FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sep 1, 2017
Bu çalışma, sanat eserinin kökenine ilişkin tartışmadan hareketle, sanatın nasıl bir deneyim oldu... more Bu çalışma, sanat eserinin kökenine ilişkin tartışmadan hareketle, sanatın nasıl bir deneyim olduğunu incelemeyi amaçlamaktadır. Buna iki açıdan yaklaşan, bu çalışma, ilk olarak, sanatçının yaratma deneyimiyle sınırlandığında, sanat deneyiminin nasıl göründüğüne odaklanmaktadır. Bu bakımdan Heidegger'in sanatın özüne ilişkin tartışmasına gönderimlerde bulunmaktadır. İkinci olarak alımlama deneyiminin, sanatsal bir deneyim olup olmadığı sorusuna yanıt aranmaktadır. Bu bölümde de Dewey ve ağırlıklı olarak Adorno'ya referansla, bu soruya olumlu yanıt verilmektedir. Bu çalışma, Hegel'in sanatın kökeni konusunda, onun öz-bilinci yükselten ve başkasının öz-bilinciyle ortaklaştıran iki farklı boyuta sahip olduğu iddiasına dayanmaktadır. Buradan hareketle, sanatın bu kökeninin, yaratma deneyiminde, öz-bilinci yükselten bir işlevle; alımlama deneyimindeyse öz-bilinçleri ortaklaştıran bir işlevle ortaya çıktığı gösterilmektedir. Sanat deneyiminin bu ikili işlevinin dayandığı köken, durağan bir şeye canlılık verdiğinden tarihsel; gizli olan bir şeyin açığa çıkmasını sağladığından mitseldir. Son olarak, sanatsal deneyimin, yeniden üretim biçimine dönüşmenin, sanat ile kökeni arasındaki ilişkiyi nasıl bozduğu ele alınmaktadır.
Felsefe Dünyası yılda iki sayı olmak üzere Temmuz ve Aralık aylarında yayımlanır. 2004 yılından i... more Felsefe Dünyası yılda iki sayı olmak üzere Temmuz ve Aralık aylarında yayımlanır. 2004 yılından itibaren Philosopher's Index ve Tubitak/Ulakbim tarafindan dizinlenmektedir.
Zenodo (CERN European Organization for Nuclear Research), Feb 2, 2019
Frankfurt Okulu, Weimar Cumhuriyeti'ni desteklemek ile Bolşevik Devrimi'ni sosyalist hareketin li... more Frankfurt Okulu, Weimar Cumhuriyeti'ni desteklemek ile Bolşevik Devrimi'ni sosyalist hareketin lideri kabul etmek arasında sıkışıp kalmış Marxizmi, yeniden canlandırmak amacını taşır. Bunun için geliştirdiği, eleştirel teori, tarihsel materyalizmi yeniden temellendirmeyi dener. Horkheimer ve Adorno'nun denemeleri, toplumsal değişime yönelik bir karamsarlıkla sonuçlanır. Oysa Marcuse, onların aksine, eleştiriyi, toplumsal bir umut olarak ortaya koymak ister. İşte bu çalışmada, Marcuse'un toplumsal değişime dair umudunun felsefi dayanakları tartışılmak istenmektedir. Marcuse, toplumsal değişime dair umudunu, bilincin özgürlüğüne ve gücüne dayandırır. Bu nedenle, bilincin özgürlüğünü ortaya koymak için, tarihsel materyalizme fenomenolojik bir temel arar. Önce Heidegger ile Marx'ı uzlaştırmaya çalışsa da daha sonra fenomenolojiyi tarihsellikle uyuşturan asıl kaynağa, yani Hegel'e geri döner. Hegel'e referansla, bilincin özgürlüğünün gizli bir güce sahip olduğunu ancak uygarlık tarihi boyunca bu gücün bastırıldığını iddia eder. Bilincin özgürleştirici gücünün bastırılmasını, Freud'a referanslarla gösteren Marcuse, bu açıdan da psikanaliz ile Marxizmi yakınlaştırır. Hegel ve Freud yorumlarıyla, tarihsel materyalizmi yeniden temellendiren Marcuse, bilincin özgürlüğünü eleştirinin kökeni olarak kabul eder. Yine bu çalışmada, Marcuse'un bu kabulden hareketle, toplumsal değişime dair nasıl bir reçete sunduğu ve bu reçetenin içeriğindeki imalar ele alınmaktadır.
This study compares Husserl's transcendental phenomenology to Dilthey's methodological hermeneuti... more This study compares Husserl's transcendental phenomenology to Dilthey's methodological hermeneutics in context of the problems of the consciousness and the meaning. In this context, it's tried to show that Husserl has hermeneutical dilemmas like that Dilthey has phenomenological ones. In this respect, it tries to answer the following problems. What is the hermeneutical and phenomenological dilemma of the transcendental phenomenology and methodological hermeneutics? Where are the limits of Husserl's and Dilthey's epistemological attempts? Can these attempts answer the problem of relation between language and world? This study, which has two basic headings, firstly claims that Husserl's notions of the consciousness and the meaning have lack of the categories of the historicity and the individuality. Thus he cannot explain that the understanding has hermeneutical conditions. Secondly, it tries to show that Dilthey's concepts of the consciousness and the meanings have lack of the phenomenological intentionality. Thus he cannot see that appearing the meaning in expression has the phenomenological conditions. Eventually, this study asserts that Gadamer and Heidegger surpass the both of Husserl's and Dilthey's dilemmas. In this regard, it indicates that the crisis, which put on the agenda by two thinkers, is actually belonging to the life not to the scientific methodology.
The Habermas-Gadamer debate focused on the task and scope of hermeneutics has constituted on the ... more The Habermas-Gadamer debate focused on the task and scope of hermeneutics has constituted on the claim of that understanding and interpretation is a linguistic inter-subjective interaction not an intellectual subjective activity. Hermeneutical reflection, rose from this interaction, has a critical task that illuminates preconditions of subject in the process of understanding and interpretation. The emphasis of this study is on the ethical and political effects of this task, but not on the debate of whether this critical task has a linguistic restriction. Even though Gadamer, Habermas and Ricoeur have properly remarked that the critical task of hermeneutical reflection founded on self-consciousness is practical, none of them had improved theories of ethics and politics referring this practical task. In this study, I will discuss the place and the importance of the hermeneutical reflection in the discourse ethics of Apel, in the pragmatic relativism of Rorty, and in Taylor's the ethics of authenticity and the politics of recognition. Those theories found on the task of hermeneutical reflection, which exalts individuality, therefore they are liberal theories. Exposing hermeneutical effects on those theories that are a result of "the linguistic turn" will indicate the practical value of hermeneutics. In addition, I will mention that those liberal theories can involve some dangers and aims to justify asking whether a hermeneutical theory of ethics and politics is necessarily "liberal".
Kaygı. Bursa Uludağ Üniversitesi fen-edebiyat fakültesi felsefe dergisi, Oct 15, 2013
Hermeneutige, yontemsel olarak farkli bir aciklama getirmek amacinda olmayan Gadamer’in en cok el... more Hermeneutige, yontemsel olarak farkli bir aciklama getirmek amacinda olmayan Gadamer’in en cok elestirilen yonu, belki de kullandigi provokatif kavramlardir. Kullandigi “onyargi”, “gelenek” ve “otorite” gibi kavramlarin provokatifligini kabul eden Gadamer’in bu tur kavramlari tercih etmesinin yine de felsefi dayanaklari vardir. Anlayan ‘ben’in ve anlasilan seyin tarih tarafindan etkilendigini ifade eden “etki tarihi ilkesi” ve anlamanin on-kosulluluguna vurgu yapan “hermeneutik daire” fikri, Gadamer’in soz konusu bu dayanaklaridir. Bu nedenle Gadamer’in etki tarihi ilkesini ve hermeneutik daire fikrini provoke ettigini iddia etmek yanlis olmayacaktir. Ama bu noktada onun bu provokatifligi neye karsi gerceklestirdigi sorusu akla gelir. Bu soruya verilecek yanit, Gadamer'in provokatifligini aciklayici nitelikte olacaktir. Bu calismada, Gadamer'in etki tarihi ilkesi ve hermeneutik daire fikrini ne bakimdan ve soz konusu kavramlara nasil anlamlar yukleyerek, neye karsi provokatorluk yaptigina aciklik getirilmeye calisilmistir.
Frankfurt Okulu yla ozdeslestirilen elestiri dusuncesinin Hermeneutik Gelenekten hic de uzak olma... more Frankfurt Okulu yla ozdeslestirilen elestiri dusuncesinin Hermeneutik Gelenekten hic de uzak olmadigi kabulune dayanan bu calisma, refleksiyonun elestirel islevi ve kapsamina odaklanmaktadir. Cunku hem elestiri hem de hermeneutik anlama refleksif bir boyuta sahiptir. Calismanin ilk iki bolumunde ele alinan Hermeneutik Gelenek ile Frankfurt Okulu analizinin ortaya cikardigi sonuc, refleksiyonun iki anlamda elestirel isleve sahip oldugudur. Ilkin elestirel hermeneutik refleksiyon araciligiyla Ben , bir oz-bilinc kurarken, ikincil olarak, bunu gerceklestirdigi anda toplumsal bir bilince acilmaktadir. Habermas ve Gadamer tartismasiyla, islev ve kapsami bakimindan derinlesen elestirel hermeneutik refleksiyon, ozgurlestirici bir yeti olarak one cikmaktadir. Bu yetiyi, hem benlik kurucu hem de uzlastirici bir yeti olarak ortaya koyan Ricoeur icin, yabancilastirici mesafesinin yarattigi oz-bilinc hem bir aciklama modeli oldugundan teoriktir hem de Ben in kendisini yeniden hatirlamasi ve ye
Zenodo (CERN European Organization for Nuclear Research), Mar 7, 2020
İnsan doğası tartışması "insanın ne olduğu" sorusuysa eğer, bu tartışma kuşkusuz yalnızca modern ... more İnsan doğası tartışması "insanın ne olduğu" sorusuysa eğer, bu tartışma kuşkusuz yalnızca modern felsefeye ait değildir. "Ben neyim?" sorusunu sorarak bu tartışmayı, modern felsefe içinde görünür kılan Descartes olmuştur. Kendisini "düşünen bir varlık" olarak kabul eden Descartes, belirli kabulleri kendisinden önceki düşünürlerden miras almış ve kendisinden sonrakilere miras bırakmıştır. Bu inceleme, modern felsefe ve Aydınlanma'nın insan anlayışının bu kabullerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. İnsanı "akıl sahibi bir varlık" olarak gören ve "onun yalnızca aklın sözünü dinlediğinde Tanrı'ya yaklaşabileceğini" öğütleyen bu kabuller, teolojiktir. Hıristiyan teolojisinin genel bir tasarımla insan doğasına ilişkin kabulleri, "akıl ile inanç ayrımı" konusunda modern felsefe ve Aydınlanma'nın kökenini ifade eder. Bu çalışmada, bu teolojik kökenlerin ne olduğu ve modern batı düşüncesinin bu kökeni ne ölçüde aşabildiği incelenmektedir. Bu inceleme, "akıl" ve "inanç" ilişkisinin, aslında "insan doğası" tartışmasının ufkunu belirleyen bir ölçüt olduğu kabulüne dayanmakta ve bu dayanağı tanıtlamaya çalışmaktadır. Bu nedenle akıl ve inanç arasındaki ilişki tartışmasının insan doğası tartışmasına dönüşmesinin izi sürülmektedir. Çalışmada modern batı düşüncesinin simge düşünürleri, yalnızca bu bağlamda incelenmektedir. Kartezyen felsefe, İngiliz deneyciliği, Fransız Aydınlanması ve Alman Aydınlanması başlıklarını içeren tartışma, modern batı düşüncesinin "insan sorununu", teolojik kökenine bağlı olarak "genel bir tasarım" çerçevesinde, nasıl ele aldığını göstermeyi amaçlamaktadır.
Yaşam dünyasını oluşturan insani fenomenlerin, modern doğa bilimlerinin bilimselliğe getirdiği öl... more Yaşam dünyasını oluşturan insani fenomenlerin, modern doğa bilimlerinin bilimselliğe getirdiği ölçütlerle açıklanamaması, yeni bir bilimin temellendirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu temellendirme girişimlerinin belki de en önemli örneği, W. Dilthey'ın tin bilimlerine yönelik çabasıdır. Hermeneutiği, tin bilimlerinin yöntemi olarak belirleyen Dilthey, yine de modern bilimin deneyci çıkış noktasına ve tümelci açıklama modeline kısmen sadık kalır. Bu sadakatinden olsa gerek Dilthey, bazı epistemolojik sınırlar uyarınca bunu gerçekleştirir. Dilthey için hermeneutiğin dayandığı temel kavramlar olan tekilliğin ve tarihselliğin durduğu yerin, bu sınırılarla ilişkisi önemli bir sorundur. Bu iki kavram, birer epistemolojik kategori olarak Dilthey'ın düşüncesinde önemli bir yere sahip olsa da, burada asıl üzerinde durulan söz konusu bu kavramlara getirilen epistemolojik sınırların, tin bilimlerinin temellendirilmesindeki başarısı değil; bizzat bu başarının da arkasında yer alan ontoloj...
Husserl’in transandantal fenomenolojisi ve Dilthey’ın metodolojik hermeneutiği, bu çalışmada, iki... more Husserl’in transandantal fenomenolojisi ve Dilthey’ın metodolojik hermeneutiği, bu çalışmada, iki temel sorun bakımından karşılaştırılmaktadır: bilinç ve anlam. Bu iki sorun çerçevesinde, Husserl’in hermeneutik ve Dilthey’ın fenomenolojik çıkmazlara sahip olduğu gösterilmek istenmektedir. Bu bakımdan şu sorulara yanıt aranmaktadır. Transandantal fenomenolojinin hermeneutik çıkmazı ile metodolojik hermeneutiğin fenomenolojik çıkmazı nedir? Hem Husserl’in hem de Dilthey’ın epistemolojik çabalarının gelip dayandıkları sınır neresidir? Bu çabalar, dil ile dünya arasındaki ilişki sorununa tatmin edici bir yanıt verebilmişler midir? İki temel başlığa sahip olan çalışmada, ilkin Husserl’in bilinç ve anlam konusunda, tarihsellik ve tekillik kategorilerinden yoksun olduğu ve anlamın başka bir özne tarafından anlaşılmasının hermeneutik koşullarını açıklayamadığı iddiası temellendirilmek istenmektedir. İkinci olarak Dilthey’ın aynı konularda, bilincin şimdide iş gören yönelimselliğinden yoksun...
Bu calisma, sanat eserinin kokenine iliskin tartismadan hareketle, sanatin nasil bir deneyim oldu... more Bu calisma, sanat eserinin kokenine iliskin tartismadan hareketle, sanatin nasil bir deneyim oldugunu incelemeyi amaclamaktadir. Buna iki acidan yaklasan, bu calisma, ilk olarak, sanatcinin yaratma deneyimiyle sinirlandiginda, sanat deneyiminin nasil gorundugune odaklanmaktadir. Bu bakimdan Heidegger’in sanatin ozune iliskin tartismasina gonderimlerde bulunmaktadir. Ikinci olarak alimlama deneyiminin, sanatsal bir deneyim olup olmadigi sorusuna yanit aranmaktadir. Bu bolumde de Dewey ve agirlikli olarak Adorno’ya referansla, bu soruya olumlu yanit verilmektedir. Bu calisma, Hegel’in sanatin kokeni konusunda, onun oz-bilinci yukselten ve baskasinin oz-bilinciyle ortaklastiran iki farkli boyuta sahip oldugu iddiasina dayanmaktadir. Buradan hareketle, sanatin bu kokeninin, yaratma deneyiminde, oz-bilinci yukselten bir islevle; alimlama deneyimindeyse oz-bilincleri ortaklastiran bir islevle ortaya ciktigi gosterilmektedir. Sanat deneyiminin bu ikili islevinin dayandigi koken, duragan bi...
Kartezyen felsefenin özne sorunu, insanı ruh ve bedenin birleşimi olarak gören teolojik anlayışın... more Kartezyen felsefenin özne sorunu, insanı ruh ve bedenin birleşimi olarak gören teolojik anlayışın mirasına dayanır. Kuşkusuz Kartezyen özne anlayışı, bu mirası modern felsefeye seküler şekilde aktarır. Buna göre, insan söz konusu olduğunda, sorun artık onun ilahi kurtuluşundan ziyade, öncelikle onun ne olduğudur. İnsanın ne olduğu sorusuna verilen yanıt, modern felsefe ya da Aydınlanmanın insan görüşünün temelidir. İnsan sorunu, "akıl" ve "düşünme" kavramlarıyla yanıtlanır. Modern felsefenin bu yanıtı, insanı genel bir kalıp içinde değerlendirir. Oysa insan, yaşamı olan bir varlıktır ve onun görünür biçimleri, her tek kişiye özgüdür. İşte modern felsefenin bu eksikliği romantizm tarafından eleştirilir. Romantizmin yaşam kavramını öne çıkarması, insan sorununun genel kalıpla yanıtlanmasına mutlak bir karşı çıkış değildir. Romantizm, insanı tanımlayan genel özelliklerin, tek tek insanlarda görünür olduğunu bize gösterir. Bu nedenle insanın ne olduğu, kişisel farklılıklar göz önünde bulundurulmadan yanıtlanamaz. Bu çalışmada yaşam, özgürlük gibi kavramlar etrafında, Romantizmin modern insan sorununu, kişi sorununa indirgemesinin izleri aranmakta ve insana dair genel tasarımı, ne bakımdan aştığı incelenmektedir.
International Journal of Social Humanities Sciences Research (JSHSR), 2020
The problems of philosophy of history focus two points: res gestae and historia rerum gestarum. T... more The problems of philosophy of history focus two points: res gestae and historia rerum gestarum. The first refers to history in the sense of the past; the second refers to the way of knowing and transmitting past events. It cannot be said that the modern philosophical approach to the problem of history is based on such a definite distinction. Modern philosophy has a suspicion about history and acknowledges that historical knowledge is not a certainty. However, the Enlightenment has vague confidence to history on the contrary to this suspicion. Enlightenment, defined by the idea of progress, thinks that history (res gestae) as the ontological ground of human life moves towards an "end". Here it is, this idea has a theological origin. This study, which wants to put forward this theological origin, tries to answer that in the context of the knowledge of history, how the suspicion turns to the confidence. Thus, it's aimed to answer the question of whether modern philosophy has exceeded its theological origin on the question of history.
Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2018
This study compares Husserl's transcendental phenomenology to Dilthey's methodological hermeneuti... more This study compares Husserl's transcendental phenomenology to Dilthey's methodological hermeneutics in context of the problems of the consciousness and the meaning. In this context, it's tried to show that Husserl has hermeneutical dilemmas like that Dilthey has phenomenological ones. In this respect, it tries to answer the following problems. What is the hermeneutical and phenomenological dilemma of the transcendental phenomenology and methodological hermeneutics? Where are the limits of Husserl's and Dilthey's epistemological attempts? Can these attempts answer the problem of relation between language and world? This study, which has two basic headings, firstly claims that Husserl's notions of the consciousness and the meaning have lack of the categories of the historicity and the individuality. Thus he cannot explain that the understanding has hermeneutical conditions. Secondly, it tries to show that Dilthey's concepts of the consciousness and the meanings have lack of the phenomenological intentionality. Thus he cannot see that appearing the meaning in expression has the phenomenological conditions. Eventually, this study asserts that Gadamer and Heidegger surpass the both of Husserl's and Dilthey's dilemmas. In this regard, it indicates that the crisis, which put on the agenda by two thinkers, is actually belonging to the life not to the scientific methodology.
The Habermas-Gadamer debate focused on the task and scope of hermeneutics has constituted on the ... more The Habermas-Gadamer debate focused on the task and scope of hermeneutics has constituted on the claim of that understanding and interpretation is a linguistic inter-subjective interaction not an intellectual subjective activity. Hermeneutical reflection, rose from this interaction, has a critical task that illuminates pre-conditions of subject in the process of understanding and interpretation. The emphasis of this study is on the ethical and political effects of this task, but not on the debate of whether this critical task has a linguistic restriction. Even though Gadamer, Habermas and Ricoeur have properly remarked that the critical task of hermeneutical reflection founded on self-consciousness is practical, none of them had improved theories of ethics and politics referring this practical task. In this study, I will discuss the place and the importance of the hermeneutical reflection in the discourse ethics of Apel, in the pragmatic relativism of Rorty, and in Taylor’s the ethi...
Frankfurt Okulu’yla ozdeslesen Elestirel Teori’nin, sosyal bilimlerin gelisimi icin yeni ufuklar ... more Frankfurt Okulu’yla ozdeslesen Elestirel Teori’nin, sosyal bilimlerin gelisimi icin yeni ufuklar actigi kusku tasimaz. Pozitivizm karsiti tutumlari, topluma yonelik bilgisel bir cabanin bilim olma kosullarina odaklidir. Ancak Marksist sinirlarla belirlenmis bu kosullar, onemli bir soruna da isaret eder. Elestirel bir sosyal bilim, nasil bir epistemolojiye dayanmalidir? Elestirel bir unsur olarak “refleksiyonun” epistemolojik onemine vurgu yapan bu calisma, ilkin Elestirel Teori’nin refleksiyonu ele alma bicimini incelemektedir. Refleksiyonu, Marksist sinirlarin otesine tasiyarak, elestirel bir sosyal bilimin epistemolojisini temellendiren Habermas’tir. Cunku Habermas, “dil”, “eylem” ve “bilgi” arasinda iliski kurarak, elestirinin hermeneutik ve psikanalitik boyutlarini temellendirir. Bu nedenle, bu calisma, “bilgi”, “ilgi”, “ozgurlesim”, “ideoloji elestirisi” ve “iletisimsel eylem” gibi kavramlar arasindaki iliskiyi inceleyerek, bir sosyal bilimin elestirel olma kosullarina isik tut...
FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sep 1, 2017
Bu çalışma, sanat eserinin kökenine ilişkin tartışmadan hareketle, sanatın nasıl bir deneyim oldu... more Bu çalışma, sanat eserinin kökenine ilişkin tartışmadan hareketle, sanatın nasıl bir deneyim olduğunu incelemeyi amaçlamaktadır. Buna iki açıdan yaklaşan, bu çalışma, ilk olarak, sanatçının yaratma deneyimiyle sınırlandığında, sanat deneyiminin nasıl göründüğüne odaklanmaktadır. Bu bakımdan Heidegger'in sanatın özüne ilişkin tartışmasına gönderimlerde bulunmaktadır. İkinci olarak alımlama deneyiminin, sanatsal bir deneyim olup olmadığı sorusuna yanıt aranmaktadır. Bu bölümde de Dewey ve ağırlıklı olarak Adorno'ya referansla, bu soruya olumlu yanıt verilmektedir. Bu çalışma, Hegel'in sanatın kökeni konusunda, onun öz-bilinci yükselten ve başkasının öz-bilinciyle ortaklaştıran iki farklı boyuta sahip olduğu iddiasına dayanmaktadır. Buradan hareketle, sanatın bu kökeninin, yaratma deneyiminde, öz-bilinci yükselten bir işlevle; alımlama deneyimindeyse öz-bilinçleri ortaklaştıran bir işlevle ortaya çıktığı gösterilmektedir. Sanat deneyiminin bu ikili işlevinin dayandığı köken, durağan bir şeye canlılık verdiğinden tarihsel; gizli olan bir şeyin açığa çıkmasını sağladığından mitseldir. Son olarak, sanatsal deneyimin, yeniden üretim biçimine dönüşmenin, sanat ile kökeni arasındaki ilişkiyi nasıl bozduğu ele alınmaktadır.
Felsefe Dünyası yılda iki sayı olmak üzere Temmuz ve Aralık aylarında yayımlanır. 2004 yılından i... more Felsefe Dünyası yılda iki sayı olmak üzere Temmuz ve Aralık aylarında yayımlanır. 2004 yılından itibaren Philosopher's Index ve Tubitak/Ulakbim tarafindan dizinlenmektedir.
Zenodo (CERN European Organization for Nuclear Research), Feb 2, 2019
Frankfurt Okulu, Weimar Cumhuriyeti'ni desteklemek ile Bolşevik Devrimi'ni sosyalist hareketin li... more Frankfurt Okulu, Weimar Cumhuriyeti'ni desteklemek ile Bolşevik Devrimi'ni sosyalist hareketin lideri kabul etmek arasında sıkışıp kalmış Marxizmi, yeniden canlandırmak amacını taşır. Bunun için geliştirdiği, eleştirel teori, tarihsel materyalizmi yeniden temellendirmeyi dener. Horkheimer ve Adorno'nun denemeleri, toplumsal değişime yönelik bir karamsarlıkla sonuçlanır. Oysa Marcuse, onların aksine, eleştiriyi, toplumsal bir umut olarak ortaya koymak ister. İşte bu çalışmada, Marcuse'un toplumsal değişime dair umudunun felsefi dayanakları tartışılmak istenmektedir. Marcuse, toplumsal değişime dair umudunu, bilincin özgürlüğüne ve gücüne dayandırır. Bu nedenle, bilincin özgürlüğünü ortaya koymak için, tarihsel materyalizme fenomenolojik bir temel arar. Önce Heidegger ile Marx'ı uzlaştırmaya çalışsa da daha sonra fenomenolojiyi tarihsellikle uyuşturan asıl kaynağa, yani Hegel'e geri döner. Hegel'e referansla, bilincin özgürlüğünün gizli bir güce sahip olduğunu ancak uygarlık tarihi boyunca bu gücün bastırıldığını iddia eder. Bilincin özgürleştirici gücünün bastırılmasını, Freud'a referanslarla gösteren Marcuse, bu açıdan da psikanaliz ile Marxizmi yakınlaştırır. Hegel ve Freud yorumlarıyla, tarihsel materyalizmi yeniden temellendiren Marcuse, bilincin özgürlüğünü eleştirinin kökeni olarak kabul eder. Yine bu çalışmada, Marcuse'un bu kabulden hareketle, toplumsal değişime dair nasıl bir reçete sunduğu ve bu reçetenin içeriğindeki imalar ele alınmaktadır.
This study compares Husserl's transcendental phenomenology to Dilthey's methodological hermeneuti... more This study compares Husserl's transcendental phenomenology to Dilthey's methodological hermeneutics in context of the problems of the consciousness and the meaning. In this context, it's tried to show that Husserl has hermeneutical dilemmas like that Dilthey has phenomenological ones. In this respect, it tries to answer the following problems. What is the hermeneutical and phenomenological dilemma of the transcendental phenomenology and methodological hermeneutics? Where are the limits of Husserl's and Dilthey's epistemological attempts? Can these attempts answer the problem of relation between language and world? This study, which has two basic headings, firstly claims that Husserl's notions of the consciousness and the meaning have lack of the categories of the historicity and the individuality. Thus he cannot explain that the understanding has hermeneutical conditions. Secondly, it tries to show that Dilthey's concepts of the consciousness and the meanings have lack of the phenomenological intentionality. Thus he cannot see that appearing the meaning in expression has the phenomenological conditions. Eventually, this study asserts that Gadamer and Heidegger surpass the both of Husserl's and Dilthey's dilemmas. In this regard, it indicates that the crisis, which put on the agenda by two thinkers, is actually belonging to the life not to the scientific methodology.
The Habermas-Gadamer debate focused on the task and scope of hermeneutics has constituted on the ... more The Habermas-Gadamer debate focused on the task and scope of hermeneutics has constituted on the claim of that understanding and interpretation is a linguistic inter-subjective interaction not an intellectual subjective activity. Hermeneutical reflection, rose from this interaction, has a critical task that illuminates preconditions of subject in the process of understanding and interpretation. The emphasis of this study is on the ethical and political effects of this task, but not on the debate of whether this critical task has a linguistic restriction. Even though Gadamer, Habermas and Ricoeur have properly remarked that the critical task of hermeneutical reflection founded on self-consciousness is practical, none of them had improved theories of ethics and politics referring this practical task. In this study, I will discuss the place and the importance of the hermeneutical reflection in the discourse ethics of Apel, in the pragmatic relativism of Rorty, and in Taylor's the ethics of authenticity and the politics of recognition. Those theories found on the task of hermeneutical reflection, which exalts individuality, therefore they are liberal theories. Exposing hermeneutical effects on those theories that are a result of "the linguistic turn" will indicate the practical value of hermeneutics. In addition, I will mention that those liberal theories can involve some dangers and aims to justify asking whether a hermeneutical theory of ethics and politics is necessarily "liberal".
Kaygı. Bursa Uludağ Üniversitesi fen-edebiyat fakültesi felsefe dergisi, Oct 15, 2013
Hermeneutige, yontemsel olarak farkli bir aciklama getirmek amacinda olmayan Gadamer’in en cok el... more Hermeneutige, yontemsel olarak farkli bir aciklama getirmek amacinda olmayan Gadamer’in en cok elestirilen yonu, belki de kullandigi provokatif kavramlardir. Kullandigi “onyargi”, “gelenek” ve “otorite” gibi kavramlarin provokatifligini kabul eden Gadamer’in bu tur kavramlari tercih etmesinin yine de felsefi dayanaklari vardir. Anlayan ‘ben’in ve anlasilan seyin tarih tarafindan etkilendigini ifade eden “etki tarihi ilkesi” ve anlamanin on-kosulluluguna vurgu yapan “hermeneutik daire” fikri, Gadamer’in soz konusu bu dayanaklaridir. Bu nedenle Gadamer’in etki tarihi ilkesini ve hermeneutik daire fikrini provoke ettigini iddia etmek yanlis olmayacaktir. Ama bu noktada onun bu provokatifligi neye karsi gerceklestirdigi sorusu akla gelir. Bu soruya verilecek yanit, Gadamer'in provokatifligini aciklayici nitelikte olacaktir. Bu calismada, Gadamer'in etki tarihi ilkesi ve hermeneutik daire fikrini ne bakimdan ve soz konusu kavramlara nasil anlamlar yukleyerek, neye karsi provokatorluk yaptigina aciklik getirilmeye calisilmistir.
Frankfurt Okulu yla ozdeslestirilen elestiri dusuncesinin Hermeneutik Gelenekten hic de uzak olma... more Frankfurt Okulu yla ozdeslestirilen elestiri dusuncesinin Hermeneutik Gelenekten hic de uzak olmadigi kabulune dayanan bu calisma, refleksiyonun elestirel islevi ve kapsamina odaklanmaktadir. Cunku hem elestiri hem de hermeneutik anlama refleksif bir boyuta sahiptir. Calismanin ilk iki bolumunde ele alinan Hermeneutik Gelenek ile Frankfurt Okulu analizinin ortaya cikardigi sonuc, refleksiyonun iki anlamda elestirel isleve sahip oldugudur. Ilkin elestirel hermeneutik refleksiyon araciligiyla Ben , bir oz-bilinc kurarken, ikincil olarak, bunu gerceklestirdigi anda toplumsal bir bilince acilmaktadir. Habermas ve Gadamer tartismasiyla, islev ve kapsami bakimindan derinlesen elestirel hermeneutik refleksiyon, ozgurlestirici bir yeti olarak one cikmaktadir. Bu yetiyi, hem benlik kurucu hem de uzlastirici bir yeti olarak ortaya koyan Ricoeur icin, yabancilastirici mesafesinin yarattigi oz-bilinc hem bir aciklama modeli oldugundan teoriktir hem de Ben in kendisini yeniden hatirlamasi ve ye
Zenodo (CERN European Organization for Nuclear Research), Mar 7, 2020
İnsan doğası tartışması "insanın ne olduğu" sorusuysa eğer, bu tartışma kuşkusuz yalnızca modern ... more İnsan doğası tartışması "insanın ne olduğu" sorusuysa eğer, bu tartışma kuşkusuz yalnızca modern felsefeye ait değildir. "Ben neyim?" sorusunu sorarak bu tartışmayı, modern felsefe içinde görünür kılan Descartes olmuştur. Kendisini "düşünen bir varlık" olarak kabul eden Descartes, belirli kabulleri kendisinden önceki düşünürlerden miras almış ve kendisinden sonrakilere miras bırakmıştır. Bu inceleme, modern felsefe ve Aydınlanma'nın insan anlayışının bu kabullerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. İnsanı "akıl sahibi bir varlık" olarak gören ve "onun yalnızca aklın sözünü dinlediğinde Tanrı'ya yaklaşabileceğini" öğütleyen bu kabuller, teolojiktir. Hıristiyan teolojisinin genel bir tasarımla insan doğasına ilişkin kabulleri, "akıl ile inanç ayrımı" konusunda modern felsefe ve Aydınlanma'nın kökenini ifade eder. Bu çalışmada, bu teolojik kökenlerin ne olduğu ve modern batı düşüncesinin bu kökeni ne ölçüde aşabildiği incelenmektedir. Bu inceleme, "akıl" ve "inanç" ilişkisinin, aslında "insan doğası" tartışmasının ufkunu belirleyen bir ölçüt olduğu kabulüne dayanmakta ve bu dayanağı tanıtlamaya çalışmaktadır. Bu nedenle akıl ve inanç arasındaki ilişki tartışmasının insan doğası tartışmasına dönüşmesinin izi sürülmektedir. Çalışmada modern batı düşüncesinin simge düşünürleri, yalnızca bu bağlamda incelenmektedir. Kartezyen felsefe, İngiliz deneyciliği, Fransız Aydınlanması ve Alman Aydınlanması başlıklarını içeren tartışma, modern batı düşüncesinin "insan sorununu", teolojik kökenine bağlı olarak "genel bir tasarım" çerçevesinde, nasıl ele aldığını göstermeyi amaçlamaktadır.
Yaşam dünyasını oluşturan insani fenomenlerin, modern doğa bilimlerinin bilimselliğe getirdiği öl... more Yaşam dünyasını oluşturan insani fenomenlerin, modern doğa bilimlerinin bilimselliğe getirdiği ölçütlerle açıklanamaması, yeni bir bilimin temellendirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu temellendirme girişimlerinin belki de en önemli örneği, W. Dilthey'ın tin bilimlerine yönelik çabasıdır. Hermeneutiği, tin bilimlerinin yöntemi olarak belirleyen Dilthey, yine de modern bilimin deneyci çıkış noktasına ve tümelci açıklama modeline kısmen sadık kalır. Bu sadakatinden olsa gerek Dilthey, bazı epistemolojik sınırlar uyarınca bunu gerçekleştirir. Dilthey için hermeneutiğin dayandığı temel kavramlar olan tekilliğin ve tarihselliğin durduğu yerin, bu sınırılarla ilişkisi önemli bir sorundur. Bu iki kavram, birer epistemolojik kategori olarak Dilthey'ın düşüncesinde önemli bir yere sahip olsa da, burada asıl üzerinde durulan söz konusu bu kavramlara getirilen epistemolojik sınırların, tin bilimlerinin temellendirilmesindeki başarısı değil; bizzat bu başarının da arkasında yer alan ontoloj...
Husserl’in transandantal fenomenolojisi ve Dilthey’ın metodolojik hermeneutiği, bu çalışmada, iki... more Husserl’in transandantal fenomenolojisi ve Dilthey’ın metodolojik hermeneutiği, bu çalışmada, iki temel sorun bakımından karşılaştırılmaktadır: bilinç ve anlam. Bu iki sorun çerçevesinde, Husserl’in hermeneutik ve Dilthey’ın fenomenolojik çıkmazlara sahip olduğu gösterilmek istenmektedir. Bu bakımdan şu sorulara yanıt aranmaktadır. Transandantal fenomenolojinin hermeneutik çıkmazı ile metodolojik hermeneutiğin fenomenolojik çıkmazı nedir? Hem Husserl’in hem de Dilthey’ın epistemolojik çabalarının gelip dayandıkları sınır neresidir? Bu çabalar, dil ile dünya arasındaki ilişki sorununa tatmin edici bir yanıt verebilmişler midir? İki temel başlığa sahip olan çalışmada, ilkin Husserl’in bilinç ve anlam konusunda, tarihsellik ve tekillik kategorilerinden yoksun olduğu ve anlamın başka bir özne tarafından anlaşılmasının hermeneutik koşullarını açıklayamadığı iddiası temellendirilmek istenmektedir. İkinci olarak Dilthey’ın aynı konularda, bilincin şimdide iş gören yönelimselliğinden yoksun...
Bu calisma, sanat eserinin kokenine iliskin tartismadan hareketle, sanatin nasil bir deneyim oldu... more Bu calisma, sanat eserinin kokenine iliskin tartismadan hareketle, sanatin nasil bir deneyim oldugunu incelemeyi amaclamaktadir. Buna iki acidan yaklasan, bu calisma, ilk olarak, sanatcinin yaratma deneyimiyle sinirlandiginda, sanat deneyiminin nasil gorundugune odaklanmaktadir. Bu bakimdan Heidegger’in sanatin ozune iliskin tartismasina gonderimlerde bulunmaktadir. Ikinci olarak alimlama deneyiminin, sanatsal bir deneyim olup olmadigi sorusuna yanit aranmaktadir. Bu bolumde de Dewey ve agirlikli olarak Adorno’ya referansla, bu soruya olumlu yanit verilmektedir. Bu calisma, Hegel’in sanatin kokeni konusunda, onun oz-bilinci yukselten ve baskasinin oz-bilinciyle ortaklastiran iki farkli boyuta sahip oldugu iddiasina dayanmaktadir. Buradan hareketle, sanatin bu kokeninin, yaratma deneyiminde, oz-bilinci yukselten bir islevle; alimlama deneyimindeyse oz-bilincleri ortaklastiran bir islevle ortaya ciktigi gosterilmektedir. Sanat deneyiminin bu ikili islevinin dayandigi koken, duragan bi...
Kartezyen felsefenin özne sorunu, insanı ruh ve bedenin birleşimi olarak gören teolojik anlayışın... more Kartezyen felsefenin özne sorunu, insanı ruh ve bedenin birleşimi olarak gören teolojik anlayışın mirasına dayanır. Kuşkusuz Kartezyen özne anlayışı, bu mirası modern felsefeye seküler şekilde aktarır. Buna göre, insan söz konusu olduğunda, sorun artık onun ilahi kurtuluşundan ziyade, öncelikle onun ne olduğudur. İnsanın ne olduğu sorusuna verilen yanıt, modern felsefe ya da Aydınlanmanın insan görüşünün temelidir. İnsan sorunu, "akıl" ve "düşünme" kavramlarıyla yanıtlanır. Modern felsefenin bu yanıtı, insanı genel bir kalıp içinde değerlendirir. Oysa insan, yaşamı olan bir varlıktır ve onun görünür biçimleri, her tek kişiye özgüdür. İşte modern felsefenin bu eksikliği romantizm tarafından eleştirilir. Romantizmin yaşam kavramını öne çıkarması, insan sorununun genel kalıpla yanıtlanmasına mutlak bir karşı çıkış değildir. Romantizm, insanı tanımlayan genel özelliklerin, tek tek insanlarda görünür olduğunu bize gösterir. Bu nedenle insanın ne olduğu, kişisel farklılıklar göz önünde bulundurulmadan yanıtlanamaz. Bu çalışmada yaşam, özgürlük gibi kavramlar etrafında, Romantizmin modern insan sorununu, kişi sorununa indirgemesinin izleri aranmakta ve insana dair genel tasarımı, ne bakımdan aştığı incelenmektedir.
International Journal of Social Humanities Sciences Research (JSHSR), 2020
The problems of philosophy of history focus two points: res gestae and historia rerum gestarum. T... more The problems of philosophy of history focus two points: res gestae and historia rerum gestarum. The first refers to history in the sense of the past; the second refers to the way of knowing and transmitting past events. It cannot be said that the modern philosophical approach to the problem of history is based on such a definite distinction. Modern philosophy has a suspicion about history and acknowledges that historical knowledge is not a certainty. However, the Enlightenment has vague confidence to history on the contrary to this suspicion. Enlightenment, defined by the idea of progress, thinks that history (res gestae) as the ontological ground of human life moves towards an "end". Here it is, this idea has a theological origin. This study, which wants to put forward this theological origin, tries to answer that in the context of the knowledge of history, how the suspicion turns to the confidence. Thus, it's aimed to answer the question of whether modern philosophy has exceeded its theological origin on the question of history.
Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2018
This study compares Husserl's transcendental phenomenology to Dilthey's methodological hermeneuti... more This study compares Husserl's transcendental phenomenology to Dilthey's methodological hermeneutics in context of the problems of the consciousness and the meaning. In this context, it's tried to show that Husserl has hermeneutical dilemmas like that Dilthey has phenomenological ones. In this respect, it tries to answer the following problems. What is the hermeneutical and phenomenological dilemma of the transcendental phenomenology and methodological hermeneutics? Where are the limits of Husserl's and Dilthey's epistemological attempts? Can these attempts answer the problem of relation between language and world? This study, which has two basic headings, firstly claims that Husserl's notions of the consciousness and the meaning have lack of the categories of the historicity and the individuality. Thus he cannot explain that the understanding has hermeneutical conditions. Secondly, it tries to show that Dilthey's concepts of the consciousness and the meanings have lack of the phenomenological intentionality. Thus he cannot see that appearing the meaning in expression has the phenomenological conditions. Eventually, this study asserts that Gadamer and Heidegger surpass the both of Husserl's and Dilthey's dilemmas. In this regard, it indicates that the crisis, which put on the agenda by two thinkers, is actually belonging to the life not to the scientific methodology.
The Habermas-Gadamer debate focused on the task and scope of hermeneutics has constituted on the ... more The Habermas-Gadamer debate focused on the task and scope of hermeneutics has constituted on the claim of that understanding and interpretation is a linguistic inter-subjective interaction not an intellectual subjective activity. Hermeneutical reflection, rose from this interaction, has a critical task that illuminates pre-conditions of subject in the process of understanding and interpretation. The emphasis of this study is on the ethical and political effects of this task, but not on the debate of whether this critical task has a linguistic restriction. Even though Gadamer, Habermas and Ricoeur have properly remarked that the critical task of hermeneutical reflection founded on self-consciousness is practical, none of them had improved theories of ethics and politics referring this practical task. In this study, I will discuss the place and the importance of the hermeneutical reflection in the discourse ethics of Apel, in the pragmatic relativism of Rorty, and in Taylor’s the ethi...
Frankfurt Okulu’yla ozdeslesen Elestirel Teori’nin, sosyal bilimlerin gelisimi icin yeni ufuklar ... more Frankfurt Okulu’yla ozdeslesen Elestirel Teori’nin, sosyal bilimlerin gelisimi icin yeni ufuklar actigi kusku tasimaz. Pozitivizm karsiti tutumlari, topluma yonelik bilgisel bir cabanin bilim olma kosullarina odaklidir. Ancak Marksist sinirlarla belirlenmis bu kosullar, onemli bir soruna da isaret eder. Elestirel bir sosyal bilim, nasil bir epistemolojiye dayanmalidir? Elestirel bir unsur olarak “refleksiyonun” epistemolojik onemine vurgu yapan bu calisma, ilkin Elestirel Teori’nin refleksiyonu ele alma bicimini incelemektedir. Refleksiyonu, Marksist sinirlarin otesine tasiyarak, elestirel bir sosyal bilimin epistemolojisini temellendiren Habermas’tir. Cunku Habermas, “dil”, “eylem” ve “bilgi” arasinda iliski kurarak, elestirinin hermeneutik ve psikanalitik boyutlarini temellendirir. Bu nedenle, bu calisma, “bilgi”, “ilgi”, “ozgurlesim”, “ideoloji elestirisi” ve “iletisimsel eylem” gibi kavramlar arasindaki iliskiyi inceleyerek, bir sosyal bilimin elestirel olma kosullarina isik tut...
Uploads
Papers by Erdal İsbir