Papers by Muhammet Talha Sağlam
Kocatepe İslami İlimler Dergisi, 2024
Sosyal değişme, sosyoloji disiplininin ilgilendiği en temel problemlerden biri olagelmiştir. Klas... more Sosyal değişme, sosyoloji disiplininin ilgilendiği en temel problemlerden biri olagelmiştir. Klasik dönem sosyologları sosyal değişmeyi daha çok meta teoriler üzerinden okuyarak tarihin ve toplumun yasaları şeklinde izah etme eğilimi göstermişlerdir. Bu durum yapı-fail ilişkisi içinde yapının öncelenmesine, failin ise göz ardı edilmesine sebep olmuştur. Zamanla meta teoriler yerine mezo teorilerin gündeme geldiğini ve nihayetinde sembolik etkileşimci ve fenomenolojik yaklaşım ile faile ayrıcalık atfedilen yeni bir paradigmanın revaç bulduğunu söylemek mümkündür. Bu çalışma, her fırsatta yapı-fail dikotomisini aşmaya çalışan Bourdieu’nün habitus kavramının, sosyal değişme problemini ele alırken son derece kullanışlı olabileceğini göstermeyi amaçlamaktadır. Literatür taramasına dayanan araştırmada Bourdieu’nün çalışmalarının önemli bir kısmı içerik analizine tâbi tutulmuştur. Böylece yazarın habitus kavramını nasıl anladığı, ona hangi anlamları yüklediği, çalışmalarından hareketle ortaya konmuştur. Bunun da ötesinde yazarın sosyal değişime dair görüşlerine nüfuz edilmeye çalışılarak Bourdieu’nün görüşlerinin habitus ve sosyal değişme ilişkisi bağlamında değerlendirilip sistematik şekilde ortaya konmasına gayret edilmiştir. Bu çerçevede ilk başlıkta Bourdieu’nün yöntemine değinilmiş ve kendisinin habitus kavramına nasıl bir anlam yüklediği ele alınmıştır. Kökeni Aristoteles’in heksis kavramına dayanan habitus kavramı, farklı sosyologlar ve filozoflar tarafından kullanılmıştır. Ancak habitusu adeta yeniden keşfederek düşünce sisteminde merkezî bir yere konumlandıran kişi Bourdieu olmuştur. Bourdieu’nün yönteminin en belirleyici yanı, toplumbilimin dikotomik olarak ele aldığı yapı-fail, öznelcilik-nesnelcilik ayrımını aşma gayretidir. Habitus, alan, uzam, farklı sermaye türleri gibi kavramların tamamı bu çabaya hizmet etmektedir. Nitekim Bourdieu, eylem felsefesini açıklarken nesnel yapılar ile katıştırılmış yapılar arasındaki çift yönlü bağı kurma noktasında anılan bu kavramları son derece işlevsel kullanmaktadır. Bourdieu, habitusu öyle anlamlandırmıştır ki; okuyucu, kimi zaman bu kavramın büyük ölçüde yapıyı kimi zaman da en az aynı ölçüde faili öncelediği izlenimine kapılmaktadır. Buna rağmen habitusa dair açıklamalarda her ne kadar faile ayrıcalık atfetmeye çalışsa da yapısal yönün bir adım öne çıktığı söylenebilir. İkinci başlıkta ise sosyal değişme ve habitus ilişkisi tartışılarak sistematik bir değerlendirme ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bourdieu; toplumsal sınıflar, yaşam tarzları, üretim biçimleri ve beğeniler gibi topluma dair her şeyi, geçmiş tarihin ürünü ve sonraki tarihin ilkesi olarak kabul etmektedir. Geçmişin bugünü şekillendirmesi bugüne ait statik bir eğilime işaret ediyorsa, günümüzün geleceği şekillendirmesi de aynı ölçüde bugüne ait dinamik bir eğilimi vurgulamaktadır. Toplum, tarih içindeki bu dinamizmle sürekli bir değişim halindedir. Değişimin ilkesi ise seçkinlik tekelini elinde bulundurma mücadelesidir. Dolayısıyla her şey değişir, değişmeyen tek şey ise seçkinlerin kendilerini ötekilerden ayırma, tâbi olanların ise seçkinlerin yerini alma çabasıdır. Bourdieu’nün habitus kavramına yüklediği anlamlar ve bu kavram ile geliştirdiği diğer kavramlar arasında kurduğu ilişki göz önüne alındığında habitusun, sosyal değişmeyle yakından ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Habitus, doğrudan üretim koşullarından kaynaklanmayan sayısız sonuç yaratabilecek bir devinime sahiptir. Buna göre benimsediği ilişkisel yöntem çerçevesinde Bourdieu’nün toplumsal değişimi; keskin sınırları olmayan, bileşke kuvvetlerin şekillendirdiği bir süreç olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Habitus kavramı ise alan, güzergâhlar, çeşitli sermaye türleri, toplumsal konumlar gibi farklı kavramlarla birlikte hem yapıyı hem de faili göz ardı etmeden sosyal değişimi açıklama imkânı sunmaktadır. Ayrıca bu çalışma Bourdieu’nün sosyal değişime dair görüşlerini daha sistematik hale getirme ve habitus ile sosyal değişim ilişkisine odaklanma açısından da mütevazı bir katkı niteliğindedir.
Zenodo (CERN European Organization for Nuclear Research), Dec 29, 2022
Öz: Sanayi Devrimi sonrasī kīrsal alanlardan kentlere yönelen yoğun göçler, kentleşmenin hīzīnī a... more Öz: Sanayi Devrimi sonrasī kīrsal alanlardan kentlere yönelen yoğun göçler, kentleşmenin hīzīnī artīrmīştīr. Türkiye ise benzer süreçleri, 20. yüzyīlīn ikinci yarīsī itibariyle yaşamaya başlamīş ve hīzlī bir kentleşme sürecine girmiştir. Farklī bölgelerdeki kīrsal nüfus, büyükşehirlere akīn etmiştir. Böylece ülkenin farklī yerel kültürleri kentlere taşīnmīş ayrīca yeni kent sakinleri, başta kent kültürü olmak üzere farklī kültürlerle tanīşmīşlardīr. Bu çalīşma, kentlileşme sürecinde meydana gelen sosyal, kültürel ve dinî değişmeyi, düğün merasimleri üzerinden ele almaktadīr. Çünkü düğün merasimleri, bir topluluğun kültürünü yansītan en önemli unsurlardandīr. Bunun yanīnda yaşam tarzīnī şekillendiren kültürün, sosyal ve dinî hayatla olan ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, düğün merasimlerinin ve bu merasimlerde yaşanan değişimin, toplumu anlama noktasīnda önemli bir projeksiyon işlevi göreceği düşünülmektedir. Çalīşmamīz bu noktadan hareketle nitel yöntemin tercih edildiği ve fenomenolojik desenin kullanīldīğī bir alan araştīrmasīdīr. Bursa kent merkezine göç eden Belenören köylüsü ailelerin üç nesliyle derinlemesine görüşmeler yapīlmīştīr. Böylece kentlileşme sürecinde düğün merasimlerinde yaşanan değişimi görme fīrsatī elde edilmiştir. Bir yandan bu değişimin sosyal, kültürel ve dinî yönlerine temas edilirken diğer yandan ilgili yöreye ait folklorik unsurlara yer verilmiştir.
Kocatepe İslami İlimler Dergisi, 2022
Kentlileşme, sosyal değişmenin hızını ve niteliğini büyük ölçüde artırmıştır. Sanayi Devrimiyle
... more Kentlileşme, sosyal değişmenin hızını ve niteliğini büyük ölçüde artırmıştır. Sanayi Devrimiyle
birlikte kentler, kır nüfusunu çekerek yoğun ve kalabalık yerleşim birimleri haline gelmiştir.
Yeni kent sakinleri, üretim ve tüketim ilişkileri, sahip oldukları kültür ve kendilerini bağlayan
ahlaki ilkeler açısından önemli değişimler yaşamışlardır. Gelişmiş ülkelerin, Sanayi
Devriminin hemen sonrasında yaşadığı bu değişimleri Türkiye, 20. yüzyılın ikinci yarısı
itibarıyla tecrübe etmeye başlamıştır. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük kentlere
istikrarlı göç hareketleri gerçekleşmiş ve buralarda yaşayan nüfus hızla artmıştır. Böylece
kentlerde farklı yaşam tarzları, yeni insan ilişkileri ve kültürler görülmeye başlamıştır. İletişim
araçlarında meydana gelen gelişmeler ise gerçekleşen değişim üzerinde çarpan etkisi
oluşturmuştur. Tüm bunlar kültürle yakın ilişki içinde olan din kurumunu da önemli ölçüde
etkilemiştir. Pek çok boyuta sahip olan bu etki çalışmamızda daha spesifik şekilde ele
alınmıştır. Kentlileşme sürecinde yaşanan sosyal ve dini değişimin bazı dini pratikler
üzerindeki etkisine, din-kültür ilişkisi bağlamında odaklanılmıştır. Çalışma nitel araştırma
yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Örneklem olarak Bursa’nın Belenören köyünden
kent merkezine göç eden aileler seçilmiştir. Kentlileşme sürecini izleyebilmek için her ailenin
üç neslini temsil eden toplam 42 kişiyle görüşülmüştür. Araştırma verilerinin toplanmasında
yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılmıştır. Görüşme sonucunda elde edilen veriler,
içerik analizine tabi tutulmuştur. Diğer taraftan kültür ile din-kültür ve kentlileşme ilişkisine
dair literatür taranmıştır. Elinizdeki araştırma şu üç temel soru üzerinde şekillenmiştir. 1) Din
ile kültür arasındaki ilişki nedir? 2) Kentlileşmenin getirdiği değişim, kültürü ve dini
etkilemekte midir? 3) Kentlileşme sürecinde yaşanan dini ve kültürel değişim bazı dini
pratiklerin uygulanmasına yansımakta mıdır? Çalışma kapsamında katılımcılara, başta inanç
ve ibadete dair olmak üzere pek çok soru yöneltilmiştir. Buna göre katılımcıların oruç, kurban
ve mevlid pratiklerine diğer dini pratiklere göre daha fazla önem verdikleri görülmüştür.
Makalede anılan her bir dini pratik müstakil bir başlık altında ele alınmıştır. Özellikle bu üç
pratiğe verilen önem katılımcıların namaz kılma durumlarıyla kıyaslanmıştır. Buna göre
gündelik hayatlarının merkezine dini koymayan ve dini pratikleri yerine getirme eğilimi
taşımayan katılımcıların bile büyük ölçüde oruç tuttukları görülmüştür. Halihazırda beş vakit
namaz kılan bazı katılımcıların namaz kılmadıkları ve bazı dini yasakları önemsemedikleri
dönemlerde dahi oruç tuttuklarını belirtmeleri elde edilen bu kanaati destekler niteliktedir.
Netice itibarıyla oruç pratiği ve bununla ilintili olarak Ramazan ayı, her nesilden katılımcılar
için önemini korumaya devam etmektedir. Orucun ardından kurban pratiği ele alınmıştır. Pek
çok inanç ve kültürde önemli bir yere sahip olan kurban pratiğine eski Türk inanç ve
geleneklerinde de son derece önem atfedilmektedir. Türkler Müslüman olduktan sonra ise bu
önem İslam’ın koyduğu sınırlar çerçevesinde varlığını devam ettirmiştir. Kurban Bayramı
vesilesiyle yaşanan toplumsal coşku ve yardımlaşma ise kurban pratiğine atfedilen önemi
artırmıştır. Tüm bunlar her üç nesilden katılımcıların da kurban pratiğine son derece önem
atfetmelerine sebep olmaktadır. Kentlileşmeyle birlikte kurban pratiğinin uygulanışında da
farklılaşmalar görülmektedir. Kentlileşen katılımcılar kurbanlarını bizzat kendileri kesmek
yerine bu işi profesyonel kasaplara veya sivil toplum kuruluşlarının ve dini grupların
organizasyonlarına bırakmaktadır. Son olarak mevlid pratiği ele alınmıştır. Mevlid
merasimleri Türk halkının dini ve kültürel hayatında önemli bir yere sahiptir. Katılımcılarla
yapılan görüşmeler mevlid merasimlerine atfedilen önemin devam ekmekle birlikte önemli
ölçüde aşındığını göstermektedir. Kentlileşme sürecinde formel din eğitimi alan veya dini
gruplarla temas halinde olan katılımcıların mevlid pratiğine önem atfetmedikleri söylenebilir.
Buna karşın mevlid merasimleri, geleneksel din algısına sahip olan ve dindar bir profil
çizmeyip hayatlarının merkezine dini yerleştirmeyen katılımcıların dini hayatlarında hala
önemli bir yer tutmaktadır. Neticede kentlileşmenin yaşam tarzı, zihniyet yapısı ve kültür
üzerinde meydana getirdiği değişim ve dönüşüm, dini algılama ve yaşama biçimini de
etkilemektedir. Üç farklı neslin, ele alınan üç dini pratiğe atfettikleri önem ve bu pratikleri
uygulama biçimlerindeki farklılık bu etkiyi göstermektedir.
Uludağ Üniversitesi, Jul 31, 2015
Turkish Studies-Social Sciences, 2020
The concept of civil society, which has roots going back to Aristotle's "politike koinonia", has ... more The concept of civil society, which has roots going back to Aristotle's "politike koinonia", has changed and transformed over the history. Civil society today is defined as a society where individuals can form relations and institutions voluntarily and with consent and can act mostly independent of the pressures of economic relations, without having fear of investigation and without asking permission from the state in areas where state's authority and pressure can't reach. Civil society, in the form that is known today, emerged around the mid-1970s and specifically in the 1980s. As a result of globalization, civil society and its organized form, civil society organizations, became much more effective. In the Turkish experience, there have been some increasing pace in the development of civil society during the 1980s and especially the 1990s. Civil society organizations, that are considered as non-governmental entities, despite contentions about their autonomy, can realize many national and international projects. All these have made civil society organizations an important part of the modern society. In order to understand this part better, in this research, the journey of evolution of civil society up to our day and its reflection on Turkey are shown. Along with that, the development of civil society organizations in Turkey, that are the organized form of civil society, are presented starting from the Ottoman experience. In conducting this research, a large literature is covered and statistical data about civil society of our day are employed.
Türkiye’de Sivil Toplumun Tarihi Gelişimi ve Sivil Toplumun Örgütlü Yapısı Olarak STK’lar, 2020
The concept of civil society, which has roots going back to Aristotle’s “politike koinonia”, has ... more The concept of civil society, which has roots going back to Aristotle’s “politike koinonia”, has changed and transformed over the history. Civil society today is defined as a society where individuals can form relations and institutions voluntarily and with consent and can act mostly independent of the pressures of economic relations, without having fear of investigation and without asking permission from the state in areas where state’s authority and pressure can’t reach. Civil society, in the form that is known today, emerged around the mid-1970s and specifically in the 1980s. As a result of globalization, civil society and its organized form, civil society organizations, became much more effective. In the Turkish experience, there have been some increasing pace in the development of civil society during the 1980s and especially the 1990s. Civil society organizations, that are considered as non-governmental entities, despite contentions about their autonomy, can realize many national and international projects. All these have made civil society organizations an important part of the modern society. In order to understand this part better, in this research, the journey of evolution of civil society up to our day and its reflection on Turkey are shown. Along with that, the development of civil society organizations in Turkey, that are the organized form of civil society, are presented starting from the Ottoman experience. In conducting this research, a large literature is covered and statistical data about civil society of our day are employed.
Uploads
Papers by Muhammet Talha Sağlam
birlikte kentler, kır nüfusunu çekerek yoğun ve kalabalık yerleşim birimleri haline gelmiştir.
Yeni kent sakinleri, üretim ve tüketim ilişkileri, sahip oldukları kültür ve kendilerini bağlayan
ahlaki ilkeler açısından önemli değişimler yaşamışlardır. Gelişmiş ülkelerin, Sanayi
Devriminin hemen sonrasında yaşadığı bu değişimleri Türkiye, 20. yüzyılın ikinci yarısı
itibarıyla tecrübe etmeye başlamıştır. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük kentlere
istikrarlı göç hareketleri gerçekleşmiş ve buralarda yaşayan nüfus hızla artmıştır. Böylece
kentlerde farklı yaşam tarzları, yeni insan ilişkileri ve kültürler görülmeye başlamıştır. İletişim
araçlarında meydana gelen gelişmeler ise gerçekleşen değişim üzerinde çarpan etkisi
oluşturmuştur. Tüm bunlar kültürle yakın ilişki içinde olan din kurumunu da önemli ölçüde
etkilemiştir. Pek çok boyuta sahip olan bu etki çalışmamızda daha spesifik şekilde ele
alınmıştır. Kentlileşme sürecinde yaşanan sosyal ve dini değişimin bazı dini pratikler
üzerindeki etkisine, din-kültür ilişkisi bağlamında odaklanılmıştır. Çalışma nitel araştırma
yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Örneklem olarak Bursa’nın Belenören köyünden
kent merkezine göç eden aileler seçilmiştir. Kentlileşme sürecini izleyebilmek için her ailenin
üç neslini temsil eden toplam 42 kişiyle görüşülmüştür. Araştırma verilerinin toplanmasında
yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılmıştır. Görüşme sonucunda elde edilen veriler,
içerik analizine tabi tutulmuştur. Diğer taraftan kültür ile din-kültür ve kentlileşme ilişkisine
dair literatür taranmıştır. Elinizdeki araştırma şu üç temel soru üzerinde şekillenmiştir. 1) Din
ile kültür arasındaki ilişki nedir? 2) Kentlileşmenin getirdiği değişim, kültürü ve dini
etkilemekte midir? 3) Kentlileşme sürecinde yaşanan dini ve kültürel değişim bazı dini
pratiklerin uygulanmasına yansımakta mıdır? Çalışma kapsamında katılımcılara, başta inanç
ve ibadete dair olmak üzere pek çok soru yöneltilmiştir. Buna göre katılımcıların oruç, kurban
ve mevlid pratiklerine diğer dini pratiklere göre daha fazla önem verdikleri görülmüştür.
Makalede anılan her bir dini pratik müstakil bir başlık altında ele alınmıştır. Özellikle bu üç
pratiğe verilen önem katılımcıların namaz kılma durumlarıyla kıyaslanmıştır. Buna göre
gündelik hayatlarının merkezine dini koymayan ve dini pratikleri yerine getirme eğilimi
taşımayan katılımcıların bile büyük ölçüde oruç tuttukları görülmüştür. Halihazırda beş vakit
namaz kılan bazı katılımcıların namaz kılmadıkları ve bazı dini yasakları önemsemedikleri
dönemlerde dahi oruç tuttuklarını belirtmeleri elde edilen bu kanaati destekler niteliktedir.
Netice itibarıyla oruç pratiği ve bununla ilintili olarak Ramazan ayı, her nesilden katılımcılar
için önemini korumaya devam etmektedir. Orucun ardından kurban pratiği ele alınmıştır. Pek
çok inanç ve kültürde önemli bir yere sahip olan kurban pratiğine eski Türk inanç ve
geleneklerinde de son derece önem atfedilmektedir. Türkler Müslüman olduktan sonra ise bu
önem İslam’ın koyduğu sınırlar çerçevesinde varlığını devam ettirmiştir. Kurban Bayramı
vesilesiyle yaşanan toplumsal coşku ve yardımlaşma ise kurban pratiğine atfedilen önemi
artırmıştır. Tüm bunlar her üç nesilden katılımcıların da kurban pratiğine son derece önem
atfetmelerine sebep olmaktadır. Kentlileşmeyle birlikte kurban pratiğinin uygulanışında da
farklılaşmalar görülmektedir. Kentlileşen katılımcılar kurbanlarını bizzat kendileri kesmek
yerine bu işi profesyonel kasaplara veya sivil toplum kuruluşlarının ve dini grupların
organizasyonlarına bırakmaktadır. Son olarak mevlid pratiği ele alınmıştır. Mevlid
merasimleri Türk halkının dini ve kültürel hayatında önemli bir yere sahiptir. Katılımcılarla
yapılan görüşmeler mevlid merasimlerine atfedilen önemin devam ekmekle birlikte önemli
ölçüde aşındığını göstermektedir. Kentlileşme sürecinde formel din eğitimi alan veya dini
gruplarla temas halinde olan katılımcıların mevlid pratiğine önem atfetmedikleri söylenebilir.
Buna karşın mevlid merasimleri, geleneksel din algısına sahip olan ve dindar bir profil
çizmeyip hayatlarının merkezine dini yerleştirmeyen katılımcıların dini hayatlarında hala
önemli bir yer tutmaktadır. Neticede kentlileşmenin yaşam tarzı, zihniyet yapısı ve kültür
üzerinde meydana getirdiği değişim ve dönüşüm, dini algılama ve yaşama biçimini de
etkilemektedir. Üç farklı neslin, ele alınan üç dini pratiğe atfettikleri önem ve bu pratikleri
uygulama biçimlerindeki farklılık bu etkiyi göstermektedir.
birlikte kentler, kır nüfusunu çekerek yoğun ve kalabalık yerleşim birimleri haline gelmiştir.
Yeni kent sakinleri, üretim ve tüketim ilişkileri, sahip oldukları kültür ve kendilerini bağlayan
ahlaki ilkeler açısından önemli değişimler yaşamışlardır. Gelişmiş ülkelerin, Sanayi
Devriminin hemen sonrasında yaşadığı bu değişimleri Türkiye, 20. yüzyılın ikinci yarısı
itibarıyla tecrübe etmeye başlamıştır. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük kentlere
istikrarlı göç hareketleri gerçekleşmiş ve buralarda yaşayan nüfus hızla artmıştır. Böylece
kentlerde farklı yaşam tarzları, yeni insan ilişkileri ve kültürler görülmeye başlamıştır. İletişim
araçlarında meydana gelen gelişmeler ise gerçekleşen değişim üzerinde çarpan etkisi
oluşturmuştur. Tüm bunlar kültürle yakın ilişki içinde olan din kurumunu da önemli ölçüde
etkilemiştir. Pek çok boyuta sahip olan bu etki çalışmamızda daha spesifik şekilde ele
alınmıştır. Kentlileşme sürecinde yaşanan sosyal ve dini değişimin bazı dini pratikler
üzerindeki etkisine, din-kültür ilişkisi bağlamında odaklanılmıştır. Çalışma nitel araştırma
yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Örneklem olarak Bursa’nın Belenören köyünden
kent merkezine göç eden aileler seçilmiştir. Kentlileşme sürecini izleyebilmek için her ailenin
üç neslini temsil eden toplam 42 kişiyle görüşülmüştür. Araştırma verilerinin toplanmasında
yarı yapılandırılmış görüşme tekniği kullanılmıştır. Görüşme sonucunda elde edilen veriler,
içerik analizine tabi tutulmuştur. Diğer taraftan kültür ile din-kültür ve kentlileşme ilişkisine
dair literatür taranmıştır. Elinizdeki araştırma şu üç temel soru üzerinde şekillenmiştir. 1) Din
ile kültür arasındaki ilişki nedir? 2) Kentlileşmenin getirdiği değişim, kültürü ve dini
etkilemekte midir? 3) Kentlileşme sürecinde yaşanan dini ve kültürel değişim bazı dini
pratiklerin uygulanmasına yansımakta mıdır? Çalışma kapsamında katılımcılara, başta inanç
ve ibadete dair olmak üzere pek çok soru yöneltilmiştir. Buna göre katılımcıların oruç, kurban
ve mevlid pratiklerine diğer dini pratiklere göre daha fazla önem verdikleri görülmüştür.
Makalede anılan her bir dini pratik müstakil bir başlık altında ele alınmıştır. Özellikle bu üç
pratiğe verilen önem katılımcıların namaz kılma durumlarıyla kıyaslanmıştır. Buna göre
gündelik hayatlarının merkezine dini koymayan ve dini pratikleri yerine getirme eğilimi
taşımayan katılımcıların bile büyük ölçüde oruç tuttukları görülmüştür. Halihazırda beş vakit
namaz kılan bazı katılımcıların namaz kılmadıkları ve bazı dini yasakları önemsemedikleri
dönemlerde dahi oruç tuttuklarını belirtmeleri elde edilen bu kanaati destekler niteliktedir.
Netice itibarıyla oruç pratiği ve bununla ilintili olarak Ramazan ayı, her nesilden katılımcılar
için önemini korumaya devam etmektedir. Orucun ardından kurban pratiği ele alınmıştır. Pek
çok inanç ve kültürde önemli bir yere sahip olan kurban pratiğine eski Türk inanç ve
geleneklerinde de son derece önem atfedilmektedir. Türkler Müslüman olduktan sonra ise bu
önem İslam’ın koyduğu sınırlar çerçevesinde varlığını devam ettirmiştir. Kurban Bayramı
vesilesiyle yaşanan toplumsal coşku ve yardımlaşma ise kurban pratiğine atfedilen önemi
artırmıştır. Tüm bunlar her üç nesilden katılımcıların da kurban pratiğine son derece önem
atfetmelerine sebep olmaktadır. Kentlileşmeyle birlikte kurban pratiğinin uygulanışında da
farklılaşmalar görülmektedir. Kentlileşen katılımcılar kurbanlarını bizzat kendileri kesmek
yerine bu işi profesyonel kasaplara veya sivil toplum kuruluşlarının ve dini grupların
organizasyonlarına bırakmaktadır. Son olarak mevlid pratiği ele alınmıştır. Mevlid
merasimleri Türk halkının dini ve kültürel hayatında önemli bir yere sahiptir. Katılımcılarla
yapılan görüşmeler mevlid merasimlerine atfedilen önemin devam ekmekle birlikte önemli
ölçüde aşındığını göstermektedir. Kentlileşme sürecinde formel din eğitimi alan veya dini
gruplarla temas halinde olan katılımcıların mevlid pratiğine önem atfetmedikleri söylenebilir.
Buna karşın mevlid merasimleri, geleneksel din algısına sahip olan ve dindar bir profil
çizmeyip hayatlarının merkezine dini yerleştirmeyen katılımcıların dini hayatlarında hala
önemli bir yer tutmaktadır. Neticede kentlileşmenin yaşam tarzı, zihniyet yapısı ve kültür
üzerinde meydana getirdiği değişim ve dönüşüm, dini algılama ve yaşama biçimini de
etkilemektedir. Üç farklı neslin, ele alınan üç dini pratiğe atfettikleri önem ve bu pratikleri
uygulama biçimlerindeki farklılık bu etkiyi göstermektedir.