Drafts by Şükrüye Yıldırım
Osmanlı meşrutiyetinde her büyük düşüncehiri rüzgâr, bazan tarihin içinden kopan bir fırtına hali... more Osmanlı meşrutiyetinde her büyük düşüncehiri rüzgâr, bazan tarihin içinden kopan bir fırtına halinde, sürükleyici akımını bir derginin yelkenine doldurmuştur: Garpçıların softalığa savaş açan «İçtihadı 1; İslâmcıların " «Sebilü'r-Reşad» 1, Türkçülerin «Türk Yurdu» ve milliyetçilerin «Yeni Mecmua» ları, Türk ve müslüman olduğu kadar da Avrupalı gibi düşünmek ve yaşamak zorunda olan bir millete ait tek realitenin üç cephesini birbirinden ayıran âna düşünce akımlarının önünde koştukları için, bütün dergilerden fazla, hattâ Osmanlı İmparatorluğu'ndan sonra da yaşadılar, "günlük "gazetelerin ve halk efkârının öncülüğünü yaptılar, tesir dalgalarını zamanımizâ kadar ulaştırdılar. Yeni Türkiye nin düşünce tarihini yazmak iste" "yenler o dergilerin koleksiyonlarına" başvurmak şartına yabâncı-kalamıyacaklardır. | Cumhuriyet'ten sonra çıkan «Hayat», «Ülkü», «Fikir Hareketleri», «Kültür Haftası» gibi dergiler böyle ana düşünceye bağlı olmadıkları için yaşayamadılar. İçinde bulundukları devrin sosyoloji, medeniyetlerin karşılaşması ve tarih felsefesi bakımından mânası üzerinde ne düşündükleri anlaşılmadı. Yalnız tarihi maddeciliğe dayanan «Kadro» dergisi Türk "devrimi hakkındaki fikirlerini "sisterhleştirmeğe "çalişiyordü. Fakat o.da "marksizme çalan metodundan ötürü kendisini kömünizmden "ayırmakta zorluk çektiği için milli've siyasi mukavemetlere uğradı ve ağ i Bu arada yüzlercesi çıkıp batan ve hâlâ yenileri çıkıp yaşamağa uğraşan solcu dergiler, karıncalanma halindeki belirsiz temayüllerinin bağlı olduğu dünya Ve tarih görüşünü kavrayacak ve açıklayacak temelli bir kültürden ve büyük fikirlerin rüzgârlarından mahrum, çocukların üfürüğiyle yürüyen kâğıttan gemiler gibi ya batiyor veya küçük dikkatleri eğlendirecek kadar hafif temayüllerin şişirdiği su kabarcıklarının üzerinde çırpına © çırpına yürüyebiliyorlar. Çoğü' genç ve göğü: istidatlı okuyucularının de-"rinlik ve ogunluk isteyen aç ruhlarinın önüne bü dergilerin kuş yemi: gibi "serpiştirdikleri fikir kırıntılarında temelli bir üşükee ve kültür aş bulmak zordur.
# vi ; mahzun gözlerin beklediği aydınlığın-bir kültür devrinin başlangıcı halinde-nihayet doğmak... more # vi ; mahzun gözlerin beklediği aydınlığın-bir kültür devrinin başlangıcı halinde-nihayet doğmak üzere olduğu ümidini bize veriyor. Okuyucularımızın, meslektaşlarımızın, dostlarımızın, hükümetimizin ve milli müesseselerimizin bu yakın ilgi ve teveccühleri, bizi ilk sayımızda verebildiklerimizden ziyade veremediklerimiz üzerinde düşündürdü. Şimdi kusurıarımızın şuuruna daha fazla sahibiz. İlk sayımızın eksiklerini biliyoruz ve onları ileriki sayılarımızda tamamlamak için gerekli tedbirleri alıyoruz. Bizi korumak ve yaşatmak için aramızda, yanımızda ve etrafımızda himaye sedleri kuran bütün iyi niyetlere, halis memleket ve kültür sevgi ve özleyişlerine şükran hislerile dolu kalbimizi boşaltırken, vefalı Türk milletine karşı duyduğumuz minneti de bir dereceye kadar ifadelendirmiş olduğumuzu umuyoruz.
Seçimler ne kadar geciktirilmiş olursa olsun seçim havasından çıkmış değiliz. Aydının zihni bu me... more Seçimler ne kadar geciktirilmiş olursa olsun seçim havasından çıkmış değiliz. Aydının zihni bu mesele üzerindedir. Üniversite ve basın mensuplarının fikirlerini devşirmek için bir anket açtık. * Cumhuriyetin ilânından birkaç yıl sonra, AKBABA'nın kapağında bir renkli karikatür çıktı. Umumi seçimler bir yarış meydanı şeklinde sembollendirilmiş. Yarışa tek başına giren Halk Partisi, atlet kıyafetinde koşuyu bitirip hedefe varıyor. Resmin altında şu cümle: «Halk Partisi birinci geldi!». Memlekette başka parti olmadığına göre, gazetele-* Batıda milli hâkimiyltin üç esas şartı vardır. 1. Bir değil, birkaç siyasi parti, 2. Serbest fikir münakaşası, 3. Serbest seçim. Batıdaki manasile Türkiye'de ilk milli hâkimiyet denemesinin başlangıç tarihi 1950'de başlar. Aradaki merhale rejimi totaliterdir, tek partilidir, münakaşasızdır ve serbest seçimle ilgisi yoktur. 1950'den sonra da rejim demokratik bünyesini azçok muhafaza etmekle beraber siyasi hürriyetlerin bir kısmı, kanun yolile bazı kısıntılara uğramıştır. Bunun görünür sebebi, muhalefetin tenkitle tahrik arasındaki sınırı endişe verici şekilde aşması oldu. Daha evvelki rejimlerin de korkusu bu idi. İttihat ve Terakki otokrasiye, Halk Partisi totalitarizme sığındı. Serbest Fırkanın kurulmasile dağılması bir oldu. Demokrat Parti İttihat ve Terakki kadar otokratik olmadı. Totalitarizme hiç yanaşmadı. Bu fark Türk demokrasisinin ilk büyük kazancıdır. Fakat başvurulan kısıntılar sosyal yapımızın icaplarını hiç hesaba katmıyan bazı aydınları ve açık göz politikacıları, iktidarn mu
Keyfimin mahzeninde paslanmış söylüyorum. Çocukluk gözyaşile ıslanmış söylüyorum. Yaraları kapanm... more Keyfimin mahzeninde paslanmış söylüyorum. Çocukluk gözyaşile ıslanmış söylüyorum. Yaraları kapanmış, uslanmış, söylüyorum. Cerrahpaşa taşına yaslanmış söylüyorum. Söyletmeyin kötüyü el atıp da kutuya Emanet ediyorum her sırrı bir martıya, Kanım gizli bir yerden karışıyor batıya, Cerrahpaşa taşına yaslanmış söylüyorum. Bir yanda minarenin onbeşi, sülün sülün, Bir yanda bir tek selvi, kimbilir hangi sürgün, Bir yanda baygın deniz, bir yanda yaralı gün; Cerrahpaşa taşına yaslanmış söylüyorum. Ey ruh, kaburga değil, kubbedir senin hizan, Hadi fırla göğsümden, omzuma bas da uzan: Minareden bir meyva gibi sarkıyor ezan; Cerrahpaşa taşına yaslanmış söylüyorum. Kendim de fark etmeden Cerrahpaşada yattım, Göğsümde vuran şeyi zaman zaman tıkattım, Bugün, en son, «çektiğim yeter» dedim, çıkarttım, Cerrahpaşa taşına yaslanmış söylüyorum. Kubbeler tepelerle konuşuyor yürekten, Su altından levendler geçiyor yüzerekten, Söylenmedik ne kalmış, ne çıkar söylemekten. Cerrahpaşa taşına yaslanmış söylüyorum.
lı bağlı kalmadığını, onunla devamlı bir hesaplaşma halinde, geçmişteki kül. tür değerlerini yeni... more lı bağlı kalmadığını, onunla devamlı bir hesaplaşma halinde, geçmişteki kül. tür değerlerini yeniden kazanmağa, zenginleştirmeğe çalıştığını» söyleyen arkadaşımızla tamamiyle beraberiz. İlk sayımızın programında geçmiş-gelecek sentezini savunduk ve hiçbir zaman geçmişe gözleri kapalı bağlı olanlara katılmadık. Yine bu arkadaşımız «teknik ilerlemenin hayat. seviyesini yükseltmeğe yaradığı, fakat insanları mes'ut edemediği doğrudur. Ama bundan hayat seviyesi alçalmadıkça insanların daha mes'ut olacağı neticesi çıkmaz» diyor. Teknik ilerlemenin hiçbir zaman aleyhinde bulunmayan Türk © Düşüncesi, hayat seviyesinin alçalmasını da istemiş değildir. Ancak bu se-© viyenin mânevi seviye ile bir hizaya gelebilmesi için, ikisi arasında, ikincinin yükselmesini sağlayacak bir âyarlamaya lüzum olduğunu tekrarlamıştır, Bu bakımdan arkadaşımızın tenkitleri bizi ilgilendirmez. Düşüncesinin müspet
Mektep hayatı oldukça sıkıntılı geçen İsmail Safa, daha okul sıralarında iken şiire ve edebiyata ... more Mektep hayatı oldukça sıkıntılı geçen İsmail Safa, daha okul sıralarında iken şiire ve edebiyata son derece düşkünlüğü ve hayret verici istidadı ile kendini gösteriyordu. Darüşsafakadan çıkınca, Muallim Naci'nin takdirini kazanmış, «Huzma Safa» adında bir kitapta babası Behçet Beyin ve kendisinin şiirlerini bir arada yayınlamıştır. Ona «Şairi Maderzad-Anadan doğma şair» Jâkabını veren Muallim Naci'dir. İsmail Safa, daha yirmi üç yaşında ike, Mülkiye idadisinin son sınıfında, Muallim Naci'den sonra, edebiyat hocalığına tayin olunmuştur. «Mirsat» adındaki edebi derginin başyazarlığını #ia üzerine almış ve şiirlerinin akar sulara benzetilen tabiili-Bi, berraklığı ve samimiyetile şöhreti birdenbire artmıştır. © Bir gün «Mirsat» mecmuasında «Kâmil» imzasile bir şiir çıkmıştı. O sırada Kâmil Paşa sadaretten azledildiği için, saraya verilen bir jurnal üzerine, Sultan Hamit bu şiirde Paşaya ait inalar bulunduğu vehmine kapılmış, gazetenin imtiyaz sahibini, mes'ul müdürünü mabeyne çağırtmış, üç gün süren sorgudan sonra hepsini serbest bırakmış, fakat mecmuayı kapatmıştır (1307-1891). Bir müddet sonra İsmail Safa'nın «Mensiyat» adındaki şiir kitabı çıkmış ve eski, yeni bütün edebiyat çevrelerinde hararetli alkışlarla karşılanmıştır, «Mektep» dergisinin 28 Kasım 1812 (1896) tarihli sayısında Cenap Şahabettin, bu eserden bahsederken, İsmail Safa'da şiir dehası olduğunu yazmış, «Serveti Fünun» dergisinde A. Nadir (Namık Kemalin oğlu Alı Ekrem) de Cenap'tan geri kalmıyan bir hayranlık ve coşkunlukla kitabı selâmlıyor. Cenab'ın makalesini bu sayımızda ayrıca yayınladık. İsmail Safa'nın karısı Refia (Vicdan) Hanım, ciğerlerindeki hastalıktan kurtulamıyarak vefat. ettikten sonra, şair, Server Bedia Hanımla evlenmiştir. İlhami Safa ve Peyami Safa, İsmail Safaya en feci şartlar içinde ölün-TÜRK DÜŞÜNCESİ 323 ceye kadar eş olan bu faziletli ve fedakâr kadının oğullarıdır. Fakat otuz yaşında iken, ilk önceleri sebebi anlaşılmayan bir nöbet, İsmail Safa'yı da yatağa düşürüyor. O da ciğerlerinden hastadır. Bir kaç ay Midillide hava değiştiriyor ve hastalığı şifaya yakın bir durgunluk devresine giriyor. İstanbula döndüğü zaman hemen hemen iyileşmisti. Fakat o meşhur ve sürekli kahkahalarından biriyle gülerken ona yine saatlerce süren bir öksürük musallat oluyor. Çocukları-Refia Hanımdan doğan Selâmi, Bedia Hanımdan doğan İlhami, Selma, Ulya, Peyamionun en büyük tesellisiydi. Ölümü de bunlarla tehdit ediyordu: Bilseniz âh çocuklar! Size baktıkça neler, Neler Allahtan ister, neler ümmid ederim, Manzaran bezmi safazadımı kahreylemesin: Seni ey mevt şu subyan ile tehdit ederim. Kitaplarında ölen karısına, hastalığına, Midilliye, çocuklarına att şiirleri vardır (İsmail Safa'nın bibliyografyasını bu sayımızda ayrıca veriyoruz). Şairin Gedikpaşadaki evi, sarayın mimledıği genç aydınların mücadele karargâhiydi: Ubeydullah, Hüseyin Siret, Tevfik Fikret, Rıza Tevfik, Abdullah Cevdet ve daha birçokları, selâmlık bölüğündeki odada, memleketin hayatını ve istikbâlini tehdit eden istibdat idaresine karşı savaşın yollarını arıyorlardı. O sırada Güney Afrikada İngiltere devleti Transval harbini kazanmıştı. İstanbulun münevver gençlerinden bir heyet, Kraliçe Viktorya'yı tebrik için İngiltere sefarethanesine gittiler. Aralarında İsmail Safa da vardı. Sultan Hamit, bunu bahane ederek ciğerlerinden hasta olan şairi Sivasa sürdü: 1316 (1900) yılının Nisan sonlarıydı. İsmail Safa, bir kanlı kaatil gibi, polis ve jandarmalarla sarılı bir halde, ailesiyle beraber vapura götürüldü. Onu uğurlamağa, iki kardeşinden başka kimse gelmemişti.
Bazı okuyucularımızdan aldığımız mektuplarda ve bazı fikir adamlarımızla temaslarımızda bize yöne... more Bazı okuyucularımızdan aldığımız mektuplarda ve bazı fikir adamlarımızla temaslarımızda bize yöneltilen soruları ve bundan böyle sorulması mümkün olanları cevaplandırarak «Türk Düşüncesin nin temel görüşünde henüz karanlık kalmış noktalar varsa, bunları biraz daha aydınlatmak iste. dik. Bize sataşan dergiciklere ve yazarcıklara cevabımız başka bir sütunumuzdadır. Bunları biribirine karıştırmıyo. ruz. Fakat onlar arasında bizi yanlış anlıyan iyi niyet sahip. N leri varsa, bu açıklamamızın onları da «Türk Düşüncesin nin prensipleri üzerinde daha temkinli düsünmeğe götüreceğini
Fâtih Sultan Mehmed'in birçok siyasi mektuplarını ve bu arada XV. yüzyıidan beri hiç bir yerde ne... more Fâtih Sultan Mehmed'in birçok siyasi mektuplarını ve bu arada XV. yüzyıidan beri hiç bir yerde nesredilmemiş olduğu sanılan aşk mektuplarını da bulmuştur. Bize Fâtihin kalbine ve ruhunun asırlarca Karanlık kalmış iç köşelerine nüsuz imkânı veren bu mektuplardan bir kısmı Comagenler süiâlesinden Sultan Bensaid'e yazılmıştır. Aşağıda bu mektuplardan bir kaçını ve Suitan'ın Fâtih'e verdiği cevaplardan birini neşrediyoruz. Diğer siyasi mektuplara gelince bunları ve tarihi mânalarını Prof. Ertaylan'ın «Mektuplarına göre Fâ-*ih Sultan Mehmet» adlı altında hazırlamakta olduğu büyük .eserde bulacaksınız.
Ernest Renan milletin bir ünite psychologigve olduğunu söyler. Bunun böyle olduğunu biliyoruz. An... more Ernest Renan milletin bir ünite psychologigve olduğunu söyler. Bunun böyle olduğunu biliyoruz. Ancak şimdiye kadar bilinmiyen şey, psikolojik bir birlik olan milletin nasıl bir psikolojik birlik olduğudur. Başka türlü diyelim:milliyet gerçeğini meydana getiren psikolojik etkenler nelerdir? Emile Durkheim çığırından bir sosyolog olan bizim Ziya Gökalp mil. liyet gerçeğini vareden etkenlerin din ve dil birliği olduğunu, daha son-402 © TÜRK DÜŞÜNCES İ | TÜRK DÜŞÜNCESİ 403 raki yazılarınd a ise, etkenin kültür birliği olduğunu söyler. Gökalp'ın bu «kültür birliği» sözüyle ne düşündüğ ünü anlıyabil mek için «kültür» keli-yal tipten sosyal tipe değişir. Bu anlayış bütün olarak doğru değildir. Çünmesine verdiği anlamı da göz önünde bulundur mak gerektir. Gökalp'a gö-| kü değer yargıları arasında hiç değişmiye nler de vardır. Bunlara gelenek re kültür bir toplumun duyuncun da (conscienc e morale) yaşıyan değer yargı-(#radition) adını veriyorum. Mitler, masallar, dilin sentaksı, melodiler, belarının tümüdür. İşte din, ahlâk, zevk, dil... gibi değer yargılarıdı r ki kül-zeme motifleri, mimik, halk felsefesi hep birer gelenektir. Bitkiler için türü meydana getirir. Nasıl ki medeniyet (civilisatio n) toplumun aklında gövdenin biçimi, hayvanlar için belkemiği , insan breyleri için mizaç, hatyaşıyan gerçek yargıların ın, teknik kuralların ın tümüdür. Gökalp'a göre tâ karakter ne ise, toplumlar için de gelenek odur. dini, ahlâkı, zevki, dili bir olan toplumlar milletdir. Bu değerler ayrı olan-© Gelenekle r bazen varlıkların ı tarih öncesinden , doğum çağından, tolar da ayrı milletlerdi r. Milliyet gerçeğini daha kavrayıcı olan butanım da o | temcilik devrinden alan, kamunun gayrı meşuruna bir kere yerleştikt en gerçeğe pek uygun değildir. Karakteris tik olaylar üzerinde duralım. sonra evrim boyunca toplumları nı kovalıyan, sosyâl tipten, sosyal tipe de-Yakın yıllara kadar aralarındak i din, dil ve devlet birliğine karşı mil ğişmiyen çok eski kamu (collectif) kalıtlardır.
Kötü4göCE4 0 sisme dememenmereme yazisina. 352 Ele avuca sığmaz bir kıza söylenmiş şiir uryan 353... more Kötü4göCE4 0 sisme dememenmereme yazisina. 352 Ele avuca sığmaz bir kıza söylenmiş şiir uryan 353 Sokak ortasında :
Bir fincan deniz suyu deniz hakkında. tam bir fikir vermekten ne kadar uzaksa, Türk Düşüncesi'nin... more Bir fincan deniz suyu deniz hakkında. tam bir fikir vermekten ne kadar uzaksa, Türk Düşüncesi'nin sana taHsis edilen bu sayısı da senin engin Onu ısıt, onu aydınlat, onu yücelt, onu tanrıya yaklaştır. , Meden yâ Hazreti Mevlâna, medet! Kollarımız acık. seni hekliyoruz MEVLÂNA VE MUHİTİ Hilmi Ziya ÜLKEN Mevlâna, bin yıllık kültür tarihimizin en büyük simalarından biridir. O yalnız büyük bir şair, bir tarikat kurucusu, derin bir süfi, etraflı bir âlim değil; aynı zamanda ve hepsinden önce Anadoluda kurulmaya başlayan yeni kültürümüzün unsurları arasında büyük bir kaynaşma ve birleşme temin eden derin bir ruh ve hamle adamıdır. Zamanında batı türkçesinin henüz olgunlaşmamış olması, eserlerinden çoğunu farsça yazmasına sebep olmuştu (1). Fakat mümkün oldukça Batı Anadolu türkçesiyle, Çagatay lehçesiyle, hattâ bir kısım yerli halka nüfuz için rumca yazıyordu. Memlekette manevi bir birlik kurmak için sarfettiği cehd, başvurduğu âletlerin zenginliği ile de anlaşılır. Mevlâna zamanında Anadoluda yeni bir medeniyet belirmeğe başlamıştı. Türkler 9-10 uncu yüzyıldan beri Abbasi-Bizans harblerine yardım için sınırlarda devamlı ordular tutuyorlardı. Van'dan Antakya'ya kadar bu geçit üzerinde kurulan kaleleri Türk orduları bekliyordu. Battal Gazi Destanı, bu devrin hâtırasıdır. Fakat Anadolu'nun tam fethi, ancak 1071 yılında Alp-Arslan'ın Malazgird zaferiyle mümkün oldu. Ondan sonra Bizans, Marmara ve Akdeniz kıyılarına çekildi. Büyük Selçuk İmparatorluğundan ayrılan Anadolu Selçuki Devleti kendine ilk önce İznik, sonra Konya'yı başkent yaptı. Bu devlet Cengiz'in torunu, Hulâgu istilâsına kadar, iki yüz yıldan biraz fazla devam etti. Fakat Anadolu'ya yerleşen Türkler Oğuz Boyları olduğu için, onlardan herbiri Cermen istilâsından doğan feodal devletler gibi küçük beylikler kurdular: Erzurum'da Mengücük, Diyarbakır'da Artıklı, Mardin'de Artıklı, Adana'da Cavlı, Sivas'ta Danişmend v.s. beylikleri kuruldu. Memleketi fetheden Selçuk Hanedanı ile bu beyler arasında, Avrupa'da olduğu gibi bir suzerain ve vassal münasebeti vardı. "Bu münasebet, dış tehlikelerle memleket sarsıldığı zaman sıklaşıyor, başka zamanlarda biraz gevşiyordu. Bu iki yüz yıl içinde memleketin batısından, kuzey.doğusu, güneyi ve kuzeyden yapılan hücumlara karşı bütün beyliklerin birlik halinde savaşmaları Anadolu'da vatan fikrinin kuvvetlenmesine ve manevi birliğin hazırlanmasına yaramıştır. Batıdan gelen tehlike, Gi) Farsça yazmanın İranlılıkla alâkası yoktur. Fuzuli'nin, Nef'i'nin farsça divanları vardır. Garpta Descartes, Bacon, Hobbes 17 nci yüzyılda lâtince yazıyorlardı. Halbuki Mevlâna 12-13 üncü yüzyılda farsça ile beraber türkçe yazmıştır. Bu hal Orta. çağın umumi karakteridir. p TÜRK DÜŞÜNCES İ 83 Haçlı Seferleri idi. Kasdi Türk memleketini çiğnemek değil, Kudüs'e gitmek olan bu dini savaşlar karşısında Anadolu Selçukluları henüz aynı duyguyu taşımıyordu. İlk Selçukluların Müslümanlığı henüz cezbeli ve taşkın değildi. Fakat İznik müdafaası, Eskişehir harbi, Konya ovasında mücadele, Birinci Haçlı ordusunun Bulgar Dağlarına varmadan perişan olması Anadolu'nun mukavemet gücünü arttırdı. Kılıç-Arslan ve Berkyaruk'un, İkinci Kılıç-Arslan'ın zaferleri İslâm Dünyasının yüzünü güldürdü. Haçlılar, bir daha aynı yoldan geçmeğe cesaret edemediler. Bu herblerin tepkisi olarak Türkler arasında din savaşlarına yardım eden gaziler, erenler, alp-erenler yetişmeye başladı. Avrupa'da din savaşlarını besleyen Hospitalier, Templier, Teuton gib askeri tarikatlara karşı İslâm Dünyasında da Rufalilik, Bektaşilik, Akhilik tarikatları doğdu. Bütün bu yeni hamleyi besleyen fikir hareketinin başında Muhyiddin b.al-Arabi vardı. Onun Selçuk Hükümdarı İzzeddin Keykâvüs'a «Oğlum!» hitabiyle yazdığı mektup ve kendisini Allah uğrunda cihada teşviki bunun bariz bir misalidir. Fakat Anadolu bir yandan da Kafkasya'da Gürcistan'la, güneyde Atabeklerle savaşıyor, içerde beylikler arasındaki ayrılığı ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Ancak, 13 üncü yüzyıl başında İslâm Dünyasını esasından sarsan yeni hâdise, Moğol İstilâsı, Anadolu'da kurulan Türk kültürüne ötekilerden fazla tesir etti: Ortaasya'da eski Uygur-Türkmen medeniyeti temelleri üzerinde İslâmiyetin yerleşmesiyle yeni bir kültür doğmaya başlamıştı. Bu kültürün başlıca eserleri Samanlı'lar, Gazneli'ler ve bilhassa Kharzemşah zamanına aittir. Bu sırada müspet ilimlerde mühim eserlerin yazıldığını, rasadhanelerin kurulduğunu, islâmi ilimlerin medreselerde geliştiğini görüyoruz. Fakat bu kültürün en mühim karakteri, bilhassa yeni bir tasavvuf hamlesi getirmesinde idi. Bunun sebebi de, bu bölgenin Milâddan 500 sene önce başlayan ve 1100 yıl, fasılalı şekillerde devam eden medeniyet ve büyük din temaslarına sahne olması idi: (Hind'den çıkan Buddhism bu yoldan Türkler arasına girdi, oradan Çin'e sokuldu. İkinci defa Çinden tekrar Türkler arasına geldi. Aynı ceryan Hind'den Brahmanismâ izlerini de getirdi. İran'dan 3 üncü yüzyıl sonunda yapılan Manicheism Türkler arasına 5 ve 6 ncı yüzyıllarda girdi. Hıristiyanlık, Nesturiler tarafından İran yolundan Türkistan içerlerine kadar sokuldu. Eski Türkler Şamani idiler ve bu dinler yayıldığı sırada kısmen eski itikadlarını saklıyorlardı. Yahudiliğin üniversel bir mezhebi Kafkasya ve Kırım'da, Hazar Denizi yukarısındaki Türkler arasında yayılmıştı. Ortaasya, itikadların çarpıştığı ve kaynaştığı bir saha olmuştu. 8 inci yüzyıl başlarında giren İslâmlık, iki yüzyıl içinde, yavaş yavaş onların hazırladığı mistik muhit üzerinde yerleşti ve hepsinin yerine hâkim oldu. Eski Bactriana ve Sogdiana mistiklerinin yerini Horasan Erenleri aldılar. Türkistan, İslâm Tasavvufunun en canlı merkezi oldu. Birçok tarikatlar oradan Rusya içlerine, Çin'e, Hindistan'a, İran'a doğru yayılıyordu. Bu devir, İslâmlığın mantık halinden çıkarak heyecan ve ideal hamlesi halini aldığı ikinci devri idi İşte bu devirde (13 üncü yüzyıl başında), Cengiz İstilâsı islâm âleminin 84 TÜRK DÜŞÜNCESİ düzenini temelinden sarstı. Ortaasya'da başlayan fikir ve heyecan hareketi, istilânın baskısı önünde, kendine sığınacak yer aradı. Önce İran'a çekildi, sonra Moğol İstilâsı ilerledikçe son sığınağı Anadolu'da buldu. Öle yandan İspanyol İstilâsı önünde çekilmeğe başlayan Endülüs kültürü de Kuzey Afrika'ya ve doğuya sığınıyordu. İki yönden ilerleyen dalganın son tutunduğu yer, Anadolu Selçukilerinin memleketi idi. Bu bir tesadüf değildi: Haçlı Seferlerinde bir asır süren şiddetli dayanmanın kafalarda br raktığı derin güvenme duygusundan geliyordu. Nitekim Türkistan âlimleri, Horasan Erenleri, Azerbeycan filozof ve kelâmcıları Anadolu şehirlerini doldurmakta idi. Bu kuvvetli fikir ve ilim göçünün yanında kuvvet-,». li bir kütle göçü de vardı. Âlimler, şeyhler, dervişler şehirlerin medreselerini, zaviyelerini doldurduğu gibi, şehirlerin civarı da yeni yerleşen aşiretlerle taşıyordu. 'ne de sureti. Ne de rüzgörlarla sarsılan bir yaprak. Bizi ararsan sevinçler arasında ara biz sevinçler diyarının mesut sakinleriyiz. Ölmek ve-yaşamak ikisi de bizim için hoştur. Acemiler gibi endişede değiliz ve kazaya boyun eğiyorur. Birden bine kadar neyi hayalinden geçiriyor, neyi düşünüyorsan onlar hep adetle mukayyettir; biz ise bütün o adetlerin dışındayız.
Türk Düşüncesinde ve sahibinde gençliğe karşı menfi bir vaziyet alış " #evehhüm-edenler, bu dergi... more Türk Düşüncesinde ve sahibinde gençliğe karşı menfi bir vaziyet alış " #evehhüm-edenler, bu derginin sayılarını dikkatle tak'p etmemiş ve sahibinin bütün meslek hayatında genç liyakatleri tanımak ve tanıtmak yolunda sarfettiği emekleri unutmuş olanlardır.
Sosyal bilimlerle, sosyoloji ile uğraşmadan uğraşmıya fark var. Genç adamdım. Jean-Jacgue Roussca... more Sosyal bilimlerle, sosyoloji ile uğraşmadan uğraşmıya fark var. Genç adamdım. Jean-Jacgue Rousscau'nun Emile'i ile işe başlamışdım. Adam delirtti beni! Yine de onun etkisi altındayımdır. Sonra işi Gustave le Bon'a vurduk. Gustave le Bon, şu haykırır gibi yazan fransız düşünürü! Ona ad bulmak güçtür. Sosyolog mu demeli, psikolog mu, filozof mu? Belki de hiç biri değildi de yalnız bir yazardır, okadar. Bilimli bir çalışması olmıyan metodsuz adam! Eserlerinde, meselâ Psychologie des Foules'de «race» kelimesini üç, beş anlamda kullandığını görebilirsiniz: ırk, gelenek, karakter... anlamlarında! Böyle bir yazarın bizi sonuna kadar doyurması olacak iş değildi. Ondan da vaz geçtik. Alfröde Fouill&ye boyun kestik. Fouill& de hoştur, coşturucudur, inandırıcıdır, o kadar, bilgin değil. Biz ise her şeyden önce aklımızın doymasını istiyorduk. Meşrutiyet'in ilk yıllarıydı. Artık Emile Durkheim'a varmıştık. Onun Les Rögles de la Mâöthode Sociologigue adlı eseri kafamızı oyarcasına bize işliyordu! Büyük fransız sosyoloğunu okuya okuya. deterministe olmuştuk. Ancak fataliste'e yakın bir deterministe! Tam o aralık Henri Bergson imdadımıza yetişmişti. Bizim için o herşeydi. Çünkü Bergson gerçeği, realiteyi ikiye ayırıyor, cansız, ölü, katı olan, hep kendi kalan madde, bir de her an değişen, yaratıcı olan canlılar âlemi. Madde üzerinde bilimin tanıması, anlaması saltık, l duğunu söylüyordu. Böylece felsefeyi yani metafiziği bilimin sarkıntılığından kurtarmış oluyordu. Böyle olunca felsefe soluk alıyor, kendine. geliyordu. Bu anlayış çok doğru idi XX nci yüzyula yakışacak adar doğru. yi.» absolu bir tanıma, anlama ol-" PL Düşünce yaşayışımda ben ne .Durkheimci, ne de Bergşoncu olmaktan ii bj ayrılmadım. Ancak ikisinin 'de çıkamadığı şu çıkmazdan çıkmıya yaşamam boyunca çabaladım : Madde ile ruhun, .toplumla teklerin anlaşması, kaynaşması bir tek gerçek, bir bütün olması, işte, 'ne Durkheim'da, ne de
Kim ne derse desin, kim ne türlü yorarsa yorsun, Türkiye'de bir din meselesi vardır. Bu karanlık ... more Kim ne derse desin, kim ne türlü yorarsa yorsun, Türkiye'de bir din meselesi vardır. Bu karanlık konu, 1908 meşrutiyet devriminden beri bir türlü aydınlatılamam ıştır. Eskiden «Makamı Meşihati Ulya» var idi. Şimdi de Diyanet İşleri Başkanlığı var. Eskiden İstanbul'da bir İlâhiyat Fakültesi vardı, şimdi de Ankara'da bir İlâhiyat Fakültesi var. Eskid psikoloji. sosyoloji, felsefe, metafizik kürsülerimiz vardı, şimdi de daha parlak, daha gösterişli olarak bunlar var. Ancak, ne yazık ki, bütün bu var olanların acıklı olaylar üzerinde hiç bir etkisi yok. Ne yazık!
Uploads
Drafts by Şükrüye Yıldırım