Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Devleti’nde Görev Yapan Akşehir Doğumlu Memurlar [1879-1913], 2024
Benzerlik / Similarity: 14 Öz Osmanlı Devleti'nin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde bir meslek ola... more Benzerlik / Similarity: 14 Öz Osmanlı Devleti'nin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde bir meslek olarak algılanmaktan ziyade, devlet adına görev yapma ve insanlara hizmet anlayışı içerisinde değerlendirilen memurluk ile ilgili II. Mahmud ve Tanzimat dönemlerinden itibaren önemli düzenleme ve yenilikler yapılmıştır. Osmanlı Devleti'nde daha önceden memurlar gelişigüzel seçilip atanmakta iken Tanzimat Dönemi'nden itibaren memur olabilmek için ciddi kriterler ihdas edilmiştir. Merkeziyetçi bir anlayışla sivil bürokrasiyi etkin bir biçimde siyasi kontrol altına alma gayreti içerisinde olan II. Abdülhamid tarafından 6 Şubat 1879'da Sicill-i Ahvâl Komisyonu'nun kurulması ise personel rejiminde reform niteliği taşıyan önemli bir gelişme olmuştur. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti'nin hizmetinde çalışan tüm memurların biyografileri Sicill-i Ahvâl Defterleri'ne kaydedilerek görevlerindeki değişiklikler takip edilmeye başlanmıştır. Bu çalışmada, Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Sicill-i Ahvâl Defterleri koleksiyonunda yer alan bu defterlerden 32 farklı defter içerisinde biyografik bilgileri bulunan Akşehir doğumlu devlet memurları incelenmeye çalışılmıştır. Akşehirli memurlar ile ilgili daha önce bu türden bir çalışma yapılmamış olup, çalışmanın bölge tarihine ve benzeri çalışmalara katkı sunması amaçlanmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin Son Dönemlerinde Manisa Merkez Hapishanesi (1870-1920), 2023
Bu çalışmada, ağırlıklı olarak Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi'nde ye... more Bu çalışmada, ağırlıklı olarak Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi'nde yer alan muhtelif tasniflerdeki belgelerden istifade ederek, Aydın vilayetine bağlı Saruhan sancağı Manisa kazası hapishanesinin 1870-1920 yılları arasındaki vaziyeti incelenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda mezkur hapishanenin fiziki yapısı, tamirat ve inşası ve bunun için yapılan masraflar, mahkum ve tutuklular, hapishane görevlileri ve ücretleri ile ilgili bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Aydın vilayeti ve dahilindeki diğer bazı liva ve kaza hapishaneleri ile ilgili birkaç çalışma mevcut olmakla birlikte Manisa merkez hapishanesi ile ilgili kapsamlı bir çalışma yapılmamış olup, bu çalışma ile bu konudaki eksikliğin giderilmesi amaçlanmaktadır.
Ayanlıktan Vezirliğe Uzanan Bir Serüven: Karahisar-ı Sahib Ayanı Turunçzâde Süleyman Ağa ve Muhallefâtı, 2023
Karahisar-ı Sahib'de ayanlık ve mütesellimlik gibi görevleri üzerinde bulunduran yerli hanedan ai... more Karahisar-ı Sahib'de ayanlık ve mütesellimlik gibi görevleri üzerinde bulunduran yerli hanedan ailelerinden birisi olan Turunçzâdeler, uzun yıllar yerel yönetimde söz sahibi olmuşlardır. Bu ailenin mensuplarından birisi olan Turunçzâde Süleyman Ağa, memleketi Karahisar-ı Sahib'deki nüfuzu sayesinde elde ettiği ayanlık ve mütesellimlik görevleri esnasında şikâyete konu olan icraatlarına ve rakiplerinin ayanlığı ele geçirme teşebbüsleri çerçevesinde aleyhine faaliyette bulunmalarına rağmen kısa sürede temayüz ederek vezirliğe kadar yükselmiştir. Bu çalışmada ayanlık tegallübünün zirveye ulaştığı bir dönemde, 18. yüzyılın sonlarında, Karahisar-ı Sahib ayan ve mütesellimliliği, Sivas zahire mübayaacılığı ve mütesellimliği yaptıktan sonra vezirlik rütbesine terfi ederek Rakka, Halep, Adana, Karaman eyaleti valiliklerine ve Karahisar-ı Sahib sancağı mutasarrıflığına getirilen Turunçzâde Süleyman Ağa'nın siyasi, askeri faaliyetleri ve muhallefâtı hakkında arşiv belgeleri ışığında bilgi verilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda ayrıca Turunçzâde Süleyman Ağa örneğinden hareketle ilgili dönemde Karahisar-ı Sahib'de ayanların birbirleriyle mücadeleleri ile nüfuz ve etki alanlarını genişletme yönündeki gayretleri irdelenmeye çalışılmıştır.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kastamonu vilayeti başta olmak üzere Orta Karadeniz, İç ... more XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kastamonu vilayeti başta olmak üzere Orta Karadeniz, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Balkanlar'da salgın hastalık olarak görülmeye başlayan frengi, yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti için önemli bir sorun halini almış, alınan tedbirlere rağmen XX. yüzyılda da etkisini devam ettirmiştir. Hastalığın yeniden artışa geçtiği 93 Harbi'nden itibaren muhtelif tarihlerde yayınlanan talimatnameler ve nizamnameler ile hastalığın önüne geçebilmek adına pek çok tedbirler alınmaya çalışılmıştır. Bu düzenlemeler çerçevesinde alınan tedbirlerden birisi hastane olmayan yerler veya uzakta olup da hastaneye gidemeyecek durumda olanlar için seyyar sıhhiye heyetlerinin oluşturulmasıdır. Bir seyyar sıhhiye müfettişine bağlı olarak sancaklara göre taksim edilmiş sıhhiye kollarından ve seyyar tabipten oluşan heyetin, sahada en faal personelini seyyar tabipler teşkil etmekteydi. Bunların en temel vazifesi, görevlendirildikleri bölgelerde köy köy, kasaba kasaba dolaşıp hastalığın seyrini takip ederek, hastaları tespit ve devlet tarafından verilen ilaçlarla tedavi etmekti. XX. yüzyıl başlarında frengi ile mücadelede, ülkenin çeşitli bölgelerinde hizmet etmiş olan seyyar tabiplerden birisi de Nuri Ömer Efendi'dir. Bu çalışmada XX. yüzyıl başlarında frengi ile mücadele kapsamında İnegöl kazası Domaniç nahiyesi merkez olmak üzere Hüdavendigar Vilayeti seyyar frengi tabipliğine getirilen Nuri Ömer Efendi'nin faaliyetleri ve onun nezdinde seyyar tabiplik mesleği ile ilgili bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın temel kaynağını Başkanlık Osmanlı Arşivi'nde mevcut muhtelif tasniflerdeki belgeler oluşturmaktadır.
GİRİŞ Yükseliş ve yayılma dönemlerinde reayanın iyi bir şekilde idaresini esas addeden Osmanlı De... more GİRİŞ Yükseliş ve yayılma dönemlerinde reayanın iyi bir şekilde idaresini esas addeden Osmanlı Devleti, reayanın elinde bulunan toprak ile bu toprak ve reaya arasındaki ilgiyi tanıyıp bilmek amacıyla toprak ve nüfus yazımına önem vermiştir (Karal, 1943: 6). İdarî-malî teşkilatın bir gereği olarak zorunluluk arz eden bu yazımlar (Barkan, 1940-41: 29), I. Murat zamanından başlayarak III. Murat dönemine kadar, her padişah döneminde tekrar edilmek üzere birçok defa yapılmıştır (Barkan, 1940-41: 33). 16. yüzyılın sonlarından itibaren tahrir usulü Osmanlı klasik sisteminin genel değişim/dönüşümü çerçevesinde terk edilmiş, bu tarihten itibaren timar sistemi varlığını devam ettirmekle birlikte taşra yönetimindeki merkezi yerini kaybetmiş ve 16. yüzyıldaki gibi ayrıntılı tahrirler yapılması gereği ortadan kalkmıştır (Öz, 1991: 430-31). Esas amacı ülke içerisindeki vergi kaynaklarını ve vergi veren nüfusu tespit etmek olan tahrir kayıtları, demografik malzemeler ihtiva etmekle birlikte bir nüfus sayımı olarak değerlendirilemezler. Osmanlı Devleti'nde 17. yüzyıla kadar belirli aralıklarla yapılan tahrirler, bu yüzyıldan itibaren düzensiz bazı yoklamalarla devam etmiştir. 17. ile 18. yüzyıl arasında artık klasik arazi ve nüfus tahrirleri yapılmamış, bunların yerini Cizye ve Avarız Defterleri almıştır. Ancak bu defterler de daha öncekiler gibi sadece vergi mükellefi olanları ihtiva ettikleri için ve ayrıca ait oldukları dönemde ortaya çıkan şiddet hareketlerinin yol açtığı göçler dolayısıyla, nüfus tespiti hususunda güven tesis etmemektedirler. 19. yüzyılda ise, bahis konusu defterlerin yerini Temettuât Defterleri, Sâlnâmeler ve nüfus sayım istatistikleri almıştır (Topal, 2010: 16-17). 1826'da Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra, yeni kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adı verilen orduya alınacak asker miktarının tespiti ile vergi eşitsizliklerinin giderilmesi, vergi tahsilinde görülen birtakım aksaklıkların düzeltilmesi ve cizyenin yeniden tayin edilmesi amacıyla yeni bir nüfus sayımı gerekli görülmüştür (Karpat, 2010: 67). 1828-1829'da önce İstanbul'da başlatılan nüfus araştırması, bu yıllarda Rusya ile yapılan savaş dolayısıyla imparatorluk geneline inhisar edememiştir (Karpat, 2010: 62). Osmanlı-Rus Savaşı'nın bitiminden sonra Anadolu ve Rumeli'deki toprakların ancak bir kısmında sayım yapılabilmiştir. Sayımda yalnız erkek nüfus sayılarak din esasına dayalı olarak genel anlamda etnik özellikleri ve iş güç durumları tespit edilmiştir (Akbayar, 1985: 1239). Yapılan sayımlar neticesinde tanzim edilen defterleri korumak, bu defterlerdeki kayıtlara göre vergileri yeniden hesaplamak ve nüfus değişikliklerini tespit etmek amacıyla da 1831'de Cerîde Nezâreti kurulmuştur (Küçük, 1993: 409). 1831 sayımı, bazı eksiklik ve aksaklıklara rağmen Osmanlı Devleti'nde yaşayan Müslim ve gayrimüslim nüfusun tespit edilmesi açısından önem taşımaktadır. Ayrıca, toprak yazımı vesilesi olmadan yapılan bir sayım olarak kabul edilebilecek bu sayım vesilesiyle çıkarılan nizamnameler, ülkede merkezi bir nüfus kayıt sisteminin kurulmasını mümkün kılması bakımından önemlidir (Bilgin, Birinci, Çakıcı ve Demircioğlu, 2010: 8). Bu nüfus sayımında, vergi ve askerlik mükellefiyetiyle yükümlü erkek nüfusun doğum, ölüm ve nakil gibi nüfus olaylarının takibi için defterlerin tutulmaya başlanmış olması ise nüfus hizmetleri açısından önem teşkil etmektedir (Çimen, 2012: 195). Temel amacı, Osmanlı idaresi altında yaşayan askerlik ve vergi mükelleflerini tespit etmek, aynı zamanda zengin, fakir, Müslim ve gayrimüslim arasındaki vergi adaletsizliğini ortadan kaldırmak olan (Aydın, 1990: 83, 84) 1831 sayımı esnasında Müslüman ve gayrimüslim nüfus ayrı ayrı defterlere kaydedilmiştir. Müslüman nüfus, genel olarak matluba muvafık (isteğe uygun) ve matluba gayri muvafık (isteğe uygun değil) olmak üzere iki kısımda tasnif edilmiş, ayrıca ikinci gruba dâhil edilenler yaşlı, küçük ve sakat gibi sıfatlarla tanımlanmışlardır. Bazı yerde de Müslümanlar yaş durumlarına göre, bir yaşından on altı yaşına kadar olanlar, on altı yaşından kırk yaşına kadar olanlar ve kırk yaş üzerinde bulunanlar şeklinde üç kategoride tasnif edilmişlerdir. Bu sayımda gayrimüslimler ise cizyeye
19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı topraklarında kendisini gösteren ve bu yüzyılın ikinci yar... more 19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı topraklarında kendisini gösteren ve bu yüzyılın ikinci yarısından sonra bir salgın haline dönüşen frengi, Osmanlı Devleti'nin uzun yıllar mücadele etmek zorunda kaldığı bir hastalık olmuştur. Kırım Savaşı'ndan itibaren İstanbul başta olmak üzere bazı şehirlere gelen asker ve göçmenler vasıtası ile ortaya çıkan fuhuşla birlikte yaygınlaşmaya başlayan frengi ile mücadele, ilk zamanlarda fuhşu denetim altına alma şeklinde gerçekleşmiştir. Kısa bir zaman içerisinde Kastamonu vilayeti başta olmak üzere Anadolu'ya ve Balkanlar'a da sirayet ederek Osmanlı neslini tehdit edecek boyuta ulaşması daha ciddi tedbirler alınmasını gerekli kılmıştır. 20. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti'nde Frengi İle Mücadelede Etkili Bir Yöntem: Seyyar Tabiplik History Studies www.historystudies.net 1676 1676 13 / 5 Bu çalışmada, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'ndeki belgeler ışığında, 20. yüzyıl başlarında frengi ile mücadelede seyyar tabiplerin üstlendikleri görev ve sorumluluklar, karşılaştıkları sorunlar, görev ihmal ve suistimalleri ile ilgili bilgiler verilmeye çalışılmıştır.
Öz: Osmanlı Devleti'nde başlangıçta bir iskan metodu olarak, daha sonraki dönemlerde de cezalandı... more Öz: Osmanlı Devleti'nde başlangıçta bir iskan metodu olarak, daha sonraki dönemlerde de cezalandırma amacıyla etkili bir sürgün politikası uygulanmıştır. Bir cezalandırma metodu olarak suçlular, suçlarının niteliğine göre Osmanlı coğrafyası dahilinde çeşitli yerlere sürülmüşlerdir. Suçların nev'ine göre, merkeze yakınlık uzaklık gibi bazı kriterler çerçevesinde belirli bazı yerler sürgün mahalleri olarak sıkça kullanılmıştır. Nispeten suçları hafif görülen devlet adamları ve sair kimseler daha ziyade merkeze yakın yerlere gönderilmişlerdir. Bu bağlamda inceleme dönemimiz olan 1815-1839 yılları arasında Karahisar-ı Sahib de bir sürgün mahalli olarak kullanılmıştır. Bilhassa sürgün edilen devlet adamları için bazen "zorunlu ikamet mahalli" olarak tayin edilirken, bazen de başka bir yerde sürgün olan devlet adamları açısından daha uygun bir "memuriyet mahalli" olarak tercih edilmiştir. Buraya sürgün olarak gönderilen kimselerin direk ya da dolaylı yollardan yaptıkları af talepleri umumiyetle kabul görmüş,kahir ekseriyeti kısa sürede affedilerek serbest bırakılmışlardır. Abstract: This article examines the exile punishment in the Ottoman Empire in general and exile punishments to Karahisar-ı Sahib or Afyonkarahisar in particular from 1815 to 1839. The Ottoman justice system delivered different types of penalties for various types of crimes. In the exile punishments, the bigger a crimes was the further away was the exile location. Ottoman statesmen with light crimes were exiled to places closer to the capitol. Karahisar-ı Sahib or Afyonkarahisar in Western Anatolia was one of the exile locations. Ottoman officials were sometimes subjected to mandatory residence in the place to which they were exiled and still remained in state employment. These officials often requested pardon from the sultan so that they could return to work in Istanbul. The article presents that the majority of pardon requests were granted by the sultan.
ÖZET 1822-1830'da Afyon'da kadı, naib, müftü ve nakibü'l-eşraf kaim-i makamları, Afyon'un idari y... more ÖZET 1822-1830'da Afyon'da kadı, naib, müftü ve nakibü'l-eşraf kaim-i makamları, Afyon'un idari yapısı içerisinde önemli rol oynayan ilmiye mensubu görevlilerdi. Bu dönemde bir çok müessesede olduğu gibi bu müesseselerde de bozulmalar başlamış, suistimal ve yolsuzluklar ortaya çıkmıştır. Buna karşı devlet, pek çok tedbir almışsa da tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Anahtar Kelimeler: Karahisar-ı Sahib, kadı, naib, müftü, nakibü'l-eşraf kaim-i makamı ABSTRACT Between 1822-1830 in Afyon those status like kadı, naib, müftü and nakibü'l-eşraf kaim-i makamı were officals of the group ilmiye and played important roles in the administrative structure of Afyon. In this era, like many other institutions, this status faced to the process of consuption, abuse, bribery. Although many measurements were taken against this distortions by the central goverment, they were not succesful.
Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Devleti’nde Görev Yapan Akşehir Doğumlu Memurlar [1879-1913], 2024
Benzerlik / Similarity: 14 Öz Osmanlı Devleti'nin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde bir meslek ola... more Benzerlik / Similarity: 14 Öz Osmanlı Devleti'nin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde bir meslek olarak algılanmaktan ziyade, devlet adına görev yapma ve insanlara hizmet anlayışı içerisinde değerlendirilen memurluk ile ilgili II. Mahmud ve Tanzimat dönemlerinden itibaren önemli düzenleme ve yenilikler yapılmıştır. Osmanlı Devleti'nde daha önceden memurlar gelişigüzel seçilip atanmakta iken Tanzimat Dönemi'nden itibaren memur olabilmek için ciddi kriterler ihdas edilmiştir. Merkeziyetçi bir anlayışla sivil bürokrasiyi etkin bir biçimde siyasi kontrol altına alma gayreti içerisinde olan II. Abdülhamid tarafından 6 Şubat 1879'da Sicill-i Ahvâl Komisyonu'nun kurulması ise personel rejiminde reform niteliği taşıyan önemli bir gelişme olmuştur. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti'nin hizmetinde çalışan tüm memurların biyografileri Sicill-i Ahvâl Defterleri'ne kaydedilerek görevlerindeki değişiklikler takip edilmeye başlanmıştır. Bu çalışmada, Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi Dahiliye Nezareti Sicill-i Ahvâl Defterleri koleksiyonunda yer alan bu defterlerden 32 farklı defter içerisinde biyografik bilgileri bulunan Akşehir doğumlu devlet memurları incelenmeye çalışılmıştır. Akşehirli memurlar ile ilgili daha önce bu türden bir çalışma yapılmamış olup, çalışmanın bölge tarihine ve benzeri çalışmalara katkı sunması amaçlanmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin Son Dönemlerinde Manisa Merkez Hapishanesi (1870-1920), 2023
Bu çalışmada, ağırlıklı olarak Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi'nde ye... more Bu çalışmada, ağırlıklı olarak Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi'nde yer alan muhtelif tasniflerdeki belgelerden istifade ederek, Aydın vilayetine bağlı Saruhan sancağı Manisa kazası hapishanesinin 1870-1920 yılları arasındaki vaziyeti incelenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda mezkur hapishanenin fiziki yapısı, tamirat ve inşası ve bunun için yapılan masraflar, mahkum ve tutuklular, hapishane görevlileri ve ücretleri ile ilgili bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Aydın vilayeti ve dahilindeki diğer bazı liva ve kaza hapishaneleri ile ilgili birkaç çalışma mevcut olmakla birlikte Manisa merkez hapishanesi ile ilgili kapsamlı bir çalışma yapılmamış olup, bu çalışma ile bu konudaki eksikliğin giderilmesi amaçlanmaktadır.
Ayanlıktan Vezirliğe Uzanan Bir Serüven: Karahisar-ı Sahib Ayanı Turunçzâde Süleyman Ağa ve Muhallefâtı, 2023
Karahisar-ı Sahib'de ayanlık ve mütesellimlik gibi görevleri üzerinde bulunduran yerli hanedan ai... more Karahisar-ı Sahib'de ayanlık ve mütesellimlik gibi görevleri üzerinde bulunduran yerli hanedan ailelerinden birisi olan Turunçzâdeler, uzun yıllar yerel yönetimde söz sahibi olmuşlardır. Bu ailenin mensuplarından birisi olan Turunçzâde Süleyman Ağa, memleketi Karahisar-ı Sahib'deki nüfuzu sayesinde elde ettiği ayanlık ve mütesellimlik görevleri esnasında şikâyete konu olan icraatlarına ve rakiplerinin ayanlığı ele geçirme teşebbüsleri çerçevesinde aleyhine faaliyette bulunmalarına rağmen kısa sürede temayüz ederek vezirliğe kadar yükselmiştir. Bu çalışmada ayanlık tegallübünün zirveye ulaştığı bir dönemde, 18. yüzyılın sonlarında, Karahisar-ı Sahib ayan ve mütesellimliliği, Sivas zahire mübayaacılığı ve mütesellimliği yaptıktan sonra vezirlik rütbesine terfi ederek Rakka, Halep, Adana, Karaman eyaleti valiliklerine ve Karahisar-ı Sahib sancağı mutasarrıflığına getirilen Turunçzâde Süleyman Ağa'nın siyasi, askeri faaliyetleri ve muhallefâtı hakkında arşiv belgeleri ışığında bilgi verilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda ayrıca Turunçzâde Süleyman Ağa örneğinden hareketle ilgili dönemde Karahisar-ı Sahib'de ayanların birbirleriyle mücadeleleri ile nüfuz ve etki alanlarını genişletme yönündeki gayretleri irdelenmeye çalışılmıştır.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kastamonu vilayeti başta olmak üzere Orta Karadeniz, İç ... more XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kastamonu vilayeti başta olmak üzere Orta Karadeniz, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Balkanlar'da salgın hastalık olarak görülmeye başlayan frengi, yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti için önemli bir sorun halini almış, alınan tedbirlere rağmen XX. yüzyılda da etkisini devam ettirmiştir. Hastalığın yeniden artışa geçtiği 93 Harbi'nden itibaren muhtelif tarihlerde yayınlanan talimatnameler ve nizamnameler ile hastalığın önüne geçebilmek adına pek çok tedbirler alınmaya çalışılmıştır. Bu düzenlemeler çerçevesinde alınan tedbirlerden birisi hastane olmayan yerler veya uzakta olup da hastaneye gidemeyecek durumda olanlar için seyyar sıhhiye heyetlerinin oluşturulmasıdır. Bir seyyar sıhhiye müfettişine bağlı olarak sancaklara göre taksim edilmiş sıhhiye kollarından ve seyyar tabipten oluşan heyetin, sahada en faal personelini seyyar tabipler teşkil etmekteydi. Bunların en temel vazifesi, görevlendirildikleri bölgelerde köy köy, kasaba kasaba dolaşıp hastalığın seyrini takip ederek, hastaları tespit ve devlet tarafından verilen ilaçlarla tedavi etmekti. XX. yüzyıl başlarında frengi ile mücadelede, ülkenin çeşitli bölgelerinde hizmet etmiş olan seyyar tabiplerden birisi de Nuri Ömer Efendi'dir. Bu çalışmada XX. yüzyıl başlarında frengi ile mücadele kapsamında İnegöl kazası Domaniç nahiyesi merkez olmak üzere Hüdavendigar Vilayeti seyyar frengi tabipliğine getirilen Nuri Ömer Efendi'nin faaliyetleri ve onun nezdinde seyyar tabiplik mesleği ile ilgili bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın temel kaynağını Başkanlık Osmanlı Arşivi'nde mevcut muhtelif tasniflerdeki belgeler oluşturmaktadır.
GİRİŞ Yükseliş ve yayılma dönemlerinde reayanın iyi bir şekilde idaresini esas addeden Osmanlı De... more GİRİŞ Yükseliş ve yayılma dönemlerinde reayanın iyi bir şekilde idaresini esas addeden Osmanlı Devleti, reayanın elinde bulunan toprak ile bu toprak ve reaya arasındaki ilgiyi tanıyıp bilmek amacıyla toprak ve nüfus yazımına önem vermiştir (Karal, 1943: 6). İdarî-malî teşkilatın bir gereği olarak zorunluluk arz eden bu yazımlar (Barkan, 1940-41: 29), I. Murat zamanından başlayarak III. Murat dönemine kadar, her padişah döneminde tekrar edilmek üzere birçok defa yapılmıştır (Barkan, 1940-41: 33). 16. yüzyılın sonlarından itibaren tahrir usulü Osmanlı klasik sisteminin genel değişim/dönüşümü çerçevesinde terk edilmiş, bu tarihten itibaren timar sistemi varlığını devam ettirmekle birlikte taşra yönetimindeki merkezi yerini kaybetmiş ve 16. yüzyıldaki gibi ayrıntılı tahrirler yapılması gereği ortadan kalkmıştır (Öz, 1991: 430-31). Esas amacı ülke içerisindeki vergi kaynaklarını ve vergi veren nüfusu tespit etmek olan tahrir kayıtları, demografik malzemeler ihtiva etmekle birlikte bir nüfus sayımı olarak değerlendirilemezler. Osmanlı Devleti'nde 17. yüzyıla kadar belirli aralıklarla yapılan tahrirler, bu yüzyıldan itibaren düzensiz bazı yoklamalarla devam etmiştir. 17. ile 18. yüzyıl arasında artık klasik arazi ve nüfus tahrirleri yapılmamış, bunların yerini Cizye ve Avarız Defterleri almıştır. Ancak bu defterler de daha öncekiler gibi sadece vergi mükellefi olanları ihtiva ettikleri için ve ayrıca ait oldukları dönemde ortaya çıkan şiddet hareketlerinin yol açtığı göçler dolayısıyla, nüfus tespiti hususunda güven tesis etmemektedirler. 19. yüzyılda ise, bahis konusu defterlerin yerini Temettuât Defterleri, Sâlnâmeler ve nüfus sayım istatistikleri almıştır (Topal, 2010: 16-17). 1826'da Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra, yeni kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adı verilen orduya alınacak asker miktarının tespiti ile vergi eşitsizliklerinin giderilmesi, vergi tahsilinde görülen birtakım aksaklıkların düzeltilmesi ve cizyenin yeniden tayin edilmesi amacıyla yeni bir nüfus sayımı gerekli görülmüştür (Karpat, 2010: 67). 1828-1829'da önce İstanbul'da başlatılan nüfus araştırması, bu yıllarda Rusya ile yapılan savaş dolayısıyla imparatorluk geneline inhisar edememiştir (Karpat, 2010: 62). Osmanlı-Rus Savaşı'nın bitiminden sonra Anadolu ve Rumeli'deki toprakların ancak bir kısmında sayım yapılabilmiştir. Sayımda yalnız erkek nüfus sayılarak din esasına dayalı olarak genel anlamda etnik özellikleri ve iş güç durumları tespit edilmiştir (Akbayar, 1985: 1239). Yapılan sayımlar neticesinde tanzim edilen defterleri korumak, bu defterlerdeki kayıtlara göre vergileri yeniden hesaplamak ve nüfus değişikliklerini tespit etmek amacıyla da 1831'de Cerîde Nezâreti kurulmuştur (Küçük, 1993: 409). 1831 sayımı, bazı eksiklik ve aksaklıklara rağmen Osmanlı Devleti'nde yaşayan Müslim ve gayrimüslim nüfusun tespit edilmesi açısından önem taşımaktadır. Ayrıca, toprak yazımı vesilesi olmadan yapılan bir sayım olarak kabul edilebilecek bu sayım vesilesiyle çıkarılan nizamnameler, ülkede merkezi bir nüfus kayıt sisteminin kurulmasını mümkün kılması bakımından önemlidir (Bilgin, Birinci, Çakıcı ve Demircioğlu, 2010: 8). Bu nüfus sayımında, vergi ve askerlik mükellefiyetiyle yükümlü erkek nüfusun doğum, ölüm ve nakil gibi nüfus olaylarının takibi için defterlerin tutulmaya başlanmış olması ise nüfus hizmetleri açısından önem teşkil etmektedir (Çimen, 2012: 195). Temel amacı, Osmanlı idaresi altında yaşayan askerlik ve vergi mükelleflerini tespit etmek, aynı zamanda zengin, fakir, Müslim ve gayrimüslim arasındaki vergi adaletsizliğini ortadan kaldırmak olan (Aydın, 1990: 83, 84) 1831 sayımı esnasında Müslüman ve gayrimüslim nüfus ayrı ayrı defterlere kaydedilmiştir. Müslüman nüfus, genel olarak matluba muvafık (isteğe uygun) ve matluba gayri muvafık (isteğe uygun değil) olmak üzere iki kısımda tasnif edilmiş, ayrıca ikinci gruba dâhil edilenler yaşlı, küçük ve sakat gibi sıfatlarla tanımlanmışlardır. Bazı yerde de Müslümanlar yaş durumlarına göre, bir yaşından on altı yaşına kadar olanlar, on altı yaşından kırk yaşına kadar olanlar ve kırk yaş üzerinde bulunanlar şeklinde üç kategoride tasnif edilmişlerdir. Bu sayımda gayrimüslimler ise cizyeye
19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı topraklarında kendisini gösteren ve bu yüzyılın ikinci yar... more 19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı topraklarında kendisini gösteren ve bu yüzyılın ikinci yarısından sonra bir salgın haline dönüşen frengi, Osmanlı Devleti'nin uzun yıllar mücadele etmek zorunda kaldığı bir hastalık olmuştur. Kırım Savaşı'ndan itibaren İstanbul başta olmak üzere bazı şehirlere gelen asker ve göçmenler vasıtası ile ortaya çıkan fuhuşla birlikte yaygınlaşmaya başlayan frengi ile mücadele, ilk zamanlarda fuhşu denetim altına alma şeklinde gerçekleşmiştir. Kısa bir zaman içerisinde Kastamonu vilayeti başta olmak üzere Anadolu'ya ve Balkanlar'a da sirayet ederek Osmanlı neslini tehdit edecek boyuta ulaşması daha ciddi tedbirler alınmasını gerekli kılmıştır. 20. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti'nde Frengi İle Mücadelede Etkili Bir Yöntem: Seyyar Tabiplik History Studies www.historystudies.net 1676 1676 13 / 5 Bu çalışmada, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'ndeki belgeler ışığında, 20. yüzyıl başlarında frengi ile mücadelede seyyar tabiplerin üstlendikleri görev ve sorumluluklar, karşılaştıkları sorunlar, görev ihmal ve suistimalleri ile ilgili bilgiler verilmeye çalışılmıştır.
Öz: Osmanlı Devleti'nde başlangıçta bir iskan metodu olarak, daha sonraki dönemlerde de cezalandı... more Öz: Osmanlı Devleti'nde başlangıçta bir iskan metodu olarak, daha sonraki dönemlerde de cezalandırma amacıyla etkili bir sürgün politikası uygulanmıştır. Bir cezalandırma metodu olarak suçlular, suçlarının niteliğine göre Osmanlı coğrafyası dahilinde çeşitli yerlere sürülmüşlerdir. Suçların nev'ine göre, merkeze yakınlık uzaklık gibi bazı kriterler çerçevesinde belirli bazı yerler sürgün mahalleri olarak sıkça kullanılmıştır. Nispeten suçları hafif görülen devlet adamları ve sair kimseler daha ziyade merkeze yakın yerlere gönderilmişlerdir. Bu bağlamda inceleme dönemimiz olan 1815-1839 yılları arasında Karahisar-ı Sahib de bir sürgün mahalli olarak kullanılmıştır. Bilhassa sürgün edilen devlet adamları için bazen "zorunlu ikamet mahalli" olarak tayin edilirken, bazen de başka bir yerde sürgün olan devlet adamları açısından daha uygun bir "memuriyet mahalli" olarak tercih edilmiştir. Buraya sürgün olarak gönderilen kimselerin direk ya da dolaylı yollardan yaptıkları af talepleri umumiyetle kabul görmüş,kahir ekseriyeti kısa sürede affedilerek serbest bırakılmışlardır. Abstract: This article examines the exile punishment in the Ottoman Empire in general and exile punishments to Karahisar-ı Sahib or Afyonkarahisar in particular from 1815 to 1839. The Ottoman justice system delivered different types of penalties for various types of crimes. In the exile punishments, the bigger a crimes was the further away was the exile location. Ottoman statesmen with light crimes were exiled to places closer to the capitol. Karahisar-ı Sahib or Afyonkarahisar in Western Anatolia was one of the exile locations. Ottoman officials were sometimes subjected to mandatory residence in the place to which they were exiled and still remained in state employment. These officials often requested pardon from the sultan so that they could return to work in Istanbul. The article presents that the majority of pardon requests were granted by the sultan.
ÖZET 1822-1830'da Afyon'da kadı, naib, müftü ve nakibü'l-eşraf kaim-i makamları, Afyon'un idari y... more ÖZET 1822-1830'da Afyon'da kadı, naib, müftü ve nakibü'l-eşraf kaim-i makamları, Afyon'un idari yapısı içerisinde önemli rol oynayan ilmiye mensubu görevlilerdi. Bu dönemde bir çok müessesede olduğu gibi bu müesseselerde de bozulmalar başlamış, suistimal ve yolsuzluklar ortaya çıkmıştır. Buna karşı devlet, pek çok tedbir almışsa da tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Anahtar Kelimeler: Karahisar-ı Sahib, kadı, naib, müftü, nakibü'l-eşraf kaim-i makamı ABSTRACT Between 1822-1830 in Afyon those status like kadı, naib, müftü and nakibü'l-eşraf kaim-i makamı were officals of the group ilmiye and played important roles in the administrative structure of Afyon. In this era, like many other institutions, this status faced to the process of consuption, abuse, bribery. Although many measurements were taken against this distortions by the central goverment, they were not succesful.
A nne, baba ve çocuklar ile tarafların kan akrabalarından oluşan ekonomik ve sosyal bir birlik ol... more A nne, baba ve çocuklar ile tarafların kan akrabalarından oluşan ekonomik ve sosyal bir birlik olarak tarif edebileceğimiz aile, 1 toplumun temelini oluşturan önemli bir müesse-sedir. Bu yönü ile evrensel bir özellik taşıyan aile, Osmanlı'da eski Türk anlayışı ve İslamiyet'in kabulüyle beraber oluşan hukuk nizamına göre teşekkül etmiştir. 2 Bilhassa İslam Dini, aile kurmayı teşvik etmesi, aile hukuku bağlamında kadına ve kız çocuklarına sağladığı teminat ile aileyi Osmanlı'da toplumsal hayatın temeline oturtmuştur. 3 Osmanlı ailesi ile ilgili olarak hem genel, hem de yerel alanda çok sayıda çalışma yapılmış olmakla birlikte bu çalışmalar umumiyetle evlenme, nikah, boşanma, aile ve aileyi oluşturan fertlerin statüsü gibi konular üzerinde yoğunlaşmış olup, ailenin demografik yapısı yeterince ele alınma-mıştır. 4 Yapılan çalışmalarda çoğunlukla Şer'iyye Sicilleri olarak bilinen kaynaklar kullanılmıştır. Bunlar, hem ailenin teşekkülü ve hukuki vaziyeti ve hem de demografik yapısı hususunda son derece önemli ve orijinal bilgiler ihtiva etmektedir. İlkinde mezkur sicillerdeki nikah, boşanma, nafaka ve vesayet hüccetleri vb. belgeler öncelikle kaynak olarak kullanılmakta iken, ikincisin-de tereke defterleri, nam-ı diğer muhallefât defterleri ön plana çıkmaktadır. Bazen müstakil defterler olarak bazen de Şer'iyye Sicilleri içerisinde dağınık bir şekilde yer alan tereke kayıtları, vefat eden şahısların isimleri, sosyal statüleri, hayatta iken sahip oldukları her türlü eşya ile men-kul ve gayrimenkulleri, alacakları, borçları, hayvanları, ambarda veya tarlada bulunan hububatın vs. nicelik, nitelik ve fiyatları hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir. Ayrıca tereke sahiplerinin ailevi durumları, evli olanların eş ve çocuk sayıları, hatta anne, baba, kardeş, hizmetçi gibi diğer aile bireylerinin isim ve evsafı hakkında bilgi edinmek mümkün olabilmektedir. Bu çalışmada da, 19. yüzyılın başlarında Üsküdar'a bağlı bir kaza olan Gebze (Gekbüze)'nin 5 mahalle ve köylerinde ikamet eden müslim ve gayrimüslim ailelerin nicel ve nitel yapısı hak-kında bazı tespit ve değerlendirmeler yapılmıştır. Bu tespit ve değerlendirmelere geçmeden önce incelememize kaynaklık teşkil eden terekelerin genel dağılımlarına bakmak faydalı ola-caktır.
Uploads
Papers by Mehmet Güneş