Makaleler / Papers by Ali Gezginci
Milliyetçi Fikrin Sesi: Türkçü Dergiler, 2022
Gaziantep Sanat Edebiyat (GSE) Dergisi, 2022
Türkiye Selçukluları Devrinde Bir Kurum: İğdişlik, 2022
Between XII. and XIV. centuries, Igdish and members of castration these institutions, who are cal... more Between XII. and XIV. centuries, Igdish and members of castration these institutions, who are called Igdishs, as an economic institution, they were active in the cities of the Seljuks of Turkey, mainly in Konya. According to some historians and linguists, the word "Igdish" originated from the word of "İkdiş" in Persian. But in the old Turkish, Igdish ‘feeding, growing, raising' meaning that the act of Igid is claimed to be derived from the possibility. At the same time, we also encounter that the word "Igdish" is used in many ways, such as hybrids and castrated animals. The elders of Seljuks of Turkey, who are called Igdish, their main task was to deal with the financial affairs in the cities they were in. They were also tasked with meeting all kinds of food and other needs of the palace, the army, and the people, and ensuring the safety and well being of the weak. The chief of İğdiş is called İğdişbaşı, Emir-i İğdişan or Emirü’l Egadişe. These chiefs are located in the provincial organization in the city council of Seljuks of Turkey. In Kutagdu Bilig, there is a clan called İğdişci, which is among the groups that make up the people of the city. In Karahans, Igdishs are the most important officials of the state, which shows that this organization has an important place in the social life of Turkestan. In this study, Turkey Seljuk Empire of political, economic and social life, Igdish will be determined by examining the position of the institution in line with the sources of the period and to outline the contents of this institution.
Ayıntâb Araştırmaları Dergisi (AAD), 2021
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan kısa bir süre sonra İtilaf Devletleri, Anadolu’d... more 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan kısa bir süre sonra İtilaf Devletleri, Anadolu’da büyük bir işgal hareketine girişti. İstanbul’dan başlayan bu işgal hareketi adım adım Anadolu’nun tamamını sardı. Bu çerçevede emellerini gerçekleştirmek isteyen İngiltere, 17 Aralık 1918’te, Antep’i işgal etti. Yaklaşık bir yıl sonra ise İngiltere ile Fransa aralarında yaptıkları antlaşmalar çerçevesinde şehir Fransa’ya teslim edildi. Böylece Fransızların işgali altında Antep, hazırlıkları uzun zamandır yapılan, aylarca sürecek olan direnişe başladı. Sadece üstün teknoloji ile donanmış Fransız kuvvetleri ile değil ciddi bir açlık ve cephane yetersizliği ile de mücadele etti. Tüm bu imkansızlıklara rağmen yaklaşık olarak 11 ay Fransız işgaline karşı direnen Antep halkı, 9 Şubat 1921’de dehşetli açlık ve iaşenin, sağlanamamasından dolayı şehrin sukutu gerçekleşti. 21 Ekim 1921 tarihinde Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması neticesinde 25 Aralık 1921’de işgalden kurtularak tekrar bağımsızlığına kavuştu.
Millî Mücadele tarihinde önemli bir yere sahip olan Antep Savunması hakkında günümüze kadar birçok yayın yapıldı. Son yıllarda ise Antep Savunması üzerine yapılan ilmî araştırmaların sayısının artmaya başladığı görülmektedir. Araştırmaların artması ile konu çeşitliliği de arttı. Böylece ciddi bir külliyat oluştu. Bu noktadan hareketle, bu çalışmada, Antep Savunması’nın bibliyografyası oluşturulmaya çalışılmıştır. Çalışma neticesinde yapılacak olan çalışmaların tekrara düşmemesi için bir birikimi ortaya çıkarmak ve ulaşılan tablo neticesinde eksikliklere vurgu yapmak amaçlanmıştır. Bu bağlamda, bibliyografya oluşturulurken, bilimsel ve Gaziantep eksenli yayın yapan dergiler, gazeteler ve kitaplar taranarak çalışmalar tespit edilmeye gayret edilmiştir.
Genç Kalemler -Tarih, Kültür ve Düşünce Dergisi- (Yıl: 6 Sayı: 7)), 2020
Osmanlı Devleti’nin teşkilat yapılanmasını oluşturan kurumlar, sadece incelendikleri devrin değil... more Osmanlı Devleti’nin teşkilat yapılanmasını oluşturan kurumlar, sadece incelendikleri devrin değil, aslında uzun bir geçmişin izini taşırlar. Teşkilat yapıları, aslında, devletlerin kaderini belirleyen yegâne unsurlardır. Çünkü, bu yapıyı oluşturan kurumlar, adeta devletin omurgasını oluştururlar. Güvenliğin temini amacıyla teşekkül eden kurumlar ise devlet omurgasının en önemli şubelerinden birisini meydan getirirler. Çünkü güvenlik, insanoğlunun en temel ihtiyaçlarının başında gelir. Aynı zamanda, güvenliğin temini amacıyla teşekkül eden kurumlar halk ile sıkı ilişki içerisinde bulunduklarından dolayı içtimâî hayata dair birçok noktayı da gözler önüne sermesi açısından tarih araştırmalarında kıymetli bir yere sahiptir. İşte bu minvalde, uzun bir geçmişe sahip olan ve Osmanlı Devleti’nde güvenliğin temini maksadını taşıyan kurumlardan birisi de Asesbaşılık kurumudur. Mevzûbahis kurumun mensuplarına ise “bekçi” manasına tekabül eden ases ve reisine de asesbaşı denirdi.
Asesbaşılık kurumu, Osmanlı devlet teşkilatı içerisinde ehemmiyetli bir yere sahiptir. Kurumun mensubu olan aseslerin başlıca vazifeleri güvenliğin temini ve içtimaî düzenin korunmasından müteşekkil idi. Asesbaşı, Yeniçeri Ocağı’na mensup 28. bölük (ya da orta) çorbacısı yani kumandanı olarak vazife yapmaktaydı. Dolayısıyla asesbaşı ve ona bağlı asesler Yeniçeri Ocağı mensubu idiler ve ocak içerisinde belirli vazifeleri mevcuttu. Ocaktaki vazifeleri arasında belki de en önemlisi, yeniçeri teşkilatı içerisinde vuku bulan idamların infazlarının asesbaşı ve asesler tarafından gerçekleştirilmesidir. Yeniçeri ocağındaki sorumlu oldukları vazifelerinin yanı sıra asesbaşı ve aseslerin asli görevleri geceleri çarşı ve pazarın asayişini ve düzenini sağlamaktı. Bu vazifelerini yerine getirirken ise Osmanlı’da şehirlerin asayişinden sorumlu olan Subaşıların emrinde çalışmakta idiler. Bununla birlikte, vazifelerinin çerçevesi ve vazife yerleri kanunnamelerde açıkça belirtilen asesbaşı ve aseslerin, geceleri çarşı ve pazarlarda korumakla yükümlü oldukları dükkanların sahiplerinden resm-i ‘asesiyye/rüsum-ı ‘asesiyye adı altında bir ücret elde ettikleri de bilinmektedir. Bu ücretin ne kadar olacağı hususu da kanunnamelerde belirlenmiş olup dükkanın niteliğine nazaran miktarları da değişmekteydi. Aynı zamanda, aseslerin ifa etmiş oldukları vazifeler dükkan sahiplerinin talep ettiği bir hizmet idi. Bu bağlamda, denilebilir ki, mevzûbahis kurum özellikle de şehirlerin vazgeçilmez unsurlarındandır.
Bu çalışmada, Osmanlı Devleti’nde gece bekçileri konumunda olan asesler ve reisleri konumunda olan asesbaşıların devlet teşkilatı içerisindeki konumu ve vazifeleri tespit edilmeye çalışılacaktır. Aynı zamanda, bu çalışmada, kanunnameler ve şer’iyye sicilleri kaynak olarak kullanılacak olup; tetkik eserlerden de gerektiği ölçüde faydalanılacaktır.
MİLLÎ MÜCADELEDE CEPHE GERİSİ ve İSTİKLÂL YOLU GENÇLİK SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ, 2020
Özet
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı boyunca, ordularının silah ve
mühimmat ihtiyaçlarını ... more Özet
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı boyunca, ordularının silah ve
mühimmat ihtiyaçlarını İmalat-ı Harbiye Fabrikaları’nın üretimi ile karşılamıştır. İmalat-ı Harbiye Fabrikaları, Birinci Dünya Savaşı süresince işçi ve üretim konusunda en iyi seviyeye ulaşmış ancak Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ile birlikte faaliyetleri ciddi bir kesintiye uğramıştır. 1 Ağustos 1919 tarihinde ise İmalat-ı Harbiye Fabrikaları silah üretimine yönelik faaliyetlerini tamamen durdurmuştur. Neticede, İmalat-ı Harbiye mensupları da Millî Mücadele’nin başlaması ile birlikte Anadolu’ya geçmiş; kendi imkanları çerçevesinde, küçük tamirhane ve atölyeler kurarak, silah ve cephane üretimine çok büyük katkılar sağlamışlardır. Böylelikle, Millî Mücadele döneminde silah ve cephane imalatı için kurulan en önemli yapılanmalardan birisi de Antep’te kurulan İmalat-ı Harbiye Fabrikasıdır. Millî Mücadele döneminde Antep’te açlıktan sonra en çok sıkıntı çekilen konu cephane idi. Bu sebeple, Antep Millî kuvvetlerinin komutanlığı görevini ifa eden Ali Şefik Özdemir Bey’in emriyle 10 Aralık 1920’de Antep’te, 12 kısımdan müteşekkil, İmalat-ı Harbiye Fabrikası kuruldu. Antep’te kurulan İmalat-ı Harbiye Fabrikası, şehirde bulunan Sabun Hanı’nda faaliyetlerine başlamış ve Antep Savunması’nın en önemli aktörlerinden olan Lohânizâde
Mustafa Nureddin bu fabrikanın müdürlüğüne getirilmiştir. Antep İmalat-ı
Harbiye Fabrikası’nda görev yapan ustaların yanı sıra işçilerin çoğunluğu
kadın ve çocuklardan oluşmakta idi. Antep Savunması’nda milli kuvvetlere çok önemli katkılarda bulunan İmalat-ı Harbiye Fabrikası’nda, Özdemir Bey’in emriyle, beş erkek iki kadın öğretmenin görev yapacağı, Mekteb-i Sanayi adında bir okul açıldı.
Bu çalışmada, Antep Savunması devam ederken kurulan İmalat-ı Harbiye Fabrikası’nın kuruluşu ve faaliyetleri, ana kaynaklar doğrultusunda ele alınacaktır. Bununla birlikte, fabrikada görev yapmış olan ustaların ve üretime yardımcı olan yerli halk hakkında, elde bulunan verilere göre bilgi verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Antep Savunması, İmalat-ı Harbiye, Lohânizâde
Mustafa Nureddin, Cephane, Millî Mücadele
MİLLÎ MÜCADELEDE CEPHE GERİSİ ve İSTİKLÂL YOLU GENÇLİK SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ, 2020
Özet
Birinci Dünya Savaşı sonucunda imzalanan Mondros Mütarekesi’nin 7.
maddesine dayanarak İngi... more Özet
Birinci Dünya Savaşı sonucunda imzalanan Mondros Mütarekesi’nin 7.
maddesine dayanarak İngilizler, görüşmeler neticesinde mütareke şartları arasından çıkarılmasına rağmen, 15 Ocak 1919’de Antep’i işgal ettiler. Bu işgal süreci yaklaşık bir yıl sürmüş ve 15 Eylül 1919 yılında İngilizler ve Fransızlar arasında imzalanan Suriye İtilafnâmesi ile Musul İngilizlere bırakılırken; Suriye, Urfa, Maraş ve Antep civarları bu anlaşma uyarınca Fransızlara bırakılmıştı. Fransızlar da bu anlaşmaya dayanarak, aralarında Ermeni “Legion D’orient” birliklerinin de bulunduğu kuvvetlerle, Antep’i 29 Ekim 1919’da resmen işgal ettiler. Bu işgallere karşı ise Antep halkı Kuvva-i Milliye etrafında, önce Cemiyet-i İslamiye ve ardından Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurarak teşkilatlanmıştır. Bu çerçevede Antep Savunması başlamış ve Ankara Antlaşması’na bağlı olarak 25 Aralık 1921’de bağımsızlığına kavuşmuştur.
Lohânizâde Mustafa Nureddin, Antep Savunması’nın en önemli şahsiyetlerinden biridir. Birinci Dünya Savaşı’nda teğmen rütbesi ile Halep’te 12. Kolordu kaleminde vazife yapan Lohânizâde, Antep Savunması’nda ise askeri deneyimlerinden dolayı Yıldırım Taburu 4. Bölük Kumandanı olarak görevini ifa etmiştir. Bununla birlikte, Antep Savunması’nda açlıkla beraber cephane temini de büyük sorun teşkil etmiştir. Böylece, cephane yetersizliği ve temininin imkansız olmasından dolayı, 12 kısımdan müteşekkil İmalat-ı Harbiye Fabrikası kuruldu ve Lohânizâde bu fabrikaya İmalathane Müdürü olarak tayin edildi. Antep Savunması’nda gösterdiği yararlılıklardan dolayı, Lohânizâde Mustafa Nureddin’e Büyük Millet Meclisi tarafından, cephe gerisinde önemli faaliyette bulunanlara verilen, beyaz şeritli İstiklâl madalyası taltif edilmiştir.
Bu çalışmada, Antep Savunması’nın en önemli aktörlerinden olan
Lohânizâde Mustafa Nureddin’in savunma esnasındaki faaliyetleri, ana kaynaklar ve belgeler doğrultusunda, ele alınacaktır. Bununla birlikte, savunmanın en önemli kaynaklarından olan Lohânizâde Mustafa Nureddin’in “Hubb-i İstiklâlin Abidesi: Gaziayntâb Müdafaası” adlı eseri dönemin -Fransız, Ermeni ve Türk- kaynakları ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Lohânizâde Mustafa Nureddin, Antep Savunması,
Hubb-i İstiklâlin Âbidesi, Millî Mücadele
Kitap İncelemeleri / Book Reviews by Ali Gezginci
Tarih Kritik, 2024
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden süreçte Osmanlı Devleti’nin son on yılı dönüm noktası ol... more Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden süreçte Osmanlı Devleti’nin son on yılı dönüm noktası olayların ve savaşların yaşandığı bir dönemi kapsamaktadır. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele’yi kapsayan bu süreç on yıllık savaş dönemi olarak da tanımlanmaktadır. Bu süreçte Osmanlı Devleti, Balkanlar başta olmak üzere çok geniş bir coğrafyayı kaybetmiş, sonucunda sadece günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin egemen olduğu Anadolu coğrafyası kalmıştır. Anadolu coğrafyası da İtilaf Devletlerinin işgallerine maruz kalmış, Millî Mücadele’de gösterilen mukavemet sonucunda bağımsızlık kazanılarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu süreçte gösterilen mukavemetle birlikte Anadolu şehirleri büyük bir tahribata uğramıştır. Birçok tarihî bina,
ibadethane ve ev ciddi yaralar almış ya da tamamen yok olmuştur. Bunun yanı sıra salgın hastalıklar başta olmak üzere sosyal açıdan ve sağlık açısından da gözle görülür gerileme ve sorunlar baş göstermiştir.
Millî Mecmûa (Ocak-Şubat 2024) - Yusuf Akçura Sayısı / 36. Sayı, 2024
Çelebi (Tarih, Kültür ve Düşünce) Dergisi by Ali Gezginci
Çelebi Dergisi - 14. Sayı (Türk Öykücülüğü), 2024
Türk milleti yaşadığı geniş coğrafyalar itibarıyla, farklı adlar ve biçimlerle kültürel ögeleri k... more Türk milleti yaşadığı geniş coğrafyalar itibarıyla, farklı adlar ve biçimlerle kültürel ögeleri kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Sözlü ve yazılı gelenek vasıtasıyla edebî gelişim sağlanmıştır. İslamiyet’ten önceki dönemlere kadar uzanan bir serüveni olan Türk öykücülüğünün Türk edebiyatında bir tür olarak belirmesi yakın bir döneme rastlar. Öykü ve romanın Türk edebiyatındaki serüveninin başlangıcı on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına tekabül eder. Bu tarihî sürece kadar öykü türüne uygun manzum ve mensur birçok eser kaleme alınmıştır.
Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide dönemlerinden itibaren Osmanlı aydınları arasında öykü türü Avrupa’daki öykücülerden yapılan çeviri metinlerle tanınmaya başlamıştır. Doğu-Batı ayrımının çokça işlendiği bu dönemi Ömer Seyfettin’in başını çektiği millî edebiyat dönemi ve nihayetinde Cumhuriyet dönemi öykücülüğü takip etmektedir. Artık Türk öykücülüğü kendi karakterini bulmaya başlamış hem dünyada hem Türkiye’de gelişen siyasi ve toplumsal dönüşümlere paralel olarak şekillenmiştir. Bu süreçte birçok kırılma ve dönüşüm yaşamış, günümüze kadar ulaşmıştır. Türk öykücülüğünün tarihî serüveni içerisindeki bu kırılma ve dönüşümleri anlayabilmek ise Türk fikir hayatında önemli tespitlere yol açacaktır.
Bu sebeple Çelebi dergisinin 14. sayısı olarak hazırladığımız Türk Öykücülüğü dosyası, söz konusu çerçevede birbirinden kıymetli pek çok yazıyı bünyesinde barındırıyor. Bu dosyada; Türk öykücülüğünün tarihi seyrinden, Necip Tosun ile çağdaş Türk öykücülüğüne dair söyleşiyle birlikte 1950 kuşağının Türk Öykücülüğüne etkisi, Mitat Enç öykülerinin sanat ve felsefe açısından değerlendirildiği ve halk edebiyatı unsurları açısından Uzun Çarşının Uluları ekseninde yazılar yer alıyor. Destan döneminden halk hikâyeciliğine geçişin önemli unsurlarından Dede Korkut hikâyelerinden, Ömer Seyfettin’in hikâyelerine, Türk öykücülüğünün “aykırı” seslerine kadar birçok yazı bu dosyamızın içerisinde yer almaktadır.
Çelebi Dergisi - 13. Sayı (Türk Sosyolojisinde Bir Öncü İsim: Prof. Dr. Cahit Tanyol), 2024
2024 yılının ilk dosya konusunu, doğumunun 110. yıl dönümünde, Türk Sosyolojisinde Bir Öncü İsim:... more 2024 yılının ilk dosya konusunu, doğumunun 110. yıl dönümünde, Türk Sosyolojisinde Bir Öncü İsim: Prof. Dr. Cahit Tanyol olarak belirledik. Tanyol hem sosyoloji araştırmalarında hem de düşünce dünyasında yerli ve milli duruşu ilke olarak benimsemiş bir aydındır. Tarihi merkez noktasına alarak Türk milletini anlamaya çalışmış; Türkiye’nin, sadece Cumhuriyet dönemi ile sınırlı kalmadan, Türk tarihini bir bütün şeklinde düşünerek yaşadığı zihniyet bunalımı üzerinde düşünmüş ve tespitlerde bulunmuştur. Bir düşünür olarak adını duyurması da temel ilkelerinden taviz vermeyerek, ithal düşüncelerle toplumunu anlamaya çalışmaktan ziyade özgün düşünceler üretmesinden gelir. Aydının özellikle de yaşadığı, içinden çıktığı toplumu tanımasını gerektiğini savunan Tanyol, buradan hareketle yıllarca köylerde araştırmalar yapar.
Bilindiği üzere Çelebi dergisi olarak, her yılın ilk (Nisan) sayısını Abide Şahsiyetlerimize ayırmaktayız. Bu seri bağlamında ilk olarak Necdet Sevinç’i, ardından Dündar Taşer’i, Mitat Enç’i ve Ülkü Tamer’i konu alan sayıları yayımladık. Faaliyetlerini Türk’ün menfaatini merkeze alarak gerçekleştiren bu isimler, rol model sıkıntısı/şoku çeken günümüz gençliğine işaret edilmesi/unutturulmaması gereken abide şahsiyetlerdir. ‘Küresel kültür’ün haz odaklı yaşam ve algılayış biçimini ‘Türk gençliği’ne dayattığı bugünlerde, kültürümüzün dinamiklerini her zerresinde yaşayan rol modellerimizi odak noktasına yerleştirmemiz gerekmektedir. Rol model konusunda yüksek şahsiyete sahip birçok ismimiz var. Bu konuda kaynak sıkıntımız yoktur. Bize düşen, bir ideal uğrunda yaşayan bu isimlerin unutulmamasını sağlamak ve en önemlisi de yaptıkları üzerinde düşünmektir.
Çelebi Dergisi - 12. Sayı (Türk Dili), 2023
Nihad Sâmi Banarlı, “Çünkü diller, milletlerin en azîz, en tılsımlı, en kıymetli servetleridir. Ç... more Nihad Sâmi Banarlı, “Çünkü diller, milletlerin en azîz, en tılsımlı, en kıymetli servetleridir. Çünkü dillerin bir ses güzelliği ile dalgalanıp bir duyurma, anlatma ve inandırma gücüne ulaşmaları, kısa zamanda olmamıştır.” tespitiyle Türk milletinin hayatiyeti açısından Türkçenin öneminin altını kalın bir şekilde çiziyor. Banarlı’nın da işaret ettiği üzere Türkçenin estetiği Türk’ün tarihine paralel olarak gelişme göstermiş, medeniyet tasavvurunun derinleşmesiyle dilde de incelik artmıştır. Dünyanın en köklü dillerinden olmasının yanı sıra Türkçenin harita üzerinde adım atmadığı nokta, uğramadığı toprak kalmamıştır. Türk milleti bunun bilincinde olarak bugün Türkçeye daha sıkı bir şekilde sarılmalıdır.
Türkçenin Türk milleti için önemi aşikar olduğundan dergimizin 12. sayısının dosya konusunu Türk Dili olarak belirledik. Türklük külliyatı oluşturma yolunda emin adımlarla ilerlerken bu sayı temel taşlardan oldu. Dördüncü yılımızı geride bırakırken dergimiz adına önemli bir gelişme katetmeye hazırlanıyoruz. Her sayısında daha çok çalışarak fikri ve bilimsel kalitesini arttırmaya çalıştığımız Çelebi dergisi 2024 yılında hakemli bir dergi olarak yoluna devam edecektir. Bu hususta başta kıymetli okuyucularımız ve saygıdeğer yazarlarımız olmak üzere emeği geçen her cana teşekkürü bir borç biliriz.
Türk Dili dosya konumuza kıymetli çalışmaları ile katkı sağlayan; Prof. Dr. Ali Akar’a, Prof. Dr. Mustafa Argunşah’a, Prof. Dr. Vahit Türk’e, Doç. Dr. Fatih Numan Küçükballı’ya, Doç. Dr. Hüseyin Yıldız’a, Doç. Dr. Tayfun Haykır’a, Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Yılmaz’a, Öğr. Gör. Sena Baykal’a, Alp Paksoy’a, Aykut Türkoğlu’na, Burçin Çalışkan’a, Halil İbrahim Burçluoğlu’na, İbrahim Daş’a, Mehmet Nuri Yardım’a, Muhammet Erdevir’e, Merve Karaduman’a, Rümeysa Bedirhanoğlu’na ve Zafer Saraç’a en kalbi hürmetlerimizle teşekkür ederiz.
Çelebi Dergisi - 11. Sayı (Türk Masalları), 2023
Çelebi Dergisi, yılda üç defa olmak üzere Nisan, Ağustos ve Aralık aylarında yayımlanır. Dergidek... more Çelebi Dergisi, yılda üç defa olmak üzere Nisan, Ağustos ve Aralık aylarında yayımlanır. Dergideki yazılardan kaynak göstermeden alıntı yapılamaz.
Çelebi Dergisi, 2023
Çelebi Dergisi, yılda üç defa olmak üzere Nisan, Ağustos ve Aralık aylarında yayımlanır. Dergidek... more Çelebi Dergisi, yılda üç defa olmak üzere Nisan, Ağustos ve Aralık aylarında yayımlanır. Dergideki yazılardan kaynak göstermeden alıntı yapılamaz.
Çelebi Dergisi - 9. Sayı (Türk Arkeolojisi), 2022
Çelebi Dergisi - 8. Sayı (Türk Mûsikîsi), 2022
Çelebi Dergisi, yılda üç defa olmak üzere Nisan, Ağustos ve Aralık aylarında yayımlanır. Dergidek... more Çelebi Dergisi, yılda üç defa olmak üzere Nisan, Ağustos ve Aralık aylarında yayımlanır. Dergideki yazılardan kaynak göstermeden alıntı yapılamaz. Yazılardaki fikirlerin mesuliyeti yazarlarına aittir. Ali Gezginci adına Ziraat Bankası TR 8800 0100 1994 7934 4589 5001 numaralı IBAN'a ödeme yaparak tek sayı dergi alabilir veya abone olabilirsiniz.
Çelebi Dergisi - 7. Sayı (Kelimeleri Memleket Kadar Büyük: Mitat Enç), 2022
Çelebi Dergisi'nin 211 sayfalık, 23 yazardan mürekkep Mitat Enç'in her yönüyle değerlendirildiği ... more Çelebi Dergisi'nin 211 sayfalık, 23 yazardan mürekkep Mitat Enç'in her yönüyle değerlendirildiği Kelimeleri Memleket Kadar Büyük: Mitat Enç dosya konulu sayısı yayımlanmıştır. Bu dosya konusunda alanının uzman kalemleri tarafından yazılar yazılmış ve Mitat Enç'in hayatına bütünlüklü bir bakış açısı ile bakılmaya çalışılmıştır.
Kelimeleri Memleket Kadar Büyük: Mitat Enç dosya konulu bu sayımızda aşağıda isimlerini verdiğimiz kıymetli yazarlarımız önemli yazılar kaleme aldılar:
Doç. Dr. Mitat Enç, Dr. Necati Tonga, Mustafa Özdemir, Sinan Enç, Zeynep Enç-Sinkil, Selim Sinkil, Prof. Dr. Ayşegül Ataman, Yaşar Vural, Veysel Altuntaş, İbrahim Alisinanoğlu, Mustafa Güzelhan, Muhammet Erdevir, Reşit Güngör Kalkan, Haluk Doğan, Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Sabri Genç, Ömer Faruk Şerifoğlu, Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat, Dr. Öğr. Üyesi Tayfun Haykır, Dr. Gülsün Nakıboğlu, Zafer Saraç, Ahmet Şahin, Ali Gezginci ve Prof. Dr. Nusret Çam.
Çelebi Dergisi - 6. Sayı (Türk Efsaneleri), 2021
Çelebi Dergisi'nin 225 sayfalık, 26 yazardan mürekkep Türk Efsaneleri'nin birçok yönünün değerlen... more Çelebi Dergisi'nin 225 sayfalık, 26 yazardan mürekkep Türk Efsaneleri'nin birçok yönünün değerlendirildiği Türk Efsaneleri Dosya Konulu Sayısı yayınlanmıştır.
Çelebi dergisinin 2021 senesinde son dosya konusu olan Türk Efsaneleri sayısında muhteva itibarıyla Türk Efsaneleri bir bütün olarak ele alınıp, aşağıdaki sorulara cevap aranmaya çalışılmıştır.
Efsane nedir? Hangi tür anlatmalar efsane kavramının içine girer? Menkıbe ve rivayet efsane midir? Efsanenin diğer türlerle münasebeti nasıldır? Efsane tanımı yapılırken ölçütler nelerdir? Mitler ve dinî karakterler efsanenin içerisine girer mi? Yaratılış ve kozmogonik efsaneler nedir? Muhtelif Türk coğrafyalarındaki efsaneler nelerdir? Anadolu efsaneleri ile Türk dünyasının benzerlikleri var mıdır? Mahalli efsanelere nasıl bakmalıyız? Anadolu efsanelerinde yasaklar ve cezalar nelerdir? Bu soruları daha da çoğaltabiliriz. Bu sayıda Türk efsanelerini tetkik ve tahlil anlamında nitel bir çalışma ortaya koymaya çalışılmıştır.
Çelebi Dergisi - 5. Sayı (Türk Devlet Geleneği), 2021
Çelebi dergisinin 352 sayfalık, 34 yazardan mürekkep Türk Devlet Geleneği'nin birçok yönünün değe... more Çelebi dergisinin 352 sayfalık, 34 yazardan mürekkep Türk Devlet Geleneği'nin birçok yönünün değerlendirildiği Türk Devlet Geleneği dosya konulu sayısı yayımlanmıştır.
Türkler kaderlerini devletleri ile bir görmüşlerdir. Devleti "töre" zemininde yükselterek sağlam bir temele dayandırmışlardır. Tarihe üstünkörü bir şekilde bakıldığında bile Türklerin birbirinden farklı kültürlere sahip coğrafyalarda devlet kurdukları görülür. Fazla örneği olmayan bu durum nasıl açıklanabilir? Hangi saikler Türklerin çeşitli coğrafyalarda devlet kurabilmesini sağlamıştır? Türklerde devlet anlayışının kökenini nerelerde aramalıyız? Farklı coğrafyalarda kurdukları devletlerde Türkler devamlılığı nasıl sağlamıştır?
İşte Türk Devlet Geleneği dosya konusunda bu sorulara cevaplar aranmıştır. Konunun uzmanı olan ehil kalemler hamasi tavırdan sakınarak, belirlenen başlıklar dahilinde çalışmalarını hazırladılar.
Uploads
Makaleler / Papers by Ali Gezginci
Millî Mücadele tarihinde önemli bir yere sahip olan Antep Savunması hakkında günümüze kadar birçok yayın yapıldı. Son yıllarda ise Antep Savunması üzerine yapılan ilmî araştırmaların sayısının artmaya başladığı görülmektedir. Araştırmaların artması ile konu çeşitliliği de arttı. Böylece ciddi bir külliyat oluştu. Bu noktadan hareketle, bu çalışmada, Antep Savunması’nın bibliyografyası oluşturulmaya çalışılmıştır. Çalışma neticesinde yapılacak olan çalışmaların tekrara düşmemesi için bir birikimi ortaya çıkarmak ve ulaşılan tablo neticesinde eksikliklere vurgu yapmak amaçlanmıştır. Bu bağlamda, bibliyografya oluşturulurken, bilimsel ve Gaziantep eksenli yayın yapan dergiler, gazeteler ve kitaplar taranarak çalışmalar tespit edilmeye gayret edilmiştir.
Asesbaşılık kurumu, Osmanlı devlet teşkilatı içerisinde ehemmiyetli bir yere sahiptir. Kurumun mensubu olan aseslerin başlıca vazifeleri güvenliğin temini ve içtimaî düzenin korunmasından müteşekkil idi. Asesbaşı, Yeniçeri Ocağı’na mensup 28. bölük (ya da orta) çorbacısı yani kumandanı olarak vazife yapmaktaydı. Dolayısıyla asesbaşı ve ona bağlı asesler Yeniçeri Ocağı mensubu idiler ve ocak içerisinde belirli vazifeleri mevcuttu. Ocaktaki vazifeleri arasında belki de en önemlisi, yeniçeri teşkilatı içerisinde vuku bulan idamların infazlarının asesbaşı ve asesler tarafından gerçekleştirilmesidir. Yeniçeri ocağındaki sorumlu oldukları vazifelerinin yanı sıra asesbaşı ve aseslerin asli görevleri geceleri çarşı ve pazarın asayişini ve düzenini sağlamaktı. Bu vazifelerini yerine getirirken ise Osmanlı’da şehirlerin asayişinden sorumlu olan Subaşıların emrinde çalışmakta idiler. Bununla birlikte, vazifelerinin çerçevesi ve vazife yerleri kanunnamelerde açıkça belirtilen asesbaşı ve aseslerin, geceleri çarşı ve pazarlarda korumakla yükümlü oldukları dükkanların sahiplerinden resm-i ‘asesiyye/rüsum-ı ‘asesiyye adı altında bir ücret elde ettikleri de bilinmektedir. Bu ücretin ne kadar olacağı hususu da kanunnamelerde belirlenmiş olup dükkanın niteliğine nazaran miktarları da değişmekteydi. Aynı zamanda, aseslerin ifa etmiş oldukları vazifeler dükkan sahiplerinin talep ettiği bir hizmet idi. Bu bağlamda, denilebilir ki, mevzûbahis kurum özellikle de şehirlerin vazgeçilmez unsurlarındandır.
Bu çalışmada, Osmanlı Devleti’nde gece bekçileri konumunda olan asesler ve reisleri konumunda olan asesbaşıların devlet teşkilatı içerisindeki konumu ve vazifeleri tespit edilmeye çalışılacaktır. Aynı zamanda, bu çalışmada, kanunnameler ve şer’iyye sicilleri kaynak olarak kullanılacak olup; tetkik eserlerden de gerektiği ölçüde faydalanılacaktır.
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı boyunca, ordularının silah ve
mühimmat ihtiyaçlarını İmalat-ı Harbiye Fabrikaları’nın üretimi ile karşılamıştır. İmalat-ı Harbiye Fabrikaları, Birinci Dünya Savaşı süresince işçi ve üretim konusunda en iyi seviyeye ulaşmış ancak Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ile birlikte faaliyetleri ciddi bir kesintiye uğramıştır. 1 Ağustos 1919 tarihinde ise İmalat-ı Harbiye Fabrikaları silah üretimine yönelik faaliyetlerini tamamen durdurmuştur. Neticede, İmalat-ı Harbiye mensupları da Millî Mücadele’nin başlaması ile birlikte Anadolu’ya geçmiş; kendi imkanları çerçevesinde, küçük tamirhane ve atölyeler kurarak, silah ve cephane üretimine çok büyük katkılar sağlamışlardır. Böylelikle, Millî Mücadele döneminde silah ve cephane imalatı için kurulan en önemli yapılanmalardan birisi de Antep’te kurulan İmalat-ı Harbiye Fabrikasıdır. Millî Mücadele döneminde Antep’te açlıktan sonra en çok sıkıntı çekilen konu cephane idi. Bu sebeple, Antep Millî kuvvetlerinin komutanlığı görevini ifa eden Ali Şefik Özdemir Bey’in emriyle 10 Aralık 1920’de Antep’te, 12 kısımdan müteşekkil, İmalat-ı Harbiye Fabrikası kuruldu. Antep’te kurulan İmalat-ı Harbiye Fabrikası, şehirde bulunan Sabun Hanı’nda faaliyetlerine başlamış ve Antep Savunması’nın en önemli aktörlerinden olan Lohânizâde
Mustafa Nureddin bu fabrikanın müdürlüğüne getirilmiştir. Antep İmalat-ı
Harbiye Fabrikası’nda görev yapan ustaların yanı sıra işçilerin çoğunluğu
kadın ve çocuklardan oluşmakta idi. Antep Savunması’nda milli kuvvetlere çok önemli katkılarda bulunan İmalat-ı Harbiye Fabrikası’nda, Özdemir Bey’in emriyle, beş erkek iki kadın öğretmenin görev yapacağı, Mekteb-i Sanayi adında bir okul açıldı.
Bu çalışmada, Antep Savunması devam ederken kurulan İmalat-ı Harbiye Fabrikası’nın kuruluşu ve faaliyetleri, ana kaynaklar doğrultusunda ele alınacaktır. Bununla birlikte, fabrikada görev yapmış olan ustaların ve üretime yardımcı olan yerli halk hakkında, elde bulunan verilere göre bilgi verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Antep Savunması, İmalat-ı Harbiye, Lohânizâde
Mustafa Nureddin, Cephane, Millî Mücadele
Birinci Dünya Savaşı sonucunda imzalanan Mondros Mütarekesi’nin 7.
maddesine dayanarak İngilizler, görüşmeler neticesinde mütareke şartları arasından çıkarılmasına rağmen, 15 Ocak 1919’de Antep’i işgal ettiler. Bu işgal süreci yaklaşık bir yıl sürmüş ve 15 Eylül 1919 yılında İngilizler ve Fransızlar arasında imzalanan Suriye İtilafnâmesi ile Musul İngilizlere bırakılırken; Suriye, Urfa, Maraş ve Antep civarları bu anlaşma uyarınca Fransızlara bırakılmıştı. Fransızlar da bu anlaşmaya dayanarak, aralarında Ermeni “Legion D’orient” birliklerinin de bulunduğu kuvvetlerle, Antep’i 29 Ekim 1919’da resmen işgal ettiler. Bu işgallere karşı ise Antep halkı Kuvva-i Milliye etrafında, önce Cemiyet-i İslamiye ve ardından Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurarak teşkilatlanmıştır. Bu çerçevede Antep Savunması başlamış ve Ankara Antlaşması’na bağlı olarak 25 Aralık 1921’de bağımsızlığına kavuşmuştur.
Lohânizâde Mustafa Nureddin, Antep Savunması’nın en önemli şahsiyetlerinden biridir. Birinci Dünya Savaşı’nda teğmen rütbesi ile Halep’te 12. Kolordu kaleminde vazife yapan Lohânizâde, Antep Savunması’nda ise askeri deneyimlerinden dolayı Yıldırım Taburu 4. Bölük Kumandanı olarak görevini ifa etmiştir. Bununla birlikte, Antep Savunması’nda açlıkla beraber cephane temini de büyük sorun teşkil etmiştir. Böylece, cephane yetersizliği ve temininin imkansız olmasından dolayı, 12 kısımdan müteşekkil İmalat-ı Harbiye Fabrikası kuruldu ve Lohânizâde bu fabrikaya İmalathane Müdürü olarak tayin edildi. Antep Savunması’nda gösterdiği yararlılıklardan dolayı, Lohânizâde Mustafa Nureddin’e Büyük Millet Meclisi tarafından, cephe gerisinde önemli faaliyette bulunanlara verilen, beyaz şeritli İstiklâl madalyası taltif edilmiştir.
Bu çalışmada, Antep Savunması’nın en önemli aktörlerinden olan
Lohânizâde Mustafa Nureddin’in savunma esnasındaki faaliyetleri, ana kaynaklar ve belgeler doğrultusunda, ele alınacaktır. Bununla birlikte, savunmanın en önemli kaynaklarından olan Lohânizâde Mustafa Nureddin’in “Hubb-i İstiklâlin Abidesi: Gaziayntâb Müdafaası” adlı eseri dönemin -Fransız, Ermeni ve Türk- kaynakları ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Lohânizâde Mustafa Nureddin, Antep Savunması,
Hubb-i İstiklâlin Âbidesi, Millî Mücadele
Kitap İncelemeleri / Book Reviews by Ali Gezginci
ibadethane ve ev ciddi yaralar almış ya da tamamen yok olmuştur. Bunun yanı sıra salgın hastalıklar başta olmak üzere sosyal açıdan ve sağlık açısından da gözle görülür gerileme ve sorunlar baş göstermiştir.
Çelebi (Tarih, Kültür ve Düşünce) Dergisi by Ali Gezginci
Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide dönemlerinden itibaren Osmanlı aydınları arasında öykü türü Avrupa’daki öykücülerden yapılan çeviri metinlerle tanınmaya başlamıştır. Doğu-Batı ayrımının çokça işlendiği bu dönemi Ömer Seyfettin’in başını çektiği millî edebiyat dönemi ve nihayetinde Cumhuriyet dönemi öykücülüğü takip etmektedir. Artık Türk öykücülüğü kendi karakterini bulmaya başlamış hem dünyada hem Türkiye’de gelişen siyasi ve toplumsal dönüşümlere paralel olarak şekillenmiştir. Bu süreçte birçok kırılma ve dönüşüm yaşamış, günümüze kadar ulaşmıştır. Türk öykücülüğünün tarihî serüveni içerisindeki bu kırılma ve dönüşümleri anlayabilmek ise Türk fikir hayatında önemli tespitlere yol açacaktır.
Bu sebeple Çelebi dergisinin 14. sayısı olarak hazırladığımız Türk Öykücülüğü dosyası, söz konusu çerçevede birbirinden kıymetli pek çok yazıyı bünyesinde barındırıyor. Bu dosyada; Türk öykücülüğünün tarihi seyrinden, Necip Tosun ile çağdaş Türk öykücülüğüne dair söyleşiyle birlikte 1950 kuşağının Türk Öykücülüğüne etkisi, Mitat Enç öykülerinin sanat ve felsefe açısından değerlendirildiği ve halk edebiyatı unsurları açısından Uzun Çarşının Uluları ekseninde yazılar yer alıyor. Destan döneminden halk hikâyeciliğine geçişin önemli unsurlarından Dede Korkut hikâyelerinden, Ömer Seyfettin’in hikâyelerine, Türk öykücülüğünün “aykırı” seslerine kadar birçok yazı bu dosyamızın içerisinde yer almaktadır.
Bilindiği üzere Çelebi dergisi olarak, her yılın ilk (Nisan) sayısını Abide Şahsiyetlerimize ayırmaktayız. Bu seri bağlamında ilk olarak Necdet Sevinç’i, ardından Dündar Taşer’i, Mitat Enç’i ve Ülkü Tamer’i konu alan sayıları yayımladık. Faaliyetlerini Türk’ün menfaatini merkeze alarak gerçekleştiren bu isimler, rol model sıkıntısı/şoku çeken günümüz gençliğine işaret edilmesi/unutturulmaması gereken abide şahsiyetlerdir. ‘Küresel kültür’ün haz odaklı yaşam ve algılayış biçimini ‘Türk gençliği’ne dayattığı bugünlerde, kültürümüzün dinamiklerini her zerresinde yaşayan rol modellerimizi odak noktasına yerleştirmemiz gerekmektedir. Rol model konusunda yüksek şahsiyete sahip birçok ismimiz var. Bu konuda kaynak sıkıntımız yoktur. Bize düşen, bir ideal uğrunda yaşayan bu isimlerin unutulmamasını sağlamak ve en önemlisi de yaptıkları üzerinde düşünmektir.
Türkçenin Türk milleti için önemi aşikar olduğundan dergimizin 12. sayısının dosya konusunu Türk Dili olarak belirledik. Türklük külliyatı oluşturma yolunda emin adımlarla ilerlerken bu sayı temel taşlardan oldu. Dördüncü yılımızı geride bırakırken dergimiz adına önemli bir gelişme katetmeye hazırlanıyoruz. Her sayısında daha çok çalışarak fikri ve bilimsel kalitesini arttırmaya çalıştığımız Çelebi dergisi 2024 yılında hakemli bir dergi olarak yoluna devam edecektir. Bu hususta başta kıymetli okuyucularımız ve saygıdeğer yazarlarımız olmak üzere emeği geçen her cana teşekkürü bir borç biliriz.
Türk Dili dosya konumuza kıymetli çalışmaları ile katkı sağlayan; Prof. Dr. Ali Akar’a, Prof. Dr. Mustafa Argunşah’a, Prof. Dr. Vahit Türk’e, Doç. Dr. Fatih Numan Küçükballı’ya, Doç. Dr. Hüseyin Yıldız’a, Doç. Dr. Tayfun Haykır’a, Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Yılmaz’a, Öğr. Gör. Sena Baykal’a, Alp Paksoy’a, Aykut Türkoğlu’na, Burçin Çalışkan’a, Halil İbrahim Burçluoğlu’na, İbrahim Daş’a, Mehmet Nuri Yardım’a, Muhammet Erdevir’e, Merve Karaduman’a, Rümeysa Bedirhanoğlu’na ve Zafer Saraç’a en kalbi hürmetlerimizle teşekkür ederiz.
Kelimeleri Memleket Kadar Büyük: Mitat Enç dosya konulu bu sayımızda aşağıda isimlerini verdiğimiz kıymetli yazarlarımız önemli yazılar kaleme aldılar:
Doç. Dr. Mitat Enç, Dr. Necati Tonga, Mustafa Özdemir, Sinan Enç, Zeynep Enç-Sinkil, Selim Sinkil, Prof. Dr. Ayşegül Ataman, Yaşar Vural, Veysel Altuntaş, İbrahim Alisinanoğlu, Mustafa Güzelhan, Muhammet Erdevir, Reşit Güngör Kalkan, Haluk Doğan, Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Sabri Genç, Ömer Faruk Şerifoğlu, Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat, Dr. Öğr. Üyesi Tayfun Haykır, Dr. Gülsün Nakıboğlu, Zafer Saraç, Ahmet Şahin, Ali Gezginci ve Prof. Dr. Nusret Çam.
Çelebi dergisinin 2021 senesinde son dosya konusu olan Türk Efsaneleri sayısında muhteva itibarıyla Türk Efsaneleri bir bütün olarak ele alınıp, aşağıdaki sorulara cevap aranmaya çalışılmıştır.
Efsane nedir? Hangi tür anlatmalar efsane kavramının içine girer? Menkıbe ve rivayet efsane midir? Efsanenin diğer türlerle münasebeti nasıldır? Efsane tanımı yapılırken ölçütler nelerdir? Mitler ve dinî karakterler efsanenin içerisine girer mi? Yaratılış ve kozmogonik efsaneler nedir? Muhtelif Türk coğrafyalarındaki efsaneler nelerdir? Anadolu efsaneleri ile Türk dünyasının benzerlikleri var mıdır? Mahalli efsanelere nasıl bakmalıyız? Anadolu efsanelerinde yasaklar ve cezalar nelerdir? Bu soruları daha da çoğaltabiliriz. Bu sayıda Türk efsanelerini tetkik ve tahlil anlamında nitel bir çalışma ortaya koymaya çalışılmıştır.
Türkler kaderlerini devletleri ile bir görmüşlerdir. Devleti "töre" zemininde yükselterek sağlam bir temele dayandırmışlardır. Tarihe üstünkörü bir şekilde bakıldığında bile Türklerin birbirinden farklı kültürlere sahip coğrafyalarda devlet kurdukları görülür. Fazla örneği olmayan bu durum nasıl açıklanabilir? Hangi saikler Türklerin çeşitli coğrafyalarda devlet kurabilmesini sağlamıştır? Türklerde devlet anlayışının kökenini nerelerde aramalıyız? Farklı coğrafyalarda kurdukları devletlerde Türkler devamlılığı nasıl sağlamıştır?
İşte Türk Devlet Geleneği dosya konusunda bu sorulara cevaplar aranmıştır. Konunun uzmanı olan ehil kalemler hamasi tavırdan sakınarak, belirlenen başlıklar dahilinde çalışmalarını hazırladılar.
Millî Mücadele tarihinde önemli bir yere sahip olan Antep Savunması hakkında günümüze kadar birçok yayın yapıldı. Son yıllarda ise Antep Savunması üzerine yapılan ilmî araştırmaların sayısının artmaya başladığı görülmektedir. Araştırmaların artması ile konu çeşitliliği de arttı. Böylece ciddi bir külliyat oluştu. Bu noktadan hareketle, bu çalışmada, Antep Savunması’nın bibliyografyası oluşturulmaya çalışılmıştır. Çalışma neticesinde yapılacak olan çalışmaların tekrara düşmemesi için bir birikimi ortaya çıkarmak ve ulaşılan tablo neticesinde eksikliklere vurgu yapmak amaçlanmıştır. Bu bağlamda, bibliyografya oluşturulurken, bilimsel ve Gaziantep eksenli yayın yapan dergiler, gazeteler ve kitaplar taranarak çalışmalar tespit edilmeye gayret edilmiştir.
Asesbaşılık kurumu, Osmanlı devlet teşkilatı içerisinde ehemmiyetli bir yere sahiptir. Kurumun mensubu olan aseslerin başlıca vazifeleri güvenliğin temini ve içtimaî düzenin korunmasından müteşekkil idi. Asesbaşı, Yeniçeri Ocağı’na mensup 28. bölük (ya da orta) çorbacısı yani kumandanı olarak vazife yapmaktaydı. Dolayısıyla asesbaşı ve ona bağlı asesler Yeniçeri Ocağı mensubu idiler ve ocak içerisinde belirli vazifeleri mevcuttu. Ocaktaki vazifeleri arasında belki de en önemlisi, yeniçeri teşkilatı içerisinde vuku bulan idamların infazlarının asesbaşı ve asesler tarafından gerçekleştirilmesidir. Yeniçeri ocağındaki sorumlu oldukları vazifelerinin yanı sıra asesbaşı ve aseslerin asli görevleri geceleri çarşı ve pazarın asayişini ve düzenini sağlamaktı. Bu vazifelerini yerine getirirken ise Osmanlı’da şehirlerin asayişinden sorumlu olan Subaşıların emrinde çalışmakta idiler. Bununla birlikte, vazifelerinin çerçevesi ve vazife yerleri kanunnamelerde açıkça belirtilen asesbaşı ve aseslerin, geceleri çarşı ve pazarlarda korumakla yükümlü oldukları dükkanların sahiplerinden resm-i ‘asesiyye/rüsum-ı ‘asesiyye adı altında bir ücret elde ettikleri de bilinmektedir. Bu ücretin ne kadar olacağı hususu da kanunnamelerde belirlenmiş olup dükkanın niteliğine nazaran miktarları da değişmekteydi. Aynı zamanda, aseslerin ifa etmiş oldukları vazifeler dükkan sahiplerinin talep ettiği bir hizmet idi. Bu bağlamda, denilebilir ki, mevzûbahis kurum özellikle de şehirlerin vazgeçilmez unsurlarındandır.
Bu çalışmada, Osmanlı Devleti’nde gece bekçileri konumunda olan asesler ve reisleri konumunda olan asesbaşıların devlet teşkilatı içerisindeki konumu ve vazifeleri tespit edilmeye çalışılacaktır. Aynı zamanda, bu çalışmada, kanunnameler ve şer’iyye sicilleri kaynak olarak kullanılacak olup; tetkik eserlerden de gerektiği ölçüde faydalanılacaktır.
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı boyunca, ordularının silah ve
mühimmat ihtiyaçlarını İmalat-ı Harbiye Fabrikaları’nın üretimi ile karşılamıştır. İmalat-ı Harbiye Fabrikaları, Birinci Dünya Savaşı süresince işçi ve üretim konusunda en iyi seviyeye ulaşmış ancak Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ile birlikte faaliyetleri ciddi bir kesintiye uğramıştır. 1 Ağustos 1919 tarihinde ise İmalat-ı Harbiye Fabrikaları silah üretimine yönelik faaliyetlerini tamamen durdurmuştur. Neticede, İmalat-ı Harbiye mensupları da Millî Mücadele’nin başlaması ile birlikte Anadolu’ya geçmiş; kendi imkanları çerçevesinde, küçük tamirhane ve atölyeler kurarak, silah ve cephane üretimine çok büyük katkılar sağlamışlardır. Böylelikle, Millî Mücadele döneminde silah ve cephane imalatı için kurulan en önemli yapılanmalardan birisi de Antep’te kurulan İmalat-ı Harbiye Fabrikasıdır. Millî Mücadele döneminde Antep’te açlıktan sonra en çok sıkıntı çekilen konu cephane idi. Bu sebeple, Antep Millî kuvvetlerinin komutanlığı görevini ifa eden Ali Şefik Özdemir Bey’in emriyle 10 Aralık 1920’de Antep’te, 12 kısımdan müteşekkil, İmalat-ı Harbiye Fabrikası kuruldu. Antep’te kurulan İmalat-ı Harbiye Fabrikası, şehirde bulunan Sabun Hanı’nda faaliyetlerine başlamış ve Antep Savunması’nın en önemli aktörlerinden olan Lohânizâde
Mustafa Nureddin bu fabrikanın müdürlüğüne getirilmiştir. Antep İmalat-ı
Harbiye Fabrikası’nda görev yapan ustaların yanı sıra işçilerin çoğunluğu
kadın ve çocuklardan oluşmakta idi. Antep Savunması’nda milli kuvvetlere çok önemli katkılarda bulunan İmalat-ı Harbiye Fabrikası’nda, Özdemir Bey’in emriyle, beş erkek iki kadın öğretmenin görev yapacağı, Mekteb-i Sanayi adında bir okul açıldı.
Bu çalışmada, Antep Savunması devam ederken kurulan İmalat-ı Harbiye Fabrikası’nın kuruluşu ve faaliyetleri, ana kaynaklar doğrultusunda ele alınacaktır. Bununla birlikte, fabrikada görev yapmış olan ustaların ve üretime yardımcı olan yerli halk hakkında, elde bulunan verilere göre bilgi verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Antep Savunması, İmalat-ı Harbiye, Lohânizâde
Mustafa Nureddin, Cephane, Millî Mücadele
Birinci Dünya Savaşı sonucunda imzalanan Mondros Mütarekesi’nin 7.
maddesine dayanarak İngilizler, görüşmeler neticesinde mütareke şartları arasından çıkarılmasına rağmen, 15 Ocak 1919’de Antep’i işgal ettiler. Bu işgal süreci yaklaşık bir yıl sürmüş ve 15 Eylül 1919 yılında İngilizler ve Fransızlar arasında imzalanan Suriye İtilafnâmesi ile Musul İngilizlere bırakılırken; Suriye, Urfa, Maraş ve Antep civarları bu anlaşma uyarınca Fransızlara bırakılmıştı. Fransızlar da bu anlaşmaya dayanarak, aralarında Ermeni “Legion D’orient” birliklerinin de bulunduğu kuvvetlerle, Antep’i 29 Ekim 1919’da resmen işgal ettiler. Bu işgallere karşı ise Antep halkı Kuvva-i Milliye etrafında, önce Cemiyet-i İslamiye ve ardından Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurarak teşkilatlanmıştır. Bu çerçevede Antep Savunması başlamış ve Ankara Antlaşması’na bağlı olarak 25 Aralık 1921’de bağımsızlığına kavuşmuştur.
Lohânizâde Mustafa Nureddin, Antep Savunması’nın en önemli şahsiyetlerinden biridir. Birinci Dünya Savaşı’nda teğmen rütbesi ile Halep’te 12. Kolordu kaleminde vazife yapan Lohânizâde, Antep Savunması’nda ise askeri deneyimlerinden dolayı Yıldırım Taburu 4. Bölük Kumandanı olarak görevini ifa etmiştir. Bununla birlikte, Antep Savunması’nda açlıkla beraber cephane temini de büyük sorun teşkil etmiştir. Böylece, cephane yetersizliği ve temininin imkansız olmasından dolayı, 12 kısımdan müteşekkil İmalat-ı Harbiye Fabrikası kuruldu ve Lohânizâde bu fabrikaya İmalathane Müdürü olarak tayin edildi. Antep Savunması’nda gösterdiği yararlılıklardan dolayı, Lohânizâde Mustafa Nureddin’e Büyük Millet Meclisi tarafından, cephe gerisinde önemli faaliyette bulunanlara verilen, beyaz şeritli İstiklâl madalyası taltif edilmiştir.
Bu çalışmada, Antep Savunması’nın en önemli aktörlerinden olan
Lohânizâde Mustafa Nureddin’in savunma esnasındaki faaliyetleri, ana kaynaklar ve belgeler doğrultusunda, ele alınacaktır. Bununla birlikte, savunmanın en önemli kaynaklarından olan Lohânizâde Mustafa Nureddin’in “Hubb-i İstiklâlin Abidesi: Gaziayntâb Müdafaası” adlı eseri dönemin -Fransız, Ermeni ve Türk- kaynakları ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Lohânizâde Mustafa Nureddin, Antep Savunması,
Hubb-i İstiklâlin Âbidesi, Millî Mücadele
ibadethane ve ev ciddi yaralar almış ya da tamamen yok olmuştur. Bunun yanı sıra salgın hastalıklar başta olmak üzere sosyal açıdan ve sağlık açısından da gözle görülür gerileme ve sorunlar baş göstermiştir.
Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide dönemlerinden itibaren Osmanlı aydınları arasında öykü türü Avrupa’daki öykücülerden yapılan çeviri metinlerle tanınmaya başlamıştır. Doğu-Batı ayrımının çokça işlendiği bu dönemi Ömer Seyfettin’in başını çektiği millî edebiyat dönemi ve nihayetinde Cumhuriyet dönemi öykücülüğü takip etmektedir. Artık Türk öykücülüğü kendi karakterini bulmaya başlamış hem dünyada hem Türkiye’de gelişen siyasi ve toplumsal dönüşümlere paralel olarak şekillenmiştir. Bu süreçte birçok kırılma ve dönüşüm yaşamış, günümüze kadar ulaşmıştır. Türk öykücülüğünün tarihî serüveni içerisindeki bu kırılma ve dönüşümleri anlayabilmek ise Türk fikir hayatında önemli tespitlere yol açacaktır.
Bu sebeple Çelebi dergisinin 14. sayısı olarak hazırladığımız Türk Öykücülüğü dosyası, söz konusu çerçevede birbirinden kıymetli pek çok yazıyı bünyesinde barındırıyor. Bu dosyada; Türk öykücülüğünün tarihi seyrinden, Necip Tosun ile çağdaş Türk öykücülüğüne dair söyleşiyle birlikte 1950 kuşağının Türk Öykücülüğüne etkisi, Mitat Enç öykülerinin sanat ve felsefe açısından değerlendirildiği ve halk edebiyatı unsurları açısından Uzun Çarşının Uluları ekseninde yazılar yer alıyor. Destan döneminden halk hikâyeciliğine geçişin önemli unsurlarından Dede Korkut hikâyelerinden, Ömer Seyfettin’in hikâyelerine, Türk öykücülüğünün “aykırı” seslerine kadar birçok yazı bu dosyamızın içerisinde yer almaktadır.
Bilindiği üzere Çelebi dergisi olarak, her yılın ilk (Nisan) sayısını Abide Şahsiyetlerimize ayırmaktayız. Bu seri bağlamında ilk olarak Necdet Sevinç’i, ardından Dündar Taşer’i, Mitat Enç’i ve Ülkü Tamer’i konu alan sayıları yayımladık. Faaliyetlerini Türk’ün menfaatini merkeze alarak gerçekleştiren bu isimler, rol model sıkıntısı/şoku çeken günümüz gençliğine işaret edilmesi/unutturulmaması gereken abide şahsiyetlerdir. ‘Küresel kültür’ün haz odaklı yaşam ve algılayış biçimini ‘Türk gençliği’ne dayattığı bugünlerde, kültürümüzün dinamiklerini her zerresinde yaşayan rol modellerimizi odak noktasına yerleştirmemiz gerekmektedir. Rol model konusunda yüksek şahsiyete sahip birçok ismimiz var. Bu konuda kaynak sıkıntımız yoktur. Bize düşen, bir ideal uğrunda yaşayan bu isimlerin unutulmamasını sağlamak ve en önemlisi de yaptıkları üzerinde düşünmektir.
Türkçenin Türk milleti için önemi aşikar olduğundan dergimizin 12. sayısının dosya konusunu Türk Dili olarak belirledik. Türklük külliyatı oluşturma yolunda emin adımlarla ilerlerken bu sayı temel taşlardan oldu. Dördüncü yılımızı geride bırakırken dergimiz adına önemli bir gelişme katetmeye hazırlanıyoruz. Her sayısında daha çok çalışarak fikri ve bilimsel kalitesini arttırmaya çalıştığımız Çelebi dergisi 2024 yılında hakemli bir dergi olarak yoluna devam edecektir. Bu hususta başta kıymetli okuyucularımız ve saygıdeğer yazarlarımız olmak üzere emeği geçen her cana teşekkürü bir borç biliriz.
Türk Dili dosya konumuza kıymetli çalışmaları ile katkı sağlayan; Prof. Dr. Ali Akar’a, Prof. Dr. Mustafa Argunşah’a, Prof. Dr. Vahit Türk’e, Doç. Dr. Fatih Numan Küçükballı’ya, Doç. Dr. Hüseyin Yıldız’a, Doç. Dr. Tayfun Haykır’a, Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Yılmaz’a, Öğr. Gör. Sena Baykal’a, Alp Paksoy’a, Aykut Türkoğlu’na, Burçin Çalışkan’a, Halil İbrahim Burçluoğlu’na, İbrahim Daş’a, Mehmet Nuri Yardım’a, Muhammet Erdevir’e, Merve Karaduman’a, Rümeysa Bedirhanoğlu’na ve Zafer Saraç’a en kalbi hürmetlerimizle teşekkür ederiz.
Kelimeleri Memleket Kadar Büyük: Mitat Enç dosya konulu bu sayımızda aşağıda isimlerini verdiğimiz kıymetli yazarlarımız önemli yazılar kaleme aldılar:
Doç. Dr. Mitat Enç, Dr. Necati Tonga, Mustafa Özdemir, Sinan Enç, Zeynep Enç-Sinkil, Selim Sinkil, Prof. Dr. Ayşegül Ataman, Yaşar Vural, Veysel Altuntaş, İbrahim Alisinanoğlu, Mustafa Güzelhan, Muhammet Erdevir, Reşit Güngör Kalkan, Haluk Doğan, Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Sabri Genç, Ömer Faruk Şerifoğlu, Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat, Dr. Öğr. Üyesi Tayfun Haykır, Dr. Gülsün Nakıboğlu, Zafer Saraç, Ahmet Şahin, Ali Gezginci ve Prof. Dr. Nusret Çam.
Çelebi dergisinin 2021 senesinde son dosya konusu olan Türk Efsaneleri sayısında muhteva itibarıyla Türk Efsaneleri bir bütün olarak ele alınıp, aşağıdaki sorulara cevap aranmaya çalışılmıştır.
Efsane nedir? Hangi tür anlatmalar efsane kavramının içine girer? Menkıbe ve rivayet efsane midir? Efsanenin diğer türlerle münasebeti nasıldır? Efsane tanımı yapılırken ölçütler nelerdir? Mitler ve dinî karakterler efsanenin içerisine girer mi? Yaratılış ve kozmogonik efsaneler nedir? Muhtelif Türk coğrafyalarındaki efsaneler nelerdir? Anadolu efsaneleri ile Türk dünyasının benzerlikleri var mıdır? Mahalli efsanelere nasıl bakmalıyız? Anadolu efsanelerinde yasaklar ve cezalar nelerdir? Bu soruları daha da çoğaltabiliriz. Bu sayıda Türk efsanelerini tetkik ve tahlil anlamında nitel bir çalışma ortaya koymaya çalışılmıştır.
Türkler kaderlerini devletleri ile bir görmüşlerdir. Devleti "töre" zemininde yükselterek sağlam bir temele dayandırmışlardır. Tarihe üstünkörü bir şekilde bakıldığında bile Türklerin birbirinden farklı kültürlere sahip coğrafyalarda devlet kurdukları görülür. Fazla örneği olmayan bu durum nasıl açıklanabilir? Hangi saikler Türklerin çeşitli coğrafyalarda devlet kurabilmesini sağlamıştır? Türklerde devlet anlayışının kökenini nerelerde aramalıyız? Farklı coğrafyalarda kurdukları devletlerde Türkler devamlılığı nasıl sağlamıştır?
İşte Türk Devlet Geleneği dosya konusunda bu sorulara cevaplar aranmıştır. Konunun uzmanı olan ehil kalemler hamasi tavırdan sakınarak, belirlenen başlıklar dahilinde çalışmalarını hazırladılar.
Çelebi Dergisi'nin Türk İstiklâl Savaşı ve Yerel Direnişler dosya konulu sayısı 270 sayfa ve 34 yazardan mürekkep olup Türk İstiklâl Savaşı ve Yerel Direnişler'in birçok yönünü ele almıştır.
Türk İstiklâl Savaşı ve Yerel Direnişler sayısında okuyucularımız Milli Mücadelemizi Nasıl Ele Alıp İncelememiz gerektiğinden Uluslararası İlişkiler Boyutu’na, Kuzeydoğu ve Doğu Anadolu’da Kuvay-ı Millîye Hareketleri’nden Mustafa Kemal Paşa’da Kuva-yı Milliye Ruhunun Oluşumu’na, dönemin Türk İstihbaratı’ndan Karakol ve İntibah Cemiyeti’ne, Kılıç Ali Bey’den Giresunlu Osman Ağa’ya, Rahime Hatun’dan Yörük Ali Efe’ye, Çukurova’dan Doğu Trakya’nın işgaline, Artvin’de Muhacirlik Hatıraları’ndan Balıkesir’deki Kuvâ-yi Milliye Hareketi’ne, Millî Mücadeleye Dair Şiir Vesikaları’ndan Türk Dizi ve Filmlerinde Kurtuluş Savaşı’na kadar muhtelif alanlarda çalışmaları bulabileceklerdir.