Papers by Tolga Tellan
İletişim, 1999
In the last two decades, globalism has caused a fundamental appraisal of international economy an... more In the last two decades, globalism has caused a fundamental appraisal of international economy and communication areas. After the Second World War, social needs and relations were explained with development models. In the same way, current relations are tried to be explained by postmodernism and global developmental understanding. In this study, the similarities between globalism and developmental models were examinied and each paradigm was questioned from a critical point view. Ity was argued that the mass media models play a big part in putting forward the renewed approaches of development.
Ve Müzik, 2000
Popüler müziğin 1990'lı yıllar boyunca çokuluslu şirketlerin gözetiminde ekonomik bakımdan gelişi... more Popüler müziğin 1990'lı yıllar boyunca çokuluslu şirketlerin gözetiminde ekonomik bakımdan gelişim göstermesi ve yeni pazarlara açılması, toplumsal 'biz'lik sunumu altında sosyolojik bir aldatmayı/kandırmacayı da beraberinde getirmiştir. Çalışmada popüler müziğin hangi alt başlıklarda kimlere hizmet ettiğinin sorgulanması amaçlanmıştır.
Folklor Edebiyat, 2003
Popüler kültürün en önemli göstergelerinden biri olan popüler müziğin farklı biçimlerde anlamland... more Popüler kültürün en önemli göstergelerinden biri olan popüler müziğin farklı biçimlerde anlamlandırılması, farklı yaklaşım tarzlarına ve farklı çıkarsamalara işaret etmektedir. Bu kuramsal çalışmada 1990'lı yıllarda popüler müziğin kim için, ne anlam ifade ettiği sorgulanmaktadır.
Akademik Yorum, 2000
In this study, the places of communication and knowledge process technologies at national and int... more In this study, the places of communication and knowledge process technologies at national and international markets are examined. Information, passing through decision process, becomes 'knowledge' and it carries an economical value, when it is an economical source. The economy of compunications become base competition element in the development of the countries. In spite of developed countries' pressures, national strategies' applying opportunities should be created.
Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Dergisi, 2003
Türkiye'de popüler kültür yirminci yüzyılın son çeyreğinde biçimlenmiş ve
olgulara yönelik çalışm... more Türkiye'de popüler kültür yirminci yüzyılın son çeyreğinde biçimlenmiş ve
olgulara yönelik çalışmalar da bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu inceleme, özellikle 1980-90'larda gelişen ve sorunu ulusal ölçekte ele alan popüler kültür çalışmalarını sınıflandırmayı amaçlamaktadır. Birçok çalışmada popüler kültür olgusuna yönelik çalışmaların yetersiz olduğu bulgulanmıştır. Konu aynı zamanda yöntem geliştirme ve bu yöntemi uygulamaya koyma sorunlarını da taşımaktadır.
İletişim, 2008
Çalışma "Futbolun gerçek yüzü hangi bağlamda okunursa kavranabilir?" sorusuna yanıt aramaktadır.
Kalkınma ve İletişim, 1999
KALKlNMA ve iLETiŞiM "Kalkmma Stratejileri; gereksinimierin tantmmda, seçilmiş öncelikierin plan/... more KALKlNMA ve iLETiŞiM "Kalkmma Stratejileri; gereksinimierin tantmmda, seçilmiş öncelikierin plan/anmasmda ve uygu/anmasmda iletişimi bö/ünmez bir parça olarak içermelidir. Bu bağlamda iletişim, başl1ca kalkmma kaynaği karar oluşturmada gerçek siyasal katt/Jmt sağlayacak bir araç siyasal seçenekleri tantmamada merkezi enformasyon temeli ve ulusal öncelikierin farkma vardasint sağlayici bir olgu olarak düşünülmelidir" Giriş İıetişim örgütsüz 79 T olga TELLAN ( *] bireyden ve ınsan örgütlülüğünün başlangıcı olan aileden, uluslararası oluşum ve süreçlere değin geniş bir alan içinde karşımıza çıkmaktadır. İnsanın varolduğu her yer ve zaman ilişkisi içinde iletişim gözlemlenmektedir. 1990'lı yıllar iletişim ve iletişim araçları (medya/means) kavramlarının tartışıldığı, sorgulandığı ve yeniden yapılandmidığı bir dönem olmuştur. Bu tartışmaların merkezinde globalizm, enformasyon toplumu ve bilişimin yer alması düşünsel ve siyasi tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Sorgulama iletişimin kültürel öğelerine bağlı olarak gelişmiş; yeniden yapılanma ise sunulanın hizmet olması sebebiyle ekonomik ve hukuki alandaki gelişmelere başat bir özellik kazanmıştır. İletişim çalışmalarında günümüzde de hakim görüşün Pozitivist-işlevseki yaklaşım içindeki Lippmann-Lasswell yorumu olduğunu söyleyebiliriz. Pozitivist-İşlevselci yaklaşım iletişimi, insanın örgütlü yaşamındaki güç ilişkilerinden soyutlayarak; "psikolojik bireye" indirger. İletişim anını ve sürecini, insanlık tarihi boyunca süregelmiş ilişkilerin dışında tutar. "İletişime en geniş haliyle "sosyal" kavramını ekler; algı, tutum, davranış ve inançları bireyle sınıriayarak gözlemler, değerlendirirve sonuçlar çıkarır" (Erdoğan, 1998). Pozitivist iletişim çalışmalarında, kişi, ve grup yapısı ve yapı içerisinde iletişimin yeri incelenmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, iletişim, kapitalist üretim ilişkilerinin ve ortaya çıkardığı mülkiyet yapısının dışlandığı ve Riley, Katz, Halloran ve Schramm gibi aydınlarca kitle iletişim araçlarının işlevlerine (fonksiyonlarına) bağlandığı bir hal almıştır (Alemdar ve Erdoğan, 1998:78-80). İletişim araçlarının görevinin toplumu ve kurumları yönlendirmek olduğu; araçların insanın uzantısı ve egemenliği değiştiren güç olarak anlamlandırılması * UNESCO Mac Bride Raporu, 1980.
Conference Presentations by Tolga Tellan
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Yüzyıl'da İletişim Kongresi II Özet Bildiri Kitabı, 2024
Küresel ticaretin dinamik koşullarında, değişen tüketici davranışlarını anlamak ve bunlara uyum s... more Küresel ticaretin dinamik koşullarında, değişen tüketici davranışlarını anlamak ve bunlara uyum sağlamak işletmelerin başarısı için kritik öneme sahiptir. Bu çalışma, yapay zekâ yazılımlarıyla desteklenmiş kişiselleştirilmiş pazarlamanın ekonomideki dönüştürücü rolüne odaklanmakta, e-ticaret ile tüketici davranışının kesişim alanında gözlemlenen avantajları ve riskleri incelemeyi amaçlamaktadır. Yapay zekâ yazılımlarının ortaya çıkışı, e-ticaret platformlarının bireysel tüketici talepleriyle etkileşime geçme ve bu talepleri karşılama biçiminde kökten değişime neden olmuştur. Yapay zekâ destekli kişiselleştirme teknikleri, geniş veri kümelerini analiz etmek için gelişmiş algoritmalardan yararlanarak spesifik ve taleple alakalı içeriklerin, ürün önerilerinin ve kullanıcı deneyimlerinin şirketlere sunulmasını sağlamaktadır. Bu bağlamda, tüketici tercihlerini tahmin etmede, satın alma sürecini kolaylaştırmada ve daha kişiselleştirilmiş bir alışveriş yolculuğunu teşvik etmede makine öğreniminin rolü önem kazanırken; yapay zekâ destekli kişiselleştirmenin açığa çıkardığı sorunların ve etik konuların da gündeme gelmeye başladığı gözlenmektedir. Veri gizliliği, algoritmik önyargı ve kişiselleştirme-tercihlere müdahalecilik arasındaki hassas denge konularına odaklanılan çalışmada, SWOT analizi ile tüketici davranışını kişiselleştirmede yapay zekânın güçlü ve zayıf yönlerinin, fırsatların ve tehditlerin şirketlerce uygulanan yapay zekâ yazılım örnekleriyle kavranması hedeflenmiştir. Bu bağlamda çalışma, e-ticaret ve tüketici davranışı arasındaki ilişkide yapay zekâ destekli kişiselleştirmenin ticareti dönüştürücü gücüne teorik bağlamda ışık tutmaktadır. Çalışma kapsamındaki tartışmalar göstermektedir ki yapay zekâ destekli kişiselleştirilmiş pazarlama, daha yenilikçi ancak daha tekelci bir
pazar kurgulamaktadır. Şirketlerin kâr hadlerini korumaları, rekabetçi kalmaları ve teknoloji meraklısı tüketicilerin değişen beklentilerini karşılamaları için yapay zekâ odaklı stratejiler geliştirmelerinin günümüzde adeta zorunluluğa dönüşmüş durumda olduğu unutulmamalıdır.
International Ege Congress on Media and Communication Congress Proceedings Book, 2024
Geleneksel pazarlamanın satış odaklı yaklaşımı ürünlerin tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarını gid... more Geleneksel pazarlamanın satış odaklı yaklaşımı ürünlerin tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarını giderme niteliği ile bağlantılı olup; şirketlerin yer, zaman ve mülkiyet faydası oluşturma yükümlülükleri pazarlama faaliyetlerine atfetmektedir. Ancak internet ağı, bilişim teknolojileri, robotik sistemler, algoritmalar ve yapay zeka ile çerçevelenmiş olan çağımız işletmeleri, satışını gerçekleştirdikleri ürünlerin şekil faydasını da mal ve/veya hizmet üzerinden tanımlamaya başlamış durumdadırlar. Kişiselleştirilmiş pazarlama, bilişim teknolojileri sayesinde, marka mesajlarının tüketici tercihleriyle alakalı ve bilişsel-duygusal düzlemde ilgi çekici olmasına odaklanarak, müşteri yönelimi olasılıklarını şirket lehine artırmaktadır. Yapay zeka programları statik segmentasyonun ötesine geçerek, gerçek zamanlı kişiselleştirmeyi kolaylaştırmaktadır. Sanayileşmenin şekillendirdiği ‘yüksek hacimli sistematik üretim-kitlesel tüketim’ sürecinin doğal sonucu olarak biçimlenen halkla ilişkiler faaliyetlerinin, bütünleşik karakteristiği nedeniyle, ürün-marka-işletme üzerinde doğrudan sonuçlar açığa çıkardığı ifade edilmelidir. Yüzyılı aşan bir dönem boyunca hedef kitleyi ve onun iletişim kanallarını etkilemede kullanılan taktik araçlar seti olarak betimlenen halkla ilişkiler, iletişim ortamlarının dijitalleşmesi, paydaşlarla iletişim kurma gereksiniminin artması ve daha fazla kurumsal şeffaflığın ancak iki yönlü veri alışverişiyle mümkün olacağının kabul görmesiyle birlikte stratejik bir nitelik kazanmıştır. Halkla ilişkilerin hedef kitlesi teknolojik yeniliklere bağlı olarak değişimlere kapı araladıkça, halkla ilişkiler faaliyetleri de dijitalleşmekte; yapay zeka algoritmalarından her aşamada yararlanan işletme, ‘organizasyonu’ ile ‘halkı’ arasındaki iletişimi sayısal teknolojiler üzerinden yürütmektedir. Çağımızda halkla ilişkiler, bireylerin şirketlerle etkileşime geçme sürecinin hızlandığı, karşılıklı iletişimlerin yapay zeka yazılımlarına bağlı olarak yoğunlaştığı, büyük veri sayesinde şirketin hedef kitleyi tanıma maliyetinin azaldığı ve hedef kitlenin karakteristiğini netleştirebildiği, makine öğrenimi aracılığıyla tarafların ilettikleri mesajlarda gürültünün ortadan kalkmaya başladığı bir eylemler bütünü haline gelmiştir. Bu kapsamda çalışma ile amaçlanan bilişim teknolojilerindeki gelişmelere bağlı olarak ticari organizasyonların en önemli kesitini oluşturduğu ifade edilen pazarlama ile halkla ilişkiler faaliyetlerinin, özellikle son çeyrek yüzyılda hangi gelişmeler sonucunda ne düzeyde dönüştüklerinin sorgulanmasıdır.
Global Strategy Conference Book of Abstracts, 2023
Uluslararası göç olgusu, bir yandan artan talep ve çeşitlenen beklentiler nedeniyle kamu yönetimi... more Uluslararası göç olgusu, bir yandan artan talep ve çeşitlenen beklentiler nedeniyle kamu yönetiminin yurttaşlarına hizmet sunma fonksiyonunu zayıflatma potansiyeli taşırken diğer yandan da demografik yapı üzerinde hızlı bir değişime neden olarak, ulusal kimliği ve kamu güvenliğini tehdit edebilecek bir ivme kazanabilecektir. Sınır aşan göç olayının, bir devletin başka bir devlete etki etmek ya da ulusal dış politika amaçları doğrultusunda komşu ülkeleri yönlendirmek amacıyla da kullanılabildiği
zaman zaman görülmektedir. Kaynak ve hedef ülkedeki sosyo-kültürel dönüşüm, göçün tüm taraflarını farklı zamanlarda farklı düzeylerde etkileyeceğinden, yaşananlar temelde bir risk yönetimidir. Bu tarz bir risk yönetimi, gerek iç gerekse dış politika ile bağlantılandırılmış, hukuki düzenlemeleri geliştiren ve tarafların tamamına yönelik sosyo-kültürel sonuçları dikkate alan yeni stratejiler geliştirmemizi gerektirmektedir. Aksi takdirde uluslararası göç olgusunun açığa çıkardığı güvenlik algısı ve sorunları yönetilemez hale gelecek, kamu yönetiminin sorunlarla başa çıkması gün geçtikçe zorlaşacaktır.
Uluslararası Güvenlik Sempozyumu Bildiri Özet Kitabı, 2024
Çağımızda küresel iklim krizi, doğal ekosistemler, klimatolojik hareketlilikler ve insan yaşamı ü... more Çağımızda küresel iklim krizi, doğal ekosistemler, klimatolojik hareketlilikler ve insan yaşamı üzerinde çeyrek yüzyıl öncesine değin kıyaslanamayacak ölçüde olumsuz sonuçlar açığa çıkarmaktadır. Uluslararası toplum 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iklim değişikliğinin ve ekolojik sistemin insan hareketlilikleri üzerindeki etkilerini gözlemlemeye başlamış, 21. yüzyılla birlikte ise konunun sosyo-politik yaşamla bağlantıları ve ilk olumsuz sonuçları net bir biçimde deneyimlenmiştir.
İklim krizi, kaynak kıtlığına neden olmakta ya da bu kıtlığı şiddetlendirebilmektedir. Su kıtlığı,
biyoçeşitlilikteki kayıplar, düşük mahsul ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi iklim değişikliği etkileri
doğrudan çatışmalara yol açabileceği gibi, başka coğrafyalarda güvenlik arayan veya geçim koşullarını
sağlamaya çalışan savunmasız durumdaki insanların göç etmesine de neden olabilmektedir. Çok sayıda
insanın zorla veya gönüllü biçimde yer değiştirmesi, potansiyel güç dengelerini değiştirerek daha fazla
kaynak kıtlığına neden olmakta ya da önceden ayrılmış gruplar arasında gerilimleri ateşleyerek birbiriyle
çatışma sürecine sokmaktadır. İklim değişikliklerine bağlı düzensiz göçlerin küresel metropollere,
sanayileşmiş merkezlere ya da ülkelerin kıyı bölgeleri gibi ekonomik, politik, kültürel istikrar için
önemli konumlara doğru yönelmesi ise istikrarsızlaştırıcı güçlerin ön plana çıktığı bir dünyayı bizlere
haber vermektedir. İklim krizine bağlı düzensiz göçler, farklı şekillerde siyasi istikrarsızlıklara neden
olmaktadır. Kitlesel göç hareketlilikleri sıklıkla hem ülke içi hem de uluslararası istikrara ve sosyal
uyuma yönelik bir tehdit olarak şekillenmektedir. Büyük göç akışlarını yönetmekte yetersiz kalan
politikalar, kaynak eşitsizliklerini şiddetlendirebilir, kamu bütçelerini zorlayabilir ve siyasi ortamı geren
yabancı düşmanlığı söylemine katkıda bulunabilir. Göçmenlik karşıtı siyasi aktörler, siyasi duruşlarını
iyileştirmek için düzensiz göç akışlarının hem gerçek hem de algılanan zorluklarına yönelik söylemleri
ele geçirebilir, mevcut gerilimleri alevlendirebilir ve toplumlararası şiddeti tetikleyebilirler. Bu riskler,
yalnızca bir iklim şokunun ardından yaşanan sınıraşırı hareketlilikleri değil, aynı zamanda daha yüksek
iç göç oranları olan topluluklarda bölgesel nüfus kompozisyonları değişimlerini dikkate almanın
önemini de vurgulamaktadır.
Yaşanan iklim krizine bağlı olarak göç edenlerin nasıl tanımlanacağı, sınıflandırılacağı ve
araştırılacağı ise bir diğer önemli tartışma konusudur. Göç olgusunun ‘insanoğlunun fiziksel, ruhsal ve
bilişsel tehlikelere karşı yaşam coğrafyasını değiştirme girişimi’ ya da ‘varoluşuna özsaygı gereği
mekan değişikliği’ şeklinde tanımlanması bile deneyimlenmekte olanın farklı politik düzlemlerde farklı
biçimlerde nitelendiğini bizlere göstermektedir. Göçün bireysel gönüllük ve emek talebi ile
ilişkilendirildiği ulus-devlet merkezli tarihsel yaklaşım son dönemde geriye düşmüş; siyaset, güvenlik,
kültür ve sosyoloji gibi zorunlu dinamiklerin ön plana çıktığı ticari yönetişim yaklaşımı ağırlık
kazanmaya başlamıştır. Ancak iklim krizi esaslı göçler, bu karar verme süreçlerinin tümünden daha
kapsamlı, daha toplumsal ve daha kişiye özeldir. 1980’lerle birlikte ifade edilmeye başlanan ‘çevre
mültecileri’ kavramı, sorunu yavaş bir şekilde tonlarken, 2000’lerde ise ‘iklim mağdurları’ kavramı ile özellikle hukuk ve sınır güvenliği alanında çalışmalar gerçekleştiren uzmanların sorunu adeta
haykırmaya başladıkları görülmektedir. Bu çalışmada, küresel klimatolojinin ve ekosistemin son çeyrek
yüzyılda ürettiği tehditlerin dünya ölçeğinde şekillenen bir sorunu açıkça bizlere hatırlattığı ifade
edilmekte ve felaketler karşısında göç etmeyenlerin ya da göç kararı alanların birbirlerinden izole
edilemeyeceği noktasına vurgu yapılacaktır. İnsanlığın ortak geleceği için en büyük tehditler arasında
yer olan bu konu etkileri bakımından incelenmeyi gerektirmektedir. Özellikle de iklim krizinin Afrika
kıtasındaki etkileri ile ilgili araştırmaların Türkiye’deki akademik alanda ve araştırma merkezlerinde
azlığı çalışmanın özgün değerini oluşturmaktadır. Düzensiz göç olgusunda küresel iklim krizinin
etkisinin yakın dönemdeki örnekler üzerinden tartışılacağı çalışmada, birbirleriyle doğrudan bağlantılı
bu iki istikrarsızlaştırıcı unsurun bir arada değerlendirilmesi gerektiğinin zorunlu olduğu ifade
edilmektedir.
1. Uluslararası İletişim, Teknoloji, Sanat ve Tasarım Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı, 2024
Yaygın kanaatin aksine dijital sanatlar, üretim, aktarım, kayıtlama ve depolama süreçlerinde sayı... more Yaygın kanaatin aksine dijital sanatlar, üretim, aktarım, kayıtlama ve depolama süreçlerinde sayısal teknolojilerin kullandığı bir sanat türü olmanın ötesinde, eserin düşünümünden yok oluşuna değin sayısal kodlara göre dizayn edildiği bir sanat biçimidir. Bilgisayar sanatı, video sanatı, yeni medya sanatı, yazılım sanatı, sanal sanat, interaktif sanat, multimedya sanatı, internet sanatı ve kripto sanat gibi farklı teknolojik ortamlar üzerinden isimlendirilmekle birlikte, dijital sanat, sanatçı ile sanatseverin -üreticiler ile tüketicilerin- eser üzerinden karşılıklı olarak etkileşim kurabildiği, zamansallığa vurgunun esas alındığı ve eserin sayısal düzlemde kodlanabildiği fiziki ya da zihinsel tasarımlardır. Dijital sanatların iki, üç ve çok boyutlu uygulamalarının içerik, çıktı-ürün ve paylaşım düzeyinde ifade edilmesi, bir taraftan medya ile olan bağlarını esas alan diğer taraftan da plastik sanatların türevleri şeklinde somutlaşmasını sağlayan sınıflandırmaları karşımıza çıkarmaktadır. Çalışma kapsamında teknoloji tabanlı platformların gelişimine bağlı olarak çeşitlenen dijital sanatların, algoritmalar ve plastik sanatlar bağlamlarında sınıflandırılması tartışmaya açılmıştır. Dijital sanatların sınıflandırılması, eserlerin mülkiyeti, halka açık içeriklerin nasıl kullanılacağı ve sayısal ekosistemlerin hangi yönde gelişeceği konularının belirginleştirilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi 1. Uluslararası İletişim Günleri Dijital Dönüşüm ve Yeni Medya Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2024
Son yıllarda uluslararası ilişkiler disiplininde, ‘bireyler, gruplar ve toplumlar arasındaki her ... more Son yıllarda uluslararası ilişkiler disiplininde, ‘bireyler, gruplar ve toplumlar arasındaki her türden iletişimin enformasyon ve ulaşım teknolojileri aracılığıyla küresel ölçekte yürütüldüğü ve dijital ağ ortamlarına taşındığı’ yorumunun egemen yaklaşıma dönüşmesi, alanın geleneksel devletlerarası diplomasiden global köy söylemine doğru evrilen tarihsel gelişim anlatısı ile de uyum göstermektedir. Ülkeler arasındaki somut ilişkilere sayısal platformların da eklemlenmesi, yeni egemenlik girişimlerini, yeni siyasal mücadele alanlarını ve yeni tahakküm kurma çabalarını da beraberinde getirmiştir. Yirmibirinci yüzyılda ulusal güçler arasındaki rekabetin ve gerilimlerin kaynakları, üretilen enformasyon miktarı, internet üzerindeki dijital akışın yönü ve yoğunluğu, şirketlerin internet temelli ağ mimarileri, ağ bağlantılı teknoloji gelişiminin kontrolü ve dijital platformların bireyleri global düzeyde yönlendirme kapasitesi şeklinde sıralanırken; uluslararası ilişkilerde ‘yeni normal’ olarak adlandırılan bu durumun enformasyon ile algoritmalar üzerindeki egemenlik savaşı üzerinden somutlaştığı vurgulanmaktadır. Dijital ağların, ağları kontrol eden platformların ve platformlar aracılığıyla sunulan hizmetler ile gerçekleşen satışların şekillendirdiği ticari büyüklüğün gündelik pratikler içerisinde belirleyici bir noktaya gelmiş olması, beraberinde internetin kim(ler) tarafından ve nasıl kontrol edildiği sorusu üzerine düşünmemizi zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, çalışmanın amacı, küresel ölçekte bir dijital hegemonyanın olup olmadığının ve algoritmaları kontrol etmenin uluslararası ilişkiler üzerinde ne gibi yeni sonuçlar doğurduğunun ortaya konulmasıdır. Tanımlayıcı-betimleyici karakteristikte bir niteliksel inceleme olarak tasarlanan çalışmada, teorik analiz, literatür taraması ve istatistik bulgularla desteklenmektedir. Konuya ilişkin tartışmalar göstermektedir ki, dijital hegemonya, kapitalist sanayileşmiş ülkelerin, askeri güç, terör ya da savaş gibi şiddet yöntemleri yerine dünya genelindeki kamuoylarına -sayısal platformlar aracılığıyla- kendi yaşam biçimlerinin belli değerlerini benimsetmesi, enformasyon akışını kontrol etmesi ve sermaye lehine çözümler üreten algoritmalar geliştirmesidir. Bu kapsamda, ekonomik kaynak transferi ve piyasa egemenliği, politik uygulamalar, askeri güç ya da sosyolojik toplum mühendisliği gibi kontrol stratejilerinin yanı sıra, enformasyon ve iletişim teknolojileri sahipliği ile algoritma dizaynının da uluslararası ilişkilerde belirleyici hale geldiği ifade edilebilecektir.
11. Uluslararası İletişim Günleri Dijital Eşitsizlik & Veri Sömürgeciliği Sempozyumu Bildiri Tam Metinler Kitabı, 2024
İnsanlık tarihinin son yarım yüzyıllık kesiti, ‘sonuca ulaşmak için kullanılan akıl yürütme zinci... more İnsanlık tarihinin son yarım yüzyıllık kesiti, ‘sonuca ulaşmak için kullanılan akıl yürütme zincirinin başlangıç malzemesi’, ‘bilinmeyeni bulmaya yarayan bilinen’, ‘üreticisinin-kullanıcısının eylemlerinden etkilenmeyen, belli bir ölçüdeki gözlemlere dayalı simgeler topluluğu’, ‘ham veya işlenmemiş enformasyon’ gibi ifadelerle nitelenen ‘veri’ye ilişkin kodlanma, depolanma ve aktarılma teknolojilerinin hızla geliştiği ve elektro-komünikasyon süreç yönetiminde ikili sayısal sisteme indirgendiği (dijitalleştirildiği) bir zaman dilimi olmuştur. Verilerin gerek elde edilmesinde gerekse de enformasyona dönüştürülerek ticarileştirilmesinde kullanılan küresel internet ağı, askeri-akademik nitelikteki kapalı, yerel ve kontrollü ağ olma özelliğinden hızla sıyrılarak, belli bir protokol dâhilinde sürekli erişilebilir ticari-kitlesel dijital hizmetler zincirine dönüşmüştür. Bu durum ise ‘veri sömürgeciliği’ kavramı ile tanımlanan, veriye ilişkin tecimsel belirsizliklerin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, insan bedeni ile zihnine ait olan her şeyin pazarlanmasını sağlayacak yeni sosyal ilişkilerin inşa edildiği ve toplumsal yaşamın şirketler için açık kaynağa dönüştürüldüğü bir sermaye birikim rejimini karşımıza çıkarmaktadır. Tarihsel-kolonyal sömürgeciliğin birikimi üzerine inşa edilen veri sömürgeciliği, insanlığın geleceğine yönelik bir piyasa saldırısı ve sıradan insan yaşamının dijitalleştirilerek özgürleşme, demokratikleşme, sınırsız erişim gibi söylemler aracılığıyla tüketime mal edilmesidir.
Verinin birikimi, sınıflandırılması, işlenmesi, kategorileştirilmesi ve depolanması sürecine egemen olan ve ‘platform’ olarak adlandırılan şirketler ise, sermaye birikim süreci ile bağlantılı ekonomik konumları, kamu otoritesi karşısındaki politik güçleri, kitleler nezdinde sosyo-psikolojik bağlamda talep gören katılım esaslı içerikleri ve çalışma ilişkilerindeki dönüştürücü rolleri ile çağımız insanının yaşamını yeniden kurgulamaktadırlar. En genel çerçevesiyle platformlar “bir yandan iki ya da daha fazla farklı tipteki kullanıcıyı buluşturarak etkileşime geçmelerini/değer değişimi yapmalarını sağlarken diğer yandan da algoritmalar aracılığıyla duyguları yönlendirip ilgileri yöneten sayısal (digital) ortamlar/ağlar/şirketlerdir”. Platformların inşa ettiği bu yeni kapitalist ilişkiler ağı hukuki bakımdan organize edilmek/düzenlenmek için ‘fazla büyük’, işlem yoğunluğuna oranla emek piyasasına katılacak yeni işgücü açığa çıkarmak için ‘fazla küçük’, finansal gelirlerini yerleşik piyasalarla paylaşma ve vergiler aracılığıyla ulus devlet ekonomilerine katkı sağlamak için ‘fazla kısıtlı’, geleneksel sınıf temelli iş ilişkilerini ortadan kaldırmak için ‘fazla hevesli’ ve mevcut/olası rakiplerini rekabet yoluyla alt ederek faaliyet konusu olan sektörlerde tekele dönüşme çabaları açısından da ‘fazla saldırgandır’. Platformların tüm insanlığı bilişsel düzlemde sömürgeleştirme girişimi, sahip oldukları donanım ve yazılım gücüne, finansal yatırım kapasitelerinin büyüklüklerine, teknolojik yeniliklerin kitlesel çekiciliği kullanma becerilerine ve insan psikolojisinin geride kalma-dışlanma-yalnızlaşma korkusunu işlemelerine dayalıdır. Bu bağlamda, çalışma kapsamında platformların verileri hangi amaçla ve hangi yöntemlerle çıkarıp, depolayıp, işlediği konusunun tartışılması amaçlanmıştır. Platformların, bir bütün olarak insanlığı sömürgeleştirme çabalarının ekonomik, politik ve sosyolojik sonuçlarının analiz edilmesi ve bu duruma karşı insanlık lehine mücadele yöntemleri geliştirilmesi gerekliliği günümüzde akademik bakımdan bir zorunluluğa dönüşmüş durumdadır.
VI. Uluslararası Yeni Medya Konferansı: Yeni Medyanın Ekonomi Politiği: ÖZLER, 2024
Çalışmada, algoritmaların toplumsal güç ilişkilerindeki rolü ile algoritmaların mülkiyetini elind... more Çalışmada, algoritmaların toplumsal güç ilişkilerindeki rolü ile algoritmaların mülkiyetini elinde tutan şirketlerin benimsediği kontrol stratejilerinin tartışılması amaçlanmıştır. Dijital bir gerçekliğin, sosyolojik doğasının ve ekonomi-politik yapısının karşılaştırmalı olarak analiz edilmesinin farklı bakış açıları geliştirilmesine zemin hazırlayacağı açıktır.
Cumhuriyetin 100. Yılında Türkiye'de İletişim Sempozyumu Özet Kitapçığı, 2023
Çalışmada kurumsal iletişim süreci, Cumhuriyetin ilanından planlı ekonomiye geçişe değin süren ka... more Çalışmada kurumsal iletişim süreci, Cumhuriyetin ilanından planlı ekonomiye geçişe değin süren kamu yönetimi odaklı 1923-1960 kesiti, sosyal refah devleti ile kalkınma politikalarının hakim olduğu 1960-1980 kesiti ve 1980 sonrası özel sektör girişimciliğine dayanan piyasa ekonomisi kesiti şeklinde üç döneme ayrılmış ve kapsamlı biçimde tartışmaya açılmıştır.
Yeni Medya Çalışmaları VI. Ulusal Kongre Bildiri Özetleri Kitabı, 2023
Dijital platformların enformatik içerik üreticilerini, kullanıcılarını ve tüketicilerini benzeşti... more Dijital platformların enformatik içerik üreticilerini, kullanıcılarını ve tüketicilerini benzeştirmenin ötesinde algoritmalar aracılığıyla tektipleştirmesinin/aynılaştırmasının temelinde ulusaşırı şirket formatında örgütlenmesi gelmektedir. Dijital platformların yatay dikey-çapraz entegrasyonlar yoluyla şekillendirdiği platform kapitalizmi bilinirlik, katılımcılık ve etkileşimlilik eksenlerinde tahakküm kurma çabası sergilemektedir. Platform kapitalizmi, alternatif üretim merkezlerini, tedarik zincirlerini ve finans sistemini de kendi ağına dahil eden devasa bir ekonomik, politik ve psikolojik güç ilişkileri yapısı açığa çıkarmakta ve kendi kârını azamileştirecek söylemleri, ürünleri ve insanları inşa etmeyi hedeflemektedir.
Bu bağlamda, küresel iletişim altyapısını ve hizmetlerini kontrol eden ve nihai kullanıcılara platformlar üzerinden içerik ürettiren ulusaşırı şirketlerin, insan varoluşunu nasıl etkilediğinin ve dönüştürdüğünün sorgulanması çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Platform kapitalizmi olarak nitelenen güncel ilişkiler ağında, fiziksel-zihinsel emeğe değer katmanın ve çalışanlar lehine bir ekonomi inşa etmenin ancak yankı odası, dijital bağımlılık ve veri sömürgeciliği gibi şirket hegemonyasına ait başlıklarda insan lehine müdahaleler yapılması halinde mümkün olacağı ifade edilebilecektir.
3. Uluslararası Sinema Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2023
The fact that cross-border human mobility occurs on both a voluntary and compulsory basis of reve... more The fact that cross-border human mobility occurs on both a voluntary and compulsory basis of reveals that the characteristics of migrations are shaped by economic needs. The structure of the global economy based on multinational companies has brought manufacturing industries and low-cost supply process businesses to the geographies of Asia, Africa and Latin America, which are defined as the ‘South’. The role of the ‘North’, consisting of countries in North America and Western Europe, is the production of information technologies and services that require high social capital. Nowadays, it is normal for individuals to migrate from the South to the North. After the understanding that industrialized countries cannot export all low-skilled jobs to the ‘South’, it appears that all market conditions that ‘pull’ and ‘push’ migration are shaped by the ‘North’.
Immigrants adapt to the socio-cultural conditions of the target country at the level they find a place in the business world, participate in the living practices of this new geography, and transform the society they live in depending on their level of participation in daily life. International migration flows result in immigrants being characterized as ‘invisible’, ‘excluded’ or ‘accused’ characters in the industrialized ‘North’ world. Immigrants are seen as problems, threats and obstacles in the ‘Northern’ world, and as they participate in the life practices of the society they migrate to, they are exposed to discrimination, hate speech, violence and
racism. Many different issues, such as the participation of immigrants in working life, unregistered employment, social security and occupational health and safety, are regulated by companies in the destination country. These companies cooperate with all market actors –including different groups such as illegal gangs and criminal organizations– for results such as profitability, high efficiency and continuity of earnings. In this context, the study analyzes sample film that are thought to make it easier for
us to understand the conditions under which irregular immigrants and refugees participate in working life, and aims to analyze how the international migration process shapes labor relations in countries dominated by capitalist economic relations through the film narrative. The 96-minute film titled ‘It’s a Free World’, directed by Ken Loach and written by Paul Laverty, dated 2007 and awarded in different international film competitions, was analyzed in this study. Based on film analysis, how irregular immigrants and refugees participate in working life in the country they immigrate to is examined with political-economy method.
In markets where deregulation and subcontracting have become the dominant paradigm and employers can easily turn to the employment of unregistered immigrants to make profits in a short time, migrant workers have become an element of competition between companies. Discussing the role of employment in the effective participation of migrants in daily life is an absolute necessity in order to overcome the problems that will be encountered in this regard in the coming period.
2. Uluslararası Kültür, Sanat ve İletişim Sempozyumu Tam Metinler Kitabı , 2023
Çağımızda sanat ile birey arasındaki ilişkiyi yakından sorguladığımızda, sanatın salt kendi üreti... more Çağımızda sanat ile birey arasındaki ilişkiyi yakından sorguladığımızda, sanatın salt kendi üretim deneyimi içerisinde değerlendirilmediği, taşıdığı ekonomik, teknolojik, kültürel, psikolojik ve estetik problemlerin tek bir
başlık ile sınırlanmaksızın disiplinlerarası konuma taşındığı ve formların içeriği aştığı bir yapının hâkimiyetini gözlemlemekteyiz. Tüm bunlara yanıt bulmak için başvurulan sanat sosyolojisi disiplini ise toplumsal gruplardaki sanat etkinliklerini, toplumun farklı kesitlerinin estetiğe yaklaşımlarını, güzellik olgusunun kavranması ve aktarılmasındaki değişimleri ve görsel düzenin ‘kim tarafından, nasıl okunduğunu?’ araştıran bir alandır. Sanat sosyolojisinin, ‘eserlerin ve estetik ilkelerin şekillenmesinde toplumsal koşulların nasıl bir rol oynadığının incelenmesi’ şeklinde tanımlanması, güncel tartışmalar için yetersiz kalmaktadır. Günümüzde sanat eserlerinin kültürel tartışmalar ve toplumsal gündemin biçimlenmesindeki rolü de aynı derecede önem kazanmıştır. Kültür endüstrilerinin forma/biçeme odaklanması, farklı coğrafyalarda farklı insanların benzer ve tekrarlanmış içerikler üretmelerine ve estetik kavrayışın küreselleşmesine neden olmaktadır. İşin ‘bireyin disiplini’nden ‘yaşamın denetimi’ne doğru evrildiği, ilişkilerin finansallaştığı ve mekânların dahi tüketilir hale geldiği günümüzde, insan topluluklarının biçimlenmesinde sanat kadar önemli rol oynayan bir diğer unsur da iletişimdir. İletişim ideal bir durumu ya da eylemi nitelediği gibi, toplum içinde işlevsel bir alışverişe de işaret etmektedir. Kitle iletişim araçlarının birbirine bağladığı insanların, dâhil oldukları toplumsal egemenliği desteklemelerinde, durağanlaştırmalarında ya da karşı çıkıp direnmelerinde iletişim süreçlerine ve teknolojilerine odaklanılması, sosyolojide bir alt disiplinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. İletişim sosyolojisi olarak tanımlanan bu alt disiplinde, ‘medya insanlara ne yapar?’ sorusundan ‘insanlar medya ile ne yapar?’ sorusuna değin geniş bir yelpaze içerisinde yanıtlar aranmaktadır. İletişim süreçlerine bağlı olarak değişen ekonomik, politik, kültürel ve psikolojik durumların sonuçlarını incelemek ise kapsayıcı bir sosyolojik bakış açısı gerektirmektedir. İletişim araçları, başlangıçta sosyalleşme ve informel eğitim ortamları olarak görülmüşse de, çağımızda ekonomik (tüketim alışkanlıklarımızı şekillendirmesi bağlamında) ve politik (karar verme süreçlerimizi yönlendirme bağlamında) anlayışımızı inşa eden toplumsal unsur haline gelmiştir.
Bu bağlamda, toplumları etkileyen ve varoluşunda toplumsal ilişkilerin belirleyiciliği bulunan her konunun olduğu gibi, sanat ve iletişim de sosyolojik araştırmanın nesneleridir ve güncel insan ilişkilerini kavramamız için incelenmeleri gerekmektedir. Sanat eserinin mevcut bir sosyal durumu ifade etmesi, bu sosyal durumu açığa çıkaran iletişim koşullarını sorgulamamızı gerektirmektedir. Betimleyici-niteliksel bir yöntem ile
sanat-iletişim ilişkisindeki ortaklıklarının ve farklılıklarının analiz edildiği bu çalışmada, sosyolojinin iki alt disiplinine ilişkin yapısal özelliklerin karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Konuya ilişkin kuramsal katkı
sağlamayı hedefleyen çalışma, bireyin ‘anlamlandırma özgünlüğü’ ile ‘aktarma sistematikliği’ arasındaki gerilimlerin kaynağını sorgulamıştır. Teorik tartışma başlıklarımızın sonuçları göstermektedir ki, yirmi birinci
yüzyıl toplumunun göstergeleri olan sanat ve iletişimin yöndeşmeleri ayrışmalarından daha fazladır. Toplum içerisinde yaşayan insana ait olan her şeyin soruşturulması gerekliliği, sosyolojinin alt disiplinleri arasındaki
bağların incelenmesi zorunluluğunu bizlere hatırlatmaktadır.
IAR-ARDE 2023 PROCEEDINGS BOOK 2nd International Architecture, Art and Design Symposium , 2023
Sanatsal üretim ile teknolojik yazılım ve donanımların birleşimi olan
dijital sanat, teknolojiyi ... more Sanatsal üretim ile teknolojik yazılım ve donanımların birleşimi olan
dijital sanat, teknolojiyi ve algoritmaları kullanarak insan duygu ve
düşüncelerinin aktarılması çabasını içerisinde barındırmaktadır. Küresel
pandemi sürecinde dijital sanat ile bağlantılı olarak en hızlı gelişen alan NFT (Non Fungible-Token, Takas Edilemeyen/Benzersiz Token) piyasası
olmuştur. NFT kavramı esasen bir blokzincir altyapısına dayalı dijital kodlama standardıdır. Bu zincir teknoloji, dijital ürünü tıpkı bir fiziksel
ürünmüş gibi kriptografi ve diğer dağıtım özellikleri sayesinde değiştirilemez bir imza ile işaretlemektedir. Kullandığı blokzincir teknolojisi nedeniyle dijital bir sertifika işlevi göstermekte, işlemlerin merkezi bir idare olmaksızın hızlı yürütülmesine imkân sağlamakta, eser sahiplerine fiziksel sınırlılıkları aşarak geniş bir kitleye erişim ve yüksek gelir imkanı tanımaktadır. Tüm bunlar yeni medya teknolojileri ile bağlantılı bir sanat ekosistemini inşa etmekte kullanılmaktadır. NFT’ler bölünmez ve dijital bir sahiplik kaydı olarak işlev görmekte; tek bir sanat eserini temsil eden ve sanatçının imzasını, satış ya da transfer kaydını kodlara entegre ederek bunları tekil hale getirmektedirler. Öte yandan dijital mülkiyet ve telif hakları gibi konularda da yeni bir hukuk mevzuatının şekillenmesini sağlamaktadır. Bu çalışmada sanatın teknolojik gelişmelere bağlı olarak nasıl dönüştüğü, dijitalleşmenin eserler üzerinde ne gibi etkiler açığa çıkardığı ve NFT’nin çağdaş sanat piyasasında ne tür sonuçlar doğuracağı tüm yönleriyle tartışmaya açılacaktır. Teknolojik gelişmelerle doğrudan bağlantılı olan NFT, kavranması ve eleştirilmesi gereken bir konu olarak akademik dünyada derinlemesine incelenmeyi beklemektedir.
Uploads
Papers by Tolga Tellan
olgulara yönelik çalışmalar da bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu inceleme, özellikle 1980-90'larda gelişen ve sorunu ulusal ölçekte ele alan popüler kültür çalışmalarını sınıflandırmayı amaçlamaktadır. Birçok çalışmada popüler kültür olgusuna yönelik çalışmaların yetersiz olduğu bulgulanmıştır. Konu aynı zamanda yöntem geliştirme ve bu yöntemi uygulamaya koyma sorunlarını da taşımaktadır.
Conference Presentations by Tolga Tellan
pazar kurgulamaktadır. Şirketlerin kâr hadlerini korumaları, rekabetçi kalmaları ve teknoloji meraklısı tüketicilerin değişen beklentilerini karşılamaları için yapay zekâ odaklı stratejiler geliştirmelerinin günümüzde adeta zorunluluğa dönüşmüş durumda olduğu unutulmamalıdır.
zaman zaman görülmektedir. Kaynak ve hedef ülkedeki sosyo-kültürel dönüşüm, göçün tüm taraflarını farklı zamanlarda farklı düzeylerde etkileyeceğinden, yaşananlar temelde bir risk yönetimidir. Bu tarz bir risk yönetimi, gerek iç gerekse dış politika ile bağlantılandırılmış, hukuki düzenlemeleri geliştiren ve tarafların tamamına yönelik sosyo-kültürel sonuçları dikkate alan yeni stratejiler geliştirmemizi gerektirmektedir. Aksi takdirde uluslararası göç olgusunun açığa çıkardığı güvenlik algısı ve sorunları yönetilemez hale gelecek, kamu yönetiminin sorunlarla başa çıkması gün geçtikçe zorlaşacaktır.
İklim krizi, kaynak kıtlığına neden olmakta ya da bu kıtlığı şiddetlendirebilmektedir. Su kıtlığı,
biyoçeşitlilikteki kayıplar, düşük mahsul ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi iklim değişikliği etkileri
doğrudan çatışmalara yol açabileceği gibi, başka coğrafyalarda güvenlik arayan veya geçim koşullarını
sağlamaya çalışan savunmasız durumdaki insanların göç etmesine de neden olabilmektedir. Çok sayıda
insanın zorla veya gönüllü biçimde yer değiştirmesi, potansiyel güç dengelerini değiştirerek daha fazla
kaynak kıtlığına neden olmakta ya da önceden ayrılmış gruplar arasında gerilimleri ateşleyerek birbiriyle
çatışma sürecine sokmaktadır. İklim değişikliklerine bağlı düzensiz göçlerin küresel metropollere,
sanayileşmiş merkezlere ya da ülkelerin kıyı bölgeleri gibi ekonomik, politik, kültürel istikrar için
önemli konumlara doğru yönelmesi ise istikrarsızlaştırıcı güçlerin ön plana çıktığı bir dünyayı bizlere
haber vermektedir. İklim krizine bağlı düzensiz göçler, farklı şekillerde siyasi istikrarsızlıklara neden
olmaktadır. Kitlesel göç hareketlilikleri sıklıkla hem ülke içi hem de uluslararası istikrara ve sosyal
uyuma yönelik bir tehdit olarak şekillenmektedir. Büyük göç akışlarını yönetmekte yetersiz kalan
politikalar, kaynak eşitsizliklerini şiddetlendirebilir, kamu bütçelerini zorlayabilir ve siyasi ortamı geren
yabancı düşmanlığı söylemine katkıda bulunabilir. Göçmenlik karşıtı siyasi aktörler, siyasi duruşlarını
iyileştirmek için düzensiz göç akışlarının hem gerçek hem de algılanan zorluklarına yönelik söylemleri
ele geçirebilir, mevcut gerilimleri alevlendirebilir ve toplumlararası şiddeti tetikleyebilirler. Bu riskler,
yalnızca bir iklim şokunun ardından yaşanan sınıraşırı hareketlilikleri değil, aynı zamanda daha yüksek
iç göç oranları olan topluluklarda bölgesel nüfus kompozisyonları değişimlerini dikkate almanın
önemini de vurgulamaktadır.
Yaşanan iklim krizine bağlı olarak göç edenlerin nasıl tanımlanacağı, sınıflandırılacağı ve
araştırılacağı ise bir diğer önemli tartışma konusudur. Göç olgusunun ‘insanoğlunun fiziksel, ruhsal ve
bilişsel tehlikelere karşı yaşam coğrafyasını değiştirme girişimi’ ya da ‘varoluşuna özsaygı gereği
mekan değişikliği’ şeklinde tanımlanması bile deneyimlenmekte olanın farklı politik düzlemlerde farklı
biçimlerde nitelendiğini bizlere göstermektedir. Göçün bireysel gönüllük ve emek talebi ile
ilişkilendirildiği ulus-devlet merkezli tarihsel yaklaşım son dönemde geriye düşmüş; siyaset, güvenlik,
kültür ve sosyoloji gibi zorunlu dinamiklerin ön plana çıktığı ticari yönetişim yaklaşımı ağırlık
kazanmaya başlamıştır. Ancak iklim krizi esaslı göçler, bu karar verme süreçlerinin tümünden daha
kapsamlı, daha toplumsal ve daha kişiye özeldir. 1980’lerle birlikte ifade edilmeye başlanan ‘çevre
mültecileri’ kavramı, sorunu yavaş bir şekilde tonlarken, 2000’lerde ise ‘iklim mağdurları’ kavramı ile özellikle hukuk ve sınır güvenliği alanında çalışmalar gerçekleştiren uzmanların sorunu adeta
haykırmaya başladıkları görülmektedir. Bu çalışmada, küresel klimatolojinin ve ekosistemin son çeyrek
yüzyılda ürettiği tehditlerin dünya ölçeğinde şekillenen bir sorunu açıkça bizlere hatırlattığı ifade
edilmekte ve felaketler karşısında göç etmeyenlerin ya da göç kararı alanların birbirlerinden izole
edilemeyeceği noktasına vurgu yapılacaktır. İnsanlığın ortak geleceği için en büyük tehditler arasında
yer olan bu konu etkileri bakımından incelenmeyi gerektirmektedir. Özellikle de iklim krizinin Afrika
kıtasındaki etkileri ile ilgili araştırmaların Türkiye’deki akademik alanda ve araştırma merkezlerinde
azlığı çalışmanın özgün değerini oluşturmaktadır. Düzensiz göç olgusunda küresel iklim krizinin
etkisinin yakın dönemdeki örnekler üzerinden tartışılacağı çalışmada, birbirleriyle doğrudan bağlantılı
bu iki istikrarsızlaştırıcı unsurun bir arada değerlendirilmesi gerektiğinin zorunlu olduğu ifade
edilmektedir.
Verinin birikimi, sınıflandırılması, işlenmesi, kategorileştirilmesi ve depolanması sürecine egemen olan ve ‘platform’ olarak adlandırılan şirketler ise, sermaye birikim süreci ile bağlantılı ekonomik konumları, kamu otoritesi karşısındaki politik güçleri, kitleler nezdinde sosyo-psikolojik bağlamda talep gören katılım esaslı içerikleri ve çalışma ilişkilerindeki dönüştürücü rolleri ile çağımız insanının yaşamını yeniden kurgulamaktadırlar. En genel çerçevesiyle platformlar “bir yandan iki ya da daha fazla farklı tipteki kullanıcıyı buluşturarak etkileşime geçmelerini/değer değişimi yapmalarını sağlarken diğer yandan da algoritmalar aracılığıyla duyguları yönlendirip ilgileri yöneten sayısal (digital) ortamlar/ağlar/şirketlerdir”. Platformların inşa ettiği bu yeni kapitalist ilişkiler ağı hukuki bakımdan organize edilmek/düzenlenmek için ‘fazla büyük’, işlem yoğunluğuna oranla emek piyasasına katılacak yeni işgücü açığa çıkarmak için ‘fazla küçük’, finansal gelirlerini yerleşik piyasalarla paylaşma ve vergiler aracılığıyla ulus devlet ekonomilerine katkı sağlamak için ‘fazla kısıtlı’, geleneksel sınıf temelli iş ilişkilerini ortadan kaldırmak için ‘fazla hevesli’ ve mevcut/olası rakiplerini rekabet yoluyla alt ederek faaliyet konusu olan sektörlerde tekele dönüşme çabaları açısından da ‘fazla saldırgandır’. Platformların tüm insanlığı bilişsel düzlemde sömürgeleştirme girişimi, sahip oldukları donanım ve yazılım gücüne, finansal yatırım kapasitelerinin büyüklüklerine, teknolojik yeniliklerin kitlesel çekiciliği kullanma becerilerine ve insan psikolojisinin geride kalma-dışlanma-yalnızlaşma korkusunu işlemelerine dayalıdır. Bu bağlamda, çalışma kapsamında platformların verileri hangi amaçla ve hangi yöntemlerle çıkarıp, depolayıp, işlediği konusunun tartışılması amaçlanmıştır. Platformların, bir bütün olarak insanlığı sömürgeleştirme çabalarının ekonomik, politik ve sosyolojik sonuçlarının analiz edilmesi ve bu duruma karşı insanlık lehine mücadele yöntemleri geliştirilmesi gerekliliği günümüzde akademik bakımdan bir zorunluluğa dönüşmüş durumdadır.
Bu bağlamda, küresel iletişim altyapısını ve hizmetlerini kontrol eden ve nihai kullanıcılara platformlar üzerinden içerik ürettiren ulusaşırı şirketlerin, insan varoluşunu nasıl etkilediğinin ve dönüştürdüğünün sorgulanması çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Platform kapitalizmi olarak nitelenen güncel ilişkiler ağında, fiziksel-zihinsel emeğe değer katmanın ve çalışanlar lehine bir ekonomi inşa etmenin ancak yankı odası, dijital bağımlılık ve veri sömürgeciliği gibi şirket hegemonyasına ait başlıklarda insan lehine müdahaleler yapılması halinde mümkün olacağı ifade edilebilecektir.
Immigrants adapt to the socio-cultural conditions of the target country at the level they find a place in the business world, participate in the living practices of this new geography, and transform the society they live in depending on their level of participation in daily life. International migration flows result in immigrants being characterized as ‘invisible’, ‘excluded’ or ‘accused’ characters in the industrialized ‘North’ world. Immigrants are seen as problems, threats and obstacles in the ‘Northern’ world, and as they participate in the life practices of the society they migrate to, they are exposed to discrimination, hate speech, violence and
racism. Many different issues, such as the participation of immigrants in working life, unregistered employment, social security and occupational health and safety, are regulated by companies in the destination country. These companies cooperate with all market actors –including different groups such as illegal gangs and criminal organizations– for results such as profitability, high efficiency and continuity of earnings. In this context, the study analyzes sample film that are thought to make it easier for
us to understand the conditions under which irregular immigrants and refugees participate in working life, and aims to analyze how the international migration process shapes labor relations in countries dominated by capitalist economic relations through the film narrative. The 96-minute film titled ‘It’s a Free World’, directed by Ken Loach and written by Paul Laverty, dated 2007 and awarded in different international film competitions, was analyzed in this study. Based on film analysis, how irregular immigrants and refugees participate in working life in the country they immigrate to is examined with political-economy method.
In markets where deregulation and subcontracting have become the dominant paradigm and employers can easily turn to the employment of unregistered immigrants to make profits in a short time, migrant workers have become an element of competition between companies. Discussing the role of employment in the effective participation of migrants in daily life is an absolute necessity in order to overcome the problems that will be encountered in this regard in the coming period.
başlık ile sınırlanmaksızın disiplinlerarası konuma taşındığı ve formların içeriği aştığı bir yapının hâkimiyetini gözlemlemekteyiz. Tüm bunlara yanıt bulmak için başvurulan sanat sosyolojisi disiplini ise toplumsal gruplardaki sanat etkinliklerini, toplumun farklı kesitlerinin estetiğe yaklaşımlarını, güzellik olgusunun kavranması ve aktarılmasındaki değişimleri ve görsel düzenin ‘kim tarafından, nasıl okunduğunu?’ araştıran bir alandır. Sanat sosyolojisinin, ‘eserlerin ve estetik ilkelerin şekillenmesinde toplumsal koşulların nasıl bir rol oynadığının incelenmesi’ şeklinde tanımlanması, güncel tartışmalar için yetersiz kalmaktadır. Günümüzde sanat eserlerinin kültürel tartışmalar ve toplumsal gündemin biçimlenmesindeki rolü de aynı derecede önem kazanmıştır. Kültür endüstrilerinin forma/biçeme odaklanması, farklı coğrafyalarda farklı insanların benzer ve tekrarlanmış içerikler üretmelerine ve estetik kavrayışın küreselleşmesine neden olmaktadır. İşin ‘bireyin disiplini’nden ‘yaşamın denetimi’ne doğru evrildiği, ilişkilerin finansallaştığı ve mekânların dahi tüketilir hale geldiği günümüzde, insan topluluklarının biçimlenmesinde sanat kadar önemli rol oynayan bir diğer unsur da iletişimdir. İletişim ideal bir durumu ya da eylemi nitelediği gibi, toplum içinde işlevsel bir alışverişe de işaret etmektedir. Kitle iletişim araçlarının birbirine bağladığı insanların, dâhil oldukları toplumsal egemenliği desteklemelerinde, durağanlaştırmalarında ya da karşı çıkıp direnmelerinde iletişim süreçlerine ve teknolojilerine odaklanılması, sosyolojide bir alt disiplinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. İletişim sosyolojisi olarak tanımlanan bu alt disiplinde, ‘medya insanlara ne yapar?’ sorusundan ‘insanlar medya ile ne yapar?’ sorusuna değin geniş bir yelpaze içerisinde yanıtlar aranmaktadır. İletişim süreçlerine bağlı olarak değişen ekonomik, politik, kültürel ve psikolojik durumların sonuçlarını incelemek ise kapsayıcı bir sosyolojik bakış açısı gerektirmektedir. İletişim araçları, başlangıçta sosyalleşme ve informel eğitim ortamları olarak görülmüşse de, çağımızda ekonomik (tüketim alışkanlıklarımızı şekillendirmesi bağlamında) ve politik (karar verme süreçlerimizi yönlendirme bağlamında) anlayışımızı inşa eden toplumsal unsur haline gelmiştir.
Bu bağlamda, toplumları etkileyen ve varoluşunda toplumsal ilişkilerin belirleyiciliği bulunan her konunun olduğu gibi, sanat ve iletişim de sosyolojik araştırmanın nesneleridir ve güncel insan ilişkilerini kavramamız için incelenmeleri gerekmektedir. Sanat eserinin mevcut bir sosyal durumu ifade etmesi, bu sosyal durumu açığa çıkaran iletişim koşullarını sorgulamamızı gerektirmektedir. Betimleyici-niteliksel bir yöntem ile
sanat-iletişim ilişkisindeki ortaklıklarının ve farklılıklarının analiz edildiği bu çalışmada, sosyolojinin iki alt disiplinine ilişkin yapısal özelliklerin karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Konuya ilişkin kuramsal katkı
sağlamayı hedefleyen çalışma, bireyin ‘anlamlandırma özgünlüğü’ ile ‘aktarma sistematikliği’ arasındaki gerilimlerin kaynağını sorgulamıştır. Teorik tartışma başlıklarımızın sonuçları göstermektedir ki, yirmi birinci
yüzyıl toplumunun göstergeleri olan sanat ve iletişimin yöndeşmeleri ayrışmalarından daha fazladır. Toplum içerisinde yaşayan insana ait olan her şeyin soruşturulması gerekliliği, sosyolojinin alt disiplinleri arasındaki
bağların incelenmesi zorunluluğunu bizlere hatırlatmaktadır.
dijital sanat, teknolojiyi ve algoritmaları kullanarak insan duygu ve
düşüncelerinin aktarılması çabasını içerisinde barındırmaktadır. Küresel
pandemi sürecinde dijital sanat ile bağlantılı olarak en hızlı gelişen alan NFT (Non Fungible-Token, Takas Edilemeyen/Benzersiz Token) piyasası
olmuştur. NFT kavramı esasen bir blokzincir altyapısına dayalı dijital kodlama standardıdır. Bu zincir teknoloji, dijital ürünü tıpkı bir fiziksel
ürünmüş gibi kriptografi ve diğer dağıtım özellikleri sayesinde değiştirilemez bir imza ile işaretlemektedir. Kullandığı blokzincir teknolojisi nedeniyle dijital bir sertifika işlevi göstermekte, işlemlerin merkezi bir idare olmaksızın hızlı yürütülmesine imkân sağlamakta, eser sahiplerine fiziksel sınırlılıkları aşarak geniş bir kitleye erişim ve yüksek gelir imkanı tanımaktadır. Tüm bunlar yeni medya teknolojileri ile bağlantılı bir sanat ekosistemini inşa etmekte kullanılmaktadır. NFT’ler bölünmez ve dijital bir sahiplik kaydı olarak işlev görmekte; tek bir sanat eserini temsil eden ve sanatçının imzasını, satış ya da transfer kaydını kodlara entegre ederek bunları tekil hale getirmektedirler. Öte yandan dijital mülkiyet ve telif hakları gibi konularda da yeni bir hukuk mevzuatının şekillenmesini sağlamaktadır. Bu çalışmada sanatın teknolojik gelişmelere bağlı olarak nasıl dönüştüğü, dijitalleşmenin eserler üzerinde ne gibi etkiler açığa çıkardığı ve NFT’nin çağdaş sanat piyasasında ne tür sonuçlar doğuracağı tüm yönleriyle tartışmaya açılacaktır. Teknolojik gelişmelerle doğrudan bağlantılı olan NFT, kavranması ve eleştirilmesi gereken bir konu olarak akademik dünyada derinlemesine incelenmeyi beklemektedir.
olgulara yönelik çalışmalar da bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu inceleme, özellikle 1980-90'larda gelişen ve sorunu ulusal ölçekte ele alan popüler kültür çalışmalarını sınıflandırmayı amaçlamaktadır. Birçok çalışmada popüler kültür olgusuna yönelik çalışmaların yetersiz olduğu bulgulanmıştır. Konu aynı zamanda yöntem geliştirme ve bu yöntemi uygulamaya koyma sorunlarını da taşımaktadır.
pazar kurgulamaktadır. Şirketlerin kâr hadlerini korumaları, rekabetçi kalmaları ve teknoloji meraklısı tüketicilerin değişen beklentilerini karşılamaları için yapay zekâ odaklı stratejiler geliştirmelerinin günümüzde adeta zorunluluğa dönüşmüş durumda olduğu unutulmamalıdır.
zaman zaman görülmektedir. Kaynak ve hedef ülkedeki sosyo-kültürel dönüşüm, göçün tüm taraflarını farklı zamanlarda farklı düzeylerde etkileyeceğinden, yaşananlar temelde bir risk yönetimidir. Bu tarz bir risk yönetimi, gerek iç gerekse dış politika ile bağlantılandırılmış, hukuki düzenlemeleri geliştiren ve tarafların tamamına yönelik sosyo-kültürel sonuçları dikkate alan yeni stratejiler geliştirmemizi gerektirmektedir. Aksi takdirde uluslararası göç olgusunun açığa çıkardığı güvenlik algısı ve sorunları yönetilemez hale gelecek, kamu yönetiminin sorunlarla başa çıkması gün geçtikçe zorlaşacaktır.
İklim krizi, kaynak kıtlığına neden olmakta ya da bu kıtlığı şiddetlendirebilmektedir. Su kıtlığı,
biyoçeşitlilikteki kayıplar, düşük mahsul ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi iklim değişikliği etkileri
doğrudan çatışmalara yol açabileceği gibi, başka coğrafyalarda güvenlik arayan veya geçim koşullarını
sağlamaya çalışan savunmasız durumdaki insanların göç etmesine de neden olabilmektedir. Çok sayıda
insanın zorla veya gönüllü biçimde yer değiştirmesi, potansiyel güç dengelerini değiştirerek daha fazla
kaynak kıtlığına neden olmakta ya da önceden ayrılmış gruplar arasında gerilimleri ateşleyerek birbiriyle
çatışma sürecine sokmaktadır. İklim değişikliklerine bağlı düzensiz göçlerin küresel metropollere,
sanayileşmiş merkezlere ya da ülkelerin kıyı bölgeleri gibi ekonomik, politik, kültürel istikrar için
önemli konumlara doğru yönelmesi ise istikrarsızlaştırıcı güçlerin ön plana çıktığı bir dünyayı bizlere
haber vermektedir. İklim krizine bağlı düzensiz göçler, farklı şekillerde siyasi istikrarsızlıklara neden
olmaktadır. Kitlesel göç hareketlilikleri sıklıkla hem ülke içi hem de uluslararası istikrara ve sosyal
uyuma yönelik bir tehdit olarak şekillenmektedir. Büyük göç akışlarını yönetmekte yetersiz kalan
politikalar, kaynak eşitsizliklerini şiddetlendirebilir, kamu bütçelerini zorlayabilir ve siyasi ortamı geren
yabancı düşmanlığı söylemine katkıda bulunabilir. Göçmenlik karşıtı siyasi aktörler, siyasi duruşlarını
iyileştirmek için düzensiz göç akışlarının hem gerçek hem de algılanan zorluklarına yönelik söylemleri
ele geçirebilir, mevcut gerilimleri alevlendirebilir ve toplumlararası şiddeti tetikleyebilirler. Bu riskler,
yalnızca bir iklim şokunun ardından yaşanan sınıraşırı hareketlilikleri değil, aynı zamanda daha yüksek
iç göç oranları olan topluluklarda bölgesel nüfus kompozisyonları değişimlerini dikkate almanın
önemini de vurgulamaktadır.
Yaşanan iklim krizine bağlı olarak göç edenlerin nasıl tanımlanacağı, sınıflandırılacağı ve
araştırılacağı ise bir diğer önemli tartışma konusudur. Göç olgusunun ‘insanoğlunun fiziksel, ruhsal ve
bilişsel tehlikelere karşı yaşam coğrafyasını değiştirme girişimi’ ya da ‘varoluşuna özsaygı gereği
mekan değişikliği’ şeklinde tanımlanması bile deneyimlenmekte olanın farklı politik düzlemlerde farklı
biçimlerde nitelendiğini bizlere göstermektedir. Göçün bireysel gönüllük ve emek talebi ile
ilişkilendirildiği ulus-devlet merkezli tarihsel yaklaşım son dönemde geriye düşmüş; siyaset, güvenlik,
kültür ve sosyoloji gibi zorunlu dinamiklerin ön plana çıktığı ticari yönetişim yaklaşımı ağırlık
kazanmaya başlamıştır. Ancak iklim krizi esaslı göçler, bu karar verme süreçlerinin tümünden daha
kapsamlı, daha toplumsal ve daha kişiye özeldir. 1980’lerle birlikte ifade edilmeye başlanan ‘çevre
mültecileri’ kavramı, sorunu yavaş bir şekilde tonlarken, 2000’lerde ise ‘iklim mağdurları’ kavramı ile özellikle hukuk ve sınır güvenliği alanında çalışmalar gerçekleştiren uzmanların sorunu adeta
haykırmaya başladıkları görülmektedir. Bu çalışmada, küresel klimatolojinin ve ekosistemin son çeyrek
yüzyılda ürettiği tehditlerin dünya ölçeğinde şekillenen bir sorunu açıkça bizlere hatırlattığı ifade
edilmekte ve felaketler karşısında göç etmeyenlerin ya da göç kararı alanların birbirlerinden izole
edilemeyeceği noktasına vurgu yapılacaktır. İnsanlığın ortak geleceği için en büyük tehditler arasında
yer olan bu konu etkileri bakımından incelenmeyi gerektirmektedir. Özellikle de iklim krizinin Afrika
kıtasındaki etkileri ile ilgili araştırmaların Türkiye’deki akademik alanda ve araştırma merkezlerinde
azlığı çalışmanın özgün değerini oluşturmaktadır. Düzensiz göç olgusunda küresel iklim krizinin
etkisinin yakın dönemdeki örnekler üzerinden tartışılacağı çalışmada, birbirleriyle doğrudan bağlantılı
bu iki istikrarsızlaştırıcı unsurun bir arada değerlendirilmesi gerektiğinin zorunlu olduğu ifade
edilmektedir.
Verinin birikimi, sınıflandırılması, işlenmesi, kategorileştirilmesi ve depolanması sürecine egemen olan ve ‘platform’ olarak adlandırılan şirketler ise, sermaye birikim süreci ile bağlantılı ekonomik konumları, kamu otoritesi karşısındaki politik güçleri, kitleler nezdinde sosyo-psikolojik bağlamda talep gören katılım esaslı içerikleri ve çalışma ilişkilerindeki dönüştürücü rolleri ile çağımız insanının yaşamını yeniden kurgulamaktadırlar. En genel çerçevesiyle platformlar “bir yandan iki ya da daha fazla farklı tipteki kullanıcıyı buluşturarak etkileşime geçmelerini/değer değişimi yapmalarını sağlarken diğer yandan da algoritmalar aracılığıyla duyguları yönlendirip ilgileri yöneten sayısal (digital) ortamlar/ağlar/şirketlerdir”. Platformların inşa ettiği bu yeni kapitalist ilişkiler ağı hukuki bakımdan organize edilmek/düzenlenmek için ‘fazla büyük’, işlem yoğunluğuna oranla emek piyasasına katılacak yeni işgücü açığa çıkarmak için ‘fazla küçük’, finansal gelirlerini yerleşik piyasalarla paylaşma ve vergiler aracılığıyla ulus devlet ekonomilerine katkı sağlamak için ‘fazla kısıtlı’, geleneksel sınıf temelli iş ilişkilerini ortadan kaldırmak için ‘fazla hevesli’ ve mevcut/olası rakiplerini rekabet yoluyla alt ederek faaliyet konusu olan sektörlerde tekele dönüşme çabaları açısından da ‘fazla saldırgandır’. Platformların tüm insanlığı bilişsel düzlemde sömürgeleştirme girişimi, sahip oldukları donanım ve yazılım gücüne, finansal yatırım kapasitelerinin büyüklüklerine, teknolojik yeniliklerin kitlesel çekiciliği kullanma becerilerine ve insan psikolojisinin geride kalma-dışlanma-yalnızlaşma korkusunu işlemelerine dayalıdır. Bu bağlamda, çalışma kapsamında platformların verileri hangi amaçla ve hangi yöntemlerle çıkarıp, depolayıp, işlediği konusunun tartışılması amaçlanmıştır. Platformların, bir bütün olarak insanlığı sömürgeleştirme çabalarının ekonomik, politik ve sosyolojik sonuçlarının analiz edilmesi ve bu duruma karşı insanlık lehine mücadele yöntemleri geliştirilmesi gerekliliği günümüzde akademik bakımdan bir zorunluluğa dönüşmüş durumdadır.
Bu bağlamda, küresel iletişim altyapısını ve hizmetlerini kontrol eden ve nihai kullanıcılara platformlar üzerinden içerik ürettiren ulusaşırı şirketlerin, insan varoluşunu nasıl etkilediğinin ve dönüştürdüğünün sorgulanması çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Platform kapitalizmi olarak nitelenen güncel ilişkiler ağında, fiziksel-zihinsel emeğe değer katmanın ve çalışanlar lehine bir ekonomi inşa etmenin ancak yankı odası, dijital bağımlılık ve veri sömürgeciliği gibi şirket hegemonyasına ait başlıklarda insan lehine müdahaleler yapılması halinde mümkün olacağı ifade edilebilecektir.
Immigrants adapt to the socio-cultural conditions of the target country at the level they find a place in the business world, participate in the living practices of this new geography, and transform the society they live in depending on their level of participation in daily life. International migration flows result in immigrants being characterized as ‘invisible’, ‘excluded’ or ‘accused’ characters in the industrialized ‘North’ world. Immigrants are seen as problems, threats and obstacles in the ‘Northern’ world, and as they participate in the life practices of the society they migrate to, they are exposed to discrimination, hate speech, violence and
racism. Many different issues, such as the participation of immigrants in working life, unregistered employment, social security and occupational health and safety, are regulated by companies in the destination country. These companies cooperate with all market actors –including different groups such as illegal gangs and criminal organizations– for results such as profitability, high efficiency and continuity of earnings. In this context, the study analyzes sample film that are thought to make it easier for
us to understand the conditions under which irregular immigrants and refugees participate in working life, and aims to analyze how the international migration process shapes labor relations in countries dominated by capitalist economic relations through the film narrative. The 96-minute film titled ‘It’s a Free World’, directed by Ken Loach and written by Paul Laverty, dated 2007 and awarded in different international film competitions, was analyzed in this study. Based on film analysis, how irregular immigrants and refugees participate in working life in the country they immigrate to is examined with political-economy method.
In markets where deregulation and subcontracting have become the dominant paradigm and employers can easily turn to the employment of unregistered immigrants to make profits in a short time, migrant workers have become an element of competition between companies. Discussing the role of employment in the effective participation of migrants in daily life is an absolute necessity in order to overcome the problems that will be encountered in this regard in the coming period.
başlık ile sınırlanmaksızın disiplinlerarası konuma taşındığı ve formların içeriği aştığı bir yapının hâkimiyetini gözlemlemekteyiz. Tüm bunlara yanıt bulmak için başvurulan sanat sosyolojisi disiplini ise toplumsal gruplardaki sanat etkinliklerini, toplumun farklı kesitlerinin estetiğe yaklaşımlarını, güzellik olgusunun kavranması ve aktarılmasındaki değişimleri ve görsel düzenin ‘kim tarafından, nasıl okunduğunu?’ araştıran bir alandır. Sanat sosyolojisinin, ‘eserlerin ve estetik ilkelerin şekillenmesinde toplumsal koşulların nasıl bir rol oynadığının incelenmesi’ şeklinde tanımlanması, güncel tartışmalar için yetersiz kalmaktadır. Günümüzde sanat eserlerinin kültürel tartışmalar ve toplumsal gündemin biçimlenmesindeki rolü de aynı derecede önem kazanmıştır. Kültür endüstrilerinin forma/biçeme odaklanması, farklı coğrafyalarda farklı insanların benzer ve tekrarlanmış içerikler üretmelerine ve estetik kavrayışın küreselleşmesine neden olmaktadır. İşin ‘bireyin disiplini’nden ‘yaşamın denetimi’ne doğru evrildiği, ilişkilerin finansallaştığı ve mekânların dahi tüketilir hale geldiği günümüzde, insan topluluklarının biçimlenmesinde sanat kadar önemli rol oynayan bir diğer unsur da iletişimdir. İletişim ideal bir durumu ya da eylemi nitelediği gibi, toplum içinde işlevsel bir alışverişe de işaret etmektedir. Kitle iletişim araçlarının birbirine bağladığı insanların, dâhil oldukları toplumsal egemenliği desteklemelerinde, durağanlaştırmalarında ya da karşı çıkıp direnmelerinde iletişim süreçlerine ve teknolojilerine odaklanılması, sosyolojide bir alt disiplinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. İletişim sosyolojisi olarak tanımlanan bu alt disiplinde, ‘medya insanlara ne yapar?’ sorusundan ‘insanlar medya ile ne yapar?’ sorusuna değin geniş bir yelpaze içerisinde yanıtlar aranmaktadır. İletişim süreçlerine bağlı olarak değişen ekonomik, politik, kültürel ve psikolojik durumların sonuçlarını incelemek ise kapsayıcı bir sosyolojik bakış açısı gerektirmektedir. İletişim araçları, başlangıçta sosyalleşme ve informel eğitim ortamları olarak görülmüşse de, çağımızda ekonomik (tüketim alışkanlıklarımızı şekillendirmesi bağlamında) ve politik (karar verme süreçlerimizi yönlendirme bağlamında) anlayışımızı inşa eden toplumsal unsur haline gelmiştir.
Bu bağlamda, toplumları etkileyen ve varoluşunda toplumsal ilişkilerin belirleyiciliği bulunan her konunun olduğu gibi, sanat ve iletişim de sosyolojik araştırmanın nesneleridir ve güncel insan ilişkilerini kavramamız için incelenmeleri gerekmektedir. Sanat eserinin mevcut bir sosyal durumu ifade etmesi, bu sosyal durumu açığa çıkaran iletişim koşullarını sorgulamamızı gerektirmektedir. Betimleyici-niteliksel bir yöntem ile
sanat-iletişim ilişkisindeki ortaklıklarının ve farklılıklarının analiz edildiği bu çalışmada, sosyolojinin iki alt disiplinine ilişkin yapısal özelliklerin karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Konuya ilişkin kuramsal katkı
sağlamayı hedefleyen çalışma, bireyin ‘anlamlandırma özgünlüğü’ ile ‘aktarma sistematikliği’ arasındaki gerilimlerin kaynağını sorgulamıştır. Teorik tartışma başlıklarımızın sonuçları göstermektedir ki, yirmi birinci
yüzyıl toplumunun göstergeleri olan sanat ve iletişimin yöndeşmeleri ayrışmalarından daha fazladır. Toplum içerisinde yaşayan insana ait olan her şeyin soruşturulması gerekliliği, sosyolojinin alt disiplinleri arasındaki
bağların incelenmesi zorunluluğunu bizlere hatırlatmaktadır.
dijital sanat, teknolojiyi ve algoritmaları kullanarak insan duygu ve
düşüncelerinin aktarılması çabasını içerisinde barındırmaktadır. Küresel
pandemi sürecinde dijital sanat ile bağlantılı olarak en hızlı gelişen alan NFT (Non Fungible-Token, Takas Edilemeyen/Benzersiz Token) piyasası
olmuştur. NFT kavramı esasen bir blokzincir altyapısına dayalı dijital kodlama standardıdır. Bu zincir teknoloji, dijital ürünü tıpkı bir fiziksel
ürünmüş gibi kriptografi ve diğer dağıtım özellikleri sayesinde değiştirilemez bir imza ile işaretlemektedir. Kullandığı blokzincir teknolojisi nedeniyle dijital bir sertifika işlevi göstermekte, işlemlerin merkezi bir idare olmaksızın hızlı yürütülmesine imkân sağlamakta, eser sahiplerine fiziksel sınırlılıkları aşarak geniş bir kitleye erişim ve yüksek gelir imkanı tanımaktadır. Tüm bunlar yeni medya teknolojileri ile bağlantılı bir sanat ekosistemini inşa etmekte kullanılmaktadır. NFT’ler bölünmez ve dijital bir sahiplik kaydı olarak işlev görmekte; tek bir sanat eserini temsil eden ve sanatçının imzasını, satış ya da transfer kaydını kodlara entegre ederek bunları tekil hale getirmektedirler. Öte yandan dijital mülkiyet ve telif hakları gibi konularda da yeni bir hukuk mevzuatının şekillenmesini sağlamaktadır. Bu çalışmada sanatın teknolojik gelişmelere bağlı olarak nasıl dönüştüğü, dijitalleşmenin eserler üzerinde ne gibi etkiler açığa çıkardığı ve NFT’nin çağdaş sanat piyasasında ne tür sonuçlar doğuracağı tüm yönleriyle tartışmaya açılacaktır. Teknolojik gelişmelerle doğrudan bağlantılı olan NFT, kavranması ve eleştirilmesi gereken bir konu olarak akademik dünyada derinlemesine incelenmeyi beklemektedir.
Dünya genelinde sosyal medya üzerinden siber zorbalığa uğrayanlar arasında anksiyete, depresyon hatta intihar olaylarının artması sonucu kamu yöneticileri konuya ilişkin birtakım önlemler almaya başlamışlardır. Özellikle ergenlik döneminde yaşandığında gelişim psikolojisi üzerinde kalıcı zararlar bırakan bu durum karşısında öğrencilerin, öğretmenlerin, velilerin ve okul yöneticilerinin siber zorbalık hakkında bilgilendirilmeleri ve gerekli önleyici tedbirleri almaları sağlanmalıdır. Bu kapsamda çalışmada, siber zorbalıkla ilgili örnek olaylardan hareketle oluşan literatür taraması yapılacak ve siber zorbalığın taraflarına yönelik betimleyici bir alan araştırması gerçekleştirilecektir. Ülkemizde dijital teknolojilerin gelişim hızı ve içerik çeşitlenmesi düşünüldüğünde konunun önemi açığa çıkmaktadır.
tarafından oluşturulmuş içeriğin üretilmesine, paylaşılmasına, değiştirilmesine olanak sağlayan internet tabanlı mobil uygulamaların eklemlenmesi ise 'sosyal medya'nın biçimlenmesini sağlamıştır. Süreç içerisindeki dönüşüm, farklı kavramlarla ifade edilmeye çalışılmaktaysa da; özünde kapitalist iş ve ilişkiler (gündelik yaşam pratikleri) dünyasının çıkarlarına hizmet eden bir yapının biçimlendiği görülmektedir. Bu bağlamda son yıllarda şirketler temelinde örgütlenen ve enformasyon içeriğini, üreten, kullanan ve tüketenleri yakınsamanın ötesinde tektipleştiren dijital platformlar, en basit anlamıyla, iki ya da daha fazla kullanıcının etkileşimi üzerine inşa edilen ağ yazılımlarıdır. Dijital platformlar, yazılım geliştiriciler, servis sağlayıcılar, tedarikçiler, siber fiziksel nesne kullanıcıları ve içerik üreticileri (nihai tüketiciler) gibi farklı grupları bir araya getirerek ağ ortamında örgütlenmektedirler. Uluslararası piyasalarda etkinleşen platformlar, şirketlere mal satışı, hizmet sunumu ya da pazar yeri oluşturma gibi işlevselliklere sahip olup; mülkiyetleri yazılım ve donanımlarla özdeşleşmiştir. Dijital platformların karakteristik özellikleri, her türden kısa süreli ilişkilere ve heyecanlara zemin hazırlayan içerik ortamları oluşturmak; materyalleri kullanım değerlerinin ve işlevselliklerinin ötesine geçen 'meta anlatılar' aracılığıyla tanımlamak; düşünceleri ve mental yargıları ifade etmede kullanılan tutumları baskı, zorbalık, hakaret ve şiddet söylemine kolayca dönüştürmek ve üyelerine ilişkin içerikleri kurumsal düzlemin hakim olduğu koşullarda dahi reklamcılık endüstrisi ile paylaşmak şeklinde sıralanabilecektir. Dijital platformların ağ temelli örgütlenmesi, kullanıcı sayısındaki artışa bağlı olarak paylaşılan içeriğin yaygınlaşmasını ve platform markasının değerlenmesini kolaylaştırmaktadır. Katılımcı sayısındaki fazlalık, platform bilinirliğini artırmakta ve platform algoritmasının veri paylaşımındaki yoğunluğa bağlı olarak, daha gelişkin ve isabetli sonuç verir hale gelmesini sağlamaktadır. Tüm bu gerekçeler çerçevesinde, çalışmada, dijital platformların kapitalist ticaret dünyasının gereksinimleri doğrultusunda ortaya çıkışının ve fikri mülkiyet esaslı mevcut konumunun sorgulanması amaçlanmıştır. Platformların gerek ekonomik ilişkiler üzerindeki etkisinin gerekse algoritmalar aracılığıyla ekonomi-politik süreçlere yön vermesinin önümüzdeki dönemde sıklıkla tartışılacağını varsaydığımızda, bu konuda atılacak ilk adımların önemi açığa çıkmaktadır.