Papers by Tuğba Sivri Çınar
Is it a human right to have access to the arts? Although Article 27 of the 1948 Universal Declara... more Is it a human right to have access to the arts? Although Article 27 of the 1948 Universal Declaration of Human Rights states that "Everyone has the right freely to participate in the cultural life of the community, to enjoy the arts and to share in scientific advancement and its benefits", 1 it is not considered a "right" when it comes to culture and the arts. Art is still seen as a luxury. Perhaps for this reason, in semi-democratic countries like Turkey, where the understanding of human rights is not well established, attacks on freedom of artistic expression are not recognized as human rights violations. In this article, I will try to remind the fact that freedom of artistic expression is a human right, based on the reports of the Platform for Monitoring Artistic Freedom (SÖZ Platformu), 2 which monitors violations of freedom of artistic expression in Turkey. What is "SÖZ"? SÖZ is a project supported by the Friedrich Neumann Foundation, which is monitoring and reporting on all violations of freedom of expression in the field of culture and arts in Turkey since January 2023. The word "söz" means "word" in Turkish and it is the acronym of "Sanat Özgürlüğünü İzleme Platformu" (Platform for Monitoring Artistic Freedom).
Kültür ve iletişim, Sep 20, 2019
Hem dünyada hem Türkiye’de siyasal ve kültürel olarak bir kırılma noktasını imleyen1980’lerde Tür... more Hem dünyada hem Türkiye’de siyasal ve kültürel olarak bir kırılma noktasını imleyen1980’lerde Türk şiiri, askeri darbe sonrası oluşan baskı ortamında “içe dönmüş” ve “kişisel”olana yönelmiştir. Bu durum kimi eleştirmenlerce şiirin apolitizasyonu olarak yorumlansa da1980’ler, daha önceki siyaset biçimlerine benzemeyen, daha farklı politik akım ve oluşumlarasahne olmuştur. Türkiye’de yükselen radikal feminizm de bu farkı politik akımlardan biridir.Batı’da 1960’larda ortaya çıkan radikal feminizmin “kişisel olan politiktir” sloganı ve Fransızfeministlerin, kadınların eril dili kırarak kendi dil ve kültürlerini oluşturmalarının kadınözgürlüğü için şart olduğu argümanı, 1980 sonrası Türk edebiyatında ve kültürel üretimalanında karşılık bulmuştur. Bu çalışmada 1980 sonrası Türk şiirinin üç önemli kadın ismiNilgün Marmara, Birhan Keskin ve Didem Madak’ın şiirlerini, lirik şiirin barındırdığı politikpotansiyel ve dişil dilin inşası bağlamında analiz ettim. Bu üç şairin ortak yönlerineodaklanarak bir “dişil dil iskeleti” çıkarmaya çalıştım. Sonuç olarak bu üç şairin, “ev”i (yaniözel alanı) sorunsallaştırarak; Tanrı/baba/erkeğe isyan ederek; betonlaşma ve doğatahribatıyla yükselen kapitalist kültüre karşı doğaya dönüşü savunarak ve en önemlisi kadınbedenini, kadınların kendi ağızlarından, kendi “dil”leriyle yazarak dişil bir dil kurduklarınıgözlemledim. Ev içi deneyimlerin (evden kaçış, evi kurmak, evi düzeltmek de dâhil) ve kadınbedeninin (menopoz, adet görme, cinsellik vs.) şiire taşınması, ataerkil ideolojinin yok saydığıve üstünü örttüğü gerçeği gösterdiği ölçüde politiktir. Keskin, Madak ve Marmara, lirik şiirihem politik hem de dişil bir yerden kurmuşlardır.
Masculinities: A Journal of Identity and Culture, Oct 15, 2019
Özet: Popüler edebiyat ürünleri, toplumsal cinsiyet düzeninin sembolik kodlarını taşıyan, yaygınl... more Özet: Popüler edebiyat ürünleri, toplumsal cinsiyet düzeninin sembolik kodlarını taşıyan, yaygınlaştıran ve mevcut siyasal ve kültürel ortamın etkileriyle şekillenerek bu kodları dönüştürebilen kültürel ürünlerdir. Özellikle küreselleşmenin etkisinin yoğunlaştığı internet çağında popüler kültür ürünleri, hem çok daha hızlı yaygınlaşmakta, hem daha çabuk ve çok tüketilmekte, hem de küresel bir kitle kültürünün oluşmasına öncesine kıyasla çok daha elverişli bir ortam hazırlamaktadır. Wattpad, bu çağın popüler edebiyat sahasına hâkim olmaya başlayan, popüler edebiyat üretimini de farklı bir boyuta taşıyarak cep telefonu sahip herkesin herhangi bir aracı yayıncıya ihtiyaç duymaksızın geniş kitlelere erişebilecek ürünler üretmesine imkân veren bir uygulamadır. Türkiye’de üç buçuk milyonun üstünde kullanıcısı olan Wattpad üzerinden yayınlanan romanların en çok okunanları çeşitli yayınevlerince basılı olarak yayınlanmaktadır. Bu bağlamda, küresel toplumsal cinsiyet kodlarının temsilini yansıtacağını öngörerek Wattpad üzerinde çok okunan mafya romanlarına Connell’ın hegemonik erkeklik ve öne çıkan kadınlık kavramları üzerinden yaklaştık ve Şule Terzi’nin, ilki 2015’te yayınlanan Psikopat Mafya ve Psikopat Mafya 2 adlı kitaplarını bu bağlamda analiz ederek genel bir çerçeve çizmeye çalıştık. Bu bağlamda özellikle ergen kızların okuyup ürettikleri Wattpad romanlarındaki hegemonik erkekliğin, üst sınıftan, zenginliğinin bir sınırı olmayan, fiziksel olarak aşırı güçlü, karanlık işlerle uğraşan, “kötü adamlar”a karşı şiddet uygulamaktan çekinmeyen ve uyguladığı bu şiddet meşru görülen, birlikte olduğu kadını cinsel birlikteliğe zorlayan (ki bu zorlama bir şiddet olarak değil yoğun ve haklı erkek arzusu olarak sunulmaktadır) bir erkeklik olduğunu gördük. Bu erkeklik, “çeteleşme” şeklinde kimliğini bulmakta, çete lideri ve yanındaki sadık çete üyelerinde temsil edilmektedir. Lüks villalarda oturup lüks arabalar kullanan, büyük bir şirkette yönetici pozisyonunda olan, etrafındaki bütün kadınların kendisine hayran olduğu ve onunla birlikte olmaya çalıştığı, dini inancının çok ön planda olmadığı, günü birlik ilişkiler yaşasa da bir gün evleneceği “el değmemiş” özel kadını arayan, son olarak hiçbir şekilde heteroseksüel çizgiler dışına çıkmadığı gibi homofobik olmayı bir namus görevi olarak gören bir erkekliktir. Vurgulanan kadınlık da bu erkeğe göre şekillenmekte; bekareti vurgulanan, fiziksel olarak kusursuz güzellikte, erkeğe göre alt sınıftan gelen, eril çeteye paralel bir dişil çetenin lideri konumunda olan ve çete dışındaki “diğer kadınlar”la arasında rekabet olan, diğer kadınlara şiddet uygulamaktan çekinmeyen, en büyük hayali evlilik ve annelik olan bir kadınlıktır.
Kültür ve İletişim, 2019
Hem dünyada hem Türkiye’de siyasal ve kültürel olarak bir kırılma noktasını imleyen1980’lerde Tür... more Hem dünyada hem Türkiye’de siyasal ve kültürel olarak bir kırılma noktasını imleyen1980’lerde Türk şiiri, askeri darbe sonrası oluşan baskı ortamında “içe dönmüş” ve “kişisel”olana yönelmiştir. Bu durum kimi eleştirmenlerce şiirin apolitizasyonu olarak yorumlansa da1980’ler, daha önceki siyaset biçimlerine benzemeyen, daha farklı politik akım ve oluşumlarasahne olmuştur. Türkiye’de yükselen radikal feminizm de bu farkı politik akımlardan biridir.Batı’da 1960’larda ortaya çıkan radikal feminizmin “kişisel olan politiktir” sloganı ve Fransızfeministlerin, kadınların eril dili kırarak kendi dil ve kültürlerini oluşturmalarının kadınözgürlüğü için şart olduğu argümanı, 1980 sonrası Türk edebiyatında ve kültürel üretimalanında karşılık bulmuştur. Bu çalışmada 1980 sonrası Türk şiirinin üç önemli kadın ismiNilgün Marmara, Birhan Keskin ve Didem Madak’ın şiirlerini, lirik şiirin barındırdığı politikpotansiyel ve dişil dilin inşası bağlamında analiz ettim. Bu üç şairin ortak yönlerineodakla...
The Sociological Review Online, 2020
In my PhD thesis, I search for the linkages among the popular novels, neo-conservatism, neo-liber... more In my PhD thesis, I search for the linkages among the popular novels, neo-conservatism, neo-liberalism and the global gender regime through the most popular Wattpad “romance” novels written by conservative women. I argue that romances on Wattpad create a love myth, which in turn feeds traditional ideas around gender roles.
OnlyFans 'meselesi' üzerine, 2023
Onlyfans'ın yasaklanması üzerine sosyal medyada hem platformda içerik üretenlerden hem de platfor... more Onlyfans'ın yasaklanması üzerine sosyal medyada hem platformda içerik üretenlerden hem de platformun destekleyicilerinden tepkiler geldi. Yasak, bir grup ahlakçının "aile yapımız bozuluyor" söylemine dayanıyor ve bu nedenle aslında kadınların ne yapıp ne yapmayacağını söyleyen muhafazakâr sistemin bir uzantısı işlevini görüyor. Ancak Onlyfans gibi platformlar gerçekten kadınların "özgürce para kazanabilecekleri" alanlar mı? Gelen tepkilerden yola çıkarak bu soruyu ele alalım.
Gazete Duvar , 2022
Kadınlar, emek ve edebiyat: 21. yüzyılda yerli edebiyatta neler oluyor?
Ev içi emek ve yeniden ür... more Kadınlar, emek ve edebiyat: 21. yüzyılda yerli edebiyatta neler oluyor?
Ev içi emek ve yeniden üretimin cinsiyetli yapısına rağmen Türkiye'de kadınlar 150 yılı aşkındır yazıyor, yazmaya da devam edecek. Ancak bu kadınların edebiyat alanına eşit erişime sahip olduğunu göstermiyor.
Popüler kültür eleştirileri, hele de feminist eleştiriler Netflix-sonrası diyebileceğim şu zaman ... more Popüler kültür eleştirileri, hele de feminist eleştiriler Netflix-sonrası diyebileceğim şu zaman için akademik hattın en politik sahalarından biri haline geldi. Bu yüzden akademisyen, yazar ve pop kültür eleştirmeni Roxanne Gay'in 2014'te yayımlanan, Türkçesi 2019'da Martı Yayınları'ndan çıkan 'Kötü Feminist' kitabı, literatüre önemli bir katkı sundu. Kendisi de bir "çok satan" olan bu kitap, Gay'in kişisel, politik, kültürel birçok meseleyi gündelik bir dille ele aldığı yazılardan oluşuyor. Kitabın girişi, başlıktan umduğumu bulamayacağımı söylüyordu, yine de tartışmalı bir argümanla ilgi çekici başladı. 'Kötü feminist' tabiri, Sarah Ahmed'in 'oyunbozan feminist'ini anımsatmış, her gün binlerce ataerkil şiddet, sömürü ve en olmadık saçmalıkla uğraşan feministlerin neden neşeli ya da tatlı dilli olmadıklarını sorgulayan kültürle dalga geçen bir ifade gibi gelmişti. Oysa Gay, birebir anlamıyla kullanmış bu tabiri: Kötü feminist, yani feminizmi "iyi" yapamayan feminist. Yazar diyor ki;
Çocukken televizyonda gördüğüm ve beynime kazınmış iki kadın imgesi var: Duygu Asena ve Panter Em... more Çocukken televizyonda gördüğüm ve beynime kazınmış iki kadın imgesi var: Duygu Asena ve Panter Emel. İkisi de "marjinal, radikal, uçlarda, çatlak" gibi sıfatlarla ve "yine olay çıkardı" gibi başlık cümlelerle kazındı aklıma. Bir şekilde ikisinden de çekindiğimi, hiç tanımadığım bu kadınların "tehlikeli" olduklarını hissettiğimi hatırlıyorum. 90'larda çocuk olmanın böyle de bir etkisi varmış demek ki.
Romansal Hakikatin Pesinde: Karamazov Kardesler’de Mimetik Arzunun Eril Yonunun Ortaya Cikisi OZ ... more Romansal Hakikatin Pesinde: Karamazov Kardesler’de Mimetik Arzunun Eril Yonunun Ortaya Cikisi OZ “Tanri’nin olumu” ile birlikte modern insan, otorite kaybini telafi etmenin farkli yollarini bulmus, adeta ‘ozgurlukle basa cikma’nin yollarini aramistir. Fransiz edebiyat elestirmeni Rene Girard, dunya genelinde git gide yukselen muhafazakâr, radikal gruplari ve insanlarin totaliter rejimlere olan egilimini aciklamada da yardimci olabilecek kuramin edebiyatta sakli oldugunu; romanlarin, modern insanin Tanri arayisini ve arzunun bir dolayimlayici vasitasiyla ortaya cikisini (ucgen arzu) aciklamada tek kaynak olduklarini iddia etmektedir. Bu calisma, Girard’in romansal hakikate en yakin yazar olarak gordugu Dostoyevski’nin son eseri Karamazov Kardesler’i mimetik arzu tezine dayanarak analiz ederek, hem modern insani ve modern toplumu anlamaya yarayacak ipuclari bulmayi hem de Girard’in teorisine bir toplumsal cinsiyet perspektifi ekleyerek edebiyat elestirisine farkli bir pencere acmayi amaclamaktadir. Bunun icin Girard’in “efendi-kole”, “sadizm-mazosizm”, din, iktidar ve gurur gibi kavramlari kullanilmistir. Anahtar Kelimeler: Ucgen arzu, Mimetik arzu, Toplumsal cinsiyet, Iktidar After the Romanesque Truth: TheAppearence of Masculine Side of Mimetic Desire in The Brothers Karamazov ABSTRACT After “the death of the God”, modern human found new ways to fill the blank of the lost of the authority and tried to ‘deal with the freedom’. Rene Girard, the French literary critic, suggests that it is hidden in the literature why people are tend to be more conservative, radical and to support totalitarian regimes. He claims that real novels are the only way to uncover this modern truth –that modern people is stil seeking for a God and the desire appears via a mediator. He says all desires are mimetic. In this study, the last book of Dostoyevski –The Brothers Karamazov- whom Girard thinks the closest writer to the romanesque truth, is analysed by the mimetic desire theory. It aims both to find some clues to understand the modern human and add a gender perspective to Girard’s theory to open a different point-of-view to literary criticism. Fort his purpose, Girard’s concepts of “master-slave”, “sadism-masochism”, religion, power and pride are used. Key Words: Mimetic desire, Gender, Power
Birgün Pazar eki, 2020
“Yeni muhafazakâr siyasal atmosferin etkisindeki genç nesiller aşkı, eşitler arası bir ilişki değ... more “Yeni muhafazakâr siyasal atmosferin etkisindeki genç nesiller aşkı, eşitler arası bir ilişki değil; korunması gereken kadın ve onu korumakla mükellef erkek arasındaki bir 'emanet/sahiplik' ilişkisi olarak kurguluyorlar."
The Sociological Review , 2020
In my PhD thesis, I search for the linkages among the popular novels, neo-conservatism, neo-liber... more In my PhD thesis, I search for the linkages among the popular novels, neo-conservatism, neo-liberalism and the global gender regime through the most popular Wattpad “romance” novels written by conservative women. I argue that romances on Wattpad create a love myth, which in turn feeds traditional ideas around gender roles.
Universus Sosyal Araştırmalar Merkezi, 2020
Tarihsel materyalist yöntem bize tarihin bitmediğini, hiçbir toplumsal olgunun sadece kendi başın... more Tarihsel materyalist yöntem bize tarihin bitmediğini, hiçbir toplumsal olgunun sadece kendi başına mutlak olarak devrime ya da totaliterliğe yol açmayacağını, bunun için insanın aktif özne olduğunu söyler. Bu durumda bu virüs ve virüse bağlı karantina durumu da tek başına ne bizi özgürleştirecek ne de yıkıma götürecektir. İnsan, tarih boyunca kimi kendi eliyle hazırladığı kimi dışsal birçok yıkıcı durumdan daha iyi ve daha eşit bir dünyaya uyanabilmeyi başardı. Bu gerçeği unutmadan, insana dair umutları kaybetmeden, ama buradaki aktif rolümüzü de görmezden gelmeden hareket eder; toplumsal ve kültürel alışkanlıklarımızı, kapitalist üretimin istediği şekilde değil de insani ihtiyaçlarımıza, gerçek gereksinimlerimize göre yeniden düzenleyebilirsek bu süreç bir fırsat olabilir. Evet, ölüm başucumuzda; ama hayatı yeşertecek olan da yine biziz.
Masculinities Journal, 2019
Özet:
Popüler edebiyat ürünleri, toplumsal cinsiyet düzeninin sembolik
kodlarını taşıyan, yaygınl... more Özet:
Popüler edebiyat ürünleri, toplumsal cinsiyet düzeninin sembolik
kodlarını taşıyan, yaygınlaştıran ve mevcut siyasal ve kültürel
ortamın etkileriyle şekillenerek bu kodları dönüştürebilen kültürel
ürünlerdir. Özellikle küreselleşmenin etkisinin yoğunlaştığı internet
çağında popüler kültür ürünleri, hem çok daha hızlı yaygınlaşmakta,
hem daha çabuk ve çok tüketilmekte, hem de küresel bir kitle
kültürünün oluşmasına öncesine kıyasla çok daha elverişli bir ortam
hazırlamaktadır. Wattpad, bu çağın popüler edebiyat sahasına hâkim
olmaya başlayan, popüler edebiyat üretimini de farklı bir boyuta
taşıyarak cep telefonu sahip herkesin herhangi bir aracı yayıncıya
ihtiyaç duymaksızın geniş kitlelere erişebilecek ürünler üretmesine
imkân veren bir uygulamadır. Türkiye’de üç buçuk milyonun üstünde
kullanıcısı olan Wattpad üzerinden yayınlanan romanların en çok
okunanları çeşitli yayınevlerince basılı olarak yayınlanmaktadır. Bu
bağlamda, küresel toplumsal cinsiyet kodlarının temsilini
yansıtacağını öngörerek Wattpad üzerinde çok okunan mafya
romanlarına Connell’ın hegemonik erkeklik ve öne çıkan kadınlık
kavramları üzerinden yaklaştık ve Şule Terzi’nin, ilki 2015’te
yayınlanan Psikopat Mafya ve Psikopat Mafya 2 adlı kitaplarını bu
bağlamda analiz ederek genel bir çerçeve çizmeye çalıştık. Bu bağlamda özellikle ergen kızların okuyup ürettikleri Wattpad
romanlarındaki hegemonik erkekliğin, üst sınıftan, zenginliğinin bir
sınırı olmayan, fiziksel olarak aşırı güçlü, karanlık işlerle uğraşan,
“kötü adamlar”a karşı şiddet uygulamaktan çekinmeyen ve uyguladığı
bu şiddet meşru görülen, birlikte olduğu kadını cinsel birlikteliğe
zorlayan (ki bu zorlama bir şiddet olarak değil yoğun ve haklı erkek
arzusu olarak sunulmaktadır) bir erkeklik olduğunu gördük. Bu
erkeklik, “çeteleşme” şeklinde kimliğini bulmakta, çete lideri ve
yanındaki sadık çete üyelerinde temsil edilmektedir. Lüks villalarda
oturup lüks arabalar kullanan, büyük bir şirkette yönetici
pozisyonunda olan, etrafındaki bütün kadınların kendisine hayran
olduğu ve onunla birlikte olmaya çalıştığı, dini inancının çok ön
planda olmadığı, günü birlik ilişkiler yaşasa da bir gün evleneceği “el
değmemiş” özel kadını arayan, son olarak hiçbir şekilde heteroseksüel
çizgiler dışına çıkmadığı gibi homofobik olmayı bir namus görevi
olarak gören bir erkekliktir. Vurgulanan kadınlık da bu erkeğe göre
şekillenmekte; bekareti vurgulanan, fiziksel olarak kusursuz
güzellikte, erkeğe göre alt sınıftan gelen, eril çeteye paralel bir dişil
çetenin lideri konumunda olan ve çete dışındaki “diğer kadınlar”la
arasında rekabet olan, diğer kadınlara şiddet uygulamaktan
çekinmeyen, en büyük hayali evlilik ve annelik olan bir kadınlıktır.
Kültür ve İletişim Dergisi , 2019
Hem dünyada hem Türkiye’de siyasal ve kültürel olarak bir kırılma noktasını imleyen
1980’lerde Tü... more Hem dünyada hem Türkiye’de siyasal ve kültürel olarak bir kırılma noktasını imleyen
1980’lerde Türk şiiri, askeri darbe sonrası oluşan baskı ortamında “içe dönmüş” ve “kişisel”
olana yönelmiştir. Bu durum kimi eleştirmenlerce şiirin apolitizasyonu olarak yorumlansa da
1980’ler, daha önceki siyaset biçimlerine benzemeyen, daha farklı politik akım ve oluşumlara
sahne olmuştur. Türkiye’de yükselen radikal feminizm de bu farkı politik akımlardan biridir.
Batı’da 1960’larda ortaya çıkan radikal feminizmin “kişisel olan politiktir” sloganı ve Fransız
feministlerin, kadınların eril dili kırarak kendi dil ve kültürlerini oluşturmalarının kadın
özgürlüğü için şart olduğu argümanı, 1980 sonrası Türk edebiyatında ve kültürel üretim
alanında karşılık bulmuştur. Bu çalışmada 1980 sonrası Türk şiirinin üç önemli kadın ismi
Nilgün Marmara, Birhan Keskin ve Didem Madak’ın şiirlerini, lirik şiirin barındırdığı politik
potansiyel ve dişil dilin inşası bağlamında analiz ettim. Bu üç şairin ortak yönlerine
odaklanarak bir “dişil dil iskeleti” çıkarmaya çalıştım. Sonuç olarak bu üç şairin, “ev”i (yani
özel alanı) sorunsallaştırarak; Tanrı/baba/erkeğe isyan ederek; betonlaşma ve doğa
tahribatıyla yükselen kapitalist kültüre karşı doğaya dönüşü savunarak ve en önemlisi kadın
bedenini, kadınların kendi ağızlarından, kendi “dil”leriyle yazarak dişil bir dil kurduklarını
gözlemledim. Ev içi deneyimlerin (evden kaçış, evi kurmak, evi düzeltmek de dâhil) ve kadın
bedeninin (menopoz, adet görme, cinsellik vs.) şiire taşınması, ataerkil ideolojinin yok saydığı
ve üstünü örttüğü gerçeği gösterdiği ölçüde politiktir. Keskin, Madak ve Marmara, lirik şiiri
hem politik hem de dişil bir yerden kurmuşlardır.
Onu ilk okuduğumda aklımda bir kavram uyanmıştı: Toplumcu gerçeküstücülük. Sonradan şöyle bir tar... more Onu ilk okuduğumda aklımda bir kavram uyanmıştı: Toplumcu gerçeküstücülük. Sonradan şöyle bir tarayınca literatürde bu tartışmanın-kısmen-Amerika'da yapıldığını gördüm. Ama bu yazıda bu tartışmaya girmeyeceğim. Bu yazı, beni "olağanüstü" şekilde gerçekle, kendi gerçeğimle yüzleştiren, bunu yaparken öfkemi umuda dönüştürebilen ve şüphesiz bu etkiyi bütün Türk edebiyatı üzerinde gösteren güçlü bir yazar, Latife Tekin hakkında. Latife Tekin, okuyucularını iyice acıktırdığı dokuz yıllık bir aradan sonra iki kitap birden yayınladı: Sürüklenme ve Manves City. Hani kitaplar için basmakalıp bir tabir vardır, "İnsanı bambaşka diyarlara götüren bir kitap" diye. Sürüklenme ve Manves City, evet "sürükleyici", evet "bir yerlere götürüyor"; ama bu yerler aslında tam da içerisi, tam da burnumuzun ucu, tam da kendimizi bıraktığımızda sürüklenip gittiğimiz, küvetten akan suyun küçük girdabına sürüklenmek kendini alamayan bir saç teli gibi, akışın bizi istemsizce götürdüğü, kaçamayacağımız gerçeğin ülkesi. Başlarken toplumcu gerçeküstücü demiştim, "niye"sini de anlatayım. Latife Tekin, periler hakkında yazan bir yazar. Bunlar öyle periler ki aslında orta sınıf olarak hepimizin her gün etrafında uçuşup duruyor, yapıldığını bile aklımıza getirmek istemediğimiz, kendiliğinden olup bitiyor gibi düşündüğümüz ne kadar "pis iş" varsa yapıp sonra gözden kayboluyorlar. Latife'ye bir üniversitede verdiği bir söyleşide "Neden gecekondu halkı hakkında yazmaya karar verdiniz?" gibi bir soru soruldu. Verdiği cevap anlatıyor aslında her şeyi: "Köylere yollar yaptılar, köylüyü şehre çektiler. Göçle gelenler güzel evler yapsın, ama periler gibi görünmez olsun istediler. Buraya gelip evler yapanlar, nasıl ev yapılacağını öğrendikten sonra kendine de bir tane yapacaktı. Bunu düşünmediler. Sonra da adına gecekondu dediler." Bu cevabı duyduğumdan beri düşünüyorum: Kadınlardan istenen de tam bu tür bir "perilik" aslında. Peri kızı sadece güzel, munis, iyi huylu değil; aynı zamanda görünmez de: Tuvaleti fırçaladığını, yatakların altında birikmiş tozları süpürdüğünü, dibi tutmuş yağlı tencereleri kaynatıp ovaladığını, kirden rengi dönen fayans aralarını çamaşır suyuyla temizlediğini kimseye belli etmeyen; bu işlerin "pisliği"nin, masum güzelliğinin çekiciliğine zarar vermesine izin vermeyen; evde yaşayanların, bu işler kendiğilinden olup bitiyormuş gibi hissetmesini sağlayandır peri kızı. İşte Latife'nin kahramanları bu perilerdir: kadınlar, işçiler, çiftçiler, "yolcu"lar, "sürüklenenler". Katı olan her şeyin buharlaştığı bu çağda, "ağırlığını kaybeden insan, nereye boşluk açılsa oraya savrulup gider" çünkü. "Hayatlarının her geçen gün zorlaştığını, bu razı olma halinin değişmeyeceğini" hisseden periler, havada savrulup sürüklenmeye devam ederler. Mevsimlik işçiler, "gecekondu" sakinleri, hatta kendi "evinde" güvende hissedemeyen kadınlar, Tekin'in romanlarında ses bulur. "Fakirin evi olmaz, yuvası olur" kabullenişi, onda bir isyana dönüşür.
Antik Çağ Yunan filozof Aristoteles, filozof olmanın şartları arasında özgür olmayı, (tabii ki) e... more Antik Çağ Yunan filozof Aristoteles, filozof olmanın şartları arasında özgür olmayı, (tabii ki) erkek olmayı ve 40 yaşını aşmış olmayı sayıyordu. Bu yazıda niyetim kadın filozofların varlığını ya da kadınların düşünce dünyasına katkılarını tartışmak değil. Bu "filozofluk şartları" arasında dikkatimi çeken şey, 40 yaşını aşmış olmak. 40 yaşın İslam kültüründe de önemli bir eşik olduğu, peygamber yaşı olarak anıldığı bilinir. Nitekim Arapça 'ihtiyar' sözcüğünün bir anlamı da 'hayrı seçen'dir. Yani özetle, düşünsel alana dair herhangi bir söz söylemeden önce yaş almak, 'ihtiyarlamak' gerektiği yaygın bir kabuldür.
“Tanrı’nın ölümü” ile birlikte
modern insan, otorite kaybını telafi etmenin
farklı yollarını bulm... more “Tanrı’nın ölümü” ile birlikte
modern insan, otorite kaybını telafi etmenin
farklı yollarını bulmuş, adeta ‘özgürlükle
başa çıkma’nın yollarını aramıştır. Fransız
edebiyat eleştirmeni René Girard, dünya
genelinde git gide yükselen muhafazakâr,
radikal grupları ve insanların totaliter
rejimlere olan eğilimini açıklamada da
yardımcı olabilecek kuramın edebiyatta saklı
olduğunu; romanların, modern insanın Tanrı
arayışını ve arzunun bir dolayımlayıcı
vasıtasıyla ortaya çıkışını (üçgen arzu)
açıklamada tek kaynak olduklarını iddia
etmektedir. Bu çalışma, Girard’ın romansal
hakikate en yakın yazar olarak gördüğü
Dostoyevski’nin son eseri Karamazov
Kardeşler’i mimetik arzu tezine dayanarak
analiz ederek, hem modern insanı ve modern
toplumu anlamaya yarayacak ipuçları
bulmayı hem de Girard’ın teorisine bir
toplumsal cinsiyet perspektifi ekleyerek
edebiyat eleştirisine farklı bir pencere açmayı
amaçlamaktadır. Bunun için Girard’ın
“efendi-köle”, “sadizm-mazoşizm”, din,
iktidar ve gurur gibi kavramları
kullanılmıştır. Modernitenin öncelikle Batılı,
beyaz erkeğin bir projesi olması, modern
‘insan’ın Aydınlanma’dan beri Batılı, beyaz
erkek olarak tanımlanması ve Doğu-Batı
dikotomisinin cinsiyet, sınıf, etnisite gibi
farklılıklara da uygulanarak ikili karşıtlıklara
dayalı bir dünya anlayışı sunması, Girard’ın
teorisinin kısmen yok saydığı gerçekliklerdir.
Bu nedenle bu çalışma, telkin altındaki
modern insanı toplumsal cinsiyet
perspektifinden görmeye çalışırken Karamazov Kardeşler’in, teoriye bu zaviyeyi
kattığı, bu anlamda Girard’ın bahsettiğinden
çok daha “romanesk” bir roman olduğunu ve
teoriyi geliştirebileceğini kanıtlamaya
çalışmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Üçgen arzu, Mimetik
arzu, Toplumsal cinsiyet, İktidar
Uploads
Papers by Tuğba Sivri Çınar
Ev içi emek ve yeniden üretimin cinsiyetli yapısına rağmen Türkiye'de kadınlar 150 yılı aşkındır yazıyor, yazmaya da devam edecek. Ancak bu kadınların edebiyat alanına eşit erişime sahip olduğunu göstermiyor.
Popüler edebiyat ürünleri, toplumsal cinsiyet düzeninin sembolik
kodlarını taşıyan, yaygınlaştıran ve mevcut siyasal ve kültürel
ortamın etkileriyle şekillenerek bu kodları dönüştürebilen kültürel
ürünlerdir. Özellikle küreselleşmenin etkisinin yoğunlaştığı internet
çağında popüler kültür ürünleri, hem çok daha hızlı yaygınlaşmakta,
hem daha çabuk ve çok tüketilmekte, hem de küresel bir kitle
kültürünün oluşmasına öncesine kıyasla çok daha elverişli bir ortam
hazırlamaktadır. Wattpad, bu çağın popüler edebiyat sahasına hâkim
olmaya başlayan, popüler edebiyat üretimini de farklı bir boyuta
taşıyarak cep telefonu sahip herkesin herhangi bir aracı yayıncıya
ihtiyaç duymaksızın geniş kitlelere erişebilecek ürünler üretmesine
imkân veren bir uygulamadır. Türkiye’de üç buçuk milyonun üstünde
kullanıcısı olan Wattpad üzerinden yayınlanan romanların en çok
okunanları çeşitli yayınevlerince basılı olarak yayınlanmaktadır. Bu
bağlamda, küresel toplumsal cinsiyet kodlarının temsilini
yansıtacağını öngörerek Wattpad üzerinde çok okunan mafya
romanlarına Connell’ın hegemonik erkeklik ve öne çıkan kadınlık
kavramları üzerinden yaklaştık ve Şule Terzi’nin, ilki 2015’te
yayınlanan Psikopat Mafya ve Psikopat Mafya 2 adlı kitaplarını bu
bağlamda analiz ederek genel bir çerçeve çizmeye çalıştık. Bu bağlamda özellikle ergen kızların okuyup ürettikleri Wattpad
romanlarındaki hegemonik erkekliğin, üst sınıftan, zenginliğinin bir
sınırı olmayan, fiziksel olarak aşırı güçlü, karanlık işlerle uğraşan,
“kötü adamlar”a karşı şiddet uygulamaktan çekinmeyen ve uyguladığı
bu şiddet meşru görülen, birlikte olduğu kadını cinsel birlikteliğe
zorlayan (ki bu zorlama bir şiddet olarak değil yoğun ve haklı erkek
arzusu olarak sunulmaktadır) bir erkeklik olduğunu gördük. Bu
erkeklik, “çeteleşme” şeklinde kimliğini bulmakta, çete lideri ve
yanındaki sadık çete üyelerinde temsil edilmektedir. Lüks villalarda
oturup lüks arabalar kullanan, büyük bir şirkette yönetici
pozisyonunda olan, etrafındaki bütün kadınların kendisine hayran
olduğu ve onunla birlikte olmaya çalıştığı, dini inancının çok ön
planda olmadığı, günü birlik ilişkiler yaşasa da bir gün evleneceği “el
değmemiş” özel kadını arayan, son olarak hiçbir şekilde heteroseksüel
çizgiler dışına çıkmadığı gibi homofobik olmayı bir namus görevi
olarak gören bir erkekliktir. Vurgulanan kadınlık da bu erkeğe göre
şekillenmekte; bekareti vurgulanan, fiziksel olarak kusursuz
güzellikte, erkeğe göre alt sınıftan gelen, eril çeteye paralel bir dişil
çetenin lideri konumunda olan ve çete dışındaki “diğer kadınlar”la
arasında rekabet olan, diğer kadınlara şiddet uygulamaktan
çekinmeyen, en büyük hayali evlilik ve annelik olan bir kadınlıktır.
1980’lerde Türk şiiri, askeri darbe sonrası oluşan baskı ortamında “içe dönmüş” ve “kişisel”
olana yönelmiştir. Bu durum kimi eleştirmenlerce şiirin apolitizasyonu olarak yorumlansa da
1980’ler, daha önceki siyaset biçimlerine benzemeyen, daha farklı politik akım ve oluşumlara
sahne olmuştur. Türkiye’de yükselen radikal feminizm de bu farkı politik akımlardan biridir.
Batı’da 1960’larda ortaya çıkan radikal feminizmin “kişisel olan politiktir” sloganı ve Fransız
feministlerin, kadınların eril dili kırarak kendi dil ve kültürlerini oluşturmalarının kadın
özgürlüğü için şart olduğu argümanı, 1980 sonrası Türk edebiyatında ve kültürel üretim
alanında karşılık bulmuştur. Bu çalışmada 1980 sonrası Türk şiirinin üç önemli kadın ismi
Nilgün Marmara, Birhan Keskin ve Didem Madak’ın şiirlerini, lirik şiirin barındırdığı politik
potansiyel ve dişil dilin inşası bağlamında analiz ettim. Bu üç şairin ortak yönlerine
odaklanarak bir “dişil dil iskeleti” çıkarmaya çalıştım. Sonuç olarak bu üç şairin, “ev”i (yani
özel alanı) sorunsallaştırarak; Tanrı/baba/erkeğe isyan ederek; betonlaşma ve doğa
tahribatıyla yükselen kapitalist kültüre karşı doğaya dönüşü savunarak ve en önemlisi kadın
bedenini, kadınların kendi ağızlarından, kendi “dil”leriyle yazarak dişil bir dil kurduklarını
gözlemledim. Ev içi deneyimlerin (evden kaçış, evi kurmak, evi düzeltmek de dâhil) ve kadın
bedeninin (menopoz, adet görme, cinsellik vs.) şiire taşınması, ataerkil ideolojinin yok saydığı
ve üstünü örttüğü gerçeği gösterdiği ölçüde politiktir. Keskin, Madak ve Marmara, lirik şiiri
hem politik hem de dişil bir yerden kurmuşlardır.
modern insan, otorite kaybını telafi etmenin
farklı yollarını bulmuş, adeta ‘özgürlükle
başa çıkma’nın yollarını aramıştır. Fransız
edebiyat eleştirmeni René Girard, dünya
genelinde git gide yükselen muhafazakâr,
radikal grupları ve insanların totaliter
rejimlere olan eğilimini açıklamada da
yardımcı olabilecek kuramın edebiyatta saklı
olduğunu; romanların, modern insanın Tanrı
arayışını ve arzunun bir dolayımlayıcı
vasıtasıyla ortaya çıkışını (üçgen arzu)
açıklamada tek kaynak olduklarını iddia
etmektedir. Bu çalışma, Girard’ın romansal
hakikate en yakın yazar olarak gördüğü
Dostoyevski’nin son eseri Karamazov
Kardeşler’i mimetik arzu tezine dayanarak
analiz ederek, hem modern insanı ve modern
toplumu anlamaya yarayacak ipuçları
bulmayı hem de Girard’ın teorisine bir
toplumsal cinsiyet perspektifi ekleyerek
edebiyat eleştirisine farklı bir pencere açmayı
amaçlamaktadır. Bunun için Girard’ın
“efendi-köle”, “sadizm-mazoşizm”, din,
iktidar ve gurur gibi kavramları
kullanılmıştır. Modernitenin öncelikle Batılı,
beyaz erkeğin bir projesi olması, modern
‘insan’ın Aydınlanma’dan beri Batılı, beyaz
erkek olarak tanımlanması ve Doğu-Batı
dikotomisinin cinsiyet, sınıf, etnisite gibi
farklılıklara da uygulanarak ikili karşıtlıklara
dayalı bir dünya anlayışı sunması, Girard’ın
teorisinin kısmen yok saydığı gerçekliklerdir.
Bu nedenle bu çalışma, telkin altındaki
modern insanı toplumsal cinsiyet
perspektifinden görmeye çalışırken Karamazov Kardeşler’in, teoriye bu zaviyeyi
kattığı, bu anlamda Girard’ın bahsettiğinden
çok daha “romanesk” bir roman olduğunu ve
teoriyi geliştirebileceğini kanıtlamaya
çalışmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Üçgen arzu, Mimetik
arzu, Toplumsal cinsiyet, İktidar
Ev içi emek ve yeniden üretimin cinsiyetli yapısına rağmen Türkiye'de kadınlar 150 yılı aşkındır yazıyor, yazmaya da devam edecek. Ancak bu kadınların edebiyat alanına eşit erişime sahip olduğunu göstermiyor.
Popüler edebiyat ürünleri, toplumsal cinsiyet düzeninin sembolik
kodlarını taşıyan, yaygınlaştıran ve mevcut siyasal ve kültürel
ortamın etkileriyle şekillenerek bu kodları dönüştürebilen kültürel
ürünlerdir. Özellikle küreselleşmenin etkisinin yoğunlaştığı internet
çağında popüler kültür ürünleri, hem çok daha hızlı yaygınlaşmakta,
hem daha çabuk ve çok tüketilmekte, hem de küresel bir kitle
kültürünün oluşmasına öncesine kıyasla çok daha elverişli bir ortam
hazırlamaktadır. Wattpad, bu çağın popüler edebiyat sahasına hâkim
olmaya başlayan, popüler edebiyat üretimini de farklı bir boyuta
taşıyarak cep telefonu sahip herkesin herhangi bir aracı yayıncıya
ihtiyaç duymaksızın geniş kitlelere erişebilecek ürünler üretmesine
imkân veren bir uygulamadır. Türkiye’de üç buçuk milyonun üstünde
kullanıcısı olan Wattpad üzerinden yayınlanan romanların en çok
okunanları çeşitli yayınevlerince basılı olarak yayınlanmaktadır. Bu
bağlamda, küresel toplumsal cinsiyet kodlarının temsilini
yansıtacağını öngörerek Wattpad üzerinde çok okunan mafya
romanlarına Connell’ın hegemonik erkeklik ve öne çıkan kadınlık
kavramları üzerinden yaklaştık ve Şule Terzi’nin, ilki 2015’te
yayınlanan Psikopat Mafya ve Psikopat Mafya 2 adlı kitaplarını bu
bağlamda analiz ederek genel bir çerçeve çizmeye çalıştık. Bu bağlamda özellikle ergen kızların okuyup ürettikleri Wattpad
romanlarındaki hegemonik erkekliğin, üst sınıftan, zenginliğinin bir
sınırı olmayan, fiziksel olarak aşırı güçlü, karanlık işlerle uğraşan,
“kötü adamlar”a karşı şiddet uygulamaktan çekinmeyen ve uyguladığı
bu şiddet meşru görülen, birlikte olduğu kadını cinsel birlikteliğe
zorlayan (ki bu zorlama bir şiddet olarak değil yoğun ve haklı erkek
arzusu olarak sunulmaktadır) bir erkeklik olduğunu gördük. Bu
erkeklik, “çeteleşme” şeklinde kimliğini bulmakta, çete lideri ve
yanındaki sadık çete üyelerinde temsil edilmektedir. Lüks villalarda
oturup lüks arabalar kullanan, büyük bir şirkette yönetici
pozisyonunda olan, etrafındaki bütün kadınların kendisine hayran
olduğu ve onunla birlikte olmaya çalıştığı, dini inancının çok ön
planda olmadığı, günü birlik ilişkiler yaşasa da bir gün evleneceği “el
değmemiş” özel kadını arayan, son olarak hiçbir şekilde heteroseksüel
çizgiler dışına çıkmadığı gibi homofobik olmayı bir namus görevi
olarak gören bir erkekliktir. Vurgulanan kadınlık da bu erkeğe göre
şekillenmekte; bekareti vurgulanan, fiziksel olarak kusursuz
güzellikte, erkeğe göre alt sınıftan gelen, eril çeteye paralel bir dişil
çetenin lideri konumunda olan ve çete dışındaki “diğer kadınlar”la
arasında rekabet olan, diğer kadınlara şiddet uygulamaktan
çekinmeyen, en büyük hayali evlilik ve annelik olan bir kadınlıktır.
1980’lerde Türk şiiri, askeri darbe sonrası oluşan baskı ortamında “içe dönmüş” ve “kişisel”
olana yönelmiştir. Bu durum kimi eleştirmenlerce şiirin apolitizasyonu olarak yorumlansa da
1980’ler, daha önceki siyaset biçimlerine benzemeyen, daha farklı politik akım ve oluşumlara
sahne olmuştur. Türkiye’de yükselen radikal feminizm de bu farkı politik akımlardan biridir.
Batı’da 1960’larda ortaya çıkan radikal feminizmin “kişisel olan politiktir” sloganı ve Fransız
feministlerin, kadınların eril dili kırarak kendi dil ve kültürlerini oluşturmalarının kadın
özgürlüğü için şart olduğu argümanı, 1980 sonrası Türk edebiyatında ve kültürel üretim
alanında karşılık bulmuştur. Bu çalışmada 1980 sonrası Türk şiirinin üç önemli kadın ismi
Nilgün Marmara, Birhan Keskin ve Didem Madak’ın şiirlerini, lirik şiirin barındırdığı politik
potansiyel ve dişil dilin inşası bağlamında analiz ettim. Bu üç şairin ortak yönlerine
odaklanarak bir “dişil dil iskeleti” çıkarmaya çalıştım. Sonuç olarak bu üç şairin, “ev”i (yani
özel alanı) sorunsallaştırarak; Tanrı/baba/erkeğe isyan ederek; betonlaşma ve doğa
tahribatıyla yükselen kapitalist kültüre karşı doğaya dönüşü savunarak ve en önemlisi kadın
bedenini, kadınların kendi ağızlarından, kendi “dil”leriyle yazarak dişil bir dil kurduklarını
gözlemledim. Ev içi deneyimlerin (evden kaçış, evi kurmak, evi düzeltmek de dâhil) ve kadın
bedeninin (menopoz, adet görme, cinsellik vs.) şiire taşınması, ataerkil ideolojinin yok saydığı
ve üstünü örttüğü gerçeği gösterdiği ölçüde politiktir. Keskin, Madak ve Marmara, lirik şiiri
hem politik hem de dişil bir yerden kurmuşlardır.
modern insan, otorite kaybını telafi etmenin
farklı yollarını bulmuş, adeta ‘özgürlükle
başa çıkma’nın yollarını aramıştır. Fransız
edebiyat eleştirmeni René Girard, dünya
genelinde git gide yükselen muhafazakâr,
radikal grupları ve insanların totaliter
rejimlere olan eğilimini açıklamada da
yardımcı olabilecek kuramın edebiyatta saklı
olduğunu; romanların, modern insanın Tanrı
arayışını ve arzunun bir dolayımlayıcı
vasıtasıyla ortaya çıkışını (üçgen arzu)
açıklamada tek kaynak olduklarını iddia
etmektedir. Bu çalışma, Girard’ın romansal
hakikate en yakın yazar olarak gördüğü
Dostoyevski’nin son eseri Karamazov
Kardeşler’i mimetik arzu tezine dayanarak
analiz ederek, hem modern insanı ve modern
toplumu anlamaya yarayacak ipuçları
bulmayı hem de Girard’ın teorisine bir
toplumsal cinsiyet perspektifi ekleyerek
edebiyat eleştirisine farklı bir pencere açmayı
amaçlamaktadır. Bunun için Girard’ın
“efendi-köle”, “sadizm-mazoşizm”, din,
iktidar ve gurur gibi kavramları
kullanılmıştır. Modernitenin öncelikle Batılı,
beyaz erkeğin bir projesi olması, modern
‘insan’ın Aydınlanma’dan beri Batılı, beyaz
erkek olarak tanımlanması ve Doğu-Batı
dikotomisinin cinsiyet, sınıf, etnisite gibi
farklılıklara da uygulanarak ikili karşıtlıklara
dayalı bir dünya anlayışı sunması, Girard’ın
teorisinin kısmen yok saydığı gerçekliklerdir.
Bu nedenle bu çalışma, telkin altındaki
modern insanı toplumsal cinsiyet
perspektifinden görmeye çalışırken Karamazov Kardeşler’in, teoriye bu zaviyeyi
kattığı, bu anlamda Girard’ın bahsettiğinden
çok daha “romanesk” bir roman olduğunu ve
teoriyi geliştirebileceğini kanıtlamaya
çalışmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Üçgen arzu, Mimetik
arzu, Toplumsal cinsiyet, İktidar