Mimarlık Ve Paradoksal Fark
Mimarlık Ve Paradoksal Fark
Mimarlık Ve Paradoksal Fark
com
Urban Academy | Rewieved Journal of Urban Culture and Management | Volume: 11 Issue: 2, Summer 2018 Author: Önder ÇELİK
Önder ÇELİK
İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
Throughout the long history of architecture, architectural approaches usually posses an imagination of subject and world
which is formed around the idea of a center. Forms of sense, value and experience are constructed around this idea of
center both in an abstract and also concrete way. A particular idea of design which is peculiar to the idea of center works
through notions like identity and sameness. At least, these notions are the beaten tracks of any operation of architectural
spatialization and in general they constitute the set of concepts specific to the politics of re-presentation. After the World
War II, there was the process of complication and decentralization with the emergence of information societies. This
process has also been decisive for architectural approaches. And what is meant by the paradoxical difference is a
practico-ethical politics of exploring another world, thinking and living possibilities (singular and collective) in this
decentralization process. This article is a brief preliminary evaluation of the possible relations of the paradoxical
difference and the politics of expression, which are constructed by Deleuze and Guattari, with the discipline of
architecture in a time when the politics of representation is not sufficient anymore.
ÖZ:
Mimarlığın, aşina olduğumuz uzun tarihi boyunca mimari yaklaşımlar genellikle bir merkez fikri etrafında bir birey ve
dünya tahayyülüne sahiptirler. Bu merkez fikri etrafında anlam, değer ve deneyim biçimleri hem soyut hem de somut
olarak inşa edilir. Bu merkez fikrine özgü tasarım düşüncesi özdeşlik/aynılık/kimlik vb. nosyonlar üzerinden işler. En
azından bu nosyonlar herhangi bir mimari mekansallaştırma işleminin uğraklarıdır ve genel olarak temsil (re-
presentation) siyasetine özgü kavram setini oluştururlar. İkinci Dünya Savaş’ından sonra belirmeye başlayan
enformasyon toplumlarındaki karmaşıklaşma ile birlikte bir merkezsizleşme süreci yaşanmaktadır. Bu süreç mimari
yaklaşımlar için de belirleyici olmuştur. Ve paradoksal fark ile kastedilen de bu merkezsizleşme sürecinde başka bir
dünyanın, düşüncenin ve yaşam olanaklarının (tekil ve kolektif) araştırılmasının pratik-etik bir siyasetidir. Bu yazı artık
temsil siyasetinin yetersizleştiği bir dönemde beliriveren fark tartışmaları arasında Deleuze ve Guattari’nin ileri
sürdükleri paradoksal farkın ve yine ikilinin tüm çalışmaları boyunca inşa etmeye çalıştıkları ifade siyasetinin mimarlık
için ne gibi anlamlar ve potansiyeller taşıyabileceği üzerine kısa bir ön-değerlendirmedir.
Anahtar Kelimeler: Merkezsizleşme, paradoksal fark, ifade siyaseti, temsil siyaseti, anlam, mimari düşünce.
GİRİŞ:
öznenin ve hatta toplumun da merkezsizleştiği bir
Mimarlığın uzun tarihi boyunca mimari düşünceyi deregülasyon sürecine dikkatleri çeker. Tschumi, aynı
biçimlendiren bir merkez fikri olmuştur hep. Bu merkez yazısında Foucault’ya atıfla, merkezsizleşen
fikri bir nirengi noktası olarak, anlam ve değer (decentering) bir özneden ve toplumdan bahsederken:
dünyalarını ve dolayısıyla deneyim biçimlerini (öznellik “Ex-centric, dis-integrated, dis-located, dis-juncted,
biçimleri) belirlemiştir. Aynı zamanda, bu merkez fikri, deconstructed, dismantled… deregulated… de-, dis-, ex-
özdeşlik/aynılık/kimlik nosyonlarının da etrafında .” Tschumi, bunların günümüzün ön-ekleri olduğunu
organize olduğu sabit bir noktadır. Mimari mekan üretimi belirtir. Post-, neo-, veya pre-‘nin değil…
ya da mekansallaştırma işlemi bu bakımdan bir
özdeşleştirme işlemi olarak ele alınırsa, mimarlığa özgü Belli bir türde merkez fikri etrafında örgütlenen
temsil biçimlerinin de ve dolayısıyla her türlü mimari özdeşlik/aynılık/kimlik nosyonları ile inşa edilen temsil
tasarım sürecinin de daima bir siyaset barındırdığı ileri biçimlerinin böylece artık yetersizleştiği bu süreçte
sürülebilir. Ancak özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra “paradoksal fark” nosyonu bahsi geçen merkezsizleşme
başlayan süreçte bu merkez fikrinin giderek zayıfladığı ile birlikte gündeme gelmektedir. Mimari tasarım ve
gözlemlenebilir. Özellikle sibernetik, post-fordizm ve mekan üretim sürecinin önemli payandalarından olan
daha sonrasında dijitalleşme süreçlerinin belirişi ile merkezi perspektif ve öklidyen uzay anlayışı artık
merkezden merkezsiz olana ya da temsilden temsil-altı 1960’lardan sonra giderek merkezsiz hale gelmeye
olana doğru bir kaymanın yaşandığı söylenebilir. başlayan toplumlar ile birlikte belirgin olmaya başlayan
Beliriveren bu durumun daha yaşanılabilir bir dünya temsil krizine işaret etmektedir. Bu merkezsizleşme
yaratıp yaratmayacağı sorusu ise hala canlı bir soru gibi sürecine ilişkin Tschumi’nin, yukarıda Virillio’ya atıfla
gözükmektedir. İşte paradoksal fark tam da bu merkezsiz çizdiği şemayı, Foucault’nun çözümlemeleri üzerinden
olan dünyada hakikati, anlamı, değeri ve deneyim tekrar düşünecek olursak aslında sorun disiplin
biçimlerini yeniden düşünmenin ve pratik etmenin, toplumundan denetim toplumuna geçiş ile birlikte
düşüncede yeni yollar açmanın ve başka yaşam düşünülebilir.
olanaklarının (tekil ve kolektif) araştırılması üzerine
yürütülen pratik-etik bir tartışmadır. Bu bakımdan Bu noktada Foucault’nun “kendi kendisinin girişimcisi
paradoksal fark ile, bir merkez veya köken fikri etrafında (yöneticisi) “homo economicos”un doğuşu süreci ile
organize olan hakikat söylemi ve temsil siyasetinden çok birlikte, Deleuze’ün “Denetim Toplumları konusunda Bir
Deleuze ve Guattari’nin yerine inşa etmeye çalıştıkları Ek” başlıklı makalesi takip edilebilir. Merkezsizleşme
ifade siyaseti önerilmektedir. Bu yazının konusu da kısaca
sürecine özgü yeni iktidar ve itaat aygıtlarının nasıl
bu ifade siyasetinin, mimarlık için en temelde ne gibi bir
çalışabileceği üzerine ufuk açıcı uyarılarda bulunur. Tez
anlamı olabileceği üzerinedir.
açısından bir diğer önemli kaynak ise, Deleuze’ün
Mimarlık alanından konuya yaklaşılacak olursa merkez “Foucault” kitabı ve bu kitabın sonundaki, “İnsanın
fikrine ilişkin sorun Tschumi tarafından da dile getirilir. Ölümü ve Üstinsan Üzerine” başlıklı ektir. Bu ek, üç
Tschumi, 1975-91 yılları arasında kaleme aldığı tarihsel formasyondan bahsetmektedir. Bunlar, “Klasik
makalelerinden oluşan “Mimarlık ve Ayrım” tarihsel formasyon”, “19. yüzyılın tarihsel formasyonu”
(Architecture and Disjunction) kitabının “De-, Dis-, Ex-” ve “geleceğin bir formasyonuna doğru” başlıkları ile
(1987) başlıklı yazısında, artık şehrin görülebilir anılır. Bu son başlık tam da merkezsiz bir dünyada yaşam
sınırlarının olmadığı bir deregülasyon çağına işaret eder. sorunu ile ilişkilidir ve tezin daha çok yoğunlaşacağı
Tschumi, Paul Virillio’nun “Hız ve Politika” kitabına bölümü oluşturmaktadır. Şimdilik bu taslak metinde ise
referansla düzenlemenin merkezde olduğu ortaçağ bu kısma hazırlık olması açısından, 19. yüzyıl
toplumlarının şehirde kendi kendini düzenleyebilen (self- formasyonundan itibaren sorun ele alınmaya
regulated) bir örgütlenme içinde olduklarını ve bu şekilde
çalışılacaktır. Burada söz konusu formasyonlar ile
kurallar ile gündelik yaşam arasında bir neden-sonuç
paralellik arz eden Antony Vidler’in “Üçüncü Tipoloji”
ilişkisi olduğunu belirtir. Endüstri çağında ise yaşanan
kopuş ile beraber bu ilişkinin artık o kadar da net başlıklı yazısı ve Emil Kaufmann’ın modern mimarlığın
olmadığı, toplumun ve şehrin yapay olarak düzenlendiği doğuşuna ilişkin çalışmaları kullanılmıştır.
ve homojenleştirildiği, düzenlemenin ise artık merkezde
değil, kenarda olduğunu ileri sürer. (Merkez-çevre) 1.Aydınlanma ve Merkezsizleşme Süreci
Kontrolün artık kenarda olduğu bu süreçte işlev, form ve Aydınlanma ve devrim dönemi ile birlikte toplum “kutsal
anlam arasındaki bağlantının koptuğunu belirtir. Tschumi, olan”a özgü merkez fikrinin zaman ve mekan anlayışı ve
günümüzde ise kontrolün artık toplumun dışında olduğu deneyim biçimlerinden arınmaya başlar. “Kutsal olan”ın
geri çekilişi ile birlikte insan-tanrı ilişkisinde bir kopuş
yaşanır. Foucault, bu süreci aynı zamanda “insanın Foucault, Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” metninde şimdiki
doğuşu” olarak ta anar. Sonsuz bir varlık olan tanrının zaman sorusunun, güncelliğimizin ne’liğinin önemli
sahneden görece geri çekilişi yerini sonlu bir varlık olan olduğu ana işaret eder. Modernliğin esaslı sorusudur, bu.
insana ve onun faaliyetlerine bırakır. Tanrısal düşünüm “Aydınlanma (Aufklärung) kendi kendini adlandırarak,
(refleksiyon) artık insana özgü sonlu bir düşünüm haline kendini kendi geçmişi ve geleceği karşısında
gelmiştir. (Kantgil cogito yaşanan bu dönüşümün açık bir konumlandırarak ve kendi şimdiki zamanı içerisinde
ifadesidir) İnsanın bu yeni statüsü ile birlikte, Platoncu yapması gereken işlemleri saptayarak kendinin kendi
“güzel-olan” yerini “estetik bir devrime” ve dolayısıyla bilincine varmış olan kuşkusuz çok özel bir kültürel
“beğeninin doğuşuna” bırakır. Bunun anlamı, özünde süreçtir.” (Foucault; 165) Ve Foucault açısından
Platoncu bir ayrım olan düşünülür-olan (kavram) ile “şimdinin bir ontolojisini” (ya da kendimizin bir
duyulur-olan (deneyim) arasında, duyulur-olanın, ontolojisini) yapmak, bizi üreten öznellik kipleri ve
düşünülür-olandan görece özerkleşmesidir. Platoncu hakikat oyunlarına odaklanmak demektir. Dolayısıyla,
gelenek içerisinde düşünülür-olanın duyulur-olana daima “kutsal olan”dan arınma süreci ile beliriveren bir
bir önceliği var idi. Sabit bir merkez fikri tam da bu bireyleşme ve bireyleştirme sorunu belirmektedir burada.
şekilde oluşabilirdi. Bu sorun mimari tasarım düşüncesi açısından da
Belli bir ölçüde, Platoncu geleneğin etkisi altında önemlidir. Ledoux’nun İdeal Chaux Kentinde geliştirdiği
şekillenen ve insanın merkezde olduğu Vitrüviyen formlar belli bir siyasal ütopyayı içerisinde barındırmakla
paradigmanın bir çöküşü söz konusudur burada. Ancak birlikte Barok’un dinamik kompozisyon anlayışından
Alan Calquhoun kendi deyimiyle, bu süreci Platoncu Aydınlanma’ya geçişi temsil etmektedir, Emil Kaufmann
mimarlık geleneğinin yok olmasından ziyade bir açısından.
laikleşmesi olarak yorumlayıp bu durumu toplumsal
kuramda cumhuriyetçi ve demokrat içeriklerin Barok “Ledoux’dan Corbusier’e” (Von Ledoux bis Le
devletin merkezi kurumlarına aşılanmasına benzetir. Corbusier, 1933) başlıklı kitabında, Kaufmann, Ledoux
Dönemin geçiş mimarlarından biri olan Ledoux, Barok üzerine analizlerinde bu sürecin mimarlıkta nasıl
dönemine özgü olan hükümdarın mutlak bakışına tabi yankılandığını inceler. Ledoux ve Kant arasındaki kimi
kılınan perspektif ilkesinin giderek demokratikleştiğini ve paralelliklere vurgu yapar. Kant’ın özerk bir etiği
perspektif mekanının kolektif düzlemde yeniden önerdiğini, Ledoux’nun da özerk bir mimarlığın
düşünüldüğü tiyatro mekanının Aydınlanma dönemine temellerini attığını ileri sürer. Bu tam da İnsan Hakları
özgü yeni statüsünü anar. Ledoux için bu Bildirgesi ile birlikte bireye tanınan hakların artık eski
demokratikleşme süreci ile ilişkili olarak her yerden metafizik ve ahlak kurallarının geçerli olduğu aşkın bir
görmek ve görülebilmek tiyatro mekanının en önemli düzlemi gerektirmediği bir döneme denk gelir. Toplumun
özelliğidir. “Coup d’oeil” adlı (Resim 1) bir endüstri çağına ya da disiplin toplumuna göre yeniden
illüstrasyonda, bu durumu gösterir; ancak illüstrasyonda örgütlendiği bir süreçte beliren yeni bir birey tipolojisi ve
dev bir göz yine de herşeyi gözetlemektedir. Hans Belting, bireyleşme biçiminin mekan siyaseti de artık laikleşmiş
Ledoux’nun bu illüstrasyonunu Foucault’nun Benthamcı bir aklın kendisinin merkezde olduğu yeni bir mimarlık
“panoptik bakış”ı ile ilişkilendirerek görme mekanı talep etmektedir.
üzerindeki kontrolün anonimleştiğini belirtir.
Foucault’nun panoptik mekanın belirişi olarak da Arke, arketip ve tip arasında işleyen analojik ilişkilere
dillendirdiği bu an aynı zamanda biyopolitikanın da özgü bireyleştirme işlemleri bahsi geçen dönüşüm ile
doğuşuna tekabül etmektedir ve Foucault açısından birlikte artık bir sentez (kavram ve deneyim arasındaki)
neoliberal yönetimselliğin de erken aşamasıdır. sorununa dönüşmektedir. Bahsi geçen dönüşüm ile “tip”
kavramının da anlamı değişime uğramaktadır.
(Calquhoun, Vidler, Madrazo) Teosentrisizme özgü
hiyeraşik bir dünya tasarımı yerini sonlu olanın analitiğine
bırakıyor. Tip burada duyulur olan deneyim alanını,
düşünülür olan kavram ve zihin alanı ile ilişkilendiriyor.
Tip tıpkı bir şema gibi işliyor burada... Aslında burada
duyulur-olanın düşünülür-olandan görece özerkleşmesi
ile birlikte beliriveren anlam krizine karşılık “tip” kavramı
ile problem sonlu insan ve sonlu düşünüm açısından
yeniden kurulmaya çalışıyor. Foucault gibi ele alınırsa
yeni bir hakikat söyleminin inşası söz konusudur burada.
deneyim (öznellik) kipleri ile ilişkili yeni anlam ve değer geçiş süreci sınırın flulaşması ile özdeşlik/aynılık/kimlik
dünyalarının da belirmesi anlamına gelmektedir. gibi nosyonlar ile işleyen mantığın (savaş koşulları
Sanayileşme ve nüfusun artışı ile birlikte kentin statik bir dışında) “farkı” boyunduruk altına aldığı temsil
evreden dinamik bir evreye geçişi kentsel deneyimi ve siyasetinin gücünü yitirmeye başlaması ile birlikte, “fark”
anlam sorununu da gündeme getirmektedir. İşte, Vidler, kavramı etrafında yoğun bir tartışma başlar. 1960’lar
burada, karmaşıklaşmaya başlayan kent deneyiminin sonrasında yükselişe geçen “fark” terimi etrafında dönen
kavranabilir olması için “tip”lerin anlamı yeniden kurma tartışmalarda, Derrida, Deleuze, Foucault, Lyotard vb.
potansiyellerine işaret eder. düşünürler genel olarak sahnede yer aldılar. Bu tez,
Deleuze ve Guattari’nin çeşitli eserlerinde geliştirdikleri
Mimari bir tasarım probleminde özdeşlik/aynılık/kimlik ifade siyaseti üzerinden mimarlık ve paradoksal fark
düşüncesi üzerinden kurulan mimari bir tasarım (simülakrum sistemi ve tekseslilik) üzerine bir yeniden
probleminin genel temaları kabaca Vidler’in söz konusu okuma denemesidir. Mimarlık alanında yapılan
çalışmasına atıfla takip edilecek olursa: Birinci tipolojide çalışmalarda, Deleuze ve Guattari’ye verilen referanslarda
mimarlık doğa ile “analoji” ilişkisi kurmakta ve “ifade” kavramının hakkının yeterince verilmediği
mekansallaştırma işlemi buradan türetilen ilkeler görülüyor.
doğrultusunda yapılmaktadır. Marc-Antonie Laugier,
mimarlığın doğayı taklit etmesi gerektiğini -Newtoncu Öncelikle ifade siyaseti tekil olan, tekil düşünce ile
mutlak mekan anlayışına eklemlenerek- belirtir. İdeal bir ilişkilidir; ancak tekil olanı kolektif ile birlikte düşünür.
“tip” olarak ileri sürdüğü “ilkel kulübe”yi diğer tüm Düşünülür-olan ve duyulur-olan arasında yapılan klasik
yapıların ondan türetilebileceği kökensel bir bireyleştirme ayrıma özgü, özdeşlik/aynılık/kimlik ile işleyen doksa ve
ilkesi olarak ele alır. Jacques François Blondel ise onun temsil siyaseti değil, paradoksal olan ile ilgilenir.
işlevlerine göre bina sınıflandırmaları yaparak uygun Dolayısıyla birey ve bireyleştirme siyaseti Düşünce
“karakteri” ifade eden “türler”i bir bireyleştirme ilkesi imgesini tanınmaya ve özdeşliğe dayalı olmaktan para-
olarak ileri sürer. Blondel’in öğrencileri olan Ledoux ve doksal bir fark düşüncesine dönüştürme politikası
Boullée için ise tipoloji koşullara bağlı olarak değişen (noopolitika) veya düşüncenin yeni bir imajı, ya da daha
simgesel bir etki olarak ele alınır. Quatremère de Quincy çok onu kapatan imajlara karşı düşüncenin özgürleşmesi
için tip aslında bir “model” olarak (kopya etmek değil) ifade siyasetinin en genel eğilimini oluşturmaktadır. Bu
doğayı taklit etmektedir. Jacques-Nicolas Louis Durand, aynı zamanda bir olay felsefesidir. Ancak, zihin/beden
Gotfried Semper ve Eugéne Emmanuel Viollet-le-Duc ayrımı ile ilişkisi yoktur.
gibi isimlerin de dahil olduğu bu süreç, “kutsal olan”dan
arınma ile birlikte beliren krizi rasyonalize etme ve Başka bir deyişle, ifade problemi ve paradoksal fark,
dolayısıyla kentsel deneyimi ve anlam üretimini yeniden Deleuze’ün, olanaklı-olanın gerçekleşmesi ve virtüel-
düşünme çabaları olarak okunabilir. İkinci tipoloji ise olanın edimselleşmesi arasında yaptığı keskin ayrım ile
analoji ilişkisini makine ile kurmaktadır… birlikte düşünülebilir. Olanaklı-olanın gerçekleşmesi,
sınırlandırma ve benzerlik ilkeleri üzerinden işleyen
Vidler’in, belirttiği üçüncü tipoloji ise şehir analojisi bireyleşme tarzları ve temsil siyasetini üretir. Deleuze,
olarak ifade edilir. (Vidler, 1985). Aydınlanma teknoloji filozofu Gilbert Simondon’a (1924-1989) atıfla
sürecindeki kopuş ile başlayan tip sorununu 1960’lara bu bakış açısını şu iki saptamaya göre eleştirir. “1)
doğru karmaşıklaşmaya başlayan kentlerde yerini yeni bir Bireyleşme ilkesi geleneksel olarak zaten kurulmuş,
krize bırakmaktadır. Tam da mimari öğelerin çözündüğü tamamlanmış bir bireye bağlanır. Bu durumda yalnızca,
veya parçalandığı bir ortamda beliriveren şeyleşmenin bu tür bir varlığın bireyselliğini kuranın, yani zaten
etkilerine karşı duyarlılık geliştiren mimarlardan biri olan bireyleşmiş bir varlığı belirleyenin ne olduğunu sorarız.
Aldo Rossi’nin tipoloji kaygısı, Vidler’in ilk iki tipolojide Ve bireyi bireyleşmenin sonrasına “yerleştirdiğimiz” için,
incelediğinden farklı olarak, kendisine özerk, kendi bireyleşme ilkesini de bireyleşmek işleminin öncesine,
kendisine atıfta bulunacak bir düşünce geliştirmeye bireyleşmenin kendisinin öncesine, bireyleşmenin
çalışır. Rossi, mimarlığın hatırlatma işlevinden yola kendisinin üzerine “yerleştiririz”; 2) Böyle olunca,
çıkarak şehrin belleğindeki tipolojileri araştırır ve neo- bireyleşmeyi her yere “yerleştiririz”; onu varlıkla, en
rasyonelci bir yaklaşım tarzını benimser. Ancak Hays’in azından somut, hatta tanrısal varlıkla eş-yayılımlı bir
belirttiği üzere, Rossi’nin bu çabaları disiplinin tekrar özellik haline getiririz. Onu varlığın bütünü, varlığın
kurulmasını değil, aksine çözünmesini hızlandırır. kavram dışı ilk momenti haline getiririz. Bu hata, önceki
hataya bağlıdır. Aslında, birey ancak bireyleşmesiyle,
2.Paradoksal Fark ve İfade Siyaseti Üzerine bireyleşme de ilkeyle aynı anda var olabilir: ilke, salt
düşünsel bir ilke değil, gerçekten oluşumsal olmalıdır.
Mimarlığın öğelerinin çözünmeye (dissolution) başladığı Birey yalnızca sonuç değil, bireyleşme ortamıdır.”
bu süreç, Foucault’nun da çözümlemelerini yaptığı (Deleuze, 2009)
disiplin toplumlarından denetim toplumlarına geçiş süreci
ile paralel ele alınabilir. Merkezden merkezsiz olana bu
Ve virtüel-olan kısaca özetlenirse bu paradoksal farkın birtakım şeylerin nedenidir. Bu sonuçlar cisim değil, tam
alanı olan bireyleşme ortamıdır. Virtüel-olan, anlamıyla “cisimsiz”dir. Söz konusu olan, fiziksel
merkezsizdir ve sınırlandırma, karşıtlık, bir modeli taklit nitelikler ve özellikler değil mantıksal ya da diyalektik
ve özdeşlik ya da bir kopyaya benzerlik üzerinden atfetmelerdir. Şeyler ya da şey durumları değil olaylar.
işleyerek edimselleşmez; bireyin herhangi bir dünyada Bunların var-olduklarını söyleyemeyiz, daha ziyade
oluşumu (kolektif olanda) ıraksama ve yakınsama alttan-alta-olduklarını ya da içten-içe-olduklarını, bir şey
kuralına göre tekillikten-tekilliğe göre işler. Bu durumda olmayana, var-olmayan bir olmaya uygun düşen asgari bir
mimarlıkta artık formun, üslubun, tipin vb. belirleyici varlığa sahip olduklarını söyleyebiliriz.” (Deleuze, 2015)
olduğu tasarım problemlerinden odağın yavaş yavaş Kendisini etkisinde (virtüel) aktüelleştiren içkin neden en
formsuz (in-formel) olana doğru kaydığı ima ediliyor. azından bu ayrım üzerinden anlamlı hale gelmektedir. Bu
“Fark” burada özdeşliğin / aynılığın / kimliğin düzenini bakış açısı ifade siyasetinin içkin ve paradoksal düzlemini
garantileyen bir tür olumsuz öğe olmaktan ziyade; başka ima etmektedir.
yaşam olanaklarını sorunsallaştıran paradoksal bir öğe
haline gelmektedir.
Foucault, Michel (2014). Aydınlanma Nedir? Işık Vidler, Anthony (2016). Yaşadığımız Günün Tarihleri:
Ergüden-Osman Akınhay (Çev.). Özne ve İktidar içinde. Mimarlıkta Modernizmi İcat Etmek. Alp Tümertekin
İstanbul: Ayrıntı Yayınları. (Çev.). İstanbul: Janus Yayıncılık.
Foucault, Michel (2015). Hapishanenin Doğuşu. Mehmet Zourabichvili, François (2008). Deleuze: Olay Felsefesi.
Ali Kılıçbay (Çev.). İstanbul: İmge Kitabevi. Aziz Ufuk Kılıç (Çev.). İstanbul: Bağlam Yayıncılık.