandan örnekler verilerek mercek altına alınacaktır. Ayrıca, Zarife halanın letarji deneyimi ve yeniden doğuşu da romandan ayrıntılı olarak verilen örnekler üzerinden incelenerek, eski geleneksel yaşam tarzı ile yeni modern hayat tarzı arasında bir uzlaşma sağlanarak, eski ile yeni arasında bir sentez yakalayarak orta, ara bir yol bulunup bulunamayacağı sorusu da irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, sosyo-kültürel değişimler, dönüşüm, Batılılaşma/Modernleşme.
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ ROMANI ÜZERİNE
YANSIMALARI:
Fatma KALPAKLI
Öz:
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü eseri, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün anlatıcısı ve ana karakteri olan Hayri İrdal, Zarife halasının Laterjik uykudan uyanma sahnesini “[k]ötürüm halam, öleceği beklenen, ölen halam, yardımsız yürüyor, koşa koşa merdivenlerden çıkıyordu” (Tanpınar, 2019, s.66) diyerek okuyucuya aktarır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde, zihinlerimizde “yeniden dirilme” sahnesi ile tabutun kapağını açıp dışarı çıkarak tüm akrabalarını ve okuyucuyu şaşkınlık içinde bırakan hala karakterinin, aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun artık sonu geldiğine inanıldığı bir dönemde, küllerinden yeniden doğarak Türkiye Cumhuriyeti olarak dirilmesini sembolize ettiği kanaatindeyiz. Zarife hala karakterinin yeniden dirilme sahnesi incelendiğinde ise milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ve İstiklal Marşımız’ın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı üzerinde yer yer etkileri görülmektedir. Bu nedenle, bu çalışmada, İstiklal Marşımızın kabulünün yüzüncü yılı vesilesiyle Mehmet Akif Ersoy’un ve İstiklal Marşımızın Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Ensitüsü romanı üzerindeki etkileri mercek altına alınacaktır.
Anahtar Kelimeler:
Mehmet Akif Ersoy, “İstiklal Marşı”, Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Ensitüsü, Yeniden Diriliş.
IMPACT OF THE TURKISH NATIONAL ANTHEM
ON A.H.TANPINAR’S NOVEL,
THE TIME REGULATION INSTITUTE:
ABSTRACT:
Hayride Irdal, the narrator and protagonist of Tanpınar’s novel, The Time Regulation Institute, defines the scene of resurrection of Aunt Zarife and of the opening of the coffin lid in the following words; “[b]ut without waiting a moment for assistance, [Aunt Zarife] flew up the stairs. The crowd stood stunned. My crippled aunt, who had been at death’s door, who had in fact just returned from the dead, was now walking unassisted—indeed she was bounding up the stairs!” (Tanpınar, 2019, pg.83-84). This amazing resurrection scene of Aunt Zarife brings to our minds the rise of Turkey out of the ashes of Ottoman Empire, whose end was unavoidable and near in the eye of the Western colonial invaders and therefore named as “the sick man of Europe”. Thus, historically speaking, the resurrection of Aunt Zarife might stand for the birth of Turkish Republic and during the close readings of these scenes of resurrection and latergic sleep, influences of the lines of Turkish national anthem might be observed as well. Thus, in this study, celebrating the centenary of Turkish national anthem on 12 March 2021, the influence of Mehmet Akif Ersoy and his lines on Ahmet Hamdi Tanpınar’s novel, The Time Regulation Institute will be scrutinized with reference to the related scenes in the novel mentioned above.
Key words:
Mehmet Akif Ersoy, “Turkish national anthem”, Ahmet Hamdi Tanpınar, The Time Regulation Institute, Resurrection.
19 Mayıs 1919’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin inşası için ilk adım atılmıştır. Atatürk bu günü geleceğimizin teminatı olan gençlerimize armağan etmiştir. Her 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda gazi ve şehitlerimizi saygı ve minnetle anarken, geleceğe uzanan gençlerimize de milli bilinç ve değerlerimizin aşılanması ve aynı zamanda küresel dünyaya da uyum sağlayabilen bireylerin yetiştirilmesi hedeflenmektedir. Bu sene 29. Ekim. 2023’te Cumhuriyetimizin 100.yılına ulaşmış bulunmaktayız ve geriye dönüp, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllara ve (ulusal) kimlik inşası konusuna değinmenin tam vakti olduğu kanaatindeyiz. Bu nedenle, bu çalışmamızda tam da bu hususların ele alındığı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok güzel tespitlerini barındıran Huzur romanında Atatürk’ün önderliği ve büyük özverileriyle kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde “kimlik ve ulusal kimlik inşası” konusunu incelemeye çalışacağız.
ANAHTAR SÖZCÜKLER:
Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, kimlik, ulusal kimlik inşası, Türkiye Cumhuriyetinin 100.yılı.
CONSTRUCTION OF (NATIONAL) IDENTITY
IN AHMET HAMDİ TANPINAR’S MIND AT PEACE
ABSTRACT:
On May 19, 1919, the first step was taken for the construction of the Turkish Republic under the leadership of Gazi Mustafa Kemal Atatürk. While, we commemorate our veterans and martyrs with respect and gratitude every “May 19th Commemoration of Atatürk, Youth and Sports Day”, it is aimed to instill our national consciousness and values in our youth, and to raise individuals who can adapt to the global world at the same time. This year, we have reached the 100th anniversary of our Republic (1923-2023) and we believe that it is the right time to look back at the first decades of the establishment of the Republic of Türkiye and talk about the issue of (national) identity construction in these years. For this reason, in this study, we will try to examine the identity and national identity construction in the Republic of Türkiye (which was established with Atatürk's leadership and guidance) as reflected in Ahmet Hamdi Tanpınar’s novel, Mind at Peace since it contains many scenes and examples in relation to these issues.
KEY WORDS:
“May 19th Commemoration of Atatürk, Youth and Sports Day”, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mind at Peace, identity, construction of national identity.
Peyami Safa’nın 1959 yılında kitap olarak yayınlanan Yalnızız romanı başlığında da vurgulandığı üzere yalnızlık teması üzerine kuruludur; özellikle modern hayatın ve kapitalist sistemin insanı yalnızlaştırması üzerine vurgu yapılmaktadır ve insanların kendilerince yalnızlıkla mücadele yöntemleri anlatılmaktadır. Bu temanın bir uzantısı olarak romanın ana karakteri Samimin de yalnızlığı iliklerine kadar hissettiğini görmekteyiz. Samim de romanda insani bir içgüdü ile kendisine bir hayat arkadaşı arayışı içindedir ve uzun zamandır Meral adında genç ve güzel bir kızla görüşmektedir. Romanın olay örgüsünün çoğu 1950’li, 1960’lı yılların henüz yeni kurulmuş Türkiye’sinde, İstanbul’da geçmektedir. Tüm dünyayı saran özgür kadın imgesi ve bunun Türkiye’de, İstanbul’da günlük hayata ve Samim ile Meral’in ilişkisine de olan kaçınılmaz yansımaları da romanda tasvir edilmektedir. Okuyucular olarak, Samim’in Meral ile olan diyaloglarını ve sohbetlerini okurken, Peyami Safa’nın insan psikolojisine olan merakını, bu cihetle, kadınlar hakkındaki gözlemlerini ve bunun neticesinde, Safa’nın yılların birikimiyle oluşan kadın psikolojisi hakkındaki ince ve derin yorumlarını roman boyunca hissetmekteyiz ve denilebilir ki Safa’nın gözlem yeteneğinden etkilenmemek pek mümkün gözükmemektedir. Nitekim Yalnızız romanı içinde barındırdığı kadın karakterlerin çeşitliliği ve kadın ruhunun derinliklerini tasviri açısından da dikkate şayandır. Bu nedenle, bu çalışmada Safa’nın Yalnızız romanındaki kadın karakterler mercek altına alınarak, adı geçen eserdeki kadın imgeleri romandan örneklerle daha yakından incelenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Sözcükler:
Peyami Safa, Yalnızız, kadın, kadın imgeleri, insan psikolojisi, modern hayat.
IMAGES OF WOMEN IN PEYAMİ SAFA’S WE ARE LONELY:
ABSTRACT
As emphasized in the title of Peyami Safa's novel, We are Lonely, published as a book in 1959, is based on the theme of loneliness; particularly the loneliness of people in modern life in capitalist systems. Morever, the methods of coping with loneliness by these characters are also touched upon in the novel. As an extension of this theme, we see that the main character of the novel, Samim, also experiences deep and constant feelings of loneliness. Therefore, Samim listens to his instincts and is in search of a life partner. He tries to establish an emotional bond with a young and beautiful girl named Meral. Most of the events in the plot of the novel takes place in Istanbul, in the 1950s and 1960s. The image of “independent modern woman” begins to be accepted by many women all around the world, including in Türkiye. This new image and its inevitable impact on the daily life in Istanbul, in Türkiye and how it affects the relationship between Samim and Meral are also mentioned in the novel. As readers, while reading Samim's dialogues and conversations with Meral, we see Peyami Safa's interest in human psychology and his observations about women. As readers, it is impossible not to be impressed by Sefa's ability to observe the minute details about humans and human psyche, particularly about women characters. Hence, we can say that the novel, We are Lonely is a very remarkable work of literature in terms of the diversity of the female characters and the depiction of the depths of the female soul. Therefore, in this study, the female characters in Safa's novel We are Lonely will be examined with reference to the examples given in the novel.
Key words:
Peyami Safa, We are Lonely, women, images of women, human psychology, modern life.
Kamile Şemsi’nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) Adlı Romanında Ötekilik
Abstract
Kamila Shamsie’s Home Fire (2017) tells the story of British Muslims and mainly focuses on the issue of otherness of the non-Christian British citizens. Home Fire (2017) won the 2018 Women’s Prize for Fiction and it deals with the cultural clashes experienced by the two British families of Pakistani descent due to their otherness in the eye of White Anglo-Saxon Protestant (WASP) majority in Britain. It is shown that the harder they try to be welcomed by the White Anglo-Saxon Protestant (WASP) culture, the more othered they feel in the White Anglo-Saxon Protestant (WASP) society. Eventually, some characters try to escape from their otherness by going beyond the borders of Britain and by becoming a global person in the contemporary interconnected global world. Thus, this study aims to explore how Kamila Shamsie defines the 'otherness' and the possibilities of being a global citizen in her novel, namely Home Fire (2017). Her literary works gains more importance as Rishi Sunak,
who has been Prime Minister of the United Kingdom and Leader of the Conservative Party since October 2022, has been in the spotlight of media due to his religious, ethnic and cultural background. Sunak, born and bred in Britain, yet has Indian parents who migrated to Britain from East Africa in the 1960s, might also be seen as one of the millions of others living in Britain. Historically speaking, he is the first British Asian and Hindu to hold the office of prime minister in Britain. Hence, this historical event makes Kamila Shamsie’s British Muslim Pakistani fictional character named Karamat Lone, who is appointed as Home Secretary in Home Fire, more remarkable and puts a spotlight on the novel.
Keywords: Kamila Shamsie, Home Fire, the 'otherness', British Muslims, global world
Öz
Pakistan kökenli Britanyalı yazar Kamile Şemsi’nin Türkçeye Yuvamıza Düşen Ateş (2017) olarak çevrilen romanı esas olarak Britanyalı Müslümanların, Hristiyan olmayan İngiliz vatandaşlarının hikâyelerini konu almaktadır. Yuvamıza Düşen Ateş (2017) adlı romanı ile Şemsi 2018 yılında Kadın Yazarlar Kurgu Ödülünü kazanmıştır. Romanda, Pakistan kökenli iki Britanyalı ailenin Britanya’da hâkim olan Beyaz Anglo-Sakson Protestan (BASP) ana kültürü tarafından öteki olarak algılanmalarından ötürü yaşadıkları kültür çatışmaları konu alınmaktadır. Pakistan kökenli iki Britanyalı ailenin üyeleri Beyaz Anglo-Sakson Protestan ana kültürü tarafından kabul görmek için çabaladıkça daha da ötekileştirilmekte ve bir türlü Beyaz Anglo-Sakson Protestan (BASP) ana kültürü tarafından kabul görememektedir ve bu durum onların kendilerini daha da ötekileştirilmiş hissetmelerine neden olmaktadır. Bunun neticesinde, romandaki bazı karakterler Britanya sınırlarını aşarak ve günümüzün birbiriyle bağıntılı, küresel dünyasının küresel vatandaşı olma idealiyle öteki olmaktan kurtulmaya çalışmaktadır. Bu nedenle, bu çalışmada, Kamile Şemsi’nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) adlı eserinde öteki kavramını nasıl tasvir ettiği ve küresel vatandaşlığın günümüz dünyasında ne derece mümkün olup olmadığı konuları romandan örneklerle irdelenmektedir.
Kamile Şemsi’nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) adlı eseri Ekim 2022 tarihinde Asyalı bir Hindu olan Rishi Sunak’ın başbakan olmasıyla ve bunun İngiliz siyasi tarihinde bir ilk olması sebebiyle daha da önem kazanmaktadır. Sunak kendisi Britanya'da doğup büyümüş, ancak ebeveynleri Hintli olup, 1960'larda Doğu Afrika'dan Britanya'ya göç etmişlerdir. Bu cihetle, Sunak Britanya'da öteki olarak yaşayan milyonlarca kişiden biri olarak da görülebilir. Tarihsel olarak bakılacak olursa, Rishi Sunak Britanya'da başbakanlık makamına kadar yükselen ilk Hindu ve Asya kökenli politikacıdır. Dolayısıyla, bu tarihi olay, Kamila Shamsie'nin Yuvamıza Düşen Ateş (2017) romanını ve romandaki İç İşleri Bakanı olarak atanan Karamat Lone adlı Müslüman, Pakistan kökenli İngiliz karakteri daha da dikkat çekici kılmaktadır.
Anahtar sözcükler: Kamile Şemsi, Yuvamıza Düşen Ateş, ötekilik, Britanya Müslümanları, küresel
Bu çalışmamızda “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” adlı şarkının sözlerini inceleyerek Tuna Nehrinin etrafında yerleşen kültürler ve meydana gelen göçler ya da savaşlar hakkında, özellikle öksüz kalan göçmen kızlar/çocuklar hakkında çıkarımlarda bulunmak amaçlanmaktadır. Bu şarkı bir Rumeli türküsüdür ve ilk olarak 2 Şubat 1984 yılında Havva Karakaş tarafından derlenerek, kocası Hasan Karakaş tarafından da notaya alınmıştır (“Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm”e bakınız). Şarkının yazarı bilinmemekle birlikte, şarkının hüzünlü tonu nedeniyle çoğunlukla ağıt olarak sınıflandırılmaktadır. “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” adlı şarkıda Tuna boylarında koyunlarını güderek hayata tutunmaya çalışan öksüz bir göçmen kızın öyküsü anlatılmaktadır. “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” şarkısı bize Tuna boylarında yaşayan kadınların, bu güzel coğrafyada yaşamanın bedeli olarak savaşlarda sevdikleri birçok erkeği ve ailelerini kaybederek verdikleri ağır bedellere ve hayat mücadelelerine bir göz atma şansı vermektedir. Nitekim Tuna nehri tarih boyunca etrafındaki bölgeleri her zaman daha kıymetli kılmıştır. Bu nedenle Tuna boyunda yerleşebilmek için farklı insan toplulukları arasında birçok savaş yaşanmıştır. Bu güzel coğrafyada yaşamanın kaçınılmaz olarak ağır bir bedeli vardır. Dolayısıyla, “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda” adlı şarkıda, öksüz kalmış genç bir göçmen kızının yaşam mücadelesi ve hayata tutunma çabası anlatılmaktadır. Kısacası, bu çalışmada şarkının ve sözlerinin Türkiye’deki farklı ses sanatçıları tarafından farklı zamanlarda, farklı yorumları sosyo-kültürel konulara ve sanatçıların kişisel tarihlerine/hikâyelerine değinerek mercek altına alınacaktır.
Anahtar kelimeler: “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm Tuna Boyunda”, Rumeli Türküsü, Şarkı Sözleri, Tuna Nehri, Öksüzler.
The story of “an immigrant girl along the Danube river”: A Turkish song
Abstract
This study aims to explore the lyrics of a Turkish song named “An Immigrant Girl along the Danube River” and, in doing so, we aim to derive some information in relation to the societies settled along the Danube River and the migrations or the wars that might have happened in that region. Considering the lyrics of the song, we also intent to have some information about the orphaned girls/children and their lives in that region. The song is a Rumeli folk song compiled by Havva Karakaş on February 2, 1984 and scored by her husband Hasan Karakaş (see “Ben Bir Göçmen Kızı Gördüm”). Unfortunately, the songwriter is unknown. Yet, it is one of the well-known melancholic Rumeli folk songs and might be categorized as an elegy since the song has a mournful tone. “An Immigrant Girl along the Danube River” tells mainly the story of an orphaned girl, who tries to hold onto life by taking care of two lambs and by playing games with them along the Danube River. The Turkish song, namely “an Immigrant Girl along the Danube River” gives us a chance to have a look at the lives of the women who endure the consequences of living in a very beautiful geography by losing many males in wars since the Danube River makes the places around her more desirable. Hence, we see many wars among many different populations in order to settle around her. Not surprisingly, it usually comes at a heavy price to live in such beautiful places. Therefore, this song tells the story of a young orphaned girl (and her struggles to survive), who lives along the Danube River. Thus, in this study, the lyrics of the song and its interpretations by various singers in Türkiye will be put under the lenses with reference to the socio-cultural issues at the time and their personal histories as well.
Keywords: “An Immigrant Girl along the Danube River”, a Turkish Song, Lyrics, The Danube River, Orphans.
Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Berkun Oya’nın yaptığı ve başrollerini Fatih Artman, Ayça Bingöl ve Funda Eryiğit’in paylaştığı 2022 yılı yapımı Cici filmi 1980’lerin Türkiye’sinde geçmektedir. Almanya’dan köyüne geri dönen Bekir ve ailesinin başından geçen olayların ele alındığı filmde Bekir, eşi Havva, iki oğulları (Kadir ile Yusuf) ve büyük kızı (Saliha) ile beraber Ankara’ya yakın bir köyde yaşamaktadır. Köyde öksüz kalan Cemil adlı bir çocuğun koyunlara bakıp, çobanlık yapmak için aileye katılmasıyla aile üyelerinin hayatlarının akışı da uzun vadede beklenmedik bir şekilde değişecektir. Cemil’in de etkisiyle özellikle ve öncelikle Bekir ile büyük oğlu Kadir’in ilişkisi ve daha uzun bir zaman diliminde, gelecekte Havva ile kızı Saliha’nın ilişkisi derinden etkilenecektir. Bu bağlamda, çalışmamızda Cici filmindeki karakterler üzerinden özellikle baba oğul ilişkilerinin ve çocukluk travmalarının irdelenmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Cici, Çocukluk travmaları, Baba oğul ilişkileri, 1980’ler.
Fathers and Sons in the movie, the Cutest
Abstract
Written and directed by Berkun Oya, the Cutest (2022) gives an insight into the lives of rural people in Middle-Anatolia in 1980s. Having migrated back to Türkiye from Germany, Bekir lives with his family in a small village close to Ankara. One day, an orphaned-boy named Cemil comes to their house to tend sheep for the family. Cemil’s joining Bekir’s family becomes a turning point for all the members of the family since Bekir sees Cemil as his adopted-son rather than as a shepherd-boy. Consequently, first Bekir’s relationship with his sons and Havva’s relationship with her daughter change in a dramatic way. In other words, given the intense and very complex nature of parent-child relationships as illustrated in the movie, some events or experinces may cause some childhood traumas. Thus, the aim of this study is to explore the dynamics of father-son relationships and childhood-traumas by giving examples from the Cutest.
Keywords: The Cutest, Childhood trauma, Father-son relationships, 1980s.
Keywords: The Father (2020), Alzheimer, old age, care-givers, care-takers, Gerontology studies.
Anahtar Sözcükler:
Falih Rıfkı Atay; Ateş ve Güneş, Zeytindağı; 29 Ekim, Cumhuriyet; milli mücadele; isimsiz kahramanlar.
FIRE AND SUN, MOUNTOLIVE
AND NAMELESS HEROES OF
THE TURKISH REPUBLIC
Abstract:
This study aims to explore one of the soldiers named Mehmet (of Ilgın, Konya) mentioned in Falih Rıfkı Atay’s book, Fire and Sun, Mountolive. In doing so, we aim to express our gratitude and respect to all “the nameless heroes”, who conribute to the founding of the Turkish Republic. In the establishment of the Turkish Republic, each and every soldier (regardless of their rank, under the leadership of Mustafa Kemal Atatürk) has important responsibilities and by commemorating Mehmet of Ilgın in Fire and Sun, Mountolive we want to emphasize the patriotic deeds of many nameless heroes by having a glimpse into the memories of Mehmet of Ilgın and Falih Rıfkı Atay during WWI. It is an undeniable fact that despite many differences with regard to their etnic, class and cultural background, Anatolian people from all walks of life manage to come together and fight for the independence of our country. Hence, our ancestors following Atatürk as their commanders has become the role model for all the nations, who fight against the Imperialist countries since many Anatolian people/nameless heroes illustrated through their deeds how “the spirit of freedom and the love of independence” might win a glorious victory against the Western colonial powers. Thus, we think that the Republic Day of October 29th is a good opportunity for us to commemorate our veterans, martyrs and express our deep gratitude towards them for the sacrifices they made for our national independence.
Key Words:
Falih Rıfkı Atay; Fire and Sun, Mountolive; October 29, The Turkish Republic; national independence, nameless heroes.
(MİLLETİN VE BİREYİN) KİMLİK ARAYIŞI
SEARCHING FOR IDENTITY (NATIONAL AND PERSONAL)
IN S.S.AYDEMIR’S NOVEL, THE MAN SEARCHING FOR WATER
Özet:
Bu çalışmada, 1897 Türk-Yunan harbi yılına denk düşen ve tüm hayatı boyunca da hem sıcak savaş hatlarında hem de uygarlaşma savaşında cepheden cepheye koşturan değerli düşünür, aydın ve ekonomist Şevket Süreyya Aydemir’in yarı otobiyografik eseri Suyu Arayan Adam adlı çalışmasında (büyük ölçekte Osmanlı milletinin ve küçük ölçekte romanın kahramanı Aydemir’in) kimlik arayışı üzerinde durularak, Türk ulusunun Osmanlı’nın küllerinden tıpkı bir Anka kuşu gibi genç ve dinamik bir Cumhuriyet olarak yeniden doğuş serüveni mercek altına alınacaktır.
Aydemir çocukluğundan itibaren annesinden güzel bir İslami terbiye alır, daha sonra gençlik yıllarında kendini Turan idealine ve o coğrafyaya olan ilgisinin bir sonucu olarak sosyalizm ve Rus kültürüne kaptırır. Daha sonra değişen dünya şartlarını ve Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik konumu ve farklı kültürel cereyanları da göz önüne alarak sosyalizm ile kapitalizmin karışımı olacak yeni bir iktisadi yapılanma planı oluşturur ve nitekim bu da “Devletçilik” kavramı olarak yeni yapılanan Türk Cumhuriyet’inin temel ilkeleri arasında görülecektir. Daha sonra devletin yüksek mevkilerinde de çalışmak ve Atatürk ile tanışmak imkânını da yakalayan Aydemir, hayatının son zamanlarında romanda anlatıldığı üzere küçük bir çiftliğin bahçesine çekilerek “kendini bulduğunu” ifade etmektedir. Bu yıllar, romanda da değinildiği üzere, daha geniş bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin de kendini arama ve oluşturma yıllarıdır ki hem romanın kahramanı Aydemir, hem de Türkiye Cumhuriyeti sürekli bir değişim ve gelişim içindedir.
Çok ilginç bir yaşam serüveni olan Aydemir, okuyucuyu İslami-Mevlevi öğretilerden, Turan ideallerine, Komünizmin tarihinden Sosyalizmin prensiplerine, Türkiye’de Devletçilik’in oluşumu ve alt yapısından, en nihayetinde kitaba ismini de veren suyun başındaki ve transandantalistik bir meylin gözlemlendiği son sahne ile okuyucuyu birçok değişim rüzgârının ve tufanının içinden geçirerek kendi hayatı üzerinden Türk kültür tarihine ve her yıl büyük bir coşku ile kutladığımız 30 Ağustos Zafer bayramı ile taçlanan Türk milli mücadele tarihine ışık tutarak, okuyuculara gerçek Anadolu’nun ve ilk bakışta kaba saba görünse de duygulu, naif Anadolu insanının vatanperver kimliğini (zaman zaman iç yakan gerçek hayat hikâyelerine de değinerek) tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Kısacası, bu çalışmada, Suyu Arayan Adam romanındaki Osmanlı milletinin ve bireyin, ana karakter Aydemir’in kimlik arayışı konusu romandan sunulan örneklemelerle mercek altına alınarak 30 Ağustos Zafer bayramının ve milli mücadele ruhunun daha iyi anlaşılmasına vesile olmak hedeflenmektedir.
Anahtar Sözcükler:
Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, kimlik arayışı, milli mücadele ruhu, 30 Ağustos Zafer Bayramı.
Abstract:
The aim of this study is to explore Turkish nation’s search and man’s search for identity in Şevket Süreyya Aydemir’s novel, The Man Searching for Water. Turkish writer, thinker, historian and economist Şevket Süreyya Aydemir based on his life story, wrote The Man Searching for Water in 1959 and tells the story of the birth of Turkish Republic from the ashes of Ottoman Empire as well as the story of Aydemir/the protagonist in his novel. He touches upon many different socio-political inluences such as Turanism, Socialism, Communism and Kemalism detailedly. He very vividly describes the winds of change blowing all over the world and lets the readers witness many historical events. Thus, Aydemir’s semi-autobiographical novel conveys many ideological turbulences of the recent ages in his lifetime. Starting from Greco-Turkish war to Aydemir’s own participation in the First World War as a soldier and his efforts to contribute to Turkish financial policies in the first decades of the young Republic by suggesting new concepts and strategies as he has the opportunity to see and work with Atatürk himself. In The Man Searching for Water, Aydemir, in his later years, seems to get rid of all kinds of ideologies and finds the source of the water/his identity that he was looking for in his homeland. Actually, he seems to get closer to transcendentalism; he finds himself and eventually peace of mind too.
Thus, the author conveys socio-political history of Turkey as well as his personal history in his work and in doing so, he helps us have a deeper grasp of the spirit of Turkish independence and the spirit of August 30, Victory Day.
Key Words:
Şevket Süreyya Aydemir, The Man Searching for Water, search for identity, spirit of Turkish independence, August 30;Victory Day.
Özet: Hikmet Birand’ın Anadolu Manzaraları adlı kitabında yer alan ve Hayvanları Koruma Cemiyeti için yazılan “At ve Asfalt” adlı doğa yazını eserinde, atların şehir hayatının bir parçası olan asfalt yollar ile mücadelesi, diğer bir deyişle “atların asfalt ile imtihanı” anlatılmaktadır. Birand Anadolu Manzaraları kitabının “At ve Asfalt” başlıklı doğa yazınında, atların Türkiye’deki, özellikle de Ankara’nın çeşitli semtlerindeki yaşam koşullarına değinerek, her geçen gün daha da modernleşen şehir hayatı içinde “hayvanların daralan yaşam alanlarına” ve “haklarına saygı duyulabilmesi” için okuyucuya bir bilinç aşılamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, “At ve Asfalt” eserinde, “atlar doğayı, aynı zamanda asfalt ise şehirleşmeyi, sanayileşmeyi” temsil etmektedir diyebiliriz.
Birand “At ve Asfalt” isimli doğa yazınında yıllar içinde edindiği, Ankara’nın Dışkapı semtinde atlar ile ilgili anılarını ve gözlemlerini, okuyucular ile paylaşmaktadır; atlar ile duygudaşlık kurarak onların duygularına tercüman olmaktadır. Bu bağlamda, “Hayvan Araştırmaları” her ne kadar tüm dünyada Peter Singer'ın yazmış olduğu Hayvanların Özgürlüğü (1975) metnine dayandırılmakta ve 1970’lerde başlamış olsa da, Hikmet Birand’ın Anadolu Manzaraları kitabında yer alan “At ve Asfalt” isimli doğa yazını, bu terim daha dünyada ortaya çıkmadan önce anakronistik olarak, Hikmet Birand’ın Türkiye’de, bu alanın öncüsü olmuş olabileceğini düşündürmektedir.
Bu çalışmada, Birand’ın “atları, hayvanları alınıp satılabilecek, sahip olunabilecek bir nesne olarak değil de, daha ziyade bir şahsiyet olarak” algılayarak, nasıl zamanının ötesinde bir kavrayışa sahip olduğu “At ve Asfalt” adlı doğa yazını metni üzerinden incelenmeye çalışılacaktır.
GELENEK İLE GELECEK ARASINDA KÜLTÜREL UYUM FİGÜRÜ OLARAK ZARİFE HALA KARAKTERİ: AHMET HAMDİ TANPINAR’IN SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ’NDE TÜRKİYE’DE MODERN HAYATIN İNŞASI:
Öz
Ahmet Hamdi Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961) romanında romana ismini de veren Saatleri Ayarlama Enstitüsü aracılığıyla öncelikle Türkiye’deki modernleşme ve batıdaki zaman kavramını benimseme çalışmalarına yer vermektedir. Tanpınar, romanında ayrıca okuyucuların zihinlerine kazınan, etkileyici Zarife hala karakteri üzerinden çağdaş yaşamda kadınların değişen rolleri de dâhil olmak üzere Türkiye’deki sosyo-kültürel değişimlere de dikkat çekmektedir. Tanpınar Zarife halanın letarji deneyiminden sonraki değişim ve dönüşümünü, nasıl hayatının ve kaderinin iplerini eline alarak, hayatının yöneticisi olduğunu; böylece aktif ve bağımsız bir hayat sürmeye başladığını eserinde incelikle tasvir eder. Tüm bu olayları anlatırken, Tanpınar Zarife hala karakterini Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961) romanında “Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşunu” temsil eden sembolik, işlevsel bir karakter olarak kullanır. Bu çalışmada, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarındaki ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş yıllarındaki sosyo-kültürel değişimleri ve dönüşümleri gözlemlemek için Zarife halanın bu süreçte yaşadığı olaylar ve maceralar romandan örnekler verilerek mercek altına alınacaktır. Ayrıca, Zarife halanın letarji deneyimi ve yeniden doğuşu da romandan ayrıntılı olarak verilen örnekler üzerinden incelenerek, eski geleneksel yaşam tarzı ile yeni modern hayat tarzı arasında bir uzlaşma sağlanarak, eski ile yeni arasında bir sentez yakalayarak orta, ara bir yol bulunup bulunamayacağı sorusu da irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, sosyo-kültürel değişimler, dönüşüm, Batılılaşma/Modernleşme.
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ ROMANI ÜZERİNE
YANSIMALARI:
Fatma KALPAKLI
Öz:
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü eseri, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün anlatıcısı ve ana karakteri olan Hayri İrdal, Zarife halasının Laterjik uykudan uyanma sahnesini “[k]ötürüm halam, öleceği beklenen, ölen halam, yardımsız yürüyor, koşa koşa merdivenlerden çıkıyordu” (Tanpınar, 2019, s.66) diyerek okuyucuya aktarır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ünlü eseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde, zihinlerimizde “yeniden dirilme” sahnesi ile tabutun kapağını açıp dışarı çıkarak tüm akrabalarını ve okuyucuyu şaşkınlık içinde bırakan hala karakterinin, aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun artık sonu geldiğine inanıldığı bir dönemde, küllerinden yeniden doğarak Türkiye Cumhuriyeti olarak dirilmesini sembolize ettiği kanaatindeyiz. Zarife hala karakterinin yeniden dirilme sahnesi incelendiğinde ise milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ve İstiklal Marşımız’ın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı üzerinde yer yer etkileri görülmektedir. Bu nedenle, bu çalışmada, İstiklal Marşımızın kabulünün yüzüncü yılı vesilesiyle Mehmet Akif Ersoy’un ve İstiklal Marşımızın Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Ensitüsü romanı üzerindeki etkileri mercek altına alınacaktır.
Anahtar Kelimeler:
Mehmet Akif Ersoy, “İstiklal Marşı”, Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Ensitüsü, Yeniden Diriliş.
IMPACT OF THE TURKISH NATIONAL ANTHEM
ON A.H.TANPINAR’S NOVEL,
THE TIME REGULATION INSTITUTE:
ABSTRACT:
Hayride Irdal, the narrator and protagonist of Tanpınar’s novel, The Time Regulation Institute, defines the scene of resurrection of Aunt Zarife and of the opening of the coffin lid in the following words; “[b]ut without waiting a moment for assistance, [Aunt Zarife] flew up the stairs. The crowd stood stunned. My crippled aunt, who had been at death’s door, who had in fact just returned from the dead, was now walking unassisted—indeed she was bounding up the stairs!” (Tanpınar, 2019, pg.83-84). This amazing resurrection scene of Aunt Zarife brings to our minds the rise of Turkey out of the ashes of Ottoman Empire, whose end was unavoidable and near in the eye of the Western colonial invaders and therefore named as “the sick man of Europe”. Thus, historically speaking, the resurrection of Aunt Zarife might stand for the birth of Turkish Republic and during the close readings of these scenes of resurrection and latergic sleep, influences of the lines of Turkish national anthem might be observed as well. Thus, in this study, celebrating the centenary of Turkish national anthem on 12 March 2021, the influence of Mehmet Akif Ersoy and his lines on Ahmet Hamdi Tanpınar’s novel, The Time Regulation Institute will be scrutinized with reference to the related scenes in the novel mentioned above.
Key words:
Mehmet Akif Ersoy, “Turkish national anthem”, Ahmet Hamdi Tanpınar, The Time Regulation Institute, Resurrection.
“Conference on Innovations in Outcomebased Integrated Care with Digital Solutions”, Project ValueCare. 12 and 13 September 2024. Erasmus MC, Rotterdam, The Netherlands.
ÇEVRE BİLİNCİ
Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan ilk kadın yazar olan İsveçli, Selma Lagerlöf’ün 1906’da yayınladığı Nils Holgerssons underbara resa genom Sverige adlı kitaptan televizyona uyarlanan (Nils ve) Uçan Kaz Monro (1980) çizgi filmi tüm dünyada çocukların ve aynı zamanda da yetişkinlerin ilgiyle izlediği çizgi filmler arasına girmeyi başarmıştır.
Selma Lagerlöf bu eserinde Nils ile Monro’nun maceralarını anlatırken diğer taraftan da çocuklara çevre sevgisini ve çevre bilincini aşılamaktadır. Günümüzde bu eserin çizgi filme dönüştürülmesi ise bu ikilinin maceralarının teknoloji sayesinde daha geniş kitlelere ulaşması ve böylece çocuklar arasında çevre bilincinin eğlenerek çizgi filmler aracılığı ile aşılanması imkânını ortaya çıkarmaktadır ki bu çalışmamızda, (Nils ve) Uçan Kaz Monro (1980) çizgi filminin çocuklar üzerinde çevre bilincini nasıl aşıladığını irdelemeye çalışacağız.
Anahtar Sözcükler:
(Nils ve) Uçan Kaz Monro (1980), Selma Lagerlöf, Çevre bilinci, Çocuk edebiyatı, Çizgi filmler, Çevreci kadın yazarlar.
THE WONDERFUL ADVENTURES OF NILS (1907)
AND ENVIRONMENTAL CONSCIOUSNESS:
Fatma KALPAKLI YEĞİN1
1Prof.Dr., Selçuk University, Faculty of Letters, English Language and Literature, Konya,
1ORCID ID: 0000-0002-0865-5373
[email protected], 533 727 97 84
Selma Lagerlöf, Swedish writer, who was the first female writer to receive the Nobel Prize in Literature and her literary work entitled The Wonderful Adventures of Nils (1907)/Nils Holgerssons underbara resa genome Sverige adapted for television as a cartoon in 1980 and was very popular among children all over the world. It also managed to become one of the cartoons that adults watch with great interest.
In this work, Selma Lagerlöf tells the adventures of Nils and Monro, the White goose and while doing so, she seems to be instilling love and environmental consciousness among the children. In the 1980s, with her work’s broadcasting as a cartoon on television makes it easier to spread the adventures of Nils and Monro to many people. Thanks to technology, the episodes of the cartoon reached a wider audience and implemented environmental consciousness among children by making them having fun and environmental education at the same time. In this study, we will try to examine how the cartoon The Wonderful Adventures of Nils (1907)/Nils Holgerssons underbara resa genome Sverige raises environmental consciousness among the children.
Key words:
The Wonderful Adventures of Nils (1907)/ /Nils Holgerssons underbara resa genome Sverige, Selma Lagerlöf, Environmental consciousness, Children's literature, Cartoons, Women environmental writers.
This study aims to explore the language used in the Tv serial, the Innocents (an adaptation of Gülseren Budayıcıoğlu’s story Çöp Apartmanı/A Hoarder House) and to focus on the power of words. Interestingly enough, it has been observed that as the language shifts from hate speech to love language the relationships between the characters in the Tv serial also changes and contributes to their mental well-being and psychological health in a positive way. Thus, the magical power of words on the mental health of people will be scrutinized with reference to the Tv serial, the Innocents.
Keywords: Hate Speech, Love Language, The Innocents/A Hoarder House., Gülseren Budayıcıoğlu.
Öz
Bu çalışmada Gülseren Boyacıoğlu’nun Çöp Apartmanı hikâyesinden televizyona uyarlanan Masumlar Apartmanı dizisinde kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin gücü mercek altına alınarak, dizideki karakterlerin zaman içerisinde nefret söyleminden sevgi söylemine geçişi, ayrıca, bu söylemlere bakarak karakterler arasındaki ilişkiler ve ruhsal durumları hakkında yorumlar yapılarak kişilerarası ilişkilerde kelimelerin ve kullanılan söylemlerin rolü irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler:
Nefret Söylemi, Sevgi Söylemi, Masumlar Apartmanı/Çöp Apartmanı, Gülseren Budayıcıoğlu
in Iraq as Reflected in the movie, Queen of the Desert:
The English writer, archaelogist, political officer, Gertrude Lowthian Bell, known as the Queen of the Desert, is one of the most influential historical figures, who started important social changes in the Gulf region, especially in Iraq and Jordan by supporting the emergence of Arab nationalism in these societies. Directed by Werner Herzog, the story of her life is made into a movie, entitled as Queen of the Desert in 2015.
It was assumed that 20th century was going to be “the age of nation-states” (see Aydemir: 2021, 224; Wimmer and Feinstein: 2010, 786), which means the end of many empires such as Austria-Habsburg and Ottoman empires. Accordingly, the movie Queen of the Desert starts with the scene of colonial powers, who set their eyes on dividing the spoils that would be earned after the demise of Ottoman Empire and who are looking for prospective kings for the emerging kingdoms and nation-states in the Gulf region. However, the leading politicians such as Churchill and leading military men are in need of reliable knowledge about the people of the Gulf societies and they are informed that the best source of information in the Gulf region is a woman named Gertrude Lowthian Bell
Thus, the aim of this study is to explore the methods used by Gertrude Lowthian Bell in the implementation of social changes in the Gulf region with reference to the information and examples given in the movie, Queen of the Desert.
Key words:
Gertrude Lowthian Bell, Queen of the Desert, Arab nationalism, social changes, the Gulf region.
Abstract:
Though, William Faulkner’s short story, “A Rose for Emily” is written in 1930, its themes are very appealing for the contemporary readers as it still manages to raise many questions on the minds of the contemporary readers. In this study, the influence of oppression both on the individual and society will be analyzed with reference to the protagonist, Emily and her hometown (the semi-rural town of Jefferson, Mississipi, the Southern society). In doing so, the causes of Emily’s loneliness and psychological problems will be put under scrutiny as well and hence a better insight will be gained into the life conditions of the Southern people in Faulkner’s time and the link between the individual and the society, s/he lives in.
Key words:
William Faulkner, “A Rose for Emily”, Oppression, Individual and Society, Cultural- Psychology.
Baskının Faulkner’ın “Emily için Bir Gül” adlı Kısa Hikayesinde Birey ve Toplum Üzerindeki Etkileri
Özet:
William Faulkner'ın "Emily için Bir Gül" adlı kısa hikayesi 1930 yılında kaleme alınmasına rağmen, ele alınan konular günümüz okuyucusunu da cezbederek okuyucuların zihninde bir sürü soru işareti uyandırmaktadır. Bu çalışmada, Faulkner’ın "Emily için Bir Gül" adlı kısa hikayesinin ana karakteri Emily ve yaşadığı Jefferson kasabası esas alınarak, baskının hem birey hem de toplum üzerindeki etkileri incelenecektir. Böylece, Emily'nin ruhsal sorunlarının ve yalnızlığının altında yatan sebepler mercek altına alınarak, Faulkner döneminin Güney Amerika'sındaki hayat koşulları, birey ve toplum arasındaki ilişkiler de daha iyi anlaşılabilecektir.
Anahtar Kelimeler:
William Faulkner, "Emily için Bir Gül", Baskı, Birey ve Toplum, Kültürel Psikoloji.
Directed by Iranian director Majid Majidi, The
Song of Sparrows (2008) tells the story of Karim,
who begins to work as a motorcycle taxi driver in
the city-centre after losing his job at an ostrich
farm outside of Tehran, Iran. But the change in
his job begins to change his perception of life and
it begins to challenge his moral values and
principles and he goes through some temptations
as to whether he should preserve his halal-life-
style or he should adopt an opportunistic-life-
style.
Combining his first hand experiences of first being a patient in a mental hospital and being a medical doctor later on, he offers alternative treatments (which emphasize caring and sharing) at the Gesundheit Institute and eventually, he touches the lives of many people around himself. However, the story of Patch Adams is adapted into a movie and his ideas and principles in relation to health & healing reach out to millions of people through media.
Thus, in this study, Adams’ healing journey and his healing methods in the field of medicine will be scrutinized with reference to the events narrated in Patch Adams. And also the power of movies to raise consciousness about health issues in the contemporary world will be discussed.
Key words:
Patch Adams (1998), health & healing, the Gesundheit Institute, alternative treatments, medicine
Key words:
Neo-Nazism, Islamophobia, Turkish immigrants, discrimination, hatred crimes in 21st century Germany, Fatih Akın.
Özet
Milli Sosyalist Gizli Örgütü tarafından işlenen nefret suçlarından esinlenerek Fatih Akın
tarafından çekilen Paramparça filminde (Almanya’da yaşayan, Kürt asıllı Türk) kocasını ve çocuğunu bir patlamada kaybeden ve hayatı alt üst olan Katya’nın hayatı ele alınmaktadır.
Akın filmde Almanya’daki yabancı düşmanlığı, nefret suçları ve neo-Nazism gibi konuları ele almaktadır. Akın ayrıca Katya esas kadın karakteri üzerinden “aşırı sağcı şiddetin nasıl geri teptiği” ve “liberal toplumların aşırı uçtaki siyasal yurttaşlarıyla baş etme/etmeme” metotlarını irdeleyerek Almanya’daki yargı sistemi üzerine de ışık tutmaya çalışmaktadır. Bu nedenlerle, bu çalışmada, Fatih Akın’ın Paramparça filmi üzerinden neo-Nazism, İslamofobi, ırk ayrımcılığı ve 21nci yüzyıl Almanya’sındaki Türk göçmenlerin sorunları ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler:
Neo-Nazism, İslamofobi, Türk göçmenler, ayrımcılık, 21nci yüzyıl Almanya’sında nefret
suçları, Fatih Akın.
The Return is a 1972 movie directed and co-starred by Türkan Şoray (and Kadir İnanır) is set in a village of Anatolia. The movie is mainly about the problems of women and migration. In 1973, it was given the special award in Moskova Film Festival and it was the mostly watched film of the year in Turkey. One of the reasons of its popularity might stem from the fact that the film gives a voice to the thousand gastarbeiters (who immigrate from Turkey to Germany), whose problems are mostly ignored and neglected in the motion pictures. With this movie, underprivileged groups such as women and working class people had a chance to be seen and recognized in cinema and their problems are acknowledged. In other words, topics like immigration, identity and sense of belonging are scrutinized. Thus, in this study, the women issue, the immigrant5 issue and the identity issue will be explored with reference to the theories of cultural studies theorists by giving examples from the movie, The Return.
Key Words: Women, Immigration, Identity, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Türk Sineması.
Özet:
Başrollerini Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın paylaştığı 1972 yapımı Dönüş filmi, Türkiye’de kadın ve göç sorununu ele almaktadır. Türkan Şoray’ın ilk yönetmenlik ürünü olan ve 1973 Moskova Film Festivali’nde özel ödüle layık görülen Dönüş filmi aynı zamanda aynı yıl en çok hasılat elde eden film olmuştur. Filmin bu başarısının altında Türkiye’den Almanya’ya, Avrupa’ya gastarbeiter (misafir işçi) olarak giden binlerce insanın sorunlarına ayna tutması ve o zamana kadar beyazperdede çok önemsenmeyen, göz ardı edilen işçi sınıfının ve kadınların sorunlarına ses vererek, kimlik, göç, göçmenlik, arafta kalma gibi birçok temaya değinmesi önemli bir etken olabilir diye düşünüyoruz. Bu çalışmada, kültür teorisyenlerinin teorilerine değinerek ve Dönüş filmi üzerinden örneklemelerle “kadın, göç ve kimlik sorunu” incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Göç, Kimlik, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Turkish Cinema, Gastarbeiters.
Kendi güzelliğiyle mest olan Narcissun’un hikâyesini ve sonunu bilmeyen yoktur. Biz de bu çalışmamızda, Narcissun’un hikâyesinden yola çıkarak günümüzdeki bazı İngilizce ve Türkçe şarkılardaki narsizmi incelemeye çalışacağız. Ortaçağ İngiliz Şövalyelerinin leydilerin kalbini kazanmaya çalıştıkları “courtly love traditiondan” (saray aşk geleneğinden) tutun da Barış Manço’nun “güzel sevmeyene yiğit denir mi?” diyen Anadolu söylemlerinden ve şarkı sözlerinden, günümüzün Ferhat Göçer’in “bu kez en çok kendimi severdim” ve Taylor Swift’in “senin kraliçenim” diyen bireyci ve narsist şarkı sözlerini karşılaştırarak, sosyo-ekonomik kültürel değişimlerin ve gelişimlerin lirikler üzerindeki etkileri irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Narsizm, Barış Manço, Ferhat Göçer, Taylor Swift, sosyo-ekonomik ve psiko-kültürel değişimler
ABSTRACT
Everbody must have heard about the story of Narcissus. Relying on the story of Narcissus, we will try to compare and contrast some Turkish and English lyrics. Despite having the cultural heritage of courtly love since the Medieval times in the West and having the cultural heritage of the appreciation of the love of a young man for a beautiful young woman in Anatolian songs in the East, today it is not very rare to see some lyrics (such as the lyrics of Ferhat Göçer’s songs, expressing that he would love only himself [Yıllarım Gitti] and the lyrics of Taylor Swift’s songs, emphasizing that she is the Queen of her lover [Blank Space]), which appreciate self-love and individualism rather than the love for the beloved one. Thus, in this study, we will try to analyze the influence of socio-economic and psycho-cultural changes on the lyrics of some Turkish and English songs.
Key Words: Narcissism, Barış Manço, Ferhat Göçer, Taylor Swift, socio-economic and psycho-cultural changes.
Anahtar Kelimeler:
Selvi Boylum Al Yazmalım (1977), Türkan Şoray, Kadir İnanır, kadın tiplemeleri, kadın sorunu, sosyo-kültürel değişimler.
Directed by Atalay Taşdiken, the Movie, My Sister Mommo,the Bogeyman (2009) is one of the important movies shot in Konya. In the movie, the story of two siblings, Ali&Ayşe, whose mother has passed away recently, is shown. Throughout the movie, the audience witness how they hold on to life in rural parts of Konya (the region called Hüyük, Çavuş). While narrating the adventures of Ali&Ayşe, the movie also shows the natural and historical beauties of rural Konya, which might become attractive eco-torism centers in the future. Moreover, the movie urges the audience to think about the issues such as life, death and family in reference to the life of these two orphaned children, Ali&Ayşe. Hence, My Sister Mommo,the Bogeyman gives an insight into rural culture and natural/historical beauties of Konya and eventually, in the hands of Atalay Taşdiken, it becomes a means to contribute to Konya tourism.
Key words:
Konya rural culture, natural and historical places of rural Konya, childhood in Konya, life, death, family, eco-tourism, local culture.
ÖZET
Yönetmen Atalay Taşdiken’in Kız Kradeşim Mommo (2009) adlı filmi Konya’da çekilen önemli filmlerden bir tanesidir. Filmde, annelerini daha yeni kaybeden iki kardeşin yaşam öyküsü anlatılırken, seyirci Konya’nın Hüyük ilçesine bağlı Çavuş beldesinin doğal ve tarihi güzelliklerini izleme şansı bulur, aynı zamanda da Anadolu kültüründe hayat, ölüm ve aile kavramları üzerine de düşünmeye sevk edilir. Bu çalışmada, Atalay Taşdiken’in Kız Kardeşim Mommo adlı filminde seçilen mekânlar üzerinden Konya köy kültürü, Konya’da çocuk olmak ve çocuk gözüyle hayat, ölüm ve aile temaları mercek altına alınacaktır.
Anahtar Kelimeler:
Konya köylerinin kültürü, Konya doğal ve tarihi güzellikleri, Konya’da çocuk olmak, hayat, ölüm ve aile, Eko-turizm, yerel kültür.
characters, coming from all walks of life such as the ones, who lead secluded lives in
harem and also the others, who cross-dress and work with the construction-workers in the
open-air under the supervision of the great architect, Sinan. In My Master and I, the main
focus in on the adventures of Sinan’s Indian apprentice, Cihan and his elephant, Çota, but
through their adventures in İstanbul, the readers get the opportunity to eye-witness the
multicultural daily life in 16th century Ottoman Empire. Meanwhile, the reader is also
exposed to the lives of many other women characters. Thus, the aim of this paper is to
analyze the portraits of women in 16th century Ottoman Empire as depicted by Elif Şafak
in My Master and I.
Keywords: Elif Şafak, My Master and I, women in 16th century Ottoman Empire, harem,
the great architect Sinan.
Özet
Ustam ve Ben ilk bakışta her ne kadar Mimar Sinan ve onun yaşamı döneminde başa geçen sultanlar (16.yy) hakkında gibi gözükse de, romanda bize o dönemdeki kadınların yaşamları, sorunları ve statüleri hakkında bir fikir sahibi olabileceğimiz (saraydaki/haremdeki kadınlardan inşaat alanlarında bu sarayları inşa eden kadınlara kadar) yeterli sayıda kadın karakterler portre edilmiş ve yaşamları irdelenmiştir; kadınların eğitimleri, günlük hayatları, aşk hayatları ve mesleki hayatları yalın bir dille tasvir edilmiştir. Bu bağlamda, bu tebliğde yetmiş iki milletin birarada yaşadığı, Osmanlı İstanbul’unda Elif Şafak’ın Ustam ve Ben romanı esas alınarak Osmanlı toplumundaki kadın portreleri ele alınacak ve ayrıca Mimar Sinan’ın kadınlara bakış açısına da değinilecektir. Tabii bir de romanı daha da cazip kılan romanın başkahramanı Hintli filbaz Cihan’ın ve onun platonik aşklarına da değinmeden bu çalışmayı sonlandırmayacağız.
Keywords: Elif Şafak, Ustam ve Ben, Osmanlı Toplumu’ndaki kadın, harem, Mimar Sinan.
BABA VE PİÇ’TE KADINLARIN ÖTEKİ/LEŞTİRİLMESİ
İlk bakışta, ataerkil düzende kadınları erkeklerin baskı altında tutabileceği düşünülse de ve kadının kadının halinden anlayacağı sanılsa da yakından bakılınca çoğu öncü feministlerin de değindiği üzere maalesef “kadınlar arasında bir kızkardeşlik bağı olmadığı” (there is no sisterhood among women) görülür. Elif Şafak’ın Baba ve Piç adlı romanı incelendiğinde de kadınların kadınları baskı altına aldığı, dışladığı ve ötekileştirdiği görülmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarından, Cumhuriyet’in kuruluşuna ve milenyuma kadar uzun bir zaman sürecini ele alan romanda toplumun en küçük yapıtaşı olan ailede bile kadınların kadınlara karşı olduğunu ve birbirini ötekileştirdiğini görüyoruz. Bu çalışmada, Şafak’ın Baba ve Piç romanındaki kadın karakterlerin birbirlerine karşı olan tutum ve davranışları üzerinden yola çıkarak erkeklerden ziyade kadınların kadınları ötekileştirerek nasıl ataerkil düzene hizmet ettiği irdelenecektir.
Anahtar Sözcükler:
Elif Şafak, Baba ve Piç, Kadın, Öteki/leştirme, Toplumsal Sosyal Cinsel Kimlik.
Abstract:
THE OTHERIZATION OF WOMEN IN THE BASTARD OF ISTANBUL
At first sight, we may think that it is the men, who oppress women and women do understand women, however, surprisingly enough and as most of the feminists state unfortunately “there is no sisterhood among women”. When we have a closer look at the pages of Şafak’s The Bastard of Istanbul, we see that it is also the women, who oppress, exclude and otherise other women. The novel covers a wide time span; from the last days of Ottoman Empire and the founding of Turkish Republic to millenium. During all this time, in the novel, it is revealed that even in the smallest unit of the society, that is in the family, women are exposed to the othering process as it happens in Kazancı family. Thus, in this study, how women are othered and how men and women do serve to the patriarchy will be scrutinized in regard to The Bastard of Istanbul.
ABSTRACT
Within the framework of social norms and within the restrictions of the thinking mechanisms-based on binary oppositions- being a black, a non-Christian, a homosexual, or leading an alternative life is a queer or a weird thing to do. Is it the case in real life, or are the homosexuals very different from the heterosexuals? Jane Chambers in her play, namely in Eye of the Gull depicts some scenes from the daily lives of the lesbians. Thus, the aim of this paper is to analyse the lesbian couples in Chambers’ Eye of the Gull (1971) and to hold a mirror to their problems and happinesses by making a close reading of the play.
Key Words:
Jane Chambers, Eye of the Gull, lesbianism, gender roles, search for identity/love, alternative life-styles.
IN AHMET HAMDİ TANPINAR’S NOVEL,
MIND AT PEACE
Summary:
In the novel of Mind at Peace, which contains the very down-to-earth observations of Ahmet Hamdi Tanpınar, a mirror is held to the first years of our Republic and to the socio-cultural life of those years. In doing so, human relations of those years were also brought under a close scrutiny. When we look at the daily lives of the characters and their relationships with each other in the novel, we can claim that despite all socio-economic problems, people in Türkiye kept their humanitarian values and overcame all the difficulties by holding onto love on the eve of the Second World War. Keeping this in mind, we think that Mind at Peace can also give inspiration to today's people, who face many hardships living throug a pandemic. Therefore, in this study, we have tried to examine how love is represented in Tanpınar’s novel, Mind at Peace by having a close look at the human nature and psychology and how it is illustrated with reference to the main characters and events narrated in the novel.
Key words:
Ahmet Hamdi Tanpınar, Mind at Peace, love, human nature/psychology, World War II.
Özet:
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok güzel tespitlerini barındıran Huzur romanında Cumhuriyetimizin ilk yıllarına, o yıllardaki sosyo-kültürel hayata bir ayna tutulmakta ve bu esnada insan ilişkileri de yakın bir mercek altına alınmaktadır. Roman kahramanlarının günlük hayatlarına ve birbirleriyle olan ilişkilerine bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı arifesinin Türkiye’sinde insanların tüm sosyo-ekonomik buhranlara rağmen sevgiye, aşka tutunarak tüm zorlukların üstesinden gelerek insan olma vasıflarını koruduklarını ve bu bağlamda, Huzur romanının günümüz insanına da ışık tutabileceği kanısındayız. Bu nedenle, bu çalışmamızda, özellikle sevginin romandaki temsili konusu üzerinde durarak insan doğasını, psikolojisini irdelemeye çalışılacaktır.
Giriş:
Bu çalışmamızda, Alman psikoterapist Bert Hellinger ve Ameri-kalı psikolog Mark Wolynn’in ileri sürdüğü bir ailedeki travmala-rın çözülmediği sürece, sonraki nesillere de aktarıldığı görüşün-den esinlenerek, senaryosunu Nuran Evren Şit'in yazdığı, başrol-lerini Tuba Büyüküstün, Seda Bakan ve Boncuk Yılmaz'ın pay-laştığı Zeytin Ağacı TV dizisinde ilk bakışta “gen-hafızası”, “aile-dizini” ve karakterlerin “yaşam mücadeleleri” konu edilmektedir. Ancak, daha yakından bakıldığında tüm bu konuların temelinde “his ve düşüncelerin birbiriyle çatışması” ve modern insanlar ola-rak hala his ve düşüncelerimiz arasında bir uzlaşma sağlayamaya tam olarak muktedir olamadığımız, belki de bu yüzden günlük hayatımızda huzuru yakalayamadığımız görülmektedir. Nitekim Mevlana’nın “ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” söylemi de bu çatışmanın yükünden insanı ve insanlığı kurtarmak amacıyla söylenmiş olsa gerektir ki Dr. Gabor Mate de benzer bir tutumu Vücudunuz Hayır Diyorsa adlı kitabında dile getirmek-tedir; insanın hislerinin farkında olmasının ve onları ifade ede-bilmesinin önemini vurgulamaktadır. Ülkemizde Dr. Elif Güve-loğlu, Hastalıklar Öğretmendir isimli eserinde duygularımızın aşırı derecede bastırılmasının meydana getirdiği hastalıklara de-ğinmektedir. Louise Hay’in Düşünce Gücüyle Tedavi ve Hasta-lıkların Zihinsel Nedenleri adlı eserleri bu alandaki önemli kay-nak kitaplardandır. Tüm bu araştırmalar ve kuramlardan yola çıkarak, bu çalışmamızda, hislerimiz ve düşüncelerimiz arasında-ki çatışmaların insan sağlığı ve ilişkileri üzerindeki etkileri Zeytin Ağacı dizisinin karakterleri üzerinden örneklerle incelenerek, bu alandaki uzmanların ve teorisyenlerin fikirlerine değinerek incelenecektir.
“Eskiden beri bizim köy hep böyle mi acaba Abbas Emmi? Üç yüz yıldır hep susuz ağaçsız mı? ... Acımasız insanoğlu suları kuruttu, ağaçları farıttı! ... (Baykurt, 2022, 47).
Yukarıdaki sözler, Kaplumbağalar romanında Tozaklı, Alevi köyünün muhtarı Rıza’ya aittir ve köyün çılgın bir yaşlısı olan Kır Abbas’a yöneltilmiştir. Romanın bu iki karakteri arasındaki sohbet daha sonra onların köy halkını da ikna ederek köydeki çorak alanların ıslahının ve toprak iyileştirme çalışmalarının yolunu açacaktır. Bu çalışmamızda, ilk defa 2009 yılında Prof. Dr. Ufuk Özdağ tarafından “Yeryüzünü Restore Etme Çağında Çevreci Eleştiri Üzerine Bir Yazı/ An Essay on Ecocriticism in the Century of Restoring the Earth” adlı makalesinde kullandığı “restoration ecocriticism” (restorasyon çevreci eleştirisi) kavramı bağlamında Fakir Baykurt’un bir Alevi köyünde geçen Kaplumbağalar romanı mercek altına alınarak, yerel edebi eserler ve hikayeler aracılığıyla toplumlarda çevre bilinci oluşturma ve çevre eğitimini yaygınlaştırma ve böylece halkın toprak/su/hava restorasyonu/iyileştirme ve doğayı koruma hareketlerinde aktif katılımının sağlanarak, uzun vadede çevrenin korunması ve edebi eserlerin bu alanda yapabileceği katkılar irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Fakir Baykurt, Kaplumbağalar, Çevreci Türk Alevi Kültürü, “Restorasyon Çevreci Eleştirisi”, Edebiyat ve Çevre Eğitimi, Ufuk Özdağ.
Introduction:
Have you ever come across the term “land doctoring” or “restoration eco-criticism” by any chance? If not this study might appeal to you and might satisfy your curiosity, especially if you are a nature lover.
Wangari Maathai states that “Human beings cannot thrive in a place where the natural environment has been degraded” (viii). Therefore, “human communities restored along with nature. ...” (viii).(see “Foreword” to the twentieth anniversary edition of Jean Giono’s influential narrative on restoration, The Man Who Planted Trees ).
Land doctoring is first uttered by Aldo Leopold and it is used to refer to the restoration of land, water and so on. Land doctoring or restoration eco-criticism is a subgenre of environmental criticism. Inspired by Leopold and his studies, Prof. Dr. Ufuk Özdağ adds “restoration eco-criticism dimension to environmental criticism”. Özdağ coined the term “restoration eco-criticism” in 2009 in her article entitled “An Essay on Ecocriticism in the Century of Restoring the Earth” and Özdağ’s theory of restoration eco-criticism suggests to make use of the local narratives of restoration efforts of lands in order to make people more actively engaged and involved in the preservation of nature. One of the best ways of doing it is to study cultural and literary texts to set good examples for the contemporary settlers of the world. She also states that “there is an urgent need to re-establish the disrupted lands through collective collaborative action” (2022, 3). In Turkish literature, we have Fakir Baykurt’s novel, Tortoises, which inspires to take collaborative action to re-establish degraded lands in one of the Alevi villages of Ankara. This literary-work thus becomes “an eye-opener for the value of restoring lands” (Özdağ, 2022, 3). Thus, the aim of this study is to explore Fakir Baykurt’s novel, namely Tortoises/Kablumbağalar as an eco-critical text, within the scope of restoration eco-criticism, which inspires land-restoration and to explore how literary texts contribute to give and spread environmental education.
Key words: Fakir Baykurt, Tortoises, Environment-friendly Turkish Alevi Culture, Environmental Education, Restoration Eco-criticism.
İNCİ ARAL’IN “GÖLGEDE KIRK DERECE”(2000)
ADLI KISA HİKÂYELERİNDE SOSYAL SINIF BİLİNCİ VE TOPLUMSAL SOSYAL CİNSEL KİMLİK ROLLERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR BAKIŞ:
A COMPARATIVE ANALYSIS OF THE CLASS –CONSCIOUSNESS AND GENDER PATTERNS IN “A ROSE FOR EMILY”(1930) AND “40 DEGREES IN THE SHADE”(2000):
Özet:
Bu çalışmada, William Faulkner’ın “Emily’ye Bir Gül” (1930) ve İnci Aral’ın “Gölgede Kırk Derece” (2000) adlı kısa hikâyelerinde “sosyal sınıf bilinci ve toplumsal sosyal cinsel kimlik rolleri” karşılaştırmalı bir bakış açısıyla incelenecektir.“Emily’ye Bir Gül” (1930) ve “Gölgede Kırk Derece” (2000) kısa hikâyeleri arasında yetmiş yıllık bir zaman dilimi farkı ve ayrıca coğrafya, din, dil, kültür farkı vardır. Buna ilaveten, “Emily’ye Bir Gül” erkek, “Gölgede Kırk Derece” ise kadın bir yazar tarafından kaleme alınmıştır. Bu çalışmada, tüm bu farklılıkları bünyesinde barındıran bu iki kısa hikayede, sosyal sınıf ve toplumsal sosyal cinsel kimlik konularının nasıl ele alındığı ve ana karakterler (Emily ve Bediha) üzerindeki etkileri incelenmeye çalışılacaktır. Böylece, yetmiş yıl ara ile biri erkek diğeri kadın farklı iki coğrafyadan (Amerika-Türkiye) gelen iki yazarın toplumlarındaki sosyal sınıf bilinci ve toplumsal sosyal cinsel kimlik rolleri konularını ele alışları ve bu konulara bakış açıları karşılaştırmalı olarak incelenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Sözcükler:
William Faulkner, “Emily’ye Bir Gül”, İnci Aral, “Gölgede Kırk Derece”, sosyal sınıf bilinci ve toplumsal sosyal cinsel kimlik rolleri.
Abstract:
In this study, the issues of class-consciousness and the gender patterns illustrated in William Faulkner’s “A Rose for Emily”(1930) and İnci Aral’s “40 Degrees in the Shade” (2000) will be analyzed by giving examples from both texts. Though, these two short stories are written by writers, who have completely different cultural backgrounds with regard to their homeland, race, religion, language and their time period as well as their sexes, there seems to be many similarities between “A Rose for Emily”(1930) and “40 Degrees in the Shade” (2000) in terms of class and gender patterns.
Key words:
William Faulkner, “A Rose for Emily”, İnci Aral, “40 Degrees in the Shade”, class-consciousness and the gender patterns.