Books by Tunahan Sönmeztürk
Tunahan Sönmeztürk, Kopernik Devrimi, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, İstanbul., 2024
Astronomi tarihi, gelişmiş bir primat olan insanın bir nevi varlık
mücadelesi olarak değerlendir... more Astronomi tarihi, gelişmiş bir primat olan insanın bir nevi varlık
mücadelesi olarak değerlendirebilir. Bildiğiniz üzere her canlı kendi konfor
alanını sağladıktan sonra çoğalıp, başka yerlere yayılma odaklı olmuştur.
Bunun başlıca sebebi hayatta kalma içgüdüsüdür. Öyle ki tarihte 5 büyük
kitlesel yok oluşu yaşamış olan canlılık, buna rağmen Dünya üzerinde
gelişimini ve yayılışını inatçı bir biçimde sürdürebilmiştir. Türümüzün ilk
atalarını teşkil eden Homo türü, bir Doğu Afrika ülkesi olan Tanzanya
sınırları içerisinde evrimleştikten sonra yaklaşık 2 milyon yıl önce Dünya’daki
birçok noktaya ulaşmış ve burada yine evrimle beraber bulunduğu
coğrafyaya adaptasyon sağlamıştı. Bununla beraber birçok insan cinsi de
ortaya çıkmıştı. Günümüz İnsan türünün ilk sakinleri olan ve Latincedeki
“bilge” kelimesinden adını alan Homo Sapiens yani Bilge İnsan, ardılı
diğer insan cinsleri gibi 200 bin yıl önce Doğu Afrika’da evrimleşse de
başlarda yayılım göstermemişti. Uzunca bir süre Afrika savanasında kaldıktan
sonra Hominid Savaşları1 olarak da adlandırdığımız süreçte, diğer
insan cinslerine üstünlük kurmuş ve varlıklarına son vererek 13 bin yıl
önce Dünya’daki tek insan cinsi olmayı başarmıştı. Bununla beraber Dünya’da
tek insan cinsi olmayı başaran Homo Sapiens, yıllar içinde diğer canlılara
da üstünlük kurarak Dünya’nın hamisi konumuna gelecekti. 15.yüzyıldaysa
başta Amerika kıtası olmak üzere Dünya’daki birçok yeni yeri de
keşfeden insanlar, artık Dünya’da keşfedilecek yeni bir yer kalmayınca
gözünü göklerdeki gezegenlere dikecekti. İşte bu gezegenlere gitmemizi
sağlayacak olan tek şeyse astronomidir. İnsanlık, eğer varlık mücadelesini
tamamlayacaksa önce Güneş Sistemi’ne sonrasındaysa Samanyolu Galaksisi
ve diğer galaksilere yayılma mecburiyetindedir. Eğer bir gün galaktik
bir medeniyet olabilirsek, bundan yıllar önce Afrika savanında belki de imrenerek baktığımız gökteki o parıldayan ışık hüzmelerine artık varmışız
demektir. Bu yolda ilk adımları Eski Çağ’da Antik Yunan ve Mısır gibi
birçok uygarlıkla atmış olmakla birlikte Orta Çağ’ın gelişiyle beraber Avrupa’nın
büründüğü o karanlık çağ, bilimi uzunca bir süre sekteye uğratacaktı.
Buradaysa o karanlığı, İslâm medeniyeti aydınlatacak ve Eski Çağ’ın
bilgisini Rönesans’a taşıyacaktı. Rönesans Avrupa’sıysa edindiği bu bilgi
sayesinde yaşadığı yeniden doğuşla birlikte Astronomi ve pek çok alanda
sınırları zorlayacaktı. Eski Çağ insanının kesin olarak çözümleyemediği
evren modellerini ve Dünya aslında ne? gibi soruların çözümleme
konusunda büyük başarı gösterecek ve Güneş Sistemi’nin gözlemini de
yaparak çevremiz hakkında daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlayacaktı.
Bu bağlamda Rönesans Astronomisi bizim kimiz, nereden geldik ve özel
miyiz? gibi sorularımıza yanıt arayacak, milyarlarca sayıda yıldıza ev sahipliği
yapan kozmosa dair bilgilerimizin artmasına vesile olacaktır. Bu
bağlamda elde ettiğimiz sonuçlar bizlerin bugünün bilim ve teknolojisine
ulaşmamızda mihenk taşı görevi görmüştü. Rönesans astronomları hem
yaşadığımız yeri anlamamızı sağlamış hem de Güneş Sistemi’nin ve komşularımızın
ne olduğunu daha iyi anlamamız konusunda bizlere yardımcı
olmuştu. Rönesans sonrası oluşan bilim devrimi, insanlığın tarihinde
görmediği bir atılımı yaşamasını sağlamış, insanlık bu atılımla birlikte
Ay’a hatta belki ileride Mars’a gidecek noktaya ulaşmıştı. Rönesans astronomisinin
bu noktaya gelmesinde, Doğu medeniyetinin ve Uluğ Bey’in
de katkıları unutulmamalıdır. İslâm medeniyeti, Avrupa karanlık çağ ile
uğraşırken, Eski Çağ’ın bilim ve medeniyetini devam ettirmişti. Aynı zamanda
Uluğ Bey ve Semerkant Gözlemevinde yapılan çalışmalar da bu
birikimin daha iyi bir şekilde ileriki nesillere aktarılmasını sağlamıştır. Bir
zamanlar, göğe bakan o primat şimdiyse baktığı şeyleri anlayabilecek duruma
gelebilmiştir.
Papers by Tunahan Sönmeztürk
Günlük hayatımızda birçoğumuz “burcun nedir” sorusunu duymuşuzdur. Veyahut bunun daha da ilerisi ... more Günlük hayatımızda birçoğumuz “burcun nedir” sorusunu duymuşuzdur. Veyahut bunun daha da ilerisi olan “yükselenin, Ay burcun nedir” gibi bir soru da almış olmanız muhtemel. Fakat okuma alışkanlığı olan ve az çok pozitif bilimlere hâkim olan bir kimseyseniz en azından astroloji gibi bir sistemin günlük hayatınızı etkileyemeyeceğini fark etmişsinizdir. Çok eski zamanlara dayanan ve gerçekten de bir bilim olan astronominin, içine çeşitli ritüeller ve mitolojik öğeler katılmış haline bizler astroloji demekteyiz. Bu konularda yorumlar yapan ve az da olsa ağzı laf yapan insanlar tarih boyunca kendileri için iyice bir servet elde etmiştir. Çünkü hayal satmak tarihin her döneminde kârlı olan bir meslekti. Fakat bizler bugün bu konunun tarihsel süreçteki gelişimi ve bilimselliği üzerinde duracağız.
Uzay Yarışı, 1945 yılında sona ermiş İkinci Dünya Savaşı’ndan edinilen bilgiler doğrultusunda şek... more Uzay Yarışı, 1945 yılında sona ermiş İkinci Dünya Savaşı’ndan edinilen bilgiler doğrultusunda şekillenmiş bir mücadele olmakla birlikte ideolojilerin birbirine üstünlüğünün kanıtlanmaya çalışıldığı Soğuk Savaş döneminin büyük bir safhası olmuştu. Özellikle Alman Mühendis Wernher von Braun tarafından Nazi Almanyası’nda üretilen V2 füzesi, yarattığı etki bakımından birçok modern füzenin öncüllüğünü teşkil etmekteydi. Savaş sonunda Amerikalılar, Wernher von Braun gibi bir dâhiyi yanlarına almış olsalar da Sergey Korolyov öncülüğünde Sovyetler Birliği, uzay Programında Amerikalıları birçok açıdan geride bırakacaktı. Uzaya ilk yapay uydu, ilk insan, ilk kadın ve akabinde Ay’a insan yapımı ilk cihazı gönderen Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri’ni uzunca bir süre geri planda bırakmayı başarmıştı. Sovyetler Birliği’ne karşı Uzay Yarışı’nda öne geçmeyi vaat eden ve ardından seçimi kazanan John F. Kennedy, Sovyetler Birliği’ni yenmek adına Ay’a ilk insanı göndermek için Apollo Uzay Programı’nı başlatacaktı. Nitekim bu program sayesinde Ay’a ilk insanı gönderen Amerika Birleşik Devletleri, uluslararası basında büyük övgü toplayacak, Sovyetler’in önüne geçecekti. Apollo programı sonrası büyük bir darbe alan Sovyetler Birliği’yse, Amerikalıların Ay programını masraflı ve gereksiz göstermek için giriştiği Luna programında da başarısız olacak, zamanla bu durum Amerikalıların Uzay Yarışı’nı kazanmasıyla sonuçlanacaktı. Türk basınıysa bu durumu yakinen takip etmiş, Halktaysa özellikle Ay’a yolculuk büyük bir heyecan yaratmıştı. Ayrıca 2 Türk Mühendis olan Necdet Eraslan ve Arsev Bey Apollo 11 için yapılar çalışmalarda yer almış, Türkiye her ne kadar Uzay Programına katılmamış olsa da iki Türk olarak Ay’a yolculukta büyük katkı sağlamışlardı.
Timurlu Rönesansı, İslâm medeniyetinin bir devamı olarak astronomi alanında pek çok faaliyet yürü... more Timurlu Rönesansı, İslâm medeniyetinin bir devamı olarak astronomi alanında pek çok faaliyet yürütmüştür. Orta Asya coğrafyasında büyük bir entelektüel oluşum toplayan Timur, adeta bir rönesans hükümdarı gibi davranmıştı. Seyyid Şerîf Cürcânî, Gıyâsüddîn Cemşîd bin Mes'ûd el-Kâşî, Kadızâde-i Rûmî ve Ali Kuşçu gibi Timurlu astronomların, matematiksel ve astronomik çalışmalarıyla Orta Asya’da bilimin yeniden canlanmasına büyük ölçüde katkıda bulunacaklardı. Semerkant’ta ortaya çıkan bu aydınlanmaya gönüllü veya gönülsüz pek çok isim katılacaktı. Öyle ki Timur’un Osmanlıları yenmesi sonucu Anadolu’dan pek çok isim tersine bir göç yaparak Orta Asya coğrafyasına geri dönecekti. Kadızâde-i Rûmî, Bursa’dan Timur devletine gelen o isimlerden biri olacaktır. Timur Devleti’nin bilge hükümdarı Uluğ Bey’se bir hükümdar olmasının dışında önemli bir bilim insanı olarak, Orta Asya’da astronominin gelişmesine büyük katkı sağlayacaktı. Özellikle, Uluğ Bey'in Semerkant Gözlemevi'nde yürütülen çalışmalara öncülük etmesi ve hazırlanan Uluğ Bey Zici, dönemin en önemli yıldız kataloglarından biri olması bu duruma büyük bir örnek niteliğindedir. Tycho Brahe’ye kadar bütün Avrupa’da bu katalog dönemin en büyüğü olarak görülerek, kullanılacaktı. Fakat bunca bilimsel gelişmeye rağmen Uluğ Bey’in ölümü sonrası Timurlu aydınlanması dağılacak ve Ali Kuşçu gibi isimler de Anadolu’nun yolunu tutacaktı. Bu bağlamda Semerkant Ekolü çeşitli bölgelere yayılacaktı.
Rönesans düşüncesi, 15. ve 16. yüzyıl arasında İtalya’da ortaya çıkmış bir aydınlanma hareketi ol... more Rönesans düşüncesi, 15. ve 16. yüzyıl arasında İtalya’da ortaya çıkmış bir aydınlanma hareketi olarak, İtalyan yarımadasında ve sonrasında Avrupa’nın diğer bölgelerinde, Orta Çağ sonrası oluşmuş bulunan karanlık dönemin sona ermesinde büyük bir rol oynayacaktı. Bu bakımdan Avrupa’da bireyin tekrardan yaşamın merkezine alarak önem kazanması ve kilisenin hayatın merkezinden çıkarılmaya başlaması, Avrupa’nın Eski Çağ gelişimine tekrardan dönebilmesi için önemli bir mihenk taşı görevi görecekti. Avrupa’nın uzunca süre yaşadığı durağanlığı, Eski Çağ’daki mimari ve edebî birçok sanatsal faaliyetin ve ardından bilimsel çalışmaların tekrardan canlandırılmasıyla beraber kırmaya başlayacaktı. Kısaca Avrupa bir öze dönüş yaşıyordu. Bu bakımdan akıllara gelen “Rönesans Avrupa’ya mı özgü?” gibi sorulara da önce diğer örneklere bakarak ardından Rönesans kavramını inceleyerek değinmeye çalışacağız. Aslen bir bilimsel ve sanatsal anlamda canlanma olarak da nitelendirebileceğimiz bu kavram, Dünya’nın birçok yerinde görülen ve acaba bu bölgelerdeki benzer özellikteki konularda yaşanan canlanmaları kapsayan bir terim olarak kullanılamaz mı? Bu bağlamda Rönesans kavramının niteliğini, spesifik bir bölgeye özgü olup olmadığını ve bir Rönesans nasıl oluşabilir gibi konuları tartışarak, bu kavramın öz niteliğini anlamaya çalışacağız. Böylece bu terimin kapsadığı veya kapsayabileceği sınırları iyice gözlemlemiş olacağız.
Güneş Sistemi’mizdeki bildiğimiz kadarıyla tek yaşam barındıran gezegen olan Dünya’mız, oluşumunu... more Güneş Sistemi’mizdeki bildiğimiz kadarıyla tek yaşam barındıran gezegen olan Dünya’mız, oluşumunun akabinde birçok kez hem kendi fiziksel nedenlerinden hem dışarıdan aldığı bazı müdahalelerden hem de kendi biyosferinin içinde bulunan birtakım değişimler sonucu kitlesel yok oluşlar adını verdiğimiz birçok olay yaşamıştır. Bu olaylarsa gezegenimizdeki canlı nüfusun büyük oranda azalmasına ve bazı yaşam formlarının da neslinin tükenmesine sebebiyet vermiştir. Yaklaşık 4,5 Milyar yıl önce oluşumunu tamamlamış olan Venüs, Dünya ve Mars, Güneş Sistemi’nin yaşanabilir kuşağında yer almasıyla birlikte asteroidlerin yapmış olduğu bombardımanın da etkisiyle suya sahip olabilmişlerdi. Suysa bildiğimiz manada yaşamın ilk gereksimiydi. Fakat Venüs ve Mars’ta bu, Dünya’ya göre çok daha önce gerçeklemiştir. Sebebiyse o dönemde bizimle hemen hemen aynı yörüngede bulunan Theia adlı gezegenin kaotik olan sistemimizde Dünya’ya oluşumundan 40 milyon yıl sonra çarpması ve Dünya’nın çarpışmanın sonucuyla bir alev topuna dönmesidir. Yaşanan olay sonucu Ay oluşmuş ve Dünya’nın Güneş etrafında 90 derecelik bir eğiklikle dönmesine sebebiyet vermiştir. Bu eğiklik de mevsimlerin oluşmasını sağlamıştır. Yeni oluşan Ay’sa, büyük abimiz Jüpiter gibi Dünya’ya yaklaşan asteroidleri kendisine çekmesiyle yaşamın bir koruyucu daha olmuştur. Eğer o dönemde Güneş Sistemi’ne bakan bir uzaylı olsaydınız, muhtemelen Mars ve Venüs sizin için yaşam açısından daha parlak adaylar olacaktı. Fakat zamanla bu iki gezegen, üzerinde bulunan sıvı suyu kaybetmiştir .
Gezegenimiz Dünya’daki ilk canlılığın ne zaman oluştuğuna dair iddialarsa 4,5 milyar yıl öncesine kadar gitmektedir . Bizlerse en eski yaşam fosillerini 3,5 milyar yıl öncesinde bulabilmekteyiz . Dünya’da oluşan ilk yaşam tek hücreli canlılar olmakla birlikte akabinde çok hücreli canlıları ve bakterileri görmekteyiz. Bu dönemdeyse gezegenimizin atmosferindeki ağırlıklı gaz Oksijen olmayıp, bu değişimin Planktonlar ile birlikte geldiğini de belirtmek gerekir. Oluşan bu canlılık zamanla karaya, ardından havaya çıkacak kadar evrimsel süreçte gelişebilmiştir. Fakat yaşanan bu biyolojik çeşitlilik, yaşanan bazı olaylar sonucu tamamen sıfırlanma eşiğine gelmiş ve zamanla toparlanarak eski halini alabilmiştir. Yaşanan bu olaylaraysa “Kitlesel Yok Oluşlar” adı verilmekle beraber şu ana kadar bildiğimiz 5 kitlesel yok oluş yaşanmıştır. Bunlardan en ünlüsüyse Ksenojenik bir yok oluş olan ve gezegenimize bir meteorun çarpmasıyla 66 milyon yıl önce oluşan Kretase-Tersiyer yok oluşudur. Bu yok oluş, birçok canlı türünün neslinin tükenmesini sağlamasıyla birlikte gezegenimizdeki Dinozor adını verdiğimiz canlıların hakimiyetini de sona erdirmiştir. Akabinde memelilerin hakimiyeti başlamış ve sonrasında biz insanların Dünya üzerindeki hakimiyetini oluşturacak olan sürece gelinmiştir. Dinozorlarsa, tamamıyla yok olmamış olmakla birlikte evrimsel süreçte birçok canlı türüne evrilmişlerdir.
Bugünse son 10.000 yılda oluşan ve insan etkileri sonucuyla hızlanan 6.kitlesel yok oluştan söz edilmektedir .
Birçoğumuz karmaşık aile ilişkilerine şahit olmuşuzdur. Bunlar kendi ailemizden, arkadaşlarımızın... more Birçoğumuz karmaşık aile ilişkilerine şahit olmuşuzdur. Bunlar kendi ailemizden, arkadaşlarımızın ailelerinden veya dizi ve filmlerden tanıdığımız ailelerden şahit olduklarımızdır. Bazen kardeşler arasında husumet çıkar, bir baba evladını reddeder veya ebeveynlerden biri evi terk eder. Peki bu can sıkıcı olayların sadece bizimle sınırlı kalmadığını söyleyecek olursam, tepkiniz ne olurdu? Evet. Başlıkta da gördüğünüz gibi Güneş Sistemimizin de bu bakımdan birçok olaya şahit olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bizim aksimize bu olaylarda genellikle mutlu son yaşanmamıştır. Neyse lafı fazla uzatmadan, dilerseniz konuya geçelim.
Gece gökyüzüne baktığımız zaman birçok gezegeni, yıldızları ve uydumuzu çıplak gözle görebilmekte... more Gece gökyüzüne baktığımız zaman birçok gezegeni, yıldızları ve uydumuzu çıplak gözle görebilmekteyiz. Özellikle Jüpiter, Venüs ve Satürn çoğunlukla bir yıldız gibi gecemizi aydınlatmakla birlikte Merkür biraz soluk, Mars ise kızıl rengiyle gözümüze çarpmaktadır.
Uploads
Books by Tunahan Sönmeztürk
mücadelesi olarak değerlendirebilir. Bildiğiniz üzere her canlı kendi konfor
alanını sağladıktan sonra çoğalıp, başka yerlere yayılma odaklı olmuştur.
Bunun başlıca sebebi hayatta kalma içgüdüsüdür. Öyle ki tarihte 5 büyük
kitlesel yok oluşu yaşamış olan canlılık, buna rağmen Dünya üzerinde
gelişimini ve yayılışını inatçı bir biçimde sürdürebilmiştir. Türümüzün ilk
atalarını teşkil eden Homo türü, bir Doğu Afrika ülkesi olan Tanzanya
sınırları içerisinde evrimleştikten sonra yaklaşık 2 milyon yıl önce Dünya’daki
birçok noktaya ulaşmış ve burada yine evrimle beraber bulunduğu
coğrafyaya adaptasyon sağlamıştı. Bununla beraber birçok insan cinsi de
ortaya çıkmıştı. Günümüz İnsan türünün ilk sakinleri olan ve Latincedeki
“bilge” kelimesinden adını alan Homo Sapiens yani Bilge İnsan, ardılı
diğer insan cinsleri gibi 200 bin yıl önce Doğu Afrika’da evrimleşse de
başlarda yayılım göstermemişti. Uzunca bir süre Afrika savanasında kaldıktan
sonra Hominid Savaşları1 olarak da adlandırdığımız süreçte, diğer
insan cinslerine üstünlük kurmuş ve varlıklarına son vererek 13 bin yıl
önce Dünya’daki tek insan cinsi olmayı başarmıştı. Bununla beraber Dünya’da
tek insan cinsi olmayı başaran Homo Sapiens, yıllar içinde diğer canlılara
da üstünlük kurarak Dünya’nın hamisi konumuna gelecekti. 15.yüzyıldaysa
başta Amerika kıtası olmak üzere Dünya’daki birçok yeni yeri de
keşfeden insanlar, artık Dünya’da keşfedilecek yeni bir yer kalmayınca
gözünü göklerdeki gezegenlere dikecekti. İşte bu gezegenlere gitmemizi
sağlayacak olan tek şeyse astronomidir. İnsanlık, eğer varlık mücadelesini
tamamlayacaksa önce Güneş Sistemi’ne sonrasındaysa Samanyolu Galaksisi
ve diğer galaksilere yayılma mecburiyetindedir. Eğer bir gün galaktik
bir medeniyet olabilirsek, bundan yıllar önce Afrika savanında belki de imrenerek baktığımız gökteki o parıldayan ışık hüzmelerine artık varmışız
demektir. Bu yolda ilk adımları Eski Çağ’da Antik Yunan ve Mısır gibi
birçok uygarlıkla atmış olmakla birlikte Orta Çağ’ın gelişiyle beraber Avrupa’nın
büründüğü o karanlık çağ, bilimi uzunca bir süre sekteye uğratacaktı.
Buradaysa o karanlığı, İslâm medeniyeti aydınlatacak ve Eski Çağ’ın
bilgisini Rönesans’a taşıyacaktı. Rönesans Avrupa’sıysa edindiği bu bilgi
sayesinde yaşadığı yeniden doğuşla birlikte Astronomi ve pek çok alanda
sınırları zorlayacaktı. Eski Çağ insanının kesin olarak çözümleyemediği
evren modellerini ve Dünya aslında ne? gibi soruların çözümleme
konusunda büyük başarı gösterecek ve Güneş Sistemi’nin gözlemini de
yaparak çevremiz hakkında daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlayacaktı.
Bu bağlamda Rönesans Astronomisi bizim kimiz, nereden geldik ve özel
miyiz? gibi sorularımıza yanıt arayacak, milyarlarca sayıda yıldıza ev sahipliği
yapan kozmosa dair bilgilerimizin artmasına vesile olacaktır. Bu
bağlamda elde ettiğimiz sonuçlar bizlerin bugünün bilim ve teknolojisine
ulaşmamızda mihenk taşı görevi görmüştü. Rönesans astronomları hem
yaşadığımız yeri anlamamızı sağlamış hem de Güneş Sistemi’nin ve komşularımızın
ne olduğunu daha iyi anlamamız konusunda bizlere yardımcı
olmuştu. Rönesans sonrası oluşan bilim devrimi, insanlığın tarihinde
görmediği bir atılımı yaşamasını sağlamış, insanlık bu atılımla birlikte
Ay’a hatta belki ileride Mars’a gidecek noktaya ulaşmıştı. Rönesans astronomisinin
bu noktaya gelmesinde, Doğu medeniyetinin ve Uluğ Bey’in
de katkıları unutulmamalıdır. İslâm medeniyeti, Avrupa karanlık çağ ile
uğraşırken, Eski Çağ’ın bilim ve medeniyetini devam ettirmişti. Aynı zamanda
Uluğ Bey ve Semerkant Gözlemevinde yapılan çalışmalar da bu
birikimin daha iyi bir şekilde ileriki nesillere aktarılmasını sağlamıştır. Bir
zamanlar, göğe bakan o primat şimdiyse baktığı şeyleri anlayabilecek duruma
gelebilmiştir.
Papers by Tunahan Sönmeztürk
Gezegenimiz Dünya’daki ilk canlılığın ne zaman oluştuğuna dair iddialarsa 4,5 milyar yıl öncesine kadar gitmektedir . Bizlerse en eski yaşam fosillerini 3,5 milyar yıl öncesinde bulabilmekteyiz . Dünya’da oluşan ilk yaşam tek hücreli canlılar olmakla birlikte akabinde çok hücreli canlıları ve bakterileri görmekteyiz. Bu dönemdeyse gezegenimizin atmosferindeki ağırlıklı gaz Oksijen olmayıp, bu değişimin Planktonlar ile birlikte geldiğini de belirtmek gerekir. Oluşan bu canlılık zamanla karaya, ardından havaya çıkacak kadar evrimsel süreçte gelişebilmiştir. Fakat yaşanan bu biyolojik çeşitlilik, yaşanan bazı olaylar sonucu tamamen sıfırlanma eşiğine gelmiş ve zamanla toparlanarak eski halini alabilmiştir. Yaşanan bu olaylaraysa “Kitlesel Yok Oluşlar” adı verilmekle beraber şu ana kadar bildiğimiz 5 kitlesel yok oluş yaşanmıştır. Bunlardan en ünlüsüyse Ksenojenik bir yok oluş olan ve gezegenimize bir meteorun çarpmasıyla 66 milyon yıl önce oluşan Kretase-Tersiyer yok oluşudur. Bu yok oluş, birçok canlı türünün neslinin tükenmesini sağlamasıyla birlikte gezegenimizdeki Dinozor adını verdiğimiz canlıların hakimiyetini de sona erdirmiştir. Akabinde memelilerin hakimiyeti başlamış ve sonrasında biz insanların Dünya üzerindeki hakimiyetini oluşturacak olan sürece gelinmiştir. Dinozorlarsa, tamamıyla yok olmamış olmakla birlikte evrimsel süreçte birçok canlı türüne evrilmişlerdir.
Bugünse son 10.000 yılda oluşan ve insan etkileri sonucuyla hızlanan 6.kitlesel yok oluştan söz edilmektedir .
mücadelesi olarak değerlendirebilir. Bildiğiniz üzere her canlı kendi konfor
alanını sağladıktan sonra çoğalıp, başka yerlere yayılma odaklı olmuştur.
Bunun başlıca sebebi hayatta kalma içgüdüsüdür. Öyle ki tarihte 5 büyük
kitlesel yok oluşu yaşamış olan canlılık, buna rağmen Dünya üzerinde
gelişimini ve yayılışını inatçı bir biçimde sürdürebilmiştir. Türümüzün ilk
atalarını teşkil eden Homo türü, bir Doğu Afrika ülkesi olan Tanzanya
sınırları içerisinde evrimleştikten sonra yaklaşık 2 milyon yıl önce Dünya’daki
birçok noktaya ulaşmış ve burada yine evrimle beraber bulunduğu
coğrafyaya adaptasyon sağlamıştı. Bununla beraber birçok insan cinsi de
ortaya çıkmıştı. Günümüz İnsan türünün ilk sakinleri olan ve Latincedeki
“bilge” kelimesinden adını alan Homo Sapiens yani Bilge İnsan, ardılı
diğer insan cinsleri gibi 200 bin yıl önce Doğu Afrika’da evrimleşse de
başlarda yayılım göstermemişti. Uzunca bir süre Afrika savanasında kaldıktan
sonra Hominid Savaşları1 olarak da adlandırdığımız süreçte, diğer
insan cinslerine üstünlük kurmuş ve varlıklarına son vererek 13 bin yıl
önce Dünya’daki tek insan cinsi olmayı başarmıştı. Bununla beraber Dünya’da
tek insan cinsi olmayı başaran Homo Sapiens, yıllar içinde diğer canlılara
da üstünlük kurarak Dünya’nın hamisi konumuna gelecekti. 15.yüzyıldaysa
başta Amerika kıtası olmak üzere Dünya’daki birçok yeni yeri de
keşfeden insanlar, artık Dünya’da keşfedilecek yeni bir yer kalmayınca
gözünü göklerdeki gezegenlere dikecekti. İşte bu gezegenlere gitmemizi
sağlayacak olan tek şeyse astronomidir. İnsanlık, eğer varlık mücadelesini
tamamlayacaksa önce Güneş Sistemi’ne sonrasındaysa Samanyolu Galaksisi
ve diğer galaksilere yayılma mecburiyetindedir. Eğer bir gün galaktik
bir medeniyet olabilirsek, bundan yıllar önce Afrika savanında belki de imrenerek baktığımız gökteki o parıldayan ışık hüzmelerine artık varmışız
demektir. Bu yolda ilk adımları Eski Çağ’da Antik Yunan ve Mısır gibi
birçok uygarlıkla atmış olmakla birlikte Orta Çağ’ın gelişiyle beraber Avrupa’nın
büründüğü o karanlık çağ, bilimi uzunca bir süre sekteye uğratacaktı.
Buradaysa o karanlığı, İslâm medeniyeti aydınlatacak ve Eski Çağ’ın
bilgisini Rönesans’a taşıyacaktı. Rönesans Avrupa’sıysa edindiği bu bilgi
sayesinde yaşadığı yeniden doğuşla birlikte Astronomi ve pek çok alanda
sınırları zorlayacaktı. Eski Çağ insanının kesin olarak çözümleyemediği
evren modellerini ve Dünya aslında ne? gibi soruların çözümleme
konusunda büyük başarı gösterecek ve Güneş Sistemi’nin gözlemini de
yaparak çevremiz hakkında daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlayacaktı.
Bu bağlamda Rönesans Astronomisi bizim kimiz, nereden geldik ve özel
miyiz? gibi sorularımıza yanıt arayacak, milyarlarca sayıda yıldıza ev sahipliği
yapan kozmosa dair bilgilerimizin artmasına vesile olacaktır. Bu
bağlamda elde ettiğimiz sonuçlar bizlerin bugünün bilim ve teknolojisine
ulaşmamızda mihenk taşı görevi görmüştü. Rönesans astronomları hem
yaşadığımız yeri anlamamızı sağlamış hem de Güneş Sistemi’nin ve komşularımızın
ne olduğunu daha iyi anlamamız konusunda bizlere yardımcı
olmuştu. Rönesans sonrası oluşan bilim devrimi, insanlığın tarihinde
görmediği bir atılımı yaşamasını sağlamış, insanlık bu atılımla birlikte
Ay’a hatta belki ileride Mars’a gidecek noktaya ulaşmıştı. Rönesans astronomisinin
bu noktaya gelmesinde, Doğu medeniyetinin ve Uluğ Bey’in
de katkıları unutulmamalıdır. İslâm medeniyeti, Avrupa karanlık çağ ile
uğraşırken, Eski Çağ’ın bilim ve medeniyetini devam ettirmişti. Aynı zamanda
Uluğ Bey ve Semerkant Gözlemevinde yapılan çalışmalar da bu
birikimin daha iyi bir şekilde ileriki nesillere aktarılmasını sağlamıştır. Bir
zamanlar, göğe bakan o primat şimdiyse baktığı şeyleri anlayabilecek duruma
gelebilmiştir.
Gezegenimiz Dünya’daki ilk canlılığın ne zaman oluştuğuna dair iddialarsa 4,5 milyar yıl öncesine kadar gitmektedir . Bizlerse en eski yaşam fosillerini 3,5 milyar yıl öncesinde bulabilmekteyiz . Dünya’da oluşan ilk yaşam tek hücreli canlılar olmakla birlikte akabinde çok hücreli canlıları ve bakterileri görmekteyiz. Bu dönemdeyse gezegenimizin atmosferindeki ağırlıklı gaz Oksijen olmayıp, bu değişimin Planktonlar ile birlikte geldiğini de belirtmek gerekir. Oluşan bu canlılık zamanla karaya, ardından havaya çıkacak kadar evrimsel süreçte gelişebilmiştir. Fakat yaşanan bu biyolojik çeşitlilik, yaşanan bazı olaylar sonucu tamamen sıfırlanma eşiğine gelmiş ve zamanla toparlanarak eski halini alabilmiştir. Yaşanan bu olaylaraysa “Kitlesel Yok Oluşlar” adı verilmekle beraber şu ana kadar bildiğimiz 5 kitlesel yok oluş yaşanmıştır. Bunlardan en ünlüsüyse Ksenojenik bir yok oluş olan ve gezegenimize bir meteorun çarpmasıyla 66 milyon yıl önce oluşan Kretase-Tersiyer yok oluşudur. Bu yok oluş, birçok canlı türünün neslinin tükenmesini sağlamasıyla birlikte gezegenimizdeki Dinozor adını verdiğimiz canlıların hakimiyetini de sona erdirmiştir. Akabinde memelilerin hakimiyeti başlamış ve sonrasında biz insanların Dünya üzerindeki hakimiyetini oluşturacak olan sürece gelinmiştir. Dinozorlarsa, tamamıyla yok olmamış olmakla birlikte evrimsel süreçte birçok canlı türüne evrilmişlerdir.
Bugünse son 10.000 yılda oluşan ve insan etkileri sonucuyla hızlanan 6.kitlesel yok oluştan söz edilmektedir .