Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Ekim 23, 2024

Son günler...


Her akşam önce oyun sonra kitap okuma saati yapıyoruz Arya ile :)


Sanırım evvelsi gün çıkmıştı bu muhteşem gökkuşağı :) 



Günlerdir Uno oynuyorduk, bugün değişiklik olsun diyerek kızma birader oynadık. Dün gece Uno'da 5-2 yemiştim; bu gece kızma biraderde 2-0 yendim :D Arya, yenilen pehlivan güreşe doymaz hesabı bir tur daha oynamak istedi ama kitap okuma saatimiz geldiği için kurtardım paçamı :))

Yandan hadi sen de okusana deyip duruyor Arya Hanım :))

Görüşmek üzere... 

Cumartesi, Ağustos 17, 2024

Kadın vs. Erkek

Daha önce "Erkekler Mars'tan, Kadınlar Venüs'ten" kitabından bahsetmiştim. Tamamen olmasa da bazı mantıklı kısımlar vardı içinde. Bu kez "Kadın Beyni, Erkek Beyni" kitabından bahsedeceğim.

Kitabın edebi değeri bence sıfıra yakın, içindeki bilgiler eh işte... Ama kesinlikle katıldığım bazı bölümler var. Bunlardan biri kadınların aylık döngüleri, bu döngüde artan östrojen seviyesinin ruh halimize ve hayatımıza etkileri ile ilgili. 

Bu ay Evrim'in İstanbul'dan döndüğü günler, tam enerjimin full olduğu, gayet keyifli olduğum günlere denk geldi ve ikimiz için de müthiş bir hafta geçirdik. Hemen ardından benim östrojen seviyem dibe doğru çöküşe geçti ve etkisini hissetmemek mümkün değildi. Bu konuda Evrim'le uzun uzun konuştuk ve bu döngüye göre sosyal yaşam ve günlük rutin planlaması yapmaya karar verdik. Tüm bunların üstüne kitapta bu bilgilerden bahsedilince tesadüfün bu kadarı dedim ve buraya da yazmak istedim.

Kitapta salgılanan östrojen seviyesi artınca yapılan işten ve hayattan alınan zevkin de arttığı anlatılıyor. Tabi ki östrojen azalınca o keyif ve motivasyon da azalıyor.



Kitabın yazarının kadın beyni - erkek beyni konusunda yaptığı TedX konuşması. Östrojen ile ilgili kısım 10.dk civarı başlıyor.

Bu arada kitabın adı "Kadın Beyni Erkek Beyni" ama kitabın başında bu duruma yapılan bir açıklama var. Dişi beyinli erkekler ve erkek beyinli kadınlar da var. Bu beyin cinsiyeti normal cinsiyetinizden daha farklı. Videoda 17.dk civarında açıklıyor kitabın yazarı.

Sonuç olarak tam sahilde okumalık, çerez bir kitap :) 

Perşembe, Mayıs 02, 2024

Pazar Mesaisi ve Kendine Ait Bir Oda

Öğretmen olmak bazen eve sınav kağıtları ile gelmek, bazen gönüllü etüt yapmak, bazen gönüllü gözetmen olmak, bazen hem ana-baba olmak manasına gelebiliyor :) Geçen Pazar da öyle zamanlardan biriydi, gönüllü gözetmenlik için okuldaydım.


Önce soruları çözdüm sonra "Kendine Ait Bir Oda"ya daldım. 



Virginia Woolf'un Kendine Ait bir Oda'sı uzun zamandır rafta beni bekliyordu. Pazar okula giderken attım çantama.. Neden şimdiye kadar okumamışım acaba? Kitapta sevdiğim bölümleri paylaşayım :)

Woolf, benden, daha doğrusu bir Manx kedisinden bahsetmiş :D


Tam da Woolf'un dediği gibi sanki "... bir çimenliğin orta yerinde duraklayıp evreni sorguluyorum; bir şey eksik, bir şey farklı..." 



... tuhaf, güzel olmaktan ziyade ilginç...


 "Belki de evrendeki en çok tartışılan hayvan olduğu/n/m/uzun farkında mısınız?" 


Erkeklerin - sözüm meclisten dışarı, istisnalar var tabi ki - kendilerini nasıl dev "ayna"sında gördüklerini açıklıyor bu satırlar. 


Biraz acımasız bir eleştiri gibi görünebilir ama erkeklerin yüzyıllar boyunca kadınlar için "eksik etek", "saçı uzun, aklı kısa" gibi tanımlar kullandığı düşünüldüğünde pek de haksız denilemez. 


Kadının kendine ait bir odası olmasını geçtim, kendi hayatı üzerinde en ufak bir söz hakkı bile yokmuş. 



Hayatın içinde yok sayılan kadın, ne ilginçtir ki en büyük edebi eserlerde baş karakter oluveriyor. 


Kurmaca kralların kaderine hükmeden kadın gerçekte kurmaca yazma hakkına bile sahip değil. 
Ne yaman çelişki! 



Böyle bir dünyada yetişen kadınların kendilerini ifade etmeye çalışacak cesareti bulması mucize! 



Bugün bile toplumun büyük bir kesiminde aynı bakış açısı hakim. 



Woolf, kitap boyunca kadınların erkek egemen toplumda yüzyıllarca mütemadiyen ezilip, küçük ve değersiz görülüp arka plana itildiğini; kurmaca bir eser yazmak bir yana, kendilerini ifade edecek gücü bulmalarının bile ne kadar zor olduğunu gözler önüne seriyor. O zorlu süreçte bir şekilde yazan, gizli saklı da olsa yazmaya cesaret eden cesur kadınlardan bahsediyor. Woolf; Fanny Burney, Eliza Carter ve Aphra Behn'in kadınların edebiyat alanındaki öncüleri olduğunu ve Jane Austen, George Eliot ve Emily Bronte gibi kadın yazarların onlar sayesinde daha kolay kabul gördüğünden de bahsediyor. 

Kitap 160 sayfalık, kısa bir eser ama hemen bitmiyor. Biraz ağır gidiyor nedense. Belki de bahsi geçen konular insanı sık sık durup düşünmeye ittiği içindir. Kitap kadın yazarlara, tüm engellere ve zorluklara rağmen vazgeçmeyip yazmaya devam ettikleri için haklarının teslim edilmesi gerekliliğini hissettiriyor. 

Henüz okumayanlara tavsiye edilir :) 

Cumartesi, Nisan 13, 2024

İkigai

İkigai, şu anda okuduğum kitabın adı.


Kitabın alt başlığı "her güne mana ve neşe katmak". 


Kısaca açıklamak için Wikipedia'ya başvuralım:

"Ikigai (生 き 甲 斐) "varlık nedeni" anlamına gelen Japonca bir kavramdır. "Ikigai" kelimesi genellikle kişinin hayatındaki değer kaynağını veya hayatını değerli kılan şeyleri belirtmek için kullanılır. Türkçeye çevrildiğinde kelime kabaca "uğruna yaşadığınız şey" ya da "sabah uyanma sebebiniz" anlamına gelir."

Kitaptan öğrendiğim birkaç şeyi hemen paylaşayım :)

Hakanasa: Gelip geçici, anlık, kısa süren. Bahar aylarında kiraz ağaçlarının çiçeklendiği dönem "hakanasa"ya örnek veriliyor.

Hanami: Japon kiraz ağaçları çiçeklendiğinde ağacın altında yiyip içme ve o nefes kesici manzaranın tadını çıkarma geleneği

Haiku: 17 heceden oluşan Japon şiiri. Haikular özel bir manzarayı ya da olayı tasvir etmiyor. Aksine günlük hayattaki minik detaylara odaklanıyor: mesela cırcır böceklerinin ya da çekirgelerin sesi gibi. 

Japonlar'ın gelip geçici, basit ama bir o kadar da güzel anlardan maksimum keyif almak için çeşitli gelenekleri var. Bizim yok mu? Bizim de var tabi. Bahar gelince biz de pikniğe gidiyoruz ama gölgesine sığındığımız ağacın, koynunda huzur aradığımız doğanın değerini biliyor muyuz? Orası tartışılır. 

Anime izleyenler bilir Japon kültüründe yemek ve çay çok önemlidir. Japon çay seromonisi desem ne demek istediğim az çok anlaşılır sanırım. Hâl böyle olunca ikigai mantığını anlamak kolaylaşıyor. Neşelenmek için illa ki özel bir şey olmasını beklemeden her gün karşılaştığımız gelip geçici, basit ama güzel olan şeylerden, ince detaylardan keyif almaya odaklanmak gerekiyor. Böylece günlerimiz kendiliğinden mana kazanır diyebiliriz.

İkigai üzerine düşünmek bana iyi geliyor. Kendi hayatımın minik detaylarını irdeleyip aslında mutlu olunacak ne çok şey olduğunu görüyorum. Daha önce şurda ve şurda yazmışım. Şimdi daha geniş bir pencereden bakıyorum mevzuya ve her andan maksimum keyif almak için detaylıca düşünüyorum. 

Neleri seviyorum; neler bana iyi geliyor; neyi, ne kadar yapabilirim?

  • Dil öğrenmeyi, öğrendiğim dilleri kullanmayı, başka dillerde okuyup yazmayı, test çözmeyi seviyorum. İngilizce kitap okuyarak, dizi izleyerek ve ev halkı ile İngilizce konuşarak - artık Arya ile de İngilizce sohbet edebiliyoruz - bu keyfi her günüme bir parça katıyorum. Ama Almanca ve İspanyolca'yı neredeyse unutmak üzereyim. Temelleri hatırlıyorum ama kelime bilgim buhar olmak üzere. O zaman biraz da onları hayatıma dahil etmeliyim.

  • İngilizce öğretmeni olarak görünürde sevdiğim bir şeyi yaparak geçimimi sağlıyorum. Yani görünüşte şanslı azınlıktanım ama işin aslı pek öyle değil maalesef. Okulda her günüm İngilizce öğrenmek istemeyen öğrencileri tam tersine ikna etmeye ve dirençlerini kırıp onlara bir şeyler öğretmeye çalışarak geçiyor. Oysa benim hayalim İngilizce öğrenmek isteyen ve öğrendiği en ufak şeyden bile keyif alan öğrencilerle canla başla çalışmak. Bunu sağlayamıyorum. BİLSEM'e geçebilirsem bu durumun değişeceğini düşünüyorum. İlk adımı attım, gerisi akışa güvenmek.

  • Yazmayı çok seviyorum, yazmak bana çok iyi geliyor. Her gün yazmalıyım. Bir deftere, kağıda, tahtaya belki de aynalara, duvarlara...

  • Yukarıdaki maddelerden anlaşılacağı üzerine bir şeyler öğrenmeyi, ders çalışmayı, not almayı, test çözmeyi seviyorum. Ruhum hep öğrenci ve hep aç :D Onu beslemek için yeni kaynaklar bulmalıyım. Daha doğrusu kaynak çok da ben doğru ilgi alanımı belirleyip o yönde ilerlemeliyim :)

  • Çocuklarım hayallerimin bir çoğunu gerçekleştirememiş olmak beni mutsuz eden şeylerden biri. Bazıları artık kesinlikle yapamayacağım şeyler ama bazıları için hâlâ umut var. Umut olan mevzular üzerine yoğunlaşıp diğerlerinin yükünü omuzlarımdan atmak işleri kolaylaştırabilir.

  • Doğayı, doğada olmayı çok seviyorum. Fıtık yüzünden çok hızlı yorulduğum ve sancılar hiç geçmediği için eskisi gibi doğa yürüyüşlerine katılamıyorum. Buna bir çare bulmalıyım. Düşüneyim bakalım.

  • Güneşli günleri çok seviyorum ve güneşli günlerde dışarda olduğumda çok mutlu oluyorum. Ne güzel işte, bahar geldi, tam mutlu olunacak zaman dediğinizi duyar gibiyim ama Karadeniz'de bahar biraz dengesiz: 3 gün güneş varsa 4 gün yağmur var. Güneşli günleri yakalayınca bırakmamak gerek. Bazen tembellik edip evden burnumu çıkarmıyorum. Bu uyuşukluğu acilen terk etmem gerek.

  • Güzel giyinmek, aynada kendimi beğenmek beni mutlu ediyor. Giysilerimi elden geçirip gardırobumu sadece sevdiğim, içinde kendimi iyi hissettiğim giysilerden oluşacak şekilde düzenlersem her güne gülümseyerek başlamak kolaylaşır. Giyimden bahsetmişken uzun zamandır merak ettiğim ve bugün öğrendiğim bir şeyi paylaşayım. İnternette hep karşıma çıkan cildinize, size en çok yakışan renkler neler uygulamasını yapmak istiyordum. Bugün yaptım. Benim renk paletim "deep/dark autumn" yani "derin/koyu sonbahar"mış. Tercih etmem gereken, tenime en uygun renkler şunlarmış:

Son yıllarda içgüdüsel olarak tercih ettiğim 
zeytin, haki, bej, kahve ve bordo tonların sebebini anlamış oldum :)


Mevsimlere göre tercih etmem gereken renklerim de bunlarmış :)


Keyif aldığım, ilgilenirken mutlu hissettiğim şeyleri belirleyince üzerine yoğunlaşmak daha kolay. Alanları belirlediğime göre sırada atılacak somut adımlar var :)

Yazımı bayramdan aile fotoları ve sevdiğim şarkılar ile bitireyim.


The Ozcan Family :)


Çekirdek :)


Gel de büyülenme! 




Salı, Şubat 27, 2024

Violeta ve Küçük Mutluluklar

Sevgili Nurşen Öğretmenim, nâm-ı diğer Leylak Dalım, ameliyatım sonrası geçmiş olsun dileklerini kitap hediyesiyle taçlandırmıştı. O sırada okuduğum üç kitaplık seri biter bitmez başlamak için baş ucuma koymuştum. Sonunda başladım okumaya ve yarısına geldim bir çırpıda. 


Kitabın adı Violeta. Yazarın dili oldukça akıcı; anlatılanlar hemen canlanıyor insanın gözünde ve devamında ne olacağını merakla bekleyerek okuyor insan. Kitaptaki karakterler kolayca gerçek birer kimliğe bürünüyor ve satırlar arasında nefes alıp yaşıyorlar gibi.

Kitabın başları İspanyol gribi dönemine rastlıyor. Salgın, ölümler, karantinalar, yasaklar... Çok tanıdık. Okurken Covid günlerine ışınlanmış gibi hissettim. Violeta'nın ve ailesinin serüvenini sanki içlerindeymişçesine okuyorum. .


Kitabın kapağı da kitap gibi güzel ve hüzünlü.



Kitapla ilgili yazmak istediğim bir sürü detay var ama spoiler vermek istemiyorum. Tabi söz veremiyorum çünkü bitirince dayanamayıp yazabilirim :)

...

Daha önce yazmıştım, dün bizim 12. evlilik yıldönümümüzdü. Evrim, "Her sene ben yapıyorum plan-program, bu yıl da sen yap" deyince Batum'a gidelim demiştim ama sonradan vazgeçtim. Evrim, "Birlikte hafif bir yemek ve peynir tabağı hazırlayalım. Şarap da alırız." deyince planı yine o yapmış oldu :D 

Okul çıkışı alışveriş işini halledip mutfağa girdim. Evrim de okuldan gelince yardım etti, hızlıca hazırladık sofrayı. Menüde kıymalı mantar soslu spagetti vardı. Çok basit ama bir o kadar lezizdi hatta Evrim "Bunu fix yıldönümü yemeğimiz yapalım" bile dedi :D Yemek sonrası peynir tabağımız ve şarabımızla sarmaş dolaş müziğe bıraktık kendimizi.


Birlikte büyüyoruz :))


Peynir tabağı hazırlamayı, şarapla ufak ufak atıştırmayı çok seviyorum :)
Özel günleri kutlamak için büyük büyük planlara gerek yok; küçük mutluluklar yetiyor insana :)

Pazar, Şubat 25, 2024

Hafta Biterken...

Cuma günü çocukları kütüphaneye götürdüm. Giderken hafif endişeliydim: Acaba yaramazlık yaparlar mı, gürültü olur mu? Ama çocuklar harikaydılar. Bir kez bile uyarmam gerekmedi. Kütüphaneye üye oldular, satranç oynadılar, kitap seçip okudular ve çıkarken seçtikleri kitapları keydettirip ödünç aldılar. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. İlk fırsatta tekrar gideceğiz. 





5/B Sınıfı 
Sınıf mevcudu 16 ama Cuma günü 3 öğrencim okula gelmemişti. 
Fotoğraflarını ailelerinin izni dahilinde paylaşıyorum :) 



Okul çıkışı sahile gidip kütüphaneden aldığım kitaplarla keyif yaptım tabi ki :) 


 
Yukarıdaki alıntı "Öğretmenin 55 Altın Kuralı" adlı bir kitaptan. Kitabın yazarı Ron Clark isimli bir öğretmen. Kitaba kendi hayat hikayesini anlatarak başlamış. Satırlarında kendimi buldum. Hayallerimiz birebir - abartmıyorum - aynıymış! Trt'de Gizem Avcısı (Relic Hunter) , Star'da Görevimiz Tehlike, Kanal D'de Kod Adı (Alias), Pazar sinemasına Indiana Jones izleyerek büyüyen nesilden başka türlüsü de beklenemez bence :)) Ron Clark'ın önerdiği kurallara gelirsek henüz başlardayım ama şimdiye dek faydalı buldum :) 

Cumartesi günü sabahtan temizlik, alışveriş ve kek yaptım. Çok yorulmuştum ama güzel havayı kaçırmamak için arkadaşımla buluşup sahilde yürüyüş yaptım; yorulunca biraz atıştırıp çay içtik. Eve dönüşte yemek yaptım ettim derken 9 - 9,5 gibi uyuyakalmışım. Bi ara Evrim'in gelip üstümü örtüğünden başka bir şey hatırlamıyorum. Erken uyumuş olmama rağmen bugün çok yorgun ve nedense keyifsiz uyandım. 

Ailecek kahvaltı yaptık, Evrim işe gitti. Biz Arya ile amiral battı ve hazine avı oynadık. Evrim eve gelince bir şeyler izledik ama keyfim yerine gelmeyince kendimi yine güneşin ve sahilin kollarına attım. Dönüşte duş alıp Evrim'e ve Arya'ya sarıldım. Şimdi daha iyiyim :) 

Yarın 12. evlilik yıldönümümüz. 18 yıldır birlikteyiz. Ne ara geçti 18 yıl hiç anlayamıyorum. Böyle böyle çeyrek asır devirip ordan da yarım yüzyıla doğru uzanırız gibime geliyor :)) 


Dün akşam mutfak penceremizden manzara muhteşemdi. Paylaşmadan geçmeyeyim. 

Çarşamba, Ocak 24, 2024

Karanlık Orman

Karanlık Orman, Üç Cisim Problemi kitabı ile başlayan Dünyanın Geçmişi serisinin ikinci kitabı. İlk kez bir serinin ikinci kitabını bu kadar çok beğendim ve ilk kitap için yaptığım eleştiri fazla mıydı acaba diye düşünürken buldum kendimi. İkinci kitabı yazan adamla ilk kitabı yazan adam farklı kişiler gibi sanki. Neden ilk kitabı o kadar sıkıcı yazmış anlayamadım doğrusu. Sanırım ilk kitap gerçekten uzun ve sıkıcı bir "giriş" bölümü ve asıl aksiyon ikinci kitapta yani "gelişme" bölümünde başlıyor. 

Kitap ağır bilim kurgu ve çok katmanlı. Uzaylı istilası öncesi dünyada yaşanan krizi anlatıyor. Uzaylıların dünyaya varması 450 yıl alacak ama bu süreçte dünya kendi içinde çatırdamaya başlıyor. Kitaptaki bilim kurgu öğelerini bir kenara bırakırsak alt metinde ciddi bir toplum ve ahlâk eleştirisi de var. 

İlk kitap aşırı teknik bilgi içeriyor. Fiziğe merakınız varsa seversiniz ama yoksa baya sıkıcı. Okurken ya ben tam anlamadım hissiyatı oluşuyor yer yer. İkinci kitap daha kurgu odaklı, bilimsel mevzular daha anlaşılır bir dille anlatılmış, daha rahat okunuyor. Şu an %70'ini okudum ikinci kitabın; üçüncü kitaba geçmek için harıl harıl okuyorum. Bitirdiğimde seri ile ilgili son fikrim ne olacak çok merak ediyorum. 

İkinci kitapla ilgili yapacağım tek eleştiri, ilk kitapta olan bir karakterin ikinci kitapta tekrar karşımıza çıkması ama konuşmasının, kullandığı kelimelerin ilk kitaptan farklı olması. İlk kitaptaki diyaloglarında asla kullanmadığı bir kelimeyi ikinci kitapta sürekli kullanıyor. Çeviriden kaynaklı olabilir bu problem diye düşündüm ama ilk iki kitabı aynı çevirmen çevirmiş. Karakter devamlılığı açısından beni rahatsız etti ama başkası için sorun olmayabilir. 

Bilim kurgu seviyorsanız seriye bir şans vermelisiniz. Kitap fiyatları insanın gözümü korkutacak boyutlara geldi maalesef. Serinin tamamını almak isterseniz kargoyla beraber 1000 TL civarında bir meblağ tutuyor. Anna's Archive'da kitabın ücretsiz pdf hali mevcut. İnternetten indirip okuyabilirsiniz yazarken biraz utanıyor ve çekiniyorum ama insanların kitap okuma hakkı ekonomik koşullarla sınırlandırılmamalı. İdeal bir dünyada yaşıyor olsaydık, korsan yayınların önüne geçmek için her bireye kitap okuma bütçesi verilmesi lazım derdim ama o kadar naif kalamıyor insan mevcut düzenin içinde maalesef. 



Pazar, Ocak 14, 2024

2024 Okunacaklar Listem

  • Aeden ✔️
  • Dünyanın Geçmişi Üçlemesi ✔️
  • Pia - Arachnoid - Dura Mater serisi 
  • Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı
  • Mutlu Olma Sanatı
  • Ikigai - Giving every day meaning and joy ✔️
  • İkigai - The Japanese Secret to Long and Happy Life
  • Bir Ömür Nasıl Yaşanır ✔️
  • Ben Kirke ✔️
  • Dakikalar İçinde Mitoloji
  • Dakikalar İçinde Avrupa Tarihi
  • Gereksiz Bilgiler Rehberi
  • Evliliğe Karşı
  • Walden, and On the Duty of Civil Disobedience
  • Uçuştan Uçuşa 
  • Rüyanın Öte Yakası
  • Aylak Adam
  • Kadın Beyni, Erkek Beyni ✔️
  • On Buçuk Bölümde Dünya Tarihi
  • Eski Dünya Seyahatnamesi

3 kitaplık seriler ile toplam 24 kitap var listemde. Bu yıl hedefim en az 24 kitap bitirmek ama bakalım :) 

Listeye eklemedim ama aslında ilk kitabımı okuyup bitirdim. Vladimir Turmanov'un yazdığı bir çocuk kitabı serisinin son kitabı Volkandan Kaçmak kitabını bir çırpıda okudum. Serinin önceki kitaplarını da severek okumuştum. 

Şu an Aeden'ı okuyorum. Oldukça farklı başlayan değişik bir kitap. Kitapla ilgili henüz son kararımı vermedim ama favori kitaplarımdan biri olacakmış gibi de hissetmiyorum pek. 

Listedeki her kitabı merakla bekliyorum. Hâlihazırda yatarken okuyabildiğim kadar çok kitap okumak benim için bir kâr olacak iyileşme sürecimde. 

Ben okuyayım, fonda da şöyle tatlı talı müzik eşlik etsin diyenler için şuracığa bir string quarter bırakayım :) 



Edit: Liste dışına çıkıp okuduğum kitaplar da oldu. Onları da yazayım. 

  • Violeta ✔️
  • Öğretmenin 55 Altın Kuralı ✔️
  • Amok Koşucusu ✔️
  • Kendine Ait Bir Oda ✔️

Cumartesi, Ocak 13, 2024

Bir Kelime: Nekahet ve İyi ki Kobo

Sevgili Momentos'un kulakları çınlasın, bugünün kelimesi benden gelsin:

Nekahet: (neka:het), Arapça neḳāhet

1) isim ► Hastalıktan yeni kurtulmuş zayıf ve hâlsiz olan kimsenin durumu:
    
  "His var mı bu âlemde nekahet gibi tatlı." - Yahya Kemal Beyatlı

2) isim, mecaz ► durgunluk.

Şu an içinde bulunduğum ameliyat (ya da hastalık) sonrası iyileşme sürecine "nekahet dönemi" deniliyor. Ben kelimeyi "nekahât" olarak biliyordum ama doğrusu "nekahet"miş. Çok içime sinmedi ama TDK böyle diyor.

Gelelim bu süreci nasıl geçirdiğimde; bol bol Jane Austen filmi izleyorum ve uzun zamandır okunacaklar listemde bekleyen kitapları okuyorum. 

Kitapların hepsini internetten indirdim ve Kobo sayesinde okuyorum. Bir kitabın 100 - 150 TL olduğunu düşününce e-reader almak çok daha kârlı. Benimkisi Evrim'in hediyesi :) 5-6 yıldır kullanıyorum ve çok memnunum. Kitapları indirdiğim siteleri şöyle bırakayım. 

Hattusa - Aylık 10 kitap ücretsiz 

Anna's Archive - Sınırsız ama aynı gün içinde çok fazla indirme işlemi yapılınca kısıtlama gelebiliyor. 

E-kitaplar telefonda okunabiliyor ama benim gözlerim çok çabuk yoruluyor. Kobo telefon gibi değil, gerçek kitaba oldukça yakın bir hissiyat veriyor. Evet kitap kokusu yok ama başka avantajları var: Tek bir kitap boyutunda ama içine yüzlerce kitap sığıyor; aynı anda birden fazla kitap okumayı kolaylaştırıyor; yatarken okumak çok kolay, iki elle tutmak gerekmiyor, sayfalar kıvrılmıyor; geceleyin okumak için kendi ışığı var, su ve kum geçirmiyor. Bir şans vermekte fayda var bence :) 

Bakalım nekahet(?) sürecinde kaç kitap bitireceğim :) 

Pazar, Mart 26, 2023

Hiç durmadan...

Blogu okuyanlar hatırlar belki bir ara hiç kitap okumayamadığım bir süreç olmuştu. Bir süredir bunun tam tersi oluyor. Elimden bırakamıyorum kitabı ve o kadar iyi geliyor ki... Durmadan okuyorum, okudukça okumak istiyorum. Okurken ne dert kalıyor, ne tasa!

En sevdiğim türler bilim kurgu ve fantastik edebiyat. Favori yazarlarımdan biri olan Asimov'un yazdığı neredeyse her şeyi okudum. Bu durum işleri benim için biraz zorlaştırmıştı ki yakın zamanda David Eddings'e sardım. Önce Elenium üçlemesini, ardından da devam serisi olan Tamuli üçlemesini bitirdim. Yeni seriye başlamadan önce The Redemption of Althalus'u okudum. Şimdi Belgariad serisini okuyorum. Evrim de bu yazarı çok seviyor; Elenium ve Tamuli serisi ile Althalus'u o önermişti. Belgariad serisini okumamış ama birlikte yazar ve kitaplarıyla ilgili sohbet etmek pek keyifli oluyor :) 

Kitap okurken film izler gibi hatta o filmin içinde yaşar gibi hissediyorum kendimi. Kelimeler zihnimde sahnelere dönüşüyor ve karakterlerle birlikte bambaşka bir dünyada maceralara atılıyorum. Kitap okumayı sevenler ne demek istediğimi anlayacaktır eminim :) Kitap okumayı sevmeyenlerin bu deneyimi yaşamadıkları için kitapları sevmediğini düşünüyorum. Yani kitabın içine giremedikleri için okumak onlara cazip gelmiyor sanırım. Yoksa bir insan nasıl sevmez ki kitap okumayı? Kitap deyince şuraya bi link bırakayım :D

Bu aralar kitap okumanın dışında yine eski bir alışkanlığa, radyo tiyatrolarına döndük Evrim'le. Bir ara her gün dinliyorduk sonra hayat hızlandı ve pek fırsatımız olmadı. Bugünlerde fırsat bulup dinliyoruz yine. Tabi ki favorimiz her zamanki gibi detektif hikayeleri :) Merak edenler için birkaç link bırakıyorum. Sonuncusu diğerlerinden farklı olarak bir komedi :) 


Agatha Christie - Unutulmuş Bir Cinayet 


Agatha Christie - Geç Gelen Tanık


Bıyık Yarışması 


Kısacası bu aralar günlerim kitaplar, podcastler ve radyo tiyatrosu ile geçiyor ve inanılmaz iyi geliyor bana :) Gereksiz insanlardan ve gereksiz dertlerden uzaklaştıkça zihin yorgunluğum hafifliyor, mantığım geri geliyor. 

Aynen böyle devam etmekle kararlıyım :) 

Cuma, Temmuz 29, 2022

"Lütfen Bitmesin!"ler vs. "Bitsin"ler ve Birazcık Özeleştiri

Bence dünyada 2 tip kitap var: "Bitsin" diye okunanlar ve "Lütfen bitmesin!" diye okunan kitaplar.


Son okuduğum üç kitaptan ikisi - Hayat Hanım ve Nietzsche Ağladığında - "Lütfen bitmesin!" diyerek okunanlar kategorisindeyken, bugün okuyup bitirdiğim Zweig'ın Satranç kitabı ise kesinlikle "Bitsin" kategorisinde.

Daha önce de Zweig okuyup pek sevmemiştim. Ama "Amok Koşucusu" ve "Satranç"ı okumadan Zweig hakkındaki son kararı vermemem gerektiğini söyleyen arkadaşlarım oldu. 

"Satranç" uzun zamandır rafta okunmayı bekliyordu, hadi bir şans vereyim diyerek çantama atıp Arya ile denize geldim. Kitap bitti, Zweig hakkındaki fikirlerim değişmedi. Benim tarzım değil. Tam bu noktada bir öz eleştiri yapmam gerekiyor. Zweig'ın kurgusu tek bir kişi üzerine yoğunlaşıyor; yan karakterler, yan hikayeler yok denecek kadar zayıf. Benim hikayelerimde de durum böyle maalesef. Yani Zweig'ı beğenmeme sebeplerimden biri onun hikayelerinin de benimkiler gibi tek katmanlı oluşu. 

Biraz daha açıklamam gerekirse; benim için bir romanda daha fazla karakter, daha fazla hikaye olmalı. Baş karakterlerin dışında hikaye yan karakterlerle ve onların hikayeleriyle zenginleştirilmeli. Okurken keşke ben de böyle yazabilsem demeliyim; yazara, hayal gücüne, yaratım becerisine hayran kalmalıyım.

Kendimde gördüğüm en büyük eksiklik çok karakterli ve çok katmanlı kurgular yazamamak ve aynı eksikliği Zweig'da da görünce istemsizce gıcık oluyorum. Kendimi Zweig ile kıyaslamıyorum. Sadece ister istemez Zweig'ın bundan çok daha iyi olması gerektiğini düşünüyorum. Tek bir kişiye, tek bir olaya odaklanmak onun kişisel tercihi olabilir. Ama bence bu tarz kurgular biraz yavan, biraz kısır kalıyor. Ben kendi öykülerimi yan hikayelerle zenginleştirmeyi, yeni katmanlar eklemeyi çok istiyorum ama henüz yapamıyorum ve öykü yazmaya ara verme sebebim de bu. Tek karakterli, tek boyutlu öyküler yazmaktan sıkıldım. Zweig konusundaki acımasızlığım da buradan geliyor sanırım. 

Zwieg için düşündüklerime rağmen Amok Koşucusu'nu da okuyacağım çünkü o kadar sevilesi/beğenilesi ne var acaba diye merak ediyorum. Belki okusam da göremeyeceğim ama en azından denemiş olurum.

Bu aralar okuyacak bir şeyler arıyorsanız Hayat Hanım'dan sonra Nietzsche Ağladığında'yı önerebilirim. Çok sevdiğim bazı kısımları aşağıya bırakıyorum. (Evet, altını çize çize, üstünde düşüne düşüne okudum :)





















"Bizler arzu edilenden ziyade arzu etmeye aşığızdır!"

Ne kadar da vurucu bir cümle değil mi?

Hayat, sen bambaşka planlar yaparken başına gelenlermiş gerçekten...

Bu akşam bir elimde kitabım, bir elimde sıcak çikolata ile tam kendi kendime "Huzur bu işte" derken telefon çaldı ve kardeşim ağla...