Jump to ratings and reviews
Rate this book

Dokunmak

Rate this book
Ahmet Cemal, edebiyatseverlerin yakından tanıdığı bir ad. Deneyimli, usta bir denemeci, usta bir çevirmen. Köşe yazılarıyla da sesini duyuran Ahmet Cemal, şimdi, ilk kez bir başka yönüyle, 'öykücü Ahmet Cemal' olarak çıkıyor karşımıza. Ustalıkla kullandığı Türkçe'yi, yılların edebiyat birikimini, yaşam deneyimini ve elbette ki doğal yazma yeteneğini bu kez öykülerinde kullanmış. Keşke öykü yazmaya daha önce başlasaydı dedirtecek lezzette, ustalıkta öyküler var Dokunmak'ta. Yazar, sıradışı, çarpıcı, ama gerçek konulara çekinmeden el atıyor. Pek çok şeyi göze alarak yüreklice yazıyor. Toplumun genelgeçer kurallarının dışına düşen, ama yadsınmaz bir biçimde de toplumun gerçeği olan kimi konuları, imgelemenin de yardımıyla işliyor. Kitapta on öykü yer alıyor; bunlara bir bütün olarak da bakılabilir. Bütün öyküleri doşan, kiminde az, kiminde belirgin bir biçimde kendini hissettiren temel bir izlek var: insanı insan olarak incelerken, onu bütün zayıflıkları, bütün kusurları ve sapıklıklarıyla ele alırken derin gözlem gücünü de ortaya koyuyor yazar. İnce bir duyarlıkla kurgulanmış bu öyküler, yıllarını edebiyata vermiş bir aydının değişik bir alandaki yeni ürünleri.

82 pages, Paperback

First published January 1, 1999

Loading interface...
Loading interface...

About the author

Ahmet Cemal

87 books31 followers
Ahmet Cemal, 1942'de doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Aynı fakültede asistanlık yaptı. İstanbul Avusturya Kültür Ofisi'nde basın danışmanı olarak çalıştı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde çeviri dersleri verdi. Yeni Ufuklar ve Varlık dergilerinde yazdı. Yazko Çeviri dergisini yönetti. Halen Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Sinema ve Televizyon bölümü öğretim görevlisi olarak sanat tarihi ve estetik, aynı üniversitenin Devlet Konservatuvarı'nda dünya tiyatro tarihi ve çağdaş tiyatro, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde de sanat kavramları dersleri veriyor. Bertolt Brecht, Elias Canetti, Stefan Zweig, Ingeborg Bachmann, Paul Celan, Rainer Maria Rilke, Georg Trakl, Friedrich Hölderlin, Heinrich von Kleist, Georg Lukacs, Anna Seghers, Erich M. Remarque, Manès Sperber, Franz Kafka, Walter Benjamin, Robert Musil, Ernst Fischer, Octavio Paz ve E.H.Gombrich'ten çevirileri yayınlandı. Deneme ve makaleleri Yaşamdan Çevirdiklerim, Odak Noktasında Yaşananlar, Aradığımız Tiyatro ve Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor,şiirleri Geçmiş Bir Dua Kitabından başlığıyla, öyküleri de Dokunmak adı altında kitap olarak çıktı. Çeviri kuramı, estetik, sanat tarihi, kültür eleştirisi ve edebiyat üzerine makaleler yazdı; aynı konularda Avusturya'da, Viyana ve Innsbruck üniversiteleriyle, Avusturya Edebiyat Kurumu'nda konferanslar verdi. 1998 yılında, Türk kültürüne yaptığı hizmetler nedeniyle kendisine Anadolu Üniversitesi Senatosu tarafından fahri doktor unvanı verildi. Halen Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarıdır.

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
11 (17%)
4 stars
14 (22%)
3 stars
23 (36%)
2 stars
10 (15%)
1 star
5 (7%)
Displaying 1 - 9 of 9 reviews
Profile Image for belisa.
1,228 reviews39 followers
April 11, 2022
Ahmet Cemal'in denemelerini okuyamıyorum, her şey farazi geliyor, yazılmak için yazılmış gibi...
belki öykülerini okurum diye denedim ama bunlar da pek öykü değil, anlatılan bir şey yok, duygular, çözümlemeler, çoğu yerde deneme türüne daha yakın duruyor...
her denemeci her okura olmuyor demek...
Profile Image for guclu gozaydin.
62 reviews1 follower
November 25, 2024
Değerli çevirmen ve edebiyatçımız Ahmet Cemal'in çeşitli öykü ve anlatım denemelerini içeren bu kitabını, kısa olmasına rağmen, maalesef oldukça sıkılarak bitirebildim. Çok yetkin bir çevirmen ve üslup sahibi bir denemeci olan Cemal'in öyküleri ise, yer yer aşırı duyarlı, ağdalı anlatımıyla ilgiyi korumayı başaramıyor ve zaman zaman bence öykü veya romanda pek de iyi durmayan teorik görüşleri aktarım aracına dönüşüyor.

Kitabın en dikkat çekici ve özgün yanıysa, tüm bölümlerinde, edebiyatımızda rastlamadığımız yoğunlukta bir "Homoerotizm" içermesi ve bunu üstü kapalı değil, açıktan yapması. Bu tür anlatılara ilgi duyanların ilgisini çekebilir. Bunlara ilgi duymayanlar ise gene Cemal'in değerli çevirilerini okumaya devam edebilirler.
Profile Image for Filiz Demiral.
98 reviews11 followers
June 10, 2018
"Belki çoğumuzun yaşamında, arkamızdan çok acele toplanmış ve izlerimizin çok çabuk yok edildiği odaların burukluğu vardır."
Profile Image for Ulaş Gezgin.
Author 37 books12 followers
December 20, 2020
Öykücü Yönüyle Ahmet Cemal’i Anarak


Çevirmen, köşe yazarı ve eleştirmen olarak tanınan, çok yönlü, çok değerli düşün insanı Ahmet Cemal’i (d.1942) kaybettik. Onun daha az bilinen diğer yönleri, eğiticiliği, tiyatroculuğu, şairliği ve öykücülüğüydü. Bu yazıda, Ahmet Cemal’in ‘Dokunmak’ adlı öykü kitabı üzerinden, onun öykücülüğünü değerlendiriyoruz. 10 öyküden oluşan ‘Dokunmak’, özellikle düşünsel yoğunluğuyla ve sanatsal izlekleriyle öne çıkıyor.


Dosyası Çabuk Kapatılan Bir Ölüm Olayı

Üçüncü tekil anlatımın kullanıldığı ‘Dosyası Çabuk Kapatılan Bir Ölüm Olayı’nda, ‘tanınmış tiyatro oyuncusu’ Raif Ergüç, görünüşe göre intihar etmiştir. Ancak, geride bıraktığı intihar mektubunda, neden intihar ettiğini değil neden etmediğini anlatır. Bu da, kuşku uyandıracaktır. Oyuncunun yaşamında, oyunla gerçek birbirine girmiştir. Öykü boyunca, “bu, bu oldu ama bunun için intihar etmedim” biçimindeki bir mektubun içine gireriz. Annesinin çökmesi de, eşyaların eskimesi de intihar nedeni değildir. Başkişi bunları bize bir bir anlatır. Ergüç’ün annesiyle hastalıklı bir ilişkisi olduğunu öğreniriz. Yetişme koşulları, cinsel kimliğinde farklılaşmaya yol açacaktır. Yine de hiçbiri ama hiçbiri, intihar nedeni değildir ve asıl nedeni asla öğrenemeyeceğizdir. Dosya hızla kapanır… Böyle bir öyküyü ancak tiyatro konusunda derin bilgi ve becerisi olan bir öykücü yazabilirdi.

‘Claudia’ adlı öykü, ikinci tekil kişi üzerinden bir aşk öyküsü… Bu öyküde de, ölüm ve yaşamın kıyısında olmak söz konusu:
“Yakın çevresinde bulunmuş olanlar yaşamı Claudia’dan, neden ölündüğünü merak etmeyecek kadar iyi öğrenmişlerdi.” (s.31)
Bir kez daha tiyatro ve bir kez daha bilinmeyen ölüm nedeni…


Dokunmak

Birinci tekilden yazılmış olan ‘Dokunmak’ adlı öyküde, başkişinin zihninde, düşle gerçek ve geçmiş anılarla şimdiki zaman içiçe geçecektir. Metinde bakış açısı, sürekli değişiyor. Ben dili, yer yer, sen dili ve biz diline kayıyor. Tek cümleden oluşmuş paragrafların kullanımı dikkat çekici. Bu, kolay okunurluk sağlamış ve metni akıcılaştırmış. Bu, bir aşk ve ayrılık anlatısı… Öte yandan, dilsel yalınlık, düşünsel yalınlık anlamına gelmiyor. Felsefi bir metin olmuş. Öyküdeki düşünceler azar azar verildiğinde bile, zihinsel enerji ve odaklanma gerektirebiliyor. Örneğin, “Hiç yaşamamış olmayı ölümsüzlük sandılar.” (s.42)

‘Vergilius’un Son Gecesi Üzerine Bir Çeşitleme’ adlı öykü, uzun bir alıntıyla açılıyor. Önceki öyküdeki gibi, tek cümleli paragraflar dikkat çekiyor. Bu öyküde de, ben dili, sen dili ve biz dili arasında sürekli geçişler var. Hatta bunun da ötesine geçilerek bu üç tür, odağa alınıyor. Bir noktadan sonra bu metin, öyküden çok deneme gibi duruyor. Belli bir olay akışı yok; bu, bir felsefi monolog. Tiyatro oyunu olmaya daha yatkın…

‘Balkondaki Defterler’ adlı öyküde, başkişi, 8-9 defteri bulan güncelerini doğaya, bozulmaya bırakır. Başkişinin anılarla ilgili düşüncelerine tanık oluruz. Ölüm, bu öyküde de baş köşede ve ilerleyen sayfalarda, başkişinin güncesini ve dolayısıyla anılarını neden imha ettiğini öğreniyoruz. Bu öykü, “Olmasa mektubun / Yazdıkların olmasa” dizelerini anımsatıyor.


Dört İncil

‘Dört İncil’ adlı öyküde, siz dili baskın. Öykücü, öyküyü yazma sürecini anlatıyor. Kendine gönderme yapan bir öykü. Başkişi olan öykücünün öyküsündeki başkişi ise İstiklal’deki Sen Antuan Kilisesi’ni ziyaret eden bir kadın olacaktır. Öykücü, cemaatin günahkarlığı bağlamında tutucu bir izlenim verir; ancak aslında maddecilikleri eleştiri konusu yapılıyor. Dua edenlerin bağışlanmayacağı söylenir. Öyküde, Hıristiyanlık’a ilişkin simgesel bir dil kullanılıyor. ‘Dört İncil’de eski İstanbul’a dönük özlem de seziliyor:

“Ama çoktan yitirilmiş bir kentin bir zamanlarki haliyle en iyi burada, sığındığımız bu eski tapınakta düşlenebileceğini siz de biliyorsunuz.
(…)
Ve ellerinizi izlerken, bu görünen kentin altında aramaktan hiç usanmadığımız öteki batık kentin haritasını ancak sizin parmaklarınızın çizebileceğini biliyorum.” (s.65)

Öykücü olan başkişinin düşünceleri, Çehov ve Dostoyevski’ye gidecektir. Öykücü, onların acılarının toplama kamplarının kurulmasından önceye gittiğini; yani neredeyse hiç olduğunu ileri sürecektir. Duaların kabul olmaması, belli bir ölçüde buna bağlanacaktır…


Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Gezinmek

‘Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Gezinmek’ adlı öyküde, başkişinin İstanbul’a duyduğu sevgi ve özlem kar��şımı duygular yer alıyor. Defalarca ayrılmayı, veda etmeyi düşünür, ama yapmaz, yapamaz. Ölümden söz açtığında ise, biz okurları üzecektir:

“Bir zamanlar ölmeyi bile bu kentte istemiştim. Üstelik ölümüm haberli gelmeliydi. Onu karşılamak için koca bir düğün sofrası kuracak ve sofranın her yanını elden düşme oldukları için yaşamaya değer bulmadığım yarınlarımın mumlarıyla donatacaktım.
Olmadı.
Bu kenti ne ölerek, ne de ölmeden bırakabildim.” (s.70)

‘Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Gezinmek’te, başkişi, İstiklal’de geçen çocukluk anılarını aktarır. Gözü dışarıda olan babasıyla onu eve döndürmeye çalışan annesi ve ‘Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşünün hüzünlü görkeminden Asmalımescit’e kucak dolusu getirdiği’ (s.74) söylenen Madam Edith anımsanır. Öyküde, kıyısından köşesinden de olsa, siyasetçi eleştirisi de yer alıyor:

“Madam Mimi’nin kocası, cumhuriyetin ilk yıllarının ünlü bir politikacısının oğluydu.
Fakat bu politikacının namuslu olmak gibi bir zaafının bulunması nedeniyle, oğluna adından başka bir şey kalmamıştı.” (s.80)

Öykünün başkişisi, Ahmet Cemal’e fena halde benzer; kendisi olması büyük olasılık. Aynı izlekler, hem öyküde geçen yarım şiirde hem de ‘Özyaşam Öyküsü’ adlı şiirinde yer alacaktır. Başkişi, çoktan ölmüş olan babasıyla ilgili anılarını okurla paylaştığında, bu paylaşıma önce bir anlayamamazlık ve sonra “büyüyünce daha iyi anladım” hissiyle karışık, hayranlık ve sevgi hisleri eşlik ediyor. ‘Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Gezinmek’, şöyle bitecektir:

“Resmin aslını bilen kalmadığından, parçalar da hiç birleştirilemeyecek.” (s.85)


Yazılamayan Bir Öykünün Serüveni

‘Yazılamayan Bir Öykünün Serüveni’nde, öykücü olan başkişi uzun süredir yazamamaktadır. Yazamama nedenleri üstüne düşünür; yazma denemeleri yapar; aynı anının farklı farklı yazım örneklerini görürüz… Bu öykü, kurmaca ile ilgili tartışmaları dolayısıyla (örneğin, anlatıda kullanılan zaman kiplerinin yarattığı farklılıklar), kuramsal bir yazı olmaya gidiyor. Başkişiye göre, tiyatro, her zaman şimdiki zamanda geçer; bu zamanı seçmeme özgürlüğü bulunmaz. Öyküde ise, şimdiki zaman, en ince ayrıntıyı aktarma kolaylığı sağlıyor… Öyküde geçmiş zaman kullanımı, tersine, herşeyin yerli yerince anımsanamayabileceği olasılığını gündeme getiriyor. Oysa, başkişinin söyledikleri, yalnızca anılara dayalı öykücülük için geçerli olabilir… Öykünün ilerleyen sayfalarında, öykücü başkişi ile öykülemeye çalıştığı ressamın konuşmalarını dinleriz. Ressamın öyküye yönelik itirazları vardır. Aralarındaki konuşmayla birlikte, asıl öykü başlar. Bundan öncesinin yalnızca hazırlık olduğunun farkına varırız.


Giritli Dayı’nın Sabah Çiçekleri

‘Giritli Dayı’nın Sabah Çiçekleri’ adlı öyküde de, bir önceki öyküde olduğu gibi, sanat ile gerçeklik arasındaki ilişki konu ediliyor. Bu öyküde, Ahmet Cemal öykücülüğünün sözlü değil yazılı bir nitelikte olduğunu bir kez daha görüyoruz. Sözgelimi, Aziz Nesin, Sait Faik ya da Orhan Kemal öykücülüğü için geçerli olanın tersine, Ahmet Cemal anlatısı, birine sözlü olarak anlatılabilecek bir türde değil; tersine, Ahmet Cemal öykülerinde kitaplara ve yazılı kültüre çoğunlukla açık ve kimi zaman örtük olmak üzere çokça gönderme var. Ahmet Cemal öykülerinde, ayrıca, şiirlere ve şiir parçalarına sık sık yer verilmesini de bu noktada not edebiliriz.

‘Giritli Dayı’nın Sabah Çiçekleri’nde yazar, Kazancakis’in bir Bizanslı bilginden alıntıladığı söze yer veriyor: "Gerçeği değiştiremeyiz, öyleyse gerçeğe bakan gözleri değiştirelim," (s.101). Bu görüş, gerçekte, psikolojik danışmanlık ve klinik psikolojideki birçok yaklaşımın temel çıkış noktası… Öyküdeki temel kişiler, 90’ını geçmiş olan Giritli Dayı’yla, ‘Adalı’ diye çağırdığı yeğeni…



…Ve O Kentlerin Fotoğrafsız Zamanları

Kitaptaki son öykü olan ‘…Ve O Kentlerin Fotoğrafsız Zamanları’, ben ve biz diliyle, 30 yıl önceki anılara gidiyor. Kişilerden biri kanser. Cem için öyküde şöyle deniyor:
“Cem için ise kalan yıllarımız da önemli. Ağır bir kanser ameliyatı geçireli henüz iki ay olmuş. Bundan sonraki ilk beş yılı, tıp biliminin deyişiyle bir ‘deneme süresi’ olarak yaşayacak. O beş yıl içersinde hastalık tekrarlamadığı takdirde, ‘kalan zamanından’ söz ederken sınırlamalardan daha bir uzaklaşmış olmanın rahatlığını duyacak.” (s.107)

Resim ve anı ilişkisi için öyküde şöyle deniyor:
“O yıllarımızda resim çektiğimiz zamanlar, bunu neredeyse bir alışkanlığın etkisiyle yapardık. "Bir anı olsun," derdik, fakat doğrusu anıların ne işe yarayacağını da pek bilmezdik.
Hiç bilmezdik.
Yaşadıklarımızla aramızdaki uzaklık, anıların yardımına gereksinim duyacağımız kadar değildi. Üstelik ‘ilerisi için’ dediğimiz zaman bile öyle çok uzakları düşünebildiğimizi, düşünmek istediğimizi sanmıyorum.” (s.109)

Ahmet Cemal, ‘…Ve O Kentlerin Fotoğrafsız Zamanları’nda fotoğraf ile resim ilişkisine de değiniyor. Cem, fotoğraf çekmez, resim yapar; çünkü yaşamımızı çekilmeye değer bulmaz, ancak resimde, yaşadıklarını değil özlemlerini dışavurma olanağı bulur. Fotoğraflar yalancıdır; çünkü geçmişteki mutlu anları dondurarak onların sürekli olduğuna bizi ikna etmeye çalışırlar. Resimde ise, ressam, yaşadıklarından kendine kalanları resmeder.


Uğurlama

Görüldüğü gibi, ‘Dokunmak’, Ahmet Cemal’in çok yönlü aydın kişiliğinin bir parçası olan öykücülüğünün de ustaca olduğunun kanıtı… Özellikle, ‘Dosyası Çabuk Kapatılan Bir Ölüm Olayı’ ile ‘Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Gezinmek’ adlı öykülerini öneriyoruz; bunlar Türkçe öyküler için hazırlanmış bir seçkiye (antoloji) girmeye aday öyküler… Keşke daha uzun yaşasaydı da, yeni öyküler yazabilseydi… Onun ölümü, yalnız çeviri, eleştiri, gazetecilik, tiyatro ve eğitim için değil, öykücülük için de kayıp…

Ahmet Cemal, son öyküsünde, okuma-yazma bilmeyen ve gitarını özgürce çalabilmek için nota da öğrenmeyen Çingene flamenko ustası Manitas de Plata’yı (1921-2014) (s.120) ve Eleni Karaindru’nun ‘Rosa için Ağıt’ını (s.118) anıyor. Onu Karaindru’nun Rosa’sıyla sonsuzluğa uğurluyoruz! (https://www.youtube.com/watch?v=7Nvl0... ) Devri daim olsun!



Kaynak

Ahmet Cemal (1999). Dokunmak. İstanbul: Can.
Profile Image for K. E..
161 reviews7 followers
March 9, 2023
"Gerçek anlamdaki yaratıcılık, geniş ölçüde bir kendine rağmen'liği de içermiyor muydu?"
Profile Image for Sılavoj.
1 review
June 1, 2021
“Parmaklarımı tutuyorsun.
Sonra bütün elimi.
Şimdi anlıyorum.
Sevişmenin doruklarında eller, neden elleri arar?
Şimdi, ellerimiz bu haritanın üstünde kavuşmuşken anlıyorum.
Her sarılışın ardından birbirimize geçmesini istediğimiz, Biz’den çıkıp gitmesine izin vermediğimiz o sıcaklığa ellerimizle nasıl köprü kurduğumuzu anlıyorum.”


Belki de insanlar arasındaki ilişkilere dair en mahrem ama en vurucu soruyu soruyor Ahmet Cemal, Vergilius’un Son Gecesi Üzerine Bir Çeşitleme öyküsünde. Ellerden bahsediyor, insanın insana tutunduğu, insanın insandan koptuğu ellerden. Sahi Sevgili X, sevişmenin doruklarında eller, neden elleri arar?
Profile Image for Terss.
611 reviews38 followers
July 30, 2018
Kitap Bernard shaw'dan alıntı ile başlar.
"Yaşayan bir varlığın günahlı olduğuna inananlar, tanrı’nın ya günahı yaratacak kadar kötü olabileceğine ya da kusursuz varlık yaratma girişimlerinde çok yanlışlıklar yaptığına inanmak zorundadırlar..." 

Dokunmak isimli bir öykü kitabını bu cümleyle başlatabilmek başlı başına bir başkaldırıdır. Ve aslında kitabın içeriği hakkında da ipucu verir. Ben bu alıntıyı okuduğumda bu kitabı seveceğimi anladım.

'İntihar kararına ilişkin doğrudan tek yazdığı, bu kararın artık doymuş birinin sofradan kalkma kararına benzetilebileceğiydi.'
Profile Image for Nur.
2 reviews
January 23, 2020
Yazarın kendi ifadesiyle kitaptaki öyküler “bazıları başka metin türlerinin saçak altlarına, satır aralarına usulca kıvrılıvermiş yazılar”, “neden kaleme alındıkları artık hiç bilinmeyen, öylece ortada kalıvermiş kırıntılar”. Ömrünü Almanca edebiyatın kimi kült eserlerini Türkçeye kazandırmaya vermiş bir çevirmenin kurgu metne dair yaklaşımını okumak her halükarda ilgi çekici olabilecekse de bu biraz deneme biraz öykü biraz otobiyografi türünü çok sevemedim.
Profile Image for Logolepsi.
53 reviews16 followers
February 13, 2017
"Ayrıca annesinin yaşlanıp eskimesi ile eşyaların eskimesi arasında hemen hiç fark yoktu. Çünkü cansızlıkları yüzünden eskimeye karşı koyamayan eşyalar gibi, yaşamdan daha ölmeden elini eteğini çekmiş olan annesi de kendini eskime sürecine bırakmış, belki yıllardır cansız eşyaların arasına onlardan biriymiş gibi yerleşip kalmıştı"

"o yaştaki yeniyetmeler, kimi zaman doyumu her şeyden çok erkekliklerinin onaylanmasında da aramaktaydılar ve özellikle bir yatılı okul ortamında bu onayın erkek bedeni taşıyan, ama onların erkeklik organları önünde ‘biat etmeye’ hazır bir hemcinslerinden gelmesine de her zaman itirazları olmuyordu. Böylelerini açıkça ya da kendi aralarında ‘ibne’ diye nitelendiriyorlar ve –kendilerinin ibne olmamalarından ötürü daha bir pekiştirilmiş erkekliklerinden kaynaklanan, zorbaca bir üstünlük duygusuyla– aşağılıyorlardı. Ama kendi erkeklikleri, bu türden erkek olmayanlar karşısında daha bir vurgulandığından, kimi zaman bu ‘o biçim’lersiz de olamıyorlardı. Hatta yakın arkadaşlarına, tıpkı kızlarla yaşadıklarını anlatmaları gibi: "Biliyor musun, benim bir de ibnem var!" diye böbürlenenler de ender değildi"

"kendini öldürmeye karar verene kadar ten sıcaklığı bağlamında epey yoksul, ama, kendi deyişiyle, gönül serüvenlerinden yana çok zengin bir yaşamı olmuştu"

"Zaten mektubun sonunda intihar kararına ilişkin doğrudan tek yazdığı, bu kararın artık doymuş birinin sofradan kalkma kararına benzetilebileceğiydi"

"Raif Ergüç, yaşamayı yeterli bulduğunu söylüyordu. Neden daha çok yaşamayı seçmediği konusunda ise herhangi bir ipucu vermiyordu. Ama bu sorunun, yani acaba neden daha çok yaşamak istemediği sorusunun ölümünün ardından sorulacağından emindi. Mektubunda bunu da belirtmişti.

Ve eklemişti

""Daha çok yaşamanın ne anlama geldiği sorusunu yanıtlamayı, siz yaşayanlara bırakıyorum""

"İnsan ne yaradır, ne değildir, bunu hemen ilk sıyrıklarla öğrenemiyor. Belki de insanın nasıl yaralanabileceğini, ne zaman kendini yara almış sayması gerektiğini, yaralandığında ne yapılabileceğini veya yapılamayacağını ben de o gecenin ardından öğrenmiş olabilirim"

"Soluk soluğa gözlerine tırmanıyordum"

"Oysa tren, acımasızdı.

Sarsıntısız alıyordu virajları.

Bedenlerimiz birbirine savrulmuyordu."

"Ötekiler, günah korkularıyla yeryüzü günlerimize kıymışlardı.

Kendi zaaflarımızdan cennetler yaratabileceğimizi anlamadan"

"Yangınını da alıp gideceksin"

"Hele zaman, geçmişte yaşanamamışları bir daha yaşamayı tam anlamıyla olanaksız kılmışsa...Evet ne diyordum: Yazılı belge, insanın elinden işte bu özgürlüğü alır. Çünkü bir şeyleri yaşayamadığını veya şimdi anımsamak istediğinden farklı yaşadığını yüzüne vurur.

Belki ben de bu yüzden defterlerimi güneşin, yağmurun ve rüzgârların kucağına bıraktım.

Unutmak istediklerimi gönlümce unutabileyim, anımsamak istediklerime de yeni biçimler kazandırabileyim diye"

"Bir daha öyle bir ‘biz’ olamazdı. Paylaşmadığımız bir şey kalmamış. Dolayısıyla senden sonra biriyle paylaşabileceğim herhangi bir şey de kalmamış"

"Ben, belki genel eğilimin tam tersine, düşlerin kırılması ya da kırılmamasını dert etmektense, düşlerin olabildiğince çoğaltılmasından yanayım; bir insan üzerine kaç düş kurulursa, o insan bir o kadar çoğaltılmış, onu yitirme olasılığı da azaltılmış olur"

"Aman içkiye alışayım deme! diye uyardılar.

Onun neden içkiye alıştığını söylemediler"

"Annemin yüzü asık mı asıktı. Masamızdaki öteki kadınlar, özellikle de babamın tanıdığı yabancı kadınlar onun gözünde hep birer orospuydu ve annem, babam için herhangi bir zaman orospu olmayı aklının ucundan bile geçirmemişti.

Sanırım birliktelikleri ve benim sonraki yaşamım, biraz da bu yüzden yıkıldı. Çünkü annem, babamın en azından bazı gecelerinin birazcık orospusu olabilseydi eğer, belki evlilikleri en azından bazen bohème bir birlikteliğe dönüşebilecekti"

"Hep kimileri artık hiç ışık yanmayacağını sandıklarında, onlara mum götürür gibi sevdim"
Displaying 1 - 9 of 9 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.