Papers by İbrahim Hakan Dönmez
İnsanlık tarihinde göç ve göçmenlik farklı gerekçelerle de olsa daima var olmuştur. Bu nedenle kü... more İnsanlık tarihinde göç ve göçmenlik farklı gerekçelerle de olsa daima var olmuştur. Bu nedenle kültürün taşıyıcı unsurlarından olan edebi yapıtlarda pek çok kez göçmenlik konusunun ele alınmış olması şaşırtıcı değildir. Göçmenlikle ilgili çalışmaların daha çok göçmeni nesne olarak ele aldığı göz önünde bulundurulduğunda, göçmeni bir özne olarak ele alıp onun bakış açısını içinde barındıran göçmen edebiyatçıların eserleri ayrı bir öneme sahiptir. Göçmenlik kültürünü anlamak, göçmenlerin duygu durumları hakkında fikir sahibi olmak ve göç sorununu daha insani boyutuyla ele alan sosyolojik analizler yapmayı sağlayacak içgörü zenginliği kazanmak açısından bu eserlere yönelmek değer taşımaktadır. Bu çalışmada kendileri de bizzat göçmenlik duygusunu deneyimlemiş olan iki tanınmış yazar olan Joseph Rothve Vladimir Nabokov'un göç temalı eserleri göçmenlik bağlamında nitel analizle ele alınmıştır. Joseph Roth Rusya'dan Amerika'ya göç etmek zorunda kalan bir Yahudi ailesinin yaşamını ele aldığı "Eyüp" (Hiob) romanında sık sık, roman kahramanı olan göçmenin duygu dünyasını dile getirmiştir. Rusya'dan Avrupa'ya sonra da Amerika'ya göç etmek zorunda kalan Nabokov da neredeyse her romanında olduğu gibi "Yetenek" romanında Almanya'daki kendi göçmenlik deneyimlerini ve duygu dünyasını roman kahramanı üzerinden dile getirmiştir. Bu romanlarda bir göçmenin duygu dünyasında başat olarak kendini gösteren öfke, özlem ve umut gibi duyguları örnekler üzerinden ortaya konmaya çalışılmış ve göçmenlik kültürünü şekillendiren unsurlar değerlendirilmiştir.
Digitalization changes the world in a fast way. Communication is one of the fields, which change.... more Digitalization changes the world in a fast way. Communication is one of the fields, which change. In this research, it is aimed to determine to what extent academic journals on communication published at the universities in Turkey are under the effect of digitalization. It is assumed that the developments in digital technology have ensured opportunities to produce academic publishing easier, faster, more transparent, common and cheaper; thus, this situation would cause rise in the number of articles published. It is also assumed that the published articles in communication cannot be deaf to the issues on new media shaped by digitalization and do include more issues on new media. Besides all these, digitalization is assumed to increase cooperation between academicians and institutions beyond the limits of space and time. In order to test all these assumptions, the articles published at universities in the journals on communication within the years were analysed. In this study firstly, the effects of digitalization on academic journal publishing was revealed, then quantitative evaluation on all journals published by the faculties of communication was carried out. The articles in total 1081 published by the four rooted faculties of communication in the last decade were analysed. The data on the change within the years in published article numbers, the issues variety within the years, the change in the rates of cooperation of article-writers, etc. were evaluated. It is concluded that after using e-journal the number of articles is increased and, in these articles, "new media" as an issue increasingly has been discussed. The journals have started to publish the articles of noninstitution writers more often; it is also concluded that an increase within the years in the number of the articles with multi-writer has been discovered, but thisquantitative increaseand cooperation can be considered as a result of the law on academic encouragement brought into force by the state besides technological developments.
Sağlıklı bir kişilerarası iletişim, tıbbi tedavi sürecinin en önemli unsurlarından birisidir. Bu ... more Sağlıklı bir kişilerarası iletişim, tıbbi tedavi sürecinin en önemli unsurlarından birisidir. Bu nedenle sağlık iletişimi başlığı altında sağlık kurumları ile halk, doktor ile hasta, doktor ile hasta yakını ya da doktor ile diğer sağlık çalışanları arasındaki iletişimin öneminden yola çıkılarak gittikçe artan sayıda bilimsel çalışma yapılmaktadır. Bu çalışma hekim, hasta, hasta yakını ve meslektaşlarıyla iletişimindeki sorunları Türkiye'nin kültürel yapısı dikkate alınarak uyarlanmış iki popüler hastane dizisi üzerinden tartışmayı amaçlamaktadır. Hekimoğlu ve Mucize Doktor adıyla yayınlanan iki dizinin ortak yönü, teknik tıbbi problemleri aşacak yetenekteki anti kahramanların sosyofobik kişiler olarak sorunsallaştırılmış olmasıdır. Sağlık probleminin iletişim sorunlarıyla iç içe geçtiği bu dizilerin, sağlık iletişimini yeniden değerlendirme olanağı sağlaması açısından önemli birer malzeme olduğu değerlendirilmektedir. Bunlar dikkate alınarak, hastane temalı dizilerin, toplumdaki sağlık iletişimi bağlamında değerlendirilebilecek algıların kristalize olmuş yönlerini bünyesinde taşıyacağı varsayılmıştır. Bu kabulle her iki dizideki karakterler iletişim sürecindeki tavırları dikkate alınarak analiz edilmiş, doktor hasta ve meslektaş iletişimindeki sorunlar, belli başlıklar altında tasnif edilip nitel olarak değerlendirilmiştir.
Bu çalışmada, edebiyatın sosyolojik analizlerinden başlayıp bu analizlerin kapsamının medya metin... more Bu çalışmada, edebiyatın sosyolojik analizlerinden başlayıp bu analizlerin kapsamının medya metinlerine uzanmasına katkı sağlayan süreçteki literatür zincirinin ilk halkaları ortaya konmaya çalışılacaktır. Edebiyattan sosyolojik açıdan yararlanma arayışı edebiyatın doğuşundan itibaren hep var olmuştur. Sosyal bilim alanında çalışan akademisyenler edebi metinlerin içeriğinden yararlanabilmenin yollarını keşfetmek için kafa yormuşlar ve bu çabanın sonucu elde edilen birikim bu gün haber, reklam, sinema gibi her türlü kitle iletişim medyasında yer alan metinleri kapsayacak genişlikte yol gösterici bir literatürün oluşmasını sağlamıştır. Bir metnin gerçek öznesinin yazarın kendisinden ziyade, yazarın ait olduğu toplumsal grup olarak görülmesi, yani dil ve kültürün metnin şekillenmesindeki payının vurgulanması, metne bir röntgen filmi gibi bakılarak ait olduğu toplumsal yapı ile ilgili ipuçları vereceği anlayışını doğurmuştur. Medya metinleri üzerinde sorduğumuz pek çok sorunun ilk başlarda edebi metinlere sorulduğunun bilinmesi, edebiyat ve toplum temalı çalışmaları anahtar bir noktaya getirmektedir. Bu nedenle iletişim çalışmalarına yönelen araştırmacıların işe kurmacadan başlamaları ve kurmaca ile gerçeklik iddiasındaki medya metinleri arasında, dilbilim çalışmalarından da yararlanıp bir köprü kurarak zorlu patikayı takip etmeleri gerekmektedir. Bu çalışmayla bu gün yaygınlaşmış olan farklı yöntem ve metotlarla medyaya yönelik analiz yaklaşımlarının meşruiyet temelleri daha açık olarak görülebilecektir. Bu kapsamda edebiyat ve toplum ilişkisine iletişim boyutuyla katkı sağlayan yazarları içine alan literatür ele alınmıştır.
Bu çalışmada Hilmi Ziya Ülken'in pek çok eserinde değindiği ve Aşk Ahlakı kitabında ayrıntılı şek... more Bu çalışmada Hilmi Ziya Ülken'in pek çok eserinde değindiği ve Aşk Ahlakı kitabında ayrıntılı şekilde izah ettiği kişilik bilincinin oluşumuyla ilgili görüşleri temelinde sosyal medyaya eleştirel bir bakış denenmiştir. Ülken'e göre, doğuştan gelen doğal dürtülerden oluşan organik bilinç, insanın içine doğduğu toplum tarafından sunulan sosyal bilinç ve bu iki bilincin insanın zihninde çatışmasıyla sentezlenen ve en üst bilinç düzeyi olan kişilik bilinci olmak üzere üç tür bilinç söz konusudur. Kişilik bilincine ulaşmak için ne organik bilincin dayattığı arzuları ne de sosyal bilincin dayattığı sorumlulukları reddetmek gerekir. Kişilik bilincine ulaşan insan, tüm bunların farkında olarak kendi tercihi ile bir denge içinde sentez oluşturmayı başarmıştır. Gelişmiş, sosyal adaletin tesis edildiği bir sistem ancak aşk ahlakına dayanan kişilik bilincine ulaşmış, yani demokrasi ahlakına sahip insanlarla mümkündür. Bu çalışma dijital teknolojilerin gelişmesi sonucu ortaya çıkan ve fiziki sosyalliğin yerini almaya başlayan dijital sosyalliğin, sosyal bilincin sorumluluk esasına dayanarak organik bilinçle çatışma işlevini tam olarak yerine getiremeyeceğini savunmaktadır. Genellikle kişinin kendine benzeyen bir çevreyle şekillendirdiği sosyal medya, toplumsalı oluşturan farklılıklarla birliktelik zorunluluğunu da ortadan kaldırmakta, benzer mesajların birbirini beslemesiyle ufku daraltıp eleştirel düşünme becerisini azaltma riski taşımaktadır. Bu durumda gerçek toplumsal ilişkiler içerisinde doğması gereken, sorumluluğa dayalı sosyal bilinç tam olarak oluşamayacağından bireyde çatışma ve sentezleme işlevini yerine getirecek güce ulaşamayacak, dolayısıyla kişilik bilincinin oluşumu da zorlaşacaktır. Çalışmanın Hilmi Ziya Ülken'den mülhem iddiası, dijital teknolojiye ve onun sonucu olarak ortaya çıkan sosyal medyaya ilişkin eleştirel literatür dikkate alınarak savunulmuştur.
Moment Dergi, 2015
Her sınav bir otoritenin varlığına işaret eder. Uygulayıcı tarafından belirlenmiş doğruların, muh... more Her sınav bir otoritenin varlığına işaret eder. Uygulayıcı tarafından belirlenmiş doğruların, muhataptan bir kez daha talep edildiği bir etkinlik olarak sınav, hem mitolojik hem de dini kaynaklarda yaşamı anlamlandırmanın gerekçesi olmanın yanında, otoritenin varlığının da dolaylı bir dayanağı olmuştur. Adil bir sınav düşüncesi, zihinsel bir illüzyonla var olan sistemin meşruluğu hissini uyandırmaktadır. Günümüz dünyasında insanlar arasındaki her tür sınıfsal eşitsizlik ancak eşit şartlarla yapılan sınav ile kabul edilebilir hale gelmektedir.
Bu çalışmada, iktidar açısından bir meşruiyet aracı olarak kabul ettiğimiz sınavın, tarih boyunca mitler ve onların izdüşümleri olan masallar yoluyla günümüze kadar nasıl taşındığı, içerisinde sınav kurgusunun bulunduğu bir Keloğlan masalının söylemsel analizi ile ortaya konmaya çalışılacaktır. Masalların işlevlerinden birisi de, var olan kurulu sisteme sağlamlık ve süreklilik vermektir. İşte Keloğlan’ın padişah tarafından sınava tabi tutulduğu masal, bunun bir örneği olarak ele alınacaktır. Yıllarca yönetimden dışlanan ve onun dışında kalan halkı temsil eden genel bir tip olarak Keloğlan, padişahın sınamasına muhatap olarak kurgusal düzeyde, hem toplumsal hiyerarşiyi tersine çevirmekte hem de bu tersine çevirme keyfi yanıtlara sahip cevaplanması ilk duyan tarafından imkânsız olan sorularla gerçekleştiği için kişiyi gerçekte kendi sınıfına mahkûm etmektedir. Böylece masal sayesinde, gerçek hayattaki sınıfsal eşitsizlik durumu kabul edilir kılınmaktadır.
Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2018
Çalışmada Frankfurt Okulu düşünürlerinden ödünç alınan ve daha çok müzik, sanat alanlarını kapsay... more Çalışmada Frankfurt Okulu düşünürlerinden ödünç alınan ve daha çok müzik, sanat alanlarını kapsayan Kültür
Endüstrisi kavramı, farklı bir boyutta ve daha dar bir kapsamda “Sağlık Kültür Endüstrisi” olarak yeniden ifade
edilmektedir. Sağlık Kültür Endüstrisiyle, insan sağlığına ilişkin ortaya konan tüm gelişmelerin çok sınırlı ve
herkese hitap eden kısımlarıyla, günübirlik, popüler ve ticari kazanca hizmet edecek biçimde kurgulandığı iddiası
yazılı basının sağlık sayfalarındaki haber ve yazılarla ortaya konmaya çalışılmıştır. Kitle iletişim araçlarının
denetiminde gelişim gösteren kitle kültürü, toplumsal denetiminden çıkarak tamamen ticari amaçlı bir yapı almış
ve kültür endüstrisi tarafından gerçek olmayan, tek boyutlu ve seri olarak üretilmeye başlanmıştır.
Çalışmanın iddiası, Türkiye’de ulusal ölçekte yayın yapan en fazla tiraja sahip üç gazetenin (Hürriyet, Sabah ve
Posta) Haziran 2017 yılına ait 30 günlük nüshalarının sağlık ve yaşam sayfalarından amaçlı örneklem yoluyla
belirlenen yazı ve haberler seçilerek nitel betimleyici yöntem içerisinde yer alan betimsel içerik analizine tabi
tutularak test edilmiştir. Özellikle popüler sağlık kültürünün oluşmasına katkı sağlayan haber ve yazılara
odaklanılmıştır. Bu doğrultuda kategoriler oluşturularak bulgular betimsel olarak sunulmuştur.
Harsiyât, 2018
Öteki söylemi içerisinde kullanılan imgelerin en sık boy gösterdiği saha, yeni medyanın yaygınlık... more Öteki söylemi içerisinde kullanılan imgelerin en sık boy gösterdiği saha, yeni medyanın yaygınlık kazandığı son on yıllık döneme kadar yazılı basın olmuştur. Yazılı basının söylem tipi, geniş kitleler tarafından aynı anda paylaşılması ve bilgi edinimi ile kanaat oluşumunu belirlemede önemli bir etkiye sahip olması nedeniyle imgelerin yaratılmasında büyük bir potansiyel taşımaktadır. Bu nedenle haber söylemini oluşturan metinlerin, başlıkların, üslupların ayrıntılı analizi, siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel iktidarın uygulanışını ve bu uygulanışı destekleyen ideolojileri anlamak açısından hayati bir önem taşımaktadır. Ayrıca imgelerin meydana gelişi, yazarın uzun süreçte kurguladığı anlatım şeklini belirleyen sistemli bir dışavurum yöntemine dayandığı için, imgeler yazarın içinde yaşadığı topluluğun ve dönemin eğilimlerini gösteren sistemli yapılardır. Çalışmada 28 Şubat 1997'deki demokratik siyasete askeri müdahale sonrası laik basının, müdahalenin meşruiyetini sağlama ve devam ettirme çabası olarak değerlendirilebilecek yayınlarına, yani 28 Şubat dönemi politik anlayışın yazılı basındaki izdüşümlerine odaklanılmıştır. Bu bağlamda laik basının dinî yaşam tarzına ilişkin geliştirdiği söylem içerisinde "gericilik" imgesinin hangi göndergeler üzerinden, hangi üslupla ve hangi çağrışımlarla oluşturulduğu çözümlenmeye çalışılacaktır. Bu çalışmada, yazılı basında "gericilik"in temsiline ilişkin söylem analizinin ana örneklemi olarak, o dönemde laik dünya görüşünün sistemli ve açık bir şekilde üretildiği yayın olması göz önünde bulundurularak Hürriyet, ve Milliyet gazeteleri belirlenmiştir. Bu gazetelerde 28 Şubat 1997 yılından sonraki dönemde yayınlanmış ve amaçlı örneklem tekniği ile belirlenmiş, analize katkı sunacak, araştırma sorununu en iyi temsil edebilecek haber ve yazılar inceleme konusu yapılmıştır.
Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2010
İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte internet haberciliği de gün geçtikçe etkinliğini artırmaktad... more İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte internet haberciliği de gün geçtikçe etkinliğini artırmaktadır. Yeni bir reklam zemini sunan internet gazeteciliğinde, ulaşılmanın, tercih edilmenin, yaygın ve cazip olmanın göstergesi geleneksel gazetecilikte olduğu gibi satın alınma değil tıklanmadır. İnternet gazeteciliğinde haber metninin niteliğinden öte, metne ulaşılmanın niceliği reyting ölçütü olduğu için, zaman zaman haber editörleri "kapan" manşetler kavramıyla ifade edilebilecek başlıklar kullanmaktadırlar. "Haber değeri" varmış izlenimi uyandıran ve yakınlık, korku, endişe, merak, heyecan uyandıracak bir dille oluşturulan bu haber başlıklarına yüklenen rol, Cursor "imleç" tam da başlığın üstüne denk gelecek biçimde, okurun mouse'u (fareyi) tıklatmasını sağlamaktadır. Bu noktada genellikle tıklanan haber başlığı ile haberin kendisi arasında tam bir paralellik, birlik ve bütünlük gözetilememektedir. Bu çalışmada, internet gazetelerinin tıklanma sayısı doğrultusunda reklam gelirlerinden pay alma kaygısının neden olduğu haber manşetlerindeki yanıltıcı dil kullanımı incelenmiştir. Farklı haber sitelerinden bir ay boyunca taranarak elde edilen örnekler, manşet ve haber metinlerindeki uyum bakımından nitel analiz yöntemi ile değerlendirildikten sonra elde edilen sonuçlar ortaya konmuştur.
1. ULUSLARARASI ÇOCUK VE İLETİŞİM KONFERANSI "MİLENYUMDA ÇOCUK VE İLETİŞİM", 2003
Bu çalışma, İkinci körfez Savaşı'na karşı Türk Basınının geliştirdiği haber yapılandırmalarında k... more Bu çalışma, İkinci körfez Savaşı'na karşı Türk Basınının geliştirdiği haber yapılandırmalarında kullandığı çocuk olgusunu incelemektedir. Böylesi çalışmalar Türk basını açısından yeterince ele alınmamakta ve alanda önemli bir boşluk meydana gelmektedir. Bu bakımdan Türk Basınının konuya yaklaşımını ele almak ve savaş karşıtı söylemde çocuk olgusunun neden ön plana çıkarıldığı tespit etmek önemli görülmektedir. Bu bakımdan çalışma savaş hakkında çıkan haberlerdeki savaş karşıtlığının çocuklara verdiği zararlara dayalı bir söylem yapısıyla yapılandırıldığını varsaymaktadır. Konu üç farklı çizgide yer alan Hürriyet, Radikal ve Türkiye gazeteleri üzerinden eleştirel haber söylem analizi yöntemiyle incelenmektedir. İlgili gazetelerde savaşa ilişkin verilen haberler ve haber fotoğrafları seçilmiş, yorum ve köşe yazıları ise çalışma kapsamı dışında bırakılmıştır. Aynı şekilde gazete nüshaları savaş dönemi ile sınırlandırılmıştır. Çalışmanın sonucuna göre, Türk Basınının genellikle "çocuk" olgusunu değişik söylem yapılarında kullanarak savaş konusunda duygusal bir ikna yoluna başvurduğu görülmüştür.
"Hukuka Felsefi ve Sosyolojik Bakışlar - V" Sempozyum, 2010
İletişim: araştırmaları dergisi, 2012
Edebiyat sahasına iletişim cephesinden bir bakış sayılabilecek bu çalışmada; öncelikle Orhan Pamu... more Edebiyat sahasına iletişim cephesinden bir bakış sayılabilecek bu çalışmada; öncelikle Orhan Pamuk'un kendi romancılık anlayışı içerisinde "roman" ve "hedef kitle" kavramları arasında nasıl bir ilinti kurduğu irdelenmiştir. Böylece Pamuk'un roman dışındaki metinlerinden de yararlanarak, özellikle hedef aldığı okur kitlesiyle kurgu düzleminde nasıl bir ilişkiyi benimsediği tespit edilmeye çalışılmıştır. Ardından Pamuk'un roman kurgularında hedef kitleye yönelik müdahalelerin izi sürülerek, üretim ilişkilerinin yapıtın niteliğinde olan etkileri tartışılmıştır. Ayrıca "hedef kitle" kavramının çağrıştırdığı pazarlama ile edebiyatın "yüce" ve estetik yaratımının yan yana gelmesinin yol açtığı kuşku ve rahatsızlıktan kaynaklanan eleştiriler, çağdaş roman anlayışı da göz önünde bulundurularak değerlendirilmiştir.
International Symposium on Language and Communication: Exploring Novelties, 2013
Bu çalışmada zaman zaman diğer romanlarına göndermede bulunulsa da, ağırlıklı olarak, Orhan Pamuk... more Bu çalışmada zaman zaman diğer romanlarına göndermede bulunulsa da, ağırlıklı olarak, Orhan Pamuk'un "Cevdet Bey ve Oğulları", "Sessiz Ev" sosyolojik açıdan analiz edilecektir. Sosyolojik eleştirinin kalkış noktası, edebi metnin toplumsal açıdan taşıdığı öznitelik, yani toplumsal olanın kurucu varlığıdır. Bu çalışmada sosyolojik yaklaşımın bir gereği olarak, toplumun yapıta yansıması değil de, toplumun yapıtta yeniden üretiliş biçimi sorgulanacaktır. Yani ele alınan romanlar sadece bir estetik değer olarak değil, aynı zamanda metinlerarası bağlam içine ve toplumsal-kültürel öğeler bütünü içine oturtularak, bu bağlama ve bu öğelere yapılmış göndermeler ağı ortaya konmaya çalışılacaktır. böylece bu romanlardan yola çıkılarak dünya görüşleri, ideolojiler ve toplumsal zihniyete ilişkin değerlendirmeler yapılacaktır. zira, toplumsal güçlerin kesiştiği her edebi yapıt içsel ve içkin olarak sosyolojiktir. Bu kuramsal yaklaşımlar çerçevesinde, Pamuk'un bu üç ayrı romanında çizmiş olduğu erkek kahramanların analizinin, Doğu-Batı çatışmasını içlerinde yaşayan ve eser sahibi olarak kendisinin de dahil olduğu Cumhuriyet aydınını anlamada aydınlatıcı olabileceği varsayılmaktadır. Batı kültüründen etkilenen bu kahramanlar roman boyunca çevrelerini saran kültürel değerlere ilişkin bir içsel çatışma içinde resmedilmektedir. Bazen içinde bulunmak zorunda oldukları kültürde normal karşılanan davranış biçimlerini taklit ederek içsel gerilimlerini alt etmeye çalışırlar, ancak bir türlü başaramazlar. Kendilerine yabancı olan bu değerleri uygulamaya çalıştıklarında iğreti bir görünüme bürünürler. Sonuçta daha büyük bir gerilimle baş etmek zorunda kalırlar. Erkek ana karakterlerde görülen "aşık olunan kadının ötelenmesi" de bu açıdan bakıldığında evlilik kurumundan ve bu kurumun gerektirdiği toplumsal rolden bir kaçıştır. Nesneler etrafında dönen ancak o nesnelerle doğal bir ilişki biçimini yaşayamayan karakterler, müze gezicisi gibi bilgili ama nesnelerle tabii ilişkisi olmayan gözlemcilerdir. Aşık olunan kadının ötelenmesi de bu açıdan bakıldığında, batılılıkla ve içinde bulunduğu toplumla içsel bir bütünleşme yaşamayan Cumhuriyet aydınının "dışarıda"lığını temsil etmektedir. Sonuç olarak kadını elde etmek için her şeyini ortaya koyarmış mücadelesi yaparken, aslında ondan kaçan, eleştirip aşağılanırken bile bunlardan bir türlü kopamayan yabancılaşmış kahramanlar, aslında arafta kalmış bir zihnin farklı bir tezahürüdür.
Halkla İlişkiler ve Reklamın Anatomisi (Derleyen Sema Yıldırım Becerikli), 2011
History Studies: International Journal Of History, 2013
Bu çalışmada Evliya Çelebi ve Fransız seyyah Gerard de Nerval’in 17. ve 19. yüzyıllarda
İstanbul’... more Bu çalışmada Evliya Çelebi ve Fransız seyyah Gerard de Nerval’in 17. ve 19. yüzyıllarda
İstanbul’un gündelik hayatı içerisinde kadının konumuna ilişkin gözlemleri karşılaştırmalı olarak incelenmektedir.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde kadınların ticaret ve diğer alanlardaki haklarından ve faaliyetlerinden
bahsederken, Gerard de Nerval’in seyahatnamesi daha çok kadınların dış görünüşü ile ilgili ayrıntılara yer vererek
yazarın ön yargıların etkisi ile hareket ettiğini göstermektedir.
International Symposium on Language and Communication: Research Trends and Challenges (SLC), 2012
Bu çalışmada "biskolota" ürününün televizyon için hazırlanan iki reklam filmi feminist kuramlar b... more Bu çalışmada "biskolota" ürününün televizyon için hazırlanan iki reklam filmi feminist kuramlar bağlamında göstergebilimsel yöntemle analiz edilmiştir. reklam diline ilişkin feminist araştırmaların ortaya koyduğu genel sonuç, kadın bedeninin reklamlarda ağırlıklı olarak, ürünlerle bağlantısı olsun olmasın cinsel obje olarak sunulduğu şeklindedir. bu yaklaşıma göre kadın bedeninin cinsel sembol olarak konumlandırılması, toplumdaki erkek egemen anlayışın örtük bir ifadesi olarak değerlendirilmektedir. Böylece erkek egemen reklam dili, toplumsal cinsiyet algısının yeniden inşa etmenin yanında, erkek bakışını kadının kendisini algulama biçimine de dayanarak izleyici olarak kadının bunu kabullenmesine yol açmaktadır. çalışmada, ele alınan reklamlarda feminist yaklaşımların reklamlarda kadının kullanımına yönelik eleştirilerine göndermede bulunduğu ve mizahın temel yöntemlerinden biri olan "tersine döndürme" yolu ile mizah unsuru olarak kullanıldığı varsayımından yola çıkılmıştır. ayrıca, erkek bedeninin cinsel arzu nesnesi olarak kullanımına müzik diliyle yaklaşılırken, ister istemez gerçekteki kadın imgesinin yeniden üretildiği ve bu eleştirel yaklaşımların da pazarlamanın bir aracı olarak kullanıldığı üzerinde durulmuştur.
Turkish Studies, 2013
Bu çalışmada; 12 Mart ve 12 Eylül askeri müdahale dönemlerindeki baskı ortamında uygulanan işkenc... more Bu çalışmada; 12 Mart ve 12 Eylül askeri müdahale dönemlerindeki baskı ortamında uygulanan işkenceleri kurgusuna taşımış olan bazı romanlar karşılaştırmalı olarak analiz edilmiştir. İktidar ve ona karşı direnme pratikleri, toplumun ötekine bakışını anlamak ve bu yolla demokratik birlikteliğin önündeki engelleri görmek açısından önem taşımaktadır. Bu nedenle işkence anı, iktidar ve direniş cephelerinin birbirlerine olan duygu ve düşüncelerini, söz veya tavırla en açık biçimde ifade ettikleri bir diyalog anı olarak işaretlendi. Araştırmada işkenceyi iktidarla ilişkilendiren farklı yaklaşımlar kavramsal boyutu ile ortaya konduktan sonra ele alınan romanlar daha çok işkence anına odaklanarak analiz edilmiştir. Ayrıca kahramanın ve işkence uygulayanın duygu durumları, yazarın işkenceye yaklaşımlarını da içine alacak biçimde zaman zaman karşılaştırmalar yaparak değerlendirilmiştir. Çalışmada; 12 Mart dönemi işkencelerini konu alan romanların, işkencenin kendisini bir insan hakkı ihlali olarak sorgulamaktan çok, mutlak kötü karşısında mağduriyetten doğan kahramanlığa övgüyü barındıran tek tip bir dili benimsediği görülmüştür. 12 Eylül sonrası yazılan romanlar ise, hem toplumsal yapıdaki değişim hem de daha farklı kesimlerin aynı mağduriyeti yaşamış olması nedeniyle farklı bakış açılarını içinde barındırmaktadır. Siyasi, felsefi, sosyolojik ve psikolojik derinliği barındıran farklı anlatı dilleriyle, hem kendini hem de ötekini anlamaya yönelen sorgulayıcı bir yapıya bürünmüşlerdir. Ancak 12 Eylül'ü konu alan romanlarda, farklı gerekçelerle de olsa, daima bir hayal kırıklığı kendini hissettirmektedir.
Atatürk üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2011
Bu çalışmada Cumhuriyetin ilk yıllarında Devlet tarafından sipariş veya yarışma yoluyla teşvik ed... more Bu çalışmada Cumhuriyetin ilk yıllarında Devlet tarafından sipariş veya yarışma yoluyla teşvik edilerek yazdırılmış, geçmişe ait hukuksal düzenin hicvini konu alan üç tiyatro yapıtı analiz edilmiştir. Bu çalışma yeni Cumhuriyetin, kendi ideolojisini halka yaymak ve benimsetmek için sanattan nasıl yararlandığını ortaya koymaya amaçlamaktadır. Cumhuriyet'in ilk döneminde, gazete, dergi gibi başka araçların ulaşamadığı taşrada sergilenmek üzere yazılan tiyatro yapıtları, eskiyi hicvederken, yeni dönemin kazanımlarını halka benimsetmeyi amaçlamaktadır. Bu tiyatro oyunları özellikle, geleneksel popüler kültürde bir figür olarak yer alan ve uzun dönemde, devletin otoritesine karşı halkın potansiyel ya da pasif direnme araçlarından birisi olarak değerlendirilebilecek kadı hikayelerinin yarattığı zeminden faydalanmıştır. Yani, kadıların adaletsizliği üzerine odaklanan ve "kadı fıkraları" olarak anonimleşmiş eleştiriyi, Osmanlı kadısının adaletsizliğine ve eski hukuki sürecin yozlaşmışlığına dayandırmaktadır. Ayrıca rüşvet,, yolsuzluğu yurttaşlara kötü muameleyi engelleyecek, kadın ve erkeğe eşit bakacak bir düzenin kurulduğunu müjdeleyen oyunlarda, örtük biçimde yargıç yansızlığı, kanunların üstünlüğü ve genelliği dile getirilmeye çalışılmıştır.
Fe Dergi, 2010
Bu çalışmada Karaosmanoğlu’nun “Hüküm Gecesi”, “Ankara” ve “Hep O Şarkı” romanları zaman
zaman di... more Bu çalışmada Karaosmanoğlu’nun “Hüküm Gecesi”, “Ankara” ve “Hep O Şarkı” romanları zaman
zaman diğer romanlarına da göndermeler yaparak karşılaştırmalı biçimde incelenmiştir. Cumhuriyet
ideallerini tanımlayan aydınlardan birisi olan Karaosmanoğlu, “Ankara” dışındaki tüm romanlarında
gelenek ve geçmiş eleştirisini “İmkânsız Aşk” kurgusuyla paralel olarak işlemiş, yalnızca Cumhuriyet’in
ilk yıllarını konu aldığı “Ankara” romanında “mümkün aşk”a yer vermiştir. Karaosmanoğlu’nun;
iktidar ilişkilerini de biçimlendiren geleneksel ataerkil anlayışı, erkeklik gururu ve kadınlık namusuyla
örülü “imkânsız aşk” metaforuyla temsil ettiği varsayılmaktadır. Karaosmanoğlu; erkeklik gururu ve
kadınlık namusunun sultasından kurtulmuş, mantığa ve bilime dayalı modern anlayışın örneğini,
“Ankara” romanında, “mümkün aşk” kurgusu ile idealize etmektedir. Karaosmanoğlu’nun, 1956
yılında yazdığı son romanı “Hüküm Gecesi”nde yeniden geçmişe ve “imkânsız aşk” kurgusuna
yönelmiş olmasının nedenleri, bu varsayım çerçevesinde, dönemin siyasi ve sosyal görünümü de dikkate
alınarak değerlendirilmiştir.
Uploads
Papers by İbrahim Hakan Dönmez
Bu çalışmada, iktidar açısından bir meşruiyet aracı olarak kabul ettiğimiz sınavın, tarih boyunca mitler ve onların izdüşümleri olan masallar yoluyla günümüze kadar nasıl taşındığı, içerisinde sınav kurgusunun bulunduğu bir Keloğlan masalının söylemsel analizi ile ortaya konmaya çalışılacaktır. Masalların işlevlerinden birisi de, var olan kurulu sisteme sağlamlık ve süreklilik vermektir. İşte Keloğlan’ın padişah tarafından sınava tabi tutulduğu masal, bunun bir örneği olarak ele alınacaktır. Yıllarca yönetimden dışlanan ve onun dışında kalan halkı temsil eden genel bir tip olarak Keloğlan, padişahın sınamasına muhatap olarak kurgusal düzeyde, hem toplumsal hiyerarşiyi tersine çevirmekte hem de bu tersine çevirme keyfi yanıtlara sahip cevaplanması ilk duyan tarafından imkânsız olan sorularla gerçekleştiği için kişiyi gerçekte kendi sınıfına mahkûm etmektedir. Böylece masal sayesinde, gerçek hayattaki sınıfsal eşitsizlik durumu kabul edilir kılınmaktadır.
Endüstrisi kavramı, farklı bir boyutta ve daha dar bir kapsamda “Sağlık Kültür Endüstrisi” olarak yeniden ifade
edilmektedir. Sağlık Kültür Endüstrisiyle, insan sağlığına ilişkin ortaya konan tüm gelişmelerin çok sınırlı ve
herkese hitap eden kısımlarıyla, günübirlik, popüler ve ticari kazanca hizmet edecek biçimde kurgulandığı iddiası
yazılı basının sağlık sayfalarındaki haber ve yazılarla ortaya konmaya çalışılmıştır. Kitle iletişim araçlarının
denetiminde gelişim gösteren kitle kültürü, toplumsal denetiminden çıkarak tamamen ticari amaçlı bir yapı almış
ve kültür endüstrisi tarafından gerçek olmayan, tek boyutlu ve seri olarak üretilmeye başlanmıştır.
Çalışmanın iddiası, Türkiye’de ulusal ölçekte yayın yapan en fazla tiraja sahip üç gazetenin (Hürriyet, Sabah ve
Posta) Haziran 2017 yılına ait 30 günlük nüshalarının sağlık ve yaşam sayfalarından amaçlı örneklem yoluyla
belirlenen yazı ve haberler seçilerek nitel betimleyici yöntem içerisinde yer alan betimsel içerik analizine tabi
tutularak test edilmiştir. Özellikle popüler sağlık kültürünün oluşmasına katkı sağlayan haber ve yazılara
odaklanılmıştır. Bu doğrultuda kategoriler oluşturularak bulgular betimsel olarak sunulmuştur.
İstanbul’un gündelik hayatı içerisinde kadının konumuna ilişkin gözlemleri karşılaştırmalı olarak incelenmektedir.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde kadınların ticaret ve diğer alanlardaki haklarından ve faaliyetlerinden
bahsederken, Gerard de Nerval’in seyahatnamesi daha çok kadınların dış görünüşü ile ilgili ayrıntılara yer vererek
yazarın ön yargıların etkisi ile hareket ettiğini göstermektedir.
zaman diğer romanlarına da göndermeler yaparak karşılaştırmalı biçimde incelenmiştir. Cumhuriyet
ideallerini tanımlayan aydınlardan birisi olan Karaosmanoğlu, “Ankara” dışındaki tüm romanlarında
gelenek ve geçmiş eleştirisini “İmkânsız Aşk” kurgusuyla paralel olarak işlemiş, yalnızca Cumhuriyet’in
ilk yıllarını konu aldığı “Ankara” romanında “mümkün aşk”a yer vermiştir. Karaosmanoğlu’nun;
iktidar ilişkilerini de biçimlendiren geleneksel ataerkil anlayışı, erkeklik gururu ve kadınlık namusuyla
örülü “imkânsız aşk” metaforuyla temsil ettiği varsayılmaktadır. Karaosmanoğlu; erkeklik gururu ve
kadınlık namusunun sultasından kurtulmuş, mantığa ve bilime dayalı modern anlayışın örneğini,
“Ankara” romanında, “mümkün aşk” kurgusu ile idealize etmektedir. Karaosmanoğlu’nun, 1956
yılında yazdığı son romanı “Hüküm Gecesi”nde yeniden geçmişe ve “imkânsız aşk” kurgusuna
yönelmiş olmasının nedenleri, bu varsayım çerçevesinde, dönemin siyasi ve sosyal görünümü de dikkate
alınarak değerlendirilmiştir.
Bu çalışmada, iktidar açısından bir meşruiyet aracı olarak kabul ettiğimiz sınavın, tarih boyunca mitler ve onların izdüşümleri olan masallar yoluyla günümüze kadar nasıl taşındığı, içerisinde sınav kurgusunun bulunduğu bir Keloğlan masalının söylemsel analizi ile ortaya konmaya çalışılacaktır. Masalların işlevlerinden birisi de, var olan kurulu sisteme sağlamlık ve süreklilik vermektir. İşte Keloğlan’ın padişah tarafından sınava tabi tutulduğu masal, bunun bir örneği olarak ele alınacaktır. Yıllarca yönetimden dışlanan ve onun dışında kalan halkı temsil eden genel bir tip olarak Keloğlan, padişahın sınamasına muhatap olarak kurgusal düzeyde, hem toplumsal hiyerarşiyi tersine çevirmekte hem de bu tersine çevirme keyfi yanıtlara sahip cevaplanması ilk duyan tarafından imkânsız olan sorularla gerçekleştiği için kişiyi gerçekte kendi sınıfına mahkûm etmektedir. Böylece masal sayesinde, gerçek hayattaki sınıfsal eşitsizlik durumu kabul edilir kılınmaktadır.
Endüstrisi kavramı, farklı bir boyutta ve daha dar bir kapsamda “Sağlık Kültür Endüstrisi” olarak yeniden ifade
edilmektedir. Sağlık Kültür Endüstrisiyle, insan sağlığına ilişkin ortaya konan tüm gelişmelerin çok sınırlı ve
herkese hitap eden kısımlarıyla, günübirlik, popüler ve ticari kazanca hizmet edecek biçimde kurgulandığı iddiası
yazılı basının sağlık sayfalarındaki haber ve yazılarla ortaya konmaya çalışılmıştır. Kitle iletişim araçlarının
denetiminde gelişim gösteren kitle kültürü, toplumsal denetiminden çıkarak tamamen ticari amaçlı bir yapı almış
ve kültür endüstrisi tarafından gerçek olmayan, tek boyutlu ve seri olarak üretilmeye başlanmıştır.
Çalışmanın iddiası, Türkiye’de ulusal ölçekte yayın yapan en fazla tiraja sahip üç gazetenin (Hürriyet, Sabah ve
Posta) Haziran 2017 yılına ait 30 günlük nüshalarının sağlık ve yaşam sayfalarından amaçlı örneklem yoluyla
belirlenen yazı ve haberler seçilerek nitel betimleyici yöntem içerisinde yer alan betimsel içerik analizine tabi
tutularak test edilmiştir. Özellikle popüler sağlık kültürünün oluşmasına katkı sağlayan haber ve yazılara
odaklanılmıştır. Bu doğrultuda kategoriler oluşturularak bulgular betimsel olarak sunulmuştur.
İstanbul’un gündelik hayatı içerisinde kadının konumuna ilişkin gözlemleri karşılaştırmalı olarak incelenmektedir.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde kadınların ticaret ve diğer alanlardaki haklarından ve faaliyetlerinden
bahsederken, Gerard de Nerval’in seyahatnamesi daha çok kadınların dış görünüşü ile ilgili ayrıntılara yer vererek
yazarın ön yargıların etkisi ile hareket ettiğini göstermektedir.
zaman diğer romanlarına da göndermeler yaparak karşılaştırmalı biçimde incelenmiştir. Cumhuriyet
ideallerini tanımlayan aydınlardan birisi olan Karaosmanoğlu, “Ankara” dışındaki tüm romanlarında
gelenek ve geçmiş eleştirisini “İmkânsız Aşk” kurgusuyla paralel olarak işlemiş, yalnızca Cumhuriyet’in
ilk yıllarını konu aldığı “Ankara” romanında “mümkün aşk”a yer vermiştir. Karaosmanoğlu’nun;
iktidar ilişkilerini de biçimlendiren geleneksel ataerkil anlayışı, erkeklik gururu ve kadınlık namusuyla
örülü “imkânsız aşk” metaforuyla temsil ettiği varsayılmaktadır. Karaosmanoğlu; erkeklik gururu ve
kadınlık namusunun sultasından kurtulmuş, mantığa ve bilime dayalı modern anlayışın örneğini,
“Ankara” romanında, “mümkün aşk” kurgusu ile idealize etmektedir. Karaosmanoğlu’nun, 1956
yılında yazdığı son romanı “Hüküm Gecesi”nde yeniden geçmişe ve “imkânsız aşk” kurgusuna
yönelmiş olmasının nedenleri, bu varsayım çerçevesinde, dönemin siyasi ve sosyal görünümü de dikkate
alınarak değerlendirilmiştir.