T ü r k i y e H ü r v e K a b u l Edilmiş M a s o n l a r B ü y ü k Locasının
Araştırma ve Yayın Organıdır
ISSN 13012762
4.
B ü y ü k Üstat M e s a j ı
D e m i r SAVAŞÇIN
8.
Message f r o m the Grand Master
D e m i r SAVAŞÇIN
11.
45.
53.
B i r Masonun Biyografisi:
C e m a l e t t i n A f g a n i K. ( 1 8 3 8 1 8 9 7 )
Tamer A Y A N Uğur ÖZCAN
R i c h a r d Carlile v e H ü r m a s o n l u k
El K i t a b
Çeviren: Celil LAYİKTEZ
İzmir M a t r i k ü l ü m ü z ü n Dünü, Bugünü v e
Geleceği
65.
Kutsallık Üzerine
79.
P o s t M o d e r n i t e , İ n a n ç Sistemleri v e
Masonluk
D o ğ a n DİRİK
A l i VERBAS
M e t i n HEPER
101.
Localardan Haberler
M i m a r SİNAN
112.
Aramızdan Ayrılanlar
M i m a r SİNAN
YIL: 2003
N O : 127
MİMAR SİNAN
Gevşemeyin,
endişe
etmeyin.
İnananız sağlamsa, mutlaka
başarırsınız.
Şanı Yüce Kur'an
(111:139)
Kapak Kompozisyonu: SİNASİ BARUTÇU
Y E N İ L İ K
B A S I M E V İ
Tel. 243 55 72 245 32 48 *
İSTANBUL 2003
MİMAR SİNAN
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasının
araştırma ve yayın organıdır.
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası adına
İmtiyaz sahibi : DEMİR SAVAŞÇIN
Yazı İşlerini fiilen idare eden : TAMER AYAN
DERGİDE
ÇIKAN
YAZILARIN
SORUMLULUĞU
ÜÇ AYDA BİR ÇIKARILIR,
YAZARLARINA
AİTTİR.
ÜYELERE MAHSUSTUR.
ISSN 13012762
SAYI : 127 Nuruziya Sokağı 2 5 , 80050 Beyoğlu
Tel: 0 2 1 2 251 26 5 0
MART 2003
4.
B ü y ü k Üstat Mesajı
D e m i r SAVAŞÇIN
8.
Message f r o m the G r a n d Master
D e m i r SAVAŞÇIN
11.
Bir Masonun Biyografisi:
C e m a l e t t i n A f g a n i K. ( 1 8 3 8 1 8 9 7 )
Tamer A Y A N Uğur ÖZCAN
45.
Richard Carlile v e H ü r m a s o n l u k
El K i t a b ı
53.
İzmir Matrikülümüzün Dünü, Bugünü v e
Geleceği
65.
Kutsallık Üzerine
79.
PostModernite, İnanç Sistemleri v e
Masonluk
Çeviren: Celil LAYİKTEZ
D o ğ a n DİRİK
A l i VERBAS
M e t i n HEPER
101.
Localardan Haberler
Mimar SİNAN
112.
Aramızdan Ayrılanlar
M i m a r SİNAN
BÜYÜK ÜSTAT MESAJI
Sevgili Kardeşlerim,
Yeni Çırak Kardeşim, İnsanlığın yararına
çalışmış nice büyük insan, bu önlüğü taşı
mıştın Siz de bunu onurla taşıyıp, onların
yolunda yürüyeceksiniz. Önlük, bizim
çalışma sembolümüzdür. Bize; insanlık
uğruna durmadan çaba göstermek zo
runda olduğumuzu hatırlatır. Düşünce
kadar, el emeğini de yüce tuttuğumuzu
gösterin Bu önlüğü takmadan toplantıla
rımıza
katılamazsınız.
Size temiz olarak verilen önlüğümüzü siz
de temiz tutacaksınız A*)
Tekrisimizde I.Nazır Kardeşimin söylediği, çalışmalarımı
za ve davranışlarımıza temel teşkil eden bu sözleri he
pimiz hatırladık. Fakat düşünmek zorunluğunda ol
(*) Çırak Derecesi
4
Ritüeli
duğumuz bir husus var; önlüğü, gereğini, yüklediği
görevleri yerine getirip onurla taşıyor muyuz? Temiz
tutuyor muyuz?
Gördüğüm bazı davranışlar ve çalışmalar karşısında bu
suallerin cevabı ile ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaş
mak istedim.
Masonik çalışmalarımızda belirli tarzda davranmak zo
runluluğumuz vardır. Bunlardan birisi de Kuşamı
mız'dır. Önlük de Masonik kusanım öğelerimizden
birisidir. Gözcü'den Büyük Üstat'a kadar bütün gö
revli Kardeşlerimin, görevlerini ifa ettikleri sırada ku
şandıkları ve Regalia olarak tanımladığımız öğeler
de, aslında birer önlüktür. Ayrımcı hiçbir yönü yoktur.
Aksine, Regalia da ayrıca idarî görev bilinci ve sorum
luluğunu sembolize eden bir öğedir. Görev geçici bir
süredir. Görev bitiminde kuşanacağımız yine Çırak,
Kalfa, Üstat önlüklerinden oluşan gerçek önlükleri
mizdir.
Bazı Kardeşlerimiz, Masonik anlamda yönetsel bir görev
linin geçici bir süre için kuşandığı Regalia'yı sözlük an
lamı bakımından krala, prense y a da bir soyluya öz
gü, onun egemenliğini, üstünlüğünü simgeleyen bir
paye olarak nazara alıp; Masonlukta amaçmış gibi,
bu payeye ulaşmak için rahatlıkla antimasonik dav
ranışlarda bulunabilmektedir.
Yaşantımızın dönüm noktası olan Tekris Törenimize dö
nelim. Daha kapıdan girer girmez:
Bizim dışımızdaki
kaldığımızı,
dünyada,
karanlıkta
Bizim dışımızda kalan dünyadaki zengin
likler ve payelerin, bizi etkilemediğini, in
sanın çıplak ve güçsüz doğduğunu, Mason
olacak kimsenin bunu bilmesi ve alçak gö
nüllü olmamız gerektiğini,^)
etmiş olduğumuz yeminimizle kabul ve taahhüt ediyo
ruz.
(*) Çırak Derecesi
Ritüeli
5
Şu halde, neden bazı Kardeşlerimiz görevli önlüğünü;
sözlük anlamındaki Regalia olarak bir paye, mevki
olarak kabul ederek; amacımız buymuş gibi, büyük
bir hırsla, hem kendini, hem de diğer Kardeşlerimi ra
hatsız ediyor, klikler yaratıyor, huzursuzluklar çıka
rıyor, Kardeşlerimin hür iradelerine müdahale ediyo
ruz!
Sevgili Kardeşlerim,
Asıl sorun, görevli olduğumuz sırada kuşandığımız veya
Kalfalığa geçişte, Çırak; özellikle Üstatlığa yükselişte
de Kalfa önlüklerini çıkarttığımız veya değiştirdiğimiz
zaman gerekli eğitimi aldığımızı, zenginlik, mevkii ve
paye gibi hırslarımızdan arındığımızı, kabul ede
biliyor muyuz? Vicdanımız rahat mı, huzur içinde
miyiz?
Görevli önlüklerini bir paye, bir üstünlük mevkisi ve bir
amaç olarak düşünen ve antimasonik davranışta bu
lunan Kardeşlerime tavsiyem, en kısa zamanda Çı
rak, özellikle ve özellikle Kalfa ve Üstat ritüellerini
derhal okuyup benlikleri ile bütünleştirerek kendi
kendilerinin, Muhterem Localarının ve Kardeşlerinin
huzurunu sağlamalarıdır.
Unutmayalım ki, bizleri buraya Masonluğu temessül ve
temsil edebilmemiz için aldılar. Herhangi bir görev
yapsın diye değil. Paylaşımımı Muhterem Sahir
Erman Kardeşimin bir konuşmasından aldığım bir bö
lümle bitirmek istiyorum. O yüce Mason Kardeşimi de
anmakla, bir masonik görevimizi de yerine getirmiş
olacağız.
... Mason, Loca ve atölyesinin arkadaş
ların buluşup hal hatır sorduğu, hoşça
vakit geçirdiği birer klüp
olmadığını,
aksine belirli bir eğitim veren ve buna
karşılık kişiden belirli tarzda
hareket
etmelerini isteyen, daha doğrusu belirli
ahlak, fazilet ve kurallarından
ayrılma
yıp, bilgi edinmek ve bütün bunları etra
fındakilere yaymak ve onlara her bakım
dan iyi örnek olma görevini yüklenen bi
rer merkez olduğunu hatırından çıkarma
malıdır.
Bunun için de Dante'nin şu mısralarını ken
disine rehber edinmelidir:
Kendi tohumunuzu düşünün;
Vahşi hayvanlar
değil
gibi yaşamak
için
f
Fakat fazilet ve bilgi edinmek için ya
ratıldınız.
Evet! Bilgi... Çünkü, hayatta en hakiki
mürşit ilimdir. Evet! Fazilet... Çünkü, fazi
letsiz bilgi kadar zararlı olacak hiçbir şey
düşünülemez.."
Sevgili Kardeşlerim,
En başta gelen görevlerinizden birisi de, temiz olarak ku
şandığımız önlüğümüzü, temiz tutup, özellikle ve
özellikle temiz olarak çıkarmaktır.
Evrenin Ulu Mimarı'ndan dileğim bu güçten bizleri yoksun
kılmasın.
Demir SAVAŞÇIN
Büyük Üstat
7
MESSAGE FROM THE GRAND MASTER
Dear Brethren,
My Entered Apprentice Brother, many men
who served humanity, have worn this
Apron. I exhort you too, to w e a r it with
honour to follow in their footsteps. The
Apron is our symbol of labour; you cannot
attend our meetings without it. It will
remind you of our neverending efforts for
the welfare of humanity and indicates
that w e hold physical labour to be as
acceptable as intellectual labour.
Let me further exhort you never to
disgrace this apron, for you may rest
assured that it will never disgrace you.D
We all remember these words presenting us the basis of
our labours and behaviours offered by the Senior
Warden during our Initiation Ceremony.
However,
we have to contemplate one point; do we carry out the
duties and handle our apron with dignity? Do we
keep it clean?
After observing some behaviours and some duties, I
would like to share my views and ideas regarding the
answers to these questions with my Brethren.
In Masonic labours we are obliged to behave and dress in
a certain way. The apron is one of the basic elements
of this. All Office Bearers, from the Guard to the Grand
Master wear these elements which we call Regalia.
The whole Regalia is in fact an Apron. The different
parts of the regalia do not have any superlative
value. Instead, Regalia symbolises the spirit of the
administrative authority and responsibility.
Duty
lasts for a temporary
period. At its termination,
we
all
shall again wear one of our real aprons amongst the
Apprentice, Fellow Craft or Master aprons.
(*) First Degree
8
Ritual - Ceremony
of
Initiation
Unfortunately/ a few of our Brethren prefer to go into
some
antimasonic
behaviours
taking
into
consideration that the Regalia worn for a certain
period in order to fulfill the Masonic administrative
duties is a sign of superiority and sovereignty peculiar
to a king, prince or aristocrat, is the basic objective of
Masonry.
Let us go back to our Installation Ceremony which is the
turning point of our lives. Just at the entrance :
To express that w e are in a state of
darkness in the outside world,
Wealth and position in the outside world
are insignificant to us, man is born naked
and helpless, a future Mason should
remember this and be modest,, (*)
We accept an commit with the vow we have
taken..
Then, why do some of our Brethren consider this Regalia
as a symbol of authority, just looking at its vocabular
meaning, take it as a rank or some superiority ? As if it
is our main objective, why do they, with all their might
and ambition, struggle and annoy themselves and
their brethren, create some cliques or disturbances?
They must be aware that they are violating the free
will of their Brethren!
My
Dear
Brethren,
The main question is, the Regalia we have worn during an
official duty, or the Apron we have changed while
passing from Entered Apprentice to Fellof Craft or
raising from Fellow Craft to the Master Degree, have
we completed our Masonic education or have we
quitted
our ambitions
like wealth,
rank
or
superiority? Have we satisfied our consciences, are
we in peace with ourselves?
My advice to my Brethren, who consider the Regalia as
their primary objective and as a symbol of authority
or a sign of rank or superiority, will be to read
immediately
the Entered Apprentice Ritual and
especially the Fellow Craft and Master Degree Rituals
once more, unite these contents with their selfesteem.
Then, they will be able to keep peace with their soul,
(*) First Degree
Ritual
- Ceremony
of
Initiation
9
the members of their Lodges as well as all their
Brethren.
We must never forget that we have been accepted to this
Temple to represent Freemasonry;. Not to carry out a
certain duty. I would like to fulfill a prime Masonic
duty by ending my contribution with a passage taken
from a speech of our Dear Brother, a sublime
Freemason Sahir Erman :
... A Mason should never forget that a
Lodge is not a place where friends gather
and chat, neither is a club of entertainment.
Instead, it is a center, where a certain
education is practiced all the time, where
the members should behave in a certain
manner. As a matter of fact, they should
never violate ethic rules, they should keep
their virtue and dignity. They must always
bear in mind that they should learn all the
time and must share these virtues with the
ir environment and be a good example to
all humanity.
Their guidance should be the verses of
Dante:
It is your seed you should think about;
Not to live like wild beasts,
Instead, you were created to live in
dignity and to learn.
"Yes! To Learn... Because, the only guidan
ce in your life is knowledge. Yes! Virtue*.•
Because, nothing can be more harmful
than knowledge without virtue..
11
My Dear Brethren,
One of our main duties is to keep our Aprons clean, and
especially while taking them off, as clean as we have
put them on.
I wish that the Great Architect of the Universe will support
us in this mission.
Demir
SAVAŞÇIN
Grand Master
10
TARİH
Bir Masonun
Biyografisi:
CEMALETTtN AFGANİ K.
(1838 1897)
Modern İslâmda
Bir
Efsane
Tamer AYAN Uğur ÖZCAN
Ayrı görüp yolları, deme; bu sağ, bu soldur.
Nura giden yolların her biri doğru yoldur;
Her birinin yolcusu gizli bir yoldaşındır,
Yolu şaşıran bile kıymetli Kardaşındır.
Eski Büyük Üstat ve Hâkim Büyük Amir
Fuad Hulusi Demirelli K. [18761955]
Bro. JAMEL ALDIN ALAFGANI
(1838 1897)
A Mythos in Modern Islamical Reformation
Jamal alDin alAfghani is often described as one of the most prominent Islamic po
litical leaders and philosophers of the nineteenth century. He was concerned with
the subjection of the Muslim world by Western colonial powers, and he made the
Liberation, Independence and Unity of the Islamic world one of the major aims of
1 1
his life. He provided a theoretical explanation for the relative decline of the Islamic
world, and a philosophical theory of history which sought to establish a form of mo
dernism appropriate to Islam. Jamal alDin alAfghani was born in 1838 about 180
miles from Kabul (Afghanistan). He received a thorough training in a variety of lan
guages of Islamic countries and the religious sciences. When he was eighteen years
old he began the constant travels which were to mark his life. He visited much of the
Islamic world as well as Europe, and set up a political organization which called on
Muslims to fight injustice and the imposition of imperialism. He stepped into Free
masonry upon his initiation to the I Proodos Lodge in Istanbul in 187071. Then, he
took part in the improvement of Freemasonry in Egypt by attending the duties of
Worshipful Master of the Star of the East. He had a great impact upon Muhammad
Abduh and reactions by intellectual Egyptians to the incursion of the Europeans. He
eventually sided with the Ottoman Empire but soon became disillusioned with the
Sultan, and died in IstanbulTurkey in 1897.
"Türkiye'de bile yaşayan bir Afgani Efsanesi vardır."
Niyazi Berkes [19081988]
KATKI BELİRTME
VE
TEŞEKKÜR
Ali Verbas, Can Kapyalı, Ergin Koparan Kardeşlerimize çeviri ve kat
kıları için teşekkür ederiz.
GİRİŞ
Cemalettin Afgani K.
12
Cemalettin Afgani, Edward G. Brown'un
yazdığı İran Devrimi 19051909' isimli ki
tabın kapağındaki fotoğrafta, başında sa
rığı, arkasında cüppesi ve ellerinde Ma
son Eldiveni takılmış olarak görünür.
Tahranda çekilen bu fotoğrafın arkasında
Afgani'nin el yazısıyla 1875 tarihi yazıl
mıştır. Afgani'nin, 1897 yılında İstan
bul'da vefat edinceye kadar Masonluktan
ayrıldığına ilişkin başka bir bilgi yoktur.
Afgani için, Roderic H. Davison 'Osmanlı
İmparatorluğunda Reform' adlı kitabında
"...ayrıca Afgani'nin istanbul'da Mustafa
Fazıl Paşa K. ve Namık Kemal K. 'in de üye
olduğu IProodos Locasına 187071' de de
vam ettiği..." belirtilmektedir. İlk bölümde Afgani'nin bir hayli mace
ralı yaşam öyküsüne değinildikten sonra, ikinci bölümde Afgani'nin
Masonluğu üzerinde durulacak; Afgani döneminin Mısır Masonluğu
na ilgili açıklamalar getirilecek; Türkiye Yüksek Şûrasının 1870 yılın
da ikinci kuruluşu için ön bilgiler verilecektir.
Afgani; Mason, sufî, filozof, siyasal entrikacı, reformcu, milliyetçi, hür
düşünceci, siyaset adamı ve gazeteci gibi farklı kimliklerle veya Avru
pa egemenliğine karşı güçlü bir İslâm uygarlığının yeniden canlandı
rılabileceğine olan inancıyla, 19. yüzyıl ortalarında İslâm düşüncesi
nin gelişimini etkilemiştir. Ellidokuz yıllık dünya ömründen sonra
Ebedî Maşrık'a emanet edilen Afgani'nin doğum tarihi ve gömülü ol
duğu yer gizemlidir. Afgani'nin doğduğu yer Afganistan mıdır, yoksa
İran mıdır? Öldükten sonra cesedi İstanbulda mı kalmıştır, yoksa Ka
bil de mi gömülüdür?
Afgani, gezip gördüğü dünyanın dört bir tarafındaki, Hamedan
Esedâbâd, Buşehr, Meşhet, Herat, Necef, Hindistan, Mekke, Irak,
İran, Tahran, Kandahar, Gazne, Kabil, Bombay, İstanbul (1869
1871), Kahire, Haydarabad, Kalküta, Londra, Paris, Şiraz, Isfahan,
Tahran, Moskova, St. Petersburg, Münih, Kirmanşah, Bağdat, Basra,
Londra ve İstanbul (18921897) gibi her yerde, her zeminde ve her za
man aydınlık saçmaya devam etmiştir.
Afgani'nin tarihsel kimliği, belgelerin de tanıklığı ile şöyle özetlenebi
lir:
1. Cemalettin Afgani, A'zam Hân'ın Kabil'den kovulma emrine
maruz kaldığı zaman bir yazı kaleme almıştır. 1868'de yazdığı
bu yazı o zaman da onun inançlarının diğer insanlar için karı
şıklık ve anlaşmazlık konusu olduğunu gösterir:
ingiliz halkı benim Rusyalı olduğuma inanır (Rus)
Müslümanlar benim Zerdüşt olduğumu zanneder (Mecûsi)
Sünniler benim Şiî olduğum kanaatindedirler (Rafızî)
Ve Şiîler beni Ali'nin düşmanı zanneder (Nâşibî)
Dört mezhebe mensup bazı arkadaşlar da benim bir Vehhâbî
olduğuma inandılar
Bazı dürüst Imâmîler beni Babı zannettiler
Muvahhitler beni Materyalist zannettiler
Ve sofu, takvadan mahrum bir günahkâr
13
Okumuşlar benim bilgisiz câhil biri olduğumu göz önüne aldılar
Ve inananlar benim inançsız günahkâr olduğumu zannettiler
Ne inançsızlar beni kendisine çağırır
Ne Müslümanlar beni kendileri gibi kabul eder
Camiden kovuldum ve tapınaktan çıkarıldım
Kime tâbi ve kime karşı olacağımı şaşırdım
Birinin reddi, diğerinin tasdikini gerektirir
Birinin tasdiki, arkadaşlarımı onun muhalifine karşı sertleştirir
Benim için bir hizbi tutmaktan başka kurtuluş yolu yoktur
Benim için diğer partiyle mücadele etmekten başka çare yoktur
Kabil'de Bâlâ Hisar da mukim, ellerim bağlı, dizlerim kırık,
esrarengiz sahnenin bana bildirilmesi için açılmasını ve bek
leyen bu hain gök kubbenin kaderi döndürmesini istiyorum.
2. İstanbul'da Haydarpaşa Garı... Tarih, Mart 1871. Gelenler
arasında Afgani'yi uğurlamaya gelmiş öğrenciler de vardır. Af
gani, büyük umutlarla geldiği İstanbul'dan, gelenekçi
ulemanın hasedi yüzünden ayrılırken, trene binmeden önce
gençlere şu veda konuşmasını yapar:
"Milletler dinsiz ve devletsiz olamazlar! Dini hurafelerden,
devleti de istibdat ve zulümden kurtarmak lazımdır. Aksi hal
de din hurafelerle ve devlet de baskı ve zulümlerle payidar ola
maz. Bir ülkenin kanunları sultanın iradesiyle değil, halkın
hür iradesiyle yapılmalıdır. Bunları gerçekleştirmek için bil
gili, dürüst, adaletperver ve cesur ıslahatçılara ihtiyaç var
dır. "
3. Haziran 1868'de, Afganistan'dan gelen Afgani'yi tarif eden
açıklama:
"Soluk sima, açık alın, gök mavisi renkte gözler, üzerinde bazı
kırmızı tellerle keçi sakalı; bıyık ufak ve bükülmüş, yaşı otuz
beş civarında, bir Nogay gibi giyinir, daima çay içer ve İran
tarzında sigara içer. Coğrafya ve tarih bilgisi çoktur. Arapça ,
kolaylıkla Türkçe ve bir İranlı gibi Farsça konuşur. Onun ha
yat tarzı bir Müslüman'dan
çok bir Avrupalıya
benzer."
4. Mehmet Âkif (Ersoy), Afgani'yi halk ayaklanmasını savunan
bir ihtilâlci, Muhammet Abduh'u bilime ve halkın aydınlatıl
14
masına önem veren bir düşünür olarak takdim eder. Safahat
kitabının Asım bölümünde şu mısralar yer alır.
Mısr'ın en muhteşem Üstadı Muhammed Abduh,
Konuşurken neye dairse Cemâleddin'le;
Der ki tilmizine Afganlı
Muhammed, dinle!
"înkılâb istiyorum, başka değil; hem çabucak."
Gidelim bir yere, hattâ şu bizim Sudan'a:
Yeni bir medrese te'sis edelim Urban a
Daha üç beş de faziletli mücahit bulalım,
Nesli tezhîb i'lâ ile meşgul olalım.
Çıkarıp gönderelim, hasılı, şeyhim, yer yer,
Oradan âlemi İslama Cemâleddin'ler
Bu, fakat yirmi yıl ister ki kolay görmüyorum ...
5. Bernard Lewis'in, Afgani hakkındaki yorumu da şöyle:
"İslâmiyet, Afgani için her şeyden önce bir medeniyet, dünyevi
bir iktidardı, arızî olarak da iman. Takvadan çok bağlılık isti
yordu. Müslümanlar da, Cermenler ve İtalyanlar gibi birleş
meliydi. Afgani'nin ömrü bunu başarabilecek bir hükümdar
aramakla geçti; kâh Şâh'a, kâh Hidiv'e, kâh Sultana başvur
du."
Afgani filozof ve gazeteci kimliğiyle; kendisini sevenler tarafından bü
yük bir hatip, düşmanlarının gözünde de tehlikeli bir yazardır. Afga
ni'nin, 20. yüzyıl başlarında bazı ülkelerde oluşmaya başlayan özgür
lükçü hareketlerde bir hayli etkisi olmuştur. Yaptığı propagandaların
amacı bu ülkeleri Avrupalıların siyasî nüfuz ve ekonomik sömürüsün
den kurtarmak ve böylece güçlü "liberal siyasî idareler" kurulmasını
sağlamaktır. Afgani, kalemi ve sohbetleri ile bu akımın en bilinçli tem
silcilerinden biri olmuştur. Modern İslâm düşünce sisteminin içinde,
başta Cemalettin Afgani olmak üzere, öğrencisi Muhammed Abduh ve
onun da öğrencisi Reşit Rıza, uçlü model' olarak gösterilmektedir.
Afgani hakkında sahip olduğumuz bilgilerin tamamı Batılıların yap
tığı araştırmaların sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Slyvia Haim, Ja
cob M. Landau, Ignac Goldziher, Albert KudsiKudsizade, Elie Kedou
15
rie, Homa Pakdaman, Nikki R. Keddie ve Thierry Zarcone'nin eserleri
bu arada verilebilir. Yerli kaynaklar arasında, Yusuf Akçura, Namık
Kemal K., Prof. Dr. Niyazi Berkes, Prof. Dr. Hayreddin Karaman,
Prof. Dr. Alaeddin Yalçmkaya, Prof. Dr. Mümtez'er Türköne, Prof. Dr.
Kaya Bilgegil, İhsan Eliaçık ve Orhan Koloğlu sayılabilir.
YAŞAM ÖYKÜSÜ
Seyyid Cemalettin Muhammed bin Safder elAfganî elHüseynî 1838
yılında Afganistan'da (ve bazı güvenilir kaynaklara göre de Azerbey
can'da) doğar. Afgani'nin Sünnî veya Şiî olduğu tartışmaları yapıl
maktadır. İsmi Afgani'nin yanında, elEsedâbâdî, elHüseynî, el
İstanbulî, Cemalî, İstanbulî, Kâbulî, Rumî, Seyyit Rûmî, ElSeyyit gi
bi doğum yeri takıları olması, onun gerçek doğum yerini şüpheli kıl
maktadır. Afgani'nin, yazar Ahmet Ağaoğlu'na söylemiş olduğu gibi
"Benim babam ve annem aslen Mereğalıdır (Azerbeycan), fakat sonra
Hemedana (İran) gelmişler, ben Hemedanda doğdum. Fakat ben da
ha süt emerken, babamın işleri bozulduğu için Afganistan'a hicret
mecburiyetinde kalmışız." sözlerinden de anlaşılacağı gibi her üç böl
gede de doğmuş olabilir. Afgani'nin, anne ve babasının ülkelerine ba
kılarak Azerî Türkü, doğduğu yere bakılarak İranlı, gençliğini geçir
diği yere bakılarak Afganistanlı olduğu iddia edilir.
Afgani, Afganistan'ın ünlü bilginlerinden dil, tarih, din, felsefe, mate
matik, tıp ve siyaset alanında dersler görür. Daha sonra öğrenimini
geliştirmek üzere Hindistan'a gider. Afgani'nin İranlı (Şiî) olduğunu
ileri sürenlere göre de, Tahran üzerinden Necef e giderek Şeyh Mürte
za elEnsarî'den ders alır. Irak'ta dört yıl kaldıktan sonra Hindistan'a
geçerek orada iki yıl kalır. Hac yolculuğu için Hindistan'dan ayrılan
Afgani yolculuğu süresince bir çok ülkeye uğrar. İran'da yaygın olan
Tasavvuf ile Akılcılığın karışımı Şeyhîlik akımından çok etkilenir.
Afgani, Şeyhîlikle muhtemelen Necef te bulunduğu zaman ilgilenmiş
ve Şeyhîlikle beraber İslâmdan çıkmış bir yol olan Babîlik'le bu yıl
larda tanışmıştır. 1844 yılında Seyyid Şirazlı Ali Muhammed, Bâb ol
duğunu ilân eder ve Şeyhîlerin bir kısmını çevresinde toplayarak adı
na da Babîlik der. Ku'ran inancını ve akidesini değiştiren yeni bir
inanç sistemi getirerek taraftarları ile birlikte İran'da büyük bir kitle
yi arkasına alır. 1860'da Bâbîlerin çoğu daha ileri bir safha olan
Bahaîliğe geçerler. Küçük bir grup ise Bâbîlikte karar kılar ve böylece
onlara Ezelî denilir. Bâbîlerin, İslâm dininde akıl ve mantığa da yer
olduğu görüşleri ve siyasal mücadelesindeki tavırları dinî çevrelerce
1
16
olumlu karşılanmıştır. Hac sonrası Afganistan'a dönen Afgani, Emir
Dost Muhammed Han'ın 1863'de ölümünden sonra baş gösteren ikti
dar kavgasında Muhammed A'zam'ı destekler. Bu mücadeleyi
A'zam'm kazanmasından sonra Afgani baş vezirliğe getirilir. Afganis
tan'da İngilizlerin desteklediği Emir Şir Ali'nin iktidarı ele geçirmesi
üzerine, Afgani de gizlice Hindistan'a geçerek; halkı şu sözlerle İngi
lizlere karşı ayaklanmaya çağırır:
"Ey Müslümanlar! Siz insan değil de sinek olsaydınız, vızıl
tınız İngilizlerin kulaklarını sağır ederdi!
Ey Hindistanlılar! Sizler su kaplumbağası olsaydınız, ingil
tere Adasını yerinden söker, denize atardınız!"
Afgani, Sultan Abdülaziz'den aldığı davet üzerine 1869 yılında İstan
bul'a hareket eder. Afgani 33 yaşlarında iken geldiği İstanbul'da bü
yük bir ilgiyle karşılanır. İstanbul'da konuşma ve hareketlerde görü
len reformcu ve modernleşme taraftarı yenilikten etkilenir. İstanbul
1850 ile 1870 yılları arasında kuvvet ve modernleşmenin merkezi du
rumundadır. İstanbul'da bulunduğu yıllar Tanzimat reformu dönemi
nin son aşamasına rastlamaktadır. O yıllarda, eğitim ve hukukta kök
lü reformlar başlatılmıştır. Tanzimat'ın üç paşası hayatlarının sonu
na gelmiş; Tanzimat'ın kurucusu Mustafa Reşit Paşa K. (İngiltere'de
yakın dostu ve daha sonra İstanbul'da elçi olacak olan Lord Stratford
Redcliffe ile birlikte 1837'de Mason olmuştu) 1858'de ölmüş; bu bü
yük ustanın iki siyasal yetiştirmesi olan Keçecizade Fuat Paşa K. (I
Proodos Locası) Şubat 1869'da ve Âlî Paşa da Eylül 1871'de ölmüştür.
Babası İzzet Molla gibi açık fikirliliği ile tanınan Keçecizade Fuat Pa
şa K., 1869 yılında Avrupa gezisi sırasında Londra'da bulunurken İn
giltere'nin Türkiye Büyük Bölge Locasının Büyük Üstadlığma seçil
miş, ancak daha sonra resmi görevleri nedeniyle bu vazifeyi üstlene
meyeceğini açıklamıştır. Afgani'nin modernleşmeyi gerçekleştirecek
kurum olan Mâarif Meclisi üyeliği ve Dârü'lfünûn (fenler evi) ile olan
bağları bu konuya olan ilgisini gösterir. Afgani'nin sohbetlerine, sad
razamlar, paşalar, yazarlar, aydınlar ve gençler büyük bir ilgi göste
rirler. Çok geçmeden kendisine Meclisi Kebiri Maarif üyeliği verilir;
Ayasofya ile Sultan Ahmet camiinde vaaz etmeğe davet edilir. 20 Şu
bat 1870 tarihinde Dârü'lfünûn açıldığı zaman Afgani'den halka açık
bir konuşma yapması istenir. Gelenekçi medrese uleması Dârü'l
fünûn'a olumlu bakmamakta ve Afgani'den rahatsız olmaktadırlar.
Afgani'nin, Dârü'lfünûn'daki "halka açık" konferanslarından birisin
17
de söylediği bir cümle, gelenekçi ulemanın eline beklediği firsatı verir.
Afgani'nin, konferansının konusu "İslâmi felsefe ve sanatlar'dır. Şey
hülislam tarafından tekfir edilmesine neden olan sözleri şunlardır:
"Hayatı ve ihtiyaçları bakımından toplum canlı bir bedene
benzer. Bu ihtiyaçları karşılayan sanatlar bedenin organla
rı, felsefe ve nübüvvet ise ruh ve can gibidir. Hikmet marifetle
elde edilir, dolayısıyla hakim yanılabilir; bu sebeple de dine
aykırı sözlerine uymak doğru olmaz. Peygamberlik ise Allah
vergisi olduğu için uyulmaya lâyık olanlar asıl peygamber
lerdir. "
Afgani'nin, "Nübevvet sanatlardan bir sanattır." şeklindeki bir sözü,
Şeyhülislam "Kezzûbı (büyük yalancı)" Sofu Hasan Fehmi Efendiye
göre küfürdür. Çünkü, Afgani peygamberliğin bir "sanat" olduğunu
belirtmektedir. Halbuki, Afgani Türkçe'sinin yetersizliğini ileri süre
rek konferansı vermek istememiş; Dârü'lfünûn Müdürü Hoca Tahsin
Efendinin ısrarı üzerine metnini yazılı olarak Maarif Nazırı Safvet
Paşa (18141883), Meclisi Maârif Reisi Tahir Münif Paşa (1830
1910), Şirvanizade Mehmed Rüşdü Paşaya göstermiş ve yazı onlar
tarafından da beğenilmiştir. Her üçü de modern eğitim alanındaki Ba
tılılaşmanın güçlü savunuculardan; aynı zamanda Afgani'den bile da
ha radikal reformculardır. Nihayet, resmen "son zamanlarda seya
hat tarikiyle istanbul'a gelmiş olan Afganistanlı birfazl ü kerem sahi
bi" sözleriyle nitelendirilen Afgani'nin konuşmasını dinlediler. Şey
hülislam Hasan Fehmi Efendinin etkisi ve kışkırtmaları sonucu;
Fetva Emini Filibeli Ahmet Halil Fevzi Efendi SuyûfulKavât (Kes
kin Kılıçlar) adlı kitabında "Afgani'nin katlinin vacip olduğu kara
rı "m kaleme alır. Kararda, mel'un, alçak, müfsid, kâfir diye anılan Af
gani'nin fikirlerine zındıklık, rafizîlik, şiîlik gibi sıfatlar yakıştırılı
yordu. İstanbul'daki vaizler de Afgani aleyhine konuşmalar yapmak
tadır. Afgani'ye destek çıkan Dârü'lfünûn Müdürü 'fen adamı, hür
düşünceci, Panteist, materyalist, sempatik ve eksantrik' bir hoca olan
Hoca (Mösyö) Tahsin Efendinin ise görevine son verilir. Tahsin Efen
di, 58 yaşında olan, bir medreseli ve bir Bektaşî idi. 1857'de Paris bü
yükelçiliğinde Türk öğrencilerine hocalık etmek, Batı bilimlerini tanı
mak ve elçilik imamlığı yapmak üzere Fransa'ya gönderilmişti; Pa
ris'te iken bilardo oynar, sefarette namaz kıldırır, fakat oruç tutmazdı
ve Namık Kemal K. ile de Paris'te tanışmıştı. Paris'te oniki yıl kaldık
t a n sonra, 1869'da Nice ş e h r i n d e ölen hamisi Keçecizade Fuat P a
şa'nın cenazesiyle İstanbul'a dönmüştü. Tahsin Efendinin diğer bir
18
özelliği, Arap yazısı yerine, soldan sağa doğru yazılan bir yazı geliştir
mesidir. Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendinin savaşının asıl hedefi,
Afgani değil; üniversitenin kendisi ve Safvet, Münif, Tahsin ve tabii
Fransız eğitim projesidir. Dâru 1fünûn, Ali Paşanın ölümünü mütea
kip 1871 tarihinden Meşrutiyete kadar kapatılır. Afgani, İstan
bul'dan "fitnenin daha fazla şüyu bulmaması için" sürgün edilir.
Afgani'nin İstanbul'dan sürülmesine yol açan diğer bir sebep ise,
EyüpNişancası'daki Murat Buharı Dergâhı
(Özbekler
Kalenderhânesi) şeyhi Nakşî tarikatından Şeyh Seyyid Süleyman
Belhî'ye müntesip olmasıdır. Şeyh Abdülkadir Belhî Efendinin baba
sı Buharalı Şeyh Süleyman Belhî, müritleriyle birlikte Belh'ten göçe
rek 1867'de İstanbul'a gelmiş Türkistanlı bir Nakşî şeyhidir. Süley
man Efendi, İstanbul'daki ÖzbekBuhara tekkelerinin başına getiril
miştir. Lûgatı Çağatay ve TürkîOsmanî adlı kitaplarla Çağatay
ca'yı dünyada bulunan ana dillerden biri ve Türkçe'nin aslı saymakta
dır. Şeyh Efendi, Abdülhamit'in elçisi sıfatıyla, Hindistan, Afganis
tan, Buhara, Türkmenistan ve Macaristan'daki tekkeleri dolaşmıştır.
Afganistan ve İran'daki dergâh çevreleriyle, tarikat boyutunu da aşan
münasebetler kurup geliştirdikleri, Osmanlı Devletinin bu bölgeler
deki dinî ve siyasî yönelişlerini etkiledikleri bilinmektedir. Bu kuru
luşların başlarına devlet tarafından önemli kişilerin getirilmiş olması
da dikkate değer bir keyfiyettir. Ve o kişiler çoğunlukla Orta Asyalı,
Afganlı veya Hintli idiler. Bunlar derin bilgileriyle ve erdemleriyle,
çevrelerine yalnız İstanbul halkını değil, ta uzaklardan gelen kimsele
ri de çekiyorlardı. Afgani'nin de Türkistan' da bir Türk evliyası oldu
ğu, üstelik babasının ve dedesinin büyük bir tarikatın şeyhlerinden ol
duğu varsayılır. Afgani'nin Belh hükümdarı Sultan Burhanettin Kılıç
Han'ın ahfadından olduğu ve "Cemalettin Han" olarak tanındığı akta
rıldığından, Şeyh Süleyman Efendi ile akraba olmaktadır. 1870'lerde
İstanbul'da bulunduğu sırada bu tekkeye birkaç kere uğradığı bildiril
mektedir. Afgani, 1871'de İstanbul'dan smırdışı edildikten sonra Ka
hire'ye gider.
Afgani, Mısır Başbakanı Riyaz Paşanın sıcak ilgisiyle karşılaşır ve se
kiz yıl sürecek olan ikâmeti sırasında maaş verilir. Ezher Üniversite
sine gitmez ve kendi evinde rahatça ders verme serbestliği de tanınır.
Dersleri başlangıçta bilimsel ve felsefî iken giderek siyasî konulara
kayar. Afgani, etrafına toplanan bilime aşık gençlere özel sohbetler ile
felsefenin yüksek esaslarından söz eder ve onları teşvik eder. Çevre
sindekilere ulusal kalkınma fikrini aşılamış ve meşrutî idareye karşı
duruşu ile siyasî sahada etkili olmuştur. Toplantılardan sohbet ve
19
konferans şeklinde olanlar daha çok felsefe, kelâm, fizik, fıkıh ve ta
savvuf konuları ile ilgilidir. Afgani, Sait Paşanın (18541863) yerine
geçen Hidiv İsmail Paşa yönetimini, müsriflik, müstebitlik ve zalim
likle suçlamaktadır. Hırslı ve savurgan biri olan İsmail'i, devleti borca
batırarak ülkenin bağımsızlığını tehlikeye sokmakla itham etmekte
dir. Gerçekten de malî konulardaki kötü uygulamalar, 1870'de Avru
pa ülkelerinin baskısına ve halk arasında huzursuzluğa yol açmıştır.
Abdülhamit, Fransızİngiliz baskıları karşısında İsmail Paşa'yı Hazi
ran 1879'da Hidivlikten alır. Afgani, Mısır halkının uyanmasının şart
olduğunu belirtiyor ve tüm konferanslarında sözü doğrudan Mısırlı
lara ve Mısır'a yöneltiyordu. Halk Mısır'ın geleceğini tehdit eden Av
rupa ülkelerinin çıkarlarını nasıl elde etmeye çalıştıklarının bilincine
varmalıydı. Afgani, kısa bir süre sonra, 1879 yılında Mısır'ın önemli
bir partisi olan Vatan Partisini (elHızbulVatani) kurdu. Çok geç
meden Mısır'ın hür düşünceli fikir ve siyaset adamlarıyla, bazı subay
lar partiye katılmaya başladılar. Vatan Partisi, Arabî Paşanın 1881
yılındaki direnişinin meşru anası sayılabilir. İngiltere ve Fransa'nın,
Mısır'daki konsolosları, kısa zamanda, Afgani merkezli olduğunu dü
şündükleri fırtınanın farkına vararak, Tevfik Paşa'yı devreye soktu
lar. Afgani Avrupa'nın çıkarları için tehlike oluşturuyordu. Hidiv Tev
fik Paşa, Afgani'nin Mısır'da cumhuriyetçilik düşüncesini yaymaya
çalıştığı inancıyla korkuya kapıldı. Afgani evinden alınarak polis ka
rakoluna götürüldü. 1879 yılının Ağustos ayında, Mısır'dan Bombay'a
hareket eden ilk gemiye bindirilerek smırdışı edildi.
Afgani, Mısır'dan sonra üçüncü kez Hindistan'a gitti. Haydarabat'da,
Maddecilere Reddiye konulu bir kitap yazdı. Bu dönemde "Sir" Seyyid
Ahmed Han ile tanışan Afgani, onunla özellikle siyasî tavır noktasın
da ters düşer. Bu çağdaş iki yenilikçi, İngiltere'ye karşı takınılacak
tavrın ne olması gerektiği ve 'Evrensel İslâm mı? Hindistan Birliği
mi?' noktalarında anlaşamazlar. İngiltere, Afgani'yi amansız takibe
devam etmektedir. Afgani, Mısır'dan çıktıktan sonra arkasından
Arabî Paşa ayaklanması patlak verir. İngilizler, bir yandan bu ayak
lanmayı bastırmakla uğraşırlarken, diğer yandan Afgani'nin Hindis
tan'ı da ayaklandıracağından endişe ederler. Afgani'yi Kalküta şeh
rinde gözetim altına aldırtırlar. Mısır'daki isyanı bastırdıktan sonra
da Afgani'yi bu kez de Hindistan'dan çıkartırlar. Afgani, İngilizlerin
Avrupa'daki tarihi rakipleri olan Fransa'yı tercih eder ve Paris'e gi
der.
Sorbonne'da ünlü tarihçi ve filozof Ernest Renan K.'in (18231892)
1883 yılında İslâm ve Bilim konusunda verdiği konferans dolayısı
20
ile Afgani ile giriştiği tartışma bu tarihlerde olmuştur. Renan'a göre,
evren sürekli bir gelişim içindedir; bu sürekli gelişim onu yokluk' tan
madde ve hayat şeklindeki 'varlık'a geçirmiş olduğu gibi, insan zekâsı
vasıtasıyla de tam 'bilinç' haline getirecektir. Diğer taraftan, evren in
san vasıtasıyla 'zekâ' ya ulaştığı gibi gene onun aracılığı ile mânevi ge
lişimi idrâk edecektir. Afgani, Renan'm İslâm'ın bilgi alanındaki kı
sırlığını' ve 'Islâmın bilimsel gelişmeyi öldürücü bir din' olduğuna da
ir iddialarını irdelemiştir. Afgani, karşılaştığı Renan üzerinde öylesi
ne bir izlenim bıraktı ki, ünlü Fransız yazar coşkusunu ancak şu söz
lerle ifade edebildi: "Düşüncesindeki serbestlik, asil ve içten karakteri
konuşmamız süresince beni, önümde tekrar hayata dönmüş bir dostu
mun, İbni Sina, İbni Rüşd veya insan ruhunun geleneğini beşyüz yıl
boyunca temsil eden o büyük dinsizlerden birisinin durduğuna inan
dırdı. " Renan'a göre, İbni Sina ve İbni Rüşd kiliseye karşı can simidi
gibi yapıştıkları birer pozitivist ve dinsizdi. Çünkü, İbni Rüşd Katolik
kilisesinin "büyük şeytanı" ilan edilmişti. Renan, Afgani'yi İbni Rüşd
gibilerinin yolunda gördüğü için aynı Batılı yargıyı onun için de kul
lanmaktan çekinmemektedir. Afgani de Renan'm görüşlerine karşı
bir eleştiri yayınlamıştır.
"İslâmiyet, terakkiye mani imiş, ama İslâmiyetin bu konuda
başka dinlerden ne farkı vardır? Dinlerin hepsi de müsama
hasız değil mi?... Burada Mösyö Renan'm huzurunda, islâm
dininin müdafaasını değil, yüz milyonlarca
Müslümanın
müdafaasını yapıyoruz, islâm dini ilmi boğmaya ve terakki
yi durdurmaya gayret etmiştir. Ama Hıristiyanlık aynı şeye
teşebbüs etmedi mi? Bilmiyorum, Müslümanların
Avrupay
la aynı medeniyet seviyesine yükselmeleri çok güçtür. Felsefi
ve ilmi usullerle gerçeğe ulaşmak onlara yasaktır. Gerçek bir
mümin, konusu ilmi hakikat olan her çeşit araştırmalardan
kaçınmalıdır. Hakikatin zaten bütününe sahip, ayrıca onu
aramasına ne lüzum var!.."
1819 Mayıs 1883 tarihinde Afgani'nin verdiği bu yanıtı Renan beğe
nerek hemen bir açıklama yapar.
"Sorbon'daki son konferansımın Afgani'ye telkin ettiği son
derece dikkate değer düşünceleri, dünkü gazetenizde ilgiyle
okudum, insan bu sesleri dinledikçe daha iyi anlıyor ki din
ayırır ve akıl birleştirir. Ve iman ediyor ki akıl tektir... Afga
21
ni, İslâmın peşin hükümlerinden sıyrılmış bir Afganlıdır.
Ben bütün Müslümanlar cahildir ve cahil kalacaklardır de
medim. İslâmiyetin ilme büyük engeller çıkardığını söyle
dim. Müslümanlar, Müslümanlığa dayanarak kalkınamaz
lar, Müslümanlığın zayıflaması sayesinde
kalkınabilirler.
İslâmiyetin ilk kurbanı Müslümanlar dır. Müslümanı dinin
den kurtarmak, ona yapılacak en büyük terbiyedir."
Çok daha sonra, Namık Kemal K.'in Renan Müdafaanamesi: İslami
yet ve Maarif (1910) kitabı Renan'a karşı yazılmış bu konudaki önemli
belgelerden biridir. Bu makalede, Avrupanm yapmış olduğu ilerleme
ye evet', fakat Müslüman kalmayı reddeden bir medenileşmeye 'ha
yır' diyordu!.. Namık Kemal, sözü geçen kitapçığının hemen başlık al
tına şu açıklamayı koyma gereğini duymuştu:
"Fransa Akademisi Azasından müteveffa Ernest Renan ta
rafından, islâmiyetin güya mahii terakkiyat (gelişmeyi öl
dürücü) ve manii maarif olduğuna dair irade edilmiş bir hi
tabeye karşı, berahini katıayı cami reddiyedir ki, şanı celil
i Islâmiyeti, delailmünevvere şer'iye ve mantıkiye ile bihak
kın ila eder."
Görüldüğü gibi Afgani'nin Renan'a Cevabı, aynı konuda Renan Mü
dafaanamesi'ni yazmış olan Genç Osmanlı yazar Namık Kemal K'in
kinden çok farklıdır.
Paris'te, Cemalettin Afgani Beyrut'ta sürgünde bulunan sadık dostu
Muhammed Abduh'u da yanma çağırarak Urvetü'lVüska (Çözülmez
Bağ) gazetesini 13 Mart 1884'da çıkarmaya başlar. Derginin adı Ku
ran'dan bir Sûrenin adından esinlenmiştir: "Tağut'u inkar edip Al
lah'a inanan kimse kopmak bilemeyen bir kulpa (ElUrvetu'lVuska)
sarılmıştır. (Bakara, 256)". Uç kişiyle birlikte dergiyi tüm İslâm
âlemine ücretsiz dağıtmaya başlarlar. Gazete, teşkilat üyelerinin yar
dımlarıyla çıkmaktadır. Urvetü'lVüska teşkilatına üyelik, gizlilik ye
mini yapılarak gerçekleşmektedir. İngiltere, bu yayından haliyle ra
hatsız olur; Fransa'ya söz geçiremezler; Mısır, Hindistan ve Osmanlı
ülkesinde gazetenin yasaklanması için girişimlerde bulunurlar. Ur
vetü'lVüska, Afgani'nin temel düşüncesinin bir göstergesidir. Bu der
ginin başyazılarından bölümler aktararak AfganiAbduh ikilisinin zi
hin dünyasını tanımaya çalışacağız.
22
"Urvetü'lVüska'ya göre "Romalılar m, Hıristiyanlığı ka
bulleri sırasında sahip oldukları askeri kabiliyet, bir tohum
halindeyken birdenbire açılıverdi. O sahada düşünceleri yo
ğunlaştı, askerî teknikte becerileri arttı, savaş aletleri yapı
mı gelişti. Müslümanlara gelince, dinin ortaya çıktığı sırada
büyük zaferler kazanmış, bütün insanlara üstünlük kur
muşlardı. Üstelik bir çok toplumu teknik ve savaş üstünlü
ğünde geri bırakmışlardı. Sonra aralarında din kisvesi al
tında faaliyet yürüten adamlar çıktı. Yalancı nakilciler, bir
sürü hadis uydurdular. Sonra bunları kitaplara geçirdiler.
Bu uydurma hadislerde zihinleri bulandıran ve insanları
tembelliğe sürükleyen taraflar vardı."
Urvetü'lVuska'nın diğer bir makalede geçen görüşlere göre
ilk çözülme 'İlimle hilâfetin birbirinden ayrılmasıyla" baş
lamıştır. "İlimden kopan hilâfet, kısa sürede saltanata dö
nüşmüş, bir çok yerde saltanat iddiasıyla emirlikler ortaya
çıkmış ve birbirini yiyip bitirmiştir. Kendi başına kalan ilim
dünyası ise, hareketsiz bir görüntü meydana getirmiş, oku
nanlar zihinlerde birer hayal deposu hâline gelmiş, bir sürü
grup ortaya çıkmış, itikatlar bozulmuştur, ilim hareket ve
gayrete getiren değil uyuşturan bir bilgi hâline gelmiştir."
Urvetü'lVuska'da, kaza ve kader başlıklı bir yazıda "İki
türlü kader yorumu vardır. İlki Allah'ın yarattıkları hak
kındaki koyduğu yasa, tesbit ettiği doğal nizam ve oluşumlar
anlamındaki kaderdir, ikincisi de savunduğu insanların eli
ni kolunu bağlayan, kuvvet ve mecal bırakmayan, özgür ira
deyi yok eden kader anlayışıdır. Müslümanlar, ilkindeki gibi
inandıkları dönemlerde yükselmişlerdir.
Aslında
bütün
bunları yaparken, önderleri ve rehberleri ilk anlamdaki ka
za ve kader inancı olmuştur. Çünkü böylesi bir inanç onlara
korkuyu unutturmuştur. Sadece Allah'ı vekil tutmanın ge
tirdiği büyük bir güvenle dünyayı hallaç pamuğu gibi savur
muşlardır. Ama, ne zamanki dünyayı bir hayal, kendilerini
de rüzgârın önündeki yaprak gibi gören uyuşuk bir kader
inancına kaymışlar, işte o zaman gerilemeye başlamışlardır.
Demek ki, kader inancı, insanları hem "korkusuz", hem de
"uyuşuk" hâle getirebilir. Alimlere düşen,
Müslümanları
uyarmak ve doğru kader inancının, cüzi iradeyi, çalışmayı,
gayret göstermeyi engellemeyeceği, tam tersi kadere inanan
23
birisinin hiçbir şeyden korkmaması gerektiğini halka anlat
mak olmalıdır."
Urvetü'lVuska da dile getirilen başka bir tez de, milletlerin
ancak "ahlâkî değerlere" sarılarak yükseleceği görüşüdür.
"Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah da onla
rın hâlini değiştirmez" (Ra'd, 11) ayeti çerçevesinde düşünü
lecek olursa, yeryüzündeki herhangi bir millet kendi özünde
olan ahlâkî değerleri yükseltirse yücelir, ahlâksızlık batağı
na gömülürse millet olarak da zillete düşer. Ahlâk ve fazilet
vurgusu yoğun bir şekilde işlenerek, bu özelliklere sahip bir
toplumun birlik ve beraberlik içinde yaşayacağı, reziletlere
duçar olmuş bir toplumun ise ihtilaflar içinde mahvolacağı
belirtilir. Faziletler: düşünmek, netlik, özgürlük fikri, iffet,
cömertlik, kanaat, yumuşaklık, vakar, yücelik, sabır ve
sükûnet, cesaret, güzel huy, başkasının hakkına saygı, kah
ramanlık, sadakat, verilen sözü yerine getirmek, emanete
can pahasına sahip çıkmak, tertemiz bir kalp, bağışlamak,
insancıl olmak, adalet severlik, şefkat gibi üstün özellikler
dir... Faziletlerin bütünü her şeyde adaletten ibarettir. Ada
let hissi, bir toplumun bütün fertlerine yaygın şekline dönü
şürse, herkes haddini bilerek diğerinin hakkına tecavüz et
meyeceğinden aralarında eşitlik ve dayanışma oluşur. Rezi
letler ise: utanma hissinden mahrum olma, çirkin konuşma,
dengesizlik, tedbirsizlik, korkaklık, ürkeklik, kindarlık, dü
şüncesizlik, alçaklık, çekememezlik, kendini
beğenmişlik,
yersiz müdahalelerde bulunmak, alaycılık, tuzak kurmak,
hainlik, yalancılık, ikiyüzlülük gibi şeylerdir. Bu vasıflara
sahip insanların bulunduğu toplum iflah olmaz, aralarında
buğz ve ihtilaf vardır, birlik ve beraberlik içinde yaşamaları
mümkün değildir. Bu nedenle Müslümanlar, var güçleriyle
bu faziletleri yüceltmeye, reziletlerden kaçınmaya çalışmalı
dırlar. Zira toplumların yükselişi ve alçalışı konusunda Al
lah'ın değişmez yasası budur."
Urvetü'lVuska da, Afgani ve Abduh ikilisi Müslümanları
sarsmaya ve uyandırmaya çalışırlar.
"Doğu da İbni Sina, Farabî, Razî benzerleri; batıda da İbni
Bacce, ibni Rüşd, ibni Tufeyl ve benzerleri vardı. Onlar ara
sındaki şehirlerde de felsefe, tıp, geometri ve diğer aklî ilim
lerde çok sayıda âlimler vardı. Bir Abbasi halifesi söz söylese,
24
Çin Fağfuru boyun eğer ve Avrupa'nın en kudretli krallıkları
titrerdi. Bir Gazneli Mahmud, Selçuklu Melik Şah ve Sela
haddin Eyyubi, daha Doğuda bir Timurlenk, daha Batıda
Fatih Sultan Mehmed, Sultan Selim, Sultan Süleyman var
dı. Müslümanların filoları Akdeniz ve Kızıldeniz'de aşıla
maz güçteydi. Şimdi ne oldu bütün bunlara ? Bizi en kolay iş
leri bile yapmaktan alıkoyan nedir? Oysa milletin şerefini
korumak, birliğin muhafazası için yardımlaşmak,
aşağıla
yıcı durumumuza üzülmekte biz onlardan daha ilerideyiz..."
1
Urvetu 1Vuska'da göre, "Semavî dinler insan aklına üç
inanç ve insan ruhuna da üç fazilet sunmuşlardır. Üç inanç:
1insan yaratılmışların en değerlisidir; 2Bir dine inanan
lar inanmayanlardan daima üstündür; 3Insanlar bu dün
yada imtihan olmaktadırlar. Üç fazilet ise şunlardır: 1
Utanmak; 2Emanet; 3Doğruluk.
Bu altı temel, insanlığı ayakta tutan en önemli âmillerdir.
Varlık sofistlerin iddia ettiği gibi vehim ve hayal değildir.
Tabiat, Allah'ın fıtrat yasalarına göre işlemektedir. Bilim,
Allah'ın fiilî ayeti olan tabiat yasalarının nasıl işlediğini bil
mek, böylece eşyanın hakikatine nüfuz etmektir."
"islâm, akla hitap eder ve hükümlerini akıl üzerine bina
eder. İslâm'ın yasaları, açık bir şekilde mutluluğu, akıl ve
basiretin, mutsuzluğun da cehalet ve akla itibar etmemenin
mahsulü olduğunu söyler. Aklın önündeki vehim ve hurafe
ler arındıkça insan gerçeği anlamada mesafe alacak demek
tir, islâm'a göre üstünlük, akıl ve ruh kemaliyle bilgi ve
ahlâk üstünlüğüne bağlıdır. Oysa, Hıristiyanlık'ta da ruh
ban sınıfı vardır. Bunlar akıl ve bilgi değerlerini hiçe sayan
anlayışlardır. Batıda reformcular İslâm'ı taklit ederek yeni
likler yapmış, üstünlüğü ruhban sınıfından alıp akla ve bil
giye vermiştir. Diğer dinler, dinî konuların akıl dışı olduğu
nu ileri sürerken; İslâm tam tersi, dinin makûl olduğunu,
dinde akıl dişiliğin bulunamayacağını söylemiştir. İslâm,
aklın mümkün görmediği bir şeyin kabul edilmesini istemez.
Kur'an'da, devlet yönetimi, yöneticilerin görev ve sorumlu
lukları gibi insanî meselelerden, dünyanın oluşumu, gök ci
simleri arasındaki ilişki gibi kozmolojik meselelere kadar
pek çok konu hakkında açık veya kapalı, geniş veya özet
25
hâlinde, genel yahut özel bilgiler, nakiller vardır. Öte yan
dan, insan ruhu aklı aşan konular hakkında bilgi edinme ka
biliyetine de sahiptir. Tasavvuf buna ulaşmak için basirete,
keşif ve ilhama dayalı bazı usuller geliştirmiştir. Bütün bun
ları doğru anlamak için aklın ve bilimin kesin verilerini uy
gun olarak yorumlamak lâzımdır."
"İçtihat kapısı açıktır. Büyük müçtehitler kendi zamanların
da yapılması gerekenleri yapmışlar ve başarılı olmuşlardır.
Ancak kitap ve sünnetten çıkarılacak hükümlere nazaran
onlarınki denizde damla misalidir. Bilen içtihat etmeli, bil
meyen şuurlu olarak bilen birisini seçmelidir."
"Batılılar, Doğululardan daha zeki ve kabiliyetli değildir.
Ancak, onlar gücün ve hakimiyetin sırrını keşfetmişler ve bu
nu yerli yerinde kullanmışlardır. Bunların başında düzen,
sabır ve sebat gelir. Batılıların maksadı, Doğuluların reşit
hâle gelmesini beklemek ve onların ilerlemesini sağlamak
değildir, islâm ve Doğu ülkelerinin kapılarını çalarken in
san hakları, adalet, eşitlik, hürriyet, medeniyetin ilerlemesi,
istikrar vb den bahsederler. Fakat bunların hepsi aldatma
cadır, amaç sömürmek, parçalamak ve yutmaktır. Sömürge
ciler bu hususta Batıda tahsil görmüş ancak ileri ve güçlü ol
manın sırlarını kavrayamamış dejenere edilmiş gençlerden
faydalanırlar. Bunlar ileri saydıkları Batının bütün rezil
yönlerini almış, kendi halkına yabancılaşmış yarı aydınlar
dır... Ancak, ne zaman ki bunlar terk edildi, bidat ve hurafe
ler yayıldı, akıl dışlandı, hilâfet saltanata dönüştü, sultan
lar birbirine girdi, bilim, ahlâk ve erdemler terk edildi, işte o
vakit çöküş kaçınılmaz oldu. Çünkü Allah'ın fıtrat yasası
budur!.."
"Dinler, isimleri ne olursa olsun birbirlerine benzerler. Din
lerin felsefe ile uyuşmaları mümkün değildir. Din, insana;
imân ve itikatı zorla kabul ettirir; halbuki felsefe, onu itikat
lardan tamamen veya kısmen uzaklaştırır... Din üstün oldu
ğu zaman, felsefeyi bertaraf etmiştir. Felsefe hâkim olduğu
zaman ise, aksi vârid olmuştur. İnsanlık var oldukça, dogma
ile serbest tenkit, din ile felsefe arasındaki mücadele bitmeye
cektir. Bu hırslı mücadelede, "Hür Tefekkür" ün galip gele
meyeceğinden
korkuyorum..."
Urvetü'lVüska, 1894 Eylül'de yayınlanan 18'inci sayısı ile yayın ha
yatına sona vermiştir.
26
Afgani, İran Şahı Nasıreddin'den 1886'da aldığı davet üzerine Pa
ris'ten İran'a geçer. Başlangıçta Şah ve ileri gelen devlet adamları ona
büyük saygı gösterirler. Şah, Afgani'yi kendine özel danışman yapar
ve Harbiye Nezareti ile ilgilenmesini ister. Ayrıca İranlı aydınlar çev
resinde toplanarak fikirlerinden geniş ölçüde yararlanırlar. Fakat Af
gani'nin yenilikçi görüşleri ve Şah yönetimini de eleştirmeye başlama
sı yine rahatsızlık doğurur. Şah'tan ülkede ıslahatlar yapılmasını,
halkın yönetime katılmasını ve nihayet bir meclis kurulmasını iste
meye kalkması, Afgani'yi burada da zor durumda bırakır. Nihayet
kendisine bir komplo hazırlanacağını hissederek İran'ı terk eder.
18861889 yılları arasında Rusya'da kalan Afgani'nin buradaki faali
yetleri ayrıntılı olarak bilinmemektedir. Rusları; Osmanlı Devleti,
Afganistan ve İran'ın da yardımıyla Hindistan'a sefer düzenleyerek
oradaki İngiliz idaresine son vermeye teşvik eder. Ruslar'm hakimiye
tinde bulunan 30 milyon Müslümanın haklarını savunur ve bazı dinî
kitapların basılması için Çar'dan izin bile çıkartır. Ancak Afgani'nin
faaliyetleri bir süre sonra Rus Çarını da rahatsız eder ve Afgani Rus
ya'dan da sürülür.
Şah Afgani'yi ikinci kez İran'a davet eder. O da bu daveti kabul ederek
İran'a gider. Ancak, Afgani'nin sürekli eleştirel karakteri yine
rahatsızlık doğurur. Gittiği yerlerde bir türlü kafasına göre, düşün
celerine uygun birilerini bulamamaktadır. Ya "yabancı' İngilizlerin,
ya da "yerli" gelenekçilerin muhalefetiyle karşılaşmaktadır. İran Şa
hı ile kısa sürede yine fikir ayrılığına düşer. Öyle ki, artık aranmaya
bile başlanır. Afgani, Tahran'da, dokunulmaz bir yer olan Şah Ab
dülazim Türbesine sığınır. Orada, İran ulusunun yapacağı siyasî dev
rime ilişkin derslerini dinleyen hayranları arasında yedi ay geçirir.
Şah mekânın dokunulmazlığını çiğneyerek çetin kış şartlarına
rağmen 500 süvari gönderip Afgani'yi buradan çıkartarak, 1891 yılı
nın Ocak ayında Türkiyeİran sınırı yakınındaki Hankikin'den sınır
dışı eder.
Afgani bu tarihten itibaren İran Şahı aleyhine eleştirilerinin dozunu
iyice artırır, hatta daha sonra Şah'm öldürülmesinden bile sorumlu
tutulur. Basra'da İranlı Şiî ulemayla ilişkilerini sürdüren Afgani,
Şah'm İngiliz şirketlerine tanıdığı 'tütün imtiyazının kaldırılması yö
nünde konuşmalar yapar. Bu gayretin tütün imtiyazının kaldırılması
yönünde önemli tesirleri olur. Afgani'nin de dahil olduğu bir grup
"meşrutiyetçi", tütün aleyhinde bir Fetva yayınlar. Fetvanın metni
şudur:
27
Bismillahirrahmanirrahim,
Her ne şekilde olursa olsun tütün kullanımı haramdır. Kim
bunu kullanırsa İmâm'a Accel Allahu ferecehu^ harb ilan
etmiştir.
Afgani hayatının son döneminde Osmanlı Sultanı ILAbdülhamit'e ya
kınlaşma çabaları içine girer. Onu, düşündüğü İslâm birliği idealinin
gerçekleşmesi için uygun bir kişilik olarak görmekte ve fikirlerinin
uyuştuğunu gözlemlemektedir. Nihayet, Abdülhamit'in dinî sırdaşı
Halepli Ebû'lHudâ esSayyadî'nin mektuplarının yanında Münif Pa
şa ve Abdülhak Hamit (Tarhan)'in çağrısı üzerine ikinci kez 1892'de
İstanbul'a gelir. Sultan tarafından saygıyla karşılanır. Teşvikiye'de
bir ev ve araba tahsis edilir. Saraydan bir kızla evlendirilmek istenirse
de, o bu teklifi reddeder. Afgani, İstanbul'da yeniden geniş bir çevre
edinmeye başlamıştır. Afgani'nin Teşvikiye'deki evine gelen Jön
Türkler, Bâbîler ve genellikle saraya küskün şairler ve yazarlarla, çe
şitli muhalefete mensup gruplar arasında uzun uzun sohbetler yapı
lır. Afgani evinde toplanan Jön Türklere konferanslar vermiş ve onları
fazlasıyla etkilemiştir. ŞiîSünnî yakınlaşması üzerine çalışmıştır.
İslâm dünyasının dört bir yanma mektuplar göndermiştir. Kafasın
daki proje şudur: "Osmanlının (Abdülhamid) liderliğinde ona yakın
ülke bir birlik kuracak, daha sonra bu birliğin merkezi Hicaz'a (Mek
ke) taşınacaktır." Afgani, bu mektuplarla ölmeden önce bu birliğin ku
rulduğunu görmek istemektedir. Ancak, İstanbul'dan Hindistan, Af
ganistan, Mısır ve İran gibi ülkelere gönderdiği mektuplardan İngiliz
ler rahatsız olurlar. Sultana baskı yaparak bu çalışmaların durdurul
masını talep ederler. Abdülhamit, ŞiîSünnî yakınlaşması sebebiyle
Şiîlikle itham edilmekten çekinmeye başlar. Bu arada, İran'da Şah
Nasıreddin öldürülünce; Afgani'nin, İran tarafından Şah'm öldürül
mesinden sorumlu tutularak iade edilmesi istenir. Sultan bu teklifi
uygun bulmaz ve Afgani'ye göz hapsinde misafir muamelesi yapmaya
devam eder. Yerleşik kurallar, dünya dengeleri, boğucu gelenekçi or
tam ve dünyanın o günkü statükosu İslâm'ın yerinde duramayan bu
yenilikçisini dört duvar arasına almaktadır. Abdülhamit, Afgani ko
nusunda şöyle der:
"... Afgani'yi yakından tanırdım. Mısır'da
bulunuyordu.
Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara 'mehdi'lik' iddiası ile bü
tün Orta Asya Müslümanlarını ay aklandır abileceğini teklif
(1)
"Allah O'nun zuhurunu çabuklaştırsın."Mehdinin tez zuhur etmesi için bir
Râfizî duası.
28
etmişti. Buna muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca in
gilizlerin adamı idi, çok muhtemel olarak İngilizler beni sı
namak için bu adamı hazırlamışlardı. ... Derhal reddettim,
bu sefer Wilfrid Scawen Blund ile işbirliği yaptı. Bütün Arap
ülkelerinin itibar ettiği Halepli Ebül Hüdâ Esseydi yolu ile
kendisini İstanbul'a çağırttım. Aracılığını, eski hamisi Mü
nifPaşa (Yüksek Maarif Meclisi Reisi iken Afgani'yi bu mec
lise tayin ettiren) ile Hoca Tahsin Efendi'nin öğrencisi olan
Abdülhak Hamit (Tarhan) yaptılar... Geldi ve bir daha is
tanbul'dan çıkmasına izin vermedim."
Gözaltında tutulma süresinin sonuna doğru, Afgani kansere yakala
nır. Kanserin sebebi kendisinin çok içtiği ve çevresindekilere de 'te
rakki sebepleri olduğunu telkin ettiği' sigaradır. Bu gerçek çok iyi bi
lindiği halde, yakın zamanlara kadar, Abdülhamit'in onu zehirlettiği
iddialarını ne yazık ki bir çok ilgili ciddiye almıştır. Daha sonra, 29 Ey
lül 1926 tarihinde İkdam gazetesinde, Afgani'yi ameliyat eden Dr.
Münir İzzet Bey K. bu konuya bir açıklama getirmiştir. Açıklama:
"Afgani'nin çenesinde zuhur eden "...sırtan fasilesi" (çene
kanseri) sebebiyle, iradei seniyye ile icra edilen ameliyata
Operatör Cemil Paşa K. ile birlikte katılan Dr. Münir izzet
K.'ten başka bu ameliyata İstanbul'un ünlü doktorları da
katılmışlardır."Ala
kaderi'limkân ameliyat mevcut bulu
nan operatörlerin inzimamı efkârıyla ve muvafıkı fen bir
surette ikmal edildi, o gece ben ve Fuat Süreyya Paşa K. has
tanın muhafaza ve istirahatına memuren yanında kaldık.
Lakin bir gün sonra biçare hastamız vefat etti. "
şeklinde yapılmıştır.
Afgani, 9 Mart 1897'de 59 yaşında kafasındaki hayallerle birlikte ha
yata veda eder. Kabri, MaçkaŞeyhler Mezarlığında meçhul bir yere
defnedilmiş ve gömüldüğü yer gizli tutulmuştur. Amerikalı dostu
Charles Crane tarafından 1927 yılında Müzeler Müdürü Halil Ethem
Eidem K. delaletiyle kabri inşa ettirilmiştir. Afganistan hükümeti,
1944 yılında kemiklerinin iadesini istemiş, Afgani olduğu yolundaki
bir ceset yanlış kanıya dayanılarak Kabil'e gönderilmiş ve burada
Üniversite bahçesinde hazırlanan bir anıtmezara gömülmüştür.
Adnan Adıvar K., Afgani'nin kemiklerinin Şeyhler Mezarlığından çı
karılarak Afganistan'a gönderilmesi vesilesiyle, Afgani'nin milliyeti
ile ilgili tartışmaları özetleyerek ve onun Afgan, Arap, Türk, Hint ve
29
nihayet İran uluslarına mensup olduğu konusundaki iddialarına kar
şılık verir:
"Böyle büyük
dir" der. Bazı
ve makamları
sunda atıfta
bir insana her milletin sahip olması normal
İslam büyüklerinin muhtelif yerlerde kabirleri
olması her milletin ona sahip çıkması husu
bulunur."
Afgani'nin eserleri, Urvetü'lVüska dergisindeki yazılarından başka,
Açıklayıcı Afganistan Tarihi (Tatimmetu 1 Beyân fi Tarihu 1 Afgan =
Sözün Bitimi); ErReddiyye Ale'dDehriyyın (Materyalizme Reddiye),
Babı (Dairat almaarif) ve Hatıralar adlı kitapları bulunmaktadır.
Afgani sistemli bir düşünür, kelâmcı veya filozof değil; bir faaliyetçi ve
bir aktivist, inkılâpçı bir aksiyon ve hareket adamlığıyla temayüz et
miştir. Ancak, bu yönüyle bile düşüncenin akışına derin etkileri ol
muştur. Onun yaptığı genel çağrı tüm İslâm dünyasında yankı bula
rak çağdaş hareketler üzerinde ciddi etkiler bırakmıştır. İslâmî hare
ketlerin düşüncesinde silinmez izler bırakan Afgani'nin, gittiği yer
lerde kurduğu ilişkilerle yaymaya çalıştığı anlayış etrafında çok sayı
da aydın ve devlet adamının toplandığını, onları etkilediğini görüyo
ruz. Muhammed Abduh orta yol ıslahatçısı ve Reşit Rıza radikal selefi
olarak Afgani'yi yorumlamışlardır. Afgani, kuruluşunda önemli rol
oynadığı çeşitli obediyanslardaki Mason Locaları ve kuruluşunda ön
cü olduğu elHizbu'lVatanî cemiyetiyle Hidiv İsmail'i devirmek, Mı
sır halkını istibdat ve sömürgecilik karşısında uyarmak gibi amaçları
gerçekleştirmeye çalışmıştır. İngiliz ve Fransız müdahalelerine karşı
güçlenen hareketin Arabi Paşa kıyamıyla doruk noktasına ulaşma
sında Afgani'nin önemli katkıları vardır.
Zamanın birçok Osmanlı aydını Afgani'nin sohbet ve yazılarından, ya
doğrudan, ya da dolaylı olarak etkilenmiştir. Afgani'nin fikirlerinden
istifade etmiş bazı Yeni Osmanlılardan: Halil Ganem, Namık Kemal
K. (IProodos Locası, 24 Şubat 1872), Mustafa Fazıl Paşa K. (L'Union
d'Orient Locası, 1868), Mehmet Emin Yurdakul K. (tarihi bilinmi
yor, fakat Yüksek Şûranın 1930 yılında 116127 kararı ile 32°'ye yük
seltilmiştir),.Yusuf Akçura, Resûlzâde Mehmet Emin, Ahmed Ağaoğ
lu, Mehmet Âkif Ersoy, Ahmed Hamdi Akseki, Filibeli Ahmed Hilmi,
Said Halim Paşa, Ahmet Seyyid Bey (/ Proodos Locası, 1872), Şem
seddin Günaltay bunlar arasındadır. Hangi ülkede olursa olsun, bü
tün kültürel gelişim hareketleri içinde ebediyat, en ön planda gelen bir
30
rol oynamıştır; fikir hareketlerinin ilk aşamalarında yer alan yazar
lar, yeni akımların öncüleri olmuşlardır. Türkiye'nin sosyal ve kültü
rel gelişmesinde rol oynamış yazarlar arasında Namık Kemal K. en
önemli kişi olarak görülmüştür. Namık Kemal K., Avrupa'dan gelen
türleri ilk kez uygulayan, bir edebî yenilik gereksinmesi duyan insan
olsa da, içinde doğduğu manevî değerlere derinden derine bağlı kal
mıştır. Bektaşî tarikatına dahil olan Namık Kemal K., manevi bakım
dan kendisini tarikatlar dünyasına bağlayan göbek bağını hiç bir za
man koparmadı. Namık Kemal K.'i İslâm düşüncesi içinde değil, Os
manlı tarihi ve düşünce akımları içinde görmek çok daha yerinde olur.
Ali Suavi K.'in düşünceleri bir yandan tüm Müslüman dünyasını da il
gilendirmektedir. Namık Kemal K., Osmanlıİslâm; Ali Suavi K.,
İslâmTürk bağlamını esas olarak ele almışlardır. Afgani'nin, Jön
Türkler ile de ilişkisi olmuştur. Mehmet Emin Yurdakul K. de piri Af
gani için:
"Beni o yoğurmuştur. Eğer ruhların ebediyete kadar ölmezli
ği varsa; derim ki, o etlerini kemiklerini Maçka mezarlığının
topraklarına bırakmışsa, ruhunu da bana armağan etmiş
tir. Afgani'nin ruhu bende yaşıyor."
demiştir. Ziya Gökalp K., Yurdakul K.'e Türkçülüğü aşılayan kişinin
Afgani olduğunu söyler. Afgani'yi konu alan yazıların en çok yer aldığı
dergi Türk Yurdu dur. Ahmet Ağaoğlu bu yazıların birinde Afgani'nin
aslen Türk olduğunu da iddia eder. Türkçülerin, Afgani'ye milliyetçi
liği doğrulayan bir otorite olarak başvurmaları asılsız değildir. Türk
Yurdu dergisinde çevrilerek yayınlanan iki makale bu tezin doğrulu
ğunun kanıtlarıdır. Afgani, gerçekten de bu makalelerde 'dil birliğine'
dayalı bir milliyetçilik fikri savunur:
"İnsanlar arasında dairei şümullü vasi olup birçok efradı
yekdiğerine bağlı olan iki ilişki vardır: Biri lisan birliği,
diğer tabirle cins ve cinsiyye, diğeri de din. Lisan birliğinin
yani vahdeti cinsiye'nin etkisi, hiç şüphe yoktur ki, dindeki
beka ve sebattan daha devamlıdır. Çünkü az bir zamanda
değişmez. Halbuki ikincisi böyle değildir. Bir lisan üzerine
konuşan ırkı görürüz ki, bin senelik bir müddet zarfında li
san birliğinden
ibaret olan cinsiyete halel gelmeden
iki üç de
fa din değiştirirler. Diyebiliriz ki, dünyevi işlerde lisan
birliği bağlılığının tesiri, din bağlılığından daha kuvvetli
dir. "
31
MISIRDA MASONLUK VE
AFGANİ'NİNMASONİK FAALİYETLERİ
19. Yüzyıl Mısır Masonluğundaki inanç sistemi hakkında Cemalettin
Afgani ve Muhammed Abduh'un görüşlerine yer verilmektedir. Bu iki
İslam reformisti, kutsal kitabı olan üç dinin (Yahudilik, Hıristiyanlık
ve İslâm) birbirine karşı değil, birbirini tamamladıkları görüşünde ol
duklarını söylemektedir. Afgani'nin Masonlar üzerinde olduğu kadar,
aynı görüşü paylaşan diğer düşünürler üzerinde de önemli etkisi ol
muştur. Bunlar arasında, Muhammed Abduh, Edip İshak ve James
Şannu örnek olarak gösterilebilir. Afgani'nin, kutsal kitabı olan üç di
nin birbirinin tamamlayıcısı olduğu fikrinin, Hıristiyan, Musevi ve
Müslüman dindarlarca pratikte pek de hoşgörü ile karşılanmadığını;
yani, bu üç dine mensup dindarların tolerans içinde değil de, aşırı pozi
tif dogmaların doktrinal değerlendirmesi şeklinde kabul ettiklerini
belirtilebilir. Masonluktaki tolerans, felsefelerde işlenen toleranstan
ayrı olduğundan, yanlış değerlendirmeler yapıcı olmaktan çok sap
kınlıklara yol açabilir. Türkiyeİngiltere Bölge Büyük Locaları Büyük
Üstadı John Porter Brown, Masonluğun çeşitli dinler karşısındaki ka
yıtsızlığının, kendisine yalnızca düşman kazandırdığını belirtmekte
ve İslâm kesiminin de bu kayıtsızlığı dine karşı bir saygısızlık olarak
değerlendirdiğini belirtmektedir. Oysa masonik toleransın böyle bir
amacı olmamıştır. Hiç kuşkusuz olmadığı içindir ki, "aydın" Genç Os
manlı düşünürlerini içinde yaşatabilmiştir. İslâm'ın Masonluğa karşı
olan düşmanlığı, özellikle de bu dinler arasındaki toleransından kay
naklanmaktadır. Hangi dinden, ya da ırktan olurlarsa olsunlar, Ma
sonluğa giren kişiler hiçbir ayrım yapılmaksızın ve tamamıyla eşit bir
şekilde bu kuruluşun vaad ettiği avantajlardan yararlanabilecekler
midir? Acaba, Masonluk insanlara maddî ve manevî bir mutluluk ka
zandıracak boyutta bir kuruluş mudur? Masonluğa girenler; dinleri,
milletleri ve politik görüşleri ne olursa olsun eşit konumda oldukların
dan, eşit haklara sahip bulunurlar. Üyelerini insanlık yararına çalış
malara yönlendiren Masonluk, onlardan kusursuz bir fikir beraberli
ği içinde olmalarını ister. Böylesine bir görüş beraberliği içinde olan
insanların, Masonlukta birbirlerine kopmazcasma sarıldıkları açık
tır ve aralarında katı fikir ayrılıkları ve çıkar çatışmaları oluşumun
dan da söz etmemek gerekir.
Masonluk her dinden ve her mezhepten aday kabul etme anlayışına
sahiptir. İslâm, dinlerin birleşmesini savunan özellikle sufi düşünür
lerle mücadeleye girmiştir. Masonluğu kavrayan bazı sufiler, Batının
32
bu "tarikatının" sırları üzerinde bilgi sahibi olmak istemiştir. Kendile
riyle olan fark, yalnızca bu sırların dinî ve mistik oluşu değil, felsefî ve
sosyal içerikli oluşundan kaynaklanmaktadır. Batının siyasal ve tek
nolojik üstünlüğünde, Doğuya karşı bu farkın önemli rolü vardır. John
Porter Brown uluslararası İslâm mistisizmi üzerinde tanınmış bir uz
mandır ve kendisi bu kuruluşlardaki dervişlerin Masonlara çok ben
zediğini ve Masonlarla Kardeşlik bağı kurmaya hazır olduklarını be
lirtmektedir.
Afgani'nin Masonluğa doğuşu İstanbul'da 187071 döneminde, Mus
tafa Fazıl Paşa K. ve Namık Kemal K.'in de üye olduğu / Proodos Lo
casında olmasına rağmen, Mason olarak asıl aktif çalışmaları 1876
1879 yılları arasında Kahire'de gerçekleşmiştir. Afgani'nin, Mısır'da
ki Masonlukla ilk ilişkisi ise Kahire'deki bir Locaya kabul edilip edil
mediğini soran Mayıs 1875 tarihli şu mektubudur.
"Saflık Kardeşleri ve samimiyet dostlarından; yani hiçbir şe
yin zarar veremeyeceği ve de ziyana sokamayacağı Kutsal
Mason kuruluşu üyelerinden, bu Saygıdeğer Derneğe katıl
mama izin vermelerini ve şerefli kürsüye dahil olmamı onay
lamalarını rica ederim."
Bu aşamada, konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından, Mısır Ma
sonluğunun tarihçesinin de incelenmesi yararlı olacaktır. Kavalah
Mehmet Ali Paşa (18031848) zamanından beri Osmanlı İmparator
luğundan ayrılan Mısır, yalnızca yönetim açısından değil, entellektü
el açıdan da ayrıcalıklar gösteren bir ülke görümündeydi. Hidiv, ülke
nin modernleşmesinde, Osmanlı Sultanından daha önce davranmış,
Batı'yı tanımaları ve orada eğitim görmeleri için Avrupa'ya öğrenciler
göndermişti. Mısır'ın masonik tarihi de Türkiye'ninkinden farklıydı.
Mısır'da çeşitli obediyanslar altında faaliyet gösteren Karbonari,
Memphis Riti ve Masonluk gibi cemiyetler vardı. Masonluk Mısır'da
ilk olarak 1798 yılında ortaya çıkmış ve Napolyon'un işgal kuvvetle
rindeki Fransız Masonlar tarafından tanıtılmıştır. Napolyon'un Ma
son olup olmadığı bilinmemekle birlikte, Fransızların girdikleri ülke
de halkla dost olabilmek için onların dinlerine büyük saygı gösterdiği
ni, uluslararası Kardeşliği körüklediğini ve bu amaçlar için Masonluk
geleneğini kullandığını biliyoruz. Fransızlar Mısır'da da vakit geçir
meden ülke çapında İslâm dinine olan saygılarını ifade eden bildiriler
yayınlamıştı. İsis Locasını kurarak birçok ünlü ve itibarlı aydının da
bu Locaya inisiye olmasını sağlamıştır.
33
Isis adı, Isis Rahiplerinin gizemli ritlerinden adapte edilmişti. Mısır
mitolojisinde seçkin bir karakter olan Osiris'in kızkardeşi ve karısının
adıydı. Localar, Memphis Riti adı verilen bir rit altında çalışıyordu.
Memphis adı Mısır rahiplerinin buluşup Kardeşliği paylaştığı ve eski
Mısır bilgeliklerinin ve gizemlerinin öğretildiği okulun bulunduğu ye
rin adından geliyordu. Eski Mısır'ın hermetik ve ruhanî öğretilerinin
sürdürüldüğü söylenen bu rite ait ne yazık ki elimizde hiçbir tarihî bel
ge bulunmamaktadır. Ancak, 90 dereceden oluşan bu ritin her derece
sine ait sırları ve törenleri olduğu bilinmektedir. İsis Locası, ilk Büyük
Üstadı General Kleber döneminde çok gelişmiş, ancak Kleber'in 1800
yılında öldürülmesiyle gerilemeye başlamıştır. Bu dönemde, hele
Fransızların çekilmesinden sonra, Masonluk popülaritesini kaybet
miş ve yeraltına çekilmiştir. 1830 yılında bazı italyanlar İskenderi
ye'de Carbonari Locasını kurmuşlardır. 1858'de III. Napolyon'u ba
şarısız öldürme girişiminden sonra gizli cemiyet üyesi bir çok İtalyan
Mısır'a sığınmış ve burada ünlü Mason Mazzini'den esinlenerek Car
bonari gibi gizli cemiyetler kurmuşlardır. Carbonari Locası politik
bir kuruluş olması ve hükümet tarafından sıkı bir şekilde izlenmesi
nedeniyle toplantılarını büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirebilmiş
tir. Buna ilaveten, yine Memphis Riti'nde çalışan Menes Locası kuru
larak kısa zamanda gelişmiştir. Memphis Riti'ne bağlı çok aktif bir
Kardeş olan Samuel Honnis (veya Hanas) İskenderiye, İsmailiye, Port
Said, Süveyş ve Kahire'de birçok Fransız Locası kurmuştur. Bunlara,
1845 yılında İskenderiye'de kurulan El Ahram (Piramitler) Locası da
dahildir. Fransa Grand Orient'ine bağlı bu Loca hükümet tarafından
da tanınmış ve birçok yüksek rütbeli subay ve bürokratlar bu Locaya
inisiye olmuşlardır. Bunların arasında, Cezayir'de Fransızlara karşı
savaşan ve Suriye'de sürgünde iken meydana gelen Şam Katliamı sı
rasında birçok Hıristiyan aileyi koruması altına alarak hayatlarını
kurtarmayı başaran Emir Abdülkadir'in de tekrisi 24 Haziran
1864'de yapılmıştır. Emir Abdülkadir ve Halim Paşa, Kahire'de yeni
Localar açma girişimlerde bulunmuşlardır.
Fransız Memphis Riti Yüksek Şûrası 1836 yılında bir bildiri yaymla
rak Fransız Bölge Büyük Şûrasının kurulmasını sağlamıştır. Fransız
Bölge Büyük Şûrası, 1862 yılma kadar Mısır'da İtalyan jürisdiksiyo
nuna bağlı birçok Locanın kurulmasına yol açmış ve tüm bu Localar
Fransız Bölge Büyük Şûrası ile uyum içinde çalışmışlardır. Ancak, yıl
lar boyu farklı Anayasalar altında çalışan Mısır Masonları kendileri
ne özgü bir Büyük Loca kurmaya karar verdiler. İtalya Grand Ori
ent'inden aldıkları bir Geçici Berat ile 1864 yılında yüksek derecelerde
34
çalışan Mısır Grand Orienfini ve ilk üç derecede çalışan Mısır Millî
Büyük Locasını kurdular. Bu oluşum, süregelmekte olan ve çeşitli rit
ve Anayasalardan kaynaklanan karışıklığı ortadan kaldırdı ve bu ma
sonik kuruluş bütün dünyada tanındı.
Bu arada, 19. yüzyıl Mısır'ının önde gelen şahsiyetlerinden biri olan
Hidiv İsmail Paşanın kendisi bir Mason olmamasına rağmen, Mason
luğu insanlık yararına büyük hizmetler yapan bir kuruluş olarak tanı
dığı ve oğlu Tevfik beyin inisiye olmasına izin verdiğini, 1881 yılında
Hidiv Tevfik Paşanın Büyük Üstad olmasını takiben 500'den fazla Lo
canın kurulmasına öncülük ettiği bilinmektedir. İngilizce, Fransızca,
Yunanca, İbranice, İtalyanca ve Arapça çalışan Localar, Mısır Büyük
Locası tarafından da tanınarak dünyadaki birçok Büyük Loca tarafın
dan kabul görmüştür. Ancak, 1891 yılında Hidiv Tevfik Paşa Büyük
Ustadlık görevini Ragıp Bey İdris'e devretmiştir.
Mısır'daki ilk İngiliz Locası 1860 yılında Süveyş Otelinde kurulmuş
tur. Orientai olarak bilinen bu Loca Süveyş Oteli'nde toplanıyordu.
Ayrıca İskoçya Büyük Locası tarafından beratı verilen ve 5 Ağustos
1867 yılında 472 numarayla kurulan Orientai Locası bulunmaktaydı.
Bu İskoç Locası 1881 yılında uykuya geçmiştir. No. 988 (687) Orientai
Locası, ingiltere Birleşik Büyük Locası tarafından 25 Kasım 1856'da
İstanbul'da kurulmuş ve 1949 yılma kadar faaliyetini sürdürmüştür.
Bu yıllarda Masonluk büyük saygınlık kazanmış ve İngiliz Masonları
da diğer ülkelerden geri kalmayıp 1862 ve 1871 yılları arasında İngil
tere Büyük Locasına bağlı sekiz adet Loca kurmuşlardır. St. John Lo
cası (18621877), Zetland Locası (18671956), 1969 yılında konsek
rasyonu tamamlanan Albert Edward Locası İskenderiye'de kurulan
Localardı. La Concordia Locası (18681890) Kahire'de İtalyanca çalı
şıyordu. 1865 yılında kurulan Buluuer Locası, 1866 yılında kurulan
Grecia Locası hâlen Kahire'de çalışmalarını sürdürmektedir. Kev
keb ulŞark (Star of the East) (18711956) Locası da Kahire'de kuru
lan bir başka Locaydı. Tüm bu Localar, İngiltere Birleşik Büyük Loca
sına bağlıydılar ve o dönemde Mısır'ın Osmanlı İmparatorluğu topra
ğı olması nedeniyle Türkiye Bölge Büyük Üstadı Sir Henry Bulwer de
netimindeydi.
1867 yılında Büyük Üstad, Mısır Bölge Büyük Locasının kurul
masına karar verince, o sırada Londra'da bulunan Prens Halim'i
Mısır Bölge Büyük Üstadı olarak atamıştır. Bir yıl sonra Prens Ha
lim, Mısır'dan İstanbul'a sürülünce yerine İngilterenin Kahire
Konsolosu Raphael Borg Kardeşi temsilci olarak atamıştır. Ancak,
35
Mısır Millî Büyük Locası 1878 yılında kapatılmış ve yerine Mısır Böl
ge Büyük Locası kurulmuştur. Bu değişikliğin nedeni Mısır Millî Bü
yük Locasının İngiltere Birleşik Büyük Locası tarafından tanınma
masıdır. Çünkü, İngiltere Birleşik Büyük Locası denetiminde çalışan
bu Localar, Memphis Riti gibi tanınmayan bazı ritlerde çalışıyorlardı.
Mısır Millî Büyük Locasının tüm dünyaca tanınmasını isteyen Salva
tore Zola tüm bu düzensiz ve tanınmayan Locaları kapattı ve Eski ve
Kabul Edilmiş Skoç Riti'ne bağlı Mısır Millî Büyük Locası ile çalışma
larını sürdürdü. İngiltere Birleşik Büyük Locasına, Mısır Millî Büyük
Locasının artık düzenli bir Loca olduğunu kabul ettirdi. Prens Ha
lim'e verilen Berat iptal edildi ve İngiliz Localarına Mısır Millî Büyük
Locasına bağlı olarak çalışmaları talimatı verildi. 1890 yılında Büyük
Üstad'lık görevi Ragıp Bey İdris'e verildi. Ragıp Bey İdris emeğinin ve
parasının büyük bir bölümünü 25 yıl boyunca Mısır Masonluğunun
ilerlemesi ve Mısır Loca ve Şapitrlerin İngiliz Locaları ile yakın işbirli
ği kurabilmeleri yolunda harcadı.
1871 yılında kurulmuş olan No. 1355 Şarkın Yıldızı (Star ofthe East)
Locası Mısır'da kurulmuş dördüncü eski Locadır. Bu Loca Afgani'nin
etkin masonik faaliyetlerinde önemli roller üstlenecektir. Kahire
Bulvoer Locasında çalışan ve İngiliz Anayasasına bağlı olarak, ancak
Arapça çalışmak isteyen Mısırlı üyeler tarafından kurulan bu Loca,
Arapça Kevkeb'ülŞark adı altında kuruldu. Bu Loca önemli sayıda
Mısırlı aydın Kardeşe sahipti; bunların başında Ragıp Bey İdris gel
mektedir. 1906 yılından itibaren katılmış üye olarak Mısırlı olmayan
Kardeşleri de Locaya kabul etmeye başladılar. Uzun yıllar Mısır Millî
Büyük Locası Büyük Sekreterliğini yapmış olan Garofalo Kardeş de
bu Locada 1907 yılında Üstadı Muhterem seçildi. 1907 yılından önceki
yıllara ait Loca kayıtlarının yandığına ya da kaybolduğuna inanıl
maktadır. Loca 1908 yılma kadar Arapça çalıştı ancak üye sayısının
azalmaya başlaması ve başarılı çalışmalar yapabilmek adına Loca
tekrar İngilizce çalışmaya başlamıştır. 1940 yılında Kahire Bulwer
Locası Üstadı Muhteremi olan Hogg Kardeş 1956 yılında Sekreter gö
revi ile bu Locanın kapanışı ile ilgili işlemlerin büyük bir bölümünü
üstlenmiştir. Geriye kalan kapanış işlemleri ise, Kahire Bulwer Loca
sı Üstadı Muhteremi Millar Kardeş tarafından 1969 ve 1970 yılların
da tamamlanmış ve Şarkın Yıldızı Locası fiilen kapatılmıştır.
Afgani Mısır'daki masonik faaliyetleri sırasında İtalyan, Fransız ve
İngiliz obediyanslarma mensup bir çok Locaya üye olmuştur. Kendisi
de bir Mason olan İngiltere Genel Konsolosu Raphael Borg, Afgani ve
arkadaşlarını İngiliz Mason Localarına girmeğe teşvik etmiştir. Şar
36
kın Yıldızı Locasına daha sonra bir çok Mısırlı aydın davet edilmiş
tir. Bunlardan bazıları: Tevfik Paşa, Şerif Paşa, Galip Butrus Paşa,
Abaza Süleyman Paşa, Muhammed Abduh, Reşid Rızâ, Selim Anhûri,
Latif Bey, Said Nasır ve ulemâdan bazı isimlerdir. Afgani'nin, Şar
kın Yıldızı Locasına giriş tarihi bilinmiyor. Bazı belgelerde, Afga
ni'nin bir ek toplantıya davet edilerek bu toplantıda Şarkın Yıldızı
Locasına Üstadı Muhterem seçildiği ifade edilmektedir.Afgani'ye gö
re, açık muhalefetin tehlikeli olduğu Mısır'da, Masonluk adı altında
örgütlenmiş bir topluluk, siyasi çalışmaları için uygun bir altyapı
oluşturmaktaydı. Önemli miktarda aydın ve halktan her sımfdan bir
çok Mısırlı Masondular. Afgani'nin politik amacı, değişik Localara gi
rerek ve acil reform ihtiyacını uyandırarak arkadaşlarını politik aksi
yona sürükleyebilmekti. Bu gibi faaliyetlerde, Mason olmaları için Af
gani'nin kendilerini ikna ettiği yandaşları da kendisine yardım etmiş
tir. Afgani'nin, Muhammet Abduh'u tekris etmesi de bunlardan biri
dir. 1875'te Yakup Şennu; Sa'd Zağlul, Abdüsselam elMüveylihi,
Edip İshak, Selim Nakkaş ve İbrahim elLekani Masonluğa girmiştir.
Afgani, bir Kardeşin Masonluğun politikayla uğraşmadığını ve hükü
metin uzun elinin Locaya ulaşacağından korktuğunu söylemesi üzeri
ne, "Masonlukta korkunun, ferdiyetçiliğin ve egoizmin varlığını keşfe
dince şoke oldum" diye karşılık vermiştir. Afgani, gerçek Hürriyet,
Özgürlük, Kardeşlik ve Eşitlik kurulurken; eşitsizliğin, zulmün ve
baskının yok edilmesini sağlayacak Mason Avadanlıklarını kullana
cakların Mason olarak yaratılması gerektiğini düşünmüş ve böyle po
litik korkaklık içindeki Kardeşlerle çalışamayacağını anlamıştır. Re
şid Rıza, Afgani'nin Locadan istifa etme sebebini şöyle anlatır: "Afga
ni ve Abduh'un Masonluktan istifa etmelerinin esas sebebi, İngiltere
Büyük Üstadı Wales Prensinin Mısır'a yaptığı seyahat esnasında ce
reyan eden olaydır. Mason Locaları bu ziyaretten ziyadesiyle memnun
kaldılar. Masonlardan biri Taç Prensi (Crown Prince) diye hitap edin
ce, Afgani buna itiraz etti. ingiltere İmparatorluğunun
mirasçısı da
olsa kimseye bu şekilde hitap edilemeyeceğini ve bunun izin verilemez
birşey olduğunu söyledi. Bazı liderler bu beyanatı inkâr ettilerse de bu
münakaşadan sonra, Afgani bazı taraftarlarıyla beraber Masonluk
tan ayrıldı." Afgani'nin, Mısır'da hangi Loca/Localardan, hangi tarih
lerde çıktığını tespit etmek güçtür. Afgani'nin ayrılması 1875 veya
1876 yıllarına tesadüf etmektedir. Bu yıllar Wales Prensinin Mısır'ı
ziyaret ettiği yıllardır. Afgani, bu ayrılışın masonik hayatının ilk dev
resine tesadüf ettiğini ve 1875'te yeni bir masonik dönem başladığını
ileri sürüyor. Yukarıdaki çelişki, Afgani'nin inancı hakkında bir baş
37
ka tartışmanın kaynağını teşkil etmektedir. Daha sonra Kahire'deki
İngiliz konsolosu Raphael Borg, raporunda "Afgani'nin üyesi olduğu
Şarkın Yıldızı Locasından Evrenin Ulu Mimarına olan açık inanç
sızlığından dolayı kovulduğunu" belirtiyor. Afgani'nin, 1875'ten beri
Mason Locasına üye olduğu gerçeğini düşündüğümüzde, Ulu Yara
dan'a inanmamasından dolayı Locadan kovulduğu tezi şüpheli görü
nüyor. Şarkın Yıldızı Locasının İngiltere Birleşik Büyük Locasına
bağlı olarak kurulduğunu düşündüğümüzde, Locaya Üstadı Muhte
rem seçilen Afgani'nin açıkça inançsız olmasının bu durumla bağda
şamayacağı aşikârdır.
Afgani'nin adı Nü Locası olan Fransa Grand Orient'a bağlı bir Millî
Loca kurduğundan bahsedilir. Çok kısa bir müddet zarfında bu yeni
Locanın üye sayısı üç yüzü aşar. Afgani mutad taraftarlarından başka
birçok gazeteci, entellektüel, önemli kişileri, ulemâ, meclis üyeleri ve
ordu mensuplarını da Locaya çeker. Loca üyeleri hükümet birimleriy
le irtibatlı olarak hizmet edebilmek için bir çok komiteye bölünür. Bu
politik faaliyet hükümette kargaşaya sebep olur ve söz konusu yapı
lanma Hidiv İsmail Paşanın kulağına kadar gider. Hidiv İsmail Pa
şa'nm oğlu Tevfik Paşanın Afgani ile olan işbirliği işte bu zaman dili
minde izlenebilir. Tevfik Paşa, Afgani'nin Üstadı Muhteremi olduğu
Locaya kabul edilmiştir. 27 Haziran 1879'da ölen babası yerine Hidiv
olduğu törene, bu Locadan onu tebrik etmek üzere giden Masonlar da
katılmışlardı. Daha sonra Tevfik Paşa 1892'de öldüğünde, cenaze me
rasiminde bir çok Mason da hazır bulunmuştu. Tevfik Paşa düşünce
yapısı itibariyle bir reform taraftarıydı. Tevfik Paşa'yı Mason olmaya
sevkeden faktör ister Mısır'ın selâmeti için duyduğu heyecan olsun ve
ister başarılı olamayacağı kuruntusu olsun, konumuzun dışındadır.
Fakat şurası açıktır ki Tevfik Paşa, babası İsmail Paşanın takip ettiği
politikaya karşı olup, onun yerini almak istemektedir.
Tevfik Paşa ve Afgani, başlangıçta belli bir anlaşma noktasına gelmiş
olmayı başarmış görünüyorlardı. Diğer taraftan Tevfik Paşa, Hidiv
olduğu takdirde anayasal reformlar yapacağına ve liberalizmi
getireceğine dair söz vermişti. Afgani aynı dönemde açıkça kampan
yasına başladı. Ateşli konuşmalarının birinde halka şöyle sesleniyor
du:
"Siz köle olarak doğdunuz ve despot bir idare altında yaşıyor
sunuz. Yüzyıllardan beri fatihlerin ve zalimlerin boyundu
ruğu altında kaldınız. Alın terinizle kazandığınız rızıkları
nız sizden habersiz gasp edildi Vurdum duymazlığı terkedi
38
niz, üzerinizdeki tembellik ve cahillik tozunu kaldırınız. Di
ğer milletler gibi özgür ve mutlu olarak yaşayın veya şehid
olarak ölünüz.".
Tevfîk Paşa, 1879 Haziranında Hidiv olarak babasının yerini aldığı
zaman, Afgani ve onun milliyetçi arkadaşları uzun zamandan beri ta
sarladıkları uzun vadeli reformları Tevfik Paşanın daha önceki hare
ketlerini dikkate alarak gerçekleştirebileceklerine inandılar. Tevfik
Paşa, Hidivliğinin ilk aylarında bu havayı vermeye devam etti.
Meselâ, onu tebrik etmeğe gelen Masonları kabul etmesi, onun bu re
formları gerçekleştireceğinin işareti olarak kabul edildi. Ancak ya
bancı konsoloslar Tevfik Paşanın üzerinde ağır baskılar kurmaya ça
lışıyor ve ona iktidarını kimseyle bölüşmemesini tavsiye ediyorlardı.
Bu baskılar sonuç verdi. Hayâl kırıklığına uğramış olan Afgani, Ma
son Localarında gizli ve açık konuşmalarında yeni rejimi tenkide baş
ladı. Diğer taraftan, Afgani'ye karşı kışkırtıldığı muhtemel olan Tev
fik Paşanın maiyetinde bulunup, Afgani'nin Hidiv'in statüsünü sars
tığını düşünenler de vardı. Yaşanan tüm bu olaylar sonucu Afgani ile
Hidiv'in arası olabildiğince açıldı. Afgani'nin Hidiv'e suikast düzenle
yeceğine ve onun yerine cumhuriyetçi bir hükümet kurduracağına da
ir dedikodular yayılmıştı. İpler, Mısır Valisi Büyük Mehmet Ali Paşa
(ölümü 1849ymn oğlu Prens Abdülhalim'in (Halim Paşa) diğer Ma
son taraftarlarınca hazırlanan bir entrika sonucu Tevfik Paşanın ye
rini almasını hedefleyen bir hareketle koptu. Buna karşılık Afgani,
1883'te yazdığı bir mektupta, "Bir grup yabancı Mason ve onları des
tekleyenler... Kahire'de Büyük Üstad olduğu zaman Prens Abdülha
lim 'in liderliği altında, Abdülhalim 'in başarılı olması için çalıştılar
ve ben Hidiv Tevfik Paşa için bir sevgim olmadığı halde onları terket
tim.." demişti.
24 Ağustos 1879'da Afgani, polis tarafından tutuklanarak Süveyş'e
götürülmüş ve Hindistan'a giden bir gemiye bindirilmiştir. Arkasın
da entellektüel ve devrimci bir aydın grubu bırakmıştır. Bunların faa
liyetleri daha sonraki yıllarda olgunlaşıp güçlenerek 188182'de Arabî
Paşa isyanıyla doruğa ulaşacaktır.
Afgani'nin Mısır'daki masonik hayatı aslında aşağıdaki şu sözleri ile
özetlenebilir :
"Beni Binayetu'l Ümera (Mason) derneğinde çalışmaya
iten şu korkunç levhaydı; Hürriyet, Eşitlik,
Kardeşlik..
Amaçları da insanın menfaati için, zulüm merkezlerini yok
etmeye çalışmak ve mutlak adaleti canlandıracak ilkeleri
39
yaymak... Mısır'da her türlü garipliği görmeye alışkındım,
ama korku denen duygunun Mısır'a Mason locaları yoluyla
sokulacağını aklımdan bile geçirmezdim. Mason locaları ev
rensel siyasete müdahale etmezlerse: her usta elindeki inşaat
aletlerini geçmişi yıkmak, sağlıklı Hürriyetçiliği
yaymak,
Kardeşlik ve Eşitliği sağlamak için Hürriyetini
kullanmaz
sa: eğer zulüm ve zorbalık merkezleri yakılmaya çalışılmaz,
özgür insanların ellerinden tutulmazsa onların inşaatları
nın bir tek kirişi bile ayakta duramaz."
Masonluk bağlamında kullandığı bazı güzel sloganlara yer vererek
Afgani'nin masonik hayatına son veriyoruz: "Evrenin Birliği" ve "Do
ğanın Görüntüleri"...
Afgani'nin masonik hayatını ve aynı dönemde Mısır'da yer alan maso
nik faaliyeti inceledikten sonra, bir de Türkiye Yüksek Şûrasının
1861'de başlayan ve 1909'da sona eren kuruluş öyküsünü, bu bilgiler
ışığında yeniden gözden geçirelim ve Türkiye Yüksek Şûrası' nın
1870'de yeniden kuruluşunu inceleyelim.
1876 öncesi, Prens Abdülhalim (kısaca Halim) (18301894) Masonlu
ğu kendi yönünde siyasete sokmak istedi. Buna karşılık Hidiv İsmail
onu İstanbul'a gönderdi ve Masonluğu kendi kontroluna aldı. Bu se
beple, V. Murat tahta çıkınca Halim umutlandı. Kuşkusuz Mısır'daki
Masonlardan uzakta olmak Halim'in işini güçleştiriyordu. Halim, Hi
div İsmail devrilince Abdülhamit'in kendisini desteklediğini ve Arabî
Paşanın herkese imzalattırdığı bir dilekçe ile Sultan'dan Halim'in Hi
divliğini istediği ve askerlerin tamamen arkasında oldukları haberle
rini yayıyordu.
Hidiv Tevfik; muhtemelen bunların Halim'den yana oldukları inan
cıyla fakat daha çok kendisini destekleyen İngilizlerle ters düşmemek
için Afgani'den ayrıldı. Tevfik, 1879'da Afgani'yi Nihilist (Hiççi
lik)'likle suçlayarak görevini yaptı; bu kararlı davranışının ödülü ola
rak da bir süre sonra, 1887'de Mısır Millî Büyük Locasının BüyükÜs
tadlığma seçildi. Hidiv Tevfik Paşa 1890'da Büyük Üstadlıktan ayrıl
dı ve yerine 25 yıl kalacak olan İdris Bey Ragıp seçildi.
İngilizler; Mısır ve Türkiye Büyük Localarının her iki taraf ile iyi iliş
kiler içinde olan ılımlı bir kişinin yönetimi altında birleştirilmesini
düşünüyordu. Halim'in de 1870 Mayıs'mda böyle bir formülü kabule
hazır olduğu anlaşılıyordu. İsmail, 1866'da rüşvet dağıtarak valiliğin
kendi oğlu ile devam etmesine ve 1867'de ise oğlu İsmail'in Hidiv un
vanını kullanmasına ferman aldı. Bu girişimleri sebebiyle Hidivlik
40
üzerinde hak iddia eden İstanbul'daki Mustafa Fazıl Paşa ile çatıştı.
Sadrazam Keçecizade Fuat P a ş a n ı n etkisiyle Mustafa Fazıl Paşa
(Kavalalı Mehmet Ali Paşanın torunu ve İbrahim Paşanın oğlu) Av
rupa'ya gönderildi. Diğer taraftan Hidiv İsmail'in elde ettiği haklar,
Mısır'da bulunan Bulwer Locasına (Halim, Fransa'da
bulunurken
Fransa Grand Orienti'ne bağlı bir Locada tekris edilmişti) üye olması,
Salvatore Zola'nm ardından Mısır Yüksek Şûra'sma Hâkim Büyük
Amir seçilen amcası Halim (Kavalalı Mehmet Ali Paşanın son oğlu
Abdülhalim Paşa ve Türkiye Yüksek Şûrasının 1861'deki kurucusu)
ile arasının açılmasına sebep oldu. Halim, Fransa'da eğitim görmüş ve
1845'de Fransa'da Mason olmuştu. Bu arada, Fransa Grand Orienti
1856'da Bölge Büyük Locasını kurması ve Localar açması için Mısır'a
bir temsilci atamıştı. Halim, temsilciye yanaşarak Mısır Grand Orien
ti'ni ele geçirmek ve böylece bu masonik gücü yanına almanın yolunu
aramağa başladı. O döneme ait raporlar çok sayıda Müslümanm Ma
son olduğunu yazıyordu. 1867 yılında Halim, İngiliz obediyansma
bağlı Mısır Büyük Locasının BüyükÜstadlığma getirildi. Halimin bu
pozisyonu doğal olarak Hidiv İsmail'i rahatsız etti. Masonlar içinde
Hidiv'e bağlı olanlar Halime karşı çıktılar. Bir yandan da Hidiv'e sui
kast yapılacağı hakkındaki söylentiler yoğunlaştı.
Sonunda Hidiv İsmail, 1868'de amcası Prens Halim Paşa (1830
1894)'yı Mısır'dan sürdü ve o da İstanbul'a yerleşip masonik çalışma
larını sürdürmeye başladı. Halim Paşanın, İstanbul'daki Masonluğu
siyasal amacı doğrultusunda kullanma çabalarının en ilginci İngiliz
obediyansmdaki Türkiye Bölge Büyük Locasının Büyük Üstadlığma
seçilme girişiminde görülür. 18 Mart 1869'da yapılan seçimde Halim,
İngiliz Bölge Büyük Locasının Büyük Üstadlığma seçildi, ancak oyla
madan sonra bu karardan vazgeçilip İstanbul'daki Amerikan ateşesi
John Porter Brownin Büyük Üstad olması kararlaştırıldı. Sonuçta,
İstanbul'dakilerin atadığı Porter Brown adı Londra'da da kabul edil
di.
Prens Halim Paşa Mayıs 1870'de İstanbul'da Fransız Grand Orien
t i n a bağlı olarak Şûraı Alii Osmanî adıyla Yüksek Şûrayı kurup ilk
Hâkim Büyük Amir oldu. 1867 Yılında Fransa'dan dönen amcası
Prens Mustafa Fazıl Paşa (18291875) ile birlikte Namık Kemal K. ve
devrimcileri Avrupa'da paraca destekleyen oydu Yüksek Şûra'da ça
lışmaya başladı. Aralarına önemli sayıda Mısırlı Mason katıldı. Mus
tafa Fazıl P a ş a n ı n yakın mesai arkadaşlarından bir çoğu; sekreteri
Vasıf Azmi K., iki yaveri Hüseyin Galip K. ve Ahmet Celal K., kâhyası
Mehmet Hamdi K. de L'Union d'Orient Locasına 1869 yılında üye ol
41
muşlardı. Öteki Mısırlı Yüksek Şûra üyelerinin ismi belli değildir.
Türkiye Yüksek Şûrası (Şûrai Alii Osmanî)'nm izafî kuruluş tarihi
olan 1861 ile gerçek kuruluş tarihi olan 3 Mart (24 Haziran) 1909 ara
sında kalan 49 yıllık fark, 18611870 arasında geçen 9 yıllık bu ara dö
nemde aranmalıdır. Masonlar tarafından uygulanan masonik ritin
adı dahi tıpkı Doğuda olduğu gibi Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti
Osmanlıca'ya "tarikat" sözcüğüne yollama yapılarak tercüme edilmiş
tir: Iskoçya Tarikatı Kadime ve Makbule...
Belçika Yüksek Şûrasının kayıtları, Türkiye Yüksek Şûrasının 1864
yılında İstanbul'dan İzmir'e nakledildiğini söylemekte ve İtalya Yük
sek Şûrasının kayıtları da 27 Ekim 1885'de İstanbul'da Türkiye'ye öz
gü bir Yüksek Şûra daha kurulduğunu yazmaktadır.
SONUÇ
Afgani, İslâm Düşünce Tarihi içinde yeni çağın başlangıç siması ol
muştur. Gazali'den sonra sürekli gerileyen İslâm'ın yenilikçi biriki
mini canlandırmaya çalışmıştır, İslâm dünyasındaki antisömürgeci
tepkiyi siyasal dile çevirmiş, kaynaklara dönüş, bidat ve hurafelerden
arınma, akıl ve bilimi esas alma, İslâm birliği, batı karşıtlığı gibi dilin
den düşürmediği bir çok sloganı çağdaş İslamcılığın fikriyatına sok
muştur. Epistemolojik olarak, kesin bir dille aklı savunmuş, dinin
baştan aşağı makul olduğunu söylemiş; Müslümanları, İslâm düşün
ce tarihinin akılcı eğilimlerini diriltmeye çağırmıştır. Metodolojik ola
rak, içtihat kapısının açık olduğunu belirtmiş, daha çok aklî delillere
dayalı içtihadı teşvik etmiş, taklidin terk edilmesini savunmuştur.
Batı karşıtlığı ve monarşik yönetimler karşısındaki muhalif duruşuy
la İslamcı muhalefetin dilinin oluşmasında çok önemli katkılar sağla
mıştır.
Cemalettin Afgani; çağdaşları arasında dikkate değer bir yazar, bü
yüleyici ve usta bir hatip, doğuştan yüksek ikna kabiliyetine sahip bir
tartışmacı olarak dikkat çekmişti. Wildrid S. Blunt'un deyimiyle bu
"hırçın dahi", Hâdi Hüsrevşahî'nin deyimiyle bu "doğunun çırpı
nan şahini" zihninde para ve unvana yer vermeyi reddetmiş, tüm ha
yatını İslâm dünyasının yeniden doğuşu uğruna hizmete adamıştı.
'Dünyanın alanını geniş kabul edenler için ben
görkemli bir şahin gibiyim. Kafesin genişliği
uçabilmem için çok dardır. Beni bu küçük kafe
se hapsetmek istemenize şaşırıyorum."
Cemalettin Afgani
42
KAYNAKLAR
Adnan Adıvar, Kemiklerini Uğurlarken, Dur Düşün, A.Halit Kitabevi, istanbul,
1950
Afşar îrec ve Esgar Mehdevî, Documents inedist concernant Sayyed
Jamâlal
Dîn Afghani, Tahran, 1963
Ahmet Ağaoğlu, Türk Yurdu, Cilt I, 24 Teşrinisani 1327, s. 71, İstanbul
Alaeddin Yalçınkaya, Cemalettin Afgani ve Türk Siyasi Hayatı Üzerindeki Te
sirleri, Bedir Yayınları, istanbul, 1995
Alaeddin Yalçınkaya, Cemalettin
Afgani'nin
Gerçek Yüzü, Bedir Yayınları,
1997
Alaeddin Yalçınkaya, Cemalettin AfganiSiyasî Hayatı, Bedir Yayınları, İstan
bul, 1997
Albert G. Mackey, Encyclopedia of Freemasonry, Chicago, 1929
Albert KudsiKudsizade, Afghani and Freemasonry in Middle East, Journal of
The American Oriental Society, C, 92, No.l, JanuaryMarch 1972,
Albert KudsiKudsizade, Sayyid Jamal alDin alAfgani, an Annotated Biog
raphy, Leiden, 1970.
Auriant, "Un emir afghan, adversaire de VAngleterre en Orient, Djemmal ed
Dine, tenebraux agitateur" Mercure de France, 288, 1 Aralık 1938
Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu (Çeviren, Metin
Kıratlı), Ankara, 1970
Cemaleddin Afgani, Türk Ansiklopedisi, Ankara, 1960, Cilt. X
Cemalettin Afgani, Büyük Larousse, Cilt 5, İstanbul,
Cemalettin AfganiMuhammet Abduh, ElUrvetu'lVuska
(1884), (Çeviren, İbra
him Aydın), Bir Yayınevi, İstanbul, 1987
Darrah, Delmar D., History and Evolution of Freemasonry, Chicago, 1952
Roderic H. Davison, Osmanlı imparatorluğu
nda Reform, 2 Cilt. (Çeviren, Os
man Akınhay), İstanbul, 1997
Edward G. Brown, The Persian Revolution of19051909, Cambridge, 1910
Elie Kedourie, Afghani and Abduh: An Essay on Religious Unbelief and Politi
cal Activism in Politicial Activism in Modern Islam, London, 1966
Elie Kedourie, Sayyid Jamal adDin: A Political Biography, Berkeley, 1972
Ernest Renan, Nutuklar ve Konferanslar, M.E.B. Yayınları, Ankara, 1946
Fahri Derin, Cemalettin Afgani Hakkında İki Vesika, Tarih ve Toplum, Cilt 14,
Sayfa 373, İstanbul, 1990
Hayreddin Karaman, Cemalettin Afgani, İslâm Ansiklopedisi, T.D.V. Yayınları,
Cilt. 10, 456466, İstanbul, 1994
Hayreddin Karaman, Gerçek İslâm'da Birlik, Nesil Yayınevi, 1996
Hayreddin Karaman, Gerçek islâm'da Birlik: Cemalettin Afgani'nin
Gerçek
Yüzü, Bedir Yayınları, 1997
Homa Pakdaman, Djamaleddin Assad Abadi dit Afghani, Paris, 1969
Ignac Goldziher, Cemalettin Afgani: İslam Ansiklopedisi,
3.Cilt, 8185, Milli
Eğitim Basımevi, İstanbul, 1993
İhsan Eliaçık, islâm'ın Yenilikçileri: Cemaleddin Afgani, Söylem Yayınları, İs
tanbul, 2001
ve Masonluğu, Tarih ve Toplum,
irene Melikoff, Namık Kemal'in Bektaşiliği
Cilt. 10, 1988
ismail Kara, Cemalettin Afgani Biyografisine İki Önemli Katkı, Tarih ve Top
lum, Cilt 17, 1992
f
43
ismail Rain, Fehrûmuşhâne ve Farâmâsûnrî der Iran, Tahran, 196869
İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamit'in
Hatıra Defteri, Pınar Yayınevi, İstanbul,
1985
Jacob M. Landau, Prolegomena to a Study of Secret Societies in Modern Egypt,
Midd. East. Studies, L, No.2, January, 1965
Kaya, Bilgegil, Cemaleddin Af gani ve Türkiye, Kubbealtı Akademi
Mecmuası,
Temmuz 1977, Sayı 34
Kemal Karpat, Türköne'nin Cemalettin Af gani Değerlenmesi, Bilgi ve Hikmet,
1993/1
Kutay Cemal, Afganlı Cemalettin, Tarih Konuşuyor, II9, Ekim 1964
Mehmet Akif Ak, 'Muasırlaşmaktan
'Modernleşmeye,
Bilgi ve Hikmet, 1993/1
Mehmet Akif, Cemalettin Af gani, Sıratı Müstakim, Sayı 90, 13 Mayıs 1910
Mehmet Akif, Safahat, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, 1953
Muhammed Reşat ve diğerleri, Cemalettin Afgani'nin Gerçek Yüzü, Bedir Yayın
ları, İstanbul, 1997
Muhammed Reşat, Cemalettin Afgani Etrafında Makaleler, Sebil Yayınları, is
tanbul, 1996
Muhammet Abduh, Modernizmin islâm Dünyasına Girişi, (Çeviren, Sezai Özel),
İnsan Yayınları, İstanbul, 1986
Mümtez'er Türköne, Cemalettin Afgani Efsanesi, Bilgi ve Hikmet, 1993/2
Mümtez'er Türköne, Cemalettin Afgani, Türkiye Din Vakfı Yayını, Ankara, 1994
Mümtez'er Türköne, Cemalettin Afgani'nin Gerçek Yüzü, Bedir Yayınevi, 1997
Namık Kemal, Renan Müdafanâmesi,
TTK Yayınları, 1973
Nevzat Köseoğlu, Modern Türkiye'de Siyasî Düşünce, Cilt 4, İletişim Yayınevi, İs
tanbul, 2002
Nikki R. Keddie, An Islamic Responce to Imperialism, Berkeley, 1986
Nikki R. Keddie, Sayyid Jamal AdDin Al Afghani, Political Biography, Berkeley,
1972
Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma,
(Yayına Hazırlayan: Ahmet Kuyaş),
YKY, İstanbul, 2002
Orhan Koloğlu, Abdülhamit ve Masonlar, Eylül Yayınevi, İstanbul, 2001
Rıza Reşid, Târihü'lüstâzi'limâm
eşşeyh Muhammad Abduh, Kahire, 1931
1948, 3 Cilt
Robert Gould, Gould's History of Freemasonry, Cilt IV, Londra, 1951
Sina Aksin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Remzi Kitabevi, İstanbul,1980
Sir Muhammed İabal, Cavidnâme, (Çeviren, Annamarie Schimmel), İş Bankası Ya
yınları, 1958
Slyvia Haim, Arab Nationalizm, Berkeley, 1962
Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyâsî Fikirleri, Iş Bankası Kültür Yayınevi, Ankara,
1964
Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak İttihat ve Terakki ve Jön Türkler,
İstanbul, 1985
Tamer Ayan, Bir Masonun Biyografisi: Emir Abdülkadir Kardeş
Mimar Si
nan Dergisi 121, 2001
Thierry Zarcone, Mystiques, Philosophes et FrancsMaçons en Islam, J.Maisonneu
se, Paris, 1993
Wilfrid S. Blunt, Secret History ofthe English Occupation of Egypt, London,
1907
2001
Yusuf Akçura, Türkçülük Tarihi, Kaynak Yayınları,
istanbul,
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ankara, 1986
44
9
İngiltere de
Devrimci
Bir Mason:
RİCHARD CARLİLE VE
HÜRMASONLUK EL KİTABI
Çeviren: Celil LAYİKTEZ
A REVOLUTIONARY FREEMASON IN
ENGLAND A N D HIS H A N D B O O K OF FREEMASONRY
In his inauguration speech of the Sheffield Masonic Study Circle, Prof. Andrew
Prescott claimed that historians tend to ignore the importance of Freemasonry in the
evolution of historical events in the last centuries. As an example, he gave a lecture
on the life and influence of Richard Carlile. The text is available on the web site of
the Sheffield University.
Sheffield Üniversitesi Masonluk
Kürsüsü
(Sheffield
Masonic
Study Circle) Başkanı Prof And
rew Prescott, kürsünün 30 Ka
sım 2000 'de açılışında, tarihçi
lerin olayların akışında Hürma
sonluğu yok saymalarının
ne
denlerini açıkladı ve söyledikle
rine örnek olarak, Richard Car
lile'in yaşam hikayesini ve tari
hin akışı üzerindeki etkisini an
lattı.
45
1814 veya 1815 yılında, bir Pazar
günü, Londra'da iş arayan genç
bir Devon'lu tutyan) işçisi yağ
murdan korunmak üzere bir evin
çatı çıkıntısının altına girdi.
Evin pencerelerinde Masonik
sembollerle süslü baskılı ilânlar
vardı. Genç adam, Hürmasonluk
hakkında bir şeyler duymuş ol
makla beraber fikir sahibi değil
di. Garip ilânlar merakını uyan
dırdı; yağmurun durmasına rağ
men, bir süre daha tetkikini sür
dürdü. Bu imaj genç adamda iz
bıraktı. Aradan on yıl geçmişti ve
o yağmurlu Pazar günü, genç
adamın yaşamında hayal edeme
yeceği köklü değişikliklere yol
açmıştı. Bu genç adam düşünme
ve konuşma özgürlüğünün şid
detli savunucusu, basın özgürlü
ğünün şampiyonu, monarşi kar
şıtı ve cumhuriyetçi, militan ate
ist, yeni kavramlar olarak ortaya
çıkan vejetarianizmin, doğum
kontrolünün ve toplu siyasal pro
testonun öncüsü, Richard Car
lile idi.
Yakın zamanda, yorumcu Joss
Marsh, siyasî reformcuların
(Chartists) hapishaneleri red
detmeleri, 1920'lerin kadın hak
ları savunucularının (Sufraget
tes) açlık grevleri, mahkûm IRA
teröristlerinin açlık grevleri ve
battaniye isyanları gibi olayların
tümünün köklerini Richard Car
lile'm düşüncelerinde bulmakta
dır. Oysa, Internet'te Richard
Carlile adını aradığınızda, Carli
le'in baskıları sürekli yenilenen
Hürmasonluk El Kitabı (Ma
nual of Freemasonry'/ndan baş
ka bir şey bulamayacaksınız.
Carlile bu kitabı ilk kez 1825 yı
lında, sahibi olduğu The Repub
lican (Cumhuriyetçi) gazetesin
de, kısa süre sonra da ayrı bir ki
tap olarak yayınladı. Carlile, bu
eserinin radikal ideolojiye hiz
met ettiğinin kanısında olarak,
yoksulluğa düştüğü son yılların
da bile sürekli basılmasını sağla
dı.
Yağmur altında sığındığı garip
ev William Finche aitti. Terzi
olan Finch, 1802 yılında Canter
bury'den Londra'ya gelmiş ve ho
bi olarak Masonluk üzerinde
araştırmalar yapmaya, konfe
rans konuları ile Hürmasonluk
hakkında edindiği bilgileri ya
yınlamaya başlamış, kısa za
manda terziliği bırakarak tüm
zamanını masonik yayıncılığa
vermişti. Yayınları nedeniyle
Büyük Loca ve bazı münferit Lo
calarla mücadele etmek zorunda
kalmıştı. Finch acımasız bir eleş
tirmendi ve iki rakip Büyük Lo
canın birleşme şekline karşı çıkı
yordu. Bu süreçte kurulan Lod
ge of Reconciliation
(Barışma
Locası) yaptığı bazı ritüel deği
şikliklerine karşı çıkıyor ve ken
di yazdıklarının izinsiz kullanıl
(1) tutya: tabak, vazo gibi eşyaların yapıldığı çinkokalaykurşun
46
alaşımı
dığından şikâyet ediyordu. 1815
yılında Birleşik Büyük Loca,
Finch'in Loca çalışmalarına ka
tılmasını yasakladı. Finch gayrı
muntazam ilân edilmeden bir ne
vi aforoz edilmişti. Kişisel davra
nışı ile yayınladıkları Birleşik
Büyük Locayı rahatsız ediyordu.
Finch ve Carlile 19. yüzyılın ra
dikal geleneğini Masonluğa taşı
mışlardı.
16. ve 17. yüzyıllarda matbaanın
topluma çok büyük etkisi olduğu
sıkça ifade edilir. Aslında, mat
baanın en büyük etkisi, Büyük
Fransız Devriminden bu yana,
işçi sınıfının baskılı propaganda
yı keşfetmesi ile olmuştur. Carli
le ve Finch gibi zanaatkarların,
baskılı metinlerin en geniş şekil
de kitlelere ulaşmasını sağla
mak üzere kitap fiyatlarını en
düşük seviyede tutmaları heye
can yaratmıştı. Yazılı kelâmın ve
matbaanın gücü keşfedilmişti.
Carlile ve Finch matbaa presle
riyle dünyanın en güçlü kurum
larını temellerinden sarsabile
ceklerine inanıyorlardı. Her iki
sinin de Hürmasonluğa olan ilgi
leri ile bir nevi gerilla matbaacı
lığı' olarak nitelendirilebilecek
bu tür yayıncılığa Hürmasonlu
ğun etkisi, tarih araştırmacıları
tarafından genelde ihmal edil
miştir. Finch ile Carlile'dan 19.
yüzyılın diğer radikal hür düşü
nürlerine bir bağ vardır. Bunla
rın arasında, Carlile'in arkadaşı
George Jacob Holyoake, Charles
Bradlaugh ve İngiltere'de Mikst
Masonluğun kurucusu Annie Be
s a n t i sayabiliriz. Hürmasonlu
ğun spiritüel geleneklerine ilgi
19. yüzyılın sekülarist karşı kül
türüne bizi götürür.
Hürmasonluk tarihi incelenir
ken, radikal gelenekle olan bu
karmaşık ilgi göz ardı edilirse
önemli bir boyut kaybolur. İngil
tere Birleşik Büyük Locasının,
sekülarist t u t u m u nedeniyle,
Fransa Grand Orienti ile ayrı
düşmesi İngiltere'de sekülarist
tartışmanın, Carlile'in arkadaşı
Bradlaugh'a odaklanmış olarak,
doruk noktasında idi. İngilte
re'de ilk Grand Orient Locası
1890'da, Swansea'de bir grup ate
ve agnostik özgür düşünceci
(freethinker) tarafından kurul
du. Bu Swansea rasyonalistleri
Carlile'in mirasçılarıdır.
Carlile 1790 yılında, Devon'un
Ashburton kasabasında doğdu.
Sırasıyla kunduracı, yontucu,
öğretmen ve asker olan babası
matematiksel vecizeler içeren
bir kitap yayınlamıştı. Çok içki
içen baba, anne ile çocuklarını bı
rakınca, Carlile'in delikanlılık
yılları küçük işlerde çalışarak
geçimini sağlamakla geçmişti.
Carlile bu süreye "kayıp yılla
rım" der. Yerel parasız okullarda
temel tahsil gören Carlile tutya
işçisi olmuş, ancak mekanik yön
temlerle üretimine geçilen tutya
eşyalar nedeniyle geçinmekte
zorlanmaya başlamıştı. İki kız
47
kardeşi siyasal mücadelelerinde
ve yaşlılığında hep yanında ol
muşlardır.
1813'ten 1817'ye Carlile Lond
ra'nın Holborn semtinde iki avu
katlık firması hesabına çalıştı.
Çalıştığı muhit radikal düşünce
lerin sürekli tartışıldığı, siyasi
bültenlerin ve radikal gazetele
rin dağıtıldığı bir arı kovanıydı.
1816 17 ekonomik krizinde mi
tinglere katılmaya başlamış ve
1817'de ilk deneme çalışmalarını
yayınlamış, İhtilâlci Cobbett bile
bunları fazla şiddetli bulmuştu.
Mart 1817'de Carlile metal işçili
ğini terk ederek tüm zamanını
radikal politika ve yayıncılığına
verdi. Londra sokaklarında,
matbaasından çıkan ve ucuza sa
tılan politik broşürler kapışılı
yordu. Bu tür broşürlerin basıl
ması, dağıtılması riskliydi.
1799'da yayınlanan "Kanun dışı
Cemiyetler Yasası"na göre Ma
son Locaları üye kayıtlarını bil
dirmeye mecburdular. Aynı yasa
ile yasak yayınları basmak ve da
ğıtmak suçlarına ağır cezalar ge
tirilmişti. Mart 1817'de, İçişleri
Bakanlığı yargıçlara din'e karşı
ve fitneci yayıncıların tutuklan
masını emretmişti.
tığında, yenilenmiş bir azimle
yayıncılığa döndü, Westminster
seçim kampanyasında radikal
politikacı Henry Hunt için çalış
tı,"Hunt ve Özgürlük" yazılı meş
hur pankart dahil, politik pan
kartlar hazırladı. Bu son pan
kart, askerlerin halkın üzerine
ateş açtığı Peterloo mitinginde
de kullanılmıştı.
Carlile broşürlerinde İngilte
re'nin fesat, yalan, riya ve iftira
yumağı olduğunu iddia ediyor
du. 1819'da, yoksulların politik
Tahsilinin yetersizliği ve taşra
şivesi nedeniyle doğrudan politi
ka yapamıyordu. Masonluk bu
eksiğini tamamlayacaktı. İlk ön
ce Thomas Paine'i kendine örnek
aldı ve onun The Origins of
F r e e Masonry (Hürmasonlu
ğun Kaynağı) adlı eserini bastı.
Paine'e göre, Hıristiyanlık geldi
ğinde, Kelt rahipleri Druidler
zulme uğramış ve Masonluğa sı
ğınmışlardı. İşte Hürmasonlu
ğun büyük s i m buydu. Paine da
ha önce, The Age of Reason
(Mantık Çağı) adında Hıristi
yanlığı hedef alan, deist din ara
yan bir kitap yazmıştı. Paine
putperestlerin güneş dinine dön
mek istiyordu ve Hürmasonlu
ğun bu fikri savunabilecek en
müsait ortam olduğunu düşünü
yordu. Bu kitabın yayınlanma
sından sonra Llandaff Başpisko
posunun saldırılarına yanıt ola
rak The Origins of Free Ma
sonry'yi yazmıştı. Burada, 19.
yüzyılın sonuna kadar, eski ina
köleler o l d u ğ u n u y a z d ı ğ ı n d a n ,
nışlara dönme fikrinin özgür dü
dine küfür ve iftira suçlaması ile
ilk defa hapsedildi. Hapisten çık
şünceci radikal toplumu sardığı
nı anımsatmak gerekir. The
48
Origins of Free Masonry'den
sonra atılacak adım The Age of
Reason'un da ucuz bir baskısını
halka sunmak olacaktı. 1818'de
Carlile işçi sınıfına hitap eden
The Age of Reason'un ucuz bas
kısını piyasaya sürdü. Bir ay zar
fında Carlile hakkında dava açıl
dı. Kitaplarını pazarlayan sokak
satıcıları tutuklandı. Carlile'in
yanıtı ise, ihtilâlci broşür basma
işini hızlandırmak oldu. Ocak
Eylül 1819 döneminde, Carlile
hakkında bir düzine dava açıldı.
Bu reklamla işi büyüdü, daha
çok sattı, 55 Fleet Street adre
sinde, The Tempie of Reason
(Mantığın Mabedi) adını verdi
ği daha büyük bir iş yerine geç
ti.
Carlile'm radikal ünü o denli bü
yümüştü ki, Henry Hunt ile bir
likte St Peters Fields, Manches
ter'de halka bir konuşma yap
ması istendi. Mitinge bindiril
miş kolluk gücü müdahale etti,
halkı kılıçtan geçirdi. Carlile'e
yakın duran kadın ve çocuklar
kılıç darbeleri ile öldürüldü.
Carlile kaçabildi ve 'Peterloo
Katliâmını, görgü şahidi olarak
yeni çıkarmaya başladığı The
Republican (Cumhuriyetçi) adın
daki gazetesinde yazdı. 1825'in
sonunda, The Republican, 19.
yüzyıl başında yayınlanan ilk iş
çi sınıfı gazetesi olmuştur. Dava
lar sürüyordu. Ekim 1819'da
Londra Guildhall' da mahkeme
heyetine The Age of Reason'un
önemli kısımlarını okudu, bun
lar da mahkeme kayıtlarına ay
nen geçti. Carlile'm karısı, resmî
bir evrak mahiyetinde olan bu
zabıtları yayınlayarak, The Age
of Reason'u artık toplatılma kor
kusu olmadan satışa sundu. Ya
sadaki bu boşluk derhal kapatıl
dı. Carlile, Dorchester hapisha
nesinde yatmak üzere üç yıl hap
se ve 1500 £ ödemeye mahkûm ol
du. Kasım 1819'dan Kasım
1825'e altı yıl hapis yattı. Bu yıl
lar Carlile'm yoğun bir şekilde
kitap okuyarak tahsil eksikliğini
tamamladığı ve yayınlarıyla da
ününün doruğuna çıktığı yıllar
dır. İlerde kadın hakları koruyu
cuları (Suffragettes) lerden Nel
son Mandela'ya kadar gelişen ve
siyasal protestonun ileri şekli
olan hapishane protestosu yön
temini başlattı.
Mandela'nm Güney Afrika ha
pishanesinde kendisine gelen
mektup ve faksları çoğunluk ikti
darına götürecek yolda propa
ganda aracı olarak kullandığı gi
bi, Carlile, Dorchester hapisha
nesindeki hücresini Mantık De
posu (Repository of Reason) ve
basma özgürlük mücadelesinin
odak noktasına çevirdi. Küçük
bir ücret karşılığında Carlile'a
daha havadar bir oda verildi. Ar
tık odasında bir lavabo, yatak,
masa, dolap ve idman için halter
vardı. Bu eşyayı dostları ve siya
sal destekleyenleri hediye etmiş
ti. Dostları kendisine ayrıca us
tura, çarşaf, pijama ve benzeri
hediyeler de getiriyordu. Gıda
49
maddelerini satın alabiliyordu,
iki uşağı vardı. Bunlardan biri
alışverişi yapıyordu, diğeri de
temizlik ve çamaşır yıkama işle
rini üstlenmişti. Yalnız, Carlile
diğer mahkûmlardan tecrit edil
mişti ve ziyaret edilmesi önlen
meye çalışılıyordu. Haftada üç
saat hücresinin dışına çıkarılı
yor ve kafeste tutulan vahşi bir
hayvan gibi halka teşhir ediliyor
du. Carlile'm bu işkenceye yanı
tı, disiplinli ve güçlü bir dimağ ve
vücut idman programını geliş
tirmek olmuştu, sürekli yeni ki
tap ve dergiler istiyordu. Karı
sının ve dostlarının yardımı ile
hapiste kaldığı dönemde binler
ce kitap okudu. Yıkanma alış
kanlığının olmadığı bir dönem
de, düzenli yıkanıyordu. Alkol al
mıyor, vejetaryen bir diyetle bes
leniyor, hastalandığı zaman bit
ki çayları içiyordu. Basın özgür
lüğü kampanyasını yürütmek
üzere karısı Jane matbaayı işle
tiyor, kitap ve broşürleri satıyor
du. Kısa zamanda o da hapisha
ne hücresinde kocasının yanma
yollandı. Kızkardeşi Mary Jane,
Fleet Street 55 numaradaki faa
liyeti üstlendi, o da aynı hücreyi
boyladı. İki kadın ve çocuğunun
mevcudiyeti hücreyi çok sıkışık
kılmıştı; Carlile çalışamıyor, ka
rısı ile kavga ediyordu.
diye bilinen protesto olayı başla
dı. Ünlü kişiler ve esnaf Carli
le'm yasaklı broşürlerini satmak
için yarıştılar. 18211824 arasın
da bunların yirmiden fazlası
hapse atıldı. Bu gönüllülerin top
lamda iki yüz yıldan fazla hapis
yattıkları hesaplanmıştır. Carli
le, hücresinden savunmaları yö
netiyordu. Tutukluların çoğu,
mahkemelerinde organize dine
karşı ve basın özgürlüğü için ko
nuşmalar yaptılar. Bu taktikler
çok başarılı oldu. Joss Marsh'ın
sözleriyle, "mahkeme salonları
doldu taştı, hapishaneler doldu,
kamuoyu alevlendi. Carlile ve
yandaşları hükümeti
yıprattı
lar, The Age ofReason kitap ola
rak muafiyet kazandı". 1825 yı
lında baş savcı takipleri dur
duttu. Hükümetin bu mağlubi
yetinde Carlile'm dâhiyane bu
luşları da yer aldı. Fleet Stre
et'teki dükkânında saatli bir
mekanizma ile çalışan bir aygıt,
yasaklı kitapları gelene veriyor
du.
Temmuz 1821'den sonra Carlile
kitaplarının gönüllüler tarafın
dan satılmasını istedi ve "esnafın
Kavga yalnız basın özgürlüğü ile
ilgili değildi. Carlile, Holbach ve
Volney gibi Fransız Aydmlanma
cılarm agresif deist düşünceleri
ni de halka indirgemişti. Carlile'ı
savunanlar, "Zetetic Cemiyet"
diye bilinen münazara kulüpleri
kurdular. Bu kulüplerde Hıristi
yanlık karşıtı ve bilimsel fikirler
tartışılıyordu. Hapishaneden yö
netilen etken The Republican ga
kavgası" (battle of t h e shopmen)
zetesi y a y ı n l a n m a y a d e v a m edi
50
yordu. Bu gazetenin 12. cildinde,
Carlile Hürmasonluk temasını
çalışmaya başladı. 1824'te Carli
le The Moralist adındaki kısa
ömürlü haftalık dergide Hürma
sonluğun tarihi ve niteliği üzeri
ne yazılar yazdı. Genel ilgi üzeri
ne Carlile, The Republicarı'da,
Materyalizm ve Hürmasonluk
üzerine yazılar yazmaya başladı
ve bunlarda din ve batıl inanışla
rın zararlarını anlattı. Birçok ek
dereceyi de kapsayan muhtelif
derece ritüellerini yayınladı, bu
işi yaparken de agresif bir mater
yalist görüşle, organize din ve
monarşi ile yakınlığı nedeniyle,
üyesi olduğu Hürmasonluğu da
eleştirdi.
mektupta, Carlile "Masonları
Masonlaştıracağını"
yazıyor.
Bunun için Masonlara ahlâk der
si verecek ve tarihsel semboliz
malarma yeni anlamlar getire
cekti.
Mart 1825'te, The Republican'da
IV. George'a yazdığı açık mek
tupta, Kralın Büyük Üstat olma
sını eleştirerek, 'aslında bir al
datmacanın Büyük Üstadı' oldu
ğunu yazıyordu. Kötülük, mo
narşi, aristokrasi ve ruhban sını
fından geliyordu ve baş yargıç
olan Kral bu kötülüğe hizmet
ediyordu. Hürmasonluğun en
büyük sırrı, sırrının olmamasıy
dı. Masonluğun başlangıcı eski
lerde değil 18. yüzyıldaydı. Kral
ailesi, Masonların yerine maki
neci zanaatkarları destekleme
liydi. Yazı, "Hapishaneciniz, R.
Carlile" diye imzalanmıştı. Car
lile Masonlara doğru yolu göster
diğini iddia ederek, 1825 yılının
Mason takviminde Birinci Işık
Yılı ilân edilmesini istiyordu. IV
George'a yazdığı b a ş k a bir
Parlamento reform krizi esna
sında, Taylor adında deizme sap
mış bir keşiş Blackfriars Yolu
nun üzerinde Rotunda'da işçi sı
nıfına radikal konuşmalar yapı
yordu. Taylor haftada iki üç kere
konuşuyor, konuşmalarını daha
çekici kılmak için ışık oyunları,
kadın gitar orkestrası gibi yön
temler kullanıyor, Şeytanı aya
ğa kaldırmaktan söz ediyordu.
Carlile gazetesinin "Şeytanın
Kürsüsü" başlıklı köşesinde Tay
lor'un bu konuşmalarını yayınlı
yordu. Taylor konuşmalarında
sık sık Hürmasonluğa da değini
yor, Masonları ettikleri yemin
den azat ediyordu. Masonluğun
sırlarının eski Mısır, Musevi ve
Hıristiyan batıl inançlarından
kaynaklandığını, Elözis, Diyoni
zios, Baküs ve İsa Misterleri ile
1825'te Carlile beklenmedik
şekilde hapisten çıkarıldı. Ha
pisten çıktıktan sonra işçi sı
nıfına radikal kitap yetiştire
cek bir hisseli şirket kurmayı de
nedi, bu teşebbüsünde başarılı
olamadı. 1826'da Carlile, Fran
cis Place'in etkisinde, doğum
kontrolünü teşvik eden bir kitap
çık yazdı ve kısa zamanda, do
ğum kontrol hareketinin lideri
oldu.
51
aynı olduklarını söylüyordu. Bu
yazılar özgür düşünce yanlıları
tarafından, 19. yüzyıl boyunca
tekrar tekrar basıldı.
Bu olaylardan sonra, Carlile da
ha mülayim bir Hürmasonluk
El Kitabını bastı ve bunda The
Republican'da kullandığı saldır
gan üsluptan vazgeçti. "Ama
cım, Masonları kızdırmak değil,
onları eğitmektir,.. Işık istiyor
lardı, onlara Işık sunuyorum.."
diyordu. Zaman ilerledikçe, Hür
masonluk El Kitabının metinle
ri de gelişiyor ve değişiyordu.
Artık Hürmasonluğun ahlâki de
ğerini, astronomik anlamını,
Kutsal Kitabın İnsan Entelek
tüel kabiliyetinin
evreni
hikâyesinin alegorik şekli oldu
ğunu, dinlerin de iyi insanların
bilgi a k t a r m a mücadelelerini
sergilediğini söylüyordu. Carli
le'm bu Hürmasonluk El Kitabı
günümüze kadar baskıda kal
mıştır.
1831 yılında kısa bir süre için,
Carlile tekrar hapse atıldı. Evli
liği bitmişti. Rotunda'da konuş
malar yapmış olan Elizabeth
Sharples adındaki müridi ile bir
"moral evlilik" yaptı. 1841'de ge
çirdiği hafif bir felce rağmen,
memleketi dolaşıyor, konuşma
lar yapıyor, ateistleri destekli
yor, halkın vergileri ile kilise in
şa edilmesine karşı çıkıyordu.
Kutsal Kitapta önemli hakikat
lerin yer aldığını ve ilkel Hıristi
yanlığın insanlığın akıl ve hik
met gelişmesine hizmet ettiğini
yazdığından, ateistler ona karşı
cephe aldılar.
1843 yılında Carlile ölmeden, ce
sedini bilimsel araştırmalara
tahsis etti. Kensal Green mezar
lığında toprağa verildi, oğulları
nın itirazına rağmen rahip gele
neksel duaları yapınca, oğulları
mezarlığı terk ettiler.
Carlile'in yayınladığı bir çok ki
tap ve broşür arasında, Hür
masonluk El Kitabına en çok
önem vermesi ve onu sürekli
baskıda bulundurmasının nede
ni, Hürmasonluğa bağlı yorumu
nun dinleri anlamak için bir
anahtar olduğuna dair inancıy
dı.
İngiltere'de, Büyük Fransız Dev
riminden bu yana, 19. yüzyıl işçi
sınıfı politikalarını inceleyen
sosyal tarihçiler için en büyük so
run münferit başkaldırılar ara
sında bir süreklilik bağını bula
bilmektir. Bu bağlamda, Hürma
sonluk, 19. yüzyılda organize din
ve Hıristiyanlığa karşı takındığı
eleştirisel tavırla, tarihçiler ta
rafından şimdiye kadar ihmal
edilmiş, ilginç bir bağ oluştur
maktadır
MASONİK
KONULAR
IZMIR MATRIKULUMUZUN
DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİ
Doğan DİRİK
A STUDY O N THE PAST, THE PRESENT A N D
THE FUTURE OF MASONIC DEMOGRAPHY IN IZMIR
While the total number of Freemasons throughout the world is decreasing, it is a
wellknown fact that Freemasonry in Turkey is successfully on the rise. This study
based on previous, past and present analysis aims at forecasting the future of maso
nic demography in Izmir.
Another purpose of this study is to determine as accurately as possible the ratio of
the number of Freemasons to the population in Turkey. In this issue, population of
Izmir is compared to the masonic demography of Izmir with the previous statistics
that are projected for predicting the increase in the number of Masons in
Izmir.
In accordance with the numerical increase in our head count, the number of Lodges
and consequent need for Temples and other related facilities are also analysed and
future goals both in numerical and financial terms, are recommended.
53
1. Giriş
İstanbul vadisinden Semih Tezcan Kardeşimiz, Mimar Sinan dergi
sinde de yayınlanan bir yazısında, aşağıdaki hususa dikkatimizi çeki
y (i) .
0r
"Dünyada Hürmason sayısının gittikçe azaldığı çoktandır bili
nen bir husustur. Ancak, bunun yaklaşan çok önemli, hayatî
bir tehlike olduğu daha yeni fark edilmiştir. Önceleri, dünya
Hürmason sayısındaki azalışın, belirli ülkelere ve belirli locala
ra inhisar ettiği zannediliyor ve bu azalışın son kırk yıl içinde,
genellikle İngilizce konuşulan ülkelerin hemen hemen hepsinde
yaygın bir şekilde, durmadan devam ettiği pek fark edilmiyor ve
ya üstünde durulmuyordu. İstatistikler gözden geçirilince, özel
likle Amerika Birleşik Devletlerinde Hürmason sayısında sü
rekli ve çok riskli bir azalma olduğu anlaşılmaktadır."
"Bu sorun, ülkemizin tamamen dışındadır diye düşünüp, seyir
ci kalmamız doğru olmaz. Çünkü, dünya Hürmasonluğu tüm
insanlar için bir 'kardeşlik ve sevgi mabedi' oluşturmayı amaç
edinmiştir. Bu amacın gerçekleşmesini engelleyecek her türlü
soruna, özellikle bu sorunların, hür, demokratik ve gelişmiş ül
kelerde yer almış olmasının önemi de göz önüne alınarak, çö
züm bulmak veya destek vermek hepimiz için bir Kardeşlik göre
vi olmalıdır."
Bu bağlamda, daha önce Mimar Sinan'da yayınlanan bir çalışmam
da Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası İzmir Vadisinin
demografik yapısı, üç ana parametre, Kardeşlerimizin biyolojik yaşla
rı, masonik yaşları ve tekris yaşları bazında irdelenmişti. Bu çalışma
da da, yine İzmir Vadisi ile ilgili olarak, matrikülümüzün bu güne ka
dar gösterdiği gelişim, önümüzdeki yıllar için beklentiler ve Kardeşle
rimizin İzmir nüfusundaki payları incelenmiştir.
{2)
2. Localarımız ve aktif üye sayımızın gelişimi
Öncelikle, 1949 yılından günümüze Vadimizde kurulan Localar ve bu
Localarda çalışan aktif üyelerimizin sayısının gösterdiği gelişimi kı
saca hatırlamakta fayda görüyorum.
1949 yılından günümüze Vadimizde toplam 33 Loca kurulmuştur. Bu
Localardan, 1955 yılında kurulan Kemal Muhterem Locası 1966 yılın
da t ü m üyelerinin topluca istifaları dolayısıyla k a p a n m ı ş t ı r . Dolayı
sıyla, halen Vadimizdeki Loca sayısı 32'dir.
54
Grafikl'de görüldüğü üzere, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük
Locasının İzmir Vadisindeki Loca sayısının 1949 yılından günümüze
gösterdiği gelişim şöyledir: 54 Yılında Loca sayısı 3 iken (İzmir, Nur ve
Promethee), 1955'te İzmir Vadi Büyük Locasının kurulması aşama
sında, gerekli sayıya ulaşabilmek amacıyla 4 yeni Loca: Kemal, Gönül,
İrfan ve Ümit Muh. Locaları kurulmuş ve sayı 7'ye yükselmiştir. Bunu
takiben, 1965 yılında Ephesus, 1969 yılında Eylem ve 1978 yılında
Manisa Muh. Locaları kurulmak suretiyle 1980 yılı sonunda Loca sa
yısı 9'a çıkmış, daha sonra beşer yıllık dönemlerde ise:
Grafik: 1. Beşer yıllık periyotlar sonunda İzmir Vadisi'ne bağlı Locaların sayıları
1950 1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2002
19801985 arası 3 Loca (Ege, Işın ve Başarı), 19851990 yılları arası 2
Loca (Üçsütun ve Karşıyaka), 19901995 yılları arası 6 Loca (Bodrum,
Kordon, Doğa, Tan, Ocak ve Şakul), 19952000 arası 7 Loca daha ku
rulmuş (Marmaris, Nokta, İmbat, Nirengi, Agora, Işık ve Fethiye) ve
nihayet 2001 yılında 4 Loca (Terazi, Çeşme, Sentez, Kuşadası), 2002
yılında da 1 yeni Loca (Zuhal) daha kurularak Loca sayısı 32'ye ulaş
mıştır.
Aktif üyelerimize gelince, 1949 yılı sonunda 64 olan üye sayımız, 1999
yılı sonunda 1770'e, 2002 yılı sonunda ise 1893e ulaşmıştır. 1949
2002 yılları arasını kapsayan 53 yıllık periyotta, Vadimiz bazında Hür
ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasına bağlı Localarda çalışan
aktif üyelerin yıllık ortalama artışı % 6.4 iken, 19501958 yılları ara
sında bu oran % 15.3 olmuştur. En yüksek artışlar 1950 yılında %40,6,
1956 yılında %27,2,1951 yılında %25,6 olarak hesaplanmıştır. Buna
55
mukabil, 1966 yılında, 63 Kardeşin ayrılması sonucu aktif üye sayımız
%12,1 azalma göstermiştir.
Grafik2'de de, beşer yıllık peryotlarda vadimizde çalışan toplam aktif
Kardeşlerimizin adedi ile bu periyotlara ilişkin olarak hesaplanan yıl
lık artış yüzdeleri verilmiştir. Görüleceği üzere ellili yıllardaki hızlı
artış, altmışlı yıllarda yavaşlamış ve 196065 arası %2.5,196570 ara
sı ise %0.9'da kalmıştır. 1970 yılı sonrasında 1995'e kadar oldukça
dengeli bir durum söz konusu olup artış %56 mertebelerindedir.
19952000 arasında ise yeniden azalarak %3.7'ye düşmüştür.
Grafik: 2. İzmir Vadisindeki Localarda yulara sari matrikül artışları
• •
Yıllık artış
Adet
%16,0
%14,3
1950 1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000
Yukarıda açıkladığım değerlerden hareketle, 2002 sonu itibariyle Lo
calarımızın ortalama aktif üye sayısı 59'dur. Ancak tüm Localarımız
da, kuruluş yılları ile ileri dönemlerindeki matrikülleri arasında do
ğal olarak büyük farklar olup, Loca matriküllerinin yıllara yayılmış
ortalama değerleri daha belirleyici bir kriter teşkil eder kanısında
yım. Bu görüş ışığında, Localarımızın 1949 yılından günümüze değin
ortalama aktif üye sayılarından hareketle, ortalama matrikülleri 62
olarak hesaplanmıştır.
Buraya kadar mevcut durumu saptamaya çalıştım. Şimdi de bu veri
lerden hareketle önümüzdeki yıllara ilişkin tahminlerde bulunmaya
çalışalım.
56
Tablol'de, matrikülümüzün çeşitli artış yüzdelerinden hareketle
2030 ve 2050 yıllarında ulaşacağı değerler listelenmiştir. Örneğin, ar
tışımız %4 olarak gerçekleşirse, 2030 yılında 5802, 2050 yılında 12912
üyeye ulaşacağız. Tabloda ayrıca, hesaplanan aktif üye sayılarından
hareketle o tarihlerde Localarımızın sayısı, gerekli Mabet adedi ve ge
rekli sandalye sayısı da verilmiştir. Örneğin 2030 yılında, artışımız yi
ne %4 olarak gerçekleşirse, Loca sayımız 94'e yükselecek ve 10 Mabet
te 372 oturma yeri sağlamamız gerekecektir. Bu değerlerin hesaplan
masında aşağıdaki kriterler uygulanmıştır :
1. Localarımızın ortalama aktif üye sayısı, yukarıda hesapla
nan ortalama değerden hareketle 62 olarak alınmıştır.
2. Mabet adedinin hesabında, çalışmaların haftanın beş gününe
yayıldığı ve her Mabette günde sadece bir Locanın çalışacağı
düşünülmüştür.
3. Sandalye sayısının hesabında ise devam oranının %60 olduğu
varsayılmıştır.
Tablo : 1.2030 ve 2050 yılları matrikül projeksiyonları
Artış
%8,0
%7,0
%6,0
%5,0
%4,0
%3,0
%2,0
%1,0
2030 17782
13439
10157
7676
5802
4385
3314
2505
54498 33722
20867
12912
7990
4944
3059
Matrikül 2050 88073
Loca
2030
287
217
164
124
94
71
53
40
Sayısı
2050
1421
879
544
337
208
129
80
49
Gerekli
2030
29
22
17
13
10
8
6
4
Mabet
2050
143
88
55
34
21
13
8
5
Gerekli
2030
1067
806
632
484
372
298
223
150
Sandalye 2050
5320
3270
2046
1252
775
479
297
184
Tablodaki değerler incelendiğinde, üye sayımızın gidişatının sürekli
olarak irdelenmesi ve projeksiyonlarımızın güncelleştirilmesi gereği
açık seçik ortaya çıkmaktadır. Yıllık üye artış oranımız %4 merte
besinde kalırsa 2050 yılında gerekli Mabet sayısı 21 iken, artış %6
olursa ihtiyaç 55 Mabede, %8 olursa 143 Mabede yükselir ki, bu de
ğerlere nasıl ulaşacağımızın fiziki planlamasının şimdiden düşünül
mesi şarttır.
57
3. Şehir nüfusu matrikül ilişkileri
İrdelememiz gereken diğer bir husus da matrikülümüzün nüfusumu
za oranı olup bu değer 10.000 nüfusa isabet eden Mason sayısı ile belir
lenmektedir. Konuya, Semih Tezcan Kardeşimizin çalışmasından al
dığım iki tabloyla girmek istiyorum .
Tablo2'de ki veriler 1982 yılı itibariyle 45 ülkenin matrikül ve nüfus
değerlerini yansıtmakta olup, matrikül sayıları artmakta olan 31 ülke
ile azalmakta olan 14 ülke iki ayrı grup halinde verilmiştir. Bu ülke
lerden grup halinde belirlenenlerin dökümü aşağıdadır:
(1)
Tablo : 2. Matrikül sayısı artan ve azalan ülkeler w
ÜLKE
SAYISI
1
1
1
1
1
10
8
1
1
3
58
ÜLKE ADI
A.B.D.
ingiltere
Iskoçya
Avustralya
Kanada
Güney Amerika
Orta Amerika
İrlanda
Yeni Zelanda
Benelüks
Güney Afrika
Japonya
İsrail
Azalan Ülkeler
İskandinavya
(a)
(b)
(c)
1
1
1
31
4
6
1
1
1
1
14
Kıta Avrupası
Filipinler
Hindistan
İzlanda
Türkiye
Artan Ülkeler
45
DÜNYA TOPLAMI
(d)
(e)
NÜFUS
1982
milyon
MATRİKÜL
SAYISI
1982
kişi
10 000
NÜFUS
İÇİNDEKİ
PAYI
kişi
225,0
47,4
5,4
16,8
27,2
214,7
109,1
5,2
3,5
24,0
34,2
110,0
65,5
826,1
22,3
228,6
45,0
605,0
2,1
48,0
951,0
3 082 353
600 000
300 000
201 497
194 855
90 404
60 578
55 000
35 040
8 200
5 500
3 879
8 000
4 640 306
64 016
60 942
15 037
13 647
2 079
5 260
160 981
137,0
126,6
556,0
120,5
71,9
4,2
5,6
105,3
100,0
3,4
1,6
0,4
1,2
56,2
28,7
2,7
3,4
0,2
9,9
3,4
1 777,1
4 801 287
27,0
1,7
(a) Güney Amerika ülkeleri : Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Kolom
biya, Ekuador, Peru, Paraguay, Uruguay ve Venezuela
(b) Orta Amerika ülkeleri : Kostarika, El Salvador, Guatemala, Mek
sika, Panama, Küba, Dominik, Portoriko
(c) Benelüks ülkeleri : Belçika, Lüksembourg, Hollanda
(d) İskandinavya ülkeleri : İsveç, Danimarka, Finlandiya, Norveç
(e) Kıta Avrupası ülkeleri : Avusturya, Fransa, Almanya, Yunanis
tan, İtalya, İsviçre
Görüleceği gibi, matrikülleri azalmakta olan İngilizce konuşulan ül
kelerde, gerek Mason sayısı gerekse matrikül sayısının nüfusa oranı,
matrikülleri artmakta olan Kıt'a Avrupa'sına göre bariz olarak çok
yüksek değerlere sahiptir. Örneğin İskoçya'da 10.000 de 556, İngilte
re'de 126, A.B.D.'de 137 iken, İskandinavya'da 28.7, Kıt'a Avrupa'sın
da (Avusturya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, İsviçre) 2,7,
Türkiye'de ise 1,1'dir.
Tablo3'den izleneceği üzere, 1982'den günümüze, oranın yüksek ol
duğu İngilizce konuşulan en önemli 5 ülkede matrikül sayıları 1980 ile
Tablo : 3. Matrikül sayısı artan ve azalan
NO
1
2
3
4
5
5
1
2
3
4
5
6
7
7
12
ÜLKE ADI
A.B.D.
İngiltere
Avustralya
Yeni Zelanda
Kanada
TOPLAM (Azalanlar)
Almanya
Türkiye <ı>
Finlandiya
isviçre
İzlanda
Avusturya
Lüksembourg
TOPLAM (Artanlar)
GLOBAL AZALIŞ
ülkeler
(1)
MATRİKÜL SAYISI
YILLIK
AZALIŞ ()
1980
1995
ARTIŞ (+)
3 249 000
620 000
2 117 000
420 000
2,3%
2,1%
266 700
202 600
128 500
139 600
2 805 100
27 500
9 230
5 150
3 842
2 749
2 000
276
50 747
2 855 847
3,5%
2,1%
4 338 300
21 000
4 390
3 860
3 545
1 885
1 700
173,0
36 553
4 374 853
2,4%
2,1%
7,4%
2,2%
0,6%
3,0%
1,2%
4,0%
2,6%
2,3%
HKMBL'ye bağlı Localarda çalışan toplam üye sayısı 2002 yılı sonunda 12 263'e
ulaşmış olup dünyanın en büyük büyüme oranına sahip ülkesi Türkiye'dir.
59
1995 yılları arasında yılda ortalama %2.4 oranında azalarak 4.3 mil
yondan 2.8 milyona düşmüş, K ı t a Avrupasında ise %2.6 artarak
36500'den 50750'ye çıkmıştır. Görüldüğü gibi, denge hala İngilizce ko
nuşulan ülkelerden yanadır; ancak, İngilizce konuşulan ülkelerin
Mason sayısı hızla azalmakta ve Kıta Avrupa'sının artan yüzdeleri bu
açığı kapamaktan uzak kalmaktadır. Dolayısıyla, Semih Tezcan Kar
deşimizin belirttiği gibi tüm insanlar için bir Kardeşlik ve Sevgi Mabe
di oluşturmayı amaç edinmiş olan Hürmasonluğun bu amacının ger
çekleşmesini engelleyecek her türlü soruna çözüm bulmak veya des
tek vermek hepimiz için bir Kardeşlik görevi olmalıdır.
Konumuz İzmir olunca, matrikülümüz ile ilgili olarak verdiğim değer
leri 1960, 1970, 1980, 1990 ve 2000 yılları İzmir İli nüfus sayımları ile
karşılaştırarak bazı sonuçlara varmaya çalıştım.
Tablo : 4.19602000 Dönemi İzmir Vadisindeki Matrikül hareketleri
Yılı
Matrikül
Matrikül
Artış
1960
321
1970
1980
380
661
1990
1134
%1,7
%5,6
%5,4
2000
Genel
1801
%4,7
%4,3
Tablo4'de, onar yıllık periyotlarda İzmir Vadisindeki kayıtlı Mason
sayısı ile bu dönemlerde matrikülümüzdeki yıllık artış oranları veril
miştir. Son bölmedeki %4,3 değeri ise 40 yıllık ortalama artış değeri
dir.
Tablo5'de; Büyük Şehir, çevre ilçeleriyle birlikte toplam şehir ve tüm
nahiye ve köyleri ile birlikte genel toplamı baz alınarak İzmir nüfusu
Tablo : 5 . İzmir Vadisindeki MatrikülŞehir Nüfusu ilişkileri
1960
1980
1970
1990
2000
N ü f u s a O r a n ® N ü f u s a O r a n ® Nüfus® O r a n ® Nüfus® O r a n ® Nüfus® Oran® Genel
Büyük
Nüfus
386
Şehir
Aıtıp)
Toplam
Nüfus
548
Şehir
Artışa
Genel
Nüfus
1.063
Toplam A r t ı p
(1)
8,3
554
6,9
753
5,0
%3,2
3,0
1.427
%2,9
8,1
1.759
6,2
2.138
%3,9
%3,6
5,9
818
1.059
1.977
%3,3
2.250
5,3
2.750
%7,7
%3,4
2,7
6,4
2.695
%3,1
%4,4
%2,5
%7,0
3,3
8,0
6,5
%4,0
%2,5
4,2
3.388
5,3
%2,3
Nüfus verileri 1960, 1970, 1980, 1990, 2000 yılları genel nüfus sayımından
mıştır.
(2) Verilen değer 10 000 nüfusa isabet eden Mason sayısını belirtmektedir.
W Nüfus artış yüzdeleri 10 yıllık dönemlerde yıllık artışları vermektedir.
60
%2,9
alın
nun 19602000 yılları arası aldığı değerler ile aynı dönemlerde nüfu
sun artış oranları ve 10.000 nüfusa düşen Mason sayısı verilmiştir.
Ancak, Masonların nüfusa oranı değerlendirilirken, ülkemizdeki ge
nel kültür seviyesi de göz önünde tutularak, bu değerlerden Büyük Şe
hir nüfusuyla ilgili verilerin baz alınması daha doğru olur kanaatinde
yim. Bu değerler şöyle değerlendirilmelidir: Örneğin 1970 yılı sonun
da Büyük Şehir nüfusu 554.000 olup 19601970 arası yıllık artış
%3,62'dir; 10.000 nüfusa isabet eden Mason sayısı ise 6,9 olarak he
saplanmıştır.
Tablo6'da ise, bu kez ters bir yaklaşımla 10.000 nüfusa isabet eden
Mason sayısının hedeflenen bir değere ulaşabilmesi için matrikülü
müzün yıllık artış oranının ne olması gerektiğine ilişkin bir uygula
maya yer verilmiştir. Bu tabloda, 2030 yılında Büyük Şehir nüfusu
nun farklı artış oranları ve 10.000 nüfusa isabet eden Mason sayısının
hedeflenebilecek farklı değerleri baz alınarak yıllık matrikül artışla
rımızın ne olması gerektiği hesaplanmıştır.
Tablo : 6.2030 yılı izmir Büyük Şehirde muhtemel Matrikül Şehir Nüfusu
projeksiyonları
10.000
Nüfus
içindeki
payı
15
12
10
8
Nüfus Artışı
%6,0 %5,0 %4,5
%4,0 %3,5 %3,0 %2,0
Hesaplanan Nüfus 13.613 10.084 8.680 7.471 6.430 5.534 4.100
Hesaplanan Matrikül
20,4
15,1
Gerekli artış
%8,5
%7,4 %6,9
Hesaplanan Matrikül
16,3
12,1
Gerekli artış
%7,7
%6,6 %6,1
Hesaplanan Matrikül
13,6
10,1
Gerekli artış
%7,0
%6,0 %5,4
Hesaplanan Matrikül
10,9
Gerekli artış
%6,2
8,1
13,0
10,4
8,7
6,9
%5,2 %4,6
11,2
9,6
%6,4 %5,8
9,0
7,7
%5,6 %5,0
7,5
6,4
%4,9 %4,4
6,0
5,1
%4,1 %3,6
8,3
6,2
%5,3 %4,2
6,6
4,9
%4,5 %3,4
5,5
4,1
%3,8 %2,8
4,4
3,3
%3,0 %2,0
Y u k a r ı d a k i bölümlerde ortaya k o n u l d u ğ u gibi, B ü y ü k Şehir nüfusu
n u n 40 yıllık artışı %4,5 mertebesinde olup bu değer baz alınırsa, 2030
yılında İzmir Büyük Şehir nüfusu 8.680.000e ulaşacaktır. Bu durum
61
da hedefimizi, örneğin her on bin nüfus için 12 aktif Kardeşe ulaşmak
olarak belirlersek bu tarihte 10.400 aktif Kardeşe ulaşmamız gerekir
ki, bu hedef matrikülümüzün yılda %6,0 mertebesinde artış gösterme
sini gerektirecektir. 2 numaralı grafikteki değerlerden anımsanacağı
gibi bu değer ulaşılabilir bir mertebedir; ancak 2001 ve 2002 yılları gi
bi artış ivmesinin azaldığı yılların da yaşanabileceğinin unutulma
ması gerekir.
4. Önümüzdeki yıllara ilişkin projeksiyonlar
Grafik3'te, yukarıda belirlenen %6 mertebesindeki yıllık üye artış
oranı ile Localarımızın 62 olarak tespit edilen ortalama üye sayısının
önümüzdeki yıllarda da korunacağı varsayımıyla, 2050 yılma kadar
uzanan 50 yıllık dönem için tahmini üye ve Loca sayılarımız görül
mektedir. Bu tahmin tutarsa, Tablol'de de görüldüğü gibi önümüzde
ki 2050 yılında İzmir vadisine bağlı çalışan üye sayımız 33700e, Loca
sayımız ise 544e ulaşacaktır.
Grafik: 3. İzmir Vadisindeki üye ve Loca sayılarının 50 yıllık tahmini projeksiyonu
5
g
w
£
*
S
<
40000
35000
30000
25000
20000
15000
10000
5000
o
Grafik3'teki değerlerden hareketle ve bu günkü çalışma düzenimizin
korunması koşuluyla önümüzdeki dönemlerde gerekecek Mabet sayı
ları da Grafik4'te verilmiştir.
Üyelerimizden yaklaşık %15'inin merkez binamızda diğerlerinin baş
ka Mabetlerde çalıştıkları düşünülür ve aynı düz mantık bu kez mer
kezde çalışan Kardeşlerimize uygulanırsa, 2050 yılında 450 Locada
62
%k: 4. Gerekli Mabet sayısının
Grafik.
60 ı
gelişimi
55
28.000i aşkın Kardeşin çalışacağı hesaplanabilir. Bir an için gerçeğin
hesapla bağdaşacağını düşünürsek, 2050 yılında merkez binamızda
her gece yaklaşık 1400 Kardeşin 45 ayrı Mabette çalışacağı ortaya çı
kar ki, bu rakam gerek mekân ihtiyacı, gerekse hizmet desteği itiba
riyle ciddiyetle düşünülmesi gereken boyuttadır.
5. Sonuç ve öneriler
Vadimiz Masonluğunun 50 yıllık süreçte gösterdiği gelişimden hare
ketle matrikülümüzün geleceği ve buna bağlı olarak lokallerimizin
planlamasına dönük olarak yaptığım bu araştırma, bana bazı tedbir
lerin alınması gerektiğini düşündürdü :
1. Yukarıda belirtildiği gibi, İngilizce konuşulan ülkelerde Mason sa
yısı, ülke nüfusuna oranla hayli yüksek değerlere ulaşmakta olup
bizdeki verilerin kat kat üstündedir. Amacımız tüm insanlar için
bir Kardeşlik ve Sevgi Mabedi oluşturmaksa, ülkemizde de bu ora
nın belli seviyelere yükseltilmesi gerekir mi? Bu soruya evet' ceva
bını veriyorsak, hedeflenen oranın tespiti ve bu amaçla stratejile
rin geliştirilmesi gerekir.
2. ikinci sorun doğal olarak bu hedefin gereği olan fiziki koşulların
nasıl gerçekleştirileceğidir. Yukarıda değindiğim gibi %6 çoğalma
mız 2050 yılında sadece merkezde çalışan Kardeşlerimiz için 45
Mabet ve tüm sosyal ve idari üniteleri, ayrıca bu yapıya uygun per
soneli gerektirecektir. 45 Mabet ve buna bağlı ek ünitelerin tek bir
63
merkezde planlanması olanaksız olduğuna göre Semt Localarına
dönük çalışmalar yapmak kanımca kaçınılmazdır. Kaldı ki, İzmir
için verdiğim rakamların İstanbul ve Ankara için çok daha büyük
boyutlara ulaşacağı açıktır.
3. Yukarıda saydığım sorunların Büyük Locamız bünyesinde irdele
nerek stratejiler geliştirilmesinin ve projeksiyonların sürekli ola
rak revize edilmesinin şart olduğuna; ayrıca, bu stratejilere para
lel olarak "Toplam Kalite Projesi" bünyesinde de somut öneriler
getirilmesi gereğine inanıyorum.
KAYNAKLAR
(V
2
()
64
Semih S. Tezcan, 'Dünyada
si, 2002, Sayı:124
Hürmasonluğun
geleceği", Mimar Sinan Dergi
Doğan Dirik, 'Türkiye Büyük Locası İzmir Vadisinin
nik Yapısı", Mimar Sinan Dergisi, 2001, Sayı:121
Demografik
Maso
KUTSALLIK ÜZERİNE
Ali VERBAS
O N "THE HOLY"
It is very suprising that the concept of "the Holy" shows unbelievable similarities
and common points amongst primitive tribes living in various parts of the w o r l d .
The interesting point is that these tribes do not at all have any means of communi
cation with each other but still, they share the same beliefs, concepts and the
systems. It is not possible to explain how they share these similar systems for the tri
bes living at the same time in Australia, Africa or America. Throughout the history of
mankind we are not able to know which object or an animal, or a tree or a person
has not been considered as "the Holy" but one thing is sure that anything arranged,
felt or liked by human beings could possibly be the appearence of "the Holy".
When an object becomes something other than itself or defines something else it is
possible to say that it has become "Holy".
Mekânı gökyüzüdür.
Her yerde hazır ve
nazırdır. Her şeyi görür ve duyar. Kendi ken
dini yaratmıştır,
yani doğmamış ve doğur
mamıştır. Her şeyi ex nihilo var etmiştir.
65
GİRİŞ
Ne kadar tanıdık bir tanım. Tıp
kı çocukluğumuzda, büyükleri
mize Allah nedir? diye sorduğu
muzda büyüklerimizden aldığı
mız cevaba ne kadar da benziyor.
Oysa bu tanım, Avustralya'nın
güneydoğusunda yaşayan Kami
laroi, Wiradjuri ve Euahlayi gibi
kabilelerin yüce tanrısı Baia
me'nin tarifidir.
Din ve inanç sistemlerinin tarih
çeleri incelendiğinde ortaya ina
nılmaz derecede şaşırtıcı benzer
likler ve ortak noktalar ortaya
çıkmaktadır. Dünyada ilkelliğin
hüküm sürdüğü çağlarda, birbir
leriyle herhangi bir biçimde ileti
şim kurmalarının imkânsız ol
duğu dönemlerde dünyamızın
bir çok ayrı yerinde, örneğin biri
Avustralya'da, bir diğeri Afri
ka'da, bir başkası Amerika kızıl
derililerinde aynı dönemde birbi
rine çok benzeyen dinler ve inanç
sistemleri görebilmekteyiz. An
cak, bunun izahı mümkün görül
memektedir. Bu olguyu ancak in
san düşünce sistematiğinin yapı
sı ile açıklayabiliriz.
Tüm bu inanç sistemlerinin kö
keninde yatan ise kutsallık ol
gusudur. Çünkü kutsalı belirle
mek ya da tanımlamak istiyor
sak kutsal olguyu incelememiz
gerekmektedir. Ancak, ne var ki
kutsal olguların çokluğu ve çeşit
liliği de bir süre sonra incelemeyi
içinden çıkılmaz bir hale getire
bilir. Zira, söz konusu olan şey
66
ayinler, mitler, ilâhî biçimler,
kutsal ve tapılan nesneler, sim
geler, kozmolojiler, kutsal sözler,
mukaddes insanlar, hayvanlar,
bitkiler, kutsal yerler ve benzer
leridir. Her kategorinin son dere
ce parlak, yoğun, karmaşık ve
çok zengin bir morfolojisi vardır.
Ve böylece de son derece geniş ve
hiçbir kurala uymayan farklı bir
kaynakçayla karşı karşıya geli
nir.
Bir Brahman kurban töreni,
Muhyiddin Arabi'nin mistik bir
metni, bir Afrika totemi, Sibirya
Samanının tören giysisi ve dan
sı, hemen her yerde karşımıza çı
kan kutsal taşlar gibi her belge,
ortaya koyduğu iki açıklama ne
deniyle bizler için değer taşır :
1. İlâhî tezahür olarak bir kut
salın nasıl meydana geldiğini
ortaya koymaktadır,
2. Tarihsel bir an olarak insanın
kutsala oranla konumunu or
taya koymaktadır.
Yukarıda sözü edilen belgeler as
lında kutsalın yeryüzündeki te
zahürüdür, bu nedenle metin
içersinde ilâhî tezahür olarak ad
landırılacaktır. Şöyle bir gerçek
vardır ki, ilâhî bir tezahürden
söz ettiğinizde tarihsel bir belge
ile karşı karşıyasmız demektir.
Kutsal, her zaman belli bir tarih
sel dönem içersinde yer alır. En
bireysel ya da en aşkın mistik de
neyimler bile tarihsel koşulların
etkisi altındadır.
SEMAVÎ DÎNLERDE
KUTSALLIK
Bunu bir örnekle açıklamak is
tersek; Samiler Musa öncesinde
Fırtına ve Bereket Tanrısı Ba'al
ile Bereket Tanrıçası (özellikle
toprağın bereketi) Belit çiftine
tapıyorlardı. Yahudi peygamber
ler de bu tapınılan kutsal kabul
etmişlerdir. Musa'nın getirdiği
yeni inanç sayesinde daha yük
sek, daha arı ve daha bütüncül
bir tanrı inancına kavuşan Sami
lerin görüşüne göre Yahudi pey
gamberlerin bu tapımları kabul
etmeleri doğru bir davranıştır.
Ancak, Ba'al ile Belit'in Sami
lerden önceki tapımları ise, en
abartılı biçimde ve neredeyse ca
navarlığa varan ölçülerde orga
nik yaşamın kutsallığını, temel
güçleri, kan, cinsellik ve üret
kenlik güçlerini ortaya koyuyor
du. Şimdi bu inanç biçiminin ya
ni, ilâhî tezahürün yerini daha
kusursuz ve daha yumuşak bir
görünüme sahip bir başka ilâhî
tezahür almış olsa bile değerini
yitirmemişti. Ne var ki, Yah
ve'nin tanrısal biçimi, Ba'al'in
tanrısal biçiminin yerine geç
mişti. Bu yeni biçim daha bütün
cül bir kutsallığı ifade ediyor, in
san yaşamının ve kaderinin yeni
değerler kazandığı ruhanî bir gö
rüşü ortaya koyuyordu. Sonuç
olarak Yahve'nin ilâhî tezahürü
kazandı, doğası gereği başka kül
türlere de açık oldu ve Hıristi
yanlık aracılığı ile de bir dünya
dinine dönüştü.
Benzer bir örneği İslamiyetten
de verebiliriz. İslam öncesi Cahi
liye döneminde Araplar aşiret
toplulukları halinde yaşar ve
toplumun bir arada kalmasını
Mürüvvet adı verilen bir ideoloji
sağlardı. Mürüvvet kelime anla
mı olarak yiğitlik, erkeklik anla
mına gelse de bundan daha kar
maşık ve daha ileri bir anlam ta
şırdı. Mürüvvet, savaşta yiğitlik,
zorluklar karşısında yılmama ve
sabır, aşirete karşı yapılan kötü
lüklere bir şövalye ruhu ile karşı
çıkma ve gerektiğinde öc alma,
yoksul ve zayıflara yardım ve hi
maye etme ve aşiret reisine sor
gusuz sualsiz itaat gibi nitelikle
re sahipti. Mürüvvet bir yerde di
nin yerini almış ve Arapların ha
yatına bir anlam kazandırmıştı.
Ancak bu oldukça dünyevî bir
inanç şekliydi. Tek kutsal değer
aşiretin varlığı idi. Arapların
ölümden sonraki yaşam ya da
kader konusunda herhangi bir fi
kirleri oluşmamıştı. Aşiretin
ayakta kalması Mürüvvetin ida
mesine bağlı idi.
Bunun yanında tapınma ihtiyacı
putlarla sağlanıyordu. Kabe kut
sal bir yapı ve etrafi da kutsal bir
bölge idi ve yakın çevresinde her
türlü şiddet ve kavgadöğüş ke
sinlikle yasaktı. Kabe içersinde
tüm civar aşiretlerin kutsal say
dığı 360 adet put bulunuyordu.
67
Bu putlara tapan inançlı kişiler
de her sene burayı ziyaret ediyor
ve Kabe'yi tavaf ederek hacı olu
yorlardı. Yani müslümanlarm
yerine getirdiği hac farizesi as
lında Cahiliye dönemine daya
nan bir geleneğin sürdürülegel
mesidir. Bunun yanında Arap ta
pınmasında önde gelen üç ilah
vardı. Tayif şehrinde Takif aşire
tinin taptığı AlLat kelime anla
mı olarak Tanrıça veya diğer bir
adı ile AlRabba (Hükümdar),
Naklah kentinde bulunan Al
Uzzah, ki en popüler ilah buydu
ve Güçlü Olan anlammdaydı ve
Kudeyde kentinde bulunan Ma
nat Kader Tanrıçası idi. Birçok
inanç sisteminde olduğu gibi
Araplarda da tüm bu ilahların
üzerinde yer alan ilâhî ve yüce
bir varlığa (AlLah) olan inanç da
yer almaktaydı ancak bu diğer
inanç sistemlerinde de olduğu gi
bi artık ikincil bir duruma düş
müş ve yerini bu üç ana ve diğer
putlara bırakmıştı. Ama yine de
bu ilâhî varlığa olan inanç sayıla
rı çok az olmakla birlikte, Hazre
ti İbrahim'in yolundan giden
Hanifîler ile sürdürülüyordu.
Hazreti Muhammed'e ilk vahiy
ler gelmeye başlamasından bir
müddet sonra bu yeni dine ina
nanların sayısı artmaya başla
mış ve yavaş yavaş kayda değer
bir sayıya ulaşmışlardı. Mekke
ve Kureyş kabilesi bu yeni oluşu
mu biraz şaşkınlık, biraz kaygı
ve biraz da ihtiyatla karşılıyorlar
68
fakat Muhammed'in söylemle
rinde kendilerini rahatsız edecek
pek de bir şey bulamadıkları için
bir yerde hoşgörü ile karşılıyor
lardı, çünkü henüz sistemle oy
nanmıyordu. Ne zaman ki Hz.
Muhammed Allah'tan başka tan
rı olmadığını söyleyip diğer tüm
ilahlara ve putlara tapınmayı ve
inanmayı yasakladığında Ku
reyş ile ipler kopuyordu. Bundan
sonraki tarihsel süreci hepimiz
biliyoruz. Müslümanlara karşı
yapılan zulümler ve tecrit sonu
cu Medine'ye yapılan Hicret; Be
dir, Uhud, Hendek gibi savaşlar,
İslamm önlenemez yükselişi ve
Mekke'ye dönüşle sonlanan za
fer.
Parmakla sayılabilecek kadar az
sayıdaki Hanifî inancına sahip
kişilerle sürdürülmeye çalışılan
tek Tanrı inancı daha yaygın
olan ve ikincil ilah niteliğinde
olan AlLat, AlUzzah ve Manat
yerel ve tarihsel ölçekte kalmış
lar ve içinde bulundukları top
lumda dahi modası geçmiş bir
hal almışlardı. Buna karşılık çok
güçlü bir inanç sistemine sahip
olan İslam, başka kültürlere olan
hoşgörüsü ve açıklığı ile kısa sü
rede yeni bir dünya dini olmayı
başarmıştı.
İLKEL TOPLUMLARDA
KUTSALLIK
Giriş bölümünde değinilen din
ler ya da tapınmalar ve inançlar
arası benzeşimlere dönecek olur
sak, her şeyden önce karşımıza
çıkan ilk gerçek bu ilâhî tezahür
lerin çokluğudur. İnsanlık tari
hinde, herhangi bir yerde hiçbir
biçimde kutsallık kazanmamış
bir şey, bir nesne, bir hareket,
duygu, canlı ya da eşya vb. olup
olmadığını bilmiyoruz. Herhangi
bir şeyin neden kutsallık kazan
dığını ya da neden bir süre sonra
bu kutsallığı kaybettiğini sorgu
layan sorudan farklı bir sorudur
bu. Ama bir insanın düzenlediği,
hissettiği, karşılaştığı ya da sev
diği her şeyin ilâhî bir tezahür
olabileceği kesindir. Örneğin
jestlerin, dansların, çocuk oyun
larının ve oyuncakların kökenin
de dinsel bir neden yattığını ar
tık biliyoruz. Bunlar bir zaman
lar belli bir tapınınım jestleri ya
da nesneleriydiler. Tarihte bir bi
çimde kutsallık kazanmamış
önemli hiçbir hayvanın ya da bit
kinin olmadığını da düşünebili
riz.
Buna karşılık, hangi din olursa
olsun her zaman kutsal nesnele
rin ya da canlıların yam sıra, kut
sal olmayan nesneler ya da canlı
lar da olmuştur. Bir adım öteye
gidersek : herhangi bir nesne gu
rubu ilâhî tezahüre dönüştüğün
de her zaman bu guruba ait olan,
ama bu ayrıcalığı paylaşmayan
nesneler de olmuştur. Örneğin,
t a ş t a p ı m ı n d a n söz edildiğinde,
tüm taşlar kutsal kabul edilmez.
Gerek biçimleri, gerek büyük
lükleri ya da ayinlerdeki işlevleri
yüzünden tapınılan bazı taşlar
her zaman var olmuştur. Buna
karşın taş tapımından söz edile
mez. Bu kutsal taşlara artık sı
radan taşlar olmadıkları, bir
nesne olarak normal varoluş ko
şullarını taşımadıkları, başka
bir şeye dönüştükleri, yani ilâhî
bir tezahür oldukları ölçüde tapı
nılmaktadır. Bir nesne, kendi
sinden farklı bir şey olduğu ya
da bunu ifade ettiği ölçüde kut
saldır.
Kutsallık kazanan herhangi bir
şey büyük bir alan olsa bile, örne
ğin gökyüzü, bir aile, bir hane
dan ya da bir ülke, her zaman ge
riye kalan bir kısım vardır. Kut
sallık kazanan nesnenin öteki
lerden ayrılması, en azından
kendi içinde genel bir kuraldır.
Zira bu nesne, kutsal olmayan
herhangi bir nesne olmayı bırak
mış, ilâhî bir tezahür olmuştur.
Yeni bir boyut kazanmıştır.
Kutsallık boyutuna geçmiştir.
Bir başka ilginç nokta da, tuhaf,
tek, yeni, eşsiz ya da korkunç
olan her şey büyüsel ya da dinsel
güçlerin toplanması için mükem
mel bir ortam yaratır ve kutsallı
ğın neden olduğu iki yönlü duygu
nedeniyle ya tapınılan ya da ka
çınılan bir nesneye dönüşür. A.
C. Kruyt şöyle yazmaktadır : Bir
köpek avda her zaman şanslıysa,
bu bir measa'dır (Kötüye işaret,
uğursuzluk). Hayvanın avını ya
69
kalamasını
sağlayan
büyüsel
güç, efendisine ölümcül sonuçlar
getirecektir. Bu inanç Endonez
ya'da bir ada topluluğu olan Su
lavesi Adalarında çok yaygındır.
Hangi alanda olursa olsun
mükemmellik korkutur çünkü
mükemmellik bu dünyaya ait
değildir, öteki taraftan gelmek
tedir.
Buna karşılık, tuhaf ve olağa
nüstü olan, genelde beraberinde
kaygı ve uzaklaşma duygularını
getirir. Çirkinlik ve biçimsizlik,
bu nitelikleri taşıyanları ötekile
rinden ayırıp kutsal kılar. Örne
ğin, Ocibua kızılderilileri arasın
da, büyücülüğü hiç bilmedikleri
halde büyücü olarak nitelendiri
len pek çok kişi vardı, çünkü, çir
kin ve biçimsizdiler. Kongo'da
tüm cücelerin rahip olduğuna
inanılırdı. Zira, cücelerin uyan
dırdığı saygının kökeninde gi
zemli bir güçle donanmış olduk
ları yatardı. Samanlarda ise bü
yücülerin ve büyücühekimlerin
nöropatlar ya da sinirsel açıdan
dengesizler arasından seçilmesi
ne tuhaf ve olağanüstü olana
verilen ayrıcalık neden olmakta
dır.
Bu aşamada tabulara da değin
mek faydalı olacaktır. Tabular
her durumda güç tezahürleri ola
rak karşımıza çıkar. Bunlara
saygı duyulmakla kalmayıp bun
lardan çekinilir de. Tabu sözcü
ğü etnologların Polinezya dilin
70
den aldıkları ve tüm dünya lite
r a t ü r ü n e kazandırdıkları bir
sözcüktür. Kirlenmiş ya da ya
saklı nesneler, insanlar veya ya
pılmaması gereken eylemlerdir.
Genelde her tür nesne, olay ya da
insan ya en başından tabudur ya
da sonradan bu niteliği kazanır
ve az ya da çok kesin bir biçimde
doğadan gelen bir güçle donanır.
Ancak, şu da bir gerçektir ki, ta
bular uzun ömürlü değildir. Bun
lar tanındıklarında, dokunul
duklarında yani, yerel kozmosa
uygun hale getirildiklerinde güç
lerini kaybederler. Örneğin, Ma
dagaskar adasına Avrupalıların
ilk getirdikleri atlar, tavşanlar,
tuz, toz biber, bezelye yerli di
lince faly (yasak, mahrem, uğur
suz ve tehlikeli) idi, ama artık de
ğil
Sıradışılık ve olağanüstülük do
ğal olandan farklı bir şeyi be
lirtirler, örneğin yeni bir nesne
ya da bir ucube, toplumun geri
kalanından belirgin bir işaretle
ayrılmış ya da nörotik ve çok çir
kin biriyle aynı şekilde soyutla
nır. Bu tür örnekler bazı yazarla
rın tüm dinsel görüngülerin türe
diğini düşündüğü Melanezya'da
ki mana düşüncesini anlamamı
zı sağlıyacaktır. Bu arada, Mela
nezya, Büyük Okyanus'un güney
batısında bir takım ada ve adalar
topluluğudur. Başlıcaları Pa
puaYeni Gine, Solomon adaları,
V a n u a t u , Fiji Adaları gibi ada
lardır. Halkı genellikle koyu
enk tenlidir. Melanezya adı eski
Yunanca Melas=siyah bu özelli
ğinden kaynaklanır.
Melanezyalılar için mana; bazı
bireylerin, genel olarak ölülerin
ruhlarının ve tüm ruhların sahip
olduğu gizemli ve etkin bir güç
tür. Muazzam kozmik yaradılış
ancak ilâhî mana sayesinde ger
çekleşmiştir. Kabile reisinin de
manası vardır. İngilizler Maori
yerlilerini köleleştirdiler çünkü
onların manaları daha güçlüy
dü. Bir Hıristiyan misyonerin
dinsel ayin ve törenleri yerli ayin
ve törenlerden daha üstün bir
manaya sahipti. Nesnelerde ve
insanlarda da mana vardır, çün
kü bunu bazı üstün canlılardan
almışlardır, bir başka deyişle
kutsala gizemli bir biçimde bu
laşmışlar ve buna bulaştıkları
ölçüde manaya sahip olmuşlar
dır. Herhangi bir insan, bir ruhla
ya da hayaletle çok yakın bir iliş
ki içine girebilir ve ondaki ma
naya sahip olup, bunu kendi ya
rarına kullanabilir. Mükemmel
olan her şey manaya sahiptir,
yani insanda etkin, devingen, ya
ratıcı ve mükemmel ne varsa
mana sayesindedir.
Siu kızılderilileri bu güce wakan
adını verirler. Bu güç tüm evren
de gezinmektedir ama yalnızca
olağanüstü görüngülerde, güneş,
ay, yıldırım vb. ya da güçlü kişi
liklerde, büyücüler, Hıristiyan
misyonerler, efsane kahraman
ları vb. kendini göstermektedir.
Irokualar aynı unsuru adlandır
mak için orenda terimini kulla
nırlar. Bir fırtınada orenda var
dır, zor yakalanan bir kuşun
orenda sı çok çetindir, öfkeden
çılgına dönmüş biri kendi oren
da 'sının elindedir gibi. Afrika
Pigmeleri ise bu kavramı megbe
ile tanımlarlar. Ancak, şunu da
belirtmek gerekir ki, herhangi
biri ya da herhangi bir şey wa
kana, orendaya ya da meg
beye sahip olamaz. Yalnızca
tanrılar, kahramanlar, ölülerin
ruhları ya da kutsalla belli bir
ilişkiye girmiş insanlar ve nesne
ler, yani büyücüler, fetişler, to
temler, putlar vb. manaya sahip
olabilir. Kozmik nesnelerden ve
olaylardan, canlılardan ya da in
sanlardan kopuk tanrısal ma
naya hiçbir yerde rastlanmaz.
Bir nesnenin ya da bir canlının
manaya sahip olması ancak bir
ruhun müdahalesiyle ya da her
hangi bir kutsal canlının yardımı
ile mümkün olabilir.
Günümüz insanları ise farklı
şeylerden medet ummaktadır.
Yatırlara ya da evliya olarak ad
landırılan kişilere edilen dualar,
yapılan adaklar, hocalara yazdı
rılan muskalar, hemen hepimi
zin evinde var olan nazar boncu
ğu, Hıristiyanlarda şeytanî ve
kötüye karşı kullanılan haç aca
ba farklı bir mana inancını mı
sergilemektedir?
71
YÜCE VARLIK
Tüm halklarda, özellikle ilkel
olanlarda mana tanımlamaları
mevcuttur ve büyüyle paralel gi
der. Büyü de hemen her yerde
karşımıza çıkar ama hiçbir za
man ikisi de dinden ayrı var ola
maz. Tek yönlü bu din kuramla
rını ve deneyimlerinin yanı sıra
sürekli olarak, örneğin Yüce Var
lık tapımı gibi az ya da çok zengin
başka din kuramları ve deneyim
leriyle de karşılaşırız. İlkel top
lumlarda ilâhî tezahürlerle te
celli eden Kadiri Mutlak bir
Yüce Varlığa olan inanca he
men her yerde rastlarız. Bunun
la birlikte bu Yüce Varlık ta
pımda hiçbir önemli role sahip
değildir, hatta başka dinsel güç
lerle temsil edilir, totemizm, ata
tapımı, ay ve güneş mitolojileri,
bereket inançları gibi bu tür Yü
ce Varlıkların dinsel yaşamdan
kaybolmaları, bunlarla kısmen
özdeşleştirilen başka güçlerin or
taya çıkışıyla gerçekleşmiş olabi
lir. Bu bakış açısıyla, putperest
lik ya da put kırıcılık ilâhî teza
hür karşısında insan zihninin
gösterdiği doğal bir davranış bi
çimidir. Çünkü yeni bir ilâhî te
zahür ile karşı karşıya kalan kişi
için (Sami dünyasında Musevi
lik, RomaYunan dünyasında
Hıristiyanlık, Arap dünyasında
Müslümanlık) eski tezahürler;
yalnızca temel anlamını kaybet
mezler, aynı zamanda dinsel ya
şamın mükemmelliğe erişmesi
nin önündeki engeller olarak gö
72
rülür. Put kırıcılık, hangi türde
ve hangi dinde olursa olsun ken
di dinsel deneyimleriyle olduğu
kadar bu deneyimin yaşandığı
tarihsel anla da doğrulanır. Zi
hinsel ve kültürel yetilerine daha
uygun bir vahiyle karşı karşıya
kalanlar, eski din evrelerinde ka
bul edilen tezahürleri dinsel düz
lemde yeniden değerlendirmez
ler ve bunlar inanmaz hale ge
lirler.
Öte yandan belirli nedenlerle
putperestlik olarak adlandırı
lan davranışlar, kutsalın diya
lektiğiyle de doğrulanır, çünkü
kutsal her zaman belirli şeyler
aracılığı ile tecelli eder. Bu şeyle
rin gerçek dünyadan veya koz
mik enginlikten bir nesne, tanrı
sal bir figür, bir simge, bir ahlâk
kuralı hatta bir düşünce olması
nın hiçbir önemi yoktur. Diyalek
tiğin esası aynıdır : Kutsal, ken
dinden başka bir şey aracılığı ile
ortaya konur; ama kendini, asla
bütünüyle, olduğu gibi, doğru
dan ortaya koymaz. Kutsal bir
taş, Jüpiter'in bir heykeli ya da
Yahve'nin herhangi bir tezahürü
aynı (geçici) değere sahiptir, çün
kü her durumda kutsal, tezahür
ettiğinde somutlaşmış ve çerçe
velenmiş durumdadır. En basi
tinden, Logosun İsa Mesih'te be
denlenişine kadar tüm ilâhî teza
hürleri oluşturan bu paradoksal
bedenlenme edinimi birçok din
de ve tarihin bir çok döneminde
karşımıza çıkmaktadır.
Bir örnek vermek gerekirse, Tan
ganika Kondeleri Kyala adı veri
len bir Yüce Varlığa inanırlar.
Bu varlık, tüm Afrikalı Yüce
Varlıklar gibi güçlü, adaletli,
Kadiri Mutlak, yaratıcı bir gök
tanrısının görkemine sahiptir.
Ama kendisini yalnızca gökyüzü
tezahürleriyle ortaya koymaz.
Kendi türüne oranla büyük olan
her şey, büyük bir öküz, dev bir
ağaç ya da etkileyici boyutlarda
ki herhangi bir nesne, Kyala ola
rak adlandırılmaktadır ve tanrı
nın bu nesnelerde geçici olarak
ikamet ettiğine inanılmaktadır.
Çok sert bir fırtına göl sularını
taşırdığı zaman tanrının göl üze
rinde yürüdüğüne inanılmakta
dır. Yer sarsıntısı onun ayak se
sidir. Yıldırım Kyala dır, yani öf
keden çılgına dönen tanrıdır.
İlâhî tezahür diyalektiğinin,
kutsalın maddî nesnelerde orta
ya çıkması, ortaçağ teolojisi gibi
oldukça ileri düzeyde bir teoloji
nin de konusu olması, onun her
dinde temel bir sorun olduğunu
ortaya koymaktadır. Tüm ilâhî
tezahürlerin Enkarnasyon muci
zesinin (Hıristiyanlıkta Tan
r ı n ı n İsa'da insan doğasına bü
rünmesi mucizesi) habercileri ol
duğunu ve yine her ilâhî tezahü
rün insanTanrı örtüşmesindeki
sırrı ortaya çıkarmaya yönelik
bir çaba olduğunu söyleyebiliriz.
Buna çok enteresan, çok çarpıcı,
aynı zamanda da çok cüretkâr
bir örnek verebiliriz. Ockhamlı
William şunları yazmaktan çe
kinmemiştir: Est articulus fidei
quod Deus assumere
naturam
humanam. Non includit comtra
dictionem, Deus assumere natu
ram assinam. Pari ratione potest
assumere lapidem aut lignum.
[Tanrının insan doğasına bü
rünmesi, inancın oynak noktası
dır. Tanrının eşek kılığına gir
mesine de bir engel yoktur. Aynı
mantıkla taş ya da odun kılığına
da girebilir].
Bu nedenle ilkel ilâhî tezahürle
rin ortaya çıkış biçimleri Hıristi
yan teolojisi açısından hiçbir bi
çimde saçma bir konu değildir.
Tanrı sahip olduğu özgürlükle
dilediği her biçime girebilir. Bir
an için Tanrı terimini kullan
maktan kaçınalım ve şu biçimde
açıklıyalım : Kutsal her biçimde,
hatta en garip biçimlerde bile
kendini ortaya koyar. Sonuç ola
rak, anlaşılmaz olan kutsalın
taşlarda ya da ağaçlarda tecellisi
olgusu değil, kutsalın kendisi
nin tecelli etmesi yani, kendini
sınırlaması ve göreceli bir nite
lik kazanmasıdır. En el Hakk ı
da böyle açıklayabilir miyiz aca
ba?
f
f
Yeryüzünde çok yaygın olan bir
çok duada şöyle seslenilir : Gök
teki Babamız. Viyana Etnograf
ya Okulu, P. W. Schmidt önderli
ğinde tanrı düşüncesinin kökeni
üzerine kapsamlı bir araştırma
yapmışlardır. Bu araştırmalar
73
ortaya şöyle bir sonuç çıkartmış
tır : Tektanrıcılık en başından
beri vardı. Bunu da gök tanrıla
rın en ilkel topluluklarda bile ol
masıyla açıklamışlardır. Hiç
kuşku duyulmayacak bir unsur,
hemen hemen bütün inanışlarda
evreni y a r a t a n ve gönderdiği
yağmurlarla toprağa bereket ve
ren göksel bir varlığın mevcudi
yetidir. Bu tür varlıklar sonsuz
bilgeliğe ve ayrıcalığa sahiptir
ler. Kabilenin ahlâk kurallarını
ve ritüellerini dünyada bulun
dukları kısa süre içinde bu tanrı
lar belirlemişlerdir. Kurallarına
uyulup uyulmadığını kontrol
ederler ve aksi durumlarda ku
rallarını çiğneyenlere yıldırımla
rını gönderirler.
Göğün kendisini doğrudan doğ
ruya bir aşkınlık, güç ve kutsal
lık olarak ortaya koyduğunu
görmek için mitsel kıssalara bak
maya gerek yoktur. Yalnızca gö
ğe bakmak bile ilkel insana din
sel duygular verir. Göğe bakmak
aydınlanmak demektir. Gök, il
kel insana gerçekte nasılsa öyle
görünür; sonsuz ve aşkın. Gök,
insanın ve yaşam gücünün tem
sil edemediği bambaşka bir şe
yi mükemmel bir biçimde temsil
eder. Aşkmhğının simgesi son
suz olmasından kaynaklanır. En
yüksek olmak, doğal olarak tan
rılara özgü bir niteliktir. İnsanın
ulaşamadığı yukarı bölgeler, yıl
dızlı gök, tanrılara özgü aşkmlık,
mutlak gerçeklik, sonsuzluk gibi
74
ayrıcalıklara sahiptir. Bu tür
bölgeler tanrıların mekânlarıdır
ve ancak bazı ayrıcalıklı kişiler
buralara ulaşabilir.
Bazı dinlere göre de buralar ölü
lerin ruhlarının gittiği yerlerdir.
Yüksek, insanın ulaşamıyacağı
bir boyuttur. Doğal olarak insa
nüstü güçlerin ve varlıkların sa
hip olduğu bir yerdir. Ayrıcalıklı
ölümlülerin öldükten sonra ser
best kalan ruhları, göğe yükselir
ken insan olma durumundan sıy
rılırlar. Gök tanrı mitleri de ina
nılmaz ve şaşırtıcı gerçekler ve
benzerlikler ortaya koyarlar.
Bir örnekle açıklamaya çalışa
lım. Andaman Takımadaların
da, (Bengal Körfezinde, Nicobar
adalarıyla birlikte Hindistan
Birliğine bağlı adalardır) Ulu
Varlığa Puluga adı verilir. Gök
te oturur, sesi gökgürültüsü, ne
fesi rüzgârdır. Fırtına, öfkesinin
işaretidir, çünkü emirlerine uy
mayanları yıldırımları ile ceza
landırır. Puluga her şeyi bilir,
her şeyi görür. Kendine bir eş ya
ratır ve çocukları olur. Gökyü
zündeki evinin yanında güneş
(dişil) ve ay (eril) vardır. Bunla
rın çocukları da yıldızlardır. Pu
luga uyuduğunda kuraklık olur,
yağmur yağdığında ise yeryüzü
ne inmiş, yiyecek arıyor demek
tir. Puluga dünyayı ve ilk insan
Tomoyu yaratmıştır. İnsanlar
çoğalırlar ve sonunda dağılmala
rı gerekir. Ancak, Tomo'nun ölü
münden sonra insanlar yaratıcı
larını unuturlar. Bir gün, Pu
lungdmn öfkesi patlar ve tufan
tüm dünyayı kaplar ve insanla
rın sonu gelir. Tufandan yalnızca
dört kişi kurtulur.
Pulunga onlara acımıştır, ama
insanlar her zaman dik kafalıdır.
Onlara emirlerini bir kez daha
hatırlattıktan sonra çekilir ve in
sanlar bir daha onu görmezler.
Buraya kadar belirtilenler mitin
Nuh Tufanı ve On Emir mitiyle
olan benzeşmeleri ortaya koy
mak içindi. Ancak, buradaki
uzaklaşma miti, tapmımın tü
müyle unutulmasıyla örtüşmek
tedir. Andamanlılar hiçbir tanrı
tapımına sahip değildirler. Dua
etmezler, adak adamazlar, iba
det etmez, lütuf beklemezler.
Yalnızca Pulungamn
korkusu
yüzünden emirlerine uyarlar.
Afrika'nın hemen hemen her ye
rinde neredeyse unutulmuş ya
da unutulmak üzere olan gök
tanrı inancının izlerine rastla
mak mümkündür. Bu gökyüzü
tanrısının yerini başka dinsel
güçler, özellikle Atalar Tapımı
almıştır. Ama varlıklarını gün
lük kullanım içersinde sürdürür
ler. Şöyle ki, Tshi kabilesinin Yü
ce Varlığı Nyankupon sözcüğü
dür. Bu tanrıya tapınılmaz ama
bu sözcük gökyüzü ve yağmur
için kullanılır. Nyankupon bom,
gök gürlüyor ya da Nyankupon
aba, yağmur yağıyor derler. Ban
tu kabilelerinin Yüce Varlığı da
Leza 'dır. Ama halk içinde hava
durumunu anlatmak için de kul
lanılır. Leza düştü, yağmur yağ
dı, Leza kızgın, gök gürledi deni
lir.
Enteresan bir başka nokta da,
bazı kızılderili kabileleri kıyas
lama da yapmaktadır. Pavniler,
Tirawa Atiusa inanırlar. Tira
wa Her Şeyin Babası, var olan
her şeyin yaratıcısı ve hayat ve
rendir. İnsanları yönlendirmek
için yıldızları yaratmıştır. Şim
şekler bakışlarıdır ve rüzgâr ne
fesidir. Evi bulutların ötesinde,
hiç değişmeyen gökyüzündedir.
Tirawa, önemli bir mitsel ve din
sel figürdür. "Beyazlar gökteki
bir Baha'dan söz etmektedirler,
biz ise Tirawa Atius'tan Yüksek
teki Baha'dan söz ediyoruz, ama
Tirawa bir insan değildir. O her
şeydedir...
Neye
benzediğini
kimse bilemez."
Önemini yitiren ya da uzaklaşan
gök tanrılarına bir başka örnek
de Malakka Yarımadasında (Gü
neydoğu Asya'da uzun ve dar bir
yarımadadır. Batısında Anda
man Denizi, Doğusunda Güney
Çin Denizi ve Tayland Körfezi
bulunur) yaşayan Semanglar'da
görülür. Yüce Varlık olarak Kan
olarak adlandırılır. İnsandan da
ha üstün konumda, görünmez ve
ezelden beri var olan bir tanrıdır.
Kari, her şeyi yaratan tanrıdır
ama insanı ve toprağı yardımcı
tanrılardan birisi olan Ple yarat
mıştır, Kari nin insanı ve topra
75
ğı yaratan tanrı olmayışı dikkat
çekici bir unsurdur. İnsanın din
sel, ekonomik ve yaşamsal ihti
yaçlarını gidermeyecek kadar in
sandan uzak bir Yüce Varlığın
aşkmlığı ve edilgenliğine iyi bir
örnektir. Öteki yüce gök tanrıları
gibi gökyüzünde oturur ve öfkesi
ni şimşekler göndererek göste
rir. Zaten adının anlamı da yıldı
rım'dır. Her şeyi görendir ve yer
yüzünde olup biten her şeyi gö
rür. Ama bu tanrıya da tam bir
tapım söz konusu değildir.
Afrika'nın güneybatısında yaşa
yan bir halk olan Hererolarda,
Ndyambi Yüce Varlıktır. Gökyü
züne çekilip insanlığı kendisin
den sonraki ikincil tanrılara bı
rakmıştır. Bu nedenle bu tanrıya
tapılmaz. Bir yerli, bunu şöyle
açıklar : "Neden ona adaklar
adayalım ki? Ondan korkacak
bir şeyimiz yok, çünkü ölülerimi
zin ruhlarının aksine bize hiç bir
zaman hiç bir kötülüğü dokun
mamıştır. Bununla birlikte He
rerolar, mutluluk verici bek
lenmedik bir olayla karşılaş
t ı k l a r ı n d a Ndyambi ye dua
ederler.
Sonuç olarak, tüm insanlığın din
deneyimi açısından son derece
kayda değer bir olayı gözlemleye
biliriz. Bu tanrısal figürler za
manla tapım içersinde yok ol
maktadır. Ya insanlardan uzak
laşmakta ya da yerlerini başka
dinsel güçlere bırakmaktadırlar.
76
Atalar Tapımı, doğa ruhları ve
tanrıları, bereket ruhları, Ulu
Tanrı ve Tanrıçalar gibi. Çekiş
meden galip çıkan her zaman be
reketin temsilcisi ya da dağıtıcı
sidir. Bu değişimin asıl anlamını,
yaşamın dinsel değerlerini ve ya
şamsal işlevleri derinlemesine
inceleyip irdeleyebilirsek daha
kolay anlarız.
KUTSALLIK VE
MASONLUK İLİŞKİSİ
Bugün dünyamızda semavî din
ler dediğimiz Müslümanlık, Hı
ristiyanlık ve Musevilik yaygın
dır. Yemin Kürsümüzde bu üç di
ne ait kitaplar açık olarak bulu
nur. Genel kabul olarak Mason
luk hem bu üç semavî dine hem
de tüm dinlere eşit uzaklıkta,
eşit saygıyla durur, aynı hoşgö
rüyü gösterir. Genel kabul sözcü
ğü özellikle kullanılmıştır çünkü
bazı istisnalar da söz konusudur.
Örneğin, Norveç'te Hıristiyan
değilseniz Mason olamazsınız.
Amerika Birleşik Devletlerinde
zenci ve beyaz locaları ayrıdır.
Masonluğun dil, din, ırk, sınıf,
sosyal statü demeksizin tüm in
sanlığı kucaklaması ilkesi keli
menin tam anlamıyla Türk Ma
sonluğu tarafından özümsenmiş
ve hayata geçirilmiştir.
Yemin Kürsümüzde, İncil, Tev
rat ve Kuran birlikte yer almak
tadır. Hasb el kader bir Budist
rahibi herhangi bir locamıza tek
ris olsa ve kendi kutsal kitabını
Yemin Kürsüsünde görmek iste
se, şundan hepimiz eminiz ki bu
Kardeşimizin isteğine bir tek
kardeş bile karşı çıkmayacak ve
bu dileği hemen yerine getirile
cektir çünkü bu onun en tabii
hakkıdır.
Biz Masonlara düşen en önemli
görevlerden birisi de bu dinsel
hoşgörü ve saygıyı toplumun tüm
kesimlerine yayabilmektir. Bu
da ancak eğitimle olabilir. Eği
tim sisteminde çok radikal bir
değişikliğin yapılması giderek
kaçınılmaz bir hale gelmektedir.
Dinlerin meydana geliş süreçleri
itibariyle kutsal olarak bilinen
kitaplar, ayrı ayrı süzülerek te
mel ahlâk kuralları ile örtüşen
önermeler (bunlara,
herhangi
bir ilâhî anlam
atfedilmeksizin
ve inanç sahiplerine dönük derin
bir saygı içinde olunarak) belir
lenebilir. Aynı şekilde Anadolu
İslam yorumu ve Tasavvuf da bu
çerçevede çözümlenmeye çalışı
labilir.
Böylelikle, orta eğitime dönük
olarak laik, tartışmalı bir ahlâk
öğretisi çerçevesi belirlenebilir.
Her ahvalde, okullardaki din eği
timi fen ve doğa bilimleri öğretisi
çerçevesinde öğrenilen bir dün
ya ayrı, din öğretisi çerçevesin
de öğrenilen dünya ayrı olarak
çift dünyalı bir gençliğin oluşma
sına meydan vermeyecek biçim
de, mukayeseli bir ahlâk öğreti
sine dönüştürülmelidir. Buna
karşın inananlara derin ve sami
mi bir saygı gösterilmesinde hiç
bir biçimde kusura düşülmeme
lidir.
Bu tür sistematikler geliştiril
mediği sürece dünya üzerinde
Dahiyane Ahmaklıklar Tab
loları sergilenmeye devam ede
cektir. Nedir mi bu Dahiyane
Ahmaklıklar Tablosu? Onu
oluşturan mozaiklerden herhan
gi birine bakıldığında, hemen
oracıkta, müthiş dahiyane bu
luşlar, tesisler, yapıtlar, silahlar
çıkıveriyor karşımıza. Bunları
meydana getirmek için, ulusla
rın en dâhi çocukları, nesiller bo
yu, diller bir karış dışarda, dur
madan çalışması gerekiyor. İşte
örneğin, nükleer silahlanma ya
rışında olduğu gibi, sonuçta or
taya, es kaza tetiklere bir basıla
cak olsa, karşılıklı olarak birbir
lerinin ülkelerini, dolayısıyla da
biricik Dünyamızı bir anda yüz
lerce defa yok edecek kadar çok
cephane yığmış olduklarını, sap
tayıveriyoruz. Bu, son toplamda,
inanılmaz derecede, budalaca bir
gelişme... O kadar ki, taraflar en
nihayet, silahlanmanın sonunun
olmadığını idrak ederek, bundan
sonra silahsızlanma süreçlerini
başlatma zorunluluğuna sıkışı
yorlar. Ara ara, ileri geri, balis
tik füze kalkanı, yıldız savaşları
gibi, üst delilik mekanizmaları
nın tetiklerini çekme cinnetin
den geri duramasalar da.
77
Öyle yahut böyle, sonuç değiş
miyor ; hem dahiyane, hem ap
talca.
İnsan aklı, k e n d i s i n i v a r
eden evren bilincinin sanki hâlâ
daha çok gerisinde....
KAYNAKLAR
Tanrı'nm
Kuantum
Entrance
Tarihi
Mekaniği,Madde
ve Mânâ
to the History of Religions
Muhammad, A Biography of the Prophet
Primitives and the
Supernatural
The Melanesians
The Beginnings of Religion
The Native Tribes of SouthEast Australia
The Andaman
Islands
Büyük Larousse
Ansiklopedisi
78
Karen Armstrong
Prof Dr. Tolga Yarman
Mircea Eliade
Karen Armstrong
Levy Brühl
Codrington
E. O. James
: A W. Howitt
A. P. Brown
POST MODERNITE, İNANÇ
SİSTEMLERİ VE MASONLUK
Metin HEPER
POSTMODERNITY, BELIEF SYSTEMS, A N D
FREEMASONRY
Religions emerged and developed in response to different problems and cultural
patterns that humanity displayed in different historical periods. It is possible to ar
gue that today we observe the glimmers of a transformation from the modern to the
postmodern. The postmodern emphasizes the plural, partial, relative, equal, and
different. In the postmodern, individual's creative intuition is valued. Also stressed
are personal learning and interpc?tation. Every phenomenon is considered as being
no more than the meaning attributed to it by the individual. In this new world there is
a need to hold together the social reality that with postmodernity shows a tendency
toward disintegration. There is thus a call for new forms of religious symbolism. Cer
tain versions of Judaism, Christianity, and Islam as well as Paganism, Budism, Hin
duism, Taoism, and Confucinism promises to fulfill this function. However, as com
pared to the religions and belief systems in question Freemasonry would accomp
lish the task in an even more satisfactory manner.
79
"NASIL BİR GELECEK" SORUNSALI VE
İNANÇ SİSTEMLERİ
Nasıl bir gelecek sorunsalı ve inanç sistemleri konusu önemlidir. Tan
rı ve dolayısıyla dinden insanoğlunun bekledikleri, bir dönemden öte
kine değişmiş ve dolayısıyla farklı dönemlerde değişik Tanrı kavram
laştırılmalarma ulaşılmıştır. Bunun sonucunda farklı din olguları ile
karşılaşılmıştır. Farklı din olguları, farklı toplumsal sorunlara ve de
ğişik kültürel yapılara yanıt olarak ortaya çıkmıştır.
Bazı örnekler vermek gerekirse, insanın yaşamını sürdürmesinin
hâlâ sorun olduğu Paleolitik Çağda, bereketin arttırılmasının bir zo
runluluk olduğu düşünülmüş ve zamanla geliştirilen Ana Tanrıça
kültü, kutsalı çıplak ve hamile kadın imgesi ile zihinlerde canlandır
mıştır. Bunun bazı misalleri, Eski Mısır'da İsis, Eski Yunan'da Afrodit
Tanrıçalarıdır. Türlü zahmet ve meşakkatler ile karşılaşan ve top
lumsal kimlik ve dolayısıyle bilinç kaybı tehlikesiyle karşı karşıya ge
len Musevi toplumu, hiçbir haksızlığın olmayacağı bir Tanrı devleti
arayışı içinde olmuş, köktenci bir dünya görüşünde selameti aramış ve
uzun süre, din yolu ile sülale ve İsrailoğulları gibi dar bir çerçevede ai
diyet bilincini güçlendirmeye çalışmıştır. Musevi toplumu, Eski Mı
sır'dan Çıkış'mda kendisine yardım elini uzatan Yahova'yı Filistin
Tanrılarına tercih etmiş ve Yahova'yı başka halklar ile paylaşmak is
tememiştir.
Soykırımlar ve toplumsal çatışmaların aşırı derecede arttığı bir dö
nemde gelişen Hıristiyanlık, Eski Ahit'teki yasaklara ve cezalara
ağırlık veren Şeriat düzeninden insanlığı kurtarıp, kutsal sevgi üzeri
ne bina edilmiş ve 'seçilmiş' kabile halkı yerine tüm insanları salt in
san oldukları için kapsayan bir inanç sistemi getirerek, farklı kültür
ve gelenekteki insanların barış içinde bir arada yaşamalarını sağla
maya çalışmıştır.
Kureyş Kabilesini içine düştüğü hırs ve bencillikten kurtarmak iste
yen Allah, Hz. Muhammed vasıtasıyla, adı geçen Kabilede aşkın bir
değeri, adaleti, yerleştirmeye çalışmıştır. Daha sonra, Hz. Muham
med'in Mekke'den Medine'ye Hicret'ini müteakip, Medine'de sayıları
artan ve güçlükle karınlarını doyurabilen nüfusu barış içinde bir ara
da tutabilmek için Müslümanlık, temelde merhametkar ve affedici ol
masına karşın bazı sert yaptırımlar da içermiştir.
insanoğlu bugün nasıl bir evrim geçirmektedir? Bu durumun sonucu
olarak hangi temel sorunsal ile karşı karşıyadır? Dolayısıyla nasıl bir
80
dini inanç özlemi içindedir? İnsanoğlunun, bugün modern çağdan
postmodern çağa çevrilmeye başladığı ileri sürülebilir. Eğer bu göz
lem doğru ise, postmodern çağ, modern çağa göre insanoğluna nasıl
bir dünya vaad etmektedir?
Postmodern çağ, evrensel akılcılığı sorgulamaktadır. Modern çağın
temel niteliği olan evrensel akılcılık, nesnel bilgiyi temel almıştır.
Nesnel bilgi, öznel algılamaları dışlar. Bu yaklaşımda, bireyin olgula
rı kendine göre algılaması ve bu yoldan gerçeği yakalamaya çalışması
kabul edilmez. Postmodernistlere göre, bu durumun sonucu, bireyin
yaratıcı ve özgür potansiyelinin önemsenmemesi, bağımsız ve seçici
hareket edebilecek olan bireye bu hakkın tanmmamasıdır. Bireyi bir
araç olarak değil bir amaç olarak gören postmodernistler ise, tek,
evrensel ve mutlak gerçekliğin yerine çoğul, tikel (kısmi) ve göreli ger
çekliğin önemini vurgulamaktadırlar. Hiyerarşinin yerine eşitliği,
bütüncül düzenlemelerin yerine bireyci düzenlemeleri ve araçsal akıl
cılaştırma yerine amaçsal akılcılaştırmayı önermektedirler. Postmo
dernistler için, bireyin yaratıcı sezgisi çok önemlidir. Bu nedenden do
layı, postmodernistler örneğin devletçi ekonomi politikası yerine ser
best piyasa ekonomisini savunmaktadırlar. Serbest piyasa ekonomi
sinin, kimsenin egemen olmadığı, hiçbir ekonomik ve sosyal gücün
kontrol altına alınmadığı, bireye özgürlük verilen, firsat yaratan ve gi
derek onun yaratıcı yeteneklerinin önünü açan bir ekonomi olduğunu
düşünmektedirler.
Tek, evrensel ve mutlak gerçek olgusuna karşı çıkan postmodernist
ler, büyük anlatılara karşı da olumsuz bir tavır takınmaktadırlar.
Postmodernistler, kişisel anlamayı, öğrenmeyi ve yorumlamayı top
lumsal anlatılmaya, öğretilmeye ve tebliğ'e tercih etmektedirler. Üze
rinde görüş birliği teşekkül etmiş şeyin, değişik biçimlerde okunma
sından vanadırlar. Onlara göre, her şey son kertede yeniden değişik
biçimde youmlanacak olan bir metindir. Bu metinlerde anlatılan top
lum, kültür, siyasal hayat veya herhangi bir başka şey, aslında nesnel
olarak algılanan bir olgular bütünü olmayıp onlara yüklenen anlam
lardır. Yapılması gereken, değişik bireysel okumalar yoluyla o an
lamları öznel düzeyde yeniden yorumlamak ve böylece öznel gerçekle
re varmaktır.
Modernistler, benzerliği yaygınlaştırmaya çalışmışlardı. Postmoder
nistler farklılığı evrensel bir olgu durumuna getirmeye çaba sarfet
m e k t e d i r l e r . B u n u gerçekleştirmeye çalışırlarken, farklılıklara eşit
81
değerler yüklemektedirler. Postmodernistlere göre, tüm öznel an
lamlar aynı derecede saygıdeğerdir. Kimsenin başkasına kendi öznel
yorumunu empoze etmeye hakkı yoktur.
Tahmin edileceği üzere, bu adeta atomlaşmış öznelcilik önerisinin al
tında yatan sınırsız özgürlük düşüncesi, toplum üyelerinin bir kaosa
düşmeden yaşamasını sağlayamaz. Toplumun selameti açısından, di
ğer bireylere kendi öznel okumalarından ödün vermemekle beraber,
diğer bireyleri de düşünerek ve bir bütünün parçaları olduğunu unut
mayarak davranan bireylere ihtiyaç bulunmaktadır. Diğer bir deyiş
le, özgürlüğün toplumsal sorumluluk ile dengelenmesi gerekmekte
dir.
Ancak, "Benden başkaları da var ve onlar da en az benim kadar saygı
değerdirler" düşüncesinin yaygın bir anlayış olacağı postmodern
dünyada, toplum düzeninin idame ettirilmesi için dahi olsa, "sorumlu
luğun kontrolunda özgürlük" fikrinin bireylere yukarıdan aşağıya
empoze edilmesi kabul edilemez. Düzenin Kaosa dönüşmesinin ön
lenmesi için mümkün olan, bireylerin kendi katkılarının sentezi ola
rak ortaya çıkacak bir erdemler demetini, yine kendi öz iradeleri ile iç
selleştirmeleridir. Diğer bir deyişle, sözkonusu erdemler demetini,
kendiliklerinden değer ve tutumlar sistemlerinin temel boyutu hali
ne getirmeleridir.
Bu sorunsal ile ilgili olarak postmodernistler, parçalanan sosyal ger
çekliğin onarılması için dinsel sembolizmanm yenilenmesi çağrısında
bulunmaya başlamışlardır. Bu makul bir çağrıdır. Dinler topluma
etik değerler sunarlar ve dolayısıyla toplumsal düzene katkıda bulu
nurlar. Din, aynen devlet gibi, haklar, sorumluluklar ve görevler tesis
eder. Ancak, yukarıda bahsedildiği gibi, postmodern çağda, inanç ol
gusunun ağır bastığı din olgusu ile özgür ve öznel yorum yoluyla varıl
mış bir yaşam özleminin ve biçiminin bağdaştırılması gerekmektedir.
Postmodern çağda, heteronomi olarak adlandırılan, kişinin kendisi
nin özgür ve öznel yorumlarından bağımsız olarak formüle edilmiş din
buyruklarına gözü kapalı itaat etmesi genelde beklenemez. Otonomi
olarak isimlendirilen, kişinin kendisinin özgür ve öznel yorumlarının
dışında hiçbir normatif sistem ile temasta olmaması ise onu bir boşlu
ğa sürükleyecektir ve bu durum düzeni kaos a dönüştürecektir. Bu
durumun sonucu olarak, postmodern dünyada teonomi, yani bireyin
özgür ve öznel yorumları ile dinin sunduğu normatif değerlerin örtüş
mesi optimal çözüm olacaktır.
82
Eğer postmodern dünyada yaygın bireydin ilişkisinin teonomi olma
sı gerekiyor ise, halihazır inanç sistemleri ne ölçüde bu tür bir birey
din ilişkisine açıktırlar? Postmodern çağın bireyde yaratacağı özlem
leri mevcut inanç sistemleri karşılayabilir mi? Şimdi, önce semavi ol
mayan dinlere ve inanç sistemlerine kısaca değinerek sonra semavi
dinleri daha ayrıntılı olarak ele alarak bu soruyu cevaplandırmak isti
yorum.
Bu çalışma da, dinler ve inanç sistemleri panoraması, değinilen inanç
sistemleri ile sınırlı tutulmuştur. Görünür gelecekte de büyük kitlele
rin, etik değerleri söz konusu dinler ve inanç sistemlerinde aramaya
devam edecekleri tahmin edilmektedir. Böylece bir taraftan, pagan
inanç dünyasını, diğer taraftan Yeni Çağ, Yeni Düşünce Hareketi, Te
osofi, Antrosofi, Mormon İnanç Sistemi, Bilimcilik, Satanizm gibi gö
reli olarak çok az sayıda taraftarı olan ve muhtemelen ileride de olacak
yeni yenilikçi dinleri ve inanç sistemleri bu çalışmamn dışında bırakıl
mıştır.
SEMAVÎ OLMAYAN DİNLER VE İNANÇ SİSTEMLERİ
Paganizmin yaygın olduğu dönemlerde birey, Tanrısı karşısında
güçsüz idi. BireyTanrı ilişkisi, tüm tarih dönemlerinde böyle algı
lanmamıştır. Bireyin Tanrı karşısında daha güçlü olduğu düşüncesi
nin en etraflı irdelemelerine özellikle Eksen Çağının (İ.Ö. 800200) fi
lozoflarında rastlanır. Örneğin Eflatun, ruhun, aslından uzaklaşmış,
bedene hapsolmuş ve çökmüş Tanrısallık olduğu savını ortaya atmış
tır. Pisagor, bu ruhun canlandırılabileceğini düşünerek, ruhun ritüe
lik arınma yoluyla özgürleşebileceğini ileri sürmüştür. Aristo'ya göre
ise, ruhu canlandırılan insan, Tanrısal aklı da içeren bir küçük evren
dir.
Kökleri Eksen Çağından çok daha öncelere giden Hinduizm ve orijin
leri Eksen Çağı ile örtüşen Budizm, Taoculuk ve Konfüsyüsçülük, ben
zer anlayıştan hareketle bireyin özgür ve öznel yorumuna kapıyı ara
lamışlardır. Hinduizm, herhangi bir öğretiyi bireye empoze etmekten
kaçınmış ve hatta tek bir yorumun yeterli olmayacağını ileri sürmüş
tür. Hinduizm'e göre, her bireyin içinde bir ebedi ilkeAtmanbulu
nur. Atman, Tanrının dışsal bir gerçeklik ve dolayısıyla bir kaygı ve
endişe kaynağına dönüşmesini önler. Böylece, Tanrı evrenden ayrı bir
varlık olarak tahayyül edilmez. Birey kendi yaşamsal deneyimi
anubharaile Tanrı'yı hisseder. Hinduizme atfedilen bir ifade ile,
83
'[Tanrı], sözcüklerle dile getirilemeyen ancak sözcüklerin dile geldiği,
zihinle düşünülemeyen ancak zihnin düşünebildiğidir'. Böylece, kişi
nin yazgısını kendisinin belirlediği anlayışını ifade eden karma dü
şüncesine ulaşılır. Karma düşüncesi, zihnin güçlerini kontrol almayı
gerektirir. Bu da, diğer aktiviteler meyanmda, özel bir konsantrasyo
nu gerektiren yoga ile gerçekleştirilmeye çalışılır.
"Dua ederim ki düşünce iyi düşünülsün" diyen Zerdüşt'ün dini ile
Hinduizm arasında bu açıdan önemli bir benzerlik bulunmaktadır.
Zerdüşt dininde de "aklın Tanrısallığından" söz edilmiştir.
Budizm'de Tanrı imajı, dışsal bir gerçeklik olarak mevcuttur. Ancak
birey, kendi yolunu kendi çizecektir. Nitekim Buda, yolunu takip
edenlerin, kendilerini Tanrıya sığınma duygusundan kurtarmalarını
istemiştir. Budizm, uyanma ve aydınlanma sonucu ulaşılan gerçekle
rin başkalarına birer dogma olarak sunulmasına karşı çıkar. Bu
dizm'de birey, uyanma ve aydınlanma yöntemini öğrenecek, kendi ça
bası ile gerçekleri kendisi bulacak ve kendi yaşantısında onları sma
yacaktır. Buda, Buda'lık yolunu herkese açık tutmuştur. Bireye, kur
tuluşunu sağlamak için kendi dışında bir güç aramaması telkin edil
miş, birey yaptıklarının sorumluluğu ile başbaşa bırakılmıştır.
Zerdüşt dini, bu noktada da Budizm ile örtüşmektedir. Zerdüşt, "İn
san, iyi ve kötüyü seçebilmek için serbest iradeye sahip olarak yaratıl
mıştır" demiştir. Zerdüşt dininde, iyilik Tanrısı ile Kötülük Tanrısı
savaş halindedirler. Bu savaştan, İyilik Tanrısı galip çıkacaktır. An
cak bu zaferin kazanılabilmesi için, hür iradeye sahip olarak yaratıl
mış olan insan iyilik Tanrısına yardımcı olacaktır.
Taoizm de serbest iradenin önemini vurgulamıştır. Taoizm'de de, bi
rey'e gerçeğin ne olduğu empoze edilmez. Tao felsefesindeki bir özde
yişle, "Tao yol gösterici olabilir ama yol tek değildir". Taoizm'de birey,
kendi iç dünyasından aldığı ilham ile gerçeğe ulaşacaktır. Bu husus
Tao'cu düşünür Chang Tzu tarafından şöyle ifade edilmiştir:
"Tao'nun yolunda yürüyen birey, anlamaktan ziyade yorumlamakla
görevlidir". Lao Tse'nin yazdığı TaoTeChing adlı Taoizm'in temel
kitabında, basit kelimeler kullanılmış, cümleler çok kısa yazılmıştır.
Maksat, değişik yorumları mümkün kılmaktır. Nitekim pek çok Batılı
ve Çinli filozof Taoizm üzerine çok değişik yorumlar yapmışlardır. Ta
oizm ayrıca, gerçeği aramada önyargılardan ve dogmatik yaklaşım
lardan uzak durulmasını istemektedir. Şöyle denmektedir bu husus
ta: 'Tutkusu olmayan gizliyi görür; tutkusu olan görüleni görür".
84
Konfüçyüs de öğretisinde, Tanrıya tüm alemi meydana getirme ve yö
netme işlevi yüklememiştir. Konfüsyüs un taraftarı olduğu Çin
düşüncesine göre, evreni Tanrı yaratmamıştır; evren kendi kendini
yaratmıştır. Aynı düşünceye paralel olarak, birey de kendi gerçeğini
kendisi öğrenecektir. Konfüçyüs, "Kişi bir çok değerli ilkeler öğrenmiş
olabilir, fakat bu öğrendiği ilkeler onun kişiliğinin geliştiğini gös
termez" demiştir. Konfüçyüs ayrıca, kişinin kendi gerçeğini kendisi
nin öğrenmesi durumunda o gerçeği içselleştireceğine işaret etmiştir.
Şöyle demiştir Konfüçyüs: "Bir kimse ödül almak için iyi oluyorsa ya
da kötülükten korku ve ceza nedeni ile sakınıyorsa bu erdem değil
dir".
Serbest iradeye sahip oları birey'in en uç noktada ne yapabileceğini
Şintoizm ifade etmiştir. Şintoizm'e göre, Şintoist olan kişi aynı za
manda başka dinlere de mensup olabilir.
Özetlemek gerekirse, semavî olmayan dinlerin ve ahlâk öğretilerinin,
postmodern çağın özgür ve öznel yorum peşinde koşan bireylerinin ih
tiyacını karşılayabileceği ve aynı zamanda düzenin sürdürülmesine
katkı sağlayabileceği ve bu nedenden dolayı postmodern çağın birey
lerinin semavi olmayan dinlere ve inanç sistemlerine meyledebilecek
leri düşünülebilir. Nitekim, zaman zaman, Batı dünyasının iyi bilinen
şahsiyetleri Buda yahut Tao yolunu denemektedirler. Bu husus bizi
şu soruya getirmiş olmaktadır: Semavî dinler de, postmodern çağda
semavî olmayan dinler ve inanç sistemleri gibi işlevsel olamazlar mı?
Şimdi bu konu ele alınacaktır.
ÜÇ SEMAVÎ DİN:
MUSEVİLİKHIRİSTİYANLIKMÜSLÜMANLIK
Semavî dinlerde bireyTann ilişkisinin üç şekil aldığı söylenebilir. Bi
rincisinde, Tanrı bireye dışsal bir konumdadır. Tanrı bireyi yaratmış
tır. Bireye kesinlikle uyması gereken emirler verir. Bireyin, dinini na
sıl yaşayacağı konusunda bir takdir hakkı yoktur. Çünkü birey, Tanrı
nazarında zayıf bir varlıktır; iyiyi kötüden ayıramaz. Birey bakımın
dan Tanrı da korkulan bir varlıktır. Yukarıda kullanılan heteronomi
sözcüğü bu durumu en iyi ifade eden deyimdir. İkincisinde, Tanrı yine
dışsal bir konumdadır. Tanrı yine bireyi yaratmıştır. Ancak Tanrının
birey hakkındaki düşünceleri olumludur. Bireyin, iyiyi kötüden ayı
rabileceğini düşünür. Kendisine özgün nitelikler kazanabileceğini dü
85
şünür. Ona, dinini nasıl yaşayacağı konusunda takdir hakkı tanır. Bi
rey de Tanrısından korkmaz; bilakis O'nu sever. Bu durumu en iyi ifa
de eden deyim pananteizmdir. Üçüncüsü, bireyTanrı birliğidir. Tan
rı bireye içsel bir konumdadır. Tanrı bireyi yaratmamıştır. Birlikte
meydana gelmişlerdir. Birey, Tanrı'dan ayrılan bir parçadır. Binae
naleyh daha baştan Tanrısal bir varlıktır. Birey daha da yetkinleşe
cek, Tanrı ya dönecek ve Tanrının daha da yetkinleşmesini sağlaya
caktır. Diğer bir deyişle birey Tanrıya yaratma sürecinde ortak ola
caktır. Yetkin bireyin her konuda Tanrı kadar takdir hakkı buluna
caktır. Bu durumu en iyi ifade eden deyim panteizm'dir.
Şimdi, semavî dinleri inceleyerek bu dinlerde bireyTanrı ilişkisinin
pananteist ve/veya panteist biçimler alıp almadığı, binaenaleyh bu
dinlerin saliklerinin dinlerini nasıl yaşama hakkına sahip olup olma
dıkları ve dolayısıyla bu dinlere mensup bireylerin kendi kimliklerini
ve hayat tarzlarını kendilerinin tayin etme hakkı ile donanıp donan
madıkları konularında fikir sahibi olabiliriz.
MUSEVİLİK
Museviliğin geniş kitlelere sunulduğu ilk biçiminde, insanın Tanrısı
ile ilişkisi heteronomik anlayışla ele alınmıştır. Eski Ahide göre, Tan
rı Yahova, insanı çamurdan şekillendirmiştir. Binaenaleyh insan,
dünyevi, dayanıksız ve zayıf bir varlıktır. Tanrı, Sina Dağında Hz.
Musa'ya bir volkanik patlamanın arkasından bir an için görünmüş ve
Israiloğularc ondan uzak durmak zorunda kalmışlardır. Hz. Musa'nın
tebliğ ettiği 10 Emir" den üçüncüsü, "Allahın Rabbin ismini boş yere
ağza almayacaksın; çünkü Rab ismini boş yere ağza alanı suçsuz tut
mayacaktır" (Çıkış, 20/7; Tesniye, 5/11) hükmünü getirmiştir. Muse
vi Tanrıbilimcilerden Musa bin Meymun'un kaleme aldığı dinsel ku
rallara göre de, Tanrı asla temsil edilemez. Söz konusu dinsel kural
lar, yukarıdan aşağıya indirilmiştir. Musevi Tanrıbilimine göre, Hz.
Musa tek başına yukarı çıkmıştır ve orada kendisine Kanun Tabletleri
verilmiştir. Musevi Tanrısına inananlar bu Emirlere sorgusuz sualsiz
uyacaklardır. Hz. Musa, toplumsal düzen kurucusu olarak toplum
üzerinde kesin otoriteye sahiptir.
Musevilik ile ilgili, panteistpananteist karışımı bir anlayış da bulun
maktadır. Bu görüşe göre, evvelce, Antik Mısır'da Osiris Mabedi Kut
sal Katibi olan Hz. Musa, yazılarında sadece inisiyeler tarafından an
laşılabilecek ve Ibraniler tarafından bilinmeyen hiyeroglif alfabesini
86
kullanmıştır. Bu durumun sonucu olarak, Hz. Musa'dan 800 yıl sonra
yaşayan Kalde'li Baş Rahip Ezra, Hz. Musa tarafından İbranilere an
latılanların aksine varoluşu değişik yorumlamış ve Tanrının tüm ale
min yaratıcısı olduğu tezini savunmuştur. Bunun sonucu olarak Tan
rı, kişiye uzak, dışsal bir gerçeklik olarak algılanmıştır.
İkinci Mabed'in yıkılması ve yaşanan yeni bir sürgün felakatinden
sonra ise Museviler, dünyevi hayatın acımasızlığını daha yakından
hissetmişler ve kendi aralarında kendileriyle birlikte yaşayan bir
Tanrının arayışı içinde olmuşlardırlar. Müşfik bir Tanrı tarafından
sarmalanmak istemişlerdir. Bunu sonucu olarak, önce Tannaim adlı
Hahamlar grubu daha sonra Amoraim adlı Hahamlar grubu, Tanrı
hakkında hiçbir formel öğreti oluşturmamışlardır. Sina Dağının etek
lerinde dolaşan her İsrailoğlunun, Tanrı'yı kendi ihtiyaçlarını karşı
layacak, kendi özgül tarzına uygun düşecek tarzda algılayabileceğini
ileri sürmüşlerdir.
Giderek, Hahamların Tanrı için sıkça kullandıkları isimlerden birisi,
İbranice'de ikamet etmek anlamına gelen şakan 'dan türetilmiş olan
şekina olmuştur. Hahamlar artık, Tanrı'yı kendilerinin her hareketi
ni yukarıdan izleyen bir Büyük Birader olarak düşünmemekte, bunu
yerine her insanın içine bir Tanrı düşüncesi yerleştirmeye çalışmakta
idiler. Artık, şeriat, İsrail kavminin yüreklerinde olacaktı (İşaya,
51/7).
Bu Hahamlara göre, bir insana hakaret etmek, insanları kendi sure
tinde yaratmış olan Tanrı'yı inkar etmek anlamına geliyordu. Bu ne
denden dolayı, cinayet, en büyük suç ve günahtı. Artık İsrail kavmi ile
İsrail Tanrı'sı arasında aktedilmiş olan Ahit farklı bir şekil alıyordu.
"Yüreğin düşünceleri insanındır" hükmü getiriliyordu (Süleymanm
Meselleri, 16/1). Böylece Musevilik, giderek pananteist bir biçim al
mıştı.
Nitekim Eski Ahit, tüm yaratılanlar arasında arasında yalmzca insa
nı, Tanrının imajında yaratılmış bir nesne olarak tanımlamaktadır.
Ve Tanrının, insanın bu hususu kavramasına izin verdiğini belirt
mektedir. Şimdi, "İri yürekli adamlar Rabbe mekruhturlar; fakat yol
larında kâmil olanlardan razı" olmalı idi Rab. (Süleymanm Meselle
ri, 11/20). Şimdi Rab salt emir vermemekte, "basiret ve akıl" vermekte
idi (I. Tarihler, 22/12).
İnsanın Tanrının imajında yaratılması iki anlama gelmektedir. Biri,
Tanrının davranışları ile ilgilidir. Hahamlar, Tanrının bazı davra
87
nışlarmınörneğın kızgınlık ile, öç alma saikiyle veya kıskançlık için
de yapılan davranışlarmminsanlar tarafından taklit edilme zorunlu
ğu olmadığını belirtmişlerdir. İkincisi, Tanrının niteliği ile ilgilidir.
İnsan, Tanrının hangi niteliklerinin kendinde de bulunması gerekti
ği konusunda kafa yormalıdır. Örneğin, insan, Tanrının hayatında
kaderin rol oynadığına inanmalı ve binaenaleyh kendi hayatının da
son kertede kadere bağlı olduğu düşünmeli midir? Bu soruya verilen
cevap şudur: İnsan, Tanrı gibi yaratıcı olabilir. Tanrı ve insanın pay
laştığı niteliklerden biri de akıldır. Akıl, iyiyi kötüden ayırmayı müm
kün kılar. Tanrı insana ayrıca tahayyül etme kabiliyeti vermiştir. (I.
Krallar, 3/14, 28; II. Tarihler, 1/12). Bu nedenden dolayı insan, ortak
yaratıcı rolü oynamalı ve Tanrının büyük sanat eseri olan insanı ta
mamlamalıdır. İnsan, sadece Tanrının eserini değil kelamını da ta
mamlamalıdır. İnsan, Tanrıyı sadece taklit etmekle kalmamalı,
Tanrı gibi olmalıdır. İnsan imitatio Dei aşamasından imago Dei aşa
masına geçmelidir. O aşamada, şu hükümler geçerli olacaktır: "Ne
mutludur o adam ki, ... gece gündüz [Rabbınının] şeriatini derin dü
şünür" (Mezmur 1); "insan yüze bakar, Rab yüreğe bakar"{1. Samuel,
16/8).
Musevilikte, Hz. Musa'nın öğretisini yorumlayan Essener'lerin eseri
olan ve Tevrat'ın ezoterik versiyonunu teşkil eden Kabala taraftarları
ise, Museviliği Panteist bir görüşle yorumlamışlardır. Tevrat, Tan
rı'nm tüm alemin yaratıcısı olduğunu ve binaenaleyh YaratanYa
ratılan ikiliğini savunurken Kabalacı öğretinin iki önemli kaynak ki
tabı aksi görüşü serdetmişlerdir. Bu kitaplardan SeferhaYetsrah,
evrenin tanrısal varlıktan sudur ettiğini, halen onu içinde yüzdüğünü
ve ona döneceğini, SeferhaZoher ise, insan ruhunun Tanrı'mn bir
parçası olduğunu ve tekamül ederek yine O'na döneceğini ifade etmiş
tir.
Kendilerini, mistik metinlerdeki meseleleri yorumlama sanatına ada
yan Kabalistler, bekleneceği gibi, Tanrının kelamını muhtelif şekil
lerde algılamışlardır. İlk Musevi mistik metinlerinin en önemlisi, be
şinci yüzyılda yazılmış olan Sefer Yezirah'dır. Sefer Yazirah ve benze
ri mistik metinlerdeki açıklamalar tamamen simgeseldir. İbrani alfa
besinin her harfine bir rakam değeri verilmiştir. Harfler bir araya ge
tirilerek sonsuz bileşimler yapılabilirdi. Bu durum, metni okuyanın
zihninde Tanrının ve kelamının sonsuz imgelemlerini (imajları) oluş
turabilirdi. Burada, en etkili Kabalacı metin olan Zohardan da bah
setmek gerekir. Bu mistik romanının yazarı Leon'lu Musa, okuyucuya
88
Tanrının her kişiye tekil ve kişisel vahiyde bulunduğu mesajını ver
mektedir.
HIRİSTİYANLIK
Hz. İsa, Hz. Musa'nın öğretisinin Ezoterik yönünü bünyesinde barın
dıran Essener'ler arasında dünyaya geldi. Hz. İsa daha sonra, Tibet'e
gitti ve orada Naacal ezoterizmini öğrendi. Tibet'ten dönüşünde ken
disini 'Tanrını Oğlu ilan etti.
İsa Peygamberin iki tür öğretisi vardı. Bunlardan birincisi halka açık
olanı, diğeri ise sadece havarilerine aktardığı gizli öğreti idi. Halka
açık öğreti, sevgi esasına dayanan ahlaki içerikli bir öğreti idi. Örne
ğin, Hz. İsa halka şöyle sesleniyordu: "Kardeşinin gözündeki saman
çöpünü görürsün de kendi gözündeki merteği görmezsin. Oysa kendi
gözündeki merteği çıkartınca, kardeşini, gözündeki saman çöpünden
kurtarmak için daha iyi görürsün. Kardeşini, gözünün bebeği gibi
sev." (Luka, 7/4142). Havarilerine mesajı ise ezoterik nitelikte idi.
Havarilerine şöyle diyordu: "Allah'ın melekutunun sırları size veril
miştir; fakat dışarıda olanlara herşey meseller ile oluyor; ta ki bakan
lar bakıp görmesinler ve işitenler işitip anlamasınlar" (Markos, 4/11
12).
Hz. İsa arkasında yazılı bir kitap bırakmamıştır. Dolayısıyla, Hz.
İsa'nın halka dönük, basite indirgenmiş öğretisi zamanla aslından çok
şey yitirmiş, bünyesine bir çok hurafe girmiştir. Bu Hıristiyanlığın he
teronomik biçimidir.
II. yüzyılın sonundan itibaren, kendilerini din ve partiler üstü bir ko
numa yerleştiren ve tüm düşüncelerin içsel anlamlarını araştıran
Gnostikler, Hıristiyanlığın tekrar ezoterizme dönüşünü sağlamışlar
dır. Nitekim III. yüzyılın başlarında, Hıristiyanlığa taraftar toplama
yöntemi ezoterik boyut kazanmıştır. Bu yıllarda, her potansiyel üye
başlangıçta Harici kabul ediliyordu. Rahipler, aday üzerinde karar
kılmadan önce davranışlarını ciddi şekilde incelerlerdi. Sadece, ma
nevi yönü gelişmiş seçkin kişiler Hıristiyanlığa kabul edilmeye çalışı
lırdı. Pavlus, "Bir bedende çok azamız olup bütün azanın işi aynı ol
madığı gibi böylece biz çok olup Mesih'te bir bedeniz ve her birimiz di
ğerlerinin azasıyız. Ve bize verilen inayete göre farklı mevhibelerimiz
vardır" (Romalılara, 12/46.) diyor ve ekliyordu: "Mesihin kendi bede
ni olan kilise uğrundaki sıkıntılarından eksik olanları tarafımdan,
bedenimden tamamlıyorum" (Koloselilere, 1/24). Pavlus, ayni şekilde
89
henüz "cismani olmayanları kadir" bulmuyordu (I. Korintoslulara,
3/23) ve "Her şeyi temyiz edin, iyi olanı sıkı tutun" (I. Selaniklilere,
5/21) diyordu. Birlikte yenen kutsal yemekte, Hıristiyanların hem
birbirleri ile hem de Tanrı ile yakın ilişkiler kurdukları düşünülürdü.
Birbirleri ile kurdukları yakın ilişkilerden amaç, Tanrıya ulaşmak
amacını taşırdı. Antakyalı İsak Efeslilere, "Eğer bir kimse Allahın
mabedini bozarsa, Allah onu bozacaktır; çünkü Allah'ın mabedi mu
kaddestir; o mabet sizsiniz" (I. Korintoslulara, 3/17) demişti. Aynı çiz
gide Pavlus eklemişti: "Eğer bir uzuv elem çekerse, bütün aza beraber
elem çeker; eğer bir uzuv şeref bulursa, bütün aza beraber sevinirler.
İmdi siz Mesih'in bedeni, ve ayrı ayrı azasısınız" (I. Korintoslulara,
12/2627).
Hıristiyanlıkta, panteizm ile panenteizm içice geçmiş durumdadır.
Hıristiyanların, hem birbirleri ile hem de Tanrı ile temasta bulunduk
ları düşüncesi, Hakikate göksel vahiy [Pananteizm] artı içsel uyan
ma [Panteizm] ile varılacağı varsayımının sonucudur: "İmdi nedir,
kardeşler? Toplandığınız zaman her birinin mezmuru var, talimi var,
vahyi var, tercümesi var" (I. Korintoslulara, 15/26). Hıristiyanlığın
BabaOğulKutsal Ruh Üçlemesi bu varsayımla ilintilidir. Kutsal
Ruh, Babanın soluğudur; Onun Tanrısal Söz'üne eşlik edertıpkı ne
fesin insanın konuşmasına eşlik etmesi gibi: "Biz dünyanın ruhunu
değil, ancak Allah'tan olan ruhu aldık" (I. Korintoslulara, 2/910.
Kutsal Ruh, Tanrının özü olan sevgi yüklüdür. Baha'sından sudur et
miş olan Oğul (Hz. İsa) yetkinleştikçe [Panteizm], Kutsal Ruh O'nun
için yerleşir [Pananteizm]: "Beni Babam gönderdi, ben dünyanın ru
huyum (Yuhanna, 8/12, 16). Tamamen yetkinleşen Hz. İsa ['Ben ve
Baba biriz" (Yuhanna, 10/30); "Babamın bende, benim de Babamda
olduğumu bilip anlayasınız (Yuhanna, 10/38)], Baha'sına döner, yani
Tanrı katında Baba'sımn yanında yerini alır. Hz. İsa, Tanrının kendi
sini insanda tümüyle ifade etmesinin bir örneği, yani Mesih, olmuştur
artık. Hıristiyanlıkta Vaftiz Töreni, aynı süreci temsil eder. Bu tören
de su, negatif enerjiden arınmayı, ekmek, içsel potansiyelin harekete
geçmesini, şarap ise ilâhi kelam ile irtibat kurmayı sağlar "Yıkandı
nız, takdis olundunuz. Rab İsa Mesih'in isminde ve Allah'ımızın
Ruh'unda salih kılındınız (I. Korintoslulara, 6/11). Geçerken belirte
lim ki, birçok Müslüman tasavvuf erbabı da, Hz. İsa'ya, "batini yaşa
mın peygamberi" olarak saygı duymuşlardır. Örneğin Mevlana, İsa
Peygamberin, Bakire Meryem'den doğuşunu, ruhun mistiğin kalbin
de yer etmesinin simgesi olarak" görmüştür.
90
Hz. İsa'da çeşitli sözleri ile bu yetkinleşme sürecine değinmiştir.
"Göklerin melekutu sizin içinizdedir" (Luka, 6/40) diyen İsa Peygam
ber herkesin içsel uyanma yeteneğine sahip olduğunu ifade etmiştir.
İsa Peygamber, "Sen ey kör Ferisi, önce bardağın ve çanağın içini te
mizle ki dışı da temiz olsun" (Matta, 23/26) ve Pavlus, "Eski mayayı
kaldırın, ta ki mayasız olduğunuz gibi, yeni hamur olasınız" (I. Korin
toslulara, 5/7) ikazları ile dışsal itaatten içsel uyanmaya dönmek ge
rektiği hususu üzerinde durmuşlardır. Bunu neden önemli olduğu hu
susuna şu şekilde açıklık getirilmiştir: "Bedenin düşüncesi ölüm, fa
kat Ruh'un düşüncesi hayat ve selamettir.... Eğer Allah'ın Ruh'u sizde
duruyorsa, siz bedende değil, fakat Ruh'tasınız.... Bir kimsede Me
sih'in Ruh'u yoksa o adam Mesih'in değildir. Eğer Mesih sizde ise, be
den günahtan dolayı ölüdür, fakat ruh salâhtan dolayı hayattır. Al
lah'ın Ruhu ile sevkedilenlerin hepsi Allahın oğullarıdır" (Romalıla
ra, 8/6, 9, 10, 14). Bu süreç birkaç hayat alacaktır: "Bir kimse yeniden
doğmadıkça Allahın melekutunu göremez" (Yuhanna, 3/3). Ancak
'arayan bulacaktır' (Matta, 7/7).
Hıristiyanlık da, kendi Cennetlerini kendileri yapacak olan inanan
larına doğal olarak takdir hakkı tanımıştır. Hıristiyanlık'ta, İsa Pey
gamber dahil, Tanrı'dan sudur eden ve dolayısıyla tanrısal nitelikler
veya hiç değilse potansiyel taşıyan insanlardan hiçbiri diğerine üstün
değildi. Hepsi eşitti. Nitekim, İsa Peygamber Havarilerinin ayakları
nı yıkamıştı (Yuhanna, 13/5). O bunu, o diğer varlıkların ÖZ'üne duy
duğu saygıdan ötürü yapmıştı. Martin Luther'in (14851546), Roma
Kilisesini protesto etmesi ile beraber ortaya çıkan ve Tanrı ile inanan
arasında aracılığı reddeden, her inanan Hıristiyanm rahibinin bizzat
kendisi olduğunu ileri süren Protestanlık, cüzi iradeyi Hıristiyanlık
ta kurumlaştıran bir reform hareketi oldu. Luther'e göre, en üst dini
otorite Kutsal Kitap idi ve her Hıristiyan onu kendisi yorumlayabilir
di.
Protestanlığın ana kolu olan Kalvin'ci görüşte de, insanın günahların
dan arınmasının iman yolu ile sağlanabileceği ve bunun için tek reh
berin Kitabı Mukaddes olduğu görüşü hakimdi. Ancak Kalvin'ci teo
lojide, bu dünya Tanrının düzenlediği bir düzendi ve insanların bunu
değiştirmeleri mümkün değildi. Kalvin'ci Tanrı Bilimine göre, insan
ların kendi iradeleri ile Kurtuluşa ermelerine imkan yoktu. Kurtula
bilecek olanlar, Tanrı tarafından seçilmiş bir azınlık olup bunlar
"alınyazıları" öyle yazılmış Hıristiyanlardı.
91
Kalvin'cilik bir süre, bütün Protestanlığa sirayet eden bir dogmatik
yaklaşım niteliği kazandı. Onsekizinci yüzyılda, kişisel ahlâkı inan
cın temel öğesi sayan dindarlık (pietism) ve aydmlanmacı rasyona
lizmin gelişmesi ile Protestanlık tekrar liberal özüne avdet etti ve ki
şiye özel (privatized) bir din oldu. Protestanlığın kazandığı bu liberal
karakter, dinsel sembol, anlam ve tutumları özel hayat ile ilintilendir
di. Kişi diğer alanlarda da, kişisel dininin gereklerine göre hareket
edebilme serbestisi kazandı.
MÜSLÜMANLIK
Musevilik ve Hıristiyanlık gibi İslam dini de, Hz. Muhammed'in ölü
münden sonra bir yozlaşma dönemine girmiş ve giderek büyük ölçüde
Kur'an dini olmaktan çıkmıştır. ArapEmevi müdahalesi ve daha son
ra ortaya çıkan yüzlerce mezhep, İslam dinini çok çeşitli yönlere çek
mişlerdir.
İslâmm yozlaşması, dinde (1) hurafenin (tabiat kanunlarına, bilime,
akla, vahyin verilerine ters düşen inançların) ortaya çıkması, (2)
bid'at'm ( K u r a n d a olanı gözardı etmenin ve K u r a n d a olmayana iti
bar etmenin) yayılması, (3) Allah'ın rızası ve saygınlığının yerine siya
sal hırs ve çıkarın ikame edilmesi ve (4) Rableştirme (Allah'a ortaklar
getirme) biçimlerinde ortaya çıkmıştır.
Konumuz bakımından özellikle önemli olan Rableştirmedir, çünkü bi
rey ile Tanrısı arasına mesafe konulur; bireyin, İslamı kendi anlayışı
na uygun olarak yaşaması engellenir. Bu K u r a n İslâmma aykırıdır,
çünkü Tanrıya ortaklığa soyunanlar (mezhep imamları, tarikat lider
leri, bazı siyasal şefler ve benzerleri), İslâmm, "La ilahe illallah" (Al
lahtan başka ilah yoktur) Kelimei Tevhidini gözardı ederler ve dinin
sadece onların dediklerinden ve yazdıklarından ibaret olduğunu ileri
sürerler. Böylece, diğer inananların kendi öznel din anlayışına ve do
layısıyla cüzi iradeye sahip olamayacaklarını ima ederler. Kur'an
sözkonusu "şirk" fiiline izin vermez. Bu konudaki âyetlerden bazıları
şunlardır: 'Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Ondan başka ilâh yoktur' (Ba
kara, 2/163), "İşte Rabbınız olan Allah budur. Yalnız O'na kulluk
edin" (Yunus, 10/3); "Allahı bırakıp da birbirimize kulluk etmeyelim"
(Ali İmrân, 3/64); 'Allah'ı bırakıp da yalvarıp durdukları şeyler şefaat
edemeyecektir. Ancak bilerek Hak'ka şahitlik edenler müstesnadır'
(Zuhruf, 43/86); "Ey Rabbımız. Onları şirkte iyice temizleyecek bir pey
gamber gönder" (Bakara, 2/129).
92
Rableştirme konusu bizi, Müslümanlık'da bireyTanrı ilişkisine getir
miş olmaktadır. Kur'an'da pek çok âyet'de Allah'tan 'Yaratan' diye söz
edilmektedir. Giderek Allah, sadece dışsal bir varlık olarak değil aynı
zamanda emredici ve hatta cezalandırıcı bir varlık olarak sunulmak
tadır. Örnek bir âyet Bakara 2/28'dir: "Ey insanlar! Sizi ve sizden ön
cekileri yaratan Allah'a kulluk edin ki cezadan sakınabilesiniz'. 'Sizi
çamurdan yaratan ve sonra size bir ecel tayin eden Allah'tır" (En'am,
6/2) ve "Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden sakınırız" (Fatiha, 1/5)
şeklindeki âyetler de aynı şekilde yorumlanabilir.
Bu heteronomik çizgi, Müslümanlığın genel karakteristiği midir?
Böyle bir sonuca varmak isabetli olmaz. İslâm'ın affedici ve
merhametkâr Allah'ının aslında kullarını cezalandırmada ne kadar
isteksiz olduğunu şu âyet göstermektedir: "Rasulum! Onlar iman et
miyorlar diye neredeyse kendini mahvedeceksin. Eğer dileseydik on
lara gökten bir mucize indirirdik de ona boyun eğmekten başka çarele
ri kalmazdı" (Şuara, 26/34). Bu nedenden dolayı, Kur'an'da bırakı
nız Panenteizmi, Panteist çizgide yorumlanabilecek mesajların da bu
lunması şaşırtıcı değildir. K u r a n a göre Allah, gök kadar yer'i de hik
metle donatmıştır: "Gök ve yeri hak ve hikmetle yaratan Allah'tır"
(En'am, 6/89). Bu demektir ki, kullar, hikmet ile donatılmaya çalışıl
mıştır: "Onlar kendilerine, kitap, hikmet, hüküm ve peygamberlik ver
diğimiz kişilerdir. Şimdi Kureyş bunları inkar ederse, onları inkar et
meyecek bir toplumu getiririz" (En'am, 6/89). Hikmet, önce Peygam
berin sonra kulların kalplerine yerleştirilmiştir: "Rasulum! Cebrail'e
düşman olanlara söyle: Müminler için hidayet ve müjde olarak Al
lah'ın izni ile senin kalbine Kur 'an 'ı indiren odur" (Bakara, 2/97);
"Allah, insanın kendisi ile kalbi arasına girer" (Enfâl, 8/24); 'Biz
[Kur'ani] senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle parça parça indir
dik ve onu tane tane okuduk' (Furkan, 25/32). Kullarının kalbine hik
meti yerleştiren Allah, artık "kullarına şah damarlarından daha ya
kındır" (Kaf, 50/16). O, "nefislerinin kullarına neler fısıldadığını bi
lir" (Kaf, 50/16; Bakara, 2/74). O bilir ki, "gözler kör olmaz; esas kör
olan göğüslerdeki kalplerdir" (Hacc, 22/46). O farkındadır ki, Kureyş
liler Allah'ın hikmetini temessül etmeye istekli olmamışlardır. Bu
yüzden onların "kalpleri üzerine mühür vurulfmuştur]. Artık onlar
anlamazlar" (Tevbe, 9/87). Buna karşılık müminler, o ilâhi hikmeti
temessül etmeye isteklidirler. İslâmı kabul edenler Allahtan razı ol
muşlardır; Allah da onlardan razı olmuştur (Tevbe, 9/100). Allah, ilâhi
hikmetini temessül edenlerin kendisine döneceklerini bilir: "Onlar,
Rablerine kavuşacaklarına ve ancak O'na döneceklerini iyi bilirler'
93
(Bakara, 2/46); "O sabredenlere bir bela geldiği zaman, "Biz Allah'ın
kullarıyız, yine O'na döneceğiz derler'" (Bakara, 2/156); 'Sonunda dö
nüşünüz banadır' (Âli İmrân, 3/55). Onların kendisine dönmelerini
Allah açıkça ister: 'O senden sen de O'ndan razı olarak Rabbine dön'
(Fecr 89/28). Ve Allah, ruhun ölümsüzlüğünü ima eder: "Allah yolun
da öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır onlar diridirler, fakat siz an
lamazsınız" (Bakara, 2/154). Kullar da Allah'larına döneceklerini bi
lirler: "Onlar, Rablerine kavuşacaklarına ve ancak O'na dönecekleri
ni iyi bilirler" (Bakara, 2/46).
İslâm'ın bazı mezheplerinde ise saf panteist görüşe rastlanır, Örne
ğin, Şiiliğin bir kolu olan ve Anadolu'da yerleşmiş bulunan Aleviler'e
göre Allah'ın en büyük vahiyi, doğa ve düşünen insandır. Alevi inan
cın örgütlenme biçimi olan Bektaşilikte, gerçek ibadet, insanın düşün
celerini bizzat kendi üzerinde yoğunlaştırmasıdır. İnsanın kendi var
lığını düşünmesi, ruhun tekamülünü sağlayabilecek ve birey yetkin
insan olabilecektir. Bektaşiliğin son mertebesi olan Babalıkta, birey
Tanrıyı içinde hissedecek, Tanrısal ruhu görecek, Tanrısal ruh içinde
erimek için Tanrı'ya yakınlaşacak ve Tanrı ile vahdeti vücut olacak
tır. Panteist öğretinin bir başka örgütlenme biçimi Ahiliktir. Ahilik
mensuplarından destek gören Mevlana Celaleddin Rûmi, Tanrı için
söyle demiştir.
Hep odur var olan da yok olan da
Odur kaynağı acının da kıvancın da
Yok görecek göz sende yoksa görürdün
Yalnız O var, baştan aşağı senin varlığında
"Enel Hak" diyen İslâm filozofu Hallacı Mansur'a göre, gerçek "Tek
liktir. Çokluk, tekliğin değişik biçim ve nitelikteki yansımalarıdır.
Şu dörtlük bir başka İslâm filozofu Ömer Hayyam'a aittir:
Dün özledim de seni, coştum birden bire
Çıktım, Senin yerin dedikleri göklere
Bir ses yükseldi ta yukarıdan,
yıldızlardan
"Gafil" dedi, "Bizde sandığın Tanrı sende"
Bazı Müslüman din bilginleri, Kur'an'daki âyetlerin ancak yüzde onu
nun Vahdeti Vücut görüşüne paralel, yani Panteist, âyetlerden oluş
tuğunu, geri kalan âyetlerin büyük bölümünün ise Çift Kutuplu Ulu
hiyet görüşü doğrultusunda, yani Pananteist, âyetlerden mürekkep
94
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Söz konusu nazariyeye göre, K u r a n ı n
Pananteist yöndeki âyetleri incelendiğinde Müslümanlıktaki birey
Tanrı ilişkisi konusunda şöyle bir sonuca varılabilir: İnsan, Allah'ın
yardımı ile ve vahyin öğrettiklerine dayanarak kendisindeki ilâhi ya
nı keşfeder ve nazarî ve amelî kemali elde etmek için büyük bir cehit
içine girer. Nefsinin bayağı güçlerini hakimiyeti altına alır. Sonunda
öyle bir kemal noktasına gelir ki, beşerî imkânların elverdiği ölçüde,
kendisinde ilâhi sıfatların gerçekleştiğini hisseder. Nereye baksa Al
lah'ın yüzünü görür. Beşerî irade ile ilâhi irade arasındaki gerginlik
kaybolur.
Allah ile kulu arasında ayniyeti değil benzerliği vurgulayan pananeist
görüş, Kur'an'daki, Allah'ın kuluna belli inanış ve davranış biçimleri
ni empoze etmeyeceği mealindeki şu âyetlerde ifadesini bulmaktadır:
"Benim yaptıklarım benim sizin yaptıklarınız sizindir. Siz benim yap
tıklarıma uzaksınız; ben de sizin yaptıklarınıza uzağım" (Yunus,
10/43); "Kim hidayeti kabul ederse sırf kendi lehine hidayete ermiştir.
Kim de saparsa o da kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinizde ve
kil değilim" (Yunus, 10/108); 'Muhakkak ki size Rabbmız tarafından
hakkı gösteren deliller gelmiştir. Kim onları kalb gözü ile görürse ken
di lehinedir. Kim de körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin üzeri
nizde muhafız değilim' (Enam, 6/104); 'Dinde zorlama yoktur' (Baka
ra, 2/256). Hz. Muhammed de bir Hadisinde, "Sizler dünyanızın işle
rini daha iyi bilirsiniz" demiştir. (Hz. Muhammed'in sözü.)
İnsanin Tanrı'dan südûr ettiği ve dolayısıyla insanın doğuştan tanrı
sal özelliklere sahip olduğu, görüşünü reddeden, aksine insamn doğuş
tan Tanrısal özelliklere sahip olmadığını fakat giderek Tanrısal özel
likler kazanarak ona benzeyeceği noktasından hareket eden Panante
ist görüş, Kur'an'daki âyetler ve Hz. Muhammed'in bazı Hadisleri ta
rafından desteklenmektedir. "Vay haline o namaz kılanların ki gaflet
içindedirler, onlar gösteriş yaparlar" (Mâ_n, 107/47) şeklindeki âyet,
Tanrısal özellikleri edinmek konusunda cehit gösterilmemesini kına
maktadır. Hz. Muhammed'in Hadislerinden bazılarının Allah tara
fından Peygambere söylendiğine inanılır. Bu Hadisi Kudsi'lerden bi
ri, nazarî ve amelî kemali elde etmek için büyük bir cehit sarfeden bir
Müslüman'da Tanrısal sıfatların nasıl giderek tecelli edeceğini anla
tır. Allah'ın kelamını aksettiren söz konusu Hadis şöyledir: 'Kulum
bana nafile ibadetler ile de durmadan yaklaşır. Nihayet onu severim.
Bir kere de onu sevdim mi artık ben o kulumun işiteceği kulağı, görece
ği gözü, şiddetle kavrayacağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum'. (Hz. Mu
hammed'in sözü). Kudsi olmayan bir Hadisinde de Hz. Muhammed,
95
söz konusu Tanrısal sıfatların nasıl tecelli ettiğini anlatır: "Evin damı
ansızın yarıldı. Cebrail geldi. Göğsümü açtıktan sonra zemzemle yı
kadı. Sonra hikmet ve iman dolu bir altın tas getirip kalbime boşalttı
ve göğsümü kapattı". (Hz. Muhammed'in sözü) Bilindiği gibi Müslü
manlıkta Cebrail, vahiy getiren Kutsal Ruh olarak tanınır; Cebrail,
Allah'ın insanlar ile iletişim kurma aracıdır.
Panenteist Müslümanlık da, bireye kendi öznel dinini yaşama imkânı
tanımaktadır. Kuran' daki bir âyet'de şöyle denmektedir: "Kitabı sa
na indiren odur. O'nun âyetlerinden bir kısmı muhkem (manası açık
tır, diğerleri ise müteşabih (manası kapalı) dır.... Bunları ancak aklı
selim sahipleri düşünüp anlar" (Âli İmrân, 3/7). Muhkem âyetler,
Kuranin dörtte birini teşkil eder. Geri kalan âyetlerin büyük bölümü,
müteşabih âyetlerdir. Birinci kategori âyetler, Müslümanlığın niteli
ği ve amaçları ile ilgilidirler; ikinci kategori âyetler, o amaçları yerine
getirmek için neler yapılması ve yapılmaması ile ilgili hükümlerdir.
Dolayısıyla, ikinci kategori âyetler, bireyin dinini nasıl yaşayacağına
dair âyetlerdir .Ayrıca Müslümanlık, "tegayyürü zaman", yani zama
nın değişmesi, ile "tahavvülü ahkâmın", yani hükümlerin değişece
ğini, kabul eder. Hz. Muhammed bir Hadisinde, "Zaman sana uymaz,
sen zamana uy" demiştir (Hz. Muhammed'in sözü).
Hernekadar Allah kullarına, "Sizin yaptıklarınız sizin benim yaptık
larım benim" diyorsa da onları kendi yolunda yürümeleri konusunda
genellikle Hz. Muhammed vasıtasıyla "uyarmak"tadır. Daha önce de
ifade ettiğim gibi, Allah bu hususta cebir yoluna sapmamakta, kulları
na "nasihat etmekte" (Nisa, 4/58), onlara "öğüt" vermektedir (Nisa,
4/63). Bu 'öğütlerinde Allah, genellikle kullarının akıllarını kullan
malarını (57 âyet), düşünmelerini (22 âyet) ve basiretle hareket etme
lerini (8 âyet) söylemektedir. Bu çizgideki bazı âyetlerde (1) genel ola
rak düşünmenin ve akıl yürütmenin önemi vurgulanmakta, (2) kullar
onlar üzerinde düşünebilsinler ve akıl yürütebilsinler diye âyetlerin
nasıl indirildiği belirtilmekte (3) Kur'an'ı okurken verilen delillere
dikkat edilmesi istenmekte (4) kulların Kurandan daha iyi dersler çı
karabilmeleri için ilimlerini arttırmaları gerektiği söylenmekte ve (5)
düşünmeyen ve akıl yürütmeyen kullara sitem edilmektedir. Şimdi sı
rasıyla belirttiğim kategorideki âyetlerden örnekler vereyim: (1) 'Yine
diyecekler ki "Eğer kulak verip dinleseydik ve aklımızı çalıştır say dik
şu alevli cehennem sakinleri arasında olmazdık'" (Mülk, 67/10); '"Ra
suluml Kur an, âyetlerini derin derin düşünsünler ve akil sahipleri ib
ret alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır" (Sâd, 38/29);
96
(2) 'Allah âyetlerini öyle gönderiyor ki aklınızla düşünüp anlayasmız'
(Bakara, 2/242); "Bak onlar anlasınlar diye âyetleri nasıl açıklıyoruz"
(Enam, 6/65); "Düşünmeleri için Kuranda çeşit çeşit açıklamalar
yaptık" (İsra, 17/41); "Kur anı, insanlara sindire sindire okumaları
için onu bölümlere ayırdık, âyet âyet indirdik" (İsra, 18/106), "Ku
ranı ağır ağır oku" (Müzzemmil, 73/4); (3) 'Bu, bizim indirdiğimiz ve
hükümlerini farz kıldığımız bir sûre'dir. Düşünüp ibret alasınız diye
onda apaçık deliller indirdik' (Nur, 24/1); "Siz kendilerine zulmeden
lerin yurtlarında oturmuştunuz. Onlara ne yaptığımızı
görmüştünüz.
Size örnekler de vermiştik" (İbrahim, 14/45); 'Göklerin ve yerin yara
dılışında, gece ile gündüzün değişmesinde aklı selim sahipleri için bü
yük deliller vardır' (Ali İmrân, 3/190); "Onlar sözü dinler ve en güzeli
ne uyarlar. Allahın hidayet verdiği kimseler bunlardır ve işte akıl sa
hipleri bunlardır" (Zümer, 34/18); "Peygamberlerin kıssalarında akıl
sahipleri için büyük ibretler vardır" (Yunus, 12/11); (4) "Hakkında
bilgin olmayan şeyin peşine düşme, çünkü göz, kulak, kalp bunların
hepsi ondan sorumlu tutulacaktır" (İsra, 17/36); "Bilgi sahibi olma
dığın konularda neden tartışıyorsun?" (Ali İmrân, 3/66); 'İnsanlar
dan bazıları vardır ki hiçbir ilme sahip olmadan Allah hakkında tartı
şıp her inatçı şeytanın peşinde giderler' (Hacc, 22/3); "Eğer bilmiyor
sanız ilim sahiplerine sorun" (Nahl, 16/43); (5) 'Onlar hâlâ K u r a n
üzerinde düşünmeyecekler mi?' (Nisa, 4/82); "Hiç düşünmüyorlar
mı?" (Araf, 7/184); "Görmüyor musunuz?" (Nisa, 4/44); 'Siz hiç aklını
zı kullanmıyor musunuz?' (Ali İmrân, 3/65); 'Artık aklınızı başınıza
almayacak mısınız?' (Bakara, 2/44); "Aklınızı başınıza alın" (Bakara,
2/73); "Bu topluma ne oluyor ki hiç sözden anlamıyorlar?" (Nisa,
4/78).
Hurafe ve bid'at'tan arınmış, siyasal hırs ve çıkar hesapları ile yozlaş
tırılmamış ve Rableştirilmeye uğramamış Müslümanlık'ın gerek pan
teist ve gerekse pananteist biçimleri, inananlara genellikle özgür, öz
nel bir şekilde de kendi dinlerini yaşama imkanı tanımıştır.
K u r a n a göre, insan ölümsüzlüğe aday, asil, onurlu, hünerli bir ema
net taşıyıcısıdır. Yaratan, böyle değerli bir varlıktan çok şey bekle
mektedir.
İNANÇ SİSTEMLERİ VE MASONLUK
Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık ile ilgili bu çözümlemeler so
nucunda şu sonuca varılabilir. Her üç semavî din de pananteist ve
97
panteist boyutları ihtiva etmektedirler. Her üç semavi din de, semavî
olmayan din ve inanç sistemleri gibi, postmodern çağın bireyinin öz
gür ve öznel yorum yapma özlemine ters düşmemekte, bilâkis bunu
desteklemektedirler. Bu noktadan hareketle, görünür gelecekte söz
konusu din ve inanç sistemlerinin belli versiyonlarının fonksiyonel ol
maya devam edecekleri ve dolayısıyla canlılıklarını koruyacakları
söylenebilir.
Genel olarak Masonluğa bakıldığında ise, Masonluğun postmodern
çağ ile ne kadar hemahenk olacağı konusu ele alınabilir. Semavî din
ler gibi Masonluğun ezoterik temeli de liberal Hermes öğretişidir. An
cak, semavî dinlerde belli zamanlarda o dinlerin saliklerine 'Hakikat'
empoze edildiği halde, benzer bir duruma Masonlukta hiçbir zaman
rastlanılmamıştır. Masonlukta hiçbir zaman bir "Rableştirme" döne
mi olmamıştır: Hiçbir Kardeş, hiçbir zaman "Hakikatin kendi inhisa
rında olduğu" savı ile ortaya çıkmamıştır. Bu durumun sonucu olarak
da, Masonlukta hiçbir zaman bir hurafe ve boş inanç devri yaşanma
mıştır. Nitekim, Masonluğun ilk derecesi, kişisel boş inanç ve hurafe
lerden arınma dönemi kabul edilmiştir. Masonlar Tanrıya inanırlar
ve ancak dinlerden istihraç edilebilecek her türlü dogmaya karşıdır
lar.
Semavî dinler, evrensel, dolayısıyla benzer, ahlâk ilkelerini savunu
yor olsalar da temelde kendi inananlarının dinleridir. Masonluk ise
herkesi kucaklar. Masonlukta Mabedin üstü yıldızlara kadar açık ve
dolayısıyla tüm insanları kapsayıcıdır. Bugün semavî dinler, tüm
inanç sahiplerine saygılı iseler de kendi saliklerine daha bir üstünlük
tanırlar. Masonlukta ise, tüm dinlerin sâlikleri tesviyede buluşurlar.
Nitekim, Masonun tanrısı, God, Yahova, Allah gibi belli bir aidiyet ifa
de eden isimlere sahip değildir; O, "Evrenin Ulu Mimarı"dır. "Evre
nin Ulu Mimarı" kavramı, Masonların zihninde tüm insanları kapsa
yan Kosmosu çağrıştırır.
Semavî dinler, kurtuluş, salâh, selamet gibi tüm sâlikleri için aynı
müjdeleri verirler. Masonluğun böyle kollektif hedefleri yoktur. Ma
sonlukta, Masonların kişisel hedefleri vardıryetkinleşerek Ülkü Ma
bedine karınca kararınca katkıda bulunmak. Bireylerin, özgür ve öz
nel yorum ve hayat tarzı peşinde koşmaları beklenen postmodern
çağda, semavî olmayan din ve inançların ve semavî dinlerin belli ver
siyonlarının canlılıklarını koruyacakları beklenir. Masonluk ise, post
modern çağa d a h a kolaylıkla u y u m ve katkı sağlayacaktır. Masonluk,
98
hiçbir zaman eskimeyeceğini ve değerinden kaybetmeyeceğini, Ma
sonların Ülkü Mabedine katkılarının her zaman devam edeceğini yüz
yılların deneyimi göstermiştir.
YARARLANILAN
KAYNAKLAR
Akin, Asım. Evrende insan. Ankara: HacettepeTaş, 1998.
Akin, Asım. Tarih Boyunca Masonluk. Ankara: HacettepeTaş, 1998.
Akin, Asım. Masonluk
Ve/Veya Pozitif Düşünmenin
Soyağacı. Ankara, 2001.
Armstrong, Karen. Tanrinın Tarihi: ibrahim'den Günümüze 4000 Yıllık Tan
rı Arayışı. Çev. Oktay Özel, Hamide Koyukan, Kudret Emiroğlu. Ankara: Ay
raç Yayınevi, 1998.
Atay, Hüseyin ve Diğerleri. İslam Gerçeği. Ankara: Ankara Üniversitesi
1995.
Ayan, Tamer. Bilgi Çağı Masonluğu.
Ayan, Tamer. EKSR. 'Olgunlaşma'.
Basımevi,
İstanbul: Yenilik Basımevi, 1997.
İkinci Basım. İstanbul: Yenilik Basımevi, 1998.
Aydın, Mehmet. Din Felsefesi. İzmir: Karınca Yayınevi, 1987.
Bauman, Zygmunt. 'Modernité, PostModernite
(MayısHaziran, 2002): 5161.
ve Etik', Doğu Batı. 5, no. 19
Byron, L. Sherwin. Jewish Ethics in the TwentyFirst Century: Living in the
Image of God. With a Foreword by Louis Jacobs. Syracuse, N.Y.: Syracuse Uni
versity Press, 2000.
Candan, Ergun. Bilinmeyen Sırları ve Yönleriyle
Basım. İstanbul: Sınır Ötesi Yayınları, 2002.
Son Üç Peygamber.
Challaye, Félicien. Dinler Tarihi. Çev. Samih Tiryakioğlu.
bul: Varlık Yayınevi, 1963.
Cleland, J. N., W. Bro. Rev. The Kabbalah
Idorml0.html
ram.net I dormer
Yedinci
İkinci Basım. İstan
and Freemasonry,
www.
hi
Elmalık Hamdi Yazır. Kur'anı Kerim. Türkçe Meali. Sadeleştirme ve Yeni Tertip:
Rauf Pehlivan. İstanbul: İstanbul Dağıtım, 2001
Gellner, Ernest. Postmodernism,
Reason and Religion. London: Routledge, 1992.
Hutchinson, John A. Paths of Faith. Second Edition.
Hill, 1975.
New York et al.: McGraw
Kitabı Mukaddes. Eski ve Yeni Ahit. İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi, 1995
Kütübi Süte. Muhtasarı Tercüme ve Şerhi. Derleyen: Prof. Dr. İbrahim
Ankara: Goldsoft Yazılım, 2001.
Canan.
99
Lewis, Bernard. Çatışan Kültürler: Keşifler Çağında Hıristiyanlar,
Müslü
manlar ve Yahudiler. Çev. Nurettin Elhüseyni. Üçüncü Basım, istanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, 1999.
Örs, Hayrullah. Musa ve Yahudilik.
Öztürk, Kazım. Hakikat
İkinci Basım. İstanbul: Remzi Yayınevi, 1999.
Yolunu Arayanlar.
Öztürk, Yaşar Nuri. Kur'an'ın
Boyut, 1997.
İzmir, 1995.
Temel Kavramları.
Yedinci Baskı. İstanbul: Yeni
Öztürk, Yaşar Nuri. İslam Nasıl Yozlaştırıldı?
Vahyin Dininden
Hurafeler, Bid atlar. İstanbul: Yeni Boyut, 2000.
Sapmalar,
f
Sarıbay, Ali Yaşar. Postmodernite,
rı, 2001.
100
Sivil Toplum ve İslam. İstanbul: Alfa Yayınla
LOCALARDAN
HABERLER
Localarda Yapılan Konuşmalar
LOCASI
KONUŞMACI
KONU
TARİH
İSTANBUL
Ludvvig Van Beethoven ve
9. Senfoni
28.04.2003
Ludvvig Van Beethoven ve
9. Senfoni
28.03.2003
1909 Öncesi Türkiye'de
Masonluk
24.04.2003
2003 Yılında Türkiye'de ve
Dünya'da Masonluk
17.04.2003
Arif Davran
Mason Olmanın Gereği
15.04.2003
Aron Kaston
Tekris Töreni ve Kökleri
16.04.2003
Görevdeki İki Yılın Çalışma
Raporu
30.04.2003
İDEAL
Koray Darga
KÜLTÜR
Koray Darga
Yılmaz Suner
ÜLKÜ
KARDEŞLİK
HÜRRİYET
ATLAS
Tunç Timurkan
Savaş Oray
MÜSAVAT
Ruşen Dora
Dante Masonmuydu?
18.04.2003
LİBERTAS
Güven Şahin
Masonlukta Özgürlük
26.03.2003
Kırık Aynanın Sırrı
26.03.2003
Muhakkik
26.03.2003
AHENK
E. Tınay, N. Sönmez,
B. Bilgili, S. Yanar., O. Okay,
A. Orhun, Ü. Gürtuna
E. Tınay, N. Sönmez,
O. Okay, S. Yanar, A. A. Şahin
101
KONUŞMACI
LOCASI
Celil Layiktez
Arif Akgün
DELTA
SADIK DOSTLAR
Ömer Köker
Behçet Kurdoğlu
ULKE
Ahmet Turat
Ferhat Saraçoğlu
ŞEFKAT
Mete Akyol
HÜMANİTAS
Bernard Moreau
Yasef Yoaf
Maurice Alfandari
HULUS
DEVRİM
Localarda Yapılacak Konuşmalar
Hakkında Metod
17.04.2003
2000 Yıl Öncesinden Bugüne
Ölüdeniz Yazmaları
01.05.2003
Kültür ve Eğitimin Kalkınmada
Rolü
Mesleğimiz ve Aynadaki Ben
Lâiklik
15.04.2003
29.04.2003
28.04.2003
Ritüelik Ölüm
25.03.2003
Masonluğun İlk Dönemleri
06.05.2003
İnsan Evren'in Amacı mıdır?
20.05.2003
30.04.2003
Can Kapyalı
E. Necdet Egeran
Özdemir Süer
E. Tınay, A. A. Şahin,
B. Bilgili, S. Yanar, O. Okay,
A. Orhun, U. Gürtuna
Kaya Paşakay
Manuel Akcanbazyan
A. Gücükoğlu, A. Kazanç, S. Şahin
102
07.04.2003
30.04.2003
Osman Urallı
ÖZLEM
Homosapiens'ten Günümüze
Ezoterizm
Büyük İnisiyeler
Bülent Madi
GÜN
04.06.2003
Sembolizma
Özand Gökçeer
UÇIŞIK
"Uyanış Sonrası Türk M.'luğu ve
65 Olayları"
Lefter Karakaş
İrfan Yazıcı
SEVENLER
TARİH
Kimon Mingiuri
Semir Abbasoğlu
PINAR
KONU
Dışarıda Masonuz, İçeride Değil
30.04.2003
Masonik Potpuri
14.05.2003
Hür Masonluğun
Yükümlülükleri I
29.04.2003
Hür Masonluğun
Yükümlülükleri II
13.05.2003
Masonik Sohbet
28.03.2003
Beyin Nasıl Unutur?
25.04.2003
Rehber Üye
09.05.2003
Seçim Hakkında Bilgiler
24.03.2003
Kırık Aynanın Sırrı
24.04.2003
Türk Masonluğunun Evrensel
Masonluktaki Yeri
22.05.2003
Landmarklar Nedir, Ne Değildir?
31.03.2003
Harici Âlemde Masonik Yaşam
28.04.2003
LOCASI
KONUŞMACI
Kaya Paşakay
KONU
TARİH
Kudüsten Esintiler
12.05.2003
BAŞAK
Uğur Tuzlacı
İtiraf, Sır ve Taş Üçlemesi
22.05.2003
İREM
Josef Mitrani
Masonik Sohbet
25.04.2003
Seyhan Çelikoğlu
Büyük İskender
15.04.2003
Tekamül ve Masonik Sembolizma
28.03.2003
Bilgilenmek Hakkı ve Ezoterizm
25.04.2003
Sembollerin Yorumu
01.03.2003
EVREN
PİRAMİT
Ahmet Kurtaran
Mehmet Oral
Ahmet Kurtaran
NİLÜFER
Kaya Paşakay
Türk M.'luğunun Evrensel
M.'luktaki Yeri
22.04.2003
Hürriyet
12.05.2003
R. Burak Eke
SEMBOL
GÜVEN
Hilmi Or
Eski Mısır'da Ezoterizm
Y. Uğurcan Akyüz
SEZGİ
Suat Özgül
Zeki Alasya
Kaya Paşakay
AKIL VE HİKMET
06.05.2003
03.06.2003
Ercan Tezer
Küreselleşme Sürecinde İnsan
Varlığının Önemi
Akıl ve Hikmet İle Güzellik Temel
İlkelerinin Süleyman Mabedi ve
Hür Masonluk ile Olan İlişkileri
TANYERİ
15.05.2003
26.03.2003
"Masonik Mizah"
24.04.2003
Hermetizm
24.03.2003
Yener Güreş
Yusuf ve Çağdaşlık
04.04.2003
Koray Darga
Ludvvig Van Beethoven ve
9. Senfoni
18.04.2003
Fahir Gök
Abdurrahman Erginsoy
MARMARA
17.04.2003
Düşünce, İnanç ve İnsan
İlhan Cedimağar
GÜZEL İSTANBUL
08.04.2003
22.04.2003
Su
Ekmel Ünlüsan
GÖNYE
Loca Seçimleri ve Görevliler
Ahmet Vefik Paşa
W. A. Mozart
Ayhan Murat Yazgaç
YEDİTEPE
24.04.2003
25.03.2003
Bartu Özalp
Okan Işın
BOĞAZİÇİ
Hakkında Çeşitlemeler
Hürriyet
Küreselleşme
Masonlukta; Adap,
25.04.2003
Edep ve Etiket
23.05.2003
Orhan Çekiç
I. Dünya Savaşında
Kafkas Cephesi
21.04.2003
103
LOCASI
SABAH GÜNEŞİ
DOSTLUK
GELİŞİM
KONUŞMACI
KONU
Osmanlı Döneminde Masonluk
28.04.2003
24.03.2003
Bozkurt Güvenç
Türkiye'de Masonluğun
Kısa Tarihçesi
Akıl ve İnanç
Murat Alp Beyce
Tolerans
08.04.2003
H. Çetin Atağan
Masonluğun Geleceği mi?
Gelecekteki Masonluk mu?
22.04.2003
Murat Ahman
Herman İşçi
Kemal Gönenç
Mutluluk
ONUR
Zeki Alasya
Ahmet Vefik Paşa K.
UMUT
Mete Akyol
Lâiklik
KADIKÖY
GEOMETRİ
UFUK
DORUK
30.04.2003
14.05.2003
Masonik Asal İlkeler
29.04.2003
"Disiplin ve Despotizm"
03.04.2003
Kemal Görkey
Şimdi Daha Fazla İhtiyacımız
Olan Erdem: Tolerans
25.03.2003
Oğuz Yılmaz
Masonluk ve Masonik Terbiye
08.04.2003
M. Remzi Sanver
Muntazam Masonluk ve İnanç
22.04.2003
Demokrat Olmanın Erdemi
20.05.2003
Dostluk Üzerine 2
21.04.2003
Muhakkik
17.04.2003
Tayfun Güven
Bülent Atik
S. Beykal, Y. Alkan
Yaşar Levent
Hilmi Or
Umur Aysal
V. Erdal Eldem
YÜCEL
104
28.04.2003
Sorgulama
Yaşar Öztuzcu
ALTAR
22.04.2003
Ölümsüzlük
Ahmet K. Han
TESVİYE
E. Tınay, N. Sönmez,
S. Yanar, O. Okay, A. A. Şahin
GÜNEY
20.05.2003
28.04.2003
12.05.2003
Mete Akyol
GRANİT
21.04.2003
Susmak
Mason ve Nitelikleri
Mehmet Saim İzli
İlker İnal
Uğur Tuzlacı
ÜLKÜM
TARİH
Yalkın Gencer
Etik
15.05.2003
Operatif Masonluk
29.05.2003
Eski Mısırda Ezoterizm
Hakkında Çeşitlemeler
24.04.2003
Kalfa Derecesinin Anlamı ve
Önemi 1
15.04.2003
Organizasyon Yapımız ve
Masonik Protokol
13.05.2003
Tanrı İnancı
10.04.2003
KONUŞMACI
LOCASI
Özgür Polvan
GÜZELLİK
Atilla Celal Bayar
KÜRE
Enver Necdet Egeran
TAŞOCAĞI
Naif Timur
Zafer Doğan
MİMAR HİRAM
Bülent Gürses
İlker İnal
ANIT
Kaya Paşakay
Mehmet Faik Özçelik
Bozkurt Güvenç
ZEYTİNDALI
Sabit Doruk
Kaya Paşakay
Alp Ulusoy
R. Sanver, A. Alanyalı,
C. Çeçen, Ö. Ersoy, A. Kant,
A. Kolankaya, A. Lodi, B. Tarman
KONU
TARİH
FelsefeMasonik Düşünce ve
Masonik Kültür
08.05.2003
Gül Bahçesi
01.04.2003
Günümüzde ve
Gelecekte Masonluk
28.04.2003
Üçüncü Bin Yılda Teknoloji,
Terör ve Masonluk
16.04.2003
Mozart K. Ve Sihirli Flüt
Operasının Sesli ve Görüntülü
Yorumu
30.04.2003
Hermetizm
30.04.2003
Mason ve Nitelikleri
21.05.2003
Mozart K. ve Masonik Hayatı
24.03.2003
Hermetizm ve Masonluk
07.04.2003
Akıl ve İnanç
21.04.2003
Operatif Masonluğun Dünya
Masonluğundaki Yeri
21.03.2003
Türk Masonluğunun Evrensel
Masonluktaki Yeri
18.04.2003
Önlüksüz Mason Doktor
Albert SCHWEITZER
16.05.2003
Yeni Bir Yaşama Doğru:
Spekülatif Masonluk
29.04.2003
SEBAT
SEVGİ YOLU
Ersin Alok
İlker İnal
Salih Evcilerli
AYDINLANMA
Kemal Özalp
Fırat'ın Gizemleri
31.03.2003
Sevimli Yanlışlar
Masonluğun Yönetimi ve
Localarımız
26.05.2003
Beyin Yaşlanması
16.04.2003
09.06.2003
AKASYA
Kemal Kurtoğlu
Katedrallerin İnşası
29.05.2003
ATAİZİ
Murat Dayıoğlu
Erdemlerimiz
20.03.2003
Eğitim L.'sı İzlenimleri
25.03.2003
SÖZ
Selim Ors
Ahmet Örs
Tuğrul Şavkay, Selim Örs
Haluk Sezgin
Üstadı Muhterem
08.04.2003
Mozart K. ve Sihirli Flüt
22.04.2003
Roosslyn Şapeli
20.05.2003
105
LOCASI
AKEV
CUMHURİYET
YILDIZI
KONUŞMACI
Kaya Paşakay
Koray Darga
İlker İnal
Tunç Timurkan
İSTANBUL
Gülcemal Dinçkan
ZAFER
Ludwig Van Beethoven ve
9. Senfoni
02.04.2003
Mason ve Nitelikleri
16.04.2003
Royal Arche
30.04.2003
28.03.2003
Altan Arbak
Laik Düşünce ve Vicdan Hürriyeti
17.04.2003
Haluk Giray
Masonluk'ta Dört Temel Erdem
15.05.2003
İ. Haluk Özer
Kaya Özkuş
Kaya Paşakay
Ümit Güngördü
Yunus Borhan
VATAN
15.05.2003
23.05.2003
H. Özcan Balın
KALKEDON
Türk Masonluğunun Evrensel
Masonluktaki Yeri
Mason ve Nitelikleri
Atilla Celal Bayar
BİLGE
TARİH
Tekris ve Hermetizm
İlker İnal
PETEK
KONU
Emrullah Taşındı
Ziya Tanalı
Okan Işın
Moderator: E. İkier
Panelistler: Z. Memiş, N. Nalbant,
E. Zeytinoğlu
Loca'da Konuşma ve
Davranış Adabı
Hermetizm ve Hermetizmde
Tekris
24.04.2003
08.05.2003
Öğrenmenin Sistematiği
02.04.2003
Yunus Emre ve İnsan
30.04.2003
Türk Masonluğunun Evrensel
Masonluktaki Yeri
14.05.2003
Tolerans
28.04.2003
Lâiklik, Cumhuriyet ve Masonluk
12.05.2003
Masonik Gözle Dünyaya Bakış
19.03.2003
Masonluk Nedir? Ne Değildir?
16.04.2003
Üç Nokta Sembolizması
30.04.2003
Masonik İlkelerden /
Adalet Eşitlik Hakikat
14.05.2003
Devlet Felsefesi
15.05.2003
50. ve 51. Yıl Çalışmalarının
Düşündürdükleri
28.04.2003
ANKARA
YÜKSELİŞ
İNANIŞ
106
Seyhun Tunaşar
Sinan Yurttagül
KONUŞMACI
LOCASI
BİLGİ
Tuncay Hasip Sözen
Cemal Aytemiz
BARIŞ
Burhan Apaydın
DİKMEN
Rui Silva
ARAYIŞ
Kemal Nazlıel
ÜÇGÜL
Tunç Kayalar
Ahmet Erkin, Tibet Altuğ
AHİLER
Teoman Benli
ÇAG
ANKARA
YUNUS EMRE
İLKE
17.03.2003
Brezilyada Masonluk
20.03.2003
Masonik Erdem
15.04.2003
Masonik Etiket
14.05.2003
Mason Gibi
21.05.2003
Barlas Gökoca
Kont Bezuhof Nasıl Mason Oldu?
17.03.2003
Çınar Güner
Tekliften, Üs. Muh.'liğe Giden
Uzunİnce Yolda Bir Mason
25.04.2003
Volkan Erkal
Metafizik Düşüncenin
Masonluktaki Yeri
02.05.2003
Süleyman Mabedi
28.04.2003
Uygarlık Tarihi
28.03.2003
Yazılı Olmayan Kurallar
25.03.2003
Özgür Ecevit
Ateş Akyüz
Masonik Heyecan
18.03.2003
Ömer Şahinkaya
Masonik Mutluluk
15.04.2003
Günümüzde Astroloji
29.04.2003
Geçmiş mi?, Güncel mi?
08.04.2003
Unutmalı mı?
22.04.2003
Süreyya Ural
Ahmet Cevdet Yalçıner
Kerim Ertan
Özgür Ecevit
Metin Aydemir
BAŞKENT
Beraberlik Savaşı mı?
24.04.2003
Z. Utkutuğ, H. Karaca,
S. Yerli, B. Aşuroğlu
ÜÇNUR
Kültürler Savaşı mı yoksa
Sion Mabedi
Adnan Nedimoğlu
DOĞAN GÜNEŞ
16.04.2003
07.05.2003
27.03.2003
Cansın Arda
DENGE
Bilginin Nur Saçan Hekimleri
Geleceğin Eğitimi
Sonsuz Doğudan Çekiç Sesleri
Sezai Barmanbek
ERDEM
TARİH
Cihangir Gener
İsmet Erdoğan
ÇUKUROVA
KONU
Ertan Tatlıcıoğlu
Cahit Geveci
M.'luk bir Meslek mi?
29.04.2003
Açık Yürekli mi?
13.05.2003
Dul Kesesi
26.05.2003
Süleyman Mabedi
28.04.2003
Sağlıklı Büyüme
26.05.2003
Kendimle Konuşmalar
Yunus Emre'nin İnisiyatik Öğretisi
17.03.2003
21.04.2003
107
LOCASI
KONUŞMACI
GÖKKUŞAĞI
EKİN
Yusuf Kanlı
Oktay Ergin
B. Güvenç, Y. Kanpolat, U. Arkun
YÖRÜNGE
PERGEL
UYUM
Serhan Baytur
Ethem Sena Çınar
KONU
TARİH
Türkiye'nin Stratejik Çıkarları ve
Kıbrıs'ta Çözüm
09.05.2003
M.'luğun Düşündürdükleri
29.04.2003
Yönetsel M.'luk
06.05.2003
M.'luğun Yazılı Olmayan Kuralları
27.05.2003
İyi Düşünceler, İyi Duygular
01.04.2003
Kenan Çınar
Masonik Görevlerimiz
15.04.2003
Halil Uğur, Bülent Çetiner,
Doruk Gökşin
Ney'in Türk Tasavvuf
Düşüncesindeki Yeri
24.04.2003
Nietche Ağladığında
08.05.2003
Altarın Dördüncü Ayağı:
Çırak Mason
27.03.2003
Cumhuriyet Döneminde Eğitim
Politikalarımız
Masonik İşGüçEnerji
27.03.2003
08.05.2003
T. Aksel, M. Özger, S. Minican,
M. A. Güngör
GÜNEY YILDIZI Pekşen Tamdoğan
AND
Eralp Özgen
Uğur Büğet
ESKİŞEHİR
Taner Ercan
Salih Evcilerli
Mete Akyol
EVRİM
PUSULA
Beşir Erakman
Teoman Akış
Yıldırım Doğan
Matriks ve M.'luk
17.04.2003
Ketumiyet
05.06.2003
Atatürk ve Lâiklik
19.06.2003
Masonik Görev Anlayışı ve
Sorumluluk
05.05.2003
BireyToplum ve Bilim
16.04.2003
Anti Masonik Düşünce Biçimleri
30.04.2003
27.05.2003
ÖZGÜRLÜK
Alparslan Özdoğru
Objektivizm
MOZAİK
Mehmet Soyarslan
Hiram Anahtarı ve
Düşündürdükleri
28.03.2003
Atatürk'ün Bilimsel Düşünceleri
25.04.2003
M.'luktaGörev
10.04.2003
Erdoğan Noyan
GÜNEŞ
Ertuğrul Bülent Eyiler
Rasim Ceylan Satuk
Philipp Weissel
BİRLİK
Maksut Kav
Altan Tıkı
108
Tahkikatın Önemi
18.04.2003
Avusturya'da M.'luk
18.04.2003
Bugünün Türkiye'sinde
Demokrasinin Yerleşmesi
Açısından Masonluk
Neden Önemlidir?
18.03.2003
Sevgi
01.04.2003
LOCASI
KONUŞMACI
Erdoğan Başağaç
KONU
Bugünün Türkiye'sinde Ülkelerin
Bölünmez Bütünlüğü Açısından
Masonluk Neden Önemlidir?
TARİH
15.04.2003
Semih Ünlü
Bugünün Türkiye'sinde Aile
İlişkilerinin Geliştirilmesi Açısından
29.04.2003
Masonluk Neden Önemlidir?
Ali Gürsel
Bugünün Türkiye'sinde
Çocuklarımızın Geleceği Açısından
Masonluk Neden Önemlidir?
06.05.2003
TANYILDIZI
Mehmet Oral
Sars
12.05.2003
SİMURG
Oktay Kurak
Ahlâk Kavramı ve Masonluk
19.03.2003
Koray Özalp
Aklımızı Özgürleştirelim
16.04.2003
Taylan Lünel
Hür Masonlukta Doğadan
Alınan Sembolizma
07.05.2003
Yavuz Daloğlu
Müzik ve M.'luk
04.03.2003
İsmail Baradan
Ne İsen O Ol
18.03.2003
M.'lukta Ezoterik Sistem
18.03.2003
Süleyman Mabedi
15.04.2003
İZMİR
NUR
Süleyman Tanyalçın
Fatih Topsakal
PROMETHEE
GONUL
İRFAN
Bilal Başev
3. D. Hakkında Düşünceler
12.03.2003
Tunç Eğinlioğlu
Kardeşlik Zinciri ve Dayanışma
26.03.2003
Bülent Şenocak
Tekliften Tekrise
06.03.2003
Koray Derman
Görevli Yeminleri
20.03.2003
Seymen Bilginer
Salim Arslanalp
Enver Turanlı
UMIT
Murat Gomel
Serkan Ergüneş
EPHESUS
İzzet Kohen,
Tolga Hancı, Özhun Beleli
Ömer Baybars Tek
Müsamaha ve Saadet
10.03.2003
Ülkü Mabedi
24.03.2003
Görevin Üstünlüğü
21.04.2003
Çağdaş İnsan ve Ölüm
Feragat
04.03.2003
15.04.2003
M.'luktan Beklentilerim ve
Bir M. Olarak Bulduklarım
03.03.2003
İnsan Duyarlılığı ve Değer Çağı
17.03.2003
109
LOCASI
KONUŞMACI
Isa Durmaz
EYLEM
MANİSA
İnsan Duyarlılığı ve Değer Çağı
17.03.2003
Beşeri Hırslar ve M.'ik Yorumu
31.03.2003
Çetin Türkçü
Manisa Muh. L.'sının
Kısa Tarihçesi
26.03.2003
Salih Evcilerli
M.'luğun Yönetimi ve L'larımız
26.03.2003
Sadakat ve Sorumluluk
12.03.2003
Hakikatin Nuru Çalışmalarımızı
Aydınlatıyor
12.03.2003
İnsan Duyarlılığı ve Değer Çağı
17.03.2003
Yeniçağ Felsefesi
31.03.2003
Kadri Çevrem
Düşünce Odası
13.03.2003
Türker Ünal
Kendini Bilmek
13.03.2003
Ömer Baybars
Münir Erçelik
Necmettin Erdoğan
KARŞIYAKA
Yedi Basamak Yedi Güzel Sanat
13.03.2003
Ali Oral
Zeka ve Akıl'dan Hikmet'e
23.03.2003
Şakir Bulanalp
Görünen ve Görünmeyen
Boyutuyla GÜZELLİK
17.02.2003
Görev Bilinci
03.03.2003
Masonlukta 1930'lu Yıllar
24.04.2003
Alpay Ergun
BODRUM
Cafer Demiral
KORDON
Tuncay Yeşilpınar
DOĞA
TAN
Timur Guda
Nadir Kızılgüneşler
Cengiz Özarı
OCAK
Sevcan Karabay
Yüksel Kazmirci
Ufuk Nalbantoğlu
ŞAKUL
Özkan Aras
Mehmet Lomçalı
NOKTA
Osman Yalçın
Hüseyin Dilek Akarlı
110
31.03.2003
Ömer Baybars Tek
Cengiz Şener
ÜÇSUTUN
Yaşam ve Kalp
TARİH
Cemal Can Ergüven
Haluk Çifçi
IŞIN
KONU
M.'lukta Disiplin, İntizam ve Nizam 24.04.2003
Üç Sütun
12.03.2003
M.'luk ve Görev Anlayışı
18.03.2003
Hasan Ali YÜCEL ve
Köy Enstitüleri
15.04.2003
Sembolizm, Hermetizsm,
Ezoterizm ve M.'luk
06.03.2003
Hermes ve Ezoterik Yorumu
20.03.2003
Templiyelere ve
Roziküryenlere Ne Oldu?
01.05.2003
Bilgi Üzerine
Hukukun Masonluktaki Yeri
21.04.2003
05.05.2003
Hoşgörü Tolerans ve Masonik
Yaşamdaki Yeri
Seçimde Dikkat Edilecek
10.03.2003
LOCASI
İMBAT
NİRENGİ
KONUŞMACI
KONU
Hususlar
24.03.2003
Bülent Ordukaya
Tanrının Övüncüİnsan
24.03.2003
İnsanlığın Hakikat Arayışı ve
Ezoterik Düşünce
25.03.2003
Suphi Varım
Yüksel Kazmirci
Amaç Aksoy
Alper Asena Oktar
Ahmet Rüçhan Yeşil
Ceyhan Olten
AGORA
Resan Bayraktaroğlu
Uğur Coşkun
FETHİYE
ÇEŞME
Fatih Günay
Mustafa Alpaslan
KUŞADASI
ZUHAL
20.03.2003
17.04.2003
17.04.2003
01.05.2003
01.05.2003
Devam ve Rehberlik
13.03.2003
Türkiye'nin Finans Dünyası
27.03.2003
Sevgi Üzerine
25.02.2003
İnsan İyiye, Güzele ve Doğruya
Tek Başına Erişemez
Hakikatin Aranmasında Bilgi ve
Bilimin Rolü
23.03.2003
Olgunlaşabilmenin Yolu Açık
Yürekli Olmaktır.
11.03.2003
Tahsin Dumlu
Gönüller Sultanı Mevlana
29.01.2003
Ahmet Peçen
Akıl Bize Rehber Olsun
12.03.2003
Arif Yürekli
Önlük Sembolizması
26.03.2003
Tarık Atan
Neyi Arıyorum?
26.03.2003
Bir Hariciyi Seçerken
Arayacağımız Vasıflar
13.03.2003
Orhan Uslu
SENTEZ
Hermes ve Ezoterik Yorumu
Ç. Derecesi Ritüelinden
Anladıklarım
Ahlâk İnanç Kavramlarının
Masonluktaki Manaları
Ç. Derecesi Ritüelinden
Anladıklarım
Olgunlaşabilmenin Yolu Açık
Yürekli Olmaktır
TARİH
Gökhan Yuncu
Ahmet Özkurt
Cengiz Yesügey
Üner Birkan
Masonik Yeminin ve
Rehberliğin Sorumluluğu
İz Bırakan Masonlar: 3
Rudyard Kipling
04.03.2003
24.04.2003
08.05.2003
111
ARAMIZDAN AYRILANLAR
İNTİKAL
TARİHİ
ADI SOYADI
DOĞUM YERİ
VE TARİHİ
Nejat Açıkalın
Adana 1932
05.06.1979
Gönül Mimarları 03.06.1999
Ahmet Uğur Aydın
Gaziantep 1946
02.12.1986
Nokta
25.04.2002
Erol Güvenç
Sivas 1932
24.10.1984
Ephesus
05.11.2002
Ali Rıza Zümreoğlu İzmir 1923
01.05.1971
Ege
06.12.2002
Aktan Okan
11.06.1958
İdeal
20.01.2003
Ahmet Özlen Güven İzmir 1942
19.12.1975
Ümit
30.01.2003
O. Uğur Kırbeyi
Hatay 1936
01.05.1986
Ege
03.02.2003
A. Raif Tosyalı
Antakya 1917
22.11.1973
Yıldız
04.02.2003
Nurettin Nurkan
İstanbul 1946
29.11.1993
Ataizi
06.02.2003
İstanbul 1928
02.11.1970
Nar
11.02.2003
Momo Salomon Yahni İstanbul 1923
17.10.1975
Kültür
03.03.2003
Galip Özargun
Kırşehir 1913
13.06.1967
Geometri
07.03.2003
Avram Levi
İstanbul 1924
02.01.1974
Günışığı
05.04.2003
Şevket Ağabey
İstanbul 1922
11.02.1960
Gelişim
07.04.2003
Erdem Özkan
Ankara 1943
21.10.1977
Uyanış
10.04.2003
Eren Ongun
İstanbul 1957
30.10.1997
Güven
12.04.2003
Esat Çam
Antalya 1929
TEKRIS
TARİHİ
LOCASI
HİÇ BİR ŞEY ÖLMEZ HER ŞEY YAŞAR
Eb. Maş.'a intikal eden kardeşlerimize Ev.'in Ul. Mi.'ndan sonsuz mağfiret
ve kederli ailelerine ve bütün kardeşlerimize sabırlar dileriz.
112
B u l l e t i n o f t h e G r a n d Lodge
o f Free a n d A c c e p t e d M a s o n s o f T u r k e y
ISSN 13012762
CONTENTS
8.
11.
Message f r o m the G r a n d Master
Bro. Jamel AlDin AlAfgani
(18381897)
45.
D e m i r SAVAŞÇIN
Tamer A Y A N Uğur ÖZCAN
A R e v o l u t i o n a r y F r e e m a s o n In E n g l a n d a n d
His H a n d B o o k o f F r e e m a s o n r y
53.
Celil LAYİKTEZ
A S t u d y o n t h e Past, t h e Present a n d t h e Future o f
M a s o n i c D e m o g r a p h y in I z m i r
65.
O n "The H o l y "
79.
P o s t M o d e r n i t y , Belief S y s t e m s , a n d
Freemasonry
D o ğ a n DİRİK
A l i VERBAS
M e t i n HEPER
101.
N e w s f r o m Lodges
M i m a r SİNAN
112.
Obituaries
M i m a r SİNAN
Address : 25, Nuruziya Sokağı — Beyoğlu /
YEAR:
2003
İSTANBUL
NO:
127