Papers by Doğacan Başaran
Soguk Savas sonrasinda Sovyetler Birligi’nin dagilmasina paralel sayilabilecek bir zamanlamayla, ... more Soguk Savas sonrasinda Sovyetler Birligi’nin dagilmasina paralel sayilabilecek bir zamanlamayla, Yugoslavya da dagilmis ve Balkanlar etnik catismalarin yasandigi bir kriz bolgesine donusmustur. Balkanlarda yasanan krizler, Soguk Savas’in ve buna bagli olarak “komunizm tehdidinin” sona ermesiyle birlikte, NATO’nun miadini doldurduguna yonelik yasanan tartismalari da etkilemis ve Balkan cografyasinda gerceklesen mudahaleler, NATO’nun gorev taniminin degistigini gostermistir. Zira Amerika Birlesik Devletleri (ABD), Balkanlarda gerceklestirdigi operasyonlari, NATO araciligiyla yurutmustur. Bu operasyonlar, ABD’nin kuresel sistem uzerinde barisi saglayabilecek tek hegemon devlet oldugunu ortaya koymasini saglamis ve soruna Washington mudahale edene kadar Birlesmis Milletler ve Avrupa Birligi’nin etkisiz kalmasi uluslararasi kurumlarin ataletini gozler onune sererek etkinliklerini tartismaya acmistir. Washington, Balkan yarimadasindaki operasyonlarini “insani mudahale” ve “onleyici savas”...
II. ULUSLARARASI GİRESUN GÜVENLİK SEMPOZYUMU, MUSAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN SAMSUN’A ÇIKIŞININ YÜZÜNCÜ YILI HATIRASINA: 1919’DAN 2019’A ULUSAL GÜVENLİĞİN KÜRESEL DÖNÜŞÜMÜ 02-03 MAYIS, 2019
İran-Pakistan ilişkilerinde İran’ın uyguladığı Şiileştirme faaliyetleri İslamabat’ın tehdit algıl... more İran-Pakistan ilişkilerinde İran’ın uyguladığı Şiileştirme faaliyetleri İslamabat’ın tehdit algılamasına yol açarken; Tahran da Belucistan Sorunu nedeniyle Pakistan’dan tehdit algıladığını zaman zaman dile getirmektedir. Pakistan’ın, Amerika Birleşik Devletleri ve Suudi Arabistan ile olan ilişkisi de İran’ın güvenlik endişelerini arttırmaktadır. Üstelik bu endişeler, Çabahar ve Gwadar limanları üzerinden jeopolitik ve jeoekonomik bir rekabetin yaşanmasını tetiklemektedir. Bu durum bölgesel güvenlik çerçevesinde önem taşımaktadır.
Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi, 2022
Öz 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik askeri harekat başlatması, Batı Dünyası'n... more Öz 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik askeri harekat başlatması, Batı Dünyası'nın geleneksel öteki şeklinde değerlendirdiği "Rus tehdidi" algısını canlandırmıştır. Bu kapsamda Rus yayılmacılığı tehlikesi başta Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere Batı Dünyası'nda yoğun bir biçimde konuşulmaya başlanmış ve Avrupa güvenlik mimarisi en sık tartışılan meselelerden biri haline gelmiştir. Kuşkusuz bu durum, son yıllarda Avrupa'yla ilişkilerinde birtakım problemler yaşayan Polonya'nın jeopolitik öneminin artması sonucunu doğurmuştur. Bu makalede de "Rusya-Ukrayna Savaşı'nın Polonya'nın jeopolitik önemine etkisi nedir?" sorusu tartışılmakta ve Varşova'nın Avrupa güvenlik mimarisinin ön cephesi haline geldiği hipotezi savunulmaktadır.
Bölgesel Araştırmalar Dergisi, 2021
The Shangai Five, established in 1996 for solving the border problems between China and Russia an... more The Shangai Five, established in 1996 for solving the border problems between China and Russia and expanding security-based cooperation in Asia, with the acceptance of Uzbekistan, became Shangai Cooperation Organisation. It, with the membership of Pakistan and India in 2017, lifted its effectiveness on Central Asia-South Asia. It, which accepted Iran as a member in 2021, showed the importance of the developments in Afghanistan for them and has turned into an organization including neighbors of the country except Turkmenistan that has permanently neutral status in question. Besides, SCO; with Iran, has opened to the Middle East. In this study, the SCO's Middle East expansion is examined in the context of Afghanistan.
Gorbacov, 16 Aralik 1986’da perestroyka politikasinda islenen halklarin yonetime katilimi soylemi... more Gorbacov, 16 Aralik 1986’da perestroyka politikasinda islenen halklarin yonetime katilimi soylemine tezat yaratan bir uygulamaya imza atarak, Kazakistan Komunist Partisi Genel Sekreterligi gorevini yapan ve bir Kazak olan Dinmuhammed Kunayev’i cesitli yolsuzluk iddialarini bahane ederek gorevden almis; yerineyse bir Rus olan Gennedy Kolbin’i atamistir. Bu atama Kazakistan’da milliyetci karakteri one cikan cok buyuk bir tepkinin olusmasina yol acmistir. Bu tepkiye bagli olarak genis capli halk kitlelerinin katilimiyla Sovyetler Birligi tarihinde ilk kez milliyetci ozellikleri one cikan ve bagimsizlik talebini iceren protestolar gerceklesmistir. Bagimsizlikci soylemlere ragmen eylem tarzinda bariscil ve demokratik talepler noktasindan uzaklasmayan Kazak Turkleri, Perestroyka politikasinin konusuldugu bir ortamda, buyuk bir paradoksa tanik olmus ve acimasizca devlet teroru denilebilecek bir siddet uygulanarak dagitilmistir. Her ne kadar Sovyet yonetimi 1986’da eylemleri siddet kullanar...
Demokrasi Platformu Dergisi, 2021
Bütün jeopolitik teorilerin özel önem atfettiği Afganistan, küresel güç mücadelesi açısından krit... more Bütün jeopolitik teorilerin özel önem atfettiği Afganistan, küresel güç mücadelesi açısından kritik bir coğrafyada yer almaktadır. Zira Afganistan, Orta Asya-Güney Asya-Ortadoğu güzergahındaki kilit bir ülkedir. Dolayısıyla Afganistan’a egemen olan gücün söz konusu coğrafyaları da etkileyebileceğine inanılmaktadır. Nitekim 1979 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) ve 2001 senesinde de Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Afganistan’ı işgal etmesinin nedeni bu ülkelerin küresel hâkimiyet iddiasıdır. Buna karşılık Afganistan merkezli istikrarsızlığın ise bahse konu olan bölgeleri de olumsuz etkileyeceği düşünülmektedir. İşte bu yüzden de 31 Ağustos 2021 tarihinde ABD’nin Afganistan’dan çekilme sürecini tamamlamasının ve Taliban’ın ülkedeki mutlak iktidar haline gelmesinin Türkiye ve Türk Dünyası ülkelerini göç ve güvenlik riskleri üzerinden istikrarsızlaştırma ihtimali vardır. Halihazırda Taliban, uluslararası meşruiyeti önceleyen işbirliğine yönelik mesajlar verse de Devletü’l Irak ve’ş Şam (DEAŞ) gibi terör örgütlerinin ülkedeki varlığı, Afganistan merkezli gelişmelerin bazı riskler barındırdığını ortaya koymaktadır. Bununla birlikte ABD’nin çekilmesinin ardından Afganistan’da oluşan güç boşluğunun Türkiye ve Türk Dünyası’nın jeopolitik önemini arttırdığı da aşikardır. Bu makalede de “Afganistan’daki sürecin Türkiye ve Türk Dünyası jeopolitiğine etkileri nelerdir?” sorusuna yanıt aranmaktadır.
Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi, 2020
Almanya’nın 1871 yılında siyasi birliğini geç tamamlamasının en önemli sonucu, sömürgecilik yarış... more Almanya’nın 1871 yılında siyasi birliğini geç tamamlamasının en önemli sonucu, sömürgecilik yarışına da gecikmeli olarak katılması olmuştur. Sömürgecilik yarışına dahil olduktan sonra ise Almanya, Ortadoğu’ya ulaşmayı amaçlamıştır. Almanya’nın Ortadoğu’ya ulaşarak İngiliz nüfuz alanına yönelik bir strateji geliştirmesi, büyük güçler arasındaki rekabeti arttırmış ve Birinci Dünya Savaşı’na giden kutuplaşmayı hızlandırmıştır. Bu süreçte Almanya, Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri’ni de oluşturacak olan bir bloklaşmanın tarafı olan devletlerin toprakları üzerinden geçecek şekilde, Berlin-Bağdat Demiryolu Hattı’nın inşa edilmesine öncelik vermiştir. Bu çalışmada da Bağdat Demiryolu Projesi, tarafların beklentileri doğrultusunda incelenmektedir.
İran Çalışmaları Dergisi, 2020
Öz
Şah rejimi döneminde İran'da, güçlü bir sol muhalefet bulunmaktaydı. Ülkedeki bu sol muhalif ... more Öz
Şah rejimi döneminde İran'da, güçlü bir sol muhalefet bulunmaktaydı. Ülkedeki bu sol muhalif gruplardan biri olan Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ), varlığını günümüzde de devam ettirmektedir. Örgüt, kuruluş yıllarında İslami Marksist bir çizgide konumlanarak Şah ve emperyalizm karşıtı bir söylem kullanmışsa da İslam Devrimi sonrasında ulema sınıfıyla girdiği mücadele, örgütün siyasi çizgisini değiştirmiştir. Gelinen noktada Halkın Mücahitleri Örgütü, yabancı devletlerle yakın ilişkiler kuran ve bu devletler tarafından İran'a karşı kullanılan bir organizasyona dönüşmüştür. Öte yandan kuruluş yıllarından itibaren terörle iç içe olan bu örgüt, son yıllarda terörle arasına mesafe koyduğunu iddia etmekte ve Tahran yönetiminin uluslararası terörü finanse ettiği iddiasını dünya kamuoyunun gündemine taşımaktadır. Bu kapsamda HMÖ'nün liberal değerleri savunduğu da görülmektedir. Bu makalede kuruluşundan günümüze Halkın Mücahitleri Örgütü'nün yaşadığı dönüşüm incelenmektedir. Söz konusu inceleme kapsamında yöntemsel olarak literatür taramasından faydalanılmakta olup; Türkçe, İngilizce ve Farsça kaynaklardan yararlanılmaktadır.
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2020
II. ULUSLARARASI GİRESUN GÜVENLİK SEMPOZYUMU BİLDİRİ E-KİTABI, 2019
Uluslararası İlişkiler disiplinindeki güvenlik temalı çalışmalarda sıklıkla İran’ın
Ortadoğu’daki... more Uluslararası İlişkiler disiplinindeki güvenlik temalı çalışmalarda sıklıkla İran’ın
Ortadoğu’daki faaliyetlerini incelenmektedir. Zira İran’ın Şii yayılmacılığına dayanan dış
politika anlayışı, pek çok Ortadoğu ülkesi tarafından kendilerinin güvenliğine yönelik tehdit
olarak algılanmaktadır. Ancak İran, yalnızca Ortadoğu’da değil; Güney Asya’da rejim ihracı
politikaları uygulamaktadır. İran’ın mezhepçi faaliyetleri nedeniyle güvenlik sorunu
algılayan devletlerden bir tanesi de komşusu olan Pakistan’dır.
Pakistan-İran ilişkilerinde İran’ın uyguladığı Şiileştirme faaliyetleri İslamabad’ın
tehdit algılamasına yol açarken; Tahran da Belucistan Sorunu nedeniyle Pakistan’dan tehdit
algıladığını zaman zaman dile getirmektedir. Dahası Pakistan’ın Amerika Birleşik Devletleri
ve Suudi Arabistan gibi devletlerle olan ilişkileri de İran’ın güvenlik endişelerini
arttırmaktadır. Üstelik bu endişeler, Çabahar ve Gwadar limanları üzerinden jeopolitik ve
jeoekonomik bir rekabetin yaşanmasını da tetiklemektedir. Bu bildiride de İran-Pakistan
ilişkileri bölgesel güvenlik çerçevesinde incelenmektedir
II. ULUSLARARASI GİRESUN GÜVENLİK SEMPOZYUMU BİLDİRİ E-KİTABI, 2019
Devletlerin dış politika yönelimleri, ulusal çıkarlarını nasıl tanımlıyor olduklarıyla yakından i... more Devletlerin dış politika yönelimleri, ulusal çıkarlarını nasıl tanımlıyor olduklarıyla yakından ilişkilidir. Zira devletlerin dış politikalarını ulusal çıkar algılamaları çerçevesinde inşa ettikleri bilinmektedir. Ulusal çıkar tanımlamasını şekillendiren en önemli unsur ise ilgili ülkenin güvenlik kaygısı ve bu güvenlik kaygısı çerçevesinde oluşan tehdit algılamasıdır. Algılanan tehdit, ülkelerin çıkar tanımlamalarında çeşitli farklılaşmaların meydana gelmesine sebep olabilmektedir. Bu nedenle güvenlikçi bir perspektiften bakıldığında, devletler arası ilişkilerin, devletlerin kendi güvenliklerini sağlamaya çalıştığı bir güç mücadelesi olarak ele alındığı görülmektedir. Bu noktada güvenlik kavramı; ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde farklı biçimlerde tartışmalara yol açan bir kavram olarak göze çarpmaktadır. Küreselleşmenin dünya üzerinde genel kabul görerek yaygınlaşmasıyla birlikte, etnik ve dinsel hususlar başta olmak üzere kimliğe dayalı sorunların yeniden önem kazanarak öne çıkmasına bağlı olarak devletlerin çıkar ve tehdit algılamalarında meydana gelen farklılaşma ulusal, bölgesel veya küresel düzeyde güvenlik ortamını daha kırılgan bir hale getirerek sistem üzerindeki istikrarın sağlanmasını zorlaştırmıştır. Bu doğrultuda küreselleşmenin dünya üzerinde genel kabul görmesine paralel olarak, bölgesel sorunların da artarak belirginleştiği ifade edilebilir. Bu çerçevede güvenlik çalışmaları incelendiğinde, kadınların söz konusu çalışmaların dışında tutularak yok sayıldığı ve literatüre erkek egemen bir bakış açısının hâkim olduğu görülmektedir. Oysa tarih, ezen ve ezilenler arasındaki ilişkiler üzerinden şekillenmektedir. Bu ezen-ezilen ilişkisi, genellikle sınıfsal analizleri ifade etmek amacıyla kullanılsa da tarih boyunca, toplumların ataerkil yapısının bir sonucu olarak kadın da "ezilen" bir aktör olarak arka plana itilmiş ve erkeklerin tahakkümü altında kalmıştır. Bu bildiride de kadının varlığını kanıtlaması ve kadınların doğal hakkı olan temel özgürlüklerin kazanılması yolunda en önemli ideolojik motivasyon unsuru olan feminist kuramın güvenlik çalışmalarındaki yeri incelenmektedir. Kadının toplumun tüm bireyleriyle eşit haklara sahip olmasına odaklanan feminizm, cinsiyet farklılıkları üzerinden kadının toplumdaki yerinin ötekiye dönüştürülmesine yükselen itirazı temsil etmektedir. Bu anlamda feminizmin ana odak noktasını kadın oluşturmaktadır. Bu nedenle feminist çalışmalar ataerkil toplum yapısı, kadının ezilmesi ve sömürülmesi, cinsiyet farklıkları ve egemen iktidarın eril karakteri gibi konulara odaklanmaktadır. * Ortadoğu ve Afrika Uzmanı,
III. Hocalı Sempozyumu ve Türk Dünyası Bildiri E-Kitabı, 2019
İran İslam Cumhuriyeti, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nin ardından dış
politikada dini s... more İran İslam Cumhuriyeti, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nin ardından dış
politikada dini söylemleri öne çıkaran bir ülke haline gelmiştir. Bu kapsamda Tahran
yönetimi, dış politikasını İslam Devrimi sonrasında üç temel söylem üzerine inşa etmiştir.
Bunlardan ilki takrib-i mezahip, ikincisi Şii İslam Dünyası’nın liderliği ve üçüncüsü de ezilen
halkların koruyuculuğudur. Nitekim İran, hem İslam Dünyası’ndaki farklı mezheplere takribi mezahip olarak adlandırılan ve mezhepler arası yakınlaşmayı esas alan bir politikayla
yaklaşarak tüm İslam Dünyası içerisinde ayrıcalıklı bir konum elde etmeye odaklanmış hem
rejim ihracı söylemi üzerinden Şii yayılmacılığına dayalı bir strateji uygulayarak İran’ın Dini
Rehberi’nin tüm Şiiler açısından bir siyasi kıble olmasını arzu etmiş hem de farklı dinlere
mensup olsa bile ezilen halkların koruyuculuğuna yönelik söylemler geliştirmiştir. Söz
konusu dış politika anlayışı ABD ve İsrail karşıtlığı üzerinden anti-emperyalist ve antisiyonist vurgularla süslenmiştir. Ancak İran’ın Ermenistan’la olan dostane ilişkileri, hem
Müslüman hem de Şii olan Azerbaycan halkının yanında olmadığını ortaya koymuştur.
Dahası Dağlık Karabağ’daki işgal ve Hocalı’daki soykırıma karşı İran’ın uyguladığı politika,
Tahran yönetiminin mazlumların yanında olduğu iddiasını da çürütmüştür. Dolayısıyla
İran’ın Dağlık Karabağ Sorunu karşısında geliştirdiği politika, ideolojik söylemler üzerinden
idealist bir dış politika stratejisi uyguladığını öne süren Tahran’ın aslında son derece realist
ve pragmatik bir devlet refleksine sahip olduğunu gözler önüne sermiştir. Elbette tüm bu durum, İran’ın dini söylemlerinin bir retorikten ibaret olduğunu da gün yüzüne çıkarmıştır.
Bu bildiride de İran’ın dış politika anlayışındaki pragmatik tutumunu yansıtan en önemli
örneklerden biri olan Dağlık Karabağ politikası incelenmektedir.
Bölgesel Araştırmalar Dergisi, 2019
The end of the Cold War led to a unipolar New World Order under the American leadership. However,... more The end of the Cold War led to a unipolar New World Order under the American leadership. However, the USA military interventions attracted negative reactions from international society, prompting a search for the balance of power against USA. It has been observed that China's strategical coalitions it guides, has turned Beijing into a centre of attraction. Experts began to discuss China as a new hegemonic actor. In this regard, the National Security Strategy Document of the Trump Administration which is also referred to as the Trump Doctrine reflects the USA concerns. The article analyses the USA foreign policy towards Asia-Pacific and China based on this doctrine.
Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi, 2019
İran İslam Cumhuriyeti, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi'nin ardından kendi kimliğini Şii-İ... more İran İslam Cumhuriyeti, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi'nin ardından kendi kimliğini Şii-İslam olarak tanımlamıştır. Bu kapsamda Tahran, dış politikada da Şii grupların çıkarlarının korunması ve imkân oluşursa o grupların bulundukları ülkelerde iktidara getirilmesi hedefi doğrultusunda adımlar atmaktadır. İran'ın bu politikası daha çok Şii milis grupların desteklenmesine dayansa da Tahran, ilgilendiği ülkelerdeki etkinliğini yalnızca sert güç unsurlarına başvurarak değil; yumuşak güç unsurlarını da etkin bir biçimde kullanarak arttırmaktadır. Bu makalenin argümanı da İran'ın yumuşak güç unsurlarına başvurarak çeşitli ülkelerde yaşayan Şiilerin sempatisini kazanmaya ve söz konusu ülkelerin kamuoylarında İran yanlısı bir refleks oluşturmaya çalıştığı ve buna yönelik kamu diplomasisi faaliyetlerinde bulunduğudur.
Iran has identified itself with Shia Islam after the Islamic Revolution in 1979. Within this framework, Tehran takes steps in order to protect Shi'i communities' interests and make them come into power in their countries if possible. Although Iran's policy has been based on supporting Shi'i militia forces, Tehran keeps increasing its influence on countries of concern not only by using hard power but also using soft power effectively. The argument of this article is that by the use of soft power in various countries Iran endeavors to gain sympathy from Shi'i communities and to form an Iranian-sided public reaction, and it involves in public diplomacy activities.
Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi, 2019
İran İslam Cumhuriyeti, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nin ardından kendi kimliğini Şii-İ... more İran İslam Cumhuriyeti, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nin ardından kendi kimliğini Şii-İslam olarak tanımlamıştır. Bu kapsamda Tahran, dış politikada da Şii grupların çıkarlarının korunması ve imkân oluşursa o grupların bulundukları ülkelerde iktidara getirilmesi hedefi doğrultusunda adımlar atmaktadır. İran’ın bu politikası daha çok Şii milis grupların desteklenmesine dayansa da Tahran, ilgilendiği ülkelerdeki etkinliğini yalnızca sert güç unsurlarına başvurarak değil; yumuşak güç unsurlarını da etkin bir biçimde kullanarak arttırmaktadır. Bu makalenin argümanı da İran’ın yumuşak güç unsurlarına başvurarak çeşitli ülkelerde yaşayan Şiilerin sempatisini kazanmaya ve söz konusu ülkelerin kamuoylarında İran yanlısı bir refleks oluşturmaya çalıştığı ve buna yönelik kamu diplomasisi faaliyetlerinde bulunduğudur.
2. ULUSLARARASI HOCALI SOYKIRIMI ve BÖLGESEL GÜVENLİK SEMPOZYUMU E-KİTABI , 2018
Bu çalışmada, Türkiye ve Azerbaycan’ın uluslararası boyuttaki imajı, sempozyum konusu çerçevesind... more Bu çalışmada, Türkiye ve Azerbaycan’ın uluslararası boyuttaki imajı, sempozyum konusu çerçevesinde ele alınmaktadır. Öncelikle güncel bir konu olarak, Türkiye’nin Afrin’deki terör yapılanmasına yönelik başlattığı, Zeytin Dalı Harekâtı’na dönük imaj analizi yapılmaktadır. Sonra da, Azerbaycan’ın haklı davası olan Hocalı soykırımı ile ilgili imajının, uluslararası toplumdaki karşılığı değerlendirilmektedir. Bildiri biri güncel, diğeri çeyrek asırlık iki konu özelinde uluslar arası imaj sorununu analiz etmektedir.
Uluslararası Medeniyet Çalışmaları Dergisi, 2018
Modernizmin gelişimiyle birlikte ortaya çıkan milliyetçilik ideolojisi,
yalnızca modern dönemden ... more Modernizmin gelişimiyle birlikte ortaya çıkan milliyetçilik ideolojisi,
yalnızca modern dönemden değil, modernizm öncesi dönemden de beslenmiştir. Milliyetçiliğin teorik temelleri üzerine yapılan tartışmalar ve yüzyıllar boyunca gelişen milliyetçilik türleri incelendiğinde, günümüzdeki milliyetçilik çalışmalarının genellikle tekrara düştüğü ve yeni bir bakış açısı ortaya koyamadığı görülmektedir. Küreselleşme ile birlikte, beklenenin tersine milliyetçi düşünce sona ermemiş ama antiemperyalist milliyetçiliklerin yaşadığı gerilim ve gerileme, dünya genelindeki milliyetçi hareketlerin bazı dersleri çıkartmasını zorunlu kılmıştır. Bu da Betül Karagöz Yerdelen’e göre, egoizmden uzak bir biçimde, uluslararası müzakere ve dayanışmayı temel alan, aynı zamanda yeryüzünün tüm uluslarının egemenlik haklarının korunmasını kutsal görev kabul eden, yeni birmilliyetçilik teorisinin geliştirilmesini gerektirmektedir. İşte bu çalışmada, bahse konu olan ihtiyaç çok yönlü olarak incelenmekte olup Betül Karagöz Yerdelen tarafından inşa edilen Uluslararası Milliyetçilik teorisi değerlendirilmektedir
GİRESUN ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER DERGİSİ , 2018
Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasına paralel sayılabilecek bir zamanlamayla, ... more Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasına paralel sayılabilecek bir zamanlamayla, Yugoslavya da dağılmış ve Balkanlar etnik çatışmaların yaşandığı bir kriz bölgesine dönüşmüştür. Balkanlarda yaşanan krizler, Soğuk Savaş’ın ve buna bağlı olarak “komünizm tehdidinin” sona ermesiyle birlikte, NATO’nun miadını doldurduğuna yönelik yaşanan tartışmaları da etkilemiş ve Balkan coğrafyasında gerçekleşen müdahaleler, NATO’nun görev tanımının değiştiğini göstermiştir. Zira Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Balkanlarda gerçekleştirdiği operasyonları, NATO aracılığıyla yürütmüştür. Bu operasyonlar, ABD’nin küresel sistem üzerinde barışı sağlayabilecek tek hegemon devlet olduğunu ortaya koymasını sağlamış ve soruna Washington müdahale edene kadar Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin etkisiz kalması uluslararası kurumların ataletini gözler önüne sererek etkinliklerini tartışmaya açmıştır. Washington, Balkan yarımadasındaki operasyonlarını “insani müdahale” ve “önleyici savaş” gibi kavramlar üzerinden yürütmüş ve bu kavramların yarattığı meşruiyeti, 2000’li yıllarda suiistimal edip kuramsal boyutta hegemonyasından imparatorluk inşa etmeye çalışarak Afganistan ve Irak’ı uluslararası hukuku ayaklar altına alarak işgal etmiştir. ABD’nin 2000’li yıllardaki küresel sistem algılayışında meydana gelen değişiklik, Balkanlar politikasına da yansımıştır. Bu makalede de bahse konu olan süreçte ABD’nin Balkanlar politikasının dönüşümü Pax - Americana kavramı üzerinden ele alınmaktadı
Bir Hegemonya Modeli Olarak Konfüçyen Kapitalizm: Çin Dış Politikasında Konfüçyüsçülük, ANKASAM Stratejik Bakış, Eylül 2017, 2017
Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 2017
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanmış olan Soğuk Savaş, ideolojik hassasiyetler çerçevesinde ... more İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanmış olan Soğuk Savaş, ideolojik hassasiyetler çerçevesinde şekillenmiştir. Soğuk Savaş’ın, Sovyetler Birliği’nin ve buna bağlı olarak sosyalist bloğun dağılmasıyla neticelenmesi, ABD’nin ideolojik bir zafer elde etmesi anlamına gelmişse de, Washington yönetimi tarafından ideolojik zafer tek başına yeterli olarak görülmemiş ve Amerika, elde ettiği ideolojik zaferi, jeopolitik bir zaferle de taçlandırmak istemiştir. Bu nedenle Soğuk Savaş sonrasında Amerikan dış politikasının jeopolitik hedefler doğrultusunda yönetildiği görülmektedir. Bu bağlamda ABD, küresel üstünlüğünü koruyabilmek için Avrasya coğrafyasına hükmetmek gerektiği tespitini yapmış ve dış politikasını da Avrasya coğrafyasının anahtarı olarak değerlendirdiği ‘‘Büyük Ortadoğu’’yu kontrol etme hedefiyle oluşturmuştur. Zira bu bölge, zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olduğu için ABD açısından kontrol edilmesi elzem olarak değerlendirilen bir cazibe merkezi şeklinde öne çıkmıştır. Büyük Ortadoğu Projesi de ABD’nin bu coğrafyadaki üstünlüğünü kurumsallaştırmaya yönelik geliştirdiği jeopolitik proje olarak ifade edilebilir.
Uploads
Papers by Doğacan Başaran
Şah rejimi döneminde İran'da, güçlü bir sol muhalefet bulunmaktaydı. Ülkedeki bu sol muhalif gruplardan biri olan Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ), varlığını günümüzde de devam ettirmektedir. Örgüt, kuruluş yıllarında İslami Marksist bir çizgide konumlanarak Şah ve emperyalizm karşıtı bir söylem kullanmışsa da İslam Devrimi sonrasında ulema sınıfıyla girdiği mücadele, örgütün siyasi çizgisini değiştirmiştir. Gelinen noktada Halkın Mücahitleri Örgütü, yabancı devletlerle yakın ilişkiler kuran ve bu devletler tarafından İran'a karşı kullanılan bir organizasyona dönüşmüştür. Öte yandan kuruluş yıllarından itibaren terörle iç içe olan bu örgüt, son yıllarda terörle arasına mesafe koyduğunu iddia etmekte ve Tahran yönetiminin uluslararası terörü finanse ettiği iddiasını dünya kamuoyunun gündemine taşımaktadır. Bu kapsamda HMÖ'nün liberal değerleri savunduğu da görülmektedir. Bu makalede kuruluşundan günümüze Halkın Mücahitleri Örgütü'nün yaşadığı dönüşüm incelenmektedir. Söz konusu inceleme kapsamında yöntemsel olarak literatür taramasından faydalanılmakta olup; Türkçe, İngilizce ve Farsça kaynaklardan yararlanılmaktadır.
Ortadoğu’daki faaliyetlerini incelenmektedir. Zira İran’ın Şii yayılmacılığına dayanan dış
politika anlayışı, pek çok Ortadoğu ülkesi tarafından kendilerinin güvenliğine yönelik tehdit
olarak algılanmaktadır. Ancak İran, yalnızca Ortadoğu’da değil; Güney Asya’da rejim ihracı
politikaları uygulamaktadır. İran’ın mezhepçi faaliyetleri nedeniyle güvenlik sorunu
algılayan devletlerden bir tanesi de komşusu olan Pakistan’dır.
Pakistan-İran ilişkilerinde İran’ın uyguladığı Şiileştirme faaliyetleri İslamabad’ın
tehdit algılamasına yol açarken; Tahran da Belucistan Sorunu nedeniyle Pakistan’dan tehdit
algıladığını zaman zaman dile getirmektedir. Dahası Pakistan’ın Amerika Birleşik Devletleri
ve Suudi Arabistan gibi devletlerle olan ilişkileri de İran’ın güvenlik endişelerini
arttırmaktadır. Üstelik bu endişeler, Çabahar ve Gwadar limanları üzerinden jeopolitik ve
jeoekonomik bir rekabetin yaşanmasını da tetiklemektedir. Bu bildiride de İran-Pakistan
ilişkileri bölgesel güvenlik çerçevesinde incelenmektedir
politikada dini söylemleri öne çıkaran bir ülke haline gelmiştir. Bu kapsamda Tahran
yönetimi, dış politikasını İslam Devrimi sonrasında üç temel söylem üzerine inşa etmiştir.
Bunlardan ilki takrib-i mezahip, ikincisi Şii İslam Dünyası’nın liderliği ve üçüncüsü de ezilen
halkların koruyuculuğudur. Nitekim İran, hem İslam Dünyası’ndaki farklı mezheplere takribi mezahip olarak adlandırılan ve mezhepler arası yakınlaşmayı esas alan bir politikayla
yaklaşarak tüm İslam Dünyası içerisinde ayrıcalıklı bir konum elde etmeye odaklanmış hem
rejim ihracı söylemi üzerinden Şii yayılmacılığına dayalı bir strateji uygulayarak İran’ın Dini
Rehberi’nin tüm Şiiler açısından bir siyasi kıble olmasını arzu etmiş hem de farklı dinlere
mensup olsa bile ezilen halkların koruyuculuğuna yönelik söylemler geliştirmiştir. Söz
konusu dış politika anlayışı ABD ve İsrail karşıtlığı üzerinden anti-emperyalist ve antisiyonist vurgularla süslenmiştir. Ancak İran’ın Ermenistan’la olan dostane ilişkileri, hem
Müslüman hem de Şii olan Azerbaycan halkının yanında olmadığını ortaya koymuştur.
Dahası Dağlık Karabağ’daki işgal ve Hocalı’daki soykırıma karşı İran’ın uyguladığı politika,
Tahran yönetiminin mazlumların yanında olduğu iddiasını da çürütmüştür. Dolayısıyla
İran’ın Dağlık Karabağ Sorunu karşısında geliştirdiği politika, ideolojik söylemler üzerinden
idealist bir dış politika stratejisi uyguladığını öne süren Tahran’ın aslında son derece realist
ve pragmatik bir devlet refleksine sahip olduğunu gözler önüne sermiştir. Elbette tüm bu durum, İran’ın dini söylemlerinin bir retorikten ibaret olduğunu da gün yüzüne çıkarmıştır.
Bu bildiride de İran’ın dış politika anlayışındaki pragmatik tutumunu yansıtan en önemli
örneklerden biri olan Dağlık Karabağ politikası incelenmektedir.
Iran has identified itself with Shia Islam after the Islamic Revolution in 1979. Within this framework, Tehran takes steps in order to protect Shi'i communities' interests and make them come into power in their countries if possible. Although Iran's policy has been based on supporting Shi'i militia forces, Tehran keeps increasing its influence on countries of concern not only by using hard power but also using soft power effectively. The argument of this article is that by the use of soft power in various countries Iran endeavors to gain sympathy from Shi'i communities and to form an Iranian-sided public reaction, and it involves in public diplomacy activities.
yalnızca modern dönemden değil, modernizm öncesi dönemden de beslenmiştir. Milliyetçiliğin teorik temelleri üzerine yapılan tartışmalar ve yüzyıllar boyunca gelişen milliyetçilik türleri incelendiğinde, günümüzdeki milliyetçilik çalışmalarının genellikle tekrara düştüğü ve yeni bir bakış açısı ortaya koyamadığı görülmektedir. Küreselleşme ile birlikte, beklenenin tersine milliyetçi düşünce sona ermemiş ama antiemperyalist milliyetçiliklerin yaşadığı gerilim ve gerileme, dünya genelindeki milliyetçi hareketlerin bazı dersleri çıkartmasını zorunlu kılmıştır. Bu da Betül Karagöz Yerdelen’e göre, egoizmden uzak bir biçimde, uluslararası müzakere ve dayanışmayı temel alan, aynı zamanda yeryüzünün tüm uluslarının egemenlik haklarının korunmasını kutsal görev kabul eden, yeni birmilliyetçilik teorisinin geliştirilmesini gerektirmektedir. İşte bu çalışmada, bahse konu olan ihtiyaç çok yönlü olarak incelenmekte olup Betül Karagöz Yerdelen tarafından inşa edilen Uluslararası Milliyetçilik teorisi değerlendirilmektedir
Şah rejimi döneminde İran'da, güçlü bir sol muhalefet bulunmaktaydı. Ülkedeki bu sol muhalif gruplardan biri olan Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ), varlığını günümüzde de devam ettirmektedir. Örgüt, kuruluş yıllarında İslami Marksist bir çizgide konumlanarak Şah ve emperyalizm karşıtı bir söylem kullanmışsa da İslam Devrimi sonrasında ulema sınıfıyla girdiği mücadele, örgütün siyasi çizgisini değiştirmiştir. Gelinen noktada Halkın Mücahitleri Örgütü, yabancı devletlerle yakın ilişkiler kuran ve bu devletler tarafından İran'a karşı kullanılan bir organizasyona dönüşmüştür. Öte yandan kuruluş yıllarından itibaren terörle iç içe olan bu örgüt, son yıllarda terörle arasına mesafe koyduğunu iddia etmekte ve Tahran yönetiminin uluslararası terörü finanse ettiği iddiasını dünya kamuoyunun gündemine taşımaktadır. Bu kapsamda HMÖ'nün liberal değerleri savunduğu da görülmektedir. Bu makalede kuruluşundan günümüze Halkın Mücahitleri Örgütü'nün yaşadığı dönüşüm incelenmektedir. Söz konusu inceleme kapsamında yöntemsel olarak literatür taramasından faydalanılmakta olup; Türkçe, İngilizce ve Farsça kaynaklardan yararlanılmaktadır.
Ortadoğu’daki faaliyetlerini incelenmektedir. Zira İran’ın Şii yayılmacılığına dayanan dış
politika anlayışı, pek çok Ortadoğu ülkesi tarafından kendilerinin güvenliğine yönelik tehdit
olarak algılanmaktadır. Ancak İran, yalnızca Ortadoğu’da değil; Güney Asya’da rejim ihracı
politikaları uygulamaktadır. İran’ın mezhepçi faaliyetleri nedeniyle güvenlik sorunu
algılayan devletlerden bir tanesi de komşusu olan Pakistan’dır.
Pakistan-İran ilişkilerinde İran’ın uyguladığı Şiileştirme faaliyetleri İslamabad’ın
tehdit algılamasına yol açarken; Tahran da Belucistan Sorunu nedeniyle Pakistan’dan tehdit
algıladığını zaman zaman dile getirmektedir. Dahası Pakistan’ın Amerika Birleşik Devletleri
ve Suudi Arabistan gibi devletlerle olan ilişkileri de İran’ın güvenlik endişelerini
arttırmaktadır. Üstelik bu endişeler, Çabahar ve Gwadar limanları üzerinden jeopolitik ve
jeoekonomik bir rekabetin yaşanmasını da tetiklemektedir. Bu bildiride de İran-Pakistan
ilişkileri bölgesel güvenlik çerçevesinde incelenmektedir
politikada dini söylemleri öne çıkaran bir ülke haline gelmiştir. Bu kapsamda Tahran
yönetimi, dış politikasını İslam Devrimi sonrasında üç temel söylem üzerine inşa etmiştir.
Bunlardan ilki takrib-i mezahip, ikincisi Şii İslam Dünyası’nın liderliği ve üçüncüsü de ezilen
halkların koruyuculuğudur. Nitekim İran, hem İslam Dünyası’ndaki farklı mezheplere takribi mezahip olarak adlandırılan ve mezhepler arası yakınlaşmayı esas alan bir politikayla
yaklaşarak tüm İslam Dünyası içerisinde ayrıcalıklı bir konum elde etmeye odaklanmış hem
rejim ihracı söylemi üzerinden Şii yayılmacılığına dayalı bir strateji uygulayarak İran’ın Dini
Rehberi’nin tüm Şiiler açısından bir siyasi kıble olmasını arzu etmiş hem de farklı dinlere
mensup olsa bile ezilen halkların koruyuculuğuna yönelik söylemler geliştirmiştir. Söz
konusu dış politika anlayışı ABD ve İsrail karşıtlığı üzerinden anti-emperyalist ve antisiyonist vurgularla süslenmiştir. Ancak İran’ın Ermenistan’la olan dostane ilişkileri, hem
Müslüman hem de Şii olan Azerbaycan halkının yanında olmadığını ortaya koymuştur.
Dahası Dağlık Karabağ’daki işgal ve Hocalı’daki soykırıma karşı İran’ın uyguladığı politika,
Tahran yönetiminin mazlumların yanında olduğu iddiasını da çürütmüştür. Dolayısıyla
İran’ın Dağlık Karabağ Sorunu karşısında geliştirdiği politika, ideolojik söylemler üzerinden
idealist bir dış politika stratejisi uyguladığını öne süren Tahran’ın aslında son derece realist
ve pragmatik bir devlet refleksine sahip olduğunu gözler önüne sermiştir. Elbette tüm bu durum, İran’ın dini söylemlerinin bir retorikten ibaret olduğunu da gün yüzüne çıkarmıştır.
Bu bildiride de İran’ın dış politika anlayışındaki pragmatik tutumunu yansıtan en önemli
örneklerden biri olan Dağlık Karabağ politikası incelenmektedir.
Iran has identified itself with Shia Islam after the Islamic Revolution in 1979. Within this framework, Tehran takes steps in order to protect Shi'i communities' interests and make them come into power in their countries if possible. Although Iran's policy has been based on supporting Shi'i militia forces, Tehran keeps increasing its influence on countries of concern not only by using hard power but also using soft power effectively. The argument of this article is that by the use of soft power in various countries Iran endeavors to gain sympathy from Shi'i communities and to form an Iranian-sided public reaction, and it involves in public diplomacy activities.
yalnızca modern dönemden değil, modernizm öncesi dönemden de beslenmiştir. Milliyetçiliğin teorik temelleri üzerine yapılan tartışmalar ve yüzyıllar boyunca gelişen milliyetçilik türleri incelendiğinde, günümüzdeki milliyetçilik çalışmalarının genellikle tekrara düştüğü ve yeni bir bakış açısı ortaya koyamadığı görülmektedir. Küreselleşme ile birlikte, beklenenin tersine milliyetçi düşünce sona ermemiş ama antiemperyalist milliyetçiliklerin yaşadığı gerilim ve gerileme, dünya genelindeki milliyetçi hareketlerin bazı dersleri çıkartmasını zorunlu kılmıştır. Bu da Betül Karagöz Yerdelen’e göre, egoizmden uzak bir biçimde, uluslararası müzakere ve dayanışmayı temel alan, aynı zamanda yeryüzünün tüm uluslarının egemenlik haklarının korunmasını kutsal görev kabul eden, yeni birmilliyetçilik teorisinin geliştirilmesini gerektirmektedir. İşte bu çalışmada, bahse konu olan ihtiyaç çok yönlü olarak incelenmekte olup Betül Karagöz Yerdelen tarafından inşa edilen Uluslararası Milliyetçilik teorisi değerlendirilmektedir